13 - Dergi Bursa
Transkript
13 - Dergi Bursa
Şubat 2013 Fiyat›: ¨ 7 13 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ Zeki Müren Özel DOĞU EKSPRESİ - GRANADA - MUDANYA TRENİ - FACİT - TRAMVAY - ESKİ BURSA MUTFAĞI ESKİ BURSA FOTOĞRAFLARI - KLASİK ARABALAR - EN İYİ SERİ FİLMLER - NOSTALJİ 1 arka plan Yıl: 3 Sayı: 13 / Şubat 2013 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) engincakir@photographica.com.tr Yazarlar Ayşegül Alkış, Dilek Şen, Emine Civanoğlu, Gökay Öngör, M.Ömür Akkor, Özgür Çakır, Özgür Taşkıran, Serkan Duru, Sezai Evans www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku eminekorku@photographica.com.tr Grafik Tasarım Photo Graphica Creative grafik@dergibursa.com.tr Enise Güleryüz Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr info@photographica.com.tr Fotoğraf Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Özgür Çakır, Sezai Evans Çorbada Tuzu Olanlar Ahmet Erdönmez, Aziz Elbas, Burçin Dermenci, Emir Kurtaran, Dilek Yıldız Karakaş, İrem İlyas, Uzm.Dr. Ferda Firdin, Dr. Mine Akkuş, Serpil Tekin, Op.Dr. Sena Kutucu, Sevtuğ Olgaç, Op.Dr. Yavuz Selim Dayıoğlu Reklam İletişim / Abonelik reklam@dergibursa.com.tr abone@dergibursa.com.tr T. (0224) 233 87 11 2 Baskı Dağıtım www.furkanofset.com.tr www.seckurye.com.tr Dijital Yayıncılık Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 3 plan plan tek karede Bursa Bursa’dan nostaljik kareler 8 odak noktası Eski Bursa’nın nostaljik izleri 20 dosya “Sesiniz ne kadar güzel!” - Zeki Müren 30 manevi Eski Bursa’nın manevi izleri... 46 bursa dokusu Bursa raylarının hikayesi 50 detaylı bakış Biraz ağır, biraz aksak Mudanya treni 54 yakın plan Bursa’nın tramvay rüyası - Aziz Elbas 58 gezi-yorum Doğu’dan Batı’ya 1928 km, 36 saat “Doğu Ekspresi” 66 Bursa mutfağı Bursa’dan “yemek” nostaljisi - M. Ömür Akkor 80 çizgi üstü Geleceğe mektup - Gökay Öngör 86 sağlık Uzman yazıları ile sağlık konuları 88 uzaktaki yakın Zil, Şal ve Gül “Granada” - Özgür Çakır 94 foto öykü Kamondo merdivenlerinde - Emine Civanoğlu 108 efsane kareler Müziğin yaşayan “kralları” ve “kraliçeleri” 112 dosya Geçmişin efsane makinaları 116 g.zaman kipinde Artık hesaba katılmayan hatıra “ Facit” 126 film şeridi Klasikleşmiş “seriler” 128 eğitimin psikolojisi Çocukların nostaljiden anladıkları - Ayşegül Alkış 142 d. armağansın İkna etmek ve yorumları etkilemek - Sekan Duru 144 köşe Vazgeçme - Dilek Şen 146 hobi kulübü Kaldığımız yerden - Özgür Taşkıran 148 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 150 www.dergibursa.com.tr 4 5 editör notu “Geçmişi doğru kullanma kılavuzu” Söze ilk olarak bu ayki temamız olan nostaljiyi “yakın plan” açıklayarak başlamak istiyorum. Kelime kökleri kimi zaman çok resmi kalsa da, kelimenin anlamını çözmenin en kısa yolu olabiliyor: Nostalgie (Fr) ya da Nostalgia (Ing) sözcüğü bu dillerden bizim dilimize geçerek “nostalji” biçiminde yazılmaya başlanmış. Sözcüğün geldiği Latince ve eski Grekçe kelimelerin kökleri ise şöyle; Grekçe nostos = yuvaya dönüş ile yeni Latincedeki algia = hastalık... Nostos+algia = nostalgia olarak birleşiyor. Bunun da eski Türkçemizdeki (Osmanlıcadaki) anlamı nostalgia = daussıla... Bunu günümüz Türkçesine aktarırsak “sıla hastalığı” olarak aktarabiliriz. Demek ki bu kelime “yurdundan uzak kalan birinin yuvasına duyduğu hasreti” açıklıyor. Diğer bir deyişle yurt özlemini, yurtsamayı betimliyor. Ne var ki, 1920’li yıllarda “eski semtlere, eski moda anlayışına, eski şarkılara, eski yaşam biçimlerine” de özlem duyularak bunları anlatacak bir sözcük aranmış, karşılık olarak da “nostalji” sözcüğü üzerinde karar kılınmış... Bu etimoloji kurallarına aykırı olsa da yerleşmiş ve toplum algısında yer etmiş bir kullanım. Biz de çekinmedik bu algının üzerinden gittik, sürç-i lisan varsa affola... Kelime kökü bir yana esas söylemek istediklerimize gelelim: Dergi Bursa iki yılı geride bıraktı ve yıldönümü saydığımız bu sayı ile 3.yılına “merhaba” dedi. Demem o 6 ki, temamızın “nostalji” olmasına şaşırmamanız gerek. Yıldönümüne yaraşır bir sayı olmalıydı ve buna en uygun tema nostalji oldu. Önce aklımıza gelenleri sıraladık, uzun da bir liste çıktı. Fakat “fazla söze ne hacet” diyerek içinden bazılarını seçmeye karar kıldık. Bunların başlıcası “Zeki Müren” oldu. Sanat müziğinin eşliğinde keyif dolu sayfalar “meşk” ettik. Fakat bu şehirde hala neden bir “Zeki Müren Müzesi” yapılamadı anlayamadık, üzüldük.. “Eski Bursa fotoğrafları” ile sizlere nostaljik anlar yaşatalım istedik. Çok değerli yazarımız Ömür Akkor ise “Bursa Mutfağı’ndan nostaljik yemekler seçti. Yine Bursalıların içerisinde “uhde” kalmış bir konuya parmak bastık; Mudanya-Bursa treni... Malum bugünlerde şehiriçinde tramvay yolu çalışmaları da var. Yıllar evvel düşünülmüş fakat hayata geçememiş bir “uhde” daha tramvay Bursa için. Aynı şekilde yıllar evvel bizi terk etmiş olan kara trenin hikayesi... Umarım o günleri yad ettiğimiz sayfalara misafir olurken, nostaljinin sonradan kazandığı kelime anlamı gibi geçmiş zamana karşı özlem duyar ve sabırsızlıkla rayların Bursa’ya tekrar kimlik kazandırmasını istersiniz... Çünkü şahsen ben demiryollarının eksikliğini yıllarca hissettim. Umarım özlemimiz son bulur ve bir an önce raylarımıza kavuşuruz. Elbette yıllar evvel gelen hafif raylı sistem Bursaray ve Cumhuriyet Caddesi’ndeki nostaljik tramvay ile buluştuk ancak birer birer kavuşacağımız tramvay, tren, ve hızlı tren ile tüm Bursalıların özlemi son bulacak. Bu arada Bursa’nın gururu olan “ipekböceği” de konuklarımız arasında. Bu konuya ek olarak size sunduğumuz bir mihenk taşı daha var: Doğu Ekspresi. Umarız Doğu Ekspresi’nin raylarından tüten nostalji hoşunuza gider. Dergide Bursa temelli konular kadar nostalji temasına uygun birçok konu da var: buna en güzel örnek ise efsaneleşmiş klasik arabalar... Ayrıca sinemada da bir nostalji turuna çıktık. Gelmiş geçmiş en iyi “seri filmleri” sıraladık. Geçmiş zaman kipi köşesinde ise Facit’in kayıp giden hikayesini yazdık... Değerli yazarlarımız ve uzmanlarımız da içeriğimizi güçlü kıldı. Uzun lafın kısası “derin ve geçmişe tebessüm ettiren” bir sayı oldu diyebilirim. Dilerim ki geçmişi doğru okuyup size doğru cümleler ve konularla aktarmışızdır. Dilekolay geçmişe kılavuz olmak kimin haddine. Geçmiş hakkında “söz ettik” diyelim. Geçmişin ışığında, geleceğimiz aydın olsun. Keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu engincakir@photographica.com.tr ır k a Ç n i g En 7 tek karede bursa Çekirge, Bursa - 03.11.2009 Bursa köşklerinin “ata”sı Cumhuriyet’in 50. yılında, Kültür Bakanlığı tarafından “Atatürk Müzesi” olarak ziyarete açılan bu tarihi köşk; Bursa’daki sivil mimarinin en özel örneklerinden birisi olmasıyla buram buram nostalji kokuyor... 8 9 tek karede bursa Mudanya köşkleri Mudanya’da Osmanlı döneminden kalan pek çok cami ve sivil mimarlık örneği bulunuyor. Tahir Paşa Konağı ve Mudanya Mütareke Evi bunların en bilinenleri. Zamanın izleri hepsinin üzerinde... Ahşap evlerin bulunduğu Rum Mahallesi (şimdiki Halitpaşa Mahallesi) Piçiretu adlı bir İtalyan mühendis tarafından planlanmış. 196 tarihi bina bulunuyor. Ancak birçoğu ilgisizlikten zor durumda. Aslında Türkiye’de bu kadar çok tarihi konağın bir arada bulunduğu çok az yer var. Bu anlamda turizm açısından iyi değerlendirilemediği de bir gerçek. Mahallede evler o kadar iyi planlanmış ki, nereden bakarsanız bakın denizi görebiliyorsunuz. Eski caminin kuzeyinde gayrimüslimler, güneyinde Türkler otururmuş. Mütarekeden sonra Rumlar Yunanistan’a gidince, Girit’ten gelen Türkler buraya yerleşmiş. Aslında Mudanya’nın yerlisi yok denecek kadar az artık. Mütarekenin imzalandığı 1922 yılına kadar burada 45 hane Türk nüfus varmış. O nedenle bugün Mudanya’da Mudanya’nın yerlisinden çok Girit göçmeni, Bursa ve başka şehirlerden gelip yerleşenler bulunuyor. 18 yy konaklarından oluşan bu mahallede; vitrayları, bitki ve geometrik tavan süslemeleri, kalem işleri ve ahşap dokuları ile dikkat çeken bu köşklerin birçoğu türünün ender örneklerinden... Mudanya / Bursa - 25.04.2010 10 11 tek karede bursa “Eski bir Bursalı” Bursa’ya sağladığı istihdam ve katma değerler ile tarihte nostaljik bir başarı hikayesi olarak yaşayan Merinos’tan arda kalanlar Bursalıların zihninde yer etmeye devam ediyor. Bu fotoğraf ise Merinos çalışanlarından geriye kalan saat ücreti 5 kuruşluk bir iz. Sümerbank Merinos Yünlü Sanayi Dokuma Fabrikası, Türkiye’nin ilk sanayileşme atılımları çerçevesinde “yünlü tekstil girdileri fabrikası” olarak kurulmuştu. Temeli 28 Kasım 1935’te dönemin Başbakanı İsmet İnönü ve İktisat Vekili Celal Bayar tarafından atıldı. Fabrikanın yapımını ünlü işadamı ve girişimci Nuri Demirağ üstlenmişti. İki yıla yakın bir sürede tamamlandı. Açılışı, 2 Şubat 1938 tarihinde, Bursa’ya yaptığı 17. ziyaretinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından yapılmıştı. Bursa’da 16 bin 140 eğirme ve 7 bin katlama iğlik bir iplik fabrikası olarak üretimine başlayan Merinos Fabrikası, 1963 yılından sonra hızlanan sanayileşme sürecinin başlamasından gelişimine dek Bursa ekonomisine en önemli katkıyı sağlayan kurum haline geldi. Faaliyet gösterdiği 66 yıllık süreçte Türk sanayisine hizmet veren Merinos Fabrikası, 2010 yılından bu yana Atatürk Kongre Kültür Merkezi olarak Bursa’ya hizmet vermeye devam ediyor. Merinos Fabrikası, Bursa - 02.11.2005 12 13 tek karede bursa Özleyene Merinos’tan kumaş paketleri Merinos Fabrikası, Bursa - 02.11.2005 14 15 tek karede bursa Aşkından deliren bir Bursa nostaljisi Kızyakup Mahallesi’ndeki parkta, Osman Gazi, Orhan Gazi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Müren gibi ünlülerin arasına konulmuş bu Deli Ayten heykeli, Bursalıların belleğinde artık nostaljik bir iz... Bursalılar Deli Ayten’i “iyi” bilirler. Geçmişten gelen, tebessüm ettiren bir anıdır Ayten. Bu şehrin bir döneminin sembollerinden de denebilir onun için. Omzundaki davulu, elindeki cümbüşü, kolundaki rengarenk çantaları ile Bursa’nın farklı bir rengiydi. En kırmızı rujuyla dudaklarını boyar, sabahtan akşama kadar o çarşı senin bu pazar benim dolaşıp dururdu. Esnaf onu çok severdi. Kapalı Çarşı’nın girişinden bir davul sesi duyulurdu önce. Can sıkıntısı yerini neşeye bırakırdı ansızın. Bir uçtan diğerine geçerdi çarşıyı. Sonra da geldiği yoldan cümbüşünü inleterek geri dönerdi. Tam adı Ayten Şenaşık’tı. Çocukluğunda ateşli hastalıklarla boğuşmuştu. 16-17 yaşında genç bir adama aşık olmuştu. Kendisinden beş altı yaş büyük olan Cümbüş Hasan (Bayındıroğlu) da sevmişti Ayten’i. Ama ailesi çok içki içiyor diye kavuşmalarına engel olunca, aşkından yanıp tutuşan Ayten, yemeden içmeden kesilmişti. Altı yılın sonunda rıza göstermişlerdi evlenmelerine. Ama iş işten geçmişti. Alkolizme kapılan Cümbüş Hasan da zeten evi terk edip gitmişti. Ayten de kocasından kalan cümbüşü eline alıp, davulu boynuna takmıştı. Sokak sokak dolaşıp Hasan’ı arıyordu... Birkaç yıl sonra Hasan hastalanıp ölünce defter tamamen kapanmıştı. Ayten de kalan ömrünü sokaklarda tamamladı. Kızyakup’taki kulübesinde 12 Mart 1992 günü ölü bulundu. Ertesi gün Pınarbaşı’nda 3 binden fazla Bursalının katılımıyla defnedildi. Bursalılarla anıları ise hala dillerde. Kızyakup Kent Parkı, Bursa - 27.01.2006 16 17 tek karede bursa Bursa yolu Ulaşım ağlarının merkezinde kalan konumu sebebiyle gidip geleni çok bir şehirdir Bursa. İstanbul’a gidip gelen herkes nostalji esintileri arasında Eskihisar-Topçular feribotlarında böyle bir sahneye tanık olmuştur. Marmara Denizi - 17.01.2011 18 19 odak noktası Bursa, 1870 Eski Bursa’nın nostaljik izleri Odak noktası köşemizin bu ayki konuğu “Eski Bursa...” Nostalji temalı bu sayımıza çok yakışacağını düşündüğümüz bu fotoğraflarla, zaman tünelinde gezeceğiniz keyifli dakikalar dileklerimizle... Fotoğraflar: Bursa Büyükşehir Belediyesi arşivi 20 Yeşil Türbe, 1894 Abdal Köprüsü, 1890 21 odak noktası Çekirge Yolu, 1894 Çekirge’den Kaleiçi’ne giden yol, 1894 22 Emir Sultan ve Yıldırım Cami, 1894 Okçular Çarşısı, 1894 23 odak noktası Muradiye, 1870 Gemlik Yolu, 1894 24 Temenyeri’nden Bursa, 1890 Hünkar Köşkü, 1890 25 odak noktası Orhan Gazi ve Osmangazi Türbeleri, 1890 Işıklar Askeri Lisesi, 1901 26 27 odak noktası Yeni Kaplıca / Kükürtlü, 1890 Eski Kaplıca, 1890 28 29 dosya Zeki Müren Fotoğraf ve dokümanlar: Bursa Kent Müzesi arşivi, Zeki Müren’in yeğeni Sevtuğ Olgaç, Demet Argun Güngör, Engin Çakır, vikipedi, TRT Zeki Müren belgeseli, Batmayan Güneş belgeseli, Bir yudum insan belgeseli, zekimuren.net “Sesiniz ne kadar güzel!” Rast, Hüseyni, Muhayyer, Tahir, Yegah, Neva, Gerdaniye, Eviç, Ferahnak, Segah, Kürdi, Acemkürdi, Acemaşiran, Muhayyerkürdi, Ferahfeza, Sultaniyegah, Hicaz, Nikriz, Zavil, Nihavend, Şedaraban, Neveser, Suzinak, Hicazkar, Bestenigar, Zirgülelihicaz, Şefkefza, Hüzzam, Karcığar, Bayatiaraban, Çargah, Saba ve Muhayyer kelimeleri onun için “hayat” demekti. Her makamda yüreği daha farklı atıyordu. Hazırlayan: Engin Çakır (d. 6 Aralık 1931, Bursa ö. 24 Eylül 1996, İzmir) 30 “Bir hoş sada”ydı dinlediğimiz. Ama asıl olan onun bize duyduğu saygıydı; “Her zaman olduğu gibi hepinize en engin sevgilerimi, en derin hürmetlerimi arz ediyorum, lütfen kabul buyurunuz efendim. Sağ olunuz...”, “Canımdan çok sevdiğim aziz ve muhterem dinleyicilerim ve de çok saygıdeğer seyircilerim; şu anda huzurlarınızda olmak ne kadar mutluluk veriyor bana, bir bilseniz... Kelimelerle tarif edemiyorum efendim. Her şey gönlünüzce olsun diyorum. Her zaman olduğu gibi en içten sevgilerimi ve en derin hürmetlerimi sunuyorum sizlere...” Zarafetin Türkçedeki karşılığıydı Her adımı olay, her yaptığı sükseydi... Saz heyetine giydirdiği “smokinler” ile gazinolara "ciddiyet" getirmişti. Küpeyle, mini etekle sahne aldı. Çankaya davetine "apartman topuklu" ayakkabılarıyla katıldı; Türkiye'de gündem Zeki Müren'di... Yaşamı boyunca hep tartışılan, gündemde kalan kişi oldu. Fevkalade olan Türkçesi her zaman örnek oldu bize. Hele bir de "canlarım" deyişi vardı ki komedyenler Zeki Müren'i taklit ederken bu sözden yola çıkarlardı. TRT’de yayınlanan ve Halit Kıvanç’ın sunduğu “Sarmaşık” programına katılan Paşa’nın Türkçedeki en uzun olan tekerlemeyi canlı yayında bir çırpıda söyleyebilmesi de buna en güzel kanıttı:(internette videosu var, mutlaka izlemelisiniz) "Bu tarlaya bir şini kekeremekere ekmişler. Bu tarlaya da bir şini kekeremekere ekmişler. Bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye boz ala boz başlı pis porsuk dadanmış. Bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye de boz ala boz başlı pis porsuk dadanmış. O tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuk, diger tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuğa demiş ki sen ne zamandan beri bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuksun? O da ona cevaben sen ne zamandan beri o tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuksan ben de o zamandan beri bu tarlaya ekilen bir şini kekeremekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsukum demiş." 31 dosya Sahnedeki Zeki Müren Dünya onun için ışıltılı, spotlar altında terlenen, bol alkışlı bir sahneydi. Bu yüzden hem sahnede hem gün ışığında sürekli rolünü oynuyordu. Gerçek Zeki Müren hangisiydi, bilinmiyordu. Ama o hep “kendisi” oldu, şarkı söylerken de film çevirirken de. Epilasyonlu, korseli, cımbızlı ve rujlu Zeki Müren dünyasını Altın Plak ile ve bitmek tükenmek bilmeyen alkışlarla dolu Zeki Müren dünyası ile birleştirebilmesi bile başlı başına bir olaydı. O kendisini seyredenler için bir “Zeki Müren” yaratmıştı. Seyirci de sadakat ile boyun eğmişti buna. O ünlendikçe dünya etrafında dönüyor ve değişiyordu. Zeki Müren çelişkili ruh hallerinin de karşılığıydı; yalnızdı, neşeli ve coşkulu, bazen de kederli... Hiç kimseye benzemiyordu. Spot ışıkların altında, neonlarla çevrili bir dünyada aykırılıklar da onda temsil ediliyordu, 32 saygı da... Geçmişe de geleceğe de selam ediyordu. Zamana da ayak uyduruyordu. İlkleri ve ilkeleri, inişleri çıkışları, özel yaşamı ve ruhunda kopan fırtınalarıyla sahiden de “müstesna” bir kişilikti. Ülkenin her köşesinde cinselliği ile ilgili pek çok şey kulaklara fısıldansa da ortak bir sözbirliği edilmişçesine bu yanı gündeme getirilmiyordu. Kim bilir, bize sunduğu saygısını böyle ödüyorduk belki de. Hayatınıza erkekler girdi mi sorusuna “evet, platonik olarak tabi ki. Ben bütün güzellikleri severim. Kuşun da, kadının da erkeğin de...” diye yanıt verebilen Zeki Müren, milyonların sevgisini kazanmıştı. Zarifliği, zarafeti ve saygınlığı onu yücelttikçe yüceltiyordu ama o alçakgönüllü ile oracıktaydı. Her zaman yenilikler peşindeydi. Kendisini dinlemeye gelenlere daha yakın olmak ama hakim durumunu da koruyabilmek için, seyirciler arasına uzanan “T” şeklindeki sahne yapısını düşünüp yaratmıştı. Sahnedeyken kadınların sutyen ve külot, erkeklerin ise gül yağmuruna tuttuğu ilk ve tek sanatçıydı. Yalnız bir “yaşam” Nükteli konuşan, gerektiğinde argoyu da kullanan, lafını hiç esirgemeyen, tabir yerinde ise “bülbül gibi şakıyan”, arabeskten klasik musikiye kadar her tür müziği okuyan, bazen vefalı, bazen kıskanç, bazen nazik, bazen narin, çoğu zaman da “baskın” olan, hem papyon takıp hem etek giyen, hem tıraş olup hem ruj süren, hem salıncaktan hem podyumdan inen ama kalabalıkların arasında kendini “yalnız” hisseden bir Zeki Müren vardı. “Kimsesizlerin kimsesiziyim, yalnızım” diye boşuna dememişti ya... Zeki Müren TRT'de yayınlanan belgeselinde eskisi gibi şiir yazmadığını, beste yapamadığını söylüyordu. Nedenini de şöyle açıklıyordu: "Şiir yazmak, beste yapmak için aşık olmak gerek." Evet yalnızdı Paşa. O kadar yürekten yaşadığı sanat yaşamına rağmen yalnızdı. Filmlerdeki besteler Dünyada Elvis Presley ne ise Türkiye’de Zeki Müren de oydu. “Sanat Güneşi” döneminin en yaratıcı, en farklı, en renkli, en şaşalı, en sıra dışı ve en yenilikçi sahne yıldızıydı. Çok yönlüydü. Tiyatro yapıyordu. Anena'da "Çay ve Sempati"yi oynadı. Resim yapıyordu aynı zamanda. Birkaç sergi açtı. 1965 yılında yayınlanan "Bıldırcın Yağmuru" isimli kitabında “Pembe Yağmurlar, Bursa Sokağı, İkinci Sadık Dost, Çim Makası, Son Kavga, Bu Bestecikler Sana, Alınyazım, Kazancı Yokuşu, Kendimi Arıyorum” gibi şiirleri yer alıyordu. Akademi’deki tahsilinde desinatörlük de öğrenmişti. Kendi sahne kostümlerini tasarlardı. Çevirdiği filmler ilgiyle takip edildi. Çoğu filmlerine isim olmuş besteleri de vardı: "Hatıralar", "Kahır Mektubu", "Beklenen Şarkı", "Gurbet Yolu Hasret Dolu", "Manolya" gibi besteleri yıllarca dillerden düşmedi. Hepsi ayrı bir yer ediniyordu: "Zehretme Hayatı", "Beklenen Şarkı", "Gül ve Bülbül", "Bir Demet Yasemen", "Bir Tatlı Tebessüm", "Tekrar Bana Dönsen", "Bu Aşkın Istırabı", "Yaz Yağmuru", "Hayat Bazen Tatlıdır", "Yoksun Bu Gece", "Altın Kafes", "Deva Bulmayacak mı?", "Kalbimin Sahibi", "Aşktan da Üstün", "Kırk Plak", "Hep O Şarkı", "Gurbet", "Hindistancevizi", "Düğün Gecesi", "Rüya Gibi", "İstanbul Kaldırımları", "Katibim", "Bahçevan", "Son Beste..." Bazı şarkıları çok yoğun bir ilgi görüyordu. Bahçesine “manolya” ağacı ekip yıllar boyu açmasını bekleyenler dahi oldu! Müren'in son repertuvarı Öylesine keskin vurdu ki sesi meyhane ve gazino salonlarına; içen herkes ona saygı duydu. En güzel, en lezzetli ve en saygı duydukları mezeleriydi Zeki Müren... Onsuz dertler hakkını bulamıyor, feryatlar eksik kalıyordu. Özellikle fantezi müzik alanında icra ettiği eserler “derinden” etkiliyordu... Öyle ağlıyordu ki dizeler, ruhumuzla dertleştik çoğumuz. Zeki Müren 7 şarkılık kasetini tamamlayamadan aramızdan göçtü. Sahnelerde verdiği 3 yıl aradan sonra; Müren'in çıkarmayı düşündüğü son kasetinde okumayı düşündüğü ilk şarkı, Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı ile birlikte, "Kimseye etmem şikayet", ikinci şarkı "Bir ihtimal daha var" olacaktı. Üçüncü sırada 33 dosya Zeki Müren’in Emir Sultan Mezarlığı’ndaki kabri "Gündüzüm seninle gecem seninle" şarkısıydı. Müren; daha sonra sırasıyla "Doymadım sana", "Dediler zamanla hep" ve "Beklenen Şarkı" parçalarını okumayı planlıyordu. Fakat bu arzusu gerçek olamadı. Yaşlanan Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980'den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum'daki evine kapandı, münzevi bir hayata başladı. 45 yıl önce Ankara Radyosu'nda ilk şarkısını okuduğu 12 numaralı mikrofon ile başlayan bu billur sesin yaşamı, TRT stüdyolarında yine o aynı mikrofonu ödül olarak alırken son buldu. 24 Eylül 1996 Salı günü, TRT İzmir Televizyonu'nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Bu çok sevdiği halkıyla son bütünleşmesi oldu. 34 Zaten kendi deyimiyle TRT’de doğmuştu, orada ölecekti... Dertli gönüllere girendi Zeki Müren. Öyle ki Emir Sultan mezarlığındaki kabrini 2000 yılında ziyaret ettiğimde karşılaştığım sahne şu olmuştu; hemen yanı başında bir rakı şişesi, altında da bir not vardı: “şimdi uzaklardasın...” Bugün ne vakit onu dinlesek gönül penceremizden ansızın bakıp geçiyor Zeki Müren. Onu kaybettiğimizde üzülmeyen yoktu. Tüm toplum onu seviyordu, şimdi ise özlüyor. Ruhu şad olsun. 35 dosya Ona yaraşır bir “hayat hikayesi” Bursa’da başladığı orta öğrenimini İstanbul’da Boğaziçi Lisesi’nde tamamladı. İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen Atölyesi’nden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pek çok kez sergiledi. Zeki Müren, Bursa’da tamburi İzzet Gerçeker’den aldığı solfej ve usul dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949’da, Boğaziçi Lisesi’nde okurken Agopos Efendi (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Arşavir Alyanak’ın babası) ile udi Kirkor’dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdü. Daha sonra fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif İçli’den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan’dan, Sadi Işılay’dan, Kadri Şençalar’dan yararlandı. 1950’de sınavla İstanbul Radyosu’na girdi. İstanbul Radyosu’nda 1951’de, canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. Alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı. Zeki Müren 600’ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar’ın “Bir muhabbet kuşu” güfteli şarkısıdır. Müren 1955’te “Manolyam” adlı şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nü kazandı. Zeki Müren Türkiye’de en çok konser veren ses sanatçısıdır. Bir yılda yüz konser verdiği dönemler olmuştur. Kendisine “sanat güneşi” ünvanı verilmiştir. Yabancı ülkelerde de birçok konser vermiştir. İki yüz dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği “Zehretme hayatı bana cânânım” mısraıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. “Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu” (suzinâk), “Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir demet yasemen” (nihavend), “Gözlerinin içine başka hayal girmesin” (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur. Unutulmaz Maksim Gazinosu sahnelerinde aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne almıştır. Zeki Müren 1954’te Beklenen Şarkı adlı filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği on sekiz filmde daha oynadı. 1955’te de Arena Tiyatrosu’nca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda da baş roldeki oyuncuydu. Ayrıca “Bıldırcın Yağmuru” isimli bir şiir kitabı da vardır. Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980’den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum’daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonu’nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Cenazesi görülmemiş bir halk kalabalığının katılmasıyla büyük bir törenle kaldırıldı. Kabri, doğum yeri olan Bursa’da Emir Sultan Mezarlığı’ndadır. Vasiyetinde mirasının en büyük bölümünü Mehmetçik Vakfı’na bıraktı. Zeki Müren ile ilgili, onu daha yakından tanımayı sağlayacak birçok ipucu saymak da mümkün. Genellikle günde dört saat uyurdu ve sabah kahvaltısı yapmazdı. Her akşam saunaya girerdi. Göz bozukluğunun derecesi 1,5’tu ancak hayatı boyunca hiç lens kullanmadı. “Müziğin Paşası” lakabını 1969’daki Aspendos konserinden sonra Antalya halkı kendisine taktı. Kendisi, bu lakaptan memnun olmakla birlikte neden uygun görüldüğünü bilmediğini açıkladı. 36 37 dosya Filmografi Beklenen Şarkı (1953), Son Beste (1955), Berduş (1957), Altın Kafes (1958), Kırık Kalp (1959), Gurbet (1959), Aşk hırsızı (1961), Hayat bazen tatlıdır (1962), Bahçevan (1963), İstanbul Kaldırımları (1964), Hep o şarkı (1965), Düğün gecesi (1966), Hindistan Cevizi (1967), Katip (1968), İnleyen nağmeler (1969), Kalbimin sahibi (1969), Aşktan da üstün (1970), Rüya gibi (1971) -Bunların dışında, 1968-1974 yılları arasında Grafson Plak’tan kendi adıyla anılan 12 farklı albüm daha yayınlamıştır. Ses Dergisi’nin kapağında Zeki Müren ve Belgin Doruk 38 Albümleri Senede Bir Gün (1970), Pırlanta 1 (1973), Pırlanta 2 (1973), Pırlanta 3 (1973), Pırlanta 4 (1973), Hatıra (1973), Anılarım (1974), Mücevher (1975), Güneşin Oğlu (1976), Nazar Boncuğu (1977), Sükse (1978), Kahır Mektubu (1981), Eskimeyen Dost (1982), Hayat Öpücüğü (1984), Masal (1985), HELAL OLSUN (1986), Aşk Kurbanı (1987), Gözlerin Doğuyor Gecelerime (1988), Ayrıldık İşte (1989), Karanlıklar Güneşi (1989), Zirvedeki Şarkılar (1989), Dilek Çeşmesi (1989), Bir Tatlı Tebessüm (1990), Doruktaki Nağmeler (1991), Sorma (1992) Ölümünden Sonra Yayınlanan Albümler; Muazzez Abacı & Zeki Müren Düet (2000), Selahattin Pınar Şarkıları (2005), Sadettin Kaynak Şarkıları (2005), Zeki Müren: 1955-1963 Kayıtları (2005), Batmayan Güneş (2006), Baş başa Radyo günleri 1-2-3 (2008), Lunapark Konseri (2009), Saklı Kayıtlar 1952 – 1984 (2009) Bir Zeki Müren takdimi Gülgün Feyman’ın sunduğu Zeki Müren belgeselinin takdimi şöyleydi: “İyi akşamlar sevgili seyirciler. Müziğimizin dününü ve bugününü örneklemek amacıyla oluşturduğumuz programlarımızdan biriyle daha sizlerleyiz. Bu düşünceyle dün ve bugün arasında bir köprü kuran, geçmişten aldığı değerleri sanatçı kişiliğiyle özümleyerek ortaya yepyeni ürünler koymayı başarabilen bir konuğu var programımızın. Gerek ses icracısı ve gerekse bestekar olarak yıllardır kendisini dinlemeye alıştığımız Sayın Zeki Müren... Ses icracısı olan Zeki Müren’in gerek eski gerekse söz dokusuna olan hakimiyeti tamdır. Kendine özgü bir üslubu vardır ve bu üslup içtendir. Bestekar olan Zeki Müren ise daha çok fantezi müzikte başarılıdır. İlk yıllarda şarkı formunda eserler bestelemişse de daha sonraki yıllarda fantezi türde eserler yapmayı tercih etmiştir. Kendi besteleri konusunda son derece mütevazı bir görüşe sahipken, diğer Türk bestekarların hepsine hayrandır. İlk şarkısı “Zehretme Bana Hayatı Cananım” Acemkürdi makamındaki şarkıdır. ‘Yoksun Bu Gece, Tekrar Bana Dönsen, Bir Demet Yasemen ve Bu Aşkın Izdırabı’ onun şarkı formunda bestelediği eserlerinden bazılarıdır. ‘Beklenen Şarkı, Manolyam, Rüzgarlara Kapılmış Kuru Yaprak Misali ve Bülbül Aşıkmış Güle’ gibi şarkıları ise fantezi türde bestelediği bazı şarkılarıdır. Evet sevgili dinleyiciler, Repertuvarında 4000 dolayında eser bulunan, bugüne kadar yapmış olduğu bestelerin sayısı 200’ü bulan Zeki Müren kimdir?” 39 dosya Zeki Müren “Ağladım” adlı şiirinde döktüğü gözyaşlarını şöyle dile getiriyordu: “Uludağ’ı, karsız gördüm, ağladım Ocağımı korsuz gördüm, ağladım Pabucumu bağsız gördüm, ağladım Gönlümü de yarsız gördüm Bana kimler ağlasın?” Bodrum’daki evinin girişindeki Zeki Müren heykeli Zeki Müren’in son şiirine Suat Sancar bestesi 40 Zeki Müren’in annesine yazdığı vasiyet sayılabilecek mektup. Paris, 14 Mart 1980 41 dosya Paşa’nın ölümünün ardından çıkan bazı gazete haberleri 42 Zeki Müren’den kalan “bazı hatıralar” “Sanatçının mini etekli kostümle sahneye çıktığı ilk gece Milliyet yazarı Halit Çapın, Türkiye’nin kafasındaki soruyu ona yöneltiyordu: “Zeki Bey, bir erkek kadın giysileri içinde sahneye çıkarsa erkekliğinden bir şey yitirir mi?” Zeki Müren, ancak ondan beklenebilecek bir zeka kıvraklığıyla yanıtlıyordu: “Benim giydiklerim kadın elbiseleri değildir. Bu elbiseler, Sezar’ın, Baytekin’in, Brütüs’ün giysileridir.” Peki ya kulaktaki küpeler ne olacak? Zeki Müren o meseleye de “tarihi açıdan” yaklaşıyordu: “Yavuz Sultan Selim küpe taktığı için erkek değil miydi Halitciğim?” Halit Çapın, “Yaptığınız bazı çevrelerde büyük cüret hatta saygısızlık olarak kabul ediliyor, ne dersiniz?” diye sorunca Müren şöyle dedi: “Gerekirse sahneye çırılçıplak çıkabilirim!” ----------------“Bir gün lisenin kantininde otururken, güzel, alımlı bir hanım ziyaretine geldi. Elini uzattı: “Merhaba, ben Suzan Güven… Hani senin ilk besteni okuyan şarkıcı..” Sonra devam edip hayatını değiştirecek haberi verdi: “Zeki’ciğim, radyo sınav açtı. Sanatçı alınacak. Bu sınava mutlaka gir. Kazanacaksın...” Yağmurlu bir günde, ıslandığının bile farkına varmayan genç Zeki sınava girdi. Sınavda 186 kişi vardı. İlk sırada ise Zeki bulunuyordu. Jüride kimler yoktu ki: Rahmetli Orhan Veli’nin babası Veli Kanık, toprağı bol olsun rahmetli Yorgo Bacanos, Refik Fersan, Fahire Sultan diye anılan Fahire Fersan, Cevdet Çağla ve Baki Süha Ediboğlu... Afife Ediboğlu jüride görevli değildi ama, eşinin yanında oturuyordu. İçlerinde Zeki’yi tanıyan tek kişi, Şerif İçli idi. Zeki birkaç şarkı okudu, şaşırdılar. Derken sordular: “Repertuarın ne kadar? Kaç şarkı biliyorsun?” Bir genç için inanılmaz olan yanıtı verdi: “Üç bin civarında efendim!” İnanamayarak sordular: “Hepsi aklında mı?” Yanıt Bursa Kent Müzesi’ndeki Zeki Müren köşesi duraklamadan geldi: “Evet efendim, aklımda!” Belli ki, üç bin şarkıya, Şerif İçli dışında kimse inanmamıştı. Elindeki dosyayı jüri üyelerine uzattı ve: “Bildiğim şarkların hepsinin giriş bölümleri notalarıyla burada yazılıdır, efendim!” dedi. İçeriye gireli iki saat olmuştu. Diğer 185 aday kapıda sabırsızlıkla onun çıkmasını bekliyordu. Ama çıkmak ne mümkün? Dosyayı açtılar. Rastgele sormaya başladılar: “Bu şarkıyı oku. Bu parçanın meyanını oku. Bu şarkının sonunu oku.” Hepsi iyi hoş da, şarkının sonunu okumak pek kolay değil ki! Şarkıya baştan girilirse hatırlanır. Neyse, istedikleri bütün şarkıları okudu. Jüri üyelerinin hepsi koro halinde “fevkalade” diye söylendiler, “fevkalade, fevkalade...” Bir hafta sonra okula beklediği telefon geldi. Zeki’yi arıyorlardı Radyoevi’nden. Hattın öbür ucunda büyük üstat Refik Fersan Bey vardı: “Zeki Bey evladım, Perihan Altındağ (Sözeri) Hanım programına gelemiyor. Rahatsızlanmış. Saat 20.30’a kadar nota dosyanı al, Radyoevi’ne gel.” En çok Hicaz makamını sevdiği için Hicaz dosyasını aldı gitti. Büyük olay oldu, yeni sanatçı olarak tanıtılan Zeki, mükemmel bir program çıkarmıştı. Hem de birkaç dakikalık bir prova ile, 45 dakika devamlı şarkı söylemişti... O dönemde tüm şarkılar, müzik eserleri, mikrofonlara canlı yayınlarda çalınıyor ve söyleniyordu. Önceden banda 43 dosya Bir diğer Bursalı sanat müziği sanatçısı Müzeyyen Senar ve Zeki Müren almak, playback gibi teknikler yoktu. Yani gerçekten sanatçı isen şarkı söyleyebilirdin. Programdan sonra telefonlar susmak bilmedi. İnsanlar “Kim bu Zeki Müren, mükemmel söylüyor diye birbirlerine sorup duruyorlardı. Radyoevi’ne, Zeki’ye de bazı telefonlar geldi. Bunlardan biri dönemin devlerinden Hamiyet Yüceses idi. Zeki’ye telefonda aynen şunları söyledi: “Radyodan 45 dakika boyunca ağlayarak dinledim seni evladım.. Çok merak ediyorum, kimsin, nesin?” ________________ Zeki Müren bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenimine devam ediyordu, bir yandan da radyoya. Sanatsal birikiminin son adımlarını atıyordu. O zamanlar İstanbul’da üç büyük gazino vardı: Küçük Çiftlik Parkı, Tepebaşı Gazinosu ve Cumhuriyet Gazinosu. Üç gazino sahibi de Zeki’yi sahneye çıkarmak için savaşıyorlardı. Karşısına dönemin astronomik teklifleriyle çıkıyorlar ve her seferinde de aldıkları cevap “Hayır !” oluyordu. “Hayır, bin kere hayır. Hayır efendim. Kesinlikle sahneye çıkmam. Önce Akademi’yi bitireceğim.” “Gecede bin lira. Hala hayır mı?” Dönem maaşlarının 75-100 Lirayı pek aşmadığı dönemlerdi. “Hayır, yine hayır!” Gazinocular araya adamlar mı, dostlar mı sokmadılar. Genç sanatçıyı kaçırmaya mı kalkmadılar. O yıllarda, bugünkü anlamda her şeyin mafyası yoktu. Ancak bazı kişilerin adamları vardı. Özellikle bazı futbolcular transfer 44 dönemlerinde kaçırılır ve başkalarıyla anlaşma yapmaması için saklanırdı. Ama genç Zeki kararlıydı. Okulunu bitirmeden (ve kendine planladığı her yöndeki eğitim sona ermeden) sahneye çıkmayacaktı. Bu o dönemlerin tek kitlesel iletişimi olan radyonun etkisidir. Üstelik Anadolu dinleyemiyordu o zaman “orta dalgadan yayın yapan” İstanbul Radyosu’nu. Sadece Marmara Bölgesi ve yakın iller çok rahat dinleyebiliyordu. Anadolu’ya sesini duyurması gerekiyordu. Ama nasıl? Sahne tekliflerini reddedişi, plakçılarla, filmcilerin işine yaramıştı. İstanbul’daki bütün plak şirketleri Zeki yüzünden birbirlerine girmişlerdi. En büyüklerinden biri görülmemiş bir parayla kapısını çaldı: “Sadece bir plak Zeki Bey, sadece bir plak..” Şükrü Tunar’ın bestesiyle, Yeşilköy’deki stüdyoda ilk plağını doldurdu: “Bir muhabbet kuşu”. Hayalleri gerçek olmuştu. Türkiye’nin her yerinde onun plağı dönüyordu artık. ___________ Zeki Müren sahnelerin gelmiş geçmiş o silik görüntüsünü yerle bir etmeliydi. En önemlisi de kendisine eşlik edecek ünlü saz üstatlarına çeki düzen vermeliydi. Çünkü hepsi günlük kıyafetlerle sahneye çıkıyorlardı... Yamalı ayakkabılar, kirli gömlekler, değişik renkte, değişik stilde ceketler, pantolonlar. Günlerce sahnede giyeceği kostümleri düşündü. Sonunda da karar verdi. Önce beyaz frakla sahneye çıkacaktı. Beş eser okuyacaktı. Sonra siyah frakla beş değişik eser seslendirecekti. Programın son beş şarkısını ise bordo renkli cıvıl cıvıl, ışıl ışıl bir frakla tamamlayacaktı. Peki, arkasındaki sazlar ne giyecekti? Kendisi üç değişik kostümle 15 şarkı söylerken, onlar kirli gömleklerle, yamalı ayakkabılarla mı arkasında oturacaklardı? Yoo hayır, gönlü razı olamazdı bu tezatlar sahnesine... İyi de, nasıl söyleyecekti o üstatlara bu kıyafet meselesini? Kendisi ilk defa sahneye çıkacak olan gencecik bir çocuktu. Onlar ise Türkiye’nin dört bir yanında tanınan saz üstatları... Selahattin Pınar, Sadi Işılay, İsmail Şençalar, Yorgo Bacanos, Kadri Şençalar, Şükrü Tunar, Necdet Gezen, Fevzi Aslangil, Hakkı Derman. İlk prova sonrası onları bir köşeye çekti ve şöyle dedi : “Ne olur sayın üstatlarım, şu kıyafetlerinizi bir gözden geçirelim. Biliyorsunuz ben üç değişik kostüm giyeceğim. Siyah smokin yaz konserlerinde olmaz ama, mavi ceket, gri pantolon ve gri papyon gibi bir şey giyseniz de, bana öyle eşlik etseniz. Bu Türkiye’de hiç yapılmadı. Sizin sayenizde de bu yeniliği ben getirmiş olsam!” Hepsi sabırla onu dinlediler. Yalnız içlerinden biri, Selahattin Pınar bu teklife karşı çıktı. Selahattin Bey çok şık giyinen bir insandı. Bu sözlerden alınmıştı. Zeki’yi bir köşeye çekti ve şöyle dedi: “Zeki bey, ben her zaman şık giyinirim. Her gün ayrı kravat, ayrı gömlek giyerim. Kostümlerimi de özenle seçerim. Ben sahnede herkesin giydiği formaları giyemem...” Şaşırmıştı. Selahattin Pınar’ı da bu konuda ikna etmesi gerekti. “Canım üstadım,” dedi, “diğerlerine de bu konuda siz örnek olun. Siz giyerseniz onlar da giyerler!” dedi. O da mavi ceket, gri pantolon giyip gri papyon takmayı kabul etti. 26 Mayıs 1955 gecesi Küçük Çiftlik Parkı Gazinosu’nda yer yerinden oynadı. 15 şarkı bittiğinde sahneden inemiyordu. Alkışlar, tebrikler, çığlıklar.. İstanbul İstanbul olalı herhalde öyle bir gece görmemişti. Zeki Müren, kendini ve Tanrı vergisi yeteneklerini bilinçle geliştirip kendisini bu yaşama hazırlamış ve “Sanat Güneşi” olmak yolunda emin adımlarla ilerlemişti.” 45 manevi Demet Argun Güngör, Emir Sultan Cami / Bursa - 25.01.2008 46 Engin Çakır, Karabaşi Veli Tekkesi / Bursa - 10.08.2011 Engin Çakır, Ulu Cami / Bursa - 03.09.2009 Eski Bursa’nın manevi izleri... Manevi bir Bursa nostaljisi yaşamak istesek akla ilk Bursa ile özdeşleşmiş mekanlar gelir; Ulu Cami, Emir Sultan, Tophane, Muradiye ya da Yeşil Türbe... Bursa’nın manevi külliyatının içerisinde birbirinden değerli o kadar çok mekan var ki... Engin Çakır, Osmangazi Türbesi / Tophane, Bursa - 20.12.2009 47 manevi Engin Çakır, Yeşil Türbe / Bursa - 03.03.2010 Demet Argun Güngör, Yeşil Cami / Bursa - 03.03.2008 48 Engin Çakır, Koza Han / Bursa - 01.11.2008 Evvelden bu yana Bursa için bir söz söylenegelir: “Tüm zamanların güzel şehri...” Nedir Bursa’yı güzel yapan? İstanbul fethedilip başkent olana kadar Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış bu şehri farklı kılan neydi? Doğu Asya coğrafyasından çıkagelen İpek Yolu’nun son duraklarından olması mı? En bilinen ifadesi ile “dervişler şehri” olması mı? Ata yadigarı ve derin geçmişi ile Bursa herkesin bir parçasını bulabileceği çok kültürlü bir yaşam taşıyor, bu mu yoksa manevi hislerimizi derinden etkileyen? Geçmiş zaman ile derinden bağları olan Bursa, kendi ruhunu olağanüstü şekillerle anlatıyor bize her defasında. Demet Argun Güngör, Muradiye Külliyesi / Bursa - 23.02.2008 1326’da Orhangazi’nin fethettiği Prusa’dan bu yana çok şey değişmiş bu topraklarda. Tarihten mimarîye, edebiyattan tasavvufa, hatta müziğe kadar her şey yeni bir bakış açısına bürünmüş. Öyle ki zamanın ete kemiğe büründüğünü anlatmaya çalışan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözlerle çok şeyi açıklıyor: “Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum.” Öyle ya zaten “Beş şehir”den bir tanesi değil miydi Bursa Tanpınar için. “Bursa’da Zaman” derken; bir cami, bir türbe, bir han, bir mezar taşı, eski bir çınar, bir çeşme olarak çıktı karşımıza Bursa. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Şam Emeviye Cami’nden sonra İslam’da beşinci makam olarak kabul edilen Ulu Cami yolu Bursa’ya düşürenler için görülmezse eksik kalacak mekânların başında gelir. Ya da Osmanlı ecdadının büyük bir kısmının türbelerini barındıran Tophane ve Muradiye bölgesi. Yahut Emir Sultan Külliyesi... Bunların dışında manevi derinlik taşıyan mekânlar da bulunuyor. Bursa’nın manevi değer taşıyan mekanlarından fotoğraflarla bir yol haritası çıkardık. Onları keşfedip manen güzel bir yolculuk yapmak istiyorsanız, gerisi size kalmış... Engin Çakır, Karabaşi Veli Tekkesi / Bursa - 08.10.2011 Engin Çakır, Ulu Cami / Bursa - 02.09.2009 49 bursa dokusu Bursa raylarının hikayesi “Kara Tren” Osmanlı’nın son döneminde geç de olsa gelmişti Bursa’ya. Fakat zaman tünelinde gezintiye çıkmış olacak ki, 1940’lı yıllardan sonra kayboldu gitti. Bursa, Mudanya treninin işletmeden kaldırıldığı günden bugüne içten bir demiryolu özlemi çekiyor... Derleyen: Sezai Evans Engin Çakır, Eskişehir - Ankara tren yolu 26.04.2001 Fotoğraf ve Dokümanlar : Dr.Mine Akkuş’un danışmanlığında hazırlanan Bursa Kent Müzesi “Bursanın Kara Tren Hikayesi (Mudanya - Bursa Treni)” sergisi, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi Belediyesi arşivi, Montania Oteli arşivi Bursa - Mudanya treninin önünde Bursa Erkek Lisesi izcileri - Cüneyt Pekman albümü 50 14 Nisan 1940 - Talebeler Mudanya’ya giderken - Cüneyt Pekman albümü Montania Oteli arşivi Mudanya Treni tamir atölyeleri - 1940’lı yıllar - Necdet Çağlayan albümü Mudanya - İbrahim Tunabay albümü 25.05.1934 - Yörükali Köyü’ne Mudanya’dan gelenleri getiren katar Cüneyt Pekman Mudanya albümü Mayıs 1936 Yörükali Panayırı - Cüneyt Pekman Mudanya albümü Montania Oteli - Mudanya İstasyonu - 1945’li yıllar - Yörükali Köyü’ne yapılan sefer, Yörükali Köyü panayırına giden topluluk ve bando Necdet Çağlayan albümü İbrahim Tunabay albümü 51 bursa dokusu Manisa’dan getirilen “Kara Tren” in nostaljik görüntüsü ile yeniden kurgulanan Merinos Tren İstasyonu, Osmangazi Belediyesi tarafından kafe ve restoran olarak işletiliyor. 52 19. yüzyılda sanayileşmenin hızlanması ile başladı. Ekonomik, sosyal, kültürel ya da siyasal alanda her şey hızla değişiyordu. Sermayeler kadar düşünceler de yer değiştiriyordu. Farklı ideolojilerin kavramsal olarak başkalaşması ile dünyanın dengeleri yerinde durmuyordu. Bundaki en önemli neden ise elbette ki sanayileşmeydi. Fakat en az onun kadar önemli ve onunla birlikte büyüyen önemli bir gelişme daha yaşanıyordu. Ulaşım alanındaki köklü değişiklikler başta ekonomi olmak üzere neredeyse her şeyi etkiledi. Özellikle Avrupa’nın gelişmesine katkıda bulunan bu süreç, gelişmeleri doğru algılayan ülkelerin iç pazarlarında hareketlilik sağladı. Ulusal Pazar olgusu ve milliyetçilik temelli oluşumların temelinde ise demiryollarının büyük etkisi vardı. 1825-1830 yılları arasında, İngiltere’de demiryollarının teknik açıdan uygulanabilirliği ve işlevselliğinin farkına varılmış; ilk kısa mesafe hatları 1827’de ABD’de, 1828 ve 1835’te Fransa’da, 1835’te Almanya ve Belçika’da, 1837’de Rusya’da açılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise 1830’larda demiryolları projelendirilmiş, yüzyılın ortalarında yapım çalışmaları başlamıştı. İlk demiryoluna İskenderiye – Kahire hattında 1851 yılında başlandı. Avrupa topraklarında ise ÇernovaKöstence yani Tuna – Karadeniz demiryolları açıldı. Anadolu’da ise İzmir – Aydın ve İzmir-Kasaba Demiryolları olarak İngilizler tarafından 1866’da inşa edildi. Ulusal mücadele döneminde ise, TBMM’nin açılışının ardından, işgal bölgeleri dışında demiryollarına el koyuldu. 16 Temmuz 1920’de Eskişehir’de müdürlük kuruldu. 1924 ve 1925 yıllarında yasa ile demiryolu yapımı desteklendi. Demiryolu hatlarının millileştirilmesi 1928’i, hatta kapsamlı olarak millileştirilmesi 1930’u buldu. 53 detaylı bakış Biraz ağır, biraz aksak Mudanya treni Mudanya sahil şeridinde, denize nazır uzunca bir bina olan Mudanya Garı, 1849 yılında Fransızlar tarafından gümrük binası olarak inşa edilmişti. O yıllardan kalan anılar ve yaşananlar Mudanya ve Bursa’nın derin bağlarını ortaya koyar nitelikte... Fotoğraf ve Dokümanlar : Dr.Mine Akkuş’un danışmanlığında hazırlanan Bursa Kent Müzesi “Bursanın Kara Tren Hikayesi (Mudanya - Bursa Treni)” sergisi, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Osmangazi Belediyesi arşivi, Montania Oteli arşivi Mudanya yamaçlarından Mudanya Tren İstasyonu 54 Tren İstasyonu binasından Mudanya Tren İstasyonu binasından Mudanya Mudanya Tren İstasyonu ve Mudanya treninin lokomotifi Osmanlı yöneticilerinin demiryoluna verdikleri önem 19. yüzyılın ikinci yarısında iyice artmıştı. Sultan Abdülaziz, 1871 yılında demiryolu ile ilgili bir irade yayımlattı. Gerçekleştirilmesi düşünülen ana hat İstanbul-Bağdat arasındaydı. Kurulan Asya Osmanlı Demiryolları'nın başına da Alman mühendis Wilhelm Von Pressel getirildi. Pressel'in projesi Haydarpaşa'dan başlıyor, bu ağın içinde Bursa-Mudanya hattı da yer alıyordu. İskeledeki bu ihtişamlı bina, dönemin en şaşaalı, en göz alıcı mekânıydı. Bursa’dan Fransa’nın Lyon kentine ham ipek ipliği ihracatını kolaylaştırmak amacıyla, takvimler 1874 yılını gösterdiğinde Mudanya ile Bursa arasında 42 kilometre uzunluğunda bir demiryolu hattı inşa edildi. Bursa'ya ulaşabilmek için 185.000 Osmanlı Lirası (4 200 000 Frank) masraf yapılmış ancak demiryolunun işletmeye açılması mümkün olamamıştı. Mudanya’ya trenin gerçek anlamda gelmesi ise 1892 yılına rastlar. Yataklı Vagonlar ve Büyük Ekspres Şirketi Genel Müdürü Negelmakers, hattı onarıp kullanılabilir hale getirmek ve 40 bin Osmanlı lirasu karşılığında işletmesinin kendisine verilmesini önermişti. Nagelmarkers’in önerisinde şunlar vardı: “Mudanya hattı Çitli’ye kadar uzatılacak, Bandırma’yı Balıkesir - Simav – Uşak – Afyon ve Konya’ya bağlayacak hat yapılacak, Mudanya’dan Orhaneli – Kütahya – Afyon ve Konya’ya kadar uzanacak bir hat yapılacak.” 8 Haziran 1891’de başlayan onarım çalışmaları tamamlandı ve 17 Haziran 1892’de törenle açıldı. İmtiyazı almış olan M. Nagelmakers, Bursa- Mudanya Osmanlı Demiryolları şirketini kurarak hattı 1892 yılında hizmete açtı. 18 yıl sonra, Bursa’daki fabrikalarda üretilen ipekler, demiryolu ile Mudanya’ya taşınır oradan da denizyolu ile Marsilya’ya tarifeli seferlerle gönderilir hale gelmişti. Böylece önceleri gümrük ambarı olarak hizmet veren bina, “Mudanya Tren İstasyonu” oldu. Bursa-Mudanya arasında uzun yıllar boyunca ulaşımı sağlayan, Bursa’da üretilen malların Avrupa’ya ve dünyanın çeşitli yerlerine taşınmasında önemli rol oynayan bu demiryolu hattı, zarar ettiği gerekçesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce çıkarılan bir yasayla iptal edildi. 10 Temmuz 1953 yılında Mudanya-Bursa Demiryolları kapatıldı ve rayları söküldü. 41.780 km uzunlukta olan demiryolunun işletmelerinin kapsadığı alan 27 hektardı. Hat boyunca 2 tanesi büyük, 13 tanesi küçük olmak üzere 15 madeni, 14 kagir köprü, 92 menfez, 6 istasyon, vardı. İstasyonlar Mudanya, Montania Oteli Yörükali, Koru, Çekirge, Muradiye, Bursa Demirtaş istasyonlarıydı. Muradiye istasyonunun adı 1945 yılında Merinos olarak değiştirildi. Sefer yapan trenlerde, 4’ü atıl 6 tanesi kullanılan 10 lokomotif, 14 yolcu ve 50 yük vagonu mevcuttu. Aşırı derecede yavaş bir tren Trenin kaldırılmasının başlıca nedeni ise beklenen faydayı getirmemesi ve aşırı derecede yavaş olmasıydı. O günleri yaşayanların anlattıklarına bakılırsa; tren, rampalarda öylesine yavaşlıyordu ki yolcular; özellikle de çocuklar trenden inip bağlardan meyve toplayabiliyordu. Ardından treni yakalayıp yola devam ediyorlardı. Mudanya’dan kalkan tren, iki saatte Bursa-Acemler İstasyonu’na varıyordu. Demiryolu yabancı bir şirket tarafından işletildiği için tarifeler de alafranga saate göre yapılmıştı. Fakat bu durum karışıklıklara yol açıyordu. 5 Eylül 1892′de şirket tarafından çıkarılan bir yazı ile halk uyarılarak alafranga saate göre yolcuların kendilerini ayarlaması istendi. Ancak genel istek üzerine uygulama sonradan alaturka saate çevrildi. Bursa-Mudanya arasında sefer yapan trende üç çeşit mevki vardı. Birinci mevki, kompartıman şeklinde olup kırmızı deri koltuklara sahipti. Diğerlerine göre lüks sayılan bu kompartımanın bilet ücreti 10 kuruştu. 55 detaylı bakış İkinci mevki, yeşil deri koltukluydu ve biletler 5 kuruştu. Üçüncü mevki olarak da, yazın iki-üç adet tahtadan yapılmış, etrafı açık vagonlar eklenirdi trene. 1926 yılında Cemal Nadir’in yayınladığı bir broşürde ise tarife şöyledir: Birinci mevki 135, ikinci mevki 98.30, üçüncü mevki 60 kuruş. 4-10 yaş arası çocuklara yarım bilet… O yıllarda tren, Bursalıların en gözde eğlence aracıydı. Yazın, perşembe günleri Mudanya’ya trenle giderlerdi. Sahilde uzanır, denizin ve güneşin tadını çıkarır, semaverde demlenen çaylarını yudumlarlardı. İkiüç gün burada kaldıktan sonra pazar günü yine trenle Bursa’ya dönerlerdi. Burgaz’a kadar tüm sahil Bursalılarla dolup taşardı. Gardan otele dönüşüm 1922 yılında, Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in “toz toprak içinde ikinci sınıf bir kıyı kasabası” diye tanımladığı günümüzün sakin ve güzel sahil beldesi Mudanya’daki “dar hat”, 48 yıl hizmet verebildi. Mudanya- Bursa demiryolunun tek yönlü olması ve diğer hatlara bağlanamaması bu hattaki trenin sonunu hazırladı. Tren kaldırılıp hat söküldükten sonra gar binası, kimi zaman depo kimi zaman da antrepo olarak kullanıldı. Ardından uzunca bir süre boş kaldı. Maalesef tarihi bina bu dönemde yıprandı, tahrip oldu ve büyük zarar gördü. 1989 yılına gelindiğinde, yok olmaya yüz tutmuş harabe halindeki gar binasının tekrar yaşama döndürülmesine karar verildi. Derhal bir restorasyon projesi başlatıldı. Yatırımcı Sümbül Turizm A.Ş. - Fahri Esgin, Yüksek Mimar Mehmet Alper ve Yüksek Mimar Mehmet Nursel projeyi üstlendiler. Mudanya Belediyesi’nden kiralanan bina; üç buçuk yıl gibi bir süre zarfında, çok titiz bir çalışma ile bugünkü haline kavuştu. Restorasyon sırasında yapının özgün kimliğinin korunmasına, tarihi özelliklerinin su yüzüne çıkarılmasına özen gösterildi. 163 yıllık tarihi Mudanya gar binası, bugün Montania Hotel olarak misafirlerini ağırlıyor. 56 Anılarda Mudanya Treni… 1906 yılında basılan kitabında Regis Delbeuf, tren yolculuğunu şöyle anlatmıştır: "Trene binmek üzere turistler yolcu gemisinden inecek ve yemekli vagonda kendilerine temiz ve bol bir öğle yemeği sunulacak. Çeşitli formaliteler, örneğin tezkerelere vize basılması, bagaj taşınması ve kontrolü, başka yolcular ve memurlar tarafından rahat rahat yapılırken, öteki turistler yemek masasına geçecek. En iyi konfor şartları altında tren 12.30'da hareket edip Bursa'ya varacak. Böylelikle, şimdiki halde çok az gün harcanması planlanan bir gezi için yarım gün kazanılır." Zaman zaman demiryolu şirketinin turistleri için özel vagonlar tahsis edildiği görülür. Nitekim Max Müler'in gezisi sırasında böyle bir vagon eklendiği görülür: "Ertesi sabah erkenden trenle Bursa'dan ayrıldık. Bizim için özel bir lüks vagon bağlanmıştı. Üstleri tenteli rahat iskemlelerde oturmuş, huzur içinde bu güzel ekin tarlalarının arasından geçiyorduk. Çevredeki çiftlik evleri görünüyor, üzüm bağlarını izleyerek Mudanya'ya doğru iniyorduk. İpekböcekleri için özellikle yetiştirilen açık yeşil yapraklı beyaz dut ağaçları Bursa'nın bir özelliğini oluşturmaktadır. Konsolos ve tren mühendisi Mudanya'ya kadar bizimle beraber geldiler. Burada bizi bekleyen İngiliz muhafız gemisini bulduk. 1901 yılında Bursa'ya gelen Nafizade Ahmet Fuad'ın tren yolcuğunu anlattığı satırlar: "Bir süre sonra trene bindik. Tren, zeytin ağaçlarıyla dolu bir alandan hareket ederek yukarıya doğru çıktı. Birkaç dakika sonra Yorgili/ Yörüklü istasyonuna vardık. Buraya hiçbir yolcunun çıktığını görmedim. Bundan sonra rastladığımız istasyon Geçit Köprüsü denilen bir köprüyü geçtikten sonra Kuru İstasyonu’na vardık. Burada ancak 2-3 yolcu trenden indi. Önceki istasyon gibi tren burada da birkaç dakika durduktan sonra hareket etti. Bu istasyondan kalktıktan sonra bir vadiyi izleyen tren Nilüfer deresinde güzel manzaralarla karşılaştık. Nilüfer Köprüsü’nü de geçtikten sonra yeniden bir vadiye inen tren, Acemler istasyonuna vardı. Bu istasyon diğerlerinden daha işlekti. Kent buradan çok güzel görünüyordu. Tren ilerledikçe Bursa'yı izliyordum. Arkadaşım "Bak! bak... İşte Bursa burası" dediği zaman ben Bursa'yı izlemeyi sürdürüyordum. "Bekleme" denilen mevkiye geldiğimizde tren yolculuğumuz bitmişti artık." 1890'lı yıllarda Bursa'ya gelen Mehmet Ziya'nın gözlemleri de şöyleydi: "En güzel çiçeklerle bezenmiş, düdüğünü çalarak bağ ve bahçeler arasından süzülüp gelen tren, istasyona yanaşmıştı. Tren, sanki Anadolu'nun gelin arabası gibi süslenmişti. Trenin hareket ettiği ve bizim de içinde bulunduğu sırada dikkatsizlik nedeniyle bir işçi tren altında kalarak can verdi. Bu olay nedeniyle Bursa'ya geç geldik. Mudanya'dan Bursa'ya araba ile 3 saat sürmektedir. Mösyö Hovard, Bursa'ya geldiği sırada tren postasının düzensizliğinden şikâyet etmiştir." 1910 tarihli Hüdavandigar gazetesi ilanı: “Medine-i Bursa Demiryolu Osmanlı şirketi logosu ve 2. mevki ile biletlerin fiyat tenzili 57 yakın plan Bir asırlık acıklı hikaye Bursa’nın tramvay rüyası Yazı: Aziz Elbas Fotoğraflar: Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Bursa Büyükşehir Belediyesi arşivi Orjinal Osmanlıca evraklardan çeviri: Metin Sarı / Bursa Şehir Kütüphanesi Dünyada yük taşıma amaçlı ilk tramvay 1803 yılında, yolcu taşıma amaçlı ise 1807 yılında İngiltere’de kullanıldı. Atların çektiği tramvaylara ilişkin şirketler, sonraki yıllarda New York, Paris, Londra, Viyana ve Sofya gibi kentlerde kurulmaya başlandı. Ağır yüklerin kaydırılma yöntemiyle taşınması amaçlı geliştirilen yöntemin ilk olarak Mısır’da M.Ö 2500’de piramitlerin yapımı esnasında taşların kalaslar üzerinde kaydırılmasında kullanıldığı biliniyor. Daha sonra farklı yer ve zamanlarda bu teknik geliştirildi. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında gemileri karadan kaydırıp Haliç’e indirmesi bu tekniğe bir örnektir. 58 İlk raylı yollar ahşap tekerlekli yük arabalarının gitmesi için yapılmıştır. Buna örnek olarak 1350’li yıllardaki Almanya’nın Freirburg şehrindeki ahşap kalaslardan yapılan yol gösterilir. Ahşap rayların demirle kaplanması yine İngiltere’de 1768 yılında karşımıza çıkıyor. Maliyete bağlı olarak daha sonraki yıllarda tekerlekler ve raylar tamamen demirden yapılmaya başlanmıştır. Çeliğin ucuzlamasıyla da üretimler çeliğe dönmüştür. Elektrik üretimi ve uzak mesafelere iletilmesindeki maliyetin azalmasıyla elektrikli tramvay fikri ortaya atılmış, Ukraynalı mühendis F. Pyrotskyi bu fikirleri 1875 yılında bir kilometre mesafeye iletilebilir şekilde uygulamaya geçirmiştir. İlk elektrikli tramvay Saint Petersburg’da yolcu taşımaya başlar, bunu müteakiben W. Von Siemens 1881 yılında Almanya’da ilk uzun mesafeli elektrikli tramvayı işletmeye sokar. Daha sonraki yıllarda Londra’da ve Boston(ABD) gibi şehirlerde elektrikli tramvay işletilmeye başlanır. Osmanlı topraklarında ise Sultan Abdülaziz döneminde 1869 yılında İstanbul’da “Dersaadet Tramvay Şirketi” kurularak atlı tramvay çalıştırmak için anlaşma imzalayarak Aksaray-Eminönü, Aksaray-Topkapı, Aksaray-Yedikule ve GalataAzapkapı hatlarında 1871’de yolcu taşınmaya başlandı. Ardından II. Abdülhamid döneminde Osmanlı topraklarındaki önemli büyük kentlere yaygınlaştırılmaya başlandı. Örneğin 1892 yılında Selanik’te çalışmaya başlayan tramvay sistemi; İzmir, Konya, Trablusşam, Şam ve Bağdat illerine de kurulmuş, Bursa gibi birçok önemli şehre kurulması için çalışmalar yapılmıştır. Yaşanan iç ve dış gelişmelerden dolayı ordunun at ihtiyacından ötürü ordu atlı tramvaylardaki tüm atları ücret karşılığı almak için talip olmuş ve bu şekilde atlar satılmıştır. Bunu müteakiben Avrupa’da yeni yeni yaygınlaşan elektrikli tramvaya doğru bir eğilim başlamış, bunun ilk örneği Şam’da uygulamaya geçirilmiş, bunu müteakiben 1907’de Selanik’te çalışmaya başlamıştır. Tramvayın İstanbul’da işlemeye başlaması ise 1914 yılına rastlar. BURSA Dünyada ve Osmanlı topraklarında yaşanan bu gelişmelere paralel olarak Bursa’da da tramvay kurulmasına yönelik çalışmalarda eşzamanlı olarak başlatılmıştır. Payitaht tarafından belediyeye verilen imtiyaz hakkı, 17 Şubat 1905 tarihli yazılı bir emir ile Aşkudere eşrafından Süleyman oğlu Mehmed Ali Ağa’ya verilmesi istenmiştir. Bu emirde şehirde kurulması hedeflenen tramvay hatlarının elektrikle çalıştırılabilecek şekilde sözleşme hazırlanması istenilmiştir. Aşkudereli Süleyman oğlu Mehmed Ali Ağa ile imzalanmak üzere 1906 yılında hazırlanan 21 maddelik sözleşmenin bazı maddeleri şunlardır: Madde 1: Bursa şehrinde bulunan Setbaşı - Çekirge hattında, arada Hükümet Konağı’na, oradan da Mudanya – Bursa Demiryolu durağına bağlanan mecburi hatlar ile Uludağ’a mevsim şartları uygun oldukça inip çıkılmak üzere, yolcu taşıma ve eşya nakline mahsus olmak üzere tercihli tramvay hatlarının inşa ettirilmesi. Hatların yapımında her 5 km mesafe bir Ticaret ve Nafia Bakanlığı’nın (Bayındırlık) üretim uygunluğu ile lüzum 59 yakın plan görülen yerlere tramvay hatlarının uzatılması, Bursa şehrinin elektrik ile aydınlatılması şartı ile Aşkudereli (İşkodralı) Mehmed Ali Ağa’ya İmtiyaz verilip ihsan buyurulmuştur. Madde 2: İmtiyaz Müddeti Padişah Fermanı’nın verildiği tarihten itibaren 75 yıl olacaktır. Madde 3: İmtiyaz sahibi fermanın tesliminden sonra mukavelenamenin görüşülmesi tarihinden itibaren 18 ay müddet zarfında şartnamede açıklanan yönü ile kesin keşfedilen işler üzere 4 parça haritanın tanzimi ile Nafia (Bayındırlık) Bakanlığı’na takdimi gereklidir. Elektrik fabrikalarının yerleri Bursa Belediyesi ve Vilayet’ten kabul ve uygunluğu alınacaktır. Madde 4: İmtiyaz sahibi masrafları kendisinden olmak kaydı ile ilgili projelerin tasdikinden itibaren son 60 olarak 18 ay müddetle çalışmalara başlayacaktır. O tarihten itibaren ise mecburi çalışmayı 2,5 sene ve tramvayın çalışması ile birlikte tüm işin tamamlanmasının süresi 7 sene olarak taahhüt eder. Fakat çalışmalar fenni kurallara ve yazılara uygun tatbiki olacak, onaylanan projelere uygunluğu bulunacaktır. Şayet bazı zorunlu sebeplerden dolayı çalışmalarda aksaklık olur ise Ticaret ve Nafia nezaretince çalışmalara ek süre ilave edilerek uzatılacaktır. Madde 7: İş bu çalışmalar umumi menfaatlerle bağlantılı hususlardan olduğu için elektrik ve aydınlatma müesseseleri ile idare kısmı gibi müştemilat yapılarını yerlerinin satın alınması hususunda imtiyaz sahibi istimlak kanununa uygun hareket edecek. Bu kısım yerlerin lüzumu olduğunda imtiyaz sahibi tarafından yer sahiplerine tazminat ödenip kullanılabilecektir. Bu gibi yerlerde vakıf arazileri olur ise bu konuda şer-i kurallar geçerli olacaktır. Tramvay ve fabrikalara uygun görülen arazi şayet sultan arazisi veya ferman ile verilmiş ise ücretsiz terk edilecektir. Madde 12: İmtiyaz sahibi ferman tarihi itibari ile iki (2) sene zarfında bir Osmanlı Anonim Şirketi tesciline mecburdur. Şirketin ortaklar meclisi ve toplantı merkezi Payitaht’ta olacaktır. Madde 13: İmtiyaz suresi dolunca imalat ve fabrikalar ile doğan bütün hukuki işlemler hükümete devrolunacak. Hasılat vs. diğer gelirlerden hükümet istifade edecektir. Madde 14: Devlet-i Aliye imtiyaz müddetinin 25 senesi sonrasında her zaman imtiyazı açık arttırma suretiyle satışa çıkartabilme salahiyetine haiz olacaktır. Madde 16: Şirkette görev yapacak memur ve müstahdemler hükümet tarafından tayin edilecek, fes giyilip, Devlet-i Aliye’den seçilecek ve şirket dairesinde görev alacak kişiler Osmanlı katip mektebin mezunlar tercih edilecektir. Vazifelerinden ötürü halkın içinde görev alacak olan memurlar iyi Türkçe konuşması gereklidir. Madde 19: Zorunlu sebeplerden oluşan bir engelin zuhuru olmaksızın imtiyaz sahibi belirlenen süre zarfında çalışmaya başlamadığı veya başlayıp da tamamlamadığı veya bu işi mukavelenameye uygun yapmaz ise imtiyaz hakları elinden alınacaktır. Bu durumda şartnamenin özel maddelerinde gösterildiği yönü ile işletme işlerinin zamanlı temini için gerekli tedbirlerin uygulanacağı, imalat ve aletler bakımından ihaleye konulacak, teminat ücreti iade edilmeyecek ve devlet tarafından el konulacaktır. Madde 21: İmtiyaz sahibinin 1. maddede tayin edilen hatlar dahilinde ilave vagon/araba talebi olur ise bu taleplerde uygun şartlarda imtiyaz sahibinin hakkı korunacaktır. Eklenen Not: İş bu mukavelename mucibince şirket teşkili için belirlenen 2 sene müddetin dışında tarih itibariyle 2 sene daha uzatılması ve elektriğin sanayide de kullanılması hususlarına sure-i devlet ve mülkiye daireleri tarafından Bakanlar Kurulu kararı ile arz, 25 Mayıs 1908 tarihinde Padişah fermanı ile Ticaret ve Nafia nezaretine tebliğ edilmiştir. Sözleşmeye ilave 8 Şubat 1906 yılında mukavelede yer alan bazı maddelerde Hüdavendigar Vilayeti Valiliği’nden ve halktan gelen talep üzerine değişiklikler yapılmıştır. Burada en önemli madde imtiyaz kapsamı yalnızca elektrikli tramvay hatları yapılması iken düzeltme ile elektrik üretilerek şehre verilmesiyle ilgili madde de eklenmiştir. 21 Temmuz 1906 yılında, elektriğin üretileceği fabrika binasının vergi ve harçlardan muaf tutulması hususuyla ilgili olarak Sadrazam Ferid tarafından hazırlanan ‘emir dağıtımlı’ belge; Nafia İdaresi’ne, Hukuk Müşavirliği’ne, Demiryolu ve Limanlar İdaresi’ne gönderilmiş ancak buralardan gelen cevaplarda imtiyazın devriyle ilgili tereddütler olduğu yönünde görüşler ortaya konulmuştur. Şartnameye göre 2 yıl içerisinde şirket kurulup binanın yapılmasına başlanması şart koşulmuştur. Ancak bu 2 yıl geçtikten sonra halen şart yerine getirilmediğinden sözleşmede bu madenin 2 yıl daha uzatılmasıyla birlikte üretilen elektriğin sanayide de kullanılması için ek bir fıkra eklenmesi, 27 Mayıs 1908 tarihli bir yazıyla Sadrazam Ferid tarafından emrolunmuştur. Hüdavendigar Valiliği’nce yazılan 3 Eylül 1908 tarihli bir yazıyla imtiyazı alan şahsın sözleşmeye istinaden gerekli çalışmaları yapmamasından dolayı imtiyazın yeniden Bursa Belediyesi’ne devredilmesi Payitaht’tan talep edilmiştir. Belediye ve vilayet meclisinde bu yönde alınan kararlar vurgulanmıştır. Bunun üzerine 20 Eylül 1909 tarihinde Nezare-i Umur-ü Ticaret ve Nafia Dairesi’nden (Ticaret ve Bayındırlık Bakanlığı) Hüdavendigar Vilayet makamına gönderilen bir yazı ile tereddütlerin dikkate alındığı ve Aşkudereli (İşkodralı) Süleyman Efendi oğlu Muhammed Ali Ağa’nın elinde bulundurduğu imtiyaz hakkını kendi rızasıyla Bursa Belediyesi’ne devretmek istediğini kendilerine beyan ettiği bildirilmiştir. Bu şekilde yeniden Bursa Belediyesi uhdesine geçen imtiyaz hakkı ihaleye çıkarılmıştır. Sözleşmeler Fransızca’ya çevrilerek uluslararası şirketlerin de katılmaları öngörülmüştür. İhaleye girmek için dosya alan talep sahiplerinin nerdeyse tamamı Avrupa ülkelerinden olmuştur. Şartnamelerin Fransızca basılıp gelmesi gecikince Rus baden sendikası vekili Vartanyan ve Belçika sendikası vekili Serakyan Efendinin talebi üzerine ihale süresi uzatılmış, ancak diğer şirketler bunun üzerine itirazda bulunmuşlardır. En ilginç itiraz dilekçesi; İsviçre’nin Paun Şehrindeki Braun Paveri şirketinden gönderilmiştir. Dilekçede resmi dilin Türkçe olduğu ve şartnamenin Fransızca’ya çevrilmemesi gerektiği vurgulandıktan sonra, sürenin uzatılmaması, gelen zarfların açılması gerektiği savunulmuştur. 7 şirketin ihaleye girmek için dosya aldığı ihale, kapalı zarf usulüyle 30 Ocak 1910 tarihinde yapılmıştır. İhaleye dosya veren İzmirli Yovaniç Efendi’nin verdiği teklif uygun görülmüş ancak diğer şirketler buna itiraz etmişler, Arsenid Kasid adlı kişinin özellikle ihalenin yapılış usulüne ve bazı kişilerin kayırıldığına, belediye menfaatlerinin gözetilmediğine ilişkin itiraz dilekçesi dikkat çekicidir. Bununla birlikte Ticaret ve Nafia Nezareti Celilesi’ne (Ticaret ve Bayındırlık Bakanlığı) merkezi İsviçre’nin Baden şehrinde bulunan Browve Kumpanyası adlı şirket 1 Mart 1910 tarihinde yazdığı itiraz yazısında; yapılan tekliflerde gerek belediye ve gerekse halkın menfaatleri gözetilmediği vurgulanmış, taahhüt edilen 500 beygirlik elektrik fabrikasının tramvay ve şehrin aydınlatılmasına yetmeyeceği, bunun en azından 2000 beygir gücünde olması gerektiği, ancak bu şekilde yapılan yatırımın hem belediye adına hem de şirket adına daha karlı olacağı belirtilmiştir. Buradan elde edilecek enerji ile tramvaya binecek yolculardan daha az para alınabileceği, artan kısmın sanayi tarım ve madencilikte kullanılabileceği ifade edilmiş, hatta örnek bir çiftlik kurmayı ve sanayi mektebinde deneme amaçlı kullanımı taahhüt etmiştir. Bu surette masraflar hariç belediyenin an az % 40 kar elde edebileceği vurgulanmıştır. Bu dilekçeye istinaden Nafia Nezareti ihalede yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla inceleme başlatmış, bütün bu gelişmelerden sonra Bursa Elektrik Şirketi murahhas azası Mösyö Gustav Lade’ye devir olunarak 3 Mart 1912 61 yakın plan tarihinde sözleşme imzalanmıştır. Ancak şikayetler, itirazlar ve yaşanan bazı tatsız olaylardan ötürü belediye menfaatleri öne sürülerek sözleşme daha sonra tekrar iptal edilmiştir. Daha sonra tekrar yapılan ihale, Oropedi Mauri Matis Efendi adında, merkezi İstanbul Galata’daki İnayet Hanı’nda olan şirket sahibine 12 Temmuz 1913 tarihli imzalanan sözleşme ile devredilmiştir. Aradan bir yıl geçmesine rağmen şartnamede taahhüt edilen çalışmaların, harita ve projelerin teslim edilmemesinden ötürü müddet 2 yıl daha uzatılmıştır. Ancak işler yine yolunda gitmemiş ve şirket şartname gereklerini yerine getirememiştir. Tramvay hatlarına ait yolların açılıp malzemelerin tamamlanmasına rağmen inşa çalışmasına başlanmadığı konusunda Hüdavendigar Valisi tarafından 1 62 Mayıs 1916 tarihinde İstanbul’a rapor edilmiş, bunun üzerine Nafia Nezareti(Bayındırlık) 30 Eylül 1916 tarihli yazı ile inceleme başlatarak, inşaatın neden yapılmadığı ve şartnamede yer alan Osmanlı Anonim Şirketi adıyla şirket kurulup kurulmadığının tetkik edilmesini istemiştir. Tramvaylara elektrik üretecek olan fabrikanın inşasına başlanıp bir kısmı tamamlamış olmasına karşın araya I. Dünya harbi girdi ve Avrupa’dan gelmesi gereken alet edevat ve makineler gelemedi. Diğer yandan, Fransızlarla savaş halinde olmamız dolayısıyla şirket birçok kereler uyarılmış, buna karşın çalışmalar istenilen seviyelere ulaşamamış ve sözleşme feshedilerek imtiyaz tekrar belediyeye verilmiştir. Bu arada hiç olmazsa şehri aydınlatmayı hedefleyen Bursa Belediyesi, Elektrik Mühendisi Tevfik Bey’i davet edip 19 Mayıs 1916 yılında bir sözleşme imzalar. Sözleşme kapsamında ilk önce Cilimboz Köprüsü üzerinde buharla çalışan bir trübün kurulmuş, ardından bunun yetersiz olduğu anlaşılınca Hükümet Konağı civarından buharla çalışan ikinci bir trübün kurulmuştur. Ancak kısmi enerji ihtiyacını karşılayan bu tesislerin, tramvay işletmesi için oldukça yetersiz olduğu ve hatta şehrin genel ihtiyaçlarına dahi cevap veremediğinden dolayı tüccar Yani Sideraris ve Sivastopolis adındaki kişilere ait buz fabrikasında elektrik üretilip şehre verilmesi amacıyla sahipleriyle 13 Kasım 1921 yılında bir sözleşme imzalanmıştır. Bu sözleşme 7 Mart 1926 yılına değin devam etmiştir. 63 yakın plan Tramvaylara elektrik sağlaması amacıyla kurulup daha sonra Haziran 1916 yılında feshedilen Bursa Osmanlı Elektrik Şirketi, dünya harbinden sonra kuruluş sözleşmesinin aslı muhafaza edilmek suretiyle bazı maddelerinde değişiklik yapılarak 23 Haziran 1924 yılında Bursa Cer, Tenvir ve Kuvve-i Muharrike-i Elektrikiye Türk Anonim Şirketi olarak ismiyle birlikte yenilenmiştir. Şirket aynı yıl ilk santral binasını, tramvay depoları ve tamir atölyelerini Muradiye istasyonu yakınında (Bugünkü Tedaş) kurmuştur. İleriki yıllarda bir süre daha Tramvayla ilgili çalışma ve beklentiler devam etmiş ise de elektrik üretimi daha çok şehir aydınlatma ve sanayi eksenli olarak gelişmiş tramvayla ilgili istenilen sonuç bir türlü alınamamıştır. Bir asırlık rüya günümüzde Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ilk örneğini uygulamaya soktuğu Cumhuriyet Caddesi ve uzatılan İncirli Hattı ile gerçekleşmiş oldu. Bundan sonra gerçekleştirilecek olan ilave hatlarla ömürler tüketen uzun bekleyiş mutlu sonla bitecektir. İmzalanan son sözleşme esasına göre tramvay hatlarında bazı değişiklikler yapılmıştır. Buna göre 4’ü mecburi 5’i tercihli olmak üzere 9 hat belirlenmiştir. Mecburi Hatlar 1- Yeşil’den Başlayıp Ulucami ve Zafer Meydanı’ndan geçip Çekirge’de tamamlanan hat. 2- Demirtaş Paşa’dan başlayıp Hükümet Konağı önünde Yeşil-Çekirge hattına bağlanan hat. 3- Tahıl Caddesi’nden(Tahıl Hanı yanı) başlayıp Mecidiye Caddesi’nin(Fevzi Çakmak Caddesi) ve Meşrutiyet caddesiyle (Cumhuriyet Caddesi) kesiştiği yerden geçerek Yeşil -Çekirge hattına bağlanan hat. 4- Muradiye İstasyonu’ndan (Merinos Tren İstasyonu) başlayıp Çekirge hattına bağlanan hat) Tercihli hatlarda şirkete mecburiyet verilmediğinden bu hatlar konusunda güzergah belirleme yapılmamıştır. Yüzde yüz Bursalı tramvay: “İpekböceği” Bursa’da üretilen ve kentin simgelerinden ilham alınarak “ipekböceği” görünümlü olarak tasarlanan Türkiye’nin ürettiği ilk yerli tramvay, Burulaş atölyelerine getirildi. Durmazlar tarafından üretilen ilk yerli 64 tramvayın test sürüşleri de tamamlandı. Mekanik, elektronik ve yönetim sistemi tamamıyla Bursa’da üretilen tramvayların sefere başlaması için geri kalan tek şey, Bursa sokaklarında hummalı bir şekilde süregelen ray döşeme çalışmalarının son bulması... Dünyadaki 7. tramvay markası olacak olan İpekböceği sayesinde Türkiye, tramvay ya da vagon üretimine ve satışına başlayabilecek... 65 gezi-yorum Doğu Ekspresi (Kompartımanlı, Pulman, Örtülü Kuşetli, Yataklı, Yemekli) Doğu’dan Batı’ya 1928 km, 36 saat Gâhı eğri gâhı doğru tren yollarının en meşhuru olan Trans Siberian dünyada ne ise, Türkiye’de Doğu Ekspresi’nin yeri de odur denebilir kolayca. Tarihi Haydarpaşa’dan yola çıkıp Doğu’ya giden bu ekspres tren; demiryolu dünyasının duygusu, belgeseli, ruhu, derinliği, atardamarı, hikayesi ve fenomenidir... Yazı: Sezai Evans Fotoğraflar: Demet Argun Güngör 66 67 gezi-yorum İlk durak elbette ki Haydarpaşa Garı. 1908’de İstanbul Bağdat demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiş bu gar zaten kelimenin her anlamıyla “büyüleyici” bir başlangıç noktası... TCDD’nin ana istasyonu olan Haydarpaşa’dan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Bağdat Demiryolu yanında İstanbulŞam-Medine (Hicaz Demiryolu) seferleri de yapılmaya başlanmış. Devrin Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde, 30 Mayıs 1906 tarihinde yapımına başlanmış, 19 Ağustos 1908’de ise tamamlanmış... Bir rivayete göre binanın bulunduğu sahaya III. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’nın adı verilmiş... Her gün onlarca trenin kalktığı garda neredeyse 24 saat boyunca sürekli bir hareketlilik, koşturmaca var. 28 Kasım 2010 tarihinde çıkan ağır yangından dolayı çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmiş olsa da ihtişamından çok da bir şey kaybetmemiş... 68 Bugün Doğu Ekspresi denince ilk anda, Doğu’ya yani doğu illerine giden tren şeklinde anlaşılsa da, Doğu Ekspresi ya da diğer adıyla Şark Ekspresi’nin namı çok farklı bir hikayeyle başladı. Aslında ilk ve orijinal ismi Orient Express olan bu tren, yarım düzine ülkeden geçip Avrupa ile İstanbul’u bağlayan ilk ekspres trendi. Avrupa’nın ilk lüks yataklı ekspresiydi. Son durağı Sirkeci Garı olan, Avrupa’dan Türkiye’ye gelen trenin adıydı. 1950’lerin İstanbul’unda elit tabakanın ve pek çok aydının sıkça seyahat ettiği Şark Ekspresi yolcuları çoğunlukla Fransa’ya gitmekteydi. Zira o yılarda en çok hayranlık duyulan ülke Fransa, en çok etkilenilen edebiyat ise Fransız edebiyatıydı. Bu trenin ilk seferleri büyük bir heyecanla karşılandı. Hatta bu seferleri tanıtmak ve reklam yapmak amacıyla Devlet Demiryolları tarafından reklam afişleri bastırıldı... Bu afişlere Sirkeci Garı’nda ya da sahaflarda rastlayabilirsiniz. Yatak ve yemek vagonu olan Şark Ekspresi seferlerinin pek çoğunu neredeyse tamamen dolu bir şekilde gerçekleştirdi, İstanbul’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan İstanbul’a çok sayıda insan taşıdı... Bugün ise daha yerli ismi “Doğu” ile birlikte “Doğu” illerimizle İstanbul’un bağını kuruyor. 69 gezi-yorum Eskişehir Ankara arasında eğer açık havaya denk geldiyseniz gün batımını büyük bir keyifle izleme şansını yakalayabilirsiniz. 70 71 gezi-yorum Kars - Selim - Sarıkamış - Topdağ Karaurgan - Süngütaşı - Horasan Köprüköy - Hasankale - Uzunahmet Erzurum - Palandöken - Ilıca (Erzm.) Kandilli - Aşkale - Karasu - Erbaş Çadırkaya - Mercan - Demirkapı Tanyeri - Erzincan - Alp - Kemah Eriç - Yahşiler - Güllübağ - İliç Bağıştaş - Pingan - Çaltı - Divriği Demirdağ - Cürek - Göcentaşı Güneş - Avşar - Çetinkaya - Kangal Karagöl - Eskiköy - Tecer - Ulaş Bostankaya - Sivas - Yapı - Bedirli Hanlı - Gücük - Şarkışla - Yeniçubuk Karaözü - Sarıoğlan - Kayseri Boğazköprü - Fehimli - Yenifakılı Sarıkent - Şefaatlı - Yerköy - Çerikli Kırıkkale - Irmak - Kılıçlar - Elmadağ Lalabel - Kayaş - Ankara - Sincan Malıköy - Polatlı - Biçer - Yunusemre Beylikova - Alpu - Eskişehir - Bozüyük Karaköy - Bilecik - Vezirhan - Sarmaşık Osmaneli - Mekece - Pamukova (Sak.) Ali Fuatpaşa - Doğançay - Arifiye - İzmit Derince - Hereke - Gebze - Pendik Bostancı - İstanbul (Söğütlüçeşme) İstanbul (Haydarpaşa) 72 Sivas Erzincan arası yolculuğun belki de en heyecanlı kısmı. Fırat’ın ana kollarında birisi olan Murat Çayı ile dans eden raylar nedeni ile nehrin bir sağında bir solunda seyrediyorsunuz. Geçtiğiniz onlarca köprü tünel ise bu dansın en keyifli bölümü. Derin sarp vadinin ortasına döşenmiş raylar sizi en vahşi coğrafyanın tam ortasına doğru heyecanla ilerletirken, açık bir cam bulursanız derin vadilerin nemli soğuk rüzgarını sadece yüzünüzde değil vücudunuzun her yerinde hissedeceğinize emin olabilirsiniz. Anadolu’da bulunan gar ve tren istasyonları kendilerine has mimarileri ile Cumhuriyet’in ilk yıllarının tüm izlerini taşıyor. Haydarpaşa’dan kalkan Doğu Ekspresi şu dönemki rotası Kars’a, 36 saat sonra ulaşıyor. Akla hemen 36 saat yolculuğun nasıl geçeceği sorusu gelebilir. Özellikle tren yolculuğuna aşina olmayanlar için bu soru büyük bir sorun da teşkil edebilir. Ancak “nasıl geçer” sorusunu düşünmenize gerek yok, baştan söyleyelim: “çok güzel geçer...” Hatta aceleniz yoksa, ki olsa 36 saatlik bir trene binmezdiniz, harika bir görsel şölen eşliğinde keyif dolu bir yolculuğunuz olacak demektir. Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu’yu baştan başa geçen Doğu Ekspresi Haydarpaşa’dan hareket ettikten sonra sırasıyla İzmit-EskişehirAnkara-Kırıkkale-Kayseri-SivasErzincan-Erzurum’dan geçerek Kars’a ulaşıyor. Yolculuk sırasında 1928 km ray kat ediliyor. Agatha Christie’nin 1933 yılında İstanbul Pera Palas Otel’de yazdığı ve ismini bu trenden alan “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” isimli polisiye romanı kadar heyecanlı olmasa da macera dolu bir yolculuk sizi bekliyor. 73 gezi-yorum Anadolu’da birçok kent için tren hala ulaşım için büyük önem taşıyor. Tren geçen taşra kasabaları sakinleri, öğrenciler, köylüler ekonomik olması nedeni ile ulaşım için trene büyük ilgi gösteriyor. Resmi tatil ve bayramlarda ise eğer sadece gezmek amacı ile trene bindiyseniz bir keyif olmaktan çıkıp yoğunluk nedeni ile eziyete dönüşebiliyor. 74 75 gezi-yorum Erzurum Kars arası bu yolculuğun en soğuk kısmı. Vagonların arasında kalan ısıtmasız bölgelerde kapıların iç tarafının donduğunu görebilirsiniz. 76 Eğer yolculuğunuzu kışın yaparsanız Ankara’dan Kars’a kadar kar sizi hiç yalnız bırakmayacak. Kış yolculuğunun bir avantajı da tren yaz aylarına göre daha sakin. Soğuk ve kar sizi sakın ürkütmesin, trenin içi oldukça sıcak. Yataklı olarak biletinizi aldıysanız odanızın sıcaklığını da istediğiniz düzeyde tutabilirsiniz. 77 gezi-yorum Haydarpaşa Ankara arasında elektrikli lokomotif ile seyahat ettiğimiz için hızımız bir miktar daha yüksek. Ankara’da elektrikli lokomotifin yerine gelen mazotlu lokomotif trene nostaljik bir hava veriyor. Sivas bölgesinden çıkartılan madenler ekonomik olması nedeni ile tren ile taşınıyor. Köylerinden her gün 2 kez tren geçmiş olsa da tren ve içindeki yolcular yine de köylü çocuklar için ilgi çekici... Doğu Ekspresi köylerde mola verdiği zaman çocuklar da kızak keyfine mola vererek meraklı gözlerle yolcuları izliyorlar. 78 Tren sadece büyük kentlerin garlarında değil, irili ufaklı yüze yakın istasyonda duruyor. Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan bir çok öğrenci bulundukları köylerde okul olmaması nedeni ile okula Doğu Ekspresi ile gidip geliyor, tabi saati denk gelirse... Çeşitli nedenlerle trenin her gün aynı saatte geçmediğini söyleyen öğrenciler, ulaşım konusunda çok fazla seçenekleri olmadığı için treni beklemek zorunda kaldıklarını söylüyorlar. 79 bursa mutfağı Bursa’dan “yemek” nostaljisi Bursa’da “yemek” hiçbir zaman –son çeyrek asır hariç- sadece “yemek yemek” olmadı. Yüzyıllar boyunca gerek coğrafi konumu ve aldığı göçler gerekse saraya yakınlığı ve Osmanlı’nın “Baharat Yolu”nu 1400’lerde Halep’ten Bursa’ya kaydırması şehri hep canlı tuttu. Bu canlılık sosyal ve kültürel yaşamda derin izler bırakarak kendini gösterdi. Bu kültür zamanla ve ağır ağır oluşsa da özellikle mutfak kültürü son çeyrek yüzyılda çok hızlı bir şekilde unutuldu... Bursa Mutfağı’nın şimdilerde İskender Kebap, Pideli Köfte, Cantık gibi bilinen yemeklerden oluştuğu düşünülse de aslında uzun yıllarda oluşmuş görkemli, unutulmuş, alıngan ve mağrur bir mutfaktır. Bursa aldığı göçler sayesinde sürekli yenilenen bir mutfak kültürüne sahip oldu. Bursa’ya her gelen sahip olduğu mutfak kültürünü de beraberinde getirmiş, her gelen hünerli elde Bursa’da öğrendikleriyle yeniden harmanlamış yemeklerini ve nihayetinde de kendine has ve 80 bambaşka bir mutfak kazanmış Bursa… 1800’lerin sonunda Bulgaristan’dan gelen köfte İnegöl’e ulaştığında ismini almış, yine 93 Harbi’nden sonra Kafkasya’dan gelen Cantık ve Silor hep Bursa’daymış havasıyla yerleşmiş mutfağa, Batı Trakya’dan aldığı göçlerle gelen bir5çok yemek ve daha niceleri yavaş yavaş Bursa Mutfağı’nı oluşturmuştu. Bursa Mutfağı tüm ilçelerini kapsasa da bir ilçeden diğerine farklılık gösteriyor. Örneğin Kemalpaşa’da yapılan bir yemeğe İznik’te rastlamıyorsunuz ya M.Ömür Akkor Mutfak Araştırmacısı da İnegöl’de aldığınız bir tarif Gürsu’da bulunmuyor. Bu da mutfağın ne denli çeşitli olduğunun kanıtı. Genel hatlarını çizecek olursak Kemalpaşa taraflarında yapılan yemeklerde Batı Trakya etkisi görülürken şehrin doğusu yapılan yemekler de Kafkaslar’dan yapılan göçlerden etkilendiğini görüyoruz. İznik’te gölün ve derelerin oluşu mutfağa biraz daha tatlı su balıklarının yemeklerini(ki bu etki Mudanya’da da deniz balıkları olarak mevcut) dahil ederken; Bursa geneline dağılan Yörükler de kendi mutfak kültürlerini yaymışlar Bursa’ya. Bursa Mutfağı araştırmalarım esnasında rastladığım diğer bir husus da şehrin saraya olan yakınlığı ve kendi mutfağına ait yemeklerin Saray Mutfağı’na yerleşip Bursa’yı unutmasıdır. Bursa merkez ve bağlı ilçelerdeki köyleri gezerken aldığım bazı tarifler Osmanlı Saray Mutfağı'nda da karşımıza çıkıyor; kuyruk çorbası, kavala, kuru erik yahnisi gibi... Ben bu tariflerin Bursa’dan Saray Mutfağı’na taşındığı kanısındayım. Saraya taşınan bu yemekler de yine göçlerin bilindik etkisiyle kendini hep oraya ait sanarak hep oradaymış havasına bürünüp hemen o mutfağa dahil oluyorlar. Bursa’da yemek, sadece sabah, öğle ve akşam öğünlerinden ibaret ve karın doyurmaya yönelik bir eylem değil, insanların yaşamlarını biçimlendiren bir kültür olmuştur. Yemek sebepli sebepsiz tüm davetlerin tamamlayıcısı olduğu gibi, her özel gün için de birbirinin aynı olan yemekler yapmak yerine bolca çeşitlendirilmiştir. Sizlere Bursa Mutfağı’nın karakteristik özelliklerini yansıtan geçmişten günümüze bir tarifler seçkisi sunmak istiyorum.... 1 kilo parça kuzu eti 5 adet çok ince ramazan pidesi 200 gram tereyağı 1 çay kaşığı damla sakızı 1 çay kaşığı karabiber 1 yemek kaşığı kakule 1 parça yağlı kağıt 2 su bardağı su 1 tatlı kaşığı tuz Tüm malzeme pideler hariç güveç kabına konur. Üzeri yağlı kağıt kapatılarak odun fırınına verilir ya da ocakta 2 saati aşkın pişirilir. Ocakta çok ağır ateşte, fırında ise orta sıcaklıkta ve ateşten uzak olmasına dikkat edilerek pişirilir. Çatala gelecek şekilde doğranan pideler bakır bir servis tepsisine konularak fırınlanır. Pideler iyice gevretildikten sonra üzerlerine güveçten çıkarılan kuzu eti ve suyu dökülüp kısa bir süre altı ateşte tutulup servis edilir. Dağ mantarlı kuzu Ramazan kebabı Yarım kilo yabani mantar ya da dağ mantarı Yarım kilo kuşbaşı kuzu eti Yarım su bardağı zeytinyağı 1 adet kuru soğan 2 adet biber 2 adet domates 2 adet patates 20 adet çekirdeksiz siyah zeytin 1 su bardağı kıyılmış maydanoz 1 tatlı kaşığı kekik 1 çay kaşığı tuz Yemeklik doğranan kuru soğan ve kuşbaşı et suyu çekilene kadar kavrulur. Yağı ilave edilip üzerine küp küp kesilmiş patates, ince doğranmış biber, domates ve mantarlarla zeytini ilave edilip kavrulmaya devam edilir. Baharatları da konulduktan sonra 30 dakika karıştırılmadan ağzı kapalı olarak pişirilir. Üzerine maydanoz koyularak servis edilir. 81 bursa mutfağı Gülvarak 1 kilo un Yeterince su Yarım çay kaşığı tuz 250 gram kaymak Yarım kilo tozşeker Un, su ve tuzdan hamur tutulur. Tutulan hamur bezelere bölünerek yufka açılır. Açılan yufkalar fırın tepsisine dizilerek ya da sac üzerinde kızartılır. Yufkalar üst üste konarak tepsiye dizilir. En üste parça parça kaymak ilave edilip üzerine tozşeker dökülerek servis edilir. Yumurta dolması Nohutlu mantı 82 1 su bardağı haşlanmış nohut 1 kilo un 2 yemek kaşığı tereyağı 2 yemek kaşığı zeytinyağı 2 adet yumurta 1 kase sarmısaklı süzme yoğurt 4 su bardağı et suyu 1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber 1 çay kaşığı tuz 2 su bardağı su Un, yumurta, zeytinyağı ve suyla hamur tutulup dinlendirilir. Dinlenen hamur mantı için açılıp kare kare kesilir. Kesilen karelerin içine haşlanan nohut koyulup kapatılır. Hazırlanan nohutlu mantı tepsiye koyulup fırınlanır. Et suyu tuzla kaynatılır. Kaynayan suya mantılar atılıp pişene kadar haşlanır. Daha sona servis tabağına alınan mantı üzerine sarmısaklı süzme yoğurt ve tereyağında kızdırılmış kırmızı pul biber koyularak servis edilir. Bu mantı, keten torbalara koyulup serin ve kuru yerde muhafaza edebildiği için yaz aylarında kışın yenmek üzere bolca yapılarak saklanır. 6 adet yumurta 1 çay bardağı un Kızartma için yağ 1 çay bardağı kıyılmış maydanoz 1 adet yeşil soğan Yarım çay kaşığı karabiber Yarım çay kaşığı kırmızı pul biber Yarım çay kaşığı tuz 5 adet yumurta sarısı katılaşana kadar haşlanır. Haşlanan yumurtalar soyulup ortadan ikiye bölünür. Yumurtaların sarıları içlerinden çıkarılarak bir kaba alınır. Yumurta sarılarının içine ince kıyılmış yeşil soğan, kıyılmış maydanoz, karabiber, kırmızı pul biber ve tuz eklenerek yoğrulur. Hazırlanan karışım yumurtanın beyaz kısımlarına tekrar topak yapılarak konulur. Kalan bir adet yumurta bir kapta çırpılır. Una bulanan yumurtalar daha sonra çırpılmış yumurtaya batırılarak yağda kızartılıp servis edilir. Eskiden Bursa’da kahvaltıda yenilen bu yemek, konuştuğum 40 yaşlarında birçok kaynak kişinin hâlâ aklında. Yakın zamana kadar (10- 15 seneye kadar) annelerinin bu yemeği yaptığını fakat artık eskisi gibi sık pişirilmediğini belirtiyorlar. Armut kurabiyesi 1 adet yumurta 125 gram oda sıcaklığında tereyağı Yarım su bardağı pudra şekeri 1 kahve fincanı süt 1 su bardağı mısır nişastası Yarım paket kabartma tozu Aldığı kadar un Sap şekli vermek için yeteri kadar karanfil tanesi Nane turşusu 5 demet taze nane Yarım su bardağı sirke 1 adet dilimlenmiş limon 2 yemek kaşığı kaya tuzu 10 diş sarmısak 1 litre kaynatıldıktan sonra soğutulmuş su İyice ayıklanmış ve yıkanmış naneler kavanoza aralarına limon dilimleri ve sarmısaklar koyularak yerleştirilir. Diğer bir tarafta bir kabın içinde su, sirke ve kaya tuzu iyice karıştırılıp nanelerin konulduğu kavanoza ilave edilir. Serin ve güneş ışığına maruz kalmayan bir yerde saklanır.1 hafta sonra servis edilir. Nane turşusu, Osmanlı sarayı için Bursa’da nisan ayından itibaren bahçelerden taze nane toplatılarak yapılıyordu. Nane turşusu, sulandırılarak şurup yapımında yada diğer turşulara lezzet vermesi içinde kullanılıyordu. O yıllardaki Osmanlı kaynaklarında nanenin şifalı etkilerinden bahsedilip “cümle otların efendisidir” denilirdi. Karanfil taneleri hariç tüm malzemeyi karıştırıp, hamuru kulak memesi yumuşaklığında yoğurun. İstediğiniz büyüklükte kopardığınız parçalara armut şekli vererek, yağladığınız fırın tepsisine yerleştirin. Her bir kurabiyenin üstüne birer tane karanfil yerleştirin. Orta hararette ısıtılmış fırında pişirin. İyice soğuduktan sonra üstlerine çok hafif pudra şekeri serpin. Kaçamak 1 su bardağı rende köy peyniri Yarım su bardağı dövülmüş ceviz içi 1 su bardağı mısır unu 2 yemek kaşığı tereyağı İsteğe bağlı olarak üzüm pekmezi 1 su bardağı mısır unu 2 su bardağı kaynayan suya ilave edilerek helva kıvamına gelinceye kadar hiç durmadan karıştırılarak pişirilir. Hazırlanan bu bulamaç tepsiye dökülür. Üzerine rendelenmiş köy peyniri, ceviz içi ve kızdırılmış tereyağı dökülerek servis edilir. İsteğe göre pekmezle de yenebilir. 83 bursa mutfağı Kestane kelem sarması 1 adet orta boy kelem (lahana) 1 su bardağı pirinç 1 su bardağı zeytinyağı 3 adet kuru soğan Yarım kilo kestane Yarım demet maydanoz Yarım demet dereotu Yarım çay bardağı dolma (çam) fıstığı Yarım çay bardağı kuşüzümü 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı tarçın 1 çay kaşığı dolmalık bahar 1 tatlı kaşığı tuz Kestaneler üzerleri çizilerek 30 dakika haşlanır. Haşlanan kestaneler soyulup bıçakla nohut iriliğinde kıyılır. Bir tencerede, yemeklik doğranan Bursa lokumu 1 tatlı kaşığı yaş mayası 1 kilo un 1 yemek kaşığı tozşeker 1 adet yumurta sarısı 2 adet patates 2 yemek kaşığı tahin Yarım litre süt 1 çay kaşığı çörek otu Yarım su bardağı ceviz içi 1 tatlı kaşığı susam 1 çay kaşığı tarçın 1 çay kaşığı bahar 1 çay kaşığı tuz Maya, süt, tozşeker ve bir yemek kaşığı unu karıştırılıp kabarması beklenir. 1 kilo unun içine kabaran karışım boşaltılır ve yoğrulur. Haşlamış ve püre haline getirilmiş iki patates, biraz tuz ve yarım litre sütle yoğrulup, daha 84 önce hazırlanan hamura katılır ve mayalanması beklenir. Mayası kıvama geldiğinde, portakal büyüklüğünde bir parça koparılır, yağlanmış tepsi üzerinde elle bastırarak yassılaştırılır ve üzerine dövülmüş ceviz, biraz tozşeker, tarçın, tahin ve bahar dökülüp rulo haline getirilir. Hamurun tamamını kullanılır. Hazırlanan rulolar ya olduğu gibi tepsiye koyulur ve öylece pişirilir ve piştikten sonra kesilir ya da pişmeden önce kesilip tepsiye dizilir. Pişirilmeden önce biraz kabarması için yarım saat dinlendirilir. Üzerlerine yumurta sarısı sürülür, susam ve çörek otu serpilir. Fırından çıkardıktan sonra üzeri ıslak bezle örtülür. Böylece yumuşak kalmasını sağlanır. Dinlendirilip servis edilir. soğanlar, pirinç, çam fıstığı, kuşüzümü, karabiber, tarçın, tuz, dolmalık bahar ve yarım su bardağı zeytinyağıyla 10 dakika kavrulur. Kavrulduktan sonra üzerine ince kıyılmış maydanoz ve dereotu ile kestaneler de eklenerek karılır. Lahana ortadan ikiye bölünerek haşlanır ve damarları çıkarılarak hazırlanan iç doldurulacak şekilde kesilip hazırlanır. Hazırlanan lahanalara iç doldurularak sarılır ve altına lahana yerleştirilmiş (yanı sıra dereotu ve maydanoz sapları da konulabilir) tencereye dizilir. Üzerini biraz geçecek kadar su ilave edilip kalan zeytinyağı da döküldükten sonra kısık ateşte 45 dakika pişirilip, soğuk olarak servis edilir. 85 çizgi üstü Geleceğe mektup Her mektup geleceğe yazılır, geleceğe gönderilir. Her fotoğraf, gelecekte bir gün bakıp hüzünlenmek için çekilir. “Hey gidi, yıllar ne çabuk geçmiş!” demek içindir hepsi. Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör Kafenin yüksek pencerelerinin buğusundan zorlukla görünen caddede, insanlar birer siyah siluet halinde yürüyor, sokak lambalarının ışığında kar taneleri ağır ağır yere düşüyordu. Tam şu anda, içinin huzurla ve mutlulukla dolduğunu hissediyordu genç adam. Sanki, daha önce yaşadığı ve tadını hala hatırladığı bir akşamı tekrar yaşıyordu. Yalnızca bir nostaljiydi belki bu. Genç adam çocukluğunda, canı sıkıldığında evdeki çekmeceleri karıştırırdı. Uzun süredir görmediği, veya arayıp bulamadığı eşyalarını bulur, mutlu olurdu. Daha da heyecan verici olanı şuydu ki, bebeklik fotoğraflarına, anne-babasının gençlik fotoğraflarına rastlardı bazen. Bu fotoğraflara bakmak, herkese olduğu gibi ona da hüzünle karışık bir keyif verirdi. Annebabası değişmiş, kendisi ve kardeşleri büyümüşlerdi. Artık onlar o eski “onlar” değillerdi. Yine de seviyordu bu “zamanda yolculukları.” Yaşlanabilirse şayet, genç adam yaşlılık günlerinin birinde gençlik fotoğraflarına bakacak, karmakarışık duygularla bugünlerin hızla ve sessizce geçip gittiğini düşünecekti. Hüzün, özlem ve belki pişmanlık duyguları birbirine karışacaktı yüreğinde. Bazıları, gençliğin büyülü bir şey olduğunu söylüyorlardı. O ise galiba bu en güzel yıllarının önünden öylece geçip gidişini sadece seyrediyordu. Bilemiyordu ki gençlik nasıl yaşanmalı! Kendine ne kadar kızarsa kızsın bundan başka türlü de olamıyordu. Şu anda göze alamadığı riskler, cesaretle atılamadığı şeyler için bir gün kendine kızacaktı belki. Varsın yaşlı hali, genç haline kızsındı. O böyleydi, başka türlü de olamıyordu. Birden adımları yavaşladı. Sonra hepten durdu genç adam. Gördüğü manzara karşısında şaşkına dönmüştü. Kafenin bahçesinde ne bir masa ne bir sandalye vardı. Tabelalar bile sökülüp götürülmüştü. Bahçede yalnızca, yapraklarını uzun zaman önce döken çıplak ve ıslak ağaçlar vardı. Üşümüşler gibi gövdelerini eğmişlerdi hepsi. 86 Belki de bahçenin insanlarla dolacağı günleri bekliyorlardı. Üzülmüştü genç adam. Tek kelimeyle “üzüldüğünü” hissetmişti. Hani bir gece, kar yağıyor, caddedeki sokak lambalarının ışığında kar taneleri ağır ağır süzülüyorlardı ya, işte o geceyi hiç unutmamıştı genç adam. Kafenin o geceki tenhalığını, camların buğusunu, hatta beyaz boğazlı kazak giyen, dalgalı siyah saçlarıyla ötedeki masada oturan genç kızı da anımsıyordu. Hafızasını zorlasa belki kafede oturduğu her geceyi bir bir anımsayacaktı. Ama yine de burada geçirdiği saatlerin birer nostaljiye dönüşmesini istemiyordu henüz. Yıllar sonra olabilirdi belki ama bugün henüz çok erkendi... 87 vücut sağlığı Kemik erimesinde risk altındakiler Uzm. Dr. Ferda Firdin Biyofiz Fizik Tedavi ve Romatizmal Hastalıklar Tıp Merkezi Kemik erimesi; düşük kemik yoğunluğuna bağlı olarak kemik direncinin azalması ve kırılmaların artması olarak tanımlanan ve günümüzde en sık karşılaşılan hastalıklardan bir tanesi. Tedavi edilmediğinde ciddi problemleri beraberinde getiren hastalık; kemik ağrısına, şekil bozukluklarına yol açtığı gibi kişileri çevresindekilere bağımlı hale getirerek üretken yaşamdan uzaklaştırıyor. Oysa kemik yoğunluğu ölçümleri, kan ve idrar incelemeleri kemik erimesinde erken tanıya olanak vererek hayat kalitesini önemli ölçüde artırıyor. Kemik erimesi görülen kişiler incelendiğinde bu kişilerin ya hayatın erken dönemlerinde kemik dokusunun daha az geliştiği ya da bu kişilerde ileri yaşlarda görülen kemik kaybının diğerlerine oranla daha hızlı olduğu anlaşılmaktadır. Hastalık özellikle 65 yaş üstü pek çok kadın ve erkekte görülürken; herhangi bir kırık olmaksızın, ağrı vermeden sinsice ilerleyebildiği gibi omurga, el bileği ve diğer kemiklere ait kırıklarla da gün yüzüne çıkabiliyor. Risk grubundaki kişiler; erken dönemde gerekli testleri yaptırarak önlem alabilir, yeterli ve dengeli beslenme ile de daha sağlıklı ve kaliteli bir hayat sürdürebilirler. 88 Kemik erimesi kimler için riskli? - Kadınlar - 50 yaşın üstünde olanlar - Menopoza girmiş olanlar - Erken menopoza girenler - Testosteron hormonunda azalma olan erkekler - Düşük kalsiyum içeren yiyeceklerle beslenenler ve D vitamini eksikliği olanlar - Fiziksel aktivitesi, hareketliliği az olanlar, az egzersiz yapanlar - Ailesinde osteoporozlu kimseler bulunanlar (örn: annede kalça kırığı) - Kısa boylu, ince yapılı kişiler - Beyaz tenli, açık renk gözlü olanlar - Sigara içenler - Alkollü, kolalı ve kafeinli içecekleri çok fazla tüketenler - Bazı ilaçları uzun süreden beri veya yüksek dozlarda kullananlar (örn; tiroid ilaçları, kortizon, epilepsi ve bazı kanser ilaçları gibi) - Bazı hastalıkları olanlar (örn; tiroid hastalığı, şeker hastalığı, midebarsağın alınması, felçler, iltihaplı romatizmal hastalıklar) 89 kadın sağlığı İdrar kaçırmada lazer tedavisi Stres üriner inkontinans (eforla idrar kaçırma) karın içi basıncı artıran aktiviteler sırasında (ağır kaldırma, hapşırma, öksürme, egzersiz ve hatta ani pozisyon değiştirme vs.) istemsiz olarak idrar kaçırılması sorunudur. İnkontinans toplumda oldukça sık olarak görülen bir problemdir, öyle ki 30 yaşın üstünde her 4 kadından, menopozal dönemdeki her 2 kadından birinde idrar kaçırma şikayeti mevcuttur. İnkontinans hayati tehlike arz eden bir hastalık olmamasına rağmen onu önemli yapan sosyal etkilerinin çok dramatik olmasıdır. İdrar kaçırma şikayeti olan hastalar kendilerini hayatı kontrollü yaşamak zorunda hissederler, sosyal hayatlarını kısıtlarlar. Stres inkontinansın bu kadar çok olumsuz sonucu olmasına rağmen hastaların çoğu utanma, var olan tedaviler hakkındaki bilgisizlik, tedavinin cerrahi gerektireceği korkusu vb. nedeniyle tedavi aramamaktadırlar. Biz bu yazımızda bu önemli hastalığın kısa bir incelemesini yapıp var olan tedavi seçeneklerinden ve lazerin tedavideki yerinden bahsedeceğiz: Stres inkontinans genetik ve çevresel etkenler, gebelik ve doğum, hormonal bozukluklar, obezite, sigara, enfeksiyonlar, ilaçlar vb. gibi bir çok etmenin rol oynadığı bir süreç sonrası gelişir. Bunlar arasında özellikle gebelik ve doğum idrarı tutmayı sağlayan yapılara hasar verebildikleri için en önemli etkenlerdir. Muayene: İyi bir öykü alma ve doktor-hasta iletişimi kabaca ne tip bir idrar kaçırma şikayeti olduğunu belirlememizi sağlar. Hastaların idrar kaçırma sıklığı, miktarı, sosyal ve cinsel aktivitesi, herhangi bir kronik hastalığının olup olmadığı (astım, kabızlık vs.), kullandığı ilaçlar vb. sorgulanır ve muayeneye geçilir. Önce hasta detaylı bir jinekolojik ve pelvik muayeneden geçirilir, sonrasında 90 hastalara özel bir takım tetkikler yapılır. Bu tetkiklere göre hasta için en uygun tedavi stratejisi belirlenir. Tedavi: Stres inkontinansın ilaç kullanılmak suretiyle onaylanmış olan bir tedavisi yoktur. Tedavide lazer gibi alternatif yöntemler ve cerrahi uygulanmaktadır. Cerrahinin travmatik olması, iyileşmesi ve normal yaşantıya dönüş süresinin uzun olması nedeniyle birçok hasta tarafından zorunlu olmadıkça tercih edilmemektedir. Bu nedenlerle cerrahinin birçok alternatifi geliştirilmiştir, bunlardan biri de az sonra bahsedeceğimiz lazer tedavisidir. Lazer stres inkontinans tedavisinde henüz son yıllarda onay almış olmasına rağmen çok başarılı bir tedavi yöntemidir. Hafif ve orta derecedeki idrar kaçırma şikayetinde etkilidir. İnkontinans şikayeti olup da cerrahi operasyon geçirmekten korkan hastalar için oldukça iyi bir alternatiftir. Lazer tedavisi yüksek enerjili Er:YAG lazerinin vajinal dokular ve idrar çıkışı deliğine uygulanması prensibine dayalıdır. Bu dokularda bulunan kollajen isimli protein bu dokulara sıkılığını veren proteindir, lazer bu proteine etki ederek stres inkontinansta hasarlanmış-azalmış-dejenere olmuş bu proteinin üretilmesini ve düzenlenmesini uyarır, bu sayede henüz uygulama sonrasında bile inkontinansta belirgin düzelme olur ve Op. Dr. Sena Kutucu ve oluşan bu düzelme tedaviyi takip eden haftalar içinde artar. Lazer herhangi bir cerrahi kesi veya anestezi gerektirmemesi, ağrısız, dikişsiz ve kanamasız olması, hastaya yatış yapılmasına ihtiyaç olmaması, inoffice ve walk-in, walk-out bir prosedür olması nedeniyle cerrahi öncesi çok iyi bir alternatiftir. Hastalar 30 dakika gibi kısa bir sürede lazer ile tedavilerini aldıktan sonra günlük yaşamlarına kaldıkları yerden devam edebilmekte ve aynı zamanda birkaç gün içinde de cinsel yaşamlarına dönebilmektedirler. Çoğu hastada tek seans lazer uygulaması yeterli olmaktadır. Hızlı bir tedavi olmasına karşılık bu yeni tedavinin 2 yıllık takiplerinde iyileşme oranı %80’ in üzerinde bulunmuştur. Oranların cerrahi kadar yüksek olması onu güçlü bir alternatif haline getirmektedir. Stres inkontinans hayati bir tehlike oluşturmuyor olabilir, ama sebep olduğu sosyal ve psikolojik problemler onu önemli bir halk sağlığı sorunu haline getirmektedir. İnkontinans sorunu olan her kadın hastalığı sindirmeye çalışmamalı, bunu yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görmemeli, en kısa zamanda bir doktora başvurmalıdır. Unutmayın, basit bir müdahale yaşam kalitenize çok büyük katkılar sağlayabilir. Sağlıklı ve mutlu günler dileğiyle! 91 göz sağlığı Op. Dr. Yavuz Selim Dayıoğlu Özel Bursa Anadolu Hastanesi Göze gelen “alerjidir” Alerjiler toplumda % 20 oranında görülür ve bunların % 70’i “göz alerjisi” olarak ortaya çıkar. Göz alerjileri, vücuttaki diğer alerji tipleri ile ilişkili olabileceği gibi kalıtsal da olabilir. Alerjen maddeye karşı hassas gözler bu madde ile karşılaştığı zaman klinik tablo ortaya çıkar. Göz alerjileri astım ve saman nezlesi gibi diğer alerjik hastalıklarla beraber bulunabilir. Alerjinin nedenleri nedir? Gözünüze ve burnunuza temas eden alerjenlerin çoğu havada bulunur. Polen, toz, küf, hayvan tüyleri havadan gelen alerjenlerdendir. Bazı kişilerde göz damlaları içindeki koruyucu maddelere karşı da alerjik reaksiyonlar gelişebilir. Yüzde kullanılan kozmetik ürünlere, göz damlaları ve içindeki koruyucu maddelere karşı da alerji meydana gelebilir. Yiyecekler ya da böcek sokması gibi diğer alerjik nedenler genellikle havadan gelen alerjenler gibi gözleri etkilemezler. Alerjik gözlerde ne gibi bulgularla karşılaşırız? 1.Kızarıklık, şişlik, kaşıntı ve akıntı 2.Hapşırma ve öksürme 3.Burun, ağız ve boğaz kaşıntısı 4.Sinüs tıkanıklığını ve baş ağrısı. Gözdeki alerjik reaksiyonlar 5 grupta toplanabilir; 1. Akut 2. Mevsimsel(vernal konjonktivit) 3. Dev papiller konjonktivit 4. Yıl boyu süren konjonktivitler (perennial) 5. Atopik konjonktivit. 92 Akut konjonktivitler ani olarak ortaya çıkar ve gözde kızarıklık, şişlik ve kaşıntı ile karakterizedir. Çoğunlukla polen, mantar ve göz ve göz çevrelerine kullanılan ilaçlar neden olarak gösterilir. Bu gibi vakalarda solunum yollarında daralma ve hipotansiyona yol açan anaflaksi tablosu ortaya çıkabilir. Acil bir durum olduğu için, kısa sürede müdahale edilmesi hayati önem arz eder. Göz alerjilerinin çoğu mevsimseldir. Genellikle ilkbahar ve sonbahar mevsiminde bitki polenlerinin havaya karışması sonucu her iki gözde kaşıntı, batma, kızarıklık, sulanma ile kendini gösterir. Gözde alerjik reaksiyon ortaya çıktığı zaman kaşıntıyı giderme amacıyla gözü şiddetle ovuşturmak göz yüzeyini harap edebilir. Bundan dolayı erken çocukluk döneminde alerji mevsimi başlamadan önce de uygun tedaviye başlanabilir. Dev papiller konjonktivit çoğunlukla kontakt lens hastalarında daha az sıklıkla ameliyat sonrası sütür reaksiyonu ile ve göz protezi ile alakalıdır. Tedavisinde sebebin ortadan kaldırılması ve uygun ilaç tedavisi yeterlidir. Perennial yani yıl boyu süren konjonktivitlerde genellikle neden ev tozları, akarlar, mantarlar, evcil hayvan tüyleri gibi sebeplere dayanmaktadır. Bu tip hastalarda komplikasyon daha sık olduğu için uzun süreli takip ve tedavi önem arz etmektedir. Atopik konjonktivitler ise genellikle atopik dermatit ve astımla alakalı kişilerde ortaya çıkan konjonktivit şeklidir. Diğer allerjik konjonktivitlerden farklı olarak 18-20’li yaşlarda ortaya çıkar. Konjonktivaya ilaveten kornea ve göz kapakları da etkilenir. Eğer aşağıdaki soruların çoğuna evet diyorsanız, göz alerjiniz olabilir ve bir göz muayenesi olmanızda yarar vardır: İlkbahar ve sonbahar aylarında gözünüzde kaşıntı oluyor mu? Ailenizde alerjisi olan var mı? Evcil hayvanlara karşı alerjiniz var mı? Hapşırma, öksürme, burun tıkanıklığı gibi rahatsızlığınız oluyor mu? Tozlu ortamlarda gözünüzde kızarma, kaşıntı oluyor mu? 93 uzaktaki yakın Zil, şal ve gül Granada… Özgür Çakır Uzaktaki Yakın köşemizde bu sayı rotamızı Batı’daki Doğu’ya, Endülüs topraklarına yani İspanya’nın güneyine çeviriyoruz. Anahtar kelimelerimiz, zil, şal ve gül ve bir de Granada yani “nar”dan ibaret değil. Gırnata, Andalucia, Endülüs’te Raks, Yahya Kemal, Garcia Lorca, Elhamra Sarayı, Irwing Washington, Afrikalı Leo, Emeviler, Kraliçe Isabel, Mağribiler, flamenko, tapas, mağaralar, çingeneler, graffitiler, Erasmus, güzel kızlar, yakışıklı erkekler, masallar ve saraylar ilginizi çekiyorsa, buyurun Granada’ya… Osmanlı döneminde “Gırnata” olarak bilinen, İspanyolca kelime anlamı “nar” olan Granada, 350 bin kişilik nüfusuyla görece küçük bir şehir olsa da başta Elhamra Sarayı olmak üzere barındırdıklarıyla Barselona’nın ardından İspanya’daki belki de en önemli turistik destinasyon. Gezginler arasındaki bazı popüler forumlarda “İspanya’da tek bir şehir görme hakkınız olsa hangi şehri seçerdiniz?” 94 sorusuna en sık verilen cevaplardan birinin de Granada olması sürpriz değil. Bugün İspanya’nın on yedi özerk bölgesinden biri olan Andalucia yani Endülüs Otonom Bölgesi’nin başkenti Sevilla ile birlikte öne çıkan ikinci önemli şehri olan Granada, yaşanan onca asimilasyon ve yıkıma rağmen Arap etkisinin güçlü bir şekilde hissedildiği, Müslüman Arap medeniyetinin ve kültürünün belki de zirvesinin yaşandığı yıllara tanıklık etmiş, bu açıdan bakıldığında derin bir nostaljiyi de barındıran bir şehir. Endülüs’te raks etmeye başlamadan önce genelde Andalucia’yı, özelde Granada’yı daha iyi anlayabilmek için biraz tarihin tozlu sayfalarını çevirmekte fayda var. Mağribilerin -Kuzey Afrika’nın körfezdekilere göre Batılıları olan Arapların- temsilcisi olarak Emeviler, ismini verdiği Cebelitarık Boğazı’nı geçerek ordusuyla İspanya topraklarına ayak basan Tarık Bin Ziyad komutasında 711 yılında hikayeyi başlatmışlar. İspanya’da karaya ayak bastığındaki ilk emri kendi donanmasını yaktırmak olmuş Tarık Bin Ziyad’ın. Gemileri yakmak deyimi de buradan gelmekte. Askerlerine dönüşü olmayan bir yola girdiklerini ve artık yapacakları tek şeyin ayak bastıkları bu topraklara sahip olmak olduğunu anlatmak istemiş. Anlaşılan o ki mesaj çok iyi kavranmış ve 711-1492 yılları arasında yaklaşık sekiz yüzyıl boyunca Müslüman bir kavim yönetmiş İber Yarımadası’nı. Öyle ki yüksek bir medeniyet ve kültür seviyesini yakalayan Endülüs sayesinde bin beş yüzlü yılların ortalarına kadar Avrupa’nın bilim dili Arapça olmuş. Bölgede yaşayan Yahudilerin de katkısıyla eski Yunan klasikleri Latince’den Arapça’ya çevrilmiş, Endülüs medreseleri Avrupalı âlimlerin sarık takıp Müslüman kılığına girerek eğitim gördükleri kurumlara dönüşmüş. Avrupa’da Rönesans’ın tetikleyici unsurlarından birinin de Endülüs ve dolayısıyla Arap kültürü olduğu, günümüzün halen sıcak tartışma konularından biri. Yazımıza konu olan Endülüs şehri Granada’nın 80 bini bulan üniversite öğrencisi ile Avrupa’nın Erasmus başkenti olması da bu açıdan bakınca bir sürpriz değil aslında. İspanya’nın güneyinde yer alan Granada’ya en yakın havaalanı şehrin 17 km güneyindeki, ismini Granadalı ünlü şairden alan Federico Garcia Lorca Havaalanı. Yaz aylarında bazı direkt uçuşlar dışında Türkiye’den Madrid ya da Barselona aktarmalı uçuşlarla Granada’ya ulaşmak mümkün. Alternatif olarak Granada şehrinin 130 km uzağındaki Malaga Costa Del Sol Uluslararası Havaalanı’nı da tercih edebilirsiniz. İber Yarımadası turuna kalkışacaklar için bir başka seçenek de araç kiralamak ya da tren yolunu kullanmak. Şehri, kabaca üç bölgeye ayırmak mümkün. Elhamra Sarayı ve hemen altındaki Realejo bir tepeye, hemen karşısındaki Arap mahallesi olarak bilinen Albaicin (Albayzin) bir diğer tepeye, katedral ile çevresindeki yeni şehir yani “Centro” denilen merkez bölge ise vadideki düz alana kurulu. Konaklamak için Realejo bölgesini saraya olan yakınlığı nedeniyle tercih etmek mümkün ama şehir hayatına karışmak için kalacağınız yerin merkezde ya da Albayzin, nam-ı diğer Albaicin bölgesinde olmasını öneririm. Eğer varış saatiniz akşamüstüne yakın bir zaman diliminde ise şehirle tanışmanın en güzel yolu enfes bir günbatımı manzarası vadeden Mirador De San Nicolas’a yani şehrin en popüler seyir terasına doğru yol almak. Pasaport ve cüzdan emniyetini sağladıktan sonra yürüyüşe uygun spor bir ayakkabı giydiyseniz yola koyulabiliriz. Yürüyüşünüze şehrin ana caddesi Grand Via De Colon, Zafer Çeşmesi’nin bulunduğu Plaza del Triunfo (Zafer Meydanı) ve katedralin de olduğu merkez bölgesi Centro’dan başlarsanız herhangi bir Avrupa şehrinden farklı bir atmosfer olmadığını düşünebilirsiniz. Telaşlanmayın, bu bölge şehrin 95 uzaktaki yakın 96 modern yüzü. Caddenin doğu ucundaki eski kervansaray kalıntısı Carrel del Carbon’u Emevilerin göz kırpması sayın ve buradaki “turist info”dan haritanızı temin edip fazla oyalanmadan arkanızdaki tepeye doğru yönelin. Mağribi etkisindeki nostaljik mahallelere varmak için biraz yokuş tırmanmanız gerekecek. Albaicin bölgesine giriş yapmak için en doğru nokta ise Plaza Nueva yani Yeni Meydan. Bu meydanın karşısındaki sokaklardan birinden içeri girdiğiniz andan itibaren burnunuzu ele geçirecek olan nargile ve kahve kokuları ile Fas Pazarı doğru yere geldiğinizi fısıldayacak. Artık zaten daralmış olan sokaklardan yukarıya, kayboldukça kalabalığı takip etmeye çalışarak yol alın ve Arnavut kaldırımı döşeli yolların, beyaz badanalı evlerin avlularından taşan meyve ağaçlarının, sarmaşıklarla ve rengarenk çiçeklerle bezeli duvarların hikayelerini dinleyerek ve tepede sizi harika bir manzaranın beklediğini bilerek her anın tadını çıkarın. Şimdilerde bir Yahudi mahallesi olan bu bölgedeki evler ve özellikle dikkati çeken kapılarla kemerler, isimleri azizlerle de dolu olsa sokaklar ve kiliseye çevrilmiş camiler, eski sahipleri olan Mağribilerin kuvvetli izlerini taşımakta. Mirador De San Nicolas’a vardığınızda biraz yorulmuş olacağınız kesin ama tepesi karlı Sierra Nevada’nın eteklerinde kurulu, günbatımında kızıla bürünmüş olan Elhamra Sarayı’nı gördüğünüzde tüm yorgunluğunuza değecek emin olun. Bin bir milletten yüzlerce turistle bir arada flamenko ezgileri eşliğinde manzarayı seyrederken, turist olmanın sorumluluğu ile bir tür ritüeli yerine getirmeye koyulacak ve Granada’nın büyüsüne kendinizi çoktan kaptırmış olacaksınız. Güneşi batırdığınıza göre Mirador’dan ayrılmanın ve Albaicin’in içlerine doğru dalarak yolunuzu kaybetmenin vaktidir. Sokak çeşmeleri, eski ve yıkık duvarlar, çiçek kokan daracık sokaklar, ansızın beliren küçük seyir terasları, meydancıklar, gitarlarıyla ve köpekleriyle dolaşan ve civar 97 uzaktaki yakın mağaralarda yaşayan dilenciler göreceksiniz. İyice daralan sokakları takip ederek kutsal dağ anlamına gelen Sacromonte’ye doğru ilerleyin. Bu bölge mağara evler ile ünlü Çingene Mahallesi. Esmer tenli, sıcakkanlı, hızlı konuşan ve içten gülümseyen gerçek çingenelerle burada tanışacaksınız. Önceleri ikamet ettikleri yerler olan Sacromonte mağaraları, günümüzde fazlaca “turistik” mekânlara dönüşmüş durumda. Yine de flamenkonun ana vatanı Endülüs’te gerçek çingenelerden gerçek bir flamenko gösterisi izlemek hiç fena fikir değil. Bir mekân önerisi vermek gerekirse, yarı müze formatında olan Zantra De Maria La Canastera’yı tavsiye edebilirim. Flamenko dansının usta ayakları ve onları izlemeye gelmiş olan bazı devlet adamları da dâhil olmak üzere çok çeşitli tanıdık simanın fotoğraflarının yanında Çingene kültürünün ve geçmişinin izlerini taşıyan bu mekanda geçireceğiniz dakikalar hiç bitmesin isteyeceksiniz. İçerideki turist kalabalığını unutup ritme kendinizi kaptırdığınızda Granada’da doğma büyüme bir Çingene olasınız gelecek. Biraz tadını çıkarın ama abartmayın; aşık olmadınız, sadece çok iyi dans ediyordu. Sakince omzunuzdaki şalı ve 98 o zilleri yere bırakın. Gül sizde kalabilir hanımlar. Ertesi günün önemli işi Granada’yı bu denli önemli kılan Alhambra yani Elhamra Sarayı’nı ziyaret etmek olacak. Tabii bunu gerçekleştirebilmek için sabahın ilk ışıkları ile sıraya girmek istemiyorsanız, biletinizi en az iki hafta önceden internet marifeti ile almalısınız. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki ayrı seansta ziyaret kabul ediliyor ve inanın bana önceden rezervasyon yaptırmaksızın ziyaret saatinde bilet bulmak neredeyse imkânsız. Bu yüzden seyahat planlamasını yaparken otel rezervasyonu yanı sıra Elhamra Sarayı giriş biletlerinizi de almanızda fayda var. Burada önemle altını çizmek istediğim bir başka konu ise girişten sonra yarım saatlik bir süre içerisinde Nasrid Sarayı’na giriş yapma zorunluluğu. Bahçede gereğinden fazla vakit kaybedip gecikirseniz içeriye girmeniz mümkün değil. Elhamra Sarayı, İspanya’da hüküm sürmüş son hanedan Nasriler’in Granada merkezli emirlerinin sarayı olarak 13. yüzyılda inşa edilmiş. Sonrasında bazı eklemelerle genişleyerek bugünkü halini almış. Monoblok tek bir yapıdan ibaret değil. Yirmi bir kule ve otuz üç ayrı bahçesi olan sarayın üç ana bölgesi mevcut. “Al Qualla Al Hamra” yani “Kızıl Hisar” da denilen ve Arapça kırmızı anlamına gelen Alcazaba; Nasrid Sarayı yani Palacios Nazaries ve V. Carlos’un yaptırdığı saray binasının da bulunduğu Casas Reales ve ana gövdenin ardında dağın eteklerinde yer alan Generalife Bahçeleri nam-ı diğer Cennet el Arif. Yukarıdan şehri bir anne şefkati ve koruyucu kudretiyle gözetleyen, her parçası şehre ve tanrıya bir iltifat gibi işlenmiş olan Elhamra Sarayı’nın alametifarikası, öncelikle bütün şehre hakim olan bu konumundan ve sonra da enfes düzenlenmiş bahçelerinden, olağanüstü işçiliğinden, gürül gürül akan su kaynakları ile havuzlarından geliyor. Yeri göğü kaplamış olan Arapça söz dizisi “la galibe illallah” yani “Allah’tan başka üstün yoktur” cümlesinin işlenmiş olduğu alçı, taş, ahşap ve seramiklerdeki işçiliği kelimelerle anlatmak gerçekten çok zor. Gidip yerinde görmek gerekiyor. Bakınız; elçilikteki görevini sürdürürken Endülüs’te Raks’ı kaleme alan Yahya Kemal, saray için ne demiş anılarında: “... Elhamra’ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor.” Gerçekten de bölmeden bölmeye geçtikçe artan bir şaşkınlık kaplayacak benliğinizi. Ortaokul kitaplarındaki klişe “Endülüs, İslam uygarlığının zirvesidir” sözlerini hatırlayacak, 1001 gece masallarındaki rüya sarayların gerçek alemdeki izdüşümü sayılabilecek olan Elhamra’nın doğal çevreye uyumunu, 99 uzaktaki yakın girift yapısını, akıl almaz süslemelerini ve yaşanan mekân ile su ve yeşili belli bir ahenk içinde buluşturabilmesini farkedince kazandığı şöhretin hiç de haksız olmadığına ikna olacaksınız. 1984 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilmeden önce aslında bu derece popüler olmayan 100 saray, bir harabe yığınından ibaretmiş. 19. yüzyıla kadar unutulmuş olan, çok sayıda oryantalistin gelip bir köşesinde konakladığı, Granada çingenelerinin mesken tuttuğu, siyasi kaçakların saklandığı bir mekânmış. Çok özenli ve iyi organize edilmiş restorasyon çalışması ile bahçe peyzajı da dahil olmak üzere orijinaline yakın bir duruma getirilmiş. İslam uygarlığının altın çağını simgeleyen bu sarayda bir istisna var o da Emeviler ya da günümüz İspanyol hükümetinin marifeti değil: avlunun orta yerinde irice bir nazar boncuğu sayılması güç, genele çok aykırı bir bina mevcut. Tarihin pek de iyi anılmayan birlikteliklerinden olan Kastilya Kraliçesi Isabella ile Aragon Kralı Ferdinand’ın evliliği İspanyol milli birliğini sağladığı gibi Endülüslü Müslüman ve Yahudilere korkunç bir yıkımı da beraberinde getirmiş. Coğrafi konumu nedeniyle son düşen Endülüs şehri olan Granada’nın halkına yazdıkları mektupta, savaşmadan teslim olunması halinde Müslüman kimliğe dokunulmayacağı ve dini serbestinin olacağı sözü verilmesine rağmen kısa bir süre sonra bölgedeki tüm Müslümanlar ve Yahudiler şehri terk etmeye ya da din değiştirmeye zorlanmışlar. İşte bu ikilinin yaptıkları yetmemiş, torunları olan V. Carlos da Nasrid Sarayı’nın hemen dibine ek bir saray yaptırmış. Elhamra’nın detayları ince ve nakış gibi dokunmuş olan diğer yapıları arasında bir anda beliriveren ve Rönesans döneminde yapılmış olmasına rağmen oldukça kaba mimari unsurlar barındıran, tek 101 uzaktaki yakın olumlu yanı konserlere ev sahipliği yapmasını sağlayacak kadar başarılı akustiği olan bu yapı, yapanların gücüne gitmesin ama pek olmamış sanki. Zaten ziyaretçilerin de şöyle bir bakıp geçtiği koca bir kütle algısı yaratmaktan öteye gidemiyor. Giriş kapısının yakınındaki hediyelik eşya reyonunu da ziyaret etmenizi öneririm. 102 Zengin ürün çeşitliliğinin yanı sıra Granada’daki görevi boyunca sarayda ikamet eden ve ardından Elhamra’nın Odaları (Cuentos De La Alhamra)’nı yazan Washington Irwing ile ana karakteri Leo’nun doğum yeri olan Granada tasvirlerini neredeyse ezbere bildiğimiz Afrikalı Leo kitabının yazarı Amin Maalouf’a ayrılmış özel bölümler ilginizi çekebilir. Geçireceğiniz üç dört saatin sonunda mutlu bir turist olarak Granada’ya olan aşkınız pekişmiş bir şekilde yollara düşebilirsiniz. Serbest saat. Her şeyden bahsettik ama daha yemek yemedik diyenler hazır durun. Granada’da yemek ve eğlence vakti geldi. Albaicin bölgesindeki gizli lezzet duraklarının sırayla ziyaret edildiği tapas turlarına katılarak ya da kendiniz Plaza Nueva çevresindeki büyük tabelalarda harita üzerinde güzelce tarif edilen tapas rotalarını izleyerek şehri keşfetmeye devam edebilirsiniz. Neredeyse şehrin her boş duvarında hepsi gerçek birer sanat eseri olan devasa boyutlu harika graffitiler göreceksiniz. Her biri bir öncekinden güzel gelecek, hatta tapas rotanızın dışına çıkıp graffitilerin peşine düşeceksiniz. Kulaktan kulağa anlatılan bir hikayesi var bu sokak şaheserlerinin. Şehrin duvarlarındaki grafitileri “imzasız bir adam” gizlice yaparmış. Belediye de her seferinde siler, üstünü kapatırmış bunların. Sonra bu adam zamanla çok ünlü olunca belediye bu sefer kendisinden graffitilerini dilediği yere dilediği gibi yapmasını istemiş ve Granada her duvarı graffitilerle dolu bir şehir olmuş. Bugün şehirdeki turist rehberleri ücretli graffiti turları düzenlemekte ve hatta İngiltere’deki fanları için programında 103 uzaktaki yakın sadece Granada’nın graffitilerinin tümünü gezdiren turlar satılmakta. Yani duvar resmi deyip geçmeyin, graffitilerin ve hikayelerinin peşine düşün. Tapas’ın -yani aslında bildiğimiz meze kültürünün İspanyol versiyonununortaya çıkışı hakkında iki hikaye var, artık hangisine inanmak işinize gelirse. Rivayet o ki Granadalı bir gezgin, bir konaklama sonrası şarabı bozulmasın yahut dökülmesin diye toprak küpünü hamurla (ekmek ya da lavaş) kapatmış (Bkz. İspanyolca kapatmak: tapar; hatta bkz. Arapça: tıpa) ve yoluna devam etmiş. İlk verdiği molada açtığı şarabı ekmekle tüketince, içkiyi mezeyle tüketmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlamış. İkinci hikaye biraz daha inandırıcı sanki. Kastilya kralı X.Alonso ağır bir hastalığa yakalanmış ve doktorlar şarap içmesine ancak yanında bir şey yediği takdirde izin vermişler. Sağlığına kavuşan kral da bir ferman yayımlayarak bu durumun tüm Kastilya’da yani günümüze uyarlarsak İspanya’da yaygınlaştırılmasını emretmiş. Bu şehir İspanya’da en iyi tapasların yenebildiği yerdir. Diğer Andalucia şehirlerinin aksine, burada tapas bara gittiğinizde tapas değil içki siparişi verirsiniz ve tapas içkinin yanında ücretsiz gelir. Artık bedava sirke baldan tatlı mı yoksa gerçekten lezzetliler mi, orasını tadınca karar verirsiniz. İki avro verip doyumluk bir öğün sahibi olabilirsiniz. Bira, şarap, gazoz, kola ve hatta su bile isteyince beraberinde tapas mutlaka masadaki yerini alacak. Üstelik her siparişte başka başka çeşitler; peynirli ve jambonlu sandviç, ton balıklı ve sebzeli makarna, cips, deniz mahsulleri salatası, pirzola, sosis tabağı, balıklı sandviç, pilav, zeytin, İspanyol omletli ekmek, tütsülenmiş jambon (isp. Jamon), kıymalı ekmek, soslu köfte, lazanya, patates kroket, patates kızartması, bonfile, karışık salata, ahtapot, kalamar, köpekbalığı, bol zeytinyağlı ve sarımsak soslu midye, Malaga usulü hamsi, bildiğin 104 tas kebabı ve başta keçi peyniri olmak üzere peynir çeşitleri. “Sonraki biraların yanına ne eşlik edecek acaba” diye merakla gelen heyecan da sohbetin kreması... Tabi bu çeşitlilik içinde ister istemez garsonlarla konuşacak şeyleriniz olacak ama bu konuşma durumu o kadar da kolay gerçekleştirilemeyecek. Turistik bir şehir olmasına rağmen İngilizce bilen birilerini bulmak gerçekten çok zor. İspanyolca bilenler için de çok kolay bir iletişim olmayacağını söyleyebilirim. İngiltere’de İskoç aksanı ne ise İspanya’da da Endülüs aksanı o. “S” harfinin çok baskın olduğu İspanyolcada bu harfin neredeyse hiç seslendirilmediği ve kelimelerin yuvarlanarak başka şeylere evrildiği bir dil söz konusu. Siesta, fiesta vs derken sanki güneyli İspanyollar konuşmaya dahi üşenir gibiler. Yine de sıcakkanlı ve yardımsever yanları ile bu açığın kapandığını ve dilin neredeyse hiç sorun teşkil etmediğini de söylemeli. Son günün akşamüstünde Albaicin ile Elhamra arasında akan Darro Nehri’ne inin. Nehir boyunca şehir merkezine doğru yürüyün. El Paseo de los Tristes yani “mutsuzlar yolu” boyunca yürürken adımlarınızı yavaşlatın. Şehre karışın. Banklara oturup siz de çekirdek çitleyin mesela. Solunuzda Elhamra, sağınızda Albaicin; Mağribi Köprüsü’nün altından akan nehri dinleyin. Size kim bilir ne hikâyeler anlatacak bu nehir ve köprü. Bana anlattıklarından birini ben anlatayım: Granada’yı İspanyollara savaşmaksızın teslim eden son emir XII. Muhammed, kentten çıkar ve yeni kalacağı yere doğru yola koyulur. Tam da bu köprüden geçerek ayrılacaktır şehirden. Yola henüz çıkmıştır ki, Granada’nın çıplak gözle görülebildiği son yerde bir durur ve ardına bakar. Kenti uzaktan süzdükten sonra da hüngür hüngür ağlamaya başlar. Bunu gören annesi, yanına gelir ve tarihe düşecek lafını eder; “Ağla oğlum ağla... Adam gibi savaşamadın, bari kadın gibi ağla!” İşte o gün bugün erkekler ağlamaz. Eğer bir şehir hakkında çokça ağıt yakılmış, hikayeler dile gelmiş, şiirler, romanlar yazılmış, besteler düzülmüşse o şehre bir başka gözle bakmak gerekir. Şüphesiz bir büyü, derin bir tarih ve bolca hikâye saklar o şehirlerin duvarları, sokakları. Bu şehirlerin belleği güçlüdür. Herhangi bir şehir değildir onlar. Ayak basan her yabancının da bir izi kalır, karşılığında kendi hikâyesini yazar o şehirle kendisi arasında geçen. O yabancı artık yabancı değildir ona. Aynen Granada’da olduğu gibi. Gidin ve tanışın Gırnata’yla. Sizin iziniz eksik kalmasın belleğinde, tarihi sizsiz yazılmasın düşen son Endülüs kalesinin... 105 uzaktaki yakın Granada’dan instagram kareleri Instagram fotoğrafları: Burçin Dermenci, Emir Kurtaran, İrem İlyas, Serpil Tekin, Özgür Çakır 106 107 foto öykü Kamondo merdivenlerinde “Benden alıp götürdüğün şeylerin peşine düştüm, herkes beni senin peşindeyim sandı.” * Kamondo Merdivenleri İstanbul’un Galata semtindeki Voyvoda Caddesi’yle ile Banker Sokağı’nı birleştiren art nouveau üslûplu merdivenlerdir. Fotoğraflar: Özgür Çakır - Öykü: Emine Civanoğlu Kendimi, terk edilmiş evler gibi hissediyorum. Pencereleri uzun zamandır açılmayan, içinde hiç ses olmayan, bahçesindeki yeşillerin hepsi sarıya dönmüş evler gibi. Yakama bir ilikli iğne ile tutturduğum zamanı, senin gittiğin gece çıkarıp attım; zamanını 108 108 hiç tutturamadığımız özlemelerin çok geride kaldığı ilk basamaktayım şimdi. Artık kendini aklayamayan, gerçeği kimseden saklayamayan yanlarımı, üstündeki kumları silkeleyen kargalar gibi dibime dibime düşürürken, bu merdivenin inilen yerinde mi yoksa çıkılan yerinde mi durduğumu bilmiyorum şu an. Gecenin bir yarısı senin lacivert gözlerini aklıma dikip bana sorduğun soru, bizi başka hayatlara götürecek kapıların kilidini çözdü. Cevabın iyisi, sorunun iyisinden gelirmiş; oyunlara bile hep en zor basamaktan başlamayı seven sen, doğru soruyu değil, en zor soruyu arayıp buldun benim için. Bense, aklımdaki tilkileri senin üstüne değil, bu şehrin sokaklarına saldım. Bana baktığında hep güzel renkleri gör diye, kuşkularımın içindeki griyi bu şehrin caddelerine sardım. Deliliğin üstüme yürüdüğünde, sana bir şey olmasın diye ben en gidilmedik yerlerine yürüyüp bu şehri üzdüm. Oysa sen bana sırtını döndüğünde, bu şehir bana sırtını açtı; sen öfkeni giyindikçe o önümde soyundu. Sen 109 109 foto öykü benden aldın, o hep verdi. Sen ne kadar sakladınsa, o hep en fazlasını gösterdi. yüzüne baktım. Senin için solduran bir adamdım, oysa o erguvanlar açtı benim için. “Kalbini koyduğu taşların dengesi bozulduğunda bir adam bir şehre âşık olur” demişti biri ben daha bu merdivenin çok uzağındayken. Seni bu şehirle aldattım, doğru. Onun koynunda yattım geceleri. Boynundaki kız kulesini, herkesi kendine âşık etsin ama en çok beni sevsin diye ona ben taktım. Efsaneler senin yüzünden silindiğinde, sabahlara kadar hep onun Merdivenin orta yerindeyim. Şimdi bu şehir senden beklediğim soruyu soruyor bana. Cevabı kolay; insem de ona, çıksam da ona varacağım. 110 110 Ama bir yere gittiğim yok; burada durup, bu merdivenin her yerinden, her basamağından ona bakacağım, ona neden âşık olduğumu hep aklımda tutacağım... Bu merdiven sana benziyor aşkım; duruşu, en hazırlıksız anımda beni kendimden alışı, nereye gitsem de aklımda kalışı, söylermiş gibi yapıp sırlarını ustaca saklayışı, kollarını herkese açıp sadece beni kucaklayışı... Çektiğim fotoğrafların bazılarında gözleri kapalı çıkmış merdivenin; olup bitenlere gözünü kapattığı zamanlar belki onlar. 111 111 efsane kareler Müziğin yaşayan “kral”larından nostalji fotoğrafları 112 Erol Evgin Özdemir Erdoğan Orhan Gencebay Müslüm Gürses Erkin Koray Erol Büyükburç 113 efsane kareler Müziğin yaşayan “kraliçe”lerinden nostalji fotoğrafları Ajda Pekkan Muazzez Abacı 114 Hümeyra Müzeyyen Senar Sezen Aksu Emel Sayın 115 dosya 1958 Cadillac Eldorado Geçmişin efsane makinaları At arabasından motorlu taşıtlara geçtiğimiz günden bu yana, aralarında hep “rekabet” oldu arabaların. En hızlı, en pahalı, en farklı tasarımlı, en teknolojik, en dayanıklı ya da en karizmatik olabilmek için yarıştı onlar. Bazıları amaçlarına ulaştı ve efsaneleşti. İsmini tarihe yazdırdı. Çekici, güzel, ünlü, arzulanan ya da havalı olmak onların en önemli özellikleriydi. Nostalji kokan bu arabalar bir zamanların en çok satılan ve beğenilen araçları iken şimdi müzelerde yerlerini aldılar. İşte geçmişin en çok beğenilen arabalarından bir demet... Fotoğraflar: Bold Ride 116 1942 Cadillac Series 62 Convertible Coupe 1961 Dodge Dart Phoenix D-500 Convertible Coupe 117 dosya 1938 Peugeot 402 Roadster 1957 Ferrari 410 Superamerica 118 1966 Citroen DS21 Decapotable 1967 Toyota 2000GT Targa 119 dosya 1962 BMW 1500 1952 Chrysler D’Elegance 120 1965 Mini Cooper 1275 S 1971 Volkswagen Beetle Convertible 121 dosya 1960 Mercedes-Benz 220 SE Cabriolet 1992 Porsche 911 Turbo America Roadster 122 1929 Alfa Romeo 6C 1750 Turismo 1935 Bugatti Type 57 Grand Raid Roadster 123 dosya 1935 Audi 225 Front Roadster 1937 Lincoln Zephyr Custom Coupe 124 1965 Ford Mustang Fastback Coupe 1972 Volvo P1800E 125 geçmiş zaman kipinde Artık hesaba katılmayan hatıra Geçmişten gelen bir iz Facit ismi. Hafızalardan yavaş yavaş yitip giden bir iz... Dijital dünyanın vahşi kapitalizmine yenik düşmüş, artık hiçbir “hesaba katılmayan” bir mazi dostu Facit… Facit, ofis ürünleri üreten bir İsveç şirketinin ismiydi aslında. Ama herkes onu hesap kitap işlerine yardımcı olan bir ofis ortağı olarak görüyordu. İsmi yaptığı dayanıklı ürünle örtüşmüştü bu firmanın. 1998 yılına dek dayandı. Her geçen gün çığ gibi gelişen teknolojinin altında kalmak için dirense de dayanamadı. Zaten dayanamadığı tek şey piyasa şartları oldu. Hikâyesi 1922 yılında mekanik hesap makineleri ve daktilolar üreterek başladı Facit’in. 1960'lı yıllarda 100'ün üstünde ülkede 8000 civarında bayii ve şube açtı. Giderek büyüdü Facit, piyasaya egemen oldu. İsveç'te yaklaşık 7000 nüfuslu küçük bir yerleşim merkezi olan Atvidaberg'ta üretim yapıyorlardı ama ürettikleri ürün tüm dünyada biliniyordu. 1965 yılında adını Facit AB olarak değiştirerek büyümeyi ve birçok ofiste yer almayı sürdürdü. 1970'e gelindiğinde dünya çapındaki bayi ve şube sayısı 14 000'e ulaşmış; ama Japon malı, çağdaş tuşlu elektronik hesap makinelerinin piyasaya çıkmasıyla demode olmaya başlamıştı. Facit değişik modellerle kendini geliştirmeye, elektrikle çalışan tiplere geçmeye çalışmasına rağmen pazarı kaptırdı. Ama 1954 model "Kollu Facit" diye bilinen modeliyle hiç unutulmadı. Firma 1973 yılında Electrolux, on yıl sonra 1983'te de Ericsson firmalarına satıldı. Karlı bir yatırım olmaktan çıkınca 1988 yılında üretimini durdurup 1998 yılında da kapandı. Birçok analiste göre firmanın pazarını kaptırmasında ve batmasında yaptığı ürünlerin aşırı dayanıklı olması da etkili olmuştu. Çünkü Facit firması ürün sattığı müşterilerine yeni bir ürün satamadı. Yaptığı her ürün yüksek ihtimalle bugün dahi çalışır vaziyette… Hata oranı sıfır olan mekanik harika Facit Türkiye’de de çok popüler 1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 6 + 7 - 8 x 9 =1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 6 + 7 - 8 x 9 = 126 olmuştu. Özellikle 75 yılından sonraki süreçte birçok firma hesap kitabını Facit ile tutuyordu. 4 işlem yapmanın en sağlıklı yolu olmasının yanında dayanıklı daktiloları ile de tanındı Facit ismi. “Türkiye'ye gelmiş en kaliteli daktilo” diye tabir edildi. Bu ismi hatırlayanların burnuna kağıt, mürekkep kokuları; kulağına hesap ve daktilo sesleri; aklına ise tarifi olmayan sıcak bir keyif gelecektir. Hele ki onu kullanmaya alışmış biri varsa yüksek ihtimalle hesap makinesi de kullanmıyordur. Orijinal görünümü ve ağırlığı ile şaşırtıcı olsa da Facit’le ilgili esas şaşılacak şey aslında döneminin hesap yapabilme işlevini üstlenen tek şeyi olmasıydı… Beyaz düğmeleri basamak sayısını arttırmaya veya azaltmaya, büyük kolu haneleri sıfırlamaya, ufak kolları da dört işlemi yapmaya yarıyordu. Herkes ismini yazıldığı gibi okuyordu. Şimdilerde ise bazı eskici dükkânlarında rastladığımız bir kenara atılmış bir antika Facit. Özellikle bölme işlemini yapmak çok büyük bir marifetti Facit ile. Facit bölmesini bilmek esnaf sohbetlerinde adınızın geçmesi demekti. Bu makineyi çok hızlı kullanabilenler az da olsa çevremizde var hala ve masalarındaki dijital hesap makinelerine güvenmiyorlar. Facit ile hesaplıyorlar. Gürültüsüne âşıklar… Zamana dayanamayan Facit; çocuklara oyuncak olarak gönül rahatlığıyla teslim edilirdi. Çünkü hem eğlenceliydi, hem de dayanıklı… Facit kırabilen, bozabilen bir çocuğa rastlamak çok güçtü… Bugün geçmişin tozlu raflarında kalan Facit, artık neredeyse hiç hesap yapmıyor, hesabaysa hiç katılmıyor… = 1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 6 + 7 - 8 x 9 =1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 1 + 2 - 3 x 4 = 5 % 6 + 7 - 8 x 9 127 film şeridi Gizli Tehlike - 1999 Klonların Saldırısı - 2002 Yeni Bir Umut - 1977 Klasikleşmiş “seriler” Özünde “sinema severler bir yapımı beğenirse, devamını da görmekten büyük keyif alır” düşüncesini barındıran “devam” filmleri, hem belli bir seyirci kitlesine daha vizyona girmeden sahip olmasıyla, hem de temeli atılmış bir senaryo üzerine kurulmalarıyla yapımcıları cezbediyor. Sinema endüstrisinin beğeni kazanan filmlerde sıkça tercih ettiği devam filmleri belli bir süre sonra efsaneleşebiliyor. Hatta ilk çıkan filmlerin şöhretini geride bile bırakabiliyor. Yeni çıkan filmi izlemek isteyenler ilk çıkan filmleri de yeniden izliyor. Bu da o filmin takip ve beğenisi arttırıyor. Seri filmlerin reklamı da oldukça kolay yapılıyor. Çünkü ilk filmlerde izleyicinin hangi sahnelerde nasıl tepkiler verdiği görülüp, o noktalara parmak basılıyor. Devam filmleri izleyiciye sunulduğunda maddi ve manevi getirisi olan filmler haline dönüşüyorlar. Tabi bu avantajlarının yanında bazı dezavantajları da 128 bulunuyor. Öncelikle beklentisi yüksek bir seyirci kitlesine iş yapılıyor. Seyirci ilk filmi beğeniyor ancak devam filminde çıtanın yükselmesini bekliyor. Devam filmleri başarılı yoldan çok fazla sapma şansına da sahip değiller... Fakat bu olumsuz durumlar iyi yönetilirse, film bir adım daha öne çıkabiliyor. Sinema dünyasında genelde üçlemeler meşhur ancak konuya maddi kaygılar eklenince dördüncü, beşinci, altıncı ve hatta yedinci filmler dahi vizyona girebiliyor. İşte sinema dünyasında adından söz ettiren, ilki kadar başarılı hatta ilkinin önüne geçen devam filmlerinden birkaç örnek: The Godfather II - Baba 2 (1974): 1974 yılında vizyona giren bu devam filminde Don Corleone rolünde izlediğimiz Marlon Brando gibi bir ismin eksik olması her ne kadar büyük bir dezavantaj olsa da ünlü yönetmen Francis Ford Coppola Al Pacino ve Robert De Niro gibi iki yıldız isimle bu dezavantajı avantaja çevirmeyi başardı ve film 6 Oskar ödülüne kucak açtı. İmparator - 1980 Jedi’ın Dönüşü - 1983 Klon Savaşları - 2008 Back To The Future 2 - Geleceğe Dönüş 2 (1989): Çılgın mucit Dr.Emmett Brown ve Marty Mcfly geçmişe ilk kez 1985 yapımı ilk filmle yolculuk yapmışlardı. Senaryosunun nakış izlercesine özenle hazırlanmış olması, filme çok geçmeden hak ettiği değeri getirdi. 1989 yılında ise serinin ikinci filminde karakterlerimizin bu kez geleceğe olan yolculuklarını izledik. Bu ikinci film, birçok kişiye göre üçlemenin en iyisiydi. Star Wars: Episode III Revenge Of The Sith - Sith’in İntikamı (2005): George Lucas’ın efsaneleşmiş Star Wars serisinin en güzel filmi olarak bilinir. Kronolojik sıraya göre serinin son, olayların gelişimine göre üçüncü filmi olan bu filmde nefret, hayal kırıklığı, mutluluk ve üzüntü gibi birçok duyguyu görmek mümkün. İlk seri Star Wars filmlerine göre teknolojik altyapısı ve görüntü kalitesi ile dikkat çeken son serinin en beğenilen bölümü oldu. Dark Knight - Kara Şövalye (2008): Tim Burton’un 1990’lı yıllarda beyazperdeye uyarladığı Batman serisinden sonra araya birkaç Batman filmi girse de hiçbiri Christopher Nolan’ın 2005 yapımı “Batman Başlıyor” filmi kadar ses getirmemişti. Farklı bir Batman sinyallerini veren Nolan’ın bu güzel yapımının tadı henüz geçmemişti ki 2008 yılında “Kara Şövalye” vizyona girdi ve Batman Başlıyor filminden daha popüler oldu. 129 film şeridi “Beklenmedik yolculuk” En son izlediğimiz klasikleşmiş seri film “The Hobbit” oldu. J.R.R. Tolkien’in ünlü romanı “Hobbit”, yine ünlü yönetmen Peter Jackson tarafından sinemaya üçleme olarak uyarlandı. Filmlerden ilki “The Hobbit: The and Back Again” Aralık 2012’de sinema izleyicisiyle buluştu. 2013 ve 2014 yıllarında vizyona girecek olan Hobbit 2: Desolation of Smaug ve Hobbit 3: There and Back Again adlı devam filmlerinden ilk kareler de yayımlandı. Kitabı okuyanların şaşırmayacağı bir durum olarak Legolas’ın yani Orlando Bloom’un geri döneceği de bu ilk görüntülerle kesinleşmiş oldu. İki filmin 130 de kesinleşmiş bir vizyon tarihi henüz yok ama filmlerin bir yıl arayla vizyona gireceği ve Hobbit 3’ün 2014 yılının yaz aylarında gösterimde olacağı biliniyor. Bir İngiliz Edebiyatı Profesörü olan J.R.R. Tolkien bundan yaklaşık yetmiş yıl kadar önce dünyaya bir kitap hediye etti. Bu kitapla birlikte insanlar ilk defa Hobbit ile karşılaştı. Cücelerden bile kısa boylu, yemeye, içmeye ve eğlenmeye düşkün, iyi yürekli, mutlu ve kendi küçük köylerinde her tür maceradan uzak yaşayan bir ırktı Hobbitler. Ta ki büyücü Gandalf onları ziyaret edene kadar... Tolkien’in aslında çocuklar için kaleme aldığı “Hobbit”, çok geçmeden yetişkinlerden, özellikle de 60’ların asi gençliğinden büyük ilgi gördü. Bunun üzerine Tolkien hobbitlerin, elflerin, cücelerin ve insanların goblinler, troller, kurtlar ve her tür kötü ve çarpık yaratıkla olan mücadelesini anlatmaya devam ederek “Yüzüklerin Efendisi”ni yarattı. Bugün “Hobbit”le birlikte “Yüzüklerin Efendisi” fantastik edebiyatın en kült eserleri arasında yer alıyor. Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin öncül kitabı olarak da görülen Hobbit, üçlemenin yönetmeni Peter Jackson tarafından sinemaya uyarlandı. Üç filmlik Hobbit macerasının ilk bölümü olan Hobbit: Beklenmedik Yolculuk/The Hobbit: An Unexpected Journey ile Bilbo Baggins’in gençliğine gidiyoruz. Bilbo huzurlu Hobbit toprakları olan The Shire’da yaşarken bir gün büyücü Gandalf aniden ortaya çıkar ve baş kahramanımız Bilbo kendisini efsanevi savaşçı Thorin tarafından yönetilen 13 cücelik maceracı bir grupta buluverir. Ejder Smaug’dan Erebor’un kayıp Cüce Krallığı’nı geri almak için çıktıkları bu yolculukta çirkin Goblinler, Orklar, öldürücü Warglar, dev örümcekler ve büyücülerle dolu yollardan geçeceklerdir... Bilbo Baggins’in içinde henüz keşfedemediği maceracı bir yan vardır ve yolculuk ilerledikçe kendi cesaretinin ve gücünün farkına varmaya başlar Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden tanıdığımız Ian McKellen, Cate Blanchett, Ian Holm, Christopher Lee, Hugo Weaving, Elijah Wood, Orlando Bloom ve Andy Serkis’i yeniden seyredeceğimiz filmde onlara Richard Armitage, John Bell, Luke Evans, Ryan Gage, Evangeline Lilly, Bret McKenzie, Graham McTavish, Mike Mizrahi, Jeffrey Thomas ve Aidan Turner gibi kalabalık bir oyuncu kadrosu da eşlik ediyor. Filmin senaryosunda ise yönetmen Peter Jackson’ın yanı sıra Fran Walsh, Philippa Boyens ve Guillermo del Toro’nun imzası var. 131 film şeridi “Gelmiş geçmiş en iyi 50” seri film Baba - 1972 1. Yüzüklerin Efendisi – The Lord of the Rings 2. Uzay Savaşları - Star Wars 3. Baba – The Godfather 4. Matrix - Matrix 5. James Bond - James Bond 6. Harry Potter - Harry Potter 7. Superman - Superman 8. Yarasa Adam - Batman 9. Jurassic Park - Jurassic Park 10. Rocky Balboa- Rocky Balboa 11. Terminator - Terminator 12. Grease - Grease 13. Karayip Korsanları – Pirates of the Caribbean 14. Kill Bill - Kill Bill 15. Örümcek Adam – Spider Man 16. Hayalet Avcıları – Ghost Busters 17. Sherlock Holmes - Sherlock Holmes 132 Matrix - 1999 18. Zor Ölüm – Die Hard 19. Indiana Jones - Indiana Jones 20. Buz Devri – Ice Age 21. Görevimiz Tehlike – Mission Impossible 22. Çığlık – Scream 23. Üç Renk - Three Colors 24. Sin City – Sin City 25. Testere – The Saw 26. Hızlı ve Öfkeli – Fast & Furious 27. Demir Adam – Iron Man 28. Elm Sokağı Kabusu – A Nightmare On Elm Street 29. Shrek - Shrek 30. X Men - X Men 31. Uzay Yolu - Star Trek 32. Blade - Blade 33. Hannibal - Hannibal 34. Halka – The Ring 35. Taşıyıcı - Transporter James Bond - Dr. No 1962 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49. 50. Kelebek Etkisi – Butterfly effect Son Durak – Final Destination Taksi – Taxi İskoçyalı – Highlander Bourne - The Bourne Oyuncak Hikayesi – Toy Story Karanlıklar Ülkesi – Underworld Temel İçgüdü – Basic Instict Ölümcül Deney – Resident Evil Felekten Bir Gece – Hangover Amerikan Pastası – American Pie Karateci Çocuk - The Karate Kid Küp – Cube Mumya – The Mummy Siyah Giyen Adamlar - Men in Black Harry Potter ve felsefe taşı - 1997 Superman - 1978 Batman - 1989 Jurassic Park - 1993 Rocky Balboa - 1976 Terminator - 1984 Grease - 1978 Karayip Korsanları - 2003 Kill Bill - 2003 133 film şeridi 134 Spider Man - 2002 Ghost Busters - 1984 Sherlock Holmes - 2009 Zor Ölüm - 1988 Indiana Jones - 1981 Buz Devri - 2002 Görevimiz Tehlike -1996 Üç Renk Üçlemesi / Mavi - 1994 Sin City - 2005 Testere - 2004 Hızlı ve Öfkeli - 2001 Demir Adam - 2008 Elm Sokağı Kabusu - 1984 Shrek - 2002 X Men - 2000 Uzay Yolu - 1966 Blade - 1998 Hannibal - 2001 135 film şeridi 136 Halka - 2002 Çığlık - 1996 Taşıyıcı - 2002 Kelebek Etkisi - 2004 Son Durak - 2000 Taksi - 1996 İskoçyalı - 1986 Bourne - 2002 Oyuncak Hikayesi - 1995 Karanlıklar Ülkesi - 2003 Temel İçgüdü - 1992 Ölümcül Deney - 2002 Felekten Bir Gece - 2009 Amerikan Pastası - 1999 Karateci Çocuk - 1976 Küp - 1997 Mumya - 1999 Siyah Giyen Adamlar - 1997 137 kitap önerileri Anılar Akın Akın İsmet Kabaağaçlı Noonan Yüzyılın Aşkları Can Dündar 138 Çocuk Kalbi Edmondo de Amicis Yedi Kere Sekiz Onur Gökçen Nazım’ın Bursa Yılları Güney Özkılınç Dinlediğin Müziği Söyle Erkan Sevinç Shakespeare Olmak Stephen Greenblatt Mor Kaftanlı Selanik Yılmaz Karakoyunlu Bursa Hatırası Hüseyin Vassaf Hayat Dürbünümde Kırk Sene Ayşe Kulin Angela’nın Külleri Frank Mccourt albüm önerileri Özdemir Erdoğan Gurbet / Elele Ajda Pekkan Her yerde kar var Barış Manço Hal hal Erkin Koray Ceylan Mazhar Fuat Özkan Peki peki anladık Sezen Aksu Kusura bakma / Yaşanmamış yıllar Tarkan Yine sensiz İzel - Çelik - Ercan Özledim Cici Kızlar I-ıh / Gülebilmez gülüm bahar sensiz Alpay Allahım yeter / Dağlar engel oldu yol bulamadım Zerrin Özer Seni seviyorum 139 film önerileri Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı Bizim Aile Ertem Eğilmez Ergin Orbey 1975 / Komedi, Dram 1976 / Aile, Komedi, Romantik 140 Selvi Boylum Al Yazmalım Atıf Yılmaz 1977 / Dram, Romantik Gırgıriye’de Cümbüş Temel Gürsu 1983 / Aile, Komedi Çiçek Abbas Sinan Çetin 1982 / Komedi, Dram Dünyayı Kurtaran Adam Çetin İnanç 1982 / Aksiyon, Bilimkurgu Züğürt Ağa Nesli Gölgeçen 1985 / Dramatik komedi Mavi Boncuk Ertem Eğilmez 1974 / Aile, Komedi Canikom Orhan Aksoy 1979 / Komedi, Romantik Sev Kardeşim Ertem Eğilmez 1972 / Aile, Dram, Romantik Kanlı Nigar Memduh Ün 1981 / Komedi web önerileri nostalji www.nostaljidinle.com www.turknostalji.com www.nostaljiyasam.blogspot.com www.nostaljik.wordpress.com www.nostaljiseverler.blogcu.com www.gecmisgazete.com www.alkislarlayasiyorum.com 141 eğitimin psikolojisi Psk. Ayşegül Alkış Çocukların nostaljiden anladıkları 142 Nostalji bizim için geçmişe özlem, tatlı, hüzünlü bir duygudur. Çocuk için nostalji ise, “hatırlayabildiği en eski anıya özlemdir” diyebiliriz. Çocuğun nostaljisi anneyle kurduğu ilk ilişkiye göndermedir, anneyle ilk temasıdır. Bu süreçte sağlıklı bir doyum sağlaması onun ileriki yıllarda nasıl bir kişilik oluşturacağının habercisidir. Bakım veren kişi ile sağlıklı bir bağ oluşturmak, güvenli bir bağ kurmak bebek açısından çok önemlidir. Bebek ve anne arasındaki bağda önemli adımlardan birisi emmedir. Her ne kadar fiziksel bir doyum gibi görünse de emme davranışı, bebeği ruhsal açıdan da çok doyurur. Annenin varlığı, kendi ihtiyacının fark edilip giderilmesi, sakinleşmesi, güvenli hissetmesi gibi birçok amaca hizmet eder. Emme davranışıyla birlikte annenin bebeğini aynalaması, yani bebeğinin varlığını kabul edip tepki vermesi bebek için önemlidir. Bu dönemde gülme davranışı, ses çıkarma gibi davranışlar bebeği mutlu edecektir. Yapılan bir araştırmada, annelerin bebekleriyle iletişimi üzerinde duruluyor. İlk grup anneye bebeklerine yaklaşmaları, kısık sesle konuşmaları ve gülümsemeleri söylenmiş. Bunu yapan annelere bebekleri aynı şekilde karşılık vermişler, gülümsemişler, ses çıkarmışlar. İkinci grup anneye ise bebeklerine yaklaşmaları ama hiç tepki vermemeleri, tamamen nötr olmaları söylenmiş. Burada bebeklerin ilk tepkiyi verdikleri, sonra annenin yüzüne baktıkları, en fazla 3 dakika bu sessizliğe dayandıkları görülmüş. Sonrasında huzursuz hareketler ya da ağlama gözlenmiş. Anne ne zaman tekrar gülümserse ya da konuşursa bebeğin rahatladığı kaydedilmiş... İşte tam burada bebeğin anneye olan güveni, kendisinin varlığı, tepkilerinin görülüp görülmemesiyle ilgili ilk görüşleri oluşur. Bebekliği erken evresinde annenin-bakım veren kişinin depresif, uzak, soğuk, umarsamaz halleri bebekte bir güvensizlik yaratır. Bu nedenle birçok bebekte ağlamalar, sık hastalıklar, içe kapanmalar görülür. İlerleyen dönemde de kendine ve diğerlerine güvende hep bu döneme ait izler bulunur. İşte bu ilişki bağlanma çalışmalarını hızlandırdı. Ünlü kuramcı Bowlby’nin bağlanma kuramına göre bağlanma tarzları bulunuyor, güvenli, kaygılı ve kaçıngan. Yapılan araştırmalarda güvenli bağlanan çocuğun anne odadan, yanından ayrıldığında annenin döneceğine inancı var, anne olmadığında sakin, anne döndüğünde mutlu, ayrılığa tahammülü olan çocuklar olduğu görülüyor. Kaygılı bağlanan çocuk ise, anne yanındayken bile huzursuzdur, anne gittiğinde yoğun ağlar, geldiğinde anneye öfke duyarlar, hatta vurabilirler. Kaçıngan çocuk ise, anne yokken ağlamaz, anne gelince kaçınır ve anneye öfkeli görünür. Bu bağlanma modelleri ile çocuğun benlik modeli ve başkaları modeli gelişir. Benlik modelinde kendisini ne kadar değerli, sevgiye layık gördüğü, başkaları modelinde de diğer insanları ne kadar güvenilir, sevilir gördüğü üzerinde durulur. Anneleri tarafından tutarlı ve sağlıklı doyurulan, ihtiyaçları zamanında giderilen, erteleme kapasitesi olan bebekler yetişkinlik döneminde de daha kendilerini ifade eden, ihtiyaçlarının farkında olan bireyler olur. Peki bu bağlanma tarzları yetişkinlikte nasıl karşımıza çıkar? Güvenli bağlanma- kendini ve başkalarını olumlu görebilme, kayıtsız bağlanma- kendilerini olumlu, başkalarını olumsuz görme, saplantılı bağlanma- kendilerine güvensiz, diğerlerine güvenli yaklaşma, korkulukaygılı bağlanma- hem kendilerine hem başkalarına güvenmeme şeklindedir. Çocuklarımızın ilk nostaljisi dediğimiz bebeklik dönemi işte bu yüzden çok önemlidir, insanın hem kendisiyle hem dış dünyayla ilgili görüşlerinin oluştuğu temel evredir. Bu nedenle psikologpsikiyatrist denilince hemen akla “hadi çocukluğunuza dönelim” cümlesi gelir. Herkesin hatırlamaya değer, güvenli, huzurlu bir çocukluk nostaljisi olması dileğiyle… 143 dünyaya armağansın İkna etmek ve yorumları etkilemek Sizlere psikoloji alanında yapılan iki araştırmadan bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri “Ödünç Alma Tekniği” diğeri ise seçeneklerin artmasının fikirlerimizi ve yorumlarımızı nasıl etkileyeceğini anlatan iki çalışma. İnsanları ikna etmek isteyen ve insanların yorumlarını etkilemek isteyenler için iki çalışma önemli ipuçları veriyor. Ödünç Alma Tekniği On sekizinci yüzyılda, Amerikalı bilim adamı ve siyasetçi Benjamin Franklin, Pennsylvania eyalet meclisinin ikna edilmesi güç ve inatçı bir üyesinin işbirliğini kazanmak istedi. Adama yalvarmak yerine, Franklin tamamen farklı bir yol izlemeye karar verdi. Adamın kütüphanesinde nadir bulunan ilginç bir kitabın nüshası olduğunu biliyordu ve adama kitabı birkaç günlüğüne ödünç alıp alamayacağını sordu. Adam bunu kabul etti ve Franklin’in ifadesiyle “Bir sonraki görüşmemizde benimle konuştu (ki daha önce bunu hiç yapmamıştı), üstelik büyük bir kibarlıkla ve takip eden dönemde her konuda beni desteklemekten kaçınmadı. Franklin, kitap ödünç alma tekniğinin başarısını basit bir kurala dayandırmaktaydı: “Size bir kes iyilik yapan, onu bir daha hiç zorlanmanıza gerek kalmadan bir kez daha yapmaya hazır olacaktır.” Başka bir deyişle, bir kişinin sizi sevme olasılığını artırmak için size bir iyilik yapmasını sağlayın. Yüz yıl sonra, Rus roman yazarı Leo Tolstoy da aynı fikri şu cümlelerle dile getirdi: “İnsanları bize yaptıkları iyiliklerden dolayı değil, biz onlara iyilik yaptığımızda daha çok severiz.” 144 Hangi kurabiye daha tatlı Size içinde on tane kurabiye olan bir kavanoz uzatıldığını, bir tanesinin tadına bakarak lezzetini değerlendirmeniz söylendiğini farz edin. Şimdi, aynı değerlendirmeyi içinde sadece iki tane kurabiye olan bir kavanozdan yapmanız istendiğini düşünün. Kavanozdaki kurabiye sayısının kararınızı etkilemeyeceğini düşünüyor olabilirsiniz, ama yanılıyorsunuz. Hilo’daki Hawaii Üniversitesi’nden psikolog Stephen Worchel tarafından yürütülmüş olan çalışmaya göre, kişi, neredeyse boş sayılabilecek bir kavanozdan aldığı kurabiyeyi dolu kavanozdan aldığından çok daha lezzetli bulmaktadır. Peki, bunun sebebi nedir? Bir nesneyi arzulama ve önemseme düzeyimiz, kısmen de olsa onu ne kadar kolay elde edebileceğimize bağlıdır. Kurabiyeyle dolu bir kavanozun içindekilerin miktarca fazlasıyla yeterli olduğu bellidir. Buna karşın, boş sayılabilecek bir kavanoz, kurabiyelerin sınırlı ve dolayısıyla daha Serkan Duru cazip olduğuna işaret eder. Worchel’in deneyinde, bu basit fikir katılımcıların kurabiyelerin bulunabilirliğini ve lezzetini algılayışlarını bilinçdışı bir şekilde etkilemiştir. Bu etki, koleksiyoncuların sınırlı baskılara neden milyonlar ödediğini, insanların yasaklı kitap ya da filmlere neden ilgi duyduğunu ve satıcıların stokların tükenmekte olduğu taktiğini neden sıkça kullandığını açıklamaktadır. 145 köşe Vazgeçme Kalemin kağıda değdiği, hasret kokusunun kelimelere sindiği ve kimi yeri gözyaşları ile ıslandığı için okunması güçleşen mektuplar. Eski aşkların en güzel tanıkları, en gizli sevda sözlerinin ağır işçileri. Çoğumuzun unuttuğu postane yollarını aşındıran, kapıyı çalan postacıya hasretle koşan ve sevdasını zarflarda saklayan bir neslin çocuklarıyız biz. Pek çoğumuz ilkokuldaki mektup denemeleri dışında iki satır yazmadı hiç kimseye ve faturalar dışında hiçbir zarf gelmedi adımıza. Bu yüzden belki artık mahalle postacılarımızı tanımıyoruz ve zaten otomatik ödemede olan fatura zarflarını ciddiye almıyoruz. Hızlı akıyor zaman bizim için, bencilliğimizin de cabasıyla hayatı hem kendimize hem sevdiklerimize zindan eden haller içinde olmamız da bu yüzden. Çok eski değil bizden yalnızca bir nesil önce anne babalarımızın aşklarını düşlüyorum. Bir kez söylemişler birbirlerine sevdiklerini ve ilk ayrılıkta söz vermişler bekleyeceklerine birbirlerini. Bekleyen kadın hiç kaybetmemiş ümidini ve hiç düşmemiş aklına gidenin geri dönmeyeceği, adamsa gittiği yerde hep özlemiş hep beklemiş ve görmemiş dünyanın başka hallerini. Hep yazmışlar yüreklerinden geçenleri kağıtlara kimi zaman kız kulesi olmuş zarflarının sağ köşesinde kimi zaman bir şehrin kalesi, yarım kalmış cümleler bazen; hasretten sonu gelmemiş. Ve hiç vazgeçilmemiş beklemekten, beklentilerin ne kadar 146 alçak olduğundan habersiz; haber gelen sevdiceğe umut bağlamaktan. Şimdi kendimize bakalım 2 saat haber alamazsak hızlı sevdiğimiz sevgilimizden; dünyalar başımıza yıkılıyor, ya aldatıldık ya kandırıldık sanıyoruz. Bunu belli etmek istemediğimiz için seni merak ettim cümlelerine sığınıyoruz. Oysa bu kadar yoğun merak edilesi bir hadise mevcut değil günümüzde, ortalama sağlıklı bir insanın başına gelebilecekler ortada. Hiç birimiz “superman” ile birlikte değiliz ve dünyanın en vahşi ülkesinde yaşamıyoruz. Asıl merakımız hızlı başlayan her şeyin hızlı tükeneceğinden. Bu yüzden tahammülsüzlüklerimiz, bu yüzden egolarımıza yenik düşmelerimiz ve her detaya hakim olma arzumuz. Ardımızı döndüğümüzde dolaplar dönecek ve bir hemcinsimiz bizim saflık oranı zeytin yağına denk sevgilimizi kapacak korkusuyla sorulara soruyor, farkında olmadan hızlı başlamış aşklarımızı kendi ellerimizle boğuyoruz. Postacının getireceği hasret kokan mektupları her an cebimizde taşıdığımız telefonlarımıza düşen zarf simgeleri ile değiştirdiğimizden, elimiz kalemden çok klavyelere değdiğinden ve Dilek Şen hislerimiz hayatımıza yetişemediğinden beri sevdalarımızı da hızlandırdık, özlemlerimizi, arzularımızı da. Malum hiçbir şeyi beklemeye tahammülümüz yok yazıp gönderelim mesajlarımızı, what’s up’tan online olduğumuz her an takip edelim herkesi. Güzel olan ne varsa geride kaldı hissiyle mutsuz olmayı seçmek için bir sürü sebebimiz var. Ve tek bir sebep hayranlık beslediğimiz nostaljik aşkları yaşamamız için “inanmak” önce kendine, sonra karşında sevgilim dediğin insana. Sonrasında iş düşünce başa hiç vazgeçmemek, varsın modernizme aykırı olsun ona güvenmek ve sorularla boğuşmak yerine sözlerine kulak vermek. Dinlemek, her sözünü değerli bilmek, her anın değerini birlikte hissetmek. Bunlar sararmış bir mektup sayfasında okunan sözler değil, içinizde yaşarken yaşam hızınızdan fark edemedikleriniz. Bir insanı sevmekle başlıyorsa her şey hiçbir zaman eskimez aşka düşen yüreklerdeki izler. Elinden tuttuğun el olmadıkça sen vazgeçme içindeki aşka inanmaktan. Zaman değişse dahi dönüşen insanın özünde hep aynı kaygı, sevdiğin kadar sevileceksin, yenilme yenilenen aşk oyunlarına. 147 hobi kulübü 1 / 32 ölçekli Supermarine Spitfire Mk. VII Kaldığımız yerden Özgür Taşkıran Kiti ilk kez yapacağım ve çok parçalı bir kokpit yapısına sahip olması dolayısı ile, daha önceki tecrübelerimden de yola çıkarak, tamamen yapım klavuzundaki adımları takip ettiğimi söyleyemem ama genel olarak klavuzdaki süreci takip ettim diyebilirim. Öncelikle kullanılacak parçaları çerçevelerinden keserek gerekli olanların temizlik ve tesviyelerini yaptım (Parça temizliği ve tesviyesi oldukça önemlidir çünkü parçalardaki kalıp ya da kalıp itici izleri gerekli işlemler yapılmadığı takdirde sonucu negatif yönde etkilerler. Eğer görünmeyecek bir yerde kalıyorlarsa çok önemli olmayabilir, yani üzerinde işlem yapmak keyfinize kalmıştır. Ama bu izler görünür yerlerde ise mutlaka tesviyesinin yapılması gerektiğinin altını çizmeliyim.) Daha sonra bu parçaların hangisini montajını yapmadan, hangisini montajını yaptıktan sonra boyayacağıma göre grupladım. Gruplama işleminden sonra montajını yaptıktan sonra boyayacağım parçaları gerekli yerlere monte ettim. Montaj işleminin ardından kokpitin referans 148 Bir önceki sayıda inşasına başladığımız kitin genel özelliklerinden bahsetmiş, statik modelciliğe başlangıç için gerekli malzemeleri kısaca sizlere tanıtmıştım. Uçak maketleri genelde, aksi belirtilmedikçe kokpitin yapımı ile başlar. Yapım klavuzunun yönlendirdiği şekilde kokpitin yapımına başladım. fotoğraflarını baz alarak bazı kablolama detaylandırmaları yaptım. Küçük ölçekli modellerde belki çok gerekli olmayabilir fakat montajını yaptığım uçağın 1/32 ölçekli olması ve kokpiti açık bitirmeyi planladığım için bu detaylar benim için önemliydi. Bu işlemlerin ardından kokpite genel olarak astar boyası uyguladım (astar boyası benim tüm modellerimde uyguladığım bir süreç. Bu işlem hem üzerine atacağınız diğer katların daha iyi tutunmasını sağlayacak hem de kullanacağınız renkler, astar katta kullandığınız renge göre daha iyi görünecektir). Astar boya katı üzerine Pre-Shading (ön gölgeleme) olarak adlandırılan bir teknik uyguladım. Bu uygulama yüzeydeki detayları gölgelendirerek daha dramatik ve görsel yönden daha gerçekçi bir sonuç almanızı sağlıyor. Bu işlemin hemen ardından Spitfire’ların ve o dönemin İngiliz uçaklarının klasik kokpit rengi olan RAF İnteriror Green’i kapatıcılığını rahatça kontrol edebileceğim bir şekilde incelterek airbrush ile yüzeye uyguladım. Artık kokpit genel olarak detay renkleri uygulanmasına hazır hale gelmişti. Bu renkleri de uyguladıktan sonra eskitme ve kirletme aşaması için kokpitin geneline parlak vernik katı uygulayarak o ana kadar yaptığım boya katmanlarını koruma altına aldım. Artık kokpit referans fotoğrafların ışığında eskitilme ve kirletilmeye hazır hale geldi. Bu aşamadan sonra yağlı boya ile filtreleme yaptım. Filtrelemenin ardından çeşitli yerlerde boya dökülme ve yıpranmalarını simüle ettikten sonra kokpit resimlerde gördüğünüz hale geldi. Artık kokpit gövde içine yerleştirilmeye hazır. Bir sonraki sayıda kaldığımız yerden devam etmek üzere hoşçakalın. 149 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Al-Sahara Cha Cha Restoran Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Double U Cafe & Restaurant FSM Bulvarı No:139/8 T. 243 99 17 Gurme / Bademiçi Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09 Kadife A la Carte Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20 Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Kapı Restoran Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu No.23 T. 452 20 07 Kamelya Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Keyf-i Ala Restoran FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Olimpik Konak Restaurant Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel T. 233 38 00 Sishet Restaurant Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86 T. 452 52 62 Sunset The Roof Restaurant & Bar Crowne Plaza T. 800 0 800 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 150 “Life guide of Bursa” Tavacı Recep Usta Odunluk Mah.T.452 40 04 Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 HAZIR YEMEK / FAST FOOD Çiçek Izgara Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 Burger King T. 444 54 64 Marrakech Ocakbaşı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452 97 07 Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 Zafer Plaza A.V.M. T:225 51 30 İzmir Yolu Cd. No:76/1 T:240 15 30 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 Cafeman Balıkçısı Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14 Deniz Tabağı Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni FSM Bulvarı No.90 / A T. 444 21 58 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Mc Donald’s T. 444 62 62 Sushico Korupark AVM sinema katı T. 241 54 90 - 91 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01 İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 “Bursa’nın yaşam rehberi” Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22 K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Kafe Pi Bursa Angels Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28 Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72 Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 KAFETERYA / CAFE Caribou Coffee Korupark AVM içi T. 241 21 62 Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 Eat’N Joy FSM Bulvarı Anı Sit No:16 T. 247 60 60 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 Gönül Kahvesi Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40 White Label Cafe FSM Bulvarı No:78/11 Nilüfer T. 249 09 04 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Kupa Kızı Pub FSM Bulvarı T. 242 11 22 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00 Mirano Korupark AVM T.24313 80 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Bordeaux Rouge 16140 - Nilüfer - Bursa T. 249 73 73 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43 Pronto Sport Cafe & Bistro Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77 Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15 Caka Teras Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Cariye Bar Bademli Girişi Agora İş Merkezi No:48 T. 244 01 50 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Demo FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60 Kahve Dünyası Anatolium AVM T. 261 14 50 Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 rehberbursa Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 The Winston Brasserie Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48 Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 151 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 “Life guide of Bursa” Montania **** İstasyon Cad. Mudanya T. 544 60 00 Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Tiara Termal Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5 T.444 28 05 ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Yanı T. 275 45 00 Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Crowne Plaza ***** Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16 Divan **** Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Gold **** Konak Mahallesi Lefkoşe Caddesi No:7 T. 452 55 22 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Hilton ***** Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05 Holiday Inn **** Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40 İbis Hotel *** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 152 Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00 Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00 SAĞLIK / HEALTH Acıbadem FSM Bulvarı No.1 T. 444 55 44 Biyofiz Tıp Merkezi Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10 Nilüfer T.246 66 66 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Doruk Özel Bursa Hastanesi Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge T. 444 04 53 Doruk Yıldırım Hastanesi Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55 Dünya Göz Hastanesi Kükürtlü Mah. Emir Abdülkadir Cad. No: 58 T. 444 44 69 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Medical Park Bursa Fomara Meydanı T. 444 44 84 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Rentıp Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye T. 249 77 00 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Rommer FTR Dal Merkezi Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26 Turkuaz Diş Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 KUAFÖR / COIFFEUR Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50 Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 ÇİÇEKÇİ / FLORIST Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00 Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 B. Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Uludağ T. 222 35 14