II. Meşrutiyet Dönemi Türk Romanında Millî Kimlik
Transkript
II. Meşrutiyet Dönemi Türk Romanında Millî Kimlik
Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 Ahmet MOCAN1 HEM ESKİ HEM ASRÎ: HAYRİ İRDAL -Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü Saatleri Ayarlama Enstitüsü2, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümünden önce yayımlanan son kitabıdır. 1954 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmeye başlanan eser, 1961 yılında kitap olarak basılmıştır. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Batı ile Doğu arasında kalmış bir toplumdaki insanların davranışlarını, yaşamlarını, dönüşümlerini “toplumda zaman anlayışının değişimi çerçevesinde” (Yıldırım 2011: 26) ele alan eleştirel bir romandır. “Bir medeniyet değiştirme uğraşına girmiş toplumun geçmişinden getirdiği değerleri bir kenara bırakıp yeni değerler edinmeye çalışırken nasıl bocaladığının ve nasıl kolayca kandırılabildiğinin gülmecesidir Saatleri Ayarlama Enstitüsü” (Gündüz 2009: 248). Roman, başkarakter Hayri İrdal’ın anıları şeklinde ve “Büyük Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru” ve “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” başlıklı dört bölüm olarak kurgulanmıştır. Moran (2008: 297), birinci bölümün Tanzimat öncesini, ikinci bölümün Tanzimat dönemini, üçüncü ve dördüncü bölümlerin Cumhuriyet döneminin başlarını ve devamını anlattığını belirtmiştir. Romanın bölümleri aynı zamanda Hayri İrdal’ın yaşamındaki değişimleri de göstermektedir. Aslında anlatılan “kendi olmaktan çıkma, başkası gibi olmaya çalışma, sonunda dağınık, üslup birliğinden yoksun bir toplum haline gelme süreci”dir (Demiralp 2001: 118). Hayri İrdal, 16 Receb-i Şerif 1310’da (s. 24) “fakir düşmüş bir ailede” (s. 21) doğmuş, Abdülhamit devrinde geçen çocukluğunu fakir ve sevgisiz bir ortamda yaşamıştır. Bunu romanda “Ne yeni, süslü elbiselerim, ne su geçmez potinim, ne sıcak paltom vardı. Daima diz kapaklarım yamalı, daima dirseklerim biraz dışarıya fırlamış gezdim. Hiç kimse mektebe giderken bin türlü sıkı tembihle beni öpmedi, ne de akşamüstü yolumu dört gözle beklediler ” (s. 23) sözleriyle ifade eder. Türkçe Öğretmeni, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ABD Doktora Öğrencisi, mocanahmet@hotmail.com 2 Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergâh Yayınları (18. Baskı), 2012 (Kitaptan yapılacak alıntılarda bu baskı kullanılacak, sadece sayfa numarası verilecektir). 1 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü Hayri İrdal ve ailesi Edirnekapı Mihrimah Camii yanında, dört odalı mütevazı bir evde yaşarlar. Önceleri konakta yaşayan ailenin bu duruma gelmesinin sebebi Hayri İrdal’ın babasının dedesi Takribî Ahmet Efendi’dir. Takribî Ahmet Efendi, “Mısır meselesi zamanında bir iftira yüzünden başının çok sıkıştığı, hatta hayatının bile tehlikeye girdiği bir sırada, kurtulursa bir cami yaptırmayı” (s. 23) nezreder. Caminin arsasını, camiye vakıf olması için kiraya verilecek birkaç yeri ve caminin eşyalarından bazılarını alan Ahmet Efendi ölürken oğluna camiyi yaptırmasını vasiyet eder. Oğlu Numan Bey, oturdukları konak dâhil eldeki her şeyi satar, yalnızca oturdukları ev kalır fakat yine de cami inşaatına başlayamaz. Hayri İrdal’ın babası kanlı canlı, taşı yese öğütür cinsten, müthiş bir yaşamak, harcamak iştihası olan, neşeli, saza, söze meraklı, daima hayalperest, olmayacak ümitler içinde yaşayan (s. 62-63), birçok kusurları olan (s. 26) bir adamdır. Bu kusurlarının en iyi örneği de ömrünün sonuna kadar iki evli yaşamasıdır. Hayatına evkafta iyi bir memurlukla başlayan baba, yaşanan talihsizlikler sonucunda küçük bir cami kayyumluğuyla yaşamını devam ettirmektedir (s. 28). Okulla arası pek de iyi olmayan, okumaktan yazmaktan hoşlanmayan İrdal, Fatih Rüştiyesi’ne gitmiş (s. 23), idadi tahsiline devam etmiş (s. 60), askerden geldikten sonra da Posta Telgraf Mektebi’ne (s. 83) girmiştir. Hayri İrdal’ın evinde birkaç saat olmasına rağmen saatle gerçek anlamda tanışmasının dayısının ona sünnet hediyesi olarak verdiği saatle olur. “Vakıâ on yaşlarıma doğru bu mesut hayatı bir ihtiras bulandırdı. Dayımın sünnet hediyesi olarak verdiği saatle hayatımın ahengi biraz bozulur gibi oldu.” (s. 23) sözleri bunu göstermektedir. Dayısının hediye ettiği saat Hayri İrdal’ın hayatında dönüm noktası olur, kendisi de bunu “Hayri İrdal’ın doğum tarihi bu saatin elime geçtiği gündür diyebilirim” (s. 24) sözleriyle vurgular. Saati aldıktan birkaç hafta sonra onu en küçük parçalarına kadar ayıran İrdal’ın hayatına bu saat iki şey katar: Her saati çözmek ve içine bakmak hevesi ile saatten başka her şeye alakasızlık (s. 30). Hayri İrdal, zamanının çoğunu insanla saati birbirinden pek ayırmayan, bozuk saatlere bir doktor hassasiyeti ile ilgi gösteren Nuri Efendi’nin muvakkithanesinde geçirmeye başlar. “Elli beş, altmış yaşlarında, orta boylu, zayıf, kuru, fakat dinç bir ihtiyar” (s. 31) olan Muvakkit Nuri Efendi bir keyif ehli gibi çalışan, semtin en iyi saatçisidir (s. 32). Adeta bir saat filozofu olan Nuri Efendi “hakikatte pek az tahsil görmüş; ancak bir iki sene cami derslerine devam etmişti[r]” (s. 32). Kendi kendini yetiştirmiş olan Nuri Efendi “Beni adam eden saatlerdir!” (s. 32) diyerek saatlerle ilişkisini ve saatlerin onun için önemini vurgular. Sakin, sinirlenmeyen, sözcüklerini seçerek tane tane konuşan Nuri Efendi’nin “modern anlayışla uyumlu olmayan, doğanın ritimlerine uygun bir zaman düşüncesine sahip olduğu” (Yıldırım 2011: 33) söylenebilir. Modern zamanların tersine zaman ona hükmetmez; o, zamana hükmeder: “O, zamanın sahibi idi. Ona istediği gibi tasarruf eder, yanındakilere de az çok bu hakkı tanırdı” (s. 37). Nuri Efendi geleneksel kültür içinde yetişmiş, zamanın ve yaşamın telaşına, aceleciliğine kapılmayan bilge bir insandır. “Hem sözde hem özde bir insan. Ayrıca bu bilgeliği ile çevresini de sevindirmesini, onlara mutluluk vermesini [bilen], hayatlarına düzen getirmelerine yardım eden, topluma olumlu katkılarda bulunan, insanların dertlerine çözüm üretmek yolunda elinden geldiğince, en iyi bildiği şey ile derinlemesine anlamaya çalıştığı saatler ve insanın hayatında zamanın üstlendiği rolü onlara tekrar hatırlatarak yapan birisidir” (Gündüz 2009: 252-253). TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 427 Ahmet Mocan Nuri Efendi’nin saatlere bakışı, başkalarınınkinden farklıdır. Ona göre “bir saatin işlemesi, hatta hiç durmaması lazımdı[r]” (s. 107). Saatler mutlaka doğru zamanı göstermeli, ayarında bir bozukluk olmamalı, zamanı boşa harcatmamalıdır. “Ayarsız saatin hiçbir mazereti yoktur. O bir içtimaî cürüm, korkunç bir günahtı. İnsanları iğfal etmek, onlara vakitlerini israf ettirmek suretiyle hak yolundan ayırmak için şeytanın başvurduğu çarelerden biri de ayarsız saatlerdi[r]” (s. 36). Nuri Efendi saatte, adeta insanı görür. Onun için “saatlere bakmak insanları anlamak demektir. Nuri Efendi için bu yalnızca bir iş değildir, insanlar ve hayat üzerine düşüneceği, insanla ve hayatla ilişkiye geçeceği bir malzemedir” (Göksel 2006: 99). Hayri İrdal, Nuri Efendi’nin muvakkithanesinde Seyit Lûtfullah, Avcı Naşit Bey, Tunusluzâde Abdüsselâm Bey, Eczacı Aristidi Efendi gibi kişilerle tanışır. Kayser Andronikos’un kayıp hazinesini bulacağını, gaip âlemdekilerle konuştuğunu söyleyen Seyit Lûtfullah; eczanesinin arkasındaki gizli laboratuvarda yaptığı deneylerle, simya ile altın yapacağına inanan Aristidi Efendi; deneylere maddî destek sağlayan ve İrdal’ın askerden dönüşünde onu evine alıp yetiştirmesi Emine’yle evlendiren Abdüsselâm Bey Hayri İrdal’ın yaşamını, kişiliğini etkilemişler, kendi kişiliğini bulamamasına neden olmuşlardır. Kendisi de bunun farkındadır ve “Ben yıllarca bu adamların arasında, onların rüyaları için yaşadım. Zaman zaman onların kılıklarıma girdim, mizaçlarını benimsedim. Hiç farkında olmadan bazen Nuri Efendi, bazen Lûtfullah veya Abdüsselâm Bey oldum. Onlar benim örneklerim, farkında olmadan yüzümde bulduğum maskelerimdi. Zaman zaman insanlar arasına onlardan birini benimseyerek çıktım. Hâlâ bile bazen aynaya baktığım zaman, kendi çehremde onlardan birini tanır gibi oluyorum” (s. 54) sözleriyle bunu ifade eder. Hayri İrdal çalışmayı sevmeyen, çabuk sıkılan, bir şeyler başarmak için hırsı olmayan, hayatın içine karışmayan, pasif, her daim seyirci kalan biridir. Romanda geçen “İş olarak üstüme aldığım her şeyden çarçabuk sıkılıyordum. İçimde birdenbire bir yol açılıyor ve ben elimdeki işten sessizce ona kayıyordum.” (s. 60-61), “Hiçbir zaman sınıfımızın birincisi veya ikincisi, hatta yirmincisi olmak istemedim.” (s. 23), “Hayatımı düşündükçe daima kendimde seyirci hâletiruhiyesinin hâkim olduğunu gördüm.” (s. 68) sözleri Hayri İrdal’ın karakter özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir. Nuri Efendi’nin ölümünden sonra kendisini boşlukta bulan Hayri İrdal, saatçi Asım Efendi’nin yanında işe girer. Asım Efendi, saatin felsefesini bilmez fakat saat tamirini bilir. Seyit Lûtfullah’la dostluğu pekişen İrdal, Seyit Lûtfullah’ın çaldığı bir saat nedeniyle işinden olur. Bu olaydan bir gün sonra İrdal’ın halası vefat eder. “Rahmetli kocası Süpürgeciler Kahyası’nın oğlundan, Etyemez’deki konaktan başka birkaç han, hamam ve bir iki sarrafta işletilen para, bir yığın eshama konan” hala, “parasını yerler korkusuyla tekrar evlenmeğe bile cesaret edememiş, on altı odalı koca konakta yarı deli bir ahretlik ve kendisi kadar sofu, hasis, üstelik de dedikoducu bir ihtiyar kalfa ile yalnız başına bir baykuş gibi yaşamıştı” (s. 63). Halasının tek akrabası ve mirasçısı olan Hayri İrdal’ın babası cenaze namazı kılındıktan sonra, defin işlemlerine bile katılmadan, miras ve mal kaygısıyla halanın konağına gider. Aslında hala ölmemiştir, yalnızca laterjik uykudadır. Cenaze defnedileceği sırada hala uykudan uyanır ve konağa döner. İrdal’ın halası, yaşadıklarından sonra değişir, servetini harcamaya karar verir. Konağa bakım yaptırır, yeni hizmetçiler alır ve Avcı Naşit Bey’le evlenir. Seyit Lûtfullah’ın Kayser Andronikos’un hazinelerini araması, Aristidi Efendi’nin altın elde etmeye çalışması, İrdal’ın babasının mirasa konmak istemesi çalışmadan, emek vermeden para kazanma arzusunun bir eleştirisidir. Tanpınar’ın burada eleştirdiği “mistisizm ve TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 428 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü hurafelerle, köşe dönmece ve hilelerle amaca ulaşmayı birincil sıraya koyan klasik şark zihniyetidir” (Öztürk 2006: 171). İnsanların emekle, alın teriyle yapacakları işler yerine hazine, piyango, miras, evlilik gibi yollarla elde edeceklerinin peşinde olması “Türk toplumunun genel mutsuzluğunun ve ümitsizliğinin de en başta gelen sebebidir” (Gündüz 2009: 250). Küçük bir camide vaaz veren Seyit Lûtfullah kendisini Mehdi ilan edince Sinop’a sürülür. Seyit Lûtfullah’ın sürgününden sonra Hayri İrdal tekrar saatçi dükkânına döner fakat artık orada çalışmak istememektedir. Şehzadebaşı tiyatrolarına gittiği bir akşam kararını verir ve tuluat kumpanyalarından birine girer. Daha sonra bir operete, orta oyununa ve Abdüsselâm Bey’in ısrarıyla Darülbedayi tiyatrosuna girer. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla da askere alınır. Romanın “Büyük Ümitler” adlı ilk bölümü böylece sona erer. “Küçük Hakikatler” adlı ikinci bölüm Hayri İrdal’ın dört yıl süren askerlikten sonra İstanbul’a dönmesiyle başlar. Bu arada babası vefat etmiştir. Sürekli iş arayan İrdal’a Abdüsselâm Bey yardımcı olur, onu evine alır, Posta Telgraf Mektebi’ne girmesini sağlar. Evinde yetişen Emine ile evlendirdikten sonra Tünel İdaresi’nde bir de iş bulur ancak Abdüsselâm Bey’in insan sevgisi bunaltıcı boyuttadır. İrdal ve Emine kendilerine ait bir hayatları olmadığından, hür olamadıklarından, kendi başlarına kalamadıklarından (s. 85) şikâyet ederek evden ayrılmak isterler fakat Abdüsselâm Bey’e kıyamadıkları, onu yalnız bırakmak istemedikleri için bunu yapamazlar. Hamile olan Emine bir kız çocuk dünyaya getirir. Çocuğun ismini verecek olan Abdüsselâm Bey, Hayri İrdal’ın annesinin adı yerine, çocuğa yanlışlıkla kendi annesinin adını -Zehra- verir. Abdüsselâm Bey bir süredir servetini tüketmiş, borçla yaşamaktadır ve akıl sağlığı da pek yerinde değildir. Örneğin, İrdal’ın kızı Zehra’ya valide demektedir. Artık olmayan servetini birden fazla vasiyetle Zehra’ya bırakan Abdüsselâm Bey’in ölümüyle Hayri İrdal ve mirasçılar karşı karşıya gelir. Aslında ortada servet değil, borçlar vardır. Abdüsselâm Bey, evi geçindirmek için ya bazı şeyleri rehin vermiş ya da borç yapmıştır. Mahkemelerle, mirasçılarla iyice bunalan Hayri İrdal’ın şaka olsun diye Şerbetçibaşı elmasının Abdüsselâm Bey’de olduğunu söylemesi ortalığı daha da karıştırır. Abdüsselâm Bey’den alacağı olanlardan biri de Hayri İrdal’ın halasının kocası Naşit Bey’dir. Hayri İrdal, Şerbetçibaşı elması nedeniyle hırsızlıkla suçlanınca mahkemede, halasının ölüp dirildiğini, bu olayla birlikte değiştiğini ve Naşit Bey’le evlendiğini, böylece önceden fakir olan Naşit Bey’in zengin olduğunu anlatır. Anlattıklarından sonra adlî melekelerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle adlî tıbba gönderilen Hayri İrdal, hayatında önemli bir yer kaplayacak olan psikanalist Dr. Ramiz’le burada tanışır. “Otuz yaşlarında, hafif sarı esmer, tıknazlığa doğru gidebilecek yapıda, ortadan uzun boylu, genç bir adam” (s. 104) olan Ramiz, Viyana’da eğitim görmüş, psikanalize merak sarmıştır ancak Viyana’dan döneli iki yıl olduğu hâlde hiç hastası olmamıştır. Dr. Ramiz, tüm sorunların çözümünü psikanalizde görür. Ona göre “psikanaliz, devrimizin en mühim keşfidir” (s. 217). Hayri İrdal, Dr. Ramiz’i hasta olmadığına ikna etmeye; Dr. Ramiz de İrdal’ın geçmişten bugüne yaşadıklarını öğrenmeye çalışır. Hayri İrdal’ı dinleyen Doktor, ona koyduğu “baba kompleksi” teşhisini “Babanızı beğenmemişsiniz. (…) Kendinize durmadan baba aramışsınız. Yani reşit olamamışsınız. Hep çocuk kalmışsınız.” (s. 114) diyerek belirtir. Psikanalizi hayatın merkezine koyan, “psikanaliz bilmedikten sonra, hepsi bir” (s. 120) diyen Dr. Ramiz, Hayri İrdal’a bile psikanaliz öğretmeye karar verir. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 429 Ahmet Mocan Dr. Ramiz, İrdal’ın tedavisi için ondan bazı rüyalar görmesini ister ve görülmesi gereken rüyaların listesini verir. İrdal, önceleri görmesi istenen rüyaları görmez ancak mahkemenin onu suçsuz bulduğu gün Dr. Ramiz’in istediği gibi bir rüya görür ve adlî tıptan çıkması için gerekli karar okunduktan sonra Dr. Ramiz’le evine giderler. Hürriyetine, evine, çocuklarına, doğru dürüst yaşayan insanların dünyasına yeniden (s. 133) kavuşan Hayri İrdal, Fener Postanesi’nde bir iş bulur. Tanpınar, Doktor Ramiz’in kişiliğinde Hayri İrdal gibi birisine bile psikanaliz öğretmeye çalışarak psikanalizle dalga geçiyor gibi görünse de aslında “ruh çözümlemesini aşağılamaz; bu bilimi yaşama uygulamak yerine yaşamı bilime uygun kılmak isteyen ‘kuramcı aydın’ tipiyle alay eder” (Demiralp 2001: 122). Dr. Ramiz, Hayri İrdal’ı Şehzadebaşı’nda bir kıraathaneye götürür. Bu kıraathane hiçbir şeye hayret edilmeyen, hiçbir şeyin üzerinde fazla durulmayan, insanın olduğu gibi, bütün hususiyetleriyle, kabahatleriyle kabul edildiği garip bir yerdir (s. 134). Buraya “zengin mirasyedi, müflis veya tutunmuş tüccar, şöhretsiz şair, gazeteci, ressam, yüksek memur, satranç ve dama ustaları, eski pehlivanlar, bir iki Darülfünun hocası, bir yığın talebe, aktörler, musikişinaslar, hülâsa her meslekten adam” (s. 135) gelir. “Tarih, Bergson felsefesi, Aristo mantığı, Yunan şiiri, psikanaliz, ispritizma, alelade dedikodu, çıplak hikâye, korkunç veya meraklı macera, günlük siyasî hadise” (s. 136) gibi her konunun konuşulduğu kıraathanede ciddi şeylerden bahsedenler Nizamıâlemciler; yalnızca komik, aksayan şeylerin üzerinde duranlar Esafil-i Şark; hiçbir inceliği olmayan, kabalıklarını yenemeyenler Şiş Taifesi olarak anılır. Kıraathanede ilgilenilen, konuşulan “birliğe bağlanmayan bu zıt ilgi alanları, toplumda yaşanan zihniyet karmaşasını gösterir” (Uğurcan 2012: 112). Dolayısıyla Tanpınar, kıraathaneyi anlatırken aslında sıradan bir kıraathane ortamı anlatmak istemez. Toplumdaki ikiye bölünmüşlüğü vurgulamak isteyen Tanpınar “kıraathane halkını anlatırken, toplumumuzun Tanzimat’tan sonra iki uygarlık arasındaki bocalayışını dile getirmektedir” (Moran 2008: 303). Hayri İrdal’ın söylediği “çoğunu tanıdığım bu insanları hep bir çeşit aralıkta yaşıyorlarmış gibi düşündüm. İsterseniz onlara kapının dışında kalanlar da diyebiliriz. Muasır zamana girememiş olmanın şaşkınlığı içinde yarı ciddi, yarı şaka, tembel bir hayat!” (s. 140) sözleri de bunu göstermektedir. Hayri İrdal, kıraathaneye kısa sürede alışır, işten çıkar çıkmaz soluğu orda almaya başlar. Kendisini kıraathanenin dünyasına kaptırdığı sıralarda “olabilecek şeylerin en kötüsü” (s.149) olur, Emine ölür. Kendisini büyük bir boşlukta bulan İrdal, kahve arkadaşlarına iyice kapılır. Ahmet ve Zehra adlarında iki çocuğu olan İrdal, onlarla ilgilenmez, onları adeta bir yük gibi görür: “Niçin bu kadar çok ağlıyorlardı ve neden böyle musallattılar? Mevcut olmalarıyla hayatıma getirdikleri güçlükler kâfi değil miydi? Hürriyetimi sıfıra indirmeleri ve beni küçücük bir daire içinde bir dolap beygiri gibi durmadan dolaşmağa mecbur etmeleri yetmiyor muydu?” (s.150-151) Hayri İrdal, içinde bulunduğu yaşamdan memnun olmadığını “Ne yaşadığım hayatı beğeniyor, ne yenisine gidebilecek kudreti kendimde buluyordum”. (s. 151) sözleriyle belirtir. Ömrü boyunca yaşamda aktif rol oynamamış, hep başkalarının peşinden gitmiş, başkalarının gölgesinde kalmış, silik, iradesiz biri olan İrdal’ın kendisi de bunun farkındadır ve bunu özellikle söyler: “… kendisini alışkanlıkların dışında denemek için başka türlü adam olmak lazımdı. Koşmak, kımıldamak, atılmak, istemek, isteyişinde devam etmek lazımdı. Bütün bunlar TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 430 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü benim için değildi. Ben biçare bir gölge idim. Yanımdan biraz sürtünerek geçen her adamın peşine takılan, ondan ayrılır ayrılmaz, iki kedi yavrusu gibi birbirine sokulan, birbirinin kucağında gülen, ağlayan, bilhassa ağlayan iki çocukla çapaçul, biçare bir gölge… ‘Gül!’ dedikleri yerde gülen, ağla veya konuş dedikleri yerde konuşan, ağlayan, enteresan buldukları zaman enteresan olan, yüzüne bakmadıkları gün mevcut olmayan biçarenin biri” (s. 151-152). Dr. Ramiz, altı senelik bir çalışmadan sonra Psikanaliz Cemiyeti’ni açar ve Hayri İrdal buranın müdürü olur. İrdal, bu cemiyette tanıştığı Pakize ile evlenir. Pakize; genç, kendisine göre neşeli, kendi âleminde yaşamasını bilen (s. 156) bir kadındır. En büyük tutkusu sinema olan Pakize, “sinemanın sade terbiye değil, tatmin ettiği insandı[r]” (s. 156). Kendisini izlediği filmlere o kadar kaptırır ki zaman zaman gerçek yaşamla seyrettiğini birbirinden ayıramaz hâle gelir. Pakize’nin anne ve babası arka arkaya ölünce Pakize, kardeşlerini yanına alır. Psikanaliz Cemiyeti’nin yanı sıra İspritizmacılar Cemiyet’nin muhasebecisi ve kâtibi olan Hayri İrdal orada Cemal Bey’i tanır. Cemal Bey, “kendinden emin, kudretli, zalim, kırıcı hüviyetiyle insana şöyle bir sıcaklık aşılaması bir yana dursun, tahammül edilecek tek tarafı” (s. 165) olmayan bir adamdır. İrdal’ın uysallığından faydalanan Cemal Bey, ona özel işlerini yaptırmaya başlar. Cemal Bey’in eşi Selma Hanım’a âşık olan Hayri İrdal, onu görebilme ümidiyle Cemal Bey’e katlanır. Cemal Bey, İrdal’a kendi şirketinde iş verir ancak yaşanan bazı olaylardan sonra işten çıkarılır. Romanın “Sabaha Doğru” adını taşıyan üçüncü bölümü Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ortaya çıkışını anlatır. Bu bölüm, “Cumhuriyet döneminin geçmişle bağlarını kopararak yeni bir Türk toplumu yaratmak çabasında düştüğü hataların hicvine ayrılmış olan kısımdır. Bu dönemin özelliği eski ile yeniyi bir arada yaşamak yerine eskiyi tamamen atıp yeniye sarılmaktadır” (Moran 2008: 304-305). Hem iş hem de aile hayatında sıkıntıda olan Hayri İrdal, kızı Zehra’yı “kirli sarı, etleri dökülecekmiş gibi ablak yüz[lü], çiçek bozuğunun daha sakil yaptığı küt burun[lu], şişkin göz[lü]” (s. 191) Topal İsmail’e bile vermeye razı olur. O kadar ümitsizdir ki tek kurtuluş çaresi olarak bütün aileyi alıp götürecek bir salgın bekler (s. 229). Böyle ümitsiz bir durumda borç istemek için Dr. Ramiz’i beklediği kahvede, hayatını değiştirecek kişiyle tanışır. Bu kişi, Dr. Ramiz’in okul arkadaşı Halit Ayarcı’dır. Halit Ayarcı cömert, realist (s. 251), soğukkanlı, kendisine güvenen (s. 320), “söylediği sözü sonuna kadar unutmayan ve manası üzerinde kendisinden başkasının tefsirine müsaade etmeyen” (s. 369), hayatla herhangi bir şeyle oynar gibi oynayacak kadar rahat, “hayatı benimsemiş, hiç mağlup olmamış” (s. 216), “insanlara ‘Acaba ne işe yarar?’ diyen bir gözle bak[an]” (s. 17), “keşif dehasıyla doğmuş” (s. 18), “mazi ve istikbalini hâlin arasında gören bir zattır” (s. 219). Bir iş adamı olan Halit Ayarcı, her şeyi iş olarak görmez, kabul etmez. “İş dediğin onun için evvelâ bir sergüzeşt olmalı. (…) Herkesi şaşırtmalı ve hatta korkutmalı! Sonra da iş olmalı. Fakat aynı zamanda inanacağı bir tarafı da bulunmalı yaptığı işin” (s. 269). Ayarcı’nın söylediği “Her iş, iş değildir. İş evvelâ bir zihniyet ve zaman telakkisidir. Enstitümüzün kurulmadan evvel memlekette hakiki iş hayatı olabileceğine inanmanıza hayret ediyorum. Çalışmak ancak muayyen düzeniyle olur.” (s. 140) sözleri, onun iş ve çalışmak hakkındaki görüşlerini ortaya koyar. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 431 Ahmet Mocan Halit Ayarcı romanda, okurun karşısında modernizmin temsilcisi olarak çıkar. “Halit Ayarcı karakteri romanda yararcılığı, maddeyi, pragmatizmi, kısaca modernizmin araçsal akılcı kısmını temsil etmektedir. Başka bir deyişle, akılcı, zaman ve iş disiplinine sahip, yönlendirici, kurnaz ve gaza getirici modern bir girişimci/yönetici tipini temsil etmektedir” (Yıldırım 2011: 33). Tanpınar, modern zihniyeti savunan Halit Ayarcı’yla “yeni toplumun ideolojisini hicveder” (Moran 2008: 317). Dr. Ramiz’le kahveye gelen Halit Ayarcı’nın cebinde bozuk bir saat vardır. Hayri İrdal, Dr. Ramiz’in tavsiyesiyle saate bakar ve saatin nasıl tamir edilmesi gerektiğini anlatır. İrdal, Ayarcı’nın ricasıyla onlarla birlikte saat tamircisine gider. Hayri İrdal, ustası Nuri Efendi’den öğrendikleriyle Ermeni saatçiye adeta bir meslek dersi verir. Saatçiden sonra üçü birlikte Büyükdere’de bir lokantaya giderler. Halit Ayarcı o gece Hayri İrdal’ın bütün yaşamını öğrenir. Ayarcı, Nuri Efendi’yi öğrendikçe onu bir filozof olarak görür ve İrdal’a da bunu söyler: “Böyle bir adam aramızda bulunsun… Monşer, bu tam bir filozof, hem de muhtaç olduğumuz filozof… Zaman felsefesi… Anladınız mı? Zaman, yani çalışma felsefesi… Siz de filozofsunuz Hayri Bey, hem hakiki bir filozofsunuz!” (s. 226) Halit Ayarcı, pratik insandır. Sorunlara hemen çözüm bulur. Hayri İrdal’ı realiteyi görmemekle eleştirir, onun sıkıntılarına birkaç kelimeyle çıkış yolları gösterir, bazı sorunlarına çözüm bulur. Ona göre “realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir” (s. 232). Ayarcı, gerçeği olduğu gibi görenleri bozguncu olarak niteler (s. 232). Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın musikiye meraklı baldızının bir gazinoda sahneye çıkmasını sağlar. Ayarcı’nın baldız için söylediği “Çirkin, diyorsunuz, binaenaleyh bugünün telakkilerine göre sempatik demektir. Sesi kötü, diyorsunuz, şu halde, dokunaklı ve bazı havalara elverişli demektir. Kabiliyetsiz, diyorsunuz, o hâlde muhakkak orijinaldir” (s. 234) sözleri Tanpınar’ın, “günün müzik kalitesine yönelttiği ince bir hiciv örneğidir” (Aytaç 2012: 145). Halit Ayarcı’nın, Hayri İrdal’ın baldızına bir gazinoda iş bulduğu günlerde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün çekirdeğini oluşturan büro açılır. Hayri İrdal, Ayarcı’nın akrabalarından Nermin Hanım ve ihtiyar hademe Derviş Efendi’nin çalıştığı, bir iş yapmayan büroda önce yavaş yavaş eşyalar tamamlanır. Durgun geçen birkaç aydan sonra, yanında belediye reisi ve yardımcısıyla büroyu ziyaret eden Halit Ayarcı, yalnızca iki odası bulunan büroyu misafirlere uzun uzun gezdirir, yapılacak çalışmaları, ihtiyaç olan kadroları anlatır. Halit Ayarcı, belediye reisini enstitünün varlığının ve büyümesinin gerekliliğine inandırır. “Bu ziyaret, enstitünün resmiyet kazanması kadar, genişlemesi ve yeni bir mekâna taşınmasının da başlatıcısı olur” (Törenek 2012: 162). Enstitü, ihtiyacı olan personeli kendisi yetiştirecektir. Halit Ayarcı, bunun için buldukları formülü şöyle izah eder: “Müessesemize tam referansı olmayan, iyi tanımadığımız kimse giremez. Bunun için de prensibimiz gayet sağlam. Memurlarımızın yarısı, kendi akraba ve yakınlarımız olacak. Yarısı da dışarıdan güvendiğimiz yüksek insanların tavsiyelileri. Böylelikle her nevi dedikoduyu önlemiş olacağız” (s. 251). Enstitü kadrosu oluşturulurken böyle bir yol izlenmesi, bir anlamda Tanpınar’ın kadrolaşma eleştirisidir. Hayri İrdal, Ayarcı’nın yaptıklarını, söylediklerini yadırgasa da “başlamak başarmaktır” (s. 258) sözünden hareket eden Ayarcı, İrdal’a “İşler bizden sonra dünyaya TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 432 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü gelmişlerdir. İşleri onları görecek adamlar icat eder. Biz de bunu icat ettik. Bunu bizden evvel kimsenin düşünmemesi veya başka şekilde düşünmüş olması müspet olmasına mâni midir sanıyorsunuz? Biz bir iş yapıyoruz, hem mühim bir iş…” (s. 259) diyerek onu yaptıkları işin önemine inandırmaya çalışır. Önceleri tedirginlik yaşayan ve böyle bir kurumun gerekliliğine inanmayan İrdal, artık değişmesi gerektiğine, “daha cesur, daha atılgan ve daha kayıtsız, insanlarla münasebetinde daha dişli bir adam” (s. 264) olmaya, Halit Ayarcı’yı taklit etmeye karar verir. Halit Ayarcı ve Hayri İrdal, bir yandan enstitünün kadrosunu şekillendirir, bir yandan da yapılacak yenilikleri üzerinde düşünürler. Örneğin, “saatleri durmuş hanımların ve beylerin saatlerin ayarlarını düzeltmek için yol üstünde uğrayacakları” (s. 263) saat ayar istasyonları kurmayı, burada çalışacak personelin kimlerden oluşacağı, onların kıyafetleri, onları kimin eğiteceği gibi konuları planlarlar. Belediye reisinin ziyaretinden iki ay sonra enstitüyü “daha mühim, saha salâhiyetli, hatta mutlak denecek kadar salâhiyetli bir zat” (s. 276) ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Hayri İrdal’ın “bütün ömrünü sarf ederek yazdığı bir kitap”tan (s. 278) bahsedilir. Kitap, on yedinci yüzyılda yaşamış önemli bir saatçi olan Ahmet Zamanî Efendi’yle ilgilidir. Aslında böyle biride böyle bir eser de yoktur. Ahmet Zamanî Efendi’yi Halit Ayarcı uydurmuş, Hayri İrdal da bu yalanı devam ettirmiştir. Halit Ayarcı “Adı olan her şey mevcuttur Hayri Bey! Binaenaleyh Ahmet Zamanî Efendi vardır. Biraz da ikimiz istediğimiz için vardır” (s. 285) diyerek bu yalandan rahatsız olan Hayri İrdal’a Ahmet Zamanî Efendi’yi kabul ettirir. Enstitünün açılış tarihi yaklaştıkça basının enstitü ve çalışanlarına ilgisi artar. Hemen hemen her gün haklarında yazılar, haberler çıkmaya başlar. Hayri İrdal, hakkında yazılanların övgü dolu olanlarından hoşlansa da diğerlerine kızar. O arada karısı Pakize ile bir röportaj yapılır. Pakize röportajda Hayri İrdal’ı bambaşka bir insan olarak anlatır. Karısının sözlerine sinirlenen İrdal’ı “Ben sizin yerinizde olsam bugünden itibaren karımın istediği adam olmaya çalışırdım. Bu röportajı bir program gibi alın… Ve madde madde tatbik edin!” (s. 294) diyen Halit Ayarcı sakinleştirmeye çalışır. Pakize’nin röportajda söyledikleri nedeniyle İrdal’ın halası Zarife Hanım enstitü binasını basar. Kavga çıkaran Zarife Hanım’ı sakinleştiren Halit Ayarcı ona Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün çalışmalarını destekleyecek, onun için yayın yapacak Saat Sevenler Cemiyeti adlı bir topluluk kurulacağını ve başkanlığını da onun yapmasına karar verdiklerini söyler. Zarife Hanım bunu kabul etmekle kalmaz, Hürriyet Tepesi’ndeki arsasını da enstitüye hediye eder. Saat Sevenler Cemiyeti’nin ilk toplantısı Zarife Hanım’ın evinde yapılır. Hayri İrdal Şeyh Ahmet Zamanî’nin Hayatı ve Eseri adlı kitabı yazmayı bitirir ve yayımlar. “Ya kitap beğenilmezse… İşin yalan olduğu meydana çıkarsa…” (s. 314) korkularını yaşayan İrdal’ı yine Halit Ayarcı sakinleştirir. “Büyük rağbet gören ve on sekiz dile tercüme edilen eserin bu inanılmayacak hikâyesi, ilim âlemine kuvvetli bir tenkittir” (Aliş 2003: 22). Kitap hakkında çıkan bazı eleştiriler Hayri İrdal’ı rahatsız eder. Bu eleştirilerden biri de Cemal Bey tarafından yapılır. Cemal Bey’in eleştirileriyle elindeki mevki, şöhret, paranın gideceğinden endişelenen İrdal, enstitü işlerine dört elle sarılmaya karar verir. “Ferdî hürriyete riayet eden ve personeline muayyen bir iş göstermeyen ve görecekleri işin mahiyet ve kabiliyetini kendi icat kabiliyetlerinden bekleyen modern bir müessese” (s. 333) olan Saatleri TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 433 Ahmet Mocan Ayarlama Enstitüsü, nakitli ceza sistemi, köyler için Saat Ayar Ekipleri gibi yeniliklerle büyümeye devam eder. Aslında Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü kurumunu yaratırken ve bu kurumu büyütürken bir bürokrasi eleştirisi yapmaktadır. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü bir işlevi olmayışı; bir kısmı akraba, bir kısmı güvenilen yüksek insanların tavsiyeleri ile bir kısmı da işten çıkarılmak üzere işe alınan elemanları; gecikmesi icap eden işlerin havale edileceği bürosu ile bürokrasinin kuvvetle tenkidini içermektedir” (Aliş 2003: 23). Halit Ayarcı’nın söylediği “Bu asra birçok ad verilebilir. Fakat o her şeyden evvel bürokrasi asrıdır.” (s. 287) sözleri de Tanpınar’ın bürokrasi üzerinde durduğunu göstermektedir. Zarife Hanım, evinde ikinci bir kokteyl daha verir. Çok kalabalık olan davette hala, Mübarek’e benzer bir saati süslemiş, gösterişli hâle getirmiş ve ortaya çıkarmıştır. Saat de tıpkı Hayri İrdal ve etrafındakiler gibi değişmiştir. Hayri İrdal, “Para, refah, fazla kazanmak hırsı hepimiz gibi onu da değiştirdi.” (s. 343-344) sözleriyle kendisini de içinde bulunduğu topluluğu da eleştirir. Hayri İrdal’ın karısı, kızı, halası, baldızları, herkes değişmiştir. İrdal da bunun farkındadır. Kendi kendine bunları sorgularken “Ben de etrafımdakilere benzeyecektim. Muhakkak benzemeliydim. Benzemezsem yaşamak çok güçtü.” (s. 347-348) diyerek kendisinin de buna ayak uydurması gerektiğini düşünür. Halit Ayarcı da onunla aynı fikirde olduğunu “Artık dönemezsiniz. Çünkü hiçbir şeyden vazgeçemezsiniz.” (s. 361) sözleriyle belirtir. Hayri İrdal’ın Halit Ayarcı’ya karşı koyamamasının sebeplerinden biri, etrafındaki herkesin hayatlarından memnun olmalarıdır. Çünkü “çevresindekiler gidişattan, Ayarcı’nın kocaman bir yalanla da olsa hayatlarına kattıklarından son derece memnundurlar” (Gündüz 2009: 258). Hala Zarife Hanım’ın evindeki toplantıya yurt dışından bir Hollandalı, Van Humbert de davet edilmiştir ancak bu davetten Hayri İrdal’ın haberi yoktur. Yine de Van Humbert’in yanında, gereken yalanları söyleyerek durumu idare eden Hayri İrdal, artık hayatının kontrolünün kendisinde olmadığının farkındadır ve bunu “Hayatım zannedildiğinden çok kolaydı. Hiç şikâyete hakkım yoktu. Küçük bir baldır tazyiki, bir dizgin çekişi, kırbacının ucu ile ufak bir işaret, beni gideceğim yola koyuyordu.” (s. 352) sözleriyle ifade eder. Van Humbert’in memleketine dönmesiyle üçüncü bölüm sona erer. “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” başlıklı dördüncü ve en kısa bölüm Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yurt dışına açıldığı haberiyle başlar. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, sadece yurt sınırları içinde kalmaz, yurt dışına da açılır. “İki buçuk sene içinde yurt dışında otuzdan fazla Saat Sevenler Cemiyeti ve üç enstitü kurulmuş”tur (s. 267). “Bu örgütler sanayileşmiş ülkelerden ziyade, Latin Amerika gibi gelişmekte olan yerlerde kurulmuşlardı. Zamanın kıymetini bilen, onu israf etmekten kaçınan sanayi hayatının geliştiği toplumlarda Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Cemiyet benzeri kuruluşlara gerek yoktur” (Yıldırım 2011: 34). Saatleme Bankası, personelin kaldığı Saat Evleri gibi projeler hayata geçirilmiştir. Saatleri Ayarlama Enstitüsü binasının yapımı için bir yarışma açılır. Yarışma şartnamesinde yer alan “müessesenin modern mahiyetine ve adına uygun bir şekilde orijinal ve yeni üslupta ve adına dıştan ve içerden uygun şekilde…” (s. 368) maddesi, getirilen birçok projenin geri çevrilmesine neden olur. “Saat fikrinin binanın bünyesine girmesini” (s. 370) isteyen Halit Ayarcı, gelen projelerin hiçbirini beğenmez ve bu işi Hayri İrdal’ın yapmasını ister. Hayri İrdal, Pakize’nin söylediği bir sözden yola çıkarak oğlu Ahmet’in de yardımıyla hem içten hem dıştan saate benzeyen bir proje oluşturur. Hatta bununla Milletlerarası Mimarlık Cemiyeti’nin fahrî azası olur, birkaç cemiyetten madalya ve iki yabancı devletten nişan alır (s. 379). TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 434 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü Halit Ayarcı, enstitü çalışanlarının oturacakları Saat Evleri’nin planlarının da Hayri İrdal tarafından yapılmasını ister. Hayri İrdal’ın enstitü binası projesini beğenen, destekleyen enstitü çalışanları, kendi evleri söz konusu olduğunda, İrdal’ın proje yapmasını istemez; çünkü “bunlar hususi evlerdir. Fazla orijinal olmasına ihtiyaç yoktur. Sağlam, ucuz, emniyetli olması kâfidir!” (s. 385) ev konusuyla birlikte “herkes kendisi olmuştu[r]” (s. 386). Çünkü insanlar “yeniliği kendilerine ucu dokunmamak şartıyla seviyorlardı[r]” (s. 387). Halit Ayarcı, çalışanların bu tavrını kabullenemez. Artık “sihri bozulmuştu[r]” (s. 388). “Bizi aldattılar.(…) Bu müessese artık benim değil” (s. 389) sözleriyle tepkisini belli eder. Enstitüyle bağlarını yavaş yavaş koparan, uzun süredir enstitüye gitmeyen Halit Ayarcı’nın yokluğunda enstitüyü ziyaret eden yabancı bir heyetin sorduğu “Böyle bir müesseseye ne lüzum var?” (s. 390) sorusuna cevap bulunamaz. “Üç gün sonra müessesenin lağvedildiği emri” (s. 391) gelir. Fakat Halit Ayarcı “müessesenin muntazam surette tasfiyesi için daimi bir tasfiye komisyonu” (s. 394) oluşturulmasını sağlamıştır. Böylece çalışanlar, bir anlamda, görev yapmaya devam ederler. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türk toplumunun Tanzimat öncesinden başlayarak Cumhuriyet’i de içine alan dönemini kapsayan eleştirel bir romandır. Romanın merkezinde her ne kadar Saatleri Ayarlama Enstitüsü bulunsa da esas olarak roman “enstitü çevresinde örülmüş bir anlatı değil, anlatıcı çevresinde örülmüş bir anlatı”dır (Feldman 2008: 538). Çünkü eser, başkarakter Hayri İrdal’ın anıları şeklinde dört bölüm olarak kurgulanmış, enstitüden ancak romanın üçüncü bölümünde bahsedilmeye başlanmıştır. Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü ele alarak başta “politikacılar, üst yapıda yapılan köksüz devrimler, Batı taklidi yaşam biçimi” (Moran 2008: 305) olmak üzere birçok konuyu eleştirme imkânı bulur;ancak asıl eleştirdiği hem “eski” hem de “yeni”dir. Oktay (1995: 52), Tanpınar’ı “modernleşmenin getirdikleri ile götürdükleri arasında bir iç uyum sağlamayı isteyen, ama bu arayış sırasında yenileşmenin zaaflarını eleştirmekten de kaçınmayan bir devrimci” olarak tanımlar. Bu tanımlama doğrudur çünkü Tanpınar “memlekette yeni bir hayat tarzının sadece geçmişe ve geçmişin manevî değerlerine dönüşle değil, manevî dünyanın ve geleneksel kültürün eski ve yeni birtakım unsurları da içine alabilecek bir senteze kavuşturulmasıyla kurulabileceği görüşündedir” (Uçman, İnci 2008: 13). Tanpınar yenileşmekten yanadır fakat bu yenileşme Türk toplumunun köklerinden kopmasıyla değil, oradan beslenmesiyle gerçekleşmelidir. O, özellikle yüzeysel yenileşmeye karşıdır. “Tanpınar, sağlıklı bir yenileşmeye değil, bunun tam tersine, büyük bir aceleyle ulaşılmaya çalışılan ve yüzeyde tutulan bir yenileşmeye dikkat çekmek istemiştir” (Özer 2012: 2540). Tanpınar, yeniyi eleştirirken eskiyi de eleştirmekten geri durmaz. “Mazideki müspet değerler yerine, boş bâtıl inançlar ya da yalanlarla geçmişiyle bağlantı kurmaya çalışan insanlar kadar, körü körüne her türlü yenilgiyi kabul eden insanların da toplumu nasıl yozlaştırdığını gözler önüne serer. Bir medeniyet değişikliği yaşarken eşikte kalan, bir parçalanmışlığı, bölünmüşlüğü yaşayan toplum; ne eskinin müspet taraflarını muhafaza edebilmiş ne de tam manasıyla yeniyi anlayabilmiştir” (Aliş 2003: 26). Romandaki eski-yeni karşıtlığı ya da modernizm eleştirisini Hayri İrdal’ın babasının dedesinden kalan, Mübarek adı verilen saat ile enstitü örneklerinde somutlaştırmak mümkündür. Törenek’e göre (2012: 206) Tanpınar Mübarek’i kullanarak “tâ Hayri İrdal’ın baba dedesine, Tanzimat öncesi yıllara, bu yıllarda cemiyetimizde görülen dinî yapılara adanışa işaret eder. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 435 Ahmet Mocan Böylece saat, geçmişin, kutsalın bir parçası olur. (…) Mübarek eskinin sembolü olarak bir kenara itilmişliği, çalışmamayı, daha sonra tavan arasına kaldırılışı temsi eder.” Enstitü ise yeni, modern bir yapıdır. “Büyük salonlar, pavyonları, sütunları, birbirine geçme merdivenleriyle yeniyi, soyutu, yeni mimarî anlayışı temsil eder” (Törenek 2012: 206). Ancak bu yenilikte dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yerleşeceği gülünç yapı, köksüz yeniliğin gülünçlüğüdür” (Demiralp 2001: 125). Romanda eski-yeni karşıtlığı Mübarek-enstitü karşıtlığının yanında daha çok iki karakterle, Hayri İrdal-Halit Ayarcı karşıtlığıyla verilir. Bu karşıtlık içinde Hayri İrdal’ın yanına Muvakkit Nuri Efendi’yi de koymak mümkündür. Çünkü Nuri Efendi geçmişin sembolüdür. Halit Ayarcı ise “özü kendi olmayan bir kültürü temsil etmektedir” (Demiralp 2001: 123). Roman boyunca, Hayri İrdal’ın gelgitleri arasında, İrdal ve Ayarcı’nın düşünceleri, ölçütleri çatışır. “Biri [İrdal] aklı, mantığı, sağduyuyu savunur, öteki [Ayarcı] yeniyi, yararlıyı, eylemi” (Moran 2008: 317). Genelde, Hayri İrdal’ın pasif, çabuk kabullenen karakteri nedeniyle Halit Ayarcı’nın savunduğu değerler öne çıkar, kabul edilir. Aslında roman boyunca Tanpınar “üretim ve zamanın önemini görünürde önemseyen Ayarcı ile bunları gerçek anlamda önemser görünen Hayri İrdal karşıtlığı etrafında Türkiye’nin Tanzimat’tan itibaren macerasını anlatır” (Öztürk 2006: 171). Romanda, geçmişi reddetmeyen gecikmiş bir modernlik ve bunun bireyler üzerindeki etkileri işlenmiştir. Eskiyi ve yeniyi olumlu bir bütün oluşturabilecek şekilde harmanlayamayan toplum ikisi arasında kalmakta, bocalamaktadır. Çözüm, geçmişten kopmadan yeniyi ve eskiyi içeren bir sentez oluşturabilmektedir. KAYNAKLAR ALİŞ, Şehnaz, (2003), “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Sosyal Tenkit”, Doğumunun 100. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Sempozyumu içinde ss. 19-26, Kitabevi, İstanbul. AYTAÇ, Gürsel, (2012), Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler (3. Baskı), Doğu-Batı Yayınları, Ankara. DEMİRALP, Oğuz, (2001), Kutup Noktası (2. Baskı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. FELDMAN, Walter, (2008), “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Zaman, Bellek ve Özyaşamöyküsü”, Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde ss. 536-556, 3F Yayınevi, İstanbul. GÖKSEL, Nil, (2006), “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü Adlı Romanında Saçma ve Gerçeklik Kavramları”, Kaygı, S. 7, ss. 97-104. GÜNDÜZ, Atalay, (2009), “Birbirimizi Kandırmanın Dayanılmaz Hafifliği: Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, Ç. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 18, S. 1, ss. 247-260. MORAN, Berna, (2008), Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 (20. Baskı), İletişim Yayınları, İstanbul. OKTAY, Ahmet, (1995), “Tanpınar: Bir Tereddüdün Adamı”, Defter, Bahar, S. 23, ss. 49-61. ÖZER, Hanife, (2012), “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Aile Temi Üzerinden Türk Modernleşmesinin Seyri”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/4, ss. 2533-2546. TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437 436 Hem Eski Hem Asrî: Hayri İrdal-Hayri İrdal Ekseninde Saatleri Ayarlama Enstitüsü ÖZTÜRK, Serdar, (2006), “Tanpınar’ın Oyun Dünyaları: Sinema-Enstitü-Kıraathane”, Toplum ve Bilim, S. 106, ss. 155-173. TANPINAR, Ahmet Hamdi, (2012), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (18. Baskı), Dergâh Yayınları, İstanbul. TÖRENEK, Mehmet, (2012), Başka Hayatlar Peşinde (2. Baskı), Kitabevi, İstanbul. UÇMAN, Abdullah ve İnci, Handan, (2008), “Kitap Üzerine Birkaç Söz”, Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde ss. 11-18, 3F Yayınevi, İstanbul. UĞURCAN, Sema, (2012), Edebiyatımız II -Yazarlar, Meseleler-, Dergâh Yayınları, İstanbul. YILDIRM, Engin, (2011), “Zaman Disiplini ve Çalışma Zihniyeti: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü Romanı Bağlamında Bir Değerlendirme”, Çalışma ve Toplum, S. 31, ss. 25-41. 437 TİDSAD Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 426-437