sayi 34 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 34 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Sağlıklı Bireyler ve Sağlıklı Bir Gelecek İçin… Sağlık Bakanlığı, sağlıkta hizmet sunum kalitesini artırma, koruyucu sağlık hizmetleri gibi toplumun ve gelecek nesillerin sağlığını ön planda tutan plan ve projeleri başarıyla sürdürüyor. Bakanlığın sağlıklı yaşamı desteklemek için yürüttüğü bu çalışmalar 2011 yılında Sağlık Bakanlığı ve bağlı teşkilatların yeniden yapılandırılması ile kurulan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından yönetiliyor. İnsan merkezli yaklaşımla, birey ve toplum sağlığını korumak ve geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek, halkın yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını tehdit eden konularda gerekli önlemlerin alınması misyonuyla kurulan Türkiye Halk Sağlığı Kurumu bu misyonuna uygun program ve projeler geliştiriyor. Ekim sayımızın kapak konusunu, daire başkanlıkları, başkan yardımcılıkları ve diğer birimleriyle sayfalarımızda sık sık yer verdiğimiz, sağlık alanında önemli hizmetlere imza atan Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna ve “halk sağlığına” ayırdık. Göreve geldiği günden bu yana halk sağlığına yönelik çalışmaları ve pozitif duruşu ile dikkat çeken, kendisi de bir halk sağlığı profesörü olan Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan’ın röportajını, Kurumun yapısını ve yürüttüğü projeleri, halk sağlığına dair önemli bilgiler içeren yazı ve makaleleri kapak dosyamızda bulabileceksiniz. “Sağlığımız için” bölümümüzde yer alan sağlık bilincimizi artıracak yazılar, Sağlık Bakanlığı ve sağlık sektöründen haberler, Hocalarımızın katkı sağladığı gezi ve film çalışmalarıyla hazırladığımız Ekim sayımızı ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. Esra Öz de Bizimle Sağlık iletişiminin önemli isimlerinden Esra Öz’ün de katılmasıyla Sağlık ve İnsan Dergisi ailemiz büyümeye devam ediyor. Sağlık sektöründen renkli haber çalışmaları, röportaj ve yazılarla aramızda olacak Yayın Editörümüz Esra Öz’e hoş geldiniz diyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 3 Sayı: 34 • EKİM 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Ekim 2014, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 04 “Günde 2 Kez 2 Dakika” 06 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı 16 PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN 44 Zayıflama ve Beslenmeye Yeni Bir Bakış Açısı Türkiye’de “Çocuk ve Ergen Sağlığı” Çalışmaları 24 Kanserden Korunmada Doğrular/Yanlışlar 68 Akdenizin Tanrıçası: KIBRIS 76 Ankara Üniversitesi haber “GÜNDE 2 KEZ 2 DAKİKA” Sağlık Bakanlığı, topluma ağız ve diş sağlığı bilinci kazandırmak için kolları sıvadı. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, ‘Günde 2 kez 2 dakika’ sloganıyla başlatılan kampanya kapsamında ilköğretim öğrencilerine, içinde fırça ve macun bulunan ağız ve diş sağlığı seti dağıttı. Sağlık Bakanlığı, ağız ve diş sağlığı seferberliği başlattı. Topluma diş sağlığı bilinci kazandırmak için başlatılan kampanya kapsamında ilk olarak 5 milyon 650 bin öğrenciye diş fırçası ve diş macununu dağıtılacak. Kampanya “Günde 2 kez 2 dakika” sloganıyla Başkent Ankara’dan başlatıldı. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu Batıkent Refika Aksoy İlköğretim Okulu öğrencilerine içinde diş fırçası ve diş macunu bulunan ağız ve diş sağlığı seti dağıttı. TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar›ın da katıldığı dağıtım töreninde minik öğrencilerle tek tek ilgilenen Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, öğrencilerden sağlıklı beslenmelerini, dişlerini günde en az iki kez fırçalamalarını ve anne-babalarını da uyarmalarını istedi. Bakan Müezzinoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü: “Ne yazık ki sağlıklı bir yaşamın kültüründe bilinç düze4 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 yimizde sıkıntılar var. Bunlardan biri ağız ve diş sağlığı özellikle aile düzeyinde toplumumuzun yüzde 50’sinden fazlasında diş fırçalama ve ağız diş sağlığına dikkat etmekte sorun var. Hanelerimizin yüzde 50’sinden fazlasına diş fırçası ve diş macunu girmemiş durumda. Bunu bir kültüre dönüştürme sorumluluğumuz var. O nedenle bu yıl bakanlık olarak 8 milyon diş fırçası ve diş macunu dağıtım programını başlattık. İnşallah seneye bunu 10 milyonlu rakamlara çıkartacağız.” “Günde 2 Defa En Az 2 Dakika” Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemine vurgu yapan Bakan Müezzinoğlu şunları kaydetti: “Sağlıklı bir beslenmeyi, hareketli yaşamı önemsiyoruz. Ağız diş sağlığında da sağlıklı çürümemiş ve çekilmemiş dişleri önemsiyoruz. 2013 yılında ağız ve diş sağlığı polikliniklerimize başvuran hasta sayısı 23 milyondan fazla. 0-18 yaş arası hasta sayımız 5 milyonun üzerinde. Biz 0-18 yaş grubundaki tüm çocuklarımızı, ağız ve diş sağlığını kontrol eden, hastalanmadan takiplerini yaptıracak bilince ulaştırmak istiyoruz. Başlatılan bu kampanyanın temel amacı da budur. 2002 yılında bin 475 olan ünite sayımızı 7 bin 500’lere çıkardık. Burada arzu ettiğimiz olabildiğince erken yakalamak ve olabildiğince sağlıklı ağızlar, sağlıklı dişler, sağlıklı beslenme ile geleceğimizi çok daha sağlıklı bir şekilde planlayabilmek. Gençler, anne-baba ve ailelerinize bugün Sağlık Bakanı, okul müdürü ve sınıf öğretmenimiz bize şu cümleyi söyledi diye mutlaka ifade edin “günde 2 defa en az 2 dakika.” Diş sağlığı seti dağıtım töreninde uzman diş hekimi tarafından öğrencilere, uygulamalı olarak doğru diş fırçalama eğitimi verildi. Tören sonrasında, 81 ilde öğrencilere uygulamalı eğitim verilecek olan ağız ve diş sağlığı gezici tarama tırları da yola çıktı. ŞiRKETiNiZ iÇiN BAŞARI REÇETESi AVEA TEKNOLOJiSi Acıbadem Mobil Sağlık’ın, kronik hastaları evden takip etmek için Avea teknolojisiyle sunduğu Teletıp hizmetiyle hastalar evlerinde yaptıkları tansiyon ve şeker ölçüm sonuçlarını anında Medikal Çağrı Merkezi ve sağlık uzmanlarıyla paylaşabiliyor. Avea, sunduğu çözümlerle işletmelerin hayatını değiştirmeye devam ediyor. kapakkonusu TÜRKİYE’DE “ÇOCUK VE ERGEN SAĞLIĞI” ÇALIŞMALARI Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Çocuk ve Ergen Sağlığı Daire Başkanlığı Çocuklar, bir ülkenin geleceği ve umudu olmalarının yanı sıra, toplumun en kırılgan grubunu da oluşturmaktadırlar. Bu nedenle en iyi koşullarda dünyaya gelmelerinin sağlanması, büyümeleri ve gelişmeleri için en uygun ortamın hazırlanması, geleceğe dönük fiziksel, ruhsal ve zihinsel donanımlarının en üst düzeyde oluşturulması ülkenin geleceği açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Bu görevler, ayrıca anayasa ve yasalarla da ilgili kişi ve kurumlara yüklenmiştir. Günümüzde çocuk sağlığına yönelik programların temel hedefi artık yalnızca yaşatma olmaktan çıkıp, sağlık sorunlarının yarattığı diğer olumsuzlukları önlemek ve gidermek olmaktadır. Bu amaçla sağlık hizmet sunumuna eskiye oranla daha farklı bir bakışla ve kapsamlı olarak yaklaşmak gerekmektedir. 6 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 İnsana yapılan yatırımın geri dönüşü ile ilgili yaptığı hesaplamalarda, en yüksek getirili yatırımın, erken yıllardaki beyin gelişimine yapılan yatırım olduğu gösterilmiştir. Biyolojik, psikososyal ve gelişimsel problemlerin tanı, tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik önemli hizmetler sunan, okul öncesinde her çocuğu izleyen tek sistem, sağlık sistemidir. Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun Çocuk ve Ergen Sağlığı alanında misyonu; yeni bilgi ve teknolojileri deneyimlerle birleştirerek bebek, çocuk ve gençlerin sağlığını korumak, geliştirmek, engelliliği önlemektir. Bu çerçevede kurulan Çocuk ve Ergen Sağlığı Daire Başkanlığının görevleri: çocuk ve ergen sağlığının korunması ve geliştirilmesi için gerekli stratejileri belirlemek, çocuk ve ergen sağlığı hizmetlerinin yurt genelinde tüm kurum ve kuruluşlarda standart, etkili ve sürekli bir şekilde yürütülmesini sağlamak, çocuk ve ergen sağlığı konularında sağlık çalışanları ve halk için eğitim, lojistik ve hizmet ihtiyaçlarını belirlemek, dünyada ve ülkedeki gelişmeleri izlemek, yeni yaklaşım ve bilgilerin hizmet yönetimi ve uy- gulamalara entegrasyonunu sağlamaktır. Bu amaçla çeşitli programlar yürütülmektedir. Yürütülen programlar içerisinde; çocuklarda olabilecek sağlık sorunlarını erken tanıyarak bir an önce tedavi ve rehabilitasyonunu sağlayarak yaşamlarını bu sağlık sorunu yüzünden zarar görmeden ya da en az zarar görecek biçimde sürdürmelerini amaçlayan tarama programları, çocuklarımızın bütün potansiyellerine erişebilmelerini için onları destekleyen ve uzun erimli olarak daha az sağlık sorunu yaşamalarını amaçlayan beslenme programları çok önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca çocuk izlemi, birinci basamak çocuk sağlığı ve hastalıkları hizmetlerinin temelini oluşturmaktadır. Tüm çocukların büyüme ve gelişmelerinin izlendiği, sağlıklı olup olmadığının değerlendirildiği, aşı ve sağlık eğitimi gibi koruyucu hekimlik uygulamalarının sunulduğu bir sağlık hizmetidir. Hekimler, çocuk sağlığı hizmetlerinin köşe taşını oluşturan ön bilgilendirme ve koruyucu hekimlik uygulama olanağını en çok rutin sağlam çocuk kontrolleri sırasında bulurlar. Bu hiz- metten yararlanmak her çocuğun en doğal hakkıdır. Sağlam çocuk izleminde amaç; sağlıklılığı sürdürmek, bebek ve çocuk ölümlerini, hastalık, sakatlıkları azaltmak ve önlemektir. Daha geniş anlamda, sağlığın geliştirilmesi ve desteklenmesini sağlamaktır. Yürütülen çocukluk çağı tarama programları aşağıda yer almaktadır: Ulusal Yenidoğan Tarama Programı: Yenidoğan Tarama Programı ile tüm yenidoğanların Konjenital Hipotiroidi, Fenilketonüri ve Biyotinidaz Eksikliği yönünden taranması, oluşacak zekâ geriliği, beyin hasarları ve geri dönüşümsüz zararların engellenerek, topluma getirdiği ekonomik yükün önlenmesi, akraba evliliklerinin azaltılması konusunda toplum bilincinin artırılması, tanı konan bebeklerde bu hastalıklar nedeniyle oluşacak rahatsızlıkları önlemek amacıyla uygun tedavi başlanması ve böylece belli bir zekâ seviyesine ulaşmalarının sağlanması amaçlanmaktadır. 1994 yılından beri yürütülmekte olan fenilketonüri taramasına, 2006 yılı sonunda “Konjenital Hipotiroidi”, 2008 Aralık ayında da Biotidinaz Eksikliği ilave edilmiştir. 2014 yılında Kistik Fibrozisin tarama paneline eklenmesi için gereken çalışmalar tamamlanmıştır. 2015 yılında artık 4 hastalık taranacaktır. Ülkemizdeki yenidoğanların neredeyse tamamı tarama kapsamındadır. (2012 %98.5, 2013 %98.6). Yenidoğan İşitme Taraması Programı: İşitme kaybı görülme sıklığı; yenidoğan döneminde 1-3/1000, çocukluk dönemi 6/1000 olarak literatürde yer almaktadır, yılda beklenen vaka 1800-2500 olmaktadır. Bu program “işitme kaybıyla doğan ya da doğum sonrası dönemde işitme kaybı ortaya çıkan çocuklarda işitme kaybının çocuğun konuşma gelişimini etkilemeden ve psikoloji ve sosyal açıdan sağlıklı bir birey olarak toplumdaki yerini almasını sağlayacak şekilde erkenden saptanması ve bu konunun önemi konusunda sağlık personelinin ve toplumun bilinçlendirilmesi” amacıyla başlatılmıştır. 2005 yılında başlanan program kapsamında 2013 yılında 900 tarama merkezine ulaşılmıştır. Tarama oranları 2013 yılında %90’a ulaşmıştır. Gelişimsel Kalça Displazisi Taraması: Gelişimsel kalça displazisi (doğmalık kalça çıkıklığı), kalçayı oluşturan yapıların anne karnında oluşumları sırasında normal olmalarına karşın, çeşitli nedenlerle sonradan yapısal bozulma gösterdiği dinamik bir hastalıktır. Yürütülen program ile; yenidoğan döneminde tüm bebeklerin kalça çıkığı açısından muayenelerinin yapılması, riskli ve klinik muayenede şüpheli grubun ileri tetkik için yönlendirilmesi, tedavi gerektiren olgularda erken ve uygun tedavinin başlatılması, kalça çıkığı için yapılacak cerrahi tedavi sayısı ve muhtemel komplikasyonların en aza indirilmesi amaçlanmaktadır. Ortopedi ve radyoloji dernekleri ile işbirliği yapılarak eğitim programı ve program altyapısı hazırlanmıştır. GKD için tarama programı 2013 yılında başlatılmıştır. Kan Hastalıkları Kontrol Programı: Ülkemizde, talasemi ve orak hücre anemisi başta olmak üzere, kalıtsal kan hastalıkları önemli bir halk sağlığı sorunudur. Türkiye’de, beta-talasemi taşıyıcı sıklığı %2,1 olup, yaklaşık 1.300.000 taşıyıcı ve 4500 civarında hasta vardır. Bu program ile evlenecek çiftlere tarama testleri yapılarak ortaya çıkabilecek hastalıklar öncesinde önlemler alınması amaçlanmıştır. Rutin sağlık hizmetlerine destek olmak üzere, hemoglobinopatilere bağlı morbidite ve mortalitenin azaltılması amacıyla 2000 yılında Ulusal Hemoglobinopati Kontrol Programı başlatılmıştır. Talasemi için riskli 33 ilde yürütülmekte olan programa 2013 yılında 8 il daha eklenmiştir. Tarama oranları 2003’teki değeri olan %32’yi 2,5 kattan fazla aşmış, 2013’de %77’ye ulaşmıştır. Başlanması planlanan tarama programları: Okul Çağı Çocuklarda İşitme Tarama Programı: İlkokul 1. Sınıflara tarama odyometri testi ile işitme taraması yapılması planlanmaktadır. Tarama odyometri cihazlarının alımı için yapılan ihale süreci devam etmektedir. Programda taramalara 2015 yılında başlanacaktır. Görme Taraması: 3 yaş çocuklarda kırma kusurlarının erken dönemde saptanmasına yönelik tarama prog- ramıdır. Bilim Komisyonu kararı ile taramanın nerede nasıl kimlerle yapılacağı konularında kararlar alınmış ve uygulama sürecine geçilmiştir. Halen eğitim ve eşel alımı için ihale süreçleri sürmektedir. Tarama 2015 yılında başlatılacaktır. Konjenital Kalp Hastalıkları Taraması Programı: Ülkemizde sıklığı bilinmemekle birlikte bebek ölümleri içerisinde son beş yıldır hep ilk 5 neden içerisinde olan konjenital kalp hastalıklarının erken tanı ve tedavisini amaçlayan Program 2014 yılında başlatılmıştır. Halen bilim komisyonu ile program stratejileri belirlenmektedir. Pilot tarama çalışmaları 2015 yılında başlatılacaktır. Beslenme programları: Beslenme sorunlarından en çok etkilenen yaş grubu bebekler ve 5 yaş altı çocuklardır, özellikle doğumu izleyen ilk 18 aylık dönemde büyüme ve gelişme çok hızlı olduğundan, bebek ve küçük çocukların beslenme durumu, çocuğun daha sonraki fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimi açısından büyük önem taşır. Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı: Sağlıklı beslenmede atılması gereken ilk adım anne sütü ile emzirmedir. Anne sütüyle emzirme, sağlıklı beslenmenin üç temel öğesini oluşturan yiyeceği, sağlığı ve bakımı kusursuz biçimde kaynaştırmaktadır. 1991 yılından bugüne kadar temel amacı emzirmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesi olan program sürdürülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ nün önerdiği ve yürütülen programa göre “ bebeklerin doğumdan hemen sonra emzirmeye başlatılması, ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi ve 6. aydan sonra uygun besinlerle beraber emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesi” temel mesajdır. 2013 yılı itibariyle 1007 hastane “Bebek Dostu Hastane” 81 ilimizin tamamı “Bebek Dostu İl”, 48 ilimiz ise “Altın Bebek Dostu İl’dir. Doğumların % 93’ü artık bebek dostu hastanelerde yapılmaktadır. Ayrıca 2013 yılında Aile Hekimliklerinin % 46,2’si Bebek Dostu Aile Hekimi olmuştur. Tamamlayıcı Beslenme Programı: Bebeğin sağlıklı gelişimi için prenatal SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 7 dönemden itibaren annenin sağlıklı beslenmesi, doğumdan sonra bebeğin hemen emzirilmeye başlanması, altıncı ayından itibaren uygun ek besinlerin anne sütü ile birlikte verilmesi ve emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesi, ek besinler verilirken, besinin içeriği, temizliği, kıvamı kadar, beslenme sırasında çocuğun psikososyal gelişimine göre kurulacak ilişkinin de çocuğun beslenmesi, büyümesi ve gelişiminde rol oynadığının göz önünde bulundurulması gereklidir. Bunun için, ailelere uygun beslenme eğitimi, gerekli durumlarda ise çocuklara ek destekler verilmelidir. Çocuk sağlığı izlemlerinde ve çocuğun her sağlık kuruluşu başvurusunda çocuğun büyümesi ve gelişim basamakları değerlendirilmeli ve erken dönemde uygun girişimler yapılmalıdır. Bebek beslenmesinde en çok sorun yaşanan ve bu sorunların kronik malnutrisyonla sonuçlandığı 6–24 ay bebek ve küçük çocuklar için Bakanlığımız bu programı başlatmıştır. Programda eğitimli sağlık personeli kanalıyla annelere ve bebeğe bakım veren kişilere beslenme konusunda bilgi aktarmak ve desteklemek amaçlanmaktadır. Demir Gibi Türkiye: Mikrobesinler 8 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 büyüme, gelişme ve hastalıkların önlenmesi için gereklidirler. Çocuklar fiziksel ve mental yeteneklerini geliştirmek ve anemiden korunmak için demirden zengin besinlere ihtiyaç duyarlar. Demir eksikliği, infant ve çocuklarda fiziksel ve mental gelişimi olumsuz etkileyebilmekte, hatta hafif eksikliklerde dahi entelektüel gelişim bozulabilmektedir. İki yaş altı çocuklarda anemi, koordinasyon ve denge problemlerine yol açabilir, çocuk içine kapanık ve çekingen görülebilir. Bu durum çocuğun etkileşim yeteneğini ve entelektüel gelişimini sınırlayabilir. Demir, hayvansal gıdalarda (karaciğer, yağsız et ve balık gibi), ayrıca bakliyatlarda bulunur. Diğer kaynaklar ise demirle zenginleştirilmiş gıdalar ve demir takviyeleridir. Buğday ve un, tuz, balık sosu veya soya sosu, mısır bazen demir ile zenginleştirilmiş olarak bulunabilen gıdalardandır. Yapılan çeşitli araştırmalarda elde edilen sonuçlara göre; Türkiye’de genel olarak 0-5 yaş grubu çocukların ortalama %50’sinde, okul çağı çocuklarının %30’unda, emzikli kadınların ise %50’sinde anemi görülebilmektedir. Bebekleri demir eksikliğinden korumak için ücretsiz demir damlası ile desteklemeyi amaçlayan program 2004 yılından bu yana sürmektedir. Bu güne dek 9,5 milyonun üzerinde bebeğe ulaşılmıştır. Bebeklerde D Vitamini Yetersizliğinin Önlenmesi ve Kemik Sağlığının Geliştirilmesi Programı: Ülkemizde uzun süredir D vitamini yetersizliğinin bebek ve çocukları etkileyen önemli bir sorun olduğu, raşitizm hastalığının sıklığının % 1.67-19 arasında değiştiği bildirilmektedir. Raşitizm kalsiyum depolanmasının yetersiz olmasıyla karakterize bir hastalık olup, sıklığı artan önemli sağlık sorunlarından birisidir. Raşitizm kemiklerde kalsiyum depolanmasının yetersiz olmasına bağlı olarak ortaya çıkan sekil bozukluklarına verilen genel bir isimdir ve hastalık en çok 3-24 aylar arasında görülebilmekle birlikte her yaşta grubunda da görülebilmektedir. En sık olarak görüleni, D vitamini eksikliğine bağlı olarak süt çocukluğu döneminde gelişen raşitizmdir ve tedavi edilmezse 2-3 yaşında kendiliğinden kemiklerde şekil bozuklukları bırakmaktadır. Bebeklere ücretsiz D vitamini desteği sağlamayı amaçlayan program 2005 yılından beri sürmektedir. Toplamda 9 milyonun üzerinde bebeğe ulaşılmıştır. 37,500’ü • Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve Kuzey Afrika’ya erişim dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri (2004-2013) • Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013) • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi (OECD 2012-2017) • Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel Ar-Ge desteği • Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus • Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu kapakkonusu TÜTÜN VE DİĞER BAĞIMLILIK YAPICI MADDELERLE MÜCADELE Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun, insan merkezli yaklaşımla, birey ve toplum sağlığını korumak ve geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek, halkın yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını tehdit eden konularda tüm önlemleri alma misyonundan hareketle; Daire Başkanlığımız, başta gençler olmak üzere tüm toplumun sağlığını tehdit eden risk faktörleri arasında yer alan tütün, alkol ve uyuşturucu maddelerle mücadele kapsamında faaliyetlerini sürdürmektedir. Tütünle Mücadele Çalışmaları Türkiye’de tütünle mücadele, Sağlık Bakanlığı’nın koordinasyonunda başarıyla yürütülmekte ve bu mücadele sırasında tüm dünyada kabul gören üç temel strateji izlenmektedir. Bunlar: 1.Çocuklar ve gençler başta olmak üzere bireylerin sigaraya başlamalarının önlenmesi, 2.Sigara içenlerin bu davranışlarını bırakmalarının desteklenmesi, 3. Sigara dumanından pasif etkileniminin engellenmesidir. 10 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Sigara Dumanından Pasif Etkileniminin Engellenmesi 4207 sayılı Kanun’un etkili şekilde uygulanmasını sağlamak için güçlü bir denetim mekanizması geliştirilmiştir. İlgili kamu kurum ve kuruluşlarda görevli personellerden (sağlık personeli, emniyet kuvvetleri, milli eğitim, belediye zabıtası vb.) denetim ekipleri oluşturulmuştur. Denetimler, Valilikler ve Kaymakamlıklarca yetkilendirilmiş denetim ekiplerince rutin denetimler ve Bakanlığımızın ALO 184 iletişim hattına yapılan ihbarlara yönelik denetimler şeklinde yürütülmektedir. Ülkemizdeki denetimlerin daha hızlı ve etkin yapılması, denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi, bizzat denetim ekiplerince ihlal tekerrürlerinin sistem üzerinden görülerek takip edilebilmesi, ihlallerin tespit edilmesi durumunda delil niteliği taşıyacak fotoğraf ve video kayıtlarının alınarak merkeze iletilmesi, ihbar sonucunda verilen adresin kolaylıkla bulunabilmesi, denetim esnasında yaşanabilecek herhangi bir acil durumda merkezin derhal uyarılması ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla Eylül 2012 tarihinden itibaren GPS destekli tablet bilgisayarlarla online denetim sistemine (Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi) geçilmiştir. Temmuz 2009 – Haziran 2014 tarihleri arasında ülke genelinde yaklaşık 1800 denetim ekibi ile 7.669.415 denetim gerçekleştirilmiş olup 86.375.802 TL idari para cezası kesilmiş ve tahsil edilen ceza tutarı 11.766.799 TL olmuştur. Sigara Bırakmak İsteyenlere Destek Olmak Amacıyla; Sigara Bırakma Polikliniklerinin sayısı artırılmış olup 2014 yılı itibariyle 412 Sigara Bırakma Polikliniği’nde hizmet sunulmaktadır. Ocak 2009Haziran 2014 tarihleri arasında Polikliniklerdeki Toplam Muayene Sayısı 978.539’dir. Ayrıca ülkemizde henüz geri ödeme kapsamında olmayan sigara bırakma ilaçlarından 2010 yılında, Bakanlığımız sigara bırakma faaliyetlerini desteklemek amacıyla sigara bırakma tedavisinde kullanılan Vareniklin ve Bupropion etken maddeli ilaçlardan toplam 360 bin kutu satın alarak Bakanlar Kurulu Kararına istinaden uygun görülen 250.000 sigara bağımlısının tedavisinde kullanılmak üzere 2011 yılında sigara bırakma polikliniklerine ücretsiz olarak sunmuştur. Benzer bir uygulamanın 2015 yılı itibariyle yeniden hayata geçirilmesi planlanmaktadır. Sigara bırakmak isteyenlere destek olmak amacıyla ikinci aşama olarak ALO 171 “Sigara Bırakma Danışma Hattı” kurulmuştur. Sigarayı bırakmak isteyen kişilere yüzden fazla operatörle 24 saat canlı destek verilmektedir. 27 Ekim 2010 – 30 Haziran 2014 tarihleri arasında ALO 171 Sigarayı Bırakma Danışma Hattı santraline düşen toplam Çağrı Sayısı 14.137.195’tir. Bu aramalarda opera- törler, isteyen vatandaşlarımıza sigara bırakma planı yapmakta ve bir yıl süreyle bu kişileri belirli periyotlarla arayarak sigara bırakma çabalarına destek olmaktadırlar. Bu kapsamda 1 Ocak 2012-30 Haziran 2014 tarihleri arasında toplam 161.178 kişiye sigara bırakma planı yapılmıştır. 2014 yılında Dünya Tütünsüz Günü Etkinlikleri kapsamında Congresium Ankara, ATO Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda, 4 Haziran 2014 tarihinde Sağlık Bakanlığı, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti işbirliğinde “Dünya Tütünsüz Günü Etkinliği ve Sağlıklı Yaşam Yürüyüşü” gerçekleştirilmiştir. Sağlık Bakanımız Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU, Maliye Bakanı Mehmet ŞİMŞEK ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Direktörü Zsusanna JAKAB’ın da katılımıyla gerçekleştirilen etkinlikte, Türkiye’de tütün kontrolü çalışmalarının temelini oluşturan ve 2014-2018 yıllarını kapsayan “Tütün Kontrol Programı ve Eylem Planı”nın sunumu, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil ÖZKAN tarafından yapılmıştır. Ülkemiz, DSÖ tarafından 2013 yılında Tütünle Mücadele kapsamında yürüttüğü çalışmalarla Dünya Lideri olarak gösterilmiştir. 2014-2018 yıllarını kapsayan eylem planı doğrultusunda yürütülecek çalışmalarla ülkemizin tüm dünyaya örnek teşkil eden liderliğinin devam etmesi hedeflenmektedir. Alkol Mücadele Çalışmaları Gençlerin sigara ve alkole ulaşılabilirliğinin önlenmesi, bağımlılığa giden yolun kesilmesi bakımından önemlidir. Alkolün başka bağımlılık yapan maddelere öncülük etmesi nedeniyle de alkol kullanımı ve zararlarının azaltılması, tüm dünyada önemli bir hedef haline gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün alkol kontrolü için önerdiği uygulamalardan birisi “Eğitim ve bilgilendirme” dir. Günümüzde alkol kullanımının zararlı sonuçları hakkında halkın bilgilendirilmesi, uyarılması ve farkındalığının artırılması amacıyla alkol şişe/kutuları üzerine sağlık uyarı mesajlarının konulması, dünyada bir alkol kontrol politikası olarak kullanılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi tarafından hazırlanan “20122020 Avrupa Eylem Planı” da Ulusal / Yerel Düzeyde Alkol İçecek Kapları / Şişeleri Üzerine Yasal Açıdan Gerekli Sağlık Uyarı Etiketlerinin Konulması gerektiğini tavsiye etmektedir. Bu kapsamda ülkemizde Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun resmi gazetede yayınlanmasını takiben Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK) tarafından Bakanlığımızın görüşü alınarak “Alkollü İçki Ambalajları Üzerine Konulacak Uyarı Mesajlarıyla İlgili Tebliğ” hazırlanmış ve ilgili tebliğ, 11 Ağustos 2013 tarihinde 28732 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte, tüketicilere ve toplumun geneline alkolün olağan bir ürün olmadığını hatırlatmak, özelikle gençler arasında alkolün sağlık riskleri olan bir madde olduğu ve kullanımının sosyal sonuçlara neden olacağı bilgisini artırmak ve farkındalık oluşmasını sağlamak hedeflenmiş ve piyasaya arzına izin verilen alkollü içkilerin tabanı hariç iç ve dış ambalajlarında, aşağıda yer alan üç adet grafik uyarı mesajı ve bir adet yazılı uyarı mesajı birlikte kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca alkollü olarak trafiğe çıkan sürücülerin engellenmesi ve trafik güvenliğinin sağlanması amacıyla Karayolları Trafik Kanunun 48’inci Maddesi gereği Halk Sağlığı Müdürlükleri bünyesinde yer alan Sürücü Davranışlarını Geliştirme Eğitimi (SÜDGE) birimlerinde, ikinci defa alkollü araç kullanmaktan geçici olarak sürücü belgelerine el konulan sürücülere eğitim verilmektedir. Ülkemizde alkol kontrol çalışmalarının yasal dayanağını oluşturan 11 Haziran 2013 tarihindeki alkol mevzuat değişikliği ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi tarafından hazırlanan “2012-2020 Alkolün Zararlı Kullanımını Azaltma Avrupa Eylem Planı” temel prensipleri ışığında ülkemizde yürütülecek alkol kontrol çalışmalarının belli bir plan dahilinde yürütülebilmesi için Türkiye Alkol Kontrol Programı ve Eylem Planı hazırlanması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Eylem planı çalışmalarına ilgili diğer kamu ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile akademisyenlerden oluşan bilimsel kurul ile yapılan toplantılarla başlanmıştır. Devam eden süreçte bilimsel kurul üyeleri, ilgili kamu ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve akademisyenlerden oluşan yaklaşık 100 kişilik bir ekiple bir çalıştay yapılmıştır. Çalıştay sonrasında oluşturulan taslak eylem planı resmi görüşlerin alınması için ilgili kurumlara gönderilmiş olup taslak metin üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Taslak Eylem Planı 4 yıllık aktiviteleri planlayacak şekilde hazırlanmıştır. Eylem Planı, ilgili kurum ve kuruluşların işbirliği ile alkolün zararlı etkilerinden başta gençler olmak üzere tüm toplumun korunması, alkol kaynaklı sorunları önlemek suretiyle toplumda sağlıklı yaşam biçiminin geliştirilmesi ve yaşam kalitesinin yükseltilmesini amaçlamaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 11 kapakkonusu AVRUPA BİRLİĞİ TÜTÜN ÜRÜNLERİNE YENİ KURALLAR GETİRİYOR Avrupa Birliği (AB) Komisyonunca sürdürülen çalışmalar sonucunda 3 Nisan 2014 tarihinde 2014/40/ EU Sayılı ‘AB Tütün Ürünleri Direktifi’ yayımlandı. Bu Direktif ile 2001 yılından beri yürürlükte olan kurallar, belirlenen geçiş süreleri sonrasında değişmiş olacak. AB, yolla özellikle henüz bir düzenlemeye tabi olmayan elektronik sigara gibi ürünler için de bir düzenlemeye gitmeyi ve genç nüfusta sigara kullanımın azaltılmasını hedefliyor. Sigara Paketlerinin Yeni Görünümü Direktif ile gerçekleşen değişikliklerden biri sigara paketlerinde sağlık uyarılarının daha fazla yer kaplaması. Paketin ön ve arka yüzünün % 65’i sağlık uyarı olması planlanmakta. Bu uyarılar kapağın üst tepe noktasından başlayacak ve kapağı da içine 12 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 alacak şekilde tasarlanacak. Bandrolün mecburi olduğu ülkeler için bu hükümlere ilişkin bir yıllık ilave bir geçiş süreci de öngörüldü. Ülkemizde olduğu gibi ürün güvenliği ve takibi için paket üzerinde bandrol kullanan ülkelere yönelik olarak, bandrolün paket üzerindeki konumunun yeniden belirlenmesi için bir yıllık ilave bir geçiş süreci de öngörüldü. Bütün sağlık uyarılarının boyutları, renkleri ve bu uyarıların metin ve resimleri Komisyon tarafından tedarik edilen resim ve metinler içerisinden seçilecek. Yazılı uyarılar halihazırda söz konusu Direktif’in Ek 1’indeki 14 farklı şekilde belirlenmiştir: “Sigara içmek 10 akciğer kanseri vakasından 9’una sebep olur”, “Sigara içmek ağız ve gırtlak kanserine neden olur”, “Sigara kalp krizine neden olur”, “Sigara damar tıkanıklığına neden olur”, “Sigara inme ve engelliliğe neden olur”, “Sigara körlük riskini artırır”, “Sigara içmek size, çocuklarınıza, ailenize ve arkadaşlarınıza zarar verir” “Sigara dişlerinize ve dişetlerinize zarar verir” “Sigara doğmamış çocuğunuzu öldürür” “Sigara içenlerin çocukları sigaraya başlamaya daha meyillidir” “Sigarayı bırakın- yakınlarınız için hayatta kalın” “Sigara doğurganlığı azaltır” “Sigara kısırlık riskini artırır” Avrupa Komisyonu halihazırda yeni birleşik sağlık uyarılarına yönelik de bir çalışma yürütüyor. 12 Mart 2014 tarihinde yayımlanan 2014/39/EU sayılı Direktif ile bu sürecin uzaması nedeni ile yeni sağlık uyarılarının benimsenmesine yönelik zaman çizelgesinde iki yıllık ek süre verildi ve bu uyarıların uygulaması 28 Mart 2016 ve geçiş süreci talep eden Üye Devletler için 28 Mart 2018’e kadar ertelendi. Paketlerin yan yüz alan toplamının % 50’sinde de sağlık uyarılarına yer verilecek. Her bir yan yüzde “Sigara İçmek Öldürür” veya “Sigara İçmek Öldürür- Şimdi Bırakın” ve “Sigara dumanı kanser yapan 70’ten fazla madde içerimektedir” uyarıları halihazırdaki nikotin, zifir ve karbon monoksit seviyesini belirten uyarıların yerini alacak. Sarmalık tütün için de benzer kurallar geçerli olacak ve paketlerin % 65’lik alanı uyarılar ile kaplanacak. Paketler asgari 30 gr tütün ihtiva edecek. Beyaz Paket Uygulamasına Geçilecek mi? Sağlık uyarıları her ne kadar paket üzerinde önemli bir yer tutsa da, mevcut durumda sigara paketlerinin üzerinde marka görünürlüğünün sağlanması için belirli bir alan bırakılmakta. Üye devletler, gerekli görmeleri halinde paketlemenin standartlaştırılmasına yönelik ilave tedbirler almaları konusunda serbest bırakıldı. Ancak, bu tedbirlere orantılı olmaları ve hiçbir şekilde üye devletler arasında ticarete engel teşkil edilmemesi ön koşulu getirildi. İlk olarak Avusturalya’da başlayan beyaz paket uygulamasının uluslararası ticaret ve fikri mülkiyet mevzuatını ihlal ettiği gerekçesiyle Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) nezdinde uyuşmazlık çözüm süreci başlatıldı. Avusturalya’nın beyaz paket uygulamasının DTÖ yükümlülükleri ile uyumsuz olduğu kararına varılırsa, Avusturalya’nın bahse konu düzenlemede değişiklik yapması veya ticari misilleme de dahil olmak üzere bir takım olası yaptırımlarla karşı karşıya kalması söz konusu olacaktır. Söz konusu davanın önümüzdeki 2-3 yıllık sürede sonuçlanması beklenmektedir. Aroma ve Katkı Maddelerine İlişkin Yeni Düzenleme Geliyor E-Sigara Üretici ve Tüketicilerini Bekleyen Değişiklikler Direktif sigara ve sarmalık tütünün ayırt edici bir aromaya sahip olmasını da yasaklıyor. Mentol, halihazırda ayırt edici bir özellik olarak kabul görmüş durumda. AB içerisinde 4 yıllık aşamalı olarak yasaklanma sürecine tabi olması öngörülmekte. AB içerisinde %3’ten fazla pazar payına sahip tüm ayırt edici aromaya sahip ürünler için de bu 4 yıllık süreç geçerli olacak. Bu alanda öngörülecek düzenlemeler için AB Komisyon ve üye devletler bağımsız bir danışma komitesinin desteğini talep edebilecekler. E-sigaralarda azami nikotin seviyesi ve kartuş, tank ve nikotin sıvılarının azami hacim seviyeleri yer alacak. Nikotin ihtiva eden bu sigaralarda nikotin seviyesi normal seviyeler ile uyumlu ve her bir nefeste eşit şekilde alınacak biçimde ayarlanmalı. Sigara üretiminde diğer katkı maddelerinin kullanımına ise devam edilebilecek. Tütün Ürünlerinin Yasadışı Ticaretine ilişkin Önlemler Yeni Direktif yasadışı ticaretin engellenmesine yönelik takip ve izleme sistemiyle görünür ve görünmez yeni güvenlik özellikleri gibi önlemlere de yer vermekte. Bu önlemler cezaları artırırken tüketicilerin yasadışı ürünleri tespitini kolaylaştıracak. Direktif ile, tütün ürünlerinin ticaretinin yeniden yasal yollara yönlendirilmesi ve üye devletlerin yasa dışı ticaret nedeniyle oluşan gelir kaybının önlenmesi hedeflenmekte. Bu sistem aşamalı olarak uygulamaya konulacak. Elektronik Sigara Satışına Düzenlemeler Yolda Elektronik sigaraların nikotin içermesi nedeni ile güvenlik ve kalite konusunda bazı düzenlemeler yapılması öngörülmekte. Bu kurallar nikotinli e-sigaraların AB içerisinde eşit kurallara tabi olmasına yönelik. Nikotinsiz e-sigaralar ise söz konusu direktif kapsamının dışında tutulmakta. Aromalar, yaş sınırları gibi belirli konularda düzenlemeler ise üye devletlerin inisiyatifine bırakıldı. Yeni kurallar tıbbi e-sigaralara uygulanmayacak. E-sigara paketlerinde uyarıların yer alması zorunlu hale getirilecek. Bu uyarılarda toksik değerler, bağımlılık seviyeleri, ürünün muhteviyatı ve ürünün nikotin değeri yer alacak ve paketlerde hiçbir promosyona yer verilmeyecek. Üye devletler ve AB Komisyonu söz konusu ürünlerin güvenliğine dair herhangi bir durumda müdahil olabilecek. E-sigaraların özellikle genç ve sigara kullanmayan nüfusta nikotin bağımlılığı yapma veya sigara kullanımına yol açma ihtimali denetim altında bulundurulacak. AB Komisyonu, güvenlik kaygıları ve pazar gelişimi hakkında araştırma ve raporlama yapacak. E-sigara üreticileri yeni ürünlerini pazara çıkarmadan önce üye devletlere bildirecek. Bu bildirim ile üretici kendisi hakkında bilgi, ürünün muhteviyatı, emisyon, nikotin dozu, ürün ve ürün süreçleri ve ürünün normal kullanımında kalite ve güvenliğinin üreticinin tüm sorumluluğunda olduğunu beyan edecek. Üreticiler ürünlerinin satış hacmini, kullanıcı tip tercih ve eğilimlerini yıllık olarak üye devletlere raporlayacak. Üye devletlerde tanıtım ve tütün ürünlerinin promosyonu hakkındaki düzenlemeler e-sigara için de geçerli olacak. Yeni Düzenlemenin Yürürlüğe Giriş Tarihi Direktif 24 Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Ancak, Üye devletlerin Direktifi ulusal mezuata aktarmaları için 20 Mayıs 2016 tarihine kadar geçiş süreci tanınacak. Direktif ayrıca üretici ve perakendecilere stoklarını eritebilmeleri için geçmiş direktif ve diğer düzenlemeler çerçevesinde faaliyetlerine devam edecekleri bir yıllık ek bir süreye de (20 Mayıs 2017 tarihine kadar) imkan vermekte. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 13 haber “YÜREĞİNİZE SAĞLIK” YÜRÜYÜŞÜ İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ “2014 Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” etkinlikleri kapsamında, Dünya Kalp Günü dolayısıyla Küçükçekmece Gölü kenarında, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun da katılımıyla “Yüreğinize Sağlık” temalı yürüyüş düzenlendi. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, “Bizim için önemli olan tabii ki hasta olan vatandaşımızı tedavi etmek. Ama ondan da önemli olan, sağlıklı vatandaşlarımızın sağlıklı bir yaşam sürmelerine katkı sağlamak. Onun için bir kültür, yaşam felsefesi oluşturmalıyız. Bu nedenle 2014’ü, Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı olarak ilan ettik” dedi. Yürüyüş sonrası konuşan Bakan Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı olarak gerek yerel yönetimlerle gerekse diğer paydaşlarla öncelikle sağlıklı bireyi ve aileyi önemsediklerini söyledi. Bunun sadece Sağlık Bakanlığı politikası olmadığını, hükümetlerinin de programı olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, “Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu Bey’e geçtiğimiz salı günü verdiğim bilgilendirmede, bu konuyu ilettik. Kendisinden de en üst düzeyde destek vereceğinin sözünü aldık.” dedi. Müezzinoğlu, sağlıklı beslenmeye, harekete önem verdiklerini belirterek, “Diyabete, hipertansiyona, be14 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 yin felçlerine ve obezitenin getirdiği diğer problemlere, kansere muhataplığımız çok daha aşağılara inecek, sevdiklerimizle birlikte daha sağlıklı hayal kuran ve ideallerin peşinde bir yaşam süreceğiz. Hasta olup da iyi olma hayali kurmaktansa sağlıklı bir yaşamın gereklerini yapmak bizim kültürümüzün bir parçası olacak.” şeklinde konuştu. etmeden ne okula ne sokağa bırakmayalım. Birlikte kahvaltı sağlıklı beslenmenin en az yüzde 70’idir. Şayet çocuğunuzu o kahvaltı sofrasında doğru bir beslenmeyle gönderirseniz hiç tereddüttünüz olmasın ki çocuğunuzun sağlıklı geleceğine en güçlü harcı koymuş olursunuz. Onun dışında en az hafta sonları ailecek yürüyüş, bir sportif ya da hareket etkinliğini yapmalısınız.” “Çocuğunuzun Sağlıklı Geleceğine Güçlü Harçlar Koyun” Gelecek yıl bisiklet yolu yapan belediyeye, her bir metre için bir bisiklet armağan edeceklerini anlatan Müezzinoğlu, “Biz yaşamımızı artık medeni koşullara taşımalıyız. Bütün çalışmalarımızı planlarken sağlığımızı da sağlıklı geleceğimizi de planlamalıyız.” diye konuştu. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan, 13 Ekim Pazartesi günü, Bakanlar Kurulu’nu, yürüyüş yaptıktan sonra toplamayı talep ettiklerini aktararak, şöyle devam etti: “ Annelerden, babalardan, toplumun önde gelenlerinden istediğimiz şu; Ne olur kendinize değer verin, sevdiklerinize değer verin ve zor gibi görünüp de zor olmayanı gelin hep birlikte yapalım. Birlikte ailecek kahvaltı kültürünü yeniden sofralarımıza ve kültürümüze kazandıralım. Sabahleyin çocuğumuzu kahvaltı Kötü hava koşulları nedeniyle iptal edilmesi planlanan daha sonra ise yapılmasına karar verilen “Dragon Bot Yarışları”nın başlangıcı için Bakan Müezzinoğlu ve beraberindekiler, botla göle açıldı. Müezzinoğlu, yarışmacıların yerlerini almasıyla yarışı başlattı. kapakkonusu Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN: “Kurumumuzun amacı Sağlık Bakanlığının politika ve hedeflerine uygun olarak, temel sağlık hizmetlerini yürütmektir” Röportaj: Esra ÖZ Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Bağımlılıkla Mücadele kapsamında Ulusal Eylem Planı doğrultusunda, 81 ilde İl Uyuşturucu Koordinasyon Kurulları oluşturduklarını belirten Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, Sağlık ve İnsan Dergisi’nin sorularını yanıtladı. Türkiye Halk Sağlığı Kurumunun misyon ve kuruluş amacı nedir? Türkiye Halk Sağlığı Kurumu; 2.11.2011 tarihinde, 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 19 Mart 2012 tarihinde kurulmuştur. Kurumumuzun amacı Sağlık Bakanlığının politika ve hedeflerine uygun olarak, temel sağlık hizmetlerini yürütmek, misyonumuz ise insan merkezli yaklaşımla birey ve toplum sağlığını 16 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 korumak ve geliştirmek, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele etmek, halkın yaşam kalitesini yükseltmek ve halk sağlığını tehdit eden konularda gerekli tüm önlemleri almaktır. Kurum ana hatlarıyla hangi konularda faaliyet gösteriyor? Kurumumuz halk sağlığının korunması ve geliştirilmesi, sağlık için risk oluşturan faktörlerle mücadele başta olmak üzere birinci basamak sağlık hizmetlerinin yürütülmesi; bulaşıcı bulaşıcı olmayan, kronik hastalıklar ve kanser ile anne, çocuk, ergen, yaşlı ve engelli gibi risk gruplarıyla ilgili hizmet vermek. Yaşam kalitesini yükseltecek alışkanlıkları kazandırarak toplumdaki tüm bireylerin sağlığının geliştirilmesi; hatalı beslenme alışkanlıkları, obezite, sigara ve benzeri zararlı maddelerin yol açtığı sağlık riskleri ve tehditleri ile mücadele edilmesi için çalışmalar yapılıyor. Birey, toplum ve çevre sağlığını etkileyen ve genel sağlığı ilgilendiren her tür etkenin incelenmesi, içme suları ve biyosidal ürünler gibi görev alanına giren konularda tüketici güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınması konuları en yoğun ilgilenilen konuların başında gelmektedir. Koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili hangi çalışmaları yürütüyorsunuz? Tüm toplumumuz çok yakından bildiği için başta aşılardan bahsetmeliyiz sanırım. Ana başlıklarla ifade etmek gerekirse bebek ve çocuklarımızın izlenmesi; anne sağlığı hizmetlerimiz ki bu sağlıklı bir gebeliğin izlenmesinden, hastane ortamında güvenli doğuma kadar bir süreç; 15 - 49 yaş arası kadınların izlenmesi yer alıyor. Ayrıca 3 farklı kanser türü için risk grubundakilerin taranması; obezite ile mücadele, bulaşıcı hastalıklara karşı sadece bebek ve çocukların değil tüm halkımızın aşılanması; içme ve yüzme sularının izlenmesi ki halkımız bu konuyu damacanalı sular olarak takip ediyor, gibi birçok alanda halkımızın sağlığını korumak için faaliyet gösteriyoruz. • Ulusal Enterik Patojenler Referans Merkez Laboratuvarı, • Ulusal Yüksek Riskli Patojenler Referans Merkez Laboratuvarı, • Ulusal Parazitoloji Referans Merkez Laboratuvarı, • Ulusal Moleküler Mikrobiyoloji Referans Merkez Laboratuvarı hizmet sunmaktadır. Bulaşıcı hastalıkların kontrolünün sağlanmasına yönelik yürütülen program ve projeler kapsamında Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarlarında; klinik ve gerek duyulduğunda klinik dışı diğer örneklerden halk sağlığını tehdit eden, insanlarda sağlık sorununa neden olan bakteriyel, paraziter, mantar ve viral etkenlerin, tanı, doğrulama ve tiplendirilmesine yönelik mikrobiyolojik incelemeler Ülkemizin Tek Kimyasal Savaş Tanı ve Doğrulama Laboratuvarı Laboratuvar alt yapınız nedir? Ne gibi laboratuvar hizmetleri veriyorsunuz? Kurumumuzda Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları, Tüketici Güvenliği Laboratuvarları ve Halk Sağlığı Laboratuvarları Daire Başkanlıkları bulunmaktadır. Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları Daire Başkanlığımıza bağlı olarak; • Ulusal Tüberküloz Referans Merkez Laboratuvarı, • Ulusal Viroloji Referans Merkez Laboratuvarı, • Ulusal Bakteriyoloji ve Mikoloji Referans Merkez Laboratuvarı, jik surveyansı, moleküler sürveyans, laboratuvara dayalı her türlü tiplendirme, ilaç duyarlılık testleri, metodolojik araştırma ve saha araştırmaları ile ilgili çalışmalar yürütülmüştür. Ayrıca spesifik laboratuvar eğitimleri, laboratuvar kalite eğitimleri, 15189 akreditasyon çalışmaları ve laboratuvar standartlarına yönelik çalışmalara devam edilmektedir. Tüm bu çalışmaların yanı sıra Bulaşıcı Hastalıkların Epidemiyolojik Sürveyansı ve Kontrolü Projesi (TR0802.16),Ulusal Antimikrobiyal Direnç Sistemi (UAMDS), Türkiye Rotavirüs Sürveyans Ağı (TÜROSA), Ulusal Antitüberküloz İlaç Direnci Laboratuvar Sürveyansı Programı, Ulusal Enterik Patojenler Laboratuvar Sürveyans Ağı (UEPLA) proje ve programlar yürütülmektedir. yapılmaktadır. Bilimsel çalışmalarda kullanılmak üzere suş ve hücre kültürü bankası hizmetleri, laboratuvar tanı standardizasyonu, epidemiyolojik ve Ar-Ge çalışmaları ile halk sağlığını tehdit eden mikrobiyolojik etkenlere yönelik seroepidemiyolo- Tüketici Güvenliği Laboratuvarları Daire Başkanlığımızda 5 farklı disiplinde faaliyet gösteren laboratuvarlarımız yer almaktadır. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Merkez Teşkilatında yer alan laboratuvar grupları Mikrobiyolojik Araştırma Laboratuvarlarımız, Kimyasal araştırma Laboratuvarlarımız, Biyosidal Ürünler Araştırma Laboratuvarlarımız, Kalibrasyon Laboratuvarlarımız ve halen yeni oluşum süreci devam eden Sterilite Kontrol Laboratuvarımızdan oluşmaktadır. Mikrobiyolojik Araştırma Laboratuvarlarımızda Doğal Kaynak-içme suyu, Doğal Mineralli Sular, İçme ve Kullanma Suları, Havuz Suları, Kaplıca Sularının İlgili Yönetmeliklere göre mikrobiyolojik analizleri yapılmaktadır. Kimyasal Araştırma Laboratuvarlarımızda Doğal Kaynak-İçme Suyu, Doğal Mineralli Sular, İçme ve Kullanma SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 17 Suları, Havuz Suları, Kaplıca Sularının İlgili Yönetmeliklere göre kimyasal analizleri yapılmaktadır. Kimyasal Araştırma Laboratuvarlarımızın alt grubunda yer alan Kimyasal Savaş ve Tanı Doğrulama Laboratuvarımız kimyasal savaş ajanı olarak tanımlanan kimyasal maddelerin tayinini gerçekleştiren ve resmi sonuç veren ülkemizin tek Kimyasal Savaş Tanı ve Doğrulama Laboratuvarıdır. Biyosidal Ürünler Araştırma Laboratuvarlarımız, halk sağlığı amaçlı olarak kullanılan Biyosidal Ürünler ile ilgili analizlerin ülke mevzuatına ve uluslararası normlara uygun olarak yapılmasını geliştirerek sürdürmektir. Kalibrasyon Laboratuvarlarımızda, Terazi ve terazi kalibrasyonunda kullanılan kütlelerin kalibrasyonu, Pistonlu Pipet, Büret, Dispenser, Tek ve Taksimatlı Cam pipet, Balon Joje, Büret, Ölçülü Silindir kalibrasyonu ile Sıcaklık Kontrollü Hacimler, Cam ve Sayısal Göstergeli Termometrelerin Kalibrasyonları gerçekleştirilmektedir. Sterilite Kontrol Laboratuvarımız, TS EN ISO/IEC 17020 “Muayene hizmeti gerçekleştiren kuruluşlar için genel faaliyet kriterileri” standardı uyarınca C Tipi muayene kuruluşu olarak Kurumumuza ve diğer devletözel hastane, laboratuvarlara ait mik- 18 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 robiyoloji güvenlik kabinleri, laminair flow (yatay akışlı hava cihazı) ve çeker ocak cihazlarının performans testlerini yapmayı amaçlamaktadır. Halk Sağlığı Laboratuvarları 11 L1 Hizmet Tipi (İstanbul’da 3, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İzmir ve Samsun’da 1) ve 72 L2 Hizmet tipi olmak üzere toplam 83 Halk Sağlığı Laboratuvarı olarak hizmet vermektedir. L1Tipi Halk Sağlığı Laboratuvarları L2 tipi halk sağlığı laboratuvarlarının Analiz, Eğitim, Standardizasyon ve Kalite kapsamındaki çalışmalarına katkıda bulunur. L1 Tipi Halk Sağlığı Laboratuvarlarının yetkili olduğu analizler: Sağlık Bakanlığının ruhsat, denetim ve izleme yetkisinde olan suların ilgili mevzuat kapsamındaki analizleri (İçme, içme kullanma, kaynak, doğal mineralli, kaplıca, talassoterapi amaçlı deniz suyu,yüzme ve havuz suyu vb.), Çevresel Ürün Analizleri (biyosidal vb.), Klinik Laboratuvar Hizmetleri(Legionella, Talasemi, Tüberküloz vb.), Yerel ve Özel Talepler Doğrultusunda Gerekli Analizler, Araştırma ve geliştirmeye yönelik diğer analizleridir. L2 Tipi Halk Sağlığı Laboratuvarlarının yetkili olduğu analizler: Sağlık Bakanlığının, kontrol izlemesi yetkisinde olan suların ilgili mevzuat kapsamındaki analizleri (İçme, içme kullanma, kaynak, doğal mineralli, kaplıca, yüzme, havuz suyu. ), Peloid, Klinik Laboratuvar Hizmetleri (Talasemi,Tüberküloz vb.)’dir. Gündeminizde yer alan yeni çalışmalarla ilgili bilgi verir misiniz? Öncelikle son zamanlarda bütün kamuoyunun gündeminde olan madde bağımlılığı ile ilgili çalışmalarımızdan söz etmek isterim. Bağımlılık Yapıcı Maddeler ve Bağımlılıkla Mücadele kapsamında Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) koordinatörlüğünde hazırlanmış olan Ulusal Eylem Planı doğrultusunda, 81 ilde İl Uyuşturucu Koordinasyon Kurulları oluşturduk. Sekretaryaları Halk Sağlığı Müdürlüklerince yürütülen söz konusu kurullarda ilgili kurum ve kuruluşların taşra teşkilatları temsilcileri bulunmaktadır. Ulusal Uyuşturucu Eylem Planında yer alan önleme ve halka yönelik eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri illerdeki tüm kurum ve kuruluşların işbirliği ile yürütülmektedir. Ancak son zamanlarda bonzai olarak adlandırılan sentetik uyuşturucuların gündemde yoğun olarak yer alması probleme acil olarak çözüm önerileri getiren bir müdahaleyi zorunlu kıldı. Bu sebeple konuya en üst düzeyde sahip çıkılarak 7 Bakanımız bir araya geldi ve altta teknik komitenin bir acil eylem planı hazırlamasına karar verildi. Bu kapsamda hazırlanan acil eylem planı Bakanlar Kurulumuza ve Sayın Başbakanımıza sunuldu. Sayın Başbakanımız da 23 Eylül 2014 tarihinde acil eylem planını kamuoyuna lanse etti. Eylem planı kapsamında; ülkemizde yürütülmekte olan bu farkındalık çalışmaları ve eğitimler yapılmaya devam edecek. Eğitimlerin kategorize edilmiş gruplara yönelik standart eğitim modülleri ile verilmesi sağlanacak. Vatandaşların uyuşturucuyla mücadele kapsamında 7/24 danışmanlık hizmeti alabilecekleri bir danışma hattı kurulacak. Madde bağımlılığının erken tanı ve tedavisinde rol alan tüm mekanizmalar güçlendirilecek. Bu kapsamda Aile hekimlerinin süreç içinde aktif olarak rol almaları sağlanarak madde kullanıcılarının daha bağımlı hale gelmeden tedavi ve rehabilitasyonları yapılacak, bağımlı olanların ise psikiyatri klinikleri veya AMATEM’lere yönlendirilmesi sağlanacak. Madde bağımlılarının entoksikasyon ve yoksunluk durumlarıyla karşı karşıya kalan 112 acil personeli ve tüm hastane acillerinde görev yapan personel madde bağımlılığına acil müdahale konusunda eğitim alarak teknik kapasiteleri güçlendirilecek. AMATEM’lerin sayı ve etkinlikleri artırılarak bağımlıların tedaviye erişimleri kolaylaştırılacak. Tedavi sonrası tıbbi rehabilitasyon mekanizması güçlendirilerek sosyal rehabilitasyon sürecine de destek verilecektir. PROF. DR. SEÇİL ÖZKAN KİMDİR? 1992 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum ve aynı yıl Artvin Yusufeli Merkez Sağlık Ocağında göreve başladım. 1999 yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Uzmanlık Eğitimimi tamamladım. 1999 yılından itibaren bir yıl süreyle Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünde Sağlık Ocakları Daire Başkanı olarak görev yaptım. 2002 yılında Gazi Üniversitesinde “Eğitim Yönetimi ve Denetimi” alanında yüksek lisans eğitimini tamamladım. 2000 yılından itibaren dört yıl süre ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Öğretim Görevlisi olarak görev yaptım. 2004 – 2006 yıllarında Yardımcı Doçent Doktor olarak görev yaparken 2006 yılında Doçent Doktor, 2011 yılında da aynı üniversitede Profesör Doktor olarak göreve devam ettim. 2010-2013 yılları arasında Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsünde, Enstitü Kurul Üyeliği ile aynı üniversitede Kazaların Demografisi ve Epidemiyolojisi Bilim Dalı Başkanlığı ve Tıp Fakültesi Başkoordinatör Yardımcılığı görevlerini yürüttüm. 2012 yılında Gazi Üniversitesinde Rektör Danışmanlığında bulundum. 2013 yılında Gazi Üniversitesinde Etik Komisyonu Başkanlığı ve Eğitim – Öğretim Komisyonu üyeliği yaptım. Halk sağlığı alanında faaliyet gösteren çeşitli derneklerde ve sivil tolum kuruluşlarında üyelik ve yöneticilik görevlerinde bulundum. Ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayımlanan birçok makalem, ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan bildirilerim ve ödüllerim bulunmaktadır. kapsamda 13 Ekim 2014 Pazartesi günü Sayın Başbakanımızın önderliğinde Bakanlar Kurulu, tüm kabine üyeleri ve halkımızın katılımıyla Ankara Altınpark’ta yürüyeceğiz. “Kronik Hastalıklar Eylem Planı” Bulaşıcı olmayan hastalıklar konusu- na da değinmek istiyorum. En sık ölüm nedenleri arasında ilk 5 neden bulaşıcı olmayan hastalıklardır. Bu nedenle Kurumumuz bu durumu değerlendirerek “Kronik Hastalıklar Eylem Planını” hazırlamakta ve bu hastalıklarla mücadele çalışmalarını sürdürmektedir. 2014 “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” Bildiğiniz üzere 2014 yılı Bakanlığımızca “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” olarak ilan edilmişti. Biz de Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak yaptığımız etkinliklerle sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivitenin önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Her ayın son pazar gününde 81 ilde Halk Sağlığı Müdürlüklerimizin belirdiği yerlerde halkımızla beraber yürüyoruz. Bu SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 19 kapakkonusu KANSERİN EN İYİ VE ETKİLİ TEDAVİSİ ERKEN TANI VE KORUNMA Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Sevgi Derneği tarafından bu yıl 7’ncisi düzenlenen “Uluslararası Onkoloji Günleri”, kansere karşı el ele yürüyüşü yapıldı. Kansere dikkati çekmek ve farkındalık oluşturmak amacıyla düzenlenen programa, 14 ülkeden ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinden bilim adamları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı. 20 Onkoloji Hastaları Yardımlaşma ve Sevgi Derneği tarafından bu yıl 7’ncisi düzenlenen “Uluslararası Onkoloji Günleri”, kansere karşı el ele yürüyüşü yapıldı. Kansere dikkati çekmek ve farkındalık oluşturmak amacıyla düzenlenen programa, 14 ülkeden ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinden bilim adamları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı. Muş Belediyesi önünde toplanan katılımcılar, halaylar çekti. Kansere dikkati çekmek için el ele tutuşan katılımcılar, şarkı söyleyerek, Muş Valiliği önüne kadar yürüdü. kolle ve obeziteyle olan mücadelede ve çok önemli kanser stratejilerinde hep beraber el ele vermek ve başarılı olabilmektir. Özellikle tütün kontrol programında göstermiş olduğumuz başarıları önümüzdeki birkaç yıl içerisinde kanser istatistiklerinde de göreceğimizi düşünüyoruz. En son kanser istatistiklerimizde erkeklerde akciğer kanseri artış bazının ilk defa beklediğimizden daha az olduğunu ve durakladığını gördük. Bu da bizim için çok iyi bir haber. Önümüzdeki yıllarda tütün kontrol programımızı daha da genişleterek büyüteceğiz.” Kanserle mücadelede sivil toplum örgütlerine çok büyük görevler düştüğünü dile getiren Sağlık Bakanlığı Kanserle Mücadele Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, şunları kaydetti: “Amacımız buradan bir farkındalık hareketi doğurmak. Kansere karşı el ele verebilmek. Tütünle, al- Sağlık Bakanlığı Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapan Maddelerle Mücadele Daire Başkanı Dr. Sertaç Polat da Türkiye’nin tütünle mücadelede dünya lideri olduğunu belirterek, “2008’den 2012 yılına kadar yaklaşık 2,5 milyon vatandaşımız sigarayı bıraktı. Bunun olumlu etkilerini özel- SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 likle kanserde görüyoruz. Muş’taki bu atmosferi gördükten sonra Türkiye’nin bu başarısını da kesinlikle hak ettiğine inanıyoruz” diye konuştu. Kanserin En İyi ve Etkili Tedavisi Erken Tanı ve Korunma ile Olur Toplantı kapsamında yapılan basın toplantısında konuşan Türk Tıbbi Onkoloji Derneği üyesi Prof. Dr. Özlem Er, en önemli sağlık sorunlarından biri olan kanser konusunda farkındalık oluşturmak için düzenlenen etkinliğe katıldıklarını söyledi. Türkiye’de yaklaşık 350 bin ile 400 bin kanser hastası bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Er, “ Türkiye›de yaklaşık 350 bin ile 400 yüz bin kanser hastası bulunmaktadır. Her yıl yaklaşık olarak 150 bin yeni kanser tanısı konmaktadır. Erkeklerde en sık görülen kanser akciğer ve prostat iken, kadınlarda ise meme kanseridir. Kanserin en iyi ve etkili tedavisi erken tanı ve korunma ile olur. Kanserin yaklaşık yarısını alınan önlemlerle azaltmak mümkündür. Önemli bir kısmı tütüne bağlı kanserdir. Tütün kullanımının önlenmesi, güneşten korunma, ideal kiloyu sağlama, düzenli spor yapma ve dengeli sebze ve meyvelerden zengin beslenme ile kanser sıklığını azaltabiliriz. Erken tanı ile birçok kanseri yüzde 90›ı geçen başarı oranları sağlamaktadır. Kanserin her evresin de tedavi konusunda çok önemli ve hızlı gelişmeler olmaktadır. “ dedi. Özellikle cilt kanseri olan melanomda immunoonkoloji tedavisinin uygulandığını söyleyen Er, “İmmunoonkoloji ise vücudun bağışıklık sistemini aktive ederek kanser hücrelerini yok etmesini sağlayan tedavi yöntemleridir. İmmunoonkolojik tedavilerin önemli rol aldığı kanserlerden biri cilt kanseri olan melanomdur. İlerlemiş melanom tedavisinde 2009’a kadar yalnızca kemoterapi uygulanmakta ve etkisi sınırlı iken dönüm noktası bağışıklık sistemini aktive eden ilacın etkili olduğu gösterilmiştir. Yaşam süresinde uzama ve uzun süreli kalıcı iyileşme sağladığı bir grup hasta olmuştur. Yani ilaçların geliştirilmesine ve kullanılmasına yol açmıştır. Kanser tedavisinde başarı hikayeleri devam etmektedir” diye konuştu. Buğday Çimi İçerek , Tilki Kulağı Keserek Bir Şeye Ulaşmak Mümkün Değil Buğday çiminin içilmesi gibi konulara internette bu gibi yazılarla karşılaştıklarını belirten Er, “Bunlarla karşılaşmamanız için Türk Tıbbi Onkoloji Derneği olarak çalışma yapıyoruz. www.kanser.org isimli internet sitemizde hem sağlık çalışanları için, hem de çalışanlar için alternatif tedaviler başlığı altında bilgilendirme var. Bunlara alternatif demek yanlış olur. Tamamlayıcı tıp uygulamaları var, gevşeme egzersizleri, spor yapmak, dua etmek gibi tamamlayıcı manevi yöne destekleyeceği şeyler olabilir. Buğday çimi içerek , mercan kökü yiyerek, tilki kulağı keserek bir şeye ulaşmak mümkün değil. Eğer öyle olsaydı zaten çok kolay olurdu, bu da gündeme gelirdi” diye konuştu. Önlenebilir İki Kanser Ajanına Dikkat Çekilmeli Önlenebilir iki tane kanser yapan ajan olduğunu belirten Prof. Dr. Sıdıka Kurul, “Bunlardan bir tanesi sigara ve hava kirliliği, diğeri de güneş ışınlarıdır. Akciğer kanseri, sigaradan korunma ve çevre faktörlerinin minimalize edilmesi hava temizliği, ikincisi de güneş ışınlarına çok maruz kalırsanız cilt kanseri olursunuz” şeklinde konuştu. Benlere Bıçak Değebilir Melanom erken tespit edildiğinde öldürücü bir hastalık değildir” diyen Kurul, şunları dile getirdi: “Benlere bıçak değebilir. Ameliyatla çıkarılması neredeyse melanomun neredeyse tümüyle önlenebilmesini sağlayabilir. Erken evre melanomun tedavisi cerrahidir. Bütün tedavi kararları, multi disipliner bir şekilde verilmelidir.” Kanser Yüzde 40 Oranında Önlenebilir Genç Birikim Derneği Başkanı Salih Yüce, kanserin 2030 yılında tüm dünyada yılda 20 milyon yeni hasta ve 12 milyon ölüme yol açarak ölüm nedenleri içinde birinci olacağının bilindiğini aktararak, şunları söyledi: “Kanser, Dünya Sağlık Örgütü verileriyle de ortaya konulduğu gibi yüzde 40 oranında önlenebilir, erken yakalandığında ve doğru yöntemler kullanıldığında tedavi edilebilir, ileri vakalarda da yaşam kalitesi yükseltilebilir bir hastalıklar grubudur. Kanseri önleme faaliyetleri çerçevesinde öncelikle kanseri oluşmadan önlemek asıl amaç olmalıdır ki dernek olarak en önemli hedefimiz bunu sağlayabilmektir. Kontrolsüz güneşlenenler, ailesinde deri kanseri öyküsü bulunanlar ve yanlış yaşama alışkanlıkları gibi risk faktörlerini ortadan kaldırmak, korunma ile ilgili tedbirlerin alınmasını sağlamak ve toplumsal farkındalığı arttırmak kanserle mücadele konusunda yapılan toplumsal mücadelenin ana eksenini oluşturmaktadır.” SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 21 Kanser hastalığının nedenlerinin çok iyi bilinmesi ve başta aileler ve gençler olmak üzere toplumsal bir bilinç oluşturulmasının çocukların ve gençlerin kansere karşı korunabilmesi açısından hayati önem taşıdığını dile getiren Yüce, “Çocuklara, gençlere ve ailelere ulaşmak, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemeleri konusunda bilinç kazanmalarını sağlamak kolaylıkla hayata geçebilecek bir konu değildir. Hastalar ve hasta yakınları bu sorunla her gün yüzleşen insanlar olarak, çevrelerine bu konuda bilinç kazandırabilmek için aktif roller üstlenebilmelidirler. Hastaların ve kanserle mücadele konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının ulusal ve uluslararası gelişmeleri izleyebilmeleri, bunların aktif parçaları olabilmeleri ve tüm bunları paylaşabilmeleri için uluslararası platformlarda yer almaları, yurtdışında ve yurtiçinde düzenlenen faaliyetlere katılmaları gerekmektedir. Onkoloji Günleri bu konuda sivil toplum kuruluşlarına ve gençlik merkezlerine eşsiz bir imkan sunmaktadır. Onkoloji Günleri sayesinde Türkiye’den kansere karşı mücadele eden birçok sivil toplum kuruluşu uluslararası ve ulusal düzeyde ilişkilerini geliştirme fırsatı bulmuştur. Türkiye kanserle mücadele konusunda dünyaca tanınan çok başarılı bilim insanlarına sahiptir. Kanserin Türkiye’de geçmiş yıllara göre daha az korkulan ve tedavi edilebilir bir hastalık olması gerçeğinin arkasında Türk bilim insanlarının büyük mücadelesi vardır. Sivil toplum kuruluşları, tıp dünyasının yaptığı çalışmaların 22 topluma aktarılması ve kansere karşı korunma konusunda büyük bir destek noktası olmuşlardır. Başka bir değişle tıp dünyası, hastalar ve sivil toplum birbirini tamamlayıcı roller üstlenmektedir. Bu kesimler arasında bir işbirliği olmaksızın kanserle mücadele konusunda büyük sonuçlar elde etmek çok zor olacaktır. Diğer taraftan çevresel kanserojenler konusuyla mücadele eden Türkiye’den ve dünyadan sivil toplum kuruluşları ve bilim adamları bulunmaktadır. Kansere karşı mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının ve gençlik merkezlerinin bu geniş kesim ile bir araya gelmesi ve işbirliği yapmaları, konunun çarpan etkisinin artması ve daha geniş bir çevreye yaygınlaşmasına imkan sağlayacaktır. Bu yönüyle 6. Uluslararası ’Yeşeren Bir Bitki Onkoloji Günleri’ eğitsel hem de far- kındalık yaratma boyutlarıyla dikkat çekici bir proje olma özelliği taşımaktadır” dedi. Onkoloji Günleri’nin süreç içerisinde sadece Genç Birikim Derneği’nin düzenlediği bir proje olmaktan çıktığını belirten Yüce, sivil toplum kuruluşları, gençlik merkezleri ve uluslararası kuruluşların içinde yer aldığı bir network oluşumunu sağladığını kaydetti. Yüce, Tanıtma Fonu’nun katkılarıyla düzenlenen Onkoloji Günleri’ne uluslararası kuruluşlar, bilim adamları, kamu kurumları ve sivil toplum tarafından desteklenen ve uluslararası alanda tanınan bir etkinlik haline döndüğünü sözlerine ekledi. Toplantıda Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir ve Halk Sağlığı Müdürlüğü Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Şube Müdürü Tekin Güler de yer aldı. kapakkonusu KANSERDEN KORUNMADA DOĞRULAR/YANLIŞLAR Prof. Dr. İsmail ÇELİK İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Kansere yol açtığı söylenen ajanlarla ilgili her gün yeni bir haber çıkar. Aslında her gün sayıca artan (!) kanserojenler medyatiktir, bilimsel değildir. Kanser olmak için bir maddeye maruziyetin dozu ve süresi çok önemlidir. Akşam bir madde ile temas edip sabah kanser olmayız. Haberlere konu olan ve bilgi kirliliğine yol açan bu maddeler günlük yaşamımızın içindedir ve çoğumuzun bunlarla teması ya çok sınırlı sürede ya da çok çok az miktarlarda olur. Vücut bu tip zararlı 24 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 maddelere karşı savunmayı ve arınmayı mükemmel bir şekilde başarır; yaşayan organizmalar herhangi bir zehirli madde ile temas edince yok olacak güçsüz ve savunmasız değildir-korunma mekanizmaları mükemmel çalışır. Günlük yaşantıda çoğumuza sorun olmayan söz konusu maddeler ancak mesleksel olarak ve uzun yıllar boyunca maruz kalanlarda kansere yol açabilirler. Örneğin çevremizdeki kum elle temasta hiçbir tehlike içermezken kömür işçileri yıllar boyu kaya tozlarını soludukları için akciğer kanseri riskleri artar. Benzer şekilde mobilyacılarda odun tozu, tersane işçilerinde asbest, üzüm işçilerinde arsenik, ayakkabı boyacılarında benzen de mesleksel karsinojenlerin belli başlı örnekleridir. Çevremizdeki çoğu maddenin kansere yol açması için mesleksel olarak ve uzun yıllar boyunca maruziyet gerektirmesi, Paracelsus’un 16. Yüzyılda “Her mad- Prof. Dr. İsmail ÇELİK de zehirdir. Zehir ile zehir olmayanı ayıran dozdur” cümlesinde de vurguladığı gibi, modern toksikolojinin temel taşıdır. Sanıldığının aksine, genetik geçiş gösteren (ailevi kanserler) tüm kanserlerin binde birinden azdır. Kanserin sebepleri çoğunlukla yaşam tarzı kökenlidir: • Tütün • Diyet/Obesite/Fizik aktivite • Alkol • Enfeksiyonlar (Hepatit B ve HPV) serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Özellikle akciğer kanseri ile içilen sigara miktarı arasında açık bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı, sigara kullanma süresi, inhalasyon miktarı ve günlük tüketilen sigara miktarı, kanser riskini belirlemektedir. Sigaranın zararlı etkisi, sigara bırakıldıktan 10-15 yıl sonra bile devam etmektedir. Sigara dumanında 4000’e yakın sayıda kimyasal madde bulunmakta olup bunun 50’ye yakını kanserojendir. Başlıca kanserojen maddeler nikotin, nitrozaminler, nikel, kadmiyum, vinil klorid, katekol, benzopiren ve dibenzantrasendir. Dünyada, 15 yaş üstü 1.2 milyar kişi sigara içmekte olup bu rakamın 2025’te 1.6 milyara ulaşması beklenmektedir. Her yıl dünyada 5 milyon kanser sebeplerinin %90-95’ini oluşturur (Şekil 1). Tütün Tütün kullanımı her çeşit kanseri arttırır. Tüm kanserlerin yaklaşık yarısının sebebi tütün ve tütün mamülleri kullanımıdır. Sigara, kanser ile ilişkisi ortaya konmuş en önemli tüketim maddesidir. Sigaranın başta akciğer kanseri olmak üzere larenks, farinks, ağız boşluğu, özofagus, mesane, böbrek, pankreas, idrar yolları ve (Şekil 1) SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 25 insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir: diğer bir deyişle “6 saniyede 1 kişi” ölmektedir. (2. Dünya savaşında 20 milyon, 1. Dünya savaşında 8.5 milyon kişi öldü, dünya tarihindeki en büyük deprem 1976 Çin’de 800,000 kişi hayatını kaybetti, Atom bombası yüzünden 1945 yılında Hiroshima ve Nagazaki’de ölüm sayısı ise 220,000’dir). 2030’da ise 8 milyon kişinin sigara ve tütün kullanımına bağlı hastalıklardan hayatını kaybedeceği ve bu ölümlerin yüzde 70’inin de gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. Ülkemizde yılda 120 bin insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Bu günde yaklaşık 300 kişinin ölmesi anlamına gelir. 70 milyonluk Türkiye nüfusunun 20 milyonu aktif olarak sigara kullanmakta olup sigaraya bağlı hastalıklardan ölen kişi sayısı, trafik kazalarında ölenlerin (5000 kişi) 25 katı, İzmit depreminde resmi rakamlara göre ölü sayısı 35,000’in 4 katı, terörle mücadelede 30 yılda kaybettiğimiz insan sayısının 40,000 üç katıdır. Pasif içicilik de kanser sebebidir. Tütün dumanı ana akım ve yan akım olmak üzere ikiye ayrılır. Bir sigaradan ortama saçılan dumanın çok büyük çoğunluğu yan akımdan oluşmaktadır. Bazı kanser yapıcı maddelerin miktarı yan akım dumanda ana akıma göre 10-200 kat daha fazladır. Çevresel tütün dumanına maruziyet akciğer ve meme kanseri riskini arttırmaktadır. Pasif içicilikten her yıl dünyada milyonlarca, ülkemizde ise yaklaşık 17 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Çevreye yayılan duman, sigarada süzülmeyip direkt havaya karıştığı için içerdiği zehirli maddeler açısından daha zengindir. ABD Çevre Koruma Örgütü havaya karışan sigara dumanını, hardal gazı, benzen ve arseniğin de içinde bulunduğu “A Grubu insan kanserojen” grubuna almıştır. Pasif sigara içiciliği ile, akciğer kanseri de dahil olmak üzere meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kan kanseri gibi sigara içen kişide görülen her türlü kanser çeşidi ve bronşit, amfizem, kalp krizi gibi her türlü hastalık artmış oranda görülmektedir. Evde ailesi sigara içen çocuklar günde 5 sigara içmiş kadar zehirlenmekte ve kocası sigara içen kadınların ak26 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 ciğer kanserinden ölme riski 2-3 kat, meme kanseri gelişme riski ise 2 kat daha fazla olmaktadır. Sigara hem fiziksel, hem psikolojik bağımlılık yaptığından destek almadan bırakılması zordur. Ancak unutulmamalıdır ki sigarayı bırakmak için hiç bir yaş geç değildir. Tütün ve tütün mamullerini kullanan kişinin hemen bırakma girişiminde bulunması ve bunun için tıp kuruluşlarına bağlı profesyonel sigara bırakma merkezlerinden yardım alması gerekmektedir. Sigara bağımlığında tıbbi destek çok önemlidir ve ancak farmakolojik tedavi ile başarı oranı artmaktadır. Destek almaksızın kendisi sigara bırakan kişilerde bir yıl sonunda sigara içmeme oranı yüzde 5’de kalmakta, profesyonel destekle başarı şansı yüzde 15’e çıkmakta, farmakolojik tedaviyle yüzde 25-30’ların üzerinde başarı sağlanmaktadır. Diyet- Obesite ve Fizik Aktivite Sigara dışındaki en önemli kanser nedeni diyet-kilo-fizik aktivite bileşenlerinden oluşan “yaşam biçimi” alışkanlıklarıdır. Sigara kullanımı, beslenme alışkanlığı ile beraber gerek yaygınlık gerekse de risk büyüklüğü açısından en önemli iki kanser nedeni olarak karşımıza çıkmakta olup her iki faktör birlikte ele alındığında tüm kanserlerin yaklaşık %80-90’undan sorumlu oldukları düşünülmektedir. Şişmanlık, sebebi ne olursa olsun kanseri arttıran bir etmendir. Fazla kalori alınması ve şişmanlık, rahim, pankreas, safra yolları, barsak, böbrek ve meme kanseri riskini arttırmaktadır. Zararsız olduğu, kolesterol içermediği söylenen yağlı gıdaların (zeytinyağı veya kuru yemiş de dahil olmak üzere) çok miktarda alınmasının obeziteye yol açabileceği unutulmamalıdır. Gençlik dönemindeki fazla kilo ve şişmanlığın tüm hayat boyu devam ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla gençlik çağında şişman insanların fazla olduğu günümüz şartları göz önünde bulundurularak gelecekte kanser vakalarının artacağından endişe edilmektedir. İnsanların çoğu sağlıklı bir yaşam biçimi edinmek isteseler de günümüzde bunu başarmaya çalışırken önemli engellerle karşılaşmaktadır- lar. Yüksek kalorili yiyeceklerin ve lokanta yemeklerinin kolay ulaşılır ve uygun fiyata olması bu yiyeceklerin tüketiminde artışa sebep olmaktadır. Yanı sıra fiziksel aktivitedeki azalma her yaştaki ve her toplum kesimindeki insanlarda şişmanlık salgınına katkıda bulunmaktadır. Uzun çalışma saatleri ve ev halkının çoğunun çalışması, yemek hazırlamaya ayrılan zamanı azaltmaktadır. Bu da ev dışında çoğunlukla işlenmiş besinler ve “fast food” tüketiminde artışa neden olmaktadır. Boş vaktin azalması, ulaşım için otomobillerin kullanılması, elektronik eğlencenin ve iletişim araçlarının kullanımının artması hepsi daha az aktif bir yaşam tarzı oluşmasına katkıda bulunmaktadır. Şişmanlığın önlenmesi sağlıklı beslenme ve fizik aktivite ile olur. Kanser ve diğer hastalıkları engelleyen fiziksel aktivitelere küçük yaşta başlanması en büyük faydayı vermektedir ancak yine de her yaşta egzersiz yapmanın faydalı olduğu ispatlanmıştır. Amerikan Kanser Derneğinin bireylere yönelik beslenme ve fizik aktivite önerileri şöyledir: 1) Başta bitkisel kaynaklı olmak üzere sağlıklı besinler tüketiniz: • Her gün 5 veya daha fazla porsiyon sebze ve meyve çeşitlerinden yiyiniz • İşlenmiş (rafine) tahıllar ve şekerler yerine, ham tahılları tercih ediniz • Kırmızı etin, özellikle yağlı ve işlenmiş olanların, tüketimini kısıtlayınız. • Sağlıklı kiloyu korumaya yardımcı olacak besinleri seçiniz 2) Fiziksel olarak aktif bir yaşam tarzı benimseyiniz. • Yetişkinler haftanın 5 ya da daha fazla günü 30 dakika ya da daha fazla orta derecede aktivitede bulunmalıdır. Haftanın 5 yada daha fazla günü 45 dakika yada daha fazla orta-şiddetli derecede aktivitede bulunmak meme ve barsak kanseri riskini azaltmaktadır. • Çocuklar ve gençler haftanın en az 5 gününde günde en az 60 dakika orta-şiddetli derecede fiziksel akti- vitede bulunmalıdır. 3) Yaşam boyu sağlıklı kiloyu koruyunuz. • Kalori alımını fiziksel aktiviteye göre dengeleyiniz. • Son zamanlarda fazla kilolu ya da şişman iseniz kilo veriniz. 4) Alkollü içeceklerin tüketimini sınırlayınız. Beslenme ile ilgili çok fazla sayıda yanlış inanış mevcuttur: • Soyanın içindeki kadınlık hormo- nu olan östrojene benzer maddeler, yüksek dozda alındığında meme ve rahim kanserlerine yol açabilir. • Domates, brokoli ve lahana gibi gıdaların yüksek miktarlarda tüketilmesinin kanserden koruduğuna dair veriler yeterli değildir. • Ganoderma Lucidum (sözde ölümsüzlük mantarı!), içinde bir nevi “kadınlık hormonu” ve teratojen olan dietilstilbestrol (DES) maddesini içerdiği için önceleri prostat kanserinde kullanılmış ancak sonradan ilaç olarak kullanılması 2002’de FDA tarafından yasaklanmış ve piyasadan kaldırılmış olan PC-SPES’in 8 bitki karışımından biridir. Reishi kullanımına bağlı karaciğer yetmezliği ve arkasından ölüm ile sonuçlanan vakalar tıbbi literatürde bildirilmiş olup basında geçtiği şekliyle Reishi’nin yan etkisinin olmadığı bilgisi kesinlikle yanlıştır. Sık görülen yan etkileri bulantı ve kusma (kemoterapi alanlarda önemli bir sorundur) ve “fare zehiri” diye de bilinen warfarin benzeri etki ile kanamaya yol açmasıdır. Tedavi ile ilişkili en önemli sorunlardan bir diğeri de bu mantarın, daha önceden greyfurt suyunda da tanımlandığı şekilde karaciğer sitokrom enzimleri üzerinden etki ederek, kemoterapi veya beraberinde kullanılan bulantı önleyici ilaçların etkilerinin azalmasına neden olmasıdır. Bulantı, kusmaya yol açması, kanama yan etkisi, kemoterapi ve diğer ilaçların etkilerini azaltma sorunları yüzünden özellikle kemoterapi ile beraber kullanılması, kemoterapiden önce ve/veya sonra alınması kesinlikle sakıncalıdır. • Aspartam ve sakarin gibi yapay tatlandırıcıların kansere neden olduğu bilgisi ispatlanmamıştır. • Kahve tüketiminin kansere neden olduğu ve yeşil çayın kanserden koruduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur. Alkol Alkol kanseri tetikler. Az miktarda bile olsa alkol kanserojen etki gösterir. Alkolün neden olduğu kanserler ağız boşluğu, larinks, özefagus ve karaciğer kanserleridir. Alkol kullanımı yanında sigara içimi de varsa kanser riski, her biri için 5 kat iken, 25 kata çıkmaktadır. Sonuç Kanserden korunmak için yaşam biçimimizi değiştirmemiz ve sigara dumanına maruz kalmayan, sağlıklı beslenen, şişman olmayan ve fiziksel olarak aktif olan bireyler olmamız gerekli ve yeterlidir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 27 haber NÖROENDOKRİN TÜMÖRLERİN TEŞHİSİ ÖNEM TAŞIYOR Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonları olan organlardan kaynaklandığını ve teşhisinin zorluğu nedeniyle çok sinsi ilerleyip diğer organlara yayıldığını söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, eskiden ileri evrede yaşam sürelerinin çok kısa olduğu bu kanser türünde yeni tedavi seçenekleriyle kanserin stabil tutulabildiğini ve yaşam sürelerinin 5 ila 10 yıl arasında uzatılabildiğini söyledi. Nöroendokrin tümörlerin endokrin fonksiyonu olan, salgısal fonksiyonları olan organların hepsinden kaynaklanabileceğini belirten Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin Özkan, “Bizim en sık gördüğümüz tipleri daha çok sindirim sisteminden, pankreas, ince ve kalın bağırsaklardan kaynaklanıyor. Sindirim sistemi organlarından en çok pankreasta karşılaşılıyor. Bunlar aslında yıllardır bilinen bir tümör grubu ama tanı konmasında problem var” dedi. Yavaş Seyirli Ama Sonuçları Çok Ciddi Nöroendokrin tümörlerin çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içinde diğer organlarda çok büyük kitlesel yapılar oluşturabildiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, “Bu tümörler 28 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 pankreasın bez, endokrin fonksiyon gören kısımlarından kaynaklanıyor. Pankreas sindirimde hem enzimatik bir salgı yapıyor hem de endokrin bir fonksiyon görüyor yani insülin salgılıyor, ona benzer çeşitli hormonlar salgılıyor. Bunlarda daha çok pankreasın kuyruk ve gövde kesiminde yerleşiyorlar, baş kesiminde yerleşmiyor. Bu tümörler aslında çok yavaş seyirli tümörler olmasına rağmen yıllar içerisinde başka organlara çok ciddi sıçrama yapabiliyorlar. Karaciğere sıçrayıp karaciğerde çok ciddi harabiyetler yapabiliyor. Asıl tümör kaynağı pankreas oluyor. Yavaş ilerlemelerine rağmen zaman içerisinde bu tümörler hastayı çok kötü durumlara düşürebiliyorlar. En sık gördüğümüz pankreas, ince bağırsaklar ve kalın bağırsaklar yani sindirim sisteminin bulunduğu kısım” diye konuştu. “Teşhis Edilmesinde Sıkıntı Var” Eskiden Nöroendokrin tümörlerinin tespit edilmesinin çok zor olduğunu söyleyen Prof. Dr. Özkan, şimdi ise bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedeflerin daha net ortaya konmaya başlandığını söyleyerek, “Patolojik olarak tanınmaları önceleri çok zordu hem de radyolojik olarak görün- tülenmeleri ve tespit edilmeleri oldukça zordu. Bu konu çok önemli aslında, burada bu tümör hücrelerinin yüzeyindeki bazı hedefler daha net bir şekilde ortaya konmaya başlandı. Son yıllarda buna dayalı olarak da tedavide ciddi gelişmeler yaşandı. Özellikle salgı fonksiyonunu yöneten bazı reseptörler var tümör hücrelerin yüzeyinde bunlara karşı geliştirilen ilaçlar var. Bu ilaçlar bu salgı bezlerinin, salgı yapan tümör hücrelerinin fonksiyonlarını bloke ediyorlar. Bunların da uzun etkilileri son yıllarda daha etkin bir şekilde kullanılmaya başlandı. İlk çalışma 2006 yılında ABD’de açıklandı, daha sonra arkasından ikinci bir ilacın büyük çalışması açıklandı. Bundan son- ra artık bu ilaçlar rahatlıkla bu tümörü kontrol altına almada ilk basamak tedavi olarak kullanılmaya başlandı” şeklinde konuştu. “Hedefe Yönelik İlaçlar Yaşam Sürelerini Önemli Oranda Uzattı” Hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde hastalığın artık kontrol altına alınabildiğini ve hastaların yaşam sürelerinin anlamlı bir şekilde uzadığını belirten Prof. Dr. Metin Özkan şunları söyledi: “Tanısal amaçla bazı testler yapılıyor. Bu reseptörlerin yoğunluğuna bakılıyor. Aynı zaman da patolojik incelemede bunların hızlı çoğalan mı yavaş çoğalan mı oldukları belirleniyor. Yavaş çoğalan cinslerinde daha etkin olduğu biliniyor, hızlı çoğalanlarda fazla etkinlikleri yok, o grupta kemoterapi kullanılıyor. Bunların ardından yeni dönemde akıllı ilaçlarda bu tümörlerde kullanıma girmeye başladı. Tümörün damarlanmasını azaltan ilaçlar tümörde büyüme yolaklarının alt gruplarına etki eden ilaçlar veya çoklu fonksiyon gören ilaçlar. Yani birkaç fonksiyonu bir arada gören ilaçlar bu hastalıkta kullanılmaya başlandı ve bu tedaviler ışığında artık daha etkin bir şekilde hastalık kontrol altına alınabiliyor ve hastalar daha uzun yaşayabiliyor.” rolüne katkı sağlıyor. ilaçların gidip bu tümör hücrelerini tahrip etmesi sağlanıyor. Tümörün üzerine yapışarak radyo terapiye, ışın tedavisine benzer etkinlik yapan moleküller yerleştiriliyor. Hastanın vücuduna verildiği zaman gidip hücrenin yüzeyindeki reseptöre yapışarak onu tahrip ediyor. Bunların hepsi hedefe yönelik tedavi olmuş oluyor. Bu kadar ileri evre olan kanserlerde uzun dönem yaşam şansı hiç yokken şuan çok ileri evre olmalarına rağmen hastalar 10 yıl, 5 yıl, 7 yıl yaşama şansı bulabiliyor” dedi. Hücrenin Yüzeyindeki Reseptöre Yapışarak Onu Tahrip Ediyor “Bu Konuda Uzman Eksikliği Var” En büyük problemin tanı koymakta yaşandığını söyleyen Prof. Dr. Özkan bu kanserin genellikle ilermiş dönemde yakalandığını belirterek, “Tanı koymada aslında fazla şansımız yok. Tümör salgı yapmıyorsa hastalık semptom vermiyorsa başka organa sıçradıktan sonra bize geliyor. O dönemde ilerlemiş oluyor ama bu tümörler yavaş seyirli olduğu için cerrahinin yine yeri var mesela tümör yükünü azaltan cerrahi. Tümörün hepsini çıkarmasanız bile önemli bir kısmını bile çıkarmak hastalığın kont- Yaşanan en büyük sıkıntının ise özelleşmiş merkezler dışında bu kansere tanı konmasının zorluğu olduğunu söyleyen Prof. Dr. Metin Özkan, “En büyük sıkıntı burada oluşuyor. Bu tümörlerin tespitinde birileri bir şeyler görüyor gördükten sonra hastayı daha ileri merkezlere sevk ediyorlar. Gerek Türkiye’de olsun gerek dünyada olsun böyle özelleşmiş merkezler dışında bu hastalığa yaklaşımda çok fazla tecrübe yetersizliği var. Fakat biz Erciyes Üniversitesi olarak bu konuda referans merkezlerden birisiyiz” şeklinde konuştu. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 29 haber KALP SAĞLIĞINDA YENİ BİR TARTIŞMA KONUSU: TUZ Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Erdem Diker, Günlük normal bireyler için tuz ihtiyacı 3- 7 gr (ortalama 5 gr) arasına iken ülkemizde yapılan araştırmalarda bunun 3 katı kadar tuz tükettiğimizi belirtti. Fazlası zararlı. Azı da zararlı mı ? Günlük normal bireyler için tuz ihtiyacı 3- 7 gr (ortalama 5 gr) arasına iken ülkemizde yapılan araştırmalarda bunun 3 katı kadar tuz tükettiğimiz tespit edilmiştir. 5 gr tuz kabaca 1 çay kaşığı tuza denk gelmektedir ve bu miktar yemeklere tuz eklenmeden doğal günlük tüketilen yiyecek ve içeceklerle de sağlanabilmektedir. Bu açıdan ülkemizin dünyada en çok tuz tüketen ülkeler arasında yer aldığı söylenmektedir. Yüksek miktarda sodyum tüketiminin sağlık problemlerine neden olduğu bilinmesine rağmen, dünyanın birçok yerinde insanlar almaları gereken miktardan çok daha yüksek miktarda tuz tüketebilmektedirler. Bazı kişilerde böbreğin tuz atma kapasitesi sınırlı olabilir ve gereğinden fazla tuz alınması, hipertansiyonun ortaya çıkmasına veya en azından hipertansiyon tedavisinde başarısızlığa yol açabilir. Ülkemizde 2004 yılında 15 milyon olan yüksek tansiyonlu hasta sayısı 2008 yılında 18 milyona çıktığı ve bu artışta tuz tüketimin önemli rol oynadığı iddia edilmektedir. Yapılan çalışmalarda her 6 gramlık tuz alımında kan basıncının 8.2 milimetre civa civarında arttığı bulunmuştur. Diyet içeriğinde ki tuzun 1 gram azaltılmasının hipertansiyonu olan kişilerde, felçlerde % 5, kalp krizlerinde ise % 3’lük bir azalmaya yol açabileceği düşünülmektedir. Fakat son zamanlarda farklı veriler de ortaya çıkmış durumdadır. Düşük sodyum tüketenlerde hipertansiyon gelişiminin tuz tüketimi ile ilgili olmayabileceği ve 30 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 bu grupta tuz tüketimi kısıtlanmasının faydası olmayacağına dair veriler vardır. Sonuçta tüm toplumda genel bir tuz kısıtlanması yapmanın hem uygun hem de faydalı olamayacağı iddia edilmektedir. Bunun yanı sıra son zamanlarda aşırı tuz azaltılmasının çeşitli sağlık sorunlarına davetiye çıkardığını iddia eden çalışmalar da yapılmıştır. Bu nedenle günlük 3.5-5 gr’dan daha az tuz tüketimini uluslar arası tıbbi tedavi kılavuzlarında sorgulanmaya başlanmıştır. Bu amaçla toplanan konferanslarda bazı hasta alt gruplarında (diyabetli, kalp yetmezlikli, böbrek yetmezlikli) az tuz tüketiminin zararlı olabileceği ile ilgili de bilgiler elde edilmiştir. Alternatif olarak potasyum içeren diyetin arttırılmasına elverecek stratejilerin geliştirilmesi önerilmiştir. Düşük tuz diyetinin fayda ve zararları ile ilgili daha kaliteli bilgilere ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Eskilerin tabiri ile “ifrat ve tefrit” in yani çoğun da azın da iyi olmayacağını düşünerek şöyle pratik öneriler getirebiliriz; Günlük 5 gr (1 çay kaşığı) tuz tüketimi hedef değer olmalıdır, Ev dışında yemek yeniyorsa az tuzlu gıdalar tercih edilmelidir, Hazır gıda alırken mutlaka paketindeki tuz içeriğini kontrol edelim, Evde yemek hazırlarken tuz miktarını azaltalım, Yemeğin ve salatanın tadına bakmadan tuz ilavesi yapmaktan kaçınılmalıdır. Tuz yerine maydanoz, • • nane, kekik, dereotu, rezene, fesleğen veya reyhan gibi baharatlar kullanılabilir. Turşu, ketçap, salça, salamura peynir, zeytin, soya sosu, salata sosları vb. yiyeceklerin tuz içeriği yüksektir. Bu besinlerden uzak durunuz ya da çok nadir tüketiniz. Meyve ve sebze gibi potasyumdan zengin diyeti arttırmalıyız, Sonuçta tuz önemli bir mineral olarak günümüzde de popülerliğini koruduğunu belirten Prof. Dr. Erdem Diker, ‘’Sağlık açısından, tuz alımı ile kalp damar hastalıkları arasındaki pozitif ilişki gösterilmiştir. Tuz alımının azaltılması ile başta hipertansiyon olmak üzere çeşitli kalp damar hastalıklarının tedavilerinin daha kolay olduğu da gösterilmiştir. Bu sayede ekonomik yük de azalmaktadır. Ancak hangi hastalarda ne kadar tuz azaltılacağı ile ilgili bilgiler halen net bir sınırla çizilmemiştir.’’ diye konuştu. • • • • • Prof. Dr. Erdem Diker kapakkonusu TÜRKİYE’DE UYUŞTURUCU MADDE KULLANIM YAYGINLIĞI: RİSK ETMENLERİ VE ALGILAR Prof. Dr. Mustafa N. İLHAN Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Türkiye Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi Bilim Kurulu Üyesi Avrupa Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi Ulusal Uzmanı Giriş Uyuşturucu madde kullanımı önemli bir halk sağlığı sorunu olup, Türkiye’de diğer Avrupa ülkelerinde olduğu kadar yaygın görülmemekle birlikte, tüm boyutları ve risk etmenleri ile birlikte ortaya konması gereken tıbbi, hukuki, sosyal ve güvenlik boyutları olan bir konudur. Ülkemizde 2011 yılında TUBİM tarafından ülke örnekleminde ilk kez yapılan Türkiye’de Genel Nüfusta Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması (TUBİM GPS Araştırması) ve Türkiye’de Okullarda Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması (TUBİM SPS Araştırması) sonuçlarına göre esrar dahil herhan32 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 gi bir uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneyenler (yaşam boyu madde kullanımı prevalansı) 15-64 yaş grubunda % 2,7, 15-16 yaş grubunda ise % 1,5 olarak belirlenmiştir. 2011ve 2012 Türkiye Uyuşturucu Raporlarında uyuşturucu madde kullanımı Türkiye’de sorunun boyutu ortaya konmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi 2008 yılında madde bağımlılığının araştırılması ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amacı ile bir araştırma komisyonu kurmuş ve sorunu tüm boyutları ile değerlendirerek çözüm önerileri geliştirmiştir. Alandaki tüm tarafları bir araya getiren 2.Ulusal Uyuşturucu Politika ve Strateji Belgesi” (2013-2018) ile bu belgenin uygulanmasına yönelik faaliyetleri içeren “Ulusal Uyuşturucu Eylem Planı” (2013-2015) yürürlüğe konulmuştur. Ülkemizde eylem planını gerçekleştirebilmek için madde kullanımı risk gruplarını ve toplumsal algıyı belirlemeye yönelik bilgi, yol haritasını oluşturmaktadır. Bu yazıda Türkiye’de genel nüfusta yapılan uyuşturucu madde kullanımı araştırmasının ilgili sonuçları sunulacaktır. Genel Nüfusta Uyuşturucu Madde Kullanımı Risk Etmenleri Genel nüfusun yaş, cinsiyet, eğitim, medeni durum, en uzun yaşadıkları yer ve gelir gruplarına göre yaşam boyu uyuşturucu madde kullanma durumlarının dağılımları, Tablo 1, 2, 3, 4, 5 ve 6’da sunulmuştur. Prof. Dr. Mustafa N. İLHAN Tablo 1: Genel Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Yaş Grubu 15-24 25-44 45-64 Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) 2,9 97,1 2,8 97,2 2,3 97,7 p=0,323 15-24 yaş grubunda yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2,9 iken, 25-44 yaş grubunda %2,8, 4564 yaş grubunda %2,3’tür. Tablo 2: Genel Nüfusun Cinsiyet Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Cinsiyet Erkek Kadın Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) 3,5 96,5 2,6 97,4 p=0,078 Erkeklerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %3,5 iken, kadınlarda %2,6’dır. Tablo 3: Genel Nüfusun Eğitim Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Eğitim Durumu Eğitimsiz İlkokul Mezunu Ortaokul Mezunu Lise Mezunu Üniversite Mezunu Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) 2,6 97,4 2,4 97,6 3,2 96,8 2,6 97,4 3,1 96,9 p=0,521 Eğitimsizlerde yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2,6 iken, ilkokul mezunlarında %2,4, ortaokul mezunlarında %3,2, lise mezunlarında %2,6, üniversite mezunlarında %3,1’dir. Tablo 4: Genel Nüfusun Medeni Durum Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Medeni Durum Bekar Evli Dul/Boşanmış/Ayrı Yaşıyor Birlikte Yaşıyor/ Çok Eşli Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) 3,8 96,2 2,4 97,6 1,5 98,5 p=0,005 100,0 Bekarlarda yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %3,8 iken, evlilerde %2,4, dul, boşanmış ya da ayrı yaşayanlarda %1,5’dir. Bekar olmak istatistiksel olarak anlamlı biçimde uyuşturucu madde kullanımını artırmaktadır (p=0,005). Tablo 5: Genel Nüfusun En Uzun Yaşadıkları Yerleşim Yeri Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Yerleşim Yeri Tablo 7: Genel Nüfusun Yaşam Boyu, Son 12 Ay ve Son 30 Gün Tütün, Alkol ve İlaç Kullanma Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Yok Var (%) (%) Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) İl Merkezi 2,6 97,4 İlçe Merkezi 2,9 97,1 Köy/Kasaba 2,7 97,3 Yaşam Boyu Tütün p=0,850 İl merkezinde yaşayanlarda yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %2,6 iken, ilçe merkezinde yaşayanlarda %2,9, köy ve kasabada yaşayanlarda %2,7’dir. Tablo 6: Genel Nüfusun Gelir Gruplarına Göre Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanma Durumlarının Dağılımı Gelir Durumu kullanımı oldukça etkili olup, Tablo 7’de yaşam boyu, son 12 ay ve son 30 gün tütün, alkol ve ilaç kullanma gruplarına göre yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı sunulmaktadır. Yaşam Boyu Uyuşturucu Madde Kullanımı Var (%) Yok (%) 500 TL’den az 5,6 94,4 500-1000 TL 2,2 97,8 1001-2000 TL 2,6 97,4 2001 TL ve üzeri 2,9 97,1 p=0,001 Geliri aylık 500 TL (200 EU) ve altında olanlarda yaşam boyu uyuşturucu madde kullanımı %5,6 iken, 5011000 TL (201-400 EU) arasında olanlarda %2,2, 1001-2000 TL (401-800 EU) olanlarda %2,6, 2001 TL (800 EU) ve üzerinde olanlarda %2,9’dur. Gelir düzeyi aylık 500 TL (200 EU) ve altında olmak istatistiksel olarak anlamlı biçimde uyuşturucu madde kullanımını artırmaktadır (p=0,001). Tütün, Alkol ve Hekim Önerisi Dışında İlaç Kullanımı Durumuna Göre Uyuşturucu Madde Kullanımı Uyuşturucu madde kullanımını etkileyen önemli etkenler içinde tütün, alkol ve hekim önerisi dışında ilaç Alkol İlaç Var Yok Var Yok Var Yok 3,0 2,3 3,9 2,2 3,3 2,6 97,0 97,7 96,1 97,8 96,7 97,4 Var Yok Var Yok Var Yok 3,6 2,2 5,4 2,2 3,4 2,7 96,4 97,8 94,6 97,8 96,6 97,3 Var Yok Var Yok Var Yok 3,6 2,3 6,0 2,3 3,0 2,7 96,4 97,7 94,0 97,7 97,0 97,3 p=0,046 p=0,001 p=0,260 Son 12 Ay Tütün Alkol İlaç p=0,001 p=0,001 p=0,344 Son 30 Gün Tütün Alkol İlaç p=0,001 p=0,001 p=0,715 Yaşam boyu, son 12 ay ve son 30 gün tütün ve alkol kullanımı uyuşturucu madde kullanımını istatistiksel olarak anlamlı biçimde artırmaktadır. Yaşam boyu tütün kullanmış olanların %3’ü, son 12 ay kullanmış olanların %3,6’sı, son 30 gün kullanmış olanların %3,6’sı istatistiksel olarak anlamlı biçimde tütün kullanmayanlara göre daha fazla uyuşturucu madde kullanmaktadır (p=0,046, p=0,001, p=0,001). Yaşam boyu alkol kullanmış olanların %3,9’u, son 12 ay kullanmış olanların %5,4’ü, son 30 gün kullanmış olanların %6’sı istatistiksel olarak anlamlı biçimde alkol kullanmayanlara göre daha fazla uyuşturucu madde kullanmaktadır (p=0,046, p=0,001, p=0,001). SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 33 Esrar Kullanımı yip bırakamadığını belirtmiştir. Toplumda Madde Kullanımı Algısı TUBİM Genel Nüfusta Madde Kullanım Araştırması’nda esrar en çok kullanılan uyuşturucu madde olarak belirlenmiş olup, diğer uyuşturucu maddelerin de çok düşük sıklıkta kullanıldığı belirlendiğinden esrar kullanımı ayrıca incelenmiştir. İncelenenlerin yaşam boyu, son 12 ay ve son 1 ay esrar kullanma prevalansları Tablo 8’de sunulmuştur. Son kullanılan esrar en çok aile ve arkadaş çevresinden sağlanmakta, en çok bir arkadaşın evinde kullanılmaktadır. Esrar kullananların yarısı 24 saat içinde esrar bulmayı “kolay” olarak değerlendirmiştir. Bu bölümde katılımcıların tütün, alkol ve uyuşturucu madde kullanımına ilişkin algıları sunulmaktadır. Tablo 8: İncelenenlerin Yaşam Boyu, Son 12 Ay, Son 3 Ay, Son 1 Ay ve Araştırmanın Yapıldığı Anda Uyuşturucu Madde Kullanma Prevalansları Esrar kullanma prevalansı (%) Kişi sayısı Yaşam boyu 0,7 56 Son 12 ay 0,3 23 Son 1 ay 0,2 13 Esrar kullananların %14’ü kullanımın kontrolleri dışına çıktığını düşünürken, yine %14’ü bir doz bile atlama olasılığının kendilerinde endişe yarattığını belirtmekte, %19,3’ü esrar kullanımı ile ilgili kaygı yaşamakta ve %35,1’i esrarı bırakmayı istemektedir. Esrar kullananların %86,7’si kullandıkları zamanlarda günde 1-4 saat arasında sarhoş olduklarını belirtirken, %7,3’ü her gün en az 6 saat sarhoş olduklarını belirmiştir. Esrarı ilk kez kullanma yaşı ortalaması 20,89±3,99, ortancası 20,00’dir. Esrar kullananların %76,8’i son 1 ay içinde esrar kullanmamıştır. Esrar kullananlar en çok kenevir bitkisinden esrarı elde etmekte (gonca, yonca, ot), en çok da tütüne karıştırarak kullanmaktadır. Toplumun %0,2’si esrarı düzenli kullandığını belirtmekte olup, bu grubun yarıya yakını haftada 4-7 kez esrar kullanmaktadır. Esrar kullananların yarısından fazlası deneyip esrarı bırakabildiğini, 1/5’i dene- Tablo 9: Genel Nüfusun Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Suç Algısı Durumlarının Dağılımı Esrar kullananların %9,1’i her gün esrar kullanmayı durduramadığını, %10,9’u kendisinden normal koşullarda beklenenleri yerine getirmediğini, %9,1’i güne başlayabilmek için tekrar esrar kullandığını, %18’i pişmanlık yaşadığını, %35,1’i konsantrasyon sorunu yaşadığını belirtmiştir. Esrar kullananların %6,9’unun kendisi ya da bir başkası esrar kullanımı sonucu yaralanmıştır. Esrar kullananların %16,9’una akraba, arkadaş ya da doktorlar kullanımı azaltmaları ya da bırakmaları konusunda öneride bulunmuştur. Uyuşturucu Madde Bağımlısı Algısı % Daha çok suçlu 14,9 Daha çok hasta 48,4 Ne suçlu ne de hasta 6,0 Hem suçlu hem hasta 25,9 Kararsız 4,7 Toplumda uyuşturucu madde kullananlar %48,4 sıklıkla “daha çok hasta” ve %25,9 sıklıkla hem suçlu hem hasta” olarak değerlendirilmektedir. Bir başka deyişle toplumda her 4 kişiden 3’ü uyuşturucu madde kullananları hasta olarak değerlendirmektedir. Toplumun %81,9’u “insanlar tıbbi nedenlerle esrar kullanabilmeli” önermesine katılmazken, “insanlar eğlence amaçlı esrar kullanabilmeli” önermesine katılmayanlar %96,4, “insanlar esrar kullanabilmeli” önermesine katılmayanlar %96,6’dır. Sonuçlar toplumun esrar kullanımı konusunda çok az toleransa sahip olduğunu göstermektedir. Kesinlikle katılıyorum (%) Katılıyorum (%) Kararsız (%) Katılmıyorum (%) Kesinlikle katılmıyorum (%) Bilmiyorum (%) 3,3 6,2 4,2 11,2 70,7 4,4 0,4 0,6 0,8 9,9 86,5 1,7 0,4 0,3 0,9 9,8 86,8 1,7 İnsanlar tıbbi nedenlerle esrar kullanabilmeli İnsanlar eğlence amaçlı esrar kullanabilmeli İnsanlar esrar kullanabilmeli Tablo 10: Genel Nüfusun Esrar Kullanma Konusundaki Görüşlerinin Dağılımı 34 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Hoş görüyorum (%) Kısmen hoş görüyorum (%) Hiç hoş görmüyorum (%) Bilmiyorum (%) 1-2 kez ekstazi denemek 0,5 1,6 92,2 5,6 1-2 kez eroin denemek 0,3 0,7 95,3 3,7 Günde 10 adet sigara içmek 8,1 16,4 73,1 2,4 Haftada birkaç kez 1-2 içki içmek 7,4 12,9 77,1 2,7 Ara sıra esrar içmek 0,6 1,0 95,3 3,1 Tablo 11: Genel Nüfusun Tütün, Alkol ve Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Hoşgörülerinin Dağılımı Toplumun %90’dan fazlası esrar, ekstasi ve eroin denemeyi “hiç hoş görmezken”, günde 10 adet sigara içmeyi %73,1’i, haftada birkaç kez 1-2 içki içmeyi %77,1’i “hiç hoş görmemektedir”. Sonuçlar tütün ve alkol konusunda görece daha hoşgörülü olan toplumun uyuşturucu madde kullanımı söz konusu olduğunda hoşgörüsünün çok azaldığını ortaya koymaktadır. Toplumun %1’den az bir bölümü tütün, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı risksiz olarak görmekle birlikte, %90’dan fazlası tütün, alkol ve uyuşturucu madde kullanımını orta ve ağır derecede riskli olarak değerlendirmektedir. Her üç bağımlılık yapıcı madde için de toplumun risk algısı benzerdir. Sonuç Küresel ölçekte uyuşturucu madde kullanımı azalmakla birlikte ülkemiz- Günde 1 veya daha çok paket sigara içmek Hafta sonu 5 veya daha çok içki içmek Düzenli olarak esrar içmek 1-2 kez ecstasy denemek 1-2 kez kokain veya crack denemek de son 10 yıla bakıldığında genel olarak aynı sıklıkta olduğu bilinmektedir. Ancak, Türkiye’de ilk kez 2011 yılında yapılan genel nüfus ve okul çocukları araştırmalarının belli sıklıklarla tekrarlanarak hem kullanım sıklığını gerçekçi olarak saptamak, hem alınan önlemleri değerlendirmek doğru bir yaklaşımdır. İvedilikle düşük gelir düzeyi gibi özellikli gruplara yönelik politika geliştirilmesi uygun olacaktır. Bonzai gibi sentetik uyuşturucular zaman zaman ön plana çıksa da ülkemizde en önemli uyuşturucu maddenin esrar olduğu unutulmamalıdır, yeni çıkabilecek benzer maddeler için de önleme stratejisi başta olmak üzere ivedilikle mücadele edilmelidir. Toplumun büyük çoğunluğunun uyuşturucu madde kullananları hasta olarak görmesi, uyuşturucu madde kullanımı ile mücadelede özellikle koruma ve önleme faaliyetlerinde ve bağımlıları topluma geri kazandırmada kullanılacak önemli bir argümandır. Bunun yanında toplum uyuşturucu madde kullanımını hiç hoş görmemekte, uyuşturucu madde, alkol ve tütün kullanımı benzer risk düzeyinde algılamaktadır; toplumda uyuşturucu madde kullanımını önlemede tütün ve alkolle birlikte topyekün bir mücadele yapmak etkili bir önleme stratejisi olarak değerlendirilebilir. Kaynaklar 1. Türkiye’de Genel Nüfusta Tütün, Alkol ve Madde Kullanımına Yönelik Tutum ve Davranış Araştırması Raporu, TC İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanlığı, 2012. 2. Ulusal Uyuşturucu Politika ve Strateji Belgesi’nin Uygulanması için Ulusal Uyuşturucu Eylem Planı, Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanlık, 2013. 3. Uyuşturucu Başta Olmak Üzere Madde Bağımlılığı ve Kaçakçılığı Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu, TBMM, 2008. Risksiz (%) Hafif derecede riskli (%) Orta derece riskli (%) Ağır derecede riskli (%) Bilmiyorum (%) 0,3 2,3 9,6 86,0 1,8 0,8 3,0 11,7 82,0 2,4 0,1 0,2 1,6 95,8 2,3 0,2 0,5 2,3 92,3 4,7 0,1 0,3 1,8 93,6 4,1 Tablo 12: Genel Nüfusun Tütün, Alkol ve Uyuşturucu Madde Kullanma Konusundaki Risk Algısının Dağılımı SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 35 sağlığımıziçin MİKROPLARIMIZ VE BİZ Vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan milyarlarca mikroorganizma bulunmaktadır. Sağlıklı insan vücudunda, kişiye zarar vermeden denge içinde yaşayan mikroorganizma toplulukları normal floramızı oluşturur. Normal flora, deri ve dış çevre ile çeşitli bağlantılar aracılığıyla ilişkili olan yüzey, boşluk ve organların mukozalarına yerleşir. Bu mikroorganizmaların bir kısmı zararsız bir şekilde bizimle yaşar, bir kısmı vücudumuz için faydalı vitaminleri metabolitleri sentezler, bir kısmı ise fırsat bulunca hastalık yapar. Vücudumuzun savunma sistemindeki rolleri ise ayrı önem taşımaktadır. sakta bulunan mikroorganizmalar mikrobiyota olarak adlandırılır. Bağırsak mikrobiyotası, son yılların en çok araştırma yapılan konusu olarak ön plana çıkmaktadır. Bağırsak mikroflorası hem mikroorganizma sayısı hem de türleri bakımından bireysel farklılıklar gösteren dinamik bir sistemdir. Doğumdan sonra hızla bağırsaklarımız bakteri, mantar, virüs ve diğer canlılarla kolonize olmakta ve ilerleyen yaşlarda yaşam tarzı, antibiyotik kullanımı, anne sütü gibi çevresel etkenlerden etkilenerek o kişiye özel mikrobiyota yapısı oluşmaktadır. Bağırsak mikrobiyotasında yer alan organizmaların hücre sayısı insan vücudundaki hücre sayısının 10 katıdır. İnsanı bu kadar fazla mikroorganizma topluluğuyla birlikte büyük bir makroorganizma olarak düşünmek mümkündür ve bu büyük metabolik birlikteliği anlamak karmaşık birçok tıbbi incelemeyi gerektirmektedir. Flora içeren bölgeler arasında en ilginci şüphesiz bağırsaktır. Bağır- Bağırsak mikrobiyotası sağlık ve hastalıkta insan için önem taşımaktadır. Prof. Dr. Meltem YALINAY ÇIRAK Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı 36 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 İmmün sistem ile bağırsaklar arasında önemli düzeyde etkileşim bulunmaktadır. Doğumdan sonra ilk kolonize olan bakterilerden laktobasiller ve bifidobakteri gibi kommensal bakteriler, enterik immün sistem hücrelerini neye karşı nasıl yanıt vereceklerini belirlemek için eğitim verirler. Yapılan çalışmalarda, steril ratlarda doğumdan itibaren sindirim sistemi hücrelerinin gelişemediği, kan akımının ve peristaltizmin yavaşladığı, enfeksiyona karşı yanıt veremediği, lenfoid sistemin çöktüğü, alerjik hastalıklara eğilimli olduğu, oral tolerans kaybı olduğu görülmüştür. Bu nedenle çevresel faktörlere karşı savaşabilmek için, ilk oluşan mikrobiyotanın içeriği oldukça önemlidir. Yapılan çalışmalarda, 2 yaşına kadar mikrobiyotanın dalgalanmalar gösterdiği ve stabil olmadığı, 2-5 yaş arasında mikrobiyotanın temel şeklini aldığı ve erişkin yaşlara bu şekilde bozulmadan geldiği anlaşılmıştır. Ancak özellikle bu erken yaşlarda kullanılan antibiyotikler, yararlı bakterileri öldürerek mikrobiyotayı kalıcı olarak bozabilmektedir. Bu durumda erişkin yaşlarda obezite ve inflamatuvar bağırsak hastalığı görülme riski 2-3 kat artmaktadır. Yiyecek ve beslenme tarzımız da mikrobiyotayı değiştirmektedir. Prebiyotik adı verilen bağırsaklarımızda yararlı bakterileri selektif olarak çoğaltan lifli gıdalar bağırsak mikrobiyotasını olumlu etkilemektedir. Bunun dışında ülkemizde yaygın olarak tüketilen geleneksel besinlerden yoğurt, kefir, ayran da laktobasil ve bifidobakterileri artırmaktadır. Batı tipi yaşam tarzı artık ülkemizde de giderek artmaktadır. Batı tipi yaşam tarzı denilince sadece beslenme değil (fast-food kültürü, früktozkarbonhidrat ağırlıklı, doymuş trans yağlardan zengin beslenme) daha az aktivite, artmış sosyal stres gibi faktörler anlatılmak istenmektedir. Bu tip yaşam tarzı, bağırsak mikrobiyotasını değiştirmektedir. Bazı çalışmalarda, gelişmiş ülkelerde sık görülen hastalıklardan alerjik hastalıklar, otoimmün hastalıklar, bazı kanser tipleri, obezite, diyabetes mellitus, psikiyatrik hastalıklar, inflamatuvar bağırsak hastalığı, çölyak hastalığı bağırsak mikrobiyotasının olumsuz etkilenmesine bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Probiyotikler yeterli miktarda konakçıya verildiğinde sağlık yönünden yarar sağlayan mikroorganizmalardır. Bunların başında laktobasiller ve bifidobakteriler gelmektedir. İlaç sanayisi bu bakterileri ticari olarak piyasaya sunmuş ve halen yaygın olarak kullanılmaktadır. İnsan mikrobiyotasını araştırmak üzere ABD “Human Microbiome Project (HMP) - İnsan Mikrobiyom Projesi”ni başlatmıştır. Amacı insan vücudunun tüm bölgelerindeki mikrobiyotanın haritasını çıkarmak ve gelecekte yapılacak tanı ve ilaç çalışmaları için veri bankası oluşturmaktır. Benzer şekilde Avrupa Birliği 2008 yılında “MetaHIT” projesini başlatmıştır. Benzer projeler Çin gibi ülkelerde de yürütülmektedir. Mikrobiyota projeleri ile sağlıklı bir insanın normal florasında daha önceden kültürü yapılamadığı için bulunduğu bilinmeyen yeni türler dahil bütün bakterilerin nitelik ve niceliği ortaya çıkarılmaktadır. Başta bağırsak mikrobiyotası olmakla birlikte, bizimle yaşayan mikroorganizmaları araştırmalarla ortaya koymak, sağlık ve hastalık üzerine etkilerini anlamak bu mikroorganizma dengesinin korunma yollarının belirlenmesi önemlidir. Mikroplarımızla birlikte sağlıklı günler dileğiyle….. Prof. Dr. Meltem YALINAY ÇIRAK SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 37 haber SAĞLIK SEKTÖRÜNÜN DİJİTAL GELECEĞİ DHS 2014’TE KONUŞULDU Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Digital Health Summit 2014 İstanbul Park Bosphorus Hotel’de yapıldı. Sağlık sektörüne vizyon kazandıracak yenilikçi dijital sağlık çözümleri başta olmak üzere birçok farklı konunun ele alındığı zirvede, ilaç sektörünün uluslararası alandaki başarılı projeleri, dijital mecralarda hukuksal sınırlar ve Sağlık Bakanlığının sürdürmekte olduğu dijital projelerde diğer dikkat çekici başlıklar arasında yer alıyor. Türkiye’de düzenlenen ilk ve tek dijital sağlık zirvesi olma özelliğini taşıyan Digital Health Summit Turkey’in üçüncüsü Eylül ayında gerçekleşti. Avea’nın ana sponsoru olduğu zirve PTMS tarafından düzenlendi. Zirvede sağlık sektörünün tüm paydaşları dijital sağlık ve teknolojik ilerlemeler ile ilgili deneyimlerini, projelerini paylaştılar. 17, 18 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen DHS Turkey, 200’ün üzerinde katılımcıya ev sahipliği yaptı. Zirvede 26 oturum ve 53 konuşmacı yer aldı. Sağlık sektöründe dijital kanalların kullanımı ile ilgili gelişmeleri ve deneyimleri aktarmayı hedefleyen vizyoner zirvede; “Sağlığın Geliştirilmesinde Dijital Projeler”, “Sağlıklı Dijital Stratejinin Formülü”, ”Dijital Sağlıkta Hukuksal Sınırlar”, “Büyük Verinin Etkili Kullanımı”, “Dijital Teknolojilerin Evrimi”, “Dijital Dünyada Kronik Hastalıklar”, “Uzaktan Çok Yönlü İzleme” gibi farklı başlıklar konuşuldu. 38 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Sağlık Bakanlığı 3 TV Açacak Dijital sağlık alanında gelişmelerin ele alındığı toplantıda Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Ömer Tontuş, yaptıkları dijital çalışmalar hakkında şunları söyledi: “Gebe WEBTV, Sağlık TV ve Sabim TV olmak üzere 3 kanal açılacak. SABİM TV ile yatan ve ayaktan hastalarla ilgili bilgilere ulaşılabilecek. Sağlık WEB TV, internet üzerinden halkımızın sık karşılaşılan hastalıklar konusunda güvenilir kaynaktan rafine bilgiye ulaşmaları için tasarlandı. Ülkemizde 686 çeşit hastalıkla karşılaşılıyor. Örneğin, Kist Hidatik hastalığını İngiltere’de göremezsiniz ancak, ülkemizde görülmektedir. Bu portallarda sık karşılaşılan hastalıklara yer verilecek. GEBE TV’de ise, hamilelik sürecinde anne adaylarının ve babalara yönelik bilgilendirici içerikler olacak.” Aranan Kelimelerin Yüzde 77’si Sağlık Bilgisi İnternet kullanıcılarının yüzde 97’sinin en az bir kez sağlık ile ilgili bir temayı web üzerinden araştırdığını belirten Tontuş, internet erişimi olan bireylerin hastalandıklarında eğer erişim imkanı varsa yüzde 100’ü hastalıkları ile ilgili web üzerinden bilgi aradıklarını belirtti. Sağlık bilgisine erişmek isteyenlerin yüzde 77’sinin arama motorlarını kullanarak arama yaptığını kaydeden Tontuş, son bir yıl içinde Türkçe en çok aranan kelimeler listesinde sağlık, diyet ve kanser kelimeleri düzenli olarak var olduğunu dile getirdi. Tontuş, yapılan çalışmalardan birinin de Aile Hekimliği Çağrı Merkezi olduğunu ve kaydedilen bireylerin durumları ile ilgili otomatik mesajlarla hatırlatmaların yapılabileceğini kaydetti. Tontuş, çalışma hakkında şu örneği verdi; yeni doğan ve kaydedi- len bir çocuğun aşı takvimine göre hatırlatmaların yapılacak. Kayıtlı olan bireylere sağlığıyla ilgili bilgiler iletilecek. Çocuklara Mobil Sağlık Oyunları Sağlık Bakanlığının gelişen dijital sistemlere uyum sağlamak için mobil uygulamalar yaptığını kaydeden Tontuş, çocuklara oyun oynayarak sağlık alanında bilgilerini öğrenebilecekleri yeni seçenekler sunacaklarını ifade etti. Kanıta Dayalı Tıp Rehberi Aile hekimlerine yönelik hazırlanan Kanıta Dayalı Tıp Rehberi sayesinde, hastanın şikayetine göre rehber sayesinde tanı ve tedavi sürecinde yardımcı olacak. Ulusal Sağlık Sistemi Geliyor Sağlık Bakanlığının “Ulusal Sağlık Sistemi”ni hazırladığını belirten Tontuş, “Kişisel bilgilerin yer alacağı sistem tüm sağlık bilgilerini içerecek. Kişi bilgilerini kimlerin görmesini isterse kendisi belirleyebilecek. Dijital Sağlıkta Bölgesel Lider: İstanbul Her şey 2000’li yılların ortalarında başladı. Akıllı telefonlar ceplerimize girdi, tanıtım uzmanlarımız tablet kullanmaya başladı ve hatta küçücük çoçuklar annelerine gidip “ipad parmağım uf oldu” demeye başladı. Özellikle 2008’den sonra çok hızlanan bu süreci tüm sektörler kucaklarken ilaç sektörü hep şüpheci yaklaştı. Dijital dünya ne kadar rahatsa, ilaç sektörü de bir o kadar kurallara bağlı çalışmak durumundaydı. “Dijital Sağlıkta Bölgesel Lider: İstanbul” başlıklı sunumunda GSK İlaç MEA/CIS Bölgesi Terapi Alanı Medikal Direktörü Dr Burkay Adalığ, şunlara değindi: “Son 6-7 yılı kapsayan bu süreçte elbette önemli adımlar attık; Amerika ve Avrupa odaklı dijital araştırmalar ışığında kendi modellerimizi oluşturduk ve hatta Türkiye spesifik veriler üstünden konuşmaya başladık. Bugün geldiğimiz noktada pek çok ilaç firması İstanbul’u bölgesel üs olarak kullanmaya başladı ve “Ortadoğu – Afrika – CIS” bölgesine rehberlik eden, stratejik yardım sağlayan bir konuma geldik. Bu bölümde bölgenin dijital sağlıktaki yerini inceleyecek ve dijital sağlıktaki “coğrafi” ufkumuzu genişleteceğiz.” GSM Operatörü Yöneticisi Gözüyle Mobil Sağlık Nereye Gidiyor? İçinde bulunduğumuz dönemi en iyi tanımlayan kelime dönüşüm. Kişiler, toplum ve elbette iş yapma biçimlerinde temel dönüşümler yaşanmakta. Bu dönüşüm teknolojinin de ivmelendirmesiyle neredeyse her şeyi zaman ve mekan bağımsız hale getiriyor. Mobilitenin bu dönüşümün önemli bir bölümü olduğunu belirten Avea Kurumsal İş Çözümleri Departman Müdürü Murat Erim, “GSM Operatörü Yöneticisi Gözüyle Mobil Sağlık” başlıklı sunumunda şunları söyledi: “Artık kitlesele yönelik standart olmayan kişiye özel hizmet söz konusu. Kurumlar için iş yapma şekillerinin evrimleşmesin- de mobilite etkileri çok daha somut. Mobilite sayesinde her yerden her zaman erişilebilir olan kişiler sürekli “iz bırakıyorlar” ve bu bilgi artık toplanıp işlenebilir hale geldi. Avea bu dönüşümde yerini farklılaşan kurumsal ürün ve çözümleriyle yerini alarak kurumlardaki mobil dönüşüme eşlik etmekte.” Tele-Medikal Ortamlarda ve Doktor Muayenehanelerinde Hızla Uygulama Sağlığın IT gurusu olarak bilinen Shahid Shah’ın “Sağlıkta Büyük İş Fırsatları” başlıklı konuşmasında yeni teknolojilerin hastanelerde, tele-medikal ortamlarda ve doktor muayenehanelerinde hızla uygulamaya konulmasının gerekliliğinden bahsetti. Sağlık Bakanlığı, Anadolu Kuzey Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Kemal Memişoğlu’nun sunumu ise Bakanlık bünyesinde İstanbul’da yürütülen büyük verinin etkili kullanılması ile ilgili çalışmaları büyük ilgi uyandırdı. Tüm dünyada en sık görülen kronik hastalıklardan biri olan “Diyabet” bu yıl zirvenin ana teması olarak yerini aldı. Diyabet oturumunda hem hekimlerin hem de diyabet hastalarının penceresinden dijital uygulamalar, web tabanlı iletişim platformları değerlendirildi. Ayrıca sosyal medyada ses getiren “ALS Hastalığı Farkındalık Kampanyası” dernek temsilcileri tarafından bilinen ve bilinmeyen yönleriyle katılımcılarla paylaşıldı. Ayrıca zirvede yer alan ‘ Mobil Sağlık Aplikasyonlarında İkna Stratejileri’ paneli ve start up sunumları oldukça ilgi çekti. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 39 haber PFİZER TÜRKİYE, DAHA SAĞLIKLI BİR YAŞAM İÇİN SEN ÇOK YAŞA GÜNÜ’NÜ ORTAKÖY MEYDANI’NDA KUTLADI! Pfizer Türkiye, Sen Çok Yaşa Günü’nü 30 Eylül’de İstanbul, Ortaköy Meydanı’nda çok sayıda ziyaretçinin katılımıyla kutladı. Katılımcılar gün boyunca sağlıkları hakkında merak ettikleri birçok soruya yanıt alırken, uzman diyetisyenler, spor eğitmenleri ve doktorların danışmanlığında daha sağlıklı bir yaşama adım attı. Pfizer Türkiye’nin Beşiktaş Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleştirdiği Sen Çok Yaşa Günü’nde halka açık etkinliklerde katılımcılar, sağlıklı yaşam ve düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme gibi konularda bilgilendi. Pfizer’in, her yaşta daha sağlıklı bir yaşam için gerekli olan tarama, beslenme, egzersiz ve hastalıklardan korunma olmak üzere 4 tema üzerine odaklandığı etkinlik büyük ilgi gördü. Ortaköy Meydanı’nda ziyaretçiler farklı konularda bilgilenirken, düzenlenen yarışmalarla eğlendiler ve etkinlik sonundaki mini konserle keyifli bir gün geçirdiler. Alanda 10 farklı hastalık hakkında bilgilendirici stantlar, sağlıklı atıştırmalıklar, egzersiz alanı, çocuk parkı, vücut kitle indeksi ve tansiyon ölçümü bölümleri yer aldı. Hekimlerden öneri ve yorumlar, profesyonel spor eğitmenleri eşliğinde pilates dersleri, uzman diyetisyenlerin beslenme tavsiyeleri ile belirlenen bölümlerin tamamını ziyaret edenler, sağlıklı yaşama bir adım atmış oldu. Pfizer Türkiye Genel Müdürü Elif Aral Sen Çok Yaşa Günü’nün Pfizer için önemine şu sözlerle değindi. “Hepimiz yaşlanıyoruz. Yaşam süreleri 42 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 uzarken yaşam kalitesinde de artış bekleniyor. Orta yaş üstü bireylerin ülke nüfuslarındaki oranı artarken, insanların yaşlanma hakkında duygu ve düşüncelerini daha çok konuşabilmesi ve mutlu bir yaşlılık dönemi için hazırlanmaları giderek önem kazanıyor. Pfizer Türkiye de bu projeyle toplumun tümünü kucaklayarak sağlıklı yaşlanmaya vurgu yapıyor, yaşamları daha fazla yıl, yılları daha fazla yaşamla doldurmak için ‘Sen Çok Yaşa’ diyor.” Pfizer Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Yasemin Ayginin, “Biz Pfizer’de görevimizin dünyanın dört bir yanında daha çok sayıda kişiye ulaşarak, onların dolu dolu uzun bir ömür ya- şamalarına yardım etmek olduğuna inanıyoruz. Çocukları, gençleri ve yaşlıları hastalıklardan koruyarak, hasta olduklarında iyileşmelerini sağlayarak, yaşam kalitelerini artırıp dolu dolu yaşayabilecekleri sağlıklı bir yaşama kavuşmaları için çalışıyoruz. Bir sağlık kuruluşu olarak milyonlarca insanın hayatına dokunan bir iş yapıyoruz. Sen Çok Yaşa Günü’nde de bir kez daha yaşamlara dokunmak istiyor, sağlığa bakış açısına yeni bir soluk getirmeyi amaçlıyoruz. Bizim için bu son derece önemli günde, 30 Eylül Sen Çok Yaşa Günü’nde herkesi bizimle birlikte olmaya ve stantlarımızı ziyaret etmeye davet ediyoruz” diye konuştu. Türkiye ilaç endüstrisi, dünyanın en büyük ve kapsamlı ilaç fuarı CPhIWORLDWIDE’da, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ile Türkiye İlaç İhracatçıları Platformu’nun ortaklaşa yer aldığı stantta tanıtıldı. CPhIWorldwide Paris, bu yıl 7-9 Ekim tarihlerinde Paris’te gerçekleşti. Üç gün süren CPhIWorldwide Paris süresince; Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) ve İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) tarafından koordinasyonu yürütülen Türkiye İlaç İhracatçıları Platformu’nun ortaklaşa yer aldığı stantta Türkiye ilaç endüstrisi tanıtıldı. Etkinlik kapsamında birbirinden önemli konuşmacıların yer aldığı panel ve oturumlar gerçekleştirildi. Türkiye de, “Global Oyuncu Olarak Türkiye İlaç Endüstrisinin Dinamikleri” başlıklı bir panelle gündeme taşındı. ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Hakkı Gürsöz Türkiye sağlık sistemi reformları hakkında yaptığı konuşmada ‘’Dünya Sağlık Örgütü Anayasası’nda belirtildiği gibi sağlık herkes için temel bir insan hakkıdır. Bunu özümseyen ve yaptığı tüm işlerin merkezine insanı koyan bir yaklaşımla ikinci bin yılın başında ülkemiz sağlık sistemi analiz edilmiş ve aksayan yönleri ortaya konmuştur. Eş zamanlı olarak bu sorunlara odaklanan kapsamlı bir reform paketi olan Sağlıkta Dönüşüm Programı hazırlanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu programla 12 yılda eşine az rastlanır bir şekilde halkımızın sağlık düzeyi yükselmiş ve memnuniyeti artmıştır. Bugün en önemli görevimiz mevcut kazanımlarımızı koruyarak kararlılıkla 2023 hedeflerimize yürümektir.‘’ dedi. haber TÜRKİYE İLAÇ ENDÜSTRİSİ, CPHIWORLDWIDE PARİS FUARI’NDA TANITILDI İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Genel Sekreteri Turgut Tokgöz ise yaptığı konuşmada “İlaç endüstrimizde, uzun yıllara dayanan uluslararası kalite standartlarında üretim deneyimi mevcuttur. Kaliteli insan gücü ve yüksek teknolojisi ile gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek potansiyele sahip olan endüstrinin ürünleri, 150’den fazla ülkeye ihraç edilmektedir. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası olarak, endüstrimiz için, dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden ve ihracatçılarından birisi konumuna gelmek ve Ar-Ge yetkinliğimizi artırmak hedeflerini belirledik.’’ dedi. Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Fransa Danışmanı Utku Bayramoğlu ise Türkiye ilaç sektöründe yatırım ortamı ve fırsatları hakkında bilgi verdi. Türkiye “Global Oyuncu Olarak Türkiye İlaç Endüstrisinin Dinamikleri” Başlıklı Panelde Tartışıldı İlaç sektörünü temsil eden çok sayıda yerli ve yabancı katılımcının izlediği Türkiye panelinde Türkiye İlaç SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 43 sağlığımıziçin ZAYIFLAMA VE BESLENMEYE YENİ BİR BAKIŞ AÇISI Dr. Nurhayat GÜL Zayıflama gerekliliği genellikle kış biterken bir gereklilik olarak ortaya çıkar. Aslında doğa yenilenirken vücudumuzun yenilenme isteğine girmesi de anlaşılır ve mantıklı bir durumdur. Zayıflama bazılarımız için kışın farkına varmadan veya engelleyemediğimiz birkaç kilo; kimilerimiz ise yıllardan beri. Kim bilir belki kaç bahardan beri ertelediğimiz ve artık gözümüzde büyüyen birkaç 10 kilo olabilir. Bugüne kadar beslenme ve diyet yapma konusunda artık bilmediğiniz bir şey kalmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Belki bugüne kadar denemediğiniz zayıflama programı, mucize cihazlar kalmadı. Kilolar yerine umudunuzu kaybetmiş olabilirsiniz. Kimileriniz için ise kilo ile problemi yoktur ama sağlıklı olmaya ve ideal kilonuzu korumaya önem veriyor olabilirsiniz. Peki, bu konuda bildikleriniz dünyada son bilimsel çalışmalarla ne kadar uyumlu? Artık yanlış olduğu bilinmesine ve aksi yöndeki güçlü kanıtlara rağmen toplum tarafından yaygın olarak kabul edilmiş olduğu için değişmesi zor olan bilgiler tarafından yönlendiriliyor olabilirsiniz. Diyetler işe yaramaz. Çünkü sadece kaloriye odaklanırlar. Günlük kalori limitleriniz dahilinde istediğiniz her şeyi yiyebileceğinizi söylerler, sanki bu iyi bir şeymiş gibi. Günlük kalori hakkınızın hepsini birden yememenizi, küçük porsiyonlara bölerek yerseniz (aynı miktarı bölüyorsunuz, fazladan eklenen bir şey yok) metabolizmanızı hızlandırarak daha çok yağ yakacağınızı ve kan şekerinizin düşmesinden koruyarak çok acıkmaya fırsat vermeden iştahınızı kontrol 44 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 edebilmenizi kolaylaştıracağını da iddia ederler. Sebzelerin, meyvelerin kanser savaşçısı olduklarını bilirler ancak her şeyi yemek istediğiniz için onu da sizi iyileştirecek oranlarda değil, kalori limitleriniz dahilinde tüketmenizi söylerler. Diyetler işe yaramaz ve şu yaptıklarına bakınca aynı zamanda korkunçtur. Diyet yapıyor olmak da kötü bir şeydir. Hayatınızı bir daha asla diyet yapmanızı gerektirmeyecek şekilde ayarlamanız gerekiyor. Bilimsel çalışmalar yılda yarım bile kilo almanın meme kanseri riskini arttırdığını gösteriyor. Obezitenin tek başına kansere neden olma oranı %17. Tüm dünyada bir kanser patlaması yaşanıyor ve bu azalmayıp artacak. O halde artık sağlıklı beslenme ve diyet mitlerini son bilimsel çalışmalar ışığında yeniden gözden geçirelim. Sık Sık Ye, Az Az Ye. Yanlış! Yakın zamanlarda yapılan bir çalışma daha fazla kalori tüketmemize neden olan başlıca 3 etken saptandı. • Porsiyon miktarı • Yemeye sebep olan olayların sayısı • Yenilen yemeklerin kalorisi şamazsınız. Bu konuda tam tersi yaygın inanışa rağmen bugüne kadar hiçbir bilimsel çalışmada sık sık ve azar azar yemenin kilo vermeye veya verilen kiloyu korumaya yararı olduğu gösterilmedi. Ara öğün yapmak bir sonraki öğünde daha az yiyerek doymanıza neden olmaz. Aslında ara öğün yapmak bütünde baktığınızda alınan günlük kalori miktarında artma anlamına gelmektedir. Bundan başka günlük tüketeceğiniz toplam kaloriyi bölerek tüketmenin kilo vermeye avantaj sağlamadığı birçok çalışmada gösterilmiştir. Bu nedenle gerçekten aç olduğunuz zaman yemek yiyin. Gerçekten sağlıklı bir beslenme veya zayıflama pla- Ara öğün yapma çoğu insan için ara öğün atıştırmaları, genellikle sağlıksız beslenenlerde ortaya çıkan rahatsızlık veren çekilme belirtilerini gidermeye yarayan bir tepki olarak yaparlar. Daha sık yedikçe vücudumuz daha toksik olur ve daha çok yememize ve yemezsek daha çok kötü hissetmenize neden olur. Yüksek kalorili ama düşük besin kaliteli beslenme tarzı yerine tam tersine kalorisi düşük ama kalitesi yüksek olan yeşillikler, tüm sebzeler ve meyveleri daha fazla miktarda beslenmenize dahil ettiğiniz zaman hem aldığınız kalori azalır hem daha kaliteli beslenir ve yanı sıra kilo problemi ya- Dr. Nurhayat GÜL nında en fazla 3 öğün olmalıdır. Kilo vermenin sırrı yediklerinizin kaliteli kalori olmasıdır. Sağlıklı yiyecekler daha fazla doygunluk hissi oluşmasını sağlayarak toplam kalori tüketiminizi azaltmanızı ve sağlıklı kilonuzda kalmanızı sağlar. Metabolizmam yavaş, o yüzden kilo veremiyorum ve kolayca kilo alıyorum. Hızlandırmak için sık sık yemem gerekiyor. Yanlış! oluşur. Yanan sobanın ısı verirken, bacasından çıkan duman örneğini verebiliriz. Bunlar hücrede DNA, proteinler ve yağlara zarar verir. Buna oksidatif hasar diyoruz. Doğal olarak bu serbest radikalleri ortadan kaldıran antioksidan savunma sistemlerimiz vardır ancak oksidatif hasar yine de meydana gelebilir. Eğer özellikle beslenmemiz yeterli antioksidan içermiyorsa oksidatif hasar yaşlanmayı hızlandırır. Bu vücudun fizyolojik işlevlerinde zamanla azalma olmasıdır ve önce doku sonra organ hasarına yol açar. Sonuç olarak kronik hastalıklar ve ölüm riski artar. Vücudumuz neden yaşlanır? Çeşitli faktörlerin bir araya gelmesi sonucu. Hücre ve dokuda oksidatif stresin zamanla birikimi yaşlanmayı hızlandırır. Ayrıca hücredeki makinenin hızlı kullanımı son kullanma tarihini Metabolizma terimini kullandığımızda genellikle istirahat halindeki metabolizma hızımızı kastederiz. Bu bazal metabolizma hızı olup, vücudun istirahat haindeyken günlük işlevlerini sürdürebilmek için gereksinim duyduğu enerji miktarıdır. Çoğu insan bu hızın artmasının veya hızlandırılmasının iyi bir şey olduğunu düşünür, çünkü daha çok kalori yakabilecek ve kilo vermesi daha kolay olacaktır. İçinde yaşadığımız şişmanlatıcı yiyecek ortamında metabolizma hızının biraz bile düşük olmasının bazı insanların kolay kilo almasına neden olduğuna inanılır. Ancak metabolizmanızın hızlanmasının sizin bilseydiniz hiç istemeyeceğiniz bazı başka etkileri vardır. Ayrıca her şeyden önce metabolizmanızın hızlı olması kilo probleminizin tek çözümü değildir. Metabolizmanın Toksik Yan Ürünleri ve Biyolojik Yaşlanma İçinde bulunduğumuz çağda hastalıkların bu kadar artmasından sorumlu tuttuğumuz çevresel toksinlerin yanı sıra, vücudumuz her gün normal fizyolojik işlevleri sonucunda toksik bir takım yan ürünler ortaya çıkarır. Özellikle hücrenin enerji üretimi esnasında yan ürün olarak serbest oksijen radikalleri de erken getirecektir. Hayvanlarda metabolizma hızı ile yaşam süresi arasında ters oran olması bu tezi desteklemektedir. Hızlı metabolizmanın anlamı enerji dönüşümünde hızlanma, daha fazla serbest radikal oluşumu ve sonuçta oksidatif hasarın artmasıdır. Tiroid fonksiyonları konusunda 2010’da yayınlanan iki çalışmada tiroid işlevlerinin azalmasının yaşam süresini uzattığı gösterildi. 2011’de yapılan yeni bir çalışmada da metabolik hızın günlük 100 kalori artmasının doğal nedenlerle ölüm riskini %25-29 arttırdığı ortaya konuldu. Bu çalışmada metabolizma hızının SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 45 haber yavaş olmasının bizim için çok iyi olduğunu gösteren bilimsel kanıtlardır. Peki metabolizma hızının yavaş olmasının iyi bir şey olduğunu bildiğimize göre yavaşlatmak için yapabileceğimiz bir şey var mı sorusuna cevap arayalım. Bazal metabolizma hızımız genel olarak genetiğimiz tarafından belirlenir. Ancak düşük kalorili beslenme ve yediğinden fazla harcama bazal metabolizma hızını yavaşlatırken, karşıtı olarak fazla yemek yemek, daha doğru bir deyimle harcadığından daha fazla kalorili yemek metabolizmayı hızlandırmaktadır. Ayrıca hayvan deneyleri kalori kısıtlamanın maksimal ömrü %60 arttırdığı ortaya konulmuştur. Burada aklımızda tutmamız gereken egzersiz yaparken fazladan harcadığımız kalori artmasına karşın bu bazal metabolizma hızını arttırmayacaktır. Egzersiz, yağ olarak biriktirdiğimiz her bir kalorinin harcanmasını aktive eder, yağsız kas kütlesini arttırır ve harcadığımız kalori miktarını arttırmanın tek güvenli yoludur. Üstelik birçok bilimsel çalışma egzersizin ömrü uzattığını gösteriyor. Metabolizmanızı hızlandırmak sizi daha zayıf ve sağlıklı yapmaz. Muhtemel gerçek sizi daha hızlı yaşlandırır. Kilo vermek için metabolizmanızı hızlandırmak yerine, daha uzun ve sağlıklı bir yaşam için daha düşük kalorili ama yüksek mikrobesin içerikli bir beslenme ile metabolizmanızı yavaşlatın. Sevdiğiniz her şeyden az yemeniz sizi zayıf yutacaktır. Yanlış! Peki, ya sevdiğim şeyi az yiyemiyorsam? Tamamını bitirmem için bir ısırık almam yeterli ise? İşte madde bağımlılığı veya bağımlılık davranışının bazı karakteristikleri: • Sağlık üzerine olumsuz etkileri ol- masına rağmen ve sosyal sonuçları olmasına rağmen dürtüye karşı koyamama • Zamanla tolerans gelişmesi ve aynı tatmini alabilmek için miktarın arttırılmasına ihtiyaç duyulması 46 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 • Ara verildiği zaman yoksunluk belirtilerinin olması (toksik açlık) • İçinde Dopamin’inde olduğu ödül mekanizmalarının beyinde aktivasyonu Çoğumuz kalorisi yüksek ama besin içeriği boş olan bazı fastfood ve şekerli tatlılar gibi yiyecekleri yediğimiz zaman beynimizden gelen şu emri duymuşuzdur. DAHA ÇOK YEMEK İSTİYORUUUM!! Tamamen kontrolümüzü kaybederiz ve sağlıklı yaşamak için verdiğimiz kararların birdenbire hiçbir önemi kalmaz. Bu duygular beyinde dopamin ödül sisteminden gelir. dopamin motivasyonu düzenleyen ,memnuniyeti arttıran, özellikle yiyecekler gibi bazı uyaranlarca tetiklenen uyarıları daha da güçlendiren bir beyin kimyasalıdır. Memnuniyetin derecesini belirleyen, yenilen yiyecekle tetiklenen beyinden salgılanan dopamin miktarıdır. Obez Kişilerde Dopamin Reseptör Sayısı Daha Azdır Zayıf kişilerle kıyaslandığında, obez bireylerin beyninde daha az sayıda dopamin reseptörü (D2 reseptörü diyoruz) bulunduğu bilinmektedir. Bunun sonucunda yiyeceklere karşı ödül cevabı daha az hassastır ve bunun sonucunda açığı kapatmak için daha çok yemek yeme davranışı gelişmesine neden olabilir. Aşırı yemek yeme davranışı dopamin ödül cevabını körleştirerek, daha da fazla yemeye neden oluyor. Neden obez insanlar daha az sayıda dopamin reseptörü sayısına sahiptir. Madde istismarında olduğu gibi zamanla beyin bu duruma dopamin reseptör sayılarını azaltarak uyum sağlıyor. Fazla yemek yemede aynı sonuca neden oluyor. 2011’de yapılan bir çalışmanın ortaya çıkardığı sonuç ilginçtir. Damak tadını fazla uyaran yiyecekler (tatlı,tuzlu ve yağlı) tüketerek 6 ay içerisinde önemli miktarda kilo alan kadınlarda dopamin sistem cevabında belirgin miktarda azalma görüldü. Benzer bir dopamin azalması bulimianervosa hastası kadınlarda da gözlendi. Bu sonuçlar bize damağı uyaran yiyeceklerin çok fazla yendiği takdirde bunun daha da fazla yemeye ve kilo almaya bu mekanizma ile neden olduğunu düşündürmektedir. Damağı güçlü uyaran yiyecekler obez bireyler ve aşırı yiyenler tarafından daha yoğun hissediliyor. Zayıf bireylerle kıyaslandığında dopamin ödül sistemi obez bireylerde azalmış olsa da aslında damağı güçlü uyaran yiyeceklerde dopamin salgılanması daha da artmıştır. Özetle yeni çalışmalar aşırı yemek ve obez olmanın damağı uyaran yiyeceklere karşı daha da artan bir iştaha neden oluyorlar. Fakat dopamini daha fazla salgılatan bu yiyeceklere karşı zamanla azalan dopamin cevabı sonucunda bağımlılık giderek daha da kötüye gidiyor. Bağımlılık davranışı geliştirmeye hassasiyetimiz genetik yatkınlığımız ve duygusal durumumuz tarafından belirleniyor. Buna rağmen yine de damağı fazla uyaran yiyecekler fizyolojik olarak bağımlılık geliştirme özellikleri var. Sadece bir ısırık bile almak dopamin ödül sistemini harekete geçiriyor ve beyin daha fazla yeme emrini veriyor. İrade, mantık, sağduyu hiçbiri asla bağımlılık davranışını durdurmaya yetecek güce sahip değiller. Diğer bağımlılıklarda olduğu gibi bağımlılık yapan maddeden kurtulmak için o maddeden kaçınmak gereklidir. Nasıl bir alkolik sadece bir yudum alarak tekrar alkole başlama riski taşıyorsa aynı şey yiyecek bağımlılığı için de doğrudur. Doğal bitki kökenli yiyecekler, işlenmiş yiyecekler gibi dopamin ödül sistemini uyaracak şekilde yoğun şeker, tuz veya yağ tadı içermezler. Tam, gerçek ve doğal yiyecekler yemek bağımlılık geliştirmeden doğal yiyeceklerin keyfine varmanızı sağlar. Bu tuzağa karşı uyanık olmalı, kendinizi ve ailenizi bu şekilde sizi iyi besleyen doğal yiyeceklerden vazgeçmemelisiniz. Eğer sizde yiyecek bağımlılığı olabileceğini düşünüyorsanız o halde bir lokma bile kontrolü kaybettirebilir. Yiyecek bağımlılığı çok güçlüdür ve destek almanız gerekebilir. haber GELİŞEN DÜNYA DEĞİŞEN HASTANELER Doç. Dr. Elgiz YILMAZ Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı “Dijital davranış” ve “dijital düşünce sistemi” geliştirmemizi sağlayan yeni teknolojilerin yanı sıra “mobilite” hemen her sektörde son 10 yılın yükselen değeri oldu. Giderek kişiselleşen bir sağlık sisteminde internetin, tabletlerin ve akıllı telefonların sağlığın sürdürülmesinde, hastalıkların uzaktan yönetilmesinde ve kronik durumlarla baş edilmesinde anlamlı bir yarar ve katma değer kazandırıyor. Son iki-üç yılda, akademisyenler, hekimler, hastaneler, ilaç sektörü, eczaneler gibi sağlık sektörünün tüm paydaşlarının yanı sıra, hizmet ajansları, mobil operatörler, kablosuz erişim sağlayıcılar, uygulama ve yazılım firmaları gibi sektöre servis sağlayan 48 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 firmalar dijital kanalların sağlık sektörüne entegrasyonu için yoğun işbirliği içine girdiler. Hatta bu çözüm ortaklıklarına ait deneyimlerin paylaşıldığı networking amaçlı toplantılar bile düzenlenmeye başladı. Sağlık sektörünün önemli aktörleri olan hastaneler, klinikler, ilaç firmaları geleneksel iletişim ve pazarlama yöntemleriyle dijital iletişim ve pazarlama yöntemlerini entegre ederek ekonomik ve zaman kazandıran iş modelleri kuruyorlar. Bu yaklaşım sayesinde doktorlarla iletişimde ve hasta odaklı çözümlerde yüksek etkinlik düzeyine erişmeyi hedefliyorlar. Sağlık sektörü söz konusu olduğunda, her doktorun tıbbi uzmanlığı ve dolayısıyla mesleki ihtiyaçları farklı, her doktor için her hastası ve şikayetleri bir ve tek olduğu için, hemşirelerin hasta bakımında, tedavinin takibinde rolü çok önemlidir. Bu nedenle sektör ve servis sağlayıcılar bireysel ve kurumsal web sitelerini, sosyal medya uygulamalarını, çoklu iletişim kanalı etkinliklerini, dijital pazarlama uygulamalarını, B2C stratejilerini oluştururken “sosyal CRM” vurgusunu ön planda tutmalıdır. Dijital kanallar sayesinde sağlık bilgisine, sağlık hizmetine erişim giderek kolaylaştığı için nihai ve potansiyel hasta ve hasta yakınlarının anlık geri Doç. Dr. Elgiz YILMAZ bildirimleri anlık kişiye özel “offer”lar şeklinde kullanılabilmeli ve hastanın hizmet alımında süreklilik sağlayacak şekilde değerlendirilebilmelidir. Öte yandan sağlık sektöründe veri madenciliğinin en temel malzemesi hasta kişisel ve tıbbi bilgileri olduğu için veri gizliliği, hasta haklarının ve mahremiyetinin korunması, sağlık okuryazarlık seviyesi göz önünde bulundurularak hastalara ve yakınlarına bilgi akışı sağlanması ve kişiye özel hizmet sunulması altı çizilmesi gereken başlıklardır. Hastaneler dijital medya uygulamalarının öneminin farkında olmalarına rağmen daha çekingen davranıyorlar. Ancak öne çıkan iyi örnekler zamanla bu çekingenliği azaltacaktır. Örneğin; Dünya Göz Hastanesi’nin dijital iletişim faaliyetleri oldukça dikkat çekici ve başarılı. Öyle ki; hastanenin 2011 yılında Facebook üzerinden lazer tedavilerinde teknolojinin ve hasta seçiminin önemini vurgulamak amacıyla düzenlendiği “Bakışını Değiştir” projesi dünya genelinde 54 farklı ül- keden katılan 500’ün üzerinde sosyal medya kampanyası arasında birinci seçildi. Öte yandan özel hastaneler ve sağlık kuruluşlarının kullanıcılarına ambulans çağırma, en yakın hastaneyi, eczaneyi, doktoru öğrenebilme, ilk yardım uygulamaları hakkında bilgi verme, hastanede doğan bebeklerinin fotoğraflarını paylaşabilme imkanı veren mobil uygulaması, mobil uygulama üzerinden takip edilebilen «Sigara Bırakma Projesi» ve kamu ve özel hastanelerin online randevu veren, grup hastanelerinde görev yapan doktorların bilgilerine ulaşılabilen, hastaların tahlil sonuçlarını takip edebildikleri mobil uygulaması öne çıkan projelerden. Ayrıca kamu hastanelerinin de teşhis ve tedavi üniteleri ile tıbbi kadro bilgisi, tetkik sonuçları öğrenme, güncel sağlık bilgisi gibi önemli konu başlıkları açısından içeriği zengin kurumsal web siteleri olduğunu da belirtmemiz gerek. Sağlık Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Merkezi Hastane Randevu Sistemi sayesinde, hastalar istedikleri devlet hastanesinin istedikleri uzmanlık alanında istedikleri doktordan istedikleri tarihte randevu alabiliyorlar. Deneyim paylaşımı ve etkileşimin en hızlı olduğu sağlık alanında doktorların tıbbi literatüre ulaşma, online tıbbi, cerrahi eğitim videolarına ve platformlarına erişme, ilaçlara ait detaylı (görsel ve yazılı) bilgileri edinebilme, sosyal güvence sistemiyle ilgili yenilikleri takip edebilme, hastaları için kişiye özel bilgilendirme içerikleri oluşturma, tablet uygulamaları (Poster Maker projesi) gibi farklı ihtiyaçları karşılamak amacıyla geliştirilen dijital teknolojiler özellikle doktorlar ve hemşireler tarafından beğeniyle karşılanmaktadır. Şu noktanın altını çizmekte fayda var; dijitalleşen dünyada farklılaşmanın yolu; sağlık alanında dijital global projelerin Türkiye uygulamalarını ve ülkemizde tasarlanan özgün yerel projeleri kurgularken, sağlık sektörünün etik ve regülatif ilkelerine dikkat etmek çok çok önemlidir. Her ülkenin sosyo-ekonomik, kültürel yapısı farklılık gösterebildiğinden; toplum bireylerinden oluşan nihai ve potansiyel hastaların, sağlık profesyonellerinin ve sağlık kuruluşlarının ihtiyaçlarını doğru tespit etmek, bu verilerden yola çıkarak dijital düşünce sistemi oluşturmak gerekir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 49 haber KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLAR TÜRKİYE’DE BİRİNCİ SIRADA YER ALIYOR Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi işbirliği çerçevesinde hazırlanan ülke raporu, “Bulaşıcı Olmayan Hastalıklara Yönelik Daha İyi Sonuçlar İçin Sağlık Sistemi Zorlukları ve Fırsatları” konulu toplantıda açıklandı. Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölgesi işbirliği çerçevesinde hazırlanan ve ülke raporunun açıklandığı “Bulaşıcı Olmayan Hastalıklara Yönelik Daha İyi Sonuçlar İçin Sağlık Sistemi Zorlukları ve Fırsatları” konulu toplantı Bera Otel’de yapıldı. Türkiye’nin sağlıkta oldukça iyi bir yol aldığını belirten Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, ülke olarak yaşam süresinin 76 yaşa yükseldiğini ve giderek yaşlı nüfus olma yoluna gidildiğini ifade etti. 50 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Türkiye’de Birinci Sırada Kardiyovasküler Hastalıkları Görüyoruz Kronik ve bulaşıcı olmayan hastalıklarda artış beklediklerini kaydeden Özkan, şunları söyledi: “Bu süreçte hem yaşlanıyoruz hem de yaşam süremiz uzuyor ama yaşam tarzımızda da değişiklikler oluyor. Yaşamımızdaki risk faktörlerini artırmaya başladık. Fiziksel aktivite, yeterli ve dengeli beslenmeme gibi nedenler de bizim için önemli risk faktörleridir. Veriler, ölüm nedenlerine baktığımızda da bizi destekliyor. Türkiye’de birinci sırada kardiyovasküler (kalp ve damar) hastalıkları görüyoruz. İlk 3 neden de bulaşıcı olmayan hastalıklar var. Dolayısıyla doğru yoldayız, ülke raporundaki öneriler de bizim için önemli bir yol çizecek.” Fiziksel Aktivite Yapma Konusunda Toplumumuzun Farkındalığını Artıracağız Kronik hastalıklardan korunmak, kaliteli ve sağlıklı yaşamak için belli şeyler yapılacağını belirten Özkan, “İlk olarak risk faktörleriyle savaşacağız. Fiziksel aktivite yapma konusunda toplumumuzun farkındalığını artıracağız ve fiziksel aktif olarak yaşayan bireyler olmaya çalışacağız” ifadesini kullandı. Hastalıklar çıkmadan önce önlemlerin alınması gerektiğini vurgulayan Özkan, hastalık çıktıktan sonraki yükün her anlamda daha fazla olduğunu söyledi. Özkan, erken tanının da çok önemli olduğunu belirterek, etkili tedaviyle komplikasyonları azaltmayı amaçladıklarını aktardı. Sağlık Bakanlığı olarak her ayın son pazar gününde sağlık yürüyüşlerinin yapıldığını hatırlatan Özkan, yürüyüşlerin bundan sonra her hafta pazar günü yapılacağını ve yürüyüşe diğer kamu kurum ve kuruluşlarının da katkı vereceğini kaydetti. Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu Projesi Bütün bunların yapılabilmesi için Türkiye’de sağlık alanında çok sektörlü çalışılması gerektiğini vurgulayan Özkan, “Birçok bakanlığın olacağı bir yapılanmanın olması gerekiyor. Sağlık Bakanlığının geliştirdiği “Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu Projesi”ni Başbakanımıza sunduk ve olur aldık. Bundan sonra da hayata geçirilmesi için mevzuat hazırlığına da başladık” diye konuştu. Özkan, yakın zamanda gıda sektörüyle de bir çalıştay hazırlayacakları bilgisini verdi. Her 2 Bin Nüfusa Bir Aile Hekimi Düşmesini Planlıyoruz Şu anda 3 bin 500 nüfusa bir aile hekimi düştüğünü, her 2 bin nüfusa bir aile hekimi düşmesini planladıklarını da bildiren Özkan, «Aile hekimleri kendine kayıtlı bilgileri sistemden takip ediyorlar. Aile hekimleriyle görüşmelerimizde, koruyucu hizmetlerin çok daha önemli olduğunu ifade ediyorlar. Aşılama yüzdelerinde çok iyi gidiyoruz, bebek-çocuk izlemlerinde de çok iyi gidiyoruz. Biz, el birliğiyle fedakarlık içindeyiz» dedi. Aile hekimlerinin mekanlarında da sıkıntı yaşadıklarına değinen Özkan, bazen belediyelerin kira almadan verdiği aile sağlığı merkezleriyle ya da kamudan alınanlarla toplumda, hekime güvenilirliği daha da yükseltmeye çalışacaklarını anlattı. 13 Ekim’de Bakanlar Kurulumuz Yürüyüş Yapacak Bir gazetecinin “Geçtiğimiz günlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nu ziyaret ettiğinde ‘Bakanlar Kurulu olarak yürüyeceğiz’ dedi. İleride Davutoğlu’nun katılacağı bu yürüyüş için bir planlama yapıldı mı?” sorusu üzerine Özkan, şunları kaydetti: “Sayın Başbakanımıza Sağlık Bakanlığı olarak brifing verdik. Sayın Başbakanımız, hem çok sektörlü sağlık sorumluluğunu hem de obezite ile mücadele programlarını destekleyeceğini ifade etti ve ‘Her zaman yanınızdayım’ dedi. 3 Ekim ‘Dünya Yürüyüş Günü’, tatile denk geldiği için 13 Ekim’de Bakanlar Kurulu bir yürüyüş yapalım, farkındalığa katkımız olsun’ dedi. Bunun organizasyonunu biz yapacağız. 13 Ekim’de Bakanlar Kurulumuz bir yürüyüş yapacaklar. Başbakanımızın başkanlığında Meclise yakın bir yerde yürüyüş yapacağız, arkasından Bakanlar Kurulu’na geçecekler.” Özkan, daha sonraki hafta ise illerdeki bürokratlarla sağlık yürüyüşlerinin yapılacağını, farkındalık yaratmak için farklı hedef grupları ile yürüyüşlerinin devam edeceğini de sözlerine ekledi. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 51 haber MEDYA FARKINDALIK KAMPANYALARI MADDE BAĞIMLILIĞININ ÖNÜNÜ KESİYOR Medya farkındalık kampanyaları, hedef kitlenin doğru seçilmesi ve doğru mesajlar verilmesi halinde, madde bağımlılığının önüne geçebiliyor. Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin ev sahipliğini yaptığı, “Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu” devam ediyor. Sempozyumun ikinci gününde madde bağımlılığında “Medya Farkındalık Kampanyaları” tartışıldı. Stockholm Sosyal Gelişim Birimi, Sosyal İşler İdaresi Bölümünde Gelişim Departmanı Yöneticisi Richard Ives, uyuşturucuyu önlemenin çok kolay olmadığını belirterek, uyuşturucunun ancak çeşitli kampanya ve reklamlarla önüne geçilebileceğini söyledi. Kampanyalarda neyi değiştirmek istiyorsanız gençlere o yönde mesajların verilmesi gerektiğini belirten Ives, “Aynı zamanda bilgilendirme yapılmalı ve ebeveynlere de yer verilmelidir” diye konuştu. Ives, dizi ve filmlerde farkındalık oluşturulabilineceğinin de altını çizdi. Gençler eğitilmeli Biyoloji Uzmanı Dr. Christian Mirre ise medyanın kullanılarak farkındalık yaratılmasının oldukça önemli olduğu52 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 nu vurguladı. Uyuşturucusuz Avrupa Vakfı’nda çalıştığını belirten Mirre, vakıf olarak 22 Avrupa ülkesinde faaliyet gösterdiklerini ifade etti. “Gençleri korumak için medya taktikleri kullanarak onları eğitmeliyiz” diyen Mirre, uyuşturucunun gerçek zararlarının gençlere anlatılması gerektiğini vurguladı. Vakıf olarak bağlı oldukları Uyuşturucusuz Dünya Vakfı’nın çok kullanılan oniki uyuşturucu maddesi ile ilgili kampanyalar düzenlediğini dile getiren Mirre, şunları kaydetti: “Dünyanın birçok yerinde pek çok kampanya ve etkinlik düzenlendi. Birçok işletme hazırlanan afişleri kendi işyerlerine astı. 50 milyondan daha fazla broşür hazırlandı. 16 tane ödüllü spot düzenlendi. Yüzlerce TV kanalı bizim videolarımızı yayınladı. Posterler hazırlandı, okullarda müfredatlarına uyumlu materyaller uygulandı. 25 milyondan daha fazla kitapçık, 15 milyondan fazla materyal dağıtıldı. Kampanyayla 200 milyondan daha fazla kişiye ulaştık.” Korkutucu mesajlardan uzak durulmalı Varşova Sağlık Bakanlığı Uyuşturucu Önleme Ulusal Bürosunun Müdür Yardımcısı Boguslawa Bukowska, iyi bir kampanyanın verilerinin doğru toplanması ve hedef kitlesinin doğru seçilmesi gerektiğini belirterek, “İnsanlara korkutucu mesajlar verilmemelidir. İkna edici kampanya mesajları verilerek, bazı soru işaretleri oluşturulmalıdır. Ve o mesajlara cevaplar verilmelidir. Kampanyada sosyal pazarlama prensipleri eğer mümkünse uygulanmalıdır. Etkili kampanyalar 3 yıl devam etmeli ve birden çok kanal aracılığıyla kampanya uygulanmalıdır. Bunlar ebeveynlere de ulaşılabilir bir biçimde hazırlanmalıdır” diye konuştu. Tıp Doktoru Elias Allara da kampanyaların uyuşturucuyu önlemede büyük potansiyellerinin olduğunu söyledi. Bazı basın kampanyalarının yasadışı ilaçları hedef aldığını belirten Allara, “Bu kampanyalar ekonomik ve kamu sağlığı bakımından tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor” diye konuştu. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... TIP ETİĞİ AÇISINDAN KOMPOZİT DOKU NAKLİ Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU (MD, PhD) Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Tıp Etiği Nedir? Mesleki kişisel bir kimlik olarak hekim kimliği, insanları iyileştirmeye yönelik bilgiler, beceriler ve değerlerle donanmış kişileri belirtir. Hekim kimliğinin oluşumunda mesleki bilgi birikimi ön koşuldur, bununla birlikte yeterli değildir; hekimin bilgisini uygularken ve sunarken benimsediği değer ve tutumlar hekimliğin niteliği hakkında belirleyicidir. Hekimler, aldıkları tıp etiği eğitimi ile etik sorunları ayırt etme, bu sorunlar üzerinde sistemli düşünme ve çözüm yolları üretme ve amacına en uygun davranışı seçme becerisine sahip olmalıdır. Öznesi ve nesnesi insan olan, uygulamalı bilimsel bir etkinlik olarak tanımlanabilecek tıp alanında; hasta ile ilgili bir konuda karar verme ya da hastanın karar vermesi konusunda hekimlerin omuzlarında bir çok sorumluluk bulunmaktadır. Hekim hastasına sunduğu ve birlikte karar aldıkları tedavi seçeneklerinin arasında hasta ve bazen ilgili diğer bireyler için en uygun olanı seçip karar vermek zorundadır. Aldığı kararlar her ne kadar hastanın onayı alınarak verilmiş kararlar olsa da, hekimin bilgisi doğrultusunda olduğu için, örnekleriyle yaşadığımız bazı durumlarda hekim bunu yeterince açıklayamazsa sonuçların sorumluluğunu tek başına taşımak zorunda kalmaktadır. Bu nedenle, ileri cerrahi bilgi ve beceri gerektiren bir çok operasyon için sağlam bir tıp etiği bilgisi de gereklidir. Tıp etiği, hekimlik bilgilerimizle tıbbi-bilimsel kararlar verirken, “en iyi” kararı verme uğraşıdır, uygulamalı etik alanlarından birisi olarak, en eski meslek etiğidir. Kompozit Doku Nakillerinde Etik Önemli midir? Tıp son derece dinamik ve hızla gelişen bir uygulamalı bilimsel etkinliktir. Tıp uygulamaları doğrudan insan üzerinde yapıldığı için öteki bilimsel alanlara göre etik açısından her adımda çok özenli olmayı gerektirir. Geçmişten günümüze, özellikle her yeni uygulamada hekim, mutlaka evrensel tıp etiği ilkelerine göre davranmalıdır. Kompozit Doku Nakillerinin tıp etiği açısından en belirleyici özelliklerine bakarsak; doğrudan yaşamsal etkisi olmayıp, yaşam kalitesini yükselten nakillerdir. Mevcut tıbbi bilimsel durumda, hasta bu nakilden sonra ömür boyu ilaç kullanmak zorundadır. Bu nakiller niteliğine göre bazı işlevlerin sürdürülmesi amacıyla yapılıyorsa, ameliyat endikasyonu bilimsel ölçütlere göre iyi hesaplanarak saptanmalıdır. Yarar-zarar dengesi çok iyi kurulmalıdır. Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU 54 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Kompozit Doku Nakli Merkezleri Yönergesi’nde; Vaskülarize Kompozit Doku: “tipik olarak ektoderm ya da mezodermden köken almış; deri, yağ dokusu, kas, sinir, lenf nodu, kemik ve kıkırdaktan en az ikisinin kombinasyonunu içeren ve nakledildiği alıcıda damar anastomozları ile yaşa- tılan dokuları” tanımlamak amacıyla kullanılmaktadır. Vaskülarize kompozit dokuların nakli, tıbbi açıdan ileri düzeyde cerrahi bilgi ve beceri gerektiren; cerrahi hekimlik açısından, günümüzde mükemmelliğin ulaştığı son noktalardır. Özellikle günümüzde kök hücreden bronş üretiliyorken ve öteki organların da, bireylerin kök hücrelerinden üretilmesi çalışmaları sürerken, yaşam kalitesi açısından önemli olan kompozit doku nakillerinin de giderek artan sayıda ve çeşitlilikte başarılı operasyonlarla gelişeceği görülmektedir. Gelecekte şu an tıbbi yeterliliklerimiz açısından yaşadığımız bir çok sorun ortadan kalkacaktır. Kendi hücrelerinden üretilmiş bir doku nakli ile gelecekte, hastanın hayatı boyunca sürekli immun sistemini baskılayan ilaç kullanması gerekmeyecektir. Bununla birlikte şu anda hastalar immunosupressif ilaç tedavisini ömür boyu kullanmak zorundadır. Çok ileri cerrahi yetenek gerektiren vaskülarize kompozit doku nakilleri başarısı için, sadece cerrahi anastomoz becerisi yeterli değildir; buna ek olarak birçok tıbbi bilimsel alandaki bilgiyle eşgüdüm içerisinde sürdürülebilir. Tıp etiği açısından hepsi bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle “endikasyon kararı” çok önemlidir. Kompozit Doku Nakilleri, genellikle yaşamsal olmayan, fakat yaşam kalitesi açısından önemli fark yaratabilen cerrahi operasyonlar olduğuna göre, burada etik açıdan en kritik durum; “tıbbi endikasyon” kararıdır. Genellikle ulusal sağlık mevzuatında hekimin özerklik sınırları içerisinde kalan “endikasyon” kavramı kompozit doku nakillerinin toplumsal etik ve tıbbi etik açısından en tartışılan yönünü oluşturmaktadır. Yarar-zarar dengesinin çok iyi kurulması önemli bir sorumluluktur. Mutlaka farklı uzmanlık alanlarından oluşturulmuş yetkin bir kurul tarafından nakil endikasyonu kararı verilmelidir. Tıbbi açıdan; işlevsel, psikolojik, cerrahi ve tıbbi etik açılarından değerlendirme yapılmasının yanı sıra toplumsal, kültürel ve hukuki açıdan da değerlendirmenin yapılabileceği nitelikte bir kurul tarafından karar verilmelidir. Günümüzde bilimsel-teknolojik gelişmeler o kadar hızla ilerlemektedir ki, insanın yapabildiği bazı şeyleri “yapmaması” gerektiğini unutabiliyoruz. Günümüzde insan klonlamak mümkündür ama gelecek kuşaklar, amaç-araç ilişkisi, insan onuru gibi etik kaygılarla evrensel bir kararla, insanlık onurunu zedeleyecek yönleri nedeniyle yapmıyoruz. Nakil yapılabilen her kompozit dokuyu, her isteyene nakletmek etik açıdan kabul edilemez sonuçlar doğurabilir. Hasta Hakları Açısından Kompozit Doku Nakilleri 4-5 Nisan 2008 tarihinde Türk Tabipleri Birliği Etik Bildirgeler Çalıştayında hekimin sorumluluklarına ilişkin bir rapor oluşturulmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır (5): Hasta Hakları Bir İnsan Hakkı ve sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez bir unsurudur. Hekimlik mesleğinin insan onuruna saygılı ve hekim hasta ilişkisinde tıp etiği ilkelerinin öncelendiği koşullarda yürütülmesinde hasta haklarının önemi göz önünde tutulmalıdır. Türk Tabipleri Birliği sağlık hizmetlerinin sunumunda hasta haklarına saygı gösterilmesini iyi hekimliğin vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul eder. Türk Tabipleri Birliği hasta haklarıyla ilgili olarak aşağıdaki ilkeleri benimser: • İnsan haklarının tıp alanındaki uzantısı olan hasta hakları, genel olarak sağlık hizmetlerinden yararlanma, bilgilenme ve seçim yapma unsurlarını içermelidir. • Sağlık hizmetleri sunumunda hastanın kendi kaderini belirleme ve özgür seçim yapma hakkı korunmalıdır. İnsan onuru ve bütünlüğüne saygının ifadesi olan aydınlatılmış onam veya ret hakkı, her tür tıbbi uygulamanın temeli olarak bütün hastalara tanınmalıdır. Hastanın hekimini, tedaviyi, bilgilenmeyi seçme hakkı vardır. • Hastanın güvenli sağlık hizmeti alma hakkı vardır. Hastanın uygulanacak operasyonu istemesi yeterli midir? Hasta hakları gereği hastayı hastalığı ile ilgili bilgilendirme, önerilen tüm tedavi seçeneklerinden haberdar olarak tedaviyi birlikte seçme gibi yükümlülükler hekimin görevi olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte hastanın güvenli sağlık hizmeti alma hakkı nedeniyle bu konuda yine de öncelikle hekime sorumluluk yüklenmektedir. Güvenliği kanıtlanmamış, yeni bir tıbbi tedavi yapılabilir mi? Tıbbın ilerlemesi için yeni tedavi yönSAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 55 temi ve operasyonlar denenmelidir. İnsanlar üzerinde yapılacak araştırmalar, deneme niteliğindeki cerrahi uygulamalar mutlaka bazı evrensel tıp etiği ilkeleri ve hekimlik mesleği kurallarına uygun yapılmalıdır. Güvenli olduğu kanıtlanmamış bir tedaviyi, kanıtlanmış tedaviler için uygulanan normal prosedürlere uygun yapmak yeterli görülmez. Bazı yeni uygulamalar ya da ilk operasyonlar yapılırken çok daha dikkatli olmak gereklidir. Bu tür yeni ya da ilk uygulamalar tıbbi araştırma niteliğinde olup; WMA (World Medical Assosiciation) tarafından yayınlanan Helsinki Bildirgesi’ne, Anayasa’nın 90. Maddesi nedeniyle iç hukuka yansıtılan Oviedo Konvansiyonu ve Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne göre özel koşullarda uygunluk denetimi gerektirirler. Hukuki Durum Konumuzla ilgili olarak Türkiye’de, Kompozit Doku Nakli Merkezleri Yönergesi hazırlanmıştır. Sağlık Bakanlığı’nın 29.03.2011 tarihli ve 13984 sayılı onayı ile yürürlüğe girmiştir. Bu Yönerge; 29/05/1979 tarihli ve 2238 sayılı Organ ve Doku Alın- 56 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 ması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun hükümlerine, 13/12/1983 tarihli ve 181 sayılı Sağlık Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 43 üncü maddesine ve 01/06/2000 tarihli ve 24066 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Organ ve Doku Nakli Hizmetleri Yönetmeliğinin 16 ncı maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. Bu Yönergenin amacı; vaskülarize kompozit homogreft doku nakli yapacak merkezlerin taşıması gereken şartlar ile çalışmalarına dair usul ve esasları belirlemektir. Herhangi bir embriyonel katmandan köken alan; barsak, trakea, larinks gibi dokuların vaskülerize homogreft olarak nakilleri de bu Yönerge kapsamındadır. Karaciğer, böbrek, akciğer, pankreas, kalp, kalp-akciğer gibi organlar ile kök hücre nakli amacıyla alınan kemik iliği ve kornea nakilleri bu Yönerge kapsamı dışındadır. Yönerge, etik ve toplumsal boyutları açısından çok önemli etkiler yaratabilecek kompozit doku nakillerinin yapılacağı merkezleri ve gereken nitelikleri ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Başka bir çok tıbbi uygulama için böyle bir mevzuat düzenlemesi yok- ken, organ doku nakilleri için bir yasa vardır. Bu yasa ile her tür organ ve doku nakli yapılabilir. Bununla birlikte bu nakillerin özel niteliğine göre; alıcı ve verici açısından ve ilgili öteki koşullarla ilgili daha ayrıntılı yönetmeliklerle organ ve doku aktarımı ile ilgili mevzuat geliştirilmiştir. Kompozit doku nakilleriyle ilgili yönergede endikasyon sınırları tanımlanmış, endikasyon kararını tek hekime bırakmayarak, endikasyon konulması bir kurula verilmiştir. Kurul kararı alınmadan kompozit doku nakli yapılamayacağı karara bağlanmıştır. Ayrıca, operasyon sonrasında da endikasyona uygunluk denetiminin yapılması ve uymayan merkezlerin uyarılması ya da ruhsat iptaliyle kapatılmasına karar verilebileceği belirtilmiştir. Hekimin özerklik alanındaki endikasyon kararının kompozit doku nakillerinde bu kadar denetlenir olmasının nedeni; yaşam kurtaran nakillerden farklı olarak, yaşamını sürdürebilen bir çok hastada nakil nedeniyle oluşacak birçok olumsuz durumun önlenmesi amacını taşımaktadır. Öncelikle tıbbın gelişmesi açısından, yeni yöntemlere, ilk defa yapılacak ameliyatlara müsaade edilmiştir. Ancak, hekim açısından riski artırma ya- sağı vardır. Bu itibarla, hekim mevcut metotlardan en az riskli olanı seçmek zorundadır. Türk Uygulaması’nda da bu görüş, hâkim görüştür: Hekim, riski en az, başarı şansı en yüksek yöntemi seçmelidir. Hekim, “çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini göz önünde tutmalı, onu gereksiz risk altına sokmamalı, en emin yolu seçmelidir”. Böylece, ameliyat dışındaki daha risksiz yöntemlerle tedavi edilebilecek bir hastalık için ameliyat yoluna başvurulması halinde hekim sorumlu olabilir. Bu kural, hekimin her zaman en güvenilir yöntemi seçmesi gerektiğini ifade etmemektedir. Hekim, somut olayın koşullarını ve güvenilir yönteme yönelik haklı eleştirileri göz önünde bulundurabilir. Daha yüksek bir risk, somut olayın gereklilikleri veya daha elverişli bir iyileşme tahminine dayanılarak üstlenilebilir. Dolayısıyla orantısız bir riske neden olunmamalıdır. (Hakeri, medimagazin 12 Mart 2012) Etik Kuramlara Göre Değerlendirme Bir eylemin etik değerini irdelerken, etik yaklaşımlara göre temellendiririz. Evrensel olarak kabul gören dört ana yaklaşımdan söz etmek olasıdır. Bunlar Kant’cı, Utilitaryen (yararcı), Komunitaryen, Liberal yaklaşımlardır. Tıbbi Etik alanında en çok Kant’cı ve Utilitaryen görüşler dikkate alınır. Günümüzde en çok bilinen dört etik yaklaşımı / görüşü burada tartışacağız. Bunlardan özellikle ilk ikisi tıbbi etik alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. (Beauchamp ve Childress, 1994) Kant’ın Görüşüne Göre Bireyin sorumluluk duygusu ve özgür istenciyle, içsel değerleri doğrultusunda tutum alışı önemlidir. İyiyi “iyi”, olduğu için bir ödev yaklaşımıyla istemelidir. Araç - amaç ilişkisi eylemin niteliğine ilişkin bir değerlilik yaratmaktadır. Eylemin sonucu ne olursa olsun yola çıkarken saptanan amacın niteliği eylemin değerini belirler. Bireyin sorumluluk duygusu ve iyiye yönelik içsel değerleri güçlendirilerek yapılmayan, özgür istenç olmaksızın gerçekleştirilen eylem sonucu ne olursa olsun değersizdir. Ayrıca, insan, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir amaç için araç olarak kullanılmamalıdır. (Kant, 1982, s.36-38) (Beauchamp ve Childress, 1994, s.56) Yararcı “Utilitaryen” Yaklaşıma Göre Bu görüşte en fazla kişinin iyiliğini sağlayan eylem en iyisidir. Bireyin içsel değerleri önemsenmez. Az sayıda olan insanların daha çok zarar görecek olması da, iyiliği çok olanların yanında ihmal edilebilir. Burada dar anlamda alındığında araç - amaç ilişkisi eylemin değerini belirlemez. Gerçekleşen eylemin sonuçları eylemin değerini belirler. (Beauchamp ve Childress, 1994, s.47-55) Burada eylemin değeri açısından, eylemden etkilenen bireylerin sayısı ve eylemden etkilenme dereceleri önemlidir. Komunitaryen Yaklaşıma Göre Toplumu oluşturan her bir birey değerlidir. Tüm toplumun hep birlikte daha iyiye gitmesine yol açacak eylem en iyisidir. Burada da eylemin değerini tüm bireyleri daha iyi konuma hep birlikte ulaştıracak eylemin sonuçları önemlidir. Bireylerin içsel niyeti ve eylemin amacı önem taşımaz. (Beauchamp ve Childress, 1994, s.77-84) Liberal Yaklaşıma Göre “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözüyle ekonomide tanımlanan liberal görüş için özgür davranabilme ve bireyin kendi istenci doğrultusunda eylemde bulunabilmesi ve bu eylemin iyiye ulaşması değerlidir. Bu görüş, her bir bireyin kişisel özellikleri ve yeterliliği oranında “hak ettiği iyi”ye ulaşmasından yanadır. (Beauchamp ve Childress, 1994, s. 69-76) Tıbbi Etik İlkeler Akademik bir alan olarak Tıbbi Etik alanında, uygulamalar sırasında tıbbi etik ilkeler göz önünde bulundurulur. Eylemin değerini hangi yaklaşıma göre sorgularsak sorgulayalım, evrensel olarak geçerliliği olan dört temel etik ilkeye uygun davranılmalıdır. Bazen ilkelerin birbiriyle karşıtlık ilişkisi taşıdığı olaylarda, koşullar bağlamında en uygun ilke kullanıl- malı ve en az değer kaybıyla en fazla ilke kullanılarak tıbbi eylem gerçekleştirilmelidir. Şimdi bu ilkeleri kısaca irdeleyelim. (Beauchamp ve Childress, 1994) Aydınlatma ve özerkliğe saygı ilkesi Aydınlatma; Hekim hastasını hastalığı hakkında bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu bilgilendirme açık, anlaşılabilir bir dille ve ve hastanın kültür düzeyine uygun şekilde sevecen bir yaklaşımla anlatılmalıdır. Hekim yargılayıcı değil hastalık hakkında bilgilendirici olmaya özen göstermelidir. Özerklik ilkesi; Hasta yeteri kadar bilgilendikten sonra kendisiyle ilgili, bağımsız olarak düşünüp karar verebilme ve bu karar doğrultusunda eylemde bulunma yeterlik ve yetkinliğine sahipse özerklik ilkesi gündemdedir. Gelişen hasta hakları kavramıyla orantılı olarak özerklik ilkesi hekimlik uygulamalarında yer almaktadır. Özerklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde hekim-hasta arasındaki bilgisel eşitsizliğin gereken oranda giderilmesi ve hastanın düşünüp, karar verip kendisi için uygun gördüğü eylemi uygulayabilmesi gereklidir. Hekim bilgilendirme ve hastasının kararına saygı gösterme şeklinde bu ilkenin yaşama geçmesine yardımcı olur. Özerklik ilkesi, uygulamada özerkliğe saygı ilkesine dönüşür. Tanı ve tedavi sürecinde hastanın alacağı kararların yaşama geçirilmesi ve alınacak kararlara katılımına bu ilke doğrultusunda davranarak olanak tanımalıdır. Bununla birlikte hastaların limitsiz bir özerkliği diğer hastalar ve toplum açısından problem doğuracak şekilde eylemlere yol açıyorsa, bu noktalarda özerkliğin sınırları çizilmelidir. Araştırma ve yayın etiği açısından, araştırmacı / hekim – denek / hasta / katılımcı ilişkisinde katılımcıya bilgi verildikten sonra araştırmaya / önerilen tedaviye katılımı için onayı alınmalıdır. Buna Tıbbi Etik alanında aydınlatılmış onam diyoruz. Hekimler bilgisel üstünlükleri nedeniyle özerklik ilkesini, yararlık ilkesi lehine gözardı edebilmektedirler. Burada hasta yeterliliği söz konusuysa, SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 57 hastanın özerkliğine saygı göstermeye özen gösterilmelidir. Bireyin yararını, en iyi kendisinin değerlendireceğinden yola çıkılarak bu konudaki karşıtlık giderilebilir. Sır Saklama İlkesi Hipokrat And’ında da yer verilmiş olan sır saklama ilkesi, tıbbi etik ilkeler içinde en eski olanlardandır. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nde önemle vurgulanmıştır. TCK.198. md. sinde de hekimin sır saklama ilkesi yükümlülük olarak tanımlanmıştır. Bu konuda da diğer ilkelerde olduğu gibi hekimin sorumluluğunu etik açıdan irdeleyeceğiz. Hekim mesleği gereği ulaştığı bilgileri sır olarak saklamak zorundadır. Kişinin HIV + olması da bu sırlardan biridir. Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 57. Md. si 64. Md. yaptırımıyla bulaşıcı hastalıkların bildirilmesini zorunlu kılar. Burada vurgulayacağımız nokta kişinin özel bilgilerini saklamanın hekim-hasta arasındaki sözleşme gereği, güven sağlayıcı önemli bir ilke olduğu için çok zorlayıcı yaşamsal bir sebep, reddedilmesi başka değer kayıplarına yol açacak hukuki bir şahitlik durumunda veya hastanın onayı dışında asla açıklanmamalıdır. Hastanın bireysel özellikleri her koşulda sır olarak kalmalıdır. Adalet ve eşitlik ilkesi; Adalet ilkesinin yaşama geçirilmesinde ülkelerin sağlık sistemleri önemli bir belirleyen olmaktadır. Sağlık, kişiden kişiye değişen bir olgudur. Mutlak eşitlik mümkün değildir. Doğumsal nedenlerle başlayan, bireysel yaşam alışkanlıkları, yapısal faktörler, çevresel etkilerle süren sağlık düzeyi bir insandan diğerine değişmektedir. Sağlık gereksinimleri de, insandan insana ve toplumdan topluma sosyokültürel olarak değişebilmektedir. Sağlıkta eşitlik, bütün insanların eşit sağlık durumunda olması değil, bir ülkedeki ilgili yurttaşlara sağlık hizmetlerine eşit ulaşma olanağının sağlanmasıdır. Sağlığın düzeyinin korunmasında ve yükseltilmesinde bireysel ve toplumsal sorumluluklar vardır. Sağlık düzeyinin yükseltilmesi, sağlığı geliştirme olarak değerlendirilebilir. Sağlık politikaları bireyin ve toplumun sağlık düzeyini geliştirmek 58 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 amacıyla oluşturulurlar. Sağlıkta “eşitsizlik” kavramının ahlaki ve etik bir boyutu vardır. Sosyal devlet, bireyin haklarına ve toplumun tümüne değer veren bir anlayış gereği, tüm yurttaşlarına eşitlik ve adalet ilkesi doğrultusunda temel gereksinimleri karşılayacak oranda hizmet sunumundan sorumludur. Sağlık hizmetleri bireysel bir sorun değil toplumsal bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu devlet hukuki ve yönetsel düzenlemelerle yerine getirir. Sağlıklı yaşatmak için, devletin bireylere, gereksindikleri oranda, sağlık hizmeti sunumunu sağlık politikası olarak hukuki yönden düzenlemesi ve bunu yurttaşlarına temel düzeyde, eşit ulaşabilecekleri adil bir sistemle iletmesi gerekmektedir. Pahalı ve sürekli bakım gerektiren hastalıklarda tedaviye ulaşma şansı çok boyutlu eşitsizlikler yaratabilmektedir. Tedaviye ulaşma şansını bir araştırmaya katılmakla bulan hastalar, korku ve endişe ile kaygılanmaktadır. Bunlara araştırmaya katılmayı bıraktıklarında, başlanan tedavinin sürdürüleceği garantisinin verilmesi, aydınlatılmış onamı anlamlı kılacaktır. Yararlılık ilkesi Başkalarına yardımcı olma anlamına gelen yararlılık terimi, hekimlik uygulamalarında hasta bireylerin yararını artırmaya yönelik eylemler olarak, “her tür koşulda hasta yararına öncelik verilmelidir” şeklinde yükümlülük haline getirilerek yararlılık ilkesine dönüştürülmüştür. Mutlak yararlı olmak ve yararla zararın dengelenmesi diye iki grupta değerlendirilebilir. “Zarar vermeme ilkesi” kimi yazarlar tarafından ayrı bir ilke olarak ele alınsa da günümüzde, hiç zarar vermeden mutlak yararlı olan bir uygulama pek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle “yarar ve zararın dengelenmesi” ve yarar lehine ağırlıklı kararların, yararlılık ilkesi uyarınca yaşama geçirilmesi daha doğru gözükmektedir. Ayrıca, organ nakillerinde “önce zarar vermeme ilkesi” gönüllü verici için tamamen tersine uygulanmaktadır. Bu ve benzeri kaygılarla güncel bilgiler ışığında bu ayrı bir ilke olarak değerlendirilmemektedir. Son yıllarda artan hasta hakları ve aydınlatılmış onam kavramlarıyla hastanın özerkliğine saygı ilkesiyle hekim tarafından değerlendirilen yararlılık ilkesi zaman zaman çatışmaktadır. Koşullara göre değişen biçimde temellendirilmek koşuluyla uygun olan ilke kullanılmalıdır. Değerlendirme Etiğin felsefenin alt dalı olarak tıp uygulaması içindeki farklılaşmış uzantısını “Tıbbi Etik” olarak tanımlıyoruz. Tıp etiği içinde önemli sorun kümelerinde gündeme gelen olumsuz olayları tanımlar ve yorumlarken, karşıtı olan iyi eylemleri tanımlamış oluyoruz. Bu alanda yapılan, yapılacak olan tartışmalar, etik açısından sorun olan durumların saptanması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini sağlayacaktır. Genel olarak tıp etiği konusunda bilgilenme ve bilgilendirme arttıkça, etik dışı olarak nitelenen olaylar azalacaktır. “Bir kişinin doğal bilme yeteneklerinin geliştirilmesi, genel temel eğitimiyle ilgilidir. Etik değerlendirme ve değerler konusunda eğitim görmesiyse, insan ilişkileriyle ilgili deney kazanması demektir. Çünkü değerler bilgisinin kaynağını bulduğu yer, yaşanan insanlar arası ilişkilerdir.” (Kuçuradi, 1988) Güncel olaylara yön verecek doğru çıkarsamalar yapmak için, koşulların doğru bilgisi yanında, değerler bilgisi de gereklidir. Ayrıca, o eylemin yapıldığı koşullar da seçeneklerin oluşturduğu ayrılıklar, başka eylem olanaklarının bulunması da, eylemin değerini belirleyici özellikler taşır. Kişi değer sistemiyle uyumlu eylemlerde bulunduğu dönemler de kendini daha güvenli hisseder. Önderlik, iletişim ve toplumsal uyum sağlayabilme yeteneklerine ek olarak bilginin, istençsel amaçları sürdürmekte katkısı olabilir. İnsanlar arasında uyumun önemli olduğu, bireyin istençlerinin toplumla dengelenerek etik yönelimi belirlediği gözlenmektedir. Kişinin bütünlüğüne yönelik etik değerler tortusu, o kişinin yaşamının değerler bütünlüğü ile etkileşir ve yaşantı ortaya çıkar. Kişi normatif kurallar bütünü ve istencinin itkisiyle bir eylemde bulunur. Değer yargıları ve çıkarlarının çatışmalı olduğu yerde, değerler bilgisi ve eylemleri arasında koşutluk yok olacaktır. (Reichenbach, 2000) Tıp etiği hekimliğin bütün uygulanma biçimlerini kapsa- malıdır. Klinikte alanına özgü iletişim becerisini geliştirmesi, etik ilkelere uygun muayene ve tedavi konusunda özenli olması tek başına yeterli değildir. Hekimin üstlendiği sorumluluklarının tamamında (araştırma, bilimsel yayınlar, hayvan deneyleri, medya ile ilişkiler...) tıp etiği açısından özenli olması gerekir. Araştırmacı olarak hekim uygulamalarında, araştırma ve yayın etiği bağlamında değerler bilgisi ve eylemlerin etik niteliği arasındaki koşutluk yok olduğunda, araştırma ve yayın etiği bir etik sorun kümesi olarak yansımaktadır. Etik etkinlik sonucu önerilen olgusal çözümler, deontolojik ve hukuki kurallar biçiminde yaşantıya /araştırma ve yayın alanına yansıtılmalıdır. Bu konuda değerler bilgisi ve etik ilkelere uygunluğun, etkili kurumlarca, normatif kurallarla denetlenmesi, etik açısından “kötü” eylemlere rastlanma olasılığını düşürecektir. Bireyin grupla etkileşimi hem grubun hem bireyin davranışında değişikliğe yol açar. Toplumun etik yönelimi kişilerin birbiriyle uyum sağlama çabasının ortak sonucudur. Bu bağlamda, dengeyi sağlamada etkin güçler, toplumsal örgütlenmeler, Dünya Tabipler Birliği’nin mesleki bildirgeleri, Türk Tabipleri Birliği, sınıfsal birleşmeler(sendikalar ve sağlık hakkı), hasta hakları dernekleri, uzmanlık dernekleri, etkili bilimsel kurumlar, seçkin bireylerin örnek yönlendirici tavırlarının... oluşturduğu sosyal ilişkilerin denetimindeki iktidar ilişkilerini etkileyecek etik yönelimi biçimlendirmek üzere, aktif bir tutumla, hekimin çalışma yaşamında tıp etiği ilkeleri vurgulanmalıdır. Tıp Etiği İlkeleri Açısından Hangi yaklaşım temel alınırsa alınsın, tıbbi etik açısından olayları ve olguları değerlendirirken etik ilkelerin ne oranda ve nasıl kullanıldıklarına bakarız. Tıp alanında benimsenen temel etik ilkeler; aydınlatılmış onam ve özerkliğe saygı ilkesi, sır saklama ilkesi, adalet ve eşitlik ilkesi, yararlılık ilkesi... olarak sıralanabilir . Bazen ilkelerin birbiriyle karşıtlık ilişkisi taşıdığı olaylarda, koşullar bağlamında en uygun ilke kullanılmalı ve en az değer kaybıyla en fazla ilke kullanılarak tıbbi eylem gerçekleştirilmelidir. Şimdi bu ilkeleri kısaca irdeleyelim. Aydınlatma ve Özerkliğe Saygı İlkesi Aydınlatma; Hekim hastasını hastalığı hakkında bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu bilgilendirme açık, anlaşılabilir bir dille ve hastanın kültür düzeyine uygun şekilde sevecen bir yaklaşımla anlatılmalıdır. Hekim yargılayıcı değil hastalık hakkında bilgilendirici olmaya özen göstermelidir. Özerklik ilkesi Hasta yeteri kadar bilgilendikten sonra kendisiyle ilgili, bağımsız olarak düşünüp karar verebilme ve bu karar doğrultusunda eylemde bulunma yeterlik ve yetkinliğine sahipse özerklik ilkesi gündemdedir. Gelişen hasta hakları kavramıyla orantılı olarak özerklik ilkesi hekimlik uygulamalarında yer almaktadır. Özerklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde hekim-hasta arasındaki bilgisel eşitsizliğin gereken oranda giderilmesi ve hastanın düşünüp, karar verip kendisi için uygun gördüğü eylemi uygulayabilmesi gereklidir. Hekim bilgilendirme ve hastasının kararına saygı gösterme şeklinde bu ilkenin yaşama geçmesine yardımcı olur. Özerklik ilkesi, uygulamada özerkliğe saygı ilkesine dönüşür. Hekim-hasta ilişkisinde hastaya bilgi verildikten sonra önerilen tedaviye katılımı için onayı alınmalıdır. Buna Tıbbi Etik alanında aydınlatılmış onam denilmektedir. Hekimler bilgisel üstünlükleri nedeniyle özerklik ilkesini, yararlık ilkesi lehine göz ardı edebilmektedirler. Burada hasta yeterliliği söz konusuysa, hastanın özerkliğine saygı göstermeye özen gösterilmelidir. Hastaya açık, anlaşılır bir dille hastalık, tedavi seçenekleri ve tedavi sürecine ilişkin her türlü bilgi verilmelidir. Hastanın anlatılanları anladığına emin olduktan sonra hastanın onayı ile işlemler sürdürülmelidir. Bu konuda hazırlanmış ve uygulanan standart aydınlatılmış onam formları vardır, fakat özel durumlar için ayrıca hastanın el yazısı ile belirttiği durumlar da olmalı ve bunlar dikkate alınmalıdır. Kompozit doku nakillerinde, öncelikle ömür boyu ilaç kulllanması gerektiğini ve bu nakille birlikte işlevselliğin ne olacağı, nakledilen kol, bacak ile hangi hareketleri ne kadar yapabileceği önceden mümkün olduğunca anlatılmalıdır. Olası komplikasyon (en sık görülenler) ve zararlar mutlaka anlatılmalıdır. Bu ve buna benzer bir çok faktör göz önünde bulundurularak, hastanın mümkün olduğu kadar bağımsız olarak günlük yaşam aktivitelerini sürdürmesi istenir. Temel amaç hastanın yaşam kalitesini mümkün olduğu kadar en yüksek düzeyde tutmak yani en iyiye ulaşmaktır. Adalet ve Eşitlik İlkesi Adalet ilkesinin yaşama geçirilmesinde ülkelerin sağlık sistemleri önemli bir belirleyen olmaktadır. Sağlık, kişiden kişiye değişen bir olgudur. Mutlak eşitlik mümkün değildir. Doğumsal nedenlerle başlayan, bireysel yaşam alışkanlıkları, yapısal faktörler, çevresel etkilerle süren sağlık düzeyi bir insandan diğerine değişmektedir. Sağlık gereksinimleri de, insandan insana ve toplumdan topluma sosyokültürel olarak değişebilmektedir. Sağlıkta eşitlik, bir ülkedeki ilgili yurttaşlara sağlık hizmetlerine eşit ulaşma olanağının sağlanmasıdır. Sağlığın düzeyinin korunmasında ve yükseltilmesinde bireysel ve toplumsal sorumluluklar vardır. Sağlık düzeyinin yükseltilmesi, sağlığı geliştirme olarak değerlendirilebilir. Sağlık politikaları bireyin ve toplumun sağlık düzeyini geliştirmek amacıyla oluşturulurlar. Sağlıkta “eşitsizlik” kavramının ahlaki ve etik bir boyutu vardır. Sağlıklı yaşatmak için, devletin bireylere, gereksindikleri oranda, sağlık hizmeti sunumunu sağlık politikası olarak hukuki yönden düzenlemesi ve bunu yurttaşlarına temel düzeyde, eşit ulaşabilecekleri adil bir sistemle iletmesi gerekmektedir. Pahalı ve sürekli bakım gerektiren hastalıklarda tedaviye ulaşma şansı çok boyutlu eşitsizlikler yaratabilmektedir. Kompozit doku naklinde sınırlı kaynakların hakkaniyetle kullanımı son derece önemlidir. Nakil gerektiren hastalar, bu uygulama ile tedaviye ulaşma konusunda ne yazık ki eşit SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 59 koşullara sahip olmamaktadır. Sınırlı kaynaklarının kullanımı söz konusu olduğu için, bu tedaviye ihtiyacı olan bütün hastaların sadece “tıbbi uygunluk” ölçütüyle tedaviye ulaşması mümkün olamamaktadır. Adalet ilkesi bağlamında; Kompozit Doku Nakillerinde “kim”in, “hangi koşullarda” bu hizmete erişiminin sağlanacağı konusunun ekonomik boyutu da çok önemlidir. Günümüzde etik kurul tarafından uygun görülen “eğitim vakalarına uygulanması”nın yanı sıra, gelecekte ekonomik açıdan durum ne olacaktır? SGK hangi koşullarda ne kadarını ödeyecektir?.. gibi sorular etik nedenlerle ekonomik boyutuyla ilgili kaygılarımızın temelini oluşturmaktadır. Sağlık hizmetlerinde sınırlı kaynaklarının kullanımı konusunda yaşanan sıkıntılar nedeniyle bu hizmetlerin ticari bir sektöre dönüşmesi kaçınılmaz olur. Kurulacak özel kompozit doku nakil merkezleri ile toplumun ihtiyacı olan sağlık hizmetlerinin bir kısmının karşılanmasının yanı sıra, olumsuz bir yön olarak bu hizmetten sadece bu hizmetinin bedeli ödeyebilen bireyler yararlanabilecektir. Ekonomik boyut, bir çok etik sorunu birlikte getiren, koşullayan önemli bir belirleyen olarak etkilidir. Yararlılık İlkesi Başkalarına yardımcı olma anlamına gelen yararlılık terimi, hekimlik uygulamalarında hasta bireylerin yararını artırmaya yönelik eylemler olarak, “her tür koşulda hasta yararına öncelik verilmelidir” şeklinde yükümlülük haline getirilerek yararlılık ilkesine dönüştürülmüştür. Mutlak yararlı olmak ve yararla zararın dengelenmesi diye iki grupta değerlendirilebilir. “Zarar vermeme ilkesi” kimi yazarlar tarafından ayrı bir ilke olarak ele alınsa da günümüzde, hiç zarar vermeden mutlak yararlı olan bir uygulama pek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle “yarar ve zararın dengelenmesi” ve yarar lehine ağırlıklı kararların, yararlılık ilkesi uyarınca yaşama geçirilmesi daha doğru gözükmektedir. Teknoloji alanında sağlanan gelişmelerinin sağlık alanındaki uygulamalara yansıtılmasının temel amacı 60 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 sağlığı geliştirmek, hastalıklarının tedavisi sağlanmak ve yaşam süresini uzatmaktır. Kompozit doku nakillerini uygularken, “primum non necere” öncelikle zarar vermeme ilkesini asla unutmamak gerekir! Toplumsal Etik Boyutları Organ nakilleri tüm dünyada ve Türkiye’de sadece tıp etiğinin kapsamı içinde olmayıp, önemli bir toplumsal etik bir konudur. Öncelikle organ bağışı olmadan bu konuda adım atılması ve tıbbi başarılar elde edilebilmesi zordur. Bu nedenle organ bağışı hakkında toplum bilinçlendirilmelidir. Topluma yansıyan olayların oluş ve yansıtılma biçimi bu açıdan oldukça önemlidir. Sağlık profesyonelleri tıp etiği ilkelerine uygun davranmalı ve toplumsal etik yönünden hassas bir dengeyi korumalıdır. Öncelikle yaşamsal organ bağışı özendirilmeli ve uygun vericilerden kompozit doku nakilleri için de bağış desteklenmelidir. Fakat, kompozit doku nakilleri, yaşamsal gereksinim olmadığı halde yüz nakli, kol- bacak nakli... vb gibi son derece göz önünde ve insan onuru ile yakından ilgili sonuçlar doğuran ve yaşam kalitesi için yapılan nakillerdir. Toplumun ve tıbbın birlikte benimsemesi ile başarının mümkün olduğu organ nakillerinde; kompozit doku nakillerinde yaşanabilecek etik ve tıbbi hatalar tüm topluma yansıyan ve böylece toplumsal etik açısından tüm toplumu ilgilendiren sonuçlar doğurmaktadır. TTB’nin 2012 yılında yayınladığı kompozit doku nakli raporunda bu konu vurgulanmıştır; Türkiye’de organ bağışlanması desteklenmeli, hayat kurtarıcı organ nakilleri ön planda değerlendirilirken, uygun kompozit doku nakli bekleyen uygun kişilerin de bu bağışlardan faydalanması sağlanmalıdır. Ancak, kompozit doku nakli diğer solid organ nakillerinden oldukça farklı bir konudur. Türkiye’de konunun olması gereken insani değerler ışığında ele alınması, “medyatik bir tüketim gündemi” olmaması için herkesçe özen gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye için yeni denebilecek bir gelişme ve ilgi sürecinin başladığı organ bağışının doğru bir mecrada yürümesi ve tek tek bireylerin bağışa yüreklendirilmesi ancak bu özenle insani bir temelde gelişebilir. (TTB, 2012) Sonuç ve Değerlendirme İleri teknoloji gerektiren ve böylece ekonomik yönü önemli bir etik etki yaratan bu tedavi yönteminde prosedürler özenle hazırlanmalı, güncellenmeli ve takip edilmelidir. Endikasyon kararı mutlaka bir kurul tarafından alınmalıdır. Cerrah kompozit doku naklini yapmadan önce tüm yönleriyle tekrar değerlendirmeli ve kendisi uygun görmezse, kurul kararına karşın nakli yapmaktan vazgeçebilmelidir. Olası başarı - başarısızlık durumundan uygulamada en çok etkilenecek kişi hastadan sonra nakli yapan cerrah olacaktır. Bu nedenle, sorumluluklarının farkında olarak en doğru kararları almak yönünde çalışmalıdır. Bu nakillerin yapıldığı tıbbi ortamların yeterliliği, uygulanacak kişilerin seçimi, endikasyon kararlarının yerindeliği açısından merkezi denetimler yapılmalıdır. Denetimler, uygun aralıklarla düzenli sağlanmalıdır. Bu hastalarla ilgilenecek sağlık profesyonellerine yönelik, vakaların tartışıldığı, özel etik eğitimleri belli zaman aralıkları ile verilmelidir. Böylece bu profesyonellerin farkındalıkları artırılarak, etik sorunları ayırt etme ve çözümleme becerileri güçlendirilecektir. Kaynaklar 1. ÇOBANOĞLU N, “Felsefedeki Etikten Tıbbi Etiğe” Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği, 1. Baskı, Eflatun Yayınevi, Ankara, 2009, s. 9-20. 2. TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ ETİK BİLDİRGELER ÇALIŞTAYI SONUÇ RAPORLARI, Türk Tabipleri Birliği Hasta Hakları Bildirgesi Sonuç Raporları, 1. Baskı, Ankara, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Haziran 2008, s. 11-12. 3. BEAUCHAMP T L, CHILDRESS J F, Principles of Biomedical Ethics, 4. Ed., Oxford Universty Press, New York, 1994. 4. HAKERİ H, Medimagazin 12.3.2012 5. KANT, I., (1982): Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, 1. Bas. Meteksan yay., Ankara 6.TTB Kompozit Doku Nakilleri Raporu; http://www.ttb.org.tr/images/stories/file/ kompozitrpr_2012.pdf DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ 10 EKİM 2014 “ŞİZOFRENİ İLE YAŞAMAK” Prof. Dr. Ayşe ESEN DANACI Türkiye Psikiyatri Derneği Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Haldun SOYGÜR Şizofreni Dernekleri Federasyonu 62 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Dünya ruh sağlığı günü, ruh sağlığı konusunda toplumun bilinçlendirilmesi ve bu alanda yaşanan sorunlara kamuoyunun dikkatinin çekilmesi amacıyla her yıl 10 Ekim tarihinde kutlanmaktadır.1948 yılında kurulan Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu, 1992’den bu yana her yıl o döneme damgasını vuran bir ana tema üzerinde durarak dikkatleri ruh sağlığı sorunlarına çekiyor. Türkiye Psikiyat- ri Derneği bugüne dek Dünya Ruh Sağlığı günlerinde hem dünya hem de ülke gündemi için önemli olan “yaşlılık”, “küresel bir kriz olarak depresyon”, “en iyi yatırım ruh sağlığına yatırım”, “ruh sağlığını ve ruh sağlığı hizmetlerini tüm dünyada, tüm ülkelerde toplumun tüm kesimlerinin öncelikli konusu yapmak, küresel bir öncelik haline getirmek”, “ruh sağlığını geliştirmek, birinci basamakta ruh sağlığı hizmetlerini yaygınlaştırmak ve ruhsal tedavi olanaklarını artırmak” gibi önemli konu başlıklarında açıklamalar yapmış, kampanyalar düzenlemiştir. Bunun yanında günümüzde özellikle Ortadoğu’da yoğunlaşan, ülkemizi yoğun biçimde etkileyen savaş, silahsızlanma, kadına yönelik şiddet, insan hakları ihlalleri, yoksulluk, ekonomik kriz gibi ruhsal ve toplumsal etkileri olan birçok konuda etkin çalışmalar yürütmüş ve yürütmeye devam etmektedir. Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından bu yıl ki tema “Şizofreni ile yaşamak” olarak belirlenmiştir. Şizofreni, genellikle genç yaşlarda başlayan, kişinin dış dünyadan uzaklaşarak içine kapandığı; duygu, düşünce ve davranışlarında önemli bozuklukların ortaya çıktığı, beynin yapı ve işleyişinde değişikliklerin saptandığı, süreğenlik gösteren, biyolojik, ruhsal ve toplumsal bütünlük içinde değerlendirilmesi gereken bir beyin hastalığıdır. Bu hastalarda gerçek dışı algı ve düşünceler, toplumdan uzaklaşma, özbakımda, düşünce üretiminde, soyut düşünme becerisinde azalma ve duygusal ifadelerde kısıtlanma sık görülen belirtilerdir. Şizofreni belirtilerde alevlenme ve yatışmalarla seyreden bir hastalıktır ve bu belirtiler her hastada her zaman görülmeyebilir. Dünya Sağlık Örgütü yetişkin nüfus için şizofreni yaygınlığını % 0,7-1 olarak bildirmektedir. Buna göre ülkemizde en azından 500 bin şizofreni hastası olduğu tahmin edilmektedir. Şizofreni, tedavi edilmediği takdirde, hem rahatsızlığı yaşayan bireyin kendisi için hem de hastaların yakınları ve aileleri için, çok sayıda zorluk yaratır. Şizofreninin süreğenlik göstermesi ve bir beyin hastalığı olması, tedavi edilemediği anlamına gelmez. Süreğenlik gösteren pek çok bedensel hastalıkta olduğu gibi, şizofrenide de hastadan hastaya farklı düzeyler göstermekle birlikte iyileşme mümkündür. Şizofreni tedavisinde yararlandığımız ilaçlar, sürekli bir ilerleme ve gelişim göstermektedir. Toplum temelli bir tedavi anlayışı çerçevesinde gerçekleştirilen psikoterapi uygulamaları ve toplumsal müdahaleler, şizofreni hastalarının toplumla yeni- den bütünleşmeleri için önemli kazanımlar sağlamıştır. Özellikle erken tanı ve tedavi ile çok başarılı sonuçlar alınabilir. Ancak dünya genelinde şizofreni hastalarının %50’si uygun şekilde tedavi görmemekte, bu bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise daha yüksek oranlara çıkmaktadır. Şizofreninin başarılı tedavisinin ve hastanın yeniden topluma kazandırılmasının önündeki en önemli engeller; hastalıkla ilgili olumsuz önyargılar, damgalama ve ayrımcılıktır. Aslında burada bir kısır döngü söz konusu olmaktadır. Damgalama, tedavi olanaklarından yeterince yararlanmayı olumsuz etkilerken, yetersiz tedavi ve hastalığın gidişinin kötü olması da damgalamayı körüklemektedir. Toplum içinde herhangi bir nedenle damgalanmak ve olumsuz önyargılara maruz kalmak, stres dolu bir yaşam deneyimi anlamına gelir. Damgalanmış insanlar, önemsiz ve değersiz bir toplumsal kimliğe bürünürler. Bu değersizlik durumu ve bunu izleyen sonuçlar, damgalanmış insanları şiddetli ve süreğen diğer stres etkenlerinin baskısı altında bırakır. Damgalanan kişi önyargı veya ayrımcılığın hedefi durumundadır. Damgalanmış bir grubun üyelerinin alay edilme, dışlanma, ayrımcılık ve şiddete maruz kalma gibi durumları damgalanmamış insanlara göre daha fazla yaşadıkları konusunda somut kanıtlar vardır. Bu nedenle, damga kişinin benliğine yöneltilen tehditlerin yoğunluğunu ve sıklığını arttırmaktadır. Damganın ikinci ana özelliği, kişinin toplumsal kimliğindeki değersizliğin farkında olmasıdır. Damgalanmış bireyler, diğer insanların kendilerine değer vermediklerinin, saygı göstermediklerinin, onlar tarafından beğenilmediklerinin farkındadır. Böyle bir durum damgalanmış bireyin benlik saygısına ciddi bir tehdittir. Damgalanmış insanlara karşı gösterilen ayrımcılık, onların hastane, barınma, eğitim ve iş edinme gibi olanaklara ulaşmasındaki zorluklar damgalamanın en olumsuz sonuçlarıdır. Tedaviyle tam ya da büyük ölçüde iyileşen hastalar da damgalama nedeniyle toplumun dışına itilmek- tedir. En büyük sorunlarından birisi çalışabilecekleri bir iş bulamamaktır. Oysaki hak ve olanaklar bir toplumun her bireyini kapsamalıdır. Damgalanmış insanların yaşamları, daha zengin ve statüsü daha yüksek olan insanların yaşamlarına göre daha fazla günlük sıkıntılara ve süreğen gerginliklere uğrayabilir. Damgalanmış insanların toplum tarafından reddedilmesi, yalnızlığa ve toplumsal desteğin azalmasına yol açabilir. Şizofreni hastalarının tedavisi önündeki en büyük engel olan damgalamayı azaltmak ve ortadan kaldırmak, bizim elimizdedir. Dışlamadan, yok saymadan, önyargısız bir tutumla hareket etmek, şizofreni hastalarıyla toplumsal temas kurmaya açık olmak, şizofreni hastalarına önemli katkılar sağlar. Tüm bu gerçekler göz önünde tutulduğunda, şizofreni hastaları, yakınları ve ruh sağlığı çalışanlarının öncelikli talepleri aşağıda sunulmuştur. 1. Ruh sağlığı yasası bir an önce çıkarılmalıdır. 2. Ruh sağlığı politikaları kağıt üstünden yaşama geçirilmelidir.. 3.Ülkemizde ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasını önlemeyi temel görev edinen koruyucu ruh sağlığı anlayışıülkeyi yönetenler dahil toplumun her kademesinde yerleşmeli ve uygulanmalıdır. 4. Ruhsal bozukluklar ortaya çıktığında, mevcut tüm tedavi olanakları hastalıktan muzdarip birey için seferber edilmeli ve tedavi sonrası bireyin sevmek ve üretmek kapsamındaki yetilerini ifade edebilmesi için olabilen en kapsamlı zeminin oluşturulmalıdır. 5. Ruhsal hastalığı olup toparlanan insanlarımıza iş olanağı sağlanmalıdır. 6. Toplum şiddetten arınmalı, ruhsal hastalığı olan bireylerin şiddetin sebebi olmak bir yana, mağduru olduğu gerçekliği tanınmalıdır. 7. İçinde yaşadığımız toplum, farklı olanları, ruh hastalığı olanları damgalanmayan, dışlamayan, ayrımcılık uygulamayan bir toplum olmalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 63 dijitalsağlık APPLE’IN YENİ SAĞLIK KİTİ MEDİKAL DATANIZI DOĞRUDAN SAĞLIK KAYITLARINA AKTARIYOR Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Apple, iHealt ve HealtKit’i ilk duyurduğunda sektörün sağlık verileri konsundaki beklentilerine bütüncül olarak yaklaşacağını belli etmişti. Uygulama, bir çok hastanenin tasarımına dâhil olduğu sürekli gelişen ve gelişmeye devam edecek bir kişisel elektronik sağlık kaydı platformu olmayı hedefliyor. iHealth’in medikal aygıtları Apple’ın HealtKit’i ile tamamen bütünleşik çalışıyor. Bu şu anlama geliyor; iHealt ay- gıtlarının izini sürdüğü ve gözlemlediği tüm sağlık verileri otomatik olarak aplikasyona aktarılıyor, ayrıca elektronik ortamdaki sağlık kayıtlarınız arasında da doğrudan yer alabiliyor. Bu gerçekten heyecan verici bir haber. Tabii ki uygulamaya kısaca göz atan herkesin aklına gelecek ilk soru medikal aygıtlar aracılığıyla toparlanan verileri doktorlara ve sağlık kayıtlarına nasıl ulaştırılacağı. Apple’ın bu duruma cevabı çoktan hazır. Apple iHealt’i tasarlarken artık gelenekselleşmiş anlayışını sürdürerek yine mümkün olduğunca basit ve kullanıcı dostu bir deneyim yaşatmayı amaçlamış. Veri paylaşımı ve aygıtlar arası veri transferi oldukça kolay. Ayrıca uygulamaya manuel olarak veri girmek de mümkün. Sonuç oldukça etkileyici. Sistemi iOS 8’e yükselterek aygıtlardan uygulamalara pürüzsüz bir veri akışı sağlayabilir, verilerinizin zaman içindeki değişimlerine göz atabilirsiniz. Eğer doktorunuz da uygulama kullanıcısı ise bir dahaki randevunuzda verilerinizi kolayca doktorunuza yollayabilirsiniz. Uygulamanın kullanımının doktorlar arasında yaygınlaşması doğal olarak büyük öneme sahip. Bu nedenle HealtKit yakın zamanda kesinlikle daha çok doktor ve hastane ile işbirliği yapacaktır. Tıp dünyası ile dijital dünya işbirliğinin günlük hayatın bu denli içine girebileceği günler bir zamanlar sadece birer bilimkurgu unsuruydu. Apple en iyi yaptığı işlerden biri olan kullanıcı dostu tasarım bu kez de uygulamanın günlük hayatımızda büyükçe bir yere sahip olmasını sağlayacak gibi görünüyor. iHealth’in CMO’su Jim Taschetta bir röportajında doktorların uygulama aracılığıyla toplanan verilerden faydalarak rahatlıkla ilaç yazabileceklerini belirtti ve ekledi “ Dijital gözlemlemenin gerçekten fark yaratabileceği bir noktadayız ve bu çok heyecan verici.” Kendisine gönülden katılıyor ve ekliyorum; bu daha başlangıç! 64 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 haber KORUYUCU MASTEKTOMİ VE EŞ ZAMANLI MEMENİN YENİDEN YAPILMASI ÖNEMLİ “Meme Kanserinden Sonra Meme Onarımı Farkındalık Günü” (Breast Reconstruction Awareness Day-BRA Day), Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği’nin öncülüğünde, T.C Sağlık Bakanlığı, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Kanser Dairesi Başkanlığı, Ankara Meme Hastalıkları Derneği, Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu ve Kanserle Dans, Europa Donna ve Kansersiz Yaşam Dernekleri gibi meme kanseri ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile ATO Congresium Ankara’da etkinlik düzenlendi. “Meme Onarımı Farkındalık Günü”, kadınların kanser nedeniyle memelerinin alınması sonrasında meme onarımı hakkında bilgilendirilmesi, farkındalık oluşturulması ve bu imkana ulaşabilmesi için tasarlanmış olan bir sosyal sorumluluk projesi. Etkinliklerden önce düzenlenen basın bilgilendirme toplantısına ise, Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Dairesi Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sühan Ayhan, Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik 66 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Cerrahi Derneği Basın ile İlişkiler Sorumlusu Prof. Dr. Eksal Kargı ve Ankara Meme Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Alıç katıldı. Toplantıda, hastaların kanser tedavisinden sonra tam ve dolu bir yaşamın mümkün olduğuna, ayrıca meme kanseri gelişme riski yüksek olan kadınların da, kanserle yüzleşmeden korunmanın bazı yolları olduğuna, ilaç tedavisinin yanısıra koruyucu mastektomi ve eş zamanlı olarak memenin yeniden yapılmasının, meme kanserinden büyük oranda koruduğuna dikkat çekildi. Ülkemizde Yüzde 1-2’si Meme Onarımı Yaptırıyor Basın toplantısında konuşan Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sühan Ayhan, alınan memelerinin yeniden yapılandırılma şansı bulunduğunu hatırlatan ve meme kanserinden sağ kalım süresinin uzadığını belirterek şu bilgileri verdi: “Kadınlar meme onarımına önem vermeye, memelerini geri istemeye başladı. Önemli olan kadınların bu ameliyatların yapılabildiğinden haberdar olmaları. Meme kanseri ameliyatı olan kadınların ABD’de yüzde 25’i, Kanada’da yüzde 15’i, bizde ise tahminlerimize göre maalesef sadece yüzde 1-2’si meme onarımı yaptırıyor. Bu oranlar aslında çok düşük. Söz konusu onarım, sürekli hasta olduklarını hatırlatan fiziksel bir eksiklikten ve yaşamlarını zorlaştıran sütyen içine yerleştirdikleri protezden bir kurtuluş. Psikolojik durumu düzelten, özgüveni ve yaşam kalitesini yükselten, iş yaşamında başarıyı artıran ve özel yaşamda daha mutlu olmalarını sağlayan bir araç. Hastaların memeleri alındığında yeniden yapılabileceğini bilmeye hakları var. Bu nedenle cesaretleri kırılmamalı, aksine cesaretlendirilmeli ve bir plastik cerrahi uzmanına yönlendirilmeliler.” Meme Onarımını SGK Karşılıyor Hastaların ameliyat sonrası meme onarımı ve seçenekleriyle ilgili doğru bilgiye ulaşmasının çoğunlukla çok zor olduğunu, bu durumun da çoğu kez hastalarda kafa karışıklığına, umutsuzluğa, çaresizliğe yol açabildiğini belirten Prof. Dr. Ayhan, “Meme onarımı yapacak, gayet yetkin cerrahlarımız var ve söz konusu ameliyatlar da birçok yerde yapılıyor. Kanserin tanı ve tedavisiyle iş bitmiyor. Tedaviden sonra hastaların yaşam kalitesi de çok önemli. Meme onarımıyla beraber psikolojisi, fizyoterapisi, beslenmesi gibi konular da göz ardı edilmemeli. Ayrıca bu işlemler SGK tarafından da karşılanıyor” dedi. Meme Kanseri, Yılda Yaklaşık 15 Bin Kadını Etkiliyor Meme kanserinin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kadınlarda en sık görülen kanser türü olduğuu söyleyen Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Dairesi Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, “Meme kanseri, yılda yaklaşık 15 bin kadını etkilemekte. 2000’li yıllardan beri tüm kanser istatistiklerimizde kadın kanserlerinin yüzde 20-25’i meme kanseridir. Risk faktörleri arasında ailede meme öyküsü, erken ilk adet yaşı, geç menopoz, çocuk emzirmeme ve obezite sayılabilir. Erken teşhise yönelik yapılan meme kanseri taramaları, bu kanserlerden ölümleri ve hastalığın sıklığını azaltmada en etkili yöntemdir” diye konuştu. Merkezlerde Yüzde 85 Oranında Erken Evrede Teşhis Edilmektedir Meme kanserinde erken evrede tedavi başarısının yüzde yüz sağlanabildiğini belirten Doç. Dr. Gültekin, ileri evrelerde hem yaşam süresinin kısıtlı olduğunu hem de hastanın yaşam kalitesinin önemli ölçüde düştüğünü dile getirdi. Bu nedenle taramaların çok önemli olduğunu vurgulayan Gültekin, şunları söyledi: “Türkiye’de teşhis edilen meme kanserlerinin yaklaşık yarısı ne yazık ki ileri evrede olup, meme koruyucu cerrahi oranlarımız hala istenilen düzeyde değildir. KETEM ve toplum tabanlı taramaların yapıldığı merkezlerde yüzde 85 oranında erken evrede teşhis edilmektedir. Erken teşhis hayat kurtarır, meme koruyucu cerrahiler ve meme onarımı ise hayata bağlar.” SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 67 gezelimgörelim AkdenizinTanrıçası Prof. Dr. Serdar KULA Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Her ne kadar bilinen ilk yerleşim 10.000 yıl öncesine dayansa da, Kıbrıs adasının kıyılarına ilk ayak basan Afrodit’tir. Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” isimli tablosunda da resmettiği gibi, denizden doğan Afrodit (Venüs) Kıbrıs kıyılarında karaya çıkmıştır. Belki de eşsiz güzellikteki kumsallarının ardında da bu güzel aşk tanrısının hikayesinin gerçekliği vardır! Kıbrıs, hem mitolojinin hikayelerinde hem de insanlık tarihinde hep ilgi odağı olmuş, ama buna karşın toplumlar için vatan olmak yerine bir araç olmaktan öteye gidememiştir. Bu hazin gerçek onun sessiz burukluğunun ve zengin kültürünün açıklayıcısıdır. Akdeniz’deki diğer adalardan biraz daha uzakta ve tek başına, etrafını çeviren denizin ismini anımsatırcasına durur. Latince’de “dünyanın ortası” anlamına gelen 68 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 KIBRIS “mediterraneus” kelimesinden adını alan Akdeniz1 gibi Kıbrıs, gerçekten de kadim medeniyetlerin ortasında yer alır. Kıbrıs, bir çoğumuzda otelleri ve kumarhaneleri ile sıradan bir algıya sahiptir. Hatta, ada oluşu ve küçük yüzölçümüne atfen çoğu kez küçümsenir ve gitmeye değer olmadığı yargısına varılır. Oysa bir yeri tanımanın en iyi yollarından biri, halkı ile tanışıp birlikte vakit geçirmektir. Sokaklarında dolaşmadan, toprağına yalın ayak dokunmadan o şehri ya da ülkeyi gerçekten tanımış ve ziyaret etmiş olamazsınız. Tıpkı, Red Hot Chili Peppers’ın “Under the bridge”şarkısında söylediği gibi; siz sokaklarında yürürken, yokuşlarına tırmanırken şehir rüzgarıyla sizi öper. Babam hep der ki, “bir şehirdeki Atatürk heykelini görmeden ve o şehrin şarkısını öğrenmeden o şehri gerçekten görmüş olmazsın”. İşte öylesi bir Kıbrıs ziyaretini sizinle paylaşmak isterim. Sanırım sadece küçük bir kısmını bu sayfalara sığdırabileceğim Kıbrıs’ın, aslında ne kadar büyük ol1 Akdeniz = Mediterranean : Latince’de medius orta, terra ise toprak, yerleşim anlamlarına gelir. duğunu düşünmekten almayacaksınız kendinizi. Aslında, birçok kez pek çoğumuz gibi sadece bilimsel aktiviteler için gittiğim Kıbrıs’ta, sadece otellerde geçirilen zaman ve yakın şehirlere yapılan kısa ziyaretler Kıbrıs’ı pek de çekici kılmamıştı. Eşimin ısrarı üzerine adada bir tatil planı yapmak amacıyla internet sayfaları arasında dolaşırken Karpaz bölgesinde bir otelin sayfasına ulaştım. İskele ilçesinin Kumyalı beldesinde yer alan bu butik otelin internet sayfasında arka planda çalan yerel müzik hemen içimi ısıtmıştı. Detaylı incelemeler sonrası bu butik otelin renkli bir Kıbrıs gezisi için ideal bir konaklama yeri olacağına karar verdim. Adrasan bölgesindeki tatilimizin bitimine rast gelecek şekilde yapılan ayarlamalarla Antalya’dan sabah erken bir saatte uçağımıza binerek yeni güne Lefkoşa’da başladık. Otelimize ulaşmak ve daha sonrasında yapacaklarımız için araç kiralamamız gerekiyordu. Öncesinde pek çok arkadaşım tarafından efsaneleştirilerek anlatılan, soldan akan bir trafikte araç kullanma tecrübesini yaşamak üzereydim. Bu ilk tecrübem, önceleri her sinyal verişte sileceklerin çalışması ve ilk birkaç kilometre boyunca bilinçli olarak solda kalmak düşüncesini canlı tutmak dışında hiç de efsanelerdeki gibi olmadı ve trafiğe kolayca adapte oldum. Kumyalı bölgesine doğru olan yolculuğumda biraz da gece yolculuğunun etkisi ile yanlışlıkla girdiğim Mehmetçik Köyü’nde, bahçesinde sabah kahvesini içen Kıbrıs’ın yerlisi olduğu şivesinden belli olan Hasan Bey’in “Sanırım kayboldum!” diye başladığım cümleye kahkaha ile verdiği yanıtı unutamayacağım “El kadarcık adada nasıl kaybolasın!”. Sonrasında sıcak bir ifade ile soluklanıp bir kahve içmem teklif edildi. Bundan sonra da anlayacağımız üzere, bizim de pek hoşumuza giden her fırsatta Türk Kahvesi içme alışkanlıkları vardı Kıbrıs halkının. Kumyalı’ya girer girmez tipik köy evleri ile karşılaştık ve oteli bulmamız zor olmadı. Otelimiz de duvarları beyaz boyalı geniş bir avlu içerisinde yer alan çok eski bir köy eviydi. Daha sonraki sohbetlerimizde otelin sahibi Zekai Bey’in (Altan) bahsettiğine göre 400 yıllık bir evmiş. Zekai Bey ve eşi Kader hanım sıcak bir şekilde karşıladılar bizleri. Evin bahçesinde yer alan bir taş binadaki sekiz odadan ibaret olan otelimizde bize hazırlanan ilk kahvaltı bu tatilin gerçek bir keşif olacağının işaretiydi. Sadece yöreye özgü kahvaltılıklar, tüm yorgunluğumuzu almıştı. İlk kez tanıştığımız sumada ve supurga gibi tadların yanı sıra bizi en çok şaşırtan semiz otu reçeliydi. Zekai Bey’in anlatımına göre 200 yılllık bir geçmişi olan bu reçelin lezzeti tarifsiz. Her fırsatta bir bahane ile içilen Türk kahvesi eşliğinde Zekai Bey’den aldığımız bilgilerle Baf bölgesinde bir gezi planı yapıyoruz ve sonrasında unutamayacağımız tecrübelerle dolu eşsiz bir Kıbrıs tatiline adım atıyoruz. Bölgede mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri Karpaz Milli Parkı. Adanın en uç noktasında yer alan bu parkta bölgenin en tanınmış hayvanları eşekleri yakından görme şansınız olacaktır. İnsanlara oldukça alışık olan bu eşekler, hemen yanınıza sokulmakta ve onlara dokunmanıza hiç itiraz etmemektedirler. Bu ziyaretinizde adanın en uç noktasındaki Türk bayrağını da görme şansınız olacaktır. Akdeniz’deki bir çok ada gibi Kıbrıs’ın da birbirinden nadide ve doğallığını koruyan plajlarında denize girme fırsatınız var. Kumyalı ve Dip Karpaz arasında bu plajlardan çokçası yer almakta. Ama içlerinde sizi derinden etkileyecek olan “Golden Sands” Kıbrıs’ı tekrar ziyaret ettirecek güzellikte. Yaklaşık 4 km boyunca uzanan incecik kumlardan oluşan geniş kumsal, tatlı bir eğimle derinleşen sıcak ve sakin bir denizle buluşuyor. Belki de bu kadar güzel olmasının nedeni Afrodit’in bu sahilde karaya çıkmasıdır, ne dersiniz? Neredeyse birinin sona erdiği yerde bir diğerinin başladığı küçük köylerini bir bir aşarken, yolunuz Kıbrıs adasına özgü endemik bir lale türü olan ve halk arasında Medoş lalesi (Tulipa cypria) olarak bilinen lalelerin yetiştiği Avtepe köyünden geçer. Sadece Mart-Nisan aylarında açan bu laleler türünün yok olma tehlikesi nedeniyle koruma altındadır. Yolculuğunuz sırasında Zekai Bey’in de tavsiyesi ile uğramanız gereken bir başka durak da Kaleburnu köyüdür. Tıpkı Zekai Bey gibi, Kıbrıs kültürünün yok olmasını önlemek ve yeniden canlandırmayı kendine bir görev edinmiş olan Kemal Deveci ile burada tanışacaksınız. Kıbrıs yaşamına dair pek çok eşya ve doküman Kemal Bey’in evinin altındaki “Kıbrıs Evi” oluşumu ve Kaleburun ilkokulunun bir kısmında kendisine ayrılan “Kıbrıs Etnoğrafya Evi” içerisinde sergilenmektedir. Kemal Deveci aynı zamanda bir halk ozanıdır2. Eğer Eylül ayında Kıbrıs gezinizi planlarsanız Shakespeare’in Othello’sunun geçtiği yer olarak da bilinen Gazi Mağusa şehrindeki “Palm Beach” plajında caretta carettaların doğumuna şahitlik edebilirsiniz. Guinness rekorlar kitabına dünyanın en büyük asma ağacı olarak giren Verigo cinsi asmanın da bulunduğu Yeşil ırmak plajı da adanın batı kısmında gözden uzak sessiz bir gün geçirmek için ideal bir seçenek. Yine de akşamları büyük otellerin “casino”larını denemek isteyebilirsiniz ama Zekai Bey kendisine ait bağda sizin için içinde şeftali kebabı olan bir etkinlik düzenlemiş olabilir. Belki de Kıbrıs’a ait tarihi ve kültürel bilgilerle bezenmiş, dibek taşında kendi ellerinizle öğüttüğünüz Türk kahvesi eşliğinde uzayıp giden hoş bir sohbet aklınızı çelebilir. Sabah erkenden kalkıp Kader hanımla beraber mayaladığınız anasonlu geleneksel Kıbrıs ekmeğini taş fırında yaktığınız ateşte pişirip kahvaltınızı bu ekmek ile yapmak da çok hoşunuza gidecek. Tüm bunları yapınca Kıbrıs hala tüm hazinelerini sizinle paylaşmış olmayacak. Yine de diğer ziyaretleriniz için yapacak pek çok şey, gidilecek pek çok yer ve tanışılacak pek çok kişi olacak Kıbrıs’ta. Her nesnenin “cık-cik” eki ile sevgiye bezendiği bu güzel adayı ve insanını tanımak için daha fazla beklemeyin derim. 2 h t t p : / / w w w . y o u t u b e . c o m / watch?v=wY7iKYHv4IE SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 69 kampus ANKARA ÜNİVERSİTESİ Ankara Üniversitesi, Cumhuriyet tarihini ve misyonunu milletiyle özdeşleştirmiş, bütünleştirmiş bir üniversitedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, salt bir yönetim biçimini değiştirmenin çok ötesinde, çağdaş bilime, çağdaş demokratik değerlere ve kurumlara dayalı büyük bir toplumsal dönüşüm sistemi olduğu gibi; Ankara Üniversitesinin açılışı da, bilinen üniversite amaçlarının yanında, özel bir misyonun somutlaşmasını gösterir. Ankara Üniversitesi, Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet devrimlerinin dayanaklarını oluşturmak, bu ilke ve devrimleri yurt geneline yaymak, kökleştirmek ve çağdaşlığın, bilimin ve aydınlığın ifadesi olan bu değerlerin yılmaz savunuculuğunu yapmak üzere, temeli bizzat yüce Atatürk tarafından atılmış bir üniversitedir. Genç Cumhuriyetin yüksek öğretim alanındaki ilk ve çarpıcı uygulamaları; laik ve demokratik Cumhuriyetin yeni hukuk düzenini gerçekleştirecek hukukçuları yetiştirmek için 1925’te kurulan Hukuk Mektebini, Türk çiftçisine hizmet etmek üzere 1933’te öğretime başlayan Yüksek Ziraat Enstitüsünü, zen70 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 gin Anadolu kültürünü araştırmak ve Türkiye’nin dünya ile dil ve kültür köprüsünü kurmak amacıyla 1935’te açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini, 1859’dan beri “Mektebi Mülkiye” adıyla üst düzey kamu yöneticileri yetiştiren ve 1936’da Ankara’ya taşınan Atatürk’ün özel emir ve ilgileri ile kurulan Siyasal Bilgiler Okulunu açmak olmuştur. Bunlara, hazırlıkları Atatürk tarafından başlatılan ancak kuruluşu II. Dünya Savaşı nedeniyle 1940’ların başına kalan Fen (1943) ve Tıp Fakültelerini (1945) de eklemek gerekir. Üniversitemiz her biri Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda önemli görevler üstlenen Hukuk, Siyasal Bilgiler, Dil ve Tarih-Coğrafya, Fen ve Tıp Fakülteleriyle 1946 yılında kuruluşunu tamamlamıştır. Bu tarihten sonra Veteriner Fakültesi (1948), İlahiyat Fakültesi (1949), Eczacılık Fakültesi (1960), Eğitim Bilimleri Fakültesi (1964), Diş Hekimliği Fakültesi (1973), İletişim Fakültesi (1992), (1965’de Basın Yayın Yüksek Okulu olarak kurulmuştu) Sağlık Bilimleri Fakültesi (1994), Mühendislik Fakültesi (2001), (Fen Fakültesi’nden ayrılarak bağımsız fakülte oldu) ve Spor Bilimleri Fakültesi’de (2013) (1993’de Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu olarak eğitim-öğretime başlamıştı) kuruluşlarını tamamlayarak Ankara Üniversitesi’ne katılmıştır. Bugün Ankara Üniversitesi’nin 15 fakültesi bulunmaktadır. Ankara Üniversitesine bağlı enstitülerde bilime hizmet etmek, bilim yolunda özgür, yenilikçi ve girişimci çok boyutlu düşünme yeteneği kazandırmak ve bilim alanı ile ilgili, özgün ve katma değer sağlayan bilgi, beceri ve teknoloji üretmek amacıyla tezli ve tezsiz yüksek lisans, doktora ve sanat dallarında yapılan sanatta yeterlik programlarından oluşan lisansüstü eğitim-öğretim sürdürülmektedir. Akademik takvim lisansüstü eğitimlerde yarıyıl, yaz dönemi, yeterlik ve benzeri tarihleri içerecek şekilde Üniversite Senatosu tarafından belirlenerek, ilgili enstitülerce ilan edilen eğitim dönemini kapsar. ENSTİTÜLER • Adli Bilimler Enstitüsü • Biyoteknoloji Enstitüsü • Eğitim Bilimleri Enstitüsü • Fen Bilimleri Enstitüsü • Gıda Güvenliği Enstitüsü • Hepatoloji Enstitüsü • Hızlandırıcı Teknolojileri Enstitüsü • Kök Hücre Enstitüsü • Nükleer Bilimler Enstitüsü • Sağlık Bilimleri Enstitüsü • Sosyal Bilimler Enstitüsü • Su Yönetimi Enstitüsü • Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Bu enstitülerde Sanat Tarihi, Uluslararası Hukuk, Temel İslam Bilimleri, Eğitim Ekonomisi ve Planlaması, Ölçme ve Değerlendirme, Tarımsal Yapılar, Tarım Ekonomisi, Zootekni, Ağız Diş ve Çene Sağlığı, Pedodonti, Farmakoloji, Sosyal Hizmet, Çocuk Gelişimi, Tıbbi Biyoloji, Genetik, Kök Hücre v.b 81 tezsiz yüksek lisans, 215 tezli yüksek lisans, 198 doktora programı açılmaktadır. YÜKSEKOKULLAR • Adalet Meslek Yüksekokulu • Başkent Meslek Yüksekokulu • Beypazarı Meslek Yüksekokulu • Elmadağ Meslek Yüksekokulu • GAMA Meslek Yüksekokulu • Haymana Meslek Yüksekokulu • Kalecik Meslek Yüksekokulu • Nallıhan Meslek Yüksekokulu • Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ayrıca Devlet Konservatuvarı ile hazırlık sınıflarının yer aldığı Yabancı Diller Yüksekokulu bulunmaktadır. Ankara Üniversitesinin görevi, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözünün ışığında, evrensel bir bakışla bilim ve sanat alanlarında topluma yön verecek bireyler yetiştirmek; yaptığı özgün ve nitelikli araştırmalarla bilim, teknoloji ve sanat üretimine katkı sağlamaktır. Ankara Üniversitesi yürüttüğü eğitim-öğretim programlarıyla; sorgulamayı, soru sormayı, sorun çözme- yi bilen, ‘bilen güçlüdür’ bilinciyle kendine güvenen, özgür düşünceli, önyargılardan uzak, toplumsal ve evrensel değerlere saygılı bireyler yetiştirir. Ankara Üniversitesi aynı zamanda, farklı bilimsel alanlara odaklanmış 35 araştırma ve uygulama merkeziyle ürettiği bilgi ve teknoloji birikimini insanlığın yararına sunar. Ankara Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk üniversitesi olmakla sahip olduğu öncü kimliğini, yaptığı nitelikli bilimsel araştırma ve eğitim çalışmalarıyla sürdürmeyi ve dünyanın en saygın üniversitelerinden biri olmayı amaçlar. Katılımcılık, şeffaflık, adalet, fırsat eşitliği, yeterlik gibi değerleri ilke edinen Ankara Üniversitesi, gelişim ve değişime açık, yenilikçi, çeşitliliği zenginlik sayan bir yönetim anlayışını benimser. Bu bağlamda gelişim ve yenilenmeye katkı sunan tüm öğretim üyelerini, öğretim elemanlarını, idari personelini, öğrencilerini, mezunlarını ve emeklilerini özendirerek bu katkıların sürekliliğini sağlayacak olanaklar hazırlar. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 71 Ankara Üniversitesi sürekli eğitimin merkezidir. Ülkenin ve toplumun gelişme-kalkınma bakımından öncelikli gereksinimlerini dikkate alarak bilimsel araştırma ve geliştirme projeleri yaratmak; bilimsel araştırmalara üniversite içi ve dışı, ulusal ve uluslararası bağlamlarda olanakları ölçüsünde en fazla kaynağı ayırarak destek olmak; bilimsel araştırma etkinliklerinde üniversite-sanayi işbirliğine önem vermek; teknoloji geliştirme bölgesi oluşturmak, mevcut teknoloji geliştirme merkezini bölge ile bütünleştirerek ulusal üretime bilimsel, teknolojik yeniliklerle ivme kazandırmak, üniversitenin geniş bir yelpaze oluşturan bilimsel disiplinler kapsamını dikkate alarak eğitim-öğretim ve araştırmada disiplinler arası yaklaşımları öne çıkarmak; örgün ve yaygın eğitim türünde diploma programları yanı sıra kamu, özel sektör ve uluslararası kurum, kuruluş ve kişilere gereksinim duydukları alanlarda ulusal ve uluslararası düzeylerde kurslar, seminerler, konferanslar ve eğitim programları planlamak ve düzenlemek üniversitenin birimlerinde bu amaçla yürütülen her türlü etkinliğin eşgüdümünü sağlamak, meslek içi eğitim, kurumlara eğitim, sertifika 72 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 programları, seminerler, sözleşmeli seminerler, çeşitli kesimlere konferanslar düzenleyerek sürekli eğitim programları Sürekli Eğitim Merkezi (ANKÜSEM) tarafından yürütülmektedir. UZAKTAN EĞİTİM • Adalet Uzaktan Önlisans (ADU- ZEP) • Bankacılık ve Sigortacılık Uzaktan Ön Lisans (BAS) • Bilgisayar Programcılığı Uzaktan Ön Lisans (BİPRO) • Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik Uzaktan Ön Lisans (TDS) • Turizm ve Otel İşletmeciliği Uzaktan Ön Lisans (TOİ) • İlahiyat Uzaktan Lisans Tamamlama (İLİTAM) • İnsan İlişkileri, Sağlık Kurumları Yönetimi Gazetecilik ve Sosyal Hizmet Uzaktan Tezsiz Yüksek Lisans programları hazırlamak ve böylece etkili bir toplumüniversite işbirliği oluşturmak üzere de Uzaktan Eğitim Merkezi (ANKUZEM) çalışmalarını sürdürmektedir. Ankara Üniversitesi’ne bağlı 15 fakülte, 1 yüksekokul, 9 meslek yüksekokulu ve 1 Devlet Konservatuvarı’nda ön lisans ve lisans; 13 enstitü bünyesinde de lisansüstü eğitim sürdürülmektedir. 35 Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde değişik disiplinlerde bilim insanlarınca araştırma çalışmaları yapılmaktadır. 38 ön lisans, 109 lisans programıyla çok geniş bir yelpazeye sahip olan Üniversitemizde, Haziran 2014 tarihinde 5425 ön lisans, 39343 lisans, 16346 yüksek lisans ve doktora öğrencisi olmak üzere 61114 öğrenci eğitim-öğrenim görmektedir. Üniversitemizde isteyen öğrenciler için ilk yıl yabancı dil hazırlık sınıfı bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve öğretim elemanı olarak toplam 3618 akademik personel, 5289 idari personel görev yapmaktadır. Ankara Üniversitesinin birimleri Ankara kent merkezi ile Beypazarı, Elmadağ, Kalecik, Haymana, Nallıhan ve Gölbaşı ilçelerinde bulunmaktadır. Ayrıca, Ilgaz, Antalya/Manavgat-Çolaklı, Gölbaşı ve Elmadağ’da eğitim, sosyal ve spor tesisleri yer almaktadır. Bu tesislerden öğrenciler, akademik ve idari personel yararlanmaktadır. Bunlara ek olarak Vete- riner Fakültesi’nin Kazan’da, Ziraat Fakültesi’nin Haymana ve Ayaş’ta araştırma ve uygulama çiftlikleri, Kalecik’te Bağcılık Araştırma ve Uygulama İstasyonu, Eskişehir Çifteler’de Tatlısu Balıkçılığı Araştırma ve Uygulama İstasyonu ile Gemlik’te Zeytincilik Araştırma ve Uygulama İstasyonu bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi’nin 2500 yabancı uyruklu öğrencisi ve dünyanın birçok ülkesinden çeşitli yükseköğretim kurumlarıyla 150’den fazla işbirliği protokolü bulunmaktadır. Bu sayılar gün geçtikçe artmaktadır. Küreselleşme çağında üniversitemiz, kelimenin tam anlamıyla “evrensel” bir konuma ulaşmaktadır.. Türk Cumhuriyetleri ve dost ülkelerden gelen öğrencilerimiz sayesinde Ankara Üniversitesi zenginleşerek çok kültürlü bir yapıya kavuşmakta ve bilginin evrensel bir niteliğe sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Uluslararasılaşma kavramını her zaman gündeminde tutan Ankara Üniversitesi bu bağlamda, Erasmus hareketliliği başta olmak üzere, uluslararası alanda öğrenci-akademik personel değişimine ve akademik işbirliğine büyük önem vermektedir. Bu yoğun çabanın sonucu olarak 2012-2013 eğitim-öğretim dönemi verilerine göre Erasmus öğrenci değişiminde Ankara Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim Kurumları arasında birinci sıraya yerleşmiştir. Özellikle Erasmus Plus’ın yürürlüğe girmesiyle 33 program ülkesi dışında kalan ve ortak ülke ola- rak adlandırılan 23 komşu ülke ile bu alanda daha fazla ortak çalışma gerçekleştirme olanağı doğacaktır. 2013 yılında uygulanmaya başlayan Mevlana programı kapsamında yer alan protokoller sayesinde Avrupa Birliği dışında bulunan çok sayıda Türk Cumhuriyetlerle doğrudan Türkiye Cumhuriyetinin kaynak sağlamasıyla daha yakın çalışma olanağı doğmuştur. Ankara Üniversitesi Avrupa’dan Asya’ya, Amerika’dan Okyanusya’ya kadar geniş bir coğrafyada bulunan yükseköğretim kurumlarıyla Mevlana protokolü imzalayarak bu alanda da etkinliğini göstermiştir. Şu anda yirmiden fazla ülkeyle Mevlana protokolü bulunan Ankara Üniversitesi’nin KırgızistanTürkiye Manas Üniversitesiyle de protokolü vardır. 2006 yılında Avrupa ve civarında yerleşik 800 üniversitenin üyesi olduğu Avrupa Üniversite Birliği’nin incelemesinden ve 2011 yılında izlemesinden başarıyla geçerek gerçek bir Avrupa Üniversitesi olduğu saptanmıştır. Öğrencilerine IAESTE ve AISEC kanalı ile ayrıca dünyanın her yerinden 100’ün üzerinde üniversite ile imzalamış olduğu ikili değişim protokolleriyle yurtdışı staj ve öğrenin olanağı sunmaktadır. Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi öğrencilerimizi temsil eden resmi kurumdur. Hiç bir kişi, kurum, siyasi oluşum ve ideolojinin hakimiyeti altına girmeden çalışmalarını yürütmektedir. Konsey öğrencilerimizin sosyalleşme sürecine katkıda bulunmak amacıyla bir takım etkinlikler gerçekleştirmektedir. Ayrıca öğrencilerimizi etkin olarak yer aldıkları 274 öğrenci kulüp ve topluluğu bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi, eğitim-öğretim etkinlikleri yanında bilimsel araştırmalara ağırlık vererek bu alanda da söz sahibi olduğunu, üstlendiği ve yürütmekte olduğu projelerle de göstermiştir. Ankara Üniversitesinin çeşitli araştırma ve uygulama merkezlerinde toplum yaşamını kolaylaştırmak amacıyla birçok araştırma yapılmaktadır. Ankara Üniversitesi bireylerle doğrudan iletişim içerisinde olarak, kurulduğu günden günümüze, çağdaş bilimin toplum hizmetinde olması için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmektedir. Ankara Üniversitesi, öğrenimine devam edebilmek için ekonomik desteğe gereksinimi olan öğrencilerine çeşitli katkılar sağlamaktadır. Fakülte ve yüksekokullarda yer alan burslar komisyonunun belirli ölçütlere göre seçtiği öğrencilerimize kısmi zamanlı çalışma karşılığı katkı, ücretsiz öğle yemeği ve öğrenci evlerinde barınma olanaklarından birisi sağlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve yabancı uyruklu öğrencilerin bir yükseköğretim kurumundan diğerine ya da aynı üniversitenin bir bölümünden diğerine geçişleri, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen “Yüksek Öğretim Kurumlarında Ön Lisans ve Lisans Düzeyindeki Programlar Arasında Geçiş, Çift Ana Dal, Yan Dal” uygulaması doğrultusunda yapılmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 73 Bilgi teknolojilerinden en üst düzeyde yararlanma Ankara Üniversitesi’nin önde gelen ilkelerinden biridir. Üniversitemizin ağ altyapısı fiber omurgalı ve yıldız topolojisine sahiptir. 600 Mbps hızında Metro Ethernet bağlantısı ile ULAKNET üzerinden internet erişimine sahip olan Üniversitemizin tüm toplanma noktalarında fiber optik kablo bulunmakta ve tüm kullanıcılara aktif ağ ucu sağlanmaktadır. Akıllı sınıflarda teknolojinin tüm olanakları kullanılarak eğitim verilmektedir. Ankara Üniversitesi’nin Ankara’da beş ve Beypazarı’nda bir öğrenci evi bulunmaktadır. Maltepe’de bulunan Vehbi Koç Erkek Öğrenci Evi’nde başarı düzeylerine göre seçilmiş 200 öğrenci barınmaktadır. Dışkapı Yerleşkesi’ndeki Yıldırım Beyazıt Kız ve Erkek Öğrenci Evlerinde toplam 300 öğrenci, Cebeci Yerleşkesi’ndeki Milli Piyango Kız Öğrenci Evi’nde 328, Dikimevi Yerleşkesinde bulunan Cumhuriyet Kız Öğrenci Evi’nde ise 175 öğrenci kalmaktadır. Beypazarı Fahriye Özaka Kız Öğrenci Evi’nde ise 100 öğrenciye barınma olanağı sağlanmaktadır. Ankara Üniversitesi’nin bugüne ka- 74 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 dar 135 uyruktan yaklaşık 250 bin kişiye 23 ayrı dilde eğitim veren tescilli markası Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve Uygulama Merkezi (TÖMER)’i vardır. TÖMER Ankara (Merkez, Kızılay ve Yenişehir), İstanbul (Taksim ve Kadıköy), İzmir, Antalya, Alanya, Bursa, Samsun ve Trabzon olmak üzere toplam 11 şubede hizmet vermektedir. Üniversitemiz müze konusundaki çalışma ve uygulamalara çok önem vermektedir. Eczacılık Fakültesi’nde İlaç ve Cihaz Müzesi, Mühendislik Fakültesi’nde Jeoloji Müzesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde Oyuncak Müzesi, Veteriner Fakültesi’nde Anatomi Müzesi, Ziraat Fakültesi Müzesi ve Türk İnkılap Tarihi Müzesi yer almaktadır. Ankara Üniversitesi öğretim üyelerince gerçekleştirilen bilimsel çalışmaları, bilgi ve akademik alandaki birikimleri sanayi ile buluşturarak Ülkemizin gelişme ve kalkınmasına sunmak, Üniversite-Sanayi işbirliğinin hızlı ve etkin bir şekilde eşgüdümünün sağlanmasına yönelik çalışmalar yapmak üzere Ankara Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi 2007 yılında tüzel kişiliğini kazanarak hizmete girmiştir. Ankara Üniversitesi’nin eğitim-öğ- retim yanında en önemli akademik etkinliklerini bilimsel çalışmalar oluşturmaktadır. Yapılan araştırmaların sonuçları uluslararası saygın bilimsel dergilerde yayınlanmaktadır. Ankara Üniversitesi bu yayınlar, bilimsel kitaplar ve raporlar yoluyla uluslararası bilim birikimine önemli katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda Üniversitemizde öğretim üyeleri ve doktora, tıpta uzmanlık ve sanatta yeterlik eğitimini tamamlamış araştırmacılar tarafından yönetilen bilimsel araştırma proje önerilerinin değerlendirilmesi, kabulü, desteklenmesi bunlara ilişkin hizmetlerin yürütülmesi, izlenmesi ve sonuçlarının kamuoyuna duyurulması amacıyla Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi Koordinatörlüğü (BAP) kurulmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora araştırmaları maddi olarak desteklenmektedir. Üniversitemizde Afrika Gündemi, Ankara Üniversitesi Bülteni, ATAUM e-Bülten, LAMER e-bulten, TÖMER Haber ve Tanıtım Bülteni, Üni-Bilgi gibi 48 adet süreli bilimsel dergi yayımlanmaktadır. Yabancı bilim insanlarının başta bitki taksonomisi olmak üzere botanik ile ilgili diğer alanlarda çalışma olanağı buldukları, 1933 yılında kurulan ve uluslararası kodu ANK olan Herbaryumda 150 binin üzerinde bitki örneği bulunmaktadır. Üniversitemiz, Ankara Valiliği, Kızılcahamam Kaymakamlığı, Kızılcahamam Belediye Başkanlığı, Çamlıdere Belediye Başkanlığı ve Jeolojik Mirası Koruma Derneği’yle ortaklaşa yürütülen Çamlıdere ve Kızılcahamam’da 23 ayrı duraktan oluşacak, Ülkemizin ilk Jeoparkı olma özelliğini taşıyan projenin çalışmaları hızla devam etmektedir. Jeolojik Parkı her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turistin ziyaret etmesi bunun da bölgeye ekonomik canlılık kazandırması beklenmektedir. Üniversitemiz, tüm dünyayı çalışma alanı olarak ele alan araştırma ve uygulama merkezlerine sahiptir. Her biri bir bölgeyi ele alan bu merkezlerin inceleme alanlarının toplamı, dünya alanını oluşturmaktadır. Türkiye’de Afrika Kıtası’nı daha iyi tanımak, Afrika’nın tarihine, coğrafyasına ve kültürüne dikkat çekmek, Afrika ülkelerinde de Türkiye’nin daha iyi tanınmasını sağlamak amacıyla kurulan Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (AÇAUM), Latin Amerika ülkeleri ile ilgili bilimsel çalışmalar yapmak, araştırma ve incelemelerde bulunmak, Latin Amerika konusunda uzman araştırmacılar yetiştirmek amacıyla kurulan Latin Amerika Araştırma ve Uygulama Merkezi (LAMER), Ülkemizde ve Güneydoğu Avrupa’da akademik kuruluşlarla ortak kültürün ortaya çıkarılmasına yönelik bilimsel çalışmalar yapmak, projeler geliştirmek, bölge ülkeleri arasında kültür-sanat, bilim ve ekonomik işbirliği köprülerini sağlamlaştırmaya hizmet etmek amacıyla kurulan Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (GAMER) ile kamu ve özel sektör çalışanlarına Avrupa bütünleşmesinin çeşitli yönleriyle ilgili eğitim vermek, etkinlik alanı ile ilgili konularda kendi başına ya da diğer yerli ve yabancı üniversite ve kuruluşlarla işbirliği halinde araştırmalar yapmak, bu etkinliklerin sonuçlarını Türkçe ve diğer dillerde yayınlamak, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri konusunda kamuoyu oluşturmak amacıyla kurulan Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) faaliyetlerine devam etmektedir. Dört yeni bölge araştırma ve uygulama merkezimizin kurulma çalışmaları sürdürülmektedir. Bunlar Ortadoğu Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ODAM), Kuzey Amerika Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (KUAM), Avrasya, Rusya ve Doğu Avrupa Uygulama ve Araştırma Merkezi (AVRUDAM), Asya-Pasifik Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (APAM) dır. DİĞER ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZLERİ • Afrika Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (AÇAUM) (KİGAUM) • Latin Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (LAMER) • Onkoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi • Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi • Özel Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi • Ölçme ve Değerlendirme Uygulama ve Araştırma Merkezi • Politik Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi • Psikiyatrik Kriz Uygulama ve Araştırma Merkezi • Akarsu Göl ve Denizlerde Jeolojik • Su Ürünleri Araştırma ve UygulaAraştırma Merkezi (AGDEJAM) ma Merkezi • Ankara Çalışmaları Araştırma ve • Sualtı Arkeolojik Araştırma ve UyUygulama Merkezi (ANKAMER) gulama Merkezi Uygulama Merkezi (ATAUM) Uygulama Merkezi • Astronomi ve Uzay Bilimleri Araş- • Süper İletken Teknolojileri Uygulatırma ve Uygulama Merkezi ma ve Araştırma Merkezi • Avrupa Toplulukları Araştırma ve • Türkiye Coğrafyası Araştırma ve • Beyin Araştırmaları Uygulama ve • Üreme Sağlığı, Teşhis, Tedavi, EğiAraştırma Merkezi tim, Araştırma ve Uygulama Mer• Çevre Sorunları Araştırma ve Uy- kezi (ÜSAUM) gulama Merkezi • Yaşlılık Çalışmaları Uygulama ve • Çocuk Bilim Merkezi Koordinatör- Araştırma Merkezi lüğü • Yer Bilimleri Uygulama ve Araştır• Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Araş- ma Merkezi tırma ve Uygulama Merkezi (COGEM) • Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi (ÇOKAUM) • Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi • Fikri ve Sınai Haklar Araştırma ve Uygulama Merkezi (FİSAUM) • Güneydoğu Avrupa Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi • İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) • İnsan Kaynakları ve Kariyer Danış- manlığı Araştırma ve Uygulama Merkezi • Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM) • Kalkınma Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (AKÇAM) • Küçük İşletmecilik ve Girişimcilik Araştırma ve Uygulama Merkezi Gerçek bir üniversite olmanın öğretim etkinlikleri dışında da gerekleri olduğunun farkında olan Ankara Üniversitesi bu eksende sosyal sorumluluk alanlarına büyük önem vermektedir. Bir kent üniversitesi olmanın bilinciyle Ankara Üniversitesi sosyal sorumluluk alanında da Türkiye’nin önde gelen yükseköğretim kurumları arasında yer alabilmek için çalışmalarına devam etmektedir. Ankara Üniversitesi ailesi çağdaşlığın aydınlattığı yarınlara, her zaman olduğu gibi, güvenle bakmaktadır. Ankara Üniversitesi, üniversitelerin kurulmasını sağlamış, kendisinden sonra kurulan üniversitelere destek vermiş, o üniversitelerin öğretim üyelerini yetiştirmiş Türkiye’nin bir ana üniversitesidir. Ankara Üniversitesi yalnız Türkiye’ye değil, Avrupa’dan Asya’ya, tüm Türk Cumhuriyetleri’ne ve akraba topluluklara da bu hizmeti sunabilecek birikim ve güçtedir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 75 haber PROF. DR. ERKAN İBİŞ ANKARA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ Ankara Üniversitesi, koşullar ne olursa olsun düşük bir yörüngeye takılıp kalmaya hiçbir zaman razı olmamış; toplumun artan beklentilerine cevap verme ve hızlanan rekabete uyum sağlama çabasını korumuş, öncü geleneğini her zaman sürdürmüştür. Bu bilinçle öncü geleneğimizi sürdürmek ilk hedefimizdir. Dünyada ilk 500 üniversitenin içerisindeyiz. Bu noktada da hedefimiz daha iyi basamaklara tırmanmak. Daha çok toplumla buluşma ve sosyal sorumluluk etkinliği, kültür-sanat ve spora daha çok destek, araştırmayı daha fazla desteklemek. AGROPARK Geleceğin en önemli ihtiyaçlar arasında gıdayı sayabiliriz. Gıda da tarım ve hayvancılık esasında oluşan bir ürün. Bu bağlamda ülkemizin kendi kendine yeter hale gelmesi ve gıda konusunda güçlü bir konumda olması gerekir. Bunun için Türkiye’deki daima ilk yapılanmaları kuran öncü üniversite olarak teknopark alanında gıdaya özel bir yapılanma planlıyoruz. Bu, AgroPark adı altında oluşturulacak gıda teknoparkı, ürün verimlilikleri ile ürün kalitesinin artırılması, uygulamaya dönüştürülmesi ve tecrübelerin çiftçilere aktarılması noktasında çok önemli roller üstlenecektir. SAĞLIKTA MÜKEMMELİYET Üniversitemize Sağlıkta Mükemmeliyet Merkezi için Sayın Başbakanımız tarafından Bağlıca›da bin 500 dönümlük arazi tahsis edildi. Bu arazide tam teşekkürlü teşekküllü hastanenin yanı sıra kök hücre, medikal teknopark, biomedikal, biyoteknoloji gibi ileri teknolojilerin kullanılacağı araştırmalar ve endüstri ile işbirliği yapacak birimler yer alacak. Gerek eğitim ve araştırma alanlarında gerekse tanı ve tedavi alanlarında uluslararası bir merkez olmasını hedefliyoruz. YURTDIŞINA YERLEŞKE Üniversitemizin geleceğine dair pek çok projeyi hayata geçirmeye başladık. Bunların dışında 2 bin 500 olan yabancı öğrenci sayımızı 5 bine ulaştırmak istiyoruz. Üniversitemizin yurtdışında da yerleşkesi olması da önemli hedeflerimizden. Üniversite olarak sosyal sorumluluk esnasında çok sayıda iş gerçekleştirdik. Hepsini sıralamak imkansız. Ancak bilim-araştırma dışında özetle sıralamak gerekirse: • Ankara Üniversitesi ve Mamak Belediyesi’nin işbirliğinde Kalkınma Ajansı’nın da desteği ile • Türkiye’de ilk kez 3 bin 350 metrekarelik alanda “Çocuk Dostu Sokak” açıldı. • Ankara Üniversitesi’nin “Hayat Bağışlamak Elinizde” sloganıyla baş- lattığı organ bağışında farkındalık kampanyasına çeşitli sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri ve üyeleri de organ bağışında bulunarak destek verdi. • Üniversitemiz Çevre Koordinatörlüğü tarafından “Temiz Çevre Engelsiz Ankara Üniversitesi Atık • Yağ Toplama”, “Atık Pil Toplama” kampanyaları hayata geçirildi. • Türkiye Üniversitelerinde ilk kez bünyemizde “Cinsel Tacize Karşı Destek Birimi” kuruldu. • Mobbing ile mücadelemiz ödün verilmeden devam ediyor. Çağdaş toplumlar risklere karşı bu gibi uygulamalarla etkin caydırıcı önlemler alırlar. • İlk kez Türkiye›den ABD›ye kök hücre naklini gerçekleştirdik. • Tarım, Sağlık, Fen, Eczacılık, Veteriner ve Çocuk gibi birçok başlık ile fakültelere müzeler açtık. 76 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 film haber KARANLIK YOLCULUK Prof. Dr. Hamdi AKAN Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi 2001 yılında gösterime giren Donnie Darko bir bağımsız yapım. Başlangıçta karışık eleştiriler alan film, zaman içerisinde bir kült film haline geldi ve halen döneminin en iyi filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Filimin özelliği, içerdiği simgeler ve olaylar dizisi nedeni ile çok tartışılması ve çok değişik yorumlanabilmesi. Film gençlik öfkesinin yansıması, paranoid şizofren bir gencin sanrıları, paralel evrenler, zaman yolculuğu gibi çeşitli açılımlara sahip. Filimin kahramanı genç bir erkek öğrenci (Donnie Darko) ve sü- 78 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 rekli karşısına çıkan bir dev tavşan (oldukça korkutucu bir tavşan ama). Donne Darko’nun evine bir uçağın motoru düşüyor, Tavşan (Frank) 28 gün sonra dünyanın sona ereceğini söylüyor. Donnie’de tavşanın yönlendirmesi ile olmayacak işler yapıyor. Bu arada paranoid şizofren tanısı alıyor. 28 gün sonra olaylar başa sarılıyor ve eve düşen uçak bu sefer Donnie’nin ölmesine yol açıyor. Sanırım pek bir şey anlamadınız ancak filmin yönetmeni Richard Kelly (Southland Tales, The Box) filmi o kadar başarılı tasarlamış ki, sonunda kafanızda çok etkili bir film seyretmiş olarak ve de bir sürü soru ile çıkıyorsunuz. Bir seyretme ile yetinmek ve sorulara yanıt bulmak zor. Tekrar seyrederken, bazı ayrıntılar daha çok anlam kazanıyor. Filmin müzikleri ise çok başarılı. Özellikle Tears for Fears’ın akustik Mad World cover’ı Gary Jules’ın sesi ile ruhunuza işliyor. Bu günlerde farklı bir şey izlemek isterseniz Donnie Darko’dan daha iyisi yok. Prof. Dr. Hamdi AKAN Orijinal Adı: Donnıe Darko Yapımcı ve Yönetmen: Richard Kelly Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Drew Barrymore, Patrick Swayze, Maggie Gyllenhaal, Noah Wyle, Jena Malone, Mary McDonnell. Tür: Bilim Kurgu Süre: 113 dakika SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 79 kitap BİLİŞSEL EGZERSİZ TERAPİ YAKLAŞIMI Yazar: Edibe Ünal Yayınevi: Pelikan Yayın evi Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 324 Bilişsel egzersiz terapi yaklaşımı olarak açıkladığımız, biyopsikososyal modele uygun bir tekniğin kısaltılmış ifadesidir. Biyopsikososyal model tanımı 1970’li yıllardan sonra gündeme gelmeye başlamıştır. Bu modelde insanın felsefedeki tanımı dikkate alınır, yani insan biyopsikososyal bir varlıktır. Dolayısıyla tedavileri de biyolojik, psikolojik ve sosyolojik kapsamlı olmalıdır. BETY, bir fizyoterapist tarafından geliştirilen, biyopsikososyal modele uygun, romatizmal hastalarla birlikte oluşturulan, bütüncül yaklaşım içeren inovatif bir tekniktir. Türkiye ve Dünyada ilktir. Tekniğin içinde klinik pilates egzersizleri ana egzersiz modeli olarak kullanılır. Ağrı yönetimi, duygu-durum bilgi yönetimi, akıl-beden bilgi yönetimi bir seansın içinde bütünleştirilir. Dans terapi, sağladığı otantik hareket ile duygu-durum, ağrı, spazm kısırdöngüsünü kırmak için seansa ilave edilir. Amaç, bedenin kontrolünü öğretmek ve buradan hastalığa değişim için bir fırsat gözü ile bakma anlayışını, hayatın kontrolünde kullanmaktır. Bir başka deyişle “bedenini somut olarak yöneten bir zihin, hayatını da soyut olarak yönetebilir” bilgisi ile bilişsel açıdan desteklenir. Bilişsel yeniden yapılandırma esastır. Kitapta romatizmal hastalıklardan bahsediyoruz. Erişkin ve çocuk romatizmal hastalıklar ülkemiz koşullarında oldukça önemli bir hastalık grubu. Kronik ağrıya eşlik eden kas-iskelet tutulumları yanı sıra, iç organ tutulumları ile de yaşam kalitesini oldukça etkileyen geniş kapsamlı hastalıklar grubu. Bu geniş yelpazede fizyoterapist, egzersiz yaklaşımları ile fonksiyonelliğin sürdürülmesinde ve yaşam kalitesinin artırtılmasında oldukça önemli bir göreve sahip. ŞİFACI Yıl 945. Bizans’ın kolları ve Roma’nın gölgesi Sicilya’nın üstündedir… Sultanının ve öz oğlunun ölümünün ardından Sami; tüm ihtişamını, hekimliğini ve kendine inancını kaybeder. Şehirden kaçar, bitkilerle ve ayla konuşur, doğayla bütünleşir. Cinlerle tedirgin edici bir dostluk kurar ve nihayet önce bedenini sonra ruhunu tedavi edecek bir keşişin eline düşer. Yazar: Ahmad ‘Abd Al Waliyy Vincenzo Yayınevi: Timaş Yayınları Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 304 Kurgunun bir parçası haline getirilen dönemin tıbbi yöntemlerinden ve gündelik yaşamından izlerle bambaşka bir katman kazanan Şifacı, aynı zamanda ustaca kurulmuş bir tarihi polisiye, sürükleyici bir roman. Gülün Adı’nın diyarından aynı tatta, aynı heyecanda! Şifacı: Sicilya Tatulası, bir hekimin tam ortasında kaldığı çılgınca felaketlerin, isyanların, entrikaların, dostlukların ve ihanetin; tarihin talihsizliklerinin ve gizeminin hikâyesi... SAĞLIĞIN CAN DAMARI ‘Sağlığın Can Damarı’ Sağlıklı yaşam konusunda binlerce yıl öncesinin tecrübe ve bilgi birikimini sunuyor. Bunlar; Osmanlı tıp kitaplarında yer alan uygulanmış ve olumlu sonuçlar alınmış sağlıklı yaşam kurallarıdır. Yazar: Ayten Altıntaş Yayınevi: YediverenYayınları Yayın Tarihi: 2013 Sayfa Sayısı: 248 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2014 Osmanlı tıp kitaplarının büyük bir kısmı nasıl sağlıklı yaşanır konusuna ayrılmıştır. Çünkü doktor yerine kullanılan hekim sözcüğünün anlamı, sağlığı koruyan demektir. Hekimlerin birinci görevi; sağlığın korunması için çalışmaktır. İnsanı hasta edebilecek unsurları tespit edip önlem almak, sağlıklı yaşam konusunda halkı bilinçlendirmek hekimlerin görevleri arasındadır. Evlerin inşası, yenilen yemeklerin yapılışı, temizliğin şekli ve tüm yaşam tarzı hekimlerin belirlediği kurallara göre yapılır. Elinizdeki bu kitap, güvenilir ve önemli Osmanlı tıp kitaplarında yer alan sağlıklı yaşam kurallarını anlaşılır bir şekilde vermektedir.