EMG Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız..
Transkript
EMG Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız..
31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ İÇİNDEKİLER Kurullar.............................................................................................................................................3 Bilimsel Program..............................................................................................................................5 Sözel Bildiriler................................................................................................................................39 Poster Bildiriler..............................................................................................................................65 İndeks...........................................................................................................................................105 1 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 2 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ KURULLAR TÜRKİYE KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG DERNEĞİ Onursal Başkan Prof. Dr. Cumhur ERTEKİN Başkan Prof. Dr. Jale YAZICI II. Başkan Prof. Dr. Betül BAYKAL Sekreter Doç. Dr. Vildan YAYLA Sayman Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU Üyeler Doç. Dr. Münevver GÖKYİĞİT Prof. Dr. Hilmi UYSAL Doç. Dr. Nurten Uzun ADATEPE KONGRE DÜZENLEME KURULU Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU Prof. Dr. Betül BAYKAL Prof. Dr. Feza DEYMEER Doç. Dr. İrsel TEZER FİLİK Prof. Dr. Derya KARADENİZ Prof. Dr. Meral KIZILTAN Prof. Dr. A. Emre ÖGE Prof. Dr. Hilmi UYSAL Doç. Dr. Vildan YAYLA Prof. Dr. Jale YAZICI Prof. Dr. Naz YENİ 3 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 4 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM’A GENEL BAKIŞ 5 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 6 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA SAAT 13:00 - 14:20 14:20 - 14:40 14:40- 16:00 16:00 - 16:20 16:20 - 17:40 17:40 - 18:00 18:00 - 19:00 SALON A SALON B SALON C TEMEL EMG KURSU TEMEL EEG KURSU UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU SALON D TEMEL EMG KURSU TEMEL EEG KURSU Kahve Arası UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU Kahve Arası TEMEL EEG KURSU TEMEL EMG KURSU UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU Ara TEMEL EEG KURSU TEMEL EMG KURSU UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU 9 NİSAN 2015, PERŞEMBE 08:30 - 08:45 08:45 - 10:15 AÇILIŞ AÇILIŞ DERSİ The Role of The Subcortical Structures in Partial Epilepsy: Intracerebral Recordings of High Frequency Oscillations and Ictal Pattern 10:15 - 10:35 10:35 - 12:00 12:00 - 12:40 12:40 - 13:30 13:30 - 15:00 15:00-15:15 15:15 - 17:15 17:15 - 17:30 17:30 - 19:00 20:00 - 22:00 Kahve Arası Çiğneme Kontrol Mekanizmaları ve Klinik Uygulamaları Öğle Yemeği Uyku Sırasında Elektriksel Status Epileptikus "ESES" Kahve Arası SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) SÖZEL BİLDİRİLER (EEG) Nörofizyolojinin Farklı Yönleri EMG Olgu Sunumları VİDEO-EEG OTURUMU • Refleks Epilepsi Nöbetleri Kahve Arası 10 NİSAN 2015, CUMA 08:15 - 09:45 09:45 - 10:30 10:30 - 12:00 12:00 - 12:40 12:40 - 13:40 13:40 - 15:10 15:10 - 15:25 15:25 - 16:45 16:45 - 18:00 18:00 - 19:00 21:00 Poster Tartışmaları / Kahve Arası Beyin Elektrofizyolojisine Farklı Bakışlar Controversial Compression/Entrapment Neuropathies Öğle Yemeği Nokturnal Paroksismal Olaylara Çok Yönlü Yaklaşım ve Ayırıcı Tanı Kahve Arası SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) SÖZEL BİLDİRİLER (EEG) SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) VİDEO-EEG OTURUMU • Seyrek Rastlanan Nöbet Semptomları İLERİ EMG KURSU AKŞAM KEYFİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ Epilepsi ve EEG'nin Zor Yorumlanan Yüzleri ve Güncel Yaklaşımlar 08:30 - 10:00 09:00 - 10:30 10:00 - 10:50 10:20 - 11:45 EMG TEKNİSYEN KURSU Kahve Arası (10:00 - 10:20) EEG TEKNİSYEN KURSU Kahve Arası (10:30 - 10:50) EEG Laboratuarında Farklı Etyolojili Tablolara Tanıda Katkımız Nedir? 10:50 - 12:15 11:45 - 12:30 12:15 - 13:30 12:45 - 14:00 13:30 - 15:30 14:00 - 15:30 15:30 - 16:00 Focal Peripheral Neuropathies - What's New? 16:00 - 17:00 İLERİ EMG KURSU ENDÜSTRİ DESTEKLİ OTURUM Epilepsi Tedavisinde Zor Olgular ve Lamotrijin Kullanımı Periferik Nöropatilerde Hukuksal Konular Klinik Nörofizyolojik Açıdan Uyku Hastalıkları EMG TEKNİSYEN KURSU EEG TEKNİSYEN KURSU EMG TEKNİSYEN KURSU EEG TEKNİSYEN KURSU EMG TEKNİSYEN KURSU EEG TEKNİSYEN KURSU Öğle Yemeği GENEL KURUL TOPLANTISI Elektrofizyolojik ve Klinik Spektrumda Siklik Alternan Pattern Kahve Arası 16:00 - 17:30 17:00 - 18:30 17:30 - 17:50 17:50 - 18:50 20:00 - 22:00 EEG - TEDAVİ GECESİ • Olgulara Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım 08:30 - 09:30 İLERİ EMG KURSU Kahve Arası UP SEP-MEP 12 NİSAN 2015, PAZAR İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim EMG TEKNİSYEN KURSU Cihaz Başı Uygulama 09:00 -10:30 09:30 - 11:00 İLERİ EMG KURSU İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim Kahve Arası (11:00 - 11:20) 10:30 - 11:20 EEG TEKNİSYEN KURSU Kıdemli Teknisyenlerle Birlikte Grup Çalışmaları Kahve Arası (10:30 - 11:00) EMG TEKNİSYEN KURSU Cihaz Başı Uygulama 11:00 - 12:30 11:20- 12:30 UYGULAMALI EMG KURSU Yutma İncelemesi Uygulaması 12:30 - 13:30 UYGULAMALI EMG KURSU Sensory Nerve Conduction: Reducing Noising and Artifacts İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim 7 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 8 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM 9 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 10 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA 13:00 - 14:20 Salon A TEMEL EMG KURSU Oturum Başkanı: Münevver Gökyiğit EMG Yöntemleri Münevver Gökyiğit Periferik Sinirlerin Yaygın Etkilenmesi-PNP, MNM Feray Karaali Savrun 13:00 - 14:20 Salon B TEMEL EEG KURSU Oturum Başkanı: Sevim Baybaş EEG Çekilme Standartları Polarite ve Montaj Gülnihal Kutlu Aktivasyon Yöntemleri Özlem Çokar Artefaktlar Sevim Baybaş 13:00 - 14:20 Salon C UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU 2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında Son Kriterler Oturum Başkanı: Derya Karadeniz Uyku Laboratuarı Standartları Derya Karadeniz Polisomnografide Kaydedilen Parametreler, Kullanılan Elektrotlar, Filtreler, Kayıt Protokolleri İbrahim Öztura Uyanıklık-Uyku Evre Skorlaması Nida Taşçılar 14:20 - 14:40 Kahve Arası 14:40- 16:00 Salon A TEMEL EMG KURSU Oturum Başkanı: Zeki Odabaşı Spinal Önboynuz Hastalıklarında EMG Tülin Tanrıdağ Sinir Kökü Hastalıklarında EMG Cengiz Tataroğlu Kas Hastalıklarında EMG Zeki Odabaşı 11 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA 14:40- 16:00 Salon B TEMEL EEG KURSU Oturum Başkanı: Naz Yeni Temel EEG Dalgaları Naz Yeni EEG Maturasyonu Veysi Demirbilek Normal Varyantlar/Sıkça Yapılan Hatalar Özden Kamışlı 14:40- 16:00 Salon C UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU 2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında Son Kriterler Oturum Başkanı: Barış Baklan Uykuda Hareket Bozukluklarının Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler Derya Karadeniz Parasomnilerin Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler İrsel Tezer Hipersomnilerin Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler Barış Baklan 16:00 - 16:20 Kahve Arası 16:20 - 17:40 Salon A TEMEL EMG KURSU Oturum Başkanı: Vildan Yayla Fokal Nöropatilere Genel Yaklaşım Vildan Yayla Fokal Nöropatiler: Üst Ekstremite Vildan Yayla Fokal Nöropatiler: Alt Ekstremite Fikret Bademkıran 16:20 - 17:40 Salon B TEMEL EEG KURSU Oturum Başkanı: Hacer Bozdemir İnteriktal EEG Değişiklikleri Hacer Bozdemir İktal EEG Değişiklikleri Demet Kınay Ensefalopatilerde EEG Kadriye Ağan 12 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 8 NİSAN 2015, ÇARŞAMBA 16:20 - 17:40 Salon C UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU 2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında Son Kriterler Oturum Başkanı: Murat Aksu Uykuda Solunum Bozuklularının Tanı Kriterleri ve Tanısal Testler Hikmet Yılmaz Uyku ile İlişkili Solunum Olaylarının Skorlaması Deniz Tuncel Uyku ile İlişkili Hareketlerin Skorlaması Murat Aksu 17:40 - 18:00 Ara 18:00 - 19:00 Salon A TEMEL EMG KURSU Oturum Başkanı: Kayıhan Uluç Pleksus Hastalıklarında EMG Kayıhan Uluç Uyandırılmış Potansiyellerin Klinik Uygulamaları Zeliha Matur 18:00 - 19:00 Salon B TEMEL EEG KURSU EEG Raporlama Ayşın Dervent 18:00 - 19:00 Salon C UYKU HASTALIKLARI VE POLİSOMNOGRAFİ KURSU 2014 Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması ve Uyku ve İlişkili Olayların Skorlamasında Son Kriterler Oturum Başkanı: İbrahim Öztura Biyoelektrik Uyanıklık ve Siklik Alternan Pattern Skorlaması Gülçin Benbir Çoklu Uyku Latans Testi ve Uyanıklığı Sürdürme Testi Kezban Aslan Uyku Hastalıklarında PSG Raporlama Özellikleri İbrahim Öztura 13 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 9 NİSAN 2015, PERŞEMBE 08:30 - 08:45 Salon A AÇILIŞ Jale Yazıcı 08:45 - 10:15 Oturum Başkanı: Jale Yazıcı AÇILIŞ DERSİ Nörojenik Disfaji Cumhur Ertekin Oturum Başkanı: Betül Baykan The Role of The Subcortical Structures in Partial Epilepsy: Intracerebral Recordings of High Frequency Oscillations and Ictal Pattern Ivan Rektor 10:15 - 10:35 Kahve Arası 10:35 - 12:00 Oturum Başkanı: Kubilay Varlı Basic Principles of Intraoperative Motor Evoked Potential Monitoring and Intraoperative Cranial Nerve Monitoring David MacDonald Basic Principles of SSEP Monitoring During Spinal and Cranial Surgery David MacDonald 12:00 - 12:40 Oturum Başkanı: Cumhur Ertekin Çiğneme Kontrol Mekanizmaları ve Klinik Uygulamaları Kemal Türker 12:40 - 13:30 Öğle Yemeği 13:30 - 15:00 Salon A Oturum Başkanı: Piraye Oflazer Peripheral Nerve Fascicles: Anatomy and Clinical Relevance John Stewart Elektrofizyolojik Bulguların Histopatolojik Temelleri Piraye Oflazer 13:30 - 15:00 Salon B Uyku Sırasında Elektriksel Status Epileptikus “ESES” Oturum Başkanı: Ayşın Dervent ESES Olgularının Klinik Karakteristikleri Güzide Turanlı ESES Tablosunda EEG Özellikleri Ayşın Dervent ESES Olgularının Tedavi ve Prognozları Sarenur Gökben 15:00-15:15 Kahve Arası 14 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 9 NİSAN 2015, PERŞEMBE 15:15 - 17:15 Salon A SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) Oturum Başkanları: Münevver Gökyiğit, Feray Karaali Savrun 15:15-15:25 S01 - Karpal Tünel Sendromunda Otonomik Tutulum- Sempatik Deri Yanıtı ve Deri Sıcaklığı 15:25-15:35 S02 - Multifokal Edinsel Demiyelinizan Duysal ve Motor Nöropatide (Madsam) Klinik, Elektrofizyolojik Bulgular ve Tedaviye Yanıt 15:35-15:45 S03 - Yüz Nakli Olgularında Duygu İfadelerinin Elektrofizyolojik Olarak Değerlendirilmesi 15:45-15:55 S04 - Myasthenia Gravis Hastalarının Elektrofizyolojik İncelemelerine Retrospektif Bir Bakış 15:55-16:05 S05 - Myasthenia Gravis Hastalarında Konsantrik İğne İçin Farklı Alt Frekans Filtresi Değerlerinde Hesaplanan Jitterler 16:05-16:15 S06 - Subklinik Reinnervasyonun Perioküler Kaslardaki Bulgusu: Diyabetik Polinöropatide “Yüksek Jitter” 16:15-16:25 S07 - Sıçanlarda, Streptozotosin ile Oluşturulan Diyabetik Periferal Nöropati Modelinde, Trimetazidinin Olası Nöroprotektif Etkilerinin Araştırılması 16:25-16:35 S08 - Pudendal Sinir Değerlendirmesinde Yeni Bir Elektrofizyolojik Yöntem: Pudendal Sep Yanıtlarının Pozisyona Bağlı Değişimi 16:35-16:45 S09 - İğneyi Tendona Kaydırmak Motor Ünite Potansiyelinin Özniteliklerinde Anlamlı Değişikliğe Yol Açar Mı? 16:45-16:55 S10 - Tendon Yakını Kayıtlama Jitter ve Pik Sayısı Değerlerini Etkiler Mi? 16:55-17:05 S11 - Tanısında Üretral Sfinkter EMG’nin Altın Standart Olduğu 12 Olgu Eşliğinde Fowler’s Sendromu 17:05-17:15 S12 - Kauda Ekuina Duysal İletim Zamanı 17:15-17:25 S13 - Spazmodik Disfonide Botulinum Toksin Uygulamaları: Elektromiyografi Laboratuvarımızın Deneyimi 15:15 - 17:15 Salon B SÖZEL BİLDİRİLER (EEG) Oturum Başkanları: İbrahim Aydoğdu, Demet Kınay 15:15-15:25 S30 - Curcuminin Deneysel Olarak Oluşturulmuş Epilepsi Modelindeki Etkilerinin İncelenmesi 15:25-15:35 S31 - Serebral Palsi Modeli Geliştirilen Sıçanlarda Oksitosinin Konvulziyon Eşiğini Yükseltici Etkisi 15:35-15:45 S32 - Kritik Lokalizasyonlu İntrakraniyal Lezyon Cerrahisinde İntraoperatif İnvaziv Kortikal Haritalandırma ve Nöromonitorizasyon 15:45-15:55 S33 - Huzursuz Bacaklar Sendromlu Hastalarda ve Normal Bireylerde, Motor İmgelem İle Fleksör Refleks Eksitabilitesinin Değerlendirilmesi 15:55-16:05 S34 - Motor Nöron Hastalıklarına Eşlik Eden Uyku Bozuklukları: Klinik ve Polisomnografik Retrospektif Analiz 16:05-16:15 S35 - Juvenil Miyoklonik Epilepsi Hastalarında Rastlanabilen Tremorun Farklı Bir Anlamı Var Mı? 16:15-16:25 S36 - Juvenil Miyoklonik Epilepside Duysal Uyandırılmış Potansiyeller Farklı Alt-Gruplara İşaret Edebilir Mi? 15 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 9 NİSAN 2015, PERŞEMBE 17:15 - 17:30 Kahve Arası 17:30 - 19:00 Salon A Nörofizyolojinin Farklı Yönleri Oturum Başkanı: Mehmet Demirci Motor Unite Potansiyeline Farklı Bir Bakış Barış Baslo Algının Modulasyonu Çağrı Temuçin Bilinç ve Bilinç Bozukluklarında Elektrofizyoloji Mehmet Demirci 17:30 - 19:00 Salon B VİDEO-EEG OTURUMU Refleks Epilepsi Nöbetleri Oturum Başkanı: Veysi Demirbilek İrkilme Epilepsisi Özlem Çokar Fotosensitif Epilepsi Veysi Demirbilek Yemek Yeme Epilepsisi Ülgen Kökeş Müzikojenik Epilepsi Olcay Tosun Meriç 20:00 - 22:00 Salon A EMG Olgu Sunumları Oturum Başkanları: Reha Kuruoğlu, Emre Öge Sunumlar: Fikret Aysal Ayşen Süzen Ekinci Reha Kuruoğlu Zeliha Matur Togrul Mestanzade Burcu Örmeci Aysun Soysal Tahir Kurtuluş Yoldaş 16 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 10 NİSAN 2015, CUMA 08:15 - 09:45 Salon A Oturum Başkanları: Betül Baykan rTMS in Parkinson’s Disease and Alzheimer’s Disease Irena Rektorova The Role of the Subthalamic Nucleus in Cognition: Electrophysiological Evidence Ivan Rektor 09:45 - 10:30 Poster Tartışmaları / Kahve Arası 10:30 - 12:00 Salon A Oturum Başkanı: Jale Yazıcı Elektrofizyolojik Tanıda TMS Jale Yazıcı Elektrofizyolojik Yöntemlerle Nöromodülasyon Burhanettin Uludağ 10:30 - 12:00 Salon B Beyin Elektrofizyolojisine Farklı Bakışlar Oturum Başkanı: Nerses Bebek Hafif Kognitif Bozukluk ve Alzheimer Hastalığında Olaya İlişkin Beyin Osilasyon Yanıtları Görsev Yener Doğru Akım-EEG Kayıtlama ve İktal Lokalizasyon Semai Bek Kantitatif EEG Ne Katkıda Bulunabilir ? Nerses Bebek 12:00 - 12:40 Salon A Oturum Başkanı: Emre Öge Controversial Compression/Entrapment Neuropathies John Stewart 12:40 - 13:40 Öğle Yemeği 13:40 - 15:10 Salon A Oturum Başkanı: Feza Deymeer Demiyelinizan Nöropatilerin Elektrofizyolojik Tanısı Aysun Soysal Herediter Demiyelinizan Nöropatiler - CMT Feza Deymeer Olgularla Herediter Nöropatiler Gülay Nurlu 17 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 10 NİSAN 2015, CUMA 13:40 - 15:10 Salon B Nokturnal Paroksismal Olaylara Çok Yönlü Yaklaşım ve Ayırıcı Tanı Oturum Başkanı: Barış Baklan Nokturnal Nöbetler ve Uyku İlişkisi Barış Baklan Parasomnilerin Klinik ve Polisomnografik Özellikleri Derya Karadeniz Nokturnal Paroksismal Olaylar ve Uyku Hastalıkları İlişki ve Birliktelikleri İrsel Tezer 15:10 - 15:25 Kahve Arası 15:25 - 16:45 Salon A SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) Oturum Başkanları: Barış Baslo, Çağrı Temuçin 15:25-15:35 S14 - Spontan Esneme ve Spontan Yutma İlişkileri: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması 15:35-15:45 S15 - Spinal Kord Cerrahisinde Multimodal İntraoperatif Nörofizyolojik Monitorizasyon Deneyimlerimiz 15:45-15:55 S16 - Kortikal Bazal Gangliyonik Dejenerasyonun Semptomatik Tedavisinde rTMS Yararlı Olabilir Mi? 15:55-16:05 S17 - Dart Atma Hareketinin Video Analizi ve Harekette Serebellumun Rolü Üzerine Bir Çalışma 16:05-16:15 S18 - Zayıf Transkranial Doğru Akım Uyarısının (tDCS) İstemli Hareket Sırasında Kortikal Uyarılabilirlik ve Hareket Çıktısı Üzerine Etkisi 16:15-16:25 S19 - Kısa İntervalli İntrakortikal İnhibisyonun (SAI) Motor Plastisite Üzerine Etkisi 16:25-16:35 S20 - BDNF Met Aleli Taşıyıcılığının, Hedef Gözeten Atış Egzersizlerinin Oluşturduğu Duysal-Motor İntegrasyon Değişiklikleri Üzerine Etkisi Var Mıdır? 16:35-16:45 S21 - Multisistem Atrofi Hastalığı’nda Patolojik Kortikal Eksitabiltenin Düşük Frekanslı rTMS İle Modülasyonu: Maladaptif Hipotez 15:25 - 16:45 Salon B SÖZEL BİLDİRİLER (EEG) Oturum Başkanları: Neşe Dericioğlu, İrem Çapraz 15:25-15:35 S37 - Fotik Stimülasyon Ne Zaman Uygulanmalı? Uyku Sonrası Yapılan Fotik Stimülasyon İnteriktal Epileptiform Deşarjların Saptanmasında Duyarlılığı Artırabilir Mi? 15:35-15:45 S38 - Epilepsi Hastalarında, Refleks Nöbet Uyaranı Varlığında, Kognitif Fonksiyonların İnteriktal EEG Üzerine Etkisinin Araştırılması 15:45-15:55 S39 - Peri-İktal Otonomik Bulguları Olan Epilepsi Hastalarında Nöronal Otoantikorların Araştırılması 15:55-16:05 S40 - Hipokampal Skleroz Olgularında Alışılmış Dışı Epileptik Odaklar ve Prognoz 16:05-16:15 S41 - 10 Olgu Eşliğinde Epileptik Nistagmus 16:15-16:25 S42 - Fokal Epilepsilerde İktal Vücut Dönmesi 16:25-16:35 S43 - Epilepsi Cerrahisi Öncesi WADA Testi Artık Gereksiz Mi? 18 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 10 NİSAN 2015, CUMA 16:45 - 18:00 Salon A SÖZEL BİLDİRİLER (EMG) Oturum Başkanları: Barış Baslo, Çağrı Temuçin 16:45-16:55 S22 - Als Hastalığında Kortikal Eksitabilite ve Transkallozal İnhibisyon Değerlendirmesi 16:55-17:05 S23 - İnsanda Düşük Frekanslı Noksius Kutanöz Stimülasyonun Spinal Eksitabilite ve Nosiseptif H-Refleks İnhibisyonuna Etkisi 17:05-17:15 S24 - Sağlıklı ve İşitme Kaybı Olan Çocuklarda Somatosensoriyel İrkilme Refleksi 17:05-17:15 S25 - Beyin Sapı Lezyonlarında Göz Kırpma Refleksi ve Posterior Auriküler Kas Refleksi Yanıtları 17:15-17:25 S26 - Omurilik Yaralanmalarında İrkilme Yanıtları 17:25-17:35 S27 - ALS Beyinsapı Düzeyinde Uyarılabilirlik Değişiklikliğine Neden Olur Mu? 17:35-17:45 S28 - Tip 1 Diyabet Mellitus Tanısıyla İzlenen Olgularda Nöronal Eksitabilitenin Değerlendirilmesi 17:45-17:55 S29 - Patella T Refleksinde Çekiç Vuruş Gücü, Kas Vibrasyonu ve Rektus Femoris M Yanıtı Arasındaki İlişki 16:45 - 18:00 Salon B VİDEO-EEG OTURUMU Seyrek Rastlanan Nöbet Semptomları Oturum Başkanı: Gülnihal Kutlu Dakristik Nöbet, Jelastik Nöbet Aylin Bican Otonom Bulgulu Nöbetler Leyla Baysal İktal Dinsel Hezeyanlar İrem Çapraz Tonik Vibratuar Nöbet Şakir Delil 18:00 - 19:00 Salon A İLERİ EMG KURSU Oturum Başkanı: Nurten Uzun Adatepe Çocukta EMG: TEMEL Kavramlar Nurten Uzun Adatepe Çocukta EMG: Olgularla Değerlendirme Elif Kocasoy Orhan 21:00 AKŞAM KEYFİ 19 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ 08:30 - 10:00 Salon A Oturum Başkanı: Hilmi Uysal Kas Lifi ve Hastalıklarında Uyarılabilirlik Çalışmaları Hatice Tankişi Periferik Sinir Sistemi Hastalıkları ve Aksonal Uyarılabilirlik Hilmi Uysal Santral Sinir Sistemi Hastalıkları ve Aksonal Uyarılabilirlik Bülent Cengiz 08:30 - 10:00 Salon B Epilepsi ve EEG’nin Zor Yorumlanan Yüzleri ve Güncel Yaklaşımlar Oturum Başkanı: Ebru Altındağ Status Epileptikusta EEG ve Yorumlama Zorlukları Neşe Dericioğlu Yoğun Bakımda EEG Monitörizasyonunun Zorlukları ve Önemi Ebru Altındağ Epilepside Bilinç Kavramına Yeni Yaklaşımlar Betül Baykan 10:00 - 10:20 Kahve Arası 10:20 - 11:45 Salon A Oturum Başkanı: Bülent Cengiz Quantitative EMG Methods Hatice Tankişi Anatomic Correlates of EMG Signals Sandjeev Nandedkar 10:20 - 11:45 Salon B EEG Laboratuarında Farklı Etyolojili Tablolara Tanıda Katkımız Nedir? Oturum Başkanı: Serap Saygı Genetik Hastalıklar ve EEG Serap Saygı Enfeksiyöz, Enflamatuar Hastalıklar ve EEG Candan Gürses Metabolik Hastalıklar ve EEG İpek Midi 11:45 - 12:30 Salon A Oturum Başkanı: Reha Kuruoğlu Focal Peripheral Neuropathies - What’s New? John Stewart 12:30 - 13:30 Öğle Yemeği 20 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ 12:45 - 14:00 Salon A GENEL KURUL TOPLANTISI 14:00 - 15:30 Salon A Oturum Başkanı: Meral Kızıltan İrkilme Reaksiyonu ve Retikülospinal Yol Meral Kızıltan Santral Güç Üretimi ve Yorgunluğun Değerlendirilmesi Zafer Çolakoğlu Kortikospinal Yol ve Ayna Nöronlar Ayşegül Gündüz 14:00 - 15:30 Salon B Elektrofizyolojik ve Klinik Spektrumda Siklik Alternan Pattern Oturum Başkanı: İbrahim Öztura Siklik Alternan Pattern Nedir, Ne İfade Eder ve Nasıl Skorlanır? İbrahim Öztura Siklik Alternan Patternin, Epilepside Klinik ve Nörofizyolojik Anlamı Kezban Aslan Siklik Alternan Pattern ve Uyku Hastalıkları İlişkisi Hikmet Yılmaz 15:30 - 16:00 Kahve Arası 16:00 - 17:00 Salon A İLERİ EMG KURSU Oturum Başkanı: Nilgün Araç Pelvik Taban Elektromiyografisi Nilgün Araç Nöroürolojide Elektrofizyolojik Yöntemler Burcu Örmeci 16:00 - 17:00 Salon B ENDÜSTRİ DESTEKLİ OTURUM Epilepsi Tedavisinde Zor Olgular ve Lamotrijin Kullanımı Yaşar Zorlu Tartışma 17:00 - 18:30 Salon A Periferik Nöropatilerde Hukuksal Konular Oturum Başkanı: Emre Öge Tartışmacılar: Nevzat Alkan Reha Kuruoğlu Emre Öge 21 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ 17:00 - 18:30 Salon B Klinik Nörofizyolojik Açıdan Uyku Hastalıkları Oturum Başkanı: Murat Aksu Huzursuz Bacaklar Sendromu ve Ağrı İlişkisi- Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım Murat Aksu Uykuda Solunum Bozukluklarında Uyku ile İlişkili Elektrofizyolojik Bulgular–Otonom Sinir Sistemi Gülçin Benbir Uykuda Solunum Bozuklukları ilişkisi İbrahim Öztura Obstruktif Uyku Apne Sendromunda, Sempatik Deri Yanıtları Bektaş Korkmaz 20:00 - 22:00 Salon A EEG - TEDAVİ GECESİ Olgulara Klinik ve Elektrofizyolojik Yaklaşım Oturum Başkanları: Berrin Aktekin, Kadriye Ağan MELAS Tanısı Konan Bir Olgu Ayçin Yıldız Tabakoğlu Epilepsi ve Uyku Hastalıkları Birlikteliğinde Bir Olgu Gülçin Benbir Dravet Sendromu ve SUDEP Riski Hava Özlem Dede Hiperglisemik Afazik Status Olcay Tosun Meriç EEG’yi Tedavi Etmeli Miyiz? Berrin Aktekin 22 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 12 NİSAN 2015, PAZAR 08:30 - 09:30 Salon A İLERİ EMG KURSU Oturum Başkanı: Mustafa Ertaş Nöromüsküler Kavşağın Elektrofizyolojik İncelemesi-Ardısıra Uyarım Necdet Karlı Nöromüsküler Kavşağın Elektrofizyolojik İncelemesi-Tek Lif EMG Mustafa Ertaş 08:30 - 09:30 Salon B İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim Oturum Başkanı: Erhan Bilir Beyin Ölümü Kriterleri Gülnihal Kutlu Yoğun Bakımda EEG Kaydı; Teknik Şartlar, Terminoloji Ebru Altındağ Konsültasyon Nörolojisinde EEG Kullanımı İrem Çapraz 09:30 - 11:00 Salon A İLERİ EMG KURSU Oturum Başkanı: Özden Şener Otonom Sinir Sisteminin Nörofizyolojik Yöntemlerle İncelenmesi Yaprak Seçil Sinir İletim Çalışmalarına Sıcaklığın Etkisi Özden Şener 09:30 - 11:00 Salon B İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim Oturum Başkanı: Serap Saygı Video-EEG Monitorizasyonda Teknik Şartlar Aylin Bican VEM’de İktal EEG Paternleri Berrin Aktekin Olgularla Semiyolojik Yaklaşım Serap Saygı 11:00 - 11:20 Kahve Arası 11:20- 12:30 Salon A UYGULAMALI EMG KURSU Oturum Başkanı: İbrahim Aydoğdu Yutma İncelemesi Uygulaması İbrahim Aydoğdu Hilmi Uysal 23 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 12 NİSAN 2015, PAZAR 11:20 - 13:30 Salon B İLERİ EEG KURSU Olgu Örnekleri ile İnteraktif Eğitim Oturum Başkanı: Candan Gürses İnvazif EEG Monitorizasyonda Teknik Özellikler, Hipotez Candan Gürses Rezeksiyon Kararı Verme, Strip ve Grid Uygulamaları Erhan Bilir Derin Beyin Stimülasyonunda Elektrofizyolojik Haritalama Gençer Genç 12:30 - 13:30 Salon A UYGULAMALI EMG KURSU Sensory Nerve Conduction: Reducing Noising and Artifacts Sandjeev Nandedkar 24 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ TEKNİSYEN KURSU 09:00 - 10:30 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Gülay Nurlu EMG Biolojik Temeller Gülay Nurlu Hasta Karşılama, Bilgilendirme, Planlama Vildan Yayla 09:00 - 10:30 Salon D EEG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Nerses Bebek Açılış Konuşması Elektrofizyoloji Tekniker Eğitim Programları-Önemi Handan Özışık Karaman EEG Kısa Tarihçe, EEG Endikasyonları, EEG Tipleri Nerses Bebek EEG’nin Biyolojik Temeli İrem Çapraz Kalibrasyon, Kayıta Hazırlama, Ayarlar - Hijyen ve Cihaz Bakımı Aylin Bican Demir 10:30 - 10:50 Kahve Arası 10:50 - 12:15 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Fikret Bademkıran Cihaz Ayar Bakım Teknisyen Ferrube Şimşek Sinir İletimleri Fikret Bademkıran 10:50 - 12:15 Salon D EEG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Handan Özışık Karaman Elektrot Yerleştirme, Montajlar Yasemin Gömceli Normal ve Anormal Ritimler İrem Çapraz EEG Çekimi Sırasında Nöbet ve Diğer Beklenmedik Durumlar İrsel Tezer EEG Raporlama-Kayıtlar, Arşivleme Handan Özışık Karaman 12:15 - 13:30 Öğle Yemeği 25 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 11 NİSAN 2015, CUMARTESİ TEKNİSYEN KURSU 13:30 - 15:30 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: İbrahim Aydoğdu Özel Durumlar (Çocuk, Ameliyathane) Elif Kocasoy Orhan İğne EMG’si İbrahim Aydoğdu 13:30 - 15:30 Salon D EEG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Nida Taşçılar Polisomnografi ile Kaydedilen Parametreler ve Kayıt Protokolleri Aylin Bican Demir Uyku EEG’si ve Uykunun Evrelendirilmesi Deniz Tuncel Hareket ve Solunum Skorlama, PAP Titrasyon Uygulamaları Nida Taşçılar Uyku Laboratuarı Standartları, PSG Raporlama Gülçin Benbir 15:30 - 16:00 Kahve Arası 16:00 - 17:30 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Nörojen Miyojen Hastalıklara Yaklaşım Münevver Gökyiğit UP VEP-BAEP Aysun Soysal 16:00 - 17:30 Salon D EEG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanı: Kezban Aslan Uzun Süreli Video-EEG Monitorizasyon ve Karşılaşılan Sorunlar Hem. Leyla Şeker İki Kıdemli Teknisyen Tarafından EEG-PSG İçin Hasta Karşılama-Bilgilendirme-Karşılaşılan Sorunlar (Sunum-İnteraktif) Hakan Yener, Ramazan Erdoğan 17:30 - 17:50 Kahve Arası 17:50 - 18:50 Salon C UP SEP-MEP Zeliha Matur 26 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 12 NİSAN 2015, PAZAR TEKNİSYEN KURSU 09:00 -10:30 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Cihaz Başı Uygulama Sinir İletimleri Zeliha Matur-Teknisyen Ferrube Şimşek 09:00 -10:30 Salon D EEG TEKNİSYEN KURSU Oturum Başkanları: Yasemin Gömceli, Deniz Tuncel Kıdemli Teknisyenlerle Birlikte Grup Çalışmaları 10:30 - 11:00 Kahve Arası 11:00 - 12:30 Salon C EMG TEKNİSYEN KURSU Cihaz Başı Uygulama Uyandırılmış Potansiyeller Aysun Soysal-Teknisyen Ferrube Şimşek 27 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 28 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER 29 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 30 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-01 Karpal Tünel Sendromunda Otonomik Tutulum- Sempatik Deri Yanıtı ve Deri Sıcaklığı Buket Tuğan Yıldız, Mine Hayriye Sorgun, Hüseyin Özden Şener Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara GİRİŞ: Karpal tünel sendromunda (KTS) otonomik tutulum ile ilgili çalışmalar sınırlıdır. Bazı çalışmalarda otonomik etkilenmenin olduğu bildirilirken, diğerleri aksini söyler. Otonomik bozukluğun primer olarak otonomik liflerin harabiyetine mi bağlı olduğu yoksa kompleks bölgesel ağrı sendromu (KBAS) Tip I’de olduğu gibi duyusal liflerin harabiyetine cevap olarak mı ortaya çıktığı araştırılmış bir konu değildir. Bu çalışmanın amacı; otonomik etkilenmenin primer mi yoksa sekonder mi olduğunu araştırmaktır. YÖNTEM: Çalışmaya EMG laboratuvarımıza KTS ön tanısıyla gönderilen, anamnezle ve nörolojik muayeneyle KTS tanısı konan 29 hastanın 42 semptomatik kolu alındı. Kontrol grubu olarak da EMG laboratuvarına lomber disk hernisi ön tanısıyla gönderilen, üst ekstremiteyle ilgili şikayeti olmayan hastalar ve nöroloji kliniğinde çalışan sağlıklı gönüllüler alındı. Tüm olgular elektrofizyolojik çalışma öncesi 15 dakika süresince 22- 24 º C sıcaklıktaki bir odada tutuldular. Ardından enfraruj sıcaklık ölçer ile ekstremite sıcaklıkları ölçüldü, ihtiyaç duyuldukça bir enfraruj ısıtıcı kullanılarak çalışma boyunca ekstremite sıcaklığı en az 32 º C ´de tutuldu. Ardından enfraruj sıcaklık ölçer (Exergen Dermatemp Infrared Temperature Scanner®) ile her iki elin 2. parmağının distal falanksı (DF2) ve metakarpofalangeal eklemi (MKF2) üzerinden ve 5. parmağın distal falanksı (DF 5) ve metakarpofalangeal eklemi (MKF 5) üzerinden sıcaklık ölçümleri yapıldı. Sempatik deri yanıtı (SSR) testinden elde edilen potansiyellerin amplitüd ve latansları kaydedildi. KTS elektrofizyolojik olarak üç gruba ayrıldı. Grup I hafif KTS median motor latans <4.4 msn ve median duyusal hız >44 m/s, grup II orta KTS median motor latans 4.4-5.5 ms ve/veya median duyusal hız 44-40 m/s olanlar ve grup III ağır KTS median motor latans ˃5.5 msn ve/veya median duyusal hız ˂40 m/s olanlar idi. Bulgular: Yirmi üç sağlıklı gönüllünün 46 kolunda, 29 KTS hastasının 42 semptomatik kolunda elin median ve ulnar taraflarında sıcaklık ölçümü ve SSR potansiyellerinin latans ve amplitüdleri ile KTS’de otonomik tutulum değerlendirilmiştir. Hem KTS’li elin median ve ulnar innervasyonlu tarafı, hem de unilateral KTS’li hastaların sağlam elleri ile KTS’li elleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Ağır KTS’si olan hastalarda DF2’den kaydedilen sıcaklık kontrol ve hafif KTS grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0.015, p=0.042). Ayrıca tek taraflı orta veya ağır KTS’li hastalarda el sıcaklık değerlerinin sağlam tarafa göre daha yüksektir ama istatistiksel olarak anlamlı değildir. SONUÇ: Kalıcı elektrofizyolojik değişikliğe yol açacak şiddetteki kompresyonun A delta ve C liflerinde meydana getirdiği iritasyonun belli bir yoğunluğa ulaşması durumunda refleks bir sempatik cevabın ortaya çıktığı speküle edilebilir. Hem median hem de ulnar duyusal alanların sıcaklık değişiminin tutarlı olarak hep aynı yönde değişmesi bu hipotezi güçlendirmektedir. Tablo 1. KTS hastalarının ve kontrol grubunun sıcaklık ölçüm KTS, n=46 Hafif KTS, n=28 Orta KTS, n=9 Ağır KTS, n=5 Tüm KTS, n=42 DF2 32.6±1.7 31.5±2.3 32.0±3.5 34.1±0.4 31.9±2.6 MKF2 33.0±1.7 31.8±2.4 32.7±1.9 34.1±0.8 32.3±2.2 DF5 32.3±2.1 31.0±2.5 31.6±3.2 32.9±1.0 31.3±2.5 MKF5 32.8±1.9 31.7±2.6 32.6±2.1 34.0±0.5 32.2±2.5 DF; distal falanks, MKF; metakarpofalangeal eklem Tablo 2. KTS hastalarının ve kontrol grubunun SSR değerleri Kontrol, n=46 Hafif KTS, n=28 Orta KTS, n=9 Ağır KTS, n=5 Tüm KTS, n=42 Median sinir SSR latans, ms ±SD 1.7±6.5 1.6±2.1 1.4±3.1 1.5±1.2 1.5±2.4 SSR amplitude, mV±SD 1.2±0.9 1.4±1.3 2.2±2.0 1.8±0.6 1.6±1.4 Ulnar sinir SSR latans, ms ±SD 1.7±6.9 1.6±1.9 1.4±3.4 1.5±1.4 1.6±2.4 SSR amplitude, mV±SD 1.2±1.1 1.3±1.0 2.4±2.4 1.5±0.6 1.6±1.4 SSR:Sempatik deri yanıtı; SD: Standart deviasyon 31 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-02 Multifokal Edinsel Demiyelinizan Duysal ve Motor Nöropatide (MADSAM) Klinik, Elektrofizyolojik Bulgular ve Tedaviye Yanıt Aysun Soysal, Belgin Mutluay, Ayhan Köksal, Mesude Özerden, Fikret Aysal Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Istanbul AMAÇ: Multifokal edinsel demiyelinizan duysal ve motor nöropati (MADSAM) ilk kez 1982’de Lewis-Sumner tarafından tanımlanan kronik infalamatuvar demiyelinizan polinöropatilerin atipik bir formudur. Bu çalışmada kliniğimizde MADSAM tanısı konan olguların klinik ve elektrofizyolojik bulguları ile tedaviye yanıtlarının gözden geçirilip tedavi seçimini veya tedaviye yanıtı etkileyecek bir parametre olup olmadığının araştırılması planlanmıştır. YÖNTEM: 2003-2010 yılları arasında nöromuskuler hastalıklar polikliniğimizde izlenip MADSAM tanısı konan 9 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. SONUÇLAR: Hastaların 7’si kadın 2’si erkek olup yaş ortalaması 42.1±12.5’du ( 26-63). 8 hastanın 5’inde BOS’da protein artışı saptandı. 4 hastada rutin motor ve duysal ileti incelemeleri multifokal motor nöropati ile uyumlu olup mikst sinir ileti(MSİ) incelemelerinde etkilenen segmentlerde duysal ileti bloğu (İB) saptandı. 2 hastada radial sinirde asimetrik etkilenme olup median ve ulnar sinirlerin erbden uyarımı ile İB gösterilebildi. 1 hastada asimetrik ileti bloğu ile birlikte rutin duysal ileti incelemelerinde duysal etkilenme bulundu. 1 hasta iki yanlı L2-S2 ön kök/ön boynuz tutulumu ile ALS tanısı ile başvurdu. 1 yıl sonra spontan kısmi düzelme tanımlayan hastanın tekrarlanan EMG’sinde duysal liflerinde etkilendiği gözlendi. Başka bir merkezce tanı konan bir hastada ise İB saptanmadı, bunun hastanın aldığı steroid tedavisi ile ilişkili olabileceği düşünüldü. Yakınmalar hastaların 6’sında üst, 3’ünde alt ekstremiteden uyuşma şeklinde başlamıştı. MSİ incelemeleri ile MADSAM tanısı konan 2 hasta prednizolonla (PRD) tam düzelirken, biri PRD+azatiyopürinle (AZT) kısmi düzeldi, diğeri lenfoma nüksü nedeni ile kaybedildi. Erb uyarımı ile İB saptanan hastaların biri PRD’a yanıt vermeyip İVİG’le ileri düzelirken diğeri PRD+AZT’e yanıt vermedi. Ancak kontrollere gelmediğinden IVIG denenemedi. Ön boynuz tutulumu gibi başlayan hasta PRD+AZT’e yanıt vermezken IVIG komplikasyonlarıyla kaybedildiğinden IVIG’e yanıt değerlendirilmedi. Diğer iki hasta ise PRD ve AZT’e yanıt vermeyip 2 haftada bir IVIG’le kısmi düzelme gösterdi. SONUÇLAR: Bulgularımız; *Motor sinirlerde İB saptanıp MMN tanısı konan hastalarda mikst sinir ileti incelemelerinin; *Üst ekstremitelerde tek bir sinirde İB saptananlarda erb uyarımının da incelemeye eklenmesinin MADSAM tanısı koymaya yardımcı olabileceği *Tanı konan hastalarda tedavi seçimi için yol gösterecek bir parametre olmadığı *Tedaviye PRD’la başlayıp yanıt alınmayan hastalarda IVIG denenmesinin uygun olduğu düşünülmüştür. S-03 Yüz Nakli Olgularında Duygu İfadelerinin Elektrofizyolojik Olarak Değerlendirilmesi Hilmi Uysal1, Çağdaş Topçu2, Özlenen Özkan3, Ömer Özkan3, Ebru Barçın1, Arzu Akgül2, Merve Bedeloğlu2, Ela Naz Döğer2 Refik Sever4, Övünç Polat4, Ömer Halil Çolak4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Elektrik-Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı, Antalya 3 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı, Antalya 4 Akdeniz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, Antalya 1 2 Tam yüz nakli yapılan hasta sayısı ilk kez yapıldığı 2010 den bugüne kadar Dünyada 11 hastaya ulaşmıştır. Hastaların nakledilen yüzlerinin motor ve duysal innervasyonları genellikle en geç 9 ay içinde tamamlandığı literatürde belirtilmektedir. Bunlardan üçünü klinik ve elektrofizyolojik olarak değerlendirme olanağımız oldu ve benzer gelişimi gözlemledik. Ancak daha önceki deneyimlerde belirtilmeyen yüz mimikleriyle duyguların ifadesinde sorun olduğunu klinik olarak gözlemledik. Bu çalışmada yüz nakli yapılanlarda yüzdeki duygusal mimiklerin normal olgulardan farklılıklarının elektrofizyolojik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yüz nakli yapılan 3 olgu (19, 27, 34 yaşlarında)ve 10 sağlıklı bireyden fasial yüzeyel EMG kayıtları yapılmıştır. Üst, orta ve alt yüz bölgesi biçiminde dağılan 14 bipolar elektrotlarla sözel ve görsel olarak tanımlanan duygusal ifadeler kaydedilmiştir. Deneylerde kızgınlık, korkma, mutluluk, nefret, şaşırma ve üzülme olmak üzere altı temel duygusal yüz hareketi yaptırılmıştır. Her hareket için toplan 20 saniyelik yüzey EMG kaydı alınmıştır. Ölçümlerde PowerLab 35/16 EMG kayıt cihazı kullanılmıştır. “Kızma” yüz ifadesinde sağlıklı bireyler yüzün üst bölgesinde en yüksek enerji değerine sahip olmakla birlikte 250 Hz bandına kadar alt, orta ve üst yüz bölgelerinde hareketlilik gözlenmiştir. Yüz nakli yapılan iki olguda daha ağırlıklı olarak yüz alt bölgesinde aktivite gözlenmiştir. “Korkma” yüz ifadesinde sağlıklı bireylerde alt yüz en aktif olacak şekilde alt ve üst yüz bölgelerinde 250 Hz. bandına kadar hareketlilik bulunmaktadır. Yüz nakil olgularında ise benzer dağılım olmasına rağmen genlikleri açısından farklılıklar bulunmaktadır. “Mutluluk” yüz ifadesinde sağlıklı bireylerde yüzün üç bölgesinde 250 Hz. bandına kadar hareketlilik olmakla birlikte alt ve orta bölgelerde enerji değeri daha büyük çıkmıştır. Yüz nakilleri olgularında ise alt yüz bölgesi belirgin bir aktivite ve genlik farklılıkları saptanmıştır. “Nefret” yüz ifadesinde normal olgularda alt yüz bölgesi en yüksek enerji değerine sahiptir ve 250 Hz. bandına kadar üç bölgede enerji değeri gözlenmiştir. Yüz nakilleri olgularında ise bir olgu hariç yine alt yüz bölgesi ağırlıklı bir aktivite ve değişik genlik dağılımları gözlenmiştir. “Şaşırma” yüz ifadesinde normal bireylerde en yüksek enerji değeri alt yüz bölgesinde gözlenmekle birlikte 250 Hz.’ kadar üç bölgede enerji bulunmaktadır. Yüz nakli yapılan olgulardan birisinde üst yüz bölgesinde aktivite gözlenirken diğer iki olguda alt yüz bölgelerinde değişik genliklerde aktivite saptanmıştır. “Üzülme” yüz ifadesinde ise sağlıklı bireylerde alt yüz bölgesinin enerji değeri daha yüksek olmak üzere alt ve üst bölgelerde 250 Hz. bandına kadar aktivite görülmüştür. Yüz nakli yapılan olgulardan ikisinde üst yüz bölgesinde belirgin aktivite saptanırken bir olguda alt yüz bölgesinde belirgin aktivite saptanmıştır. Bu bulgular yüz nakli yapılan olguların yüz mimik kaslarının innervasyonu gerçekleşmesine rağmen duyguların ifadesinde normal olgulardan farklılıklar olduğunu göstermektedir. * Çalışma 113E182 nolu TÜBİTAK projesiyle desteklenmektedir. 32 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-04 Myasthenia Gravis Hastalarının Elektrofizyolojik İncelemelerine Retrospektif Bir Bakış Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Hacer Durmuş, Mehmet Barış Baslo, Feza Deymeer İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul AMAÇ: Bu çalışmada; klinik olarak kesin Myasthenia Gravis (MG) tanısı konulmuş hastalarda, bu hastalığın elektrofizyolojik tanı yöntemlerinden olan ardışık sinir uyarım testi (ASU) ve tek lif elektromiyografi (EMG) testlerinin tanısal değerlerinin saptanması amaçlanmıştır. YÖNTEM: 2009-2014 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöromüsküler polikliniğinden takipli olan 404 hastadan EMG laboratuvarına tanısal tetkik amacıyla gönderilenlerinin kayıtları retrospektif olarak incelendi. ASU testinde 1. ve 4. motor cevap amplitüdleri arasında %10 üzeri amplitüd düşmesi izlendiğinde inceleme tanısal pozitif olarak değerlendirildi. Tek lif EMG incelemelerinde, istemli kası sırasında 25-37 mmlik konsantrik iğne elektrot kullanılarak ve alt frekans filtresi 2kHz ayarı ile kaydedilen tek lif benzeri potansiyel çiftleri incelendi. Jitter, ardışık farkların ortalaması olarak hesaplandı. Bireysel jitter yükseklik (≥55μs) oranı %10 üzeri olduğunda veya ortalama jitter değerinin 36 μs ve üzeri olduğunda, inceleme tanısal pozitif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Toplam 47 hastanın en az bir kasında ASU testi yapılmıştı. ASU testi yapılan hastaların 24’ünde (%51,1) en az bir kas için tanısal test pozitifti. ASU testi negatif olan 23 hastanın 14’üne tek lif EMG yapılmıştı ve hepsinin tek lif EMG inelemeleri tanısal olarak pozitifti. Bu süre içerisinde toplam 136 hastaya tek lif EMG incelemesi yapılmıştı ve 110 hastada (%80,9) inceleme tanısal olarak pozitifti. Tek lif EMG incelemesi tanısal olarak negatif olan hastaların (26 hasta, %19,1) 15’inde (%57,7) ölçülen bireysel jitter değerlerinin en az biri 55 μs veya üzerindeydi ancak bu hastalarda patolojik jitter oranı %10 ve altında olduğundan test tanısal olarak pozitif kabul edilmemişti. Tek lif EMG incelemesi tanısal olarak negatif olan 26 MG hastasının 24’ünün jitter değerlerine sayısal olarak ulaşılabildi. Bu 24 hastanın 18’inin ölçülen bireysel jitter değerlerinin en az biri 46 μs veya üzerindeydi. SONUÇ: ASU testi tanısal olarak negatif olan hastalarda tek lif EMG incelemesi yapılmalıdır. Tek lif EMG incelemesinde konsantrik iğne için 46 μsnin üzerindeki jitter değerleri patolojik kabul edilirse bir veya daha fazla sayıda yüksek jitter gösterip incelemesi MG lehine kabul edilecek hastaların oranı bizim serimiz için %94’e ulaşmaktadır (136 hastanın 128’i). S-05 Myasthenia Gravis Hastalarında Konsantrik İğne İçin Farklı Alt Frekans Filtresi Değerlerinde Hesaplanan Jitterler Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Hacer Durmuş, Mehmet Barış Baslo, Feza Deymeer İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Bu çalışmada Myasthenia Gravis (MG) hastalarında konsantrik iğne elektrot (CNE) ile perioküler ve taraf kaslarından alt frekans filtresi (AFF) 1 ve 2 kHz iken kaydedilen tek lif benzeri potansiyel çiftlerinin gösterdiği jitter değerlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Temmuz 2014-Şubat 2015 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Istanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöromüsküler Hastalıklar polikliniğine başvuran ve yeni tanılı MG hastaları çalışmaya dahil edildi. Hastalar klinik olarak ‘MG Composite’ skoru ile değerlendirildi. Trapez, nazalis, orbikülaris oküli (OOC) ve addüktör digiti minimi (ADM) kaslarından istirahat ve egzersiz sonrası 4. dakikaya kadar birer dakika arayla ardışık sinir uyarım (ASU) testi yapıldı. ASU testinde 1. ve 4. motor cevap amplitüdleri arasında %10 üzeri amplitüd düşmesi izlendiğinde inceleme tanısal pozitif olarak değerlendirildi. İstemli kası sırasında CNE kullanılarak (25 mm, 30 G) ekstansör digitorum kommunis (EDC) ve frontal kaslardan 1 ve 2 kHz AFF ayarlarında 20’şer adet tek lif benzeri potansiyel çifti kaydedildi. Ardışık farkların ortalaması (MCD) değeri jitter olarak kabul edildi ve her bir hastanın incelenen her bir kası için farklı AFF değerlerinde verdiği anormal yüksek jitter sayıları ile bu kaslardaki ortalama jitter değerleri hesaplandı. BULGULAR: Çalışmaya 17 MG hastası dahil edildi (yaş ortalaması 47,4±17,9). Hastalık başlangıç süresi ortalama 4,8±3,3 aydı (112). İnceleme sırasında ‘MG Composite’ skorları ortalama 7,5±8,1’di (3-32). 12 hastanın en az bir kasında ASU testi tanısal olarak pozitifti. ASU testi tanısal olarak negatif olan 5 hastanın 4’ünde (%80) tek lif EMG incelemesi en az bir kasta tanısal olarak pozitifti. EDC kasından kaydedilen ortalama MCD değerleri, 1 ve 2 kHz AFF için sırasıyla 50.5±34.9 μs ve 52.7±42.4 μs idi (p≥0.05). Frontalis kasından kaydedilen ortalama MCD değerleri, 1 ve 2 kHz AFF için sırasıyla 83.9±81.1 μs ve 84.1±72.3 μs (p≥0.05) bulundu. AFF 1 kHz için EDC ve frontalis kaslarından kaydedilen anormal jitter oranı, sırasıyla %47.1 ve %57.1 iken, AFF 2 kHz için %42.6 ve %61.5’di (p≥0.05). SONUÇ: MG hastalarında, perioküler ve taraf kaslarından CNE kullanılarak kaydedilen ortalama MCD değerleri ve anormal jitter oranı farklı AFF ayarı ile değişmemektedir. 33 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-06 Subklinik Reinnervasyonun Perioküler Kaslardaki Bulgusu: Diyabetik Polinöropatide “Yüksek Jitter” Leyla Baysal Kıraç, Elif Kocasoy Orhan, Mehmet Barış Baslo İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji, İstanbul AMAÇ: Tek lif EMG’de elde edilen yüksek jitter değerleri denervasyon ve reinnervasyona yol açan birçok durumda izlenebilir. Sık bir hastalık olan diyabetes mellitus (DM) bu durumlardan birisidir. Bu çalışmada diyabetik nöropatisi olan hastaların perioküler kaslarında nöromüsküler kavşak işlevlerinin ne düzeyde etkilenebileceğinin saptanması amaçlanmıştır. Böylelikle, diyabetik olan ve miyasteni şüphesi ile jitter ölçümü yapılan hastalarda, sağlıklı popülasyon için önerilenden farklı normal değerlere ihtiyaç olup olmadığı ortaya konacaktır. YÖNTEM: Çalışmaya orta ve ağır düzeyde (en az 3 sinirin iletiminde anormallik saptanan) diyabetik polinöropatisi olan hastalar dahil edilmiştir. Periferik yüz felci ya da nöromüsküler hastalık öyküsü olan ve polinöropatiye yok açabilecek üremi, neoplazi, alkolizm gibi diğer nedenlerin bulunduğu hastalar dışlanmıştır. Diyabetik nöropatisi olan hastalarda istemli kası sırasında m. Frontalis’ten 25 mm konsantrik iğne EMG ile (alt frekans filtresi, 1 kHz) “jitter analizi” yapılmış ve aynı kaslarda “pik sayısı” hesaplanmıştır. BULGULAR: Çalışmaya tip 2 DM tanılı 10 hasta (5 K, 5 E, yaş ortalaması 56 ± 8 (43-68), ortalama hastalık süresi 18± 6.9 (10-30)) dahil edildi. Bireysel jitter ortalaması 33,8 ± 33,7μs (8-226) , ortalama jitter ise 30,7 ± 16,1 μs (17.9-69,8) idi. Ortalama pik sayısı ise 2,0 ± 0,4 (1,4-2,8) idi. Hastaların dördünde hiç yüksek jitter (> 55 μs) saptanmazken, 2 hastada yüksek jitter oranı %10’dan az, 4 hastada ise % 10’dan fazlaydı. SONUÇ: Orta ve ağır düzeyde diyabetik nöropatisi olan hastalarda yüz kasları denervasyon – reinnervasyon sürecinde etkilenebilir. Bu nedenle diyabetik hastalarda, eşlik eden olası nöromüsküler kavşak hastalıklarının jitter analizi ile tanısında, sağlıklı popülasyon için önerilenden farklı üst-limit değerlerine ihtiyaç vardır. S-07 Sıçanlarda, Streptozotosin İle Oluşturulan Diyabetik Nöropati Modelinde, Trimetazidinin Olası Nöroprotektif Etkilerinin Araştırılması Betül Çevik1, Serkan Gürgül2, Bilge Piri Çınar3, Türker Çavuşoğlu4, Ayfer Meral5, Yiğit Uyanıkgil4, Oytun Erbaş6 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Tokat 3 Giresun Prof. Dr. A. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Giresun 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, İzmir 5 Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Kütahya 6 İstanbul Bilim Üniversitesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 AMAÇ: Trimetazidin antiiskemik, antiinflamatuar, antioksidan, hücre içi iyon dengesi ve glukoz kullanımını düzenleyici özellikleri bilinen sitoprotektif bir ajandır. Diyabetik periferal nöropati (DPN), diyabetin sık görülen ve yaşam kalitesini oldukça düşüren komplikasyonlarından biridir, kan glikoz düzeyinin regülasyonu dışında halen onaylanmış bir tedavisi yoktur. Bu nedenlerle, sıçanlarda, streptozotosin ile oluşturulan DPN modelinde, trimetazidinin olası nöroprotektif etkilerini araştırmayı amaçladık. YÖNTEM: Sprague Dawley cinsi 21 sıçandan iki grup oluşturuldu; kontrol grubu (n=7), diyabetik grup (n=14, 60 mg/kg, i.p., tek doz streptozotosin enjeksiyonu). Streptozotosin enjeksiyonundan 24 saat sonra, kan glukozu 250 mg/dl ve üzeri olan sıçanlar diyabetik kabul edildi ve ikiye ayrıldı: diyabet+salin grubu (n=7), 4 hafta süreyle 1 mg/kg/gün, i.p. izotonik salin tedavisi alırken; diyabet+trimetazidin grubu (n=7), 4 hafta süreyle 20 mg/kg/gün, i.p. trimetazidin tedavisi aldı. Dört haftalık tedavi periyodunun sonunda tüm sıçanlara motor fonksiyon testi (MFT) ve sağ siyatik sinir elektromyografi (EMG) incelemesi yapıldıktan sonra ötenazi uygulandı. Kan örneklerinde pentaxin-3, malondialdehit (MDA) ve glutatyon düzeyleri incelendi ve siyatik sinir histolojik kesitlerinde perinöral kalınlık (hematoksilen-eozin boyamasıyla) ve Schwan hücrelerinde sinir büyüme faktörü (Nerve growth factor= NGF) immünekspresyonu incelendi. BULGULAR: MFT’de eğimli düzeyde saptanan tırmanma açısı diyabet+salin grubunda kontrol grubuna göre düşükken (p<0,000), diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığında tırmanma açısının arttığı (p<0,01) izlendi. EMG incelemesinde, diyabet+salin grubunda, kontrol grubu ile kıyaslandığında birleşik kas aksiyon potansiyeli (compound muscle action potential-CMAP) amplitüdünün daha küçük (p<0,000) ve CMAP süresi ve distal latansın daha uzun (sırasıyla, p<0,001 ve p<0,000) olduğu görüldü. Diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığında CMAP amplitüdünün daha yüksek (p<0,01) ve CMAP süresi ve distal latansın daha kısa (sırasıyla, p<0,01 ve p<0,000) olduğu görüldü. Histolojik incelemelerde diyabet+salin grubunda, kontrol grubu ile kıyaslandığında perinöral fibrozis oranı artarken (p<0,001), NGF immünekspresyon yüzdesinin düştüğü (p<0,000); diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuyla kıyaslandığındaysa perinöral fibrozis oranı daha düşük (p<0,000), NGF immünekspresyon yüzdesi daha yüksek (p<0,000) saptandı. Diyabet+salin grubunda kontrol grubuna göre serum pentaxin-3 ve MDA seviyelerinin daha yüksek (sırasıyla, p<0,001 ve p<0,001), glutatyon düzeyinin daha düşük olduğu (p<0,000), diyabet+trimetazidin grubunda diyabet+salin grubuna göre serum pentaxin-3 ve MDA seviyelerinin azaldığı (sırasıyla, p<0,01 ve p<0,01) ve glutatyon 34 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ düzeyinin arttığı (p<0,01) izlendi. Ayrıca çalışmanın sonunda diyabet+trimetazidin ve diyabet+salin gruplarının kan glukoz düzeyleri arasında fark saptanmadı (p>0,05). SONUÇ: Trimetazidin, bu çalışmada, oksidatif stres ve inflamasyonu azaltarak ve NGF düzeylerini artırarak, deneysel diyabetik sıçanlarda DPN’ye karşı koruyucu etki göstermiştir. Trimetazidin DPN tedavisinde olası rolünü saptamak için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. S-08 Pudendal Sinir Değerlendirmesinde Yeni Bir Elektrofizyolojik Yöntem: Pudendal Sep Yanıtlarının Pozisyona Bağlı Değişimi Burcu Örmeci1, Egemen Avcı2, Çiğdem Kaspar3, Özlem Eranıl Terim1, Tibet Erdoğru2, Emre Öge4 Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji, İstanbul Ataşehir Memorial Hastanesi, Üroloji, İstanbul 3 Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Pudendal sinirin tuzak nöropatisi (PTN) her iki cinsiyette görülebilen kronik ve özürleyici perineal ağrının sık görülen nedenlerinden biridir. PTN tanısı, tipik öyküye dayanılarak konulur ve tanıyı desteklemek için nörofizyolojik testler kullanılabilir. SEP çalışması non-invaziv, kolay uygulanabilen ve oturmaya müsait bir yöntem olması nedeni ile önemlidir. Yakınmaların oturma ile artıyor olması nedeni ile rutinde yatarak yapılan pudendal SEP çalışmalarının klinik tanıya üstünlüğü ve tuzak nöropatiyi doğru saptamadaki başarısı yetersizdir. Biz çalışmamızda, sağlıklı ve pudendal nöralji tanısı almış olan olgularda oturur pozisyonda SEP yanıtlarının pozisyona bağlı değişimlerini incelemeyi ve böylece pudendal tuzak nöropati tanısını daha özgül bir şekilde saptamayı amaçladık. Çalışmaya 16 sağlıklı olgu (5 kadın) ve 49 pudendal nöralji olgusu (29 kadın) alındı. Her olguda önce rutin supin pozisyonda sağ ve sol taraflar ayrı ayrı uyarılarak 3 seri SEP yanıtı kayıtlandı. Daha sonra olgular, kalça ve dizler 90 derece fleksiyonda, kollarından destek almadan ve ayakları yere değmeyecek şekilde oturtuldu. Seri SEP kayıtları alınmaya devam edildi. Oturma süresi sağlıklı olgularda 20 dakika, hasta grubunda ise dayanabildikleri kadar olarak belirlendi. Daha sonra hastalar tekrar supin pozisyonunda yatırıldı ve 4 seri yanıt daha kaydedildi. Sep yanıtlarında amplitüd ve T değerleri ilk supin pozisyon için (A0 ve T0), oturur pozisyonun başı için (A1 ve T1), oturur pozisyonun sonu için (A2 ve T2) ve son supin pozisyon için (A3 ve T3) olarak isimlendirildi ve istatistiksel olarak değerlendirildi. Kontrol grubunda tüm olgulardan SEP yanıtları elde edilebildi. Hasta grubunda 7 olguda bilateral, 9 olguda ise unilateral olarak SEP yanıtı elde edilemedi. SEP yanıtlarında sağlıklı ve hasta tüm olgularda oturur pozisyona geçmeyle bir miktar latans uzaması ve amplitüd düşüklüğü gözlendi, değişiklikler oturur pozisyonun sonunda daha da belirginleşti. İkinci yatar pozisyona geçme ile ise değişen latans ve amplitüd değerlerinde düzelme gözlendi. Gruplar birbirleri ile karşılaştırılarak sağlıklı ve hasta gruplarında amplitüd ve latans değişimlerinin cut-off değerleri belirlendi. Pozisyonel SEP incelemesinde en değerli parametre oturur pozisyonun sonunda elde edilen A2 değeri olarak saptandı. Sepmtomatik tarafta A2 değerinde yaklaşık %45 azalma veya A2 değerinin 1,5 μV’un altına düşmesi yüksek özgüllük ve duyarlılık ile PTN tanısını destekliyordu. Bu çalışmada tarif edilen dinamik pudendal SEP çalışmasının, rutinde sadece supin pozisyonunda ve orta hattan uyarım ile yapılan konvansiyonel SEP çalışmalarına göre PTN tanısını doğru saptamada çok daha değerli olduğu görüldü. Oturur pozisyonun sonunda ortaya çıkan SEP amplitüdünde belli oranın üstündeki azalma yüksek duyarlılıkta anormalliği ayırabiliyordu. Sonuç olarak dinamik pudendal SEP çalışması PTN tanısında güvenle kullanılabilecek bir tetkik olarak sunulmaya değer görülmüştür. S-09 İğneyi Tendona Kaydırmak Motor Ünite Potansiyelinin Özniteliklerinde Anlamlı Değişikliğe Yol Açar mı? Elif Kocasoy Orhan, Hava Özlem Dede, Görkem Şirin, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo İstanbul Tıp, Nöroloji, İstanbul AMAÇ: Motor ünite potansiyeli (MÜP) rutinde kavşak yakınından kaydedilir. İğnenin kayıt sahası içerisinde kalan aynı motor üniteye ait kas lifleri üzerinde oluşmuş aksiyon potansiyellerinin sumasyonu o nokta için MÜP’ni belirler. MÜP’ne katılan kas lifi aksiyon potansiyellerinin zaman eksenindeki senkronizasyonu MÜP’nin genliği ve süresi üzerine etkilidir. Kas lifi potansiyelleri arasındaki senkronizasyon potansiyelin kas lifleri üzerinde iletim hızına ve lifler arası ileti hızı farkına bağlıdır. Bu çalışmada iğneyi tendon yakınına taşımak ile kas lifi potansiyelleri arasındaki senkronizasyonunun hastalık modelleri için nasıl değiştiği; bir anlamda MÜP’nin özniteliklerinde anlamlı değişiklik olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Sağlıklı gönüllülerden, nörojen ve miyojen tutulumu olan hastalardan konsantrik iğne elektrot kullanarak kavşak hizası ve tendon yakını olacak şekilde farklı insersiyon noktaları kullanarak hafif-orta derece kası sırasında MÜP kaydedilmiş; bu potansiyellerin genlik ve süresi hesaplanmıştır. BULGULAR: Kavşak hizasından kayıtlamada elde edilen MÜP ortalama süresi sağlıklı gönüllülerde 5,95 (2,8- 10,2) ± 1,9, miyojen tutulumlu hasta grubunda 4,94 ( 1-27) ± 2,65, nörojen tutulumlu hasta grubunda 8,52 (1,6 – 18,7) ± 2,85 iken tendona yakın kayıtlamada sağlıklı gönüllülerde 6,9 (2,6- 12,8) ± 2,6, miyojen tutulumlu grupta 4,35 (1,4-9,2) ± 1,7, nörojen tutulumlu grupta 11,2 (4,1-41,2) ± 5,56 olarak kaydedilmiştir. Kavşak hizasından kayıtlamada elde edilen MÜP amplitüdleri sağlıklı gönüllülerde 410 (10935 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 987) ± 231, miyojen tutulumlu hasta grubunda 508 ( 4-2381) ± 366, nörojen tutulumlu hasta grubunda 1169 (172-11046) ± 1702 iken tendona yakın kayıtlamada sağlıklı gönüllülerde 468 (111- 1169) ± 220, miyojen tutulumlu grupta 421 (14-1942) ± 286, nörojen tutulumlu grupta 1032 (97-5916) ± 777 olarak kaydedilmiştir. SONUÇ: Nörojen ve miyojen tutulum için MÜP amplitüdlerinin iğneyi tendona taşımakla ufaldığı saptanmıştır. MÜP süresi ise iğnenin tendona taşınması ile miyojen grupta çok değişmemiş nörojen grupta ise uzamıştır. S-10 Tendon Yakını Kayıtlama Jitter ve Pik Sayısı Değerlerini Etkiler mi? Hava Özlem Dede, Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: İstemli kası sırasında hesaplanan “jitter” aynı motor üniteye ait iki kas lifi potansiyeli arasındaki sürenin, motor ünitenin bir çakmasından diğerine ne kadar değiştiğini gösteren ve tanımlandığı üzere nöromüsküler kavşak yakınından kaydedilmek suretiyle hesaplanan bir parametredir. “Pik sayısı” ise, lif yoğunluğu parametresinin bir benzeridir ve iğnenin görüş alanı içerisinde kalan, aynı motor üniteye ait kas liflerinin sayısını temsil etmektedir. Bu çalışmada, kas lifi iletiminin lifler arasında gösterdiği farkı yansıtmak üzere, jitter ve pik sayısı değerlerinin tendon yakınından kayıtlanarak hesaplanması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Sağlıklı gönüllüler ile nörojen ve miyojen tutulum olan hastaların biseps kasından istemli kası sırasında konsantrik iğne elektrot kullanılarak (25 mm, 30 G) jitter ve pik sayıları hesaplanmıştır (alt kesim filtre 1 kHz). Kayıtlamalar hem nöromüsküler kavşak hizasından, hem de tendon yakınından 3’er farklı giriş noktası üzerinden yapılmıştır. BULGULAR: Kavşakta ortalama jitter değerleri sağlıklı gönüllülerde 20,7 (9,9- 20,7) ± 9,2, miyojen tutulumu olanlarda 31,8 (6-150) ± 27,7 ve nörojen tutulumu olanlarda 48,8 (8,5- 198) ± 36,2 ; tendon yakınında sağlıklı gönüllülerde 23,6 (10,5- 45,2) ± 9,3, miyojen tutulumu olanlarda 28,8 (7,8- 176) ± 20,5, nörojen tutulumu olanlarda 45,1 (11,3-179) ± 29,2 olarak bulunmuştur. Pik sayıları da kavşakta sağlıklı gönüllü grubunda 1,8 (1-5) ± 0,9, miyojen tutulumlularda 2,1 (1-5) ± 0,9, nörojen tutulumlularda 3,7 (1-9) ± 1,4; tendon yakınında sağlıklı grubunda 1,75 (1-4) ± 0,9, miyojen grubunda 2,9 (1-6) ± 1,1, nörojen grubunda 4,3 (1-9) ± 1,8 olarak hesaplanmıştır. Patolojik jitter oranı (≥41 μs) kavşakta sağlıklı gönüllü, miyojen ve nörojen gruplarında sırasıyla %5 , %21 ve %47; tendon yakınında %5, %11 ve %38’dir. İki veya daha fazla sayıda pik gözlenen noktaların sayısı sağlıklı gönüllü, miyojen ve nörojen tutulum grupları için kavşakta: %58, %73 ve %93; tendon yakınında: %50, %91 ve %98’dir. SONUÇ: İğne elektrodu kavşak hizasından tendon yakınına taşımakla yüksek jitter oranı hastalık modelleri arasında belirgin değişiklik göstermemektedir. Ancak, pik sayısı miyojen grupta tendona yakın kayıtlamalar için daha yüksek değerler vermiştir. S-11 Tansında Üretral Sfnkter EMG’nin Altın Standart Olduğu 12 Olgu Eşliğinde Fowler’S Sendromu Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Şeyma Çiftçi, Nilgün Araç Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir GİRİŞ: Fowler’s Sendromu genç kadınlarda görülen izole idrar retansiyonunun nadir bir sebebidir. Yapılan ürodinami ve görüntüleme yöntemlerinde patoloji gözlenmeyen bu olgularda üretral sfinkter EMG de saptanan kompleks repetetif deşarj ve deselerasyon burstleri tanı koydurucudur. METOD: 2006-2014 yılları arasında idrar retansiyonu nedeniyle üroloji kliniğine başvuran,ürodinami, nörolojik muayene ve görüntüleme yöntemleri ile açıklayacak patoloji saptanmaması üzerine üretral sfinkter EMG ile değerlendirilerek Fowler’s Sendromu tanısı alan 12 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. SONUÇ: Biz bu çalışma ile nedeni saptanmayan izole üriner retansiyonlu özellikle genç kadın hastalarda, üretral sfinkter aşırı aktivitesinin akla getirilmesi gerektiğini vurgulamak , nadir görülen Fowler’s Sendromu tanısına ve üretral sfinkter EMG nin önemine dikkat çekmek istedik. 36 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-12 Kauda Ekuina Duysal İletim Zamanı Ayşen Süzen, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Aycan Oto, Fikret Bademkıran, Cumhur Ertekin Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir GİRİŞ: Lomber kökleri laminar düzeyde (epidural) elektrik uyarımlarıyla daha duyarlı ve kesin bir şekilde uyarmak mümkündür. Ertekin ve arkadaşları tarafından L1- L5 arası cauda equina motor iletim zamanını laminar elektrik uyarımı tekniği kullanılarak değerlendirilmiştir. Daha önce yapılmış çalışmalardan farklı olarak ilk kez bizim çalışmamızda cauda equina duysal iletim zamanını ölçülmüştür. METOD: Lomber görüntüleme, sinir iletim çalışması ve iğne EMG’leri normal olan, olurları alınan 20 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. L1 ve L5 seviyesinden proksimal laminer elektrik uyarımı yapıldi. Bilateral soleus kasından motor yanıt elde edilebilen en kuçuk uyarım şiddeti (eşik değer)saptandir. Daha sonra beldeki elektrodlar uyarım kanalından çıkartılarak kayıt kanalına yerleştirildi ve duysal programa geçildi. Posterior tibial sinir popliteadan yüzeyel bipolar elektrodlar ile uyartılarak gözle görülen çok hafif kas seyirmesi izlendikten sonra şiddeti bir miktar azaltıldı ve averajlama tekniği kullanılarak ortalama 200 uyarı verildi. L1 ve L5 seviyesinden elde edilen duysal yanıtlar arasındaki latans farkı kauda equina duysal iletim zamanı olarak değerlendirildi. BULGULAR: Cinsiyet dağılımı eşit sayıda olan hastalarımızın yaş ortalaması 32.5±9,7 (mean ±SD) , boy ortalaması ise 167 cm idi. Ortalama latans değerleri, L1: 10± 0,7ms (mean ±SD), L5: 8,5±0,6 ms (mean ±SD),ortalama amplitüd değerleri ise L1: 2,9±2,2 μV (mean ±SD) , L5: 3±2,1 μV (mean ±SD) olarak belirlendi. L1-L5 arası latans farkı yani cauda ekuina duysal iletim zamanı ise ortalama 1,9±0,4 ms (mean ±SD) olarak saptandı. SONUÇ: Daha önce tanımlanmış olan ve değişik klinik gruplarında proksimal tutuluşu göstermesi nedeniyle özellikte erken dönemde tanı değeri taşıyan kauda ekuina motor iletim zamanı bilinen bir yöntemdir. Kauda ekuina duysal iletim zamanı ise ilk kez bu çalışma ile tanımlanmıştır. Bununla birlikte bu yöntemin daha geniş hasta gruplarında ve diğer elektrofizyolojik yöntemler de kullanılarak yapılması, yöntemin duyarlılığının ve özgüllüğünün saptanması gerekmektedir. S-13 Spazmodik Disfonide Botulinum Toksin Uygulamaları: Elektromiyografi Laboratuvarımızın Deneyimi Tougrul Mestanzade1, Asım Kaytaz2, Nurten Uzun2, Feray Karaali-Savrun1, Ayşegül Gündüz1, Meral E. Kızıltan1 1 2 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kulak-Burun-Boğaz Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Spazmodik disfoni, vokal kord kaslarındaki spazmlar nedeniyle konuşmanın tipik özellikler gösterdiği edinsel fokal distoni tipidir. Tek başına, diğer distonilerin bir parçası olarak veya diğer hastalıklarla birlikte olabilir. Semptomları aylar-yıllar içinde giderek artar, 40’lı yaşlardan sonra ve kadınlarda sıktır, ses tremoru ile birlikte görülebilir, stres bulguları arttırır, bulgular gülme, boğaz temizleme, öksürme ve fısıltı ile ya da mırıltılı konuşma sırasında kaybolur. Amacımız kliniğimizde takip edilen spazmodik disfoni tanılı hastaların klinik özelliklerini, botulinum toksin uygulama yöntemlerini ve tedavi etkinliğini incelemektir. HASTALAR ve YÖNTEM: Kliniğimizde takipli tüm distoni hastalarının kayıtları arasından izole ya da kompleks spazmodik disfonisi bulunan hastalar ayrılmış, bu hastaların yaş, cinsiyet, meslek, hastalık başlangıç yaşı, tedaviye kadar geçen süre, botulinum toksinin etkinliği ve etkinlik süresi, uygulanan botulinum toksin tipi, tedavi komplikasyonları, eşlik eden diğer hareket bozuklukları veya diğer tıbbi hastalıklar, aile öyküsü ve kraniyal görüntüleme bulgularının dökümü yapılmıştır. SONUÇ: Toplam 28 hasta tespit edildi. Cinsiyet dağılımı, 15 kadın ve 13 erkek idi. Hastalık başlangıç yaşı 17 ile 58 yıl arasında idi. Hastalığın başlamasından ilk enjeksiyona kadar geçen ortalama süre 3 yıl idi, enjeksiyonlar 3 ile 12 ay arasında tekrarlanmakta idi. Toksin uygulaması, tüm hastalarda iki yanlı yapılmıştı. Dozlar 3-7,5 ünite arasındaydı (ortalama doz: 4,5 ünite). Hastaların %70’inde belirgin, % 15’inde kısmi fayda izlendi. Beş hastada (%17,8) servikal distoni ve 1 hastada (%3,6) sağ ön kol ve sol bacakta fokal distoniler eşlik ediyordu. Yan etkiler 7 hastada (%25) geçici ses kısıklığı, 2 hastada (%7,2) yutma güçlüğü ve bunlardan 1’inde buna bağlı hafif düzey aspirasyondu, yan etkiler ortalama 2 hafta içinde gerilemişti. Yorum: Spazmodik disfoni, sıklıkla izole formda görülür. Botulinum toksin oldukça etkin bir tedavi yöntemidir. Yan etkileri, kısık veya boğuk ses, yutma güçlüğü olmakla birlikte yaklaşık 2 hafta sonunda hem yan etkiler azalır hem de sesin kalitesi düzelir. 37 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-14 Spontan Esneme ve Spontan Yutma İlişkileri: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması Nazlı Gamze Bülbül1, İrem Uludağ2, İrem Tiftikçioğlu2, Şehnaz Arıcı2, Nevin Gürgör1, Cumhur Ertekin3 İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji ve Klinik Nörofizyoloji Kliniği, İzmir İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İzmir 3 Ege Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 SPONTAN ESNEME VE SPONTAN YUTMA İLİŞKİLERİ: Poligrafi ve Tüm Gece Uyku Çalışması AMAÇ Esneme ve yutma fetal hayattan bu yana var olan ve oro-faringo-laringeal olarak benzer nöroanatomik yolları kullanarak oluşturulan, ardışık motor aktiviteleri içeren temel fizyolojik süreçlerdir. Esneme ve yutmanın beyin sapındaki santral jeneratör paternleri de içeren ilgili bölgelerce kontrol edildiği ve dolayısıyla spontan yutmanın spontan esneme ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bir hipotez olarak biz esneme sırasında spontan yutmalar olabileceği ve bunların benzeri beyin sapı bölgelerinde oluşabileceğini düşündük. Ve bu hipotezi test etmek amacıyla, esnemenin yüz, çiğneme ve submental kaslardaki temel özelliklerini, spontan yutma esnasında laringeal hareketleri ve solunumu kaydeden sensör yardımıyla değerlendirdik. YÖNTEM: Çalışmaya 15 sağlıklı normal kontrol vakası, Parkinson hastalığı (PD) olan 10 kişi ve beyin sapı inmesi (BSS) olan 10 kişi alındı. PD hastalarının dördü ve BSS hastalarının ikisi hariç diğer hastalarda, orofaringiyal yutma kriterlerine göre disfaji saptanmadı. Yirmi beş hasta (10 normal kontrol, 10 BSS ve 5 PD) bir saat süreli poligrafik kayıtlama yöntemiyle ve 10 hasta (5 kontrol, 5 PD) tüm gece uykusu sırasında kaydedildi. BULGULAR: Toplam 132 esneme gözlendi. Bunların 113’ü spontan yutma ile ilişkili idi ve rastlantısal kabul edilemeyecek kadar fazla olduğu görüldü. Esnemeler dört kategoride değerlendirildi: 1) Yutma ile ilişkisiz (n=19), 2) Esneme esnasında yutma (n=23), 3) Esneme sonunda yutma (n=67), 4) Esneme sonrası 2 saniye içinde olan yutma (n=23). Esneme ve yutmanın özellikleri ve süreleri kontrol grubunda ve hastalarda birbirine benziyordu. Sadece, BSS hastalarında esneme süresi uzamış tespit edildi. SONUÇ: Bulgularımız, spontan yutma ve esnemede bilinen nöroanatomo-fizyolojik yolakların mevcudiyetini destekler niteliktedir. Biz bu sonuçların potansiyel fizyolojik çıkarımlarını tartışarak gelecekte bu konuda yapılacak çalışmalara teknik olarak yol gösterici olabileceğini de düşündük. Bildiğimiz kadarıyla çalışmamız, spontan esneme ve yutma ilişkisini sağlıklı ve hasta grubunda ayrıntılı multimodal nörofizyolojik yöntemlerle değerlendiren ve bu iki temel aktivitenin evrimsel ilişkisini de kanıtlarla destekleyen ilk çalışmadır. S-15 Spinal Kord Cerrahisinde Multimodal İntraoperatif Nörofizyolojik Monitorizasyon Deneyimlerimiz Emine Taşkıran1, Erdinç Özek2, Gökalp Silav2, Emre Durdağ2, Sema Demirci3, İlhan Elmacı2 İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul Memorial Sağlık Grubu, Nöroşirurji, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1 2 GİRİŞ ve AMAÇ:İntraoperatif nöromonitorizasyon (IONM), cerrahi işlem sırasında özellikle kritik nöral yapıların fonksiyonel içeriğinin elektrofizyolojik yöntemler kullanılarak görüntülenmesidir. Multimodalite farklı tipte nörofizyolojik monitorizasyon yöntemlerinin kombinasyonudur. Hem inen hem de çıkan yolların eş zamanlı görüntülenmesini kolaylaştırır ve daha iyi cerrahi sonuçlar için güvenlik sınırı oluşturur. Bu çalışmada Eylül 2013-Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuz tarafından yapılan nörolojik defisit riski yüksek olan spinal kord cerrahisinde uyguladığımız nörofizyolojik yöntemler ve nöromonitorizasyon deneyimi sunulmaktadır. YÖNTEM: Eylül 2013- Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuzca yapılan nöroşirürjikal girişimlerde, multimodal IONM kullanılarak yapılan 26 cerrahi olgu calışmaya dahil edildi. Hastaların lezyon lokalizasyonları, intraoperatif cerrahi ve elektrofizyolojik bulguları ile postoperatif ilave nörolojik bulguları dokümante edildi. BULGULAR: Toplamda 26 hastada cerrahi süresince elektrofizyolojik yöntemlerden MEP, SEP, spontan ve uyarılmış EMG, lezyon lokalizasyonuna göre kombine edilerek kullanıldı. 22 hastada transkraniyal uyarım ile MEP ve periferik sinir uyarımı ile SEP, 3 hastada triggered EMG tekniği ile uyarılmış MEP kayıtlamaları yapıldı. Bir hastada teknik nedenlerle optimal kayıt sağlanamadı. Hastaların 12’sinde intraoperatif MEP değişikliği, 3 hastada SEP değişikliği kaydedildi. Postoperatif dönemde 1 hastada geçici, 1 hastada ise kalıcı nörolojik defisit izlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Multimodal IONM özellikle intrameduller spinal kord yerleşimli lezyon cerrahisinde cerrahi için etkin bir şekilde güvenlik marjini sağlayan oldukça onemli bir yardımcı tekniktir. Nörolojik yolakların ve anatominin en ince detaylarıyla bilinmesi, ayrıca nörofizyolojik görüntüleme tekniklerinin etkili şekilde kombine edilmesi ile kayıtlamaların dikkatlice yorumlanmasının rehber olarak cerrah için çok yol göstericiği olduğu, böylece cerrahinin efektif şekilde planlanıp yapılacağı ve dolayısı ile postoperatif hasta konforunun artacağı kanaatindeyiz. 38 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-16 Kortikal Bazal Gangliyonik Dejenerasyonun Semptomatik Tedavisinde rTMS Yararlı Olabilir Mi? Zeliha Matur1, Aslı Demirtaş-Tatlıdede2, Ebru Nur Vanlı-Yavuz2, Başar Bilgiç2, Ümmühan Altın2, Ahmet Altunhalka2, A. Emre Öge2 1 2 İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul Kortikal bazal gangliyonik dejenerasyon (KBGD) nadir görülen nörodejeneratif bir hastalıktır. Korteksi ve bazal gangliyonları asimetrik olarak etkiler. Asimetrik fokal apraksi ve yabancı el, atipik parkinsonizm ve kognitif bozukluklarda seyreder. Parkinson ve demans ilaçlarına genellikle yanıt kötüdür/yoktur. Bu çalışmada, uygulama alanı hızla genişleyen bir non-invaziv tedavi yöntemi olarak tekrarlayıcı transkranyal manyetik uyarımın (rTMS) KBGD’nin semptomatik tedavisi üzerine etkisinin araştırıldığı, iki yıldır takip edilen iki hasta sunulmuştur. Birinci hasta 55 yaşında erkekti. Ailesinde, benzer tabloyla ortalama 4 yıl içinde kaybedilen 5 birey daha vardı. Belirtilerin başlangıcından 2 yıl sonra görüldü. Muayenesinde sağda kolda bariz apraksi; sağda baskın asimetrik ekstrapiramidal ve piramidal bulgular saptandı. Ayrıca hafif derecede bellek bozukluğu vardı. Sırayla sağ motor kortekse (M1) 1 Hz, cTBs; sol M1 10 Hz protokolleriyle rTMS uygulandı (haftada 3 gün). El becerisi Dokuz delik-çubuk testiyle (DDÇT) ölçüldü. İkinci hasta 80 yaşında kadındı. Altı ay önce başlayan sağ el beceriksizliği ile başvurdu. Muayenesinde sağ kolda orta derecede apraksi ve hafif rijidite, refleks canlılığı saptandı. Sırayla sağ M1 sham, cTBs; sol M1 10 Hz protokolleriyle rTMS uygulandı (haftada 5 gün). Apraksi testleri, PurduePegboard ve DDÇT ile değerlendirildi. Hastaların semptomlarında rTMS ile hastalığın doğal progresyonu zemininde, geçici düzelme dönemleri izlendi (Şekil 1, 2). KBGD hastalarında görülen motor kortikal eksitabilite değişiklikleri; motor eşiklerde artma, motor cevap amplitüdlerinde küçülme, karşı taraf sessiz periyod süresinde kısalma ve transkallosal ve intrakortikal inhibisyonda azalma şeklinde özetlenebilir. Görece korunmuş hemisferdeki M1’i inhibe etmek veya hasta hemisferdeki M1’i stimüle etmek belirtilerde iyileşme sağlayabilir. Şekil 1. 55 yaşındaki erkek hastaya uygulanan TMS protokolleri ve dokuz delik-çubuk testi performansları Şekil 2. 80 yaşındaki kadın hastaya uygulanan TMS protokolleri ve dokuz delik-çubuk testi performansları. Şekil 1. Şekil 2. S-17 Dart Atma Hareketinin Video Analizi ve Harekette Serebellumun Rolü Üzerine Bir Çalışma Bülent Cengiz1, Cahit Gürel2, Evren Boran1, Kutluk Bilge Arıkan2, Bülent İrfanoğlu2, Murat Zinnuroğlu3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji BD Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara Atılım Üniversitesi, Mekatronik Mühendisliği Bölümü, Ankara 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, FTR Anabilim Dalı, Ankara 1 2 Bu çalışma hedefe yönelik atış hareketinin detaylı analizi ve bu harekette serebellumun rolünü incelemek üzere tasarlanmıştır. YÖNTEM: Bu amaçla dart atışı mercek altına alınmıştır. İlk planda naif(çok seyrek dart atan)gruptan sağlıklı gönüllüler incelenmiştir. Gönüllülerin; bel, omuz, dirsek ve el bölgelerine hareket sırasında takip amaçlı reflektif işaret noktaları yerleştirilmiştir. Dartın hareketini takip için kuyruk kısmı seçilmiştir. El bileği ve el üzerinde küçük iki LED lamba aktif bir işaret olarak yerleştirilmiştir. 2 ms örneklem periyodu ile saniyede 500 resim kaydı alınmıştır. Atışa ait kinematik veri, kaydedilen videonun Tema Motion yazılımı ile analizi sonucu elde edilmiştir. Resim1 de yapılan örnek atışın video kayıtları üzerinde Tema Motion yazılımı ile gerçekleştirilen analizlere ait tipik görüntü Resim2 de görülmektedir. Atıcıların ısınmadan yaptıkları ilk 15 atış kaydedilmiştir. Hemen ardından 100 atış yapmaları istenmiş, ardından gelen 15 atış yine kaydedilmiştir. Daha sonra atıcıların serebellumları 1.5 mA katodal tranckraniak doğru akımla (c-tDCS) ile inhibe edilirken 15 atış yapılmış, akım kesildikten sonra 15 atış daha yapılmıştır. Bir atıcı için toplamda 60 adet görüntü kaydı ve ilgili analizler gerçekleştirilmiştir SONUÇLAR: Demonstartif amaçlı olarak bir gönüllüden elde edilen 15erlik paketler halindeki atışların sonuçları aşağıdaki tablo ve şekillerde görülmektedir. 1.Dart Yörüngesi Tema Motion yazılımı ile yapılan analizde her bir dart atışının yörüngesi elden çıkıştan tahtaya saplanana kadar izlenebilmiştir Verilen grafiklerde, siyah renk ilk 15 dart atışlarnıı, mavi renk 100 atış sonrası yapılan 15 39 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ atışın kaydı, kırmızı renk serebelluma katodal DCS uygulanırken yapılan kayıtları ve son olarak yeşil renk serebellar tDCS kesildikten sonraki 15 atışın kaydını temsil etmektedir. Serebellumun uyarılabilirliği değişmesini takiben dart yörüngesinde farklılaşma oluşmuş özellikle stimülasyon bittikten sonra yapılan 15 atışta , X eksenine ait 1m lik kısımda bu farklılaşmanın daha da belirginleştiği dikkati çekmektedir. 2.Dartın elden çıkma zamanı Dart okunun hedefe ulaşması için en kritik parametrelerden birisi okun ne zaman elden çıktığıdır. Tablo 1 de 15 erlik 4 atışta dartın elden çıkma zamanı gösterilmektedir Atış yaptıkça dart bırakma zamanının kısaldığı, dartın daha erken elden çıktığı gözlenmiştir. Katodal serebeller DC sırasında ve sonrasında da bu kısalma devam etmektedir. 3.Dart Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok Hızları Dart Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok Hızları Tablo 2 de gösterilmektedir. Omuz dirsek ve el bilek açısında 4 atış setinde belirgin bir farklılık gözlenmezken ortalama atış hızında özellikle katodal serebellar DC uyarımı sonrasında artış gözlenmiştir. Yorumlar 1.Dart atışında atış tekrarlandıkça dart yörüngesi, dartın elden çıkış hızı ve zamanı değişmektedir. 2.Serebellar uyarı ortalama bırakma zamanı ve ortalama dart elden çıkış hızını değiştirmektedir. 3.Bulguları yorumlarken bütün atıcıların demostrafit olgu gibi naif dart atıcısı olduğu unutulmamamlıdır. Tablo 1- 15 erlik 4 atışta dartın ortalama elden çıkma zaman Ortalama bırakma zamanı [ms] 1. 15’lik 976±194 2. 15’lik 834±175 3. 15’lik 775±120 4. 15’lik 770±99 Tablo 2-Dart Bırakma Anında Ortalama Açılar ve Ortalama Ok H 1. 15’lik 2. 15’lik 3. 15’lik 4. 15’lik Ortalama omuz açısı [deg] 79±3.8 83±2.3 82±3.3 84±2.3 Ortalama dirsek açısı [deg] 73±6.8 78±5 77±11 83±9.8 Ortalama bilek açısı [deg] 125±3.6 122±3.1 125±3.8 123±3.6 Ortalama atış hızı [m/s] 2.6±0.7 2.8±0.5 3.4±1 4.3±0.8 S-18 Zayıf Transkranial Doğru Akım Uyarısının (tDCS) İstemli Hareket Sırasında Kortikal Uyarılabilirlik ve Hareket Çıktısı Üzerine Etkisi Esra Erkoç Ataoğlu1, Hale Zeynep Batur Çağlayan2, Bülen T Cengiz3 Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji BD Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara 1 2 GİRİŞ: İstirahat halindeki beyine katodal tDCS uygulanırsa, sadece motor korteks değil bir çok kortikal bölgede, uyarılabilirliğin azaldığı, anodal tDCS ile arttığı uzun zamandan beri bilinmekle beraber hareket sırasında yani motor korteks aktif iken tDCS ile motor korteks uyarılabilirliğinin değişip değişmediği , değişirse bunun istirahatte gözlenen tipte olup olmadığı henüz iyi anlaşılamamıştır. Çalışma bu başlığa odaklanmıştır. Hipotezimiz aktivasyon sırasında motor korteks uyarılabilirliği daha artacağı için tDCS etkisinin, bazal duruma göre daha belirgin olacağıydı. YÖNTEM: Bu hipotezi test etmek için 11 sağlıklı gönüllü çalışmaya dahil edildi. Gönüllülerden serçe parmak abduksyonu görevini, uyarı gelince, 1 sn süresince, istenilen düzeyde yapıp sonra serbest bırakmaları istendi. Kayıt ADQ kasından yapıldı. Hareketle tetiklenmek üzere hareket başlangıcında yani 0 ms (fazik evre) 500 ms sonra (tonik evre) ve 5 sn sonra 1 mV MEP elde edecek uyarı şiddetinde karşı motor korteks uyarıldı. Her üç uyarı modalitesinde de 15 tane manyetik uyarı verildi. Hareketin bu üç evresinde elde edilen ortalama MEP amplitüdleri bazal yani istirahatte elde edilen 15 MEP amplitüdü ile oranlanarak hareket fazına göre ortalama MEP amplitüd oranları saptandı. Yukarıdaki işlem aynı oturumda, bu kez gönüllünün motor korteksi 1,5 mA katodal tDCS (k-tDCS) verilirken, yani motor korteks tDCS ile baskılanırken tekrarlandı. SONUÇLAR: k-tDCS sırasında elde edilen bazal MEP ortalaması 1,0 ±0,4 mV iken k-tDCS sırasında 0,86±0.7 mV ölçüldü (p<0,05). Böylece k-tDCS ile motor korteksin baskılanmış olduğu gösterildi. k-tDCS öncesi ve k-tDCS verilirken hareket evrelerinde elde edilen ortalama MEP amplitüdü oranları tabloda görülmektedir. Faktöryel ANOVA testi sonucu hareket ve k-tDCS un MEP amplitüd oranları üzerine anlamlı etkileri gösterildi (p<0,05). Benferroni post hoc test k-tDCS verilirken MEP amplitüd oranlarının anlamlı derecede artışı ortaya koydu (p<0,05). 40 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ YORUM: Çalışmamızın sonuçları hipotezimizi doğrulamamıştır. Katodal tDCS ile motor korteks baskılanmış ancak bu bulguya hareket sırasında (tDCS öncesine göre) MEP amplitüd oranlarında azalma değil tersine artma eşlik etmiştir. Sonuçlar bize k-tDCS in motor korteksi baskılamakla beraber global olarak kortikal düzeyde istemli hareket çıktısında kolaylaştırıcı rol oynadığını düşündürmüştür. Tablo- k-tDCS öncesi ve k-tDCS verilirken hareket evrelerin Fazik evre Tonik evre İstirahat k-tDCS öncesi MEP amp (%) 3,1±1,5 3,3±1,7 1,3±1,0 k-tDCS verilirken MEP Amp (%) 4,1±1,9 4,9±2,6 1,6±1,0 S-19 Kısa İntervalli İntrakortikal İnhibisyonun (SAI) Motor Plastisite Üzerine Etkisi Evren Boran, Bülent Cengiz Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı Motor Kontrol Laboratuvarı, Ankara SAİ mekanizma olarak spike timing dependent plasticity (STDP) örneğine uymaktadır. Bu uyarı modalitesi peşpeşe çok sayıda verildiğinde kortikal plastisite değişmektedir. Bu çalışmada SAI ile kortikal plastisite arasındaki ilişki araştırılmıştır. YÖNTEM: 1.SAI paradigmasında inhibisyon ve fasilitasyon için en uygun iki interval saptanması için 10 sağlıklı gönüllünün APB kaslarından kayıt yapılmıştır. Median sinir bilekten uyarılmıştır. Periferik sinir uyarı şiddeti, süresi, motor hareketin ortaya çıktığı eşik uyarı şiddeti olarak saptanmıştır. Darbe süresi 200ms’dir. Periferik sinir uyarımı anod distalde olacak şekilde verilmiştir. TMS uyarı şiddeti istirahatte 1mV MEP için uyarı şiddeti olarak hesaplandı. Her interstimulus intervali (ISI) için 15 manyetik uyarı verilerek ortalama MEP yanıtı hesaplanmıştır. ISI lar 2ms basamaklarla 22-40ms olarak ayarlanmıştır. 2.Kişilere ait SAI analizi yapılmış ve inhibisyon ve fasilitasyon etkisi yapan iISI kişi bazında belirlenmiştir. En az 3 gün aralıklı olmak üzere 1 inhibitör birde fasilitatör PAS paradigması uygulanmıştır. 3.PAS:1mV MEP için uyarı şiddeti hesaplanıp ardından 15 manyetik uyarı verilerek bazal MRP amplitüd ölçümü yapılmıştır. Daha sonra 0.25Hz frekansında 150 SAI protokolü uygulandı. Uygulama bittikten hemen sonra (t0),5 dk(t1),10 dk(t2) ve30 dk(t3) sonra istirahat MEP amplitüdleri tekrar ölçüldü. 4.Bir kişiye ait inhibitör ve fasilitatör SAI protokolü ile uygulanan peşpeşe 150 2’li uyarı ile inhibitör ve fasilitatör SAI’nin motor plastisiteye etkisi karşılaştırıldı. SONUÇLAR: 1.SAI:10 hastaya ait SAI ortalama değerlerine ait grafik şekil 1’de görülmektedir. 30ms ISI’da SAI inhibisyona değil fasilitasyona neden olmaktadır. İnhibisyonun en belirgin olduğu ISI değeri ise 22ms’dir. Bulgular kişisel değişkenlik göstermekte olup her bir olgu için inhibitör ve fasilitatör ISI’lar ayrı hesaplanmıştır. 2.PAS: 9 olguya inhibitör, 8 olguya fasilitatör ISI ile PAS protokolü uygulanmıştır. a.İnhibitör ISI ile PAS:9 olgunun 3’ünde (%33,3) PAS sonrası herhangi bir ölçümde anlamlı MEP amplitüd değişikliği saptanmamıştır. Kalanlarda uyarı bittikten en az 5 dakika sonra yapılan ölçümlerde olmak üzere herhangi bir t değerinde anlamlı plastisite değişikliği saptanmıştır. Yanıt alınan 6 olgunun 4’ünde fasilitatör etki, 2 olguda ise ölçüm zamanına bağlı olarak hem inhibitör hem de fasilitatör etki saptanmıştır. b.Fasilitatör ISI ile PAS:8 olgunun 3’ünde (%37,5) PAS sonrası herhangi bir ölçümde anlamlı MEP amplitüd değişikliği saptanmamıştır. Kalanlarda uyarı bittikten en az 5 dakika sonra yapılan ölçümlerde olmak üzere herhangi bir t değerinde anlamlı plastisite değişikliği saptanmıştır. Yanıt alınan 5 olgunun 2’sinde fasilitatör etki, 1’inde inhibitör etki, 2 olguda ise ölçüm zamanına bağlı olarak hem inhibitör hem de fasilitatör etki saptanmıştır. YORUMLAR: 1. SAIde intrakortikal inhibisyon ISI’ya bağlı olarak değişkenlik göstemekte olup 30ms de fasilitasyon, olmaka maksimum inhibisyon ise 22 ms gözlenmektedir. 2. SAI’nın PAS üzerindeki etkisi ISI’ya bağlıdır. 41 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-20 BDNF MET Aleli Taşıyıcılığının, Hedef Gözeten Atış Egzersizlerinin Oluşturduğu Duysal-Motor İntegrasyon Değişiklikleri Üzerine Etkisi Var Mıdır? Şule Deveci1, Zeliha Matur1, Gökçe Şentürk1, Yeşim Kesim2, Zeynep Ünlüsoy-Acar1, Özkan Özdemir2, Emrah Yücesan2, Sibel Uğur-İşeri2, Nerses Bebek1, A.Emre Öge1 1 2 İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Tıp Fakültesi, DETAE Genetik Anabilim Dalı, İstanbul Brain-derived neurotrophic factor (BDNF)”, MSS’de glutamerjik nöronlardan sentezlenen bir büyüme faktörüdür. Gelişme çağında mevcut nöronların yaşamlarını sürdürmesine yardımcı olur, nöronal farklılaşmayı destekler. BDNF Val66Met tek nükteotid polimorfizminin (TNP) kısa süreli motor öğrenmeyi etkilediği gösterilmiştir. Bu çalışmada, Val66Met TNP’sinin kısa süreli motor öğrenmeyle oluşan kortikal duysal-motor integrasyon (DMİ) değişiklikleri üzerine etkisi araştırılmıştır. Hedefe atış gerektiren herhangi bir spor yapmayan 19-34 yaşları arasında 13 erkek ve 9 kadın denekle çalışıldı. Deneklere 5 gün süreyle her gün dominant elleriyle basketbol potasına 120 atıştan oluşan üçer set halinde atış egzersizleri yaptırıldı. İlk egzersizden hemen önce (T0), sonra (T1) ve 5. gün egzersizinden hemen sonra (T2) DMI çalışması yapıldı. Dominant el tenar kasları için sıcak nokta bulunduktan sonra aktif ve istirahat motor eşikleri (ME) ile 1 mV’luk yanıt oluşturan ME (1mVME) değerleri saptandı. Motor yanıtlar dominant tarafta tenar ve önkol fleksor (FCR) kaslarından kaydedildi. Yalnız TMS (ISI 0) ve 1. uyarı median sinire bilek düzeyinde submaksimal elektriksel uyarımı, 2. uyarı tenar bölgeyi hedefleyen 1mVME şiddetinde TMS olmak üzere 20, 35, 50, 65, 80, 100 ve 200 uyarımlar arası aralıklarda (ISI) ikili uyarım yapıldı. Her ISI için 8 uyarım rastgele olarak verildi. Her ISI için elde edilen 8 motor yanıtın amplitüd ve alan değerlerinin ortalaması, ISI 0’da elde edilenlere bölünerek 0-200 ms arasında DMI grafikleri çizildi (Şekil 1, 2). Dokuz denekte BDNF Val66Met polimorfizmi saptanmıştır. Deneklerin tümünde 5. gün antrenmanında isabetli şut sayısı (ortalama 42) ilk güne (ortalama 32) göre artmıştır (p<0,001), ancak bu artış Val66Val ve Val66Met gruplarında benzerdir; atışları tamamlama süresinde anlamlı bir değişiklik olmamıştır. Grup genelinde tenar kaslardan elde edilen DMİ eğrilerinde T0-T1-T2 ölçümlerin anlamlı bir fark görülmezken, FCR’de T0-T1 ölçümlerinde ISI35 (p=0,033) ve ISI80’de (0,012) artış yönünde anlamlı fark saptanmıştır. Val66Met varlığına göre bakıldığında ise: Tenar kaslardan elde edilen DMİ eğrilerinde T0-T1 ölçümleri arasında ISI200 (p=0,012), T0-T2 ölçümleri arasında ISI50 (p=0,013), ISI65(p=0,002), ISI80(p=0,039); FCR’den elde edilenlerde T0-T2 ölçümleri arasında ISI65(p=0,047), ISI80(p=0,002), ISI100(p=0,007) ve ISI200’de (p=0,055) anlamlı derecede fark bulunmuştur. Yeni öğrenilen bir motor beceri erken dönemde bu beceri ile ilgili kortikal duyusal-motor alanlarda azalmış erken afferent inhibisyon ve artmış fasilitasyona neden olur. Öğrenme süreci ilerledikçe, beceri başka mekanizmalarla sağlamlaşırken korteksin öğrenmeyi kolaylaştıran artmış fasilitasyonu azalma gösterir. BDNF Val66Met aleli varlığı kısa süreli motor öğrenmenin sebep olduğu kortikal DMI değişiklileri üzerine farklı yönde etki etmiştir, ancak bu motor beceri düzeyine yansımamıştır. TENAR-ISI GRAFİĞİ FCR-ISI GRAFİĞİ S-21 Multisistem Atrofi Hastalığı’nda Patolojik Kortikal Eksitabiltenin Düşük Frekanslı r- TMS ile Modülasyonu: Maladaptif Hipotez Gökçem Yıldız1, Esen Saka Topçuoğlu2, Bülent Elibol2, Çağrı Mesut Temuçin2 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara GİRİŞ: Kortikal kısa latanslı aferent inhibisyon ( KAİ), duyusal korteks uyarımını takiben motor korteksin transkranial manyetik stimulasyona (TMS) karşı gösterdiği uyarılma cevabındaki fizyolojik azalmayı tanımlar. Bu cevabın bileşenleri daha çok nörotransmitter düzeyinde yorumlanmaya çalışılmış ve asetilkolinin burada belirleyici bir rolü olabileceği, Alzheimer hastalığı ve Parkinson Hastalığı Demansı gibi hastalıklarda yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Biz ise bu çalışmada ilk kez düşük frekanslı serebellar repetetif TMS’nin (r-TMS) KAİ üzerine olan etkisini Multisistem Atrofi (MSA) tip C ve Alzheimer Hastalığında çalışarak anatomik yolaklar üzerinden araştırmayı planladık. 42 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ YÖNTEM: 9 MSA -C tanısı konulan hasta,6 Alzheimer Hastalığı ve 9 sağlıklı bireylerin nöropsikolojik test değerleri ve serebellum üzerine uygulanan r TMS öncesi ve sonrası nöroelektrofizyolojik ve reaksiyon zamanlarının değerlendirme sonuçları karşılaştırılarak değerlendirildi. SONUÇLAR: r-TMS öncesi KAİ değerleri (Pre-MEPt1-t5,tortalama) MSA-C ve Alzheimer Hastalığı grubunda kontrol grubuna göre beklenildiği gibi istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur. r-TMS sonrası ise MSA-C ve kontrol grubunun KAİ değerleri (Post-MEPt1-t5,tortalama) arasında istatistiksel olarak farklılık kalmamıştır. Ancak Alzheimer grubunda patolojik düşüklüğün devam ettiği görülmüştür. Tartışma: Düşük frekanslı r-TMS, uygulanan beyin bölgesindeki nöronların kortikal eksitabilitesini azalttığı, serebellum üzerine uygulanması durumunda da, purkinje hücrelerini inhibe ederek disinhibisyonuna yol açtığı da bilinmektedir. Bu çalışmamızda ilk kez gösterildiği gibi, bu inhibitör zaman penceresi içinde elde edilen KAİ yanıtının MSA-C’ de normalize olması, KAİ yanıtından sorumlu intrakortikal devrelerdeki olası maladaptif değişikliklerin r-TMS ile olumlu yönde modüle edilebiliyor olduğunu göstermektedir. S-22 ALS Hastalığında Kortikal Eksitabilite ve Transkallozal İnhibisyon Değerlendirmesi Gökçem Yıldız1, Kubilay Varlı2 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara GİRİŞ: ALS (Amyotrofik lateral skleroz) üst motor nöron ve alt motor nöron bulgularının varlığı ile teşhis edilen ilerleyici bir hastalıktır. TMS ise üst motor nöron yolakları hakkında bilgi elde etmeye yarayan bir elektrofizyolojik tetkiktir. Bu çalışmanın amacı ise ALS hastalarında elde edilen TMS ölçümlerinin hastalık kliniği ile ilişkisini göstermektir. YÖNTEM: ALS kesin tanısı alan 7 hastanın klinik ve TMS ile elektrofizyolojik ölçümleri değerlendirildi. TMS kullanılarak istirahat eşik değeri ile santral motor yolak Cz ve bilateral ADM (Abduktor digiti minimi) kaslarından kayıtla elde edildi. Elektriksel spinal kök uyarımı C7 segment seviyesinden yapıldı. Elde edilen sessiz süre latans ve transkallozal inhibisyon değerlendirmeleri hesaplandı. SONUÇLAR: İstirahat motor eşik değeri hastalık klinik süresi ile orantılı olarak yüksek değerdeydi. Hastaların hepsinde transkallozal inhibisyon mevcuttu. Tartışma: Bu çalışma ile santral motor iletim testlerini TMS ile uyararak hastalık progresyonu ile kortikospinal yolak tutulumunun elektrofizyolojik olarak gösterimini sağlamış olduk. ALS hastalığının klinik olarak kötüleşmesi ile birlikte derin tendon refleks artışı, babinski işareti değerlendirmesi net ölçülebilir işaretler olmayıp; elektrofizyolojik parametreler hastalığın evresi ile paralellik gösterebilir. S-23 İnsanda Düşük Frekanslı Noksius Kutanöz Stimülasyonun Spinal Eksitabilite ve Nosiseptif H-Refleks İnhibisyonuna Etkisi Metin Mercan, Bülent Cengiz, Reha Kuruoğlu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Periferal inputların, motor kontrolde önemli fonksiyonlarının olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, nosiseptif afferentlerin aktivasyonunun spinal eksitabiliteye etkisi araştırıldı. Ayrıca “paired associative stimulasyon” paradigması kullanılarak yapılan uzamış düşük frekanslı noksius kutanöz stimülasyon (DFNKS) sonrasında, spinal eksitabilitede ve nosiseptif afferentlerin aktivasyonunun spinal eksitabilitede ürettiği etkilerde meydana gelen uzun süreli değişiklikler incelendi. METOD: İlk aşamada (20 gönüllü), sural sinirin non-noksius ve noksius şartlandırıcı uyarımının, 20-140 msn intersimulus interval (ISI)’ lerinde soleus H-refleks üzerine olan etkisi değerlendirildi. İkinci aşamada (24 gönülü), sural sinirin düşük frekanslı non-noksius ve noksius stimülasyonu ile posterior tibial sinirin stimülasyonu 90 msn ISI’da çifleştirilerek uygulandı. H-refleks ve nosiseptif H-refleks inhibisyonundaki değişiklikler incelendi. SONUÇLAR: Noksius şartlandırıcı uyarımın 70-110 msn ISI’larda soleus H-refleks inhibisyonuna neden olduğu (p < 0,05; Figür 1), non-noksius şartlandırıcı uyarımının ise istatistiksel olarak anlamlı bir etkisinin olmadığı görüldü (p > 0,05; Fig. 2). Ayrıca noksius ve non-noksius şartlandırıcı uyarım etkisi 70-110 msn ISI’larda farklılaşmaktaydı (p < 0,05, Fig. 3). DFNKS’den sonra en az 20 dk. süresince Hmaks/Mmaks oranının arttığı ve Hmaks’ın elde edildiği stimulus şiddetinin ise azaldığı gözlendi (p < 0,05; Fig. 4,5 ). Ayrıca 80, 90, 100 ms ISI’larda elde edilen nosiseptif H-reflex inhibisyonunda belirgin bir fasilitasyon meydana geldi (p < 0,001; Fig. 6). Düşük frekanslı non-noksius kutanöz stimülasyonunun ise herhangi bir etkisi yoktu (p > 0,05; Fig 4,5,7). Yorum: Nosiseptif afferentlerin aktivasyonunun spinal eksitabiliteye inhibitör etkileri olduğu anlaşıldı. Ayrıca düşük frekanslı nosiseptif inputlar sonrasında, motor çıktı ile ilişkili spinal nociceptive sistemdeki nöronların sinaptik bağlantılarında uzun süreli plastik değişikliklerin meydana gelebileceği gösterildi. Nosiseptif sistemdeki plastisite değişikliklerinin ve bu değişikliklerin lokomosyondaki rolünün anlaşılması nörolojik hastalıkların patofizyolojisine ve nörorehabilitasyonuna yeni bir bakış açısı kazandırabilir. 43 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-24 Sağlıklı ve İşitme Kaybı olan Çocuklarda Somatosensoriyel İrkilme Refleksi Nurten Uzun1, Ayşegül Gündüz1, Özdem Ertürk1, Özcan Öztürk2, Emine Deniz Gözen2, Meral E. Kızıltan1 1 2 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kulak-Burun-Boğaz Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: İrkilme refleksi (İR), ani uyarılar sonrası yüz, boyun, uzuv ve gövde kaslarında kasılma şeklinde ortaya çıkan koruyucu bir reaksiyondur. Çok çeşitli uyarılar, ani olmak koşuluyla, bu refleks yanıta neden olabilir. Bu yanıt sağlıklı bireylerde, çeşitli hareket bozukluklarında, nörolojik ve psikiyatrik hastalıklarda elektrofizyolojik yöntemler kullanılarak incelenmiştir. Elektrofizyolojik olarak en sık incelenen işitsel irkilme refleksidir (İİR). Ancak daha yeni olarak somatosensoriyel irkilme refleksi (SİR) tanımlanmıştır. Bu çalışmada, spesifik duyusal modalitelerin kaybının merkezi sinir sisteminde eksitabilite değişikliklerine neden olabildiği bilgisinden yola çıkarak işitme kaybı olan çocuklarda SİR’in değişim gösterip göstermediğini incelemeyi amaçladık. HASTALAR VE YÖNTEM: Bu çalışmaya 14 işitme kaybı olan çocuk ve 15 sağlıklı çocuk dâhil edildi. Her iki grupta İİR ve el bileğinde median sinir uyarımı sonrası SİR kaydedildi. Kayıt yapılan kaslar, orbikularis oküli, sternokleidomastoid, biseps braki (BB) ve abduktor policis brevis (APB) idi. İşitme kaybı olan çocuklar kohlear implantasyon operasyonu geçirmişti. Ülkemizde yapılan erken işitme kaybı taramaları ve erken dönemde yapılan kohlear implantasyon programları nedeniyle implant yapılmamış çocukların bulunması ve ayrı bir grup olarak elektrofizyolojik incelemesi mümkün olmadı.Yanıt olasılıkları ve latansları iki grup arasında karşılaştırıldı. Ayrıca İİR ve SİR yanıt paternleri incelendi. SONUÇLAR: İşitme kaybı olan çocuklarda İİR elde edilemedi. Sağlıklı çocuklarda, işitsel uyarı sonrası orbicularis oküli yanıtı %100 olasılıkla elde edilmiş, kaudale inildikçe yanıt olasılığı azalmıştı (sternokleidomastoid %74,8, BB %22,5 ve APB %0). Median sinir uyarımı sonrası ortaya çıkan yanıt paterni de hem sağlıklı hem işitme kaybı olan çocuklarda İİR’dekine benzerdi. Somatosensoriyel uyarı sonrası elde edilen yanıt latansları sağlıklı ve işitme kaybı olan çocuklarda birbirine benzerdi. YORUM: Bu çalışma ile SİR sağlıklı çocuklarda ilk kez incelenmiş ve yanıt paterni ve latanslarının erişkindekine benzer olduğu izlenmiştir. Beklediğimizin aksine işitme kaybı olan ve kohlear implantasyon yapılmış çocuklarda SİR değişiklik göstermemiştir. S-25 Beyin Sapı Lezyonlarında Göz Kırpma Refleksi ve Posterior Auriküler Kas Refleksi Yanıtları Yeşim Abanoz, Yasin Abanoz, Melis Sohtaoğlu, Ayşegül Gündüz, Uğur Uygunoğlu, Meral Kızıltan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul AMAÇ: Çalışmamızda farklı etyolojilere ait beyin sapı lezyonu olan hastalarda göz kırpma ve posterior auriküler kas reflekslerinin (GKR, PAMR) incelenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmıştır. METOD: Çalışmaya beyin sapı lezyonu olan (18 MS, 14 vasküler hastalık ve 2 köşe tm) 34 hasta ile yaş ve cinsiyet olarak uyumlu 41 kontrol birey olmak üzere toplam 75 kişi alınmıştır. GKR yanıtları supraorbital elektriksel uyarı verilerek iki yanlı orbikülaris okuli kasından, PAMR yanıtı ise işitsel uyarı verilerek iki yanlı posterior auriküler kastan elde edilmiştir. BULGULAR: İki yanlı R1, R2, R2K ve PAMR latansları kontrol grubuna göre anlamlı derecede uzamış olarak kaydedildi. PAMR ile R1 yanıt latansları benzerdi. PAMR yanıtı hasta grubunda daha az elde edildi; elde edilen hastalarda da asimetrik ve daha uzundu. Hastalık alt grupları arasında GKR ve PAMR yanıtları açısından istatistiksel anlamlılık yoktu. MS grubunda; GKR latansları uzamış olanlarda PAMR yanıtlarının elde edilemediği dikkati çekti. SONUÇ: Beyin sapı lezyonlarında PAMR ve GKR yanıtları kimi zaman paralellik göstermekle birlikte bazen tek bir refleks yanıtta anormallik dikkati çekmiştir. Bu nedenle her iki refleksin birlikte incelenmesinin beyin sapının değerlendirilmesinde duyarlılığı arttıracağı düşünülmüştür. S-26 Omurilik Yaralanmalarında İrkilme Yanıtları Yasin Abanoz, Yeşim Abanoz, Nurten Uzun Adatepe, Ayşegül Gündüz, Meral Kızıltan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İrkilme refleksi kaudal beyin sapından kaynaklanarak retikülospinal ve retikülobulber yolaklar ile spinal korda ulaşmaktadır. Sinir sistemi lezyonlarından sonra lezyonun altında ve üzerinde kalan düzeylerde bir dizi fonksiyonel değişiklik ortaya çıkmaktadır. Lezyon seviyesi üzerindeki değişikliklerden biri de reorganizasyon sonucu ortaya çıkan eksitabilite artışıdır. fMRI yanı sıra bazı elektrofizyolojik testlerle de bu eksitabilite artışı gösterilmiştir. Elektrofizyolojik olarak TMS veya ASR (auditory startle reflex) değişiklikleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Omurilik yaralanmalarından sonra ASR artışı daha önceki çalışmalarda gösterilmişti. Somatosensoriyel irkilme 44 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ yanıtı (SSS startle to somatosensory stimuli) ise nispeten yakın zamanda normal bireylerde ve az sayıda hastada tanımlanmıştır. SSS nin birinci yanıtı olarak kabul edebileceğimiz o.oküli yanıtı ise daha önceden somatonsoriyel göz kırpma refleksi (SBR) olarak normal bireylerde ve hasta gruplarında bildirilmiştir. Bu çalışmada bir grup omurilik yaralanmalı hastalarda SSS çalışılmış ve benzer değişikliklerin bulunup bulunmadığı araştırılmıştır. METOD: Çalışmaya omurilik yaralanması öyküsü olan 14 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 18 kontrol olmak üzere toplam 32 kişi dahil edildi. SSS için median sinirin el bileği seviyesinden elektriksel uyarımı ile o.okuli (SBR), SCM ve BB kaslarından; ASR için iki yanlı işitsel uyarı (klik sesi) verilerek o.okuli, masseter, SCM ve BB kaslarından kayıt yapıldı. Her kas için latans, amplitüd ve süre değerleri ile SSS oranı ve ASR olasılık değerleri iki grup arasında karşılaştırıldı. Bulgular: SBR yanıtı hasta grubunda kontrol grubuna göre daha az elde edildi. (p:0.04) SSR yanıt latansları açısından kontrol grubu ile farklılık yoktu. ASR yanıtlarında masseter, SCM ve BB yanıt latansları kontrol grubuna göre kısa bulundu, ancak sadece BB latans yanıtı istatistiksel olarak anlamlıydı. (p:0.033) O.okuli, SCM ve BB yanıt süreleri kontrol grubunza göre uzundu, sadece o.okuli yanıt süresi istatistiksel anlamlıydı (p:0.037). SCM yanıt amplitüdü kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu. (p:0.015) SONUÇ: Her iki beyin sapı refleksinde nükleus retikülaris pontis kaudalisin aktive olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda omurilik yaralanması sonrası ASR yanıtlarında gözlenen bulgular daha önceki çalışmalara benzer şekilde eksitabilite artışı ile ilişkilendirilmiştir. Ancak normal bireylerde her iki beyin sapı refleksi benzer paternde ortaya çıkmasına rağmen, omurilik yaralanması olanlarda ASR yanıtlarındaki değişiklikler SSS yanıtlarında gözlenmemiştir. S-27 Als Beyinsapı Düzeyinde Uyarılabilirik Değişiklikliğine Neden Olur mu ? Merve Bahar Ercan, Mustafa İskender, Bülent Cengiz, Reha Kuruoğlu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Bu çalışma “ALS de beyin sapı düzeyinde uyarılabilirlik değişiyor mu? sorusuna yanıt aramak üzere planlanmıştır. Araştırma başlıkları olarak beyin sapı eksitatör reflekslerinden göz kırpma refleksi toparlanma eğrisi (GRTE) ve masseter inhibtör refleks (MIR) seçildi. YÖNTEM: 13 ALS ve 10 sağlıklı gönüllü incelendi . Hasta grupta 7 kadın vardı ,ortalama yaş 60,3 ± 10,9, kontrol grubunun dördü kadın ortalama yaş 51,2 ± 12,3 olarak ölçüldü. Göz kırpma refleksi: Uyarı supraorbital çentikten yüzeyel olarak verildi. Eşik uyarı şiddetinin 3 katında uyarı verildi. GRTE: 100, 150, 200, 300, 400, 500 ve 600 ms interstimulus intervalli iki eşit uyarı verilerek ikinci uyarı sonrası R2(R2-2) ile ilk uyarıda elde edilen R2(R2-1) yanıtları karşılaştırıldı. MİR: Kişi şiddetle dişlerini sıkarken mental sinir eşiğin 8-10 katı şiddette, değişik aralıklarla 10 uyarı verildi. Masseter kasından iki periodlu sessiz süre (SP1 ve SP2) elde edildi. Ortalama SP süreleri hesaplandı. SONUÇLAR: İki gruba ait GTRE değerleri Tablo 1’ de görülmektedir. Hasta grupta 200 ve 300 ms ISI de elde edilen değerler kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,05). MIR İki hastada çene güçsüzlüğü nedeniyle MIR değerlendirilemedi. Kalan hastalar ve kontrol grubundan elde edilen SP süreleri tablo-2 de görülmektedir. İki grupta SP1 ve SP2 değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0,05). YORUM: Çalışmanın bulguları ALS hastalarında beyinsapı düzeyinde uyarılabilirlik değişikliği geliştiğini düşündürmektedir. İncelenen hasta popülasyonunda elde edilen bulgular beyinsapında artmış eksitabilite ile uyumludur. Tablo 1- Gruplara ait GKRTE ortalama değerleri 100 ms 150 ms 200 ms 300 ms 400 ms Hasta 0,23±0,37 0,19±0,34 0,51±0,44* 0,52±0,32* 0,61±0,26 0,70±0,27 0,60±0,28 Kontrol 0,04±0,13 0,04±0,12 0,14±0,27 0,21±0,27 0,37±0,26 0,56±0,31 0,63±0,17 Tablo 2 SP1 (ms) SP2 (ms) Hasta 13,7 ± 7,1 43,2 ± 14,1 Kontrol 16,0 ± 3,2 35,2 ± 5,3 45 500 ms 600 ms 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-28 Tip 1 Diyabet Mellitus Tanısıyla İzlenen Olgularda Nöronal Eksitabilitenin Değerlendirilmesi Pinar Gencpinar1, Gamze Çelmeli2, Erdem Durmaz3, İffet Bircan2, Özgür Duman4, Şenay Haspolat4, Hilmi Uysal5 Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Nöroloji, İzmir Akdeniz Üniversitesi, Pediatrik Endokrinoloji, Antalya 3 Şifa Üniversitesi, Pediatrik Endokrinoloji, İzmir 4 Akdeniz Üniversitesi, Pediatrik Nöroloji, Antalya 5 Akdeniz Üniversitesi, Nöroloji, Antalya 1 2 GİRİŞ: Diyabetik hastaların elektrofizyolojik incelemeleri çoğu zaman nonspesifik aksonal dejenerasyon beraberinde segmenter demiyelinizasyon bulguları içerir. Temel olarak miyelin kılıfın fonksiyonlarını değerlendiren rutin incelememiz, sinir liflerinde geniş kayıplar olmazsa normal çıkmaktadır. Böylece daha başlangıç aşamasındaki sorunlar gözlenememekte ve normal olarak değerlendirilmektedir. Son yıllarda aksonun, yani voltaja bağlı Na kanallarının fonksiyonlarını değerlendirebilmek üzerine çalışmalar yoğunlaşmıştır. Aksonal uyarılabilirliğin ölçülmesi temel olarak belirli bir yanıtın elde edilmesi için gerekli stimulus şiddetinin ölçülmesine dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı Tip 1 diyabet mellitus (DM) tanısı ile izlenen hastaların aksonal uyarılabilirlik verilerini değerlendirmek ve sağlıklı grupla karşılaştırmaktır. MATERYAL-METOT: Çalışmaya pediatrik nöroloji ve endokrinoloji kliniğinde tip 1 DM izlenen hastalar alındı. Kontrol grubu olarak yaş ve cinsiyet uyumlu, yakınması olmayan ve rutin elektrofizyolojik çalışmaları normal olan katılımcılar seçildi. Olgular 3 grupta değerlendirildi. Diyabetik olup polinöropatisi olmayan grupta 12 hasta (DM1N), diyabetik nöropatisi olan grupta (DM1PNP) 8 hasta ve kontrol grubunda (DM1K) da 8 hasta olmak üzere 28 hasta çalışmaya alındı. Motor sinir uyarılabilirlik kayıtları, QTRAC software (TRONDNF, QTRAC, Institute of Neurology, London, UK) cihazı kullanılarak yüzey elektrodlarla sol abductor pollicis brevis kasından kaydedildi. Çalışmaya katılan olgularda elektrofiyolojik çalışma yapılmadan hemen once kan gazı, kan şekeri, HbA1C ve elektrolit parametreleri bakıldı ve demografik özellikleri, kullandıkları insulin dozu (Ü/kg/gün), vücut kitle indeksi değerleri ve sural sinir amplitüdleri kaydedildi. Sonuçlar: Kliniğimizde diyabetik nöropati insidansı %0,03 (8/284) olarak saptandı. DM1N grubun yaş ortalaması 15,33±1,77 yıl, DM1K grubunun yaş ortalaması 14,25±1,48 ve DM1PNP grubunun yaş ortalaması 18,85±3,23 yıl olarak saptandı. Diyabetik grupların hastalık süreleri, vücut kitle indeksleri, günlük kullanılan insülin dozları, HbA1C ve pH düzeyleri arasında fark yoktu. DM1N ile DM1K grubu karşılaştırıldığında yaş ve aksonal uyarılabilirlik parametreleri arasında fark saptanmadı. DM1PNP grubundaki hastaların yaş ortalaması diğer iki gruba göre yüksekti. TARTIŞMA: Çalışmamızın sonuçları göz önüne alındığında Tip 1 DM tanısıyla izlenen olgularımızda polinöropati insidansını literatüre göre düşük olduğu görüldü. Nöronal eksitabilite çalışmalarında gruplar arasında fark saptamadık. Bunun nedeninin iyi glisemik kontrol, yoğun insülin tedavisi ve erken yaşta tanı alıp insülin tedavisine başlanmış olması olabileceğini düşündük. S-29 Patella T Refleksinde Çekiç Vuruş Gücü, Kas Vibrasyonu ve Rektus Femoris M Yanıtı Arasındaki İlişki Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Hilmi Uysal2 1 2 Akdeniz Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Elektrik-Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya Derin Tendon Refleksleri (DTR) nörolojik muayenen önemli bir bileşenidir ve bu nedenle değerlendirilmesi ve elde edilen verilerin anlamlandırılması ile ilgili çalışmalar halen güncelliğini korumaktadır. Literatürde Patella T Refleksinin değerlendirilmesi ile ilgili çeşitli farklı yöntemler mevcuttur. Refleks sırasında oluşan hareketin genliği, refleks sonrası devam eden Patella T tetiklemeli pendulum hareketinin patolojik durumlardaki değişimi olguların değerlendirilmesinde ve sınıflandırılmasında büyük önem taşımaktadır. Bir diğer önemli inceleme yöntemi ise akselerometre ile Patella T Refleksi ve pendulumunun değerlendirilmesidir. Refleksi oluşturan vurma kuvvetinin ve bu kuvvetin etkisinin birlikte değerlendirildiğinde normal olgu ve spastik olgular arasında açı/s olarak büyük farklılıkların oluştuğu belirtilmektedir.Yalnızca akselerometrik ölçümün yeterli olmadığı bu sırada refleksi tetikleyen etkinin de ölçülmesinin gerekliliği vurgulayan çalışmalar mevcuttur. Çalışmaya herhangi bir nörolojik rahatsızlığı bulunmayan 10 kişi katılmıştır. Grubun yaş ortalaması, 23.4 ±3 yıl ; boy ortalaması 170 ±15 cm; kilo ortalaması 70 ±20 kg. dır. Olgular ölçüm başlamadan önce minumum 15 dakika dinlendirilmiştir. Yerden yüksekliği 90 cm olan bir düzlem zemin üzerine oturtularak ölçüm kaydı yapılmıştır. Ölçümler sırasında farklı kuvvetlerle Patella T Refleksi tetiklenmiştir. Her bir olgudan beş farklı trase kaydı yapılmıştır. Ölçüm sistemi olarak ekibimiz tarafından 3’lü Refleks Değerlendirme Sistemi olarak adlandırılan sistem içerisinde BKAP EMG, Vibrasyon ve Trigger – Kuvvet değerleri kaydedilmiştir. Bu üçlü değerlendirme sistemindeki parametrelere karar verilmesinde en büyük etki refleksin başlama anından bitim anına kadar bir sistem içerisinde değerlendirilebilmesidir. Çalışmanın sonuçları üç farklı değerlendirmeye göre değerlendirilmiştir. (BKAP EMG Amp. Değeri – Kuvvet Değeri, Vibrasyon Amp. Değeri – Kuvvet Değeri, BKAP EMG Amp. Değeri – Vibrasyon EMG Değeri.) Refleks çekicinin vuruş gücüyle oluşan refleks yanıtın amplitüdü arasındaki ilşiki Şekilde gösterilmiştir. BKAP amplitüdü vuruş gücü arttırıldığında maksimal gücün yaklaşık 1/3 ünde belirli bir BKAP değerinde sabit kalmaktadır, doğrusal bir ilişki göstermemektedir. 46 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ Şekil S-30 Curcuminin Deneysel Olarak Oluşturulmuş Epilepsi Modelindeki Etkilerinin İncelenmesi Volkan Solmaz1, Nilgün Erten2, Aytekin Ceviz1, Oytun Erbas3, Orhan Sümbül1 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Tokat Ordu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Ordu 3 İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İstanbul 1 2 AMAÇ: epileptik nöbetler pek çok nedenden kaynaklanan ve çok değişken klinik tablolarla karşımıza çıkabilen beyin fonksiyon bozukluklarından biridir. Epilepsi kliniğini doğuran patolojik süreçlerin muhtemel çeşitliliği, antiepileptik tedavide kullanılan ilaçların birbirinden çok farklı etki mekanizmalarına sahip olmalarını açıklar niteliktedir. Bu çalışmanın amacı önceki yapılmış çalışmalarda nöroprotektif özellikleri gösterilmiş olan Curcumin\’in pentilentetrazol indükte nöbetler üzerine olan etkilerini incelemektir. MATERİAL-METOD: Çalışmamıza 42 adet 200-250 gr ağırlığında Sprague-Dawley tipi erkek sıçan kullanıldı. 7’şer sıçandan oluşan 6 grup oluşturuldu. Gruplara PTZ (70 mg/kg-Jeneralize nöbet dozu) uygulamasından 30 dakika önce farklı dozlarda (80 ve 160 mg /kg) Curcumin verildi. Kontrol grubu sıçanlara izotonik NaCl ve PTZ uygulandı. Pleksiglas kaplara alınan sıçanlarda oluşan konvulziyon şiddeti 0 ile 6 derece arası değerlendirildi. Konvulziyon skalası (Racine skalası) (0):Normal,(1):Donup Kalma,(2):Baş sallama,(3):Vücutta yüzeyel klonik hareket,(4):Ön ekstremitelerde bilateral klonus(Piyano çalma) (5):Jeneralize tonik-klonik nöbet ve yana doğru düşme (6): mortalite şeklinde belirlenmiştir. EEG örneklemi için kortikal kayıtlar alındı. EEG yapılan gruplara PTZ (35mg/ kg-absans nöbet dozu) uygulamasından 30 dakika önce farklı dozlarda (80 ve 160 mg /kg) Curcumin verildi. Kontrol grubu sıçanlara izotonik NaCl ve PTZ uygulandı. EEG kayıtları 1-60 Hz bant aralığında, 10.000 amplifikasyonla Biopac MP30 sistemiyle 30 dakika alınmıştır. Kayıtlar PSA (Power Spectral Analyse) yöntemleriyle değerlendirildi. BULGULAR: yapılan istatistikler sonucunda Curcumin hem 80 hem de 160 mg/kg dozlarında izotonik grubuyla kıyaslandığında RCS’ yi anlamlı dercede düşürürken (p<0,05), FMJ’ yi anlamlı olarak uzatmıştı (p<0,01). Ek olarak yine her iki dozda da doksisiklin EEG kayıtlarında Spike yüzdelerini anlamlı derecede azaltmıştı (p<0.01). SONUÇ: Çalışmamızda Curcumin’in antikonvulzan özellikleri klinik ve EEG kayıtları eşliğinde gösterilmiştir. Çalışmamızın devamında Curcumin’ in bu etkisinin mekanizmalarını açıklamaya çalışacağız S-31 Serebral Palsi Modeli Geliştirilen Sıçanlarda Oksitosinin Konvulziyon Eşiğini Yükseltici Etkisi Oytun Erbaş1, Volkan Solmaz2, Bilge Piri Çınar3, Gönül Peker4 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji, İstanbul Turhal, Devlet Hastanesi, Tokat 3 Giresun, Devlet Hastanesi, Giresun 4 Ege Üniversitesi Fizyoloji, İzmir 1 2 AMAÇ: Oksitosinin daha önceki çalışmalarımızda antikonvulzan etkisini göstermiştik. Bu çalışmamızda serebral palsi (CP) modeli üzerine etkisini inceledik. MATERYAL-METOD: 28 adet yenidoğan sıçana 4 dakika süre ile % 50 karbondioksit uygulanıp CP modeli geliştrildi. 4 gruba ayrılan sıçanların 2 grubuna (14 adet) 80 IU/kg i.p oksitosin, diğerlerine salin verildi. 6 hafta uygulama yapılan sıçanlara sonrasında 4 hafta işlem uygulanmadı. Oksitosin alan 7 sıçana, salin alan 7 sıçana 70 mg/kg dozunda PTZ uygulandı. Konvulziyon şiddeti (Racine skalası) ve ilk jerk zamanı kaydedildi. Oksitosin ve salin alan diğer 7 şer sıçana anestezi altında (80 mg/kg ketamin ve 10 mg/kg 47 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ xylazin) sağ parietal kortekse dril yardımıyla kranium delinerek elektrod yerleştirildi. Soğuk akril malzemesi ile sabitlenen elektrod sistemi ile 1 hafta sonra MP150 Biopac sistemi kullanılarak bipolar kayıt alındı. Oksitosin alan 7 sıçana, salin alan 7 sıçana kayıt öncesinde 35 mg/kg PTZ verildi. 5 dakika sonra 1 saat süreli EEG kaydı alındı. Spike yüzde analizi yapıldı. BULGULAR: İlk jerk zamanı değerlendirildiğinde oksitosin alan grubun jerk zamnında salin grubuna göre anlamlı uzama görüldü. Racine skalasında oksitosin alan CP li grupta konvulziyon şiddeti ve Spike yüzdesi salin grubuna göre anlamlı azaldı. SONUÇ: Oksitosin 6 hafta uygulanmadan sonra 4 hafta ara verilse bile CP modelinde antikonvulzan özellik göstermiştir. Bu etkinin epigenetik ve inhibitör ara nöronlar üzerinden olası etkileri araştırılmaktadır. S-32 Kritik Lokalizasyonlu İntrakraniyal Lezyon Cerrahisinde İntraoperatif İnvaziv Kortikal Haritalandırma ve Nöromonitorizasyon Emine Taskiran1, Emre Durdag2, Fatihhan Bölükbasi2, Ramazan Sari2, Sema Demirci3, Ilhan Elmaci2 Istanbul Medipol Universitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul Memorial Saglik Grubu, Nöroşirurji, Istanbul 3 Istanbul Universitesi, Saglik Bilimleri Enstitusu, Istanbul 1 2 GİRİŞ VE AMAÇ: Nöroonkolojik cerrahide sensori-motor alan ve yakını gibi kritik lokalizasyonda yerleşen lezyonların eksizyonu, post-operatif parezi ve parestezi gelişim riski nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Bu lezyonların etkin bir şekilde eksizyonunu sağlamak icin bazı intraoperatif yardımcı tekniklerden faydalanılmaktadır. İntra-operatif kortikal haritalandırma da bu tekniklerden biridir. YÖNTEM: Eylül 2013-Ocak 2015 tarihleri arasında grubumuzca yapılan nöroşirürjikal girişimlerde intraoperatif kortikal haritalandırma ile nöromonitorizasyon yapılan 38 vaka değerlendirmeye alındı. Hastaların lezyon lokalizasyonları, intraoperatif cerrahi ve elektrofizyolojik bulguları ile postoperatif ilave nörolojik bulguları dökumante edildi. BULGULAR: 38 hastanın 8’inde köşe tümörü cerrahisi, diğerlerinde intrakranyal cerrahi gerçekleştirildi. 18’inde üst somatosensoryal uyarılmış potansiyel kullanılarak faz dönmesi tekniği ile motor korteks lokalizasyonu kayıtlamaları yapıldı. Bunlardan 5 hastada teknik, tümöre bağlı anatomik yer değişimi veya ödem gibi nedenlerle optimal kayıt sağlanamadı. 3 hastada monopolar stimulatör ve 1-8 ma’lik uyarımlar ile direkt kortikal uyarım yapılarak kortikal prezentasyon alanları ayırt edildi. 33’ünde transkraniyal uyarım ile MEP ve SEP kaydı, 8 hastada BAEP, 2 hastada VEP kaydı yapıldı. 1 hastada triggered EMG yöntemi kullanıldı. Hastaların ikisinde intraoperatif MEP değişikliği, iki hastada spontan EMG aktivitesi kaydedildi. Postoperatif donemde 3 hastada geçici nörolojik defisit (hemiparezi, hemiparezi ve disfazi, monoparezi) izlendi. Kalıcı sekel gelişimi gözlenmedi. TARTIŞMA VE SONUÇ: İntraoperatif kortikal haritalandırma, özellikle sensorimotor alanların yakınında yerleşim gösteren lezyonların güvenli bir şekilde eksizyonu icin oldukça önemli bir yardımcı tekniktir. Yine köşe tümör cerrahisinde özellikle fasiyel sinir trasesinin triggered EMG tekniği ile elde edilmesi mümkündür. Bu teknik ile lezyon lokalizasyonuna göre tehdit altındaki kraniyal sinirler monitorize edilebilir. Nörofizyolojik yöntemlerin akılcı seçimi, uygulanması ve yorumlanması ile cerrahi sonuçların mükemmel ve güvenilir olması sağlanabilir. S-33 Huzursuz Bacaklar Sendromlu Hastalarda ve Normal Bireylerde, Motor İmgelem İle Fleksör Refleks Eksitabilitesinin Değerlendirilmesi Figen Yavlal1, Gülçin Benbir2, Rahşan İnan3, Derya Karadeniz2, Meral Kızıltan2 Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Kartal Dr. Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul 1 2 GİRİŞ: Bir hareketin hayali (motor imgelem, Mİ) ile ilgili nöral işlemlerin, o hareketin gerçekten yapılmasına benzer olduğu öne sürülmüştür. Mİ sırasında TMS, refleksler ve geç yanıtlarla ilgili döngülere ait eksitabilite artışı gösterilmiştir. Huzursuz Bacaklar Sendromu (HBS)’nda, MSS’nin çeşitli düzeylerinde (korteks, beyin sapı, spinal seviye) TMS ve segmenter refleksler, örneğin fleksör refleks (FR) aracılığı ile eksitabilite artışı bildirilmiştir. Çalışmamızda, normal bireyler ve HBS hastalarında yürüme hayali ile fleksör refleks (FR) eksitabilitesinde değişiklik olup olmadığını araştırmayı amaçladık. OLGULAR-YÖNTEM: Çalışmaya 11 HBS (3 E, 8 K.Ort yaş: 41.2) ve yaş ve cins dağılımı uyumlu 15 kontrol (8 E, 7 K. Ort yaş:38.4) olmak üzere 26 olgu alındı. FR, olgular sırt üstü yatar konumdayken, sağ medial plantar sinir stimülasyonu ile 1: istirahat konumunda ve 2: Bireyler yürüdüklerini hayal ederlerken çalışıldı ve FR kaydı yapıldı. FR medial plantar sinirin , yüksek ve sık aralıklarla uyarılması sonucu, yüzey elektrodu (anod 1. metatarsda, katod ayak arkının verteksinde olmak üzere) ile sağ ayaktan elde edildi. İstirahat ve Mİ sırasındaki FR erken ve geç latansları ile amplitüd farkları karşılaştırıldı. 48 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ BULGULAR: Elde edilen FR yanıtlarının, erken latans, geç latans ve amplitüd değerleri için HBS ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (sırasıyla P=0.515, p=0,404, p=0,404). Amplitüd değerlerinin hayal öncesi ve yürüme hayali arasındaki değişimi HBS grubunda anlamlı bir azalma gösterirken, kontrol grubunda anlamlı bulunmamıştır (sırasıyla P= 0.039 ve 0.161). SONUÇ VE YORUM: HBS oluşumundaki görüşlerden biri, supraspinal etkilerle FR eksitabilitesinin arttığı ve HBS ile FR’nin ortak spinal mekanizmaları paylaştıkları şeklindedir. Mİ ile segmanter reflekslerin değiştirilebilmesinin tartışmalı olduğu ve yürüme hayalinin daha karmaşık mekanizmaları olduğu gösterilmiştir. O halde elde ettiğimiz sonuçlar, HBS olgularında yürüme hayalinin spinal eksitabiliteyi azalttığı yönünde yorumlanabilir. S- 34 Motor Nöron Hastalıklarına Eşlik Eden Uyku Bozuklukları: Klinik ve Polisomnografik Retrospektif Analiz Aylin Reyhani1, Sultan Çağırıcı2, Ülkü Dübüş Hoş2, Gülçin Benbir3, Derya Karadeniz3 Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Uyku ve Uyanıklık Bozuklukları Birimi, İstanbul 1 2 AMAÇ: Motor nöron hastalıklarında (MNH) obstruktif uyku apne sendromunun (OUAS) sık görüldüğü bilinmektedir. Ancak eşlik eden diğer uyku bozukluklarıyla ilgili yeterli bilgi yoktur. MNH tanısıyla laboratuvarımıza başvuran hastalarda, diğer uyku bozukluklarını klinik ve polisomnografik değerlendirmeyle belirlemeyi amaçladık. YÖNTEM: 2001-2015 tarihleri arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Uyku ve Uyanıklık Bozuklukları Polikliniği’ne başvuran, standart polisomnografi yapılmış 71 amiyotrofik lateral skleroz, 2 primer lateral skleroz tanılı olmak üzere toplam 73 hasta dahil edildi. OLGULAR: retrospektif olarak hasta kayıtlarının taranması yöntemiyle değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet, boy, kilo, eşlik eden uyku ve diğer hastalıkları ve ilaç kullanım bilgileri kaydedildi. Polisomnografi sonucuna göre; toplam anormal solunum olayları indeksi, uykuda periyodik ekstremite hareketi indeksi, fragmenter myoklonus ve atonisiz REM uykusu varlığı ele alındı. BULGULAR: 73 hastanın 36’sı kadın (%49.31), 37’si erkekti (%50.68). Yaş ortalaması 58.01±9.80 bulundu. Ortalama vücut kitle indeksleri 25.71± 4.89 kg/m2 olarak hesaplandı . 49(%67.12) hastada OUAS, 8(%10.95) hastada nöromusküler hastalığa bağlı hipoventilasyon-hipoksemi sendromu (HHS) zemininde OUAS, 3(%4.10) hastada OUAS ve santral uyku apne sendromu birlikteliği, 2(%2.73) hastada HHS zemininde OUAS ve uykuda üst solunum yolu direnç sendromu (UARS) birlikteliği, 1(%1.36) hastada HHS zemininde OUAS ve uykuda periyodik solunum birlikteliği, 1(%1.36) hastada HHS, 1(%1.36) hastada UARS, 1(%1.36) hastada HHS zemininde UARS mevcuttu. Bunların ortalama toplam anormal solunum olayları indeksi 28.09±16.33 olarak bulundu. 73 hastanın 50(%68.49) tanesinde uykuyla ilişkili solunum bozuklukları hariç eşlik eden en az bir uyku hastalığı mevcuttu. 19(%26.02) hastada huzursuz bacaklar sendromu, 34(%46.57) hastada uykuda periyodik hareket bozukluğu görüldü. Ortalama uykuda periyodik ekstremite hareketi indeksi 34.08±19.65 olarak bulundu. 10(%14.28) hastanın yüzeyel bacak EMG kayıtlarında fragmenter myoklonus saptandı. 4(%5.47) hastada REM davranış bozukluğu ve 4(%5.47) hastada atonisiz REM uykusu varlığı mevcuttu. SONUÇLAR: MNH hastalarında OUAS varlığı birçok çalışmada araştırılmıştır. Ancak bu retrospektif vaka serisi değerlendirmesi, MNH hastalarında OUAS dışı uyku bozukluklarını değerlendiren az sayıda veriden biri olması sebebiyle önem arz etmektedir. Her üç MNH hastasının ikisinde solunum dışı uyku bozukluğu olduğunu tespit ettik. Bu yüksek oran MNH tanısıyla izlenen hastalarda eşlik eden solunum dışı uyku bozukluklarının da azımsanmayacak oranda olduğunu ve sorgulanması gerektiğini düşündürmektedir. Tedavi edilmeleri hastaların yaşam kalitelerini yükseltecektir. S-35 Juvenil Miyoklonik Epilepsi Hastalarında Rastlanabilen Tremorun Farklı Bir Anlamı Var mı? Zeynep Aydın-Özemir1, Zeliha Matur2, Betül Baykan1, Başar Bilgiç3, Ali Emre Öge1 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, ISTANBUL İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, ISTANBUL 3 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı,Davranış ve Hareket Bozuklukları Bilim Dalı, ISTANBUL 1 2 AMAÇ: Juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarının bazılarında tremor görülebilmektedir. Tremor en sık görülen hareket bozukluğudur ve esansiyel tremor (ET) en sık görülen tremor alt tipidir. Ancak JME’li hastalarda saptanan tremor yakınmasının Valproat (VPA) tedavisi ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. JME hastalarında tedavi öncesinde tremor olup olmadığı, VPA ile bu tremorun artıp armadığı veya karakterinin değişip değişmediği hakkında literatürde henüz bilgi yoktur. Bu çalışmada tremordan yakınan JME hastalarında klinik ve akselometrik analiz ile tremorun ET’ye göre farklı veya benzer yanlarının ortaya konulması amaçlanmıştır. 49 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ METOD: İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Epilepsi ve Hareket Bozuklukları polikliniklerine 2012-2014 yılları arasında başvuran hastalardan Uluslararası Epilepsi Topluluğu (ILAE) kriterlerine göre JME tanısı almış 15 hasta ile “Movement Disorder Society’s Ad Hoc Committee on Tremor” tarafından tanımlanmış olan ET kriterlerini dolduran benzer yaş ve cinsiyet dağılımı gösteren 15 hasta, çalışmaya dahil edildi. Tüm denekler bilgilendirilmiş onayları alındıktan sonra ayrıntılı klinik ve akselerometrik analiz ile elektro-nörofizyolojik açıdan değerlendirildi. Akselerometrik analiz için 4 kanallı EMG/EP cihazı ve 3 akslı akselerometre cihazı kullanıldı. Sırasıyla sağ ve sol elde ölçümler a) eller ve bilek istirahat halindeyken b) eller ve bilek öne doğru iyice uzanmışken c) el ve bilek öne doğru uzanmışken ve her bir ele 500 gr ve d) 1000 gr ağırlık asılı iken yapıldı. Akselerometrik veriler, bilgisayar temelli analiz programı ile değerlendirildi. Programın otomatik olarak sağladığı veriler “spektral analiz sonuçları ve grafikleri” ve “poligrafi” idi. Tremor düzeni, frekansı, büyüklüğü ve eklenen miyoklonilerin sayısı incelendi. BULGULAR: JME hastalarının tümünde VPA tedavisinden önce tremorun başlamış olduğu kaydedildi. Grupta üçü kardeş toplam 4 ailesel olgu yer almaktaydı. Her iki elde tremor frekansı açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu. (p> 0,05, Ki-kare). Ayrıca gerek tremorlu JME grubu için gerekse ET grubu için, sağ ve sol taraf arasında grup içinde fark yoktu (p>: 0,05, Pearson ki-kare.) ET grubunda sol elde postüral tremor amplitüdü, tremorlu JME grubuna göre anlamlı yüksekti (p:0,04, Mann-Whitney U). Diğer amplitüdler açısından gruplar arasında fark yoktu. İki grupta da postür verilmesinden 1000 mg’a doğru amplitüdler giderek yükselmekteydi. Çarpıcı olarak JME grubunda tremor amplitüd ve frekansı belirgin şekilde değişkendi. JME grubunda tremor zemininde ellerin distalinde düzensiz, düşük amplitüdlü, değişken frekans ve amplitüdlü miyoklonik atımlar mevcuttu. SONUÇ: JME hastalarında görülen tremor frekans açısından ET’ye benzese de amplitüdü daha düşüktü ve tremora eşlik eden miyoklonik atımlar ile karakterizeydi. Bundan dolayı tremoru olan JME hastalarında bu yakınmanın kendine özgü karakteristik özellikleri olduğu ve bu grup hastaların klasik JME’den ayrı bir başlık altında toplanabileceği kanaatine varılmıştır. S-36 Juvenil Miyoklonik Epilepside Duysal Uyandırılmış Potansiyeller Farklı Alt-gruplara İşaret Edebilir mi? Zeynep Aydın-Özemir1, Zeliha Matur2, Betül Baykan1, Ali Emre Öge1 1 2 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, ISTANBUL İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, ISTANBUL AMAÇ: Yapılan az sayıda duysal uyandırılmış potansiyel (SEP) çalışmasında bazı juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarında primer somatosensoryel kortekste hipereksitabiliteye işaret eden bulgular saptanmıştır. Bu çalışmada SEP ile elde edilen bulgularla, hastaların klinik verileri kıyaslanarak, farklı grupların varlığının araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Epilepsi polikliniğinden ILAE kriterlerine göre tanı konmuş ve en az 1 yıl takibi olan, 24 JME hastası ve 14 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Hastaların ve kontrollerin medyan sinir uyarımlı kortikal SEP yanıtları kaydedildi. İki grup N20, P25, N35 latansları, N20-P25, P25-N35 amplitüdleri açısından kıyaslandı. Normal grubun amplitüd değerlerinin ortalamalarının 3 standart sapma üzerinde olanlar ‘dev SEP’ olarak kabul edildi. Hastaların klinik ve EEG bulgularıyla SEP verileri karşılaştırıldı. BULGULAR: On ikisi kadın olan JME grubunda yaş ortalaması 32,4±12,04, altısı kadın olan sağlıklı kontrollerden 35,1±11,9 farklı değildi. JME grubunda her iki yanda N20-P25 ve P25-N35 amplitüdleri normallere oranla anlamlı derecede yüksekti. N20, P25 ve N35 latansları arasında ise fark saptanmadı. ‘Dev SEP’ bulgusu 11 hastada (%45,8) izlendi. ‘Dev SEP’ saptanan JME’lilerle saptanmayanlar arasında klinik özellikleri ve EEG bulguları açısından anlamlı fark saptanmadı. Bununla birlikete dev SEP olgularının 3’ü kardeşti ve olguların %54’ünde ailede epilepsi öyküsü vardı. Beş olguda EEG’de fotosensitivite saptandı. Ayrıca dev SEP grubunda epilepsi başlangıcında miyokloni sıklığı daha yüksek olmakla birlikte, anlamlı derecede farklı değildi ve tedavi sonrasında bu farklılık kaybolmuştu. Dev SEP’li hastalarda absans nöbeti 4 hastada varken diğerlerinde 1 hastada vardı. İki grupta valproat (dev SEP’li JME: %63,6, diğer; %69,2) ve levetirasetam (dev SEP’li JME: %18,6, diğer; %30,7) monoterapisi kullanan hastalar varken, valproat ve levetirasetam kombinasyonu kullanan hastalar sadece dev SEP grubunda (%18,6) vardı. SONUÇ: Bu çalışmada JME grubunda SEP amplitüdleri normallere oranla anlamlı derecede yüksek bulunmuş ve mevcut bilgiler doğrulanmıştır. Ayrıca JME’liler içerisinde daha yüksek amplitüdlü SEP’i olan bazı hastaların olması klinik heterojeniteye işaret etmektedir. İleriki çalışmalarda JME grubundaki bu özelliklere dikkat edilerek ve daha homojen gruplar oluşturarak genetik ve patofizyolojik açıdan daha doğru sonuçlara ulaşılabilir. 50 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-37 Fotik Stimülasyon Ne Zaman Uygulanmalı? Uyku Sonrası Yapılan Fotik Stimülasyon İnteriktal Epileptiform Deşarjların Saptanmasında Duyarlılığı Artırabilir mi? Ayşe Deniz Elmalı1, Hatice Kurucu1, Özdem Ertürk1, Özlem Çokar2, Zeliha Matur3, Candan Gürses4, Veysi Demirbilek1, Ayşın Dervent1 Cerrahpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul 3 İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 4 İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 AMAÇ: Fotik stimülasyon, elektroensefalogram (EEG) kaydı esnasında klinik nöbet ve epileptiform deşarjların uyandırılması ve tetkikin tanısal duyarlılığının artırılması amacıyla uzun yıllardır kullanılan temel aktivasyon yöntemlerinden biridir. Bu yöntemle uyandırılan fotoparoksizmal yanıtlar (FPY) her zaman klinik nöbete eşlik etmemekle birlikte; juvenil miyoklonik epilepsi gibi %1520’ye varan oranda fotosensitivitenin izlendiği epilepsi türlerinde tanıda önemli rol oynamaktadır. Aktivasyon yöntemlerinin etkinliğini artırmak amaçlı ideal teknikler ve bunların zamanlaması üzerindeki tartışmalar halen sürmektedir. Bu çalışma, uyku deprivasyonunu takiben yapılan gündüz uyku EEGlerinde; uyku sonrası yapılan fotik stimülasyonun; uyku öncesiyle kıyaslandığında, FPYların elde edilmesinde duyarlılığı artırıp arttırmadığını göstermeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM: Çalışma grubu, uyku EEGlerinin öncesinde ve sonrasında fotik stimülasyon uygulanan 459 hastayı içermektedir. Hastaların tümüne en az 4 saatlik uyku restriksiyonunu takiben uyku öncesi uyanıklık EEG’si ile uyku sonrası uyanıklık EEG’si esnasında iki kez olmak üzere fotik stimülasyon uygulanmıştır. Hastaların tümüne 90 dakika ve üzeri sürelerde EEG kaydı yapılmış, hastaların uyku, uyku öncesi ve uyku sonrası uyanıklık dönemleri ayrı ayrı değerendirilmiştir. Uyku öncesi ve sonrası dönemde yapılan fotik stimülasyonda FPY saptanan olgularda, FPYların toplam süreleri hesaplanmıştır. Artmış FPY olarak tanımlanan grupta deşarjların iki kat veya daha fazla arttığı; azalmış FPY olarak tanımlanan grupta ise deşarjların en az yarıya azaldığı kabul edilmiştir. BULGULAR: İncelenen 460 EEG’de 98 olguda FPY tespit edilmiştir. Bu hastalardan 87’si epilepsi tanısı ile takip edilmekte olan hastalar olup, 11’i daha önce nöbet geçirmemişti. Kontrol grubunda 318 olgu epilepsi tanısıyla takip edilmekteyken, 43 olgu daha önce nöbet geçirmemişti. Fotoparoksizmal yanıt tespit edilen 98 olgunun 68’inde (%68) fotoparoksizmal yanıtların uyku öncesine göre uyku sonrasında artmış olduğu ve bu artışın ortalama 11.4 kat (2 ila 30 kat) olduğu saptanmıştır. Bu artışın izlendiği olguların 31’inde (%31) uyku öncesi hiç FPY görülmezken uyku sonrası 3 ila 26 saniye boyunca FPY izlenmiştir. Grubun 23 (%23) olgusunda her iki dönem FPY süreleri arasında fark gözlenmezken, 7 olguda ise (%7) uyku öncesinde ortaya çıkan FPYların uyku sonrasında azaldığı veya kaybolduğu görülmüştür. SONUÇ: Bu çalışmada aktivasyon yöntemi olarak kullanılan fotik stimülasyonun; uyku sonrasında fotosensitiviteyi ortaya çıkarıcı etkisinin, uyku öncesine kıyasla artmış olduğu gözlenmiştir. S-38 Epilepsi Hastalarında, Refleks Nöbet Uyaranı Varlığında, Kognitif Fonksiyonların İnteriktal EEG Üzerine Etkisinin Araştırılması Eser Buluş, Gülçin Benbir, Naz Yeni Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Çalışmamız ile bir üniversite hastanesi epilepsi polikliniğinde refleks nöbet uyaranı varlığında kognitif fonksiyonların interiktal EEG üzerine etkisinin tespit edilmesini ve EEG kaydı sırasında pratik uygulamada kullanılabilecek yeni bir aktivasyon yönteminin geliştirilmesini amaçladık. YÖNTEM: Refleks nöbet uyaranı bildiren ve/veya önceki rutin EEG’lerinde yoğun epileptiform deşarjları olan 35 hastaya önce rutin EEG kaydı yapıldı sonrasında EEG kaydına devam edilerek kognitif fonksiyonların interiktal EEG üzerine etkisinin araştırılması amacıyla test verildi. Test değerlendirmesi Matsuoka ve arkadaşlarının 2000 yılında yapmış oldukları çalışmanın metodolojisinden yararlanılarak yapıldı. BULGULAR: Lisan fonksiyonlarıyla ilgili hareketin planlanmasını değerlendiren verbal testle 35 hastanın 4’ünde (%11,4) paroksizmler aktive olmuştur ve paroksizmleri aktive olan hastaların tümünün idiyopatik jeneralize epilepsili grupta olduğu dikkati çekmiştir. Uzaysal düşünmeyi değerlendirmek için verilen aritmetik test ile 35 hastanın 2’sinde (%5,7) paroksizmler aktive olmuş ve verbal testte olduğu gibi paroksizmleri aktive olan hastaların tümünün idiyopatik jeneralize epilepsili grupta olduğu dikkati çekmiştir. Sonuç olarak kognitif testlerle %11,4 (n=4) oranında interiktal EEG üzerine aktivasyon etkisi gözlenmiştir. Geleneksel aktivasyon yöntemlerinden IFS ile 35 hastanın 2’sinde (%5,7) fotik duyarlılık tespit edilmiş, diğer bir geleneksel aktivasyon yöntemi olan HV ile ise 16 (%45,7) hastanın paroksizmlerinde aktivasyon olduğu tespit edilmiştir. Verbal test sonuçlarının geleneksel aktivasyon yöntemleriyle uyumlu etkiler gösterdiği (p=0,001 ve p=0,026), aritmetik testin ise sadece IFS ile uyumlu sonuçlar gösterdiği dikkati çekmiştir (p=0,001). SONUÇ: Kognitif testlerin çoğunlukla inhibitör etkili olduğu, %11,4 oranında ve sadece idiyopatik jeneralize epilepside interiktal paroksizmler üzerine aktivasyon etkisinin olduğu görülmüştür. Verbal test sonuçlarının IFS ve HV ile uyumlu etkiler göstermesi, bu 51 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ testin geliştirilebileceğini ve pratik uygulamaya konabileceğini düşündürmüştür. İnteriktal EEG üzerine HV %45,7 (en sık) ve IFS ise %5,7 (en az) aktivasyon sağlamıştır. Kognitif test bataryasının ışık uyaranına göre daha yüksek oranda aktivasyona neden olması ve IFS’nin etkisinin yaşla azalması nedeniyle bu bataryanın her yaşta aktivasyon yöntemi olarak kullanılabileceğini düşündürmüştür. S-39 Peri-İktal Otonomik Bulguları Olan Epilepsi Hastalarında Nöronal Otoantikorların Araştırılması Leyla Baysal Kıraç1, Erdem Tüzün2, Canan Ulusoy2, Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Esme Ekizoğlu Turgut1, Nerses Bebek1 Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1,Betül Baykan1 İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji, İstanbul İstanbul Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp Araştırma Ensitüsü, İstanbul 3 Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 AMAÇ: Bu çalışmada peri-iktal otonomik bulgulu nöbetleri olan epilepsi hastalarında nöronal otoantikor sıklığının ve bu antikorlarla klinik bulgular ve EEG özellikleri arasındaki ilişkinin gösterilmesi hedeflenmiştir. YÖNTEM: Çalışmaya İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümü epilepsi polikinliğinde izlenen dökümente edilmiş peri-iktal otonomik bulguları olan hastalar dahil edildi. Hastaların serumları RIA, ELISA ve hücre bazı kitler ile çeşitli otoantikorlar için değerlendirildi. Seropozitif ve seronegatif hastaların klinik, laboratuvar ve EEG özellikleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya 62 hasta ( 37 K, 25 E, yaş ortalaması 31.6 ± 9.4 yıl , ortalama epilepsi süresi 16.2 ± 9.2 yıl) dahil edildi. Periiktal otonom bulgulu nöbetleri olan 9 hasta (14,5 %) (3 K, 6 E, yaş ortalaması 31,8 ± 11) araştırılan nöronal otoantikorlar açısından seropozitif idi. Antikorlar 3 hastada (% 5) N-metil-D-aspartat reseptörü (NMDAR), 3 hastada (% 5 ) voltaj kapılı potasyum kanalı (VGKC) kompleksi, 2 hastada (% 3 ) glutamik asit dekarboksilaz (GAD) ve 1 hastada (% 2) glisin reseptörüne (GLYR ) karşı saptandı. Seropozitif gruptaki hastaların 6’sında (% 67 ) epigastrik aura, bulantı ve öğürme, 5 hastada (% 22 ) taşikardi, 2 hastada (% 22 ) karın ağrısı, 2 hastada ise peri-iktal ateş yüksekliği (% 22 ) vardı. Epilepsi etiyolojisi 4 hastada hipokampal skleroz (% 44 ), 4 hastada kriptojenik (% 44 ), 1 hastada (% 11 ) ise doğum travması idi. Erkek hasta sayısı, psikoz öyküsü ve peri-iktal otonom bulgulardan epigastrik aura ve ateş yüksekliği seropozitif grupta anlamlı olarak daha sık saptandı (p<0.05). Epilepsi süresi, epilepsi etiyolojisi, antiepileptik ilaç direnci ve seropozitivite arasında bir ilişki bulunmadı. SONUÇ: Peri-iktal otonom bulguları olan epilepsi hastalarında nöronal otoantikor sıklığı diğer epilepsi hasta gruplarıyla benzer düzeydedir ve bu grup otoimmünite için daha yüksek bir risk taşımamaktadır. Psikoz, epigastrik aura ve peri-iktal ateş yüksekliği seropozitif grupta daha sıktır. Antiepileptik ilaç tedavisine dirençli hastalarda immüntedavi seçenekleri açısından ilgili otoantikorların taranması önem taşımaktadır. S-40 Hipokampal Skleroz Olgularında Alışılmış Dışı Epileptik Odaklar ve Prognoz Ebru Nur Vanlı-Yavuz, Hakan Yener, Nerses Bebek, Candan Gürses, Ayşen Gökyiğit, Betül Baykan İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabillim Dalı Klinik Nörofizyoloji, İstanbul GİRİŞ: Epilepsi pratiğinde tedaviye dirençli grubun büyük bir bölümünü oluşturan hipokampal skleroz (HS)’lu hastalarda ön temporal elektrotlarda görülen dikenler, keskin dalgalar, keskin ve yavaş dalga kompleksleri interiktal EEG’nin tipik epileptiform bulgularıdır. Çalışmamızda bu aktivitelerden farklı epileptik odakların ve aktivitelerin görüldüğü olgularda klinik, elektrofizyolojik ve prognoz özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Epilepsi biriminden temporal lop epilepsisi tanısı ile takipli, 1,5 T MRG ‘de ölçütlere uygun şekilde HS saptanan, T1/2, F7/8, T3/4 odakları dışında farklı bir alanda epileptik aktivitesi saptanmış olan hastalar dahil edildi. MRG incelemelerinde HS’ye dual patoloji eşlik edenler ve opere edilmiş hastalarda patoloji raporu HS ile uyumlu olmayan hastalar çalışmadan çıkarıldı. BULGULAR: 2013-2014 yıllarında en az bir kez takibe gelen, EEG incelemesi değerlendirilen 126 HS olgusu arasından 9’u erkek, 11’i kadın toplam 20 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların yedisi bilateral HS (%35) tanılı idi; bu oran kontrol olgularından yüksek olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı değildi. Atipik odakları olan hastaların nöbet başlama yaşları 6 ay – 22 yaş arasında, ortalama takip süreleri 107,8+89,3 aydı. İki hastaya 3T MRG yapılıp bilateral HS tanısı koyulmuş, hiç bir hastada başka MRG bulgusu izlenmemişti. İki hasta dışında tümü ilaca dirençli olup 5’inde status epileptikus öyküsü mevcuttu. İki hastada patolojik nörolojik muayene bulgusu, 5 hastada ise mental retardasyon mevcuttu. Hastalara ait toplam 110 EEG incelemesinde (rutin ve/veya VEM) 6 hastanın temel aktivitesinin yetersiz olduğu dikkati çekti. On hastada bir alanda, 10 hastada ise en az 2 farklı alanda alışılmış dışı epileptik odaklar (arka temporal (12), frontal (5), frontopolar (4), oksipital (2), frontosantral (1),santroparietal (1), parietooksipital (1)) olduğu dikkati çekti. Ayrıca bir hastada ışığa duyarlı tipte jeneralize epileptiform aktivite, bir hastada ise jeneralizasyon eğilimi gösteren bifrontal odak saptandı. Dördü bilateral HS tanılı olmak üzere toplam 10 hastanın opere edildiği, postoperatif takip sürelerinin ise 69,8+50,7 ay olduğu görüldü. Postoperatuvar birinci yılda, 7 hastanın Engel sınıflamasının 1 olduğu dikkati çekti. Postoperatuvar 52 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ dönemde uykuda epileptik odak saptanan unilateral HS tanılı bir hasta ile preoperatuvar ışığa duyarlı tipte jeneralize epileptik aktivitesi olan bilateral HS’li hastanın Engel 1 grubunda olduğu dikkat çekti. Buna karşılık Engel IV olan iki hastanın ise postoperatuvar EEG incelemelerinde odak saptanmadı. SONUÇ: Alışılmış yerleşim dışı epileptik odakları da olan HS olgularının %15,9 oranında görüldüğü, bu duruma bilateral HS olgularında sık rastlandığı, genellikle ilaca dirençli olmakla birlikte heterojen bir grup olduğu; iyi lateralizasyon ve lokalizasyon yapılan hastaların cerrahi sonrası nöbetsiz kalabileceği dikkati çekmiştir. S-41 10 Olgu Eşliğinde Epileptik Nistagmus Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Halil Güllüoğlu, Ayşe Güler, Şeyma Çiftçi, İbrahim Aydoğdu, Nilgün Araç Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir GİRİŞ: Epileptik nistagmus; hızlı tekrarlayıcı göz hareketleri ile karakterize nadir görülen bir iktal fenomendir. Vakaların hemen hepsinde hızlı fazı iktal aktivitenin kontralateraline vuran binoküler horizontal nistagmus izlenmektedir. İktal nistagmus tipik olarak temporo-parieto-oksipital bölgelerden kaynaklanmaktadır. Bu bilgiler eşliğinde kliniğimizde takip ettiğimiz 11 epileptik nistagmuslu olguyu değerlendirdik Materyal-metod: 2004-2014 yılları arasında etiyolojisinde serebrovasküler hastalık(n:3), travma (n:2), ensefalit (n: 3), meziyal temporal skleroz (n:1), MELAS (n:1) saptanan, yaşları 18-67 arasında değişen, izole veya diğer nöbet bulgularının eşlik ettiği iktal nistagmuslu 11 olgu çalışmaya alınmıştır. Olguların 7 sinde epilepsi öyküsü mevcuttu. Tüm olgular, klinik özellikleri, iktal EEG (n:10), iktal video (n:8) kayıtları ve görüntüleme yöntemi eşliğinde değerlendirildi. BULGULAR: Hastaların tümünde hızlı fazı iktal aktivitenin kontralateraline vuran horizontal nistagmus gözlendi. İktal nistagmusa eşlik eden konjuge göz deviasyonu (%72), bilateral göz kırpma (%36), sağ homonim hemianopsi (%27), baş deviasyonu(%27), ışık çakmaları (%18) ve fokal motor nöbetler yüzde (%36), elde (%27), abdominal bölgede (n:1) izlendi. Hastaların bilinç düzeyi altta yatan patolojiye bağlı, bilinç açık (%27) ve konfüze (%82) olarak değerlendirildi. İktal aktivite çoğunlukla parieto-oksipital (%45) olmak üzere, Temporo-oksipital (n:1), sentroparietal (n:2), frontosentral (n:1), temporal (n:2) bölgelerden kaynaklanmaktaydı. Kraniyal görüntülemelerde saptanan patolojik bulgular EEG ile uyumlu lokalizasyonlardaydı. SONUÇ: Epileptik nistagmus değişik etiyolojilere bağlı olarak sakkadik, pursiit ve optokinetik göz hareketlerinde rol oynayan kortikal bölgeler uygun iktal deşarjlarla aktive edilirse ortaya çıkabilir. Nadir görülen bu durumu belirgin lateralizan değeri vardır ve genelde fokal motor nöbetlerle birlikte izlenmektedir. S-42 Fokal Epilepsilerde İktal Vücut Dönmesi Metin Mercan, İrem Yıldırım Çapraz, Özgür Akdemir, Erhan Bilir Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Literatürde birçok lateralizasyon bulgusu tanımlanmış olmasına rağmen iktal vücut dönmesi hakkında yeterli veri yoktur. Bu çalışmanın amacı, fokal epilepsilerde iktal vücut dönmesinin nöbet lateralizasyonundaki yerini değerlendirmek ve patofizyolojik mekanizmasını anlamaya çalışmaktır. METOD: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi epilepsi merkezinde 2010-2014 yılları arasında uzun süreli video-EEG montörizasyonu yapılan 263 fokal epilepsi (temporal lob epilepsi (TLE), n = 178; Ekstratemporal lob epilepsi (ETLE), n = 85) hastasının cerrahi öncesi ve sonrası kayıtları incelendi. İktal vücut dönmesi yorumlanırken, non-versif vücut dönmesi (NVVD) ile versif vücut dönmesi (VVD) olarak iki tanım kullanıldı. SONUÇLAR: 22 hastanın (TLE, n = 16; ETLE, n = 6) altmış iki nöbetinde iktal vücut dönmesi gözlendi. NVVD, TLE hastalarının % 6’sında (n=11), ETLE hastalarının ise % 2’sinde (n=2) görüldü. VVD ise TLE hastalarının %5’inde (n=8), ETLE hastalarının % 7’sinde (n=6) görüldü. TLE ve ETLE nöbetlerinde NVVD sıklıkla epileptik zonun ipsilateraline doğru olurken (% 76 ve %80, sırasıyla), VVD ise EZ’nin konralateraline doğru olmaktaydı (%86 ve %55, sırasıyla). TLE nöbetlerinde iktal vücut dönmesine sıklıkla baş dönmesi eşlik ediyordu (NVVD, %88; VVD, %92). Ayrıca baş ve vücut dönmesinin başlangıç ve dönme süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede korelasyon mevcuttu (p < 0.05). ETLE nöbetlerinde ise böyle bir durum yoktu. TLE nöbetlerinin %71’inde NVVD sırasında hemifer bölgelerine lokalize veya lateralize şekilde 5-12 Hz ritmik EEG aktivitesi gözlendi. Yorum: Bizim çalışmamız iktal vücut dönmesinin değerli bir lateralizasyon bulgusu olduğunu ve TLE nöbetlerinde baş dönmesi ile benzer patofizyolojik mekanizmaya sahip olabileceğini gösterdi. 53 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ S-43 Epilepsi Cerrahisi Öncesi WADA Testi Artık Gereksiz mi? Olcay Tosun Meriç1, F. İrsel Tezer1, Kader Karlı Oğuz2, F. Gonca Eldem2, Serap Saygı1 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Wada testi epilepsi cerrahisine aday olan hastalarda, özellikle temporal lobektomi ve amigdalahipokampektomi planlanıyorsa, lisan dominansını belirlemek ve cerrahi sonrası hafıza performansını öngörmek için kullanılmaktadır. Son zamanlarda literatürde invaziv bir yöntem olmayan fonksiyonel MRG’nin (fMRG) Wada testinin yerini almaya başladığı belirtilmektedir. Ancak hala seçilmiş hastalarda Wada testi altın standart olmaya devam etmektedir. Biz de yarı prospektif bu çalışmada Wada testini hangi hasta gruplarında uyguladığımızı, fMRG yapılan hastalarda Wada testinin gerekliliğini ve hastaların cerrahi kararında Wada testinin etkisini tartışmak istedik. YÖNTEM: Ocak 2012-Aralık 2014 tarihleri arasında dirençli epilepsi nedeniyle cerrahiye aday olan ve nöropsikometrik değerlendirmesi ve/veya fMRG sonuçlarına göre cerrahi kararı tartışmalı olan bu nedenle sodyum amobarbital ile Wada testi uygulanan hastalar çalışmaya alındı. BULGULAR: 17 kadın 25 erkek toplam 42 hastaya Wada testi yapıldı. Mezial temporal lop epilepsisi olan 34 hastanın tamamına hafıza performansı ve lisan baskınlığını belirlemek için, hipokampal ekstrahipokampal epilepsi ayrımı tam olarak yapılamayan 7 hastaya hipokampusun cerrahi sınıra dahil edilip edilmeyeceğine karar vermek için ve geniş hemisferik lezyonu nedeniyle hemisferotomi adayı olan bir hastaya ise hemisferotomi sonrası sonuçları öngörmek için uygulandı. El baskınlığından bağımsız olarak konuşma için sol hemisferik baskınlık %78 olarak bulundu. Sağ hemisferi dominant olan 6 hastanın tamamında sol temporal lob epilepsisi vardı. 22 adet lisan fMRG ve 18 adet hafıza fMRG uygulandı. Lisan için sol hemisfer baskınlığı için fMRG’nin pozitif prediktif değeri %90 iken atipik lisan baskınlığı (sağ-mikst) için %37.5 bulundu. 30 hastada hafıza baskınlığı nöbet odağının karşı tarafında bulundu. 42 hastanın 19’ u opere edildi. 15 hastaya cerrahi kararı bir hastaya ise VNS kararı alındı. 2 hasta cerrahi kararı alınmasına rağmen opere olmak istemedi. SONUÇ: Epilepsi cerrahisi öncesi lisan ve hafıza baskınlığını belirlemek için fMRG ve nöropsikometrik değerlendirme gibi noninvaziv yöntemler olsa da bizim çalışmamızda sol elli, sol hemisferde epileptik odağı olan ve NPT ve fMRG’si bilgi vermeyen veya uyumsuz olan hastalar gibi seçilmiş hasta gruplarında Wada testinin hala geçerliliğini koruduğu sonucuna varılmıştır. 54 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER 55 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 56 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-01 Glomus Tümor Rezeksiyonu Sonrası Periferik Fasial Paralizi Melek Özarslan Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul GİRİŞ: Glomus tümörleri, sempatik ya da parasempatik paraganglialardan gelişen nöral krest tümörleridir. Histolojik olarak selimdirler, fakat önemli nörovasküler strüktürleri tutması ve intrakranial yayılım göstermeleri nedeniyle klinik olarak malign kabul edilirler. Ayrıca cerrahi manipülasyon sırasında katekolamin sekresyonuyla hayatı tehdit edecek hipertansiyon krizine sebep olabilirler. Tanıda BT ve MRI kullanılmakla beraber, özellile multisentrik tümör mevcudiyeti ve vaskülaritesinin belirlenmesinde BT yada MR anjiografi son derece önemlidir. Bu hastalarda en çok görülen cerrahi komplikasyonlar sırasıyla eksitus kranial sinir paralizi / parezisi, işitme kaybı ve menenjittir. OLGU SUNUMU: Bu makalede Karotis cisim tümörünün rezeksiyonu sonrası gelişen periferik fasial paralizi olgusu tartşılmıştır. Hastamız 40 yaşında bayan hasta olup boyunda ele gelen kitle sikâyetiyle bir dış merkeze başvurmuştur. Hastaya tetkik amaçıyla boyun doppler ultrasonografi (USG), bilgisayarlı tomografi (BT) anjio yapılmış ve Sol bulbus caroticumda yaklaşık 35x20 mm boyutlu hipoekoik yoğun vasküler kitle ile uyumlu glomus tm tanısı ile hastanemize sevk edilmiştir. Operasyon sırasında Glomus tümörünün external ve internal CA bifukasyondan itibaren çevrelediği ve External juguler ven ve N. hypoglossus ve dallarının, N. Vagus ve dallarının lateralde kitleye yapışık olduğu gözlendi, post operatif birinci gününde yapılan nörolojik muayenesinde solda periferik fasial paralizi saptandı. Santral patolojiyi ekarte etmek amacıyla Kranial MR çekildi .MR da yaşla uyumlu değişiklikler saptandı. Deltacotil 1mg /kg dozunda oral tedavi başlandı. 5 günde bir 5 mg azaltılarak kesildi. 6 ay sonra şikayetleri düzeldi. TARTIŞMA: Baş boyun kemodektomaları genel olarak, boyun yumuşak dokularından kaynaklananlar ve kafa tabanından kaynaklananlar (glomus jugulare ve glomus tympanicum) diye iki kategoriye ayrılırlar. Bunlar arasında temporal kemik-kafa tabanı kaynaklı paragangliomalar en sık görülürken, Carotid body tümörü ikinci ve glomus vagale tümörleri ise üçüncü sıklıkta görülmekledir. Özellikle gelişen tomografi teknikleriyle aynı anda tomografik anjiyografi ile patolojinin tespiti ve yine karotis artere invazyonu da değerlendirilip preoperatif olarak cerrahi planlanma yapılabilir. Bunun yanında ailevi olan tipte diğer karotis arterinde değerlendirilmesine zen gosterilmelidir. Günümüzde, cerrahi tedavi primer tedavi yontemi olarak devam etmektedir. Perioperatif mortalite cok küçük oranlara düşmesine rağmen, postoperatif morbidite yüksekliği devam etmektedir. Kranial sinirlerde hasar oluştuğunda ses kısıklığı, yutma gucluğu, yüz felci ve hemipleji görülebilir. Literatürde postoperatif kranial sinir felci oranı %32-40 arasında,hemipleji %0-20 arasında, postoperatif mortalite riski ise %0-13 arasında bildirilmiştir. SONUÇ: Sonuç olarak, boyunda kitle ile başvuran bir hastaya fizik muayene sonrası ayırıcı tanıda karotis cisim tümörü akılda tutulmalı, uygun tanı yöntemi sonrası karotis cisim tümörü tespit edildiği zaman cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Böylece tümörün büyümesiyle tedavisi mümkün olmayan ve/veya büyük tümörlere bağlı intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlardan kaçınılmış olacaktır. P-02 İzole Uzun Torasik Sinir Hasarı: Bir Spor Yaralanması Sibel Üstün Özek, Canan Emir, Zeynep Kurt, Serap Üçler Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul Kanat skapula skapulanın medial kenarının veya inferior açısının göğüs duvarından uzaklaşmasıdır. Skapula stabilizasyonunda görev alan kasların (serratus anterior, trapezius, rhomboid majör ve minör) herhangi bir nedenle paraliziye uğraması ile kanat skapula ortaya çıkar. Nörolojik etyolojinin en sık görülen nedeni uzun torasik sinir hasarıdır.Bu sinir uzun ve görece yüzeyel seyri nedeni ile travmaya açıktır. Ayrıca etyolojide cerrahi girişim,uzun cerrahi işlem sırasında pozisyona bağlı,infeksiyon ,toksik ve metabolik nedenler de rol oynar. Sporla ilişkili uzun torasik sinir hasarı daha çok kolun hiperabduksiyonuna yol açan hareketlerle ilintilidir. Bu sporlar arasında okçuluk, boks, tenis, bovling, hokey, jimnastik, halter ve ağırlık kaldırma sayılabilir. Olgumuz 43 yaşında erkek hasta omuz etrafındaki şekil bozukluğu yakınması ile ortopedi polikliniğine başvurmuş ve EMG si planlanarak kliniğimiz laboratuvarına başvurmuştu.Hikayesinde yaklaşık 2 yıldır vücut geliştirme egzersizleri yaptığı,ancak ısınma egzersizlerini yapmadan barfikste 1 dakika kadar asılı kalmasını takiben 2. günde omuz etrafında ağrı yakınması ile acil servise başvurduğu ve verilen semptomatik tedavi ile yakınmalarının gerilediği öğrenildi. Yaklaşık 3 hafta sonra da omuz etrafındaki şekil bozukluğunu farkederek ortopedi polikliğine başvurmuştu. Özgeçmişinde özellik saptanmadı.Arada aldığı protein takviyesi dışında sürekli kullandığı ilacı yoktu. Fizik muayenede istirahatte deformite minimalken, kollar 90 derece kaldırıldığında ve itme hareketi yapıldığında belirginleşen sağ kanat skapulası mevcuttu. EMG de duysal ileti incelemelelerinde iki yanlı ı.ve ııı.parmak kayıtlı median,V.parmak kayıtlı ulnar,radial ,medial ve lateral cutanöz antebrachi yanıtları normaldi.Median ,ulnar,radial,deltoid ,biceps ve trapezius motor yanıtları normaldi. İğne EMG ile değerlendirilen rhomboid,trapezius,supraspinatus,deltoid,biceps,ekstensor digitorum communis ve first dorsal interossöz kaslarında normal MÜP elde edildi.Sağ serratus anteriorda seyrelmiş paternde MÜPler elde edilirken bol miktarda spontan patolojik faaliyet izlendi.Pleksopati ve radikulopatiden ayırıcı tanısı yapılan hastaya izole uzun torasik sinir hasarı tanısı kondu. Fizik tedavi bölümünde rehabilitasyon programı uygulanan hasta 5. ayında görüldüğünde mevcut klinik bulguları devam etmekteydi. Daha önce sağlıklı ve uzun süredir sporla uğraşmasına rağmen,ısınma egzersizlerini yapmadan zorlu bir hareket deneyen hastamızda ciddi fonksiyon kaybı gelişmiştir. Spor faaliyetlerinden önce yeterli ısınma ve doğru gerilme teknikleri önemlidir. 57 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ Kollar Yanda İstirahatte Kollar 90 Derece Öne Uzatıldığında Sağ Kanat Skapula P-03 Aksesuar, Uzun Torasik ve Supraskapular Sinirlerin Eş Zamanlı Hasarı: Bir Vakanın Elektrofizyolojik Çalışması Halil Önder, Gökçem Yıldız Sarıkaya, Gülay Nurlu, Kubilay Varlı Hacettepe Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Eş zamanlı aksesuar, supraskapular ve uzun torasik sinirlerin travmatik nöropatisi tanısı konulan, literatürde daha önce bildirilmemiş çok ilginç bir hastayı demonstre etmek. Bu hastalarda tanıda elektromiyografi çalışmalarının önemini tartışmak. YÖNTEM: Hasta elektromiyografi çalışmaları ile incelendi. İlk elektromiyrografi sonrası atipik bulguların olması üzerine nörolojik muayene tekrarlandı ve muayene doğrultusunda elektromiyografi çalışmaları tekrarlandı. BULGULAR: Sağda aksesuar, supraskapular ve uzun torasik sinirlerin Erb ve sternokleidomastoid kasının orta kısmı arasındaki bir lokalizasyonda hasarı ile uyumlu bulgular görüldü. İğne elektromyografi çalışmalarında bu üç sinirin inerve ettiği kaslarda nörojenik değişiklikler ile uyumlu bulgulara rastlanıldı. SONUÇ: Nadir görülen travmatik nöropati kliniği ile başvuran hastalarda ayrıntılı nörolojik muayene önemlidir. Nadir görülen bu sinirlerin nöropatilerinde elektrofizyoloji çalışmaları tanıda kritik bilgiler verebilir. P-04 Posterior İnterosseöz Sinirin Kısmi Felci Mehlika Panpallı Ateş, Sevgi Ferik, Leyla Daş, Selim Selçuk Çomoğlu Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Posterior interosseöz sinir (PİN) radiyal sinirin saf motor dalıdır. Radiyal sinir supinatör kasın hemen üst kısmında dirsek eklemini geçtikten sonra yüzeyel radiyal ve PİN olmak üzere iki dala ayrılır. PİN sendromu (PİNS), radiyal sinirin derin dalının dirsek ekleminin hemen distalinde gelişen tuzak nöropatisidir. Posterior interosseus nöropatisi nadir rastlanan bir mononöropati olup, klinikte daha çok ikinci parmak ve el bilek ekstansiyonu güçsüzlüğü ile karşımıza çıkar. Bu bildiride travmatik önkol yaralanması sonrası gelişen posterior interosseus nöropatiye bağlı olarak ortaya çıkan düşük üçüncü parmak olgusu sunulacaktır. Elliiki yaşında erkek hasta başvurusundan 1 ay önce araçdışı trafik kazası sağ önkola travma sonrasında sağ el üçüncü parmak metakarpofalangeal (MP) eklemlerde aktif ekstansiyonda güç kaybı mevcuttu. Hastanın el bilek, birinci ve ikinci parmak ekstansiyonu korunmuştu. Yapılan ENMG (Elektronöromyografi) sonucunda posterior interosseus sinir tutulumu sonucu sadece üçüncü parmakta düşüklük olduğunu ortaya koymaktadır. 58 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-06 İki Farklı Kanat Skapula Olgusu Zeynep Kuzu, Mine Hayriye Sorgun, Hüseyin Özden Şener Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara GİRİŞ: Kanat skapula üst extremitenin fonksiyonal aktivitesini kısıtlayan nadir bir hastalıktır. Uzun torasik sinir hasarına bağlı serratus anterior ve aksesuar sinir hasarına bağlı trapezius ya da dorsal skapular sinir hasarına bağlı rhomboid kasların paralizisine neden olan bir çok duruma ikincil olabilir. Serratus anterior paralizisi medial kanatlanmaya yol açarken trapezius ve rhomboid kasların paralizisi lateral kanatlanmaya yol açar. Biz burada iki farklı kanat skapula olgusu sunuyoruz. OLGU 1: 45 yaş kadın, 8 ay önce boynun sağ tarafından geçirilmiş yumuşak doku cerrahisi sonrası sağ kol abduksiyonunda kısıtlılık nedeni ile başvurdu. Hastanın yapılan klinik muayenesinde skapulada lateral kanatlanma ve sağ kol abduksiyonunda 110 dereceden sonra kısıtlılık saptandı. Hastanın yapılan elektrodiagnostik incelemesinde spinal aksesuar sinir uyarılarak trapezius kasından (üstorta-alt parçalar) yapılan motor sinir iletim çalışmalarında distal latans normal bulunurken BKAP amplütüdü düşük saptandı. Dorsal skapular sinir uyarılarak rhomboid minör ve major kaslarından, uzun torasik sinir uyarılarak serratus anterior kasından elde edilen distal latans ve BKAP amplütüdleri normal saptandı. Hastanın yapılan elektromiyografik çalışmalarında anormal giriş aktivitesi ya da denervasyon bulgusuna rastlanmadı. Trapezius (üst-orta-alt) ve romboid minör kaslarından elde edilen motor ünite potansiyel amplütüdleri artmış olarak saptandı. Hastada spinal aksesuar sinir ve dorsal skapular sinirin kronik kısmı aksonal hasarı düşünülerek fizik tedaviye yönlendirildi. OLGU 2: 29 yaş kadın, 2 yıl önce geçirilmiş trafik kazası sonrası aktif kas gücü şikayeti olmamakla birlikte yeni fark ettiği omuz düşüklüğü nedeni ile başvurdu. Hastanın yapılan nörolojik değerledirilmesinde sağ skapulada medial kanatlanma fark edildi. Hastanın yapılan elektrodiagnostik incelemesinde bilateral uzun torasik sinir uyarılarak muskulus serratus anteriordan kayıt alındı. Sinir iletim çalışmalarında distal latans ve amplütüd normal saptandı. Yapılan elektromiyografik incelemede sağ serratus anterior motor ünite aksiyon potansiyelleri artmış saptanırken, denervasyon bulgusu ya da anormal giriş aktivitesine rastlanmadı .Ayırıcı tanı açısından çalışılan diğer kaslarda yapılan EMG bulguları normaldi.Hastada sağda uzun torasik sinirin kronik kısmi aksonal hasarı düşünüldü. SONUÇ: Her ne kadar nadir bir durum olsa da özürleyici potansiyeli göz önünde bulundurularak omuz kaslarında ağrı ve kuvvet kaybı ile gelen her hastada kanat skapula ayırıcı tanılar arasında yer almalıdır. P-07 Siyatik Sinir Lezyonu Olan Olguların Retrospektif Değerlendirilmesi: Ön Çalışma Hatice Kübra Avcı Gülen, Ufuk Emre, Ahmet Yıldırım, Osman Özgür, Yalın Turgut Adatepe İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul ÖZET: Siyatik siniri hasarı, enjeksiyon nöropatileri başta olmak üzere birçok farklı etyolojik nedene bağlı olarak gelişebilir. Sinirin hasarının tipi ve derecesi, ayırıcı tanı da yer alan diğer olası durumların dışlanmasında elektrofizyolojik inceleme büyük önem taşır. Biz bu çalışmada siyatik sinir lezyonu nedeni ile yönledirilen hastaların retrospektif olarak değerlendirmesini amaçladık. MATERYAL-METHOD: Çalışmaya 2011-2013 yılları arasında Nöroloji Polikliniği ve Elektrofizyoloji Laboratuarına siyatik sinir lezyonu ön tanısı ile yönledirilen 46 hasta dahil edildi. Tüm hastaların yaş, cinsiyet, etyolojik neden, lezyon tarafı, nörolojik muayene, EMG kayıtları, sinir hasarının tipi, şiddetti, iyileşme süreci ve prognoz ile ilgili veriler retrospektif olarak kayıt edildi. BULGULAR: Hastaların 39’u erkek (%84.8), 7’si kadın (% 15.2), yaş ortalamaları 42.8 idi.Etyolojik nedenlerine bakıldığında, hastaların 20’sinde (% 43.5) enjeksiyon nöropatisi, 7’sinde (%15.2) travma (düşme ve trafik kazasına bağlı), 6’sında (13) ateşli silah yaralanması, 6’sında (%13) kesici alet yaralanması, 2’sinde ( %4.3) kalça protez ameliyatı sonrası, 2’sinde (%4.3) idiopatik, 1 hastada (%2.2) hipogastrik arter katerterizasyonu sonrası gelişirken 2 hastada (%4.3)dosya kayıtlarından nedenine ulaşılamadı. EMG sonuçlarına göre sinirin hasarlanma şekline bakıldığında ise olguların 15’inde (%32.6), peroneal+tibial sinir eşit düzeyde bir arada etkilenirken, 10’unda (%21.7) pür tibial sinir, 9’unda (%19.6) pür common peroneal sinir, 4 hastada ( %8.7) peroneal>tibial sinir, 1 hastada (%2.2) ise tibial >peroneal sinir hasarı şeklinde idi. 7 hastanın (%15.2) EMG incelemesi normal sınırlarda idi. Hastaların 32’sinde hasarlanma parsiyel, 7’sinde total aksonal şeklinde idi. Siyatik sinirin hasarlanma şiddetine bakıldığında ise hastaların 19’unda (%41.3) ağır, 9’unda (%19.6) çok ağır, 6’sında (%13) orta, 5’inde (%10.9) hafif şiddette idi. Nörolojik muayene bulguları ve şikayetleri açısından değerlendirildiğinde, hastaların büyük çoğunluğunu 23 hasta ile düşük ayak (%50) oluşturmakta idi. Şikayetlerin başlamasından EMG incelemesinin yapılmasına kadar geçen süre ortalama 100 gün idi. TARTIŞMA: Siyatik nöropati alt ekstremitede görülen en sık nöropatilerden birisidir. Siyatik nöropatinin en sık görülen klinik prezantasyonu düşük ayaktır. Tanı nörolojik muayene ile birlikte EMG çalışmaları ile daha güvenli bir şekilde konabilir ve siyatik nöropati diğer nöropati nedenlerinden ayırt edilebilir. EMG, aynı zamanda iyileşmeyi tahmin etmede, prognozu öngörmede yardımcıdır. 59 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-08 Karpal Tunel Sendromunda Lokal Steroid Enjeksiyonun Etkileri Mustafa Ceylan1, Ali Rıza Sonkaya2, Ömer Faruk Bayraktutan1 1 2 Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum AMAÇ: Karpal tunel sendromu (KTS); median sinirin bilek düzeyinde kompresyonu sonucu oluşan ve median sinir innervasyon alanında ağrı ve parestezi ile karakterize klinik tablodur (1). KTS tuzak nöropatilerin yaklaşık % 90’lık kısmını oluşturmaktadır (2). KTS’nin konservatif tedavisi; lokal steroid enjeksiyonları, splint kullanımı, fizik tedavi ajanları, B6 vitamini, non-steroidal antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİ), diüretikler, aktivite modifikasyonu ve iş değiştirilmesi gibi yaklaşımları içerir. Biz de bu çalışmamızda lokal steroid enjeksiyonunun etkilerini incelemek istedik. YÖNTEM: Önverilerini paylaştığımız bu çalışmada KTS tanısı konmuş 5 hastanın enjeksiyon öncesi ve enjeksiyondan 6 hafta sonraki sinir ileri değerleri karşılaştırılmıştır. Bulgular: Enjeksiyon sonrası yapılan EMG incelemelerinde hastaların hem motor hem duyu ortalama distal latanslarında belirgin düşme görülmüştür. SONUÇ: Cerrahinin ertelenmek ve/veya cerrahi yapılmak istenmeyen vakalarda lokal steroid enjeksiyonu uygulamak iyi bir alternatif olabilir. P-09 Karpal Tünel Sendromu Tanısında Median ve Ulnar Sinir Motor İleti ve F Dalgası Çalışmalarının Kıyaslanması Murat Alemdar Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Sakarya AMAÇ: Median sinirin abdüktör pollisis brevis (APB) kası üzerinden kayıt edilen distal motor yanıt latansı (DML) ve minimum F dalgası yanıtı latansına (mFDL) ait değerlerin ulnar sinirin abdüktör digiti minimi (ADM) kası üzerinden uyarılan yanıtlara ait değerler ile kıyaslanmasının karpal tünel sendromu (KTS) tansındaki etkinliğinin tespit edilmesi. YÖNTEM: Elektronöromiyografi labaratuvarımıza üst ekstremite tuzak nöropatisi ön tanısı ile 1 yıl süresince ardısıra refere edilen tüm kayıtlar prospektif olarak biriktirildi. Hastaların sinir ileti çalışmalarının tümü aynı klinisyen tarafından yapıldı. Anamnez ve fizik muayene bulguları normal olan veya KTS ile uyumlu olan ekstremitelerin kayıtları çalışmaya alındı. Median ve ulnar sinirin DML’leri arasındaki fark (DMLF) ve mFDL’leri arasındaki fark (FDLF) için, KTS’li ve normal ekstremitelerin ayrımında kullanılabilecek en iyi eşik değerler saptandı. DMLF veya FDLF’ den herhangi birinin eşik değerlerin üzerinde olmasının KTS’nin elektrofizyolojik tansının doğrulanmasında kullanılabileceği önermesi sınandı. Bu yöntemle elde edilen tanısal doğruluk oranı, geleneksel elektrofizyolojik parametrelerle (median sinir distal duyusal tepe latansı ve distal motor latansı) elde edilen değerler ile karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya, 78’i normal (%44,8) ve 96’sı (%55,2) klinik olarak KTS tanısı almış olan toplam 174 ekstremite dahil edildi. Çalışma grubumuzda, KTS’nin tanısında kullanılan ve aynı taraflı ulnar sinir iletilerinin normal sınırlarda olduğunda median sinir- 2.parmak distal duyusal tepe latansı ve/veya median sinir-APB distal motor latansı değerinin uzamasına dayalı geleneksel elektrofizyolojik parametreler kullanıldığında elde edilen duyarlılık ve özgünlük, sırasıyla % 87,5 ve % 84,6 idi, tanısal doğruluk ise % 86,2 olarak hesaplandı. KTS ayırımında DMLF’nin en iyi eşik değeri 1.1 msn olarak tespit edildi. Bu değerin KTS tanısındaki duyarlılık ve özgünlüğü, sırasıyla % 83,3 ve % 83,3 olarak saptandı, tanısal doğruluk da yine % 83,3 idi. FDLF’ye ait en iyi eşik değer ise 0.8 msn olarak tespit edildi. Bu değerin KTS tanısındaki duyarlılık ve özgünlüğü, sırasıyla, % 76 ve % 94,9 olarak saptandı, tanısal doğruluk oranı ise % 84,9 idi. DMLF ‘veya’ FDLF’nin eşik değerin üzerinde olması tanı kriteri olarak kullanıldığında duyarlılık ve özgünlüğü, sırasıyla, % 87,5 ve % 80,8 idi. Bu kriterin tanısal doğruluk oranı (% 84,5) geleneksel elektrofizyolojik parametrelerinkine (% 86,2) benzer düzeydeydi. (p=0.282) SONUÇ: KTS tespitinde; median-ulnar sinir DMLF ve FDLF çalışmaları geleneksel tanı parametrelerine yakın tanısal doğruluk oranına sahiptir. KTS tanısının doğrulanmasında, özellikle duyusal sinir yanıtlarının teknik nedenler ya da aretfaktlar nedeniyle net olarak değerlendirilemediği olgularda kullanılablir. 60 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-10 Erken Dönem Karpal Tunel Sendromunda Median-Ulnar Sinir ve Median-Radial Sinir Duyusal Latans Farkı Testlerinin Kullanımı Demet İlhan Algın1, Gülgün Uncu1, Çiğdem Coşkun1, Ahmet Onur Keskin1, Gönül Akdağ2, Oğuz Osman Erdinç2 1 2 Yunus Emre Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Eskişehir AMAÇ: Karpal tünel sendromu (KTS) en sık karşılaşılan tuzak nöropatilerindendir. Bu çalışmada, erken ve hafif dönem karpal tünel sendromunda median sinir-ulnar sinir ve median sinir-radial sinir duyusal latans farkı testlerinin kullanımı karşılaştırılmıştır. YÖNTEM: Çalışmaya EMG laboratuarına KTS on tanısıyla başvuran hastalar alındı. Ayrıca aynı yaş grubunda olan , yakınması ve klinik bulguları olmayan 22 hasta kontrol grubu olarak alındı. Rutin elektrofizyolojik yöntemlere ek olarak median sinir-ulnar sinir ve median sinir-radial sinir duyusal latans farkı testleri uygulandı. İleri dönem KTS grubu çalışmaya alınmadı. BULGULAR: Çalışmaya klinik bulgular ile karpal tünel sendromu tanısı konan yaşları 22 ile 72 ( ortalama 48,04±9,7) arasında 26 erkek, 54 kadın 80 kişi ve 114 el alındı. Herhangi bir yakınması ve klinik bulguları olmayan hasta sayısı 22 idi. 43 elde yakınmalar olup, klinik muayenede KTS düşündüren bulgular mevcuttu, fakat rutin EMG çalışmaları normal sınırlardaydı. 37 hastada hafif düzey, 34 hastada orta düzeyde KTS bulguları saptandı. Bizim çalışmamızda 4.parmak median-ulnar ve 1.parmak median-radial testlerin duyarlılıkları arasında anlamlı farklılık saptanmadı. SONUÇ: Karpal tunel sendromu tanısında elektrodiagnostik duyarlılık ve özgüllüğü artırmak için farklı duyusal sinir iletim teknikleri geliştirilmiştir. Sonuç olarak, median-ulnar sinir ve median-radial sinir duyusal latans farkı testleri ozellikle erken dönem hastaları saptamakta iyi bir alternatif olarak görülmektedir. P-11 Akut Kompartman Sendromu Sonrası Gelişen Nöropati Olgusu Ufuk Emre, Fergane Memmedova, İrem Pınar, Fatih Önder Baysal, Orhan Yağız İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Kompartman sendromu, ekstremitelerde kas fasialarının içinde artmış perfüzyon basıncı nedeni ile sinir ve kas dokularında oluşan iskemi sonucu gelişen fonksiyon kaybı ile karakterize bir tablodur. Nadir görülen bu tablonun nedenleri arasında kemik kırıkları, kompresyon, yanık,aşırı egzersiz sıralanabilir. Bu yazıda, bilateral alt ekstremitelerde kompartman sendromuna bağlı gelişen kompresyon nöropati olgusunu sunmak istedik. OLGU: 35 yaşında erkek hasta, alkol alımı sonrası bulunduğu yerde dizlerinin üzerine çökmüş halde kalması sonrası acil servise bacaklarda ağrı ve yürüme güçlüğü nedeni ile getiriliyor. Fizik muayenesinde, alt ekstremitelerde şişlik,kızarıklık ve sertlik, nörolojik muayenesinde ise bilateral alt ekstremite distallerinde belirgin olmak üzere paraparezi ile alt ekstremitelerde DTR azalma saptanıyor. Miyoglobin yüksekliği saptanan hasta acil diyalize alınıyor. Erken dönemde yapılan EMG incelemesinde, alt ekstremitelerde asimetrik sensorimotor aksonal polinöropati ile miyopatik tutulum saptanıyor. Kontrol EMG’sinde ise sol tarafta belirgin olmak üzere bilateral tibial ve common peroneal sinirlerin aksonal lezyonu ile uyumlu saptandı. Hastada öykü, muayene ve EMG bulguları ile alt ekstremitelerde kompartman sendromuna bağlı gelişen kompresif nöropati tablosu düşünüldü. İstirahat ve yoğun analjezik tedavisine rağmen şikayetlerinin devam etmesi üzerine steroid tedavisi başlandı. Takipte ağrıları bir miktar düzelen hastanın 6 ay sonra yapılan nörolojik muayenesi, sol alt ekstremite dorsifleksiyon güçsüzlüğü dışında normal sınırlarda idi. TARTIŞMA: Travma sonrası tek ya da çoklu sinir hasarlanması nedeni ile değerlendirilen hastalarda etyolojide kompartman sendromu akılda bulundurulmalıdır.Erken dönem elektrofizyolojik bulguların klinik ile birlikte değerlendirilmesi ve olguların uzun süreli yakın takibi önem taşımaktadır. 61 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-12 Parsonage Turner Sendromu: Olgu Sunumu Ali Rıza Sonkaya1, Haci Yıldırım1, Erkan Kaya1, Ömer Faruk Bayraktutan2, Mustafa Ceylan2 1 2 Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum ÖZET: Parsonage Turner Sendromu (PTS) daha çok ağrılı başlayan, günler ya da aylar içerisinde hızlı ilerleyen ve kalıcı defisitlere yol açan idiyopatik brakial pleksopati, brakial pleksus nevriti, nöraljik amiyotrofi gibi de isimlendirilen klinik bir sendromdur. 1-2/100.000 sıklığında görülürlen erkeklerde bu oran kadınlara göre daha fazladır. Biz de bu olgu sunumunda iki taraflı kolları 90 derecenin üzerine kaldıramayan, iki taraflı kanat skapulası belirgin ve kendisi de bir tıp doktoru olan 30 yaşında bir hastamızı sunduk. Erken evrede yapılabilecek etyolojiye yönelik tedavi ve puls steroid tedaviden fayda görülebileceği bilinen bu hastalıkta tanıyı zamanında koymanın ve tedaviye erken başlamanın önemini vurgulamak için paylaşmak istedik. P-13 Nöromuskuler Hastalıklar Brakiyal Pleksus Tutulumu ve Horner Sendromu ile Kendini Gösteren Pancoast Tümörü–Bir Olgu Sunumu Sıla Usar İncirli, Ferda Selçuk, Belin Kamiloğlu Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Lefkoşa GİRİŞ: Brakiyal pleksopati; travma, inflamasyon veya malignitelere bağlı olarak gelişebilmektedir. Kanserle ilişkili brakiyal pleksopati metastatik infiltrasyon veya radyoterapiye ikincil olabilmektedir. Pancoast tümörü brakiyal pleksopatinin bilinen bir sebebidir. Pancoast Sendromu, C8-T2 dermatomunda ağrı, elde güçsüzlük ve atrofi, Horner Sendromu ile karakterize bir klinik tablodur. OLGU SUNUMU: 49 yaşında erkek hasta sağ kolunda şiddetli ağrı, uyuşma ve güçsüzlük yakınması ile başvurdu. Özgeçmişinde sigara kullanımı vardı. Nörolojik muayenede sağda pitoz, miyozis, sağ el dördüncü ve beşinci parmaklarda hipoestezi, sağ el parmak ve el bilek fleksörlerinde zaaf izlendi. Elektrodiyagnostik incelemede sağ unlar duysal sinir aksiyon potansiyelinin amplitüdü görece düşüktü, iğne EMG’de sağ ekstansör digitorum komunis ve birinci dorsal interosseal kaslarda nörojenik etkilenme dikkati çekti. Brakiyal pleksusun alt trunkusunu etkileyen bir lezyon şüphesi ile yapılan postero-anterior akciğer grafisi ve toraks tomografisinde sağ akciğer apeksinde Pancoast tümörü izlendi. TARTIŞMA: Olgumuzda Pancoast tümörünün ilk bulgusu sağ kolda ağrı ve güçsüzlük olmuştur. Nörolojik muayenede Horner sendromunun, elektrodiyagnostik incelemede brakiyal pleksus alt trunkus hasarının gösterilmesi ile yapılan akciğer incelemesi Pancoast tümörünün saptanmasının yolunu açmıştır. Nöroloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon ve ortopedi polikliniklerine başvurularda sık görülen kol ağrısının ayırıcı tanısında dikkatli bir nörolojik muayene ve elektrodiyagnostik inceleme önemli bir yer tutmaktadır. Sağ Gözde Miyosis ve Ptosis Sağ Akciğer Üst Lobda Pancoast Tümor 62 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-14 Bir Lumbosakral Nörolenfamatozis Olgusu Melis Sohtaoğlu Sevindik, Birsen İnce, Baki Göksan, Nurten Uzun Adatepe İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Nörolenfamatozis (NL) kraniyal sinirlerin ve periferik sinir köklerinin ya da pleksusun, non-Hodgkin lenfoma (NHL) ya da akut lösemide nörotropik neoplastic hücreler ile infiltrasyonu ile giden, ender görülen bir hastalıktır. Kesin insidansı bilinmemekle beraber tüm NHL hastalaının %0,2’sinde geliştiği bildirilmektedir. NL, pleksusu farklı patofizyolojik süreçler ile tutabilmekte, siyatik sinirin ve lumbosakral pleksusun doğrudan invazyonu oldukça ender görülmektedir. Burada, NHL tanılı ancak dört yıldır asemptomatik olan ve klinik incelemeler sonucu lumbosakral nörolenfomatosis tanısı alan bir olgu sunulmuştur. MATERYAL VE METOD: Altı yıl önce NHL tanısı alan, 63 yaşında erkek hasta, 6 aydır süregelen, ilerleyici sol alt ekstremitede şiddetli ağrı ve son bir aydır gelişen güçsüzlük şikayeti ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde sol alt ekstremitede, distalde belirgin (4/5) kas gücü kaybı, patella ve aşil reflekslerinde kayıp, sol alt ekstremitede hipoestezi saptandı. BULGULAR: Hastanın serum ve BOS incelemesinde hematolojik, serolojik ve biyokimyasal değerleri normal sınırlardaydı. Elektrofizyolojik incelemede sol alt ekstremitede incelenen tüm motor ve duysal yanıt amplitüdleri düşük bulundu, iğne EMGde sol lomber pleksusta hafif, sakral pleksusta ise ağır düzeyde subakut ağır parsiyel aksonal hasarlanma ile uyumlu bulgular elde edildi. Kontrastlı lumbosakral görüntülemede sol siyatik sinirde hafif fusiform kalınlaşma, sol lumbosakral pleksusu çevreleyen yumuşak dokuda hafif bir kontrast tutulumu saptandı. Hastanın PET incelemesinde sol lumbosakral pleksusta ve sol hemipelvis yan duvarda fokal hipermetabolizma izlendi. SONUÇ: NHL tanısı olan bir hastada, klinik remisyonda olmasına rağmen periferik sinir ve pleksus tutulumu bulguları izlendiğinde, nörogörüntüleme bulguları çok belirgin olmasa da,sinir ileti incelemeleri ve PET incelemeleri yapılmalı ve NL mutlaka akla getirilmelidir. P-15 Radikulopatide de Elektrofizyolojik İncelemede Duyusal Yanıt Bozulabilir: 2 Olgu Belgin Mutluay, Yavuz Altunkaynak, Ayhan Köksal, Sevim Baybaş, Aysun Soysal Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul AMAÇ: Elektrofizyolojik incelemelerde duyusal yanıtların normal olması arka kök gangliyon seviyesi üzerinde lokalize lezyona, radikuler ve/veya ön boynuz düzeyinde bir etkilenmeye işaret etmektedir. Ancak bu temel kural bazı istisnai durumlarda bozulabilir. Bu çalışmada duysal ileti çalışmalarında etkilenme bulunup klinik ve radyolojik olarak radikülopati tanısı konan iki olgunun sunulması amaçlanmıştır. OLGULAR: Bel ağrısı, sol bacakta güçsüzlük ile ayak sırtında uyuşma yakınması ile başvuran 52 yaşındaki erkek hastann elektrofizyolojik incelemesi sonucunda sol yüzeyel peroneal sinir duyusal aksiyon potansiyeli düşük amplitüdlü bulundu. İğne EMG bulguları akut L5 radikulopati lehine idi. Hastanın lomber MR görüntülemesinde solda ekstrüde L5 diski saptandı. 55 yaşındaki kadın hastada bel ağrısı ve sol dizden ayağına uzanan uyuşma mevcuttu. Elektrofizyolojik incelemesinde sol sural sinirin duyusal yanıtı düşük amplitüdlü, H refleksi uzun latanslıydı ve iğne EMG bulguları akut S1 radikulopatiyi işaret etmekteydi. Lomber MR görüntülemesi bu bulguyu destekliyordu. SONUÇ: Arka kök ganglionun (AKG) anatomik yerleşiminin varyasyonel değişiklikleri, intraspinal yerleşmesi veya serbest kalan disk parçasının foramene uzanarak AKG bası yapması sonucunda, duyusal yanıtlar bozulabilir. L 5 radikulopatilerinde yüzeyel peroneal sinir duyusal yanıtı etkilenebilirken, daha nadir olarak S1 radikulopatilerinde sural sinir duyusal yanıtı bozulabilmektedir. Bu sıradışı bulgunun saptanması, uygun klinik bilgi ve görüntüleme ışığında, elektrofizyoloğu radikulopati tanısından uzaklaştırmamaldır. 63 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-16 Brakiyal Pleksus Kök Avülsiyonu: Olgu Sunumu Nurhak Demir, Zaur Mehdiyev, İbrahim Öztura Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir Erişkin yaşta sıklıkla travma ile ilişkili brakiyal pleksus hasarı, üst ekstremitenin motor ve duysal innervasyonundan sorumlu yapı olması dolayısıyla ciddi fonksiyonel kayıplara yol açabilmektedir. Motorsiklet kazasından sonra gelişen sağ kolda kuvvetsizlik ve his kaybı nedeniyle elektrofizyoloji laboratuvarına yönelendirilen yirmibir yaşında erkek hastanın nörolojik muayenesinde sağ kolda omuz ve kol lateralinde hipoestezi, diğer alanlarında anestezi; sağ kol derin tendon reflekslerinde kayıp; sağ kol proksimal ve distal kaslarında total güç kaybı; sağda Horner sendromu mevcuttu. Gerçekleştirilen sinir ileti ve iğne elektromiyografi incelemelerinde sağda C7-8, T1 kök avülsiyonu ve üst trunkus hasarı lehine bulgular elde edildi. Servikal bilgisayarlı tomografi miyelografi görüntülemesinde sağda C7-8, T1 kök düzeyinde avülsiyon ve psödomeningosel oluşumu; C7 sağ transvers prosesinde kırık gösterildi. Planlanacak tedavi yaklaşımları açısından brakiyal pleksus hasarının tipinin, derecesinin ve yerleşiminin doğrulukla belirlenmesinde elektrofizyolojik incelemeler önemli bir yer teşkil eder. P-17 Kısa Süreli Vibrasyonun F/M Oranı Üzerine Etkisi Yeliz Bakuy1, Şenay Aydın2, Meral Kızıltan3 Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EAH, Nöroloji Servisi, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 AMAÇ: Kas iğciği primer sonlanmaları için potent bir uyaran olan vibrasyonunun 1a afferent deşarjlarını artırarak spinal refleks eksitabilitesinde adaptif değişikliklere yol açtığı ve bu özelliğin H refleksindeki (HR) baskılanma ile gösterilebildiği bilinmektedir. Motor nöronların antidromik reaktivasyonu ile uyandırılan F dalgası (FD) da motor nöron eksitabilitesinin değerlendirilmesinde alternatif bir yöntemdir. FD, HR’den farklı olarak Ia afferent etkiden bağımsız olup doğrudan motor nöron eksitabilitesini gösterebilir. Çalışmamızda spinal eksitabilitenin vibrasyon sonrası F ile F/M oranı üzerindeki olası etkilerini araştırdık. METOD: Çalışmamıza 28-41 (ort:33,9±5,31) yaş aralığında, sağlıklı 4 kadın ve 8 erkek gönüllü dahil edildi. Tüm katılan bireylerde vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında sağ el median sinir bilek uyarımı ile F dalga (F), fleksör carpi radialis (FCR) kas kayıtlı H refleks yanıtları ve motor aksiyon potansiyelleri (M) abductor pollicis breves (APB) kası üzerinden kaydedildi. Vibrasyon sağ önkol lokalizasyonunda 100 Hz ve 1mm yer değiştirme amplitüdlü olarak 2 dk süre ile kısa süreli olarak uygulandı. BULGULAR: Vibrasyon öncesi ve sonrası F ve M yanıtlarının latans, amplitüd, persistansları ve F/M oranları karşılaştırıldı. H/M oranında istirahat dönemine kıyasla vibrasyon sırası ve sonrasında istatistiksel olarak anlamlı oranda düşme saptandı (p:0,006). F/M oranında ise istirahat dönemine kıyasla kısa süreli vibrasyon sırasında belirgin olarak düşme saptanırken durumlar arasında bu düşmenin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı gözlendi. SONUÇ: Bu verilerle vibrasyonun uygulandığı sırada motor nöron eksitabilitesini muhtemelen Ia afferent etkiden bağımsız olarak azalttığı, ancak kısa süreli uygulamanın kalıcı olmadığı sonucuna vardık. P-18 Yaş, Cinsiyet, Boy ve Vücut Kitle Endeksi İle Median ve Ulnar Sinir Minimum F Dalga Latansı İlişkisi Murat Alemdar Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Sakarya AMAÇ: Median sinirin abdüktör pollisis brevis (APB) ve ulnar sinirin abdüktör digiti minimi (ADM) kası üzerinden kaydedilen minimum F dalga latanslarının (mFDL) yaş, cinsiyet, boy ve vücut kitle endeksiyle ilişkisini incelemek. Yöntem: Elektronöromiyografi (ENMG) labaratuvarına 1 yıl süresince ardısıra refere edilen ve üst ekstremite sinir ileti çalışması aynı klinisyen tarafından yapılan tüm bireylerin kayıtları incelendi. Sinir iletim çalışmaları; standart supramaksimal uyarım tekniği ile yapılan median ve ulnar sinir duyu iletim, motor iletim ve 20 ardışık suprmaksimal uyarım tekniği ile yapılan F dalga yanıtı çalışmalarından oluşuyordu. Anamnez ve fizik muayene bulguları tümüyle normal olan ekstremitelerin ve motor iletileri etkilenmiş düzeyde bir median ya da ulnar sinir tuzak nöropatisi olan ekstremitelerin kayıtları çalışmaya alındı. Normal ekstremitelerde median ve ulnar sinirin mFDL’lerinin bireylerin yaş, cinsiyet, boy ve vücut kitle endeksi ile değişkenlik gösterip göstermediği analiz edildi. Anlamlı ilişki saptanan değişkenler için farklı değer aralıklarındaki alt gruplarda median ve ulnar sinirin mFDL’lerin eşik değerleri hesaplandı. BULGULAR: Yetmişsekizi (%51,7) sağlıklı ekstremiteye, 56’sı (%37,1) median sinirin distal motor latansını uzatan karpal tünel sendromlu ekstremiteye (orta-ileri evre) ve 17’si (%11,3) motor ileti gecikmesine neden olan ulnar sinir tuzak nöropatili ekstremiteye ait toplam 151 kayıt çalışmaya dahil edildi. Bireylerin boyları artıkça, sağlıklı ekstremitelerin median ve ulnar sinir mFDL’leri de doğru 64 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ orantılı bir şekilde artıyordu (Pearson linear korrelasyon testi, sırasıyla; p< 0.001 ve p< 0.001). Müteakiben farklı boy gruplarındaki mFDL eşik değerlerinin tespiti için çalışma populasyonu 3 altgruba ayrılarak incelendi (BGp1: 150-159 cm, BGp2: 160-169 cm ve BGp3≥170 cm). Bu altgrupların ortalama mFDL’leri de biribirinden anlamlı düzeyde farklıydı. [Tablo 1] Her boy altgrubu için normal mFDL’leri uzamış mFDL’lerden ayıran en iyi eşik değerler tespit edildi. [Tablo 1] Sağlıklı ekstremitelerde median ve ulnar sinirin ortalama mFDL’leri erkek ve kadınlarda benzerdi. [Tablo 2] Median ve ulnar sinirin mFDL’leri ile bireylerin yaşları arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (sırasıyla; p=0,08 ve p=0,11). Benzer şekilde vücut kitle endeksleri ile mFDL’ler arasında da anlamlı bir ilişki yoktu (sırasıyla; p=0,56 ve p=0,77). Veriler boy faktörüne göre düzenlendikten sonra da yaş, cinsiyet ve vücut kitle endeksinin mFDL’ler üzerinde herhangi bir etkisi saptanmadı. SONUÇ: Median ve ulnar sinir mFDL’leriyle bireylerin boyları arasında doğru bir orantı mevcut olduğundan, bu sinirlerin mFDL’leri yorumlanırken boya göre düzenlenmiş eşik değerlerin kullanılması gereklidir. Tablo 1: Boy gruplarına göre median ve ulnar sinir mFDL’leri Boy grubu (n) Median mFDL ortalama±S.D. (en büyük- en küçük) Median mFDL için en iyi eşik değer Ulnar mFDL ortalama±S.D. (en büyük- en küçük) Ulnar mFDL için en iyi eşik değer Gp1: 150-159 cm (n=24) 22.89±1.12 msn (20.2-24.9) 24.5 msn 22.74±0.91 msec (21.05-24.15) 24.5 msn Gp2: 160-169 cm (n=35) 24.14±1.25 msn (22.20-27.45) 26.5 msn 24.44±1.26 msec (22.20-28.20) 28.0 msn Gp3 ≥170 cm (n=19) 26.12±1.24 msn (24.05-28.30) 27.0 msn 27.29±1.34 msec (24.90-29.20) 29.0 msn p değeri (ANOVA, 95% C.I.) <0.001 (Gp3>Gp2>Gp1) - <0.001 (Gp3>Gp2>Gp1) - Tablo 2: Cinsiyete göre median ve ulnar sinir mFDL’lerinin o Cinsiyet (n) Median mFDL ortalama±S.D. (en büyük- en küçük) Ulnar mFDL ortalama±S.D. (en büyük- en küçük) Erkek (n=20) 26.25±1.17 msn (24.1-28.3) 27.41±1.21 msn (26.9-27.9) Kadın (n=58) 23.55±1.24 msn (23.2-23.9) 23.64±1.24 msn (23.3-24.0) p değeri (student t-testi) < 0.001 < 0.001 P-19 Kısa Süreli Vibrasyonun Kutanöz Sessiz Periyod Üzerine Etkisi Şenay Aydın1, Yeliz Bakuy2, Meral Kızıltan3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul Erenköy Ruh Ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 AMAÇ: İstemli kas kontraksiyonu sırasında bir kutanöz sinire elektriksel stimülusu takiben EMG aktivasyonu geçici görece ya da mutlak supresyona uğrayabilir. Bu inaktif periyod kutanöz sessiz periyod (CSP) olarak adlandırılır. CSP küçük çaplı afferent (A delta lifler) ve büyük çaplı efferentlerin (alfa motor nöronlar) aracılık ettiği spinal inhibitör bir reflekstir. Ancak şimdiye kadar kas iğciği ve/ veya afferentlerinin katkısından ise söz edilmemektedir. Biz çalışmamızda böyle bir etkinin olup olmadığını kısa süreli vibrasyon ile test etmek istedik. METOD: Çalışmamıza 24-44 (ort:34,44±5,65) yaş aralığında, sağlıklı 8 kadın ve 8 erkek gönüllü bireylerde sağ el median sinir motor ve duysal aksiyon potansiyelleri ile vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında 2. parmak median sinir (M) uyarımı ile abductor pollicis breves (APB) kasından CSP kaydedildi. Vibrasyon sağ önkol fleksör carpi radialis (FCR) kası lokalizasyonunda 100 Hz ve 1mm yer değiştirme amplitüdlü olarak 2 dk süre ile uygulandı. Ortalaması alınan ve rektifiye edilen 10 kaydın CSP başlangıç ve sonlanım latansları, CSP intervali, EMG supresyonu karşılaştırıldı. BULGULAR: İncelenen tüm bireylerde vibrasyon öncesi, sırası ve sonrasında kaydedilen ortalama CSP latans ve süreleri sırasıyla (76,85±12,47/37,83±11,14), (79,83±9,33/30,62±4,25) ve (76,60±10,89/32,68±7,67) olarak bulundu. Vibrasyon sırasında CSP başlangıç latansları uzamasına karşın CSP sürelerinde kısalma saptandı. 65 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ SONUÇ: Vibrasyonun kas iğciği primer sonlanmaları için potent bir uyaran olduğu ve 1 a afferent deşarjlarını arttırdığı bilinmektedir. 1a afferentlerinin yol açtığı artmış spinal eksitabilitenin CSP e üzerine olan etkisini araştırdığımız çalışmamızda anlamlı sonuç elde edemedik. Var olan bulguların anlamlılığının vaka sayımızın artmasıyla sağlanabileceğini düşündük. P-20 Churg-Strauss Sendromu İle İlişkili Mononöropati Multipleks Olgusu Eren Gözke, Esra Günay, Nimet Dörtcan, Funda Alparslan, Pelin Doğan Ak Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul AMAÇ: Alerjik granulamatöz anjiit olarak da adlandırılan Churg-Strauss sendromu (CSS) küçük ve orta çaplı arter ve venleri tutan nadir görülen vaskulitik bir sendromdur. Burada CSS ile ilişkili bir mononöropati multipleks olgusu sunulmaktadır. OLGU: Bacaklarda döküntü, sol bacakta ağrı ve yanma yakınması olan 64 yaşındaki erkek hastaya astım ve nasal polip gibi ek bulguları olması ve cilt biopsisi ile eosinofilik lökositoklastik vaskulit saptanması sonrası dış merkezde romatoloji kliniği tarafından CSS tanısı konarak steroid ve azotioprin tedavisi başlanmış. Dış merkezde yapılan EMG solda L4/5 ve S1 kronik kök tutulumu ve sensorimotor aksonal polinöropati yönünden izlem şeklinde raporlanmış. Lomber MR’da değişik düzeylerde bulgingler olmakla birlikte kök basısı bulunmamış. Nörolojik muayenede sol bacakta diz altında hipoestezi ve hafif atrofisi olan hastada tekrarlanan EMG’de sinir ileti çalışmalarında sol tibial sinirde birleşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP) ve bilateral sural duysal sinir aksiyon potansiyeli (DSAP) elde edilemedi. Bilateral superfisyal peroneal DSAP’lar normal bulundu. Üst ekstremitelerde median ve ulnar DSAP amplitüdleri ılımlı düşüktü. İğne EMG’sinde bilateral tibial sinir inervasyonlu distal kaslarda spontan denervasyon ve kronik nörojenik MÜP değişiklikleri görüldü. EMG bulguları başlıca solda belirgin olmak üzere tibial sinirlerin etkilendiği mononöritis multipleks örneğinde aksonal sensorimotor polinöropatik tutulum olarak yorumlandı. SONUÇ: Vaskulit ile ilişkili bir sendrom tanısı olan hastalarda EMG incelemesinde mononöropati multipleks olasılığı özellikle değerlendirilmeli radikulopati ve tuzak nöropati ile ayıcı tanı dikkatle yapılmalıdır. P-21 Bir Multipl Miyelom Olgusunda Eş Zamanlı Periferik Sinir ve Omurilik Tutulumu Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Azer Mammadov1, Bengi Gül Alpaslan1, Mehmet Yürüyen2, Gökhan Erkol1, Melda Bozluolçay1 1 2 İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji, İstanbul İstanbul Üniversitesi Cerrhapaşa Tıp Fakültesi, Dahiliye, İstanbul AMAÇ: Multipl miyelom (MM) plazma hücrelerinin kanseri olup genellikle kemik iliğine sınırlıdır. Ancak yaklaşık %1 oranında ve çok farklı şekillerde sinir sistemi tutulumu yapabilmektedir. Biz, eş zamanlı hem omurilik ve hem de periferik sinir tutulumu olan bir MM olgusu bildirmekteyiz. YÖNTEM: Önceden sağlıklı 41 yaşında erkek hasta 6 ay önce başlayan bel ağrısı, bacaklarda güçsüzlük, yürüme bozukluğu, denge bozukluğu, idrar yapmada güçlük ve her iki ayakta ve ellerde uyuşukluk yakınması ile başvurdu. Hastanın nörolojik muayenesinde hem omurilik tutulumunu gösteren T9 dermatomunda seviye veren his kusuru, bilateral Babinski işaretinin pozitifliği ve sfinkter fonksiyon bozukluğu ile uyumlu bulgular, hem de periferik sinir tutulumu ile uyumlu eldiven-çorap tarzı uyuşma, tüm ekstremitelerin distallerine belirgin kas gücü kaybı ve refleks kaybı mevcuttu. SONUÇ: Yapılan spinal manyetik rezonans incelemesinde servikal ve torakal multisegmenter omurilik tutulumu saptandı. Elektromiyografik incelemede ise edinsel demiyelinizan polinöropati ve sekonder aksonal hasarlanma izlendi. Bel ağrısı ve bisitopenisi olan hastanın protein elektroforezinde gamma bandında yükselme ve IgG düzeyinde artış görülmesi üzerine kemik iliği aspirasyon biyopsisi yapılarak MM tanısı aldı. YORUM: Daha önce bildirilen serilerde MM’nin en sık komplikasyonları vertebral tutulumlara bağlı omurilik basıları, paraproteinemiye sekonder periferik nöropatiler, hiperkalsemi, amiloidoz ve daha ender olarak görülen santral sinir sistemi tutulumlarıdır. Sunulan olguya dayanarak, santral ve periferik sinir sisteminin eş zamanlı etkilendiği durumlarda MM gibi hematolojik malinitelerin ayırıcı tanıda düşünülmesi önemlidir. 66 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-22 Diyabetik Sensörimotor Polinöropati Hastalarında Klinik, Demografik Özellikler ile Elektrofizyolojik Bulgular Arasındaki İlişki Ebru Yaşar1, Rabia Terzi2, Pınar Bekdik Şirinocak1, Yıldız Arslan3 Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Kocaeli Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Kocaeli 3 İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İzmir 1 2 AMAÇ: Çalışmamızda elektrofizyolojik olarak distal simetrik diyabetik sensörimotor polinöropati tanısı almış hastalarda demografik özellikler, vasküler risk faktörleri, diyabet komplikasyonları ve glisemik kontrolün elektrofizyolojik bulgulara olan etkisini incelemek amaçlanmıştır. HASTALAR VE YÖNTEM: 2009-2011 yılları arasında hastanemiz elektrofizyoloji laboratuvarında diyabetik sensörimotor polinöropati tanısı konulan 70 hastanın (38 erkek, 32 kadın) dosyaları retrospektif olarak incelendi. Diyabet dışında polinöropatiye neden olabilecek etyolojik faktörlerin (vitamin B12 eksikliği, böbrek yetmezliği, endokrin hastalıklar, malignensi, bağ dokusu hastalığı, enfeksiyon, toksin ve ağır metallere maruziyet) eşlik ettiği hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların demografik verileri, hipertansiyon, hiperlipidemi, retinopati, mikroalbünüri varlığı kaydedildi. Elektrofizyolojik olarak ulnar, tibial, sural sinir amplitüd, latans ve ileti hızları yeniden gözden geçirildi. BULGULAR: Sinir ileti çalışmalarında ulnar sinir yanıtları retinopatisi olan, hipertansiyon, hiperkolesterolemi eşlik eden hastalarda; sural sinir yanıtları mikroalbüminürisi olan, koroner arter hastalığı eşlik eden hastalarda; tibial sinir yanıtları retinopatisi olan, koroner arter hastalığı eşlik eden hastalarda istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Erkeklerde ulnar sinir motor ve duyusal ileti hızları düşük bulundu. İnsülin kullanan hastaların sinir ileti sonuçlarında incelenen her bir sinirde istatiksel anlamlı fark görüldü. SONUÇ: Hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter hastalığı, mikroalbüminüri ve retinopatisi bulunan, insülin kullanan, erkek hastalarda diyabetik polinöropati bulguları elektrofizyolojik olarak daha ağır seyretmektedir. Koroner Arter Hastalığı Birlikteliği ve Sinir İleti Sonuçlar Koroner Arter Hastalığı Olan DSPNP Hastalar N=2 Mikroalbüminüri Birlikteliği ve Sinir İleti Sonuçları Mikroalbüminürisi Olan DSPNP Hastalar N=36 Mikroa P-23 Metronidazol Kullanımına Bağlı Nadir Periferik Nöropati Olgusu Refah Sayın1, Mehmet Nuri Aydın2 1 2 Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji, Ankara Bitlis Devlet Hastanesi, Nöroloji, Bitlis Metronidazol, Entamoeba histolytica, Giardia lamblia, Trichomonas vaginalis and Balantidium coli gibi bazı protozoalar ve anaerobik bakterilere karşı potent bir ilaçtır. Alkolizm, Crohn hastalığı, ekzoftalmi, romatoid artrit, rozasea ve akne gibi diğer başka hastalıklarda da kullanımı mevcuttur. Olabildiğince iyi tolere edilebilen bu ilacın yaygın olarak görülen yan etkileri karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı ve ağızda metalik tat olup; daha ciddi ve daha nadir olan yan etkileri psödomembranöz kolit, epileptik nöbet, ensefalopati ve periferik nöropatidir. Bu yan etkiler geliştiğinde ilaç hemen kesilmeli ve genellikle geri dönüşümlüdür. Biz 39 yaşında 4.5 aydır karaciğerde amebiyozis nedeniyle metronidazol kullanan ve periferik nöropati gelişen erkek hastayı sunmayı değer bulduk. P-24 Kolşisin’e Bağlı Polinöropati: Nadir Bir Olgu Sunumu Refah Sayın1, Mustafa Kiraz2 1 2 Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Van Gut dünya nüfusunun en az %1’inde görülen yaygın bir hastalıktır. Eklem yerlerinde ürat birikimi ile meydana gelir. Kolşisin mikrotübüllerin oluşumunu engelleyerek bir çok hücre fonksiyonunu bozar. Kolşisin gut artritinde, akut psödogut atağında, ailevi Akdeniz ateşinde ve Behçet hastalığında yaygın olarak kullanılmaktadır. En sık yan etkileri bulantı, kusma ve diyaredir. Bunun dışında daha nadir olarak hematolojik, kardiyak semptomlar, nöropati ve miyopatinin de yer aldığı, ölümcül seyreden multiorgan yetmezliği tablosuna da yol açabilir. Akut intoksikasyon sonrası miyopati, nöropati ve kombine nöromiyopati görülebilmektedir. Proksimal kas güçsüzlüğü, distal duyu bozukluğu, distal arefleksi ve aksonal nöropati görülebilir. Biz, gut tanısı nedeniyle kolşisin kullanımına bağlı aksonal tipte sensorimotor bir periferik nöropati gelişen 61 yaşındaki erkek hastayı sunmak istiyoruz. 67 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-25 Distal Edinsel Demyelinizan Simetrik Nöropati: Olgu Sunumu Nesrin Helvacı Yılmaz1, Hüseyin Saffet Beköz2, Oktay Olmuşçelik3, Ebru Erbayat Altay1, Fikret Aysal1 İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Medipol Üniversitesi, Hematoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 İstanbul Medipol Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Distal edinsel demiyelinizan polinöropati (DADS, distal acquired demyelinating symmetric neuropathy) distalde belirgin duyusal ve motor kayıpla karakterizedir. Duyusal predominans ve distal kaslarda nispeten daha az kas gücü kaybı DADS’ı diğer demiyelinizan polinöropatilerden ayırdetmektedir. Tüm demiyelinizan polinöropatilerin %5’inde tanı DADS’dır. Elektrofizyolojik ölçümler demyelinizasyonu gösterir fakat iletim bloğu nadirdir. İmmünfiksasyon elektroforezinde serumda Ig M (kappa zincir) ile beraber anti-myelinle ilişkili glikoprotein (anti-MAG) %50-70 hastada pozitiftir. Tipik olarak bu antikorların pozitif olduğu hastalar steroid, plazmaferez ve intravenöz immünoglobulin tedavisine yanıt vermemektedirler. Antikorların negatif olduğu hastaların bu tedavilere yanıtı ise oldukça iyidir. DADS düşündüğümüz bir olgu nedeni ile edinsel inflamatuar demiyelinizan polinöropatileri tartışmayı amaçladık. Elli bir yaşında kadın hasta, üç yıl önce karın ağrısı ve sağ kolda morarma şikayeti nedeni ile başvurduğunda nonHodgkin lenfoma tanısı konmuş. Splenektomi yapılarak ilaçsız izlenmiş. Haziran 2014’de kemoterapi başlanan hastanın eş zamanlı olarak solda belirgin her iki elinde uyuşma ve hafif ağrı şikayeti ortaya çıkmış. Üç ay sonra ayaklarında da benzer şikayetler eklenmiş. Yürümesi iyi, kuvvetsizlik yokmuş. Bazen sanki boşluğa basıyor gibi oluyormuş. Özgeçmişinde Haziran 2003’de sağ akciğerde nodüler lezyonlar saptanması üzerine tüberküloz tanısı alarak tedavi gördüğü öğrenildi. Eylül 2014\’te yapılan nörolojik muayenede iki yanlı aşil refleksinin alınmaması dışında anlamlı nörolojik defisit yoktu. Elektrofizyolojik incelemede ise, her iki üst ve alt ekstremitede incelenen tüm sinirlerin bileşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP) amplitüdleri düşük, motor distal latansları belirgin uzun, motor ileti hızları yavaştı. Motor iletim blokları yoktu, ancak tüm sinirlerin BKAP süreleri uzundu, bazılarında temporal dispersiyon dikkati çekiyordu. İncelenen sinirlerin F-yanıtları uzun latanslı ve bazılarının persistansı düşüktü. Her iki median ve ulnar sinirin duyusal aksiyon potansiyeli (DAP) elde edilmez iken, her iki sual sinirin DAP düşük amplitüdlü bulundu. İğne EMG’sinde ise incelenen tüm kaslar normal bulundu. Protein elektroforezi normaldi. Serum immünfiksasyon elektroforezinde IgM-kappa monoklonal bandı saptanırken, idrar immunfiksasyon elektroforezinde monoklonal band izlenmedi. Antigangliozid antikorlar negatifti. Haziran 2014’den beri 7 kür siklofosfamid, doksorubisin, prednizolon, rituksimab tedavileri aldığı öğrenildi. Ekim 2014’de bel ağrısı şikâyeti ile lomber MRG’de L3-L4’de kompresyon fraktürü saptandı, metastatik lezyon düşünülmedi, operasyon düşünülmedi. Nörolojik muayenesinde değişiklik olmayan hasta halen ilaçsız izlenmektedir. Klinik ve elektrofizyolojik (özellikle motor distal latans uzamalarının motor ileti hızlarına göre daha belirgin olması) edinsel inflamatuar demiyelinizan polinöropatilerin bir formu olan DADS\’ı düşündürdü. Klinik olarak iyi durumda olması nedeniyle tedaviye gerek görülmedi. Hasta bilgilendirildi ve ilaçsız takibe alındı. Edinsel inflamatuar demiyelinizan polinöropatilerin klinik formlarının ayırdedilmesi, klinik takip ve tedavide yol göstericidir. P-26 Nadir Görülen Bir IgG MGUS ve DADS Birlikteliği Olgusu Tahir Kurtuluş Yoldaş1, Mehmet İlker Yön1 , Hafize Nalan Güneş1 ,Selda Keskin Güler1, Burcu Gökçe Çokal1, Aysun Gönderen2 1 2 Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Servisi, Ankara AMAÇ: Paraproteinemi ile ilişkili nöropatiler, klinik ve elektrofizyolojik özellikleri, paraproteinin sınıfı, immünoreaktivitesi, patojenitesi ve altta yatan plazma hücre diskrazisinin malignitesine bağlı olarak heterojen bir grup oluşturmaktadırlar. Distal kazanılmış demiyelinizan simetrik (DADS) polinöropati tablosu oldukça nadir görülmekle beraber özellikle anti miyelin ilişkili glikoprotein (MAG) pozitif IgM tipi paraproteinemi ile ilişkilidir. Biz de klinik ve elektrofizyolojik bulguları DADS ile uyumlu, IgG MGUS (önemi belirsiz monoklonal gamopati) tanısı koyduğumuz ve bu iki klinik tablonun birlikteliğinin oldukça nadir olduğunu bildiğimiz bir olguyu sunmayı amaçladık. YÖNTEM: 67 yaşında erkek hasta 4 aydır olan ekstremite distallerinde güçsüzlük ve his kaybı şikayetiyle yatırıldı. Nörolojik muayenesinde distal simetrik tetrapareziye ek olarak eldiven çorap tarzı hipoestezi, vibrasyon duyusunda azalma, tüm segmentlerde olan derin tendon refleks kaybı ve ataksi saptadık. Serum immunfiksasyon tetkikinde IgG/kappa monoklonal gamopati saptandı. Diğer bütün laboratuvar testleri normaldi. Anti-MAG antikoru gönderildi, negatif sonuçlandı. Kemik görüntüleme çalışmalarında litik veya sklerotik lezyon saptanmadı. Kemik iliği biyopsisi yapıldı, %7 plazma hücre infiltrasyonu saptandı. Bu bulgular doğrultusunda 2010 EFNS gözden geçirilmiş paraproteinemik demiyelinizan polinöropatiler tanı kriterlerine göre IgG MGUS tanısı konuldu. EMG yapıldı. BULGULAR: EMG, duyusal ağırlıklı mikst tip ağır demiyelinizan polinöropati ile uyumlu saptandı. Duyusal sinir iletim çalışmalarında sol median, ulnar, sural ve sağ sural sinirlerde duyusal sinir aksiyon potansiyeli elde edilemedi. Motor iletim çalışmalarında orantısız uzamış distal motor latanslar (sol median sinir: 18.55 ms, sol ulnar sinir: 17.05 ms, sol peroneal sinir: 9.00 ms, sağ peroneal sinir: 11.07 ms) saptandı. Sağ ve sol posterior tibial sinirlerde bileşik kas aksiyon potansiyeli elde edilemedi. Çalışılan tüm motor sinirlerde F latansları elde edilemedi. Sol median, sol ulnar ve sol peroneal motor sinirleri için terminal latans indeksleri (TLI) sırasıyla 0.16, 0.14 ve 0.22 olarak bulundu. SONUÇ: IgA veya IgG gamopatili paraproteinemik demiyelinizan polinöropatisi saptanan az sayıda hastada da DADS klinik ve elektrofizyolojik özellikleri görülmektedir. DADS, kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropatiler arasında spesifik bir alt grup olarak 68 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ da kabul edilmektedir. En az iki farklı motor sinirde TLI değerinin ≤ 0.25 in altında olması tanı koydurucudur. Terminal latans indeksi distal latans ve motor iletim hızının çarpımının distal mesafeye bölünmesi ile hesaplanılır. Elektrofizyolojik olarak polinöropati tipi ve paraprotein alt tipi tespiti tedaviye cevap ve prognoz tayini açısından önem taşımaktadır. P-27 Paraneoplastik Sensoriyel Polinöropati Sevgi Ferik, Mehlika Panpallı Ateş, Ayşe Seda Eren, H.Hayat Güven, Selim Selçuk Çomoğlu Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Paraneoplastik nörolojik sendrom (PNS), kanserli hastalarda ortaya çıkan, altta yatan tümörün doğrudan etkisi ile oluşmayan ve önemli bir kısmının otoimmün kökenli mekanizmalarla oluştuğu kabul edilen bir nörolojik tablodur. Paraneoplastik sendromlar nadir olup, en sık ilişkili olduğu neoplastik hastalıklar küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), timoma ve plazma hücre diskrezileridir. Paraneoplastik nörolojik sendromlardan biri olan periferik nöropati sıklıkla Hu antikoru pozitif olan KHAK olgularında gözlenen sensoriyel nöronopatidir. Prostat kanseri ile paraneoplastik periferik nöropati nadir görülmektedir. Ancak çoğu olguda kanser tanısından önce ve genellikle kanser henüz çok küçük ve tedavi edilebilir durumdayken geliştiği için önemlidir. Biz bu yazıda daha önceden kanser tanısı olmayan, polikliniğimize yürüme güçlüğü yakınması ile başvuran, yapılan tetkikleri sonucunda paraneoplastik sensoriyel tipte nöropati tanısı ile prostat kanseri tespit edilen bir olguyu sunduk. P-28 Erken Başlangıçlı Bir Herediter Basınca Duyarlılık Nöropatisi Olgusu Arzu Yılmaz1, Ceyla Ataç Uçar2, Ahmet Yeşilyurt3, Eren Yıldız4, Tahir Yoldaş2 Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Nöroloji Servisi, Ankara Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Bilim Dalı, Ankara 3 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik, Ankara 4 Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Pediatri, Ankara 1 2 GİRİŞ: Herediter basınca duyarlılık nöropatisi, nadir görülen, otozomal dominant paternde kalıtılan, genellikle kompresyon veya minör travma ile ilişkili rekürren mononöropatilerle karakterize bir nöropatidir. Genellikle ilk mononöropati semptomları 20\’li 30\’lu yaşlarda ortaya çıkmaktadır.18 yaşın altında başlangıç oldukça nadirdir. Biz de 15 yaşında, halter kaldırma sonrasında elinde güçsüzlük nedeniyle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nörolojisi Polikliniği\’ne başvuran, sinir iletim çalışmasında multipl tuzak nöropatileri saptanan ve genetik inceleme ile tanı alan bir olguyu son literatür eşliğinde sunmayı uygun bulduk. OLGU: 15 yaşında erkek hasta, halter kaldırma sonrasında, sag kolda ağrı ve uyuşma yakınması nedeniyle değerlendirildi. EMG de her iki medyan ve ulnar sinirlerde ve sol fibuler sinirde tuzak nöropati saptandı. Olgunun heredıter basınca duyarlılık nöropatisi yönünden tetkiki önerildi. Genetik incelemede PMP22 geninde heterozigot mutasyon saptandı. TARTIŞMA: Literatür incelendiğinde, çocuklarda görülen herediter basınca duyarlılık nöropatisinin erişkinde görülene benzer klinikle prezente olduğu görülmektedir. Ancak 15 yaşın altındaki olgularda tipik sinir iletim anormallikleri ortaya konamayabilir. Bu olgularda klinik şüphe halinde sinir iletim çalışmaları desteklemese de genetik inceleme önerilmektedir. P-29 Hidroksiklorokine Bağlı Gelişen Polinöropati Olgusu Refah Sayın1, Zamir Kemal Ertürk2, Rıdvan Mercan3 Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Ankara 3 Antakya Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları, Romatoloji Bölümü, Hatay 1 2 Romatoid artrit (RA), sistemik otoimmün, simetrik olarak eklemlerde artrite yol açan, kronik inflamatuar bir hastalıktır. Prevalansı %1-2 olup etnik gruplarda farklılık gösterebilmektedir. Bu oran 70 yaşlarındaki kadınlarda %5’e kadar yükselir. RA genellikle diartrodial eklemlerin inflamatuvar artritidir. Hastalığın erken döneminde; el bilekleri, metakarpofalengeal ve metatarsofalengeal, proksimal interfalengeal eklemleri, en sık etkilenen eklemlerdir. Romatoid artirt tedavisinde NSAİ’ler, kortikosteroidler, immunsistemi baskılayıcı ajanlar, hastalığı modifiye edici antiromatid ilaçlar (DMARD) kullanılmaktadır. Hidroksiklorokin antimalaryal bir ilaç olup; romatoid artrit tedavisinde kullanılır. Etkilerinin bağlı olduğu mekanizmalar, sülfidril grupları ile etkileşim, enzim aktiviteleri ile etkileşim (fosfolipaz, NADH-sitokrom C redüktaz, kolinesteraz, proteaz ve hidrolaz), DNA bağlama, lizozomal membranların stabilizasyonu, prostaglandin oluşumunun baskılanması, PMNL kemotaksisi ve fagositozunun baskılanması, monositlerden interlökin-1 salımının engellenmesi ve nötrofil superoksit salımının baskılanmasını içermektedir. Retinopati, cilt döküntüleri, bulantı kusma, dal blokları av blok, aplastik anemi, agronilositoz, myopati, nöromyopati gibi yan etkileri vardır. 68 yaşında erkek hasta özellikle ayaklarda olmak üzere tüm ekstremitelerde ağrı, güçsüzlük ve karıncalanma şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Yapılan elektromyografisinde sensorimotor tipte 69 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ periferik nöropati bulundu. Bu durumun hidroksiklorokinin nadir görülen bir yan etkisine bağlı olabileceği düşünülerek; ilaç stoplandı ve hastanın şikayetlerinde düzelme saptandı. Biz hidroksiklorokinin nadir yan etkisi olan sensorimotor tipte periferik nöropati gelişen hastayı sunmak istiyoruz. P-30 HIV Seyrinde Gelişen Nöropatiler: Olgu Sunumu Zerrin Karaaslan1, Murat Mert Atmaca1, Seniha Başaran2, Hacer Durmuş1, Atahan Çağatay2, Yeşim Parman1, Elif Kocasoy Orhan1 1 2 İstabul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji, İstanbul GİRİŞ: HIV ile infekte kişilerin son yıllarda tedavide kaydedilen gelişmelerle birlikte yaşam sürelerinin uzamış olması, onları hastalığın komplikasyonlarıyla daha fazla karşılaşma durumunda bırakmıştır. Nörolojik açıdan en sık rastlanan HIV ile ilişkili komplikasyon periferik nöropatidir. Antiretroviral ilaçların periferik sinirlere olan toksik etkisi, virüsün sinir aksonlarına direk toksik etkisi ve immün sistemin anormal yanıtı nöropatinin altında yatan mekanizmalar olabilir. Çoğu zaman bunların ayrımını yapmak mümkün olamamaktadır. HIV ile ilişkili en sık görülen klinik tablo distal simetrik nöropati ve sıklıkla buna eşlik eden otonom nöropati iken, akut ya da kronik inflamatuar nöropati, mononoröpati multipleks, kranyal nöropati ve amiyotrofik lateral skleroz benzeri motor nöropati de tanımlanan klinik tablolar arasındadır. Bu yazıda HIV pozitif bir hastanın distal simetrik aksonal nöropati olarak başlayan ancak klinik ve elektrofizyolojik olarak progresyon ve değişiklik gösteren nöropati tablosunun tartışılması amaçlanmıştır. OLGU: Fakültemiz İnfeksiyon Hastalıkları servisinde yatmakta olan 31 yaşında erkek hasta 20 gün önce ayak uçlarında ve ağız çevresinde başlayan uyuşma yakınmasının giderek artması, kollarda ve bacaklarda güçsüzlük yakınmalarının eklenmesi ve düşmelerinin başlaması nedeniyle tarafımızca değerlendirildi. Nörolojik muayenesinde eldiven-çorap tarzı yüzeyel duyu kusuru ve alt ekstremite distallerinde vibrasyon hissinde azalma saptanan hastanın EMG incelemesinde duysal liflerin öncelikli olarak etkilendiği ve alt ekstremitelerde hakim aksonal tipte polinöropati saptandı. Hasta HIV tedavisine yönelik tenofovir/emtrisitabin kombinasyonu, raltegravir ve anitüberküloz olarak rifabutin ve izoniazid kullanmaktaydı. Polinöropati için semptomatik olarak gabapentin tedavisi ve izoniazid kullanan hastaya B grubu vitamin desteği başlandı. Bir aylık bir süreçte yakınmaları daha da artan hastanın nörolojik muayenesinde solda ve proksimal kaslarda daha belirgin olmak üzere 2-3/5 düzeyinde kas zaafı saptandı. Eldiven-çorap tarzı duyu kusuru olan hastanın triseps refleksi dışında derin tendon refleksleri alınamıyordu. Tekrarlanan EMG incelemesinde bu defa duysal ve motor liflerin etkilendiği ve demiyelinizan özellikler gösteren polinöropati saptandı. Ayırıcı tanıda HIV ile veya kullanılan ilaçlar ilişkili veya otoimmun veya ikincil maligniteye bağlı gelişmiş nöropati olabileceği düşünüldü. Beyin-omurilik sıvısı (BOS) incelemesinde hücre olmaksınız yüksek protein değeri saptanması üzerine hastada ön planda immün kökenli polinöropati olasılığı düşünülerek 5 gün süreyle intravenöz immünglobulin tedavisi verildi. Tedavi sonlandıktan bir gün sonra yapılan muayenede kas gücü tam olan hastanın eldiven-çorap tarzı duyu kusuru vardı ve derin tendon refleksleri hala alınamıyordu. SONUÇ: HIV ile infekte kişilerde ortaya çıkan nöropatik semptomlar detaylı nörolojik muayene ve elektrofizyolojik incelemeler ile yakın takip edilmelidir. P-31 Diyabetik Akut Ağrılı Nöropati- Olgu Sunumu M.Tuba Göksungur1, Elif Kocasoy Orhan1, Kadriye Alpay2, M.Barış Baslo1, Feza Deymeer1 1 2 İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul Özel Rumeli Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul GİRİŞ: Akut ağrılı diyabetik nöropatiler, nadir görülmekte olup, alt ekstremitelerde, ani başlangıçlı ve asimetrik özellik gösteren geçici semptomlardan oluşmaktadır. Ağrı sürekli ve dayanılmayacak ölçüde ortaya çıkabilir ve hastayı doktora götüren ana semptom olabilir. Bu tablo insulin tedavisinin yol açtığı hızlı glisemik kontrol veya kötü glisemik kontrol sonucunda ortaya çıkabilir. Diyabetik nöropatide ağrı gelişimine dair patogenez tam aydınlatılamamıştır. Nörofizyolojik ve patolojik parametreler ağrılı ve ağrısız diyabetik nöropatileri ayıramamaktadır. Depresyon ve tükenmişliğe götüren bu tablonun erken tanı ve uygun tedavisi önemli olup hastaların yaşam kalitesini arttıracaktır. OLGU: Kırkdokuz yaşında erkek hasta, 4 ay önce ayaklarda başlayıp, son bir ayda giderek artarak bacaklarına, kollarına ve omuzlarına yayılan şiddetli ağrılar nedeniyle başvurdu. Hastanın dört yıl önce hızlı kilo kaybı araştırılırken tip 1 Diabetes Mellitus (DM) tanısı aldığı ancak insülin tedavisini düzensiz kullandığı, son 5 aydır insülin tedavisini bıraktığı ve 20 kg’dan fazla kilo kaybı olduğu öğrenildi. Nörolojik muayenesinde tüm ekstremitelerde derin tendon refleksleri hipoaktifti. Distallerde belirgin dizestezi ve allodini saptandı. Hastanın açlık kan şekeri 120 mg/dL idi ve HbA1C %7,1 düzeyindeydi. Diğer tetkikleri normaldi. Elektrofizyolojik incelemeleri hastanın yoğun dizestesi ve allodinik yakınmaları nedeniyle sınırlı olarak yapılabildi. Sinir ileti incelemelerinde duysal ve motor liflerin etkilendiği bir polinöropati sendromunu saptandı. İleti hızlarının yer yer demyelinizasyon sınırlarında yavaşladığı dikkati çekti. Diyabetik akut ağrılı nöropati ön tanısı ile Diyabet ve Algoloji Bilim Dalları ile konsulte edilen hastanın öncelikle insulin tedavisiyle glisemi değerleri kontrol altına alındı. Pregabalin, duloksetin, tramadol ve alfa lipoik asit içeren nöropatik ağrı tedavisi düzenlendi. Yaklaşık 2 hafta sonra hastanın ağrıları yarı yarıya azalmıştı. Bu tedaviden iki ay sonra ağrıları düzelen ve sadece ayak parmak uçlarındaki uyuşmadan yakınan hastanın kontrol sinir ileti incelemelerinde duysal ve motor liflerin etkilendiği alt tarafta hakim bir polinöropati dikkati çekti, bir önceki inceleme ile kıyaslandığında ileti hızlarının normal sınırlara ulaştığı görüldü. 70 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ SONUÇ: Kötü glisemik kontrole bağlı gelişen akut ağrılı nöropati hem tip 1 hem de tip 2 diyabetik hastalarda görülebilir. Allodini ve hiperaljezi karakteristik özelliğidir. Öncesinde hızlı ve ciddi kilo kaybı olup, tedavide esas nokta iyi glisemik kontroldür. Hastamızda ciddi kilo kaybı ve kötü glisemik kontrolün yol açtığı metabolik düzensizliğin diyabetik polinöropati zemininde ağrı mekanizmalarını tetiklemiş olabileceği düşünülerek bu yönde tedavi edilmiştir. P-32 Miyelodisplastik Sendrom Tanısıyla İzlenen Vitamin B12 Eksikliği Hastası Olgusu Berkan Kaplan, Kubilay Varlı, Neşe Dericioğlu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara AMAÇ: Vitamin B12 eksikliği, iyi tanımlanmış nörolojik ve hematolojik bir tablo ile kendini gösterir. Tanı B12 düzeyinin düşük saptanması ile konur. Ancak bazı testler, otoantikor varlığında, yanlış yüksek değerler vererek tanının gecikmesine yada miyelodisplastik sendrom (MDS) gibi ciddi tanılar konmasına ve riskli tedavilerin uygulanmasına neden olabilmektedir. Bu bildiride, B12 düzeyi yüksek ölçülen ve hematoloji bölümünce MDS tanısıyla izlenen, ancak klinik verilerin B12 eksikliğini düşündürmesi üzerine derinleştirilen incelemelerle B12 eksikliği tanısı konarak replasman tedavisiyle düzelen bir hasta sunulacaktır. OLGU: Servisimize bir aydır aşırı uykululuk ve bilinç bozukluğu açısından yatışı yapılan hastanın öyküsünden 2 yıldır MDS tanısı ile izlenmekte olduğu öğrenildi. Hastanın bu tanı ile azasitidin ve talidomid tedavisi aldığı ancak kan tablosunda belirgin değişiklik olmadığı anlaşıldı. Servisimize yatışından kısa bir süre önce ellerde ve ayaklarda uyuşma, dengesizlik, unutkanlık, konfüzyonel bilinç durumunun gelişmesi nedeniyle tüm tedavileri kesilmişti. Bakılan serum vitamin B12 düzeyleri sürekli ölçülebilir düzeylerin üstünde gelen hastanın, klinik olarak B12 eksikliğini düşündürmesi nedeni ile yapılan elektrofizyolojik ve nöro-radyolojik çalışmalar B12 eksikliğiyle uyumlu bulundu. Anti-pariyetal ve anti-intrinsik faktör antikorları pozitif geldi. Hastaya B12 replasman tedavisi yapıldı. Öncelikle kan tablosundaki hızlı düzelme ile birlikte, klinikte bilinç durumunda ve sonrasında da motor fonksiyonlarda belirgin düzelme izlendi. Tekrarlanan kemik iliği biyopsisi sonucu normoselüler olarak raporlanmıştır. YORUM: Klinik olarak B12 tanısından kuşku duyulan hastalarda, ölçülen vitamin B12 düzeyinin yüksek saptanması halinde tanıdan uzaklaşmayıp ek tetkikler ve farklı laboratuvarlarda B12 düzeyi ölçümü yeniden yapılmalıdır. Bu hasta aracılığıyla, doğru tanı konmasında klinik bulguların ne denli önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak amaçlanmıştır. P-33 Alt Ekstremite İle Sınırlı Guillain-Barré Sendromu Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Zeliha Matur3 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, SAKARYA SB Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, SAKARYA 3 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 GİRİŞ: Guillain-Barré Sendromu (GBS), periferik sinirleri ve spinal kökleri etkileyen, inflamatuvar ve demiyelinizan karakterde bir radikülopatidir. Çocukluktan ileri yaşlara kadar, her yaş grubunda görülebilir. Hastalığın en sık klinik seyri, bacaklardan başlayıp kollara, yüze, orofarengeyal kaslara ve ağır olgularda solunum kaslarına doğru ilerleyen simetrik kas kuvvetsizliğidir. Bazı olguların sadece bacaklarda sınırlı kaldığı bilinmektedir. OLGU: 48 yaşındaki kadın hasta, bir haftadan beri olan bacaklarda ağrı, ayak parmaklarında uyuşukluk ve son üç günde eklenen her iki ayakta güçsüzlük ve yürüyememe şikayetleriyle başvurdu. Özgeçmişinde on gün öncesinde ishal geçirmiş olması dışında özellik yoktu. Nörolojik muayenesinde her iki alt ekstremitede tama yakın güç kaybı, derin tendon refleksleri üst ekstremitelerde normoaktif, alt ekstremitelerde hipoaktif, alt ekstremitelerde vibrasyon duyusu azalmış, bilateral taban derisi cevabı alınamıyor idi. Kranyal MR normal idi. Spinal MR görüntülemede lomber bölgede birkaç seviyede disk protrüzyonları izlendi. BOS incelemesinde hücre görülmedi, proteini hafif yüksekti (48 mg/dl, N: 15-45 mg/L). EMG’ de sağ medyan, ulnar, tibiyal, peroneal F latansları belirgin uzundu. GBS düşünülen olguya 0.4 gr/kg/gün dozunda IVIg tedavisi uygulandı. Tedavinin onuncu gününde kas gücü kayıplarında belirgin düzelme gözlendi. Takibinde kollara geçmediği, bacaklara sınırlı kaldığı görüldü. Üçüncü haftada tekrarlanan EMG’ de duysal ve motor sinir, amplitüdlerinin ve iletim hızlarının azaldığı görüldü. İkinci ayın sonunda kontrol değerlendirmesinde tama yakın iyileştiği görüldü. TARTIŞMA: GBS’ unda erken dönemde BOS bulguları ve elektrofizyolojik testler normal olabilir. Klinik seyirde nörolojik ilerleme durabilir ve sadece alt ekstremitede sınırlı kalabilir. İkinci haftadan sonra BOS ve EMG tanısal bulgu sağlar. Bacak ağrısı ve yürüme güçlüğü olan hastalarda GBS’ u ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmeli, nörolojik bulgular ilerlemese bile tedavi geciktirilmemelidir. 71 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-34 Nöromuskuler Hastalıklar AMAN ve Meme Kanserinin Birlikteliği Refah Sayın1, Erkan Doğan2, Ergin Karakaya3, Alper Can2 Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji, Van 3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji, Van 1 2 Özetleri yaşlara kadar her yaş grubunda rastlanan otoimmun kökenli bir hastalıktır. Birbirlerinden bazen klinik yönleriyle, bazen de daha çok laboratuvar özellikleri ile ayrılan farklı alt grupları vardır. Akut motor aksonal nöropati (AMAN); GBS\’nin alt gruplarındandır. Hastaların büyük kısmında GBS’e ait yakınmaların başlangıcından önceki 1-4 haftalık süre içerisinde geçirilen bir üst solunum yolu ya da gastrointestinal sistem infeksiyonu, cerrahi girişim ya da aşılanma gibi bir olay vardır. Daha nadir olarak immun yetmezliği olanlarda da ortaya çıktığı bilinmektedir. Meme kanseri meme hücrelerinde başlayan kanser türüdür. Kadın/Erkek oranı: 8/1 dir. Medikal Onkoloji\’de 52 yaşında meme kanseri tanısı ile 2. kemoterapi sonrası yürüyememe, sol göz kapağını kapayamama ve sol ağız köşesinde eğilme olan hastadan konsültasyon istemiştir. Literatürde kanser ve GBS birlikteliği nadir olarak bildirmektedir. Biz meme kanseri ve akut motor aksonal nöropati gelişen, literatürde olmayan ilk rastlantısal ya da paraneoplastik olduğunu düşündüğümüz bayan hastayı sunmak istiyoruz. P-35 Beyin Ölümünü Taklit Eden Guillain-Barre Sendromu Nesrin Helvacı Yılmaz1, Deniz Kızılaslan2, Cem Erdoğan2, Nesrin Ahu Aslan2, Ebru Erbayat Altay1, Burcu Polat1, Didem Taşkın1 Fikret Aysal1 1 2 İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Medipol Üniversitesi, Anestezi ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı, İstanbul Fulminan Guillain-Barre Sendromu (GBS), akut inflamatuar poliradikülopatinin hızlı progresyon gösteren nadir bir formudur. Hastalarda flask kuadripleji ve beyin sapı reflekslerinde kayıp gözlenir. Semptomlar sıklıkla 1-10 gün içinde kötüleşir ve beyin ölümünü taklit etmesi nedeniyle tanıda güçlüklere neden olabilir. Elektrofizyolojik incelemede %70 kadar hastada sinirler ineksitabıldır. Bir olgu nedeniyle beyin ölümü ve GBS’nu klinik ve elektrofizyolojik tartışmayı amaçladık. Altmış iki yaşında kadın hasta Eylül 2014’de ani başlayan el ve ayak uyuşması şikayeti ile acile servise başvurmuş. Dört gün içinde kol ve bacaklarındaki kuvvetsizlik ortaya çıkmış ve solunum sıkıntısı başlamış. Dış merkezde öncelikle kronik obstrüktif akciğer hastalığı olduğu düşünülerek entübe edilmiş. Ardından GBS ön tanısı ile bir gün 35 gr intravenöz imünoglobulin (İVİG) verilmiş. Hastalığın 6. gününde yoğun bakım ünitemize kabul edildiğinde bilinci açıktı, pupiller normoizokorikti, fasiyel diplejisi vardı. Kuadriplejikti, kemik veter refleksleri alınmıyordu, taban derisi cevabı bilateral lakayttı. Dört gün daha 35 gr/gün İVİG devam edilmesine rağmen progresyon devam etti. Hastalığın 8. gününde bilinci kapandı, ağrılı uyarana cevapsız hale geldi. Pupilleri fiks dilate, direkt-indirekt ışık refleksi yoktu. Kornea refleksi, siliospinal ve okülosefalik refleksler alınmadı. Beyin ölümü nörolojik muayene bulguları ile uyumlu olması nedeni apne testi yapılması planlandı. Hastalığın 9. gününde yapılan elektrofizyolojik incelemede motor ve duyusal incelenen tüm sinirler ineksitabıldı. İğne EMG’sinde motor ünite ve denervasyon faaliyeti yoktu. İntrakraniyel patolojileri ekarte etmek için yapılan kraniyel manyetik rezonans görüntüleme ve elektroensefalografisi normaldi. On beş gün sonra tekrarlanan elektrofizyolojik incelemede bir öncekinden farklı olarak yaygın denervasyon faaliyetinin eklendiği görüldü ve GBS’nin akut motor ve duyusal akson nöropati (AMSAN) formu olduğu düşünüldü. Hastalığın 36. gününde hiçbir düzelme gözlenmeyen hastaya gün aşırı dört seans 50 cc/kg/seans plazmaferez uygulandı. Hastalığın 50. gününde orbikülaris oküli kasında minimal hareket başlayan hastaya bir hafta sonra yapılan elektrofizyolojik incelemede, önceki incelemelerden farklı olarak orbikülaris oküli ve trapezius kaslarında reinnervasyon faaliyeti gözlendi. Klinik izlemde düzelme devam etti ve hastalığın 112. gününde göz hareketleri her yöne tamdı, nazone kısa cümleler kurabiliyor, oral alabiliyordu. Boyun fleksiyonu 2/5, üst ekstremite proksimali -4/5, distali 2/5, alt ekstremite proksimali 3/5, distal 2/5 idi. Klinik ve elektrofizyolojik bulgular AMSAN değil de, tablonun distal aksonal hasara veya distal tam iletim bloğu ve sekonder akson hasarına bağlı olduğunu düşündürdü. Trakeostomi ve ev tipi ventilatörle izlenen hasta halen fizyoterapi alıyor. Klinik olarak beyin ölümü bulguları olan bir hastada, tanı için apne testi gibi nöronal hasara yol açabilecek bir uygulamadan önce, GBS ile ayırıcı tanı yapmak hayati önemlidir. P-36 GEÇİCİ İLETİM BLOKLU AKUT MOTOR AKSONAL NÖROPATİ; BİR OLGU Mehlika Panpallı Ateş, Tülin Aktürk, H.Hayat Güven, Selim Selçuk Çomoğlu Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Guillain-Barre sendromu (GBS)’nun klinik, elektrofizyolojik ve patolojik bulgularına göre ayrılan varyant formları tanımlanmıştır. Akut motor aksonal nöropati (AMAN) nadir görülen, özellikle de elektrofizyolojik yönüyle farklılık gösteren bir tipidir. Bu formun karakteristik özelliklerinin başında elektrofizyolojik amplitüd düşüklüğü veya aksonal dejenerasyon gösteren Bileşik Kas Aksiyon Potansiyeli (BKAP)’ın elde edilememesi gelir. Öte yandan, AMAN’ın erken evresinde motor iletim bloklarının görülebildiği bildirilmiştir. İletim blokları (İB) segmentaldemiyelinizasyonun göstergesi olmakla birlikte, her zaman demiyelinizasyona işaret etmeyebilir. Biz burada AMAN düşünülen hastada seri elektrofizyolojik incelemeler ‘’fonksiyonel iletim bloklarını’’ saptadık. 44 yaşında, erkek hasta, yaklaşık 72 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 3-4 gün süren diare öyküsünden bir hafta sonra başlayan sol elinde güçsüzlük fark etmiş. 1 gün sonra sağ elinde ve her iki ayağında güçsüzlük yakınması eklenmiş. Hastanın nörolojik muayenesinde bilateral üst ekstremite el bilek ve parmak ekstansiyonu, el bilek flexionu ve parmak abduksiyonu, bilateral alt ekstremite plantar flexion ve dorsiflexion 4/5 kas gücündeydi. Hastanın derin tendon refleksleri üst ve alt ekstremitelerde normoaktifti. Akut başlangıçlı kuvvet kaybı ile başvuran hastalarda, DTR’lerin korunmuş olması AMAN tanısı için bir ipucu olarak kabul edilebilir. Aksonal dejenerasyonu işaret eden elektrofizyolojik bulguların yanı sıra, İB’larının bulunması AMAN tanısını dışlayıcı bir özellik olarak düşünülmemelidir ve hızlı düzelmenin bir göstergesi olabileceği akılda tutulmalıdır. P-37 Hızlı Gelişen Klinik ve Elektrofizyolojik Bulgularla Prezente Olan Bir Amsan Olgusu Nilüfer Erdoğmuş İnce, Muhteşem Gedizlioğlu, Zafer Ekinci, Can Ahmet Kulan Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İZMİR GİRİŞ: Guillain Barre Sendromu (GBS) akut gelişen inflamatuvar bir poliradikülonöropati olup, klasik formu olan akut inflamatuvar demyelinizan polinöropati (AIDP) dışında aksonal formları da vardır. Akut motor aksonal nöropati (AMAN) ve akut motor-duyusal aksonal nöropati (AMSAN) bu aksonal varyantlardır. AMSAN varyantı akut başlangıçlı distal güçsüzlük, DTR kaybı ve duyusal semptomlar ile karakterizedir. Elektrofizyolojik çalışmalarda sinir iletim hızlarında hafif bir yavaşlama ile birlikte birleşik sinir aksiyon potansiyelleri ve duyusal sinir aksiyon potansiyelleri amplitüdlerinde küçülme izlenmektedir. OLGU: 78 yaşında kadın hasta ani gelişen yürüme güçlüğü ve ayaklarda karıncalanma, ağrı şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde bir ay önce ağır bir gribal enfeksiyon öyküsü vardı. Nörolojik muayenesinde alt ekstremitelerde daha belirgin quadriparezi mevcuttu ve DTR ler alınamıyordu. EMG si AMSAN olarak değerlendirildi. Hastaya 2gr/kg total dozunda IVIg tedavisi verildi. SONUÇ: Elektrofizyolojik çalışmalar GBS nun erken tanısında ve prognozun tahmin edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. P-38 Anksiyete Belirtileri İle Başvuran ve Bu Nedenle Tanısı Geciktirilen Guillain Barre Sendromu Vakası Nergiz Agayeva1, Hayyam Eyvazov2 1 2 Medistyle Hospital, Nöroloji Servisi, Bakü Medistyle Hospital, Dahiliye Servisi, Bakü GİRİŞ: Guillain Barre sendromu periferik sinir sisteminde demiyelinizasyon ve aksonal kayıpla giden otoimmun bir hastalıktır. En önemli klinik bulguları simetrik progresiv flask paralizi, arefleksi, ataksi, disatonomi, solunum yetmezliği, bulber bozukluk ve başkalarıdır. Tanısal laboratuvar bulguları BOS ta proteinin yükselmesi ve elektromiyoqrafik bulgulardır. Ek olarak hastada anksiyete, depresion, psikoz, umutsuzluk gibi psikiyatrık semptomlar görüle bilir . Biz de anksiyete belirtileri, dilde uyuşma ve psikiyatrik şikayetlerle başvuran, on gün konversiyon bozukluğu tanısı ile izlenen vakamızı sunuyoruz. VAKA: 29 yaşında bayan hasta dilde uyuşma şikayeti ile psikiyatriste başvurmuş. Hastada anksiyete bozukluğu düşünülerek essitaloptam 10 mg/gün başlanmış. Takibinde yeni gelişen ayak uçlarında ve el parmaklarında uyuşma, ilerleyen güçsüzlüğü ile birlikte anksiyetesi de artan hasta tekrar hekimine bas vurunca ‘’konversiyon bozukluğu” belirtilerinin de eklendigi düşünülerek tedavisine devam edilmesi önerilmis. Eklemlerde ağrisının şiddetlenmesi nedeniyle römatizmal hastalıkların da ekarte edilmesi amacı ile merkezimizin dahiliye hekimine basvuran hasta tekrar gözden geçirilmesi için tarafımıza yönlendirildi. Başvuruda şiddetli agri nedeniyle ekstremitelerine dokundurmayan hastada flask paralzi oldugu, derin tendon reflekslerinin alinamadigi ve ayni zamanda sol tarafli periferik fasyal paralizi belirtileri görüldü. BOS incelendi, protein yuksekligi (342 mg/dl) saptandi. EMG-sinir iletim çalışmalarında de motor sinir latanslarında belirgın gecikme, iletim hızlarında ve motor BKAP’larda düşüş görüldü. Sural cavap alınmasına rağmen üst ekstremitelerde duyu sinirlerinda yanıt alınamadı. Hastaya klinik ve laboratuvar bulguları ile Guillain Barre Sendromu tanısı ile 0.4 mg kg/ gün dozunda 5 gün İVİG başlandı. Giderek şikayeti düzelen hasta 2 hafta sonra destekle, 2 ay sonra ise desteksiz yürümeye başladı. Takibinde hastanin sikayetleri tam olarak düzeldi. SONUÇ: Gulliyan Barre sendorumu akut baslayan ve progressiv bir hastalıktır. Psikiyatrik belirtiler hastalığın farklı dönemlerinde olabilir. Bizim vakada oldugu gibi bu belirtilerin hastalığın baslanğıcında ve daha ön planda olması tanıda ve tedavide gecikmeye neden olabilir . Bunun tedavi edilebilir bir hastalik icin çok önemli olduğunu düşünerek vakamızın tüm elektrofizyolojik bulgularını sunmakla birlikte ayırıcı tanıyı ve bu konuda olan literatürü tekrar gözden geçirmeyi planladık. 73 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-39 Guillain-Barre Sendromu: Klinik, Tedavi ve Prognoz İlişkisi Songül Şenadım, Betül Tekin Güveli, Metin Dedeidaryan, Cengiz Dayan, Dilek Ataklı, Aysun Soysal Bakırköy Prof. Dr Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Nöroloji, İstanbul GİRİŞ: Guillain-Barre Sendromu (GBS), periferik sinirleri etkileyen, otoimmün kökenli, asendan, akut inflamatuar poliradikülopatidir. Ani başlangıçlı, progresif seyirlidir. GBS’nin prognozunu etkileyebilen faktörlerin bilinmesi tedavi ve izlemde önemli rol oynayabilir. Bu çalışmada GBS tanısı alan hastaların klinik, laboratuvar ve elektrofizyolojik özellikleri ile prognoz ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. METOD: Çalışmaya 86 GBS hastası alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, başvurduğu mevsim, beyin omurilik sıvısı incelemeleri, uygulanan tedavi ve mekanik ventilasyon ihtiyacı kaydedildi. Klinik olarak akut inflamatuar demyelinizan polinöropati (AIDP), akut motor aksonal nöropati (AMAN), akut motor ve duyusal aksonal nöropati (AMSAN) ve Miller Fisher Sendromu (MFS) olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: Seksen altı hastanın 53’ü erkek, 33’ü kadın, yaş ortalamaları 48,8±16,4 yıldı. Hastaların %32,6’sı kış, %26,7’si ilkbahar, %20,9’u sonbahar, %19,8’si yaz mevsiminde başvurmuştu. Klinik ve elektrofizyolojik verilerine göre %67,4’ü (n=58) AIDP, %20,9’u (n=18) AMAN, %9,3’ü (n=8) AMSAN ve %2,5’i MFS (n=2) olarak değerlendirildi. Son 1 ayda %29’unda (n=25) üst solunum yolu enfeksiyonu, %26,7’sinde (n=23) gastroenterit, %2,3’ünde (n=2) operasyon, %1,2’sinde (n=1) aşılanma öyküsü mevcuttu. Başvuru sırasında %97,7’sinde (n=84) kol ve bacaklarda kuvvetsizlik, %44,2’sinde (n=38) duysal yakınmalar, %32,6’sında (n=28) kraniyal sinir tutulum, %3,5’inde (n=3) ataksi mevcuttu. Lomber ponksiyon yapılan 52 hastada albuminositolojik disosiyasyon bulundu. Üç hasta takibi sırasında kaybedildi. Tedavi olarak %88,4’üne (n=76) IVIG verildi, %1,2’sine (n=1) plazmaferez uygulandı. Hastaların %15,1’inde solunum sıkıntısı gözlendi, %10,5’i (n=9) mekanik ventilasyon ihtiyacı duyacak düzeydeydi. Solunum sıkıntısının kadın hastalarda daha sık olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. Ayrıca klinik olarak bulber tutulumu olan hastalarda daha sık mekanik ventilasyon ihtiyacı geliştiği ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi. Prognoz ile başvurduğu mevsim, yaş, cinsiyet, GBS alt grubu ve tedavi açısından ilişki tespit edilmedi. SONUÇ: Klinik özellikler ve cinsiyet GBS’de mekanik ventilasyon ihtiyacı ve prognoz açısından belirleyici olabilir. P-40 Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği’nde İzlenen İnflamatuvar Polinöropati Hastalarının Gözden Geçirilmesi Tuğrul Doğan, Ayşe Destina Yalçın, Makbule Deniz Borucu, Ahmet Demir, Deniz Polisci Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul Guillain-Barre Sendromu (GBS), simetrik kuvvetsizlik, refleks kaybı, duysal şikayetler, hücre sayısı artmaksızın BOS protein artışı ve immün aracılı periferal sinir miyelin kılıf hasarı ile karakterize akut polinöropatidir. Rapor edilen ölüm oranı %2-5 arasında olmak ile birlikte hastaların %25’i solunumsal ve bulbar kasların tutulumuna bağlı olarak mekanik ventilatöre ihtiyaç duymaktadır. Klinik bulgular, lumbal ponksiyon ve/veya elektrotanısal testler ile desteklenerek GBS tanısı konur. Akut inflamatuar demiyelinizan polinöropati (AIDP), Guillain Barre sendromunun klasik formu olmakla birlikte, tutulan sinire (motor, duysal, duysal ve motor, kraniyal, otonomik) ve sinir lifinde hasarın tipine (demiyelinizan, aksonal) göre AMAN (Akut motor aksonal nöropati), AMSAN (Akut motor - duysal aksonal nöropati ), Miller Fisher sendromu gibi farklı formları vardır. GBS’dan şüphenilen hastaların yönetiminde ilk adım solunum fonksiyonunun değerlendirilmesi ve hava yolunun korunmasıdır. GBS tedavisinde intravenöz immunglobülin (IVIG) ve plazmaferez kullanılmaktadır. Kronik inflamatuvar demiyelinizan polinoropatide (CIDP), GBS’de olduğu gibi otoimmun mekanizma ile gelişen ve periferik sinirlerde multifokal demiyelinizasyonla seyreden bir hastalıktır. Prevalansı 100.000’de 3-4 arasındadır ve her iki cinste eşit oranda görülür. Genel olarak, ekstremitelerin distal ve proksimallerini oldukça simetrik şekilde tutan kas kuvvetsizliği söz konusudur. GBS’den farklı olarak, kas kuvvetsizliği aylar içerisinde yavaş ve düzenli, basamaklı ya da remisyon ve alevlenmelerle giden bir progresyon gösterir. GBS olgularının hemen tümü hastalık başlangıcından sonraki ilk ay içinde progresyonunu tamamladığı halde, CIDP tanısı için 2 aydan daha uzun bir progresyon öyküsüne gereksinim vardır. Amacımız, kliniğimizde Haziran 2012-Şubat 2015 döneminde takip ettiğimiz 23 inflamatuvar polinöropati olgusunu, demografik özellikleri, klinik ve elektrofizyolojik bulguları, tedavi yanıtı açısından incelemektir. Hastaların dosya kayıtları retrospektif olarak gözden geçirildi; 8 hasta AIDP, 7 hasta CIDP, 3 hasta AMAN, 2 hasta Miller Fisher sendromu, 1 hasta AMSAN, 1 hasta fasiyal dipleji varyantı ve 1 hasta da saf duyusal formu olarak sınıflandırıldı. Akut inflamatuvar polinöropati tanısı alan 16 hastanın 10\’u erkek, 6\’sı kadın ve yaş ortalaması 48.18; CIDP tanısıyla takip edilen 7 hastanın ise 4\’ü erkek, 3\’ü kadın ve yaş ortalaması 58 bulundu. Akut inflamatuvar polinöropati tanısı alan 16 hastanın 12\’si IVIG tedavisi alırken, 1\’i IVIG ve pulse steroid tedavisine rağmen progrese olduğu için plazmaferez tedavisi aldı. CIDP tanısı alan hastalara pulse steroid tedavisi başlandı, steroid tedavisi sonrası yeterli klinik düzelme gözlenmeyince IVIG tedavisine geçildi. 74 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-41 Bir Kronik İnflamatuar Demyelinizan Poliradikulonöropati Vakasının Klinik Seyri ve Elektrofizyolojik Özellikleri Şadiye Gümüşyayla1, Gönül Vural1, Hesna Bektaş2, Orhan Deniz1 1 2 Yıldırm Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Kronik inflamatuar demyelinizan poliradikulonöropati (KIDP), periferik sinirlerin spinal kök, pleksus ve sinir gövdelerinin miyelin kısmını multifokal olarak tutan otoimmun bir hastalıktır. Genelde üst ve alt ekstremitelerde güçsüzlük ve uyuşma ile seyreder. KIDP klinik tablonun gelişimi iki aydan uzun süreli ilerleme gösteriyor ise akla gelmelidir. Tedavi edilebilir periferik nöropati nedenlerinden biri olduğu için tanıda dikkatli olmalıdır. KIDP tedavisinde kortikosteroid, intravenöz immunglobulin (IVIG) ve immunsupresif ilaçlar kullanılır. OLGU: 27 yaşında kadın hasta 3 gündür olan kol ve bacaklarda güçsüzlük ve uyuşma şikayeti ile kliniğimize başvurdu. 10 yıl önce 3 aydır olan kol ve bacaklarda güçsüzlük, uyuşma nedeni ile başvurusunda hikaye, klinik bulgu, elektronöromyografi (ENMG) ve beyin omurilik sıvısı(BOS) bulguları ışığında KIDP tanısı almıştı. Zaman içerisinde şikayetlerinin tekrar ettiği ardından düzeldiği pek çok atak yaşamıştı. Bugüne dek steroid, azotioprin, siklofosfamid, plazmaferez tedavileri denenmişti. SONUÇ: Son olarak 3 haftada bir uygulanan IVIG kürleri almaktaydı. Biz uzun yıllardır, KIDP nedeni ile takipli olan bu vakayı, bir KIDP vakası zaman içerisinde nasıl seyreder ve elektrofizyolojik özellikleri zaman içerisinde nasıl değişir göstermek açısından sunmak istedik. P-42 Küçük Hücreli Akciğer Kanserine Bağlı Paraneoplastik Striatal Ensefalit ve Ön Boynuz Motor Nöron Tutulumu Berkan Kaplan, Çağrı Mesut Temuçin, Gökçem Yıldız, Ersin Tan, Neşe Dericioglu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD., Ankara AMAÇ: Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) santral ve/veya periferik sinir sisteminde, paraneoplastik otoimmün mekanizmalarla, çeşitli bulgulara neden olabilmektedir. KHAK ile ilişkili bazı farklı otoantikorlar sıklıkla limbik ensefalit veya duyusal/motor nöropati tablosuyla karşımıza çıkmaktadır. Bu bildiride oldukça ender görülen striatal ensefalit ve ön boynuz ve/veya kök tutulumuyla başvuran bir hasta sunulacaktır. OLGU: Bir yıldır sol bacakta aksak yürüme şikayeti olan 55 yaşında kadın hasta, son 1 ay içerisinde her iki alt ve sol üst ekstremitesinde ilerleyici kuvvet kaybı nedeniyle nöroloji servisine yatırıldı. Çekilen kraniyal MRG\’sinde bilateral striatal T2 ve FLAIR hiperintens, kontrast tutulumu göstermeyen lezyonlar saptandı. EMG’de ise servikal ve lomber segmentlerde ön boynuz ve/veya kök tutuluşunu destekleyen bulgular izlendi. Ön tanıda ağırlıklı olarak paraneoplastik süreçlerin düşünülmesi üzerine yapılan tetkiklerinde sol akciğer apeksinde tümöral oluşum saptandı ve anti-CV2 (CRMP-5) antikor pozitifliği saptandı. Biyopsi sonucu KHAK ile uyumlu olarak değerlendirildi. Onkoloji bölümüne devredilmeden önce hastaya otoimmün süreç açısından 1000 mg/gün dozunda 5 gün pulse steroid tedavisi verildi. Kraniyal MRG takibi yapılan hastanın radyolojik olarak striatal ensefalit bulgularında gerileme olmakla beraber motor bulgularında düzelme gözlenmedi. YORUM: Akciğer, böbrek, meme kanseri ve lenfoma gibi çeşitli kanser türlerinde paraneoplastik santral ve/veya periferik sinir sistemi tutulumları giderek daha fazla tanınmaktadır. Altta yatan malign sürece yönelik tedaviler dışında, otoimmün aracılı sinir sistemi hasarına yönelik pulse steroid, intravenöz immünglobulin yada plazmaferez tedavilerinin ne derece etkili oldukları halen çok iyi bilinmemektedir. Bu konuda yapılacak çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. P-43 Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) Olgularında Klinik Yayılımın Elektrofizyolojik Olarak Değerlendirilmesi Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Ayşen Süzen Ekinci, Şeyma Çiftçi, Zafer Çolakoğlu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir GİRİŞ: Amyotrofik Lateral Skleroz (ALS) klinik bir tanıdır. ALS diğer dejeneratif hastalıklar gibi belirli bölgelerden başlayıp yayılır. Bu duruma spreading (yayılma) teorisi denir. Bu durum hastaların öykü ve elektrofizyolojik bulgularıyla anlaşılabilir. Bu çalışma ALS’un başlangıcının birkaç spinal segmentte olup olmadığını ve hastalığın bu noktalardan yayılıp yayılmadığını anlamak amacıyla yapılmıştır. 75 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ MATERYAL–METOD: Kliniğimizde 2006-2014 yılları arasında ALS tanısı alan hastaların hastane kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik verileri, hastalığın başlangıç bölgesi sorgulandı. Hastaya uygulanan ilk EMG incelemesine ait iğne EMG bulguları sınıflandırıldı ve değerlendirildi. Öyküde belirtilen klinik başlangıç bölgesiyle elektrofizyolojik bulguların uyumluluğu araştırıldı. BULGULAR: Bu çalışmaya 163 hasta dahil edildi. Bu olguların 103 ü erkek (%63), 60 ı (%36) kadın hastaydı. Yaş aralığı 27-77 arasında değişmekteydi. Hastalığın klinik başlangıcı, 59 hastada (%36) üst ekstremite, 67 hastada (%41) alt ekstremite, 37 hastada (%22) bulber etkilenim şeklindeydi. Spinal tutuluş ile başlayan olgularda ağırlıklı olarak C8 ve L4 segmentlerinden hastalığın başladığı ve yayıldığı görüldü. SONUÇ: Spinal başlangıçlı ALS olgularında hastalık belirli medulla segmentlerinden başlar ve yayılır. P-44 Akciğer Kanseri Olan Olguda Ağrılı Polinöropati ve Miyasteniya Gravis Murat Gültekin1, Recep Baydemir2 1 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kayseri Nevşehir Devlet Hastanesi, Nörolji Servisi, Nevşehir Paraneoplastik nörolojik sendrom (PNS), kanserli hastalarda ortaya çıkan, primer tümörün doğrudan ve lokal etkileriyle oluşmayan ayrıca metastaz, infeksiyon ve kanser tedavisinin yan etkileri ile açıklanamayan otoimmün mekanizmalarla oluştuğu kabul edilen bir nörolojik tablodur. Akciğer kanseri (AC Ca) sırasında hastaların %3-15 de PNS meydana gelmektedir. Tüm kanser olgularında, PNS görülme sıklığı farklı çalışmalarda 1/1000 ile 1/10000 arasında değişen değerler bildirilmiştir. Ac CA ile Miyastenia Gravis görülmesi nadirdir ancak mümkündür. OLGU: 68 yaşında erkek hasta bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve yanma nedeniyle başvurdu. 11 yıl önce AC Ca tanısı ile opere olmuş. Operasyondan dört yıl sonra ayaklardaki şikayeti başlamış. Üç yıl önce ise çift görme şikayeti olmuş ve yapılan tetkikler sonucu Miyastenia Gravis tanısı konarak imuran tedavisi başlanmış. Tedaviden belirgin fayda görmüş ve çift görmesi düzelmiş. Hastanın yapılan muayenesinde bilateral alt ekstremitede dizden aşağı kısımda parestezi ve DTR’ler altta hipoaktif saptandı. EMG de polinöropati bulguları saptandı. Hastaya gabapentin tedavisi başlandı. Tedaviden kısmen fayda gördü. TARTIŞMA: AC ca’lı olgularda görülen nöropati; sıklıkla tedavi yan etkileri, metabolik bozukluklar, metastaz veya tümör hücrelerinin doğrudan invazyonu gibi sebeplerle ortaya çıkarlar. Bizim olgumuzda AC ca düzenli takibi yapılmakta olup herhangi bir rekkürrens saptanmamıştır. Bununla beraber diğer sekonder sebeplerde elimine edilmiştir. PNS’ler nadir olarak ortaya çıkmakla birlikte, olguların çoğunda, kanser tanısından önce ve genellikle kanser çok küçük ve tedavi edilebilir durumdayken gelişmeleri önemlidir. Olgumuz özellikle kanserli vakaların uzun dönem takibinde de PNS’yi göz önünde bulundurmak gerektiğini ortaya koymaktadır. P-45 Seronegatif Bir MG Olgusunda Fasyal Dekrement Yanıt Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Zeliha Matur3 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, SAKARYA SB Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, SAKARYA 3 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 GİRİŞ: Miyastenia gravis (MG), postsinaptik membrandaki nikotinik asetil kolin reseptörlerine karşı gelişen antikor aracılı otoimmun bir hastalıktır. Jeneralize MG’ li hastaların %95’ lik kısmından anti-AChR, anti-Musk antikorları pozitiftir. Ancak olguların bir kısmının hala seronegatif olduğu bilinmektedir. OLGU: 49 yaşındaki kadın hasta, son iki yıldan beri aşırı halsizlik, yorgunluk, ara ara olan ve kendiliğinden düzelen konuşma ve yutma güçlüğü şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Nörolojik muayenesinde; solda daha belirgin bilateral pupil seviyesi pitoz, her iki orbikülaris oküli zayıf, boyun fleksiyonu 4/5, dil gücü zayıf idi. Pridostigmin bromür tablet 120 mg ile yapılan testte 60. dakikada pitoz ve dil gücünde belirgin düzelme izlendi. Rutin labaratuvar tetkikleri, CK, tiroid fonksiyon testleri, B12 vitamin düzeyi, folat düzeyi ve serolojik tetkikleri normal sınırlarda idi. Kranyal MRI, MR anjiyografi ve toraks BT normaldi. Antiasetilkolin reseptör ve anti-Musk reseptör antikoru negatif idi. Ulnar repetetif ve tek lif EMG normaldi. Seronegatif Myastenia Gravis ile takibinde sekiz ay sonra antikor düzeyleri tekrarlandı ve yine negatif geldi. Bulber bulguları hakim olgumuz, aylık intravenöz immünglobulin kortikosteroid ve antikolinesteraz tedavisiyle takibe alındı. Aylar içinde çok yavaş gelişen yanak ve frontal bölgelerde çok belirgin atrofileri görüldü. Fasyal sinir repeptetif EMG’ sinde belirgin dekremental yanıt izlendi. TARTIŞMA: Miyasteni, bulber bulguların varlığı durumunda pekçok hastalık ile karışabilir. Anti-musk pozitif olgularda bulber bulgular daha belirgin olup dil ve yüzde atrofinin görülebilir. Klinik bulgular uyumlu olsada, sekiz ay arayla tekrarlanan anti-musk antikor sonuçları olgumuzda negatif idi. Ancak, serolojik olarak şimdilik aydınlatılamamış farklı antikorlarlada ilgili olabilir. Burada sunulan serolojik olarak negatif kalan olguyla, elektrofizyolojik bulguların tanıda önemi ve repetetif uyarının bulguların yerleşimine göre yapılması gerekliliği vurgulanmıştır. 76 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-46 Nüks Timoma Seyrinde Ortaya Çıkan Miyastenia Gravis Hatice Kurucu, Ayşegül Gündüz1, Nurten Uzun, Melih Tütüncü, Melis Sohtaoğlu, Feray Karaali-Savrun İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Miyastenia Gravis (MG) ve timus patolojilerinin birlikteliği oldukça sıktır. Timik patolojiler, çoğunlukla timik hiperplazi ve olguların %10-15’inde de timik epitelyal hücrelerden köken alan timomalardır. Preoperatif dönemde MG bulguları olmadan timektomi sonrası geç dönemde MG bulgularının gözlenmesi oldukça nadirdir. Burada, timektomiden yaklaşık 6 yıl sonra ortaya çıkan MG bulguları ile başvuran bir hasta sunulacak ve bu bağlamda etiyolojide rol oynayabilecek faktörler tartışılacaktır. OLGU: On dokuz yaşında erkek hasta, 10 gün içinde basamaklı şekilde yerleşen yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu ve sağ göz kapağında düşme ile başvurdu. Özgeçmişinde 6 yıl önce öksürük sonrası saptanan ön mediasten kitlesi nedeniyle laparoskopik olarak opere edildiği ve patolojik tanının timoma olduğu öğrenildi. Nörolojik muayenede, öğürme refleksinin olmadığı, sağ göz kapağında semipitoz ve konuşmanın hafif nazone olduğu, tüm bulguların yorulmakla arttığı saptandı. Nöromusküler bileşke hastalıkları açısından yapılan elektrofizyolojik inceleme postsinaptik tipte bozukluk ile uyumlu bulundu. Etiyolojik ayırıcı tanı amacıyla önce toraks tomografisi yapıldı, normal saptanması üzerine yapılan PET incelemesinde ise sağ 10. kosta seviyesinde primer tümör metastazı lehine plevral kalınlaşma ve FDG tutulumu saptandı. Piridostigmine rağmen klinik progresyon izlenen hastaya 5 gün boyunca 0,4 mg/kg/gün dozunda intravenöz immunglobülin uygulandı. Klinik stabilizasyonu takiben 3 kür neoadjuvan kemoterapi ve takiben total plevral rezeksiyon ve tümör eksizyonu yapıldı. Postoperatif dönemde şikayetleri kontrol altındadır. YORUM: Hastamızdaki nüks, yakın bölge nüksü olarak değerlendirilmiş ve laparoskopik cerrahi sırasında hücre ekilmesi ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Olgumuzda nüks ile birlikte olmasına karşın MG bulgularının timektomi sonrası ortaya çıkma olasılığı %1’in altındadır ve her zaman nüks ile birlikte olmayabilir. Bu olgu, timektomiden yıllar sonra dahi hem MG hem nüks gelişebileceğini göstermekte ve klinik kontrollerin uzun süre devam ettirilmesi gerekliğine dikkat çekmektedir. P-47 Lambert Eaton Miyastenik Sendrom Olgusu Selahattin Ayas, Emine Mestan, Mustafa Çetiner, Sibel Canbaz Kabay Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kütahya Lambert Eaton miyastenik sendrom (LEMS), ön planda proksimal alt ekstremite kaslarında güçsüzlük, derin tendon reflekslerinde azalma, ağız kuruluğu başta olmak üzere otonomik disfonsiyon ile karakterize tümörle ilişkili (paraneoplastik) olabildiği gibi tümör olmadan da ortaya çıkabilen, motor ve otonomik sinir terminallerindeki voltaja bağımlı kalsiyum kanallarının hedef alındığı otoimmun kökenli bir hastalıktır. İnsidansı milyonda 0,48 dir. 82 yaşında erkek hasta 4 aydır olan yavaş yavaş progrese olan merdiven çıkmada, oturduğu yerden kalkmada ve yürümede güçlük şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu . Hastanın 2 aydır ara ara çift görme şikayeti olup 1,5 aydır nazone konuşması ve yutmada güçlük şikayeti mevcutmuş. Özgeçmişinde hipertansiyon öyküsü olan hastanın yapılan nörolojik muayenesinde gag refleksi alınamadı, nazone konuşması mevcuttu, alt ekstremite proksimallerinde kas gücü 3/5 olup distallerde 4/5 idi, derin tendon refleksleri hipoaktif bulundu. Hastanın bakılan tam kan ve biyokimyasal tetkiklerinde (B12, CK, Tiroit fonksiyon testleri dahil) patoloji olmayıp bakılan beyin ve servikal MRG de periventriküler iskemik gliotik değişiklikler, serebral atrofi dışında patoloji saptanmadı. Hastanın bakılan EMG sinde repetetif sinir stimülasyonunda 3-5 Hz de dekrement yanıt mevcutken, 20-50 Hz de inkrement yanıta rastlandı. LEMS tanısı klinik bulgular, semptomlar, elektrofizyolojik çalışmalar ve antikor testi baz alınarak konur. LEMS tanısı için kullanılan elektrofizyolojik çalışma repetetif sinir stimülasyonudur. EMG de ilk bileşik kas aksiyon potansiyelinin amplitüdü (BKAP) düşüktür ve düşük frekanslı stimülasyonlarda (2-5 Hz) daha da azalır (decrement). Yüksek frekanslı stimulasyon (50 Hz) ve ya tercihen postegzersiz stimülasyonda BKAP amplitüdünde artış olması (increment) LEMS için spesifiktir. LEMS en sık küçük hücreli akciğer karsinomu (KHAK) ile birlikte görülmekle birlikte (%60), prostat karsinomu, timoma gibi diğer malignitelerle de görülebilir. Lambert Eaton Myastenik Sendrom tanısı konan hastada maligniteye yönelik bakılan Ca markerlarında, abdomen-Tiroid usg de, kontrastlı abdomen ve toraks BT de, alt-üst gis endoskopide patoloji rastlanmadı. Hastanın yapılan PET-CT de bilateral akciğer hiler bölgede malignite ile uyumlu alanlar olup hasta göğüs hastalıklarına konsulte edildi. 3,4 DAP (diaminopiridin) başlanan hastanın bronkoskopisi yapılıp, VGCC antikorları gönderildi. LEMS tedavisinde 3,4 DAP, antikolinesterazlar, prednizolon, immünsüpresif tedavi, İVİG ve plazmaferez gibi tedavi seçenekleri mevcuttur. Olgumuz LEMS in nadir görülmesi ve büyük ölçüde malignitenin eşlik etmesi nedeniyle ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmesi amacıyla sunulmuştur. 77 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-48 Ekstremite-Kavşak (Limb-Girdle) Tipi Miyasteni Gravis: İki Olgu Leyla Baysal Kıraç, Elif Kocasoy Orhan, Nermin Görkem Şirin, Murat Mert Atmaca, Halil Atilla İdrisoğlu,Mehmet Barış Baslo İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji-Klinik Nörofizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Ekstremite-kavşak (limb-girdle) tipi Miyasteni Gravis (MG) klinik olarak proksimal ekstremite kaslarında güçsüzlüğün ön planda olması ve fasyal, oküler ya da bulber güçsüzlüğün olmaması ya da çok hafif düzeyde olması ile karakterizedir. Bu bildiride miyopati ön tanısıyla EMG laboratuvarına yönlendirilen ancak incelemelerinde ekstremite-kavşak tipi MG tanısı alan iki olgunun klinik ve elektrofizyolojik özellikleri tartışılacaktır. OLGU 1: Otuz altı yaşında kadın hasta 3 yıl önce gribal enfeksiyon sonrasında başlayan merdiven çıkma güçlüğü, zaman zaman düşme yakınmasıyla başvurdu. Ailesinde benzer öykü yoktu. Nörolojik muayenede m. iliopsoas ve m. triceps kas gücü iki yanlı 4/5 olarak değerlendirildi. Kranyal sinir muayenesi ve derin tendon refleksleri normaldi. EMG’de sinir iletim çalışmaları normal bulundu. Ardışık sinir uyarımı testinde 3 Hz. frekansla ulnar ve tibial sinirlerde % 40’lara ulaşan dekrement izlendi. Post-egzersiz olarak dekrementin düzeldiği ve egzersiz sonrası 1. ve 2. dakikalarda tekrar belirgin derecede dekrement geliştiği izlendi. İğne EMG’de incelenen kaslarda patolojik spontan faaliyetin eşlik etmediği kısa süreli ve polifazik motor ünite potansiyelleri dikkati çekti. Sağ m. ekstensör digitorum komunisin istemli kasısı sırasında kaydedilen 5 tek-lif potansiyel çiftinin 3’ünün bireysel ve ortalama jitter değerleri yüksekti. Hastanın asetil-kolin reseptör antikor düzeyi yüksek olarak saptandı. OLGU 2: Yirmi altı yaşında kadın hasta, 4 aydır bacaklarda belirgin güçsüzlük ve çiğnerken yorulma yakınmasıyla başvurdu. Yakınmalarında fluktuasyon tarif etmiyordu. Ailesinde benzer öykü yoktu. Nörolojik muayenesinde kas gücü omuz ve kalça kavşak grubu kaslarda 4/5 olarak değerlendirildi, yormakla güçsüzlüğü artıyordu. Kranyal sinir muayenesi ve derin tendon refleksleri normaldi. Serum kreatinin kinaz değeri normaldi. EMG’de sinir iletim çalışmaları normaldi. Ardışık sinir uyarımı testinde 3 Hz. frekansla sağ ulnar, aksesuar ve fasyal sinirlerden sırasıyla % 16, % 25 ve % 34 oranında dekrement izlendi. Bu hastanın da asetil kolin reseptör antikor düzeyi yüksekti. SONUÇ: Ekstremite-kavşak tipi güçsüzlük nadiren miyastenik sendromlara eşlik edebilir. Miyopati ön tanılı hastalarda özellikle iğne EMG’de patolojik spontan faaliyetin eşlik etmediği miyojen tutulum bulguları saptanması durumunda ayırıcı tanıda nöromüsküler kavşak hastalıkları da akla gelmeli ve bu hastalıkların tanısına yönelik ileri incelemeler yapılmalıdır. P-49 Nonambulatuvar Bir Olguda Ortaya Çıkan Polimiyozit Dilcan Kotan1, Murat Alemdar2, Yeşim Güzey Aras2, Semra Alaçam Köksal1 1 2 Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Sakarya Sb Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Sakarya GİRİŞ: Polimiyozit, subakut gelişen sistemik inflamatuar bir kas hastalığıdır. Kadınlarda ve yaşamın dördüncü, beşinci dekadında daha sık görülür. Tedavi edilmediğinde kaslarda atrofi gelişip hasta yatağa bağımlı hale gelebileceğinden bu hastalığın tanınması çok önemlidir. Tanıda ve klinik takipte serum CK değeri anlamlıdır. OLGU: 58 yaşındaki kadın hasta, sağ bacakta güç kaybı ve yürüyememe şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde on yıl önce mide kanaması, üç yıl önce sol tarafından felç geçirdiği ve ev içinde tilt table desteğiyle yürüdüğü, birkaç gündür yürümede zorlandığı, bu sabah birkaç adım attıktan sonra hiç yürüyemediği öğrenildi. Nörolojik muayenede sol hemiparezi sekel bulgularına ek olarak sağ hemiparezi bulguları olması üzerine tekrarlayan inme olarak kliniğimize kabul edildi. Rutin tetkiklerinde CK değerinin çok yüksek olması üzerine (14937; N: 30-200) muayenesi tekrarlanınca disfaji, boyun fleksiyonu 4/5, sağ üst ekstremite proksimalde 3/5, distalinde 5/5, alt ekstremite proksimalinde 0-2/5, distalinde 5/5 kas gücü olduğu görüldü. EMG incelemesi miyojen tutuluş ile uyumlu idi. Sağ biseps kasından elde edilen biyopsi materyalinin parafin kesit değerlendirilmesinde, endomizyal inflamatuar bulgular dikkati çekti. Polimiyozit tanısı alan olgumuza, oral kortikosteroid 1 mg/kg/gün, metotreksat 15 mg/hafta başlandı. Kortikosteroidi GIS problemleri nedeniyle tolere edemedi ve beş günlük 0.4 gr/gün IVIg tedavisi başlandı. IVIg tedavisinin son günüde dramatik bir düzelme dikkat çekiyordu. Tedavinin onbeşinci günü CK değeri ve yutması normale döndü ve sağ kol ve bacak proksimal kas gücü 5/5 idi, tekrar tilt table ile ambulasyona başlandı. TARTIŞMA: Polimiyozit başlangıcı sinsidir, haftalar aylar içinde gelişir ve kliniği ilerleyicidir. Hastalar genellikle güçsüzlüğün başladığı zamanı tam olarak tanımlayamaz. Bizim olgumuzda geçirilmiş felce bağlı ambulasyonu sınırlı olduğundan olayın oluşu ve gelişimini tam ifade edememiş ve öncelikle inme rekürrensi düşünülmüş, CK yüksekliğinin farkedilmesi üzerine tanıya varılmıştır. Bu sunumda, polimiyozit tanısında klinik bulgular yanısıra, labaratuvar ve elektrofizyolojik bulguların yol göstericiliğine dikkat çekilmek istenmiştir. 78 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-50 Fasikülasyonları Olan Okulofaringeal Distrofi Olgusu Ahmet Demir, Ayşe Destina Yalçın, Makbule Deniz Borucu, Mustafa Men, Tuğrul Doğan Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul GİRİŞ: Okülofaringeal müsküler distrofi (OFMD) seyrek görülen bir miyopatidir ve ileri erişkin yaş hastalığıdır. Başlangıc yaşı 40 yaş üzeri olarak bilinmektedir, ancak hastaların bir çoğunda belirtiler genellikle altıncı dekadda ortaya çıkar. Otozomal dominant (bazen resesif) olarak kalıtılır. Hastalığa neden olan genetik defekt 14q11.2-q13 bölgesindeki nükleer poly (A) binding protein-1 (PABN-1; PABP2) genindeki GCG tekrar artışıdır. En belirgin klinik özelliği iki yanlı ptoz ve disfajidir. Başlangıç belirtisi her ikisinden biri olabilir. Ptoz başlangıçta asimetriktir ancak hastalık ilerledikçe simetrik hale gelirek gözlerinin tamamen kapanmasına yol açabilir. Göz hareketleri genellikle kısıtlanmaz, kısıtlandığında da hafiftir ve genellikle yukarı bakışta ortaya çıkar. Göz hareketlerinin iyi korunmuş olması OFMD’nin, ptozla giden bir başka hastalık grubu olan mitokondriyal hastalıklardan ayrılmasında en önemli özelliktir. Diplopi genellikle gelişmez. Disfaji ilerleyicidir. Klinik tabloya özellikle alt ekstremitelerde proksimal kaslarda zaaf eklenir. CK hafif yüksektir. EMG’de miyojen tutulum bulguları saptanır. Kas biyopsisinde kırmızı çerçeveli vakuoller görülür. Elektron mikroskop incelemesinde kas lifleri içinde ve çekirdeklerinde çok ince filamentler gösterilir ve bu bulgu tanı koydurucudur. Kesin tanı genetik incelemede mutasyonun gösterilmesi ile konur. OLGU: 41 yaşında erkek hasta, on yıl önce aniden gelişen kilo kaybı, bacaklarda ve kollarda yavaş gelişen gelişen güçsüzlük şikayeti ile baş vurdu. O zamandan beri sol gözde dışa kayma ve yavaş ilerleyen yutma güçlüğünden de yakınmakta idi. Hastanın 20‘li yaşlara ait fotoğraflarında kilosunun normal olduğu, gözlerindeki ptoz ve sol gözdeki dışa deviasyonun olmadığı saptandı. Özgeçmişinde özellik olmayan hastanın soygeçmişinde babasında, amcasında, kızkardeşinde, baba tarafından dedesinde aynı tablonun olduğu öğrenildi. Hastanın nörolojik muayenesinde; konuşması dizartrikti. Kraniyal alan muayenesinde sol göz nötral pozisyonda dışa deviye idi, bilateral içe bakış kısıtlılığı ve ileri derecede ptoz saptandı. Fonasyonla yumuşak damak bilateral zayıf kalkıyordu, öğürme refleksi ileri ölçüde azalmıştı. Dil kaslarında atrofi, fibrilasyon ve zaaf mevcuttu. Alt ve üst ekstremite proksimal kaslarında özellikle deltoid, biceps ve kuvadricepsta atrofi ve yaygın fasikülasyonlar gözlendi. Motor muayenesinde; kas gücü boyun fleksörleri ve ekstansörleri dahil tüm üst ve alt ekstremite kaslarında proksimalde belirgin 4/5 olarak belirlendi. Gowers delili pozitif idi. Serebellar testleri becerikliydi. Değerlendirilen iğne EMG sinde; tibialis anterior, gastrocnemius ve 1.dorsal interosseöz kaslarında fibrilasyon ve pozitif diken dalga potansiyelleri izlendi. İstemli kasıda tüm kaslarda erken katılım gösteren kısa süreli, polifazik motor ünite potansiyelleri izlendi. Hasta bu klinik,elektrofizyolojik bulgular ve aile öyküsü ile birlikte değerlendirildiğinde tarafımızca okülofaringeal müsküler distrofi tanısı aldı. OFMD tanısı olan hastalarda fasikülasyonlar çok sık görülen bir muayene bulgusu olmaması nedeniyle olgumuz sunuma değer bulunmuştur. P-51 Yenidoğan Hastada Korpus Kallozum Agenezisi ve Nemalin Rod Myopatisi Birlikteliği Sinem Akbay1, Esra Arun Özer 1, Özkan İlhan1, Berat Kanar1, Nihal Olgaç Dündar2, Figen Baydan3, A. Gülden Diniz 4, Mansur Tatlı1 İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Neonatoloji, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Çocuk Nöroloji, İzmir 3 İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Çocuk Nöroloji, İzmir 4 İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi, Patoloji, İzmir 1 2 GİRİŞ: Nemalin myopatisi yüz, boyun ve proksimal kaslarda daha şiddetli seyreden kas güçsüzlüğü, hipotonisite, azalmış derin tendon refleksleri ile karakterize nadir bir konjenital kas hastalığıdır. Otozomal resesif ya da dominant geçiş gösterir. Kas biyopsisinde nemalin cisimciklerinin görülmesiyle tanı konulur. Hastalığın başlangıç yaşına ve şiddetine göre 6 fenotipi olup, neonatal formu genellikle fatal seyreder. Yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu, beslenme zorluğu eşlik eder. Spesifik bir tedavisi yoktur. Ölüm nedeni daha çok solunum yetmezliğine bağlı gelişmektedir. Kliniğimizde hipotonisite nedeniyle tetkik edilen, kas biyopsisi ile nemalin miyopatisi tanısı konulan yenidoğan bebekte eşlik eden korpus kallosum agenezisi de saptanmış ve nadir görülen bir antite olması nedeniyle sunulmuştur. OLGU: Gebeliğinde sorun tanımlanmayan, 22 yaşındaki sağlıklı annenin 2. gebeliğinden,34. gebelik haftasında, 2100 gr, normal spontan doğum ile doğan erkek olgu postnatal 5. günde hipotonisite ve sepsis ön tanıları ile sevkle yatırldı. Doğum sonrası başka bir merkezde hipotonik olması nedeniyle erken neonatal sepsis tanısıyla izlendiği, klinik ve laboratuvar bulgularında düzelme olmaması nedeniyle ileri tetkik ve tedavi amacıyla kliniğimize gönderildiği belirtildi. Anne ve babası arasında kuzen akrabalığı mevcuttu, kardeşi sağlıklıydı. Fizik bakıda hipotonik, yenidoğan refleksleri hipoaktif olarak değerlendirildi. Sepsis taramasında CRP yüksekliği mevcuttu, BOS mikroskopisi ve biyokimyası normal olarak bulundu. Hastaya ikili antibiyoterapi başlandı. Oral beslenememesi nedeniyle orogastrik sonda ile enteral beslenme sağlandı. Kan gazı, kan amonyak düzeyi ve metabolik taramaları normaldi. Ekokardiyografi ve batın ultrasonu normal saptanan olgunun hipotonisitesinin devam etmesi nedeniyle Kranial Manyetik Rezonans Grafisi çekildi; korpus kallosum agenezisi saptandı. Kas enzimleri ve Elektromyelografi tetkiki normal bulundu, Elektroensesefalografide multifokal epilepsi ile uyumlu saptandı. Göz bakısında bilateral yaygın koryoretinal atrofi gözlendi. İzleminde yeterli kalori desteğine rağmen kilo alamayan ve hepatomegalisi gelişen olguya depo hastalığı açısından postnatal 142.günde karaciğer biyopsisi yapıldı; normal olarak raporlandı. Hipotonisitesi devam eden ve servikal hiperekstansiyonu gözlenen, Vertebral Manyetik Rezonans Görüntülemesi normal olan olguya konjenital kas hastalığı açısından kas biyopsisi yapıldı; nemalin miyopatisi ile uyumlu saptandı. Yutma disfonksiyonu olan olgunun orogastrik sonda ile beslenmesine devam edildi. Fizik tedavi programına alındı. İzleminde alt solunum yolu enfeksiyonu gelişen hasta, postnatal 334. günde kaybedildi. 79 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ SONUÇ: Yenidoğan döneminde hipotonisitenin ayırıcı tanısı zordur. Korpus kallosum agenezisi ile açıklanamayan hipotonisite varlığında nemalin rod myopatisi gibi kas hastalıklarının eşlik edebileceği hatırlanmalı, serum kreatinin düzeyi ve EMG normal olsa bile kas biopsisi yapılmalıdır. P-52 Miyotonik Distrofi Tip 1 Hastaların Elektrofizyolojik, Nörogörüntüleme ve Kognitif Özelliklerinin Değerlendirilmesi Arsida Bajrami, Filiz Azman, Vildan Yayla, Sultan Çağırıcı, Beyza Arslan, Nejla Sözer Topçular Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Istanbul GİRİŞ: Miyotonik distrofi tip 1 (DM1), kardinal kas semptomlarının yanında kognitif bozukluk ve olası beyin tutulumunun eşlik edebildiği, ilerleyici multisistemik bir hastalıktır. Bu çalışmada, fenotipik ve elektrofizyolojik olarak klasik DM1 tanısı almış hastalarda kognitif ve bilişsel etkilenme varlığı ve kraniyal MR bulguları ile ilişkisi değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: DM1 tanılı 16 hastanın klinik, elektrofizyolojik ve radyolojik verileri incelendi. Üç tesla beyin MR (T1/T2 / difüzyon - ağırlıklı) ile ak madde tutulumu ve beyin atrofisi değerlendirildi. Kognitif ve duygu durum etkilenmesi açısından nöropsikiyatrik testler kullanıldı. BULGULAR: DM1 tanılı 16 (11 E/5 K) hastanın yaş aralığı 19-55 yıl idi. Hastaların EMG incelemelerinde istirahatte miyotonik boşalımlar saptandı, istemli kası sırasında ise miyopatik değişiklikler gözleniyordu. Hastaların %72’sinde bilişsel disfonksyon saptandı, %55’inde ise MR incelemelerinde ak madde hiperintens lezyonları (AMHL) gözlendi, özellikle temporal loblarda lokalize hiperintens lezyonları saptanan hastalarda kognitif yıkım olmaksızın bilişsel disfonksiyon gösterildi. Kognitif disfonksiyonun derecesi klinik bulgular ve cinsiyetle ilişkilendirilemedi ancak erken başlangıçlı miyotoniler ile ilişkili bulundu. SONUÇ: Bu çalışmamız, erişkin DM1’de AMHL’nin sık görülen nörogörüntüleme bulgusu olduğu görüşünü desteklemektedir. DM1 hastalarının kraniyal MR’larında saptanan santral sinir sistemi bozukluklarının natürü tam belirlenememiş olmakla birlikte temporal lob yerleşimli lezyonlar bu hastalığın karakteristiği olarak bildirilmektedir. Benzer şekilde, bu hastalarda saptanan kognitif etkilenmenin de bu lokalizasyon ile ilişkilendirilebileceği düşünüldü. P-53 Dirençli Esansiyel Tremor Olgularında Botulinum Nörotoksini Uygulaması Şevki Şahin, Miraç Ayşen Çakmak, Nilgün Çınar, Sibel Karşıdsağ Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Esansiyel tremor (ET) olgularında botulinum nörotoksini (BoNT) tedavisinin etkinliği bilinmesine rağmen, enjeksiyon noktalarının seçimine ve ilaç dozlarına dair net veriler bulunmamaktadır. METOD: Polikliniğimizce takip edilen primidon veya propranolol tedavisine dirençli 18 olgu randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup-1 (n=1)’ e sadece ekstansör digitorum communis (EDC) kasına 15 IU; Grup-2 (n=7)’ye ise EDC (20 IU), fleksor carpi radialis (15 IU) ve fleksor carpi ulnaris (15 IU) kaslarına BoNT Tip A (Botox®) iki yanlı olarak uygulandı. Tüm olgulara tedavinin hemen öncesinde ve uygulamadan ortalama üç hafta sonra, Fahn-Tolosa-Marin Tremor Degerlendirme Ölçegi (FTM-TDÖ ) uygulandı. SONUÇLAR: Yaş ortalaması 72±6 yıl, K/E oranı 13/5 olarak saptandı. Tedavi öncesi ve sonrası FTM-TDÖ toplam puanları sırasıyla; Grup-1’de 23±3 ve 19±2, Grup-2’de 22±4 ve 18±3 olarak bulundu. Tedavi öncesi ve sonrası FTM-TDÖ puanları açısından her iki grupta da anlamlı düzelme saptandı. Ancak iki grup arasında tedavi sonrası FTM-TDÖ puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Grup 2’de iki hastada, 3. parmakta güçsüzlük gelişti. TARTIŞMA: Dirençli esansiyel tremor olgularında sadece ekstansör kaslara düşük dozlarda veya hem ekstansör hem de fleksör kaslara yüksek dozlarda BoNT uygulanarak başarılı sonuçlar elde edilebilir. Uygulama noktalarının azlığı yan etki insidansını azaltabilir. Daha fazla hasta içeren ileri çalışmalar gereklidir. 80 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-54 Nadir Görülen Bir Palatal Myoklonus Olgusu Şadiye Gümüşyayla1, Hesna Bektaş2, Gönül Vural1, Orhan Deniz1 1 2 Yıldırm Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Ankara Palatal myoklonus (PM) segmental myoklonusların bir türüdür. Yumuşak damak, daha az sıklıkla da fasyal kaslar, farinks, larinks ve diafragmada ritmik istemsiz kas hareketleri ile karakterize olan nadir bir hastalıktır. Bazıları bu durumu palatal tremor olarak da adlandırır. Bu istemsiz hareketler sıklıkla bilateral, persistan ve bening’dir. Bu jerkler uyku, fonasyon, intravenöz barbitürat uygulaması, karotis sinir stimülasyonu ve komadan etkilenmez. Yutma, esneme gibi durumlarda ise azalır. Beyinsapı veya serebellumu tutan vasküler olay, multiple skleroz, neoplasma, ensefalit, sfiliz ve malarya gibi hastalıklara ikincil gelişebilirken, beyinsapı ve serebellumda hiçbir lezyon olmadan esansiyel olarak da ortaya çıkabilir. Hastalar genellikle kulağından ses geldiğinden şikayetçidir. Tinnitusların çok büyük bir kısmı sübjektifken, bu hasta grubunda muayene sırasında duyulabilen objektif tinnitus vardır. OLGU: 7 yaşında kadın hasta 3 aydır olan kulağından ses gelmesi şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Şikayetleri giderek artan özellik gösteriyordu. Nörolojik muayenesinde bilateral objektif tinnitus vardı. Bilateral yumuşak damakta ritmik myoklonik jerkler izlendi. Kranial manyetik rezonans görüntülemesi normaldi. Elektronöromyografide bilateral orbikularis oris, orbikularis oculi, krikotroid kasta saniyede 1-2 Hz. myoklonik jerkler gözlendi. Hastaya 200 mg/gün valproik asit tedavi başlandı ve takibe alındı. Biz nadir görülen esansiyel PM’ li bu vakayı sunarak bu hastalığa dikkat çekmeyi amaçladık. P-55 Hemifasiyal Spazmın Periferik Fasiyal Parezi ile Geçici Tedavisi Merih Karbay, Elif Kocasoy Orhan, Ali Emre Öge İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Hemifasyal spazm (HFS), yüzün bir yarısında görülen, yarı ritmik veya sürekli olabilen kasılmalardır. Kasılmalar genellikle göz etrafından başlayarak, yanak, ağız ve boyuna doğru yayılım gösterir. Prevalansı 10.000’de 10 olup ortalama başlangıç yaşı 44 olarak bildirilmektedir. Patolojinin fasyal sinir proksimalinde miyelinin etkilenmesi sonucunda (bası, demiyelinizasyon, idiyopatik) efaptik geçişin meydana gelmesi ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir. Bu hastaların elektrofizyolojik (EF) incelemelerinde üst ve alt yüz yarısı kaslarında spontan, senkron, yüksek frekanslı ateşlenen motor ünite potansiyelleri görülür. HFS’nin medikal tedavisinde Botilinum toksini kullanılmakla birlikte etkisi geçicidir. İdiyopatik periferik fasyal paralizi (Bell’s palys), 7. kranyal sinirin sık görülen ve genellikle tam düzelen felcidir. Bu sunumda HFS tanısı almış olan bir hastanın aynı taraftan periferik fasyal parezi geçirdiğinde ortaya çıkan klinik ve EF bulguları tartışılacaktır. OLGU: Kırk üç yaşında erkek hasta, 2012 yılında sağ göz altında düzensiz kasılma şikayetiyle değerlendirilerek klinik ve EF olarak hemifasyal spazm tanısı aldı. Kranyal MR ve MR anjiografisinde özellik saptanmayan hastaya Karbamazepin tedavisi başlandı ancak fayda görmediği için 3 ay sonrasında tedavi kesildi. Şubat 2014’te sağ yüz yarısının iyi hareket etmediğini fark eden hasta bu dönemde muayene edildiğinde sağda House-Brackmann grade 4 fasyal parezi saptandı. Periferik fasyal parezi tedavisi (steroid ve antiviral) ile izlenen hasta 8 hafta içinde tam düzeldi. Daha önce yakındığı sağ göz altındaki kasılmaları da olmayan hastanın fasyal pareziden yaklaşık 5 ay sonra eski şikayetlerinin ortaya çıkması üzerine değerlendirildiğinde tekrar HFS düşündüren EF bulgular saptandı. Yenilenen Kranyal MR ve MR-A incelemeleri de normaldi. SONUÇ: Fasyal sinirin irritasyonu nedeniyle geliştiği düşünülen hemifasyal spazm tanısı ile tedavisiz izlediğimiz olgumuzda; periferik fasyal parezi gelişmesi sonucunda HFS düşündüren bulguları belli bir süre için kaybolmuştur. Bu hasta HFS tedavisinde kullanılan fasyal sinire yönelik paralitik tedavilerin doğru tedavi seçeneği olabileceğine dair doğal bir kanıt olarak değerlendirilebilir. P-56 Esansiyel Tremor Hastalarında Primidon Tedavisinin Kutansöz Sessiz Periyod Ölçümü ile Değerlendirilmesi Ali Rıza Sonkaya1, Mehmet Güney Şenol2, Hacı Yıldırım1, Mustafa Ceylan3, Ömer Faruk Bayraktutan3 Mareşal Çakmak Asker Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul 3 Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, Erzurum 1 2 AMAÇ: Esansiyel tremor (ET) nöroloji pratiğinde en yaygın görülen hareket bozukluklarından birisidir. Kutanöz sessiz periyod (KSP), kutanöz sinire uygulanan şiddetli bir stimülasyonun ardından istemli kasıda meydana gelen kısa süreli duraksamadır. Biz bu çalışmada propranolol tedavisi öncesi ve tedavi sonrası KSP değişiklerini inceleyerek ET’de ilaç etkinliğini elektrofizyolojik olarak değerlendirmek istedik. 81 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ YÖNTEM: Önverilerini sunduğumuz bu araştırmamızda ET tanısı konmuş ve primidon tedavisi başlanmış 6 hastaya tedavi öncesinde ve tedavi sonrasında KSP incelemesi yapılmıştır. BULGULAR: Tedavi sonrası yapılan KSP incelemesinde hastaların ortalama KSP süresinde tedavi öncesine göre anlamlı bir kısalma olduğu görülmüştür. SONUÇ: Son yıllarda elektrofizyoloji alanında ilgi çeken bir teknik olan KSP incelemesi, ET’de verilen farmakolojik tedavilerin etkisini göstermek ve bunların karşılaştırılmasında kullanılabilecek kantitatif bir ölçüm olarak düşünülebilir. P-57 Aurasız Migren Hastalarında Trigeminal Somatosensoriyel Uyarılmış Potansiyellerin Değerlendirilmesi Yeşim Abanoz, Yasin Abanoz, Ayşegül Gündüz, Feray Karaali Savrun Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Migren patogenezinde serebral korteks, beyin sapı (periaquaductal gri madde, aminerjik çekirdekler), trigeminovasküler sistemin periferik ve santral komponentleri gibi birçok yapı rol oynamaktadır. Bugüne dek migren patofizyolojisini aydınlatmaya yönelik yapılan elektrofizyolojik çalışmalar habitüasyon kaybı, düşük kortikal preaktivasyon, segmental hipersensitivite ve inen inhibitör yolakların kontrolünde azalma gibi bulgular göstermiştir. Bu bilgilere dayanarak çalışmamızda; migren hastalarında trigeminal sinir somatosensoryel uyarılmış potansiyel (TSUP) incelemesi ile korteks, beyin sapı ve trigeminal sinir gibi yapıların eksitabilite değişimlerinin değerlendirilmesi planlanmıştır. HASTALAR VE YÖNTEM: Çalışmamıza aurasız migren tanısı almış 51 kadın hasta (yaş aralığı: 15-65 yıl), yaş ve cinsiyet açısından uyumlu, daha önce migrenöz özellikte başağrısı yaşamamış 32 sağlıklı birey dahil edilmiştir. TSUP tetkiki, migren hastalarında interiktal dönemde incelendi. N1, P1, N2 ve P2 dalgalarının latansları, N1-P1 ve N2-P1 amplitüdleri ölçüldü, uyarı şiddetleri kaydedildi. Ağrı ile aynı taraf TSUP değerleri ipsilateral, karşı TSUP değerleri ise kontralateral olarak isimlendirildi. İstatistiksel analizde hasta ve kontrol gruplarının verileri karşılaştırıldı. SONUÇLAR: Çalışmamızda; migren hastalarının iki yanlı P1 latansları kontrol grubuna göre kısa, P2 latansları ise uzun bulundu fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi. İpsilateral ve kontralateral değerler karşılaştırıldığında da anlamlı farklılık gözlenmemesine rağmen ipsilateral tüm dalgaların latansları kısa olma eğilimindeydi. Atak sıklığı arttıkça ipsilateral uyarılma eşiği düşmekteydi. Hastalık süresi arttıkça da ipsilateral P1 latansında kısalma ve P2 latansında uzama gözlendi fakat istatistiksel olarak anlamlı değildi. Ayrıca hastalık süresi arttıkça ipsilateral N1-P1 amplitüdü kontralaterale göre anlamlı olarak yüksek saptandı. YORUM: TSUP tetkikinde saptanan N1 ve P1 dalgalarının beyin sapı yapılarından kaynaklandığı, N2 ve P2 dalgalarının ise beyin sapından kortekse uzanan trigeminal duysal yolağı yansıtabilecekleri ileri sürülmektedir. Çalışmamızda migren hastalarında ipsilateral N1 ve P1 latanslarının görece kısa bulunması periferik ve santral sensitizasyon mekanizmalarına bağlı trigeminal nukleus caudalisteki uyarılabilirlik artışı ile uyumlu bulundu. Hastalık süresi arttıkça ipsilateral P1 latansının kısalma eğiliminde olması, ipsilateral N1-P1 amplitüdünün kontralaterale göre yüksek saptanması ve atak sıklığı arttıkça uyarılma eşiğinin düşmesi de benzer şekilde trigeminal duysal yolaktaki artmış sensitizasyonu desteklemekteydi. Migren hastalarında iki yanlı P2 latanslarındaki uzama eğiliminin talamokortikal kolinerjik liflerin aktivasyonundaki azalmayı ve kortikal inhibitör ara nöronların disfonksiyonunu yansıtabileceği düşünüldü. Hastalık süresi ile paralel ipsilateral P2 latansının uzaması da bu hipotezi kanıtlar nitelikteydi. TSUP tetkikinin uygulanabilirliğinin zor olması, hastaların sadece interiktal dönemde incelenebilmesi, hasta alt gruplarındaki kişi sayılarının yetersiz kalması gibi sebeplerle incelenen birçok parametrede istatistiksel olarak anlamlılık saptanmadığı düşünüldü. Buna rağmen çalışmamız migrenin santral sinir sisteminin kronik ve progresif bir hastalığı olduğu yönündeki verilere katkı sağlamaktadır. P-58 Servikal Spinal Tümör Cerrahisinde Intraoperatif Monitorizasyonun Kritik Önemi: Bir Vaka Sunumu Emine Taskiran1, Gokalp Silav2, Emre Durdag2, Erdinc Ozek2, Ilhan Elmaci2 1 2 İstanbul Medipol Universitesi, Nöroloji Servisi, Istanbul Memorial Sağlık Grubu, Nöroşirurji, Istanbul Santral sinir sistemi tümörlerinin yaklaşık % 10 ile % 25’i spinal bölge yerleşimlidir. Tedavide tümörün tipine göre tam olarak çıkartılması amaçlanmakta ancak nöral dokuya zarar vermeden özellikle tamamının çıkarılması güç görünmektedir. İntrameduller spinal kord tümör cerrahisi intraoperatif nöromonitorizasyonun (IONM) yararlı olduğu ve nörocerrahiye katkı sağlayabildiği en önemli kritik alanlardan biridir. 42 yaşinda erkek hasta C3-C6 spinal intrameduller kitle nedeniyle opere edildi. Preoperatif dönemde sol üst ekstremitede parestezik yakınmaları vardı. Operasyon odasında cerrahi öncesi yapılan üst somatosensoryal uyandırılmış potansiyel (SSEP) kayıtlarında değerler normalken, alt ekstremitelerde iletimde aksama saptandı. Yine motor uyandırılmış potansiyel (MEP) incelemesinde sağ alt MEP yanıtı elde edilmedi. Posterior median yaklaşım ile yapılan cerrahi girişimle tümör rezeksiyonu yapıldı. Cerrahi işlem sırasında seri ölçümlerde sağ üst SEP’te latans uzaması ve amplitüd düşmesinin dikkat çekmesi üzerine cerrahın 82 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ uyarılması sonrası yapılan bir dizi manuplasyonlar ile kısmi düzelme sağlandı. Alt ekstremitelerde ise cerrahi öncesinde de mevcut olan SEP bozukluğu devam etti. Buna karşın rezeksiyonun tamamlanması sonrası, operasyon öncesi elde edilmeyen sağ alt MEP yanıtı elde edildi. Postoperatif dönemde hastada motor defisit saptanmadı. Duyu muayenesinde preoperative dönemdeki parestezik yakınma kaybolurken, sağ alt ve üst ekstremite medial yüzeyde belirgin hipoestezi ve vibrasyon duyu bozukluğu izlendi, takiplerde bu yakınmanında azaldığı izlendi. Özellikle cerrah için oldukça zorlayıcı olan, cerrahiye ait hasar ve nörolojik disfonksiyon riski yüksek olan intrameduller spinal kord tümör cerrahisinde IONM oldukça önemli ve cerraha yol göstericidir. P-59 Migrasyon Anomalisi Tanılı 17 Olgunun EEG ve Kranial MR Bulgularının Değerlendirilmesi Miruna Florentina Ateş1, İpek Midi2, Kadriye Ağan2, Gazanfer Ekinci3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı ve Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Istanbul 1 2 AMAÇ: Nöron ya da glial proliferasyonu, nöronal migrasyonu ve kortikal organizasyonu herhangi bir evrede inhibe eden bir olay, serebral kortikal gelişimsel anomalilere ve buna bağlı olarak epileptik nöbetlere neden olmaktadır. Serebral kortikal gelişim malformasyonları görüntüleme, genetik, histopatolojik özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada nöbet ile takip ettiğimiz ve görüntülemelerinde migrasyon anomalisi saptadığımız hastalarda bu MR bulgularının hangi hemisfer ve hangi lobda daha baskın olduğunu ortaya koymak ve EEG bulguları ile Kranial MR ilişkisini göstermekti. YÖNTEM-BULGULAR: 2012 Ocak- 2014 Aralık tarihleri arasında hastanemiz epilepsi polikliniğinde takipli 15-68 yaş arası, yaş ortalaması 28,7 olan 17 migrasyon anomalili hasta (8 E, 9 K) analize dahil edildi. Hastalarda izlenen nöbet tipleri jeneralize tonikoklonik nöbet (JTKN), kompleks parsiyel nöbet (KPN), basit parsiyel nöbet (BPN), atonik nöbet veya bunların birlikteliği şeklindeydi. Kranial MR görüntülemede : 2 hastada heterotopi, 2 hastada bilateral perisilvian kortikal displazi (KD), 3 hastada bilateral KD, 10 hastada fokal KD mevcut olup bunlardan 7’sinde frontal, 2’sinde temporal, 1’inde parietal bölge lokalizasyonluydu. Özellikle frontal bölgede belirgin baskınlık söz konusu idi. Hastaların EEG’leri değerlendirildiğinde: 8 hastada lezyon lokalizasyonu ile uyumlu epileptiform anomali, 2 hastada zemin aktivite bozukluğu, 4 hastanın EEG incelemeleri normal sınırlarda olup, 3 hastanın EEG bulguların lezyon lokalizasyonundan farklı olarak saptanmıştır. SONUÇ: Kranial MR görüntüleme yöntemlerindeki ilerlemeler epileptik nöbetlerin altında yatan yapısal lezyonlardan olan migrasyon anomalilerini ortaya çıkarmakta belirgin yarar sağlamaktadır. Çalışmamızda en sık olarak frontal lobta migrasyon anomalisine rastlanırken, bu hastalarda EEG bulgularının her zaman lezyonla uyumlu olamayacağı, asemptomatik hastaların da olabileceği sonucuna varılmıştır. P-60 Semptomatik Epilepsisi Olan Hastaların Klinik ve Elektroensefalografik Özellikleri Hülya Ertaşoğlu Toydemir, Dilek Bozkurt, Filiz Azman, Büşra Yurtsever, Hayriye Örnek, Vildan Ayşe Yayla Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul AMAÇ: Çalışmamızda, semptomatik epilepsisi olan hastaların klinik ve elektroensefalografik bulgularını değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Epilepsi polikliniğinde 2011-2014 tarihleri arasında semptomatik epilepsi tanısı ile takip edilmiş olan 143 hastanın klinik ve elektroensefalografik özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: Hastalarımızın, 60’ı kadın, 83’ü erkekti, yaş ortalaması 32,2±14,2 (12-81) yıl idi. Nöbet başlangıç yaşı, yaşamın ilk yılı ve 80 yaş arası değişmekteydi. Hastalarımızın %57’sinin (82 hasta) nörolojik muayenelerinde özellik yoktu: Motor mental retardasyon %11,9, mental retardasyon %9,1, hemiparezi %9,1 ve diğer bulgular %12,9 oranında görülmekteydi. Etyolojik nedenler, travma (%41), perinatal olaylar (%21,7), meziyal temporal skleroz (%30), merkezi sinir sistemi enfeksiyonları (%11,9), beyin operasyonları (%8,4), konjenital malformasyonlar (%7), inme (%5), anevrizma/AVM (%4,2) ve beyin tümörleri (%3,5) şeklinde sıralanmaktaydı. Nöbet tipleri, sıklık sırasına göre, jeneralize tonik klonik nöbetler (%52,4), kompleks parsiyel nöbetler (%47,6), sekonder jeneralize nöbetler (%26,6) ve basit parsiyel nöbetler (%23,8) şeklinde tanımlandı, status epileptikus 9 hastada (%6,3) saptandı. Hastaların %46’sında birden fazla nöbet tipi görülmekteydi. EEG bulguları, 88 hastada (%61,5) patolojik olup, sıklık sırasına göre %56 (fokal) epileptojenik odak, %41 fokal yavaşlama, %23 yaygın yavaşlama, %15 jeneralize epileptiform anomali ve %10 nonspesifik paroksismal anomali şeklindeydi. Hastaların değişik zamanlarda tekrarlanan EEG’lerinde %19 oranında farklı patolojiler görülebilmekteydi. Nöroradyolojik incelemelerde ise %74,8 oranında patolojik bulgu dikkati çekmekteydi. Politerapi %51, monoterapi %46,9 hastaya uygulanmakta olup diğer hastalar tedaviyi bırakmıştı. SONUÇLAR: Semptomatik epilepside klinik ve laboratuar bulguları altta yatan nedene bağlı olarak değişse de, aynı hastada birden fazla nöbet tipi ve birbirinden farklı EEG bulguları saptanabilmektedir. Bazen altta yatan neden kolaylıkla tespit edilememekte, sınıflamada ve tanıda zorluklar yaşanabilmektedir. Bu çalışma ile semptomatik epilepsisi olan hastalarımızın klinik ve elektroensefalografik verilerini sunarak klinik ve EEG bulgularındaki çeşitliliğe dikkat çekmek istedik. 83 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-61 Uyku ve Uyanıklık EEG’sinin Epileptik Aktivitelere Olan Etkisi Yasin Abanoz, Aygül Mahmudova, Özdem Ertürk, Veysi Demirbilek, Cengiz Yalçınkaya, Ayşın Dervent Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Parsiyel ve jeneralize epileptiform aktivitelerin NREM uyku sırasında arttığı uzun zamandır bilinmektedir. Nöronların NREM uyku sırasında senkron osilasyonları epileptik aktivitelerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Epilepsi hastalarında uyku bozukluklarının tedavisi ile izlenen epileptik aktivitelerdeki azalma, uyku ile epilepsi arasındaki ilişkinin karşılıklı olduğunu gösteren diğer bir kanıttır. Literatürde uyku ile deşarjlarda artışın olduğuna dair bir çok yayın bulunmasına rağmen kliniğimzdeki hastaların bir kısmında EEG kaydı sırasında uykuda epileptik aktivitelerin azaldığı, hatta kaybolduğu dikkati çekmiştir. Çalışmamızda da, bu grup hastaların özellikleri araştırılmıştır. METOD: 2009 ile 2015 yılları arasında CTF Nöroloji Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi EEG laboratuarında uyanıklık ve uyku EEG tetkiki yapılmış hastaların dosyaları taranarak uyanıklık EEG’ sinde epileptik aktivitesi olan ve uyku EEG sırasında tanımlanan aktivitede azalma olan veya bu aktivitenin görülmediği hastalar çalışmaya alındı. Hastaların klinik ve EEG özellikleri değerlendirilerek sınıflandırıldı. Toplam 57 hastadan 3 tanesinin bilgilerine ulaşılamaması nedeniyle çalışmadan çıkarıldı. BULGULAR: 36 kadın, 21 erkek olmak üzere toplam 54 hasta çalışmaya alındı. Bu grubun %70,4’ ü idyopatik (parsiyel %27,8; jeneralize %42,6); %7,4’ü semptomatik; %1,8’i kriptojenik olarak sınıflandırıldı. 3 hastanın (%5,5) kliniğinde sadece febril konvülziyon olduğu, 8 tanesinin ise (%14,8) nöbet dışı endikasyon ile başvurduğu görüldü. Semptomatik olan hastalar parsiyel epilepsi grubundaydı. SONUÇ: Hastaların büyük bir çoğunluğunun idyopatik jeneralize epilepsi grubunda olduğu görülmüştür. İdyopatik jeneralize epilepsilerde spontan uyku ve uyku deprivasyonunun parsiyel epilepsilere göre epileptik nöbeti daha çok tetiklediğine dair bilgilerin yanı sıra IGE de uykunun daha az aktivikatör olduğunu söyleyen görüşler de mevcuttur. Uyku ile birlikte epileptik aktivitelerin artması patofizyolojik olarak açıklanabilse de, bir grup hastada uykuda neden azaldığı veya kaybolduğu halen belirsizdir. P-62 Asimetrik Fotik Sürüklenme Yanıtının Klinik Önemi Var mı? Mustafa Tansel Kendirli, Hakan Tekeli, Mehmet Güney Şenol, Erdem Toğrol, Fatih Özdağ GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul AMAÇ: Fotik sürüklenme yanıtı EEG çekimi sırasında fotik uyaran ile tetiklenen ritmik, fizyolojik bir cevaptır. Pariyeto-oksipital bölgede gözlenir ve fotik uyaran ile zamansal uyumluluk gösterir. Simetrik olarak görülmesi veya hiç olmamasının belirgin bir klinik önemi olmamasına karşı asimetrik cevap alınmasının altta yatan destrüktif veya irritatif bir lezyonun işaretcisi olabileceği belirtilmektedir. Biz kendi hasta grubumuzda karşılaştığımız asimetrik fotik sürüklenme yanıtlarının, hastanın kliniği ile birlikte değerlendirdiğimizde ne oranda altta yatan patolojiyi yansıttığını araştırdık. METOD: Bu çalışma rutin EEG çekimlerinin retrospektif görsel değerlendirilmesi ve hasta dosyalarından elde edilen klinik veriler ile karşılaştırılması ile gerçekleştirilmiştir. EEG çekimleri uluslararası 10-20 sistemine göre minimum 20 dakika standardına göre yapılmıştır. Fotik uayaran 1-2-5-8-10-15-18-20-25-30-40-50-60 Hz frekanslarda 10 saniye süreyle gözler kapalı olarak uygulanmış ve asimetri, bir tarafta %50 veya üzeri genlik farklılığı ya da unilateral yokluğu olarak tanımlanmıştır. SONUÇLAR: Ocak – Nisan 2014 tarihleri arasında çekilmiş 381 EEG değerlendirilmiş ve hastaların 133’ünde fotik sürüklenme yanıtının var olduğu gözlenmiştir. Mevcut sürüklenme yanıtları, hastaların 116’sında (%87) simetrik, 17’sinde (%13) asimetrik özellikteydi. Asimetri saptanan hastalar, EEG’lerin bütünü göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, 9 hastada genliğin düşük veya yanıtın tamamen yok olduğu tarafa göre ipsilateral, 4’ünde ise kontralateral EEG anormalliğinin olduğu görüldü. İki hastada EEG normal değerlendirilmiş, diğer iki hastada ise jeneralize EEG anormalliği mevcuttu. YORUM: Asimetrik fotik sürüklenme yanıtının varlığı, klinik veri ve EEG’nin bütünü ile birlikte alındığında altta yatan patolojinin doğru lokalize edilmesine belirgin katkı sağlayabilmektedir. P-63 Fingolimod’ un Pentilentetrazol ile İnduklenmiş Konvulziyonu Azaltıcı Etkisi Oytun Erbas1, Volkan Solmaz2, Bilge Piri3 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji, İstanbul Turhal, Devlet Hastanesi, Tokat 3 Giresun, Devlet Hastanesi, Giresun 1 2 GİRİŞ: Fingolimod multipl skleroz tedavisinde kullanılan T hücre modulatörü ve seramid sentaz inhibitörüdür. Bu çalışmanın amacı fingolimodun pentilenterazol (PTZ) ile induklenmiş konvulziyon üzerine etkisini göstermektir. 84 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ MATERYAL-METOD: Çalışmaya 30 adet erişkin Sprague-Dawley tipi erişkin erkek sıçan alındı. Sıçanlar 5 gruba ayrıldı. 1. grup sıçanlara 1mg/kg, 2. grup sıçanlara 2 mg/kg dozunda fingolimod , 3.grup sıçanlara 1ml/kg salin i.p verildi. 1 saat sonra 3 grup sıçana 70 mg/kg dozunda PTZ i.p uygulandı. Konvulziyon şiddeti (Racine skalası) ve ilk jerk zamanı kaydedildi. 4.grup ve 5. grup sıçanlra anestezi altında (80 mg/kg ketamin ve 10 mg/kg xylazin) sağ parietal kortekse dril yardımıyla kranium delinerek elektrod yerleştirildi. Soğuk akril malzemesi ile sabitlenen elektrod sistemi ile 1 hafta sonra MP150 Biopac sistemi kullanılarak bipolar kayıt alındı. Kayıt öncesinde 4. grup sıçanlara 2 mg/kg dozunda fingolimod, 5.grup sıçanlara salin i.p verildi. 1 saat sonra 4. ve 5. grup sıçana 35 mg/ kg PTZ i.p verildi. 5 dakika sonra 1 saat süreli EEG kaydı alındı. Spike yüzde analizi yapıldı. BULGULAR: İlk jerk zamanı değerlendirildiğinde salin ve fingolimod alan gruplar arasında anlamlı fark görülmedi. Racine skalasında fingolimod alan gruplarda konvulziyon şiddeti ve Spike yüzdesi salin grubuna göre anlamlı azaldı. SONUÇ: Fingolimod yüksek dozda sınırlı da olsa antikonvulzan özellik göstermektedir. Bu çalışmda fingolimodun akut etkisi değerlendirilmiştir. Uzun dönemli kullanımın konvulziyon üzerine etkisi değerlendirilecektir. P-64 Epilepsi Hastalarında Anket Kullanarak Refleks Nöbet Uyaran Taraması Eser Buluş, Gülçin Benbir, Naz Yeni Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Çalışmamız ile bir üniversite hastanesi epilepsi polikliniğinde epilepsi tanısı ile takip edilen hastalarda refleks nöbet uyaranlarının sıklığının belirlenmesini amaçladık. YÖNTEM: Çalışmamıza Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim dalı epilepsi polikliniğince değerlendirilen 299 epilepsi hastası dahil edildi. En sık karşılaşılan refleks epilepsi tipleri göz önünde bulundurularak 12 sorudan oluşan bir anket formu oluşturuldu ve hastalar tarafından dolduruldu. Bunun yanısıra anket formunda katılımcıların sosyodemografik verilerine de yer verildi. Ayrıca hastalık süresi, nöbet tipi, epilepsi sendromu ve biliniyorsa fokal epilepsilerde sorumlu anatomik bölgesi, varsa görüntüleme bulguları ve kullanmış olduğu ilaçlara ilişkin parametreler hasta dosyalarından temin edilerek değerlendirilmeye alındı. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 299 hastanın, %73,9’u en az bir refleks nöbet uyaranı bildirmiş, %26,1’i sorgulanan refleks nöbet uyaranlarından hiçbirini belirtmemiştir. Hastaların %24,1’i tek nöbet uyaranı bildirirken, %49,8’i birden fazla nöbet uyaranı bildirmiştir. En sık bildirilen nöbet uyaranı ‘önemli ve sıkıntılı bir konuyu düşünmek’ (stres) (%59,2) olmuştur. İkinci en sık bildirilen uyaran ‘yanıp sönen ışıklara, parlak ve göz alıcı renklere bakmak’ (%30,1) ve üçüncü en sık bildirilen nöbet uyaranı ise ‘ani beklenmedik ses’ (%26,4) olmuştur. ‘Zihinden hesap yapma’ (p=0,028), ‘satranç, okey, kağıt oyunları oynama’ (p=0,001) ve ‘yemek yeme’ (p=0,016) faktörlerini erkeklerin anlamlı düzeyde daha sık nöbet tetikleyicisi olarak tanımladıkları tespit edilmiştir. İdiyopatik epilepsi grubunun ‘bilgisayar, video, atari oyunları oynamayı’ (p=0,011), idiyopatik olmayan grubun ise ‘yemek yemeyi’ anlamlı oranda (p=0,046) daha sık nöbet tetikleyicisi olarak belirttikleri saptanmıştır. SONUÇ: Pratik hayatta birçok klinisyen tarafından sorgulanmayan, çoğu hasta tarafından sorgulanmadığı sürece belirtilmeyen refleks nöbet uyaranları çalışmamızla da gösterildiği gibi detaylı bir şekilde sorgulandığında, en sık ‘stres’ olmak üzere, hastaların %73,9’u tarafından bildirilmektedir. Bu uyaranların bilinmesi epilepsi hastalarının yönetiminde, tanının doğru konmasında ve nöbetlerin kontrol altına alınmasında önemli rol oynadığından hastaların değerlendirilme sürecinde refleks nöbet uyaranları unutulmamalı ve zaman ayrılıp detaylı bir şekilde sorgulanmalıdır. P-65 İnme Sonrası Status Epileptikus Tablosuyla İlişkili Pled Aktivitesi Hava Özlem Dede, Nerses Bebek, Özlem Gelişin, Murat Mert Atmaca, Nilüfer Yeşilot Barlas, Candan Gürses, Betül Baykan Ayşen Gökyiğit İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: PLED (periyodik lateralizan epileptiform deşarj) görece nadir görülen iktal ya da interiktal olarak saptanabilen bir EEG bulgusudur. Çalışmamızda iskemik tipte inme sonrası birinci yılda status epileptikus tablosuyla presente olan EEG incelemelerinde iktal/interiktal PLED saptanan 5 olgu sunuldu. OLGULARIMIZ: 68-92 yaş aralığında, 3 kadın -2 erkek, son 1 yılda iskemik tipte inme geçirmiş hastalardı. Beş olgumuzun dördünde nonkonvulzif status epileptikus (NCSE) ve iktal olarak PLED saptandı. Acil polikliniğine başvuru şikayetleri 1.vakamızda sadece şuur bulanıklığı iken 2. vakamızda şuur bulanıklığı yanında halusinasyon görme, 3. vakamızda halusinasyon görme ve afazi, 4. vakamızda ise tekrarlayan görme kaybı atakları ve eş zamanlı gelişen afazilerdi. Bu dört vakamızın tümünde iktal olarak saptanan PLED aktivitesi 10 mg i.v. benzodiazepam uygulaması ile baskılandı. Eş zamanlı, klinik olarak da nöbetlerin sonlandığı gözlendi. Sekonder jeneralize olan fokal motor nöbet ile status epileptikus tablosu gelişen diğer olgumuzda ise interiktal olarak PLED saptandı. Antiepileptik tedavi ile hastanın nöbetleri durduğu ve klinik olarak tam iyileşme olduğu dönemde dahi PLED aktivitesinin devam ettiği gözlendi. SONUÇ: Çalışmamızda inme hastalarında tekrarlayan inme benzeri ataklarla presente olabilen status epileptikus tablosuna dikkat 85 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ çekilmektedir. Bu amaçla incelenecek EEG tetkikinde saptanan PLED bulgusunun iktal ya da interiktal paternde olabileceğine vurgu yapmak hedeflenmiştir. P-66 Parsiyel Epilepsiyi Taklit Eden Hemifasial Spazm Olgusu Refah Sayın1, Seyhan Dumanlıdağ2, Nuray Cingöz Atilla2, Temel Tombul2 1 2 Ufuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Van Hemifasyal spazm, yüz kaslarının istemsiz, anormal kasılmasıdır. Genellikle 50 yaşlarda ortaya çıkar ve kadınlarda daha sıktır. Şikayetin sebebi fasyal sinirin yüz kaslarını istemsiz olarak kasmasından kaynaklanır. Bu sinir beyinden çıktıktan sonra vertebral arter ve dallarının basısı altında kalır. Hemifasyal spazm ya idyopatik ya da semptomatik olabilir. Tik, blefarospazm, yüz felci sonrası istemsiz yüz kasılmaları, distoni ve basit parsiyel epileptik nöbetler ile karışabilir. Anamnez, muayene ile tanı konurken; kasılma özellikleri için elektromiyografi ve altta yatan nedeni saptamak için ise de magnetik rezonans görüntüleme istenmelidir. Biz acil servise 4 aydır sol göz kapağında ve ağız köşesinde çekilmelerle başvuran, dış merkezde uzun zamandır basit parsiyel epilepsi olarak takip edilen 49 yaşındaki hemifasyal spazm tanısı koyduğumuz bayan hastayı sunmak istiyoruz. P-67 Apomorfin Kullanımı ile Tetiklenen Miyoklonik Nöbet Fatma Genç, Abidin Erdal, Nesrin Erkek, Yasemin Biçer Gömceli Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya GİRİŞ: Apomorfin özellikle yüksek D1 dopamin reseptör afinitesi olan güçlü bir D1, D2, D3 ve D4 dopamin reseptör agonistidir. Parkinson hastalığında refrakter ‘off’ periyotlarının sıklığını ve şiddetini azaltmada kullanılan başarılı bir ajandır. OLGU: Juvenil miyoklonik epilepsi tanısı yirmibeş yıldır olan 49 yaşında kadın hasta, 5 yıldır Parkinson hastalığı nedeniye takip edilmekteydi. Levetirasetam 2000 mg/gün kullanan hastanın son bir yıldır miyoklonik sıçrama veya jeneralize tonik klonik nöbeti yoktu. Hasta son zamanlarda artan off periyotları ve sık donmalar nedeni ile apomorfin tedavisine uygunluğu açısından hospitalize edildi. L-Dopa 650 mg/gün, pramipeksol 4,5 mg/gün ve amantadin 300 mg/gün kullanan hastanın nörolojik muayenesinde bradimimi, bradikinezi, bilateral asimetrik istirahat tremoru ve rijiditesi vardı. Hastaya apomorfin tedavisi başlandı ve 5 mg ile rijidite, bradikinezi ve yürümesinde anlamlı düzelme görüldü. Ancak intermittant apomorfin uygulamasından yaklaşık 5 saat sonra hastanın her iki üst ekstremitesinde sık miyoklonik nöbetleri izlendi. Myoklonik nöbetleri kolaylaştıracak ilaç dozu atlama, uykusuzluk, açlık veya mensturasyon gibi bir tetikleyici yoktu. Tam kan ve biyokimyasal parametreleri normal idi. EEG’de jeneralize senkron keskin ve diken dalgalar izlendi. Klinik bulgular ışığında hastanın miyoklonik nöbetleri apomorfin isle ilişkilendirildi ve tedavi sonlandırıldı. Apomorfin tedavisi sonlandırıldıktan sonra hastada herhangi bir epileptik nöbet izlenmedi. SONUÇ: Apomorfine bağlı en sık görülen yan etkiler, enjeksiyon bölgesinde kutanöz nodüller, bulantı, baş ağrısı, ishal, halsizlik ve ortostatik hipotansiyondur. Literatürde progresif myoklonik epilepsiler ile yapılan bir çalışmada apomorfinin epileptik fotosensitiviteyi bloke edici etkisi ve Unverricht-Lundborg tanısı olan bir hastada da myoklonileri azaltıcı etkisi saptanmıştır. Yine farklı bir çalışmada fotosensitif epilepsilerde dopamin agonistlerin kabul edilir bir ek tedavi yönetmi olabileceği bildirilmiştir. İngilizce literatürde apomorfinin myoklonik epilepsilerde myoklonileri tetiklediğine dair bir yayına rastlayamadık. Bu nedenle paylaşmayı uygun bulduğumuz bu olgudan çıkardığımız sonuç apomorfin uygulamaları öncesi hastada epilepsi öyküsü, özellikle de myoklonik epilepsilerin dikkatle sorgulanması gerektiğidir. P-68 NOKTURNAL PAROKSİSMAL DİSTONİ / DİSKİNEZİ Dilek Öztürk İnan1, Gevher Nesibe Tilek2, Utku Oğan Akyıldız1 1 2 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Aydın Kilis Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Kilis Elli dokuz yaşındaki sağ el dominant erken hastanın, iki yaşından beri uykuda ve uyandığı anda, sol tarafında yaklaşık 30 saniye süre anormal hareketleri varmış Bu anormal hareketler yıllar içinde sağ tarafa da geçip gece boyunca 10-15 kez olmaya başlamış. Bu anormal hareketler sırasında bilinci açıkmış. Hastanın öz ve soy geçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Herhangi bir ilaç kullanmıyordu. Hasta bu şikayetler ile video EEG-PSG incelemesine alındı. Çekim boyunca 11 iktal olay kayıtlandı. İktal olay, ilk önce yaklaşık 5-10 saniye süren bir arousal ile birlikte sol üst ekstremiteden başlayıp sol taraf hakimiyetinde olan sağda da görülen yaklaşık 1-1,5 dakika süren distonik ve diskinetik hareketlerden oluşmaktaydı. Bu aktivite sırasında herhangi bir epileptik deşarj saçlı deri kayıtlamasında izlenmemekteydi. Olay sırasında hastanın bilinci açıktı, postiktal amnezi ya da konfüzyon izlenmedi. İktal olay sonrasında EEG kayıtlamasında herhangi bir asimetri izlenmedi. PSG kayıtlamasında arousal yanıtı yaratabilecek herhangi bir patoloji izlenmedi. Klinik ve elektrofizyolojik özellikler ile hastada “nokturnal paroksismal distoni/diskinezi” düşünüldü. Kranyal MRG incelemesinde herhangi bir özellik yoktu. Hastaya karbamazepin başlandı. Klinik takipte atakların kaybolduğu izlendi. Nokturnal paroksismal distoni/ 86 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ diskinezi, ilk kez 1981 yılında Lugaresi ve Cirignotta tarafından tanımlanmıştır (1). Beş olgunun PSG-EEG incelemesinde herhangi bir epileptik olayın eşlik etmediği, hemen her gece çok sayıda olan, bilincin korunduğu ve karbamazepine iyi yanıt veren yeni bir fenomen olarak tanımlamışlardır. İlk kez “hipnogojik paroksismal distoni” olarak isimlendirmişlerdir. Tinuper, 1990 yılında, üç olguda sfenoid ve zigomatik elektrod kullanılan EEG kayıtlarında frontal kaynaklı epileptik deşarjları göstermiştir (2). Demirkıran ve Jankovic, 1995 yılında, paroksismal diskinezi grubu altında bir hareket bozukluğu olarak sınıflandırmışlardır (3). Provini, 1999 yılında, video EEG-PSG incelemesinde nokturnal paroksismal distoni ile nokturnal frontal lop epilepsinin aynı hastalık olduğunu ortaya koymuştur (4). Nokturnal frontal lop epilepsinin üç basamağı olduğu bildirilmektedir. İlk basamak paroksismal arousal, genellikle 20 saniyeden kısa süren, basit motor fenomenlerin eşlik ettiği (yataktan başını kaldırma, oturma, bağırma, korku dolu bakış, ekstremitelerde distonik/diskinetik postür) bir durumdur. Bazen tek başına görülebilmektedir. İkinci basamak nokturnal paroksismal distoni, genellikle 2 dakikadan kısa süren, kompleks sterotipik hareketler (asimetrik tonik ya da distonik postür, baş ve boyunda dönme, ekstremitelerde çarpma tekmeleme, bedende sallanma) ile birliktedir. Son olarak üçüncü basamak ise epizodik nokturnal “wandering”, genellikle 3 dakikadan kısa süren, yataktan kalkma, etrafta dolaşma, ani hareketler, konuşma, bağırma gibi somnambulizme benzer bir durumdur. Bu basamakların her biri sırası ile olmakla birlikte tüm sıranın tamamlanmasına da gerek yoktur (4). Tedavide, karbamazepin ilk seçenektir. Genellikle çok iyi yanıt alınmaktadır. Eğer nöbetler devam ederse eklenen klonazepam ile tedavi sürdürülebilir. EEG Video EEG-PSG P-69 Katamenial Epilepsi: Olgu Sunumu Çetin Kürşad Akpınar Vezirköprü Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi, Samsun GİRİŞ: Katamenial epilepsi menstrüel siklusla ilişkili (menstrüasyon öncesi birkaç günde, menstrüasyonun ilk gününde, ovülasyon öncesi ve siklus ortası dönemde ortaya çıkan) epileptik nöbet aktivitesini anlatan bir terimdir. Epilepsili kadınların yaklaşık %12’sinde katamenial nöbetlerin görüldüğü bildirilmektedir. Bu yazıda, sadece perimenstüral dönemde nöbetleri gözlenen nadir görülen bir olgu sunuldu. OLGU: Otuz iki yaşında evli kadın hasta nöbet geçirme yakınmasıyla başvurdu. İlk kez 5 yıl önce jeneralize tonik klonik nöbet geçirdiği, nöbetlerin her menstrüasyon döneminde, mensten önceki 2-3 gün ve sonraki 1-2 gün içinde, başladığı öğrenildi. Hastanın bu dönemde topiromat 200 mg/gün, valproik asit 1000 mg/gün, karbamazepin 800 mg/gün tedavisi gördüğü ama nöbet kontrolünün sağlanamadığı öğrenildi. Hastanın öz ve soygeçmişinde bir özellik bulunamadı. Nörolojik bakısı normaldi. Beyin görüntüleme ve 87 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ çekilen interiktal EEG’leri normaldi. Laboratuvar bulgularında (FSH, LH, estradiol, progesteron) bir anormallik yoktu. Kadın doğum polikliniğince başlanan progestorunlu doğum kontrol tedavisinden sonra nöbet gözlenmedi. TARTIŞMA: Katamenial epilepsinin üç tipi tanımlanmıştır. Nadir gözlenen tip 1’de perimenstrüal (menstürasyondan önceki ve sonraki 3 gün) dönemde nöbetlerde artış görülür; bu artışın premenstüral progesteron düşmesiyle ilişkili olduğu bildirilmiştir. Katamenial nöbetlerin tedavisinde progesteron, gonadotropin-releazing hormon analogları, asetazolamid gibi tedaviler önerilirken konvansiyonel antiepileptik ilaçların etkilerinin sınırlı olduğu bildirilmiştir. P-70 Erişkinlerde Nadir Bir Epilepsi Nedeni: Fokal Kortikal Displazi Mehmet Ufuk Aluçlu, Sefer Varol Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Diyarbakır GİRİŞ: Fokal kortikal displazi, genellikle çocukluk ve adolesan dönemde sık görülmesine karşın erişkinlerde nadir epilepsi nedenleri arasındadır. Nöronal migrasyon sırasında oluşan bir lezyon olup, histolojik olarak korteksin dislaminasyonu zemininde gelişen atipik, dev nöronlar ve heterotopia ile karekterizedir. Daha önce epilepsi tanısı almayan erişkin hastada saptanan kortikal displazi olgusu sunulacaktır. OLGU: Anamnezinde daha önce herhangi bir şikâyeti olmayan 34 yaşındaki kadın hasta son bir ayda üç defa olan bayılma şikâyeti ile hastanemize başvurdu. Klinik olarak Jeneralize tonik klonik nöbet geçirdiği saptanan hastanın EEG’sinde jeneralize epilepsi ile uyumlu bulgular saptandı. Rutin tetkikleri normal bulunan hastanın etyolojiye yönelik yapılan beyin manyetik rezonans görüntülemesinde sağ temporoparyetooksipital bölgede fokal kortikal displazi saptandı. Medikal tedavi ile nöbetleri kontrol altına alınan hasta halen takip edilmektedir. SONUÇ: İlk defa nöbet geçiren erişkin hastalarda etyolojide görüntülemenin önemini ve nadir de olsa fokal kortikal displazi olgularının çocukluk çağı dışında da görülebilineceğini vurgulamak amacı ile olgu görüntüleme yöntemleri ile sunuma değer görüldü. P-71 Epilepsi Ayırıcı Tanısında Asistol Saptanan Olgu Sunumu Demet İlhan Algın1, Gönül Akdağ2, Yasemin Dinç2, Oğuz Osman Erdinç2 1 2 Yunus Emre Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Eskişehir GİRİŞ: Epilepsi hastalarında kardiak aritmiler görülebilmektedir. Epilepsi olgularının, video elektroensefalografi (EEG) ile kayıtlamaları sırasında epilepsiden farklı nedenler ile karşılaşılmaktadır. Biz, epilepsi tanısı ile takip edilen video elektroensefalografi (EEG) ile kayıtlamaları sırasında asistol saptanan olgumuzu sunduk. OLGU SUNUMU: Altmış iki yaşında erkek hasta halsizlik, bulantı, fenalaşma hissi, bilinç kaybı, kollarda ve bacaklarda kasılma şikayetleriyle başvurdu. İki yıl önce ilk atağını geçirdiği, atak sırasında dalma, boş bakma, kısa süreli klonik kasılma sonrası bilinç kaybı olduğu öğrenildi.Dış merkezde çekilen EEG’sinde sol nöronal hipereksitabilite saptanan hastaya levetricetam başlanmış. Hasta yan etki nedeni ile ilacı kullanamamış. Şikayetlerinin devam etmesi nedeni ile epilepsi polikliniğine başvuran hastanın özgeçmişinde ailede epilepsi öyküsü olmadığı öğrenildi. Sistemik muayenede kan basıncı 100/70 mm Hg ölçüldü, kalp ritmik ve nörolojik muayenesi normaldi. Yapılan rutin laboratuvar tetkik değerleri normaldi. Kraniyal manyetik rezonans görüntülemesinde periventriküler ve subkortikal hiperintens T2 ve Flaır sekanslarında hiperintens izlenen iskemik-gliotik adaklar mevcuttu. Hastanın yapılan rutin EEG’sinde sol temporal bölgede zaman zaman ortaya çıkan teta yavaş dalga aktivitesi gözlendi. 24 saatlik videomonitorizasyon sırasında uyku sırasında bacak hareketleri ile birlikte izlenen ritmik senkron sağ temporalden başlayan daha sonra karşı hemisfere yayılım gösteren keskin karekterde deşarjlar, bu esnada EKG’de aritmi ve 18 saniye süren asistol geliştiği gözlendi. Asistol başlangıcından itibaren temel aktivitenin yavaşladığı , 5-6 Hz frekansında yavaş dalgalardan oluştuğu izlendi. Hasta kardioloji polikliniğine yönlendirildi. TARTIŞMA: Asistol veya ciddi derecede bradikardi, serebral perfüzyonu bozar, önce bilinç bozukluğuna, uzun sürdüğünde epileptik nöbetlere sebep verebilir. Video EEG kayıtlamaları epileptik nöbet benzeri kliniğe neden olan durumların erken tanınmasında yararlı olabileceği gibi epilepsi tanısı ile izlenen hastalarda tedavi planı değişikliklerine karar vermede yol gösterici olacaktır. Olgumuzu epilepsi ayırıcı tanısı ve uzun süreli video EEG kayıtlamanın önemini vurgulamak amacıyla bildirmeye değer bulduk. 88 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-72 Elektroensefalografik Nöbet Bulgularının Eşlik Ettiği Epileptik Prodrom: Olgu Sunumu Abidin Erdal, Fatma Genç, Gizem Özdemir, Elif Uygur, Yasemin Biçer Gömceli Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya GİRİŞ: Epileptik prodrom; nöbetlerden saatler öncesinde hasta veya yakınları tarafından algılanan, nöbet olacağını düşündüren belirti ve semptomlar olarak tanımlanabilir.Bu olgu sunumunda uzun süreli Video-EEG monitorizasyon (VEM) sırasında prodromal semptomlara eşlik eden iktal EEG bulgularının izlendiği bir olgu tartışılacaktır. OLGU SUNUMU: Anoksik doğum öyküsü olan 25 yaşındaki kadın hastanın, doğduğu günden beri nöbet geçirme yakınması mevcuttu. Kraniyal MRG bulguları normal olan hastanın nörolojik muayenesinde hafif mental retardasyonu dışında bulgu yoktu. Üçlü antiepileptik ilaç tedavisi almakta olan hastanın sık kompleks parsiyel nöbetleri (KPN) ve sekonder jeneralize tonik klonik (JTK) nöbetleri vardı. JTK nöbetleri öncesi birkaç saat süren huzursuzluk, ajitasyon şeklinde prodromal yakınmaları mevcuttu. Vagal sinir stimulasyonu açısından değerlendirmek amaçlı VEM ünitesine yatırılan hastanın, 8 saat süren prodromal belirtilerine eşlik eden; her iki parasagittal bölgede daha yüksek amplitüdlü olmak üzere ritmik nöbet aktivitesi izlendi.Klinik ve EEG bulguları birlikte değerlendirildiğinde tablo nonkonvulzif status epileptikus olarak değerlendirildi. Bu periyodu takip eden klinik nöbet esnasında, EEG bulgularının ani bir desenkronizasyonla kesildiği ve her iki kafa ön bölgesinde, belirgin lateralizasyon göstermeyen , hızla jeneralize olan büyük amplitüdlü ritmik teta şeklinde nöbet aktivitesi izlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Epileptik prodromlar, hem jeneralize hem parsiyel başlangıçlı epilepsilerde tanımlanmış olup, patofizyolojisine ilişkin yeterli bilgi ve araştırma yoktur. Literatürde bizim olgumuz gibi prodromal belirtilerin nonkonvulsif status epileptikus ile ilişkisini ortaya koyan sadece birkaç olgu tanımlanmıştır. Epileptik prodromların tanınması, bu periyotta alınacak önlemler ile hastaların nöbet kontrolünü sağlamaya yardımcı olabilir. P-73 Erken Dönem Seronegatif Limbik Ensefalitte Elektrofizyolojik Bulgular Yol Gösterici Olabilir mi? Sibel Canbaz Kabay, Mustafa Çetiner, Emine Mestan, Selahattin Ayas Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Kütahya Limbik ensefalit, haftalar içinde subakut başlangıç gösteren, klinik prezentasyonu yakın bellek kaybı, epileptik nöbetler, psikiyatrik ve davranışsal semptomlar, konfüzyonel durum, irritabilite, depresyon, uyku problemleri, halüsinasyon ile karakterize bir hastalıktır. Paraneoplastik veya otoimmün olabilir. Limbik ensefalitte tanı klinik özellikler , beyin MRG\’de T2 , flair ve difüzyon sekanslarında limbik yapılarda hiperintensite veya antinöronal antikorların saptanması; EEG’de MRG ile sıklıkla eşleşen temporal lob alanlarında aspesifik değişiklikler, BOS ve laboratuar bulguları ile konur. PET incelemesi, MRG incelemesinin normal olduğu durumlarda temporal loblarda hipermetabolizmayı gösterebilir. Limbik ensefalitte sıklıkla karşılaşılan antikorlar hücre içi antijenleri (anti-Hu, anti-CV2, antiMa2, anti-Ri), veya iyon kanallarını (anti-VGKC ve anti-N-metil-D-aspartat reseptörü) hedef seçerler. Limbik ensefalit olgularının %30-40’ında anti-nöronal antikor saptanamamıştır. Bilinen diabetes mellitus, hipertansiyon tanıları olan 72 yaşında erkek hasta ani gelişen konfüzyonel tablo, ajitasyon, deliryum tablosu nedeni ile servisimize interne edildi. Hasta 7 yıl önce akciğer kanseri nedeni ile opere olmuş, kemoterapi almış olup 7 yıldır tedavisiz izlenmekte idi. Hastanın yapılan nörolojik muayenesinde bilinç konfüze , kooperasyon ve oryantasyon kurulamıyor, ajitasyon mevcuttu. Tam kan ve biyokimyasal tetkiklerinde belirgin patoloji saptanmayan hastanın bakılan difüzyon MRG, kontrastlı beyin MRG ve beyin BT\’de yaygın serebral atrofi, periventriküler kronik iskemik gliotik lezyonlar dışında patoloji saptanmadı. Bos biyokimyasında hafif protein artışı (55 mg/dl) , direkt mikroskopisinde 2-3 adet/ mm3 lenfosit saptanan hastanın Bos kültüründe üreme olmadı. EEG’de çekim boyu süreklilik gösteren solda temporooksipital bölgeden kaynaklanan izole diken yavaş dalga paterni izlendi.Hastaya IV levetirasetam başlandı. Herpes ensefaliti, paraneoplastik ensefalit, limbik ensefalit, beyin tm ön tanıları çerçevesinde asiklovir,seftriakson, IVIG başlandı. Bos dan gönderilen paraneoplastik panel (anti-hu/anna1, anti-ri/anna2, anti-ma2/ta, anti-amfifizin, anti-yo/pca1, anti-cv2, sox1 antikor), limbik ensefalit paneli (anti-nmda, antiglutamat tip ampa1, anti-glutamat tip ampa2, anti-lgı1, anti-caspr, anti-gaba b), herpes tip1 ve tip2 pcr, bos sitolojisinde patoloji saptanmadı. Diğer tedavileri kesilen genel durumu düzelen, oryantasyon ve kooperasyon kurulan hasta antiepileptik tedavisi ile MRG kontrolüne alınarak taburcu edildi. EEG ve klinik düzelmede IVIG tedavisinin rolü olduğu düşünülmüştür. Literatürde epigastrik aura, jeneralize tonik klonik nöbetler, yakın bellek kaybı ile gelen, beyin MRG, Bos incelemeleri normal , onkonöronal antikorları negatif olup EEG’de temporal bölgede epileptik aktivitesi olan ancak 2 ay sonra semptomlarının artması üzerine çekilen kontrol MRG\’de temporal alanlarda sinyal değişiklikleri olan olgular mevcuttur. Olgumuz literatürde olduğu gibi erken dönemde EEG ile tanı konulan seronegatif limbik ensefalitlerden biri olabileceği düşünülerek sunulmuştur. 89 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ P-74 Oral Lacosamide Tedavisine Yanıtlı Perioral Miyoklonik Absans Status Epileptikus Kadriye Ağan1, Miruna Ateş2, İpek Midi1, Berrin Aktekin3, Canan Aykut-Bingöl3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı & Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul 3 Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı & Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Istanbul 1 2 AMAÇ: Perioral miyoklonili absans, gelişmekte olan idyopatik jeneralize epilepsiler içinde değerlendirilen ve henüz ILAE sınıflamasında yer almayan bir sendromdur. Bu epilepsi sendromu spesifik bir nöbet tipine sahiptir. Sadece öykü ile takip edilen hastalarda fokal epilepsi ile karıştırılması oldukça sıktır. MATERYAL-METOD: Yirmi yaşında kadın hasta, 8 yaşından itibaren absans nöbetleri başlayan hastanın,12 yaşında nöbetlerine atonik ve jeneralize tonik klonik nöbetleri eklenmiş. Bu olguda nadir sendroma sahip olduğu düşünülen yirmi yaşında kadın hastanın status epileptikus (SE) dönemini ve oral lakosamide tedavisi ile sağaltımı video ve EEG’leri eşliğinde sunulacaktır. SONUÇ: Perioral Miyoklonili Absans Epilepsi sendromunda Status Epileptikus sık rastlanan bir klinik durumdur. Zaman zamanda tedaviye direnç görülebilir. Dirençli Absans Status Epileptikustaki tedavi seçenekleri tartışılacaktır. P-75 Epileptik Nöbetle Karışan Bir Status Kataplektikus Olgusu Nalan Öztürk Küçükşahin, Esra Özkan, Olcay Tosun Meriç, F.İrsel Tezer, Serap Saygı Hacettepe Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara ÖZET: Narkolepsi tip I esas olarak gündüz aşırı uykululuğun yanısıra, REM-uykusunun disosiasyonunun bir bulgusu olan katapleksi ile karakterize uyku bozukluğudur. İki dakikadan kısa süreli, bilincin korunduğu, genellikle emosyonel tetikleyicilerle ortaya çıkan atoniler, katapleksi atakları, ayda bir gibi nadir olabilir. Ancak bazen günde 20 kezden fazla olabilir. Hastaların %1’inden az bir kısmında 5 dakikadan daha uzun sürdüğü bildirilmiştir. Arka arkaya, devamlı olan “status kataplektikus” olarak adlandırılan, az bilinen, bu ataklar epileptik nöbetler şeklinde yanlış değerlendirilebilir. Biz bu vaka raporu ile epilepsi ön tanısı ile yönlendirilen, klinik ve laboratuar bulgularıyla status kataplektikus tanısı düşünülen hastamızı tartışmak istedik. OLGU: 21 yaşında erkek hastanın, başta düşme atakları ve uykululuk şikayetleri nedeni ile bir sağlık merkezine başvurduğu öğrenildi. EEG’deki bulguları nedeniyle, epilepsi tanısı düşünülerek tedavi planlanan hasta merkezimize yönlendirildi. Bu aşamada kliniğimize başvuran hastanın, uyku ataklarının kısa süreli, dinlendirici olduğu; başında düşme şeklindeki ataklarının sıklıkla gülme sonrası ortaya çıktığı, dakikalarca arka arkaya geliştiği öğrenildi. Babasında da benzer şikayetler bildirildi. Ayrıca hastanın güldüğü sırada dakikalarca süren kontrol edilemeyen başında düşme atakları kaydedildi. Klinik olarak narkolepsi tip I olarak düşünülen hastanın PSG ve video_EEG kayıtları bu tanıyı doğruladı. Venlafaksin ve modafinili içeren tedavi ile 2 haftada şikayetlerin tamamen yatıştığı izlendi. TARTIŞMA: Klinik olarak iyi bilinmeyen status kataplektikusun, doktora başvurulduğunda epileptik nöbet gibi paroksismal olaylarla karışabilmesi beklenebilir. Atakların video-EEG ve PSG ile kaydedilmesi tanıyı kesinleştirmektedir. Ancak öyküde gündüz aşırı uykululuğun olması ve bundan şüphelenilip sorgulanması yanlış tanı ve tedaviyi engelleyecektir. P-76 Nonkonvulzif Status Epileptikus: Olgu Sunumu Fulya Eren1, Günay Gül1, Batuhan Kara2, Aysun Soysal1 1 2 Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitimve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Servisi, İstanbul GİRİŞ: Nonkonvulzif status epileptikus(NKSE) tüm status tablolarının %25’ini oluşturmaktadır. Epilepsi hastalarında sık görülmesine rağmen, metabolik nedenler ya da santral sinir sistemini etkileyen diğer patolojiler de NKSE’a yol açabilir. OLGU: Kırk yaşında kadın hasta 15 yaşından beri mevcut olduğu bilinen kompleks parsiyel nöbetleri nedeniyle epilepsi polikliniğimizden takip edilmektedir. Levatirasetam monoterapisi altında çok dalgın ve anlamasının bozuk olduğunu tarifleyen hastanın yapılan video-EEG monitorizasyon tetkikinde, her iki hemisfer frontotemporal alanlarında birbirinden bağımsız olarak gözlenen nöronal hipereksitabilite saptandı. Ayrıca çekim sırasında sol frontotemporal bölgeden başlayıp jeneralize olan keskin yavaş dalga aktivitesinin bir süre sonra ritmisite kazandığı, bu sırada hastanın hareketsiz yattığı ve sorulan sorulara kısmen cevap verdiği, reaksiyon zamanın ise uzadığı gözlendi. Diazepam infüzyonu sonrası bu elektroklinik nöbet tablosu 40 dakika sonra sonlandı. Bu bulgularla temporal lob kaynaklı nöbetleri olan hasta NKSE tablosunda olarak değerlendirildi. Poliklinik takiplerinde hastanın kullandığı antiepileptik ilaç dozu arttırılarak nöbetleri kontrol altına alındı. 90 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ TARTIŞMA: NKSE sık görülen, tanınması zor, yüksek mortalite ve morbiditeye sahip bir tablodur. Tedavi edilebilir olması nedeniyle tanınması önemlidir. Bu tablo, epilepsi hastalarında yetersiz antiepileptik kullanımına bağlı olarak görülebilmektedir. Hastaların sık dalgınlık, algılama güçlüğü şeklinde şikayetlerinin elektroklinik bir nöbet olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. P-77 5 Olgu Eşliğinde Lingual Epilepsiya Parsiyalis Kontinua Ayşen Süzen Ekinci, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Ayşe Güler, İlay Hilal Kılıç, Gülsüm Saruhan, Emrah Emre Deveci, İbrahim Aydoğdu, Burhanettin Uludağ, Nilgün Araç Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji, İzmir GİRİŞ: Epilepsi Parsialis Kontinua (EPK) fokal status epileptikusun nadir görülen tipidir. En sık neden, çocuklarda Rasmussen Ensefaliti iken, yetişkinlerde serebrovasküler hastalıklar ya da neoplazi suçlanmaktadır. Olguların yaklaşık %19 unda etiyolojik bir neden saptanamamaktadır. EPK nın alt tipi olan Lingual EPK olguları literatürde olgu bazında bildirilmektedir. Bu çalışmada, klinik, elektrofizyolojik ve görüntüleme teknikleri eşliğinde 5 lingual EPK olgusunun tartışılması amaçlanmıştır. OLGU 1: Epilepsi öyküsü bununan 53 yaşında (Y), erkek (E) hasta, yaklaşık 20 gündür , bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı ve göz çevresinde fokal motor nöbetleri (FMN) ortaya çıkmış. Çekilen yüzeyel elektod eşliğinde yapılan video EEG’sinde iktal aktivite ayırt edilemedi, kraniyal MRG sinde açıklayacak patoloji saptanmadı. OLGU 2: 66 Y, kadın (K) hasta 1 gündür, bilincin korunduğu, sağ tarafta dilin ve ağız kenarında FMN’leri ortaya çıkmış. Çekilen video EEG sinde iktal aktivite ayırt edilemedi, kraniyal MRG sinde sol parietal gölgede glial tümör tespit edildi. OLGU 3: Epilepsi öyküsü bulunan 31 Y,K hasta 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil ve ağız kenarında FMN’leri ortaya çıkmış. Çekilen yüzeyel elektod eşliğinde yapılan video EEG’sinde iktal aktivite ayırt edilemedi, kraniyal MRG ve PET incelemesinde sağda frontoparietal bölgede fokal gliotik alan saptandı. OLGU 4: 64 Y,E hasta 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı, çene ve yüzde FMN’leri izlendi. Çekilen video EEG sinde İktal aktivite ayırt edilemedi, Kraniyal MRG sinde sağda parietotemporal bölgede ensefalitle uyumlu lezyon izlendi. OLGU 5: 44 Y,E hasta solunum arresti sonrası 1 gündür, bilincin korunduğu sol tarafta dil, ağız kenarı ve elde FMN’leri izlendi. Video EEG de iktal aktivite ayırt edilemedi. Kraniyal BT’sinde anlamlı patoloji saptanmadı. SONUÇ: Oldukça nadir olarak izlenen Lingual EPK’nın kortikal dil alanlarının aktivasyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir. Literatürde değişik nedenlerle operküler bölge tutuluşuna ait vakalar bildirilmiştir. İzole olarak ortaya çıkabileceği gibi kortikal temsiline uygun olarak ,yumuşak damak, ağız çevresi, çene, yüz, el tutuluşu da eşlik edebilir. Hastalarımızın hepsinde dil tutuluşuna ağız kenarında olan fokal motor nöbetler eşlik etmiş, çekilen kraniyal görüntüleme yöntemlerinde (n:3) operküler bölge ve civarında lezyon tespit edilmiştir. Bu bölgedeki iktal aktivitenin derin yerleşimi ve hareket artefaktlarına neden olması nedeniyle rutin skalp EEG de karşılığını bulmak güçtür ,hastalarımızda iktal aktivite ayırt edilememiştir. 91 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 92 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ İNDEKS 93 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ 94 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ Abidin Erdal 86, 89 A. Emre Öge 3, 16, 17, 21, 35, 39, 42, 49, 50, 81 A. Gülden Diniz 79 Ahmet Altunhalka 39 Ahmet Demir 74, 79 Ahmet Onur Keskin 61 Ahmet Yeşilyurt 69 Ahmet Yıldırım 59 Ali Rıza Sonkaya 60, 62, 81 Alper Can 72 Arsida Bajrami 80 Arzu Akgül 32 Arzu Yılmaz 69 Asım Kayta 37 Aslı Demirtaş Tatlıdede 39 Atahan Çağatay 70 Aycan Oto 37 Ayçin Yıldız Tabakoğlu 22, 36, 37, 53, 75, 91 Ayfer Meral 34 Aygül Mahmudova 84 Ayhan Köksal 32, 63 Aylin Bican 19, 23, 25, 26 Aylin Reyhani 49 Ayşe Deniz Elmalı 51 Ayşe Destina Yalçın 74, 79 Ayşe Güler 53, 91 Ayşegül Gündüz 21,37, 44, 77, 82 Ayşen Gökyiğit 52, 85 Ayşen Süzen Ekinci 16, 36, 37, 53, 75, 91 Ayşe Seda Eren 69 Ayşın Dervent 13, 14, 51, 84 Aysun Gönderen 68 Aysun Soysal 16, 17, 26, 27, 32, 63, 74, 90 Aytekin Ceviz 47 Azer Mammadov 66 Baki Göksan 63 Barış Baklan 12, 18 Barış Baslo 16, 18, 19, 33, 34, 35, 36, 70, 78 Başar Bilgiç 39, 49 Batuhan Kara 90 Bektaş Korkmaz 22 Belgin Mutluay 32, 63 Belin Kamiloğlu 62 Bengi Gül Alpaslan 66 Berat Kanar 79 Berkan Kaplan 71, 75 Berrin Aktekin 22, 23, 90 Betül Baykan 3, 14, 17, 20, 49, 50, 52, 85 Betül Çevik 34 Betül Tekin Güveli 74 Beyza Arslan 80 Bilge Piri Çınar 34, 47, 84 Birsen İnce 63 Buket Tuğan Yıldız 31 Bülent Cengiz 20, 39, 40, 41, 43, 45 Bülent Elibol 42 Bülent İrfanoğlu 39 Burcu Gökçe Çokal 68 Burcu Örmeci 16, 21, 35 Burcu Polat 72 Burhanettin Uludağ 17, 91 Büşra Yurtsever 83 Çağdaş Topçu 32 Çağrı Mesut Temuçin 16, 18, 19 , 42, 75 Cahit Gürel 39 Can Ahmet Kulan 73 Canan Aykut-Bingöl 90 Canan Emir 57 Canan Ulusoy 52 Candan Gürses 20, 24, 51, 52, 85 Cem Erdoğan 72 Cengiz Dayan 74 Cengiz Tataroğlu 11 Cengiz Yalçınkaya 84 Çetin Kürşad Akpınar 87 Ceyla Ataç Uçar 69 Çiğdem Coşkun 61 Çiğdem Kaspar 35 Cumhur Ertekin 3, 14, 37, 38 David MacDonald 14 Demet İlhan Algın 61, 88 Demet Kınay 12, 15 Deniz Kızılaslan 72 Deniz Polisci 74 Deniz Tuncel 13, 26, 27 Derya Karadeniz 3, 11, 12, 18, 48, 49 Didem Taşkın 72 Dilcan Kotan 71, 76, 78 Dilek Ataklı 74 Dilek Bozkurt 83 Dilek Öztürk İnan 86 Ebru Altındağ 20, 23 Ebru Barçın 32 Ebru Erbayat Altay 68, 72 Ebru Nur Vanlı Yavuz 39, 52 Ebru Yaşar 67 Egemen Avcı 35 Ela Naz Döğer 32 Elif Kocasoy Orhan 19, 26, 33, 34, 35, 36, 70, 78, 81 Elif Uygur 89 Emine Deniz Gözen 44 Emine Mestan 77, 89 Emine Taşkıran 38, 48, 82 Emrah Emre Deveci 91 Emrah Yücesan 42 Emre Durdağ 38, 48, 82 Erdem Durmaz 46 Erdem Toğrol 84 Erdem Tüzün 52 Erdinç Özek 38, 82 Eren Gözke 66 Eren Yıldız 69 Ergin Karakaya 72 Erhan Bilir 23, 24, 53 Erkan Doğan 72 Erkan Kaya 62 Ersin Tan 75 Esen Saka Topçuoğlu 42 Eser Buluş 51, 85 Esme Ekizoğlu Turgut 52 Esra Arun Özer 79 Esra Erkoç Ataoğlu 40 Esra Günay 66 Esra Özkan 90 Evren Boran 39, 41 Fatihhan Bölükbasi 48 Fatih Önder Baysal 61 Fatih Özdağ 84 Fatma Genç 86, 89 Feray Karaali Savrun 11, 15, 37, 77, 82 Ferda Selçuk 62 Fergane Memmedova 61 Ferrube Şimşek 25, 27 Feza Deymeer 3, 17, 33, 70 F. Gonca Eldem 54 Figen Baydan 79 Figen Yavlal 48 Fikret Aysal 16, 32, 68, 72 Fikret Bademkıran 12, 25, 37 Filiz Azman 80, 83 Fulya Eren 90 Funda Alparslan 66 Gamze Çelmeli 46 Gazanfer Ekinci 83 Gençer Genç 24 Gevher Nesibe Tilek 86 Gizem Özdemir 89 Gökalp Silav 38, 82 Gökçem Yıldız 42, 43, 58, 75 Gökçe Şentürk 42 Gökhan Erkol 66 Gönül Akdağ 61, 88 Gönül Peker 47 Gönül Vural 75, 81 Görkem Şirin 33, 35, 36, 78 Görsev Yener 17 Gülay Nurlu 17, 25, 58 Gülçin Benbir 13, 22, 26, 48, 49, 51, 85 Gülgün Uncu 61 Gülnihal Kutlu 11, 19, 23 Gülsüm Saruhan 91 Günay Gül 90 Güzide Turanlı 14 Hacer Bozdemir 12 Hacer Durmuş 33, 70 Hacı Yıldırım 62, 81 95 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ Hafize Nalan Güneş 68 Hakan Tekeli 84 Hakan Yener 26, 52 Hale Zeynep Batur Çağlayan 40 Halil Atilla İdrisoğlu 35, 36, 78 Halil Güllüoğlu 53 Halil Önder 58 Handan Özışık Karaman 25 Hatice Kübra Avcı Gülen 59 Hatice Kurucu 51, 77 Hatice Tankişi 20 Hava Özlem Dede 22, 35, 36, 85 Hayriye Örnek 83 Hayyam Eyvazov 73 Hesna Bektaş 75, 81 H. Hayat Güven 69, 72 Hikmet Yılmaz 13, 21 Hilmi Uysal 3, 20, 23, 32, 46 Hülya Ertaşoğlu Toydemir 83 Hüseyin Özden Şener 31, 59 Hüseyin Saffet Beköz 68 İbrahim Aydoğdu 3, 15, 23, 26, 53, 91 İbrahim Öztura 11, 13, 21, 22, 64 İffet Bircan 46 İlay Hilal Kılıç 91 İlhan Elmacı 38, 48, 82 İpek Midi 20, 83, 90 İrem Çapraz 18, 19, 23, 25 İrem Pınar 61 İrem Uludağ 38 İrem Yıldırım Çapraz 53 Irena Rektorova 17 İrsel Tezer 3, 12, 18, 25, 54, 90 Ivan Rektor 14, 17 Jale Yazıcı 3, 14, 17 John Stewart 14, 17, 20 Kader Karlı Oğuz 54 Kadriye Ağan 12, 22, 83, 90 Kadriye Alpay 70 Kayıhan Uluç 13 Kemal Türker 14 Kezban Aslan 13, 21, 26 Kubilay Varlı 14, 43, 58, 71 Kutluk Bilge Arıkan 39 Leyla Baysal 19, 34, 52, 78 Leyla Daş 58 Leyla Şeker 26 Makbule Deniz Borucu 74, 79 Mansur Tatlı 79 Mehlika Panpallı Ateş 58, 69, 72 Mehmet Demirci 16 Mehmet Güney Şenol 81, 84 Mehmet İlker Yön 68 Mehmet Nuri Aydın 67 Mehmet Ufuk Aluçlu 88 Mehmet Yürüyen 66 Melda Bozluolçay 66 Melek Özarslan 57 Melih Tütüncü 77 Melis Sohtaoğlu 44, 63, 66, 77 Meral Kızıltan 3, 21, 37, 44, 48, 64, 65 Merih Karbay 81 Merve Bahar Ercan 45 Merve Bedeloğlu 32 Mesude Özerden 32 Metin Dedeidaryan 74 Metin Mercan 43, 53 Mine Hayriye Sorgun 31, 59 Miraç Ayşen Çakmak 80 Miruna Florentina Ateş 83, 90 M. Tuba Göksungur 70 Muhteşem Gedizlioğlu 73 Münevver Gökyiğit 3, 11, 15, 26 Murat Aksu 13, 22 Murat Alemdar 60, 64, 71, 76, 78 Murat Gültekin 76 Murat Mert Atmaca 70, 78, 85 Murat Zinnuroğlu 39 Mustafa Çetiner 77, 89 Mustafa Ceylan 60, 62, 81 Mustafa Ertaş 23 Mustafa İskender 45 Mustafa Kiraz 67 Mustafa Men 79 Mustafa Tansel Kendirli 84 Nalan Öztürk Küçükşahin 90 Nazlı Gamze Bülbül 38 Naz Yeni 3, 12, 51, 85 Necdet Karlı 23 Nejla Sözer Topçular 80 Nergiz Agayeva 73 Nermin Görkem Şirin 33, 78 Nerses Bebek 17, 25, 42, 52, 85 Neşe Dericioğlu 18, 20, 71, 75 Nesrin Ahu Aslan 72 Nesrin Erkek 86 Nesrin Helvacı Yılmaz 68, 72 Nevin Gürgör 38 Nevzat Alkan 21 Nida Taşçılar 11, 26 Nihal Olgaç Dündar 79 Nilgün Araç 21, 36, 53, 91 Nilgün Çınar 80 Nilgün Erten 47 Nilüfer Erdoğmuş İnce 73 Nilüfer Yeşilot Barlas 85 Nimet Dörtcan 66 Nuray Cingöz Atilla 86 Nurhak Demir 64 Nurten Uzun Adatepe 3, 19, 37, 44, 63, 77 Oğuz Osman Erdinç 61, 88 Oktay Olmuşçelik 68 Olcay Tosun Meriç 16, 22, 54, 90 Ömer Faruk Bayraktutan 60, 62, 81 Ömer Halil Çolak 32 Ömer Özkan 32 Orhan Deniz 75, 81 Orhan Sümbül 47 Orhan Yağız 61 Osman Özgür 59 Övünç Polat 32 Oytun Erbaş 34, 47, 84 Özcan Öztürk 44 Özdem Ertürk 44, 51, 84 Özden Kamışlı 12 Özden Şener 23, 31, 59 Özgür Akdemir 53 Özgür Duman 46 Özkan İlhan 79 Özkan Özdemir 42 Özlem Çokar 11, 16, 51 Özlem Eranıl Terim 35 Özlem Gelişin 85 Özlenen Özkan 32 Pelin Doğan Ak 66 Pinar Gencpinar 46 Piraye Oflazer 14 Pınar Bekdik Şirinocak 67 Rabia Terzi 67 Rahşan İnan 48 Ramazan Erdoğan 26 Ramazan Sari 48 Recep Baydemir 76 Refah Sayın 67, 69, 72, 86 Refik Sever 32 Reha Kuruoğlu 16, 20, 21, 43, 45 Rıdvan Mercan 69 Şadiye Gümüşyayla 75, 81 Şakir Delil 19 Sandjeev Nandedkar 20, 24 Sarenur Gökben 14 Sefer Varol 88 Şehnaz Arıcı 38 Selahattin Ayas 77, 89 Selda Keskin Güler 68 Selim Selçuk Çomoğlu 58, 69, 72 Sema Demirci 38, 48 Semai Bek 17 Semra Alaçam Köksal 78 Şenay Aydın 64, 65 Şenay Haspolat 46 Seniha Başaran 70 Serap Saygı 20, 23, 54, 90 Serap Üçler 57 Serkan Gürgül 34 Serkan Uslu 46 96 31. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG-EMG KONGRESİ Sevgi Ferik 58, 69 Sevim Baybaş 11, 63 Şevki Şahin 80 Seyhan Dumanlıdağ 86 Şeyma Çiftçi 36, 53, 75 Sibel Canbaz Kabay 77, 89 Sibel Karşıdsağ 80 Sibel Uğur İşeri 42 Sibel Üstün Özek 57 Sinem Akbay 79 Sıla Usar İncirli 62 Songül Şenadım 74 Şule Deveci 42 Sultan Çağırıcı 49, 80 Tahir Kurtuluş Yoldaş 16, 68 Tahir Yoldaş 69 Temel Tombul 86 Tibet Erdoğru 35 Tougrul Mestanzade 16, 37 Tuğrul Doğan 74, 79 Tülin Aktürk 72 Tülin Tanrıdağ 11 Tunca Nüzket 46 Türker Çavuşoğlu 34 Ufuk Emre 59, 61 Uğur Uygunoğlu 44 Ülgen Kökeş 16 Ülkü Dübüş Hoş 49 Ümmühan Altın 39 Utku Oğan Akyıldız 86 Veysi Demirbilek 12, 16, 51, 84 Vildan Yayla 3, 12, 25, 80, 83 Volkan Solmaz 47, 84 Yalın Turgut Adatepe 59 Yaprak Seçil 23 Yaşar Zorlu 21 Yasemin Biçer Gömceli 86, 89 Yasemin Dinç 88 Yasemin Gömceli 25, 27 Yasin Abanoz 44, 82, 84 Yavuz Altunkaynak 63 Yeliz Bakuy 64, 65 Yeşim Abanoz 44, 82 Yeşim Güzey Aras 78 Yeşim Kesim 42 Yeşim Parman 70 Yiğit Uyanıkgil 34 Yıldız Arsla 67 Zafer Çolakoğlu 21, 75 Zafer Ekinci 73 Zamir Kemal Ertürk 69 Zaur Mehdiyev 64 Zeki Odabaşı 11 Zeliha Matur 13, 16, 26, 27, 39, 42, 49, 50, 51, 71, 76 Zerrin Karaaslan 70 Zeynep Aydın Özemir 49, 50 Zeynep Kurt 57 Zeynep Kuzu 59 Zeynep Ünlüsoy-Acar 42 97