Witness of Mazmûn - Sufi Araştırmaları Dergisi
Transkript
Witness of Mazmûn - Sufi Araştırmaları Dergisi
Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û YERDE ARANIRKEN GÖKTE BULUNAN GÜZEL: ŞÂHİD-İ MAZMÛN Witness of Mazmûn: The Beautiful Found in the Heavens While Searching on Earth Abdülkadir DAĞLAR** ÖZ Dîvân şiiri araştırma sahasının en muğlak meselelerinden biri de "mazmûn"dur. Mazmûn, kimine göre nükteli anlam, kimine göre şiirdeki üstü örtük gizli anlam, kimine göre imaj, kimine göre ise bütün anlatım yolları ve edebî sanatların birlikteliğiyle beliren başlı başına bir anlam öğesidir. Mazmûnun ne olduğu ile ilgili maalesef bir uzlaşı sağlanamamıştır. Bize göre de mazmûn, şiirde aklî ve mantıkî "ma'nâ" ve "murâd"ın üzerinde, "mazmûnun mazmûnu"nun da hemen altında yansıma/yansıtma ile şâirin ve okurun muhayyilesinde görsellik kazanan söz ve şiir özüdür. Hayâta ve yaratılışa bakışının teorik zemînini ağırlıklı olarak tasavvuftan alan Dîvân şiirinin bir kavramı olan mazmûnu da, yine tasavvufun yaratılış teorileri çerçevesinde yorumlamaya çalışmanın, konuya yeni bir yaklaşım sağlayabileceği düşüncesindeyiz. Bu çerçevede temel hareket noktamız, yaratılış sistemini daha çok "ayna metaforu" ile açıklamaya çalışan tasavvufun Hâlık-mahlûk ilişkilerini yansıma/yansıtma ya da görme/gösterme temelinde değerlendirme gayretleridir. Her şeyi yaratan, Hâlık olan Allâh'ın, kendi zâtından yarattığı ilk cevher olan Hakîkat-ı Muhammediyye, güzel Allâh'ı en iyi yansıtan şâhid/güzel ayna olarak kabûl edilmiştir. Bu cevherden yansıma yoluyla türeyen tüm mahlûkât, öncelikle Akl, Nefs, Kalem, Levh, Eflâk hâlinde yaratılmış, sonra, A'yân-ı Sâbite, Âlem-i ――――――――― ** Makale Geliş Tarihi: 05 Mart 2015. Makale Kabul Tarihi: 20 Mart 2015. Öğr. Gör. Dr., Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. abdaglar@gmail.com Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 125 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR Ervâh, Âlem-i Ecsâm gibi aşamalardan geçmişlerdir. Bu aşamaların her biri Hakîkat-ı Muhammediyye cevherini gören şâhid aynalar sayılmıştır. Baştan sona bu aynaların her biri, en güzeli ve güzeli görüp yansıtan şâhid ya da güzel kabul edilmiştir. Cisimler âleminde varlıkların hakîkî görüntülerinin Levh'te A'yân-ı Sâbite olarak yer aldığını kabûl eden bu tasavvuf nazariyyâtı ışığında, sözün ve şiirin öz hakîkatının da yine Levh'te sâbit görüntüsünün olduğunu söylemek mümkündür ki, biz mazmûn kavramından bu sözel ve şiirsel hakîkatı anlıyoruz. Mazmûn da mazmûnun mazmûnu saydığımız Hakîkat-ı Muhammediyye şâhidini/güzelini yansıtıp gösterdiği için bir şâhid/güzel olarak kabûl edilmiştir. Bu makâlede, Dîvân şiirinden ve bu şiir geleneğinin izlerini gösteren şâirlerden örnek şiir metinleri ışığında mazmûnun, her şâirin temel gâyesi olan şâhid/güzel sayıldığı, ortaya konulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Mazmûn, Şâhid-i Mazmûn, Tasavvuf, Ayna, Şiir ABSTRACT One of the most obscure issues of Divan poetry research field is the concept “Mazmûn”. Mazmûn, according to some, is epigrammatic narration, and according to some, implicit hidden meaning in the poetry, to some it is image and to some; an entire meaning element that appears with the collaboration of all the ways of expression and literary arts. Unfortunately an agreement could not be achieved on what mazmûn is. Mazmûn according to us is the essence of word and poetry which acquires visuality in the imagination of the reader and the poet by reflection/projection which is above rational and logical “meaning” and “desire” in poetry and just under the “mazmûn of mazmûn” itself. We feel that attempting to render mazmûn, a concept of Dîvân poetry which also acquires its theoretical foundation mainly from Sufism in terms of perspective of life and creation, in the context of Sufism’s creation hypothesis will bring a new approach to the topic. In this context, our fundamental starting point is the endeavour of evaluating Creator-creature relations of Sufism on the basis of reflection/projection or seeing/showing by explaining creation system through “mirror metaphor”. It is reckoned that Hakîkat-ı Muhammediyye (Truth/Essence of Muhammad) is the witness/beautiful mirror reflecting beautiful Allah at best, created from Allah’s self, who is the Creator of everything, as the first essence. From this first essence, all the creatures are derived firstly as Akl, Nefs, Kalem, Levh and Eflâk; later passed through the stages such as A'yân-ı Sâbite, Âlem-i Ervâh and Âlem-i Ecsâm. Each of these stages are reckoned as the witness (shahid) mirrors that witnessed Hakîkat-ı Muhammediyye. Each and every one of these mirrors entirely was rendered as the witness of beautiful that saw and reflected the most beautiful. 126 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û In the light of Sufism embracing the view that the true images of the creatures in the Universe of Substances take place in Levh as eternal wisdom, it is possible to say that the essence of word and poetry has constant images and we comprehend the concept of “mazmûn” as this verbal and poetic essence. Therefore mazmûn is acknowledged as witness/ beautiful as it reflects and shows Hakîkat-ı Muhammediyye that we count as mazmûn of mazmûn. In this article, it will be established that mazmûn that is witness/beautiful is the main purpose of all poets in the light of example poem texts from Dîvân poetry and the poets who show the signs of this poetry tradition. Key Words: Mazmûn, Witness of Mazmûn, Sufism, Mirror, Poem Yüzlerce yıl Türk cihân hâkimiyeti ve fetih idealinin müsteârı olmuş olan kızılelma, kimi zaman doğu kimi zaman batı olmuş, bazen adı belli somut bir belde olmuşsa da her zaman soyut ideal olarak kalmış, pâdişâhından askerine kadar fetih/fütûhât idealleri ile yaşayan herkesin şuûraltı âlemini süslemiş olan estetik bir mefhûmdur. Kızılelma, ulaşılan hedefin yerini alan yeni hedef olarak sürekli yenilenen, yenilenerek canlılığını koruyan kutlu idealdir. Sânı‘-ı mutlak yani Hâlık, Bârî, Musavvir ve Bedî‘ olan Allâh’tan aldığı husûsî kâbiliyyet ile beşerî-sun‘î yansıtma sürecinde bitip tükenmeyen bir süreklilikle dâimâ daha güzelini yansıtabilmenin peşinde olan san‘atkâr nihâyet güzeli ve en güzeli yansıtmak ister; bu istek, bu gâye onun üretkenliğini besler ve beşerî-sun‘î yansıtma gayretini canlı tutar. Dîvân şiirinin de içinde bulunduğu geleneğin mensûbu dîvân şâiri de aynı hissiyâtın sevki ile mazmûn güzelini ve bu güzelin gördüğü en güzeli yani mazmûnun mazmûnunu şiiriyle yansıtmak arzusuyla yaşar; bir bakıma dîvân şâirinin kızılelması mazmûn ve onun da ötesindeki mazmûnun mazmûnudur. Türk şiiri dâiresinde konu ile alâkadâr olan çeşitli araştırmacıların tartışmalarına konu olan mazmûn, gelinen son noktada, şiirin lafız ve ma‘nâ evreninin evvelinde ve üstünde, şiirle kâim olmayıp bilakis şiire kaynaklık eden bir cevher sayılmıştır. Bu çerçevede mazmûn, şiirin Levh-i Mahfûz’daki sâbit kelâmî hakîkatı, ve mazmûnun mazmûnu ise Allâh ile mevcûdât arasında, Allâh’tan aldığını mevcûdâta yansıtan en sâf ve kâmil ayna olan Nûr-ı Muhammedî ya da Hakîkat-ı Muhammediyye olarak kabûl edilmiştir.1 Şöyle ki, Nûr-ı Muhammedî, yaratılış sürecinin ilk mahlûku olarak, hem Allâh’ın şâhidi hem de kendisinden sonra kendisinden neş’et eden tüm mevcûdâtın yaratılış sürecinin şâhidi olması yönünden bu sıfat ile mevsûftur. Bununla ilgili olarak, bu ilk nûr ya da hakîkatın âlem-i mülkte cisimler mertebesindeki insân hâli ve kâmil aynası olan Hazret-i Muhammed, Mi‘râc hâdise――――――――― 1 Abdülkadir Dağlar, “Şiirin Mazmûn Hâli”, Metnin Hâlleri: Osmanlı’da Telif, Tercüme ve Şerh, ed. Hatice Aynur, Müjgân Çakır, Hanife Koncu, Selim S. Kuru, Ali Emre Özyıldırım, İstanbul: Klasik Yayınları, 2014, s. 247. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 127 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR sinde Allâh’ı görmüş olmasıyla da Cemîl olan Allâh’ın yani cemâlullâhın şâhidi olma şerefini elde etmiştir. “Ve lillâhi cunûdu’s-semâvâti ve’l-arzi ve kânellâhu ‘azîzen hakîmâ. İnnâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ. (Göklerin ve yerin orduları Allâh'ındır; Allâh azîzdir, hakîmdir. Şüphesiz biz seni, şâhid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.)”2 ve “Yâ eyyuhe’nnebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiran ve nezîrâ; ve dâ‘iyen ilellâhi biiznihî ve sirâcen munîrâ. (Ey Peygamber! Biz seni hakîkaten bir şâhid, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allâh’ın izniyle -ona- bir da‘vetçi ve nûr saçıp aydınlatan bir kandîl olarak gönderdik.)”3 âyetleri de Hazret-i Muhammed’in şâhid sayıldığını vurgulamaktadır. Allâh da Şehîd ismi ile şâhidler şâhididir. “İnnellâhe kâne ‘alâkulli şey’in şehîdâ. (Çünkü Allâh her şeyi görmektedir.)”4, “İnnellâhe ‘alâkulli şey’in şehîd. (Çünkü Allâh her şeyi hakkıyla görendir.)”5 ve “Ve kefâ billâhi şehîdâ. (Ve şâhid olarak Allâh yeter.)”6 âyetlerinde de bildirildiği üzere Allâh şâhid-i mutlaktır, zamân ve mekândan münezzeh olarak her şeyi hakkıyla görendir. Ehl-i sünnet akîdesinde İslâm’ın beş şartından biri sayılan kelime-yi şehâdet, Şehîd Allâh ile onun kâmil şâhidi Hazret-i Muhammed’i aynı kelâmda “Eşhedu (şehâdet ederim)” çatısı altında bir araya getirmiştir; bu açıdan bakıldığında Şehîd-şehâdet-şâhid kelimeleri arasındaki ilişki daha da ma‘nâ kazanacaktır. Ayrıca, mükevvenâtın yaratılış sürecinde, yaratış emri ve ilk kelime olarak “kun (ol)”, merâtib-i mevcûdât sisteminde yaratılan ilk öz olarak Hakîkat-ı Muhammediyye ile birlikte değerlendirildiğinde, kelime-yi şehâdet terkîbi ile anlatılmak istenen şeyin, yaratılışın temelinde Allâh ile Hakîkat-ı Muhammediyye arasında birbirini tâm ve kâmil görme (ve de gösterme) adına şehâdet ilişkisi olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Şiirin kaynağı yatay düzlemin cisimler âlemi değil, dikey düzlemin A‘yân-ı Sâbite âlemidir. Bir başka deyişle, değişken olandan (Âlem-i Mülk // Mertebe-yi Misâl ve Mertebe-yi Ecsâm) değil de sâbit olandan (Âlem-i Lâhût // Taayyün-i Sânî ve A‘yân-ı Sâbite) beslendiği için şiirin atıf sistemi kuvvetlidir. İsmet Özel Şiir Okuma Kılavuzu adlı eserinin Sözel, Tözel, Tüzel, Güzel başlıklı bölümüne “Yargıgücü’nün Eleştirisi’nde Kant şiir sanatının (Dichtkunst) bütün sanatlar arasında birinci sırayı tuttuğunu şiirin iki özelliğini belirterek dile getirir: Bu özelliklerin ilki şiirin kaynağını neredeyse bütünüyle dehaya (yeteneğe) borçlu oluşu, diğeri de şiirin kendini kuralların yahut örneğin yani emsal getirilen şeyin yönetimine bırakmayışıdır.”7 sözleriyle başlar; daha sonra da bununla ilgili olarak ――――――――― 2 3 4 5 6 7 El-Feth / 7-8. El-Ahzâb / 45-46. En-Nisâ / 33, El-Ahzâb / 55. El-Hacc / 17. En-Nisâ / 79, 166. İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, İstanbul: Oğlak Yayınları, 1994, s. 75. 128 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û “Kant’ın şiiri emsal getirilen şeyin yönetimine kendini bırakmayışı görüşünü şiirin tüzel atılımı olarak anlıyorum ve güzeli görüp göstermede şiirin bu atılımın gücünden yararlandığını kabul ediyorum.”8 yorumunu yapar. Bu pasajlarda geçen “emsal” kelimesi, “Âlem-i Mülk’ün Mertebe-yi Misâl ve Mertebe-yi Ecsâm’ından örnekler” olarak anlaşıldığında, şiirin, gücünü Âlem-i Mülk’e değil de Âlem-i Lâhût’a ya da -onun altındaki- Âlem-i Ceberût’a borçlu olduğunu söylemek mümkün olacaktır ki bunlar mazmûnun mazmûnu (şehîd-i mazmûn) ile mazmûn (şâhid-i mazmûn) güzellerinin âlemleridir. Öte yandan, san‘at ontolojisinin öncülerinden Roman Ingarden’in edebiyat san‘at eserinde tesbît ettiği tabakalar -aşağıdan yukarıya ya da önden arkaya- doğru şunlardır: “Ses Tabakası > Anlam Tabakası > Nesneler Tabakası > Metafizik Nitelikler Tabakası > Görme Tabakası”. Ingarden’in, edebî eserin en üst sferi/tabakası olarak belirlemiş olduğu “görme tabakası” aslında yatay âleme (real âlemi) âit olan şeylerin, şekli, yöntemi nasıl olursa olsun- yine yatay perspektifle yansıtılması idi.9 Her ne kadar aynı kavramlarla aynı anlam evrenini karşılamasa da, Ingarden’in görme tabakası geleneksel tabakalandırma sisteminde “mazmûn tabakası”na karşılık gelmektedir. Ancak, görme tabakasından farklı olarak mazmûn tabakası, dikey âlemin (ideal âlem) hakîkatlarının tabakasıdır; hâlis şâir bu hakîkatları yatay âleme yansıtır. Mazmûn Güzelleri Merâtib-i mevcûdât nazariyesi çerçevesindeki mazmûn sistemine göre de, Şehîd olan Allâh’ın en kâmil tecellîsi mazmûnun mazmûnu olan Hakîkat-ı Muhammediyye aynasında gerçekleşmiştir ki bu ayna şâhid-i mazmûndur. Allâh’ın zâtı ile mazmûn arasında, bir yüzüyle ilâhî zâtı, bir yüzüyle de mazmûnu görmesi yönüyle, mazmûnun mazmûnu Hakîkat-ı Muhammediyye şâhid-i mazmûn olarak nitelendirilebilir. Mazmûn sisteminde, Cemîl ve Şehîd olan Hakkın ilâhî hakîkatı ve güzelliğiyle arasında sadece Hakîkat-ı Muhammediyye aynası bulunduğu için, ona yakınlığı dolayısıyla da mazmûn bir ayna olarak güzel ve şâhid kabûl edilmiştir. Dîvân şiirinde, şâirin muhayyilesi karşılığında kullanılan fikr ve endîşenin mazmûn sistemindeki mukâbili tab‘/meş‘ar aynasıdır. Bu minvâlde, Şeyh Gâlib O rütbe verdi sûret şâhid-i mazmûna kim fikrim Nihân-ı kûçe-yi beyt olduğu mahsûsdan kalmaz10 beytiyle, kendi tab‘/meş‘ar aynasını överek onun, şâhid-i mazmûnu son derece açık bir şekilde yansıtıp gösterdiğini, bu hâliyle mazmûn güzelinin beyitte gizlenecek durumu kalmadığını dile getirmektedir. Gâlib bununla birlikte tab‘/meş‘ar aynasını iyi yansıtan sözlerini, beyitlerini de övmüş olmaktadır. Nef‘î ise tab‘/meş‘ar aynasının varını yoğunu mazmûn güzeline saçtığını, şiirinin değerinin de söz dükkânının sermâyesi olacağını iddiâ etmektedir; şöyle ki: ――――――――― 8 9 10 Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, s. 77. İsmail Tunalı, Sanat Ontolojisi, İstanbul: Sosyal Yayınlar, s. 102-127. Muhsin Kalkışım, Şeyh Gâlib Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1994, s. 320. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 129 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR Şâhid-i mazmûnuma endîşe varın bezl ider Nakd-i şi‘rümle suhan ser-mâye-yi dükkân bulur11 Aynanın varı yoğu sırrıdır; mazmûn güzelini cezbeden de tab‘/meş‘ar aynasındaki sırrın niteliği ve değeridir. Aynanın, sırrını gösterebilmesi için, her türlü kir ve pastan arınarak iyice parlak hâle gelmesi gerekmektedir. Üsküdarlı Sırrî Gösterür şâhid-i mazmûnı hayâl-i zülfi Sâye-yi dîde-yi endîşede nûr eylemişüz12 beytinde, karanlık fikir, muhayyile âleminde sevgilinin saçının hayâlini, ışığıyla mazmûn güzelini gösteren kandîl olarak kullandığını dile getirir. Beyitte, zülf yani kesretin mazmûn güzeline yani vahdete kılavuzluk yaptığı ve şehâdet âleminin kesretinin gayb âleminin vahdetine götüren kandîl olduğu îmâ edilmektedir. Nef‘î’ye göre, Mecnûnun hâtırına hutûr eden Leylâ ile Nef‘î’nin tab‘/meş‘ar aynasına yansıyan Leylâ mazmûnu -ya da mazmûn güzeli- bambaşkadır; başka bir ifâde ile Nef‘î’nin tab‘/meş‘ar aynasındaki mazmûn güzelinin yanında Mecnûn’un hâtırındaki Leylâ’nın adı geçmez. Eğer Mecnûn rüyâsında Nef‘î’nin tab‘/meş‘ar aynasına yansıyan güzel Leylâ mazmûnunu görse, Leylâ’nın, gönlünü o mazmûnun parlak saçlarına bağlamış olduğunu görürdü: Görse ger şâhid-i mazmûnumı düşde Mecnûn Zülf-i pür-tâbına dil-beste görür Leylâyı13 Neşâtî ise, mazmûn sevgilisinin şaşkınlık verici güzelliğinin cân aynasını (şâirin tab‘/meş‘ar aynası) hayrân bıraktığını, o güzelin perîşân saçlarına gönül bağlamamanın mümkün olamayacağını şöyle dile getirmektedir: Cemâl-i şâhid-i mazmûnı kim hayret-dih-i candur Ne mümkin olmamak dil-beste-yi zülf-i perîşânı14 Nef‘î, şâhid-i mazmûnun yani mazmûn güzelinin yüzünün, yanağının tabîî fıtrî rengini överken, boyanın (muhtemelen kırmızı boya) bile kendisini gösterebilmesi için o renge muhtâc olduğunu ifâde etmektedir. Diğer bir söyleyişle, kına, rengini ve kıymetini mazmûn güzelinin yanağından almaktadır: Reng-i rû öyle midür şâhid-i mazmûnumda Ki ola çihre-nümâ olmada muhtâc hızâb15 ――――――――― 11 12 13 14 15 Metin Akkuş, Nef‘î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1993, s. 71. Şevkiye Kazan, Üsküdarlı Sırrî Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği, Divan’ı (Tenkitli Metin-İnceleme) ve Şerhu Medhi’n-Nebi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi 2003, s. 304. Akkuş, Nef‘î Dîvânı, s. 196. Mahmut Kaplan, Neşâtî Divanı, İzmir: Akademi Kitabevi, 1996, s. 44. Akkuş, Nef‘î Dîvânı, s. 153. 130 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û Beyitte, boyanın aslî ve fıtrî değerine temâs edilmesi, “Sıbgatellâhi ve men ahsenu minellâhi sıbgah. (Allâh’ın rengiyle boyandık; Allâh’tan daha güzel rengi kim verebilir.)”16 âyetini akla getirmektedir. Dolayısıyla, her rengin ve her güzelliğin fıtrî kaynağının ilâhî oluşuna işâretle şâhid-i mazmûnun da ilâhî kaynağa yakınlığının söz konusu edilmek istendiği söylenebilir. Sırrî de kendi şâirlik yaratılışı ve sözünün kudretine dâir söylediği Nükte-yi rengîn-tab‘um reşk-i rûy-ı şâhidân Şâhid-i mazmûn-ı şûhum dil-rübâ-yı rûzgâr17 beyti ile, kendi tab‘/meş‘ar aynasında tecellî edip kendisini gösteren mazmûn güzelinin, devrin -yani, feleğin o devrânının-, gönül aynasını çeken sevgilisi olduğunu; o, renkleri iyi gösteren parlak aynanın yansıttığı nüktelerin, bakıp görenleri kıskandırdığını, yüzlerini kızarttığını ileri sürerek tefahhur etmektedir. Cezmî Çelebi’nin hâl tercümesi sadedinde onun şiiri ve şâirliğini öven Güftî, onun hayâllerindeki güzelin -yani tab‘/meş‘ar aynasındaki mazmûn güzelinin-, söz ve ifâdelerinin gül renkli düzgününe (fondöten) meyletmeyecek derecede güzel olduğunu söylemektedir; yani, onun hayâllerindeki mazmûn güzeli, değerini söz ve ifâdelerinden almaz, bilakis onlara kıymetini verir. Onun manzûmelerindeki her mısrâ ise, mazmûnlar âleminin mazmûn güzellerini ortaya çıkartıp görünür kılan sihir cümleleri, büyüleyici sözlerdir: Eylemez şâhid-i hayâlâtı Meyl-i gül-gûne-yi ‘ibârâtı Oldı her satr-ı nazmı sihr-nümûn Cümletü’l-mülk-i kişver-i mazmûn18 Şâhid-i Mazmûn Aynaları Mazmûnun mazmûnu ile şiirin şifâhî/kitâbî metni arasındaki her aşama ve her şey mazmûn güzelinin aynası sayılmaktadır; bu aynalar zincirini baştan sona sırasıyla şöyle göstermek mümkündür: Mazmûnun mazmûnu > mazmûn >> murâd > ma‘nâ >> şifâhî şiir (ses) > kitâbî şiir (yazı). Yansıma yoluyla kader levhasından şâirin tab‘/meş‘ar aynasına ve oradan da sahîfeye düşen mazmûn güzelinin, yansıdığı her aynayı şâhid kılıp güzelleştirdiği kabûl edilir. Nev‘î-zâde ‘Atâyî’nin, Şeyhulislâm Yahyâ’nın gazeline yazdığı tahmîsin son bendinde bu mes’ele şöyle dile getirilmektedir: Şâhid-i mazmun ki eyler cilvegeh şi‘r-i teri Âşikâr olur ‘Atâyî şîşede gûyâ perî ――――――――― 16 17 18 El-Bakara / 138. Kazan, Üsküdarlı Sırrî, s. 195. Kâşif Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKM Yayınları, 2001, s. 114. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 131 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR Tûtı-yi tab‘um gibi söyletse ehl-i dilleri Şi‘r-i Yahyâveş olup jeng-i tekellüfden berî Bikr-i ma‘nâyı güzel gösterse mir’ât-ı suhan19 Tâze parlak şiir aynasında mazmûn güzelinin tecellî etmesi, şîşede perînin ortaya çıkıp görünmesi gibidir; başka bir şekilde söylemek gerekirse, mazmûn güzelinin tâze parlak tab‘/meş‘ar aynasında kendini göstermesiyle, âdetâ şîşede -yani şifâhî şiir aynasında- söyleyip konuşan perî -yani şâir- ortaya çıkar. Nasıl ki aynada papağana konuşma öğretiliyorsa, tab‘ aynasında mazmûn güzeli tarafından şâirlere şiir söyleme telkîn edilir. Şiir aynasının yani tab‘/meş’ar aynasının, kullanılmamış tâze ma‘nâ bekârını (bikr-i ma‘nâ) yani şâhid-i mazmûnu güzelce yansıtıp gösterebilmesi için her türlü kir, pas ve kalabalıktan arınmış olması gerekmektedir; farklı bir ifâdeyle, tab‘/meş‘ar aynasının en kıymetli konuğu şâhid-i mazmûndur, o da kalabalık hâneye girmez. Belâgat ehlinin tab‘/meş‘ar aynası mazmûn güzelinin erişkin şâhididir, onu daha iyi yansıtıp gösterir. Nâ’ilî Hâlî degül el-minnetu lillâh ki ‘âlem Matlûb ise mazmûnına şâhid bülegâdan20 beytinde, şiirinin mazmûnuna şâhid olacak belâgat ehlinin âlemde eksik olmadığı için Allâh’a şükrünü, minnetini ifâde etmektedir. Yine Nâ’ilî Mazmûn-ı hüccet-i suhan u tab‘-ı pâkine Şâhiddür ehl-i dâniş ü idrâkün ekseri21 beyti ile de, şâirin tertemiz tab‘ aynasını ve şiir sayfasındaki (aynasındaki) mazmûnu, -estetik ya da bedî’î- akıl ve idrâk sâhibi insanların çoğunun bakıp görebileceğini söylemektedir. Mazmûn hâtır aynasına hutûr eder, yani tab‘/meş‘ar aynasında tecellî eder, görünür; ma‘nâ ise söz ya da şiir aynasında yankılanır, işitilir. Bu çerçevede Şevk-ı takrîrüm ile hâtır-ı mazmun hurrem Hüsn-i ta‘bîrüm ile şâhid-i ma‘nâ tannâz22 beyti ile Nef‘î’nin anlatmak istediğini şu şekilde ifâde etmek mümkündür: Hâtır ya da tab‘/meş‘ar aynası, mazmûnu yansıtma isteğimin (mazmûnu aynada tutma isteği) şevkı, ışığı ve parlaklığıyla şenlenmiş; ma‘nâ şâhidi ise, güzel yorum ve ifâdelerle mazmûnu şiirde yansıtıp gösterdiğim için eğlenmiş hâldedir. ――――――――― 19 20 21 22 Saadet Karaköse, Nev‘î-zâde Atâyî Dîvânı, Malatya, 1994, s. 165-166. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10637,nevi-zade-atayipdf.pdf?0 (07. 01. 2016) Haluk İpekten, Nâ’ilî Divânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1990, s. 64. İpekten, Nâ’ilî Divânı, s. 89. Akkuş, Nef‘î Dîvânı, s. 240. 132 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û Güftî’nin, çeşitli şâirlerin şiirlerini değerlendirirken söylediği aşağıdaki beyitlerde şiirin, nazmının ve anber renkli siyâhî harflerinin her birinin şâhid sayıldığı görülmektedir; şâhid-i mazmûnun aynaları olduğu için onlar da şâhiddir, güzeldir: Şâhid-i şi‘ri kim nedîmîdür Cümle vakf-ı siyeh kelîmîdür23 Şâhid-i nazmı kim dil-ârâdur Mahrem-i bezmgâh-ı dünyâdur24 Şâhid-i harfi ‘anberin-câme ‘Akl-ı küll ana gizlik-i hâme25 Kader levhasındaki mazmûn, şâirin tab‘/meş‘ar aynasında şiir, varak/sahîfe üzerinde de siyâhî hatt şeklinde tecellî etmektedir. Bir diğer söyleyişle, mazmûnu gösteren, şiirdir; şiiri gösteren de hattıdır. Neşâtî, şiirlerinin hattını tâze parlak mazmûn güzelinin elbisesi olarak değerlendirmektedir; o şâhid-i mazmûn siyâh elbiseli, müstesnâ, özge bir sevgilidir: Hatt-ı eş‘ârum ile şâhid-i mazmûn-ı terüm Bir siyeh-câme güzel dil-ber-i müstesnâdur26 Mazmûn Da‘vâsı Şâiri mazmûnun mazmûnuna yani Hakk’ın hakîkatına ulaştıracak bedî‘î (ya da estetik) yol mazmûn yoludur. Şâir mazmûn da‘vâsını benimsemiştir; tab‘/meş‘ar aynası ve tüm benliğiyle mazmûnun da‘vetine uyar, şiirlerini duâ olarak kullanıp mazmûnu da kendi tab‘/meş‘ar aynasına da‘vet eder. Ancak, bu mahrem da‘vâ yolunun dış ve iç nâmahrem düşmanları (ki iç düşmanlar kâbiliyetsiz ve ehliyetsiz şâirlerdir) zaman zaman şiirin rûhuna kasdederek mazmûn güzelini yani mazmûnun mazmûnuna ulaştıracak kılavuz olan şâhid-i mazmûnu katl etmişler, şehîd etmişlerdir. Mazmûn şehîdinin intikâmını almak da kendini bu yola adamış, tab‘/meş‘ar aynası parlak, kelâmî hakîkatın yani mazmûn güzelinin sevdâlısı, nitelikli şâire düşmektedir. Onun, hokkasında bulunan mazmûn şehîdinin kanıyla yazdığı şiirleri de o intikâmın alındığını gösteren hüccet sûretleri, belgelerdir. Güftî bu durumu ‘Ahdî-yi Mar‘aşî’nin hâl tercümesinde onun şiirini ve şâirliğini överken tam da şu beyitlerle dile getirmiştir: Rûh-ı şi‘r ol sebeble dil-hundur Sebeb-i intikâm-ı gerdundur ――――――――― 23 24 25 26 Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 115. Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 108. Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 218. Kaplan, Neşâtî Divanı, s. 74. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 133 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR Oldı eş‘âr-ı intikâm-nümûn Hüccet-i katl-i şâhid-i mazmûn Mahberinde midâdı kim hundur Cümle hûn-ı şehîd-i mazmundur27 Ayrıca, mazmûnun mazmûnu ve şâhid-i mazmûn, ulaşılması istenen yüksek bir ideal, yüce bir da‘vâ kabûl edilir ise o yolda ölen şâirler de şiir âleminin şehîdleri sayılırlar. Mazmûn da‘vâsının hücceti şiirdir; yani, mazmûn şiirde kendini gösterir, mazmûnun delîli şiirdir. Mazmûn güzelinin aynası yine ancak ta‘bîr, ifâde, söyleyiş güzelidir. Bir diğer ifâde ile mazmûn güzelini ayân edip gösteren, görünür kılan, beyân güzelidir. ‘Atâyî bunu Hüsn-i ta‘bîrüm anun mazmûnına şâhid yeter Hüccet-i şi‘rümle itsem da‘vi-yi fazl u beyân28 beyti ile getirmiştir. Bu durumu dîvân şiiri ıstılâhı ile ifâde etmek gerekirse, kelâmî “hakîkat” sayılan mazmûna ulaştıran “belâgat” yolunun üzerindeki en önemli “mecâz” köprüsü “beyân”dır. “El-mecâzu kantaratu’l-hakîkati. (Mecâz hakîkatın köprüsüdür.)” meşhûr meseliyle ele alınacak olursa, kelâmî olarak mazmûn hakîkatının kalesine, şâirin bulûğ çağına, mertebesine ermiş tab‘-ı selîminin ya da tab‘/meş‘ar aynasının kılavuzluğunda, mecâz, istiâre (teşbîh), kinâye köprüleri kullanılarak bâliğ/belîğ olunabilir, erişilip ulaşılabilir. Üsküdarlı Sırrî’nin İtdi şâhîn-i hayâlüm yine pervâz-şikâr Yine sayd itdügi lâ-büdd olur ankâ-yı suhan Güft ü gû düşdi yine Mısr-ı beyâna olalı ‘Âşık-ı Yûsuf-ı mazmûn Züleyhâ-yı suhan29 beyitlerinde de, mazmûn güzelini yani şâhid-i mazmûnu ayân eden üslûb-ı kelâm ya da üslûb aynası olarak beyân, kadîm Mısır ülkesine teşbîh edilmiştir. Bu çerçevede mazmûn, sâflık, parlaklık, rü’yâ görme (şâhid) ve göreni mazmûnun mazmûnuna “geçirme” (“ta‘bîr etme”) vasıf ve kâbiliyetleri ile Yûsuf’a; suhan ya da söz de, o mazmûn güzeline tutulduğu aşkla onu ele geçirmeye çalışan Züleyhâ’ya benzetilmiştir. Şâir, şâhîne benzettiği muhayyilesi yani tab‘/meş‘ar aynası ile yükseklerde, yüce âlemlerde uçan şiir ankâsını yani mazmûnu avlamaya kanat açmıştır. ――――――――― 27 28 29 Yılmaz, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, s. 183. Karaköse, Nev‘î-zâde Atâyî Dîvânı, s. 77. Kazan, Üsküdarlı Sırrî, s. 228. 134 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û Şâhid-i Mazmûnun İzinde San‘atkâr şâirin mazmûn güzelini arama ve yansıtma sevdâsı sadece dîvân şiiri geleneği dâiresiyle sınırlandırılamaz; hâlis olan her şâir kelâmî hakîkatın arayıcısı ve yansıtıcısı olabilir. Mazmûn güzeli, poetik şuûraltından yani şiiraltından gelen insiyâkın durumuna göre farklı isimlerle istiâre edilebilmiştir de. Yahya Kemal Beyatlı’nın Mehlika Sultan30 şiirinde mâcerâları anlatılan “Mehlika Sultan’a âşık yedi genç”in metaforik hikâyesini aslında bir san‘atkâr olarak hâlis şâirin düştüğü ya da çıktığı yol ve yolculuk şeklinde de yorumlamak mümkündür. Konu çerçevesinde şiirin iki, dört ve altıncı dörtlükleri dikkat çekmektedir: Bir hayâlet gibi dünyâ güzeli Girdiğinden beri rü’yâlarına; Hepsi meshûr, o muammâ güzeli Gittiler görmeğe Kaf dağlarına. ... Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Dâimâ yollar uzar, kalb üzülür; Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür ... Gördüler: “Aynada bir gizli cihan. Ufku çepçevre ölüm servileri...” Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlü, uzun saçlı peri. Şiirdeki “dünyâ güzeli”, “muammâ güzel” ve “peri” şâhid-i mazmûn, “rü’yâ” ve “ayna” mazmûn güzelinin yansıdığı tab‘/meş‘ar aynası, “Kaf” şuûr seviyesi yüksek parlak meş‘arlı şâir, “emel gurbeti” aslî vatan olan mazmûnun mazmûnuna ulaşma yolu, “menzil” mazmûnun mazmûnu, “gizli cihân” da ten gözüyle değil cân gözüyle görülebilecek olan sırrî âlem olarak kabûl edilecek olursa, “Mehlika Sultan” hâlis şâirin dâimâ şiiriyle yansıtmak isteyip de bir türlü yansıtamadığı hakîkatlar hakîkatı, güzeller güzelidir; yani, şâirin kızılelması sayılan mazmûnun mazmûnudur. Ahmet Kutsi Tecer’in Nerdesin31 şiirinde de -bir bakıma- san‘atkâr şâir hissiyâtıyla peşine düşülen bu sessel-şiirsel kelâmın hakîkatı yani mazmûn güzeli anlatılmaktadır. Mazmûn güzelidir, şâiri arayışa da‘vet eden: ――――――――― 30 31 Yahyâ Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1993, s. 121-123. Leylâ Tecer, Ahmet Kutsi Tecer’in Bütün Şiirleri, Ankara: KB Yayınları, 2001, s. 21. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 135 Mevlâ â Düşü esi Araştır aları Der eği A dülkadir DAĞLAR Geceleyin bir ses böler uykumu, İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin? Arıyorum yıllar var ki ben onu, Aşıkıyım beni çağran bu sesin. Gün olur sürüyüp beni derbeder, Bu ses rüzgârlara karışır gider. Gün olur peşimden yürür beraber, Ansızın haykırır bana: - Nerdesin? Bütün sevgileri atıp içimden, Varlığımı yalnız ona verdim ben, Elverir ki bir gün bana derinden, Ta derinden bir gün bana “Gel” desin. Aslında Tecer’in mütemâdiyen aradığı ve kulağından hîç eksik olmayan ses, ilk sessel hakîkat, ilk ilâhî kelime ve mazmûnun mazmûnu “kun (ol)” emrinin türevi olan kelâmî hakîkat yani mazmûn; beklediği “gel” emri ise, hakîkatların Hakk’ı olan “İrci‘î ilârabbiki râzıyeten marzıyyeh. (Sen ondan hoşnut, o da senden hoşnut olarak rabbine dön.)”32 âyetinde yer alan “irci‘î (dön)” emri olarak yorumlanabilir ki bu bir bakıma güzeller güzelinin yani mazmûnun mazmûnunun ebedî vuslata da‘vetidir. Geleneği temsîl etsin ya da etmesin, şâir olsun ya da olmasın, hâlis her san‘atkâr estetik şuûraltı yordamıyla aradığı, zevkine tâlib olduğu şey şâhid-i mazmûn yani mazmûn güzelidir. Güftesi Fethi Dinçer’e âit olup, Avni Anıl tarafından Nihâvend makâmında bestesi de yapılan şu semâ‘î şarkı, hissiyât sâhibi bir san‘atkârın iç san‘at âlemine ya da estetik şuûraltına ışık tutmaktadır: Kaderimde hep güzeli aradım İçimdeki sazlar başka söz başka Hayâlimde canlanırken murâdım Duvardaki resim başka sen başka Gökyüzünde otağ kurdum oturdum Yeryüzünde hayat başka ruh başka Bu sevdâdan artık ben de yoruldum Yaz yağmuru kış yağmuru bambaşka Bu dörtlüklerin mazmûn sistemine göre yorumlanmasından ortaya çıkan sonuçlar şöyle özetlenebilir: Hâlis müzisyen şâir dâimâ kader levhasındaki mazmûn güzelini arar ve meş‘ar aynasında yankılanan mazmûn bestesini şiirsel güftesiyle yansıtmak ister; ――――――――― 32 El-Fecr / 28. 136 Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 Yerde Ara ırke Gökte Bulu a Güzel: Şâhid-İ Maz û ama aynaya düşen mazmûn bestesi ile şiirsel güfte birbiriyle tam örtüşmez. Ressâm, muhayyilesine ya da tab‘ına yansıyan güzel mazmûn sûretini tualine tam olarak aktarmak ister; ama mazmûn sûreti ile mazmûnun resmi yine tam tekâbül etmez. Gökkubbe altındaki mazmûnlar âleminde yani kader levhasında ilâhî san‘atkâr tarafından yaratılmış olan mazmûnlar yeryüzünde beşerî san‘atkâr tarafından yansıtılmak istendiğinde aralarında rûhen ve sûreten ciddî bir uyuşmazlık söz konusu olabilmektedir. San‘atkâr mazmûn güzelini yansıtma sevdâsı ile ömrü boyunca yorulur, ama aslâ san‘atından tam tatmînkâr olamaz. İdeal âlemle gölge âlem arasında, hakîkat âlemi ile mecâz âlemi arasında ciddî farklar bulunmaktadır. Hulâsa, mazmûn güzeli peşinde nice hâlis san‘atkâr nice hâlis şâir ömür tüketmiştir, yine de ömürlerinin san‘at eserini, şiirini ortaya koyamamışlardır. Şâhid-i mazmûn, yani Şehîd olan Allâh’ı görüp kâmilen yansıtan, mazmûnun mazmûnu Hakîkat-ı Muhammediyye, rahmet ve bereketiyle tüm san‘atkâr ve şâirlerin üreticilik ve beşerî yaratıcılık kâbiliyetlerini düzenleyip beslemiştir. Her san‘atkârın, eseriyle yansıtmak istediği ideal güzelin, şâhid-i mazmûn ya da Hakîkat-ı Muhammediyye olduğunu söylemek mümkündür. KAYNAKÇA AKKUŞ, Metin, Nef‘î Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1993. DAĞLAR, Abdülkadir, “Şiirin Mazmûn Hâli”, Metnin Hâlleri: Osmanlı’da Telif, Tercüme ve Şerh, ed. Hatice Aynur, Müjgân Çakır, Hanife Koncu, Selim S. Kuru, Ali Emre Özyıldırım, İstanbul: Klasik Yayınları, 2014, s. 196-247. İPEKTEN, Haluk, Nâ’ilî Divânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1990. KALKIŞIM, Muhsin, Şeyh Gâlib Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1994. KAPLAN, Mahmut, Neşâtî Divanı, İzmir: Akademi Kitabevi, 1996. KARAKÖSE, Saadet, Nev‘î-zâde Atâyî Dîvânı, Malatya, 1994. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10637,nevi-zade-atayipdf.pdf?0 (07. 01. 2016) KAZAN, Şevkiye, Üsküdarlı Sırrî Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği, Divan’ı (Tenkitli Metin-İnceleme) ve Şerhu Medhi’n-Nebi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi 2003. ÖZEL, İsmet, Şiir Okuma Kılavuzu, İstanbul: Oğlak Yayınları, 1994. TECER, Leylâ, Ahmet Kutsi Tecer’in Bütün Şiirleri, Ankara: KB Yayınları, 2001. TUNALI, İsmail, Sanat Ontolojisi, İstanbul: Sosyal Yayınlar. Yahyâ Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti, 1993. YILMAZ, Kâşif, Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKM Yayınları, 2001. Sûfî Araştır aları - Sufi Studies SAYI 13 137