Kız Kulesi
Transkript
Kız Kulesi
KIZ KULESİ BAKİ SARISAKAL KIZ KULESİ Dünyadaki adacıkların en mini minisi, en zarifi ve en tarihisi hiç şüphesiz ki Bizans İmparatoru Emanuel Kominiyunus’un Erkala Kayası üzerine kurdurduğu Kız Kulesidir. Bu aşifte kule, sinesinde sakladığı efsaneleri, güzel İstanbul Boğazının, Marmara’ya açılan kapısında hala terennüm eder. Bu mini mini ada meskûndur. Üzerinde uzun senelerden beri yuva kurmuş bir aile vardır: Fener bekçisinin ailesi. Çünkü Kız Kulesi şimdi yılanların olduğu sefiye Kral kızlarına penah olarak değil, Boğazdan geçen gemilere tehlikeyi işaret etmek için kullanılmaktadır. Geceleri iki saniyede bir çakan kırmızı feneri, gemilere civardaki sefaini hatırlatır ve onlara yol gösterir. Kız Kulesi Kulenin bekçisi uzun beyaz sakallı, gözlerinde acayip ışıklar parlayan sevimli, cana yakın ve dinç bir ihtiyardır. Eğer Kuleyi gezmeye gidecekseniz, sizde muhakkak ona namaz kılarken tesadüf edeceksiniz. İhtiyar bekçi Trabzonlu Bilal Efendi, kendisinden başka daha genç fakat vazife itibarıyla daha kıdemli olan Mustafa Ağa ile birlikte Fenerler İdaresinden pek cüzi bir maaş alırlar. Her ikisinin de sahille alakaları Kuledeki ailelerine yiyecek almak lüzumu hissettikleri zaman başlar. Aileleri ise Kulenin bina edildiği kayaya ayak bastıkları günden beri, bir daha karşıki sahile adımını atmamışlardır. Senelerden beri İstanbul’un içinde fakat İstanbul’u uzaktan görmeye mahkûmdurlar. Buna rağmen gözlerinde yanan renk, karşıda bol ışık içinde yükselen sahillere, bulutların arasında kayıp olan minarelere ve üzerleri sıkı ve kesif ağaçlarla örtülmüş tepelere ait değildir. Senelerden beri ağuşunda oturdukları bu denizi hala yadırgıyorlar. Bu sular ne kadar hırçınlaşsa Karadeniz’in hasretini unutturamıyor. Bekçi Mustafa Ağa’nın babası ihtiyarda böyle tahsirlerle, teessürler içinde fakat mütevekkil ve kanaatkar göçtü, gitti. Fani ihtiyar, rıhtımı bazen haşin … kamçılayan, bazen munis temaslarla okşayan dalgaların arasında akıbetini Kulenin mukadderatına bağlamıştı. Emektar fenerci oğlu Mustafa’yı kendi işlerini görebilecek çağa getirdikten sonra, Kuleden bir daha dışarı çıkmamış, şöyle bir gezinti olsun yapmadan, uzun seneler sükûn içinde yaşamıştı. Nihayet bir gün… Kulenin kızıl boyalı sandalıyla ve oğlunun gözyaşları arasında cenazesi sahile çıkarıldı. Kuledekiler, sahille ne kadar alakalarını kesmişlerse, karşıda, bol ışık ve ahenk içinde çalkalanan sahillerde yaşayanlar arasında da Kulenin ziyaretçileri o kadar sayıldılar. Gerçi Salacak’ın Türk veya Laz kayıkçıları civardan geçerken … aşinalarına tiz naralarla selam vermeyi unutmazlar fakat Kuleye uğramaları için mutlaka suya ihtiyaçları olmalıdır. Ancak o zaman rıhtıma yanaşırlar ve ihtiyar Bilal Efendi asırdide sarnıçtan onlara bakraçlarla su taşır. Bazen bir yelkenli kopan iplerini tamir için, bazen bir varaka, birkaç mavna, salaparya, ekseriya da ağlarını açan balıkçı kayıkları Kulenin etrafında bir müddet dinlenirler. Bu nadir ziyaretlerin içinde fena hatıra bırakanlarda vardır ki en korkuncu üç sene önce meydana gelmişti. Çeşit çeşit bayraklı teknelerin Boğazın hariminde leke gibi göründükleri sırada Türklere karşı yapılan taşkınlıkların ve iğrenç tecavüzler birbirini takip ediyordu. Bu kuduzca salgından Kulenin … hay ve huyundan uzak sakinleri de masun kalamadı. Bir gece sekiz-on palikarya, yanaştırdıkları motorla sahile çıkarlar. Bekçi Mustafa bu vakitsiz misafirlerinde su istemek için geldiklerini zannederek odasından dışarı fırlar. Palikaryaların hepsi biçarenin üzerine çullanırlar. Elini, kolunu, ayaklarını bağlarlar, ağzını tıkarlar ve ellerine geçirdikleri demirlerle vücudunun her tarafını kan, yara ve bere içinde bırakırlar. Bu sırada bir kısmı da Kulede işlerine yarar ne varsa motora taşır, Bu arada büyük bir gemi çapasını da aldıktan sonra Mustafa’yı denize atıp uzaklaşır. Bereket versin gürültüyü işiterek uykusundan uyanan ve boğuşmanın uzadığını gören ihtiyar, bunun her zamanki gibi balıkçı şakası olmadığını anlar ve aşağı iner. Motor gecenin karanlığı arasında ve Beşiktaş önlerinde duran direkleri kafesle örülü bir tekneye doğru uzaklaşırken, etraftan yetişen bir-iki sandalın ve ihtiyar Bilal’in gayretiyle Mustafa kurtarılır. Cesur bir Laz sandalcı, nereye gittiğini anlamak üzere var kuvvetini pazuya vererek motoru uzaktan takip eder ve korsanların Beşiktaş önünde duran Kılkış’a yanaştıklarını sezer. İş bundan sonra anlaşılır: Meğer İstanbul’daki Yunan donanmasına büyük bir gemi çapası lazım olmuş, sanatlarında mahir Kılkış mürettebatı da onu bu suretle tedarik etmişler! İhtiyar Bilal olayı anlattıktan sonra gözlerini teknenin meşum senelerde marki olan sarayın önüne çevirerek, derin bir kin ve istikrah ile diyor ki: -Vaktiyle inse idim, ihtiyarlığıma bakma, onlardan ikisini, üçünü temizlerdim. Fakat burası (Salacak) kayıkçılarının uğrağıdır. Gelir, gider. Su isterler, ne bileyim, yine onları sandım, geciktim. Bilal Efendi, kendisini bu ziyaretimde bana Kulenin tarihi hakkında da bildiklerini söylemeyi ihmal etmedi: -Kral kızına müneccimler haber vermişler ki, diye başladı, ölümü bir yılan yüzünden olacak! -Hangi kral kızı? Diye sordum. -Bu Rumların, dedi. İçlerinden bir Konstantin ya, hangisi olduğunu bilmiyorum, onlarda birçok Konstantin gelip geçti. Velhasıl o da düşünmüş, taşınmış, kızını yılandan korumak için kayanın üzerine bu Kuleyi kondurmuş. - Kız sonra yılanın zehrinden kurtulmuş mu? -Yok canım yılan buraya da gelmiş ısırmış. Ama yine denizden geçmemiş, kıza bir küfe ile üzüm getirmişler, üzümün küfesinden çıkmış. Kızda yılanı görünce korkusundan ölmüş. Babası cesedini olsun bu ejderhadan sakınayım diye, kızının ölüsünü tunç bir sanduka içinde Ayasofya’nın kapısı üstüne koymuş. Yılan avını orada da bulmuş. Günün birinde tuncun üzerinde açtığı delikten içeri girmiş, kızın cenazesi de parça parça imiş. İhtiyar bekçi birden bire kalktı: -Feneri yakmalı! Dedi. Kız Kulesi Ortalık kararmıştı. Bir dakika sonra Kulenin Marmara’ya bakan kısmındaki kırmızı fener ışıldadı. Yanıp sönmeye başladı. İhtiyar tekrar yanıma geldi: -Eskiden Sarayburnu yakınlarında başka bir kule daha varmış. Bir rivayete göre de Kız Kulesi, buradan oraya zincir atıp da boğazı yabancı gemilere kapamak için yaptırılmış! dedi ve derinliklerinde acayip ışıklar parıldayan gözlerini güneşin battığı hizaya dikerek ilave etti: - Zincir atmak için yaptırmışlar. Hâlbuki bilakis, insan zannedere ki, geçen gemilere yol vermek için böyle Sarayburnu’ndan uzaklaşmış ve Sarayburnu’ndan uzaklaşmış ve Üsküdar’a, (Salacak) koyuna sokulmuştur. 1 Üsküdar’dan Kız Kulesi 1 Haftalık Mecmua 20 Temmuz 1925