KÜRDİSTAN MAZLUMU Dedim ya sevdiğim Yaralıdır, yangın yeridir
Transkript
KÜRDİSTAN MAZLUMU Dedim ya sevdiğim Yaralıdır, yangın yeridir
MKP Merkezi Ordu Bülteni/Sayı:7/Şubat-Mart 2010/Fiyatı:1TL KÜRDİSTAN MAZLUMU Dedim ya sevdiğim Yaralıdır, yangın yeridir yüreğim Gözlerimden akan öfkeli yaşı bağışla Sabır taşlarının havan toplarıyla ufalandığı Her zerresinde kardeş kanı olan Özgürlük tarlamızdır satılmak istenen Bu yüreğin bu acıya dayanması kolay olmaz elbette Artık gitme vaktidir! Ne yazık ki Büyük bir aşkın altında ezilmemeye çalışırken Senin sevdanı da taşıyacak derman yok dizlerimde Bir zaman daha! Ne olur hüzünlenme Eğme boynunu bülbülü kahreden gül gibi Ve son bir diyeceğim var sana Unutma sevdiğim İstersen yaz bir kenara Son sözlerim olarak kalsın cihana Ve çiyan pazarlığına şiir yazmayan birisi Şairim demesin kendine ey nazlı yurdum Sana türkü yakmayan ozan değildir daha Dağlarına bel verip kan kusturmamışsa düşmana Hasret kalmamışsa uykuya Düğün olmamışsa yar yoluna Çalmamışsa silahını kayalıklara El vermemişse kurtuluş kavgasına Kızlarımla, oğullarımla Yiğit demesinler gençlerim kendilerine C. Kahraman Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni SUNU Yaklaşık sekiz ay önce yayınlanan altıncı sayımızın ardından, dağların engin yüceliğinden, sınıf savaşımının zor aygıtıyla yürütüldüğü ve savaşın kor alevlerinin alazının aydınlattığı alanlardan tekrar merhaba. Bu sayımızda da görsel anlamda bazı yeniliklerle birlikte gerillanın duygu ve düşüncelerinin yer aldığı şiirler, yürüttüğü mücadele ve bu mücadeleyi yürütürken aldığı hal, ürettiği-üretmeye çalıştığı değerlere ilişkin yazı ve makaleler yer almakta. Gerillanın sadece savaşan silahlı bir güç olarak değerlendirilmemesi, yaşamı, çevresi, yürütücüsü olduğu sınıf savaşımı, nihai amaç olan komünizm ve onun bu günden yaratılan/yaratılmaya çalışılan değerleri ile ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamıyla savaşan, savaşırken eski ve köhnemiş olanı yıkan/yıkmaya çalışan, bunun yerine yeni olanı kuran/kurmaya çalışan bir yapısı vardır. Bu nedenle fikirsel anlamda üretimlere girişmesi, kendisini ve çevresini eleştirmesi olmazsa olmazdır. Bu sayımızda daha çok bu anlamda üretimlere yer verdik. Savaş yasalarının diyalektiğinden bağımsız olmayan yayın hayatımızda, bir sonraki sayımızda buluşmak ümidiyle... İÇİNDEKİLER Gerilla Savaşı Nasıl Olmalı ? 3 Şiir: Kinin Sonu Gelecek 8 Eski ve Yeninin Çatışmasından Doğar Yeni Yaşam 9 Şiir: Gece ve Yol 11 Kültür ve yozlaşma 12 Şiir: Savaşta İki Yan 26 Maoist Komünistlerin Kitle Çizgisi 27 Birey örgüt ilişkisi üzerine 31 Şiir: Yeşertiyoruz Umutları 34 Yoldaşlık İlişkileri Üzerine 35 İktidar Namlunun Ucundadır! 2 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Gerilla savaşı nasıl olmalı? Savaş, çelişmelerin çözüme ulaşması için, karşıt görüş ve çıkarlara sahip kimselerin başvurduğu bir mücadele biçimidir. İnsanlık tarihi, sınıf mücadelelerinin ve bu mücadelelerin ışığında yaşanan savaşların tarihidir. Egemen sınıf ve zümrelerin ellerindeki gücü savunma ya da büyütme, karşıtlarının da bu gücü ele geçirme isteklerin doğal bir sonucu olan bu eylem biçimi, sınıf mücadelesinin gelişmesine paralel olarak boyut değiştirmiş ve niteliksel bir değişime uğramıştır. Sömüren kesimler kendilerinden güçsüz ve zayıf olanları sömürmek, kendine bağımlı kılmak için haksız savaşlarını sürdürmeye devam ederken, sömürülen proletarya, ezilen halklar ve uluslar ise kendilerini ezen, sömüren bu zorbalara karşı sınıf mücadelesinin ulaştığı bilimsel düzeyler ışığında haklı savaşlarına başvururlar, vuracaklardır da. Gerilla savaşı da, genelde bahsi geçen bu sınıf, halk ve ulusların kendilerini sömüren, sayı ve teknik olarak güçlü kesimlere yani düşmanlarına karşı başvurduğu bir savaş tarzıdır. Bu savaş görece güçsüz olanın, görece güçlü olan karşısında yürüttüğü mücadelenin ilk aşaması olma özelliği taşımaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da sınıf mücadelesinin bu- günkü durumu devrimci savaşın gerilla savaşı aşamasını yaşamaktadır. Bu aşama içerisinde on yıllardır yürütülen savaşın yarattığı bir birikim söz konusuyken, bu birikimin sistemli bir şekilde sonraki kuşaklara aktarılmadığı da bir başka gerçeklik olarak orta yerde durmaktadır. Elbette ki bu birikimin günümüze hiç yansımasının olmadığını söylemek de haksızlık olur. Bugün bu savaşın yürütücüsü olan bizlerin, bu güne kadar yoldaşlarımızın savaş alanlarında yarattığı birikim ve tecrübelerden yararlanmak, kendi pratiğimizi bunun ışığında geliştirmek ve gelecek kuşaklara da bunları sistemli bir şekilde aktarmak gibi bir görevimizin de olduğu akıllardan çıkartılmamalıdır. Bu yazıda birçoğumuzun bildiği gerçekleri tekrarlamakla birlikte, bazı eksikliklere de dikkat çekmeyi amaçlıyoruz. Elbette ki konunun genişliği bazı noktaları gözden kaçırma durumunu ortaya çıkartabilir. Ancak bu haliyle bile pratik hatta ufkumuzun genişlik kazanmasına yardımcı olacağını düşünmekteyiz. Yukarıda bu açıklamaları yapıp konumuza kısa bir giriş yaptıktan sonra devrimci savaşın, gerilla savaşının bu günkü gerilla faaliye- 3 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni tinin şekillenişinin nasıl olması yönünde bazı konu başlıklarına değinelim. Bahsi geçen bu savaşın yürütücüsü olan gerilla halkla bütünleşmelidir. Bu gerilla için olmazsa olmazların en başında gelendir. Çünkü halk, hem gerillanın yaşam alanı, hem de gerillanın besleneceği yaşam damarıdır. Bu unsur gerillanın yaşamında belirleyici bir yerde durur. Yürütücüsü olduğu savaşın omuzlarına yüklediği görevin düşmanla savaşmak, savaş içerisinde halkı örgütlemek ve onları aslında kendi savaşımları olan bu haklı savaş için seferber etmek olduğu gerçekliği, halkla bütünleşmenin ne kadar önemli bir nokta olduğunu açıklamak için yeterli olacaktır. Bu durum gerillanın varlık nedenlerinin ilk sıralarında yer alır. Yani gerilla bir yandan düşmanına ki bu düşman geniş halk tabakalarının da düşmanıdır, etkili darbeler indirmeli, bir yandan da bu geniş halk kitlelerini devrim davası doğrultusunda seferber edebilmelidir. Bunun içinde kitlelerle sıkı ilişkiler geliştirmeli, onları politikleştirmelidir ve bunun ışığında belirlenen pratik bir hat izlemelidir. Gerilla savaşında önemli olan noktalardan biri de kendini korumak ve düşmanı yok etmektir. Kendini korumaktan kasıt düşmanla karşılaşınca hemen manevra yapıp uzaklaşmak değil, içerisinde bulunulan nesnel koşulların ışığında kayıpsız ya da mümkün olan en hafif kayıpla düşmanı darbelemektir. Eğer içerisinde bulunulan koşullar buna izin vermiyorsa, gerilla, düşmanı ve hareket tarzını uygun noktalardan izlemeli, gelecekte yapacağı eylemlilik için bilgisini arttırmalı ya da bir dahaki karşılaşmada ona darbe indirecek saldırı için en uygun yeri ve zama- nı bu bilgiler ışığında belirlemelidir. Unutulmamalıdır ki gerilla her zaman savaşın aktif bir unsuru olmalıdır. Bu saldırıda, savunmada, geri çekilmede, manevra yapmada, gözetlemede, sözün kısası bütün pratiğinde böyle olmalıdır. Gerilla, gerilla savaşının kurallarını yaratıcı bir tarzda yaşamına ve mücadele pratiğine uygulamalıdır. Karşılaştığı olaylar ve durumları çeşitli yönleriyle ele almalı, her bir durumda aşamaları kapsamlı bir şekilde incelemeli, gerilla savaşının kurallarını yaratıcı bir şekilde yaşama geçirmelidir. Gerilla savaşında katılığa yer yoktur ve savaşın her alanında kendine özgü taktikler yaratılmalıdır. Gerilla olayları, olguları özellikle içerisinde bulunduğu nesnel koşullar içerisinde ele almalı, ayrıca düşmanın önceki alışkanlıklarını, yenilgi ya da başarı durumundaki durumlarını kapsamlı bir şekilde incelemelidir ve buna göre esneklik içeren bir savaş tarzı belirlemelidir. Gerillanın eylemleri her daim şaşırtmayla başlamalıdır. Şaşırtma ve hız gerilla için en önemli husustur ve savaşta inisiyatifi elde tutmanın başlıca koşullarındandır. Gerilla, düşmanı belli bir savaş tarzına alıştırmamalıdır. Yaratıcılığını kullanarak eylem şekilleri ve tarzını sürekli değiştirmeli, yenilemelidir. Örneğin bir gerilla birliği, herhangi bir karakola ilk saldırısında arkadan saldırır. Bu düşmanın dikkatini bu yöne vermesine neden olur. Karakoldaki düşman bir sonraki saldırıyı da zayıf yanı olarak düşündüğü karakolun arka tarafından bekleyerek, arka tarafı güçlendirir ve etkili silahlarını o yöne yerleştirir. Buna karşılık gerilla bir sonraki saldırısında, düşmanın 4 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni beklediği yönden yani karakolun arka tarafından değil de daha farklı bir yönden saldırmalıdır. Yine sürekli gece ya da akşama doğru eylem yapan gerilla, düşmanın sürekli bu saatlerde saldırı beklemesinden kaynaklı eylem saatinde değişikliğe gitmeli ve eylemlerini düşmanın saldırı beklemediği günün diğer saatlerinde gerçekleştirmelidir. Bu şekilde düşmanı belirli bir savaş tarzına alıştırmamış olacaktır. Yani gerilla yerleri, saatleri, eylem tarzlarını sürekli değiştirmelidir. Yine gerillanın savaş tarzında olmazsa olmaz olan ve gerillanın savaştaki belirleyiciliği ve inisiyatifinin en somut ifadesi olan vur-kaç taktiği gerilla savaşının temel eylem biçimidir. Gerilla düşmanına hızlı ve etkin bir şekilde vurur ve “kaçar”. Sonra yine vurur ve yine “kaçar”, bu bir döngü halinde devam eder. Böylece savaşta inisiyatifi kendi elinde tutmuş olur. Bir başka deyişle gerilla savaşırken, düşmanının onu çektiği minderde değil, kendi belirlediği minderde düşmanıyla mücadele eder. Gerilla, yukarıda saydığımız tüm bu görevlerini ve savaşımını yürütürken iyi tanınırsa eylem sonrası güçlerin çekilip dinleneceği, akademik eğitimlerin verilebileceği en doğru yerler belirlenebilir. Belirlenen bu yerlere erzak ikmali yapılmalı, bu ikmal, öyle gelişi güzel olmamalı faaliyet planlamasına göre olmalıdır. Yukarıda gerilla faaliyetinin şekillenişinin nasıl olması yönünde değindiğimiz bu konu başlıklarını maddeler halinde özetleyecek olursak, bunlar; 1- Gerilla halkı iyi tanımalı (ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşamını bilmeli), onları örgütleyerek desteğini almalı ve giderek savaşın bir parçasına dönüştürmelidir. 2- Gerilla düşmanını tanımalı (elindeki silah, teknik, alışkanlık vb), değişkenlik gösterdiği durumları atlamamalıdır. 3- Gerilla her zaman savaşın aktif bir unsuru olmalıdır. 4- Gerilla, gerilla savaşının kurallarını ve eylem biçimlerini yaratıcı bir tarzda uygulamalıdır. 5- Gerilla araziyi iyi bilmeli ve kullanabilmeli, eylemlerinde hızlı ve şaşırtıcı olmalıdır. araziyi iyi tanımalı ve onu iyi kullanmalıdır. Arazinin doğru şekilde kullanılmasıyla hem eylemde üstünlük sağlayabilecek, hem de düşman saldırıları ve operasyonları rahatlıkla boşa düşürülebilecektir. Arazi 5 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Tüm bunları bu şekilde özetledikten sonra, on yıllardır gerilla savaşı veren bizlerin neden bugün yeterli bir düzey oluşturamadığımızın üzerinde durmak gerekir. Bu durumun nedenlerini sıralayıp, sonrasında kısaca açıklamaya çalışalım. Bunlar; 1- Halkın desteğinin iyi örgütlenememesi, halka karşı yanlış tutumlar içerisine girilmesi 2- Bir bütün geleceğe dair değil anlık planlamaların uygulanması 3- Gerilla yaşamının ve şekillenişinin ideolojik seviyemizle aynı düzeyde olmaması 4- Düşmana süreklilik gösteren yönelimlerin olmaması 5- Tecrübelerin aktarılmasında ki eksiklik Şimdi sırasıyla açıklayalım: 1- Tarihimize baktığımızda dönem dönem halkın devrimin yaratıcısı olduğunun unutulduğunu ve kitlelerden kopuk bir hareket tarzının benimsendiği ya da halkı kazanmanın ancak onların bir parçası olmak, onları kendimizle birleştirip savaştırmamızla mümkün olacağının unutulduğu, çoğu zamanda bunun sadece teorik düzlemde seslendirilmiş olduğu görülebilir. Yani sözün kısası kitle çizgimizin doğru bir tarzda uygulanmadığı görülebilir. Halkın, devrimin sağlam birer destekçisi ve giderek de savaşçısı olması, ancak onların gönüllü desteğini almamızla mümkün olur. Bu da sağlam ve sürekli bir kitle politikası çizgisinin oturtulmasıyla mümkün olacaktır. Gerilla köylere kısa aralıklarla değil sürekli uğramalı, yalnız gerekli ihtiyaçları karşılamak için değil, onları politikleştirme ve örgütlemeyi esas almalıdır. Halkla ne kadar sık bir araya gelir, onların gündemlerinde yer edinir, sıkıntılarının çözümünde onlara yardımcı olursak, o denli birleşip kaynaşırız. Gerilla salt askeri bir hal almak istemiyorsa, faaliyetlerini derinleşen kitle temeli üzerine oturtmalıdır. Aksi halde halkı sadece bir gıda deposu olarak görme anlayışı yaşam bulur. Yine geçmişte halka karşı dönem dönem sekter tavırlar (dayak, tehdit vb) içerisine girilmiş, kültürümüzle uzaktan yakından alakalı olmayan böylesi yaklaşımlarla halkla olan bağ zayıflatılmıştır. Bazen kendi taraftarına karşı farklı, taraftarı olmayanlara daha farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Tüm bu yaşananlar halkı gerillaya karşı soğutmuştur. 2- Bazı dönemlerde Halk Savaşı’nın uzun ve çetin bir mücadele dönemini kapsayacağı gerçekliğinin üzerinden atlanarak, kısa dönemleri kapsayan programlama ve yaklaşımlarla günü kurtarma mantığıyla hareket edilmiştir. Bu dönemsel başarılar doğurmuşsa da geleceğe bir bütün kazanımın olarak aktarılamaması durumunu doğurmuştur. Gerillanın faaliyetinin uzun ve çetin bir mücadele dönemini kapsayacağı gerçekliği atlanılmadan, yapalım da nasıl olursa olsun mantığıyla değil, yapılacak her faaliyetin gelecek için temel teşkil etmesi anlayışıyla hareket edilmeli, buna uygun uzun süreli programlar uygulanmalıdır. Böylece günü kurtarma değil, bir bütün geleceği kurma perspektifi egemen kılınmalıdır. 3- Gerilla yaşamının ve şekillenişinin ideolojik seviyemizle aynı düzeyde olmaması derken, ideolojimiz ve onun yansımalarının savaş alanı olan gerilla alanına yeterli düzeyde yansıtılıp uygu6 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni 4- Düşmana süreklilik gösteren yönelimlerin olmaması savaş noktasında gelişimin önünü tıkamış ya da sınırlamıştır. Unutulmamalıdır ki, her eylem bir sonrası için (kusursuz olması ya da hata payının az olması için) tecrübe sunar. Savaş savaşılarak öğrenilecekse, eylemler olmaksızın da bu gerçekleşemez. Savaşta süreklilik gerillanın saldırı taktiğini geliştirecektir. Nasıl ki her bilgi bir sonrakinin anası ise, her eylemde bir sonraki için dayanak olacaktır. Gerillanın gelişimi eylemlerin sürekliliğine bağlıdır. Bu durum ayrıca gerillanın nitelik ve nicelik olarak büyümesine olanak sunacak, silah ihtiyacının karşılamasına hizmet edecektir. 5- Tecrübelerin aktarılması gerillanın niteliksel gelişmesinin ön koşuludur. Yazının başında da belirttiğimiz üzere bu önemli bir görevdir. Halk Kurtuluş Ordusu on yıllardır yürüttüğü savaş içerisinde azımsanmayacak tecrübe ve deneyim elde etmiştir. Ancak bunlar sistemli bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılamamıştır. Eğer tecrübeler aktarılmazsa, ya her şey sil baştan olacak, ya da gelişim yeterli düzeyde yaşanmayacak ve bu da bizlerin ileriye doğru adım atmasını güçleştirecektir. Tecrübelere kuru kuruna bağlılık da bizi yanlışa sürükleyebilir. Bu nedenle tecrübelerden yararlanmak, kendi pratiğimizi bunun ışığında geliştirmek ve gelecek kuşaklara da bunları sistemli bir şekilde aktarmak gerekmektedir. lanmamasını kastediyoruz. Bu alanda dönem dönem baş gösteren savaş ağalığı, sağ veya sol sapmalar bunun yansımasıdır. İdeolojik-politik hattımız, ya da programatik görüşlerimiz ne kadar doğru olursa olsun maddi yaşamda karşılık bulmaz ise bir anlam ifade etmeyecektir. Bu durum bizim bu alandaki ve diğer bütün alanlardaki genel doğrumuzdur. Ancak bu paralellik her zaman kurulamamıştır. Bu da savruluşlara neden olmuştur. Bunun yaşanmaması için özelliklede savaş alanında yaşanmaması için ideolojik ve teorik donanım sürekli yükseltilmeli, böylece gelişen veya gelişecek olumsuz şekilleniş ve sapmaların önünü alınmalıdır. Ayrıca, gerilla yaşamında maddi zorluklarının olduğu hepimizin malumudur. Gerillanın bu zorluklar karşısında sergilediği cüret ve direnme gücü elbette ki ideolojik kavrayışından gelmektedir. Bu örnek bile bunun ne denli es geçilemez bir durum olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. İdeolojik-politik yan önemsenmez ise, gerilla kendi gerçekliğine yabancılaşmaya da başlar. Giderek ne için savaştığını unutur, savaşı bir araç olmaktan çıkartıp amaç haline dahi getirebilir. Sözün kısası, gerilla, savaşı sadece ölüm ve yaşam savaşı olarak görmemeli, devrimi, ideolojimiz doğrultusunda her gün yeniden ve yeniden yaşamalı, bulunduğu her alanda da yaşatmalıdır. 7 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Bu değerlendirmeleri yaparken yaşanan olumsuz durumları genellemek yanlıştır. Bununla birlikte sadece dönem dönem yaşanan bu durumları ya da eksiklikleri es geçmek ve nedenleriyle birlikte kavramamak da başka bir yanlış olacaktır. Bütünlüklü olarak bakıldığında Halk Savaşı içerisinde önemli değerler yaratılmıştır. Bu asla akıllardan çıkartılmamalı, olumluluk ve olumsuzlukların doğru temelde değerlendirilmesiyle gelecekteki başarıların tüm bunların üzerine bina olacağı akıllardan çıkartılmamalı ve geçmiş sürekli muhasebeye tutularak ilerletilmeli ve geliştirilmelidir. Sonuç olarak; bir şeyin güçlü oluşu onun her koşul altında başarı elde edeceği anlamına gelmez. Nasıl ki her oyun kendi kuralları çerçevesinde oynanırsa başarı sağlarsa, düşmanın da bizden sayı ve teknik yönden güçlü oluşu, onun zafer kazanacağı anlamına gelmeyecektir. Yeter ki bizler gerilla savaşını doğru temle ele alalım. Unutulmamalıdır ki; bir boks maçında boksörün iriliği veya zayıflığı sonucu tek başına belirleyemez, yalnızca bir etken olabilir. Maçta sonucunu yumruğun güçlülüğü, bunun yanı sıra sürekliliği ve en önemlisi de bunlara yön veren düşünce belirleyecektir. Bu nedenle ideolojik-politik hattımızı ne kadar sağlam tutar ve bu hat doğrultusunda savaşımımızı ne kadar geliştirirsek, başarıya o denli yaklaşırız. Kara bulutlar ne kadar kalın bir tabaka olursa olsun, ardında parlayan bir güneşin olduğundan ne kadar eminsek, bir gün düşmanında bizim karşımızda yerle bir olacağından o denli emin olmalıyız. 8 KİNİN SONU GELECEK Bekleyeceğim Sessiz düşlerle Çıkıp geleceğin o günü. Kapalı kapılar ardına sığdırdığın Hayatın sevecen yüzünü Açık seçik sunacaksın o gün. Çekerken en ağır Yükünü dünyanın Darağaçlarında asılı Zindanda paramparça edilmiş Tüm umutların Yeniden ayağa dikilecek. Güvercinlerimiz alıp yükseltecek Pusuya düşmüş bir gerillanın Zafer çığlıklarının ardından Beliren umutları. Ter kokulu gömleğe saplanmış Barut kokulu merminin Acısı yok İnancın bedenlerine. Ardı sıra kin kokuyor Damlayan kandı bir tek Ve kanın çocuğu büyüdüğünde Kinin sonu da gelecek Dalgalanan kızıl bayrağın ardından. Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Eski ve Yeninin Çatışmasından Doğar Yeni Yaşam Ağını sabırla çeken balıkçı misali beklemeye başlanır, adı hem ayrılık, hem de buluşma olan o zaman. Bir yanda bırakıp gidilecekler ve dayanılması zor ağırlığı, öbür yanda ise yılların büyüttüğü ve zaman zaman kalbin ritminde değişikliklere neden olan koca yürekli yoldaşlarla kucaklaşma anının dayanılmaz çekiciliği. Böylesi bir duygu anaforunda geçmiş ve geleceğe dair düşünceler birbiriyle çatışır, insanın kendisini bile hayretlere düşüren düşünce dünyasında. Bir yanda eli silahlı, uzun sakallı, koca yürekli ve parlayan gözlerindeki ışıkta, gelecek güzel günlerin muştusunu saklayan, çocukluğumuzun kahramanları ve onlarla buluşmak, öbür yanda ise; bugüne kadar sıcaklığı, şefkati ve her zaman sığınabileceğin güven ve huzur dolu aile ve yaşamda yarenlik edilen, gönlün, kalbin ve de yaşamın yarısı olan, sevinci ve kederi ortak edindiğimiz, en zor zamanlarda yanı başımızda beliren, gözyaşlarımıza mendil olan omuz ve ondan ayrı kalmak zorunluluğunun dayanılması zor ağırlığı. Ancak, gelecek aydınlık günlere doğru yapılan zorlu yolculukta, yürüyüş kolundaki yerini alma görevinin ertelenemezliğidir bu ayrılıkları dayanılır kılan. Bugüne kadar nelere dayanmadı ki bu yürekler: Köylerin ve ormanların içindeki yaşamlarla birlikte yakılışına, diline bile yabancı olunan sürgün coğrafyalarındaki yaşama, silahsız sivil insanların sorgusuz sualsiz katledilişlerine, özgürlük uğruna dağları mekân tutan dağ kartallarının asırlık koca çınarlar gibi devrilişine… Birazda tüm bu yaşananlar değil miydi kavganın en sıcak alanını mesken tutmaya neden. Ve savaş alanına atılan ilk adımla birlikte başlar yeni yaşam. Başlar önce kendi yaşamında, sonrada tüm dünyayı kapsayacak olan yıkıp-yapma faaliyeti. İlk balyoz darbeleri eski yaşamdan kalan alışkanlıklara inmeye başlar acımasızca. Bu yapılamazsa uzun olmaz çıkılan yolculuk. İlk zorluk, ayağın takıldığı ilk çakıl taşı, uygun adım yürünmesi gereken yolda yalpalamaların başlamasına neden olur. Yaşanan yalpalamalar zamanla yürüyüş temposunda düşüşe, sonra ayak diremeye, en sonunda da savrulup gitmeye neden olur. İlk adım atılırken kuşanılan cüret ve azim, bahar güne9 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni şinin sıcak ışınları altında kalan kar gibi erimeye başlar. Ama bir demirci ustalığıyla indirilirse balyoz darbeleri geçmişin hastalık olan yanlarına, çıkılan zorlu yolda karşılaşılacak hiçbir zorluk bükemez havaya kaldırılmış sıkılı yumruğu. Başlarda alanın acemiliğiyle ürkekçe atılan adımlar, bir zaman sonra yerini koşar adım yürümelere, daha sonrada ölümün üzerine bile tilili çekerek koşmalara dönüşür. Bazen daha önceden yürünmemiş, ilk kez kullanılan-bilinmeyen bir patikada yürürken yürek ve bilinçteki ışığın yol göstericiliği devreye girer. Kaybolunca ya da yitirilince bu ışık, dümensiz gemi olunuverir, fırtınalar kopan okyanusun orta yerinde. Ve geminin su alması kaçınılmazdır böylesi bir durumda. Bu batma durumu o kadar ağır ağır gerçekleşir ki, hani derler ya; ‘Hayatın bir film şeridi olur, akar gözlerinin önünden’. Hesaplaşır kişi kendisiyle bu zaman aralığında. Yakalarsa doğru yönünden meseleyi, yani bilimsel olur, bilimsel yöntemlerle yaklaşırsa meseleye içinde sönen ışık tekrar canlanmaya başlar ve ışığın yol göstericiliği ile gemi kurtarılır, ya da sapılmışsa patikadan tekrar bulunur patika gece karanlığında ve yola devam edilir. Ama yapılmaz/yapılamaz ise bu bilimsel hesaplaşma ne geminin azgın dalgalar arasında yitip gitmesi önlenebilir, ne de patikaya bir daha dönülebilir. Bir bakılır ki, karanlıklar içerisinde yitip gidilmiştir. Ve karanlık artık onun yaşamı olmuştur. Başlayan yeni yaşamda, ölüm ile yaşam yan yana yürür. Çoğu kez kardeş olur bu zorlu yolculukta. Bazen de ölmek olur yaşamı var etmenin adı. Bu gerçeklik sürekli akılların bir yerinde olur; ancak, uzun zaman almaz bu durumun eğlence konusuna dönüşme süreci. O andan sonra yaşanan her ayrılıkta, bu bazen birkaç ay, bazen birkaç gün ya da birkaç saat sürecek bir ayrılıktır belki, sarılmalar o kadar candan, o kadar sıkı olur ki, bunu ancak yaşayan hissedebilir ya da fark edebilir. O birkaç saatlik ayrılığın bile bir daha görüşememek olabileceği ihtimali bakışlarda mahzunluk, gönülde burukluk, ağızdan dökülen kelime bütünlerinde ise bunun tam tersi kahkaha derekesine varan gülüşmelere neden olur. Ve ayrılıklar sonrası yaşanan her buluşma üstü örtülü bir bayram havasıdır. Sadece omuz omuza karaçora durulmamıştır. 10 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Bazen de yaşanmaz, yaşanamaz bayram havası. Bir eksik gelinmişse randevu yerine, yürekler mengenede sıkılmaya başlar. Bir yıldız daha kaymıştır parlamakta olan yıldız topluluğunun arasından. Her kayan yıldız gibi o da, giderken ışıklı güzergâhının yol tabelası olur bilinçlerde. Gözpınarları yağmur toplamış buluta döner. Dokunsalar birkaç Munzur gözesi oracıkta akmaya başlayabilir. Akar elbet gözpınarlarında biriken yaşlar. Robot ya da taş kalpli değil ya bunları yaşayanlar. Ama onlar, bir ölümün ancak bu kadar anlamlı olabildiğini de bilenlerdir. Sıkılı yumruklar ağır ağır kaldırılır gökyüzüne, yıldızlara doğru, göğüs kafesini patlatacak kadar derin bir nefes çekilir ciğerlere. Haykırılır hep birlikte intikam antları. Bilinir ki intikamı alınmamış her şehidin mezar taşı devriktir. Devrik bırakmamak için yoldaşının mezar taşını, daha amansız bir savaşın hazırlığı başlar. Zorlu yürüyüş ve amansız savaş içinde yürekler ve bilinçler defalarca sınanır. Kalmışsa bir tutam bile olumsuz yan, kavganın kor ateşine tutulur, yakılarak yok edilir. Öncelik ve sonralıklar yer değiştirir bu süreç içerisinde. Bazen canından vazgeçersin bir başka canı kurtarabilmek için; atılırsın bir an bile tereddüt etmeden her yanından vızıltılar eşliğinde yağan kurşun yağmurunun altına. Eldeki silah önceki yoldaşların emanetidir bir bakıma. Sırayla taşınmıştır elden ele, tıpkı elden ele aktarılan kızıl bayrak gibi. Onlar nice kurşun yağmurları altında ellerinde bu silahlarla çıkmışlardır ya da çıkamamışlardır. Ve onlar ki bazen bedenleriyle harlamışlardı kavga ateşini. Vermek üzereyken son nefeslerini, ellerinden bırakmak üzere oldukları silaha doğru uzanmış ellerin varlığının bilinciyle, huzurla kapanır gözkapakları. Ardılları vakit kaybetmeksizin alır yerini kavga alanında. Ve bu bir döngü olur kurtuluş gününe kadar sürecek. Adımlanırken Zifiri karanlıkta El yordamıyla patika Yürek ve bilinçteki ışıktır Yoldan sapmayı engelleyen. Uzak bir evden yansıyan ışık Hem zorunlu bir görev Hem de demli Sıcak bir çay demektir Gecenin üşüten ayazında… 11 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Kültür ve Yozlaşma kültürleri ile gelişmesi durumu söz konusudur. Ancak, toplumun kültürel dokusuna esas damgasını vuran olgu üretim tarzının yaratmış olduğu toplumsal şekillenmedir. Bu kültürel şekillenmede iktidar erkinin zorunun, zülmünün de büyük payıyla ezilen sınıfların kültürel gelişmesi engellenmiştir. Ezilenler tarihten bu yana sömürü altında olmalarından dolayı da kültürel anlamda da boyunduruk altındadırlar. Ezenler toplumu sömürmek için kültürel olarak boyunduruk altına almak durumundadırlar. Ezilme ya da sömürülme meselesi insanın ürettiği maddi değerlerin yanı sıra maneviyatının da iliklerine kadardır. Bu sömürünün olamazsa olmazıdır. Ezilenler, sömürülenler, sömürüye dayanan sistemin hamurunda yoğrulurken, kendilerine has insanın temel alındığı felsefeye dayanan ve iktidarla çatışan çeşitli ilerici misyon biçeceğimiz ezilenlerin kültürel şekillenmeleri de olmuştur. Ancak bu iktidarlar tarafından sürekli saldırıya uğramaktan kurtulamamıştır. Spartaküslerin, Şeyh Bedrettinlerin, Pir Sultanların ve devlete tarihten bu yana baş kaldırmış birçok isyancının doğallığıyla sahiplendiği kültürel tutum yeterince açığa çıkmaya olanak bulamadı ve bastırılarak bugünlere gelindi. Bütün toplumlara esas olarak o toplumun hâkim olan sınıfının çıkarlarına işleyen üretim tarzının yaratmış olduğu kültürel üst yapı damgasını vurmuştur. İlkel komünal toplumda ilkel komünal kültür, köleci toplumda köleci kültür, feodal toplumda feodal kültür, kapitalist toplumda da kapitalist kültür, emperya- Kültür tartışmaları geçmişte çokça yürütüldü. Günümüzde de yürütülmektedir. Ve çokça yürütülmesi gerekir. Bunun iki önemli nedeni vardır. Bunlardan birincisi: Kültür önemli bir olgu olarak sınıf mücadelesinin içerisinde vardır ve kültürel anlamda ilerleme olmaksızın yürünen yollar aslında yürünmemiştir olacaktır. İkinci nedeni ise günümüz koşullarında halk sınıf katmanları arasında yaşanan yoğun yozlaşmanın devrimci saflara da yansımış olması durumudur. Kültürel yanı sağlamlaştırmadan girişilen sınıf mücadelelerinin arka planı zayıftır, zayıf olur. Özet bir yaklaşımla söyleyecek olursak kültür, MLM ideolojinin kavranma düzeyinin yaşamda dışa vurumudur. Kültürel durumunu tahlil ettiğimiz kurumların, ideolojik durumu da gerçek anlamda ortaya çıkar. Kültürü yaratılmadan alınmış bir iktidarın işaret ettiği yer siyasal başarıdır. Siyasal başarılar, doğru bir ideolojik arka planla desteklenemez ise kaybedilmeye mahkûmdur. Kültürün olmadığı bir yaşam biçimi düşünülmeyeceği gibi, komünist toplum endeksli kültürel şekillenmelerin nasıl yaratılacağı sorunu karşımıza durmaktadır. Bu mesele sosyalist toplumun yaşatılması ya da o toplumdan komünizme doğru kültürel anlamada yürüme sorunudur. Bu bağlamda önemlidir. Kültür maddi ve manevi değerlerinin toplamıdır. Kültürden bağımsız bir yaşam olamaz ya da her topluluk, kabile, ulus, yöre, parti, ordu vs. kendi kültürünü, ekonomik alt yapının elverdiği oranda yaratır. Köleci toplumdan bu yana iki farklı sınıfın, ezen ile ezilenlerin kendi 12 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni list toplumda emperyalist kültür damgasını vurmuştur. Bu toplumsal aşamalara ait olan kültürlerin ilkel komünal toplum haricinde olan hepsi burjuvadır. Ve burjuva kültürünün toplumsal aşamalar şeklinde gelişip derinleştiğini ve kök saldığını göstermektedir. Buna karşılık ezilenlerin kültüründe, özel mülkiyetçiliğe karşı yükselmiş olan kültürde önemli oranlarda bir durgunluk, gelişememe durumu söz konusudur. Her burjuva toplumsal aşamada iktidarlar halka sürekli olarak kendi kültürünü çeşitli biçimlerde empoze etmiştir. Ancak kapitalist toplumda bilimde yaşanan gelişmeler, hortlamış olan komünizm tehlikesine karşı olmakla birlikte iktidar ve burjuva ideologları tarafından burjuva kültürünün empoze edilme durumu ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu durumda şunu göstermektedir: Yeni bir kültürel şekillenme yaratmak çokça bilimsel olunmayı ve de bu uğurda ideolojik anlamda kararlılığı gerektiren bir çalışmaya girmeyi gerektirmektedir. Kapitalizm genel olarak iktidarını devam ettirebilmek için toplumu yoğun bir şekilde yozlaştırmaktadır. Var olan sistem, toplumu insani değerlerden doğallığıyla yozlaştırdığı gibi bunu sistemli bir biçimde, değişik şekillerde sınıf mücadelesinin önünü almak için bir siyaset olarak yapmaktadır. Artı değer sömürüsü bireyciliği da- yatırken, iktidarın güttüğü siyaset ise toplumu sapkınlıklar yuvasına çevirmektedir. Evet, sınıf savaşlarının keskinleşmiş olduğu bir toplumsal süreçten geçmekteyiz. Burjuvazi ile proletaryanın amansız çatışmasının programlı, planlı bir biçimde yaşandığı günümüzde alternatif kültür de bilinçli bir biçimde örülmelidir/örülmek zorundadır. Burjuvazinin bütün saldırılarına esas-tali ayrımını gözden kaçırılmadan cevap olunmalıdır. Komünist bir toplum yaratılmak isteniyor, bu toplumun bir kültürel şekillenmesi de olmak durumundadır. Günümüzde de bu kültürün yani komünist kültürün, koşularına paralel bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir. Aksi durumda ideolojik donanımdan bahsetmek lafta kalmış bir olgu olacaktır. Komünist kültürün yaratılmasına ilişkin hayalcilik suçlamaları yapılabilir. Ancak bunun böyle olmadığını tarihin bize göstermiş olduğuna inanmakla birlikte yazıya da dökeceğiz. Burjuva kültür ile komünist kültür arasındaki çatışmada burjuva kültür daha avantajlıdır. Bunun nedeni burjuva kültürün binyılların ürünü olarak bugüne gelmiş olmasından ileri gelmektedir. Burjuva toprak güçlüdür. Bu nedenledir 13 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni ki hareketin kendiliğinden seyri içerisinde burjuva kültür galip gelecektir. Unutulmamalıdır ki yaratılmamış ve yaşanmamış bir toplumun insanlığı insanlığına döndürecek kültürü yaratılmaya çalışılmaktadır. Sosyalizm koşullarında devrimin kültür devrimleri yoluyla ilerletilmesinin arka planında yatan şey, sadece parti içerisinde ki burjuvaları yok etme meselesi değildi. Toplumun ve partinin kültürel anlamda ilerlemesi, bilinçlerinde keskin sıçramalar yaşaması, belki de herkesin kendi burjuva yanlarına saldırması meselesiydi. Bundandır ki sosyalizm koşullarında devrim biçiminde yürütülen kültür hareketi, bugünkü koşullarda belli biçimlerle yaşam bulmalıdır. O koşullarda kültür devrimleri olmaması durumunda geriye dönüşler yaşanması, insanların çok kötü olmasından ziyade, insanların binyıllık bir tarihi köke sahip burjuva alışkanlıklarının boyunduruğu altında, niyetten bağımsız olarak yaşanmaktadır. Mücadele gereklidir. Bugünkü koşullarda devrim şeklinde olmasa da kültürel anlamda komünist topluma doğru bir yürüyüş olmak zorundadır. Bu boyutuyla devrimciler, komünistler kendileri ile uğraşmalı, bilimsel bir zeminde kendilerini dönüştürmelidirler. Bu dönüşüm hareketine kitleleri de katmalıdırlar. Ancak bu yazıda devrimciler boyutuyla meseleyi irdeleyeceğiz. Bugün bu alanda yaratılacak gelişmeler sosyalizm koşullarındaki kültür devriminin nicel birikimleri olarak ele alınmalıdır. devrimcinin kültürel şekillenmesi de ciddi düzeylerde feodalizmin olduğunu ve bunun, tarihin bize reva gördüğü bir şey olmadığını, bizim tarihsel geriliğimizin buna kaynaklık ettiğini kabullenmemiz gerekir. Evet, ideolojik dokudaki sağlamlığı kültürel dokuya bakarak anlayabiliriz demiştik. Peki, feodal değer yargılarının yoğun olduğu bir devrimci kuşağın ideolojik donanımı ne kadar sağlam ve bilimsel olabilir. Bizce sağlam olmaz. Komünizmi savunmak yetmeyeceği gibi, ideolojiyi içselleştirmek gerekmektedir. Bunu günlük yaşamımıza kadar indirgemeliyiz. Aksi durumda devrim gerçekleşse dahi iktidar koşullarında rahatça burjuva konuma düşmekten ve iktidarı da burjuvalaştırmaktan kurtulunamaz. Parti ve siyasetini uygulamaya uygun, komünizme yürümeye uygun bir vücut gerekmektedir. Gövde burjuva, kafa proleter diye bir durum olamaz. Feodal değer yargılarının yoğunca mevcut olduğu komünist, komünist olamaz. Bu geri değer yargılarını, alışkanlık kültürünü uzun zamanlar alt edemeyeni bu yanları alt edecektir. Toplumun istisnasız bütün devrimci komünistlerinin kimyası feodal-burjuva komünisttir. Böylede olmak durumundadır. Bu toplumun bir yasasıdır. Devrimciler ve komünistlerde toplumdan ayrı olarak görülemeyeceği için onlarda bu yasadan paylarını almaktadırlar. Bu gerçeklikten yola çıkarak iki ayrı noktadan bu meseleye yaklaşabiliriz: Birincisi, kafamızda dört dörtlük bir komünist tablosu çizmenin yanlış olduğu, devrimci ve komünistlerin her ne kadar yarının toplumunun bugünkü yansımaları olsalar da, bugünün toplumun çürüyen yanlarını Mükemmeliyetçilik ve toplumsal değer yargıları yozlaştırıcı yanlar taşır Ülke tarihinde gelip geçmiş birçok 14 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni bütün kirine karşın abartılı ve bilimsel olmayan iyi niyetli bir yaklaşımdır. İkinci notaya değinecek olursak; devrimciler, komünistler ve komünist partileri içerisinde ‘dört dörtlük devrimci olmaz’ söylemi çokça yoğunken, var olan devrimci ve komünist portresini derinlemesine eleştirerek ileri taşıma bilinci zayıf kalmıştır. ‘Mükemmel devrimci olunamaz’ adı altında var olan burjuva-feodal ideolojik, örgütsel, askeri, politik, kültürel şekillenmeler meşrulaştırılmıştır. Siyasal devrimcilik, komünist ve devrimci kişilik için yeterli görülmüştür. Burada ideoloji ve kültür siyasal meselelerin gölgesinde kalmıştır. Feodal değer yargıları komünist kültür diye sahiplenilirken, bu durumu yadsıyarak gerçekten ileri bir seviyede savunulan şeyler feodal yargılara kurban edilmiştir. Burjuva kültür ve alışkanlıkları, demokrasi bilinci, kadın sorunu vs. konularda yoğun olarak feodalizm ileri olarak sahiplenilmiş. Bir kötüye karşı diğer kötünün savunulması, bilimsel rotanın şaştığının göstergesidir ve bu aynı zamanda kültürel olarak savrulmanın ta kendisidir. da taşıyan bir fertler olduğu gerçekliğidir. Bundan ötürü bu ne biçim devrimcilik ya da devrimci ortam denip mücadeleden kaçmak, sınıf mücadelesinin doğasını ve devrimcisini, komünistini yanlış anlamakla eş değerdir. Mükemmeliyetçi yaklaşımlara saplanılmamalı. Mükemmeliyetçilik yaklaşımının arka planında çizilen komünist tipi, aslında komünist olmaz çoğu zaman. Neden mi? Çünkü mükemmeliyetçilik, diyalektik, bilimsel bir yaklaşımdan gıdasını almaz. Mükemmeliyetçiliğe öznel istemler damgasını vurur. Öznel istemlerinde kişilerin dünyayı ne kadar algıladığı ve yorumladığı ile alakalı şeyler olmasından kaynaklı bilimsel olmaması ve gerçekte mükemmel olmayan bir komünist, devrimci tablosuna işaret etmesi muhtemel olarak öne çıkmaktadır. Bilindiği gibi siyasette iyi niyetli yaklaşımlar iyi niyetin ötesine geçip siyaset halini alırsa, ya da yaşama uyarlanmaya çalışılırsa orada çokça kötü bir tablo ortaya çıkacaktır. Bilimsellik, komünist bakış açısının ve ona uygun şekillenecek bir kültürün can damarıdır. İyi niyetli yaklaşımlar siyasetin sekter rotaya girmemesi açısından frenleyici olması boyutu ile iyidir. Bütün devrimciler siyasetin önüne çıkarılmamak koşuluyla iyi niyetli insanlar olmalıdırlar. Bunu yapamayan kimseler körelmiş ve insani değerlerinden taviz vermiş insanlardır. Bu meseleye ilişkin söyleyeceklerimizi noktalarken ekleyelim, mükemmeliyetçi bakış açısı toplumun Demokrasi kültürüne kısa bir değini Demokrasi bilinci zayıf bir toplum içerisinde yaşamaktayız ve devrimcilerde de demokrasi bilinci zayıf. Hatta demokrasi bilinci yerine gelişen/geliştirilen despotizm, gurupçu eğilimler, sekter 15 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni doğru kullanılamazsa işe yaramaz, gereksiz bir şeye dönüşür. Bizim kast ettiğimiz demokrasi, farklılıklara açık olma, kadını ikinci sınıf olarak görmeme, parti içerisinde ideolojik mücadeleye sonuna kadar açık olma, başkalarının haklarına saygılı olabilmeyi becerme, dinlenmesini ve iknaya dayalı mücadele yürütmesini bilme, benden olanlar iyi, olmayanlar tukaka dememesini öğrenme, ayrılanlara karşı şiddet, kişisel saldırı, damgalama yapmak yerine ideolojik düzlemde sert bir mücadele yürütebilmesini öğrenme, insanların haklarına sınıf mücadelesi koşullarında da saygılı olmasını bilme, sözle de olsa yargısız infaz yapmama, despotizminden kurtulma, inançlara ideolojik açıdan yönelirken hakaret etmemesini saygılı olmasını öğrenme, ulusların ve azınlık milliyetlerin haklarının savunabilme, farklılıklardan korkmama ve adil olmak vs. gibi daha da çoğaltabileceğimiz birçok konuda yakalanan gelişmeler devrimci, komünist kültür açısından önemli nitelikler açığa çıkartacaktır. Demokrasi bilinci konusunda temel olan önemli iki meseleye daha değinelim. Diyalektik ilişki içerisinde merkeziyetçilik, disipline olma ile eleştirme, hak arama arasındaki uyumu sağlamadır. Bu nokta temel bir noktadır. Burjuva demokrasi anlayışına mı, proleter demokrasi anlayışına mı sahip olduğumuzun anlaşılacağı yer burasıdır. Bu meselede bir düzey tutturulamaz ise kültürel anlamda yozlaşılır. Gurupçu, bireysel, anarşist, şefçi, despot, benmerkezci hastalıklar ve bu hastalıkların yaratmış olduğu ruh hali kültüre damgasını vurur. Saf demokrasi yoktur. Bundan dolayı demokrasiyi amaçlaştıracak, fetişleştire- tutumlar vs. feodal ve burjuva kültürden gıdasını almaktadır. Parti içi fikir mücadelesinden partiden ayrılanlara kadar birçok meselede MLM’den sapılmıştır. Bunun nedeni bu tür meselelerde bilimin yerine duyguların, yani feodal duyguların geçirilmesidir de. Sınıf mücadelesi boşluk tanımamaktadır, ideoloji ve onun ürünü olan kültür geliştirilmelidir. Aksi durumda güçlü olan mülkler dünyasının burjuva ideolojisi ve kültürel biçimleri harekete, partiye ve devrimciye damgasını vurur ya da önemli oranda bünyede kendisini var eder. Devrimci saflardaki kadının konumu demokrasi bilincini en belirgin gözükeceği yerledir. Ve saflarda kadının edindiği yer ya da ona biçilen pozisyon feodalizmden gıdasını almaktaydı. Bu meselelerde son on yıl içerisinde başta partimiz olmak üzere genel anlamda mesafe kat edildi. Ancak saflardaki kadın ve erkelerin köklü olarak kültürel ilerleme konusu hala tartışılır. Yine özellikle ‘80li yıllara kadar çokça yaşanan örgütler arası şiddet olaylarının arkasında yatan kültürel şekillenme de demokrasi bilincinde yoksunluğa işaret etmekteydi. Despotik yaklaşımlar, devrimciler arası şiddet günümüzde de varlığını devam ettirmektedir. Devrimciler arasındaki şiddetin meşru müdafaa dışında anlaşılır bir yanı yoktur. Yukarda saydığımız meseleleri demokrasi kültürü ile açıkladık ve aşağıda meselelere değinirken yine demokrasiye atıfta bulunacağız. Bunun önemli olan nedeni şudur: Devrimci ve komünistlerin gerçektende niteliğini belirleyecek şeylerden birisi onun demokrasi bilincidir. Demokrasi kültürü insanın köklü olarak dönüşümünün can damarıdır. Demokrasi 16 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni cek tarzda öne çıkartıp niyetten bağımsız saf bir misyon biçmek, burjuva demokrasisini savunmaktır. Daha doğrusu burjuvazinin yanılgılı, kendi diktatörlüğünü maskelemek için kullandığı demokrasi anlayışına denk düşmektir. Merkeziyetçi olmayan demokrasi yoktur. Anlayış olarak saf demokrasiyi savunup amaçlaştıran bir yaklaşım burjuvadır. Ve özünde proletarya diktatörlüğünü ret etmektedir de. Demokrasi diktatörlüktür. Yine demokrasi parti, örgüt içinde merkeziyetçiliktir. Demokrasinin ve merkeziyetçiliğin günün koşuları kapsamında azaltılması çoğaltılması, zenginleştirilmesi, son derece kısılması meseleleri bir siyasettir. Amacı komünizmdir. Demokrasi, komünizmin bir aracıdır ve özünden saptırılmadan komünizme kadar kullanılmalıdır. Amaçtan kopuk ya da sadece demokrasi hiçbir işe yaramaz ve devrime yönelen gerici bir silahtır. Aşırı demokrasi eğilimi bireyselciliktir, çoğunluğun haklarına karşı olmaktır. Bazı koşullarda disiplini aşırı demokrasi anlayışı ile gevşetmek durumu da bir madalyonun ikinci yüzüdür. Diğer yüzü şefçilik, benmerkezciliktir. Azınlığın haklarına saygı göstermemektir. Çarpık demokrasi bilincidir yani. Üsteyken altlara karşı ya da halka karşı buyurgan ve benmerkezci yaklaşımlar sergileyenler, alta düştüklerinde yaman demokrasici kesilirler. Bunun nedeni şudur: Merkezcilik ve demokrasi anlayışlarının bir bütünün iki ayrılmaz parçası olmasıdır. Birbirilerine karşı gözükseler de aynı anlayıştan beslenmektedirler. Birinde yanlışa düşülürse diğerinde de yanlışa düşülür. Altayken demokrasi çığırtkanlığı yapanlar üste geldiklerinde anti demokrasici, benmerkezci, şef olurlar. Aksi tutum bilimsel olmadığı gibi demokrasi ile merkeziyetçilik arasındaki diyalektik bağı da kuramaz. Bu durumda kültürel açıdan burjuva ve feodal bir kültürü meydana getirir. Bu kültür halkın başına da buyrukçu olarak dikilir, farklılıklardan korkar, az olsun benim olsun anlayışında olur, gurupçu eğilimlere açıktır, kişisel durumunu çoğunluğun ve toplumun çıkarlarından önde tutar. Feodal ya da burjuva kültürün damgasını vurduğu bir ilişki ve mücadele tarzı ortaya çıkar. Bu mesele kişinin karakterini de belirlemeye, yaşamına damgasını vurmaya muktedirdir. Bu mesele burjuva ideolojisi kültürü mü, proleter kültür mü sorusunun cevaplarından önemli bir bölümün yattığı kesittir. Tepkisel refleksler bilimi temsil etmez. Sağdan ya da soldan savurur, yozlaştırır Kapitalist toplumun burjuva saplantılarından kaçarak feodalizme sarılmak güdüsel bir refleks olduğu gibi gericiliği temsil eder. Kadın erkek ilişkilerinde 17 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni kapitalist toplumda çıkan sapkınlıklara, cinselliğin metalaştırılmasına vs. ye karşı ülkemizde feodal anlayışların damgasını vurduğu evlilik kurumuna sarılmak, özel mülkiyetçiliğin derince yaşandığı ilişkileri savunmak ve yaşamak, feodalizmi ve özel mülkiyetçiliği toplumsal değer yargılarından kurtulamamanın ürünü olarak ileri misyonlar biçerek baş tacı yapmaktır. Devrimciler, komünistler feodal-burjuva ilişki düzeneğini amaç olarak gördüler mi orada siyasallık başlamış, ideoloji ve geliştirilecek olan komünist kültür zayıflatılmış demektir. Evet, devrimciler ve komünistlerde toplumun bir parçası olduklarından toplumdan bir şeyleri bağırlarında taşımak durumundadırlar. Ancak evlilik kurumunu belli tarihsel koşullar gereği gerekli görmekle, ilahlaştırarak ilerici görmek arasındaki derin kültürel fark iyi okunmalıdır. Kafalarının bir yerinde bu kurum gericidir ve özel mülkiyet anlayışını geliştirmek yoluyla sistemin varlığını korumanın ve ilişkilerde yozlaşmanın yaşandığı önemli yerlerden biridir diyebilmelidirler. Diyebilmelidirler ki, bir siyaset olarak yaptığı şey onu bir bütün olarak sarıp sarmalamasın. Diyebilmelidirler ki, ayrılmak istiyorum diyen eşin arkasından bütün dünyası yıkılmasın ve ona ızdırap çektirecek sorunlar yaşanmasın. Diyebilmelidirler ki, en derin köleliğin yaşandığı zorunlu ilişkilere kimse, özelliklede kadınlar zorunlu kalmasın. Denebilmelidirler ki, karşılıklı saygı ve bağımsızlık ilkesine dayanan ilişkiler yaşanabilsin. Aksi durumda birçok devrimci ve komünistin evlilik biçimine damgasını vuran özel mülkiyet temelli feodalizimdir. Toplumda yaşanan ilişki- lerden derin farkları yoktur. Hatta kıyaslama yapılması durumunda toplumdaki bazı ilişkiler daha da ileri görülebilir. Ruhların derin köleliğini sembolleyen birkaç kavrama atıf Devrimcilerin kadına yaşamından dolayı orospu ya da namussuz gibi yakıştırmalarda bulunması, ortaçağ zihniyetli, gericilikle sembolleşen bir yaklaşımdır. Bizce hiçbir devrimci ve komünist, kadınlara karşı namussuz kavramını kullanmamalıdır. Kullananların kimliğinin tartışılması gerekmektedir. Namus kavramına tarihsel olarak biçilen misyon ve bundan dolaylı olarak kadınların yaşamış olduğu onca acılara karşılık bu kavramın kullanılması devrimcilerin tarihsel cehaletlerine de işaret eder. Namus kavramı, kadının köleliğinin simgesi ve onun aslında kendisi değil de başkalarının malı olarak görülmesinin ürünüdür. Kadın, namus olgusu ile tarihsel olarak köleleştirilmiştir. Evet, kadın ruhunun, insan ruhunun köleleşmesinden mi yanasınız? Yoksa özgürleşmesinden mi yanasınız? Bütün mesele özünde budur. Bundan dolayıdır ki, literatürlerinde böyle bir kelime olmamalıdır. Bunu onlara söyleten şeyde ortaçağ zihniyetli feodal değer yargıları ve kültürdür. Namus anlayışı kadının bacak arasıyla sembolleşen erkeğide özünde köleleştiren bir olgudur. Değinmekte fayda olan bir örnek var. Bu örneği bir örgütü karalamak için değil, önemli bir yanlıştan dönmeye hizmet etmesi için yazıyoruz. DHKP/C’nin ölüm orucunu sürdüremeyen ve bırakan devrimcilere birçok yakıştırma, damgalama ve teşhirde bulundu. Bu yaklaşımlar kanımızca sekter olan yaklaşımlardı 18 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni ve birçok devrimcinin, devrimci saflardan uzaklaşmasına hizmet etmekle birlikte; dışarıdan olan biteni izleyen seyirci kesim tarafından da yadırganması durumu oldu. Burada bu meseleyi kapsamlı olarak ele almak gibi bir tutuma düşmemekle birlikte konumuzun kaldığı yeri ilgilendiren namus meselesi ile devam edeceğiz. Ölüm orucunu bırakan kadın devrimcilere orospu, namussuz, fahişe yakıştırmaları yapılması, bazı kadınların sokaklarda bu şekilde dolaştırılarak teşhir edilmesi gibi ortaya çıkan bu gerici argümanlara ne demeli. İnsanlık onuru namusla mı eşdeğer? Devrimcilerin, namussuz yakıştırması ile bir kişiyi teşhir etmesinin arka planında yatan şey MLM ideoloji, komünist ya da devrimci kültürel şekillenme mi? Namussuz derken duyguları tatmin olan birisinin duyguları ortaçağ zihniyetli değil midir? Burada teşhir meselelerinin sekter olduğunu söylerken konumuzla bağlantısı içerisinde teşhir argümanlarına atıfta bulunuyoruz. Teşhir argümanları değişik olsaydı da eleştiri konusu yapardık. Ancak yine söyleyelim süreci bütünlüklü irdelemeyeceğiz. Evet, namus insanın köleleşmesidir. Bu kavramı sahiplenip teşhir malzemesi yapmak özgürlük mücadelesinin köleler dünyasını yaratmasıdır. Gerçek anlamda özgürlükçülük değildir. Bu durum, devrimcilerin kültürel düzeyinin gerici toplumsal değer yargılarının etkisinde kaldığını bize tanıtlar. Orospu kavramının kadınları teşhir etmenin küçük düşürmenin bir aracı olarak kullanılması da feodal kültüre sarılmadır. Feodal kültürlü devrimciler toplumsal değer yargılarından kaynaklı, güdüsel anlamda çeşitli meselelerde olduğu gibi orospu kavramında da okey çekebilmektedir. Bu durum, kendi kültürünü yaratamamaktır. Orospulukta bir yaşam biçiminin bir parçasıdır. Toplumun gideceği yerde orası olacak gözüküyor. Aile kurumunu kaldırmayı hedefleyen komünizme karşılık olarak, birçok devrimciye soracak olursak, çeşitli biçimlerde aileyi savunurlar. Özel mülkü olan bir komünist olamaz. Aile kurumu özel mülkçülüğün merkezidir. Bu kurumun dağılması sonucunda toplum, doğallığı ile çeşitli ilişki sitemlerine geçecektir. Nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını bugünden bütünlüklü olarak ortaya çıkartmak zorken, belli meseleleri açığa çıkartabilmek hiçte zor değildir. Cinsellik özgürleşecektir. Benim olgusu ortadan kalkacaktır. Belki de cinsellik insanların aynı çatı altında yaşamasının bir aracı olmayacaktır. İlkel komünal toplumda yaşanan ilişki19 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni ler ilkel olmakla birlikte, içerisinde burjuvalık ya da burjuva yanlar yoktu ve kimse kimsenin karısı ya da kocası değildi. Özel mülkiyetçiliğin gelişmesi ile birlikte kadın-erkek ilişkilerinde de mülkiyetçilik gelişti ve ilişkiler özelleşti, aile kurumu ortaya çıktı. Sınıflarla birlikte ortaya çıkmış olan bir kurumun ve ilişki biçiminin ya da onun geçmişe göre daha ileri versiyonlarının savunulmasının arka planında yatan anlayış özel mülkiyetçiliktir, feodalizmdir. Bundan ötürü komünizm perspektifi oluştururken bu meselelerde özel mülkiyet anlayışı ve feodalburjuva değer yargılarına dikkat edilmeli, onların kurbanı olunmamalıdır. Orospuluk meselesi de kişinin doğru ya da yanlış kendi cinsel hayatını yaşamasıdır. Bununla kimse yargılanamaz ve de yadırganamaz. Bunun için orospu kavramı kadınları karalamak amacı ile kullanılmamalıdır. Kullanılsa dahi devrimcilerde kötü şeyler çağrıştırmamalı, çağrıştırıyorsa orada burjuvalık vardır. Buradan kastımız çarpık ilişkilerin meşrulaştırılması değil. Bir yerde çarpıklık varsa çarpıklık eleştirilmelidir. Kadın kendisini cinselliği ile var ediyorsa ya da cinselliğini kullanarak, etik olmayan davranışlarda bulunuyorsa bunun eleştirilmesi gerekir. Cinselliğin kullanılarak insanın kendisini var etmesi vs. cinselliğin metalaştırılma anlayışının bir yansımasıdır. Öncesinde de bahsettiğimiz gibi toplumun bilinci ve devrimcilerin bilinci feodal ve burjuvadır. Doğalığında eleştiri oklarımızın karşısına feodal değer yargılarını koyduğumuz gibi, burjuva değer ve kültürünü de koymak durumunda olunmalıdır. Bu gibi konularda burjuva saplantılar, esasen cinselliğin metalaştı- rılması sorunu, önemli bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu da özgürlük kisveleri altında yapılmaktadır. Yine kapitalist toplumun sapkınlıklarına karşılık olarak feodalizme sarınılmamalıdır demiştik ve olayın başka bir boyutuna işaret edecek olursak, feodalizme tepki olarak ya da onu aşma adına burjuva sapkınlıklar bataklığına saplanılmamalıdır. Feodal yargılara karşılık olarak bazı durumlarda burjuva kültür savunulabilir ve belli bir kabul de görmekle birlikte, ilerici misyonlarda yüklenebilir. Bu da kültürel ilerleme adına yapılabilir. Ancak, mesele sosyalist toplumu yaratmak meselesidir. Bu meselelerde tutturulacak düzey alternatif bir yaşam biçimini ortaya çıkartacağı gibi, nitelik anlamda da önemli gelişmelerin yaşanmasını teyit edecektir. Kültür ideolojiden bağımsız olmadığı gibi her kültürel şekillenişin ideolojik bir arka planı da vardır. Bundan dolayıdır ki bütün meselelere yaklaşımda ve bütün değer yargılarımızı ele alırken bilimsellik meselesi gözden kaçırılmamalıdır. Keskin bir sınıf bilinci gerçek komünist kültürü yaratmaya muktedirdir. Tarihsel köleliğin boyunduruğunun teyidi: Küfür Küfür meselelerini ve arka planında yatan değer yargılarını yazımızın akışı içerisinde inceleyeceğiz. Kanımızca küfürbaz birisi mülkler dünyasının karanlığını belirgin olarak kendisi ile bütünleştirmiştir. Küfür, toplumun çokça başvurduğu egoları tatmin etme görevi görmektedir. Burada egolar tatmin edilip küfür edilen kişi hakarete maruz bırakılırken, aslında 20 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni minvali, ideoloji ve onun ürünü olarak yaşam bulan kültürdür. Kültür meselesi sadece saza söze müziğe, tiyatroya, sinemaya, şiire indirgenmesi tarihsel amprizimdir. Sanat toplumun ruhsal yapısını da gösterir ve de önemli bir kültürel araçtır. Önemsizdir demiyoruz. Sadece kültür buralara indirgenmelidir diyoruz. Toplumun aydınlarının, devrimcilerin tutumu nedir küfür ve lümpen kültür karşısında? Birçok devrimci küfürü eleştirmekle birlikte, buna karşı köklü bir bilinç yaratmak durumunu ortaya koyamamışlardır. Bir kısım devrimci ise duygularını ve gerçekliğini bastırmış olduğundan dolayı küfür etmemektedir. Yine bir kısım devrimci, genel olarak bir kısım küfürü etmezken, namusuz, orospu, şerefsiz vs. gibi küfürlerin edilmesini meşru görmektedir. Yine bir kısım kimsede genel olarak küfüre karşıyken, arada bir yapılmalı, bizde insanız yaklaşımıyla bastırmış olduğu duygularını tatmin etmektedir. insani değerlerden taviz verilmektedir. Küfür etme durumu sadece bizim toplumumuza has bir şey olmamakla birlikte, ülkede bu durum daha üst düzeyde yaşanmaktadır. Bu toplumun yozlaşmasının derinleşmesi ile alakalı bir durumdur. Aslında feodal-burjuva kültür yozdur ve bunun toplumda dışa vurum biçimlerinden birisi de küfürdür. Küfür etmeyenin adam yerine konmadığı bir toplumda yaşamaktayız. Okulda küfür, askerde küfür, evde küfür, sokakta küfür, yatakta küfür, sohbette laf arasında soyut olarak söylenen küfür diye uzayıp giden bir zincir, yaşamı adeta sarmalı arasına almış durumda. Yapılan küfürlerin birçoğunda insanlar aslında küfür edilen kimselere değil, insani değerlere saldırmaktadırlar. Ancak toplum bu tarihsel değer yok oluşunun bilincinde değildir. Ve bir furyadır almış başını gitmektedir. Küfür, aynı zamanda toplumun apolitikleştirilmesinin bir aracıdır da. Yazımızın yukarı bölümlerinde değinmiştik, toplum, egemenler tarafından bilinçli ve sistemli olarak yozlaştırılmaktadır. Çünkü egemenliğin temelinde yozluk vardır. Yoz kültür ve toplumdan burjuva toplum çıkabilir. Gerçektende insani değerlerine sıkı sıkıya sarılmış bilinçli bir toplum burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına terstir. Toplum insani değerlerinden uzaklaştırılarak, en insani yanları, cinselliği vs. ile aşağılanmaktadır, silikleştirilmektedir. Silik bir toplum silikliklerinden kurtulmadan ciddi anlamda ayağa kalkıp dikilemez ve gerici iktidara ölümcül darbeler indiremez. Ayağa kalkmanın 21 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Bazı ortamlarda küfür edipte, bazı ortamlarda küfür etmemek bukalemun tarzında var olan ortama ayak uydurma ile ilgilidir. Küfürün edilmemesi gerektiğini içselleştirilmeden, sadece ortamda yakışık almaz diye yapmamak gerçek duyguların gizlenmesi meselesidir. Devrimciler içinde kimliğinden kaynaklı küfür yanını bastırmak ve fırsatını bulur bulmaz küfürbazın biri olmak durumu içselleşmemiş ve ayak uydurulmuş bir duruma işaret etmektedir. Devrimci açısından sorgulayacak olursak; küfürde en temel olan şey insani değerlere hakaret ederek silikleştirmektir. Örneğin bir kadına vajina içerikli küfürler yapmak, kadına bin yıllardan bu yana vajinasında somutlanan aşağılama, yargılama, kedisine ait olmama ve namus kavramı ile somutlanan kölelik zincirini birkez daha teyit etmektir. Kadınlar bin yıllık kölelik alışkanlığıyla bugünlere gelmiştir. Devrimciler bu köleliği teyit etmemelidir. Kadın üzerinde yaratılan basıncı bir nebzede olsa güçlendirmemelidirler. Aksi tutum erkek açısından da köleleşme demektir. Erkeklerin cinsel organı da bir aşağılanma meselesi olarak küfürlere konu yapılarak bir daha tokatlanmaktadır insanlık. Aşağı yukarı bütün cinsliği içeren küfürlerde kadın konu olsun ya da olmasın kadın baskı altına alınıp küçük düşürülmektedir. Kadın bazen anadır, bazen abla, bazen eş, bazen de sokakta küfüre maruz kalandır. Hayatın her yanında olan ve deyim yerindeyse aynı yatağa baş konan kadının aşağılanmasının anlamı nedir? Gerçekte insanın kedisini aşağılamasıdır. Köleliği teyit etmektir başka boyutuyla. Küfür eden kadın ya da erkek fark et- meksizin kendi insani değerlerine saldırmaktadır. İnsanlık üşümemek için tarihten bu yana örtündü. Kominal toplumda apış arasını üşümemek için örttü. Bugün dünyanın bazı köşelerinde kalmış olan kabileler halen çıplaktırlar ve cinselliğinden, organlarından utanmamaktadırlar. Saklayacak bir şeyleri yoktur, utanma duygusu yok, aşağılanma gereği de yok. Bizim toplumumuzda ise ayıp var, mahrem yerler var. İnsanlar bedenlerinden utanır. Utanmasının önemli nedenlerinden birisi burjuvalığıdır. Özel mülkler dünyasının insanları doğallığından ve değerlerinden uzaklaştırarak bedenine ve organlarına yabancılaştırması olgusu burada yatmaktadır. Herkesin bir sahibi vardır. Yoksa da olacaktır. Herkes birine aittir. Aitlik cinsellikle somutlanmakla birlikte, köleliğin somutlandığı kadın-erkek ilişkilerinin yuvası ailedir. Bu boyutuyla utanma duygusu bu içerikli ilişkilerin uzunca yıllar yaşanmasının ardından ortaya çıkmıştır dersek yanlış olmayacaktır kanımızca. Küfürün egoları tatmin edici bir rol oynaması da insanın bedenine yabancılaşması, bedeninden utanması ve onu cahilane bir tarzda aşağılamasından başka bir şey değilken, insan ilişkilerine de özünde ne kadar yabancılaştığını da göstermektedir. Ve bütün cinsel şakalar, kadın şakanın ya da kültürün konusu olsun ya da olmasın kadını aşağılar ve bin yılların ezilmişliğini yaşayan kadını biraz daha teyit eder. Ben kadınlara küfür etmiyorum tarzındaki yaklaşımlar küfürlerin cinsellik etrafında döndüğünü ve kadınlar şahsında da insani değerleri nasıl yozlaştırdığını görmeyen kaba materyalist bir 22 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni yaklaşıma denk gelmektedir. Ataerkil toplumun değer yargılarını taşıyoruz. Bu değer yargılarında erkek ön plana çıkarken kadın silikleştirilir. Erkeğin cinsel yanlarından yola çıkarak yapılan küfürler dahi ataerkil kültürden kaynaklı kadını silikleştirir. Özünde ise insani değerleri silikleştirir. Küfür yoluyla insani değerler ayaklar altına alınırken aslında küfürcüler kendisine hakaret etmektedirler. Aksini iddia edenler insani değerlerden muaf olduğunu iddia etmelidirler. Kendi eliyle kendinin aşağılanması hastalığından devrimciler kopmalı ve toplumu da dönüştürmelidirler. Devrimciler küfür etmez diyenler çıkacaktır. Ancak ne yazık ki topluma oranla azda olsa yapılma durumu vardır. Yine bütün devrimciler yapmasa da yapan ve yapmaya meyilli olan bir kesim var. Efendi-köle ilişkisi içerisinde efendi olunsun, köle olunsun fark etmez, yozlaşılmıştır. Efendilik de yozdur, kölelikte. Ataerkil toplumun erkeği de ataerkil olduğu boyutuyla yozdur. Toplumda ekonomik koşullardan da kaynaklı olarak lümpen proleterlerin sayısı oldukça kabarıktır ve bunlar devrimci mücadeleye yakın k e s i m- lerdir. Ancak bu sınıf dönüştürülmez ise siyasal devrimciler derekesinde mücadele ederken, alttan alta devrime düşmanlaşırlar. Komünist kültür geliştirilmezse, devrimciler, devrimci görevleri yerine getirmekle birlikte, uzunca sürdüremez. Devrimden önce ya da sonra niyetten bağımsız olarak devrimi yalnız bırakır ve burjuva saflara hizmet ederler. Küfürü sadece bu katmana mal etmiyoruz, toplumun her yerindedir küfür. Ancak bu katmanda daha çok gündeme gelmektedir. Kültürün önemli ayaklarından olan kültürel yanlar burjuva alışkanlıkların köklü olarak açığa çıkarılıp teşhir edilmesi ve karşılığı olarak komünist öğelerin sahiplenilmesidir. Bunu yapmanın günümüzde koşulları vardır. Bütünlüklü bir kültürel dönüşümün koşulları zayıf olsa da kısmi anlamda vardır. Kısmi anlamdaki dönüşüm zinciri yakalanamaz ise siyasal olunur. Anlattıklarımız, anlatacaklarımız ve anlatamadıklarımız komünizm baz alındığında kısmide olsa alternatif kültürün zeminine hizmet etmek amaçlıdır. Burada toplumu değiştirmenin başrolünü üstlenmiş olan devrimciler konumuzun esasını teşkil ederken; burada düzelme olmaz ise toplumun yozlaşma illetinden kurtul- 23 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni masını beklemek saflık, hayalcilik ve kendimizi kandırmaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Toplumun yozlaşmasının hangi konularda meydana geldiğine kapsamlı olarak değinmek durumumuz olmamakla birlikte, yukarıda sayamadığımız bazı durumlara kısaca değinelim. Birahaneler, cinsellik, uyuşturucu, biçimcilik, hırsızlık, mafyalaşma, fuhuş, arabesk müzik ve toplumun birbirine karşı kışkırtılmasının ardından bir birilerine düşmanlaşan kesimler. Buna örnek verecek olursak milliyetçilik ve buna bağlı olarak düşmanlaşan Türk ve Kürt halkı, Sünnicilik ve buna karşı düşmanlaşan Alevi ve Sünniler ülkede halkların birbirine yabancılaştırılmasının ve düşmanlaştırılmasının en uçtaki örnekleridir. Bu saydığımız diğer noktalarda gözle görünen bir şekilde öne çıkmış önemli yozlaşma noktalarındandır. Üretime, emeğe yabancılaşma toplumun önemli yozlaşma nedenleridir. Bu durumun ortaya çıkması ülkede verilen ulusal, sınıfsal nitelikteki gerilla savaşlarından, sürekli artan issizler ordusundan, tarım politikalarına kadar birçok açıdan irdelenerek açığa çıkartılabileceği gibi, bilinen şeyler diyerek noktalayalım. Toplumun iş bulup çalışamayan kesiminde üretime yabancılaşma meydana gelmektedir. Buda asalak bir yaşam tarzına insanları itmektedir. Bu asalaklıktan belli oranda nasibini almış kesimler devrimci saflarda da yer almaktadırlar. Bu gibi kimselere ya da üretim faaliyetine katılmayıp deyim yerindeyse hep birilerinin sırtından geçinmiş olan kimselerde asalaklık eğiliminin ortaya çıkması, gelişmesi ya da olması yüksek ihtimaldir. Bu gibi kimseler saflara alındıklarında bir devrimci sınav olarak emeğin anlamını anlayabilmeleri ve yabancılaşmamaları için üretime sokulmalı ve istikrarlı olmaları istenmelidir. Aksi durumda o sokak bu sokak dolaşıp durarak insanlar daha fazla asalaklaşabilir. Yozlaşmayı tarif ederken baz alınacak nokta sınıflı toplumların sadece bir kesiti olamaz Birçok kimse ve kesimde son yıllarda yaşanan yozlaşmayla ilgili değerlendirmelerde ‘97 yılı sonrası milat olarak gösterilir. Gerçektende o tarihten bu güne kadar olan süreçte gözle görülür değişiklikler yaşanmıştır toplumda. Ancak yozlaşmanın esasını, son yıllarda yaşayan olayların-gelişmelerin gösterdiği yozlaşma noktaları olarak görülürse yüzeysel kalınır. Toplumun yozlaşmasının başladığı tarihsel kesit sınıfların ortaya çıktığı köleci toplumdur. Köleci toplumdan bu yana yozlaşma derinleşip güçlenerek bu günlere kadar gelindi. Bundan dolayı toplumun kültürel yapısı incelenirken kominal toplumdan yola çıkarak yargıda bulunulup, yozlaşmanın o tarihten bu yana ne düzeyler aldığı, nasıl geliştiği tam olarak nasıl bir şey olduğu anlaşılmalıdır. Komünist toplumun kültürel yapısının ortaya çıkartılması için kafa yorulmalıdır. Ve bugün feodal ve burjuva olmayan kültürün ne kadarını koşullar oranında ayakları üzerine dikebiliriz bu açığa çıkarılmalıdır. Yozlaşmayı son on yılla açıklayıp, son yıllarda ortaya çıkan yozlaşma unsurlarına karşı mücadele yürütüp mesele daha derinlikli algılanıp ileri bir kültür savunulup yaşamsallaştırıla24 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni maz ise kültürün reformculuğu yapılır. Bizce komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmin komünist kültürünü içselleştirme, devrimci komünistler de olmak zorundadır. Bunun için bu meselede bir bilinç açıklığı olması gerekmektedir. Yazdığımız bu kısa yazının da buna hizmet etmesini umarak daha derinlemesine çokça tartışma yürütülmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Sosyalist toplumun ekonomik yasası herkesin yeteneğine göre, herkesin emeğine göredir. Ve sosyalist kültür bu yasa etrafında şekillenmektedir. Sosyalist toplumda komünizme doğru olan ilerleme, komünist kültürün yaratılması ile olacağı için bu dönem içerisinde komünist kültürün yaratılması gerekmektedir. Bu mesele de siyaset belirleyicidir. Bugün açısından öncelikli olarak devrimciler, komünist kültürle donanmalıdırlar ve kendileri ile savaşmalıdırlar. Komünist kültürün tesis edilmesi dev- rimci ve komünistlerin burjuva-feodal yanlarına neşter vurmalarıyla eşdeğerdir ve bunun için zorlu ve rahat bozucu bir iştir. Burjuva-feodal kültür, hislere, duygulara, istemlere kadar derinlemesine kök salmıştır. Biz bu kültürü bugün kökünden söküp atalım öznelci yaklaşımını savunmuyoruz, diyoruz ki: Burjuvafeodal kültüre vurulacak nano düzeydeki neşter darbeleri bile günümüzde nitel bir mesele olmakla birlikte zor bir savaşımdır ve devrimciler bu savaşa girmelidirler. Siyasalıktan kurtulmalıdırlar. Devrimciler kendilerini dönüştürmezlerse ancak sosyalizme kadar yürürler, komünizm onların yolunun ters istikametinde kalmıştır. Nihai amacımız iktidar değil. İktidar, komünizme yürümenin bir aracı ve ondan sonrada devam edecek yürüyüş, çatışmalarla yürütülecek bir süreç bizi beklemektedir. Bu yürüyüşte kültürel kulvarda gerçekleşecektir. 25 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni SAVAŞTA İKİ YAN I. Gözlerinin feri sönmüş İçi geçmiş Ve sırt çevirmiş dağlara. O dağlar ki; Alır koynuna saklar Vermez düşmana. Elde silah Gözde ateş Yürekte savaş Beyinde bilinç Aşındırılmaya başlanmış Bir başka eylem alanına Götürecek olan patika. Şimdi mekân eylemiş Avrupa metropollerini. Sığdırmış yaşamını Dört duvar iki odaya. Ve hep hayalini kurmuş Bir daha dönemeyeceği O heybetli dağların. II. Aynı zamanda Tersine bir yolculuk başlamış Bırakılan kleşi kuşanmak için Kalabalık metropolden Issız, yaban dağlara. Gözlerde ateş Yürekte savaş Beyinde bilinç ile. Mekân tutulmuş dağ başları Yalçın kayalık, kuytu orman. Tam siper yatılmış Gelen düşmanı karşılamak için. Ezilmiş tetik, işaret parmağıyla Kusulmuş sınıf kini Silahın namlusundan. Ve güneş Batarken karşı kayalıktan 26 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Maoist komünistlerin kitle çizgisi Gerçekleşecek devrimin komünist partisi önderliğinde kitlelerin gerçekleştireceği bir devrim olacağı hepimizin malumudur. Günümüz dünyasının devrimciilerici sınıfı olan proletaryanın ideolojisi olan Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) ile donanmış sınıf bilinçli militanlardan oluşan komünist partisi ve onun kadroları gerçekleşecek devrimin öncü ve önderleri, geniş halk tabakaları da devrimin gerçek yaratıcılarıdır. Ve devrim denen alt-üst oluşun kendiside bahsi geçen bu iki yönün birlikteliği paralelinde gelişecek ve gerçekliğe dönüşecek bir olaydır. Bu anlamda sınıf bilinçli parti üyelerinin devrimin gerçekleşmesi için yerine getirmeleri gereken başlıca görev kitleleri kendi kurtuluşları olan devrim mücadelesi doğrultusunda örgütlemek, seferber etmektir. Aydın Hanbayat yoldaş bir konuşmasında: “Bizim kahramanlara ihtiyacımız yok. Bizim kahramanlara hiç mi hiç ihtiyacımız yok. Çünkü biz gerçek kahramanların halk kitleleri olduğunu çok iyi biliyoruz” derken, devrimin gerçek gücünün, daha doğrusu devrimi yapacak gücün kitleler olduğuna işaret etmekteydi. Elbette ki Aydın yoldaş bunun kitlelerin kendiliğinden hareketi ile olmayacağını, kitlelerin bu kahramanlığının ancak Maoist partinin önderliği altında ortaya çıkacağını ve deyim yerindeyse tarihin çarklarının yönünün bu birlikte- likle değiştirileceğini en iyi bilenlerdendi. Yoldaş bu sözleriyle bizlere kitlelerin devrimin gerçekleşmesi noktasındaki rolünü ve onları, kahramanlık görevlerini yerine getirmeleri için örgütlemek görevimizi işaret etmekteydi aynı zamanda. Onun bu sözleri bize kahraman olmayı değil, gerçek kahramanlara gidip onları kendi kurtuluş davaları yani devrim davası doğrultusunda seferber etmenin doğruluğunu öğütlüyordu. Aydın yoldaşın sözlerinden hareketle dikkat çektiğimiz nokta, bütün komünist ve devrimcilerin çok iyi bildikleri bir noktadır. Yani devrim mücadelesinde kitlelerin oynayacağı belirleyici rolleridir bu nokta. Kitlelerin örgütlenip seferber edilmesi için kitlelerin çıkarlarını temsil eden siyasal hattın yani ideolojinin doğruluğu önemli bir yerde dururken, bu doğruluk onların sınıf mücadelesi ve bunun yürütücüsü parti ile bağ kurup birleşmesi için tek başına yeterli değildir. Ayrıca bu politikaları yaşama geçirecek, kitlelerle buluşturacak örgütsel hattında doğru olması gerekir. Aksi yaklaşım sınıf bilincinin kendiliğinden edinilebileceği şeklindeki oportünist görüşün savunusudur. Bu görüşün savunucuları devrimi hiçbir zaman gelmeyecek olan bir gelecek zamana ertelemişlerdir. Çünkü onlar doğru ideolojinin yani sınıf bilincinin işçi sınıfı tarafından kendiliğinden edinilebileceği27 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni ni savunurlar ve onlar için siyasalideolojik hattın doğruluğu tek başına yeterlidir. Ancak gerçek komünistler doğru siyasal-ideolojik hat, doğru örgütsel hat ve bunun paralelinde kitlelerle kurulan bağ olmaz ise bir başka deyişle doğru ideolojinin pratik yaşamda bir karşılığı veya varlığı söz konusu değilse tek başına doğru ideolojinin pek bir anlam ifade etmeyeceğini iyi bilirler. Bu gerçeklikten hareketle de örgütsel ve pratik hattın kitlelerle bağ kurma noktasında bir doğruluğunun da söz konusu olması gerektiğini söylerler. Biz Maoist komünistlerin yukarda bahsi geçen noktalarda yani doğru siyasal ve örgütsel hata sahip olduğumuz bir gerçekliktir. Bu doğruluk kitle siyasetimiz için de geçerlidir. Nedir Maoist komünistlerin kitle siyasetinde ki doğrusu: Kitlelerden kitlelere siyaseti. Maoist komünistlerin gerçekleştirdikleri 1. kongre, geçmişin tüm hatalı yanlarına ilişkin gerçekleştirdiği özeleştirel yaklaşımlar içerisinde geçmişteki sağ ve sol oportünist çizgileri sorgularken kitle çizgisi noktasında da sekter bir tarz izlediğine dikkat çekti. Ve bu sekterliğin beslendiği, dayandığı noktanın da kitlelere olan güvensizlikten kaynaklandığına işaret etti. Böylesi bir durum yani kitle çizgisinde sekter bir tarzın gelişmesi elbette ki komünist partisinin kitlelerle olan bağının zayıflamasına neden oldu. Peki, Maoist komünistlerin bu konudaki doğrusu olan “kitlelerden kitlelere” siyaseti nedir? Bu konuda açıklamalar yapmaya başlamadan önce Mao’dan bu konuya dair yani kitle siyasetine dair bir alıntı yapalım. Ne diyor Mao: “Partimizin bütün pratik faaliyetlerinde doğru bir yönetim şu prensip üzerine kurulmalıdır: Yığınlardan hareket edip gene yığınlara dönmek. Bunun anlamı şudur: Yığınların düşüncelerini (dağınık, düşünceleri) toplamalıdır sistemsiz (incelemeler yapıldıktan sonra genelleştirilmiş ve sistemleştirilmiş düşünceler haline getirilmelidir), sonra bunları yaymak ve açıklamak için yeniden yığınlara gitmelidirler ve böylece yığınlar bu düşünceleri sindirebilir, kesinlikle benimseyebilir ve hareket haline çevirebilir. Ve aynı zamanda da yığınlar hareket halindeyken bu düşüncelerin doğru olup olmadığı denetlenmelidir. Sonra yığınların düşünceleri bir defa daha toplanmalı ve bir uygulanması için yeniden yığınlara götürülmelidir. Böylece aynı usul sonsuza kadar tekrarlanır ve düşünceler her defasında daha doğru, daha canlı ve daha zengin bir hale gelir.” (Seçme Eserler Cilt.3 Sf.125) Mao burada komünist partisinin bütün pratik faaliyetlerinde doğru bir yönetim ve prensibin “Yığınlardan hareket edip gene yığınlara dönmek” olduğunu yani “Kitlelerden kitlelere” siyasetinin olduğunu açıkça belirtmiştir. Burada yığınların dağınık, sistemsiz düşüncelerinin kitlelerle kurulan bağ içerisinde toplanması gerektiğini, incelemeler yapılarak genelleştirilmiş ve sistemleştirilmiş düşünceler haline getirildikten sonra bunların tekrar kitlelere taşınmasını ve böylece kitlelerin bu düşünceleri kavramasının söz konusu olacağını, düşüncelerin her defasında daha doğru, daha canlı ve daha zengin bir hale geleceğini söylemiştir. Ve bu durumun sürekliliğine işaret etmiştir. Maoistlerin “kitlelerden kitlelere” ve “kitlelerin öğrencisi olmak” söylemleri28 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni nin kaynağını işte bu söylem ve durumun kendisi oluşturur. Geçmişteki sekter çizgilerin anlamadığı ya da uygulamadığı kitle çizgisi bu durumun kavranmamasından kaynaklanmaktadır. Kitlelere buyrukçu ve tepeden yaklaşım büyük bir hatadır. Kitlelerle ilişki kurmak için onların ihtiyaçlarını bilmemiz-öğrenmemiz gerekir. İşte kitlelerin yani halkın öğrencisi olmak söylemi de burada başlar. Biz kendi bilinç seviyemize göre kitlelere yaklaşamayız. Aksi anlayış bizi yukarda da değindiğimiz sınıf bilincinin kitlelerde kendiliğinden oluşması yanlışına götürür. Bizler sınıf bilincini mücadele içerisine girişimiz ve ondan sonraki tüm pratiğimizle edinen ve kavrayanlar olarak kitlelerin bizim bu günkü kavrayışımıza sahiplermiş gibi bir mantıktan hareketle onlara yaklaşır ve o şekilde bir politika yürütürsek yanlışa düşeriz. Kısacası bizim bilgi seviyemizle kitlelerin bilgi seviyesi aynı değildir. Bundan dolayıdır ki, onların anlayacağı dille, onların seviyesine inerek onlarla bağ kurma çabası içerisinde olmamız gerekmektedir. Bu anlamıyla işi kitleleri örgütlemek, onları devrim yürüyüşünün bir parçası yapmak amacı taşıyan bizlerin iyi birer gözlemci olmamız, bulundu- ğumuz alandaki kitlenin siyasal-politik düzeyini doğru şekilde saptamamız, onlara bu saptamamız çerçevesinde bir söylemle gitmemiz gerekmektedir. Bunu yaparken de sadece kendi doğrularımızı onlara aktarmak, kavratmak gibi bir yaklaşımdansa, onların doğrularından öğrenerek, bu doğruları sistemleştirip, geliştirerek, bunu tekrar onlara yansıtmalıyız. Ne kadar geri bir tarzda siyaset ve politika yapıyor olurlarsa olsunlar, gerçek komünistlerin kitlelerden öğrenecek bir şeyleri vardır. Bu asla kafalardan çıkartılmamalıdır. Aksi durumda zaman içerisinde kitleleri küçümsemeye, onlara geçmişte yaşanmış yanlış yaklaşımlarla gitmeye başlarız ve bu durum bizleri sadece ve sadece olumsuz bir yöne götürür. Yine bu yaklaşım kitlelerin eleştirilerine kulak tıkamayı, eleştiriler karşısında tahammülsüz olmayı da beraberinde getirir. Kitlelerin bize karşı olan eleştirileri ne kadar yanlış bir tarzda, içerisinde hakareti de barındıran bir tarzda geliyor oluyorsa olsun, bizlerin onları susturmak gibi bir durumumuz söz konusu olamaz/ olmamalıdır. Bizler onları sabırla dinlemeli, bu eleştiri ve söylemlerinden varsa 29 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni öğrenilecek yan ve noktalar bunları kaçırmamalı, sonrasında onları anlayacakları bir dille doğru noktaya çekmeliyiz. Bu durumlarda aksi yaklaşım ve davranışlar içerisine girmek, niyet bu olmasa da niyetten bağımsız bir şekilde ideolojik-politik-kültürel açılardan düşmanımıza benzemek demektir. Çünkü ancak savaşım yürüttüğümüz sistem kendi iktidarını korumak için bu yola başvurur. Bizlerin kuracağı ya da kurmayı hedeflediği sistemin onların iktidarlarıyla uzaktan yakından bir alakası söz konusu değildir. Çünkü bizim kuracağımız iktidar bir avuç kan emicinin değil, kitlelerin (halkın) iktidarıdır. Ve bu iktidar halka baskı uygulayarak, onları susturarak kurulamaz. Kurulsa bile karşıtına dönüşmesi yani yeni suratların olduğu bir avuç kişinin iktidarı olması uzun zaman almaz. Bu durumun bu güne yansıması da “Önce Halkın sınıfsal çıkarları, Sonra Parti!” anlayışının yerine, bunun tam tersi “Önce Partinin dönemsel ihtiyaçları, Sonra Halkın sınıfsal çıkarları!” ya da “her şey parti için, parti devrim için!” gibi anlayışlara düşmek olur. Yani özcesi amaç ile aracın, parti ile komünizmin yer değiştirmesi durumu ortaya çıkar. Kitlelere yaklaşımımız ve devrim mücadelesi içerisinde onlara yüklediğimiz anlam bir kez kaçırılırsa işte bu kadar uç savruluşlarla karşı karşıya geliriz. Bu da biz Maoist komünistlerin düşmeyi asla istemeyecekleri bir noktadır. “Kitlelerden kitlelere” ve “önce halkın öğrencisi olmak” siyaseti Maoistlerin uygulayabildikleri ve başarabildikleri oranda kitleselleşmelerine gidecek yolun siyasetidir. Gerçek Maoist komünistler, kitlelere tepeden bakmayan, onların kapılarını çalmaktan bıkmayan, kitlelerin öğrencisi olmayı bilen, onların sorunları ile uğraşmaktan usanmayan, hiçbir koşulda onları küçümsemeyen ve onlarla olan bağlarının kopmasına neden olacak hiçbir pratiği sergilemeyenlerdir. Onlar her defasında bilimi yani MLM’yi günün somutuna uyarlamayı bilen ve bunu kitlelere götürmeyi görev edinenlerdir. Aksi yaklaşımlar içerisine girenler Maoizm’i sadece lafta savunanlardır ve onların bu yaklaşımlarının devrimi getirmesi boş bir hayalden başka bir şey değildir. 30 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Birey-örgüt ilişkisi üzerine Birey-örgüt ilişkisine geçmeden önce bireyin tarihsel anlamıyla çeşitli toplumsal mekanizmalarda etkin veya edilgen biçiminde sürekliliğini görmekteyiz. Yani tarihsel anlamıyla toplumsal sistemlerin çeşitli kategorilerinde örgütlü olmayan hiçbir birey yoktur ve sosyal öğe olan bireyin toplumsallık dışı değil, tam tersi gelişmiş toplumsallaşması söz konusudur. Nihai toplumsallaşma komünizme gidişe kadar bireyin zorunlu geçirmek zorunda kalacağı evreler ve doğasında açığa çıkarıp kullanacağı araçlarda olacaktır. Örgüt sınıflı toplumların kullandığı araçlar arasındadır. Her sınıfın kendi ihtiyaçlarını karşılama, kullanma, yeniden üretme eğilimlerini sağlayan ve diğer sınıflar üzerindeki tahakküm aracıdır. Örneğin devlet, politik partiler vb. Adları ve işlevleri farklı olan ama özünde egemenlik elde etme veya sürdürme araçları olarak insandan ve sınıftan bahsedildiği her süreçte mahiyeti farklılıklar göstermekle birlikte sürekliliği olacak araçlardır. Örgüt, ilkel komünal dönem ve komünizmde sınıfsal karakteri olmayan toplum yaşamının parçaları olarak sosyal yaşamın öğeleri biçiminde var oldu, var olacak. İlkellikle bilimsellik arasındaki farkın sonucu olarak toplumsallığı da farklı olacaktır. Sınıf savaşımında örgütün anlamı nedir sorusuna verilecek cevap bireyle örgüt arasındaki ilişkiyi belirlediği gibi, egemen-faşist sınıfların iktidarının yıkılıp yıkılamamasının da farklı bir boyutta cevabını içerisinde taşımaktadır. Komünist partisi ve onun önderliğindeki örgüt- lerde birey, egemen sınıfların her türlü sınıfsal baskısı karşında güdüsel değil, sınıf tavrı temelinde parti ve onun araçları üzerinden hakim sınıf iktidarına karşı çıkarak, onu zor aracıyla alt-üst etme eyleminin öğesidir. Ama birey, örgüte kalırken veya örgütün parçası olduğu her durumda sınıf topluluğun ilişkilerinin sonucu olarak kimi hataları çeşitli vesilelerle üretir, savunur, geliştirir. Bu anlamıyla kimi pratikler sınıf ve örgütün ihtiyaçlarına hizmet etmekten ziyade onu zayıflatan haller olarak baş gösterir/ gösterebilir. Demek ki temel olan örgütle bir savaşıma katılmak önemli bir adımken, bu henüz her şeyin çözümlendiği ve bireyin hata ve eksikliklerinin olmayacağı anlamına gelmemektedir. Çünkü burjuvazi, tarihsel öncülü olan özel mülkiyet üzerine kurulu toplumsal formasyonların yaratmış olduğu kültür, siyaset, hukuk, demokrasi, yönetim vs. birikimleri de çıkarına uygun bir düzenlemeyle toplum yaşamını binlerce yıllık alışkanlıklarına katkılar yaparak yönetiyor ve tekrardan ilişkileri alışkanlıklar yaratıyor. Bunların birkaç on yıllık mücadele ile ortadan kalkmasını bekleyemeyiz. Proleter devrimler de gösterdi ki alt yapıdaki devrim de önemli olmakla birlikte her şey değil, mülkiyetin toplumsallaştırılması da kaba anlamıyla bu sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor, üst yapıda bir dizi proleter devrimle değişimler yaratmak gerekmektedir. Buradan hareketle devam edersek sosyalist sistemde burjuva hastalıklar aşıldı ve bir daha ortaya çıkmayacak demek yanlış olacak31 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni tır. Bilimi kapı dışarı eden her yaklaşım felsefi, politik, ideolojik olarak çözülmeye, gerilemeye mahkumdur. Bu ister birey olsun, isterse örgüt olsun yaşamın yaşayan yasalarını anlamayan veya inkâr eden her yaklaşım iflas etme ile yüz yüzedir. Birey-örgüt ilişkisinde, sınıf savaşımın yasaları gereği büründüğü zorunlu haller bulunmaktadır. Birey, örgüte karşı bağlayıcı bir sorumluk içerisindedir. Kendi tasarruflarından hareketle örgütün doğrularını görmezden gelemez. Örgüt, sınıflı toplumlarda aynı zamanda kaçınılmaz olarak bir hiyerarşidir. Eğer birey istediğini yapma, istediğini yapmama noktasında bir yönelim içerisine girerse, şüphesiz sınıf savaşımın gereksinimlerine cevap olmaktan ziyade, anladığı kadarı ile kendi ruh halini örgüt ve devrim çıkarlarının üzerine çıkararak, devrimcilik yaparken burjuvazinin bilincinin sonuçlarını devreye koymuş olur. Kaba anlamıyla ifade edersek, burjuvazinin ideolojik tavrını pratiğinde güçlendirmiş ve üretmiştir. Örgütün demokratik merkeziyetçi anlayışının sonucu olarak siyaset ve uygulama haline gelen bütün teorik çıkarsamalar değişinceye kadar örgüt içerisindeki bireyler için bağlayıcıdır. Bundan dolayı her hangi bir kimsenin bunlara uymaması, örgüt ve savaş gerçekliğinin yeteri kadar bilincinde olmadığına dair veriler olarak da okunabilinir. Birey, örgüt denilen canlı organizmayı anlayamaz ise ileri derecede mesafe kat etmesi beklenemez. Kurtuluş için gerekli stratejik araç olan örgütü, birey, sadece kendi tasarımları sonucu ortaya çıkardığı değerlendirmeler çerçevesinde görerek, ne yapıp, ne yapmayacağına karar verdi- ği anda stratejik araç (Bu parti veya ordu her neyse) o anda teorik ve pratik anlamıyla tahrip etmiş olur. Örgüt hedeflerimize ulaşabilmemiz açısından önemli bir araç deyip, bunu teorik düzeyde kabul etmek yetmiyor, yetmeyecektir. Bunu pratik tutarlıkla birleştirmeli, pekiştirmeliyiz. Genellikle devrimin karmaşık sorunları karşısında bireyin içine düştüğü başka bir eğilimde, örgüt sorunlarını yakınarak dile getirmesidir ki bu yaklaşım önemli oranda ideolojik geriliğin sonucudur. Eleştirmeyi, mücadele yürütmeyi kural ve kaideler çerçevesinde parti zaten sağlıyor. Önemli olan bireyin örgütün her düzeydeki sorunlarını kendinden bağımsız görmemesi ve içinde bulunduğu örgütsel mekanizma aracılığıyla parti sorunlarının çözümüne dair devrimci, komünist bir tutum içerisinde olmasıdır. Çalışmanın, politik mücadelenin kuralları ve örgütsel ilkeleri vardır. Bunlar niyetlerin ürünü değil, sınıfsal yaşam realitesinin sonuçları olarak vardırlar. Bizim dışımızdaki nesnel gerçekliği kabul etmek ve onu devrimci temellerde dönüştürmek, istem ve iyi niyet dilekleri ile gerçekleşmeyecektir. Onun teorik yasalarının öğrenilmesini ve zorunlulukların aşılmasının düzenleyici kuralarını üretip, burada da kalmayıp bunları üst derecede uygulamakla olacaktır. Disiplinsizlik, kayıtsızlık devrimin değil, cehennem ateşinin körüklenmesidir. Bireyin örgüte karşı sorumluluğu demek, devrimin sorunlarına karşı sorumluluğu demektir. Bizim devrimimiz köklü sorunların çözümüdür. Bunlarla uğraşmayan bir birey gerçek bir devrimci olmada halen ciddi zafiyetli bir kişiliktir. Sadece söyleneni 32 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni yapan devrimci değil, burjuvazinin farklı türevli memurudur ki bu anlayışa sahip bireyde inisiyatif olmaz. Tek başına yolunu bulamaz, örgütü ve devrim teorisini gerçekliğe uymayan her türlü adım ve saldırıya karşı savunamaz. Doğru bir bilme sürecini ötelemiş kişilikler doğru yapmayı da ötelemişlerdir. MLM bilgi teorisini, iki çizgi mücadelesi temelinde sürdürüp ilerleyemez, ilerletemezler. Bunun tam tersi ise muazzam bir birikim ve beceri anlamına gelmektedir ki zaten böylesi bir düzeye erişmiş örgüt, kitleleri seferber eder, sorunlarını doğru temelde çözer ve devrim denilen köklü dönüşümü sağlar. Örgüt ile birey ilişkisinde örgüt, bireyin her yönlü gelişiminden sorumludur. Bireyi kendi haline bırakıp, örgüt ve devrim sorunlarında çözüm gücü olmasını beklemek kendiliğindenci bir tutumdur. Çünkü sınıf bilincini bireye verecek olan örgüttür. Örgüt ise kaba anlamıyla bireyler toplamı değildir. O ideolojidir, siyasettir. Örgütün beceri düzeyi bireyi biçimlendirir ve savaşımı biçimlendirir. Örgütün nesnel olarak burjuvazinin bireyde yarattığı tahribatı kabul etmesi yetmez. Savaş içerisinde bireyin gelişmesi, rol alması için teorik ve pratik çözümlemeleri ve uygulamaları hayata geçirmesi ve bireyi yönlendirmesi gerekir. Savaşa katılmanın yeterli olmadığını belirttik. İnsanın saf bir özü yoktur. Bir iki söylem ve bir iki pratik yönlendirme ile birey değişmez. Toplumsal varlık olan insan iyi ve kötüyü de kendinde taşır. Sınıfsal durumlar, toplumsal sistemler, şartlar ve politikalar bireyi etkiler ve biçimlendirir. Özcesi emperyalizm koşullarındaki birey ve toplumsallaşma ile 9 yy.daki birey ve toplumsallaşma aynı değildir. Her şey yaşıyor, akıyor, doğasında değişerek ilerliyor. MLM epistemolojisinde tarihsel materyalizm (bilim) ve diyalektik materyalizm (felsefe) bunu tanıtlamıştır. Örgüt, mevcut toplumsal ilişkiler ve bireyde makro düzeyde değişimi sağlamadan devrim önemli oranda zor ve uzak bir mesele olacaktır. Örgüt, bireyi korumalı dahası onu önemsemeli ki yeni insanın temellerini ve yeni toplumun temellerini atabilsin. Örgüt, bireye bilimsel kıstaslar üzerinden sorgulama yetisini kazandırmalıdır. Ezbercilik, reçetecilik çeşitli ideolojik, felsefi, politik, örgütsel sapmaları beraberinde getirir. Bu MLM’nin yaşayan özünü 33 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni anlamamaktır. Yukarıda insan gelişimin sürekliliğinden bahsettik. Örgüt içinde bulunduğu çağı ve koşullarını iyi bilme durumunda olmalıdır. Örgütün bunları yeterince anlayamaması, çözememesi durumunda, sürekli aynı yöntem ve biraz değiştirmiş tekrarlarla bireyi biçimlendirmesi oldukça zordur. Bilimsellik, felsefe ve politikada dünyanın sosyal olgularından kopmuş bir örgüt, yaşamdan kopmuştur. Ve ne kadar bir siyasal devrimden bahsederse etsin, çelişmeleri doğru değerlendiremez, siyaseti sığ ve kaba olur. Böylesi bir örgütte bireyler savruktur. Anarşist, lümpen tutumlara sahip olurlar, ideolojik olarak düzeyleri geri, siyasal perspektifleri zayıf, becerileri gelişmemiş düzeyde olurlar. Böylesi bir bileşene sahip olan örgütte burjuva ideolojisinin çeşitli biçimlerde ortaya çıkması kaçınılmazdır. Tam tersinden okursak bilimsel, felsefi, politik düzlemde gelişmiş bir örgüt, iki çizgi mücadelesi temelinde bağrındaki geriliklere karşı savaş açarak önemli gelişmeler kat eder, yüksek değerler yaratır. Örgüt-birey ilişkisi diyalektiktir. Halkın deyimi ile ne ekersen, en doğasal koşulları ve insan becerisi ile beraber sonuçta ortada olanı biçersin. Zafer denilen şey, yani politik iktidarın alınması ve korunması büyük yıkım hareketidir. Burjuva cehenneminin yaratmış olduğu her şeye karşı zorlu bir savaşımdır. Bu öyle mevcut algı ile sürdürülecek bir mesele değildir. Yenilgiler kaba anlamıyla zaferin yolunu açmaz. Direnir, anlar, yenilenir ve yenilmekten korkmadan yeniden savaşı her cephede yürütürsen zaferi elde edersin. YEŞERTİYORUZ UMUTLARI Baharda yeşeren çiçekler gibi Bizlerde yeşertiyoruz Umutlarımızı Ektiğimiz umut tohumlarını. Yağmurla değil Kanımızla sulayıp yeşertiyoruz Ve büyütüyoruz Umutlarımızı. Soldurmak için uğraşıyorlar Yeşeren umutlarımızı Ama solduramazlar Bizler Düşsekte bu uğurda Toprağın kara bağrına Her bahar yeşeririz Ve yeşertiriz Tekrar tekrar umutları. Umudu bitirmek isteyenler Boşa uğraşıyor Boşa çabalıyor Onlar bilmezler ki Umuda kurşun işlemez. Ama bilmeliler ki Yeşeren umutlarımızla Yok olup gidecekler Tarihin çöplüğünde. 34 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Yoldaşlık ilişkileri üzerine Yoldaşlık ilişkisi bilinçli bir tercih sonrasında isteyerek girilen bir yolda birlikte yürüyen kişilerin arasındaki ilişkidir. Kendimize uyarlarsak; dünyayı değiştirmek için yürütülen mücadele pratiğimiz içerisinde, bizimle aynı amaç doğrultusunda, aynı araç içerisinde yer alan kişiler bütününün ilişkisi, yani Maoist Komünist Partisi saflarında mücadele yürüten tüm bireylerin aralarındaki ilişkidir. Elbette ki bu ilişki sıradan bir yol arkadaşlığı değil, sınıf savaşımının ve gelecekte kurulacak sistemin, daha da ötesi gelecekte kurulacak yeni dünyanın bugünden yaşanan/yaşanabilen ilişkisidir. Bu anlamıyla bugünkü düzenden ve düzen içerisinde kurulan ilişkilerden çok daha farklı, kapsayıcı ve derin bir anlama sahiptir. Yoldaşlık ilişkisi her ne kadar yukarda bahsettiğimiz gibi bilinçli bir tercih sonrasında isteyerek girilen bir yolda, yani geleceği kazanma yolunda, eski ve köhnemiş olan ne varsa yıkma, yerine yeni olanı kurma mücadelesi içerisindeki kişilerin ilişkisiyse de, bugün için var olan düzen ve sistemden, onun yansımalarından köklü bir kopuşu gerektirse de, ilişkilerde zaman zaman onun yansımaları ve etkisinin görülmesi durumu da söz konusudur. Bunun nedeni ve kaynağı sınıflı toplum gerçekliğidir. Mücadeleye ve saf- lara katılan her birey bir sınıf kökenine sahiptir. Dikkat edelim, bir sınıf kökenine sahiptir diyoruz. Bu sınıflar genellikle geniş halk tabakalarını oluşturan sınıflardır. İşçi, küçük burjuvazi, lümpen proletarya vs. vb. Bu kişiler bahsi geçen bu sınıfların mensubu olmakla birlikte, bilinçli bir şekilde proletarya ideolojisi doğrultusunda, yaşamı ve dünyayı değiştirme mücadelesine girdikleri an, mensubu oldukları sınıftan kopmaya başlarlar. Girdikleri mücadele ve yürüdükleri yol artık onların yaşamının merkez noktasını oluşturmaya başlar. Böylece artık onların geçmişte mensubu oldukları sınıf, onların sınıf kökeni olmaya başlar. Çünkü onlar bilimsel proletarya ideolojinin doğrultusunda yürüttükleri mücadeleyle birlikte proleterleşmeye başlarlar. Ancak bu proleterleşme öyle bir anda olmaz/ gerçekleşmez. Bu durum ideolojinin kavranması ve pratikte uygulanmasına paralel bir şekilde gelişir ya da gelişmez. Geliştiği oranda sınıf kökeninden, onun alışkanlık ve yansımalarından uzaklaşı- 35 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni lır, proleterleşilir, gelişmez ise sıfatı ile- olmamakla birlikte, yoldaşlık ilişkileri rici, devrimci, komünist olsun hiç fark yerine arkadaşlık ilişkilerinin geçmesi/ etmez, geçmiş yaşamını ve sınıf alışkan- geçirilmesi kabul görmemelidir. Bu ve lıklarını kendisi ile gittiği her yere götü- benzeri durumlar, aşırılıklara ve yozlaşrür, giderek ilerleme karşısında geri olanı maya işaret etmektedir. Aynı zamanda bu savunmaya başlar ve en sonunda öncesin- durumda yoldaşlık ilişkilerinin zorunlude de mensubu olduğu sınıfın ve alışkan- luk derekesine indirgenip tahrip edilmesi lıklarının daha keskin bir savunucusu ve anlayışı gizlidir. Siyaset, anlayış, işleyiş, uygulayıcısı olarak geldiği sınıflı toplum örgüt, devrim, niyetten bağımsız olarak içerisine geri döner. Yani mücadeleden bir tarafa itilir ve yerine çeşitli halk katkopar. Elbette ki bu anlattığımız iki uç manlarının ideolojisinin ürünü olan alışyaklaşımdır. Birde mücadele içerisinde kanlık ve ilişki sistematiği geçirilir. Ve çoğunlukla niyetlerden bağımsız olarak, buda yaşamda bütün iyi niyetli yaklaşımbazen de niyetli yaklaşımlarla proletarya lara rağmen birçok tahribatı birlikte getiideolojisine ve örgüt yaşamımıza aykırı, rir. Yoldaşlar birbirilerini yıpratır damgaiçerisinden çıkılıp gelinen sınıflı toplu- lar, örgüt bozulur, halkla olan ilişkiler mun sınıflarından birinin damgasını, etki- dejenere olur, askeri anlamda darbeci sini taşıyan yaklaşım ve pratiklerde orta- eğilimler gelişir, savaşın gelişimi köstekya çıkmaktadır. Bunlar genel bir tarz ha- lenir vs. Her şeyden önce biz bizden linde değil, ideolojinin eksik ya da yanlış uzaklaşmış oluruz ve bu durum birçok kavranmasından dolayı saflarda yaşam hastalığın kapısını açar. bulabilen ve aşılması kolay meselelerdir. Siyasal temellerde yükselmiş olan ilişYeter ki içerisinden kopup geldiğimiz kiler yani yoldaşlık ilişkileri esas olarak sınıflı toplum gerçekliğini ve bizlerinde ideoloji ve siyaset üzerinden yükselen onun içerisindeki sınıflardan birinden parti anlayış, işleyiş ve çıkarının temel geldiğimizi akıllardan bir an olsun çıkart- alındığı zemin üzerinde kurulu olmak madan, eksik ve hatalarımız karşısında zorundadır. Partiye rağmen geliştirilecek özeleştirel olabilelim. ilişkiler devrim mücadelesini gerileteceği İşte bu bahsi geçen eksik ve hataların gibi, yoldaşlık ilişkilerinin mahiyetini kaynağı olan içinden çıkılıp gelen sınıfa saptırıp yıpranmalara neden olur. Yoldaşait kalıntılar yoldaşlık ilişkilerine de yan- ların bir birilerine karşı kırıcı, sekter ya sımaktadır. Böylesi bir yansıma yaşandı- da yoldaşlık ilişkilerine sığmayacak davğında temeli ideoloji ve siyaset olan/ ranışlar içerisine girmelerine neden olan olması gereken yoldaşlık ilişkisi yerine, şeylerden birisi siyasallaşmamış temellergıdasını feodal-burjuva ya da küçük bur- de yükselen ilişkilerin belli dönemlerde juva yaşamdan alan arkadaşlık, kafa kol aldığı haldir. ilişkisi, boş boğazlık, önyargılı yaklaşım, Mahalle arkadaşlığı mı, yoksa yoldaşlık dedikodu, sekter yaklaşımlar, disiplinsiz- ilişkisi mi? Burjuva-feodal sosyal ilişki lik vs. daha sayamadığımız daha başka mi, yoksa devrimci, komünist ilişki mi? zaaf veya hastalıklar geçer. Saflarda var Elbette ki yoldaşlık ilişkisi, elbette ki olan ilişkilerin belli zaaflı yanları bağrın- devrimci, komünist ilişki. Bunun için da taşıması maddenin tabiatına aykırı durduğumuz noktayı iyi görmeli, partiye, 36 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni halka, devrime karşı olan sorumluluğumuzu bir an olsun unutmamalıyız. MLM ideolojisine bıkmadan, usanmadan sıkı sıkı sarılmalı, onu yaşamımızda ete kemiğe büründürmeli ve içselleştirmeliyiz. Yoldaşlık ilişkilerinin zayıflaması devrime, halka karşı sorumluluğumuzu muğlaklaştırır ve halk ile aramızdaki güven ilişkisinin zedelenmesine neden olur. Bu durum mücadele azmini azaltır ve inançsızlık tohumları eker. Sınıf düşmanlarımızla aramızdaki mücadeleyi muğlaklaştırır ve örgütü dağılma ve tasfiye durumu ile karşı karşıya getirir. Bunun örnekleri tarihimizde mevcuttur. Partimiz birinci kongresinde geçmişteki böylesi anlayışları açığa çıkarmış, gözler önüne sermiş ve özeleştirisini vererek bu hatalardan kopuşu sağlamıştır. Bu tarihi bir deneyim ve tecrübe birikimidir, bunu iyi kavramalı ve içselleştirmeliyiz. Elbette ki tarihimiz sadece bu bahsi geçen olumsuzlukların değil, bunun yanı sıra unutulmaz olumlu örnekle- rinde yaşandığı bir tarihtir. 96 Ölüm Orucu döneminde devrimciler ve komünistler sınıf düşmanlarımızın inlerini, hapishaneleri, yoldaşlık ve siper yoldaşlığının birer çatışma mevzisine dönüştürüp, onları bu çatışmada yenerken Aygün Uğur yoldaşın sarf ettiği şu sözlerini iyi hatırlamalıyız: “Bizde bu yürek, bu yoldaş sıcaklığı varken, başaramayacağımız hiçbir şey yoktur”. Bu öylesine söylenmiş bir söz değildir. Bu sözü iyi anlamalı ve bu sözü söyleten bilincin ne olduğunu akıllardan çıkarmamalıyız. Bu komünist bilinç ve kavrayış, tüm bunun yarattığı yoldaşlık ilişkileridir “zafere mahkum olup, ölümü küçülterek yenen”. İşte bu yoldaşlık ilişkisinin mücadeledeki önemi ve başarısıdır. Bu ideolojik bir duruştur. Bu duruşun her alanda örnek alınması ve rehber edilmesi gerekir. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinde bu ve buna benzer birçok örnek vardır. İşte bunu anlamadığımız zaman bulunduğumuz alanı ve ortamı kendimizle birlikte başka yoldaşlara da zindan ederiz, anladığımız oranda da kurtuluşa giden yolda daha güçlü ve sağlam adımlar atarız. 37 Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni Biz Kazanacağız... Halk Kazanacak... Halk Savaşı Kazanacak... 38