tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
Transkript
tc adalet bakanlığı eğitim dairesi başkanlığı yargı mevzuatı bülteni
T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞİTİM DAİRESİ BAŞKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENİ Bültenin Kapsadığı Tarihler 24-30 Temmuz 2007 Yayımlandığı Tarih 31 Temmuz 2007 Sayı 345 İÇİNDEKİLER Devlet Memurlarına Ödenecek Zam Ve Tazminatlara İlişkin Kararda Değişiklik Yapılması Pakında 2007/12394 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (R.G.29 Temmuz 2007-26597) Ceza Mahkemesi Kanununa Göre Uzlaştırmanın Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik (R.G. 26 Temmuz 2007 -26594) Hükümlü Ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 28 Temmuz 2007 -26596) Uyuşmazlık Mahkemesinden 35 Adet Karar Özeti (R.G. 30 Temmuz 2007 -26598) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Fikri Demir/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Yiğit/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Aydın Tatlav /Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Dolgun/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Ergin /Türkiye Davası(NO:6)) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gökçe ve Demirel /Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Gök ve Diğerleri/Türkiye Davası) İnsan Hakları Mahkemesi Kararı (Kekil Demirel /Türkiye Davası) Maliye Bakanlığından Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri No:106) (R.G. 28 Temmuz 2007-26596) Adalet Bakanlığından 4 Adet İlan (R.G. 27 Temmuz 2007-26595) Siirt E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliğinden 4 Adet İlan (R.G. 30 Temmuz 2007- 26598) Karar Sayısı : 2007/12394 Ekli “Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Kararda Değişiklik Yapılması Hakkında Karar”ın yürürlüğe konulması; Devlet Personel Başkanlığının görüşüne dayanan Maliye Bakanlığının 18/6/2007 tarihli ve 11755 sayılı yazısı üzerine, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 152 nci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 3/7/2007 tarihinde kararlaştırılmıştır. Ahmet Necdet SEZER CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip ERDOĞAN Başbakan A. GÜLA. ŞENER M. A. ŞAHİN B. ATALAY Dışişleri Bak. ve Başb. Yrd.Devlet Bak. ve Başb. Yrd.Devlet Bak. ve Başb. Yrd.Devlet Bakanı A. BABACAN Devlet Bakanı F. KASIRGA Adalet Bakanı B. ATALAY Devlet Bakanı V. N. ÇUBUKÇU Devlet Bakanı K. TÜZMEN Devlet Bakanı M. V.GÖNÜL Milli Savunma Bakanı O. GÜNEŞ İçişleri Bakanı K. UNAKITAN Maliye Bakanı H. ÇELİKF. N. ÖZAK R.AKDAĞ İ. YILMAZ Milli Eğitim Bakanı Bayındırlık ve İskan Bakanı Sağlık Bakanı Ulaştırma Bakanı M. M. EKERM. BAŞESGİOĞLU A. COŞKUN Tarım ve Köyişleri Bakanı Çalışma ve Sos. Güv. BakanıSanayi ve Ticaret Bakanı M.H.GÜLERA. KOÇ O. PEPE Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı Çevre ve Orman Bakanı DEVLET MEMURLARINA ÖDENECEK ZAM VE TAZMİNATLARA İLİŞKİN KARARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KARAR MADDE 1 – 17/4/2006 tarihli ve 2006/10344 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Karar’ın eki II sayılı Cetvelin “(A) Üst Yönetim Ve Genel İdare Hizmetleri” bölümünün 10 uncu grubunun beşinci sırasında yer alan “Muhakemat Müdürü” unvanı kaldırılmış, 8 inci grubuna aşağıdaki sıra eklenmiştir. “8 Muhakemat Müdürü.......................................................................: 1” MADDE 2 – Bu Karar, 15/4/2007 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 3 – Bu Kararı Bakanlar Kurulu yürütür. Adalet Bakanlığından: CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNA GÖRE UZLAŞTIRMANIN UYGULANMASINA İLİŞKİN YÖNETMELİK BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, uzlaşmaya ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 253 üncü maddesi ile diğer kanunlarda uzlaşma kapsamında olduğu belirtilen suçlar bakımından şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi arasında uzlaştırma işlemlerinin yapılmasına ilişkin hükümleri kapsar. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelik, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 253, 254 ve 255 inci maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Kanun: 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununu, b) Uzlaşma: Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin Kanun ve bu Yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun olarak uzlaştırma süreci sonunda anlaştırılmış veya anlaşmış olmalarını, c) Uzlaştırma: Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin, Kanun ve bu Yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun olarak uzlaştırmacı aracılığıyla ya da hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından anlaştırılmaları suretiyle uyuşmazlığın giderilmesi sürecini, ç) Uzlaştırmacı: Şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören arasındaki uzlaştırma müzakerelerini yöneten, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme tarafından görevlendirilen hukuk öğrenimi görmüş kişiyi veya Cumhuriyet savcısı ya da mahkemenin isteği üzerine baro tarafından görevlendirilen avukatı, ifade eder. İKİNCİ BÖLÜM Temel İlkeler ve Genel Hükümler Temel ilkeler MADDE 5 – (1) Uzlaştırma, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin özgür iradeleri ile rıza göstermeleri hâlinde gerçekleştirilir. Bu kişiler anlaşma yapılana kadar iradelerinden vazgeçebilirler. (2) Uzlaştırma, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin temel hak ve hürriyetlerine uygun olarak, menfaatlerinin korunması esası gözetilerek yürütülür. (3) Uzlaştırmaya katılan şüpheli, sanık, mağdur veya suçtan zarar gören müzakereler sırasında, Kanunun tanıdığı temel güvencelere sahiptir. (4) Şüpheli, sanık, mağdur veya suçtan zarar gören Türkçe bilmiyorsa veya engelli ise Kanunun 202 nci maddesi hükmü uygulanır. (5) Uzlaştırma sürecine başlanmadan önce şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören; hakları, uzlaşmanın mahiyeti ve verecekleri kararların hukukî sonuçları hakkında bilgilendirilir. (6) Şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin yaşı, olgunluğu, eğitimi, sosyal ve ekonomik durumu gibi faktörler ile ilgili belirgin farklılıklar, uzlaştırma sürecinde göz önüne alınır. (7) Kanunun ve Yönetmeliğin uzlaşmaya ilişkin hükümleri, uzlaşmaya tâbi bir suça maruz kalan suç mağduru çocuklar ile suça sürüklenen çocuklar bakımından da uygulanır. Çocuklara ilişkin uzlaştırmada, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ve 24/12/2006 tarihli ve 26386 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanununa Göre Verilen Koruyucu ve Destekleyici Tedbir Kararlarının Uygulanması Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre işlem yapılır. (8) Uzlaştırmacı avukat, bu sıfatla görev yaptığı olayla ilgili olarak daha sonra vekil veya müdafi olarak görev üstlenemez. Genel hükümler MADDE 6 – (1) Uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için mağdur ya da suçtan zarar görenin gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olması gerekir. (2) Aralarında iştirak ilişkisi olsun veya olmasın birden çok kişi tarafından işlenen suçlarda, ancak uzlaşan şüpheli veya sanık uzlaşmadan yararlanır. (3) Birden fazla kişinin mağduriyetine veya zarar görmesine sebebiyet veren bir suçtan dolayı uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, mağdur veya suçtan zarar görenlerin hepsinin uzlaşmayı kabul etmesi gerekir. (4) Uzlaştırmanın sonuçsuz kalması hâlinde tekrar uzlaştırma yoluna gidilemez. (5) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma ya da kovuşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir. (6) Uzlaşmaya tâbi suçlarda, uzlaştırma girişiminde bulunulmadan, kamu davasının açılmasının ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez. Uzlaştırma kapsamındaki suçlar ve istisnaları MADDE 7 – (1) Kanunun 253 üncü maddesinin birinci fıkrasında sayılan suçlarda, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur. (2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir. (3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. (4) Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçu işlemek amacıyla ya da bu suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde, uzlaştırma yoluna gidilemez. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Soruşturma Aşamasında Uzlaşma Uzlaşma teklifi MADDE 8 – (1) Soruşturma konusu suçun, uzlaşmaya tâbi olması ve işlendiği hususunda yeterli şüphenin bulunması hâlinde; Cumhuriyet savcısı, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Cumhuriyet savcısının yazılı ya da acele hallerde sözlü tâlimatı üzerine, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene adlî kolluk görevlisi de uzlaşma teklifinde bulunabilir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir. (2) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin reşit olmaması ya da kısıtlı olması hâli ile mağdur veya suçtan zarar görenin ayırt etme gücü bulunmaması durumunda, uzlaşma teklifi kanunî temsilcilerine yapılır. Bu kişilerin ayırt etme gücüne sahip olup olmadıkları Cumhuriyet savcısı tarafından araştırıldıktan sonra, uzlaşma teklifinin muhatabı belirlenir. (3) Cumhuriyet savcısı veya adlî kolluk görevlilerince yapılacak uzlaşma teklifi, bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a veya Ek 1/b sayılı uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının bulunduğu Uzlaşma Teklif Formlarının hazır bulunan ilgiliye imzalatılarak verilmesi ve formda yer alan bilgilerin açıklanması suretiyle yapılır. Cumhuriyet savcısı veya adlî kolluk görevlisi tarafından, bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirildiğine ve uzlaşma teklifinde bulunulduğuna ilişkin formun imzalı örneği soruşturma evrakı içine konulur. (4) Uzlaşma teklifinde bulunmak için çağrı; telefon, telgraf, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, bu çağrı uzlaşma teklifi anlamına gelmez. Açıklamalı tebligat veya istinabe yoluyla teklif MADDE 9 – (1) Cumhuriyet savcısı gerektiğinde uzlaşma teklifini açıklamalı tebligat veya istinabe yoluyla yapabilir. (2) Açıklamalı tebligat, Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a veya Ek 1/b sayılı uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının bulunduğu Uzlaşma Teklif Formunun, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile 20/8/1959 tarihli ve 4/12059 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Tebligat Tüzüğü hükümlerine uygun olarak tebliğ mazbatalı zarf içerisinde gönderilmesi suretiyle yapılır. Ancak tebligatın yapılamadığı hâllerde bu Yönetmeliğin 11 inci maddesi hükmü uygulanır. (3) İstinabe yoluyla yapılacak teklifte, bu Yönetmeliğin 8 inci maddesi ile birinci ve ikinci fıkra hükümleri uygulanır. Uzlaşma teklifinde karar süresi MADDE 10 – (1) Uzlaşma teklifinde bulunulanlardan herhangi biri, en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da görevli Cumhuriyet savcısına kararını bildirmediği takdirde, uzlaşma teklifi reddedilmiş sayılır. Bu durumda, Kanunun 255 inci maddesi hükmü saklı kalmak üzere, ayrıca diğerlerine uzlaşma teklifinde bulunulmaz. Adreste bulunmamanın hüküm ve sonuçları MADDE 11 – (1) Resmî mercilere beyan edilmiş olup da soruşturma dosyasında yer alan adreste bulunmama veya yurt dışında olma ya da adresin belirlenememesi gibi başka bir nedenle mağdura, suçtan zarar görene, şüpheliye veya bunların kanunî temsilcisine ulaşılamaması hâlinde, uzlaştırma yoluna gidilmeksizin soruşturma sonuçlandırılır. Soruşturmada bilgilendirme yükümlülüğü MADDE 12 – (1) Uzlaşma teklifinde bulunulması hâlinde; şüpheliye, mağdura veya suçtan zarar görene ya da kanunî temsilcilerine, uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının yer aldığı bu Yönetmelik ekinde yer alan formdaki bilgiler açıklanır. Uzlaştırmacı görevlendirilmesi MADDE 13 – (1) Şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görenin uzlaşma teklifini kabul etmesi hâlinde, Cumhuriyet savcısı uzlaştırmayı kendisi gerçekleştirebileceği gibi, bir avukatın uzlaştırmacı olarak görevlendirilmesini barodan isteyebilir ya da bu Yönetmelikte nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir kimseyi görevlendirebilir. (2) Uzlaştırmacı görevlendirilmesinde tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da hukuk öğrenimi görmüş bir kişi tercih edilebilir. (3) Uzlaştırmacıların sayısı, uyuşmazlığın niteliği göz önünde bulundurularak Cumhuriyet savcısınca tespit edilir. (4) Bu Kanunda belirlenen hâkimin davaya bakamayacağı ile tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı reddini gerektiren hâller, uzlaştırmacı görevlendirilmesi ile ilgili olarak da göz önünde bulundurulur. Uzlaştırmacı, bu hâllerin varlığı hâlinde Cumhuriyet Savcısına durumu bildirir; ancak tarafların rızası hâlinde görev yapabilir. Avukatın uzlaştırmacı olarak görevlendirilme usulü MADDE 14 – (1) Baro tarafından öncelikle uzlaştırma üzerine eğitim almış bir avukat görevlendirilir. (2) Tarafların üzerinde anlaştığı avukatın soruşturmanın yapıldığı yer barosuna kayıtlı olması gerekmez. Bu hâlde görevlendirme avukatın bağlı bulunduğu baro tarafından yapılır. Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacıda aranan nitelikler ve görevlendirilme usulü MADDE 15 – (1) Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacıların görevlendirilmesinde aşağıdaki şartlar aranır: a) Üniversitelerin hukuk fakültelerinden mezun olmak, b) Hukuk veya hukuk bilgisine programlarında yeterince yer veren siyasal bilgiler, idarî bilimler, iktisat ve maliye alanlarında en az dört yıllık yüksek öğrenim yapmak, c) Hukuk dalında yüksek lisans ya da doktora yapmış bulunmak, ç ) Baroya kayıtlı avukat olmamak, d) Taksirli suçlar hariç olmak üzere; 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş ve affa uğramış, ertelenmiş ya da paraya çevrilmiş olsa bile kesinleşmiş bir kararla veya Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, millî savunmaya, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları ile yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlardan ya da zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, yağma, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık, vergi kaçakçılığı, gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma, yalan tanıklık ve haksız mal edinme suçlarından biriyle hükümlü bulunmamak, e) Disiplin yönünden meslekten ya da memuriyetten çıkarılmamış veya geçici olarak yasaklanmamış olmak. (2) Hukuk öğrenimi görmüş uzlaştırmacılar, ağır ceza merkezi Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından belirlenen listeye kayıtlı olanlar arasından seçilirler. Bu listeye kayıtlı olan uzlaştırmacılar sadece kayıtlı bulundukları il sınırları içerisinde değil ülke çapında görev alabilirler. (3) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, Ceza Muhakemesinde uzlaştırmacı olarak görev almak amacıyla listeye kaydolmak için her yılın Kasım ayının sonuna kadar Cumhuriyet başsavcılığına bir dilekçeyle başvurur. Başvurular şahsen yapılabileceği gibi, kayıtlı olunan oda, çalışılan kurum ve kuruluş aracılığıyla da yapılabilir. (4) İletişim bilgilerini içeren başvuru dilekçesine; a) Nüfus cüzdanı örneği, b) T.C. kimlik numarası, c) Mezuniyet belgesinin onaylı örneği, ç) Adlî sicil kaydı, d) İki adet vesikalık fotoğraf, e) Bu Yönetmeliğin 30 uncu maddesi uyarınca yapılacak eğitimlere katılacağını beyan eden dilekçesi, f) Varsa kayıtlı olunan oda, çalışılan kurum ve kuruluşun isimleri, eklenir. (5) Başvuranların talepleri kaydedilerek ağır ceza merkezi Cumhuriyet başsavcılığınca başvuru tarihinden itibaren otuz gün içerisinde değerlendirilir. (6) Başvuranın birinci fıkradaki şartları taşımaması veya dördüncü fıkrada belirtilen belgelerin eksik olması hâlinde talebin reddine karar verilir. Redde ilişkin karar ilgilisine tebliğ olunur. (7) Talepleri uygun görülenlerin adı ve soyadları, açık adresleri, telefon numaraları yazılarak, oluşturulan liste her yıl Ocak ayı içerisinde en az yedi gün süre ile adliyede herkesin görebileceği bir yere asılır. Ayrıca Cumhuriyet başsavcılığının internet adresinde ilân edilir. Oluşturulan listenin bir örneği, merkezdeki hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile yargı çevresindeki mahkemeler ve Cumhuriyet başsavcılıklarına bildirilir. (8) Liste, ayrıca yazılı ve elektronik ortamda hazırlanarak her yılın Ocak ayının sonuna kadar Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığına gönderilir. Gönderilen listeler bu birim tarafından yayımlanır. (9) Listede yer alan uzlaştırmacının; a) Listeye kabul şartlarını sonradan kaybetmesi, b) Bu Yönetmelikte belirlenen şartlardan herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması, c) Listeden çıkarılmayı talep etmesi, ç) Uzlaştırmacılıkla bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunması, d) Bu Yönetmeliğin 30 uncu maddesi uyarınca yapılan eğitimlere katılmaması, durumunda listeden çıkarılır. (10) Listeden çıkarılmasına ilişkin karar ilgiliye tebliğ edilir ve ayrıca yedinci ve sekizinci fıkralarda belirtilen yerlere gönderilir. (11) Zorunluluk hâlinde listeye kayıtlı olmamasına rağmen, bu maddede belirtilen şartları taşıyan hukuk öğrenimi görmüş kişiler arasından da görevlendirme yapılabilir. Belgelerin verilmesi ve gizlilik bildirimi MADDE 16 – (1) Soruşturma dosyasında yer alan uzlaştırma konusu suç ya da suçlara ilişkin belgelerden uzlaştırma için gerekli olup da Cumhuriyet savcısı tarafından uygun görülenlerin birer örneği uzlaştırmacıya verilir. (2) Cumhuriyet savcısı uzlaştırmacıya, soruşturmanın gizliliği ilkesine uygun davranmakla yükümlü olduğunu belirtir. (3) Hangi belgelerin verildiği, verilme tarihi ile soruşturmanın gizliliği konusundaki bildirim, Cumhuriyet savcısı ve uzlaştırmacının imzasını içeren bir tutanakla tespit edilir. Süre MADDE 17 – (1) Uzlaştırmacı, dosya içindeki belgelerin birer örneği kendisine verildikten itibaren en geç otuz gün içinde uzlaştırma işlemlerini sonuçlandırır. Cumhuriyet savcısı bu süreyi re’sen veya talep üzerine en çok yirmi gün daha uzatabilir. Cumhuriyet savcısı uzlaştırma süresinin uzatılmasına ilişkin kararını uzlaştırmacıya bildirir. (2) Uzlaşma teklifinin reddedilmesine rağmen, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilir. (3) Uzlaştırmanın Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından gerçekleştirildiği hâllerde de birinci fıkrada belirtilen süreler uygulanır. Uzlaştırma müzakereleri MADDE 18 – (1) Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar gören, kanunî temsilci, müdafi ve vekil katılabilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisi ya da vekilinin haklı bir mazereti olmaksızın müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, ilgili taraf uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır. (2) Uzlaşma sağlanabilmesi için birden fazla müzakere yapılabilir. Uzlaştırmacı, müzakereler sırasında izlenmesi gereken yöntemle ilgili olarak Cumhuriyet savcısıyla görüşebilir; Cumhuriyet savcısı, uzlaştırmacıya uzlaştırma müzakerelerinin kanuna uygun yürütülmesi amacıyla tâlimat verebilir. (3) Müzakereler, taraflarla birlikte veya ayrı ayrı gerçekleştirilecek toplantılarla yürütülebilir. (4) Müzakereler, görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle de yapılabilir. Uzlaştırma müzakerelerinin gizliliği MADDE 19 – (1) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırmacı, uzlaştırma sürecinde yapılan açıklamaları, kendisine aktarılan veya diğer bir şekilde öğrendiği olguları gizli tutmakla yükümlüdür. (2) Uzlaştırma sürecinde yapılan açıklamalar herhangi bir soruşturma, kovuşturma ya da davada delil olarak kullanılamaz. Müzakerelere katılanlar bu bilgilere ilişkin olarak tanıklık yapmak zorunda bırakılamaz. (3) Uzlaştırmacı tarafından gerekli görülmesi hâlinde tutulan tutanak veya notlar, kapalı bir zarf içerisinde Cumhuriyet savcısına verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza altına alınan kapalı zarf dosyada muhafaza edilir. Bu zarf, sadece uzlaştırmacı tarafından düzenlenen ve Cumhuriyet savcısı tarafından mühür ve imza altına alınan raporun sahteliği iddiası dolayısıyla ortaya çıkan uyuşmazlığı gidermek amacıyla delil olarak kullanılmak üzere açılabilir. (4) Daha önce mevcut olan bir belge veya olgunun, uzlaştırma müzakereleri sırasında ileri sürülmüş olması, bunların soruşturma ve kovuşturma sürecinde ya da bir davada delil olarak kullanılmasına engel teşkil etmez. Edimin konusu MADDE 20 – (1) Taraflar uzlaştırma sonunda belli bir edimin yerine getirilmesi hususunda anlaşmaya vardıkları takdirde aşağıdaki edimlerden bir ya da birkaçını veya bunların dışında belirlenen hukuka uygun başka bir edimi kararlaştırabilirler: a) Fiilden kaynaklanan maddî veya manevî zararın tamamen ya da kısmen tazmin edilmesi veya eski hâle getirilmesi, b) Mağdurun veya suçtan zarar görenin haklarına halef olan üçüncü kişi ya da kişilerin maddî veya manevî zararlarının tamamen ya da kısmen tazmin edilmesi veya eski hâle getirilmesi, c) Bir kamu kurumu veya kamu yararına hizmet veren özel bir kuruluş ile yardıma muhtaç kişi ya da kişilere bağış yapmak gibi edimlerde bulunulması, ç) Mağdurun, suçtan zarar görenin veya bunların gösterecekleri üçüncü şahsın, bir kamu kurumunun ya da kamu yararına hizmet veren özel bir kuruluşun belirli hizmetlerini geçici süreyle yerine getirmesi veya topluma faydalı birey olmasını sağlayacak bir programa katılması gibi diğer bazı yükümlülükler altına girilmesi, d) Mağdurdan veya suçtan zarar görenden özür dilenmesi. Uzlaştırma raporu MADDE 21 – (1) Uzlaştırmacı, uzlaştırma işlemlerinin sonuçlandırıldığı tarihten itibaren bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2 sayılı Uzlaştırma Raporu Örneğine uygun, taraf sayısından bir fazla olarak hazırladığı raporu, kendisine verilen belge örneklerini ve varsa yapmış olduğu masrafları gösteren belge, gider pusulası veya rayice uygun yazılı beyan ile serbest meslek makbuzunu geciktirmeksizin Cumhuriyet savcısına verir. (2) Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde, tarafların imzalarını da içeren raporda, ne suretle uzlaşıldığı ayrıntılı biçimde açıklanır. Ancak uzlaştırma müzakereleri sırasında suçun işlenmesine ilişkin olarak yapılan açıklamalara raporda yer verilmez. (3) Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığını ve edimin hukuka uygun olduğunu belirlerse raporu mühür ve imza altına alarak soruşturma dosyasında muhafaza eder. (4) Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayanmadığını ve edimin hukuka uygun olmadığını belirlerse raporu onaylamaz. Onaylamama gerekçesini rapora yazar. Bu durumda uzlaşma gerçekleşmemiş sayılır. (5) Uzlaştırmanın Cumhuriyet savcısı tarafından yapıldığı hâllerde; raporun bu işlemin niteliğine uygun kısımları doldurulur, mühür ve imza altına alınarak soruşturma dosyasında muhafaza edilir. Uzlaşma belgesi MADDE 22 – (1) Uzlaştırmacı görevlendirilmeden önce veya uzlaşma teklifinin reddedilmesinden sonra, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görenin aralarında uzlaşmaları hâlinde; taraflarca niteliğine uygun düştüğü ölçüde bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek-2 sayılı Uzlaştırma Raporu Örneğine uygun bir uzlaşma belgesi düzenlenir. Cumhuriyet savcısı, bu belgeyi 21 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen kıstaslara göre inceler ve değerlendirir. (2) Takibi şikâyete bağlı suçlarda, mağdur veya suçtan zarar görenin şüpheli ile anlaşarak şikâyetinden vazgeçmesi hâlinde bu belge düzenlenmez. Soruşturma aşamasında uzlaşmanın hukukî sonuçları MADDE 23 – (1) Uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini def’aten yerine getirmesi hâlinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. (2) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi hâlinde, Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. (3) Erteleme süresince zamanaşımı işlemez. (4) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. (5) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın, kamu davası açılır. (6) Şüphelinin, edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetini haiz belgelerden sayılır. (7) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. Zamanaşımı MADDE 24 – (1) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduğu tarihten itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez. (2) Uzlaşma teklifine süresi içerisinde cevap verilmemesi ya da teklifin reddedilmesi hâlinde uzlaştırma girişimi sonuçsuz kalmış sayılır. (3) Tarafların veya kanunî temsilcisi ya da vekilinin uzlaşma müzakerelerine katılmaktan imtina etmesi, müzakereler sırasında taraflardan birinin yazılı veya sözlü olarak uzlaşmadan vazgeçtiğini bildirmesi üzerine düzenlenen raporun Cumhuriyet savcısına verildiği tarihten itibaren dava zamanaşımı ve kovuşturma koşulu olan dava süresi yeniden işlemeye başlar. (4) Uzlaştırmanın doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından yapılması hâlinde, üçüncü fıkradaki nedenler gerçekleştiği takdirde, bu tarihten itibaren dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi yeniden işlemeye başlar. Cumhuriyet savcısı durumu tutanakla tespit eder. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Mahkeme Aşamasında Uzlaşma Mahkeme aşamasında uzlaştırma usulü MADDE 25 – (1) Kamu davası açıldıktan sonra aşağıdaki durumların varlığı hâlinde, uzlaştırma işlemleri soruşturma aşamasında belirtilen esas ve usule göre, mahkeme tarafından yapılır: a) Kovuşturma konusu suçun hukukî niteliğinin değişmesi nedeniyle uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması, b) Soruşturma aşamasında uzlaşma teklifinde bulunulması gerektiğinin ilk olarak mahkeme aşamasında anlaşılması, c) Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmeksizin doğrudan doğruya mahkeme önüne gelen uzlaşmaya tâbi bir fiilin varlığı, ç) Mahkeme aşamasında kanun değişikliği nedeniyle fiilin uzlaşma kapsamına girmesi. (2) Mahkeme, uzlaştırma işlemlerine ilişkin tebligat ve yazışmaları duruşma gününü beklemeksizin dosya üzerinden de yapabilir. (3) Mahkeme aşamasında yapılan uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen, taraflar uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç duruşmanın sona erdiği açıklanıp hüküm verilmeden önce mahkemeye başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler. Kovuşturmada bilgilendirme yükümlülüğü MADDE 26 – (1) Mahkemece yapılacak uzlaşma teklifi, uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarının yer aldığı bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/c sayılı Uzlaşma Teklif Formunun ilgiliye imzalatılarak verilmesi ve formda yer alan bilgilerin açıklanması suretiyle yapılır. Bu husus zapta geçirilerek bilgilendirme yükümlülüğü yerine getirilir ve uzlaşma teklifinde bulunulduğuna ilişkin formun imzalı örneği kovuşturma dosyası içine konulur. Kovuşturma aşamasında uzlaşmanın hukukî sonuçları MADDE 27 – (1) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi hâlinde, davanın düşmesine karar verir. (2) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi hâlinde; sanık hakkında, Kanunun 231 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. (3) Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. (4) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilir. (5) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, mahkeme tarafından, Kanunun 231 inci maddesinin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır. (6) Sanığın, edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetini haiz belgelerden sayılır. (7) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, kovuşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. BEŞİNCİ BÖLÜM Çeşitli ve Son Hükümler Uzlaştırmacının yükümlülükleri MADDE 28 – (1) Uzlaştırmacı: a) Bağımsız ve tarafsız hareket eder, tarafların ortak yararlarını gözetir. Müzakerelerde tarafların yeterli ve eşit fırsatlara sahip olmasına özen gösterir. Masumiyet karinesi gereğince şüpheli ya da sanığın suçluluğu hakkında ön yargılı olamaz, şüpheli ya da sanığa karşı bir tavır takınamaz. b) Müzakerelere başlamadan önce taraflara; uzlaşmanın temel ilkelerini, kendisinin tarafsızlığını, uzlaştırma süreci ve sonuçlarını, uzlaştırmacı ile tarafların uzlaştırmadaki işlevlerini, gizlilik yükümlülüğünü açıklar ve süreci anlamalarını sağlar. c) Tarafların birbirlerine saygılı davranmaları, müzakerelere iyi niyetle katılmaları ve bildikleri hususları açıklamaları konusunda bilgilendirir. ç) Uyuşmazlığın çözülmesi için taraflara yardımcı olur ve anlaşmalarını teşvik eder, ancak baskı yapamaz. Herhangi bir tarafın leh veya aleyhine görüş bildiremez, tarafları bağlayıcı bir karar veremez. d) Tarafların hüküm ve sonuçlarını bilerek ve özgür iradeleriyle anlaşmaya varmalarını sağlayacak uygun tedbirleri alır. Uzlaştırmanın yapılacağı yer MADDE 29 – (1) Uzlaştırma müzakereleri; a) Kamu kurum ve kuruluşlarının bu amaçla ayrılan yerlerinde, b) Tarafların kabul etmesi şartıyla uzlaştırmacının faaliyetlerini yürüttüğü büroda, c) Tarafların menfaatlerine uygun, kendilerini huzurlu hissedecekleri güvenli bir ortamda veya taraflarca kabul edilen bu işe uygun başka yerlerde, gerçekleştirilebilir. (2) Adlîye binalarında uzlaştırma müzakerelerinin yapılabilmesi amacıyla, imkânlar ölçüsünde toplantı odaları tahsis edilebilir. Toplantı odalarının düzenlenmesi, büro hizmetlerinin ve gerekirse güvenliğin sağlanması, uzlaştırma toplantıları için tahsis sıra ve saatleri Cumhuriyet başsavcılığı tarafından yerine getirilir. Uzlaştırmacıların eğitimi MADDE 30 – (1) Görevlendirilecek kişilerin görevlerine başlamadan önce eğitim almaları ve görev yaptıkları sürece eğitime tâbi tutulmaları sağlanır. (2) Eğitim; alternatif uyuşmazlık çözümü ve müzakere becerileri ile yöntemlerini geliştirmeyi, mağdur, suçtan zarar gören, şüpheli ya da sanık ile birlikte çalışmanın özel koşulları ve ceza adaleti sistemi hakkında bilgi sahibi olma hususlarında yeterlilik kazandırmayı amaçlamalıdır. (3) Eğitimin konusu; görev yapacak kişilerin sahip olmaları gereken asgarî nitelikler, bilgi düzeyi ve kişisel yeteneklerinin geliştirilmesinden oluşur. Uzlaştırmacı olarak görevlendirilecek kişilere; a) Uzlaştırmanın hukukî niteliği ve sonuçları, b) Uzlaşmanın uygulama alanları, c) İletişim esasları, soru ve müzakere teknikleri, müzakere yönetimi, uzlaştırma raporu, ç) Uyuşmazlık analizi, d) Uzlaşmaya tâbi suçlar, e) Etik kurallar, konularında eğitim verilir. (4) Uzlaştırmacı olarak görevlendirilecek kişilerin eğitimi, Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği, ilgili barolar ve bu konuda eğitim veren üniversiteler ile işbirliği içerisinde yerine getirilir. (5) Uzlaştırmacı olarak görevlendirilecek avukatların seçimi, eğitimi, uymakla yükümlü oldukları etik kurallar ve standartları gösteren ilke ve esaslar, Türkiye Barolar Birliği tarafından değerlendirilir. Uzlaştırmacı ücreti ve giderler MADDE 31 – (1) Uzlaştırmacıya soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme tarafından masraflar hariç, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Ödenecek Ücret Tarifesinde soruşturma aşaması için belirlenen miktarın iki katını geçmemek üzere, uzlaştırmacının şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin; yaşı, olgunluğu, eğitimi, sosyal ve ekonomik durumu gibi belirgin farklılıkları değerlendirmede ve tarafları uzlaştırmadaki becerisi, bu süreçde gösterdiği çaba ve gayreti, harcadığı emek ve mesaisi gibi faktörlerin yanısıra uyuşmazlığın kapsamı ve niteliği de dikkate alınarak çalışmasıyla orantılı makul bir ücret belirlenir. Uzlaştırmacı tarafından zorunlu yol giderleri de dahil olmak üzere yapılan masraflar anılan ücret tarifesinde soruşturma aşaması için belirlenen miktarı geçmeyecek şekilde ayrıca ödenir. (2) Görevlendirilen uzlaştırmacıya belirlenen ücret, uzlaştırma işlemleri sonunda düzenlenecek raporun ibrazından sonra makul süre içerisinde Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından sarf kararı ile ödenir. (3) Birden fazla uzlaştırmacının görevlendirildiği hâllerde takdir edilecek ücret bu kişilere katkıları oranında paylaştırılır. (4) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri, yargılama giderlerinden sayılır ve bu giderler ilgili ödenekten karşılanır. (5) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır. (6) Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır. (7) Uzlaştırmacının çalışması karşılığında uzlaştırma ücreti talep etmediği hâllerde bu madde hükümleri uygulanmaz. Tutulacak kartonlar MADDE 32 – (1) Cumhuriyet başsavcılıklarında uzlaşma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına ve kamu davasının açılmasının ertelenmesine dair kararların; mahkemelerde ise düşme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararların bir örneğinin saklandığı özel bir karton tutulur. Bu kartonlara konulacak karar nüshalarında ilgisine göre Cumhuriyet savcısı ya da hâkimin imzası ile Cumhuriyet başsavcılığı ya da mahkeme mührünün bulunması zorunludur. Formların bastırılması ve dağıtımı MADDE 33 – (1) Bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Ek 1/a sayılı Uzlaşma Teklif Formu dışındaki formlar, Cumhuriyet başsavcılıklarınca ilgili ödenek kaleminden harcama yapılmak suretiyle yeterli sayıda bastırılarak mahkemelere ve Cumhuriyet savcılarına dağıtımı yapılır. (2) Adlî kolluk tarafından yapılacak uzlaşma teklifi formlarının bastırılması ve dağıtımı işlemleri, ilgili adlî kolluk tarafından yerine getirilir. Kamuoyunun bilgilendirilmesi MADDE 34 – (1) Uzlaşmanın mahiyeti, koşulları ve sonuçları ile uzlaşmaya tâbi suçlar ve uzlaştırma süreci hakkında yol gösterici bilgileri içeren rehber kitapçık ve diğer yöntemlerle kamuoyu bilgilendirilir. Yürürlük MADDE 35 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 36 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür. (İLGİLİ ADLÎ KOLLUK BİRİMİ) UZLAŞMA TEKLİF FORMU A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu .. …………………………… suçunun uzlaşmaya tabi olması nedeniyle ………….. Cumhuriyet savcısı …………………………………’ın tâlimatları doğrultusunda bu formun (D) bölümünde yer alan uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçları aşağıda açık kimliği belirtilen kişiye anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. …/…./20…. Saat: …….. Teklifte Bulunan Adlî Kolluk Görevlisi Adı Soyadı Rütbesi-Sicil No B. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN C. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN KİŞİNİN 1. (….) Mağdur 2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi 3. ( ....) Suçtan Zarar Gören 4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi 5. (….) Şüpheli 6. (….) Şüphelinin Kanunî Temsilcisi 1. T.C. Kimlik No 2. Adı Soyadı 3. Baba Adı 4. Anne adı 5. Doğum Yeri ve Tarihi 6. Adres ve İletişim Bilgileri D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçları: a) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve takip haklarının sona ermesi karşılığında şüpheli hakkındaki suç soruşturması aşağıdaki koşullarla son bulacaktır. b) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz. c) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp, uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz. ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da görevli Cumhuriyet savcısına karar bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır. d) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen taraflar, uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler. e) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha Cumhuriyet savcısınca uzlaştırma yoluna başvurulamaz. f) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir. g) Taraflar bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak Cumhuriyet savcısı tarafından barodan bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da hukuk öğrenimi görmüş bir kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir. ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut soruşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada delil olarak kullanılamaz. h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir. ı) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır. i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu Cumhuriyet savcısı tarafından belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder. j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı verilir. Bu husus, adlî sicile kaydedilmez. k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi hâlinde; Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince dava zamanaşımı işlemez. l) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilir. m) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şartlar aranmaksızın kamu davası açılır. n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır. ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır. p) Şüphelinin edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır. r) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez. s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren uzlaşmaya tabi suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen, Kanunun 171 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi hâlinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verebilir. E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını anladım. Formun bir örneğini aldım. Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini; İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak …./…./20… Saat: ……. İmza istiyorum. Kabul ediyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza Kabul etmiyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza T.C. ………………. CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI UZLAŞMA TEKLİF FORMU A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu ……………………….………… suçunun uzlaşmaya tabî olması nedeniyle aşağıda açık kimliği belirtilen kişiye bu formun (D) bölümünde yer alan uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. ..../…./20…. Saat: …….. Teklifte Bulunan Cumhuriyet Savcısının Adı Soyadı Sicil No B. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN C. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN KİŞİNİN 1. (….) Mağdur 2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi 3. ( ....) Suçtan Zarar Gören 4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi 5. (….) Şüpheli 6. (….) Şüphelinin Kanunî Temsilcisi 1. T.C. Kimlik No 2. Adı Soyadı 3. Baba Adı 4. Anne adı 5. Doğum Yeri ve Tarihi 6. Adres ve İletişim Bilgileri D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları: c) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve takip haklarının sona ermesi karşılığında şüpheli hakkındaki suç soruşturması aşağıdaki koşullarla son bulacaktır. d) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz. c) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp, uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz. ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da görevli Cumhuriyet savcısına karar bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır. g) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen taraflar, uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler. h) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha Cumhuriyet savcısınca uzlaştırma yoluna başvurulamaz. i) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir. g) Taraflar bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak Cumhuriyet savcısı tarafından barodan bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da hukuk öğrenimi görmüş bir kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir. ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut soruşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada delil olarak kullanılamaz. h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir. ı) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır. i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu Cumhuriyet savcısı tarafından belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder. j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı verilir. Bu husus, adlî sicile kaydedilmez. k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi hâlinde; Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince dava zamanaşımı işlemez. l) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilir. m) Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından, Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şartlar aranmaksızın kamu davası açılır. n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır. ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır. p) Şüphelinin edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır. r) Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez. s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren uzlaşmaya tabi suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen, Kanunun 171 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi hâlinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verebilir. E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını anladım. Formun bir örneğini aldım. Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini; İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak …./…./20… Saat: ……. İmza istiyorum. Kabul ediyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza Kabul etmiyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza T.C. ………………. CEZA MAHKEMESİ UZLAŞMA TEKLİF FORMU A. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde, soruşturma konusu ……………………….… suçunun uzlaşmaya tabi olması nedeniyle aşağıda açık kimliği belirtilen kişiye bu formun (D) bölümünde yer alan uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları anlatılarak uzlaşma teklifinde bulunulmuştur. .…/…./20…. Saat: …….. Teklifte Bulunan Hâkimin Adı Soyadı Sicil No B. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN C. UZLAŞMA TEKLİFİ YAPILAN KİŞİNİN 1. (….) Mağdur 2. (….) Mağdurun Kanunî Temsilcisi 3. ( ....) Suçtan Zarar Gören 4. (….) Suçtan Zarar Görenin Kanunî Temsilcisi 5. (….) Sanık 6. (….) Sanığın Kanunî Temsilcisi 1. T.C. Kimlik No 2. Adı Soyadı 3. Baba Adı 4. Anne adı 5. Doğum Yeri ve Tarihi 6. Adres ve İletişim Bilgileri D. Uzlaşmanın mahiyeti ile uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukuki sonuçları: e) Uzlaşma, suçtan doğan zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, eski hâlin iadesi veya hukuka uygun maddî veya manevî diğer bir edim karşılığında ya da uzlaşmayı sağlayacak diğer bir usulle iki tarafın anlaşmasıdır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda mağdur ya da suçtan zarar görenin her türlü hukukî dava ve takip haklarının sona ermesi karşılığında sanık hakkındaki kovuşturma aşağıdaki koşullarla son bulacaktır. f) Uzlaştırma teklifini kabul ederek bu konuda karşı tarafla görüşme, suçu kabul veya haklarından vazgeçme anlamına gelmez. Bu durum tarafların sahip oldukları haklarda bir kayba da yol açmaz. g) Taraflar uzlaştırma teklifini kabul etseler dahi, görüşmeler sonucunda uzlaşmak zorunda olmayıp, uzlaşma sağlanana kadar bu yöndeki iradelerinden vazgeçebilirler. Vazgeçme, hak kaybına yol açmaz. ç) Uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren en geç üç gün içinde teklifi yapan mahkemeye karar bildirilmediği takdirde, teklif reddedilmiş sayılır. d) Uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen, taraflar uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç duruşmanın sona erdiği açıklanıp hüküm verilmeden önce mahkemeye başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler. e) Teklif kabul edilmesine karşın uzlaştırma girişimi başarılı olmadığı takdirde bir daha mahkeme uzlaştırma yoluna başvurulamaz. f) Uzlaşma teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, kovuşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir. g) Taraflar bizzat hâkim tarafından uzlaştırılabilecekleri gibi; uzlaştırmacı olarak hâkim tarafından barodan bir avukatın görevlendirilmesi istenebilecek ya da Yönetmelikte nitelikleri belirlenen hukuk öğrenimi görmüş bir kimse görevlendirilebilecektir. Tarafların üzerinde anlaştıkları bir avukat ya da hukuk öğrenimi görmüş bir kişi var ise takdire göre onlar da tercih edilebilecektir. ğ) Uzlaştırma müzakereleri sırasında tarafların konuyla ilgili olarak yapacakları açıklamalar mevcut kovuşturmada ve disiplinle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, hiçbir soruşturma ve kovuşturmada ya da davada delil olarak kullanılamaz. h) Uzlaştırma müzakereleri gizli olarak yürütülür. Uzlaştırma müzakerelerine sanık, mağdur, suçtan zarar görenler ile bu kişilerin kanunî temsilcisi, müdafi ve vekil katılabilir. ı) Sanık, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisinin ya da vekilin müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır. i) Uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine dayandığı ve edimin hukuka uygun olduğu mahkeme tarafından belirlendiği takdirde, uzlaşma raporu veya belgesi hüküm ifade eder. j) Uzlaşma gerçekleştiği ve edim def’aten yerine getirildiği takdirde, sanık hakkında davanın düşmesine karar verilir. Bu husus, adli sicile kaydedilmez. k) Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi hâlinde; Kanunun 231 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince dava zamanaşımı işlemez. l) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilir. m) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, mahkeme tarafından, Kanunun 231 inci maddesinin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır. n) Uzlaşmanın sağlanması hâlinde, kovuşturma konusu suç nedeniyle tazminat, eski hâlin iadesi veya diğer bir tazminat davası açılamaz. Açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. o) Uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri yargılama giderlerinden sayılır, ilgili ödenekten karşılanır. Uzlaşmanın gerçekleşmesi durumunda, bu ücret ve giderler Devlet Hazinesi üzerinde bırakılır. ö) Uzlaşmanın gerçekleşmemesi hâlinde uzlaştırmacı ücreti ve diğer uzlaştırma giderleri hakkında Kanunun yargılama giderlerine ilişkin hükümleri uygulanır. p) Sanığın edimini yerine getirmemesi hâlinde uzlaşma raporu veya belgesi 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilâm mahiyetinde belgelerden sayılır. r) Sanık, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduktan itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek mahkemeye verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez. s) Uzlaşma sağlanamadığı takdirde, sanığa yüklenen soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bir suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, bir yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise Kanunun 231 inci maddesinin altıncı fıkrasındaki koşulların birlikte gerçekleşmesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. E. Bu formun (D) bölümünde yer alan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253’üncü maddesi çerçevesinde uzlaşmanın mahiyeti, uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçlarını anladım. Formun bir örneğini aldım. Şahsıma yapılan uzlaşma teklifini; İnceleyip üç gün içinde beyanda bulunmak …./…./20… Saat: ……. İmza istiyorum. Kabul ediyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza Kabul etmiyorum. …./…./20… Saat: ……. İmza UZLAŞTIRMA RAPORU ÖRNEĞİ Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma No : Mahkeme Esas No : Uzlaştırmacının : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası : Görevlendirme tarihi : Görevi tebellüğ tarihi Dosya içindeki belgelerin birer örneğinin verildiği / Uzlaştırma süresinin başladığı tarih : Ek süre verilme tarihi : Şüphelinin / Sanığın / Kanunî temsilcisinin : : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Müdafiin : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası : Mağdur / Suçtan zarar görenin / Kanunî temsilcisinin : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Vekilin : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Kayıtlı olduğu baro ve sicil numarası : Tercümanın : Adı ve Soyadı : T.C. kimlik numarası : Adresi : Taraflardan biri yabancı ülkede oturuyorsa Türkiye’de göstereceği ikametgâhı : Taraflardan biri yabancı ve Türkiye’de göstereceği bir ikametgâhı yok ise ülkesindeki ikametgâhı : Raporun düzenlendiği yer ve tarihi : Uzlaşma konusu suç / suçlar : Uzlaştırma sonucu : ..................................................................................................................................................... ........ ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. Tarafların üzerinde anlaştıkları edimin yerine getirilme şekli ve zamanı / Uzlaştırmanın başarısızlıkla sonuçlanması hâlinde nedenleri : ..................................................................................................................................................... ........ ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……. ………………………………………………………………………………………………… ……... ………………………………………………………………………………………………… ……... ………………………………………………………………………………………………… ……... Yapılan giderler: İmzalar Şüpheli / Sanık : Mağdur / Mağdurlar : Suçtan zarar gören : Müdafi : Vekil : Kanunî temsilci : Uzlaştırmacı : ONAY ŞERHİ Tarih, mühür ve imza Cumhuriyet savcısı / hâkim ONAYLAMAMA GEREKÇESİ: Tarih, mühür ve imza Cumhuriyet savcısı / hâkim Adalet Bakanlığından: HÜKÜMLÜ VE TUTUKLULARIN ZİYARET EDİLMELERİ HAKKINDA YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK MADDE 1 – 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Hükümlü ve tutuklular, birinci fıkrada sayılanlar dışında kalan üç ziyaretçisinin adı ve soyadı ile bilmesi hâlinde adresini ceza infaz kurumuna kabulünden ve kendisine bu hususun tebliğ edildiği tarihten itibaren 10 gün içinde bildirir. Bu ziyaretçiler, ölüm, ağır hastalık, doğal afet, hükümlü ve tutuklunun nakli ya da ziyaretçinin ziyaret olanağını ortadan kaldıracak yerleşim yeri değişikliği gibi zorunlu hâller dışında değiştirilemez. Ceza infaz kurumu yönetimince, gerekli görülmesi hâlinde bildirilen ziyaretçiler hakkında, ziyarette bulunmalarında sakınca bulunup bulunmadığı konusunda kolluk aracılığıyla araştırma yaptırılır. Sakıncalı görülenlere ziyaret izni verilmez ve yeni ziyaretçinin bildirilmesi istenir." MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Hükümlü ve tutuklular, Bakanlıkça uygun görülen, dinî ve milli bayramlar ile özel günlere mahsus olmak üzere, belirlenen tarihlerde, anne, baba, eş, çocuk, torun, büyükanne, büyükbaba ve kardeşleriyle açık görüş yapabilir." MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 26 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "İzleme kurulu üyelerinden en az dört üyenin katılımıyla oluşan heyet ile infaz hâkimleri ve görevleri çerçevesinde denetimli serbestlik personeli önceden izin almaksızın ceza infaz kurumlarını ziyaret eder. Bu ziyaret ve görüşmelerde güvenliği tehlikeye düşürmeyecek tedbirler kurum yönetimince alınır. Ziyaret ve görüşmeler, kurum görevlilerinin gözetiminde yapılır. Ancak; İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, izleme kurulu üyeleri, infaz hâkimleri, denetimli serbestlik personeli ve kanunlarla yetkili kılınmış heyet ve kişiler hükümlü ve tutuklularla özel görüşme yapabilir." MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Denetim amacıyla Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle yetkisi kabul edilen kurum ve kuruluşların temsilcileri hükümlü ve tutukluları, ziyaret yapma niyetini Bakanlığa önceden bildirmek suretiyle, ilgili sözleşme hükümleri ve ulusal mevzuattaki usul ve esaslar çerçevesinde ziyaret edebilir. Heyet ziyaret sırasında hükümlü ve tutuklularla özel olarak görüşebilir, kurumun her yerine girebilir. Ayrıca, heyetin hükümlü ve tutukluların bulundukları yerler hakkındaki istediği tüm bilgiler kendilerine sağlanır. Taraf olduğumuz sözleşmeler gereğince Ülkemize iade edilen Türk uyruklu hükümlü ve tutuklular, Bakanlığın izniyle ve iadenin koşulu olmak şartıyla, iade eden ülkenin konsolosluk memurunca ziyaret edilebilir. Bu ziyaret izninde karşılıklılık aranabilir, tercüman yardımından faydalanılabilir." MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 40 ıncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. "Milletvekillerinin, ceza infaz kurumlarındaki yaşam şartlarını yerinde görerek tespitlerde bulunmak, inceleme yapmak veya hükümlü ve tutuklular ile görüşmede bulunmak amacıyla yapmış oldukları istemler, ceza infaz kurumu idaresine bilgi vermek koşuluyla yerine getirilir. Milletvekilleri, hükümlü ve tutuklularla açık ziyaret şeklinde görüşebilir. Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Üçüncü Kısım Beşinci Bölüm, Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümleri ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yer alan suçlardan tutuklu ve hükümlü olanlar ile bunların ceza infaz kurumunda barındırıldıkları bölümler, yalnızca Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili komisyon üyeleri tarafından komisyon kararı ve görevi çerçevesinde ziyaret edilebilir." MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 41 inci maddesinin birinci fıkrasından sonra ikinci fıkra olarak aşağıdaki fıkra eklenmiştir. "Yabancı uyruklu hükümlü ve tutukluların ziyaret ve avukat görüşlerinde, ücreti taraflarca karşılanmak koşuluyla bir tercümandan veya o dili bilen bir gönüllünün yardımından yararlanılabilir." MADDE 7 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 8 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ KARARLARI Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/3 KARAR NO: 2007/64 KARAR TR : 7.5.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 1 - Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan üçüncü yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli olduğunun saptanması halinde de, Uyuşmazlık Mahkemesinin, görevli yargı yerini belirleme yetkisine sahip bulunduğu, 2 - Görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen P.Uzm.Çavuşun mirasçıları tarafından, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacılar : Kendisi Adına ve R.A. M.'ya Velayeten N.M. ve N.M. Vekili : Av. Ü.G. Davalı : Mili Savunma Bakanlığı Vekili : Av. M.Ç.A. O L A Y: Davacıların eşi ve babaları Vedat Mutlu, İç Güvenlik Tb. K. lığı emrinde P.Uzm.Çvş. olarak görev yapmakta iken ve ağır silah atışından dönerken; içinde bulunduğu P.Er F.A. yönetimindeki 247 685 plakalı Mercedes Unimog tipi Askeri aracın, yakın gelen sivil bir araca çarpmamak için sürücünün ani manevrası ve yeni başlayan yağışın etkisiyle kayarak devrilmesi sonucunda yaralanmış ve daha sonra da hastanede buna bağlı olarak 19.01.2006 günü gününde ölmüştür. Davacılar vekilince, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi olmak üzere toplam 75.000 YTL. tazminatın, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, davalı idarece ödenmesi istemiyle, 26.4.2006 tarihli dilekçeyle adli yargı yerinde dava açılmıştır. Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur. ANKARA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 28.6.2006 günlü celsesinde E:2006/179 sayı ile, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Anayasanın 125.maddesinde, İdarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunumun 2.maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de , idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü İdari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu; olayda, davacının asker olan eşinin görev dönüşü içinde bulunduğu askeri aracın takla atması sonucunda yaralandığı ve daha sonra da hastanede buna bağlı olarak öldüğünün anlaşıldığı; Davacı, eşinin, idarenin hizmet kusuru nedeniyle öldüğünü ileri sürerek tazminat isteğinde bulunduğuna göre, olayda davalı idarenin hizmet kusurunun olup olmadığı ve davacının tazminata hak kazanıp kazanmadığının saptanmasına ilişkin olan uyuşmazlığın, bu haliyle 1602 sayılı Yasanın 20/1 maddesi kapsamında da görülmesi olanağının bulunmadığı; bu durumda, Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak tam yargı davalarına bakmakla görevli olan genel idari yargı yerlerine ait bulunduğundan, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin, anılan Bakanlığın görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasanın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 85. maddesinin, değişik birinci fıkrasında "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerini taşıdığı; 106. maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır." hükmüne yer verildiği; anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi bulunmasının doğal olduğu; nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun, hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği; belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açık olduğundan Danıştay Başsavcılığının yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Başvuru dilekçesi ve ekleri üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bakanlıkça anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada genel idari yargının; AYİM Savcısı Selahattin KARAKAYA’nın ise askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, görevli bulunduğu askeri aracın uğradığı trafik kazası sonucunda ölen P.Uzm.Çavuşun mirasçıları tarafından, destekten yoksunluk karşılığı maddi ve ayrıca manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır. Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmektedir. Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası” na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır. Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır. Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir. Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır. Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince: Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır. İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir. Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli bulunan P.Uzm.Çavuşun ölümü dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır. Her ne kadar, adli yargı yerince verilen görevlilik kararı üzerine, Danıştay Başsavcısı tarafından genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık; açıklanan gerekçelerle görevin AYİM’e ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış olduğuna göre, görev uyuşmazlığı çıkaran yargı yerlerinin dışında kalsa bile Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan mahkemelerce bakılmasını önlemektir. Bu nedenle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’ e ait olduğundan, Danıştay Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusunun kabulüyle, Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ YÜKSEK İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.6.2006 gün ve E:2006/179 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.5.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/4 KARAR NO: 2007/53 KARAR TR : 2.4.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4077 Sayılı Yasanın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, 25/8. maddesi uyarınca verilen idari para ve durdurma cezasının iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı: Rasa Güzellik Merkezleri Gıda Tur.İth.İhr.San.Tic.Ltd.Şti. Vekili : Av. C.Ç.T. Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (Tük. ve Rek. Kor. Gen. Müd.) OLAY : Reklam Kurulunun 13.12.2005 tarih ve 123 sayılı toplantısında alınan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 23.12.2005 tarih 2005/286 sayılı onayı ile uygun bulunan işlem ile, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle anılan Kanunun 17 ve 25/8. maddeleri uyarınca idari para ve reklamları durdurma cezası verildiği hususu davacıya tebliğ edilmiştir. Davacı vekili, idari para ve durdurma cezasının iptali istemiyle 1.3.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 6.4.2006 gün ve Müt.E:2006/74, Müt.K:2006/74 sayı ile, dosyadaki evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda; Reklam Kurulunun 13.12.2005 tarih ve 123 sayılı toplantısında alınan kararın Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 23.12.2005 tarih 2005/286 sayılı onayı ile uygun bulunarak, itiraz eden hakkında 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanun'la değişik 16. maddesinde öngörülen ticari reklam esaslarına aykırı reklam yapıldığı gerekçesi ile aynı kanunun 25/8 maddesi uyarınca idari para cezası düzenlendiği, yapılan itirazın Kabahatler Kanunun 3.maddesi gereğince genel hükümlere tabi olduğu, Anayasa Mahkemesi 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3.maddesini 01/03/2006 tarih 2005/108 E.2006/35 K.sayılı kararı ile Anayasa'ya aykırı olduğundan bahisle iptaline karar verdiği, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Kanununun 25.maddesinde belirtilen idari para cezasını kimlerin vereceği ve buna karşı itiraza ilişkin düzenlemenin mevcut olduğu, aynı Kanunun 26.maddesi gereğince de İdari Mahkemelerinin görevli gösterildiği; bu gerekçeler doğrultusunda Tüketicinin Korunması Kanununa dayalı olarak verilen idari para cezasının, mahkemelerinin inceleyebileceği kararlardan olmadığı, itiraz edenin 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Kanunun 26/c maddesi gereğince İdare Mahkemesine dava açmakta serbest olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle 2.5.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 16.5.2006 gün ve E:2006/1254, K:2006/1420 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununun 2. maddesinde, idari yargının görev alanının, idari işlem ve eylemler ile genel hizmetlerden birinin yürütülmesi için yapılan idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklardan doğan davalarla sınırlı olduğu, 14. maddesinin 3/a bendinde, dava dilekçelerinin görev ve yetki yönünden inceleneceği, b fıkrasında da yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı, 15. maddesinin 1/a bendinde ise, adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin kurala bağlandığı; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2.maddesinde; "kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık" Kabahat olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde; kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; yukarıda sözü edilen Kanunun "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde ise; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, geçici 2. maddesinde de, bu Kanunun hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idarî yaptırım kararları hakkında uygulanmayacağının hükme bağlandığı, sözü edilen 5326 sayılı Kanunun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava açılabileceği; bu durumda, dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL, Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 02.04.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esası incelenmelidir. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle, aynı Yasa’nın 17 ve 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca idari para ve reklâmları durdurma cezası verilmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılmıştır. 23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir” denilmiş; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 17. maddesinde, Reklâm Kurulu konusundaki düzenlemeye yer verilmiş; 25. maddesinin 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 26. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanunda düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte olduğu, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. 4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077 sayılı Yasa’nın 25. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Dava konusu işlemin, reklâmları durdurma cezası verilmesine ilişkin kısmına gelince; Yasa’da, durdurma cezalarına karşı yapılacak itirazlara bakmakla adli yargı yerinin görevli olduğu yolunda açık bir hükme yer verilmemiş bulunması karşısında, idarenin organları eliyle uygulanan ve idari işlem niteliğini taşıyan durdurma cezası; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin birinci fıkrasının “a” bendine göre, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında olup, görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.5.2006 gün ve E:2006/1254, K:2006/1420 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.04.2007 gününde idari para cezası yönünden OYBİRLİĞİ İLE, durdurma cezası yönünden, Üye Serap AKSOYLU’nun KARŞI OYU ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** KARŞI OY Dava, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16. maddesi hükümlerine aykırılık nedeniyle anılan Yasanın 25/8. maddesi uyarınca verilen idari para ve durdurma cezasının iptali istemiyle açılmıştır. 4077 sayılı Yasa’nın 23. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.” hükmüne yer verilmiştir. Yasa’nın “Ceza Hükümleri” başlıklı 25. maddesinde ise, Yasa hükümlerine aykırı eylemlere uygulanacak ceza tür ve miktarları belirlenmiş; 8. bendinde “16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanır. Reklam Kurulu, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebilir. 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezası on katı olarak uygulanır.” kuralı yer almıştır. Anılan Yasa’nın “Cezalarda Yetki, İtiraz ve Zamanaşımı” başlıklı 26. maddesinde de; 25’inci maddenin bir, dört, yedi, sekiz, dokuz ve onuncu fıkralarındaki cezaların Bakanlık tarafından, diğer fıkralarındaki cezaların ise o yerin mülki amiri tarafından uygulanacağı, bu Yasada düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte olduğu, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği kurala bağlanmıştır. Yargılama usulünde görev konusu kamu düzenine ilişkin bulunduğundan, görevle ilgili düzenlemelerin açık ve net olması, karışıklığa meydan vermemesi gerekmektedir. Olayda, 4077 sayılı Yasa’nın 25. maddenin sekizinci fıkrası uyarınca verilmiş olan durdurma cezasının iptali istenilmektedir. Yukarıda yer alan hükümlerin birlikte değerlendirilmesinden, 4077 sayılı Yasa’nın 23. maddesinde bu Yasanın uygulanmasıyla ilgili olarak çıkabilecek her türlü uyuşmazlıklara Tüketici Mahkemelerinde bakılacağı belirtilerek, Yasa’nın uygulanması bakımından Tüketici Mahkemelerinin genel görevli kılındığı, 26. maddeyle İdare Mahkemelerine yalnızca idari para cezaları yönünden özel görev yüklendiği, dolayısıyla, 4077 sayılı Yasa’nın uygulanması bakımından İdare Mahkemelerinin idari para cezaları ile sınırlı olarak görevli kılındığı, bunun dışında kalan tüm uyuşmazlıkların Tüketici Mahkemelerince çözüme kavuşturulacağı sonucuna ulaşılmaktadır. 4077 sayılı Yasa uyarınca; davanın, davacı Şirkete verilen durdurma cezasının iptali istemiyle açılan kısmının aynı Yasa’nın 23. maddesiyle verilen görev kapsamında Tüketici Mahkemesince çözümlenmesi gerektiği görüşüyle, uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki karara katılmıyorum. ÜYE Serap AKSOYLU *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/5 KARAR NO: 2007/54 KARAR TR : 2.4.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : E.D. Vekilleri : Av. M.Ç. Av.M.V. Davalı : Ulaştırma Bakanlığı, Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü OLAY : Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü’nün 6.6.2006 gün ve 180518 sayılı işlemi ile, yetki belgesiz taşıma yaptığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ TEK HAKİMİ ; 6.7.2006 gün ve E:2006/2142; K:2006/967 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 18.10.2006 gün ve E:2006/1488, K:2006/1488 sayı ile, Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 1.3.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan Yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasada sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu yönünde özel bir hüküm bulunmadığından, Mahkemelerinin görevsiz olduğunun anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel Yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL, Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 2.4.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü ve yazılı açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir. 4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925 sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 6.7.2006 gün ve E:2006/2142, K:2006/967 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.4.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/6 KARAR NO: 2007/117 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: İdari yargı yerinde kişiler aleyhine dava açılmasına olanak bulunmadığı ve şahsi kusuruna dayanılarak doğrudan doğruya özel şirket ve kamu görevlisinin aleyhine açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Vekili : Av .M.S. Davalılar :1- Zorlu İnşaat Ve San. Ltd. Şti., 2- M.H.E. 3- A.R.G. 4- M.B., 5R.B., 6- H.A. OLAY :Davacı İdare tarafından; Gaziantep-0ğuzeli-Yazılı Köyü Kanalizasyon İnşaatı İşi’nin Köy Hizmetleri Gaziantep İl Müdürlüğü'nün yıllık yatırım programları dahilinde 1997 ve 1998 yıllarında iki kısım halinde emanet olarak taşeronlara yaptırıldığı; işin bir kısmının 25.08.1997 olur tarihli ek programa emanet olarak alındığı, 12.09.1997 tarihli onay belgesi ile 9.800,00 YTL tutarındaki ödenek ve keşfi kapsamında yapımına onay verildiği; İI Müdürlüğü'nün 18.09.1997 tarihli olurları ile işin yürütülmesinden sorumlu Emanet Komisyonu ve işin ihalesini yapacak olan ihale komisyonunun kurulduğu; Emanet Komisyonunun, davalılardan Ahmet Raif GÜL(Eski İnş. İsk.Şb.Müdürü), Mustafa Haşim EKMEKÇl (İnş. Müh.İşin Kontrolü), Münir BİLİM (Topoğraf Üye), Recep BOSTANCIERİ(Fon Veznedarı Üye) den oluştuğu; İhale Komisyonunun 24.09.1997 tarihli kararı ile söz konusu işin %8,30 oranında tenzilat ile Zorlu inşaat firmasına ihale edildiği; Bölge Müdürlüğü'nün 01.10.1997 tarih ve 23306 sayılı oluru ile bu ihalenin onaylanarak, 24.10.1997 tarihinde firmaya işyeri tesliminin yapıldığı; Emanet Komisyonunun kararı ile R3R34 No'lu logarlar arası ile fosseptik temel kazısının üstten 1 mt dışında kalan 2,5 mt'lik kısmının ve diğer tüm kazıların zemin sert olduğundan el ile kazılmasına karar verildiği; İl Müdürlüğünce, davalılardan Zorlu İnşaat firmasına, inşaatta bazı eksikliklerin tespit edildiği ve bunların giderilmesi gerektiğine dair uyarı yazısı yazıldığı; daha sonra ilk yazının gereklerinin yerine getirilmediği ve projeye uygun olmayan diğer imalatların projeye uygun hale getirilmesi için yeniden yazılarak şifahi uyarıların dışında, davalı firmanın iki kez yazılı olarak uyarıldığı; İI Müdürlüğünün Bölge Müdürlüğü'ne yazdığı yazı ile, inşaatın 1 No'lu hakediş raporunun düzenlenerek bu hakedişten 4.500,00 YTL'nin emanete alınarak ikinci bir yazıda serbest bırakılmasının talep edildiği, daha sonraki yazılarla bu emanetin serbest bırakıldığı; 08.09.1997 tarih ve 711/21839 sayılı Bölge Müdürlüğü oluru ile kurulan Komisyonca 08.04.2002 tarihinde işin kesin kabulünün yapılarak, 18.07.2003 tarihinde Bölge Müdürlüğü'nce onaylandığı; ancak söz konusu tesis hakkında Teftiş Kurulu'na yapılan şikayet üzerine inceleme başlatıldığı; yapılan inceleme kapsamında; 07.08.2003 tarih ve 33 sayılı Müfettişlik talimatı doğrultusunda Çevre Mühendisi tarafından düzenlenen 11.08.2003 tarihli teknik raporda; yapılan imalatlar ile tasdikli proje arasında büyük farklılıkların olduğu, proje disiplininin sağlanmadığı, projede hatalar ve daha sonra da tadilat yapıldığı, ancak tadilattan sonra onaylanan projeye imalat aşamasında uyulmadığı, dolayısı ile gerek projeden kaynaklanan hatalardan, gerekse projenin sahaya aplikasyonu sırasındaki uygulama hatalarından dolayı, projenin ilk noktasından itibaren gerekli kazı derinlikleri sağlanmadığından tesisin çalışmadığı, daha sonra problemi gidermek için Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü ekiplerince herhangi bir projeye bağlı kalmadan afaki bir şekilde yeni bir kanalizasyon şebeke ağının döşendiği, mevcut iki adet 1500 kişilik çürütme tip fosseptiklere bağlandığı, bu tesisin halen çalıştığı bu uygulama sırasında 1998 yılında müteahhit Lider İnşaatın yaptığı ve vaziyet planında 57/1 ve 57 nolu rogarlar ile bunların arasındaki 35 metrelik q200'lük hattın kullanıldığı, 1997 ve 1998 yılında yapılan 1500 kişilik fosseptiklerin kullanıldığı, bunun dışında 1997 ve 1998 yılında ihale kapsamında müteahhit firmalarca yapılan tüm imalatların projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine uygun olarak yapılmadığından tesisin çalışmamış olduğu; imalatların atıl kaldığı, atıI kalan imalatlara ödenen miktarların hakediş tarihi ve No'su itibariyle hesaplandığı; 1997 yılında yapılan atıl imalatlar:4 Aralık 1997 tarihli hakedişten çıkarılan rakamlarla; (ödenen tutar-ödenmesi gereken tutar) + zayi edilen büz bedeli = atıl imalat tutarı olarak;(5.939.070.8993.609.899.382)+426.003.173=2.755,18YTL (2.755.184.690.TL) olarak tespit edildiği; Teftiş Kurulu Başkanlığı'nca davaya konu inşaatla ilgili iddiaların incelenmesi sonucu düzenlenen 30.03.2004 gün ve 3-4 sayılı inceleme raporu sonucu; davacı kurumun uğradığı zararın fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, bu miktarın ödeme tarihinden itibaren faizi ile birlikte, bu zararın oluşmasında ihmal ve sorumluluklarının bulunması nedeniyle davalı firma Zorlu Inş. Ve San.Ltd.Şti. ile; komisyon başkan ve üyeleri; Başkan İnş.İsk.Şb.Md. Ahmet Arif GÜL, üye Inş.Müh.Mustafa Haşim EKMEKÇİ, Topoğraf üye Münir BİLİM ,üye fon veznedarı Recep BOSTANCIERİ'den ve 1999 yılında tesisin niçin çalışmadığı ve kabulünün yapılıp yapılmaması hususlarını araştırmadan pür emanet olarak yeniden yapılması kararı vererek işi pür emanet olarak yeniden yaptırmak suretiyle sorumluluğu bulunan İl Müdürü(eski) Hüseyin AKAY'dan müşterek ve müteselsilen tahsil edilmesi istemiyle 4.11.2004 gününde adli yargı yerinde dava açılmıştır, GAZİANTEP 2.SULH HUKUK MAHKEMESİ; 28.11.2005 gün ve E:2004/1610, K:2005/1903 sayı ile, davacı vekilinin Mahkemelerine vermiş olduğu dava dilekçesinde, Köy Hizmetleri tarafından Gaziantep-Oğuzeli Yazılı Köyü kanalizasyon inşaatı işi Köy Hizmetleri Gaziantep İl Müdürlüğünün yıllık genel idare yatırım programları dahilinde 1997 ve 1998 yıllarında iki kısım halinde emanet olarak taşeronlara yaptırıldığını, söz konusu işin %8,30 oranında tenzilatı ile Zorlu İnşaat Firmasına ihale edildiğini, 24.10.1997 tarihinde firmaya işyeri teslimi yapıldığını, söz konusu tesis hakkında Teftiş Kuruluna yapılan şikayet üzerine yapılan inceleme doğrultusunda yapılan imalatlar ile tasdikli proje arasında büyük farklılıkların olduğunu, daha sonra projede tadilat yapıldığını, projeye uyulmadığından tesisin çalışmadığını, daha sonra Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü ekiplerince herhangi bir projeye bağlı kalmadan afaki bir şekilde yeni bir kanalizasyon şebeke ağı döşendiğini, fakat tesisin yine de çalışmadığını, bu imalatların atıl kaldığını, idarenin uğradığı 2.755.184.690 TL zararın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ettiğini; davalılar vekilinin vermiş olduğu cevap dilekçelerinde, bu tür davaya bakmakla görevli Mahkemenin Gaziantep İdare Mahkemesi olduğunu, bu nedenle davanın görev yönünden reddine karar verilmesini talep ettikleri; dosyanın incelenmesinden, davanın Projeli taahhüt işine dayanak edilen işlerin sonucu ortaya çıkan tazminat davası olduğu, bu tür davalara bakmakla görevli Mahkemenin İdare Mahkemeleri olduğunun görüldüğü; Mahkemelerince de dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi vicdani kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. GAZİANTEP 1. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 10.11.2006 gün ve E:2006/2495 sayı ile, Davacı vekili tarafından, Gaziantep ili Oğuzeli İlçesi Yazılı Köyü kanalizasyon işinin bir kısmının, yapılan ihale ve ihale sonucu imzalanan sözleşme ile Zorlu İnşaat ve San. Ltd. Şti.'nin üstlendiği, ancak ihale kapsamında ilgili firmaca yapılan tüm imalatların, işin projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine uygun olarak yapılmadığından, tesisin çalışmadığı, atıl kaldığı, davacı kurumun zarara uğradığı gerekçesi ile müteahhit firma Zorlu İnş. ve San. Ltd. Şt, işin kontrolörü inşaat mühendisi Mustafa Haşim EKMEKÇİ, Şube Müdürü Ahmet Raif GÜL, topoğraf Münir BİLİM, fon veznedarı Recep BOSTANCIERİ, Köy Hizmetleri eski İl Müdürü Hüseyin AKAY'dan müştereken ve müteselsilen 2.755,18 YTL'nin tazmini istemi ile bakılan davada işin gereğinin düşünüldüğü; 2577 sayılı İdari Yargılama Usûlü Kanunun idari dava türleri başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri; a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar" idari dava türleri olarak tanımlandığı; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un yargı mercilerinin Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurmaları başlıklı 19. maddesinde "Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. Mahkemenin gerekçeli karan, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir." hükmüne yer verildiği; Gaziantep 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 28.11.2005 tarih ve E:2004/1610, K:2005/1903 sayılı görevsizlik kararı üzerine mahkemelerinde açılan davada, uyuşmazlığın bir kamu hizmetinin kurulması aşamasında yapılan ihale neticesinde tarafın üzerine düşen yükümlülükleri tam olarak yerine getirmemesi nedeniyle, müteahhit firma, ihale komisyonu ve işin kontrolörü olan şahıslara karşı açılan bir rücu davası niteliğinde olduğu, 2577 sayılı Yasada öngörülen dava türleri arasında yer almadığı, uyuşmazlığı çözmeye yetkili yargı yerinin adli yargı yeri olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle; dava dosyasının, görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesi’nce anılan Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmediğinden, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı idare tarafından yapılan kanalizasyon işinin ihalesi sonucu; üstlenici firmaca yapılan tüm imalatların, işin projesine, teknik şartnameye, fen ve sanat kaidelerine uygun olarak yapılmadığından, tesisin çalışmadığı, atıl kaldığı, davacı kurumun zarara uğradığı gerekçesi ile müteahhit firma, işin kontrolörü inşaat mühendisi, Şube Müdürü, topoğraf, fon veznedarı ve Köy Hizmetleri eski İl Müdüründen müştereken ve müteselsilen 2.755,18 YTL'nin tazmini isteminden ibarettir. Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zarar, kamu görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel bakımından “görev kusuru” olarak tanımlanan bu kusurun, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan “ hizmet kusuru” kapsamında idare hukuku esaslarına tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. Nitekim, Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verildikten sonra, 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanununun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine işaret edilmiştir. Bu düzenleme ile, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek ve kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak suretiyle kamu düzenini korumak amaçlanmış; aynı zamanda, zarara uğrayan kişi bakımından, memurlar veya diğer kamu görevlilerine oranla ödeme gücü daha yüksek olan bir sorumlu (idare) muhatap kılınmıştır. Buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak,idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, sorumlu personeline rücu edebilecektir. Buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin, yukarıda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığını ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası açılabilme olanağı bulunduğunu da belirtmek gerekir. Olayımızda, gerek adli, gerekse idari yargı yerlerinde, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu görevlilerinin kasta varan şahsi kusurundan doğduğu iddiasıyla ve doğrudan doğruya kamu görevlilerine karşı dava açıldığı; öte yandan, idarenin sorumluluğunu gerektiren bir görev ya da hizmet kusurundan sözedilmediği gibi, idareye karşı dava açılmamakla idari yargı yerince idarenin sorumluluğunun saptanmasına olanak bulunmadığı görülmektedir. Öte yandan, 2577 sayı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır. İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanı sıra, davanın idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde, kamu görevlisi de olsa, gerçek kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Belirtilen duruma göre, şahsi kusurlarına dayanılarak doğrudan doğruya özel şirket ve kamu görevlilerinin aleyhine açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin (Tek Hakim) başvurusunun kabulü ile Sulh Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Gaziantep 1.İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Gaziantep 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.11.2005 gün ve E:2004/1610, K:2005/1903 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde, OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/11 KARAR NO: 2007/56 KARAR TR : 2.4.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3621 sayılı Kıyı Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözüm-lenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Mapa İnşaat ve Ticaret A.Ş. Vekili : Av. A.Y.-Av. İ.C. Davalı : Çalkaya Belediye Başkanlığı OLAY : Çalkaya Belediye Encümeni’nin 6.12.2005 gün ve 93 no’lu kararı ile, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 20. maddesi ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca kaçak ve izinsiz olarak yapılan tesislerin yıktırılması; ayrıca, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 21. maddesi ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekilleri, söz konusu para cezasının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ ; 26.1.2006 gün ve E: 2005/2043, K:2006/52 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekilleri, bu kez aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 17.4.2006 gün ve E:2006/455, K:2006/455 Değ. İş. sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 esas, 2006/35 sayılı 01.03.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, idari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; İtiraz edenlerin hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 3194 sayılı İmar Kanununun 42. maddesine göre, idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun, özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediği; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkememizin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da İtiraz edenler hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın reddi suretiyle kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Serap AKSOYLU, Esen EROL, Abdullah ARSLAN ve Levent ÖZÇELİK’in katılımlarıyla yapılan 02.04.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında, anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 21. maddesine (dava konusu kararda sehven 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 21. maddesi uyarınca verildiği belirtilmiştir) ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni tarafından verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 4.4.1990 gün ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 15. maddesinde, bu Kanun kapsamında kalan alanlarda, Kanun hükümlerine uyulmadan ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapıların sahiplerine ve müteahhidine, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda öngörülen para cezalarının iki misli para cezası verileceği, cezalara karşı, cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği; 16. maddesinde, bu Kanunun uygulanması ile ilgili yönetmeliğin, Kanunun yayımından itibaren 3 ay içinde Maliye ve Gümrük, Turizm Bakanlıklarının yazılı görüşü alınarak Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca hazırlanacağı belirtilmiştir. 1.7.1992 tarih ve 3830 sayılı Kanun ile değişik 4.4.1990 tarih ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 5 ve 16. maddeleri gereğince düzenlenen Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte de Kanundakine paralel düzenleme yer almıştır. Öte yandan, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun işaret ettiği 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmıştır. 3621 sayılı Yasa’nın 15. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 3621 sayılı Yasa uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 26.1.2006 gün ve E:2005/2043, K:2006/52 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.04.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/12 KARAR NO: 2007/68 KARAR TR : 7.5.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET 1-Davanın çözümünde, aralarında uyuşmazlık çıkan yargı yerleri dışında kalan üçüncü yargı düzenine dahil yargı yerinin görevli olduğunun saptanması halinde de, Uyuşmazlık Mahkemesinin, görevli yargı yerini belirleme yetkisine sahip bulunduğu, 2- Göreve giderken, içinde bulunduğu askeri aracın karayolu üzerinde devrilmesi nedeniyle yaralanan ve hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir" raporu düzenlenerek terhis edilen P.Er davacının; kendisine maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle açtığı davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacılar : H.E. Vekili : Av. F.Ç.- Av.M.S.K. Davalı : Mili Savunma Bakanlığı Vekili : Av. M.L. OLAY : Davacı vekili, Elazığ K.K.8.Kor.Kh.Grp.Kh.Bl.K.lığında P.Er olarak görev yapan müvekkili Hakan Elüstü’nün, verilen bir görev nedeniyle 25.10.2003 tarihinde Sivas'a giderken, içinde yolcu olarak bulunduğu askeri aracın karayolu üzerinde devrilmesi nedeniyle yaralandığını, GATA'da yapılan tedavi sonucunda düzenlenen 06.05.2005 gün ve 1563 Sayılı TSK Sağlık Kurulu Raporu ile; "Sol APDF'de 1/5 kuvvet kaybı, sol dizde greft operasyonu sekonder granüle alan" tanısı ile hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir" raporu düzenlenerek terhis edildiğini belirterek; işgücünü yitirmesi nedeniyle uğradığı maddi kaybı karşılaşmak amacıyla 100,00YTL. maddi ve vücut bütünlüğünü yitirmesi nedeniyle ömür boyu yaşayacağı acı, keder ve üzüntüyü hafifletmek, bozulan manevi huzurunu düzeltmek amacıyla 18.000,00YTL. manevi tazminatın; maddi tazminat yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, davalı idarece ödenmesi istemiyle, 9.6.2006 tarihinde adli yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekilince, birinci savunma dilekçesinde, davada idari yargının görevli olduğu öne sürülerek görev itirazında bulunulmuştur. ANKARA 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 13.9.2006 günlü celsesinde E:2006/245 sayı ile, davalı idarenin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı idare vekilince, süresinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle başvuruda bulunulması üzerine dilekçe ve ekleri Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; Anayasanın 125.maddesinde, İdarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunumun 2.maddesinde idari dava türlerinin sayıldığı, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının, görüm ve çözümü İdari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterildiği, kamu hizmetini yürütmekle yükümlü kılınan kamu kuruluşunun, kamu hizmetini yürütürken kişilere verdiği zararın tazminine ilişkin davada, kamu hizmetinin, yöntemine ve hukuk kurallarına uygun olarak yürütülüp yürütülmediği, kamu yararına uygun şekilde işletilip işletilmediği, sonuçta, hizmet kusuru ve idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tayin ve tespitinin idari yargı yerlerine ait olduğu; uyuşmazlığın, içinde bulunduğu askeri aracın devrilmesi sonucu meydana gelen kazada yaralanan davacının, uğradığı iddia olunan zararının kamu hizmetini gereği gibi yürütmediği ileri sürülen davalı idareden tazminine ilişkin bulunduğu; bu durumda, uyuşmazlığın esasını, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında ajanın uğradığı zararın idare tarafından tazmininin oluşturduğu, davacı ile davalı idare arasındaki ilişkinin kamu hukukuna dahil bulunması nedeniyle, sözü edilen zararın tazmini için açılan bu davanın, İdare Hukuku esaslarına göre idari yargı yerlerince çözümlenmesinin, yukarıda değinilen mevzuat hükümleri gereği olduğundan Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin Milli Savunma Bakanlığının görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarmış ve 2247 sayılı Yasa’nın 10. maddesine göre görev konusunun incelenmesini uyuşmazlık Mahkemesinden istemiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Anayasanın 125/son madde ve fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 2/1-b maddesi gereğince idari eylem ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı; buna karşın, dava konusu zararın, kamu idaresine ait aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Yasası hükümlerinin gözden geçirilmesinin gerektiği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 85. maddesinin, değişik birinci fıkrasında "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında "İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur." hükümlerini taşıdığı; 106. maddesinde ise, "Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır." hükmüne yer verildiği; anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın "tehlike esası"na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığının anlaşıldığı; sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi bulunmasının doğal olduğu; nitekim, Karayolları Trafik Kanunu'nun, hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edildiği; belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında, bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açık olduğundan Danıştay Başsavcılığının yapmış olduğu başvurunun kabulü ile Ankara 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Başvuru dilekçesi ve ekleri üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davalı Bakanlıkça anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen şekilde görev itirazında bulunulduğu ve 12. maddede öngörülen süre içinde başvurulduğu, bu nedenle Danıştay Başsavcısı tarafından Yasa’da öngörülen yönteme uygun biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada genel idari yargının; AYİM Savcısı Selahattin KARAKAYA’nın ise askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, verilen bir göreve giderken, içinde yolcu olarak bulunduğu askeri aracın karayolu üzerinde devrilmesi nedeniyle yaralanan ve hakkında "Askerliğe Elverişli Değildir" raporu düzenlenerek terhis edilen P.Er davacının; işgücünü yitirmesi nedeniyle uğradığı maddi kayıp ve ömür boyu yaşayacağı acı, keder ve üzüntüyü hafifletmek karşılığı maddi ve manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış olup, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılacak tam yargı davalarının görüm ve çözümünün idari yargı yerlerinin görevine girdiği tartışmasızdır. Ancak, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu idaresine ait bir motorlu aracın karayolu üzerinde işletilmesi sırasında meydana gelmiş olması nedeniyle, görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için konuya ilişkin özel düzenleme içeren Karayolları Trafik Kanunu hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun, trafik kazalarına ilişkin yedinci kısmını izleyen hukuki sorumluluk ve sigorta hakkındaki sekizinci kısmının, “İşleten ve Araç İşleticisinin Bağlı Olduğu Teşebbüs Sahibinin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı birinci bölümünde aynı başlıkla yer alan 85. maddesi, değişik birinci fıkrasında “ Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.” ve değişik beşinci fıkrasında “İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerini taşımakta; aynı kısmın “Özel Durumlar” başlıklı üçüncü bölümünde Devlete ve kamu kuruluşlarına ait araçların durumunu düzenleyen değişik 106. maddesinde ise, “Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelere, il özel idarelerine ve belediyelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, bu Kanunun işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümleri uygulanır.” hükmüne yer verilmektedir. Anılan 85. maddeden, işleten ve teşebbüs sahibinin, bir motorlu aracın işletilmesinden ve bu arada aracın sürücüsünün ve işletme yardımcılarının eylem ve davranışlarından dolayı üçüncü kişilerin uğradıkları zararlardan, kusurlu olup olmamalarına bakılmaksızın “tehlike esası”na göre sorumlu tutuldukları; 106. madde ile de, maddede sayılan kamu kurum ve kuruluşlarının işleten gibi aynı hukuki sorumluluğa tabi kılındığı anlaşılmaktadır. Sözü edilen Yasa hükümlerinde, açıkça göreve ilişkin bir düzenlemeye yer verilmediği gibi, esasen 85. maddedeki işletenin hukuki sorumluluğunun zarar gören üçüncü kişiler bakımından ele alınmış olması karşısında, işleten veya teşebbüs sahibi ile hizmet ilişkisi içinde bulunan araç sürücüsü veya diğer görevlilerin uğradıkları zararlardan dolayı hukuki sorumluluğun genel hükümlere tabi olması doğaldır. Nitekim, Karayolları Trafik Kanunu’nun hukuki sorumluluğa ilişkin diğer hükümlerinde, 85. madde kapsamı dışında kalan hallerde genel hükümlerin uygulanacağına işaret edilmiştir. Belirtilen duruma göre, kamu kurumuna ait motorlu aracın kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla işletilmesi sırasında bir kamu görevlisinin yaralanması ya da ölmesi nedeniyle uğranılan zararlardan dolayı, idarenin hizmet kusuru ya da objektif sorumluluk esasları çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemden doğan zararların giderilmesi için açılacak bir tam yargı davası kapsamında idari yargı yerlerince yapılacağı açıktır. Davada, idari yargı yerlerinden hangisinin görevli olduğuna gelince: Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır. İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden bütünlüğü veya malvarlığı sahasında meydana getirmiş olması gerekir. Olayda, askeri aracın tahsis edildiği hizmetin yürütülmesi sırasında araçta görevli bulunan P.Erin yaralanması dolayısıyla uğranılan zararların idarece tazmin edilmesi istenildiğine göre, zararın askeri kural ve talimatlar çerçevesinde yürütülen bir hizmet sırasında doğması ve asker kişinin bedeninde oluşması karşısında, davada idari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır. Her ne kadar, adli yargı yerince verilen görevlilik kararı üzerine, Danıştay Başsavcısı tarafından genel idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına karşılık; açıklanan gerekçelerle görevin AYİM’e ait olması nedeniyle; Uyuşmazlık Mahkemesi’nin yetki alanının belirlenmesi üzerinde durulması gerekmiştir. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi’nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun 1. maddesi hükmüne göre, Uyuşmazlık Mahkemesi davaların çözümünde adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında meydana gelen görev ve hüküm uyuşmazlıklarında görevli yargı yerini tayin etmekle yükümlü kılınmış olduğuna göre, görev uyuşmazlığı çıkaran yargı yerlerinin dışında kalsa bile, Uyuşmazlık Mahkemesi bu durumda görevli yargı yerini belli etme yetkisine sahiptir. Çünkü Uyuşmazlık Mahkemesinin kuruluş amacı, mahkemelerin görevini tayin eden yasa kurallarının, yargılama usulüne ve kamu düzenine ilişkin bulunması nedeniyle, davaya görevli olmayan mahkemelerce bakılmasını önlemektir. Bu nedenle, davanın çözümü idari yargı düzeninde yer alan AYİM’ e ait olduğundan, Danıştay Başsavcılığının olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusunun kabulüyle, Ankara 9.Asliye Hukuk Mahkemesinin görevlilik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13.9.2006 gün ve E:2006/245, sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 7.5.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/15 KARAR NO: 2007/118 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: İcra ve İflas Kanunu’nun 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : İnanca İnş. Taah. Tic. Ve San. Ltd. Şti. Vekili : Av. M.A. Davalı : Bahçeşehir Belediye Başkanlığı OLAY : Davacı şirket, katıldığı ihale nedeniyle yatırmış olduğu 27.000,00YTL değerindeki teminat mektubunun iade edilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine, davalı idare aleyhine Büyükçekmece 1. İcra Müdürlüğünün E:2005/1607 sayılı dosyasında ilâmsız icra takibi başlatmış; ancak, davalı Belediyece, Kamu İhale Kurumundan görüş sorulduğu, gelecek cevaba göre hareket etme zorunluluğu bulunduğundan bahisle talep edilen borca, faize ve fer’ilerine itiraz edilmesi üzerine takip durmuştur. Davacı vekili; müvekkili şirket hakkında, İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü tarafından, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 84/3 maddesi gereğince bir yıl süre ile Beşiktaş Belediyesi ihalelerine katılmaktan yasaklama kararı verildiğini, hakkında sadece Beşiktaş Belediyesi ihalelerine katılma yasağı bulunduğundan, 21.12.2004 tarihinde davalı Bahçeşehir Belediye Başkanlığının açmış olduğu ihaleye iştirak ettiğini, hal böyle iken müvekkili şirket hakkındaki yasağın tüm ihaleleri kapsadığı gerekçesi ile davalı tarafından ihale teminatı olan 27.000.000.000 TL tutarındaki teminat mektubunun haksız ve dayanaksız olarak gelir kaydedildiğini ileri sürerek, itirazın iptali, takibin devamı ve davalının %40 icra inkar tazminatına mahkum edilmesi istemiyle, 18.7.2005 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır. BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 31.1.2006 gün ve E:2005/598, K:2005/20 sayı ile, davanın, idarenin almış olduğu teminatın iade edilmemesi, irat kaydedilmesi yönünden yapmış olduğu idari bir kararla ilgili olduğu, dolayısıyla davanın idari yargıya açılması gerektiğinden bahisle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, aynı istekle, 7.6.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 3.İDARE MAHKEMESİ; 22.6.2006 gün ve E:2006/1883, K:2006/1361 sayı ile, uyuşmazlığın davacı şirket tarafından yürütülmekte olan icra takibinden kaynaklandığının anlaşıldığı; her ne kadar davalı taraf Bahçeşehir Belediye Başkanlığı ise de, dava konusu olayda İcra-İflas Kanunun uygulanması suretiyle sonuçlandırılacak uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu ve idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak, davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, ilamsız icra takibine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi ve icra inkâr tazminatına hükmedilmesi istemiyle açılmıştır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “İlamsız takip” başlıklı Üçüncü Bap, 42-49. maddelerinde takip yöntemleri gösterilmiş; değişik 58. maddesinde, takip talebinin icra memuruna yazı ile veya sözlü olarak yapılacağına işaret edilmiş; değişik 60. maddesine göre takip talebi üzerine icra dairesince düzenlenen ödeme emrinin, değişik 61. maddede öngörülen şekilde takip borçlusuna tebliğ edileceği ve 62-65. maddelerde itiraza ilişkin hükümlere yer verilmiş olup, değişik 66. maddede, süresi içinde yapılan itirazın takibi durduracağı kurala bağlanmıştır. İtiraz nedeniyle takibin durması üzerine alacaklıya, itirazın iptali için Yasa’da iki yola başvurma olanağı tanınmış olup, bunlardan birincisi, 67.maddeye göre mahkemeye başvurmak, ikincisi ise 68., ek 68/a. ve ek 68/b. maddelerine göre tetkik merciinden itirazın kaldırılmasını istemektir. İncelenen uyuşmazlıkta alacaklı konumundaki davacı tarafından, değişik 67. maddeye göre mahkemeye başvurmak suretiyle itirazın iptali davası açılmıştır. Söz konusu değişik 67. madde, “Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır.” hükümlerini taşımaktadır. Anılan Yasa’nın değişik 1. maddesinin birinci fıkrasında, “ Her asliye mahkemesinin yargı çevresinde yeteri kadar icra dairesi bulunur.” denilmekte olup, yukarıda hükmü yazılı 67. maddede sözü edilen “mahkeme” ile, icra dairesinin bulunduğu yargı çevresi bakımından bağlı olduğu asliye mahkemesinin anlaşılması ve takip hukukuna özgü bulunan itirazın iptali davasının asliye mahkemesinde görülmesi gerektiği açıktır. Öte yandan, 2577 sayı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “ İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde, idari dava türleri : a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak sayılmıştır. Olayda, davacı şirket tarafından, davalı belediyece tesis edilmiş bir işlemin iptali ya da böyle bir işlemden dolayı yoksun kalınan maddi hakların tazmini istemiyle bir tam yargı davası açılmamış olması ve idarece alacağın miktarı yönünden itirazda bulunulmaması karşısında, İcra ve İflas Kanunu’nun değişik 67. maddesine göre açılan itirazın iptali davasının görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Büyükçekmece 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.1.2006 gün ve E:2005/598, K:2005/20 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/16 KARAR NO: 2007/119 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : 1-M.K.B. 2- Azser İnşaat Tur.San.Ve Tic.A.Ş. Vekili : Av. M.A., Av. Ö.G. Davalı : Kadıköy Belediye Başkanlığı O L A Y : İstanbul ili, Kadıköy ilçesi, Göztepe Mah. Rıfatbey Sok. 105 pafta, 950, 68 parsel 4 kapı sayılı yerde, onaylı mimari projesine aykırı imalat yaptıklarından bahisle, mal sahibi ve müteahhit olan davacılara Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü 69/40/A sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanunun 42.maddesi gereğince para cezası verilmesi yolunda işlem tesis edilmiş; Kadıköy Belediye Başkanlığının 14.12.2005 günlü 442420 sayılı üst yazısıyla da; 3194 sayılı İmar Kanunun 32.maddesi gereğince zabıt konusu hususların yıkılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesi, 42.maddesi gereğince para cezası verilmesi yolunda işlemlerin tebliği yapılarak, gereğinin yerine getirilmemesi halinde uygulanacak yaptırım hakkında bilgi verilmiştir. Davacılar vekilince; Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü 69/40/A sayılı kararıyla 3194 sayılı İmar Kanunun 42.maddesi gereğince verilen idari para cezasının iptali istemiyle 3.1.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunulmuştur. KADIKÖY 1.SULH CEZA MAHKEMESİ; 3.1.2006 gün ve 2006/17 Müt. sayı ile, 3194 SK.nun 42. Maddesinin 5. fıkrasının "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğini " belirtmekte iken; 3194 SK.nun 42. Maddesinin 5. Fıkrası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 15.5.1997 ve 1996/72 esas . 1097/51 sayılı kararı ile "3194 sayılı yasada düzenlenen biçimiyle yıkım için idari merci; para cezası için Sulh ceza mahkemesine başvuru hallerinin doğru olmadığı, yıkım, ve idari para cezası alanının idare olduğu, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağını, işlerinin idari işlem olduğundan bir bölümünün adli yargıda bir bölümün idari yargıda bırakılamayacağını, idarenin her türlü işlem ve eylemlerinin idari yargı yerlerince denetlenmesinin tartışmasız olduğunu belirtilerek 3194 sayılı kanunun 42. Maddesinin 5. Fıkrasının 1. Tümcesinin Anayasanın 125 ve 155. Maddesine aykırı olduğunu belirterek iptal edildiği; Anayasa Mahkemesinin bu kararının 01.02.2001 tarih ve 24305 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş olduğu; Belediye Başkanlığı Encümenince verilen 3194 sayılı kanunun 42. Maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz yerinin Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile Sulh ceza mahkemesi olmadığı, idari yargı olduğunun anlaşıldığı; Mahkemelerine her ne kadar dava açılmışsa da görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olmadığı, idarenin aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla idari olduğu ve idari işlemden doğduğu ve görevli mahkeme idare mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir. Davacılar vekilince, Kadıköy Belediye Başkanlığının 14.12.2005 günlü 442420 sayılı kararı ile Kadıköy Belediye Encümeninin 13.9.2005 günlü 69/40/A sayılı kararının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır. İstanbul 6.İdare Mahkemesi; 17.5.2006 gün ve E:2006/15, K: 2006/1156 sayı ile, yıkım işlemine karşı ayrı, para cezasına karşı ayrı dava dilekçeleriyle dava açılması gerekirken tek bir dilekçe ile dava açıldığının görüldüğü; bu nedenle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-B maddesi gereğince 30 gün içinde her bir işlem için ayrı ayrı dava açılmak üzere dilekçenin reddine karar vermiştir. Davacılar vekilince, aynı istemle dilekçe yenilenerek dava açılmıştır. İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 22.6.2006 gün ve E:2006/1912, K:2006/1478 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 2.maddesinde Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 3.maddesinde; Kabahatler Kanununun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, aynı kanunun yaptırım türleri başlıklı 16.maddesinde kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu belirtilerek, idari tedbirlerin de, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunun hüküm altına alındığı; aynı Kanunun geçici 2.maddesinde; "Bu kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz." ve geçici 3.maddesinde de, "Daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27.madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabilir." hükmünün getirildiği; 5326 sayılı Kabahatler Kanununun "Başvuru Yolu" başlıklı 27.maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararının kesinleşeceği, mücbir sebebin varlığı dolayısıyla bu sürenin geçirilmiş olması halinde bu sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç yedi gün içinde karara karşı başvuruda bulunulabileceği, bu başvurunun kararın kesinleşmesini engellemeyeceği ancak, mahkemenin yerine getirmeyi durdurabileceği, başvurunun bizzat kanuni temsilci veya avukat tarafından sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile yapılacağı, başvuru dilekçesinin iki nüsha olarak verileceği başvuru dilekçesinde idari yaptırım kararına ilişkin bilgilerin bu karara karşı ileri sürülen delillerin açık bir şekilde gösterileceği, dilekçede ayrıca başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebebin dayanaklarıyla gösterileceği, idari yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde bu madde hükmünün uygulanmayacağının hükme bağlandığı; yukarıda yer verilen Kabahatler Kanunu hükümleri incelendiğinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunan ve bu ilişki nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün Kanunlardaki idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşıldığı, keza Kanunun geçici 2 ve geçici 3.maddelerinde getirilen düzenleme ile de Kanunun yürürlük tarihi olan 01.06.2005 tarihinden sonra açılacak tüm idari para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler Kanununun uygulanacağının açıkça hüküm altına alındığı, Kabahatler Kanununun tasarıdaki gerekçesinde bakıldığında, bu kanunun idari nitelikteki yaptırımlarla ilgili olarak genel bir kanuna olan ihtiyaçtan doğduğu, tasarı kapsamında tanımlanan özel kabahatlerin sınırlayıcı olmadığı, tasarıda belirlenen genel ilkelerin özel kanunlarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasının temininin amaçlandığının belirtildiği, TBMM Adalet Komisyonu raporunda da aynen, "Tasarıda hüküm bulunmamakta ise de kabahatlerin ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlarının bir idari işlem olmasının ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişkin içinde olduğu düşüncesiyle kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulabilmesini mümkün kılan düzenleme yapılmıştır.Bu nedenle, 1.maddeye iki bent eklenerek kabahatler dolayısıyla karar alma süreci ve idari yaptırım kararlarına karşı kanun yolu da tasarının kapsamına ithal edilmiştir.Ayrıca belirtmek gerekir ki böyle bir düzenlemenin yapılmasına gerek de duyulmaktadır.Zira idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kararlarla ilgili olarak yerine getirilmeden önce adli denetim imkânının ve bu suretle kesinleşmenin sağlanması gerekir. Böylece kişiler açısından hukuki güvence sağlanmış olur." şeklinde bir gerekçeye yer verildiği ve tasarıya eklenen geçici 2.madde ile idare mahkemelerinde görülmekte olan davalarla ilgili geçiş hükmüne yer verildiği, tasarıya eklenen geçici 3.madde ile daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27.madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabilmesine imkan tanındığının belirtildiği, bütün bu açıklamalar ile Kabahatler Kanununun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında 01.06.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanununun uygulanmasının gerekeceği; bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümü yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde, İmar para yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni tarafından verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır. 3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. Aynı Kanun'un 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin yaptırım kararının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27.maddesine 5560 sayılı Kanunla eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 22.6.2006 gün ve E:2006/1912, K:2006/1478 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/17 KARAR NO: 2007/70 KARAR TR : 7.5.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Tau Turizm İnş. Tekstil İth.İhr.Tic. ve San. Ltd. Şti adına F.C. Vekili Av. M.M.B. Davalı : Ulaştırma Bakanlığı, Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü OLAY : Antalya Ulaştırma Bölge Müdürlüğü’nün 5.6.2006 gün ve 180510 sayılı işlemi ile, yetki belgesiz taşıma yaptığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM); 13.7.2006 gün ve E:2006/2173, K:2006/985 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun irdelenmesi gerektiği, Kabahatler Kanunu’nun 2., 3., 16., 27., geçici 2., geçici 3. maddeleri ile Kanunun gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu Raporundan söz ederek, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 10.10.2006 gün ve E:2006/195, K:2006/195 Müt.sayı ile, Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 1.3.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan Yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin Kuruluşu Hakkındaki Kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasada sulh ceza mahkemesinin görevli olduğu yönünde özel bir hüküm bulunmadığından, Mahkemelerinin görevsiz olduğunun anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucu da itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel Yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek; karar kesinleştiğinde adli ve idari yargı mahkemeleri arasındaki görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş, bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiş ve dosya Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 7.5.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir.Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu para cezasına ilişkin görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir. Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Antalya 2.Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esası incelenmelidir. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir. 4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925 sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 13.7.2006 gün ve E:2006/2173, K;2006/985 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 07.05.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/19 KARAR NO: 2007/120 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET : İmar mevzuatı ve 6183 sayılı Yasa uyarınca, kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde tesis edilen i malının tapu kaydına koydurulan ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan davanın, idare aleyhine a çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : M.A. Vekili : Av. . N.Ö. Davalılar : 1-Bağcılar Belediye Başkanlığı Vekili : Av. A.E. 2- Y.C. 3- F.Ö. O L A Y : İstanbul ili Bağcılar İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi, F21C18D4D pafta, 1471 ada, 8 pars 2981/3290 sayılı yasalara istinaden Davalı Belediyece re'sen imar uygulaması (ifraz) işlemi yapılmış ve s 9450 yevmiye ile Bağcılar Tapu Sicil Müdürlüğünce tescil edilmiştir. Söz konusu uygulamaya Davacı; 428.47 m2 alanlı, 1471 ada, 8 sayılı parseldeki 589/2400 hissesine k kesintilerde göz önünde bulundurularak ve iade edilerek) 133.63 m2 girmiş, 39.37 m2 düzenleme ortaklık 94.26 m2 yer alması gerekirken plan ve fiili durum dolayısıyla ilgilisine 428.47 m2 alanlı, 1471 da, 8 parse yer verilmiş ve fazladan verilen 10.89 m2 alan için 80.000.000 TL/m2 birim fiyattan parsel aleyhine 871.200. Sözü edilen taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dolayı İmar Kanunun Başkanlığı Encümeninin 03.09.1999 Tarih ve 6036 sayılı kararı ile verilen imar para cezasının kesinle ödeme emrinde belirtilen bedel ödenmediğinden bu defa 6183 sayılı Kanunun 54 üncü maddesi uyarınca taş yevmiye ile haciz şerhi konulmuştur. Davacı vekili; davacı ile dava dışı müteahhit arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlend kendisine kalacak dairelerin karşılığı olarak maliki bulunduğu arsanın 344/456 hissesini dava dışı müt müteahhidin, lehine devri yapılan payların büyük bir kısmını, üstlendiği inşaattan kendisine kalan dair devrettiği, bir kısmı için de satış vaadinde bulunduğu; müteahhidin edimini yerine getirmediği, inşaatı yarı inşaatın yapılan kısmı; imar mevzuatına aykırı ve kaçak yapıldığından bahisle Belediye Encümenince tarafından, taraflar arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat ve hisse devri sözleşmesinin iptali, müteahhit ta iptaliyle, davacı adına tescili, 3.şahısların tecavüzlerinin önlenmesi ve taşınmaz üzerindeki tüm takyitler Bağcılar 1.Asliye Hukuk Mahkemesinde 2002/2162 Esas sayılı dosya ile dava açıldığı, talebin uygun görü sayılı kararın verildiği; anılan kararın Yargıtay'ın gözetiminden geçmek suretiyle kesinleştiği, kesinleşen 3.şahısların üzerinde kalan payların iptal edildiği, tekrar arsa sahibi adına tescil olunduğu; tapu kaydının müte sürecinde; 3. şahısların Bağcılar Belediyesine olan Emlak borçları nedeniyle tapudaki payları üzerine hac tarafından satış vaadinde bulunan kişiler tarafından müteahhit aleyhine açılan tescil davası nedeniyle de dava konulduğu; bu nedenle müteahhit payının tescil olunamadığı; anılan kararın hüküm fıkrasında, "Haciz, İ koyduranların hasım olarak gösterilmesi gerektiğinden, davada hasım olmayanlar hakkında taraf teşkil olm hususunda dava açmakta davacının muhtariyetine" şeklinde hüküm kurulduğu; yukarıda ayrıntılı olarak sunu müteahhitten tapuda pay satın alanların veya lehine satış vaadi sözleşmesi düzenlenenlerin taşınmaz üzerind sahipliği ile ilgili kat karşılığı inşaat sözleşmesi iptal edildiğinden, dava konusu taşınmazın tapu kaydı üzerin takyitlerin de dayanağı kalmadığından terkinine karar verilmesi istemiyle 17.10.2006 günü adli yargı yerinde Davalılardan Bağcılar Belediye Başkanlığı vekilince, birinci savunma dilekçelerinde, davanın idari sürülerek, görev itirazında bulunulmuştur. BAĞCILAR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 30.11.2006 günlü celsesinde, E:2006/501 sayı itirazının reddine karar vermiştir. Davalı İdare vekilince, süresi içinde verilen dilekçe ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istemiyle b dava dosyası, Danıştay Başsavcılığına gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygula Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun, 3290 sayılı Kanunun 4.maddesi ile değ mevzuatına aykırı bina yapılmış, hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar a alanlarda, binalı veya binasız arsa ve arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarru yeniden ada ve parsellere ayırmaya, yapıları yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine müstakil veya hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa göre tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri al sicilinden terkin ettirmeye belediye veya valilikler resen yetkilidir..." hükmüne yer verildiği; 3194 sayılı alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine hükmüne, 6183 sayılı Kanunun 1.maddesinde, Devletle, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait para uygulanacağı hükmüne yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, F21C18D4D pafta, 1471 Ada, 8 sayılı pa tarafından 2981/3290 sayılı yasalar uyarınca re'sen imar uygulaması yapılması sonucunda, davacıya fazla ipotek koydurulduğu, sözü edilen taşınmazda ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dola verilen imar para cezasının kesinleşmesi üzerine düzenlenen ödeme emrine rağmen ödemede bulunulmam davalı kişiler tarafından da anılan yerle ilgili ihtiyati tedbir kararı aldırıldığı, bakılan davanın da tapu ka istemiyle açıldığının anlaşıldığı; 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi hükmünde yer alan, idarelerin kanuni i idari nitelik taşıyan uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanması, tescil ile kurulan mülkiyetin, bir tasarrufa dayalı olması, imar mevzuatına göre verilen para cezasıyla ilgili 6183 sayılı Yasa uyarınca düze haciz işleminin de idari işlem olması ve tapu kayıtlarına koydurulan ipotek ve haciz şerhinin sözü edile karşısında, yargısal denetimin anılan işlemlerin dayanağı olan yasal düzenlemelere göre yapılmasının gerek sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı biçimde tesis edilen işlemlere dayalı olarak davacının ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine gird Belediye Başkanlığı aleyhine açılan kısmı yönünden 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi uyarınca olumlu görev görev konusunun incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesi'nden istemiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın da yazılı d YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; 2981 Sayılı Kanunun 10/c maddesi hükmü gereğinc hisseli arsa ve araziler veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklük arazileri birbirleriyle, yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bu yapılara yeniden doğan imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse mülkiyeti esaslarına göre vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini tespit edilecek bedeli peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinde resen yetkilidir. Belediye veya valiliklerin talebi halinde bu yetkiler kadastro müdürlüklerince de kullanılır.” h konulan ipotek ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğan haciz işlemlerinin, idarenin kanundan kay işlemler nedeniyle ve taşınmazın tapu kaydına konulan ipotek ve haciz işlemlerinin terkini nedeniyle açılan yerlerince yapılacağının açık olduğu; bu nedenle Danıştay Başsavcılığının 2247 sayılı Yasanın 10.maddesi ge ile Bağcılar 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/501 esas sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar v vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi gereğince yapılan inceleme Başkanlığı vekilince anılan Yasa’nın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun şekilde ve 12. maddede be Danıştay Başsavcılığı tarafından davanın Bağcılar Belediye Başkanlığına yönelik kısmı yönünden olumlu g olup, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II- ESASIN İNCELENMESİ :Raportör–Hakim Taşkın ÇELİK’in davanın çözümünde idari yarg Danıştay Başsavcılığının idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve Yargıtay Cumhu görevli bulunduğuna ilişkin düşünce yazıları ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlen SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun yazılı düşünceler doğrultusundaki açıkla GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacıya ait taşınmazın tapu kaydı üzerindeki takyitlerin (tedbir, haciz, ipotek v.s.) terkin Bağcılar Belediye Başkanlığına yönelik kısmı olan ipotek ve haciz yönlerinden doğan olumlu görev uyuşmaz 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 678 Değiştirilmesi Hakkında Kanun, imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halin işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını v taşımakta olup, valilik veya belediyelerce yetki ve sorumluluk alanlarında ıslah imar düzenlemeleri yapılmasının önlenmesi için temin edilecek arsaların ve muhafazası mümkün görülen gecekonduların Yas sahipliği belirlenen kişilere verilmesine olanak sağlamıştır. Bu doğrultuda yapılan ıslah imar planlaması çerçevesinde, Yasada öngörülen usul ve koşullara uygu dayalı olarak idarece arsa veya hisse tahsis edilmekte ve tapu verilmektedir. 2981 sayılı Yasanın 3290 sayılı Yasa ile değişik 10. maddesinin (c) bendinde, “İmar mevzuatına ay veya özel parselasyona dayalı arazilerde, imar adası veya parseli olabilecek büyüklükteki alanlarda, binalı v yol fazlalarıyla veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerle birleştirmeye bunları yeniden ada ve pa imar ada veya parseli içinde kalanları yapı sahiplerine, yapı olmayanları diğer hisse sahiplerine müstakil veya vermeye, bunlar adına tescil ettirmeye ve tescil işlemi dışında kalanların hisselerini 2942 sayılı Kamulaştı peşin ödenmek veya parsel sahipleri aleyhine kanuni ipotek tesis edilerek, tapu sicilinden terkin ettirmeye b hükmü yer almıştır. Diğer taraftan, 3194 sayılı imar Kanununun 42.maddesinde, Ruhsat alınmadan veya ruhsat veya ek yapılan yapının yapı sahibine ve müteahhidine para cezası verileceği hükmüne, 6183 sayılı Kanunun 1.madd ve belediyelere ait para cezaları hakkında bu kanun hükümlerinin uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir. Olayda, F21C18D4D pafta, 1471 Ada, 8 sayılı parselin bulunduğu alanda, davalı Belediye tarafında imar uygulaması yapılması sonucunda davacıya fazladan verilen yer nedeniyle parsel aleyhine ipotek koydu eklerine aykırı olarak yapılan kaçak inşaattan dolayı İmar Kanununun 42.maddesi uyarınca verilen imar para ödeme emrine rağmen ödemede bulunulmaması nedeniyle haciz koydurulduğu, diğer davalı kişiler tarafında aldırıldığı, bakılan davanın da tapu kaydına şerh düşülen bu hususların terkini istemiyle açıldığı anlaşılmaktad 2981 sayılı Yasanın 10/c maddesi hükmünde yer alan, idarelerin kanuni ipotek tesis ettirmek ş uygulama işlemlerinin doğrudan sonucu olarak kullanması, tescil ile kurulan mülkiyetin, mülkiyete ilişkin ka olması, imar mevzuatına göre verilen para cezasıyla ilgili 6183 sayılı Yasa uyarınca düzenlenen ödeme emr idari işlem olması ve tapu kayıtlarına koydurulan ipotek ve haciz şerhinin sözü edilen işlemlerin icrası denetimin; anılan işlemlerin dayanağı olan yasal düzenlemelere göre yapılması gerekmektedir. Bu durumda, imar mevzuatı ve 6183 sayılı Yasa uyarınca kamu gücü kullanılarak tek yanlı biç davacının taşınmaz malının tapu kaydına koydurulan ipotek ve haciz şerhlerinin terkini istemiyle açılan görevine girmektedir. Açıklanan nedenle, Danıştay Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile Asliye Hukuk Mahkemesi’ itirazının reddine ilişkin kararının (davalı Belediye Başkanlığı yönünden verilen) kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavcı Bağcılar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davalı Belediye Başkanlığı yönünden verilen 30.11.2006 g KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/20 KARAR NO: 2007/121 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Sivil memura adalet hizmetleri tazminatının noksan ödenmesi işleminden doğan davanın ASKER çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : H.M. Davalı : Milli Savunma Bakanlığı O L A Y: Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı, Adli Müşa davacı, Adalet Hizmetleri Tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken % 75 oranında ödenmesi işlem kesilen % 25 oranındaki adli tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Milli Savunma Bakanlığı dilekçe ile askeri idari yargı yerinde dava açmıştır. ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ DAİRELER KURULU; 3.10.2002 gün ve E:2002/276; maddesinde, "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker ki idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz..." dendiği, 1602 Sayılı Kanunun 20 nci maddesin Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gö yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda, ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu kanunun uygulanm Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, u ve erler ile sivil memurlardır" denildiği; bu hükümlere göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde bakıl ilgilendirme ve askeri hizmete ilişkin olma koşullarını birlikte taşıması gerektiği, asker kişinin tanımı açıkl askeri hizmete ilişkinlik koşulunun saptanmasında odaklandığı; bu saptama yapılırken, Askeri Yüksek İdar ardı edilmemesi gerektiği; zira; bilindiği üzere, bugünkü konumunda olmasa da Cumhuriyet öncesinden sistemimizde Genel İdari Yargı kolunun bulunmakta olduğu, dikey yapılanma unsurları ilavesiyle varlığını İdare Mahkemesinin kurulmasının asker kişilerin tümüyle genel idari yargı yerlerinde taraf olma dayandırılamayacağı; Kuruluş Kanunu gerekçesinde de belirtildiği üzere, asker kişinin statü bakımından far kurallarla yürütülmesi ve bu nedenle asker kişiyi ilgilendiren, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin hukuk farklılığını ve askerlik mesleğinin değişik yapı ve koşullarını bilen, bu koşulların içinde yaşayan uzm amaçlandığı; ki, bu hususun mahkemeleri mensuplarınca inceleme yazılarında etraflıca açıklandığı ve şi kararlarında da gerekçelerin bu doğrultuda işlendiği; Anayasada ve Mahkemenin kuruluş kanununda asker tesis edilen tüm işlemlerin değil de yalnızca askeri hizmete ilişkin olanlardan söz edilmesinin anlamlı ol Devlet Memurları Kanununda statüleri belirlenmiş olan personel hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev tesisinin istisnai ve oldukça sınırlı sayıda olduğu sonucuna varılacağı; çünkü, Türk Silahlı Kuvvetleri men Kanunun kapsamını belirleyen 1.maddesi bu kanunun subaylar, astsubaylar, Harp Okulları, Fakülteler, Y öğrenim yapan öğrenciler hakkında uygulanacağını, TSK'nde görevli sivil kişilerin kendi özel kanunlarına Silahlı Kuvvetlerinin, askeri hizmetin ve askerlerin tanımını yapan, hizmetin yürütülme koşullarını tüm mes askerlere özgü disiplin ve hiyerarşi esaslarını saptayan 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun memurları kapsam dışı bıraktığı; bu nedenledir ki, '"sivil memurlar hakkındaki idari işlemlerin istisna olara Mahkemelerince verilen görev yönünden ret kararlarının tamamına yakın sayıdaki çoğunluğunun, sivil m herhalde başka sebebe dayalı olmadığı; esasen, bir uyuşmazlığa konu işlem, aynı esaslar dairesinde tes değerlendirilip aynı sonuca ulaşılacaksa yargı yeri tayininde görev değil, yetki kavramı ve kurallarının söz k 19 Ocak 1998 gün ve 98/10584 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararının III Sayılı Cetvelinin (F) bendine göre da üzerinden hangi oranda alacağı sorunundan ibaret olduğu, bu yönüyle sorunun, sadece Türk Silahlı Kuvvet olan " personelle sınırlı olmayıp Adalet Bakanlığı kadrolarında görevli" Zabıt Katipliği" kadrosunda 4 ilgilendirmekte bulunduğu; davanın çözümünde ne davacının 1602 Sayılı Kanunun 20 nci maddesini u görev ve hizmet yerinin Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında yer almasının en ufak bir etki ve öneminin katipliği" kadro unvanlı personelden, 4 ncü derece aylığı alanların tümünün adalet hizmetleri tazmin takdir edilip, Oranı %75 olarak saptanmış ise, davacı ve davaya konu ettiği uyuşmazlığın da esasları aynı deyişle uyuşmazlıkla ilgili uygulanacak kuralın öngörülmesinde, askeri hizmetin gereklilikleri hiç m gerekliliklerinden ötürü genel ya da askeri yargı yeri ayırımı yapılmaksızın sadece zabıt tazminatının oranlarının belirtilmesi ile yetinildiği; keza, 657 Sayılı Kanunun TSK'nde görevli memurlara u nci maddesinin bu kapsamda yalnızca çalışma saatleri hakkındaki 99 ncu, günlük çalışma saatlerinin tespi devamlılık gösteren hizmette çalışma saat ve usulünün tespiti hakkındaki 101 nci, fazla çalışma ücreti hakkı yetkilileri belirleyen 318 nci maddelerini saydığı, davaya konu uyuşmazlığa ilişkin herhangi bir ayrık hük genel idari yargı yerinin görevli olmasının gerektiği ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluş amacın kendiliğinden ortaya çıktığı, nitekim, TSK'nde görevli bir öğretmenin öğretim tazminatının yükseltilmeme olumsuz görev uyuşmazlığını çözümleyen ve Ankara 3 No'lu İdare Mahkemesinin görevsizlik kararını kaldı tarih ve 1993/12-11 sayılı kararında "...çözümlenecek olan anlaşmazlık eğitim ve öğretim tazminatını eksik yöndeki isteğinden ve onun çözümü ile varılacak sonuçtan farklı değildir..." denildiği, bu son kararı öncesin hizmete ilişkinlik" unsurunu kabul tarzının aynı olduğu; öte yandan, görev uyuşmazlıklarını Anayasa Mahke ve kesin nitelikte çözümleyen Uyuşmazlık Mahkemesinin, 13.8.1993 tarih ve 21667 Sayılı Resmi Gazetede sayılı kararında da askeri hizmete ilişkinlik koşulunun bu doğrultuda kabul edilmesi gerektiği ve ilgili TSK Sayılı Kanunun 20 nci maddesiyle asker kişi sayılsa bile öğretim tazminatından doğan uyuşmazlığın çözüm değil, genel idari yargı olduğunun vurgulandığı, anılan kararın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler üzerine ve ileri sürülen gerekçeler doğrultusunda verilmiş olduğu; yine aynı şekilde Uyuşmazlık Mahkeme ilişkin bir uyuşmazlıkta yaptığı inceleme sonucunda verdiği 24.12.2001 tarih ve 2001/117 sayılı kararında d askerî geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı askerî göre ve gelenekler yönlerinden bir değerlendirme yapılması veya bu işlemin yargısal denetimi sırasında da bu olduğundan, ortada askerî hizmete ilişkin bir işlem bulunmamaktadır. Diğer taraftan, bu konuda asker kişi varılacak sonuç, sivil bir kamu kuruluşunda görevli memur hakkında aynı işlemden doğan dava ve onun çözü denildiği; tüm bu istikrar kazanmış Uyuşmazlık Mahkemesi kararları ve değerlendirmeler sonucunda; dava k asker-sivil tüm yargı kollarındaki görevlileri ilgilendirdiği, veriliş nedeni ve esprisi aynı olan Adalet Hizme oranda uygulanacağına ilişkin uyuşmazlığın emsali uyuşmazlıklara göre bir başka yargı kolunda, yani Askerî gerektiren haklı sayılabilecek bir durum olmadığı anlaşılmakta ve sonuç olarak uyuşmazlığın çözümünde dav değerlendirme ve uygulama yerinin bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik karar vermiş; bu karar, kesinleşmiş Davacı bu kez, Adalet Hizmetleri Tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken %75 oranın 1.1.2002 tarihinden itibaren eksik verilen % 25 oranındaki adli tazminatın iadesi ve ödeme tarihine kada istemiyle, 31.10.2002 tarihinde genel idari yargı yerinde dava açmıştır. Sivas İdare Mahkemesi; 25.3.2003 gün ve E:2002/1129, K:2003/201 sayı ile, uyuşmazlığı esastan i davacı tarafından temyiz isteminde bulunulması üzerine Danıştay 11.Dairesi; 7.4.2006 gün ve E:2003/2843 çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur. SİVAS İDARE MAHKEMESİ; 25.7.2006 gün ve E: 2006/3523, K:2006/1799 sayı ile, bozma kar Anayasa'nın 157.maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri olmayan makamlarca kurulmuş ol hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son d yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması koşulunun aranmayacağının belirtildiğ 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20.maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İd için dava konusu yönetsel işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşull 1602 sayılı Yasanın değişik 20.maddesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan ya da hizmetten ayr askeri öğrenci, uzman çavuş uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldıkla 1.fıkrasında "20.maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından aç eylemlerin hakları ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Asker ve karara bağlanır." denildiği; aynı Yasa'nın "Birinci Dairenin görevleri" başlıklı değişik 22.maddesinde, at ilerlemesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarının Birinci D yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığın bakılmasının gerektiği, eğer yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete gör ilişkin olduğunu kabul etmek gerektiği, daha açık bir anlatımla, askeri hizmete ilişkin yönetsel işlemlerin yö yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri değerlendirilmesi sonucunda kurulan işlemler olduğu; işlem, askeri olmayan bir makam tarafından kurulmu ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesinin gerektiği; dava sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiğinin tartışmasız o ilişkin olup olmadığına gelince; 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun "Kapsam" ba memurların kendi özel kanununa tabi bulunmakta olduğu; uyuşmazlığa konu edilen davanın, 657 sayıl tazminatlara ilişkin 152.maddesinin "Adalet hizmetleri tazminatı" başlıklı Il/g bendinin davacıya uygulanm 657 sayılı Yasa'nın 152.maddesinin ll.bendine göre "tazminatlar"ın görevin önem, sorumluluk ve niteliği, g ünvan ve derecesi ve eğitim seviyesi gibi hususlar göz önüne alınarak bu kanunda belirtilen Devlet memuru a alınarak maddede belirtilen oranlarda ödenen parasal haklardan olup; aynı Yasa maddesinin "Ortak Hükümle "Bu zam ve tazminatlara hak kazanmada ve bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır" den Yasa'nın değişik 22.maddesinde Birinci Dairenin görevleri arasında sayılan "aylık" kavramının kapsamına gi 1602 sayılı Yasaya göre asker kişi sayılan sivil memura adalet hizmetleri tazminatının noksan ödenmesi iş özlük haklarından doğan davada "askeri hizmete ilişkin bulunma" koşulunun da gerçekleşmiş bulunması ka görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunduğu gerekçesiyle görev ret kararı ve a Mahkemesinin 03.10.2002 günlü, E:2002/276, K2002/238 sayılı görev ret kararı üzerine Mahkemelerine in sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkındaki Kanun hükümleri uyarınca görevli yargı Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelem tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; askeri idari yargı yerince genel idari yargı yerinin görevli olduğ görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen idare mahkemesinin bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ile yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmel veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilg göre, askeri yüksek idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine idari yargı yerince de g kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu u davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin v kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik ka varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, idari yargı yeri, davaya bakma görevinin idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurm kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenm Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda ç ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekm başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, genel idari yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilm re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflar Sivas İdare Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğun önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyu uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde askeri idari ya dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖ Dava, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 5 nci Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı, Adli Müşavirliği'nde adalet hizmetleri tazminatının %100 oranında ödenmesi gerekirken %75 oranında ödenmesine işleminin ip yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi isteminden ibarettir. Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri olmayan makamlarca kurul askeri hizmete ilişkin yönetsel işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması koşulunun aranmayacağı belirtilmiş; 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri bakabilmesi için dava konusu yönetsel işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulu gerekmektedir. 1602 sayılı Yasanın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan ya da hizm astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi say Anılan Yasa’nın değişik 21. maddesinin birinci fıkrasında “20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendi eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından ba açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı da Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır.” denilmiş; aynı Yasa’nın “Birinci maddesinde, atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık davalarının Birinci Dairece çözümleneceğine işaret edilmiştir. Yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden“askeri hizmete ilişkin” olup olmadığ bakılması gerekmektedir. Eğer yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete gö ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir anlatımla, askeri hizmete ilişkin yönetsel işlemler: yöne yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödev görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler gözönünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda kuru makam tarafından kurulmuş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı dav görülmesi gerekmektedir. Davacının 1602 sayılı Yasanın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava tartışmasızdır. Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince: 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun “Kapsam” başlıklı 1. maddesinin ikinc kanununa tabi bulunmakta olup; görev uyuşmazlığına konu edilen dava, 657 sayılı Devlet Memurları Kan maddesinin “ADALET HİZMETLERİ TAZMİNATI” başlıklı II/ G. bendinin davacıya uygulanmasına ilişkin 657 sayılı Yasa’nın 152.maddesinin II.bendine göre “tazminatlar” : görevin önem, sorumluluk süresi, kadro ünvan ve derecesi ve eğitim seviyesi gibi hususlar göz önüne alınarak bu Kanunda belirtilen De brüt tutarı esas alınarak maddede belirtilen oranlarda ödenen parasal haklardan olup; aynı Yasa maddesin değişik üçüncü fıkrasında “Bu zam ve tazminatlara hak kazanmada ve bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin parasal hakların 1602 sayılı Yasa’nın değişik 22. maddesinde Birinci Dairenin görevleri arasında sayılan kabulü gerekmektedir. Bu durumda, 1602 sayılı Yasa’ya göre asker kişi sayılan sivil memura adalet hizmetleri tazminatın deyişle, asker kişinin özlük haklarından doğan davada “askeri hizmete ilişkin bulunma” koşulunun da gerçek konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Sivas İdare Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun ka Daireler Kurulu’nca verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sivas İdar maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler K:2002/238 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/24 KARAR NO: 2007/83 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle aç çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı : Mavi Nokta Bil.Elek.Tur.G. San.Tic.Ltd.Şti. ad.Şrk. Müd. S.S. : Av. Ö.F.S. : Çankaya Belediye Başkanlığı/Ankara OLAY : Ankara ili, Çankaya ilçesi, Meşrutiyet, imarın 1086 ada 23 parseli üzerinde; Konur Sokak 36/2,Kızılay/Ankara adresindeki dükkânın maliki olan davacı şirkete Çankaya Belediye Encümeninin 20.12.2005 tarih ve C/2005/3669.15 sayılı kararıyla; onaylı mimari projesine aykırı imalat yaptığından bahisle; 3194 sayılı İmar Kanunun 32.maddesi gereğince zabıt konusu hususların yıkılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesi, 42.maddesi gereğince para cezası verilmesi yolunda işlem tesis edilmiştir. Davacı vekilince; imalatın çevre ve estetik açıdan hiçbir olumsuzluğunun bulunmadığı, tamamen portatif olup kalıcı olmayan basit güneşliğin, onaylı mimari projeye aykırı tadilat olarak tanımlanması bir yana fahiş bir ceza tayininin de ölçüsüz olduğu iddiasıyla ve tahakkuk ettirilen idari para cezasının iptali istemiyle 16.5.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunulmuştur. ANKARA 4. SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.6.2006 gün ve Müt.K:2006/775 sayı ile, 3194 İmar Yasasının 32.maddesinde ruhsatsız yapı veya bölümlerinin inşaa edilmesi halinde yapılacak işlemlerin belirtildiği, buna aykırı hareket edilmesi halinde aynı yasanın 42.maddesine göre idari para cezası verileceğinin öngörüldüğü; 3194 sayılı yasanın 42.maddesinin 5.fıkrası Anayasaya aykırı olduğundan Anayasa Mahkemesinin 01.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren 1996/72 esas 1997/51 karar sayılı kararıyla 42.maddenin 5.fıkrasının 1.tümcesinin anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş olduğu, bu haliyle 3194 imar yasasının 42.maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı itirazın, sulh ceza mahkemelerine yapılacağı hükmünün iptal edilerek, idare mahkemelerinin yetkili ve görevli kılındığı; Çankaya Belediye Encümeni tarafından tahakkuk ettirilen idari para cezasının, idarenin kamu gücünü kullanarak aldığı bir idari işlem olduğu, bu bakımdan idari para cezası niteliğini taşıyan imar para cezalarının idari yargı denetimi dışında tutulmasının idarenin yargısal denetiminin etkin ve doğal anlamda gerçekleşmemesi sonucunu doğuracağı; 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasasının 2.maddesinde, kabahat deyiminden, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olduğu belirtilmiş ise de, verilen para cezasının idarenin kamu gücünü kullanarak aldığı bir idari işlem olduğu, imar kurallarına aykırı bir yapının eski hale getirilmesine ilişkin işlem idari yargı yerlerinde görülürken, birbirleri ile bağlantılı olayda farklı sonuçların ortaya çıkacağı; 5326 sayılı Yasanın "Genel kanun niteliği" başlıklı 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 01/03/2006 gün 2005/108 esas 2006/35 sayılı kararı ile iptal edilmiş olmasıyla 5326 sayılı yasanın 2. kısmında çeşitli kabahatler başlığı altında 32. maddeden itibaren düzenlenen idari cezalara karşı sulh ceza mahkemelerine itirazda bulunma hakkı verildiği, bunun dışındaki idari yaptırımlara karşı itirazların İdare Mahkemesinin görev ve yetkisinde olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekilince, aynı istemle 3.7.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açılmıştır. ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 18.8.2006 gün ve E:2006/1724 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1. maddesinde Kanunun amaç ve kapsamının belirlendiği, aynı Kanunun 2. kısımda yer alan 32. ila 43. maddelerinde, Türk Ceza Kanunu kapsamı dışında kalan çeşitli kabahatler sayılarak, bu eylemlere yaptırımların öngörüldüğü; 2. maddesinde, "kabahat" deyiminden, Kanun'un karşılığında idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; Kanun'un 19. maddesinde, diğer Kanunlarda kabahat karşılığında öngörülen bazı yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili Kanunlarda bu Kanun hükümlerine uygun değişiklikler yapılıncaya kadar saklı tutulacağı öngörülmek suretiyle geçici istisnalar getirildiği, 11.05.2005 tarih ve 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle eklenen Ek.l. maddede; "04.01.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yer alan vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümler saklıdır." denilmek suretiyle de 213 sayılı Yasa kapsamında bulunan vergi cezaları, Kabahatler Kanunu'nun Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3. maddesinde, "bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" denilmiş olup, bu kanun'un genel hükümleri arasında yer alan 27. maddesinin 1 numaralı bendinde, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı yapılacak Sulh Ceza Mahkemesinin genel görevli kılındığı; Anayasa Mahkemesinin, 01.03.2006 tarihinde vermiş olduğu kararında 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 3. maddesinin iptal etmiş ve idari para cezalarına karşı açılan davalarda görevli yargı mercinin İdari Mahkemeleri olduğuna karar vermişse de yasama organına gerekli düzenlemeleri yapmak için süre tanıdığı ve kamu yararının olumsuz yönde etkilenmemesi için de söz konusu iptal kararının Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe gireceğine karar vermiş olduğundan, bu aşamada mahkemelerinin görevsiz olduğu; dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından 3194 Sayılı İmar Kanununu 32. maddesi uyarınca 10.000 YTL İdari para cezası verilmesi üzerine Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesine dava açıldığı ve anılan Mahkemenin 19.06.2006 tarih ve 2006/775 müt. sayılı görev ret kararı üzerine idari para cezası işleminin iptali istemiyle Mahkemelerinde iş bu davanın açıldığı; bu durumda yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarih ve 2006/35 karar sayılı iptal kararının birlikte değerlendirilmesi sonucunda bakılmakta olan davanın görüm ve çözümünde görevli yargı yerinin idari yargı değil adli yargı olduğu gerekçesiyle, Mahkemelerinin görevsizliğine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesince karar verilinceye kadar ertelemesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği….”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen durumun aksine, adli yargı kararının kesinleşme durumu açıklığa kavuşturulmadan başvurulduğu görülmekte ise de; Başkanlık yazısıyla, adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni tarafından verilen para cezasının iptali istemiyle açılmıştır. 3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. Aynı Kanun'un 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin yaptırım kararının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27.maddesine 5560 sayılı Kanunla eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 9.İdare Mahkemesi’nce 18.8.2006 gün ve E:2006/1724 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/25 KARAR NO: 2007/123 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET:2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi u KARAR Davacı : İ.M. Vekili : Av H.Ö. Davalı : Uniport Lojistik Ve Ticaret A.Ş. Vekili : Av. C.C. OLAY : Davacı vekili, müvekkili İhsan Merey'in davalı şirkette işçi olarak çalışırken, şirket çalışanlarca tespit edildiği iddiası ile hakkında Bursa 2.Asliye Ceza Mahkemesinin 2002/94 Esas sayılı do Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/808 Esas sayılı dosyası ile rücuen tazminat davası açıldığını; ancak müvekkili aleyhine en ufak bir kanıt bulanamadığını ve beraat kararı verildiğini, yine Bursa 2. Asliye Huku verilen takipsizlik kararı nedeni ile açılmamış sayılması ile sonuçlandığını, olay nedeniyle müvekkilini müvekkili davacı İhsan Merey lehine 10.000,00 YTL manevi tazminatın, dava tarihinden itibaren işleyecek karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. BURSA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 22.3.2006 gün ve E:2005/362, K:2006/122 sayı ile vekilinin, müvekkili davalının açmış olduğu davaların hak arama özgürlüğü kapsamında olduğunu, davacıya şirketin yasal hakkını kullandığını manevi tazminat talep etme şartlarının oluşmadığını savunarak davanın r Davacının davalı şirket elemanı olarak çalıştığı dönemde, şirkete ait parayı zimmetine geçirdiğinden bahisl bulunulduğu, işten çıkarıldığı ve dava açıldığından bahisle duyulan üzüntüye karşılık manevi tazminat is davacı ile davalı şirket arasında işveren- işçi ilişkisinin bulunduğu dönemde yaşanan olaylarla ilgili olduğ olayların yaşandığı dönemde, davacı ile davalı şirket ilişkisi arasında hizmet ilişkisi söz konusu olduğu, davanın İş mahkemesinin görevi kapsamında bulunduğu; Bursa' da müstakil iş mahkemelerinin kurul ilişkisinden kaynaklandığı ve davanın iş mahkemesinin görevi dahilinde olduğu anlaşılmakla, mahkemelerin reddine, dosyanın görevli ve yetkili Bursa Nöbetçi İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekt nedenlere göre; dava dilekçesinin mahkemelerinin görevsizliği nedeniyle reddine, karar kesinleştiğinde ve Bursa Nöbetçi İş Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekilinin yazılı talebi üzerine dava dosyası İş Mahkemesine gönderilmiştir. BURSA 4. İŞ MAHKEMESİ; 28.11.2006 gün ve E:2006/970, K:2006/754 sayı ile, dava dilekçesinin vekilinin 12/10/2005 tarihli cevap dilekçesi ile; davacı tarafından açılan davaların hak arama özgürlüğü davacıya hakaret etmek kastı ile açılan dava niteliğini taşımadığını, tamamen müvekkili şirketin kanunlar ö manevi tazminat talep etme şartlarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini istediği; bu davanın Bursa Esas sırasına kaydının yapıldığı ve ilgili mahkemece verilen 22/03/2006 tarihli kararda "...taraflar arasındaki ve davanın İş Mahkemesinin görevi dahilinde olduğu..." gerekçesi ile görevsizlik kararı verilerek, dava d mahkemelerine gönderildiğinin anlaşıldığı; davacı vekilinin 03/08/2006 tarihli celsede alınan beyanında; dav olunup ceza davası açılmasından dolayı iş bu davayı açtıklarını, davalı tarafça Bursa 2. Asliye Hukuk açılmasından dolayı bu davada manevi tazminat talep etmediklerini, yalnızca şikayet nedeni ile müvekkili manevi tazminat talep ettiklerini imzalı beyanı ile açıkça beyan ettiği; dava dilekçesi içeriği, taraf vek Mahkemesinin 2005/362 Esas-2006/122 sayılı görevsizlik kararı, Bursa 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2002 verilen beraat kararı, toplanan deliller, bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; d kötüye kullanma iddiası ile şikayetçi olması ve ceza davası açılması ve iddia edilen olay nedeni ile yine rücu beraatle sonuçlandığı ve 2. Asliye Hukuk Mahkemesi dosyasının ise takip edilmediğinden açılmamış sayılm ile güvenilirliğinin zedelendiği ve şahsen ve ailece sıkıntılar yaşadığı için bu sıkıntılarının giderilebilmesi am 5521 sayılı Kanunun 1. maddesinde belirtildiği üzere İş Mahkemesinin görevli olması İçin şu iki unsur birincisinin; uyuşmazlığın taraflarının işçi ve işveren( ya da vekili ) olması, ikinci unsur olarak uyuşmazlığı kaynaklanması gerektiği; görev konusunun kamu düzeni ile ilgili olduğu, mahkemelerce re'sen gözetilmesi Kanunla kurulmuş olan istisnai nitelikte özel mahkemeler olduğu, somut olayda mahkemenin görevini be hangi hukuki sebebe dayandığına bakmak gerektiği; taraflar arasında hizmet akdi bulunduğunun tartışm akdinden kaynaklanmadığı; taraflar arasında hizmet akdinin olması halinde her iki taraf arasında ç Mahkemelerinin görevinde kabul etmenin mümkün olmayacağı; görevli mahkemenin tayininde yalnızca tara yeterli olduğunun kabulü halinde bu kez şahsi bir ihtiyacı için işverenden borç alıp ödememe durumunda olarak gösterilen ve fiilin de hizmet akdi ile çalışan eş ile işveren eş arasındaki boşanma davasına dahi İ ulaşılacaktır ki; bu sonucun İş Mahkemelerinin kuruluş amacına ve görev alanına tamamen aykırı olduğu, t yönünden reddi ile görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönd kurulduğu; yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle; dava dilekçesinin görev yönünden reddine, M uyuşmazlığının çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 gü ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Güle gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş Ve İşleyişi Hakkında Kanun'un “Mahkemenin Göre göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri y uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahk Buna göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; adli, idari ve askeri yargı düzenlerinden en az ikisine dahi doğan görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözmekle yetkili ve görevlidir. Olayda, giderilmesi istenen uyuşmazlığa konu edilen Bursa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile düzenine dahil yargı yerlerine ait olup, HUMK. 25. maddesi kapsamındaki bu uyuşmazlığın çözümü Yarg sayılı Yasa’nın 1. maddesinde Uyuşmazlık Mahkemesi’nce çözümlenmesi öngörülen bir görev uyuşmazlığı b Belirtilen nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun bulunmayan başvurunun, a gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1.maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 2 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/27 KARAR NO: 2007/84 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açıl çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : S.S. Kooperatif 18 Konut Yapı Kooperatifi Vekili : Av. F.Ö. Davalı : Çankaya Belediye Başkanlığı Vekili : Av. C.D. OLAY : Çankaya Belediye Encümeni’nin 28.4.2005 gün ve C/2005/1599.15 sayılı işlemi ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca zabıt konusu hususların yıktırılarak onaylı projesine uygun hale getirilmesine ve aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca mal sahibi davacı adına para cezası verilmesine karar verilmiştir. Davacı vekili, para cezasına karşı 11.10.2005 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 16.5.2006 gün ve E:2005/28 İtiraz, K:2005/28 İtiraz sayı ile, davanın, Çankaya Belediye Encümeni’nin 28.04.2005 gün ve C:2005/1599.15 karar sayılı para cezası kararının kaldırılması istemiyle açıldığı, Anayasa Mahkemesi'nin 01.03.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla, Kabahatler Yasası'nın 3. maddesi iptal edilerek yasama organına yasal düzenleme yapması konusunda süre verildiği, özel yasalardan idari yaptırım kararına karşı idare mahkemesini görevli kılan yasa hükümlerinin herhangi bir yasaca iptal edilmemesi halinde halen yürürlükte oldukları ve dolayısıyla özel yasalardaki idari yaptırım kararına karşı başvuru yolu olarak idare Mahkemesinin gösterilmesi nedeniyle ve Anayasa Mahkemesi'nin de Kabahatler Yasası'nın 3. maddesini iptal etmesi karşısında, yeniden yapılan değerlendirme sonucunda; davaya konu idari para cezasının İmar Yasası'na aykırılıktan dolayı davalı belediyece verildiği, 2001 yılında Anayasa Mahkemesi'nce İmar Yasası’na aykırılıktan dolayı verilen idari para cezalarına karşı başvuru yolunun sulh ceza mahkemesi olduğunu gösteren hükmün iptal edilmesi karşısında ve Anayasa Mahkemesi'nin açıkça başvuru yolu olarak idari para cezalarına karşı idare mahkemesini görevli kılan kararı karşısında Mahkemelerinin görevsiz olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 13.7.2006 gün ve E:2006/1831 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un "Yargı mercilerinin Uyuşmazlık Mahkemesine Başvurmaları" başlıklı 19. maddesinden söz ederek, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, davanın, davacı kooperatif adına Çankaya Belediye Encümeni’nin 28.4.2005 gün ve 1599.15 sayılı kararı ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca verilen imar para cezasının iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2., 3., 16., 27 ve geçici 2. maddesinden söz ederek, belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasa’da sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde sulh ceza mahkemeleri nezdinde dava açılabildiği, bu durumda, imar para cezasına ilişkin olarak açılan dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, 10.7.2006 tarihinde açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağı bulunmadığı, kaldı ki, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 6.3.2006 günlü, E:2006/13, K:2006/28 sayılı kararı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun "Genel Kanun Niteliği" başlıklı 3.maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 günlü, E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararı ile iptal edilmiş olmasına karşın, gerekçeli kararın henüz Resmi Gazete'de yayımlanmamış olması nedeniyle idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğunun belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve davanın Uyuşmazlık Mahkemesi’nce bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesine göre Belediye Encümeni tarafından verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 3.5.1985 tarih ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “ Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir” denilmiş; 42. maddesinin birinci fıkrasında, ruhsat alınmadan veya ruhsat veya eklerine veya imar mevzuatına aykırı olarak yapılan yapının yapı sahibine, fenni mesule ve müteahhidine, istisnalar dışında özel parselasyon ile hisse karşılığı belirli bir yer satan ve alana para cezası verileceği kurala bağlanmış; anılan Yasa maddesinin itiraz merci olarak sulh ceza mahkemesini belirleyen beşinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 tarihli ve E:1996/72, K:1997/51 sayılı kararıyla; bir idari işlemin bir bölümünün idari yargının, diğer bir bölümünün ise adli yargının denetimine bırakılmasında, kamu yararı bulunmadığı, zira bu işlemlerin, kamu gücünün kullanılmasıyla ilgili bir idari işlemin devamı ve idari bir yasağa aykırı davranan kişiye idari bir yaptırımın uygulanması niteliğinde olduğu, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idari yargının yetkili olacağı, idarenin aynı yapı için aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağı, idari bir işlemin bölünerek bir bölümünün idari yargının bir bölümünün de adli yargının denetimine bırakılmasında isabet bulunmadığı belirtilmek suretiyle iptal edilmiş olup, yasama organınca bu konuda düzenleme yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararını gözeten Uyuşmazlık Mahkemesi, 3194 sayılı Yasa’nın 42. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı açılan davaları, göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş; gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmadığı süreçte, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. Aynı Kanunun 27. maddesine, 5560 sayılı Kanun ile eklenen sekizinci fıkrada ise; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kurala bağlanmış, bu maddenin gerekçesinde de bu hükümle, Kabahatler Kanunu'ndaki düzenlemelerin ortaya çıkardığı bağlantı sorununa çözüm getirilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının, bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği ancak; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararın da verilmiş olması nedeniyle; idari para cezasına ilişkin yaptırım kararının hukuka aykırılığı iddiasının da, idari yargı yerinde görüleceği kuşkusuzdur. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesi ve aynı Kanunun 27. maddesine 5560 sayılı Kanun’la eklenen sekizinci fıkra hükmü bir arada değerlendirildiğinde, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 42. maddesi uyarınca verilen para cezalarına karşı açılacak davaların çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nce 13.7.2006 gün ve E:2006/1831 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/30 KARAR NO: 2007/85 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : M.U.S. Vekili : Av. S.Y. Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Vekili : Av. L.Ç. OLAY : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü’nün 2.1.2006 gün ve 06 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 7.6.2006 gün ve E:2006/20 İtiraz, K:2006/20 İtiraz sayı ile, itiraz eden vekilinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü'nce verilen idari para cezası kararının iptalini ister olduğunu belirttiği, celp olunan itiraz konusu karar ve eklerinin tetkikinden, bu kararın itiraz edene 20.01.2006 tarihinde tebliğ edildiği, itirazın 06.02.2006 tarihinde yapıldığı, itiraz konusu idari para cezası kararının 4857 sayılı İş Kanunu'nun 108. maddesi doğrultusunda verildiği, 108/2 maddede, bu kanuna göre verilen cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edileceği, itirazın idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu yolunda emredici hüküm getirdiği, bu hükmün yürürlükte olduğu, Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildiği, dolayısıyla görev yönünden yürürlükte olan ve sadece 4857 sayılı İş Kanunu'na göre verilen idari para cezaları ile ilgili olan 108. madde hükmünün uygulanması gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA İKİNCİ İDARE MAHKEMESİ; 11.7.2006 gün ve E:2006/1703, K:2006/1577 sayı ile, davanın, 4857 sayılı Yabancıların Çalıştırılması Hakkındaki Kanun'un 21. maddesine aykırılıktan dolayı davacı adına idari para cezası verilmesine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluşu ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 14. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1, 2, 3, 16, 27, geçici 2 ve geçici 3. maddelerinden ve anılan Kanuna 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle eklenen ek 1. maddesinden söz ederek, bu hüküm eklenmekle, Vergi Usul Kanunu'nda vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin dışındaki diğer kanunlarda öngörülen tüm idari para cezaları hakkında bu Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan başvuru yolunun düzenlendiği 27. maddesinin uygulanacağının anlaşıldığı, öte yandan, her ne kadar 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun "Genel Kanun niteliği" başlıklı 3. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de, gerekçeli karar henüz Resmi Gazete'de yayımlanmadığından, 5326 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği 01.06.2005 tarihinden sonra bu Kanun kapsamında açılan davaların görüm ve çözümünde adli yargı mercilerinin görevli olduğunun Uyuşmazlık Mahkemesi'nin 06.03.2006 gün ve E:2006/13, K:2006/28 sayılı kararıyla hüküm altına alındığı, dava dosyasının incelenmesinden; davacının 4857 sayılı Kanun'un 21. maddesine aykırı olarak, işyeri açılışını yasal süresi içinde davalı idareye bildirmediğinden bahisle idari para cezasına muhatap olduğu, verilen idari para cezasına karşı Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığı, 07.06.2006 tarih ve E:2006/20, K:2006/20 sayılı karar ile, davanın görev yönünden reddedildiği, sonrasında 6.07.2006 tarihinde davacının Mahkemelerinde iş bu davayı açtığının anlaşıldığı, bu durumda, davacının anılan fiilinin kabahat tanımı içinde yer aldığı, anılan Kanunun 3. maddesinde, bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının açıkça belirtildiği dikkate alındığında, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün adli yargı mercilerinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Başkanlıkça adli yargı dosyasının da ilgili Mahkemesinden getirtildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4817 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, yabancıların Türkiye’deki çalışmalarını izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemektir” denilmiş; “Cezai hükümler” başlığını taşıyan 21. maddesinin 3. fıkrasında, çalışma izni bulunmayan yabancıyı çalıştıran işveren veya işveren vekillerine her bir yabancı için iki milyar beşyüz milyon lira idarî para cezası verileceği, 6. fıkrasında, bu Kanunda öngörülen idarî para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idarî para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri, başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı belirtilmiştir. 4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 7.6.2006 gün ve E:2006/20 İtiraz, K:2006/20 İtiraz sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/32 KARAR NO: 2007/124 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Zimmet açığı bulunduğu ileri sürülerek Hazine zararının tazmini amacıyla astsubay olan gerçek kişiye karşı açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Maliye Hazinesi Vekili : Av. S.Y. Davalı : E.Ç. OLAY : Davacı vekili,Astsb.Erol Çıkrık’ın 61 inci İç Güv.Tug.1 inci İç Güv.Kh.Des.BI. K.lı’ğı emrinde bölük astsubayı olarak görev yaptığını, görevden ayrılması sırasında yapılan sayımda zimmet açığının tespit edilmesi nedeniyle hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonucunda beraatine karar verilip, meydana gelen hazine zararının takip ve tahsil hakkının saklı tutulmasına karar verildiğini belirterek 990,07 YTL’nin 26.06.2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. KONYA 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 16.2.2006 gün ve E:2005/2746, K:2006/320 sayı ile, davacı vekili vermiş olduğu dava dilekçesinde özetle, davalının görev yaptığı bölükte göreve başladığı tarihte kendisine teslim edilen malzemelerden bir çok kalemin görevden ayrıldığı sırada sayılmasında eksik çıktığını, davalı aleyhinde yapılan ceza davasında davalının beraat ettiğini, davalıya teslim edilen malların sanık yedinde iken kaybolmasından dolayı 26.06.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 990,07 YTL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, Mahkemelerine açılan davanın tazminat talebine ilişkin bulunduğu, Mahkemelerince dava dilekçesi ve cevap dilekçesinin öncelikle görev yönünden incelendiği, davaya dayanak olarak gösterilen sebebin asker kişi olan davalıya görevi sırasında teslim edilen malzemenin görevden ayrıldığı tarihte yapılan kontrol sırasında zimmetindeki malların eksik bulunması ile ilgili olduğu ve bu hususun taraflar arasında ihtilaf konusu olmadığının görüldüğü, Mahkemelerince mevcut iddia ve savunma nazara alındığında, taraflar arasındaki ihtilafın çözümlenmesi konusunda Mahkemelerinin görevli olmadığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20. maddesi nazara alındığında, görevli mahkemenin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu kanaatine varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY ÜÇÜNCÜ HUKUK DAİRESİ’nin 26.6.2006 gün ve E:2006/7686, K:2006/8407 sayılı kararıyla temyiz istemi reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir. Davacı vekili, aynı istekle, bu kez, askeri idari yargı yerinde dava açmıştır. ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 4.10.2006 gün ve E:2006/1125, K:2006/904 sayı ile, davacı vekilinin, dava dilekçesinde özetle; davalı Astsb. Erol Çıkrık'ın 61 nci İç Güv.Tug.1 nci İç Güv,Kh.Des.BI.K.lı’ğı emrinde bölük astsubayı olarak görev yaptığını, görevden ayrılması sırasında yapılan sayımda zimmet açığının tespit edilmesi nedeniyle hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonucunda Astsb. Erol Çıkrık'ın beraatine karar verilip, meydana gelen hazine zararının takip ve tahsil hakkının saklı tutulmasına karar verildiğini, Konya Sulh Hukuk Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verildiğini belirterek 990,07 YTL’nin 26.06.2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava ettiği, 1602 sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’na göre, davanın görevli yargı yerinde açılıp açılmadığının inceleme sırasında davanın esasına girilmeden incelenecek hususlar arasında sayıldığı, zira, görevin, kamu düzeni ile ilgili olup, davanın her safhasında dikkate alınmasının hukuk alanında ihtilafsız kabul edildiği, Anayasa’nın 125 inci maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunun hüküm altına alındığı, Anayasa’nın 129 uncu maddesinin 4 üncü fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil şartlarına uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği hükmünün yer aldığı, yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde dava konusunun değerlendirilmesinde; idare mahkemelerinde ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde idari işlem ve eylemlerden dolayı dava açılabileceği, dava konusu edilen hazine zararının idari işlem veya idari eylemden meydana gelmiş bir zarar olmadığı, dolayısıyla idari davaya konu edilmesinin mümkün olmayıp, dava konusu uyuşmazlığa bakmakla idari yargının görevli olmayıp, adli yargının görevli olduğu kanaat ve sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kararın düzeltilmesi isteminde bulunulmayarak kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve askeri idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, askeri idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Fikret ERES’in, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, astsubay Erol Çıkrık’ın yapılan sayımda zimmet açığının tespit edilmesi nedeniyle hakkında dava açıldığı, yapılan yargılama sonucunda beraatine karar verilip, meydana gelen hazine zararının takip ve tahsil hakkının saklı tutulmasına karar verildiği belirtilerek, 990,07 YTL’nin 26.06.2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmıştır. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevleri” başlığını taşıyan değişik 20. maddesinde, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Bu Kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır” denilmiş; “İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı” başlığını taşıyan değişik 21. maddesinde ise, 20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davalarının, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümleneceği ve karara bağlanacağı belirtilmiştir. Bu durumda, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davalarının askeri idari yargı yerinde görülmesi olanaklı olup, olayda, bu şekilde hak veya menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış bir dava bulunmadığından, iş bu davanın askeri idari yargı yerinde çözümleneceği sonucuna ulaşmak imkansızdır. Buna göre, davacı alacağının tahsili için gerçek kişi aleyhine açılan davanın, askeri idari yargının görevine giren bir idari dava niteliğinde olmadığından, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevlidir. Açıklanan nedenlerle, Sulh Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya 2. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilen 16.2.2006 gün ve E:2005/2746, K:2006/320 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/39 KARAR NO: 2007/127 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Sigorta Şirketince, hizmet kusuru esasına dayanılarak zararın giderilmesi istemiyle idare aleyhine a YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : Acıbadem Sağlık ve Hayat Sigorta A.Ş.(Bayındır Hayat Sigorta A.Ş.) Vekili : Av. M.D. Davalı : Sağlık Bakanlığı (Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü) Vekili : Av. Y.Ü. O L A Y: Bayındır Hayat Sigorta A.Ş.’de sağlık sigortası bulunan ve davalı kurum sigortalısı olan Tarsus SSK Hastanesi’nde tedavi görmüş, ancak şikayetlerinin artması üzerine Adana Seyhan Hastanesi’nde Davacı vekili tarafından, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavi yapılmış ol ödenmeyeceği, oysa, tedavinin yanlış yapılarak hastanın özel bir hastanede tedavi altına alınmasının zoru tedaviye ilişkin 1.130.827.935.-TL hastane giderinin, hastanın sağlık sigortasının bulunduğu şirketler belirtilerek, bu tutarın, ödeme tarihi olan 23.10.1998 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile b Müdürlüğü’nden tahsili istemiyle 13.6.2000 tarihinde adli yargı yerinde dava açılmıştır. Davada verilen kararların iki kez Yargıtay tarafından bozulması sonrası davanın devamı sırasında Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun uyarınc birimleri Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. Davanın görüldüğü Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi, 26.9.2006 günlü celsede, davaya davalı sayılı Yasa gereğince davalı sıfatının kaldırılmasına, Sağlık Bakanlığı’nın davaya davalı sıfatı ile katılmasına Savunma veren Sağlık Bakanlığı vekili, tazminat istemine konu olayın, kamu hizmetinin görüldüğü b ilgili bulunduğunun tartışmasız olduğunu, idarenin veya ajanlarının hizmet kusuru niteliğindeki eylemi s idareye karşı idari yargıda tam yargı davası açılması gerektiğini ileri sürerek görev itirazında bulunmuştur. ANKARA 23. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 5.12.2006 gün ve E:2006/171 sayı ile, davalı Sağl de; davanın sağlık sigorta poliçesine dayalı rucuen tazminat istemi olduğundan, davalı vekilinin yargı yolu iti Davalı idare vekilinin, davacı vekilinin davalarını hizmet kusuruna dayandırdığını, idarenin hizmet çerçevesinde sorumlu olup olmadığının yargısal denetiminin, idari eylemlerden doğan zararların gideri kapsamında idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ileri sürerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması istem dosyası Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Davacı şirketin sigortalısının tedavi masrafını ödemesi nedeniyle uğrad birlikte tazmini istemiyle Sağlık Bakanlığı aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/17 Bakanlığı’nca davanın görüm ve çözümünün idari yargının görevine girdiği ileri sürülerek görev itirazında bu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının istenildiği, Anayasa'nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlem olduğunun belirtildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde belirtilen idari ey olanlar tarafından açılacak tam yargı davalarının idari dava türleri arasında sayıldığı, 506 sayılı Sosyal Sig kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla gö olup, aynı Yasanın 1. maddesinde sözü edilen, iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, ya yardımları konusunda sigortalı kişi ile idare veya Sosyal Sigortalar Kurumu arasında çıkacak uyuşmazlıklar ancak, Anayasa’nın, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla görevli Devle sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak yerine getireceği yolundaki 56. maddesi hükmü d hastahanelerde verilen sağlık hizmetinin, kamu hizmeti olarak yürütüldüğü kuşkusuz olup, bu hizmetlerin tazminine ilişkin uyuşmazlıkların çözümünün 506 sayılı Yasa’nın 134. maddesi kapsamı dışında k Sigortalar Kurumu Tarsus Hastahanesi’nde yanlış teşhis ve tedavi nedeniyle hastada oluşan konuşma güçlüğ dolayı zorunlu olarak nakledildiği özel hastaneye tedavi gideri ödendiği ileri sürülerek zararın tazmini istemi idareye bağlı hastanede sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülmediği iddiasından kaynaklanan davada, kamu tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı bulunan hastanenin, bu hizmeti yürüttüğü sırada ilgililere ver yargıda açılacak tam yargı davası ile idarenin tazmin sorumluluğuna ilişkin esaslar çerçevesinde mümkün o geçen hastane, 5283 sayılı Yasa’ya göre Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş olup, bu Yasanın 9/c maddesi uya olarak, kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamu kurum ve kuruluşları leh ve aleyhine adli ve idari yar açılmış ve açılacak davaların, Bakanlık husumetiyle yürütülmesinin gerekmesi ve bütün hak, yetki, yü Bakanlığa geçmesi hususları da dikkate alındığında, devredilen SSK hastanelerinin hizmet kusuru iddiasın yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna varıldığı, bu durumda, SSK Genel Müdürlüğü aleyhine açılan ve görülen davanın görüm ve çözümü, idari işlem ve eylemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılacak ta idari yargıya ait bulunduğundan, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Sağlık Bakanlığı’nın görev itira gerektiği, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi uyarınca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılma da yazılı düşüncesi istenilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI ; Davacı Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Yargıtay Cumhuriyet sigorta şirk yanlış tedavi nedeniyle ödediği 1.130.827.935.-TL giderin ödeme tarihi olan 23.10.1998 tarihinden itibaren i davalı SSK Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2006/171 E Başsavcılığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 10. maddesi gereğince Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan dav çıkarıldığı, davacı vekili, dava dışı Yakup Akşahin'in davalı Kurumun sigortalısı olduğunu, geçirmiş o 29.09.1998 tarihinde davalı Kuruma bağlı Tarsus Hastanesi’nde tedavi altına alındığını ve yapılan yanlış ted zorunda kalındığını, özel hastanedeki tedavi masraflarının hastanın sağlık sigortası bulunması nedeniyle ken halef olduklarını bildirerek tazminat istemiyle SSK Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara 23. Asliye Hukuk M tarafından görev itirazında bulunulması üzerine olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığının anlaşıldığı, A 05.12.2006 tarihli oturumda davalının görev itirazının reddedildiği, Anayasa'nın 125/son madde ve fıkrasın doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğunun kurala bağlandığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ve işlemlerden dolayı zarara uğrayanlar tarafından açılan tam yargı davalarının, idari dava türleri arasınd uğranılan zararın ödenmesi nedeniyle davalı Kurumdan sağlık sigorta poliçesine dayalı rücuen tazminat ist sağlık hizmeti ile ilgili görevini yerine getirirken hizmet kusuru nedeniyle açılan davanın, idari yargı yeri görev itirazında bulunduğu, davalılardan SSK’ya ait hastane 5283 sayılı Yasa’ya göre Sağlık Bakanlığı’na uyarınca, "Devredilen sağlık birimleri ile ilgili olarak; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, Sosyal S almasına ilişkin sözleşmeleri hariç, kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılmış sözleşmeler, kredi anlaşm kuruluşları leh ve aleyhine adlî ve idarî yargıda sağlık hizmeti sunumundan, iyileştirici tıbbî malzeme al personelle ilgili açılmış ve açılacak davalar ile icra takipleri Bakanlık husumetiyle yürütülür, borçlarıyla birlikte Bakanlığa geçer" denilmekte olduğundan, devredilen SSK hastanelerinin hizmet kusuru yargı yerinde görülmesi gerektiği, buna göre ve zararın kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında doğması nede olması karşısında, kamu hizmeti yürüten davalının bu hizmeti yürüttüğü esnada kişilere verdiği zararın hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka bulunmadığının saptanmasını gerektirdiği, bu hususların saptanmasının ise idare hukuku ilkelerine göre yapı maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli bulun başvurusunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı Sağlık Bakanlığı’nın görev itiraz gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lü Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 g I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen Danıştay Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığınd bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yarg dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra Dava, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavinin yapılmamış olması nedeniyle kuru tedavisine devam edilmek zorunda kalınması nedeniyle bu hastaneye yapılan ödemenin sigorta şirketince k bir rücuen tazminat davasıdır. 19/1/2005 gün ve 25705(Mük.) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 5283 sayılı Bazı Kamu Kurum ve Bakanlığına Devredilmesine Dair Kanun’un 1. maddesinde, bu Kanunun amacının, kamu kurum ve ku Bakanlığına devredilmesiyle ilgili usûl ve esasları belirlemek olduğu, 4. maddesinin (c) fıkrasında, devre Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmeti satın almasına ili kuruluşları tarafından yapılmış sözleşmeler, kredi anlaşmaları, yatırım projeleri ile kamu kurum ve kurulu sağlık hizmeti sunumundan, iyileştirici tıbbî malzeme alımından dolayı ve sağlık hizmeti sunan personelle takiplerinin, Bakanlık husumetiyle yürütüleceği, bütün hak, yetki, yükümlülük, alacak ve borçlarıyla birlikte Kanunun 4 üncü maddesinin (b) ve (g) bendi, 5 inci maddesinin üçüncü fıkrası ve 6 ncı maddesinin yayımı ta eden günden bir ay sonra yürürlüğe gireceği belirtilmiştir. Olayda, davacı vekilince, uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle Sosyal Sigortalar Kurumu 5283 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumu yerine davaya taraf olan çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki görev itirazı, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce r Tarsus SSK Hastanesi, olayın olduğu tarihte Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlıyken, Ankara 23 görülmesi sırasında 5283 sayılı Yasa uyarınca Sağlık Bakanlığı’na devredilmiştir. Dava dilekçesinin incelenmesinden, davacı vekilince, uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin davanın, aksaklıklardan doğduğu ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru esasına göre sorumlu olduğu nedenine dayanıla Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı öde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel h açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır. Buna göre, kamu hizmeti yürüten davalı idareye bağlı hastanede hizmetin iyi işlememesi nede sürdürülmesi sonucu bu hastaneye yapılan ödemenin tazmini istemiyle açılan dava, olayda kamu hizme yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmad hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddes görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir. Diğer yandan, davacı sigorta şirketi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 1301. maddesinde yer sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıs ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder” hükmü uyarınca sigorta ettirenin kanuni halefi (yasal ar konusunu oluşturan dava tipik bir tam yargı davasıdır. Bu nedenle, uyuşmazlığın, adli yargı yerinde aleyhine açılan tazminat davasını kaybedenler tarafın sorumlu bulunan idare aleyhine açılan ve bir borçlar hukuku müessesesi olan “rücuen alacak” davası kapsamı Açıklanan nedenlerle, davalı kuruma ait hastanede doğru teşhis ve tedavinin yapılmamış olması ne hastanede tedavisine devam edilmek zorunda kalındığını ileri sürerek bu hastaneye ödeme yapan sigorta kusuru esasına dayanılarak davalı idarece giderilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının görüm ve çözümü Danıştay Başsavcısı’nın başvurusunun kabulü ile Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin davalı idare kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Danıştay Başsavc Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 5.12.2006 gün ve E:2006/171 sayılı GÖREVLİLİK KARA gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/51 KARAR NO: 2007/131 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasanın 1.maddesinde sayılan yargı mercilerinden olmayan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kararı nedeniyle görev uyuşmazlığı doğduğu ileri sürülerek yapılan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı : K.H. Müştekiler: Likitgaz, Milangaz A.Ş., Milangaz LPG. A.Ş., Mutfakgaz A.Ş., Güneşgaz A.Ş., İpragaz A.Ş. Vekili : Av. S.V.B. Sanık : İ.K. OLAY : Müşteki Şirketler vekili, Sanık İ.K’nın aynı grup bünyesinde faaliyet gösteren müşteki Şirketlere ait LPG tüplerini herhangi bir bayilik sözleşmesi olmaksızın satışa arzettiği, sanığın müşteki şirketler dışında bir başka şirket ile de bayilik sözleşmesi bulunmadığı iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Konya/Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığı, sanığın müştekiye karşı haksız rekabet/TTK.m.64 suçunu işlediğinin anlaşıldığı, müsned suçun CMUK.334. maddesinde sayıldığı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiştir. Müştekiler vekilinin itirazı üzerine Karaman Ağır Ceza Mahkemesi; sanık hakkında 1705 sayılı Kanuna aykırılıktan dava açmaya yeterli delil bulunduğu anlaşıldığından, takipsizlik kararının kaldırılarak dava açılması için evrakın mahalline gönderilmesine karar vermiştir. Konya/Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığınca, 16.11.2001 tarih ve 2001/I382 esas sayılı iddianamesiyle 1705 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık hakkında kamu davası açılmıştır. Ereğli /Konya Asliye Ceza Mahkemesi, 15.7.2002 gün ve E:2001/895, K:2002/714 sayı ile, sanığın eyleminin Yargıtay 7.Ceza Dairesinin 2.3.1999 tarih ve 1999/1149-1474 E.K. Sayılı ilamında açıklandığı üzere Türk Ticaret Kanunun 64.maddesinde düzenlenen suça uyduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle işin esası hakkında karar vermiş; bu karar sanık tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 7.Ceza Dairesi, 21.2.2006 gün ve E:2004/820, K:2006/520 sayılı İlamı ile, hükümden sonra, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12.maddesinin b fıkrası ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu bütün ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmış olduğu, aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7.maddesi uyarınca lehe olan yasanın belirlenip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmasının; bozmayı gerektirdiği, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı yasanın 8/1 maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK.nun 321.maddesi uyarınca bozulmasına karar vermiştir. Konya/Ereğli 2.Asliye Ceza Mahkemesi, 22.3.2006 gün ve E:2006/161, K:2006/139 sayı ile; sanığın üzerine atılı 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararnameden kaynaklanan ceza davaları için, H.S.Y.K nun 24/03/2005: tarihli ve 188 sayılı kararı ile 1.Asliye Ceza Mahkemesi görevli olduğundan, Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE, karar kesinleştiğinden, sanığın Türk Ticaret Kanununun 64/2. fıkrası ve TCK 81/1. maddesi gereğince cezalandırılması için dosyanın Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. KONYA/EREĞLİ 1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ, 4.8.2006 gün ve E:2006/303, K:2006/347 sayı ile; Sanığın üzerine atılı 1705 Sayılı yasaya muhalefet, (556 sayılı markaların korunması hakkındaki kanun hükmünde kararnameye muhalefet) suçunun 5307 S.Y. 8/4-1 madde kapsamındaki eylemi oluşturduğu; yine aynı yasanın 16/4 madde ve fıkrası gereğince bu eylemin idari para cezasını gerektirdiği ve aynı yasanın 18. maddeye göre bu eylemleri soruşturma ve cezalandırılma yetkisinin Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna verilmiş olduğu, Mahkemelerinin görevli bulunmadığı anlaşılmakla, CMK 3, 4, 5, 223/10 madde gereğince Mahkemelerinin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın karar kesinleştiğinde; sanık hakkında 5307 S.Y. 8/4-1 madde delaletiyle aynı yasanın 16/4 madde gereğince işlem yapılmak üzere aynı yasanın 18. maddesi gereğince görevli ve yetkili Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gönderilmesine karar vermiş; kararın kesinleşmesinden sonra dava dosyası Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gönderilmiştir. ENERJİ PİYASASI DÜZENLEME KURUMU (Hukuk Dairesi Başkanlığı); Konya Ereğli 1.Asliye Ceza Mahkemesi'ne hitaben 4.1.2007 gün ve 085 sayılı yazı ile; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun 26/10/2006 tarihli ve 965/17 sayılı Kararı ile " 20/12/2003 tarih ve 25322 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ile 13/03/2005 tarihli 25754 sayılı Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren 5307 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik yapılmasına Dair Kanunun Yürürlüğe girmesinden önce işlenen suçlara ilişkin olarak Mahkemelerden Muhtelif tarihlerde Kurumlarına intikal eden dosyalar ile bundan sonra Kurumlarına intikal edecek aynı durumdaki dosyalar üzerinde Kurum Yetkisi olmadığına" Karar verilmesi üzerine, Kurumlarınca yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığından bahisle, dava dosyasını Mahkemeye göndermiştir. KONYA/EREĞLİ 1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ, 8.1.2007 gün ve E:2006/303, K:2006/347 sayı ile; 1705 sayılı yasaya muhalefet suçundan sanık İsmail Kıyak hakkında Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza Mahkemesinin 04.08.2006 tarih ve 2006/303 esas 2006/347 karar sayılı ilamı ile Mahkemelerinin görevsizliğine ve dosyanın görevli ve yetkili Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gönderilmesine karar verilmiş ve dosyanın Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna gönderilmiş olduğu; her ne kadar iş bu dosya Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nca kurum yetkisi olmadığından bahisle Mahkemelerine tekrar gönderilmiş ise de; Mahkemelerince yeniden Herhangi Bir Hüküm Tesisine Yer Olmadığına; ancak; Ereğli/Konya 1.Asliye Ceza Mahkemesi ile Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından, uyuşmazlığın giderilmesi ve görevli Merciin tayini yolunda, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş ve dava dosyası Mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararının sonuç kısmında, “ 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un bütünü ile incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanun’un uygulanması yönünden, 2. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Ceza Uyuşmazlıkları” ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebiyle başlayan yargılanması sonucunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda Askeri ve Adli Ceza Mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması; bunun dışında kalan tüm görev ve hüküm uyuşmazlıklarının “Hukuk Uyuşmazlığı” sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır.” denilmekte olup, adli ceza mahkemesi ile idari mercii arasında görev uyuşmazlığı doğduğu öne sürüldüğüne göre, başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın uygulanması yönünden “hukuk uyuşmazlığı” kapsamında bulunduğu açıktır. Anayasa’nın 158. maddesinin birinci fıkrasında “Uyuşmazlık Mahkemesi adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir”. denilmiş; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “ Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir. Özel kanun uyarınca hakeme başvurulmasının zorunlu olduğu hallerde, eğer hakemlik görevi hakim tarafından yerine getirilmiş ise bu merci, davanın konusuna göre, yukarıdaki fıkrada yazılı adli veya idari yargı mercilerinden sayılır.” hükümleri yer almış; aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Anılan hükümlere göre, Uyuşmazlık Mahkemesince bir görev ya da hüküm uyuşmazlığının incelenebilmesi için, uyuşmazlığa konu edilen karar veya kararların, adli, idari veya askeri yargı mercilerince ya da hakemliğin hakim tarafından yerine getirilmesinde olduğu gibi yargı merci sayılanlarca verilmiş bulunması gerekmektedir. Olayda, Konya/Ereğli 1. Asliye Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderilmesi üzerine Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından, Kurumlarınca yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığından dava dosyası iade edilmiş olup, Asliye Ceza Mahkemesince; bu durumda, Kurul ile Mahkeme arasında olumsuz görev uyuşmazlığı çıktığından bahisle dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği anlaşılmaktadır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) elektrik piyasalarının düzenlenmesi amacıyla 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 2001 yılında kurulmuştur. Kanunun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu başlıklı 4. maddesinde; “Kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve bu Kanun ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuştur. Kurum, tüzel kişilerin yetkili oldukları faaliyetleri ve bu faaliyetlerden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tanımlayan Kurul onaylı lisansların verilmesinden, işletme hakkı devri kapsamındaki mevcut sözleşmelerin bu Kanun hükümlerine göre düzenlenmesinden, piyasa performansının izlenmesinden, performans standartlarının ve dağıtım ve müşteri hizmetleri yönetmeliklerinin oluşturulmasından, tadilinden ve uygulattırılmasından, denetlenmesinden, bu Kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten, piyasa ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan ve bunların denetlenmesinden ve piyasada bu Kanuna uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur. Kurum, Kurul kararıyla bu Kanun hükümleri uyarınca çıkaracağı yönetmelikleri, piyasada faaliyet gösteren tüzel kişilerin ve ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini alarak hazırlar. Kurumun merkezi Ankara'dadır. Kurumun ilişkili olduğu Bakanlık, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır. Kurum, dağıtım bölgelerinde müşteri ilişkilerini sağlamak üzere irtibat büroları kurabilir. Kurumun teşkilatı; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, başkanlık ve hizmet birimlerinden oluşur. Kurum, bu Kanundan kaynaklanan görevlerini yerine getirirken yetkilerini Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu vasıtasıyla kullanır. Kurumun temsil ve karar organı Kuruldur.” hükmüne Dava hakkı başlıklı 12. maddesinde “Kurul kararına karşı açılacak davalar ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Danıştay, Kurul kararlarına karşı yapılan başvuruları acele işlerden sayar.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan düzenlemeye göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Anayasa’nın 158. ve 2247 sayılı Yasanın 1. maddesinde belirtilen yargı mercilerinden olmadığından, ortada Uyuşmazlık Mahkemesince çözümü gereken bir görev uyuşmazlığı bulunduğundan söz etmek olanaksızdır. Bu durum karşısında, 2247 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun olmayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 1.maddesine uygun bulunmayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/52 KARAR NO: 2007/86 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 1380 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİND KARAR Davacı : M.B. Davalı : Silifke İlçe Tarım Müdürlüğü OLAY : Davacıya, ruhsatsız tekne ile uzatma ağı kullanarak su ürünleri avladığından dolayı, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 23. ve 36. maddeleri ve Su Ürünleri Yönetmeliği uyarınca, Silifke İlçe Tarım Müdürlüğünün 25.5.2006 tarih ve 087065 seri, 65 karar no.lu işlemi ile idari para cezası kesilmiştir. Davacı, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle 13.6.2006 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. SİLİFKE SULH CEZA MAHKEMESİ;26.6.2006 gün ve E.2006/271 D.İş. sayı ile, 4950 Sayılı Yasanın 8. maddesi ile 1380 Sayılı Yasa ile eklenen ek madde 3/4 maddesinde " ….. bu kanunda öngörülen idari para cezalarına karşı cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içerisinde yetkili idare Mahkemesine itiraz edilebilir..." hükmü karşısında mahkemelerinin bu konu hakkında görevsiz olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı aynı istekle, 24.7.2006 gününde idari yargı yerinde dava açmıştır. MERSİN 1.İDARE MAHKEMESİ (TEK HÂKİM);27.9.2006 gün ve E.2006/3106 sayı ile, 31.3.2005 tarih ve 25772 mük. sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak 01.06.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu 2. maddesinde; "Kabahat" deyiminden, Yasanın karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağının belirtildiği, 3. maddesinde, Kabahatler Yasasının genel hükümlerinin diğer Yasalardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının öngörüldüğü, "Yaptırım Türleri" başlıklı 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği, 27. maddesinde, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği, Geçici 2. maddesinde, bu yasa hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle İdare Mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararlarında uygulanmayacağı, Geçici 3. maddesinde ise, daha önce verilmiş olan idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 gün içinde 27. madde hükümlerine göre Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabileceği kuralına yer verildiği; dosyanın incelenmesinden, Mersin, Silifke, Yeşilovacık Kasabası Tisan Tatil köyü Akdeniz sahilinde Silifke İlçe Tarım Müdürlüğü, Silifke Yeşilovacık Jandarma Karakol Komutanlığı ve Mersin Jandarma Doğal Hayatı Koruma Takım Komutanlığı elemanlarınca 23.5.2006 günü saat 16:00 sıralarında müştereken yapılan kontrolde davacının, isimsiz 4 metre boyundaki beyaz renkli teknesinde, 3 adet 100 metre uzunluğunda ıslak uzatma ağı görüldüğünün, davacının kendisine ve teknesine ait su ürünleri avlanma tezkeresinin olmadığının aynı günlü tutanak düzenlenmek suretiyle tespit edildiği, bu tespite istinaden dava konusu işlemle davacıya 1380 sayılı kanunun 23/a maddesi uyarınca 610.00YTL idari para cezası verildiği, davacı tarafından söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle 13.6.2006 tarihinde Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2006/271 D.iş esas sayılı dosyasına kayıtlı davanın açıldığı, anılan mahkemenin 26.6.2006 tarih ve 2006/271 D.iş sayılı kararıyla davanın görev yönünden reddine karar verildiği, bu görevsizlik kararı üzerine davacı tarafından bakılan davanın açıldığı; davacının ruhsatsız tekne ile uzatma ağı kullanarak su ürünleri avladığından bahisle, 1380 sayılı Kanun hükümleri uyarınca verilen idari para cezasına ilişkin işleme karşı Silifke Sulh Ceza Mahkemesinde davanın açıldığı 13.6.2006 tarihi itibariyle Kabahatler Kanunu yürürlükte olduğundan ve söz konusu cezanın anılan kanun kapsamında yer aldığı anlaşıldığından, bu işleme karşı açılan davanın görüm ve çözümünde Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin görevli ve yetkili olduğu sonucuna varıldığı; açıklanan nedenlerle; 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun 19. maddesi uyarınca görevli yargı merciinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, işin incelenmesinin anılan Mahkemece bir karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen yönteme uygun biçimde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 1380 sayılı Kanunu’nun 23. ve 36. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 22.3.1971 tarih, 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun “Şümul” başlıklı 1.maddesinde, “Bu Kanun su ürünlerinin korunması, istihsali ve kontroluna dair hususları ihtiva eder.” denilmiş, Genel Yasaklar, Tahdit Ve Mükellefiyetler başlıklı 23 maddesinde; su ürünleri istihsalinde kullanılan istihsal vasıtalarının haiz olmaları gereken asgari vasıf ve şartlar ile bunların kullanma usul ve esasları; Sağlık, memleket ekonomisi, seyrüsefer, teknik ve bilimsel yönlerden bölgeler, mevsimler, zamanlar, su ürünleri cinsleri, çeşitleri, ağırlık, irilik, büyüklük gibi vasıflar bakımından konulacak yasak, sınırlama ve yükümlülüklerin yönetmelikle düzenleneceği ifade edilmiş, Cezalar başlıklı 36. maddesinin (h) bendinde, 23 üncü maddenin (a) bendi ile (b) bendinin birinci fıkrasına göre çıkarılan yönetmelik hükümlerine aykırı hareket edenlere, idarî para cezası verileceği hükmüne; Ek Madde 3’te ise, bu Kanunun 36 ncı maddesinde yer alan idarî para cezalarının kimler tarafından kesileceği belirtildikten sonra, “Cezalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. İdarî para cezalarına karşı cezanın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idare tarafından verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinden inceleme yapılarak karara bağlanır. İtiraz üzerine verilen karar kesindir” hükmüne yer verilmiştir. 1380 sayılı Yasa’nın Ek 3. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 1380 sayılı Yasa’nın 23 ve 36. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Mersin 1. İdare Mahkemesi’nce 27.9.2006 gün ve E:2006/3106 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/64 KARAR NO: 2007/88 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Onur Sal Turizm İşlt. Tic. ve San. Ltd. Şti. Vekili : Av . S.E. Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı OLAY : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün 31.1.2006 gün ve 1873 sayılı işlemi ile, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 29. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 107. maddesine göre davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.4.2006 gün ve E:2006/96, K:2006/96 Değ.İş sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 01.03.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada , kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin özel olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 1. İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM) ; 6.7.2006 gün ve E: 2006/2026, K:2006/964 sayı ile, uyuşmazlık hakkında görevli yargı yerinin belirlenmesi için 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanununun irdelenmesinin gerektiği; kabahatler ve kabahatlere uygulanacak yaptırımların, 765 sayılı eski Ceza Kanunundan farklı bir anlayışla 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununda düzenleme dışı bırakıldığı ve yeni Türk Ceza Kanunu ile eş zamanlı olarak yeni bir Kabahatler Kanununun yürürlüğe konulduğu, ancak, özel hükümlerinde aksi ceza kanununda sayılan kabahatler büyük oranda korunmuş olmakta birlikte yürürlüğe, giren bu Kabahatler Kanununun aşağıda ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi 765 sayılı Yasada yer alan hükümlerden farklı olarak yeni bir amaç ve kapsam taşımakta olduğu; Kabahatler Kanununun, uyuşmazlık konusu olayda görev konusunun çözümü açısından en önemli maddelerden birisinin "Tanım" başlıklı 2 nci maddesi olduğu, maddede, Kabahat deyiminin, kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık olarak tanımlandığı, "Fiil den hareketle bir tanımlama yerine "fiil'e uygulanacak idari yaptırıma dayalı bir tanımlamaya yer verildiği, idari yaptırımların ne olduğunun da Kanunun 16 ncı maddesinde sayıldığı ve idari para cezası ile idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; bundan çıkarılan gerçeğin: Eğer bir kanunda tanımlanmış bir fiil, yine o kanunda belirtilen esas ve usuller uygulanarak, yetkilendirilmiş idari kurul, makam veya kamu görevlisi tarafından verilecek bir "para cezası" yaptırımına bağlanmış ise o fiilin Kabahatler Kanunu açısından bir "kabahat" olarak kabul edilmiş olduğu; "Genel Hükümler" başlıklı birinci kısım ve özel hükümleri içeren "Çeşitli Kabahatler" başlıklı ikinci kısım olmak üzere iki kısımdan oluşan Kabahatler Kanununun özel hükümlerinde çeşitli kabahatlere yer vermiş olmakla birlikte, 3 üncü maddenin birinci fıkrasında, bu kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının açıkça belirtildiği, diğer kanunlardaki Kabahatlerin neler olduğunun da 2 nci maddede yer alan kabahat tanımında saklı bulunduğu, Kanunlarda idarece verilen para cezası veya idarece uygulama bir idari tedbire bağlanan fiilin Kabahatler Kanunu açısından artık bir kabahat olduğu ve bu kabahatler için Kabahatler Kanununun kuralları uygulanmak gerektiği, Kabahatler kanununun başvuru yolunu düzenleyen 27. maddenin birinci fıkrasında "idari para cezası"na ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi"ne ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde Sulh Ceza mahkemesine başvurulabileceği, bir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta kurala bağlandığına göre artık idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari değil adli yargı olduğu; öte yandan, Kanunun Geçici 2. maddesinde, bu kanun hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanamayacağı; geçici 3. maddesinde, daha önce verilmiş idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27. madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabileceği yolunda yer alan kuralların yukarıda getirilen yorumu doğruladığı; Kanunun gerekçesinde, bu kanunun, idari nitelikteki yaptırımlarla ilgili olarak" genel bir kanuna olan ihtiyaçtan doğduğu, tasarı kapsamında tanımlanan özel kabahatlerin sınırlayıcı olmadığı, tasarıda belirlenen genel ilkelerin özel kanunlarda tanımlanan kabahatler hakkında da uygulanmasını sağlamayı amaçladığının belirtildiği, TBMM Adalet komisyonu raporunda da aynen, "Tasarıda hüküm bulunmamakta ise de, kabahatlerin ve bunlar karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlarının bir idari işlem olmasının ötesinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde olduğu düşüncesiyle; kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı idari yargıya değil, ceza mahkemesine başvurulabilmesini mümkün kılan düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle, 1. maddeye iki bent eklenerek, kabahatler dolayısıyla karar alma süreci ve idari yaptırım kararlarına karşı kanun yolu da Tasarının kapsamına ithal edilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, böyle bir düzenlemenin yapılmasına gerek de duyulmaktadır. Zira idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kararlarla ilgili olarak, yerine getirilmeden önce, adli denetim imkânının ve bu suretle kesinleşmenin sağlanması gerekir. Böyİece, kişiler açısından hukuki güvence sağlanmış olur" şeklinde bir gerekçeye yer verildiği; aksi yöndeki bir düşüncenin, Kabahatler Kanununu sadece bu kanununun "Çeşitli Kabahatler" başlıklı ikinci kısmında yer alan ve büyük oranda eski ceza kanununda sayılan kabahatlerden oluşan toplam 12 çeşit kabahatle sınırlı olduğu sonucunu doğurur ki, bunun kanununun genel hükümlerinde yer alan maddelerle getirilen sistematiğine uygun düşmeyeceği ve özellikle kanunun yukarıda yer verilen 3. maddesinin birinci fıkrasını, geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerini, uygulama alanı olmayan gereksiz maddeler durumuna düşüreceğinin açık olduğu, yasa koyucunun bu tür bir sonucu öngördüğünün söylenemeyeceği; bu durumda, Kabahatler Kanununun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığından, dava konusu para cezasına karşı açılan davada görevli yargı yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı yapılan itiraz, Antalya Bölge İdare Mahkemesinin 30.11.2006 gün ve E:2006/812, K:2006/942 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece; adli yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin, Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4857 sayılı Kanun’un 29, 107 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir” denilmiş; 29. maddesinin birinci fıkrasında, işverenin; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile, işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildireceği ifade edilmiş, İş hayatının denetim ve teftişi ile ilgili hükümlere aykırılık başlıklı 107. maddesinde, “Bu Kanunun; a) 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, b) 96 ncı maddesindeki yasaklara uymayan, İşveren veya işveren vekiline beş milyar lira para cezası verilir. İş müfettişlerinin bu Kanundan veya diğer kanunlardan doğan her çeşit teftiş, denetleme yetki ve görevleri gereğince görevlerinin yerine getirilmesi sırasında, görevlerini yapma ve sonuçlandırmaya engel olan kimselere eylem başka bir suçu oluştursa dahi ayrıca beş milyar lira para cezası verilir.” denilmiş; aynı Kanunun 108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. 4857 sayılı Yasa’nın 108. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4857 sayılı Yasa’nın 29,107 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 6.7.2006 gün ve E:2006/2026, K:2006/964 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/69 KARAR NO: 2007/91 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yap çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Star Televizyon Hizmetleri A.Ş. Vekili : Av. S.Ş. Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı OLAY : Reklam Kurulunun 12.7.2005 tarih ve 118 sayılı toplantısında alınan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 25.7.2005 tarih 158 sayılı onayı ile uygun bulunan işlem ile, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle anılan Kanunun 17 ve 25/8. maddeleri uyarınca idari para ve reklamları durdurma cezası verildiği hususu davacıya 3.8.2005 tarih ve 20110 sayılı işlem ile tebliğ edilmiştir. Davacı vekili, idari para cezasının iptali istemiyle 19.8.2005 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.9.2005 gün ve Müt. No: 2005/752 sayı ile itiraz eden vekilinin dilekçesinde, Ticaret Ve Sanayi Bakanlığı'nın 3 Ağustos 2005 tarih ve 20110 sayılı kararı ile Star TV aleyhine 4077 sayılı yasanın 4822 sayılı yasa ile değişik 17 ve 25/8 maddeleri gereğince verilen para cezasının iptalini talep ettiği ve celp edilen belgeler ile Star TV aleyhine 89.950- YTL idari para cezasına karar verildiği, ancak 4077 sayılı yasanın 26 maddesi, yasanın ceza hükümlerine karşı itirazın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde yetkili idari mahkemesine yapılması gerektiğini hükme bağladığı, böylece, Mahkemelerinin itirazla ilgili karar verme yetkisinin bulunmadığı, yapılan itirazın görev yönünden reddine karar vermek gerektiğinin tüm dosya kapsamından anlaşılmış olduğu, gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; yapılan itiraz Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 7.10.2005 gün ve 2005/193 D.İş sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle 8.11.2005 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 2. İDARE MAHKEMESİ; 15.11.2005 gün ve E:2005/2196, K:2005/1705 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 1. maddesinde, bu Kanunda; toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; a) kabahatlere ilişkin genel ilkeler, b) Kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırımların türleri ve sonuçları, c)kabahatler dolayısıyla karar alma süreci, d) idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolu, e) idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların, belirlendiği ve çeşitli kabahatlerin tanımlandığı, 2. maddesinde, Kabahat deyiminden; kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlığın anlaşılacağı, 3. maddesinde, bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; anılan kanunun "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde, İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir hükmü, geçici 2.maddesinde, bu kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmaz, hükmü, geçici 3.maddesinde ise, daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlar karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27. madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabilir hükmünün yer aldığı; dava dosyanın incelenmesinden, 26.12.2004 tarihinde Star TV kanalında yayınlanan "Kadın İsterse" adlı dizide Memorial Hastanesinin örtülü reklamının yapıldığı gerekçesi ile 89.950 YTL idari para cezası uygulanarak 03.08.2005 tarih ve 20110 sayılı davalı idare yazısıyla tebliğ edildiği, söz konusu idari para cezasının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; bu durumda, ilgili mevzuata uygun olmayan yayınlarda örtülü reklam yapılması fiili kabahat tanımı içinde yer aldığından, anılan Kanunun 3. maddesinde bu kanun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, kanunun genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde idari para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemesine başvurulacağı açıkça belirtildiğinden, uyuşmazlığın çözümünün, idari yargının görev alanına girmediği; gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine; Danıştay 10. Dairesi, 15.11.2006 gün ve E: 2006/1326, K:2006/6538 sayı ile, temyiz isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiş; davacı vekilince karar düzeltme yoluna gidilmemiş ve karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I- İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine İdare Mahkemesince Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle, aynı Yasa’nın 17 ve 25. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 23.2.1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde “Bu Kanunun amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir” denilmiş; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesinde, ticari reklâm ve ilânların kanunlara, Reklâm Kurulu’nca belirlenen ilkelere, genel ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına uygun, dürüst ve doğru olmalarının esas olduğu, tüketiciyi aldatıcı, yanıltıcı veya onun tecrübe ve bilgi noksanlıklarını istismar edici, tüketicinin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürücü, şiddet hareketlerini ve suç işlemeyi özendirici, kamu sağlığını bozucu, hastaları, yaşlıları, çocukları ve özürlüleri istismar edici reklâm ve ilânlar ve örtülü reklâm yapılamayacağı, aynı ihtiyaçları karşılayan ya da aynı amaca yönelik rakip mal ve hizmetlerin karşılaştırmalı reklâmlarının yapılabileceği, reklâm verenin, ticari reklâm veya ilânda yer alan somut iddiaları ispatla yükümlü bulunduğu, reklâm verenlerin, reklâmcılar ve mecra kuruluşlarının bu madde hükümlerine uymakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 17. maddesinde, Reklâm Kurulu konusundaki düzenlemeye yer verilmiş; 25. maddesinin 8. fıkrasında, 16 ncı maddeye aykırı hareket edenler hakkında üç aya kadar tedbiren durdurma ve/veya durdurma ve/veya düzeltme ve/veya 3.500.000.000 lira para cezası uygulanacağı, Reklâm Kurulu’nun, ihlalin niteliğine göre bu cezaları birlikte veya ayrı ayrı verebileceği, 16 ncı maddeye aykırılık, ülke düzeyinde yayın yapan yazılı, sözlü, görsel ve sair araçlar ile gerçekleşmiş ise, para cezasının on katı olarak uygulanacağı kurala bağlanmış; 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 26. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanunda düzenlenen her türlü para cezasının, idari nitelikte olduğu, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. 4077 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4077 sayılı Yasa’nın 16., 17. ve 25. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 15.11.2005 gün ve E:2005/2196, K:2005/1705 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/74 KARAR NO: 2007/92 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Meteksan Matbaacılık Teknik ve San. Tic. A.Ş. Vekili : Av E.G. Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı OLAY : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ankara Bölge Müdürlüğü’nün 5.4.2006 gün ve 9817 sayılı işlemi ile, Bakanlık iş müfettişi tarafından düzenlenen 24.02.2006 gün ve KE/11 sayılı rapor dayanak alınarak; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 78. maddesine muhalefet edildiğinden bahisle aynı Kanunun 108. maddesine dayanılarak 105. maddesine göre davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, dayanak denetim raporunun ve bu rapora dayanılarak para cezası kesilmesine ilişkin 05.04.2006 gün ve 9817 sayılı işlemin iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 11.SULH CEZA MAHKEMESİ; 25.4.2006 gün ve E:2006/626 Müt. sayı ile, davacının talebini, idari para cezasının itirazen kaldırılması şeklinde kabul ederek; mahkemelerin görevlerinin CMK 3. maddesince yasa ile belirlendiği, 5326 Sayılı Kabahatler Yasasının genel bir yasa olduğu, 3. maddesinde bu yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı öngörmüş ise de; kural olarak yasaların uygulanmasında özel yasaların öncelikli olduğu; 4857 sayılı yasanın 108. maddesinde idari para cezalarının, eylemin gerçekleştiği yer Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürlüğünce verileceği ve cezalara karşı 7 gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği kuralının getirildiği, 4857 sayılı yasanın 108. maddesinin yürürlükten kaldırıldığını gösterir kural bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 4. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 16.5.2006 gün ve E: 2006/1174, K:2006/1071 sayı ile, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde; Kanunun, "karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık" "Kabahat" olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; aynı Kanun'un "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin belirtildiği, sözü edilen 5326 sayılı Kanunun, 1.6.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava açılabilmekte olduğu; dosyanın incelenmesinden, iptali istenen işlem ve bu işleme dayanılarak kesilen idari para cezasına karşı açılan bu davanın görüm ve çözümünde yukarıda belirtilen yasa hükümleri uyarınca adli yargı görevli bulunduğundan huzurdaki davanın mahkemelerinde incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara karşı davacı vekili itirazda bulunmuştur. ANKARA BÖLGE İDARE MAHKEMESİ; 20.12.2006 gün ve E:2006/6167, K:2006/8025 sayı ile, 4857 sayılı Yasanın 108. maddesinden bahisle, davacı adına verilen para cezasının iptali istemiyle idare mahkemesi nezdinde açılan davada, idare mahkemesince verilen kararın kesin olduğu ve itiraz talebinin inceleme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle incelenmeksizin ret kararı vermiş; bu karara karşı ayrıca yasa yoluna başvurulmamış ve idare mahkemesi kararı kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli yargı yerinde denetim raporunun iptali istemine karşılık Mahkemece, herhangi bir irdelemede bulunulmadığı ve hüküm kurulmadığı, bu nedenle adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde, idari para cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu; idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece; adli yargı dosyasının Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4857 sayılı Kanun’un 78, 105 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir” denilmiş; 78. maddesinin birinci fıkrasında, Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması, makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarılacağı belirtilmiş; 105. maddesinde, Kanunun 78 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tüzük ve yönetmeliklerdeki hükümlere uymayan işveren veya işveren vekiline alınmayan her iş sağlığı ve güvenliği önlemi için elli milyon lira para cezası verileceği, alınmayan önlemler oranında izleyen her ay için aynı miktar para cezası uygulanacağı düzenlenmiş; aynı Kanunun 108. maddesinde, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. 4857 sayılı Yasa’nın 108. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4857 sayılı Yasa’nın 78,105 ve 108. maddelerine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 16.5.2006 gün ve E:2006/1174, K:2006/1071 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/75 KARAR NO: 2007/93 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacılar : N.A. Ve Diğerleri Vekilleri : Av. T.D., Av. E.D. Davalı : Kadıköy Belediye Başkanlığı OLAY : Kadıköy İlçesi, Küçükbakkalköy Mah. T.Fikret Sokak, 236 pafta, 2142 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda, Necdet Aksoy tarafından ruhsatsız olarak yapı yapıldığından bahisle, yapı durdurma ve mühür fekki tutanakları düzenlenmiş, Belediye Encümenince 3194 Sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca para cezası verilmesine ilişkin 30.12.2004 tarih, 90/4 sayılı işlem tesis edilmiş; ancak isim yanlışlığını düzeltmek amacıyla Encümen tarafından 12.4.2005 tarih, 28/7 sayılı karar alınmıştır. Davacılar vekilince, Kadıköy Belediye Encümeni'nin 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı kararının ve bu karara istinaden tanzim olunan 10.6.2005 tarih ve 2005/157 dosya no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır. İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ; 20.3.2006 gün ve E:2005/1566, K:2006/663 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 5.maddesinin 1. fıkrasında, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı, ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabileceğinin hükme bağlandığı; dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, hem ödeme emrinin hem de imar para cezası verilmesine ilişkin işlemin birlikte dava konusu edildiği, ancak 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre, idari para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açılacak davalarda adli yargının görevli olduğu dikkate alındığında her iki işlemin birlikte dava konusu yapılamayacağının anlaşıldığı; bu sebeple anılan madde hükmüne uygun olmayan dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 15/1-d maddesi gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde ödeme emrine ve para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı ayrı ayrı dilekçelerle dava açılmak üzere reddine, yeniden verilecek dilekçelerde aynı yanlışlıklar yapıldığı takdirde davanın reddedileceğinin" davacıya duyurulmasına karar vermiştir. Davacı vekili, Belediye Encümenin para cezasına ilişkin, 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı işleminin iptali istemiyle 9.6.2006 gününde adli yargı yerinde dava açmıştır. KADIKÖY 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 21.9.2006 gün ve E:2006/872 Müt. sayı ile, itiraz edenin talebine konu para cezasına ilişkin dilekçenin incelenmesinden,İmar Kanunun 42. maddesine aykırılıktan davalı Belediye Encümeni tarafından idari para cezası verildiğinin görüldüğü; itiraza konu 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı encümen kararı incelendiğinde, 12.4.2005 tarih ve 28/7 sayılı encümen kararına itiraz edildiği, bu kararın dayanağı olan 30.12.2004 tarih ve 90/4 nolu kararda mal sahibinin Necdet Aksoy olarak yazıldığı ancak tapudan alınan yeni yazıda malikin Necdet Aksoy ve hissedarları yazıldığından, 30.12.2004 tarih ve 90/4 sayılı kararın Necdet Aksoy ve mirasçıları olarak düzeltilmesine karar verildiği, itirazın bu işleme/ karara yapıldığının görüldüğü; 3194 s kanunun 42. Maddesinin 5. Fıkrası "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine itiraz edilebileceğini " belirtmekte iken, 3194 sk.nun 42. Maddesinin 5. Fıkrası ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin 15.5.1997 tarih ve 1996/72 esas ,1997/51 sayılı kararı ile " 3194 sayılı yasada düzenlenen biçimiyle yıkım için idari merciye, para cezası için Sulh ceza mahkemesine başvuru hallerinin doğru olmadığı, yıkım ve idari para cezası alanın idare olduğu, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda görülmesinin yargılamanın bütünlüğünü bozacağını, işlemin idari işlem olduğundan bir bölümünün adli yargıda bir bölümünün idari yargıda bırakılamayacağını, idarenin her türlü işlem ve eylemlerinin idari yargı yerlerince denetlenmesinin tartışmasız olduğu belirtilerek, 3194 sayılı kanunun 42. Maddesinin 5. Fıkrasının 1. tümcesinin Anayasanın 125 ve 155. Maddesine aykırı olduğunu belirterek iptal edilmiş olduğu; Anayasa Mahkemesinin bu kararının 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği; Belediye Başkanlığı Encümenince verilen 3194 sayılı kanunun 42. Maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz merciinin Anayasa mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı ile Sulh ceza mahkemesi olmadığı idari yargı olduğunun anlaşıldığı; İdarenin verdiği tüm para cezalarına itirazın Sulh Ceza Mahkemelerinde görüleceği hükmünün Anayasa Mahkemesinin kökleşmiş içtihatlarına aykırı olduğu, Sulh Ceza mahkemelerinin tüm idari para cezalarında konunun uzmanı olmadıkları; ayrıca İdare mahkemesinin dayanak yaptığı "bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır." hükmünü içerir Kabahatler kanunun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 2005/108 esas 2006/35 sayılı kararı ile iptal edildiği, bu kararın 22.7.2006 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlülüğe girdiği; görevli mahkemenin İdare mahkemesi olduğu; Mahkemelerinde her ne kadar dava açılmışsa da görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olmadığı, idarenin aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla idari olduğu ve idari işlemden doğduğundan, kabahatler kanunun 3. maddesinin anayasa mahkemesince iptal edilmesinden, belirtilen bu idari işlem ile ilgili itirazın idare mahkemesine yapılması gerektiği, başka düşüncelerle görevli mahkemenin değiştirilmesi ve adli mahkeme olarak değerlendirilmesi yerinde olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. Davacı vekili, 6.11.2006 tarihinde kayda giren dilekçesiyle; olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesini istemiş; Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce dosya Mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H. Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasada öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararın kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasa’nın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Olayda; adli ve idari yargı yerlerinde imar para cezası yönünden açılan davaların tarafları, konusu ve sebebi aynı ise de; Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verilmiş olmasına karşılık, İdare Mahkemesi’nce, farklı yargı kollarına ait dava konusu işlemlerin ayrılarak dava dilekçelerinin düzenlenmesi gerektiği ve 2577 sayılı Yasa’nın 5. ve 15/1-d maddesine uygun olarak düzenlenecek dilekçeler ile dava açılabileceği belirtilerek; dava dilekçesinin reddine karar verilmiş olup, ortada olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, anılan Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/79 KARAR NO: 2007/95 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2872 sayılı Çevre Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı Vekili Davalı Vekili : Odak İnş. Mad. Müh. San. Ve Tic. A.Ş. : Av. S.M., Av. N.U., Av. D.Y. : Ankara Valiliği ( İl Çevre Ve Orman Müdürlüğü) : Av. N.N. OLAY : Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nün 4.1.2006 gün ve 42 sayılı işlemi ile, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 8. maddesine aykırılıktan dolayı aynı Kanunun 20/a maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 25.1.2006 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 4.İDARE MAHKEMESİ (TEK HAKİM); 28.2.2006 gün ve E:2006/198, K:2006/340 sayı ile, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 2. maddesinde; "kanunun, karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık" Kabahat olarak tanımlanmış, 3. maddesinde; bu Kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, 16. maddesinde; kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğunun belirtildiği; yukarıda sözü edilen Kanunun "Başvuru Yolu" başlıklı 27. maddesinde ise; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliğ veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği, geçici 2. maddesinde de, bu Kanunun hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idarî yaptırım kararlan hakkında uygulanmayacağı hükme bağlanmış olup, sözü edilen 5326 sayılı Kanunun 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdiği; belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasada sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde Sulh Ceza Mahkemeleri nezdinde dava açılabilmekte olduğu; dosyanın incelenmesinden, iptali istenen idari para cezasına karşı 25.1.2006 tarihinde açılan bu davanın görüm ve çözümünde yukarıda belirtilen yasa hükümleri uyarınca adli yargı görevli bulunduğundan, huzurdaki davanın mahkemelerince incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, söz konusu para cezasına karşı 18.4.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 9. SULH CEZA MAHKEMESİ; 27.12.2006 gün ve E: 2006/660 Müt. sayı ile, 5560 sayılı yasanın 31. maddesi ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3. maddesinde yapılan değişiklikler üzerine dosyanın incelendiği; itiraz eden hakkında 2872 Sayılı Çevre Kanununun 8. maddesi yollaması ile 21/a maddesi uyarınca idari para cezası verildiği ve aynı Kanunun 25. maddesine göre itiraza bakma görevinin Ankara İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece; idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Başkanlık yazısı üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2872 sayılı Kanun’un 8. maddesine aykırılıktan dolayı 20. maddesine göre verilen para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 9.8.1983 gün ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır” denilmiş; “Kirletme yasağı” başlığını taşıyan 8. maddesinde, her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermenin, depolamanın, taşımanın, uzaklaştırmanın ve benzeri faaliyetlerde bulunmanın yasak olduğu, kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililerin kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirletenin, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlü oldukları belirtilmiş; 20. maddesinde, idari nitelikteki cezalar sayılmış; işlemin tesis edildiği anda, anılan Yasanın 25. maddesinin birinci fıkrasında, idari cezalara karşı 7 gün içerisinde idare mahkemesine itiraz edilebileceği yolunda düzenleme mevcut iken, 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi karşısında, Mahkememizce; Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesindeki, “Bu Kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır” yolundaki hüküm de dikkate alınarak, Kabahatler Kanunu’nun belirlediği ilke ve esaslara uyan diğer kanunlardaki idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırımlara karşı, Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davaların görüm ve çözümünde, adli yargı yerleri görevli kılınmış; bilahare, anılan Yasanın 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Ancak daha sonra, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 26.4.2006 günlü, 5491 sayılı Yasanın 17. maddesiyle değiştirilen 25. maddesinde, “Bu Kanunda öngörülen idarî yaptırımların uygulanmasını gerektiren fiillerle ilgili olarak yetkili denetleme elemanlarınca bir tutanak tanzim edilir. Bu tutanak denetleme elemanlarının bağlı bulunduğu ve idarî yaptırım kararını vermeye yetkili mercie intikal ettirilir. Bu merci, tutanağı değerlendirerek gerekli idarî yaptırım kararını verir. İdarî yaptırım kararı, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre idarî yaptırım kararını veren merci tarafından ilgiliye tebliğ edilir. İdarî yaptırım kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde idare mahkemesinde dava açılabilir. Dava açmış olmak idarece verilen cezanın tahsilini durdurmaz. İdarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır. Ceza vermeye yetkili kurum ve merciler tarafından tahsil edilen idarî para cezaları, Maliye Bakanlığından izin alınarak Bakanlıkça bastırılan ve dağıtılan makbuz karşılığında tahsil edilir. Bu Kanuna göre verilecek idarî para cezalarında ihlalin tespiti ve cezanın kesilmesi usûlleri ile ceza uygulamasında kullanılacak makbuzların şekli, dağıtımı ve kontrolüne ilişkin usûl ve esaslar Maliye Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." denilmiştir. Buna göre, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda belirtilen idari yaptırım kapsamındaki idari para cezalarına karşı açılacak davalarda idare mahkemesi genel görevli kılınmış, ancak idarî para cezalarının tahsil usûlü hakkında Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 13.5.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 2872 sayılı Yasa’nın 20. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur Kaldı ki, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 31. maddesinde "(1)Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiş olup, 2872 sayılı Yasa’da bu cezalara karşı idare mahkemesinde dava açılabileceğinin belirtilmesi karşısında, idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 4. İdare Mahkemesi’nce verilen 28.2.2006 gün ve E:2006/198, K:2006/340 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/82 KARAR NO: 2007/97 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. ma KARAR Davacı Vekili Davalı : Taşkınlar İnş. Taah. ve Tic. A.Ş. : Av. H.O. : Yuvacık Belediye Başkanlığı OLAY : Yuvacık Belediyesi Encümeni’nin 3.5.2006 gün ve 45 sayılı kararı ile, 3194 sayılı Kanun’un 40. maddesini ihlal ettiğinden bahisle aynı Kanunun 42. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. KOCAELİ İDARE MAHKEMESİ; 6.7.2006 gün ve E:2006/2530, K:2006/1235 sayı ile, davanın, davacıya 3194 sayılı Yasa’nın 42/2. maddesi uyarınca, 7000,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin Yuvacık Belediye Encümeni’nin 3.5.2006 tarih ve 45 sayılı kararının iptali istemiyle açıldığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 1, 2, 3, 16, 27, geçici 2 ve geçici 3. maddeleri ile anılan Kanuna 5348 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle eklenen ek 1. maddesinden söz ederek, Vergi Usul Kanunu'nda vergi mahkemelerinin görevine ilişkin hükümlerin dışındaki diğer kanunlarda öngörülen tüm idari para cezaları hakkında bu Kanunun genel hükümleri kısmında yer alan başvuru yolunun düzenlendiği ve 27. maddesinin uygulanacağının anlaşıldığı, dolayısıyla, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra tesis edilen idari para cezası verilmesine ilişkin işlemlere karşı yetkili sulh ceza mahkemelerinde dava açılması gerektiği, dava dosyasının incelenmesinden, davacıya 3194 sayılı Yasa’nın 42/2. maddesi uyarınca 7000,00 YTL idari para cezası verilmesine ilişkin Yuvacık Belediye Encümeni’nin 3.5.2006 tarih ve 45 sayılı kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili maddelerinin ihlalinin kabahat tanımı içinde yer aldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde, bu kanunun genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı, kanunun genel hükümleri kısmında yer alan 27. maddesinde, idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının açıkça belirtildiği dikkate alındığında, dava konusu uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girmediği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. KOCAELİ 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.11.2006 gün ve 2006/1027 D.İş sayı ile, dosya incelendiğinde, uygulanan idari para cezasının İmar Yasası’nın 42. maddesine göre uygulandığının anlaşıldığı, Kabahatler Yasası’nın 3. maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olup, Kabahatler Yasası’nda tek tek sayılmayan ve bu Yasanın kapsamı dışında kalan eylemler ile ilgili idari para cezaları hakkında sulh ceza mahkemelerinin görevli olmadığı, Anayasa ve genel hukuk ilkelerine göre idari yargının görevli olduğu kanısına varıldığından ve İmar Yasası’na aykırılık da Kabahatler Yasası’nda düzenlenmediğinden, davanın görev yönünden reddine karar vermenin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; davacı vekilinin bu karara yaptığı itiraz üzerine Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26.12.2006 gün ve 2006/1094 Değişik İş sayılı kararı uyarınca, dosya, görev uyuşmazlığının çözümü için Mahkememize gönderilmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik:21/1/1982-2592/6 md.)Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 16.4.2007 gün ve E:2007/82 sayılı yazı ile, Kocaeli İdare Mahkemesi’nden, 6.7.2006 gün ve E:2006/2530, K:2006/1235 sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece gönderilen 27.4.2007 gün ve E:2006/2530 sayılı yazıda, söz konusu kararın temyiz edildiği, dolayısıyla kesinleşmediği bildirilmiştir. Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Kocaeli İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/88 KARAR NO: 2007/134 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : E.M. Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı OLAY : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Antalya Bölge Müdürlüğü’nün 1.5.2006 gün ve 8820 sayılı işlemi ile, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un 21. maddesi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve Müteferrik E:2006/125, Müteferrik K:2006/125 sayı ile, itiraz eden hakkında, dosya kapsamındaki idari para cezasının düzenlendiği, bu düzenleme üzerine başvuran tarafından, idari para cezasının iptalinin istendiği, Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin iptal edildiği, bu iptal kararı ile idari para cezalarına karşı başvuru yolu konusunda 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri dönüldüğü, buna göre, idari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak) idare mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği, itiraz eden hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan 4817 sayılı Kanun’a göre idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde sulh ceza mahkemeleri olarak gösterilmediğinin anlaşıldığı, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelendiği, yapılan inceleme sonucunda itiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada Mahkemeleri özel olarak görevlendirilmediğinden, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin idare mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 25.12.2006 gün ve E:2006/2902 sayı ile, davanın, davacı Eldor Mussayev tarafından, çalışma izni olmadan çalıştığından bahisle 4817 sayılı Yasa'nın 21'inci maddesi uyarınca adına kesilen 783,00.-YTL idari para cezasının iptali istemiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na karşı açıldığı, 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun'un 18'inci maddesinin (a) bendinde; bağımsız çalışan yabancıların, çalışmaya başladıkları ve çalışmanın bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içerisinde durumu Bakanlığa bildirmekle yükümlü oldukları belirtilmiş, 21'inci maddesinin 1’inci fıkrasında; 18'inci maddeye göre bildirim yükümlülüğünü süresi içinde yerine getirmeyen bağımsız çalışan yabancı ile yabancı çalıştıran işverene her bir yabancı için ikiyüzelli milyon lira idari para cezası verileceği ve 6'ncı fıkrasında; bu Kanunda öngörülen idari para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık Bölge Müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idari para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi dairelerine veya malmüdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebileceği hususunun hükme bağlandığı, dava konusu olayda, davacının TMS Sağlık Hizmetleri Sanayi Tic. Ltd. Şti. ünvanlı işyerinde çalışma izni olmadan çalıştığından bahisle 4817 sayılı Yasa'nın 21'inci maddesi uyarınca 783,00.-YTL idari para cezası ile cezalandırıldığı, davanında bu cezanın iptali istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, 4817 sayılı Yasa'nın 21'inci maddesi uyarınca verilen para cezasının iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde aynı Yasa gereği sulh ceza mahkemesi görevli olup, Mahkemelerinin bu davaya bakmakla görevli bulunmadığı, ancak, daha önce Antalya 2'nci Sulh Ceza Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verilip bu karar kesinleştiğinden, görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğduğu gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4817 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 27.2.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, yabancıların Türkiye’deki çalışmalarını izne bağlamak ve bu yabancılara verilecek çalışma izinleri ile ilgili esasları belirlemektir” denilmiş; cezai hükümlerin düzenlendiği 21. maddesinin 6. fıkrasında, bu Kanunda öngörülen idarî para cezalarının gerekçesi belirtilmek suretiyle Bakanlık bölge müdürlüğünce ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, idarî para cezalarının tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde vergi daireleri veya mal müdürlüklerine ödeneceği, ilgililerin cezaya bu süre içinde yetkili sulh ceza mahkemesi nezdinde itiraz edebilecekleri, başvurunun, cezanın takip ve tahsilini durdurmayacağı belirtilmiştir. 4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4817 sayılı Yasa’nın 21. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasa hükmü gereği adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 13.10.2006 gün ve Müteferrik E:2006/125, Müteferrik K:2006/125 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/91 KARAR NO: 2007/135 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Davacı Şirketi zarara uğrattıkları ileri sürülerek bu zararın tazmini amacıyla gerçek kişilere karşı açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Sümer Holding A.Ş.(Turban Turizm A.Ş.) Vekili : Av. Ö.A. Davalılar : 1) Ö.B. Vekili : Av. S.S. 2) F.Y.Ö. Vekili : Av. H.S. OLAY : Davacı vekili tarafından,şirketlerini zarara uğrattıkları 8.895.023.913.TL’nin müteahhit firmaya ödendiği tarihten itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte (fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle adli yargı yerinde(Asliye Hukuk Mahkemesinde) dava açılmıştır. Ankara 29. Asliye Hukuk Mahkemesi; 14.2.2001 gün ve E:2000/845; K:2001/77 sayı ile, davalıların zararın doğduğu olay tarihinde davacı şirkette hizmet akdiyle çalıştıklarının anlaşıldığı, bu durumda, görevli mahkemenin iş mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve daha sonra dosyayı Nöbetçi İş Mahkemesine göndermiştir. ANKARA 10. İŞ MAHKEMESİ; 25.10.2004 gün ve E:2001/373, K:2004/852 sayı ile, davacı vekilinin Nöbetçi Asliye Hukuk Hakimliğine verdiği 19.12.2000 tarihli dilekçesi ile; davacının hukuki niteliğini belirttikten sonra, davacının kendisine bağlı Kuşadası Marina İşletmesinde inşa ettirilecek akaryakıt istasyonu ve müştemilatı ile ilgili olarak yapılan ihale sonucu Serdar İnş. San. Tic. A.Ş. ile yap- işlet- devret modelli bir sözleşmeyi 5.8.1993 tarihinde imzaladıklarını, sözleşmenin konusunun, Kuşadası Marinada bulunan 3000 m2 yüzölçümlü alan üzerinde akaryakıt istasyonu ve müştemilatı yapımı ile 15 yıl süre ile işletilmesi ve süre sonunda tüm tesisin mobilya dekorasyonu, pompası vs. ile sağlam ve çalışır vaziyette davacı şirkete devredilmesini öngördüğünü, daha sonra bu sözleşmenin, davacı avukatı Yasemin Özeskici tarafından gönderilen Ankara 14. Noterliği’ne ait 15.6.1994 gün ve 19334 sayılı ihtarname ile, "5.8.1993 tarihli sözleşme şartlarının yerine getirilmediği, sözleşmenin 5. ve 13. maddesinde yer alan sürelerde işlerin teslim edilmediği ve bunun Kuşadası Asliye Hukuk Mah. sinin 1994/114 D.İş dosyası ile tespit edildiği” belirtilerek tek taraflı olarak feshedildiğini, müteahhit firma cevabi nitelikte gönderdiği ihtarnamesinde, inşaatın başlayamamasının kendilerinden kaynaklanmadığını, gerekli iznin ve ruhsatın alınamadığını, bu konuda çalışmaların halen devam ettiğini ileri sürerek yönetim kurulunca fesih iradesinin yeniden gözden geçirilmesinin istenildiğini, ancak gönderilen bu ihtarnameye cevap verilmediği gibi fesih işleminden de vazgeçilmediğini, bunun üzerine sözü edilen şirket tarafından Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1994/1099 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığını, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda bilirkişi raporu doğrultusunda 541.817.084.- TL menfi zarar, 2.200.358.928.- TL müspet zararın dava tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsiline karar verildiğini, daha sonra Ankara 8. İcra Müdürlüğü’nün 1997/2719 sayılı dosyası ile icra takibine geçildiğini, bu nedenle, 12.3.1998 tarihinde 8.305.503.913.- TL, 13.3.1998 tarihinde de 589.200.000.- TL ödendiğini, bu paranın ödenmesine davalıların sebep olduğunu ileri sürerek 8.895.023.913.-TL nin ödeme tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini dava ve talep ettiği, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 14.2.2001 gün ve 2000/845 Esas, 2001/77 Karar sayılı kararı ile, davanın görev nedeniyle reddine, dosyanın görevli iş mahkemesine gönderilmesine karar verildiği, dava dosyası Mahkemelerine intikal ettikten sonra davalı vekillerince yine görev itirazında bulunulduğu, buna dair emsal karar örneklerinin dosyasına ibraz edildiği, yapılan yargılama sırasında ilk defa davayı açan Turban A.Ş.’ nin idari bir tasarrufla Sümer Holding'e devredilmesi sebebi ile davaya Sümer Holding A.Ş. tarafından devam edildiği, daha sonra dava dosyasının bilirkişi heyetine verildiği, davaya konu olan alacak sebebi ile davalıların kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda rapor istendiği, sonuç itibariyle davacı ile davalı dışı şirket arasında yapılan sözleşmenin davalılarca haksız olarak fesh edilmesi sebebi ile kusurlu bulundukları, o tarih itibariyle davalıların bulunduğu görev dikkate alınarak Ömer Bilgin'in %75, Yasemin Özeskici'nin %25 kusurlu olduklarına dair rapor verildiği, taraf vekillerince raporla ilgili itirazların yazılı olarak dosyaya sunulduğu, Mahkemelerinin 25.10.2004 tarihli duruşmasında, davalılardan Yasemin Özeskici, kendisinin hukuk müşavirliği avukatı, diğer davalının genel müdür sıfatı ile görev yaptığını, davacı şirket bünyesinde görev yapan genel müdür, müdür yardımcıları, hukuk müşavirleri, avukat ve daire başkanlarının kapsam dışı personel statüsünde çalıştıklarını beyan edip beyanını imzası ile tastik ettiği, davanın, davacı ile dava dışı Serdar İnş. A.Ş. arasında imzalanan 5.8.1993 tarihli sözleşmenin davalılar tarafından fesh edilmesi üzerine adı geçen şirket tarafından davacı aleyhine Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan ve yapılan yargılama sonucunda şirketin haklılığı kabul edilerek, davacıdan tahsiline karar verilen 8.895.023.913.-TL’nin rücuen tahsili davası olduğu, yukarıda ifade edildiği gibi, davanın ilk defa Asliye Hukuk Mahkemesinde açıldığı ve bu Mahkemece davalıların hizmet akdi ile çalıştıkları gerekçesi ile görevsizlik kararı verildiği, dava dosyası içerisinde davalıların davacı şirkette hizmet akdi ile çalıştıklarına dair bir sözleşmenin mevcut bulunmadığı, görevsizlik kararının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiş de olmadığı, 5521 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre, Mahkemelerinin görevli sayılabilmesi için İş Kanunu’na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının söz konusu olması gerektiği, daha açık bir ifade ile, taraflardan birinin işçi diğerinin işveren veya vekili olması gerektiği, yukarıda ifade edildiği gibi davalıların sözü edilen olay tarihi itibariyle hizmet akdine bağlı olarak çalıştıklarına dair yazılı bir sözleşmenin mevcut olmadığı, her ne kadar davalılardan Ömer Bilgin’in ilk defa davacı şirkette hizmet akdine bağlı olarak çalışmaya başladığı ifade edilmiş ise de, geçen süre zarfında adı geçenin sıfatında değişiklik meydana geldiği, daha sonra idari bir tasarrufla sözü edilen şirkete genel müdür olarak atandığı, davalı Yasemin Özeskici'nin 25.10.2004 tarihli zapta geçirilen beyanına göre, gerek genel müdür, gerekse hukuk müşavirlerinin davacı şirkette kapsam dışı personel olarak görev yaptıkları, Dairenin bu konudaki yerleşmiş kararlarına göre, kapsam dışı personel ile ilgili ihtilafın çözüm yeri adli yargı olmayıp, idari yargı olduğu, bu konuda dosya içerisinde emsal kararların da mevcut bulunduğu, bu nedenle, Mahkemelerince görevsizlik kararı verilmesi gerektiği, her ne kadar davalı vekillerince zaman aşımı itirazında bulunulmuş ise de, bu konunun Mahkemelerince tartışma konusu yapılmayıp, görevli mahkemece tartışılmasının daha uygun olacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY DOKUZUNCU HUKUK DAİRESİ’nin 14.7.2005 gün ve E:2005/20293, K:2005/26207 sayılı kararıyla onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 20.1.2006 gün ve E:2005/2880, K:2006/38 sayı ile, davanın, davacı şirketi zarara uğrattıklarından bahisle 8.895,02 YTL'nin yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasında; idari dava türlerinin, a)İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları; b)İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; c)Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olduğunun hükme bağlandığı, buna göre, idari yargı yerlerinde tazminat davasının açılabilmesi için, idarelerin tek taraflı ve kamu gücünü kullanarak tesis ettikleri işlem ve eylemlerden doğan bir zararın bulunması gerektiği, dosyanın incelenmesinden, davanın, davacı şirketi zarara uğrattıklarından bahisle 8.895,02 YTL'nin yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açıldığının anlaşıldığı, bu durumda, idarenin bir işlem ve eyleminden kaynaklanmayan ve gerçek kişinin vermiş olduğu zararın tazmini istemiyle açılan davanın adli yargıda görülmesi gerekmekte olup, idari yargı yerinde incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, DANIŞTAY BEŞİNCİ DAİRESİ'nin 8.11.2006 gün ve E:2006/3093, K:2006/5209 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacı vekili tarafından, şirketlerini zarara uğrattıkları 8.895.023.913.-TL’nin müteahhit firmaya ödendiği tarihten itibaren hesaplanacak reeskont faizi ile birlikte ( fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla) davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili istemiyle açılmıştır. Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1.3.1996 tarih ve 22567 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 22.1.1996 gün ve E:1995/1, K:1996/1 sayılı ilke kararı ile, özelleştirme kapsamında bulunan ya da bulunmayan kamu iktisadi teşebbüslerinde sözleşmeli ya da kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumları ile ilişkilerinden doğan anlaşmazlıkların idari yargı yerinde çözümleneceği belirtilmiştir. Ancak, anılan ilke kararında sözü edilen anlaşmazlıklar ile, sözleşmeli ya da kapsam dışı personel tarafından idare aleyhine açılabilecek olan ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1. maddesinde sayılan iptal, tam yargı veya idari sözleşmelerden doğan idari davaların anlaşılması gerekmekte olup, kişiler aleyhine açılan davaların idari yargı yerinde görülüp çözümlenmesine hukuken olanak bulunmadığından, davacı vekilince gerçek kişiler aleyhine açılmış bulunan davanın ilke kararında belirtilen anlaşmazlıklar kapsamında görülemeyeceği açıktır. Bu durumda, olayda, idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re'sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eylemden dolayı, hak veya menfaati ihlâl edilenler tarafından idare aleyhine açılmış bir dava bulunmadığından, davanın idari yargı yerinde çözümleneceği sonucuna ulaşmak imkansızdır. Buna göre, davacı alacağının tahsili için gerçek kişiler aleyhine açılan davanın, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevlidir. Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 10. İş Mahkemesi’nce verilen 25.10.2004 gün ve E:2001/373, K:2004/852 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/92 KARAR NO: 2007/98 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. m KARAR Davacı : Doğan Gazetecilik A.Ş. Vekilleri : Av. B.Ç. -Av. S.A. Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Vekili : Av. S.H. O L A Y: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü’ kampanyasında, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 11. maddesine aykırılık nedeniyle para cezası verilmesine ilişkin 21.5.2004 tarih ve 10999 sayılı işlemi ile kampanya ve kampanyaya ait her tü 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı işleminin iptali istemiyle davacı vekili tarafından idari yargı yerinde dava açı ANKARA 5. İDARE MAHKEMESİ; 3.8.2004 gün ve E:2004/1838, K:2004/1332 sayı ile, 2577 4001 sayılı Kanun’la değişik 5. maddesinde, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağı, ancak araların da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işlem aleyhine bir dilekçe ile dava açılabileceği, birden açabilmesinin hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması veya davaya yol açan maddi olay veya hukuki se Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6.3.2003 tarih ve 4822 sayılı Kanun’la değişik 25. maddesinin edenler hakkında 5.000.000.000 lira para cezası uygulanır. Aykırılık ülke düzeyinde yayım yapan süreli y uygulanır. Bakanlık, ayrıca süreli yayın kuruluşundan kampanyanın ve kampanyaya ilişkin her türlü reklam rağmen aykırılığın devamı halinde, reklam ve ilanın durdurma zorunluluğunun doğduğu tarihten itibaren h cezası uygulanır. Bakanlık, kampanyanın ve kampanyaya ilişkin her türlü reklam ve ilanın durdurulması t hükmünün yer aldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirket tarafından gazete ile birlikte mu kitapçıkların dağıtımının 4077 sayılı Kanun’un 11. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 21.5.2004 tarih ve işlem ile, 257.000.000.000 TL idari para cezası verilmiş ve 21.5.2004 tarih ve B 140 TRK 0 15 00 00/SY her türlü reklam ve ilanın durdurulması istenmiş olup, uyuşmazlığı çözümleyecek yargı yerlerinin farklı o konusu olayda maddi ve hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç ilişkisi bulunmayan iki işlemin tek dilekç varıldığı, bu sebeple, sözü edilen madde hükmüne uygun olmayan dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargıl bendi (d) fıkrası gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde 5. maddeye u açılmak üzere reddine karar vermiştir. Davacı vekili, bu kez, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müd işleminin iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 1. TÜKETİCİ MAHKEMESİ; 20.9.2004 gün ve E:2004/1615, K:2004/495 sayılı karar DAİRESİ’nin 5.12.2005 gün ve E:2004/16708, K:2005/13062 sayılı kararı ile bozulması üzerine, 12.7.2006 davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili şirkete ait bulunan Milliyet Gazetesi ile birlikte muhtelif ek bedel karşılığı verilen ve MEF Yayıncılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. tarafından hazırlanıp bastırılmış üni 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 11. maddesine ayk Bakanlığı’nın 18.5.2004 tarih ve 2004/96 sayılı kararı ile, mezkur Kanun maddesinin 25/7 hükmü uyarın verildiğini, konuya ilişkin olarak uygulamanın ve uygulamaya yönelik tüm ilanların durdurulması hususu Genel Müdürlüğü’nün 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı yazısı ile istendiğini, incelemeye konu uygulaman Kanun’un 11. maddesine aykırılık teşkil etmediğini ve 25/f.1 hükmünün uygulanmasına mahal bulu durdurulmasına karar verilmesini, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketici ve Rekabetin Korunması Genel sayılı yazısına konu kampanyanın ve ilanların durdurulmasına yönelik işlemin iptali ile yargılama ma yüklenmesini talep ettiği, Mahkemelerince, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, Sanayi ve Tic Korunması Genel Müdürlüğü’nün 21.5.2004 gün ve 11020 sayılı işlemi ile talep edilen kampanyanın olmadığından talebin reddine, aynı Bakanlığın 18.5.2004 gün ve 2004/96 sayılı kararı ile verilen ceza yargının görevli olduğundan bahisle istemin reddine karar verildiği, davacı vekilince Mahkemeleri kararı te Dairesi'nin 5.12.2005 tarih ve 2004/16708 Esas, 2005/13062 Karar sayılı ilamı ile "...Bu durumda kampan davacı yönünden hukuki ve cezai sonuç doğuracak niteliktedir. O halde, davacının bu yazının iptalini Mahkemece işin esası incelenerek verilecek uygun sonuca göre karar verilmelidir. Yerel mahkemece bu y karar verilmiş olması bozmayı gerektirir. Diğer taraftan davacının verilen para cezasına ilişkin olarak eldeki göre, gerekmediği halde para cezası yönünden idari yargı yerinin görevli olduğuna dair hüküm kurulmuş Mahkemeleri kararının bozularak dosyanın iade edildiği, yeniden yapılan yargılama sonucunda, usul ve y Dairesi Başkanlığı’nın bozma ilamına uyulmasına karar verildiği, davalı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tü Müdürlüğü’nün 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı kararının idarece verilmiş bir karar olduğu, 4822 sayılı Y maddesi, sürekli yayınların ne şekilde yapılacağını, 25. maddesi cezai hükümleri ve 26. maddesi de cezalara 25/8. maddesinde ise, reklam kurulunun üç aya kadar tedbiren durdurma, düzeltme veya para cezası verme de, para cezasının idari nitelikte olduğunun belirtildiği, dosyada bulunan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 4.4. 4077 sayılı Yasa’nın 16. maddesine aykırılık nedeniyle 25/8. maddesi uyarınca verilen durdurma cezasının yerinde çözümlenmesi gerektiği yolunda olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edil İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üy ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan baş ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ay AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesin bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, kon görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uy uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yön sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Davacı vekili, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü’n reklam ve ilanın durdurulmasına ilişkin 21.5.2004 tarih ve 11020 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan d arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğunu ileri sürerek bu uyuşmazlığın giderilmesini istemiş ise kararı olmayıp, davacı şirket tarafından gazete ile birlikte muhtelif günlerde ek bedel karşılığı verilen kitap 11. maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle 21.5.2004 tarihli işlem ile, 257.000.000.000 TL idari para ceza kampanyaya ilişkin her türlü reklam ve ilanın durdurulması istenmiş olup, uyuşmazlığı çözümleyecek alındığında, uyuşmazlık konusu olayda maddi ve hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç ilişkisi bulunma edilemeyeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava dilekçesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanun gereğince bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde 5. maddeye uygun şekilde düzenle ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvur reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNU REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/94 KARAR NO: 2007/100 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı : M.B. Vekili : Av. H.A. Davalı : Kadıköy Belediye Başkanlığı OLAY : Kadıköy Belediye Başkanlığı Yazı İşleri ve Kararlar Müdürlüğü Encümen Şefliği’nin 8.12.2005 gün ve 93/4 sayılı kararı ile, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca müteahhit olan davacı adına idari para cezası verilmiş ve ayrıca projesine ve ruhsatına uygun hale getirilmesi amacıyla aynı Kanunun 32. maddesi uyarınca yapının imara aykırı kısımlarının yıkılmasına karar verilmiştir. Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 19.4.2006 gün ve E:2006/1066, K:2006/737 sayı ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4001 sayılı Yasa ile değişik 3. maddesinde, idari davaların, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılacağının, dava dilekçelerinde tarafların ve varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları veya unvanları ve adreslerinin, davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı delillerin, davaya konu olan idari işlemin yazılı bildirim tarihinin; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümler ile bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceğinin, dava konusu kararın ve belgelerin asılları veya örneklerinin karşı taraf sayısından bir fazla olacağının hükme bağlandığı; öte yandan, 5. maddesinin 1. fıkrasında, her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılacağının; ancak aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile dava açılabileceğinin; ikinci fıkrasında ise, birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak olması veya davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerektiğinin kurala bağlandığı, dosyanın incelenmesinden, 3194 sayılı Yasa’nın 32. maddesi uyarınca alınan karara ilişkin uyuşmazlığın idare mahkemelerinde görüleceği açık olmakla birlikte, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca imar para cezasına ilişkin uyuşmazlığın adli yargının görev alanına ait olduğu, dolayısıyla farklı yargı kollarına ait dava konusu işlemlerin ayrılarak dava dilekçelerinin düzenlenmesi gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa’nın 3 ve 5. maddesi hükümlerine uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Yasanın 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi gereğince bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde her işleme karşı ayrı ayrı dava açmakta muhtar olmak üzere reddine karar vermiştir. Davacı vekili, bu kez, idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. KADIKÖY 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 26.9.2006 gün ve 2006/ 870 Müt. sayı ile, itiraz eden vekili tarafından Kadıköy Belediye Başkanlığı tarafından verilen 8.12.2005 tarih ve 93/4 sayılı idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz edenin talebine konu para cezasının İmar Kanunu’nun 42. maddesine aykırılık nedeniyle verildiği, 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 5. fıkrası, "cezanın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği" hükmünü ihtiva etmekteyken, Anayasa Mahkemesi’nin 15.5.1997 gün ve 1996/72 Esas, 1997/51 Karar sayılı kararı ile, 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesinin 5. fıkrasının 1. tümcesinin Anayasa’nın 125 ve 155. maddesine aykırı olduğu belirtilerek iptal edildiği, bu kararın 1.2.2001 tarih ve 24305 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, Belediye Başkanlığı Encümenince 3194 sayılı Kanun’un 42. maddesi gereğince verilen para cezalarına itiraz merciinin, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararına göre idari yargı olduğunun anlaşıldığı, idarenin verdiği tüm para cezalarına itirazın sulh ceza mahkemelerinde görüleceği hükmünün Anayasa Mahkemesi’nin kökleşmiş içtihatlarına aykırı bulunduğu, sulh ceza mahkemelerinin tüm idari para cezalarında konunun uzmanı olmadığı, ayrıca idare mahkemesinin dayanak yaptığı "bu kanunun genel hükümleri diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanır" hükmünü içerir Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesi Anayasa Mahkemesi’nin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile iptal edildiğinden ve bu karar Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlülüğe girdiğinden, görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu, idarenin aldığı kararın bir bölümünün idari yargıda bir bölümünün adli yargıda bakılmasının yerinde olmadığı, işlemin tamamıyla idari olduğu ve idari işlemden doğduğu, Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi nedeniyle belirtilen bu idari işlem ile ilgili itirazın idare mahkemesine yapılması gerektiği, başka düşüncelerle görevli mahkemenin değiştirilmesi ve adli mahkeme olarak değerlendirilmesinin yerinde bulunmadığı, Mahkemelerine dava açılmışsa da, görevli mahkemenin sulh ceza mahkemesi olmadığı, görevli mahkemenin İstanbul İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 14. maddesine göre; olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekmekte; bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, hukuk uyuşmazlıklarında ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilmektedir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Davacı vekili, adli ve idari yargı kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığı bulunduğunu ileri sürerek bu uyuşmazlığın giderilmesini istemiş ise de; İdare Mahkemesi kararı, görevsizlik kararı olmayıp, 3194 sayılı Yasa’nın 32. maddesi uyarınca alınan karara ilişkin uyuşmazlığın idare mahkemelerinde görüleceği açık olmakla birlikte, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca imar para cezasına ilişkin uyuşmazlığın adli yargının görev alanına ait olduğu, dolayısıyla farklı yargı kollarına ait dava konusu işlemlerin ayrılarak dava dilekçelerinin düzenlenmesinin gerektiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa’nın 3 ve 5. maddesi hükümlerine uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Yasanın 15. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi gereğince bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde her işleme karşı ayrı ayrı dava açmakta muhtar olmak üzere reddine ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/103 KARAR NO: 2007/102 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. ma KARAR Davacılar : 1- M.S. 2- T.A. Vekilleri : Av. N. Ş. T. - Av. M.T. Davalı : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Vekili : Av. N.Ç. OLAY : Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü’nün 6.2.2006 gün ve 3147 sayılı işlemi ile, 2.8.2005 tarihli Posta Gazetesi'nde yayımlanan 'Konhair Güzellik Merkezi' başlıklı reklamda, 4077 sayılı Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesine aykırı davranıldığından bahisle aynı Kanunun 25/8. maddesi uyarınca adı geçen işletme adına idari para cezası ve anılan reklamları durdurma cezası verilmiştir. Davacılar vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 5. SULH CEZA MAHKEMESİ; 11.10.2006 gün ve 2006/861 Müt. sayı ile, davanın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü'nün 06.02.2006 tarih ve 3147 sayılı idari yaptırım kararı ile verilen idari para cezasının iptali istemiyle açıldığı, idari yaptırım kararı ve eklerinin incelenmesinden; itiraz edenler hakkında 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16. maddesine aykırılıktan dolayı idari para cezası verildiğinin anlaşıldığı, 4077 sayılı Yasa’nın (4822 Yasa ile değişik) 26/2 maddesinde; idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceğinin hüküm altına alındığı, bu özel yetki hükmünün yürürlükten kaldırıldığına ilişkin başka bir hüküm bulunmadığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın genel bir Yasa olduğu, 3. maddesinde; bu Yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağının belirtildiği ve Mahkemelerine bu hükme dayanılarak itirazda bulunulmuş ise de; 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 tarih ve 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile iptal edilerek, gerekçeli kararın 22.7.2006 tarihinde yayımlandığı, bu itibarla, bu davaya bakmakla Mahkemelerinin görevli olmayıp, idare mahkemesinin yetkili ve görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Davacılar vekili, bu kez, söz konusu işlemin idari para cezasına ilişkin kısmının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 10. İDARE MAHKEMESİ; 17.11.2006 gün ve E:2006/2766 sayı ile, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesinden söz ederek, dosyanın incelenmesinden, 2.8.2005 tarihli Posta Gazetesi'nde yayımlanan 'Konhair Güzellik Merkezi' başlıklı reklamda, 4077 sayılı Kanun’un 4822 sayılı Kanun’la değişik 16. maddesine aykırılıktan dolayı idari para cezası verildiği, davacının bu cezanın kaldırılması talebiyle adli yargı merciinde dava açtığı, açılan davada 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nce görev ret kararı verildiği, bunun üzerine davacı tarafından söz konusu idari para cezasının iptali amacıyla işbu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi'nce verilen 11.10.2006 tarih ve 2006/861 sayılı kararda, "4077 sayılı Yasa’nın (4822 sayılı Yasa ile değişik) 26/2 maddesinde; idari para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç 7 gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği hüküm altına alınmış olup, bu özel yetki hükmünün yürürlükten kaldırıldığına ilişkin başka bir hüküm bulunmadığı, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Yasası’nın genel bir Yasa olup, 3. maddesinde; bu Yasanın genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı belirtilmiş ve sulh mahkemesine bu hükme dayanılarak itirazda bulunulmuş ise de; 5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesinin, Anayasa Mahkemesi'nin 1.3.2006 tarih ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararı ile iptal edilerek, gerekçeli kararın 22.7.2006 tarihinde yayımlandığı, bu nedenle, görevli yargı yerinin idari yargı olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddedildiğinin görüldüğü, öte yandan, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 2.10.2006 tarih ve E:2006/240, K:2006/169 sayılı kararında, her ne kadar 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 'Genel kanun niteliği' başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 tarih ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli karar 22.7.2006 tarih ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ise de, bu maddenin iptal edilmesiyle meydana gelen hukuksal boşluğun kamu yararını olumsuz yönde etkileyeceğinin görülmesi nedeniyle 6 ay sonra yürürlüğe gireceğine karar verildiği, belirtilen bu durum karşısında, yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda henüz yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle anılan madde hükmü yürürlükten kalkmadığından, 5326 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden sonra açılan davalarda 22.1.2007 tarihine kadar adli yargı yerinin görevli olduğuna karar verilmiş bulunduğu, bu durumda, dava, yukarıda adı geçen Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra(6.10.2006 tarihinde) açılmış olduğundan, idare mahkemesince incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle adli yargının görev alanına giren davanın 2577 sayılı Yasa’nın 14/3-a ve 15/1-a maddeleri uyarınca görev yönünden reddi gerektiğinden, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik:21/1/1982-2592/6 md.)Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. İdare Mahkemesi dosyasından, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 16.4.2007 gün ve E:2007/103 sayılı yazı ile, Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nden, 11.10.2006 gün ve 2006/861 Müt. sayılı görevsizlik kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece gönderilen 11.5.2007 gün ve 2006/861 Müt. sayılı yazıda, söz konusu kararın temyiz edildiği bildirilmiştir. Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/110 KARAR NO: 2007/103 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : Adakum Mad. Kum. San. Tic. Ltd. Şti. Vekili : Av. B.T. Davalı : Antalya İl Özel İdaresi OLAY : 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesine aykırı olarak, işletme ruhsatı bulunmayan alandan 1(a) Grubu Madenler kapsamına giren malzemeyi, aldığından bahisle, 26.8.2005 tarih ve 916 sayılı Valilik olurlu işlemle davacı şirket adına idari para cezası kesilmiş ve 22.2.2006 tarih ve 244 sayılı yazı ile işlem tebliğ edilmiştir. Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve E:2006/86, K:2006/86 Müt. Sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 01.03.2006 tarihli 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada, kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, resen görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin özel olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz, Antalya 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.11.2006 gün ve D.İş E:2006/1035 D.İş K:2006/1035 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ;16.2.2007 gün ve E:2006/2973 sayı ile, dava dosyasının incelenmesinden; 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 12'inci maddesinin, 5'inci fıkrasında; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülki idare amirince el konulacağı, bu kişilere bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağının hükme bağlandığı; öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanununun 31. maddesiyle değişik 3.maddesinin, l/a bendinde; bu Kanununun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, "Başvuru yolu" başlığını taşıyan 27'inci maddesinin, 1'inci fıkrasında; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği ve 5560 sayılı Yasa'nın 34'üncü maddesi ile eklenen 8'inci fıkrasında; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararma ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği hükümlerine yer verildiği, buna göre, 5236 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3'üncü maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkeme, kural olarak, idari para cezasının verilmesine dayanak alman kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'inci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu; bakılan davada, davacı şirkete dava konusu idari para cezasının 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5236 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği; ancak, daha önce Antalya 2'inci Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilip, bu karar kesinleştiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru zorunluluğunun doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunu'nun 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I.İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatına hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanun’un amacı; madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış; Yasanın,“Üretim ve Sevkıyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin sevk fişi ile sevkıyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkıyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir. 3213 sayılı Madeüzerinde hak sahibi Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin 18.maddesinde, “ Ruhsat olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir. Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 13.10.2006 gün ve E:2006/86,K:2006/86 Müt.sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/112 KARAR NO: 2007/104 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı : H.G. Vekilleri : Av. Ö.S.D., Av. M.D. Davalı : Karamürsel Belediye Başkanlığı Vekili : Av. C.S. O L A Y : Kocaeli ili, Karamürsel ilçesi Kültür sitesi içerisinde davacıya ait Türk Sofrası adıyla işletilen yerde ruhsatsız olarak alkol verildiği nedeniyle Belediye Zabıta Talimatnamesine aykırı davranan davacıya para cezası ve işyerinin 15 gün süreyle kapatılmasına ilişkin 09.01.2007 gün, 19 sayılı Belediye Encümen Kararı tesis edilmiştir. Davacı vekili, “Karamürsel Belediye Encümeninin 9.1. 2007 tarihli 19 sayılı encümen kararının yıkıma ve elektrik ve suların kesilmesine ilişkin kısımlarının iptali” istemiyle; eş zamanlı olarak, 12.1.2007 tarihinde hem idari, hem de adli yargı yerinde dava açmıştır. KOCAELİ İDARE MAHKEMESİ; 13.2.2007 gün ve E:2007/69, K:2007/172 sayı ile, Belediye cezaları ile ilgili 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında Kanunun 1. maddesinde; "belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve 3 günden 15 güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e ..." belediye encümenleri yetkilidir kuralı getirilmiş, aynı Yasanın 5. maddesinde; "ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren 5 gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi ve yazılı itiraz olunabilir..." şeklinde düzenleme getirildiği; dava konusu olayda, davacıya ait lokantada, Karamürsel Belediyesi Zabıta Talimatnamesine aykırı olarak çevrenin rahatsız edildiği ve ruhsatsız olarak içki servisi yapıldığı nedeniyle dava konusu işlem ile para cezası ve 15 gün süre ile faaliyetten men cezası verilmiş ve cezanın yasal dayanağı belirtilmemekle birlikte, 15.01.2007 tarihli mühürleme tutanağı ile sözü edilen cezanın 1608 sayılı yasa uyarınca verildiğinin belirtildiği; bu durumda 1608 sayılı yasanın yukarıya alıntısı yapılan hükümleri uyarınca verilen cezalara karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılmasının gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; Başkanlıkça istenilmesi üzerine gönderilen dava dosyasının incelenmesinden; davacı vekilinin, bu kararın bozulması istemiyle Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere 1.3.2007 tarihli temyiz dilekçesi verdiği görülmüştür. Davacının aynı tarihte, aynı istemle adli yargıda açtığı davada: KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 12.1.2007 gün ve E:2007/15 Değ-İş sayı ile, 5326 sayılı Kanunun 19/b maddesi gereğince mahkemelerinin görev alanına girmediğinden tedbir talebinin reddine, idari para cezasına esas teşkil eden tutanak ve belgelerin celbi için Karamürsel Belediye Başkanlığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Davacı vekili, 15.1.2007 gününde kayda giren dilekçeyle, bu tensip kararının kaldırılması istemiyle Mahkemeye başvurmuştur. KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2007 gün ve Sayı :2007/15 Değ.İş Karar ile, Mahkemelerince yapılan inceleme neticesinde, Kabahatler Kanununun 16. maddesi gereğince "Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğunun hükme bağlandığı, aynı kanunun genel hükümler arasında yer alan 27. maddesinin 1. fıkrasında, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı kararın tebliği ve tefhimi tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurabileceği öngörülmüş olup,bu nedenle 1608 SK uyarınca verilen para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine itiraz etme hakkı mevcut iken, 5326 SK'nun 19. maddesi gereğince... b fıkrasındaki işyerinin kapatılması... gibi yaptırımlara ilişkin hükümlerin, ilgili kanunlarda bu kanun hükümlerine uygun değişiklik yapılıncaya kadar saklı tutulduğundan" 12.1.2007 tarihli tensip kararının kaldırılması ve Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu 9.1.2007 tarih ve 19 sayılı işyerinin kapatılmasına ilişkin encümen kararının tedbiren yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline ilişkin talebin reddine dair aşağıdaki şekilde hükmün kurulduğu; gerekçesi yukarda açıklandığı üzere: 1-İtiraz eden vekilinin 15.1.2007 havale tarihli dilekçesiyle talep ettiği 12.1.2007 tarihli tensip kararının kaldırılması ve Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu 9.1.2007 tarih ve 19 sayılı işyerinin kapatılmasına ilişkin encümen kararının tedbiren yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline ilişkin talebinin reddine, karar vermiştir. Davacı vekili, Sulh Ceza Mahkemesine hitaben 20.2.2007 tarihli dilekçesiyle; Mahkemenin 2007/15 Değ-iş dosyasıyla ilgili olarak, Kocaeli İdare Mahkemesinin 2007/69 Esas ve 2007/172 Karar sayılı ilamı ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olması nedeniyle görevsizlik kararı verdiğinden bahisle, Mahkemelerinden görevsizlik kararının kaldırılarak, Karamürsel Belediye Encümenliğinin vermiş olduğu 9.1.2007 tarih ve 19 nolu encümen kararının tedbiren yürütmesinin durdurulması ve iptalini talep etmiştir. KARAMÜRSEL SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.3.2007 gün ve Sayı:2007/15 Değ-İş Karar ile; İtiraz eden vekilinin Mahkemelerine vermiş olduğu 12.1.2007 havale tarihli dilekçesinde, Karamürsel Belediye Encümenliğinin 9.1.2007 tarih,19 nolu encümen kararının iptaline ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebine 5326 sayılı Kabahatler Kanunun 19/b maddesine göre Sulh Ceza Mahkemesinin görev alanına girmediği, İdare Mahkemesinin görev alanına girdiğinden bahisle iş yerinin kapatılması ve tedbiren yürütmenin durdurulması yönünde red kararı verildiği, idari para cezası yönünden devam kararı verildiği; İtiraz eden tarafın 15.1.2007 tarihli dilekçesine istinaden aynı konuda 15.1.2007 gün, 2007/15 Değ-iş kararıyla Kabahatler Kanunun 16.maddesi, 27/1, 1608 sayılı yasa hükümleri ve Kabahatler Kanunun 19/b maddesi nedeniyle işyerinin kapatılmasına ilişkin encümen karar kararı ve yürütmenin durdurulması yönünden red kararı verildiğinin görüldüğü; Kocaeli İdare Mahkemesinin 13. 2.2007 gün, 2007/69-172 esas karar sayılı ilamıyla da aynı hususta görevsizlik kararı verildiğinin görüldüğü; dosyanın incelenmesinde, talepler konusunda Sulh Ceza Mahkemesince ve İdare Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek işten el çektikleri anlaşıldığından, farklı yargı organları arasındaki görev uyuşmazlığının çözümü gerektiğinden; 1-İtiraz eden vekilinin 20.2.2007 tarihli dilekçesi nedeniyle idari ve adli yargı mahkemeleri arasında karşılıklı görev uyuşmazlığı doğduğu anlaşıldığından görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, 2-Uyuşmazlık Mahkemesinin kararına göre talep konusunun değerlendirilmenin görevli ve yetkili mahkemenin takdirine bırakılmasına, 3Mahkemelerinde idari para cezası yönünden dava devam ettiğinden, uyuşmazlık mahkemesine dosyanın tamamının onaylı bir fotokopisinin gönderilmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H. Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, 2247 sayılı Yasada öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir.” hükmüne göre, idari yargı yerinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir. Yasa koyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Karamürsel Sulh Ceza Mahkemesi’nce 19. maddeye göre başvuruda bulunulduğunun kabulü suretiyle inceleme yapılması gerekmektedir. Buna göre: 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne yer verilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde, “Uyuşmazlık Mahkemesi, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceler; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddeder.” denilmiştir. Anılan Yasa hükmüne göre, bir yargı yerinin re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuruda bulunabilmesi için; tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada, daha önce diğer yargı yerlerinden birisi tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş bulunması ve bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen yargı yerinin de davada görevsizlik kararı veren yargı yerinin görevli olduğu kanısına varması gerekmektedir. Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından, Başkanlığımızca, 20.4.2007 gün ve E:2006/112 sayılı yazı ile, Kocaeli İdare Mahkemesi’nden, 13.2.2007 gün ve E:2007/69, K:2007/172 sayılı dava dosyasının gönderilmesinin istenilmesi üzerine, adı geçen Mahkemece 30.4.2007 sayılı yazı ekinde gönderilen dava dosyasının incelenmesinden, davacı vekilinin 1.3..2007 tarihli dilekçe ile bu kararın bozulması istemiyle Danıştay Başkanlığına sunulmak üzere temyiz dilekçesi verdiği görülmüştür. Bu durumda, Sulh Ceza Mahkemesince görev uyuşmazlığına konu edilen Kocaeli İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşul gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan ve yöntemine uymayan başvurunun, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/118 KARAR NO: 2007/108 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİND KARAR Davacı Vekili Davalı : Başgözeler Gıda Ltd. Şti : Av. M.T. : Erzincan Valiliği OLAY : Erzincan Valiliği İl Tarım Müdürlüğü’nün 25.1.2006 gün ve 1/17 sayılı işlemi ile, üretim izni olmayan ürün sattığı nedeniyle, 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı şirket adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. SİVAS İDARE MAHKEMESİ ;14.2.2006 gün ve E:2006/571, K:2006/138 sayı ile, dosyanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14. maddesi kapsamında incelendiği; anılan maddenin 3/a. fıkrasında, dilekçelerin görev yönünden inceleneceği; Kanunun 15/1-a maddesinde de, 3/a bendine göre adli ve askeri yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceğinin hükme bağlandığı; uyuşmazlıkla ilgili bir başka düzenleme olan 5179 sayılı Gıdaların Üretimi Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanununun 29 maddesinin a) bendinde "a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil işlemlerini yaptırmadan üretime geçen ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek veya tüzel kişiler; üretimden men edilir, üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idari para cezası ile cezalandırılır. Bu işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim yapmalarına izin verilir". 30. maddesinde ise "Bu Kanunda yazılı olan idari para cezaları, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine, verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak, en kısa sürede sonuçlandırılır. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur." hükmüne yer verilmiş ise de; 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu, bu ve benzeri idari para cezalarını ilgilendiren önemli değişiklikler içerdiğinden, bu kanun kapsamında öncelikli bir değerlendirme yapılmasının gerekli görüldüğü belirtilerek, 31.3.2005 tarihli, 25772 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kabahatler Kanununun 1., 2., 3. ve 16. maddelerinden bahisle; 27. maddesinde de başvuru yolunun düzenlenerek, 1. fıkrada "İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir..." kuralına yer verildiği; geçici 2. maddede ise, "Bu kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararlan hakkında uygulanmaz." şeklinde davanın derdest olduğu tarih açısından istisnai bir hükmün yer aldığının görüldüğü; uyuşmazlıkta, dava konusu idari para cezasına karşı yargı yolunu belirleyen 5179 sayılı Kanun ile kabahatlere ilişkin çerçeveyi çizen 5326 sayılı Kanun'un uygulanma önceliği hususunun öncelikle tespitinin gerektiği; bilindiği üzere, yargı organının işlevini yerine getirirken öncelikle yasama tarafından soyut ve genel olarak düzenlenmiş olan kuralları uyguladığı, uygulamada kimi zaman bu tür normlar arasında hiyerarşiye aykırılık, çelişki ve aynı konuyu düzenleyen birden fazla kuralla karşılaşılabildiği, hukuk normları arasındaki çelişkinin genel normla genel norm, genel normla özel norm ve özel normla özel norm arasında olabileceği, temel kuralın ise, sonraki kanun (lex posterior), özel kanun (lex specialis) ve hiyerarşik bakımdan üst düzeydeki kanun (lex superior) biçiminde olduğu; uyuşmazlıkta da, aktarılan mevzuat hükümleri açısından bir değerlendirme yapıldığında; sonradan yürürlüğe giren ve çerçeve nitelik taşıyan Kabahatler Kanunu'nun 3. maddesinde, kanunun genel hükümlerinin, mevzuatımızda halen yürürlükte olan birçok düzenlemede tanımlanan idari para cezaları için öncelikle uygulanacağına dair atıfta bulunulduğu, bir kısım idari yaptırım türleri içinse 16. maddeyle (düzenleme yapılıncaya kadar) var olan mevzuat hükümlerini saklı tuttuğu; dolayısıyla, davaya konu idari para cezası açısından da Kabahatler Kanunu'nun uygulanacağı; nitekim, kanunun ikinci kısmında 'Çeşitli Kabahatler' şeklinde bir başlık kullanılmasının, kanunda yazılan kabahatlerin sınırlı ve sayılı biçimden ziyade, örnek olarak metne işlendiği ve sadece ikinci kısma özgü kapsam taşımadığını gösterdiği kanaatine varıldığı; bu durumda, anılan kanunun bu ve benzeri uyuşmazlıkların görüm ve çözüm görevini adli yargı mahkemelerine bıraktığından ve bu davanın da yetkili sulh ceza mahkemesinde görülmesi gerektiğinden, işin esasının Mahkemelerince incelenip sonuçlandırma olanağının bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ERZİNCAN SULH CEZA MAHKEMESİ; 31.1.2007 gün ve Müteferrik No:2006/235 sayı ile, 5179 Sayılı Yasanın 30 maddesinde "... Bu cezalara karşı yetkili idari mahkemesine itiraz edilebilir .....” şeklinde düzenleme getirildiği; bununla birlikte 5326 Sayılı Kabahatler Kanunun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 22.7.2006 tarih ve 2005/108 Esas 2006/35 karar sayılı ilamı ile iptal edilmesi üzerine, yasa koyucu tarafından yargılama devam ederken 5560 sayılı yasayla 5326 Sayılı Yasanın 3. maddesinin değiştirildiği ve bahsi geçen maddede "...a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,uygulanır...." şeklinde düzenleme getirdiğinin görüldüğü; bu bilgiler ışığında talebe bakıldığında, başvuran hakkında 5179 Sayılı Yasaya göre idari yaptırım kararı uygulandığı ve başvuranca mahkemelerince idari yaptırım kararının kaldırılması yönünde dava açtıkları görülmüş ise de, 5179 sayılı yasasında belirtilen idari yaptırım kararlarına karşı itiraz merciin aynı yasanın 30.maddesinde idari mahkemesi olduğunun belirtildiği ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3/1-a maddesinde de kanun yollarına ilişkin olarak yasasında özel düzenlemelerin bulunması halinde ilgili yasaya uyulması gerektiği yönündeki değişiklik de dikkate alındığında, mahkemelerinin görevsizliğine karar vermek gerektiği ve başvuran tarafından aynı husus hakkında Sivas idare Mahkemesine başvuruda bulunduğu ve görevsizlik sebebiyle başvuran tarafından mahkemelerine başvuruda bulunduğunun anlaşılması karşısında, idari yargı ve adli yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğundan uyuşmazlığın çözümü için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiş; bu karar, onanmak suretiyle kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu para cezasına ilişkin görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir. Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’ nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme, muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (a) bendinde, “Bu Kanuna uymayanlara uygulanacak cezai hükümler aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir: a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil işlemlerini yaptırmadan üretime geçen ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek veya tüzel kişiler; üretimden men edilir, üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır. Bu işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim yapmalarına izin verilir. Üretim izni alınmamış gıda ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemeleri satan veya miadı dolmuş gıda maddelerini satan işyerlerindeki ürünlere el konulur ve bu ürünleri satan işyerleri birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır” hükmü yer almış; 30. maddesinde ise, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmiştir. 5179 sayılı Yasa’nın 30. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5179 sayılı Yasa’nın 29. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Sivas İdare Mahkemesi’nce verilen 14.2.2006 gün ve E:2006/571, K:2006/138 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/122 KARAR NO: 2007/109 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Y.U. Davalı : İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü OLAY : İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü’nün 12.10.2005 gün ve 06 sayılı işlemi ile, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 19. maddesi ve Dernekler Yönetmeliği’nin 84. maddesi uyarınca her yılın Nisan ayı sonuna kadar verilmesi gereken dernek beyannamesinin verilmediğinin tespit edildiğinden bahisle dernek yöneticisi(dernek başkanı) olan davacı adına aynı Kanunun 32/1. maddesi uyarınca idari para cezası verilmiştir. Davacı, para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 1. İDARE MAHKEMESİ; 20.12.2005 gün ve E:2005/3075, K:2005/2567 sayı ile, davanın, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na muhalefet nedeniyle 500.00 YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin 12.10.2005 günlü, 06 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 1, 2, 16, 17 ve 27. maddelerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu bir bütün olarak incelendiğinde, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı ve ekonomik düzeni korumak amacıyla konulan kuralların icrai veya ihmali bir davranışla ihlal edilmesinin bu Kanunla kabahat olarak tanımlandığı, keza bu kabahat nedeniyle kendi Kanununda idari bir yaptırım öngörülmüş ise bu yaptırımlara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceğinin anlaşıldığı, buna göre, idari para cezalarının da idari bir yaptırım türü olarak kabul edilmesi ve bu cezalara karşı yapılacak itirazların Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesince çözümlenmesi gerektiği, olayda, davacıya 5253 sayılı Kanun’a aykırılık nedeniyle idari para cezası verildiği görülmüş olup, kabahat niteliğindeki bu fiil nedeniyle verilen para cezasının Kabahatler Kanunu’nun 17. maddesi kapsamında bir yaptırım olduğu, bu itibarla, söz konusu cezaya yönelik itirazın adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. BAKIRKÖY 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.12.2006 gün ve D.İş E:2006/20, D.İş K:2006/220 sayı ile, itiraz edenin, İstanbul Valiliği tarafından 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na muhalefet ettiğinden bahisle aynı Yasanın 32/1 maddesi uyarınca verilen 500,00 YTL idari para cezasının iptaline karar verilmesini talep ettiği, itiraza konu idari para cezasına ilişkin evrakların celp edilerek dosya içerisine konulduğu, Mahkemelerine açılan davanın, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinden kaynaklandığı, Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 tarih ve 2005-108 Esas, 2006-35 Karar sayılı ilamı ile anılan maddenin iptal edildiği, 19.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesinde yapılan yeni düzenlemede, bu Kanunun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının belirlendiği, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun 33. maddesinde, idari para cezalarına karşı idare mahkemesine itiraz edileceğinin belirtildiği, daha önce aynı idari para cezasıyla ilgili olarak İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nin 2005/3075 Esas ve 2005/2567 Karar sayılı kararı ile idari para cezasının dava tarihi itibarıyla Kabahatler Kanunu’nun kapsamında kaldığı belirtilerek görevsizlik kararı verildiği, idari yargı ile adli yargı arasında olumsuz görev uyuşmazlığının oluştuğu anlaşıldığından, öncelikle görev hususunda yargı yolunun belirlenmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmesinin gerekli görüldüğü gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, aynı idari para cezasıyla ilgili olarak İstanbul 1 İdare Mahkemesi’nin 2005/3075 Esas ve 2005/2567 Karar sayılı kararıyla görevsizlik kararı verdiği, dolayısıyla her iki mahkeme arasında olumsuz görev uyuşmazlığının olduğu anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki, başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir. Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de, davanın taraflarınca başvuruda bulunulmadığı gözetilerek, Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvurunun 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında olduğunun kabulü ile Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelmiş bulunan görev uyuşmazlığının çözüme kavuşturulması, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun olacağından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 5253 sayılı Kanun’un 32. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 4.11.2004 tarih ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; dernekler, dernek şube veya temsilcilikleri, federasyonlar, konfederasyonlar ve yabancı dernekler ile merkezleri yurt dışında bulunan dernek ve vakıf dışındaki kâr amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye'deki şube veya temsilciliklerinin yasak ve izne tâbi faaliyetlerini, yükümlülüklerini, denetimlerini ve uygulanacak cezalar ile derneklere ilişkin diğer hususları düzenlemektir” denilmiş; 32. maddesinde, bu Kanuna aykırı davranışlara uygulanacak cezalar belirtilmiş; 33. maddesinde, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının mülkî idare amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmayacağı, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu kurala bağlanmıştır. 5253 sayılı Yasa’nın 33. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5253 sayılı Yasa’nın 32. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bakırköy 2.Sulh Ceza Mahkemesinin 19. madde kapsamında görülen BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 20.12.2005 gün ve E:2005/3075,K:2005/2567 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/123 KARAR NO: 2007/136 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 4925 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : A.K. Vekili Davalı : Av.L.P. : Sivil Trafik Ekipler Amirliği OLAY : Sivil Trafik Ekipler Amirliği’nin 6.1.2006 gün ve 055054 sayılı işlemi ile, yapılan denetimde yetki belgesinin olmadığının tespit edildiğinden bahisle 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun 26. maddesinin (a) bendi uyarınca davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı vekili, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. EYÜP 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 1.2.2006 gün ve Muh:2006/27, K:2006/151 sayı ile, Sivil Trafik Ekipler Amirliğinin 055054 sayılı ve 06.01.2006 tarihli trafik suç tutanağı ile yetki belgesiz şehirlerarası yolcu taşımacılığı yaptığından bahisle itiraz eden hakkında trafik suç tutanağının yüze karşı düzenlendiği, itiraz edenin tutanağı aynı tarihte imzaladığı, itiraz edenin süresi içerisinde trafik suç tutanağına itiraz ettiği anlaşılmış ise de, 2918 sayılı Yasa’nın 115/son maddesinde sadece aynı Yasanın 116. maddesi gereğince düzenlenen tutanaklara karşı itirazın öngörüldüğü, diğer cezaların kesin olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 24.12.2001 tarih ve 2001/104 Esas, 2001/112 Karar sayılı kararında, itirazcının yüzüne karşı düzenlenen itiraza konu tutanağa karşı idare hukukunun genel prensipleri doğrultusunda idari yargı yerine başvurulabileceğinin belirtildiği gerekçesiyle kesin olarak görevsizlik kararı vermiştir. Davacı vekili, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle Karayolları Genel Müdürlüğü’nü davalı olarak göstermek suretiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİ; 2.3.2006 gün ve E:2006/305, K:2006/317 sayı ile, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı ekipler tarafından belgesiz olarak şehirlerarası taşımacılık yaptığından bahisle davacı adına 055054 sıra numaralı makbuzla kesilmiş bulunan 5.000 YTL idari para cezasının iptalinin istenildiği, toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni korumak amacıyla; kabahatlere ilişkin genel ilkeleri, kabahatler karşılığında uygulanabilecek olan idari yaptırım türlerini ve sonuçlarını, kabahatler dolayısıyla karar alma sürecini, idari yaptırıma ilişkin kararlara karşı kanun yolları ile idari yaptırım kararlarının yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla yürürlüğe konulan 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2, 3, 16 ve 27. maddelerinden söz ederek, 5326 sayılı Kanun’un, 1.6.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, belirtilen yasal düzenlemeler uyarınca; 1.6.2005 tarihinden itibaren, 5326 sayılı Yasa’da sayılan idari para cezası ve idari tedbirlerden oluşan idari yaptırımlar ile diğer yasalarda yer alan idari yaptırımlara karşı, Yasanın 19. maddesinde sayılan istisnai durumlar haricinde sulh ceza mahkemeleri nezdinde dava açılabildiği, buna göre davacıya yetki belgesiz olarak şehirlerarası taşımacılık yapması nedeniyle 5.000 YTL tutarında idari para cezası verilmesine dair 06.01.2006 tarih ve 55054 sayılı işlemin iptali isteğiyle 07.02.2006 tarihinde Mahkemeleri kayıtlarına giren dilekçe ile bakılan dava açılmış ise de; yukarıya alınan Yasa hükümleri uyarınca, 4925 sayılı Yasa hükümlerine göre verilen idari yaptırım niteliğindeki para cezasına karşı açılacak davalarda, sulh ceza mahkemelerinin görevli kılınması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Mahkemelerinin görevli bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara yapılan itirazın incelenmeksizin reddi suretiyle kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 4925 sayılı Kanun’un 26. maddesinin (a) bendine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 10.7.2003 gün ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; karayolu taşımalarını ülke ekonomisinin gerektirdiği şekilde düzenlemek, taşımada düzeni ve güvenliği sağlamak, taşımacı, acente ve taşıma işleri komisyoncuları ile nakliyat ambarı ve kargo işletmeciliği ve benzeri hizmetlerin şartlarını belirlemek, taşıma işlerinde istihdam edilenlerin niteliklerini, haklarını ve sorumluluklarını saptamak, karayolu taşımalarının, diğer taşıma sistemleri ile birlikte ve birbirlerini tamamlayıcı olarak hizmet vermesini ve mevcut imkânların daha yararlı bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır.” denilmiş; 26. maddesinin (a) bendinde, bu Kanunun 5 inci maddesine göre yetki belgesi almadan taşıma işinde faaliyette bulunanlara beşmilyar lira para cezası verileceği kurala bağlanmış; 30. maddesinde, para cezalarına karşı tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içerisinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğu belirtilmiştir. 4925 sayılı Yasa’nın 30. maddesindeki düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 4925 sayılı Yasa’nın 26. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasa hükmü uyarınca idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 2.3.2006 gün ve E:2006/305, K:2006/317 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/132 KARAR NO: 2007/137 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: Lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilmiş bulunan davacı tarafından davalı idareye verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılan davanın, özel hukuk hükümlerine göre ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : A.E.A. Vekili : Av. F.A. Davalı : Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü Vekili : Av. M.F.P. OLAY : 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak üzere 24.4.1995 tarihinden itibaren A.B.D.’ ye gönderilen davacı, Ankara 13. Noterliği’nde tanzim ettirdiği 17.04.1995 tarihli ve 28943 yevmiye no’lu taahhüt ve kefalet senedini davalı kuruma ibraz etmiştir. Lisansüstü öğrenimini süresi içinde tamamlayamayan ve 31.12.2003 tarihinde görev süresi sona eren davacının ilişiği, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın 02.03.2004 tarihli ve 3870 sayılı yazısı doğrultusunda 11.3.2004 tarihli ve 211-1222 sayılı olur ile kesilmiştir. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Personel Daire Başkanlığı’nın 28.4.2004 gün ve 20742980 sayılı yazısı ile, davacıya, 2547 sayılı Kanun’un 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak üzere yurtdışında görevlendirilmesi; 01.08.2003 tarihinde sona ermesine rağmen doktora eğitimini tamamlayamaması ve taahhüdünü yerine getirmemesi nedeniyle Üniversiteleriyle ilişiğinin kesildiği, Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünün Genel Tebliği gereğince, yurtdışına çıkarken imzalamış olduğu taahhüt ve kefalet senedi hükümleri doğrultusunda mecburi hizmet karşılığının Üniversiteleri Bütçe Daire Başkanlığına ödenmesi gerektiği, bu nedenle ilişikte gönderilen “Yurtdışına Gönderilenlerden Yükümlülüklerini Yerine Getirmeyen Personele Ait Borç Bildirimi” forumunun ulaştığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde nakten veya defaten ödenmesi; aksi halde borcun süresi içinde ödenmemesi durumunda yasal icra takibine girişileceği, bu sürede faiz ve yargı masraflarıyla ödenmesi gereken miktarın daha da artacağı hususu bildirilmiştir. Bunun üzerine, davacı vekili, Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin dilekçe ret kararı üzerine yenilediği dava dilekçesi ile, Ankara 13. Noterliği’nin 17.4.1995 gün ve 28943 yevmiye numaralı taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. (Dava dilekçesinde müstafi sayılmaya yönelik işlemin de iptali istenmiş ise de; Mahkemece, ilk inceleme tutanağında, bu işlem yönünden ayrı dava açıldığı belirtilerek sehven yazıldığı kabul edilmiştir.) Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davanın görüm ve çözüm yerinin adli yargı olduğunu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 3.5.2004 gün ve 2004/2-19 sayılı kararının da bu yönde olduğunu, kaldı ki taahhüt ve kefalet senedine dayalı idareleri tarafından açılan alacak davasının Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde E:2005/153 sayı ile kayıtlı ve derdest bulunduğunu ileri sürmüştür. SAKARYA 1. İDARE MAHKEMESİ; 27.9.2006 gün ve E:2006/1762 sayı ile, Ayten Eren Artan vekili Av. Fahrettin Ablak tarafından 28 Nisan 2004 tarih ve 2074-2980 sayılı işlemin iptali istemiyle Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörlüğü’ne karşı açılan davada, davalı idare vekili tarafından görev itirazında bulunulduğundan, dosyanın görev itirazı yönünden incelendiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1-a bendinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davaların idari dava türleri arasında sayıldığı, idari işlemin ise, bir idari makam ve merci tarafından idari usuller uygulanarak tesis olunan tek taraflı doğrudan uygulanabilen, kesin ve yürütülmesi zorunlu hukuki tasarruflar olarak tanımlandığı, dosyanın incelenmesinden, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak üzere 24.04.1995 tarihinden itibaren ABD’ye gönderilen davacının lisans üstü öğrenimini süresinde tamamlayamamasından dolayı 11.3.2004 tarihli ve 211-1222 sayılı olurla ilişiğinin kesildiği ve dava konusu işlemle Ankara 13 Noterliği’nde tanzim edilen 17.4.1995 tarihli ve 28943 yevmiye nolu taahhüt ve kefalet senedindeki meblağların 15 gün içinde nakden veya defaten ödenmesi, aksi halde yasal işlem yapılacağının bildirilmesi sonucu bakılmakta olan bu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, davacının verdiği taahhütname ve kefalet senedinin, ilgilinin 2547 sayılı Yasa’nın 33. maddesi uyarınca yurt dışında bir üniversitede lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki önemli etkisi göz önüne alındığında, davacının bu taahhütname ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde olarak isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulünün mümkün bulunmadığı, bu durumda, davacının imzaladığı taahhütname ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesini öngören rektörlük işlemine yönelik uyuşmazlığın çözümünde Mahkemelerinin görevli olduğu açık olduğundan, davalı idare vekilinin uyuşmazlığın adli yargıda çözümlenmesi yönündeki görev itirazının yerinde görülmediği gerekçesiyle davalı idare vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir. Davalı idare vekilinin, taahhüt ve kefalet senedinin davalı idarenin iştiraki olmaksızın, noter önünde tanzim edildiğini ve asıl borçlu ile davacının da aralarında bulunduğu kefiller tarafından imza edildiğini, idari işlem olmanın temel şartı olan kamu makamları tarafından tesis edilmiş olma şartının gerçekleşmediğini, davacının imza ettiği taahhüt ve kefalet senedinin Abant İzzet Baysal Üniversitesi idaresinin tek taraflı kamu gücü kullanarak tesis ettiği bir idari işlem olmadığı gibi, özel hukuk hükümleri bağlamında taraf olduğu sözleşme de olmadığını, itiraz konusu kararda yapılan uyuşmazlık tespitinin, dava dilekçesine nazaran, yerinde olmadığını, dava konusu kararın aksine uyuşmazlığın “taahhütname ve kefalet senedinde yer alan mali yaptırımların hayata geçirilmesini öngören rektörlük işlemine yönelik” değil, doğrudan taahhüt ve kefalet senedinin iptaline dönük bulunduğunu, yurtdışında lisansüstü eğitim yapmak üzere devlet imkanları ile gönderilen araştırma görevlilerinden lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra bağlı oldukları yükseköğretim kurumuna dönerek mecburi hizmetlerini ifa etmeleri, dönmeyenler ile başarısız olanlara yapılan tüm masrafların ise geri alınmasının 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33 ve 35. maddeleri ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 79, 224 vd., Ek 34 ve bağlı mevzuatın gereği olduğunu, bu bağlamda alınan taahhüt ve kefalet senedinin takibinin adli yargıda yapıldığını, taahhüdün ihlali nedeniyle taahhüt ve kefalet senedine dayalı olarak açılan alacak davasının Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 2005/153 Esas sayılı dosyada derdest bulunduğunu, taahhüt ve kefalet senedinin hukuka aykırılığına ilişkin iddia ve savunmaların da bu dosyada devam eden yargılamada yapıldığını ileri sürerek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 21.11.2006 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; davacının, davalı Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açtığı iptal davasında davalı idarenin görev itirazında bulunduğu, bu itirazın reddedilmesi üzerine davalı idare tarafından olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasının talep edildiği, davanın, Üniversite hesabına yurtdışında doktora eğitimi yapan araştırma görevlisinin Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü kapsamında verdiği taahhütname ve kefalet senedinin iptali ile borçlu ve sorumlu olmadığının tespiti istemiyle açıldığı, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun değişik 33. maddesinin (a) bendinin değişik üçüncü fıkrasında, lisansüstü eğitim-öğretim için yurtdışına gönderilecek araştırma görevlilerinin öğrenim ücretleri ve yollukları dahil her çeşit sosyal ve diğer giderleri ile ödenekleri hakkında düzenlemeye yer verildiği; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Yurtdışı Eğitim Masraflarının Tahsili" başlıklı Ek 34. maddesinde "ilgili kanunlarına göre; öğrenim yapmak, yetiştirilmek, eğitilmek, bilgilerini artırmak, staj yapmak veya benzeri bir nedenle geçici süreli görevlendirilmek suretiyle, üç ay veya daha fazla süre ile yurtdışına gönderilen kamu personeli yurtdışında bulundukları sürenin iki katı kadar mecburi hizmetle yükümlüdürler. Bu şekilde yurtdışına gönderilecek personelden örneği Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanmış 'Yüklenme Senedi ile Muteber İmzalı Müteselsil Kefalet Senedi' alınır. Anılan personelin mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeden veya tamamlamadan görevinden ayrılması, müstafi sayılması ya da bir ceza ile görevine son verilmesi halinde, kendileri için kurumlarınca fiilen döviz olarak yapılmış olan her türlü masraflar aynı döviz cins ve miktarı üzerinden borçlandırılır. Döviz borcu toplamından mecburi hizmetin tamamlanan kısmı için hesaplanan miktar indirilir. Hesaplanan borç miktarı, ilgilinin durumu ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azami beş yıla kadar taksitlendirilebilir. Borç miktarı ilgili tarafından Türk Lirası ile ödenir ve yapılan ödeme miktarı tahsil tarihindeki T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilan edilen efektif satış kuru üzerinden dövize çevrilerek yukarıda belirlenen şekilde hesaplanan döviz borcundan mahsup edilir. İlgilinin eğitimdeki başarısızlığı veya kendi kusuru nedeniyle yurtdışından geri çağrılması ya da verilen süreyi tamamlayıp başarısız olarak dönmesi durumunda da, ilgili için fiilen döviz olarak yapılmış olan her türlü masrafların tamamı aynı esaslara göre ödettirilir. (...)" hükümlerine yer verildiği, anılan yasal düzenlemede, ilgilinin mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda yurtdışı öğrenim giderlerinin tahsili için herhangi bir idari usul öngörülmediği, yüklenme ve kefalet senedine dayanılarak açılacak bir alacak davası yoluyla hükmen tahsil yönteminin benimsendiğinin anlaşıldığı, olayda, lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilmiş bulunan davacıdan, ayrıca yüklenme ve kefalet senedi istenmiş olup, yurtdışında hesabına eğitim gördüğü üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü ya da parasal karşılığı taahhüt edilmek suretiyle üniversite ile davacı arasında, tarafların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini içeren bir sözleşme ilişkisi kurulduğunun açık bulunduğu, bu duruma göre, olayda kamu görevlisinin yükümlülüğünü yerine getirmediğine ilişkin idarece kamu gücüne dayalı, re'sen ve tek yanlı olarak tesis edilmiş bir işlemin davamıza konu bulunmaması ve davacının borçlu olmadığının tespiti amacıyla açılan davanın, taraflar arasındaki sözleşmeden (yüklenme ve kefalet senedinden) doğan alacak- borç ilişkisinden doğmuş bulunması nedeniyle özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun’un 10 ve 13. maddeleri gereğince olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilmesine karar vermiştir. Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI; davacının, üniversite adına gönderildiği yurt dışında yaptığı lisansüstü eğitimini süresi içinde tamamlayamaması nedeniyle, noterlikçe düzenlenen taahhüt ve kefalet senedi uyarınca adına borç çıkarılması yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nde açtığı davada, davalının görev itirazının reddi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1/a fıkrasında, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının, idari dava türleri arasında sayıldığı, olayda, davacının Sakarya İdare Mahkemesi’nde açtığı davada taahhüt ve kefalet senedi ve bu senede dayalı 28.4.2004 günlü, 2074-2980 sayılı borç bildirimi işlemi ile çekilmiş sayılma işlemine karşı ayrı ayrı dava açılması için dilekçenin reddedilmesi üzerine, yenilenen davaya ilişkin dilekçede sadece taahhüt ve kefalet senedinin iptali istenilmekle birlikte, Mahkemenin davayı, borcun ödenmesine ilişkin 28.4.2004 günlü bildirim işleminin iptali istemi şeklinde kurduğu, dava dilekçeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının asıl amacının taahhüt ve kefalet senedi ile bu senede dayalı olarak tesis edilen bildirim işleminin iptalini sağlamaya yönelik olduğunun kabulünün gerektiği, davacının verdiği taahhüt ve kefalet senedinin, 2547 sayılı Yasa’nın 33. maddesi uyarınca yurt dışında bir üniversitede lisansüstü eğitim yapmak üzere görevlendirilmesindeki önemli etkisi göz önüne alındığında, davacının bu taahhüt ve kefalet senedini idare ile eşit düzeyde, isteği ve özgür iradesi ile imzaladığının kabulü mümkün olmadığından, ortada özel hukuk alanını ilgilendiren bir uyuşmazlığın bulunduğundan söz etmeye olanak bulunmadığı, bu durumda, idarece kamu gücüne dayanılarak ve tek yanlı irade ile kurulan taahhüt ve kefalet senedi ile bu senette yer alan mali yaptırımların uygulanmasına ilişkin işlemin iptali isteminden doğan uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulüne hukuki olanak bulunmadığı yolunda yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR’ün davada adli yargının görevli olduğu, Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak üzere A.B.D.’ ye gönderilen davacı tarafından, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü kapsamında verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 33. maddesinin (Değişik: 17/8/1983 - 2880/16 md.) (a) bendinde, “(Değişik: 12/8/1986 - KHK 260/3 md.) Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlar ilgili anabilim veya anasanat dalı başkanlarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, enstitü, yüksekokul veya konservatuvar müdürünün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar; atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.(Ek cümle: 21/4/2005 – 5335/10 md.)Bunlar aynı usulle yeniden atanabilirler. Lisans üstü eğitim - öğretim için yurt dışına gönderilecek araştırma görevlileri ile ilk defa bu amaçla bu göreve atanacaklarda aranacak nitelikler ve diğer hususlar Yükseköğretim Kurulunca tespit edilir. (Değişik: 9/4/1990 - KHK - 418/23 md.; İptal: Ana. Mah'nin 5/2/1992 tarih ve E. 1990/22, K. 1992/6 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 18/5/1994-KHK-527/16 md.) Lisansüstü eğitim - öğretim için yurtdışına gönderilecek araştırma görevlileri hakkında yukarıdaki atama süresi ile ilgili hüküm uygulanmaz. Bu gibilerin öğrenim ücretleri ve yollukları dahil her çeşit sosyal ve diğer giderleri bağlı bulundukları üniversitelerin personel giderleri içerisinde açılacak özel tertipden ödenir. Lisansüstü eğitim - öğretim için yurt dışına gönderilen araştırma görevlileri kadrolarında bırakılırlar ve (Burslu gidenlerin biryılı aşan süreleri ile şahsen özel burs sağlayan ve bu burstan istifade etmesi için kurumlarınca kendilerine aylıksız izin verilmesi uygun görülenler hariç) aylık ve diğer her türlü ödemelerin kanuni kesintilerin sonra kalan net tutarının % 6O'ını kurumlarından alırlar. Bunlardan kurumlarınca gönderilenlere, 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun hükümlerine göre aynı ülkede bulunan öğrencilere verilen tahsisat tutarında ayrıca ödeme yapılır. Burslu gidenlerin aldıkları burs miktarları bu miktarın altında ise aradaki fark kurumlarınca kendilerine ayrıca ödenir. Bunların okul ücretleri ile eğitim ve öğretime başlayabilmeleri için zorunlu olan kurs ücretleri karşılanır. Kitap ve kırtasiye bedelleri ile diğer eğitim ve öğretim giderlerini karşılamak için her yıl Mart ve Eylül aylarında iki eşit taksitte ödenmek üzere birer aylıkları tutarında ek ödenek verilir” hükmü yer almıştır. Dosyanın incelenmesinden, lisansüstü eğitim için yurtdışına gönderilen davacının, noterde düzenlenen ve kendisi ile kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedi ile, yurtdışında hesabına eğitim gördüğü Üniversiteye karşı, mecburi hizmet ya da parasal karşılığını taahhüt etmek suretiyle yükümlülük altına girdiği, davalı idarece, söz konusu taahhüt ve kefalet senedine dayanılarak, davacı ile müşterek ve müteselsil kefillerinden, davacıya yapılan tüm ödemelerin, sarf tarihinden itibaren hesap edilecek yasal faizi ve senette yazılı cezai şartı ile birlikte, anılan taahhüt ve kefalet senedinde kabul ettikleri esaslar dahilinde tespit ve tahsili istemiyle alacak davası açıldığı, bu davanın Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2005/153 sayılı dosyasında görülmekte olduğu anlaşılmıştır. Bu duruma göre, taahhüt ve kefalet senedinin davacı ve kefilleri tarafından tek taraflı olarak imzalanarak idareye karşı taahhütte bulunulması karşısında, davacı tarafından senedin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunacağı kuşkusuzdur. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının başvurusunun kabulü ile davalı Rektörlük vekilinin görev itirazının reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nce verilen 27.9.2006 gün ve E:2006/1762 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde Üyelerden Z. Nurhan YÜCEL ve Esen EROL’un KARŞIOYLARI ve OYÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi. KARŞI OY Dava, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun değişik 33. maddesi uyarınca lisansüstü eğitim yapmak üzere A.B.D.’ ye gönderilen davacı tarafından, Üniversiteye karşı mecburi hizmet yükümlülüğü kapsamında verilen taahhüt ve kefalet senedinin iptali istemiyle açılmıştır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 78 ve 79. maddelerinde, bilgilerini artırmak için dış memleketlere kimlerin gönderileceği ve bunların hak ve yükümlülüklerinin neler olduğu düzenlenmiş; aynı Yasa’nın 80. maddesinde ise, 78 ve 79. maddelerde yazılı olanların ayırma ve seçilme usul ve şartlarının, çalışmalarının nasıl izleyip denetleneceğinin, haklarındaki disiplin kovuşturmasının ne suretle yapılacağının ve geri çağrılmalarını gerektirecek hallerin bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür. Anılan Yasa uyarınca çıkarılan Yetiştirilmek Amacıyla Yurt Dışına Gönderilecek Devlet Memurları Hakkında Yönetmeliğin 17. maddesinde, Kurumlarınca Devlet memurlarından, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanmış örneklerine uygun yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınacağı; bu belgeleri tamamlamayanların yurtdışına çıkmalarına izin verilmeyeceği kurala bağlanmıştır. Buna göre, davacı ve kefilleri tarafından imzalanan taahhüt ve kefalet senedinin, 657 sayılı Yasa’nın 78 ve 79. maddeleri uyarınca yurt dışında eğitim görebilmek için mevzuatta zorunlu şart olarak öngörüldüğü göz önüne alındığında, söz konusu senedin davacı ve kefilleri tarafından idare ile eşit düzeyde, kendi isteği ve iradesi ile imzalandığının kabulüne olanak bulunmadığından, idarece kamu gücüne dayalı ve tek taraflı irade ile tesis edilmiş idari işlem olarak kabulü gerekmektedir. Bu durumda, uyuşmazlığa konu edilen davanın, 2577 sayılı İ.Y.U.K.’nun 2/1-a. maddesinde sayılan iptal davası kapsamında görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca yapılan başvurunun reddi gerektiği görüşüyle aksi yöndeki karara katılmıyoruz. Üye Z.Nurhan YÜCEL Üye Esen EROL *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/133 KARAR NO: 2007/110 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen ticaret ve sanat icrasından men cezasına karşı yapılan itirazın AD gerektiği hk. KARAR Davacı Şirket Müdürü : EMY Gıda İnşaat İthalat İhracat İç ve Dış Tic. San. ve Ltd. Şti. adına O.Y. Davalı : Keçiören Belediye Başkanlığı Vekili : Av. S.Ç. OLAY : Keçiören Belediye Başkanlığı’nın 13.11.2006 gün ve 2554 sayılı ceza kararı ile, 1608 sayılı Kanun’a Maddeler Eklenmesine ve 2575 sayılı Kanun’un 3. Maddesinin Kaldırılmasına Dair 151 sayılı Kanun’un ek 2. maddesi gereğince umumi temizliğe riayet etmediğinden bahisle davacının hafif para cezası ile cezalandırılmasına ve 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men’ine karar verilmiştir. Davacı, bu işlemin, işyerinin (1) gün süreyle kapatılmasına ilişkin kısmının iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ; 14.11.2006 gün ve E:2006/2554, K:2006/2486 sayı ile, davanın, davacı şirketin işlettiği fırın işyerinin 1608 sayılı Kanun’a 151 sayılı Kanun’la eklenen Ek 2. madde uyarınca (1) gün süreyle kapatılmasına ilişkin 06.11.2006 gün ve 011146 sayılı(15.11.2006 günlü maddi hatanın düzeltilmesi kararı uyarınca “13.11.2006 tarih ve 002554 sayılı” olarak düzeltilmiştir) Belediye Başkanlığı kararının iptali istemiyle açıldığı, 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 486 numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanun’un 1. maddesinde, belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve selahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle, belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e belediye encümenlerinin yetkili olduğunun belirtildiği, aynı Kanuna 151 sayılı Kanun’la eklenen Ek 2. fıkrada, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesinde kayıtlı cezayı müstelzim hususları bizzat gördükleri takdirde kimlerin hangi miktarda para cezası ile kaç güne kadar ticaret ve sanat icrasından men cezası verebileceklerinin düzenlendiği, aynı Kanunun 2575 sayılı Kanun’la değişik 5. maddesinde, ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaat ile şifai veya yazılı itiraz olabileceği, 6. maddesinde de, hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celb ederek dinleyebileceği kuralının yer aldığı, bu kurallar incelendiğinde, sözlü itirazları da kabul ile inceleyebileceği ve gerektiğinde muterizi celb ederek dinleyebileceği ifade edilen "mahsus hakim"in yazılı yargılama usulünün uygulandığı idare mahkemesi olarak anlaşılmasına olanak bulunmadığı, kaldı ki Yasadaki mahsus hakim olmayan yerlerde sulh hakiminin yetkili olduğuna ilişkin hükmün de bu sonucu doğruladığı, bu durumda, 1608 sayılı Kanun’un uygulanmasından kaynaklanan ve işyerinin belli bir süre kapatılmasına ilişkin dava konusu uyuşmazlığın görümü ve çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, söz konusu işlemin iptali istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 29.12.2006 gün ve 2006/1612 Müt. sayı ile, Keçiören Belediye Başkanlığı’nın 13.11.2006 tarih ve 002554 sayılı işlemi ile, itiraz edenin 109,00 YTL idari para cezası ve 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 16. maddesinde, idari yaptırımların, idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerinde mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve diğer tedbirler olarak belirtildiği, Kanunun 27/1 maddesinde ise, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağının hüküm altına alındığı, yine 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 34.maddesi ile Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesine eklenen 8. fıkrada, idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddialarının bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği kuralının getirildiği, bu duruma göre, sulh ceza mahkemesinin sadece idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı yapılan itiraza bakmakla görevli olduğu, bunun dışında diğer tedbir kararlarını içeren (iş yerinin kapatılması, ruhsatın geri alınması, meslekten men, durdurma, inşaatın yıkımı gibi) idari yaptırım kararlarına karşı yapılan itirazın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği, itiraz konusu idari yaptırım kararında; aynı işlem kapsamında itiraz eden hakkında idari para cezası ile birlikte idari yargının görev alanına giren 1 gün müddetle sanat ve ticaret icrasından men tedbir kararının da verildiği ve bu nedenle 5326 sayılı Yasa’nın 27/8 maddesi uyarınca idari para cezasına yapılan itirazın da 1 gün süre ile sanat ve ticaret icrasından men işleminin iptali talebiyle birlikte idare mahkemesinde görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, aynı konuda Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin 14.11.2006 tarih ve E:2006/2554, K:2006/2486 sayılı görevsizlik kararı bulunduğundan, olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın hüküm kesinleştiğinde Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Olay kısmında belirtildiği üzere, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada; idari yargı yerince adli yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle verilmiş ve kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmakta olup, bunun üzerine kendine gelen davayı inceleyen adli yargı yerinin sahip olduğu seçenekler ile verdiği karar bakımından bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 1- 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde yer alan, “Olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğunun ileri sürülebilmesi için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisinin tarafları, konusu ve sebebi aynı olan davada kendilerini görevsiz görmeleri ve bu yolda verdikleri kararların kesin veya kesinleşmiş olması gerekir. Bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ve ceza davalarında ise ayrıca ilgili makamlarca ileri sürülebilir” hükmüne göre, idare mahkemesinin kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine adli yargı yerince de görevsizlik kararı verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi halinde, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş olacak; hukuk alanında doğmuş bulunan bu uyuşmazlığın giderilmesi istemi ise, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilecektir. 2- 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesindeki “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.” hükmüne göre ise, adli yargı yeri, davaya bakma görevinin daha önce görevsizlik kararı veren idari yargı yerine ait olduğunu belirten gerekçeli bir karar ile doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağına sahiptir. Şu kadar ki , başvuru kararının, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilmesine değin işin incelenmesinin ertelenmesi hususunu da ihtiva etmesi gerekir. Yasakoyucu, 14. maddeye göre hukuk alanında olumsuz görev uyuşmazlığı doğması halinde her iki yargı merciince işten el çekilmiş olduğundan başvurma iradesini davanın taraflarına bırakmış iken, bu yönteme nazaran daha kısa zamanda çözüme ulaşılmasını amaçladığı 19. madde ile, daha önce görevsizlik kararı veren yargı merciinden sonra davayı inceleyen yargı merciine, işten el çekmeden doğrudan Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma olanağını tanımıştır. Olayda, adli yargı yerince, öncelikle görevsizlik kararı verilmekle birlikte, bununla yetinilmemiş ve görevli merciin belirtilmesi için re’sen Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına da karar verilmiştir. Bu haliyle, Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce re’sen yapılan başvuru, 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamaktadır. Ancak, adli ve idari yargı yerleri arasında 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men cezası yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının, davacının görev uyuşmazlığının giderilmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesi istemine ilişkin dilekçesi ile birlikte son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 1608 sayılı Yasa uyarınca verilen 1 gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men cezasına ilişkin Keçiören Belediye Başkanlığı kararının iptali istemiyle açılmıştır. Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih Ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanunun, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanunla değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553.maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir. “ denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, Hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmektedir. Diğer taraftan, 5.12.1960 tarih ve 151 sayılı Yasanın 1. maddesiyle eklenen 1608 sayılı Yasanın Ek 2. maddesinin birinci fıkrasında, “1608 sayılı kanunun 1 inci maddesinde kayıtlı cezayı müstelzim hususları bizzat gördükleri taktirde il merkezi olan yerlerdeki belediye başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri, şube müdürleri ve belediye başkanlarının bizzat yetki verdikleri müdürler seviyesindeki ilgili görevliler re'sen 25 liraya kadar hafif para cezası tertibine ve 4 güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e, diğer yerlerdeki belediye başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri re'sen 10 liraya kadar hafif para cezası tertibine ve bir gün ticaret ve sanat icrasından men'e yetkilidirler.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan Yasa ile, belediyeyi ilgilendiren yasal düzenlemelerin emrettiği fiilleri yapmayanlara veya yasakladığı fiilleri işleyenlere 1. maddede yazılı diğer cezaların yanı sıra ticaret ve sanat icrasından men cezası verilmesi konusunda belediye encümeni ve belediye başkanları ile bulunduğu takdirde başkan muavinleri, şube müdürleri ve belediye başkanlarının bizzat yetki verdikleri müdürler seviyesindeki ilgili görevliler yetkili kılınmış ve bu cezalara itiraz edilmesi üzerine uygulanacak usul ve esaslar özel olarak düzenlenmiş olup, uyuşmazlığa konu edilen davada görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için söz konusu itiraz yolunun açıklanması gerekmektedir. 1924 tarih ve 486 sayılı Yasa’da, belediye cezalarına karşı hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı kabul edilmiş iken, bu Yasanın 6. ve 7. maddelerini tadil eden 1927 tarih ve 959 sayılı Yasa ile bu cezalara idare heyetleri önünde itiraz edilebilmesine olanak tanımış, daha sonra yasakoyucu tarafından, idare heyetlerinin kuruluş, nitelik ve görevleri bakımından uygun görülmeyen bu uygulamadan vazgeçilerek, 1930 tarih ve 1608 sayılı Yasa ile, konuya daha uygun bir çözüm şekli getirmek amacıyla, itirazların öncelikle bir “mahsus hakim” tarafından, bulunmayan yerlerde ise, sulh hakimi tarafından incelenebilmesini olanaklı kılan bir düzenleme yapılmıştır. Bu açıklamalara göre, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği açıktır. Açıklanan nedenlerle, 1608 sayılı Yasa’ya göre verilen (1) gün müddetle ticaret ve sanat icrasından men cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 29.12.2006 gün ve 2006/1612 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/137 KARAR NO: 2007/138 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 5179 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : Bozüyük Süt Gıda San.Tic.Ltd.Şti. Vekili : Av. M.B. Davalı : Kartal Kaymakamlığı OLAY : Kartal Kaymakamlığı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 29.9.2005 gün ve 3782 sayılı işlemi ile, davacıya, 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 29. maddesine göre idari para cezası verildiği bildirilmiştir. Davacı vekili, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. İSTANBUL 6. İDARE MAHKEMESİ; 23.11.2005 gün ve E:2005/2650, K:2005/2272 sayı ile, davanın, Kartal Kaymakamlığı Tarım İlçe Müdürlüğü’nün 29.9.2005 gün ve 3782 sayılı, idari para cezası verilmesine ilişkin işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2, 3, 16, geçici 2, geçici 3 ve 27. maddelerinden söz ederek, yukarıda yer verilen Kabahatler Kanunu hükümleri incelendiğinde, ceza hukukunun genel prensipleriyle yakın ilişki içinde bulunan ve bu ilişki nedeniyle Kabahatler Kanunu kapsamında değerlendirilen bütün kanunlardaki idari para cezaları için artık Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşıldığı, keza Kanunun geçici 2 ve geçici 3. maddeleri ile getirilen düzenleme ile de Kanunun yürürlük tarihi olan 01.06.2005 tarihinden sonra açılacak tüm idari para cezalarına ilişkin davalarda Kabahatler Kanunu’nun uygulanacağının açıkça hüküm altına alındığı, Kabahatler Kanunu’nun gerekçesinden ve TBMM Adalet Komisyonu raporundan söz ederek, bütün bu açıklamalar ile Kabahatler Kanunu’nun sistematiği ve gerekçesi dikkate alındığında, 01.06.2005 tarihinden itibaren açılacak bütün idari para cezası davalarında artık 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun uygulanması gerekeceği, bu durumda, dava tarihi itibariyle artık Kabahatler Kanunu kapsamında olan dava konusu idari para cezasının görüm ve çözümünün yukarıda yer verilen hükümler uyarınca adli yargı mercilerinin görev alanında bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, karara itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, söz konusu idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. PENDİK 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 6.2.2007 gün ve Değişik İş E:2006/6, Değişik İş K:2007/6 sayı ile, her ne kadar Mahkemelerinden 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesine göre tahakkuk ettirilen idari para cezasının kaldırılması talep edilmiş ise de; Kanunun 30. maddesinde, bu kanuna göre verilen idari para cezalarının ilgililere tebliğinden sonra yetkili idare mahkemesine itiraz edileceği hükmünün yer aldığı, 5560 sayılı Kanun’la değişik Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinin, özel yasasında ayrıca yetkili mahkeme gösterilmediği takdirde sulh ceza mahkemesinin görev alanına gireceğini belirttiği, 5179 sayılı Yasa’da açıkça görevli mahkemenin gösterildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının idari yargı dosyası ile birlikte 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: açılmıştır. Dava, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle 27.5.2004 gün ve 5179 sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, gıda güvenliğinin temini, her türlü gıda maddesinin ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin teknik ve hijyenik şekilde üretim, işleme, muhafaza, depolama, pazarlama ve halkın gereği gibi beslenmesini sağlamak, üretici ve tüketici menfaatleriyle halk sağlığını korumak üzere gıda maddelerinin üretiminde kullanılan her türlü ham, yarı mamul ve mamul gıda maddeleri ile gıda işlemeye yardımcı maddeler ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemelerin güvenliğine ilişkin özelliklerinin tespit edilmesi, gıda maddeleri üreten ve satan işyerlerinin asgari teknik ve hijyenik şartlarının belirlenmesi, gıda maddeleri ile ilgili hizmetler ile denetimine dair usul ve esasları belirlemektir” denilmiş; “Ceza Hükümleri” başlıklı 29. maddesinin (a) bendinde, “Bu Kanuna uymayanlara uygulanacak cezai hükümler aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir: a) 4 üncü maddede belirtilen izin ve tescil işlemlerini yaptırmadan üretime geçen ve/veya bu ürünleri mübadele konusu yapan gerçek veya tüzel kişiler; üretimden men edilir, üretilen ürünlere el konulur ve birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır. Bu işletmelerin, tescil ve izin işlemleri yapıldıktan sonra üretim yapmalarına izin verilir. Üretim izni alınmamış gıda ve gıda ile temasta bulunan madde ve malzemeleri satan veya miadı dolmuş gıda maddelerini satan işyerlerindeki ürünlere el konulur ve bu ürünleri satan işyerleri birmilyar lira idarî para cezası ile cezalandırılır” hükmü yer almış; 30. maddesinde ise, bu Kanunda yazılı olan idarî para cezalarının, o yerin en büyük mülki amiri tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı, yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmiştir. 5179 sayılı Yasa’nın 30. maddesinde yer alan düzenleme karşısında, para cezalarına karşı yapılacak itirazların görüm ve çözümünde idari yargı yerlerinin görevli olacağının kabulü gerekir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır" denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, idari para cezasına ilişkin görevli mahkemeyi belirleyen yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 19.12.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 5179 sayılı Yasa’nın 29. maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde anılan Yasa hükmü gereği idari yargı yerinin görevli olduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nce verilen 23.11.2005 gün ve E:2005/2650, K:2005/2272 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/148 KARAR NO: 2007/113 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : Erişmak Mak. San. A.Ş. Vekili : Av . B.T. Davalı : Antalya İl Özel İdaresi OLAY : 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesine aykırı olarak, 1(a) Grubu Madenler kapsamına giren malzemeyi, işletme ruhsatı bulunmayan alandan alarak ticari amaçla piyasaya sevk ettiğinden bahisle, 27.7.2005 tarih ve 815 sayılı Valilik olurlu işlemle davacı şirket adına idari para cezası kesilmiş ve 17.2.2006 tarih ve 168 sayılı yazı ile işlem tebliğ edilmiştir. Davacı vekili, söz konusu para cezasının kaldırılması istemiyle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANTALYA 2. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.10.2006 gün ve E:2006/88, K:2006/88 Müt. sayı ile, Anayasa Mahkemesinin 2005/108 Esas, 2006/35 Karar sayılı 01.03.2006 tarihli kararı ile Kabahatler Kanununun 3. maddesinin iptal edildiği; bu iptal kararı ile, idari para cezalarına karşı başvuru yolunun 1 Haziran 2005 tarihi öncesindeki uygulamaya büyük oranda geri döndüğü; buna göre, İdari para cezasının kaynağı olan yasada , kişiler hakkında idare tarafından verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolu açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlenmemiş ise, İdarenin her türlü eylem ve işlemlerinin hukuksal denetimini yapmakla görevli mahkemelerin, (Anayasamızın ilgili hükümleri ve İdare Mahkemelerinin kuruluşu hakkındaki kanun hükümlerinden yola çıkılarak ) İdare Mahkemeleri olduğu hukuksal sonucuna ulaşılabileceği; itiraz edenin hakkında düzenlenen idari para cezasının dayanağı olan yasa hükmünün ve bu hükmün yer aldığı özel yasanın bütünü ile incelenmesi halinde, bu yasa gereğince verilen idari para cezalarına karşı itiraz yolunun özel olarak açık biçimde Sulh Ceza Mahkemeleri olarak gösterilmediğinin mahkemelerince anlaşıldığı; Kabahatler Kanununun 3.maddesinin Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan kararı ile iptal edilmesi de dikkate alınarak ve Mahkemelerin görevi kamu düzeni ile ilgili olduğundan ve yargılamanın her aşamasında verilebileceğinden, res'en görev yönü ile itiraz dosyasının ele alınıp incelenmiş olduğu, yapılan inceleme sonucu da, İtiraz eden hakkında uygulanan idari para cezasının dayanağı olan özel yasada mahkemelerinin özel olarak görevlendirilmediği, yapılan itirazı değerlendirme ve sonuçlandırma görevinin İdare Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karara yapılan itiraz, Antalya 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.11.2006 gün ve D.İş E:2006/1034 D.İş K:2006/1034 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Davacı vekili aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ ;28.2.2006 gün ve E:2006/2974 sayı ile, dava dosyasının incelenmesinden; 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 12'inci maddesinin, 5'inci fıkrasında; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülki idare amirince el konulacağı, bu kişilere bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkanı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idari para cezası uygulanacağının hükme bağlandığı; öte yandan, 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 19.12.2006 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanununun 31 .maddesiyle değişik 3.maddesinin, l/a bendinde; bu Kanununun, idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı, "Başvuru yolu" başlığını taşıyan 27'inci maddesinin, 1'inci fıkrasında; idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceği ve 5560 sayılı Yasa'nın 34'üncü maddesi ile eklenen 8'inci fıkrasında; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde, idari yaptırım kararma ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görüleceği hükümlerine yer verildiği, buna göre, 5236 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3'üncü maddesinde, 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli mahkeme, kural olarak, idari para cezasının verilmesine dayanak alman kanunda açıkça görevli mahkeme olarak idare mahkemesi gösterilmiş ise idare mahkemesi, kanunda bu konuda bir hüküm yoksa "genel kanun" olan Kabahatler Kanunu'nun 27'inci maddesi uyarınca sulh ceza mahkemesinin olduğu; bakılan davada, davacı şirkete dava konusu idari para cezasının 3213 sayılı Maden Kanunu uyarınca verildiği, bu Kanunda da bu cezaya karşı açılacak davalarda görevli mahkemenin belirlenmediği ve yine 5236 sayılı Kanunun 27/8'inci maddesi dikkate alındığında idari para cezasının verildiği işlem kapsamında idari yargının görev alanına giren bir kararın da verilmediği görülmekle, dava konusu idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın adli yargı yerince görüm ve çözümünün gerektiği; ancak, daha önce Antalya 2'inci Sulh Ceza Mahkemesince görevsizlik kararı verilip, bu karar kesinleştiğinden görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvuru zorunluluğunun doğduğu; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunu'nun 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z. Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 4.6.2007 günlü toplantısında; I.İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun 12. maddesi gereğince verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1.maddesinde, Kanun’un amacı;madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış; Yasanın,“Üretim ve Sevkıyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir. Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin 18.maddesinde, “ Ruhsat olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir. Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 2. İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, Antalya 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 13.10.2006 gün ve E:2006/88, K:2006/88 Müt. sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 4.6.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/158 KARAR NO: 2007/114 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 1608 sayılı Kanun uyarınca verilen sanat ve ticaretini icradan men cezasına karşı yapılan itirazın A gerektiği hk. KARAR Davacı : Pehlivanoğlu Marketçilik Gıda Paz. San. ve Tic.A.Ş. Vekili : Av.T.Ş. Davalı : Torbalı Belediye Başkanlığı Vekili : Av. T.K.D. OLAY : Torbalı Belediye Encümeni’nin, davacı tarafından eksik tartım işlemi yapıldığından bahisle 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümlerine göre suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin 10.8.2004 gün ve 403 sayılı kararının ve 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca davacının 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men edilmesine ilişkin 10.8.2004 gün ve 394 sayılı kararının iptali istemiyle davacı vekilince adli yargı yerinde dava açılmıştır. TORBALI SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.10.2004 gün ve E:2004/181 D.iş, K:2004/181 D.iş sayılı itirazın reddi yolundaki kararının, YARGITAY 7. CEZA DAİRESİ’nin 29.12.2005 gün ve E:2005/4187, K:2005-22093 sayılı kararı ile, “İşyerinde eksik tartı ile kıyma satmak suçundan Pehlivanoğlu Marketçilik Gıda Pazarlama Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin 1608 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 19.4.1340 tarih ve 486 numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil Kanunun 1. maddesi gereğince 7 tam gün sanat ve ticaretin icrasının men'i cezası ile cezalandırılmasına dair, Torbalı Belediye Encümeninin 10.8.2004 gün ve 394 ile 403 sayılı kararlarına vaki itirazın reddine ilişkin, TORBALI Sulh Ceza Mahkemesinin 14.10.2004 gün ve 2004/181 değişik iş sayılı kararı aleyhine Yüksek Adalet Bakanlığından verilen 14.3.2005 gün ve 11474 sayılı yazılı emre müsteniden dava dosyası Cumhuriyet Başsavcılığının 23.3.2005 gün ve Y.E.2005-53783 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu. Mezkûr ihbarnamede;Tüm dosya kapsamına göre anılan Belediye Encümeni tarafından verilen işyeri kapatma cezasının idari tasarrufa konu teşkil etmesi karşısında, itirazın bu yönden inceleme yetkisinin idare mahkemesine ait bulunduğu gözetilmeden görevsizlik kararı verilmesi yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiş CMUK.nun 343. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu yazılı emre atfen ihbar olunmuş bulunmakla Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü. Cumhuriyet Başsavcılığının yazılı emre dayalı ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden Torbalı Sulh Ceza Mahkemesinin 14.10.2004 gün ve 2004/181 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK.nun 309. (1412 sayılı CMUK.nun 343.)maddesi uyarınca BOZULMASINA” karar verilmesi üzerine, 22.3.2006 gün ve 2006/172 D.İş sayı ile, itiraz eden vekili tarafından Mahkemelerine verilen 23.8.2004 tarihli dilekçe ile, Torbalı Belediye Başkanlığı’nın 10.8.2004 tarih ve 394 ve 403 sayılı encümen kararlarına itiraz edilerek her iki encümen kararının iptali, ayrıca 394 sayılı encümen kararı ile verilen cezanın infazının yargılama sonucuna kadar geri bırakılmasına karar verilmesinin talep edildiği, itiraz eden vekilinin talebi doğrultusunda, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca verilen "7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men" cezasının 1608 sayılı Yasa’nın 5. maddesi uyarınca infazının Mahkemelerine yapılan itirazın sonuçlanmasına kadar geri bırakılmasına karar verildiği, değişik dosyasının incelenmesinden, 4.8.2004 tarihinde şikayet üzerine yapılan inceleme sırasında yapılan kontrol neticesinde, itiraz eden şirketin et reyonunda bulunan terazinin 1 kg yerine 745 gram kıyma tarttığının tespit edilip, tutanak tanzim edilerek aynı tarihte tebliğ edildiğinin, şirket tarafından yine aynı tarihte itiraz olunduğunun, Belediye Encümeni tarafından itiraz konusu 394 ve 403 sayılı kararların verildiğinin anlaşıldığı, 1608 sayılı Umumi Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, belediye encümeninin ceza verme yetkisi, 4. maddesinde, ceza verme usulü, 5. maddesinde, söz konusu ceza kararlarına itiraz, 6. maddesinde ise, itirazın incelenmesi usulünün sınırlayıcı bir şekilde düzenlendiği, anılan Yasanın 6. maddesine göre, itirazı inceleyen hakimin; eylemin yasaklanmış olup olmadığı, kararın yasal mercii tarafından verilip verilmediği, itirazın süresinde olup olmadığı, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesine uygun olup olmadığı, tutanağın sahte olup olmadığı, karara etkili fahiş ve maddi hata bulunup bulunmadığı hususları ile itiraz nedenlerini inceleyebileceğinin açık ve sınırlayıcı bir şekilde düzenlendiği, anılan madde uyarınca yapılan inceleme neticesinde Mahkemelerinin 14.10.2004 tarih ve 2004/181 D.İş sayılı kararı ile itirazın reddi ile kararın onanmasına karar verildiği, Mahkemelerinin anılan kararına karşı Torbalı C. Başsavcılığı’nın yazılı emir ile bozma talebi uyarınca Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 2005/4187 Esas, 2005/22093 Karar sayılı kararı ile "belediye encümeni tarafından verilen işyeri kapatma cezasının idari tasarrufa konu teşkil etmesi karşısında itirazı bu yönden inceleme yetkisinin idare mahkemesine ait bulunduğu gözetilmeksizin görevsizlik kararı verilmesi yerine yazılı şekilde karar verildiğinden bahisle bozulmasına” karar verildiği, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin bozma ilamı doğrultusunda, itiraz eden Pehlivanoğlu Market Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından Torbalı Belediye Encümeni’nin 10.8.2004 tarih ve 394 ve 403 sayılı Encümen kararlarına yapılan itiraz yönünden görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır. İZMİR 2. İDARE MAHKEMESİ; 3.5.2006 gün ve E:2006/966, K:2006/760 sayı ile, davanın, davacıya ait işyerinde eksik tartım işlemi yapıldığından bahisle 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümlerine göre sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin 10.8.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararının ve 1608 sayılı Kanun hükümlerine göre davacıya 7 gün sanat ve ticaretten men cezası verilmesine ilişkin 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararının iptali istemiyle açıldığı, 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde, dava dilekçelerinin görev yönünden ve iptali istenen işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülebilir bir işlem olup olmadığı yönünden ilk incelemeye tabi tutulacağı, 15. maddesinde ise, her iki halde de aykırılığın varlığı halinde davanın reddine karar verileceği hükmüne yer verildiği, 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesinde, belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara hafif para cezası tertibine ve üç günden on beş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men'e yetkili olduğu; aynı Kanunun 5. maddesinde ise, bu ceza kararlarına karşı tebliği tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaat ile şifahi veya yazılı olarak itiraz olunabileceği hükmüne yer verildiği, dava dosyasının incelenmesinden, davacının sahibi bulunduğu gıda işletmesinde eksik tartım yapıldığından bahisle dava konusu 10.8.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararı ile, 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümleri uyarınca gerekli yasal işlemlerin yapılması için Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığı'na ve İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü'ne suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, diğer dava konusu 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararı ile de, davacının 1608 sayılı Kanun hükümlerine göre 7 gün süre ile ticaret ve sanat icrasından men edilmesine karar verildiği, bu kararlara karşı Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi’ne itiraz edildiği ve anılan Mahkemenin 14.10.2004 gün ve E:2004/181 D.İş, K:2004/181 D.İş sayılı kararı ile itirazın reddedildiği, ancak yapılan başvuru üzerine Adalet Bakanlığı’nın 14.3.2005 gün ve 11474 sayılı yazılı emir istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 23.3.2005 gün ve Y.E.:2005-53783 sayılı ihbarnamesi ile anılan Mahkemenin kararının, görev konusu gözetilmeksizin verildiği gerekçesiyle 5271 sayılı C.M.K'nun 309. maddesi uyarınca bozulmasına karar verildiği, Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi'nin 22.3.2006 gün ve E:2006/172 D.İş sayılı kararı ile de, dava konusu uyuşmazlığı çözümlemeye yetkili yargı kolunun idari yargı olduğundan bahisle görevsizlik kararı verildiği, bu kararın davacıya tebliği üzerine Mahkemelerinde adı geçen encümen kararlarının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, Türk Hukukunda adli yargı ve idari yargı düzeni içinde olağan ya da olağanüstü kanun yolları ile bir hükmün bozulması halinde, bu bozma hükmünün kendi yargı düzeni içinde geçerliliğinin bulunduğu ve görev konusunun kamu düzenine ilişkin olduğu dikkate alındığında, davaya bakan mahkemenin görevsizliği nedeniyle kanun yararına bozma hallerinde dahi görevli olduğu belirtilen diğer yargı kolunun da uyuşmazlığın kendi görev alanına ilişkin olup olmadığı araştırmasını yapabileceği, bu duruma göre, 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararı ile 1608 sayılı Kanun hükümlerine göre belediye encümeni tarafından verilen dava konusu cezaya ilişkin itirazın, Kanunda belirtildiği gibi öncelikle mahsus hakimlere ve bunların olmaması halinde sulh hakimliğine yapılacağı hükmünden anlaşıldığı üzere adli yargı düzeni içindeki mahkemelere yapılacağı, cezanın idari işlem niteliğinde olması hususunun ise Kanun ile getirilen bu hüküm karşısında, kamu düzenine ilişkin bulunan görev için yeterli olmadığı, bu nedenle bu encümen kararı yönünden bakılan davanın Mahkemelerinin görev alanı içinde bulunmadığı sonucuna varıldığı, 1608 sayılı Kanun'dan doğan uyuşmazlıklarda adli yargının görevli olduğuna ilişkin Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün E:1993/24, K:1993/24 sayılı kararının da bu yönde olduğu, davanın 10.8.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararı ile 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu hükümleri uyarınca gerekli yasal işlemlerin yapılması için Torbalı Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve İzmir Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü’ne suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin kısmına gelince; suç duyurusunda bulunulmasına ilişkin bu kararın idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülebilir nitelikte olmaması nedeniyle Mahkemelerinde incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın, 10.8.2004 gün ve 394 sayılı Encümen kararına ilişkin kısmının, 2577 sayılı Yasa’nın 15.maddesinin 1/a bendi uyarınca görev yönünden reddine, 10.8.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararına ilişkin kısmının ise, incelenmeksizin reddine karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY SEKİZİNCİ DAİRESİ’nin 1.12.2006 gün ve E:2006/5019; K:2006/4768 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Davacı vekili tarafından, 07.02.2007 kayıt günlü dilekçe ile yürütmenin durdurulması isteminde bulunulması üzerine, İzmir 2. İdare Mahkemesi, 12.2.2007 gün ve E:2006/966 sayı ile, Mahkemelerinin 03.05.2006 gün ve E:2006/966, K:2006/760 sayılı kararı ile, 10.08.2004 gün ve 374 sayılı Encümen kararı yönünden davanın, görev yönünden reddine, 10.08.2004 gün ve 403 sayılı Encümen kararı yönünden ise, incelenmeksizin reddine karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Sekizinci Dairesi'nin 01.12.2006 gün ve E:2006/5019, K:2006/4768 sayılı kararı ile onandığı anlaşılmakta olup, ortada derdest bir dava bulunmadığından, 2577 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yürütmenin durdurulması talebinin incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davacının yürütmenin durdurulması isteminin incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Bunun üzerine, davacı vekili, olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi ve iptali dava edilen idari işlemin yargılama sonuna kadar yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle Mahkememize başvurmuştur. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde davacının 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men edilmesine ilişkin Torbalı Belediye Encümeni’nin 10.8.2004 gün ve 394 sayılı kararı yönünden olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının fotokopisi 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, davacının 1608 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men edilmesine ilişkin Torbalı Belediye Encümeni kararının iptali istemiyle açılmıştır. Umuru Belediyeye Müteallik Ahkamı Cezaiye Hakkında 16 Nisan 1340 (1924) Tarih ve 486 Numaralı Kanunun Bazı Maddelerini Muaddil 15.5.1930 tarih ve 1608 sayılı Kanun’un, 3.1.1940 tarih ve 3764 sayılı Kanun’la değişik 1. maddesi, “Belediye meclis ve encümenlerinin kendilerine kanun, nizam ve talimatnamelerin verdiği vazife ve salahiyet dairesinde ittihaz ettikleri kararlara muhalif hareket edenlerle belediye kanun ve nizam ve talimatnamelerinin men veya emrettiği fiilleri işleyenlere veya yapmayanlara elli liraya kadar hafif para cezası tertibine üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men’e ve Türk Ceza Kanununun 536,538,557,559 ve 577. maddeleriyle 553.maddesinin birinci fıkrasında yazılı cezaları tayine belediye encümenleri salahiyettardır. Şubelere ayrılan belediyelerde bu cezaları encümen namına ve yerine şube müdürleri tayin ederler.”; 5.7.1934 tarih ve 2575 sayılı Yasa ile değişik 5. maddesinin birinci fıkrasında, “Ceza kararlarına tebliğ tarihinden itibaren beş gün içinde mahsus hakimlere ve bulunmayan yerlerde sulh hakimliğine müracaatla şifahi veya yazılı itiraz olunabilir. İtiraz şifahi ise bir zabıt tutularak muterize imza ettirilir. “ denilmekte; 6. maddesinde de, itiraz üzerine tetkikatın evrak üstünde yapılacağı, itirazlar varit ise hakimin ceza kararını iptal ve para cezası alınmış ise belediyenin geri vermesine hükmedeceği, itiraz varit görülmezse kararın tasdik olunacağı, itirazın otuz gün içinde neticelendirilmesinin mecburi olduğu, hakimin izahat almak üzere lüzum görürse muterizi veya vekilini celbederek dinleyebileceği belirtilmekte ve 7. madde ile, yazılı emir ile bozma yolu saklı kalmak kaydıyla, itiraz sonucunda hakim tarafından verilecek kararların kesin olduğuna ve temyiz edilemeyeceğine işaret edilmektedir. Anılan Yasa ile, belediyeyi ilgilendiren yasal düzenlemelerin emrettiği fiilleri yapmayanlara veya yasakladığı fiilleri işleyenlere 1. maddede yazılı diğer cezaların yanı sıra üç günden onbeş güne kadar ticaret ve sanat icrasından men cezası verilmesi konusunda belediye encümeni yetkili kılınmış ve bu cezalara itiraz edilmesi üzerine uygulanacak usul ve esaslar özel olarak düzenlenmiş olup, uyuşmazlığa konu edilen davada görevli yargı yerinin belirlenebilmesi için söz konusu itiraz yolunun açıklanması gerekmektedir. 1924 tarih ve 486 sayılı Yasa’da, belediye cezalarına karşı hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı kabul edilmiş iken, bu Yasanın 6. ve 7. maddelerini tadil eden 1927 tarih ve 959 sayılı Yasa ile bu cezalara idare heyetleri önünde itiraz edilebilmesine olanak tanınmış, daha sonra yasa koyucu tarafından, idare heyetlerinin kuruluş, nitelik ve görevleri bakımından uygun görülmeyen bu uygulamadan vazgeçilerek, 1930 tarih ve 1608 sayılı Yasa ile, konuya daha uygun bir çözüm şekli getirmek amacıyla, itirazların öncelikle bir “mahsus hakim” tarafından, bulunmayan yerlerde ise, sulh hakimi tarafından incelenebilmesini olanaklı kılan bir düzenleme yapılmıştır. Bu açıklamalara göre, Yasada sözü edilen “mahsus hakim” ibaresinden, sadece belediye işleriyle ilgili cezalara yapılan itirazları çözümlemekle görevli olacak özel hakimlerin amaçlandığı; ancak, mahsus hakimin bulunmadığı yerlerde sulh hakimliğine başvurulacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, bu tür cezalara karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği açıktır. Açıklanan nedenlerle, 1608 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca verilen 7 tam gün sanat ve ticaretini icradan men cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olduğundan, Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Torbalı Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 22.3.2006 gün ve 2006/172 D.İş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/159 KARAR NO: 2007/141 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET : Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmakta iken disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında düzenlenmiş olan bazı sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca kendisine verilmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın ASKERİ İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı Davalı Vekili : H.D. : Milli Savunma Bakanlığı : Av. M.H.Ç. OLAY : Disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden YAŞ kararıyla ilişiği kesilen davacıya, Genelkurmay Başkanlığı’nın 6.12.2005 gün ve 1123603 sayılı işlemi ile, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında, TSK’den disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle ilişiğinin kesilmesine ilişkin olarak, sicil bilgi ve belgeleri talep edilmekte ise de; sicil belgeleri Bilgi Edinme Kanunu’nun 16 ncı maddesinin “Açıklanması halinde Devletin emniyetine…milli savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek…gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmü kapsamında değerlendirildiğinden talebin karşılanmasının mümkün olmadığı bildirilmiştir. Davacı, bu işlemin iptali istemiyle genel idari yargı yerinde dava açmıştır. Davalı idare vekili, birinci savunma dilekçesinde, davanın görüm ve çözümünde askeri idari yargının görevli olduğunu ileri sürmüştür. ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ; 31.10.2006 gün ve E:2006/654 sayı ile, Hasan Doğan tarafından Bilgi Edinme Yasası uyarınca yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığına karşı açılan davada davalı idarece görev itirazında bulunulduğu, Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğunun, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1982 günlü ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa’yla değişik 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için, dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması şartlarının birlikte bulunması gerektiği, 1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, dava konusu olayda, davacının asker kişi ve işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığının belirlenmesi gerektiği, her ne kadar yukarıda açıklanan 20. maddede, görevden ayrılmış olsa da askeri personelin asker kişi sayılacağı belirtilmekte ise de; askeriyeden ayrılan davacının isteği, askerlikle olmayıp, kendisi ile ilgili olarak düzenlenen sicil belgesi ve kanaat raporlarının Bilgi Edinme Hakkı Yasası gereği verilmesi olduğundan, dava konusu işlemin Yasada öngörülen askeri kişi ve askeri hizmete ilişkin bulunmadığı, bu durumda, askeriyeden ayrılan davacının Bilgi Edinme Hakkı Yasası uyarınca istediği sicil belgesi ve kanaat raporlarının sivil kişinin aynı yöndeki isteğinden ve onun çözümü ile varılacak sonuçtan farklı olmadığı gerekçesiyle davalı idarenin görev itirazının reddine Mahkemelerinin görevli olduğuna karar vermiştir. Davalı idare vekilinin, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolundaki 11.1.2007 günlü dilekçesi üzerine, dava dosyası önce Danıştay’a, sonra Danıştay vasıtasıyla Uyuşmazlık Mahkemesi’ne ve nihai olarak Uyuşmazlık Mahkemesi tarafından Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderilmiştir. ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI; Türk Silahlı Kuvvetleri’nden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararı ile ayırma işlemine tabi tutulan davacının, "1990 ila 2000 yılları arasında hakkında düzenlenen sicil belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu hükümleri gereği kendisine verilmesi" istemi ile davalı idareye yaptığı başvurunun 06.12.2005 tarihli işlem ile reddi üzerine, söz konusu ret işleminin iptali istemi ile Milli Savunma Bakanlığı aleyhine Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde iptal davası açtığı, bu davada davalı idarenin davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğuna ilişkin itirazda bulunması ve Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin de davalı idarenin görev itirazını reddederek 31.10.2006 gün ve E.2006/654 sayı ile, görevlilik kararı vermesi üzerine davalı idarenin süresi içerisinde görevlilik kararına itiraz ederek olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebinde bulunduğu, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce davalı idarenin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin başvurusu üzerine dava dosyasının sehven Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce de Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 10, 12, ve 13. maddeleri uyarınca karar verilmek üzere dava dosyasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’na gönderildiğinin anlaşıldığı, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevlerinin hükme bağlandığı, anılan hükme göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin "askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi yapar" denildiği, asker kişinin tanımının yapıldığı aynı hükmün 2. fıkrasının ise, "Bu kanunun uygulanmasında asker kişiden maksat; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlardır" hükmünü taşıdığı, 1602 sayılı Kanun’un 21. maddesinin ilk fıkrasına göre, "20. maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu, maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdari Mahkemesinde çözümlenir ve karar bağlanır" denildiği, Anayasa’nın, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” başlıklı 157. maddesinde yer alan göreve ilişkin hükümlerini yukarıda açıklandığı gibi benzer bir biçimde tekrarlayan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 20 ve 21. maddelerine göre, uyuşmazlık konusunun askeri idari yargı yerinde görülebilmesi için iki koşulun bir arada gerçekleşmesi gerektiği, bunların "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin" olma koşulları olduğu, "asker kişiyi ilgilendirme" koşulundan davacının hizmette ya da görevden ayrılmış ve 1602 sayılı Kanun’un 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olması anlaşılabileceği gibi, işlemin "bir asker kişi gözetilerek" tesis edilmesi halinde de davacının bu asker kişiden hareketle menfaat ihlali iddiasında bulunan kişilerden (Örneğin; eşi, ana-babası, çocukları vs.) olması halinde söz konusu koşulun gerçekleştiğinin kabul edildiği, diğer koşulun ise davaya konu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu olduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin birçok kararında belirtildiği üzere idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden "askeri hizmete ilişkin" olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerektiği, eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin bulunduğunun kabul edilmesinin icap ettiği, daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemlerin, idarece bir asker kişinin askeri yeterlik ve yetenekleri, tutum ve davranışları, askeri geçmişi, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevleri, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural, gerek ve gelenekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemler olduğu, davacının, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden disiplinsiz ve ahlaki nedenlerden dolayı ayırma işlemine tabi tutulması nedeniyle halihazırda görevden ayrılmış bulunsa bile dava konusu işlem yönünden 1602 sayılı Kanun’un 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu bağlamda "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunun dava konusu işlemde mevcut olduğunun açık bulunduğu, dava konusu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulu incelendiğinde ise; Türk Silahlı Kuvvetleri’nden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerden dolayı Yüksek Askeri Şura kararı ile ayırma işlemine tabi tutulan davacının görevde bulunduğu döneme ait sicil belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çerçevesinde kendisine verilmesine ilişkin talebinin reddine dair işlemin askeri usul ve yönteme, askeri gereklere ve askeri hizmete göre tesis edildiği ve bu bağlamda dava konusu işlemin "askeri hizmete ilişkin" olması koşulunun da gerçekleştiğinin değerlendirildiği, bu durum itibariyle, davaya konu işlemin "asker kişiyi ilgilendirme" ve "askeri hizmete ilişkin olma" şartlarını birlikte gerçekleştirmiş olduğu ve bu bakımdan davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna varıldığı gerekçesiyle 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi Kanunu’nun 10, 12 ve 13. maddeleri gereği görev uyuşmazlığının halli için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Ankara 11. İdare Mahkemesi’nin 31.10.2006 gün ve E:2006/654 sayılı görevlilik kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir. Başkanlıkça 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesinin 3. fıkrasına göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir. DANIŞTAY BAŞSAVCISI ; Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaparken disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararı ile ilişiği kesilen davacının, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca sicil notları ve belgelerinin verilmesi istemiyle Milli Savunma Bakanlığı’na yaptığı başvuruyu reddeden Genel Kurmay Başkanlığı işlemine yaptığı itirazın kabulü yolunda verilen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararının yerine getirilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin Genel Kurmay Başkanlığı işleminin iptali istemiyle Ankara 11. İdare Mahkemesi’nde açılan davada, davalının görev itirazının reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nca olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı, Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağının belirtildiği, 20.7.1982 günlü ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 günlü ve 2568 sayılı Yasa’yla değişik 20. maddesinde de aynı hükmün yer aldığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için, dava konusu idari işlemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin" bulunması şartlarının birlikte bulunması gerektiği, 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurların asker kişi sayıldığı, aynı Kanunun 22. maddesinde de, Birinci Dairenin, atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarını çözümleyeceği kuralına yer verildiği, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir" hükmüne, 9. maddesinde, "istenen bilgi veya belgelerde, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler ile açıklanabilir nitelikte olanlar birlikte bulunuyor ve bunlar birbirlerinden ayrılabiliyorsa, söz konusu bilgi veya belge, gizlilik dereceli veya açıklanması yasaklanan bilgiler çıkarıldıktan sonra başvuranın bilgisine sunulur. Ayırma gerekçesi başvurana yazılı olarak bildirilir" hükmüne, 13. maddesinde, "Yargı denetimi dışında kalan idari işlemlerden kişinin çalışma hayatını ve mesleki onurunu etkileyecek nitelikte olanlar, bu Kanun kapsamına dahildir. Bu şekilde sağlanan bilgi edinme hakkı işlemin yargı denetimine açılması sonucunu doğurmaz" hükmüne yer verildiği, olayda, davalı idare tarafından, davacı isteminin 4982 sayılı Kanun’un 9. maddesinde belirtilen "gizli bilgiler ve açıklanması yasaklanan belgeler" kapsamında olduğundan bahisle yapılan başvurunun reddi yolundaki Genelkurmay Başkanlığı işlemine yapılan itiraz üzerine verilen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararının yerine getirilmesi istemi ile yine Genelkurmay Başkanlığı’na yapılan ikinci başvurunun reddi yolundaki 6.12.2005 tarihli işlemin dava konusu yapıldığının anlaşıldığı, bu duruma göre, davacının, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesi uyarınca asker kişi sayılması, askeri hizmete ilişkin sicil notları ve belgelerinin Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararı gereği, kendisine verilmesi isteminin reddine ilişkin dava konusu Genelkurmay Başkanlığı işleminin askeri hizmete ilişkin bulunması karşısında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna varıldığı, bu nedenle, 2247 sayılı Kanun’un 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı yolunda yazılı düşünce vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Fikret ERES’in, davada askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında düzenlenmiş olan 1990 ila 2000 yıllarına ilişkin sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca kendisine verilmesi isteminin reddi üzerine Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na yaptığı itiraz hakkında adı geçen Kurulun verdiği kararın yerine getirilmesi istemiyle Genelkurmay Başkanlığı’na yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir. Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. Davacının, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır. Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince: Yönetsel işlemin, görevli yargı yerinin belirlenmesi yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer yönetsel işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre kurulmuş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir anlatımla, askeri hizmete ilişkin yönetsel işlemler: yönetimin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda kurulan işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından kurulmuş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir. 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir” hükmüne, 16. maddesinde, “Açıklanması hâlinde Devletin emniyetine, dış ilişkilerine, millî savunmasına ve millî güvenliğine açıkça zarar verecek ve niteliği itibarıyla Devlet sırrı olan gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmüne yer verilmiştir. Olayda, disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle Yüksek Askeri Şura kararıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nden ile ilişiği kesilen davacının; görevi sırasında hakkında düzenlenmiş olan 1990 ila 2000 yıllarına ilişkin sicil notları ve belgelerinin 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu uyarınca kendisine verilmesini istemesi üzerine, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun 16. maddesi gerekçe gösterilerek ve “Açıklanması halinde Devletin emniyetine…milli savunmasına ve milli güvenliğine açıkça zarar verecek…gizlilik dereceli bilgi veya belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmü kapsamında değerlendirildiği belirtilerek isteminin karşılanmadığı anlaşılmıştır. İdarece davacının istemi 4982 sayılı Yasa hükmü gerekçe gösterilerek reddedilmiş ise de; yapılacak yargılamada, askeri makamlarca askeri hizmet, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak ilgili hakkında düzenlenen sicil notları ve belgelerinin niteliği, değerlendirilmesi, açıklanmasının yerinde olup olmamasının irdelenmesi gerekeceğinden, uyuşmazlığa konu edilen davanın görüm ve çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı’nın başvurusunun kabulü ile İdare Mahkemesinin davalı idarenin görev itirazının reddine ilişkin kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısının BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Ankara 11. İdare Mahkemesi’nce verilen 31.10.2006 gün ve E:2006/654 sayılı GÖREVLİLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/178 KARAR NO: 2007/144 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19.maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı : GNM Madencilik Paz.San.Tic.Ltd.Şti Vekili : Av. Alkım AYDAŞ Davalı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı-Ankara Sigorta İl Müdürlüğü OLAY : Ankara Sigorta İl Müdürlüğü’nün 2.7.2004 gün ve 113629 sayılı işlemi ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9. ve 79. maddelerine muhalefet edildiğinden bahisle 140. maddesi uyarınca davacı şirket adına idari para cezası verilmiş; yapılan itiraz 1.9.2004 tarih ve 2004/335 sayılı komisyon kararı ile reddedilmiştir. Davacı şirket, idari para cezası verilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle 13.10.2004 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 12.İDARE MAHKEMESİ; 10.3.2006 gün ve E:2004/2870, K:2006/380 sayı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin 4. fıkrasında, "idari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir, itiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilirler" hükmü yer almakta iken anılan hükmün, 15.2.2006 gün ve 26081 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve bu tarih itibariyle yürürlüğe giren bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına ilişkin 5454 sayılı Kanun'un 5. maddesi ile değiştirilerek, "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezası kararı kesinleşir" şeklini aldığı; görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı, bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesi olduğu; buna göre, davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; nitekim, Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarının da bu yönde olduğu; bu durumda; 506 sayılı Kanunun 5454 sayılı Kanunla değişik 140. maddesinde, idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemelerinde dava açılacağı hükme bağlandığından, 506 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasının iptali istemiyle açılan bu davanın görev yönünden Mahkemelerince incelenme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edildiğinden 8.3.2007 tarihinde Danıştay’a gönderilmiş; Danıştay Onuncu Dairesinde E:2007/1795 sayılı kaydı yapılmıştır. Davacı şirket vekili, bu kez aynı istemle, 9.8.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 11. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 22.3.2007 gün ve 2006/1043 Müt. Sayı ile, 3910 sayılı yasa ile değişik 506 sayılı Yasanın 140. maddesinin Anayasa Mahkemesince 26/02/2003 tarih 25032 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 08/12/2002 tarih 2001/1225 Esas 2002/88 Karar sayılı kararı ile Anayasaya aykırı görülerek iptal edildiği; 4958 sayılı yasa ile değişik 506 sayılı yasanın 140. maddesinde itiraz mercii olarak İdare Mahkemesinin belirtildiği, 5326 sayılı Kabahatler Yasasının yürürlüğe girmesinden sonra 5454 sayılı yasa ile değişik 506 sayılı yasanın 140. maddesinde itiraz mercii olarak sulh ceza mahkemelerinin gösterildiği, Anayasa Mahkemesinin 04/10/2006 tarih 2006/75-99 esas-karar sayılı kararı ile Anayasa'ya aykırı olduğundan iptaline karar verildiği; Anayasada adli ve idari yargı ayırımına gidildiği ve idari uyuşmazlıkların çözümünde İdare, Vergi Mahkemeleri ile Danıştay’ın yetkili kılındığı, SSK Ankara İl Müdürlüğünün kamu gücünü kullanarak uyuşmazlık konusunda idari para cezası tahakkuk ettirdiği, bu nedenle uyuşmazlığın idari yargıda çözümlenmesinin gerekeceği; 5326 sayılı Kabahatler Yasasından sonra 15/02/2006 tarihinde 506 sayılı Yasanın 140. maddesinde yapılmış olan değişikliğin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesiyle 506 sayılı yasanın 140.maddesine dayanılarak tahakkuk ettirilen idari para cezalarına karşı uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğunun Danıştay 10. Dairesinin 22/11/2006 tarih, 2006/3940-6717 Esas-Karar sayılı kararında belirtildiği üzere, uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı ve ayrıca Mahkemeleri ile Ankara 12.İdare Mahkemesi arasında ortaya çıkan görev uyuşmazlığının çözümü için karar kesinleştiğinde dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine de karar vermiş; bu karar kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, başvurunun reddi gerektiğine ilişkin yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde, “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler. (Değişik:21/1/1982-2592/6 md.) Mahkemenin gerekçeli kararı, dava dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilir” denilmiştir. Aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmektedir. Sulh Ceza Mahkemesi dosyasından, İdare Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kesinleşip kesinleşmediği anlaşılamadığından; Mahkememizce sorulması üzerine, İdare Mahkemesince; söz konusu kararın temyiz edildiği bildirilmiştir. Bu durumda, görev uyuşmazlığına konu edilen Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kesinleşmediğinden, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasanın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/180 KARAR NO: 2007/115 KARAR TR : 4.6.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİ gerektiği hk. KARAR Davacı : A.A. Davalı : Ankara Valiliği OLAY : Ankara Valiliği İl Tarım Müdürlüğü’nün 31.3.2006 gün ve 606 sayılı işlemi ile, davacıya ait işyerinin 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre asgari teknik ve hijyenik şartları yerine getirinceye kadar faaliyetten men edilip, idari para cezası verilmesine karar verilmiştir. Davacı, bu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ; 26.5.2006 gün ve E:2006/1279, K:2006/998 sayı ile, davanın, 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre asgari teknik ve hijyenik şartları yerine getirinceye kadar fabrikanın faaliyetten men edilmesine ve idari para cezası verilmesine ilişkin 31.3.2006 tarih ve 606 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fıkrasında, "Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir.", 2. fıkrasında ise, "Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir." hükmünün yer aldığı, öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 1/d bendinde de, dava dilekçelerinin 3 ve 5. maddelere uygun bulunmaması halinde 30 gün içinde bu maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak üzere dilekçenin reddedileceğinin hükme bağlandığı, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden; davacının Hasmek Ekmek Fabrikası’nda 23.3.2006 tarihinde yapılan denetimde, asgari teknik ve hijyenik koşulları yerine getirmeden üretim yaptığının saptanması üzerine Ankara Valiliği'nin 31.3.2006 tarih ve 606 sayılı işlemi ile 5179 sayılı Kanun’un 29. maddesinin (a) bendine göre asgari teknik ve hijyenik şartları yerine getirinceye kadar faaliyetten men edildiği ve idari para cezası verildiği anlaşılmakta olup, para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açılan dava, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevine girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, işyerinin faaliyetten men edilmesine ilişkin işlem ise, idari yargının görevine girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, dilekçelerle dava açılması gerekirken, farklı yargı düzenlerinin görevine giren iki işlemin birlikte ve tek dilekçe ile dava konusu edilmesinde 2577 sayılı Kanun’un 5. maddesi hükmüne uyarlık görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 1. fıkrasına uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15. maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde yukarıda belirtildiği şekilde her işleme karşı ayrı ayrı dava açılmakta serbest olmak üzere reddine karar vermiştir. Davacı, bu kez, idari para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ANKARA 7. SULH CEZA MAHKEMESİ; 9.2.2007 gün ve 2006/1195 Müt. sayı ile, Ankara Valiliği onayı ile 5179 sayılı Kanun’un 29/A maddesi gereğince faaliyetten men cezası ile birlikte verilen 1220.97 YTL idari para cezasına itiraz edildiği anlaşılmış olup; Anayasa Mahkemesi’nin 01.03.2006 gün ve 2005/103 Esas, 2006/35 Karar sayılı kararıyla iptal edilen ve 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 31. maddesi ile yeniden düzenlenen 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde "İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanır" hükmü ile 5179 sayılı Kanun’un 30. maddesinde, itiraz yerinin idare mahkemesi olarak gösterilmesi karşısında, Mahkemelerinin görevli ve yetkili bulunmadığı, ancak Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 2006/1279 Esas, 2006/998 Karar sayılı kararı karşısında görev uyuşmazlığı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, uyuşmazlığın halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Dr.Atalay ÖZDEMİR, M.Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Z.Nurhan YÜCEL, H.Ayfer ÖZDEMİR, Abdullah ARSLAN ve H.Hasan MUTLU’nun katılımlarıyla yapılan 04.06.2007 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’da öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinde; “Adli, idari, askeri yargı mercilerinden birisinin kesin veya kesinleşmiş görevsizlik kararı üzerine kendisine gelen bir davayı incelemeye başlayan veya incelemekte olan bir yargı mercii davada görevsizlik kararı veren merciin görevli olduğu kanısına varırsa, gerekçeli bir karar ile görevli merciin belirtilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurur ve elindeki işin incelenmesini Uyuşmazlık Mahkemesinin karar vermesine değin erteler.”denilmiş; aynı Yasanın 27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir. Sulh Ceza Mahkemesi, Ankara 12. İdare Mahkemesi’nin 2006/1279 Esas, 2006/998 Karar sayılı kararı karşısında görev uyuşmazlığı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, uyuşmazlığın halli için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine karar vermiş ise de; İdare Mahkemesi kararı, görevsizlik kararı olmayıp, para cezası verilmesine ilişkin işleme karşı açılan dava, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu uyarınca sulh ceza mahkemesinin görevine girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, işyerinin faaliyetten men edilmesine ilişkin işlem ise, idari yargının görevine girdiğinden, bu işleme karşı ayrı, dilekçelerle dava açılması gerekirken, farklı yargı düzenlerinin görevine giren iki işlemin birlikte ve tek dilekçe ile dava konusu edilmesinde 2577 sayılı Kanun’un 5. maddesi hükmüne uyarlık görülmediği gerekçesiyle 2577 sayılı Kanun’un 5. maddesinin 1. fıkrasına uygun olmayan dava dilekçesinin, aynı Kanunun 15. maddesinin 1/d bendi uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde yukarıda belirtildiği şekilde her işleme karşı ayrı ayrı dava açmakta serbest olmak üzere reddine ilişkindir. Kısacası, olumsuz görev uyuşmazlığı doğmasına neden olacak şekilde idari yargı yerince verilmiş bir görevsizlik kararı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca reddi gerekmiştir. SONUÇ: 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN, aynı Yasanın 27. maddesi uyarınca REDDİNE, 04.06.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/189 KARAR NO: 2007/146 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı: G.A. Vekili : Av. D.B. Davalı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı SSK İzmir İl Müdürlüğü OLAY : İzmir Sigorta İl Müdürlüğü’nün 22.2.2006 gün ve 45981 sayılı işlemi ile, davacı adına 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 9.,79. ve 140. maddeleri uyarınca verilen idari para cezasına yapılan itiraz, komisyon kararı ile reddedilmiştir. Davacı Vekili, söz konusu para cezasına karşı 28.3.2006 tarihinde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. İZMİR 2. SULH CEZA MAHKEMESİ ; 23.1.2007 gün ve E:2006/94, K:2007/85 D.İş. sayı ile, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Yasasının 140. maddesine dayanılarak verilen para, cezalarına ilişkin uyuşmazlıklarda; 06/08/2003 tarih ve 4958 Sayılı Yasanın 51. maddesiyle 506 Sayılı Yasanın 140. maddesi değiştirilerek "„....kurumca itirazı reddedilenler kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare Mahkemesine başvurabilirler" şeklinde düzenlenmişken, 15/02/2006 tarih ve 5454 Sayılı Yasanın 5.maddesiyle 506 Sayılı Yasanın 140. Maddesinin 4.fıkrası değiştirilerek "....kurumca itirazı reddedilenler kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde yetkili Sulh Ceza mahkemesine başvurabilirler" tümcesinin Anayasa Mahkemesinin 04/10/2006 tarih ve 2006/75 Esas, 2006/90 Karar sayılı kararıyla iptal edildiği; buna göre 506 Sayılı Yasanın 4956 Sayılı Yasanın 51. maddesi ile değişik 140. maddesindeki düzenlemeye göre bu maddeye dayanılarak verilen para cezalarına ilişkin uyuşmazlıkların çözüm yerinin idare mahkemesi olduğu; başvuru konusu idari yaptırım kararına itirazın 4958 Sayılı Yasanın 51. Maddesi ile değişik 506 Sayılı yasanın 140. maddesi gereğince idari yargı mercilerince inceleneceğine dair düzenlemeye göre, Sulh Ceza Mahkemesince incelenebilecek kararlardan olmadığından, 5560 Sayılı Yasa ile değişik 5326 Sayılı Kabahatler Yasasının 3/a ve 26/1-b maddeleri gereğince görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir. Davacı vekili, bu kez, idari para cezasının iptali istemiyle 20.2.2007 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır. İZMİR 1.İDARE MAHKEMESİ; 2.3.2007 gün ve E:2007/314 sayı ile, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesinin 15.2.2006 tarih ve 26081 sayılı Resmi gazetede yayınlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 5454 sayılı Kanunla değişik dördüncü fıkrasında "İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezası kararı kesinleşir. Sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı, yargı çevresinde yer alan ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yapılır..." hükümlerinin yer aldığı; 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde, "(1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." hükümlerine yer verildiği; aynı Kanunun 27. maddesinin (1) bendinde "idarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararma karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir.", aynı maddenin yine 5560 sayılı Kanunla değişik 5,6,7 ve 8. bentlerinde ise, "(5) idarî yaptırım kararının mahkeme tarafından verilmesi halinde, bu karara karşı ancak itiraz yoluna gidilebilir. (6) Soruşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz edildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı başvuru da bu itiraz merciinde incelenir. (7) Kovuşturma konusu fiilin suç değil de kabahat oluşturduğu gerekçesiyle idarî yaptırım kararı verilmesi halinde; fiilin suç oluşturmaması nedeniyle verilen beraat kararına karşı kanun yoluna gidildiği takdirde, idarî yaptırım kararına karşı itiraz da bu kanun yolu merciinde incelenir. (8) İdarî yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idarî yargının görev alanına giren kararların da verilmiş olması halinde; idarî yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idarî yargı merciinde görülür." hükümlerine yer verildiği; yine aynı Kanunun Geçici 2. maddesinde; Bu Kanun hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanmayacağı; Geçici 3. maddesinde; Daha önce verilmiş olan idari para cezasına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27 nci madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabileceğinin, ifade edildiği; her ne kadar 506 sayılı Kanunun 140. maddesinin 5454 sayılı Kanunla değişik dördüncü fıkrasında yer alan "Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler." cümlesi Danıştay Onuncu Dairesi'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararı ile iptal edilmiş ise de, anılan kararın gerekçesi yazılarak Resmi Gazetede yayınlanmadığı gibi, Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu iptal kararı üzerine 506 sayılı Kanunun 140. maddesinde, para cezalarındaki görevli yargı yerine ilişkin olarak Kanun Koyucu tarafından henüz herhangi bir düzenleme de yapılmadığı; bu duruma göre kendi özel Kanununda görevli yargı yerinin belirlenmediği veya bu konuda sürekli ya da geçici boşluk oluşan hallerde, Kanun Koyucunun bu konuda genel iradesini ve anlayışını yansıtan ve konuya ilişkin genel hükümler içeren Kabahatler Kanunu uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesinin gerektiği; konunun Kabahatler Kanunu uyarınca değerlendirilmesinde ise; bu Kanunun Anayasa Mahkemesinin 4.10.2006 tarih ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararından da sonra yeniden düzenlenen 3. maddesi ile 27. maddesinin yukarda yer verilen hükümlerinden, Kanun Koyucu tarafından idari para cezalarında görevli yargı yerinin genel olarak Sulh Ceza Mahkemeleri olarak belirlendiği, hatta bu Kanunun geçiş hükümleri içeren Geçici 2 ve 3. maddelerinin de 3 ve 27. maddesinde yer alan sürekli hükümleri destekleyici nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Kanunun 3 ve 27. maddesinin (8) bendinde açıkça belirtildiği üzere, para cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin gösterilmediği ve para cezası ile birlikte idari yargının görevine giren bir karar verilmediği hallerde, idarece verilen para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulmasının gerektiği; başka deyişle idari para cezalarına karşı genel olarak Sulh Ceza Mahkemelerine başvurulmasının gerektiği, ancak para cezasını düzenleyen Kanunda idari yargı yerinin görevli kılınması veya bu durum dışında para cezası ile birlikte idari yargının görevine giren bir idari işlem tesisi halinde uyuşmazlığın çözümü için idari yargı yerine başvurulmasının gerekeceği; bu nedenlerle dava konusu idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünün adli yargı yerinin görevine girdiği; açıklanan nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi'ne gönderilmesine, bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi'nce bir karar verilinceye kadar yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…”açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesi uyarınca verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 17.7.1964 tarih ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun daha sonra değişikliğe uğrayan 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesinin birinci fıkrasında, bu Kanunun sayılan maddelerinde öngörülen yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında asgari ücrete göre belirlenen oranlarda idari para cezası verileceği bent’ler halinde kurala bağlanmıştır. Aynı maddenin olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan dördüncü fıkrasında, Kurumca itirazı reddedilenlerin kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idare mahkemesine başvurabilecekleri öngörülmüş iken, 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesinin 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasa’nın 5. maddesi ile değişik dördüncü fıkrasında, "İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kararı kesinleşir. Sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı, yargı çevresinde yer alan ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. 2.000 Yeni Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesine başvuru üzerine verilen kararlar kesindir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmüne göre tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezasına karşı kanun yoluna başvurma hakkını etkilemez." denilmiştir. 15.2.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeden sonra Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi uyarınca, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezalarına karşı yapılan itirazların görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli olduğuna karar verilmiştir. 30.3.2005 tarihli, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşıldığından; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü “dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 15.2.2006 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun değişik 3. maddesi hükmü karşısında da, görevli mahkemenin 506 sayılı Kanun’un 140. maddesinde sözü edilen sulh ceza mahkemesi olduğu açıktır.” şeklinde karar vermiştir. 5560 sayılı Yasa yürürlüğe girmeden önce; 506 sayılı Kanun’un 140. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine başvurabilirler.” yolundaki üçüncü tümcesi, Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 gün ve E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla iptal edilmiş; 5560 sayılı Yasa ise 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin 6.4.2007 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren iptal kararından sonra Yasama organınca bir düzenleme yapılmadan önce, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 5560 sayılı Yasa’nın Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 günlü kararından sonra yürürlüğe girdiği ve halen de yürürlüğünü sürdürdüğü, her ne kadar Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı kuşkusuz ise de; Anayasa Mahkemesi’nin 4.10.2006 günlü iptal kararından sonra 19.12.2006 tarihinde 5560 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmiş olması ve Yasama organınca konuya ilişkin yeni bir düzenlemenin de yapılmadığı gerekçesine dayanılarak dava konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar vermiştir. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 140. maddesinin 4. fıkrası, 20.5.2007 tarihinde yürürlüğe giren 9.5.2007 gün ve 5655 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle değiştirilerek, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir” şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. Bu duruma göre, incelenen uyuşmazlıkta, dava konusu edilen idari para cezasına ilişkin yasa kuralı değiştirilmiş ve yeni düzenleme 20.5.2007 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olduğuna göre, görev kuralının geçmişe etkili olacağı yolundaki genel hukuk ilkesi karşısında, 506 sayılı Yasa’nın 140. maddesine göre verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın görüm ve çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu kuşkusuzdur Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesinin başvurusunun reddi gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle İzmir 1. İdare Mahkemesi’nce 2.3.2007 gün ve E:2007/314 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/191 KARAR NO: 2007/147 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET : 3213 Sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesi kapsamına giren idari para cezasına karşı yapılan itirazın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk. KARAR Davacı : Aslanlar İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. Vekili : Av. V.K. Davalı : Bandırma Kaymakamlığı (İlçe Özel İdare Müdürlüğü) OLAY : Taş ocağı işletmeciliği yapan davacı şirket adına; orman sahası ile bitişiğinde bulunan mülga Köy Hizmetlerine ait taş ocağı sahasına taşmak suretiyle üretim yaptığından bahisle, 27.07.2005 tarih, 1-7/53 sayılı işlemle; 3213 Sayılı Maden Kanunu’nun uygulanması ile ilgili Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 43. maddesi uyarınca idari para cezası kesilmiş; davacı şirket vekili tarafından, işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır. BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ(TEK HAKİM); 20.09.2005 gün, E:2005/1208, K:2005/1147 sayı ile; 3213 Sayılı Maden Kanunu uyarınca verilen idari para cezasından doğan uyuşmazlığın görüm ve çözümünde 5326 Sayılı Yasa hükümlerine göre Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Davacı şirket vekili, aynı istekle 14.10.2005 gününde adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. BANDIRMA SULH CEZA MAHKEMESİ; 19.01.2006 gün ve Değ.İş.E:2005/589, Değ.iş.K:2006/27 sayı ile; davada taraf olan İl Özel İdaresinin, 13.3.1994 tarihli İl Özel İdare Kanunu ile düzenlendiği, valiye bağlı, emvalinin devlet emvali, personelinin devlet memuru niteliğinde olduğu, kamu kurumu olan Özel İdarenin denetimi ve gözetimi altında bulunan Ocak işletmelerinin faaliyetlerinin, yasada öngörüldüğü biçimde bu idarenin ruhsat ve denetimine tabi tutulması ve bu konuda idareye yaptırım yetkisi verilmiş olmasının, bu faaliyetin kamu hukukunun buyurucu kurallarına bağlı olduğunu gösterdiği, (Uyuşmazlık Mahkemesinin 7.7.1994 tarih ve 1994/18 esas, 1994/18 sayılı kararının örnek gösterildiği) Anayasanın 125.maddesinin son fıkrası ve İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 2/1-b maddesi uyarınca uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli bulunduğu, ayrıca genel nitelikte bir kanun olan 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu’nun özel kanunda belirtilen hükmü ortadan kaldırmayacağının anlaşıldığı gerekçesiyle, görevsizlik kararı vermiş, bu karar itiraz edilmeyerek kesinleşmiştir. Mahkeme kararları arasında olumsuz görev uyuşmazlığının bulunduğu ileri sürülerek, Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulması üzerine; Mahkememizin Hukuk Bölümünün E:2006/86 sayılı dosyasına kaydedilen uyuşmazlıkla ilgili olarak verilen 6.11.2006 gün ve K:2006/173 sayılı kararda; “Olayda, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının itiraz edilmeyerek kesinleşmesine karşılık, idare mahkemesi tek hâkiminin görevsizlik kararına, davacının yaptığı itirazın reddi üzerine yapılan karar düzeltme talebinin Bölge İdare Mahkemesince karara bağlanmamış olması nedeniyle, ortada idari yargı yerine ait kesinleşmiş bir görevsizlik kararı bulunmadığından, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen “kararların kesin veya kesinleşmiş olması” koşulu gerçekleşmemiştir.” gerekçesiyle; 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen koşulu taşımayan başvurunun aynı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca reddinin gerektiğine karar verilmiştir. Diğer taraftan, Bursa Bölge İdare Mahkemesi; 20.09.2006 gün, E:2006/1218, K:2006/931 sayı ile, davacı tarafın karar düzeltme istemini kabul ederek; Bursa 1. İdare Mahkemesi’nin; 20.09.2005 gün, E:2005/1208, K:2005/1147 sayılı kararını bozmuştur. Bunun üzerine: BURSA 1. İDARE MAHKEMESİ; 21.2.2007 gün ve E:2007/136, K:2007/221 sayı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 2., 5550 sayılı Kanunla değişik 3., 16., 19., 27., Geçici 2. ve 3. maddesinden bahisle bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren idari para cezalarının idare mahkemelerinin görev alanından çıkarıldığını, kendi özel kanunlarında idare mahkemelerine itiraz yolu öngörülmeyen durumlarda görevin sulh ceza mahkemelerine ait olduğu; 3213 Sayılı Maden Kanununda, idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli yargı yeri belirtilmediği için, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde yukarıda anılan 5326 Sayılı Yasa hükümlerine göre Sulh Ceza Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 2.7.2007 günlü toplantısında; l-İLK İNCELEME :Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...”açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Adli yargı yeri ile idari yargı yeri tarafından verilen ve kesinleşen son kararı arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 3213 Sayılı Maden gereğince verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 1.maddesinde, Kanun’un amacı;madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usullerin düzenlenmesi olarak belirlenmiş; 2. maddesinde, inşaat ile yol yapımında kullanılan ve tabiatta doğal olarak bulunan kum ve çakıl 1(a) grubu madenler arasında sayılmış; Yasanın,“Üretim ve Sevkiyat” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasında, üretilen maddenin sevk fişi ile sevkiyatının zorunlu olduğu, ikinci fıkrasında, tesislerden elde edilen ürünlerin sevk fişi kullanımı ve denetimi ile ilgili hususların yönetmelikle belirleneceği, üçüncü fıkrasında, ruhsat sahibi tarafından sevk fişi olmaksızın maden sevk edildiğinin mülkî idare amirliklerince tespit edilmesi halinde, söz konusu madenin ocak başı satış bedelinin üç katı tutarında idarî para cezası verileceği, dördüncü fıkrasında, denetim ve inceleme sonucunda, yaptığı üretim ve sevkiyatı bildirmediği tespit edilen ruhsat sahiplerine, ödenmesi gereken Devlet hakkına ilaveten bildirilmeyen miktar için hesaplanacak Devlet hakkının on katı tutarında idarî para cezası verileceği, beşinci fıkrasında ise; ruhsat veya işletme izni olmadan üretim faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde, üretilen madene mülkî idare amirliklerince el konulacağı, bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış bedelinin beş katı tutarında idarî para cezası uygulanacağı, bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesinin Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılacağı, bu fiili işleyenlerin adlî takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirileceği, el konulan madenlerin, mülkî idare amirliklerince satılarak bedelinin özel idareye aktarılacağı belirtilmiştir. Yasadaki I (a) Grubu madenleri ile ilgili yapılacak işlemlere ait usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılan Uygulama Yönetmeliği’nin 18.maddesinde, “ Ruhsat olmadan I (a) Grubu bir madenin üretilip sevk edilmesinin, Genel Müdürlüğün veya mülki amirin yetkilendirdiği kişiler tarafından tespit edilmesi halinde, durum bir tutanak ile tespit edilir. Bu tutanakta üretimin yapıldığı yer, üretimi yapan kişi, taşıyan aracın plakası, aracı kullanan kişi, tartılması mümkün ise sevk edilen maden cinsi ve miktarı ya da yaklaşık miktarı tespit edilir. Üretilen madene mülki idare amirliğince el konulur. Bu kişilere, bu fıkra kapsamında üretilmiş olup el konulan ve el konulma imkânı ortadan kalkmış olan tüm madenin, ocak başı satış tutarının beş katı miktarında idari para cezası uygulanır. Bu şekilde maden çıkartılması ve/veya sevk edilmesi Devlet malına karşı işlenmiş fiil sayılır. Bu fiili işleyenler adli takibat yapılmak üzere ilgili makamlara bildirilir. El konulan madenler, mülki idare amirliğince satılarak bedeli il özel idaresine aktarılır” denilmiştir. Olayda, idari para cezasının iptali istemiyle dava açılmış olup; 3213 sayılı Maden Kanunu’nda, bu cezaya karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 3213 sayılı Maden Kanunu’nda da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, sulh ceza mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 19.01.2006 gün ve Değ.İş.E:2005/589, Değ.iş.K:2006/27 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.7.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. *** Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından: ESAS NO : 2007/202 KARAR NO: 2007/148 KARAR TR : 2.7.2007 (Hukuk Bölümü) ÖZET: 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 47. maddesine aykırılık nedeniyle verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk. KARAR Davacı : S.U. Davalı : OLAY : 22.11.2006 gün ve 166199 sayılı trafik ceza tutanağı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu‘nun 47. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin ihlal edildiğinden bahisle davacı adına idari para cezası verilmiştir. Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur. ÇORUM 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 15.1.2007 gün ve Müteferrik:2006/1205 sayı ile, Çorum Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğü’nün 22.11.2006 tarih ve 166199 sayılı ceza tutanağı ile verilmiş 101,00 YTL idari para cezasına itiraz edildiği, itiraz eden her ne kadar davalı idarece 2918 sayılı Yasa’nın 47/1-b maddesi gereğince tahakkuk ettirilen 101.00 YTL tutarındaki idari para cezasının kaldırılmasını talep etmiş ise de; 19.12.2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 31. maddesi gereğince 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde yapılan değişiklik ile, idari yaptırım kararına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağının düzenlendiği, oysa, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu incelendiğinde, bu Yasadan kaynaklanan idari para cezalarına karşı Mahkemelerinin görevli ve yetkili olmadığı, genel yetkili ve görevli mahkemenin idare mahkemesi olduğu, tebliğ tarihinden itibaren itiraz edenin yetkili idare mahkemesine itiraz edebileceği, ayrıca Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarında da yapılan eylemin idari işlem olması bakımından meselenin çözümünün idari yargının görev alanı kapsamında olduğunun belirtildiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, kesinleşmiştir. Davacı, bu kez, idari para cezası verilmesine ilişkin söz konusu işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır. ÇORUM İDARE MAHKEMESİ; 14.3.2007 gün ve E:2007/57 sayı ile, Selahattin Uğurlu tarafından, kendisine kırmızı ışık ihlali nedeniyle 101.00 YTL para cezası verilmesine ilişkin Çorum Bölge Trafik Müdürlüğü’nün 22.11.2006 tarih ve 166199 seri no’lu trafik ceza tutanağının iptali istemiyle hasım gösterilmeden dava açıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesinden söz ederek, incelenen davada; davacının Ankara istikametinden Merzifon istikametine aracıyla seyahat ederken kırmızı ışık ihlali yaptığından bahisle Çorum Bölge Trafik Müdürlüğü trafik ekiplerince durdurularak 101.00 YTL para cezası verilmesi üzerine söz konusu ceza tutanağının iptali istemiyle adli yargıda açılan dava sonucunda, Çorum 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 15.1.2007 tarih ve 2006/1205 Müteferrik sayılı görev ret kararı üzerine işlemin iptali istemiyle Mahkemelerinde bu davanın açıldığının anlaşıldığı, olayda, davacıya 101.00 YTL para cezası verilmesine ilişkin trafik ceza tutanağının iptali istemiyle adli yargıda açılan davada; adli yargı yerince verilen görevsizlik kararında uyuşmazlığın idari nitelikte olduğu ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda bu Kanundan kaynaklanan idari para cezalarına sulh ceza mahkemelerinin bakacağına ilişkin bir hüküm olmadığı belirtilmekte ise de; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun'un 31. maddesi ile değişik 3. maddesinden ve 27. maddesinin 1 no’lu bendi ile aynı maddenin 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun'un 34. maddesi ile değişik 8 no’lu bendinden bahisle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda, bu kanuna göre verilecek para cezalarına karşı idari yargıda dava açılabileceğine ilişkin açık bir düzenleme olmadığı gibi, mezkur Kanunun "Bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri" başlıklı 112. maddesinin birinci fıkrasında, "Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır" hükmünün yer aldığı, yukarıda bahsi geçen mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; idari para cezalarına karşı açılacak davalarda eğer para cezasına dayanak alınan kanunda özel olarak idari yargı yeri görevli sayılmamış ise, para cezasına karşı sulh ceza mahkemesinde dava açılması gerektiği ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca düzenlenen, davacıya 101.00 YTL para cezası verilmesine ilişkin trafik ceza tutanağının iptali istemiyle açılan davanın çözümünde mezkur Kanunda açık olarak idari yargı görevli olarak gösterilmediğinden, adli yargının görevli olduğu sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine ve dosya incelemesinin bu konuda Uyuşmazlık Mahkemesi’nce karar verilinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir. İNCELEME VE GEREKÇE : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Coşkun ÖZTÜRK, Z. Nurhan YÜCEL, Esen EROL, Levent ÖZÇELİK ve Celal IŞIKLAR’ın katılımlarıyla yapılan 02.07.2007 günlü toplantısında; I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği…” açıkça belirtilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur. İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşılmakla, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi. II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 47. maddesine aykırılık nedeniyle, trafik zabıtasınca düzenlenen para cezasına ilişkin ceza tutanağının iptali istemiyle açılmıştır. 13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 47. maddesinde, trafik işaretlerine uyma zorunluluğu ve bu zorunluluğa uymamanın müeyyidesi düzenlenmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi, 2918 sayılı Yasa’nın 116. maddesi kapsamında araç tescil plakasına göre düzenlenenler dışında trafik zabıtasınca uygulanan idari para cezalarına karşı açılan davaları; bu uygulamanın idari ceza kapsamında bulunması; Yasada idari cezalarla ilgili davalarda (116. maddedeki itiraz yolu hariç) görevli yargı yerini açıkça belli eden bir hükme yer verilmemesi; bu Yasada gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye de herhangi bir atıfta bulunulmamış olması karşısında ve göreve ilişkin genel ilkelere göre idari yargının görev alanında görmüştür. 1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanunun diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir. Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir. Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun; a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında, uygulanır." denilmiştir. 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir. Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır. Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir. İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen trafik para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda da bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir. SONUÇ: Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Çorum İdare Mahkemesi’nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ İLE Çorum 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 15.1.2007 gün ve Müteferrik:2006/1205 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 02.07.2007 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı FİKRİ DEMİR/Türkiye Davası* Başvuru No:55373/00 Strazburg 11 NİSAN 2006 OLAYLAR Başvuran 1971 doğumludur. Başvuran, 2 Haziran 1995 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran PKK’ya mensup olmakla itham edilmiştir. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcısı, 10 Temmuz 1995 tarihinde başvuranı ve diğer yirmi üç sanığı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesinin öngördüğü ülkenin toprak bütünlüğünü bozmayı amaçlayan yasadışı örgüte mensup olma suçu ile itham etmiştir. DGM, 22 Temmuz 1997 tarihinde başvuranı üzerine atılı fiillerden suçlu bulmuş ve idam cezasına çarptırmıştır. Yargıtay 7 Temmuz 1998 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını usul hatası gerekçesiyle bozmuştur. DGM 3 Aralık 1998 tarihinde daha önce verdiği kararı yinelemiştir. Yargıtay 18 Ekim 1999 tarihinde verilen bu kararı onamıştır. Türkiye’de idam cezasının kaldırılmasının ardından başvuranın cezası ömür boyu ağır hapis cezasına çevrilmiştir. HUKUK AÇISINDAN I. AİHS’NİN 6§1 VE 3 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, kendisini yargılayan ve mahkum eden DGM’nin, bir yandan bünyesinde askeri hakim bulundurması, diğer yandan gözaltındayken hazırlık soruşturması sırasında avukatın bulunmaması nedeniyle kendisine adil yargılanmayı sağlayacak “tarafsız ve bağımsız” bir mahkeme oluşturmadığını iddia etmektedir. Başvuran ayrıca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğinden şikayetçi olmaktadır. Başvuran AİHS’nin 6§1 ve 3 maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. A. DGM’nin tarafsız ve bağımsız olması hakkında AİHM, bu durumda ortaya çıkan sorunlara benzer sorunları birçok kez irdelemiş ve AİHS’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir (Bkz. sözüedilen Özel, §§33-34 ve 6 Şubat 2003 tarihli Özdemir-Türkiye kararı, no: 59659/00, §§35-36). AİHM, mevcut davayı incelemiş ve Hükümet’in, sözkonusu durumu farklı bir sonuca ulaştırabilecek ne bir olay ne de bir delil sunduğuna kanaat getirmektedir. AİHM, “milli güvenliğe” ilişkin suçlardan DGM önüne çıkarılan başvuranın, aralarında askeri hakimin de bulunduğu mahkeme heyeti önüne çıkmaktan çekinmesinin anlayışla karşılanacağını saptamaktadır. Bu nedenden dolayı, başvuran, DGM’nin bu türden davalara ters düşen değerlendirmelerle haksız yere yönlendirilmelerine izin vermesinden haklı olarak çekinmektedir. Böylece, bu mahkemenin tarafsızlığı ve bağımsızlığı hakkında başvuran tarafından duyulan şüphelerin objektif olarak kanıtlandığı düşünülebilir (9 Haziran 1998 tarihli Incal-Türkiye kararı, 1998-IV, s.1573, §72 in fine). AİHM, başvuranı yargılayıp mahkum ettiği sırada DGM’nin, 6§1 maddesi uyarınca tarafsız ve bağımsız bir mahkeme olmadığı sonucuna varmaktadır. B. Cezai Yargılama Usulünün Hakkaniyeti Hakkında AİHM, benzer davalarda, tarafsızlıktan ve bağımsızlıktan yoksun olduğu ortaya konulan bir mahkemenin, her olasılıkta, kendi yargısına tabi kişilere hakkaniyetli bir yargı sağlayamayacağı hükmüne varıldığını hatırlatmıştır. AİHM, başvuranın tarafsız ve bağımsız bir mahkeme tarafından dinlenme hakkının ihlal edilmesi sonucu gözönünde bulundurulursa, AİHS’nin 6. maddesine göre yapılan diğer şikayeti incelemeye gerek olmadığına kanaat getirmektedir (Bkz. diğerleri arasında, 28 Ekim 1998 tarihli Çıraklar-Türkiye kararı, 1998-VII, §§ 44-45). III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Başvuran, 50.000 Euro tutarında manevi zarara uğradığını iddia etmektedir. Hükümet bu iddiaya itiraz etmektedir. AİHM, dava koşullarında ihlal tespitinin kendi başına yeterli adil tazmin oluşturduğuna kanaat getirmektedir (Çıraklar-Türkiye, 28 Ekim 1998 tarihli karar, 1998-VII, s. 3074, § 49). AİHM’ye göre, bir kimse bu davada olduğu gibi AİHS’nin gerekli kıldığı tarafsızlık ve bağımsızlık koşullarını yerine getirmeyen bir mahkeme tarafından mahkum edildiğinde, sözkonusu kişinin isteği üzerine yeni bir davanın ya da yargılamanın yeniden başlatılması, tespit edilen ihlalin telafi edilmesi için ilke olarak en uygun yolu teşkil etmektedir (Bkz. Öcalan-Türkiye, no: 46221/99, § 210 in fine, AİHM 2005-). B. Masraf ve Harcamalar Başvuran, AİHM önünde yapılan masraf ve harcamalar için 3.000 Euro istemektedir. Başvuran hiçbir kanıt sunmamaktadır. Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir. AİHM, elinde bulunan unsurları ve konuya ilişkin içtihadını gözönünde bulundurarak, yapılan bütün masraflar için 1.000 Euro’dan adli yardım adı altında Avrupa Konseyi’nden alınan 685 Euro düşürülerek kalan miktarın başvurana ödenmesinin makul olduğuna kanaat getirmektedir. C. Gecikme faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına 3 puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK MAHKEME OYBİRLİĞİYLE; 1. İzmir DGM’nin tarafsızlıktan ve bağımsızlıktan yoksun olması nedeniyle AİHS’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğine; 2. AİHS’nin 6. maddesine göre yapılan diğer şikayetlerin incelenmesine gerek olmadığına; 3. a) Bu kararın, AİHS’nin 44§2 maddesine göre kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden YTL’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet’in, yargılama giderleri için, miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak, 1.000 Euro’dan adli yardım adı altında alınan 685 Euro düşürülerek kalan miktarın başvurana ödemesine; b) Belirtilen süre bitiminden ödemenin yapıldığı tarihe kadar geçen süre için, yukarıda belirtilen tutara, Avrupa Merkez Bankası’nın kredi faiz oranına yüzde üç puan eklenmek suretiyle gecikme faizi uygulanmasına; 4. Hakkaniyete uygun tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve 11 Nisan 2006 tarihinde, İçtüzüğün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tebliğ edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı YİĞİT/Türkiye Davası* Başvuru No:62838/00 Strazburg 25 Ekim 2005 OLAYLAR Başvuran 1953 doğumlu olup Gaziantep’te ikamet etmektedir. 29 Aralık 1987 tarihinde, Habur Gümrük İdaresi akaryakıt kaçakçılığı iddiası ile bir araca el koymuştur. 28 Kasım 1994 tarihinde, Silopi Asliye Ceza Mahkemesi kamu davasının zamanaşımına uğradığından ortadan kaldırılmasına ve sahibinin kimliğini tespit etmeden aracın sahibine iadesine karar vermiştir. 13 Eylül 1995 tarihinde, başvuran Habur Gümrük İdaresine giderek sahibi olduğunu iddia ettiği aracın kendisine teslim edilmesini talep etmiştir. İdarenin cevap vermemesi üzerine, 26 Aralık 1995 tarihinde başvuran Sözkonusu aracın teslim edilememesi nedeniyle uğranılan gelir kaybının tazmini için Gümrük Müsteşarlığı aleyhinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. 20 Mart 1996 tarihili bir kararla, Diyarbakır İdare Mahkemesi idari başvurunun yetkili makam önünde yapılmaması nedeniyle başvuranın talebini reddetmiştir. 15 Mayıs 1996 tarihinde başvuran kararın temyizine gitmiştir. 27 Ocak 1999 tarihinde Danıştay ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. 22 Mart 2000 tarihinde, İdare Mahkemesi davanın esasına ilişkin bir duruşma yapmıştır. 3 Mayıs 2000 tarihinde, İdare Mahkemesi sözkonusu aracın trafik kaydında başvuran adına kayıtlı olmadığı gerekçesiyle başvuranın talebini reddetmiştir. İdare Mahkemesi İskenderun Emniyet Müdürlüğü’nün 17 Nisan 2000 tarihli belgesini dikkate almıştır, bu belgede sözkonusu aracın 3 Kasım 1997 tarihinden beri Hasan Artar adına kayıtlı olduğu belirtilmekteydi. Başvuran 13 Temmuz 2000 tarihinde, İslahiye Asliye Hukuk Mahkemesi’nin temyizine gidilmediğinden kesinleşen ve başvuranın sözkonusu aracın sahibi olduğunu belirten 10 Haziran 1994 tarihli kararına dayanarak kararın temyizi için Danıştay’a gitmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. 5 Aralık 2001 tarihli bir kararla Danıştay temyiz talebini reddetmiştir. 27 Mayıs 2002 tarihinde başvuran kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. 9 Mart 2005 tarihinde, Danıştay kararını düzeltmiş, 3 Mayıs 2000 tarihli kararını bozmuş ve davayı ilk derece mahkemesine sevk etmiştir. HUKUK AÇISINDAN I. AİHS’NİN 6§1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran yargılama süresinin AİHS’nin 6§1 maddesinde belirtilen “makul süre” ilkesini ihlal ettiğini iddia etmektedir. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır. Değerlendirilmeye alınacak dönem 26 Aralık 1995 tarihinde başlamış ve henüz son bulmamıştır. Her iki aşamadaki mahkemeler önündeki yargılama dokuz yıl altı aydan fazla sürmüştür. A. Kabuledilebilirlik Hakkında AİHM başvurunun AİHS’nin 35§3.maddesine göre açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka hiçbir kabuledilemezlik gerekçesi bulunmadığını saptamıştır. B. Esas hakkında AİHM bir yargılama süresinin makul olup olmadığının, davanın koşullarına göre ve başta davanın karmaşıklığı olmak üzere, AİHM tarafından benimsenen kriterler ile başvuran ve yetkili mercilerin tutumları dikkate alınarak değerlendirildiğini hatırlatır (Bkz., diğerleri arasında, Frydlender-Fransa [GC], no: 30979, § 43, CEDH 2000-VII). AİHM mevcut davadakilere benzer sorunları gündeme getiren birçok dava incelediğini ve AİHS’nin 6§1. maddesinin ihlal edildiğinin saptandığını belirtir (Bkz. Bahsi geçen, Frydlender). AİHM kendisine sunulan tüm unsurları incelemiş ve Hükümet’in davayı farklı şekilde sonuçlandıracak hiçbir olgu ve delil sunmadığı sonucuna varmıştır. AİHM bu konudaki içtihadını dikkate alarak, sözkonusu yargılama süresinin uzun olduğuna ve “makul süre” koşulunu karşılamadığına kanaat getirmiştir. Sonuç olarak AİHS’nin 6§1. maddesi ihlal edilmiştir. II. 1 NO’LU EK PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLALİ HAKKINDA Başvuran aracının kendisine teslim edilmemesi ve İdare tarafından zararının karşılanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir. Hükümet bu iddiayı reddetmektedir. AİHM bu sorunun halen yerel mahkemelerde incelenmeye devam ettiğini. Yalnızca iç hukuk yollarının tüketilmesi halinde kendisine başvurulabileceğini hatırlatmaktadır. Sonuç olarak AİHM, başvurunun bu kısmının erken yapıldığını ve AİHS’nin 35§1 ve 4. maddesi uyarınca kabuledilemez olduğunu gözlemlemektedir. III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA AİHS’nin 41. maddesinde yer alan unsurlar. A. Tazminat Başvuran 84.413 Amerikan Doları (seksen dört bin dört yüz on üç) maddi ve manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır. AİHM hakkaniyete uygun olarak başvurana 4.000 Euro (dört bin) manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. B. Masraf ve Harcamalar Başvuran AİHM’de yaptığı masraf ve harcamalar için 2.000 Amerikan Doları talep etmektedir. Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır. Mahkemenin bu konudaki içtihadı ve mevcut unsurlar doğrultusunda, AİHM, hakkaniyete uygun olarak, başvurana 1.000 (bin) Euro ödenmesinin makul olduğuna karar vermiştir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE; 1. Yargılıma süresinin aşırı olmasına ilişkin şikayet konusunda başvurunun kabuledilebilir, geri kalan kısmının kabuledilemez olduğuna; 2. AİHS’nin 6§1 maddesinin ihlal edildiğine; 3. a) AİHS’nin 44§2. maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak, Savunmacı Devlet tarafından başvurana: i. manevi tazminat olarak 4.000 Euro (dört bin) ödenmesine; ii. masraf ve harcamalar için 1.000 Euro (bin) ödenmesine; iii. yukarıdaki miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine; karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3 maddesine uygun olarak 25 Ekim 2005 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı AYDIN TATLAV/Türkiye Davası* Başvuru No: 50692/99 Strazburg 2 Mayıs 2006 OLAYLAR 1957 doğumlu başvuran İstanbul’da ikamet etmektedir. Gazeteci olan başvuran, beş cilt olarak yayımlanan “İslamiyet Gerçeği” adlı kitabın yazarıdır. “Kur’an ve Din” başlığı taşıyan birinci cildin ilk baskısı, 1992 yılı Kasım ayında yayınlanmıştır. 1996 yılı Ekim ayında, Kur’an’ın eleştirel yorumunu ve tarihsel incelemesini yapan sözkonusu cildin yüz doksan altı sayfalık beşinci baskısı çıkmıştır. Dört yılda kitabın toplam 16.500 nüshası basılmıştır. N.K. isimli bir şahsın Şişli Savcılığı’na yaptığı ihbarın ardından, başvuran Ankara Cumhuriyet Başsavcısı tarafından sorgulanmıştır. Başvuran, kitabın 1992 yılında çıktığını ve ilk dört baskısının hiçbiri hakkında soruşturma yapılmadığını ileri sürmüştür. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, 9 Haziran 1997 tarihli iddianameyle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 175§3 maddesi gereğince başvuranı “dinlerden birini tahkir etmek amacıyla yayın yapmakla” suçlamıştır. Başvuran, Asliye Hukuk Mahkemesi önünde aleyhinde yapılan suçlamalara itiraz etmiştir. Başvuran, kitabının dinler ve peygamberler hakkında yapılan bilimsel bir kitap olarak okunması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca başvuran, kitabın önsözünde kişilerin inançları ve din adına Devlet’i yönetme olgusu arasında kesin bir ayrım yapıldığını ve inancın değil dine dayalı siyasetin eleştirisini yaptığını belirtmektedir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2. Ceza Dairesi, 19 Ocak 1998 tarihli kararla başvuranı on iki ay hapis ve 840.000 Türk Lirası (TL) para cezasına çarptırmıştır. Mahkeme hapis cezasını para cezasına çevirerek, başvuranı 2.640.000 TL “ağır” para cezasına çarptırmıştır. Başvuran, kararın temyizine gitmiştir. Başvuran temyiz gerekçelerinde ifade özgürlüğü hakkını dile getirmiştir. Yargıtay, 9 Şubat 1999 tarihli nihai kararında ilk derece mahkemesinde verilen kararı onamıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi İkinci Dairesi, 21 Temmuz 2004 tarihinde Adli Sicil Kanunu’nun 8. maddesi gereğince başvuranın mahkumiyetinin adli sicil kaydından silinmesi kararı almıştır. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. HUKUK AÇISINDAN I. AİHS’NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, verilen cezai mahkumiyet kararının AİHS’nin 10. maddesi tarafından öngörüldüğü şekliyle ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini iddia etmektedir. Hükümet, bu sava itiraz etmektedir. Hükümet, Otto-Preminger-İnstitut-Avusturya kararına (20 Eylül 1994 tarihli karar) atıfta bulunarak, ahlakın ve başkalarının haklarının korunması meşru amaçları ile orantılı olan dava konusu müdahalenin, Devlet’in takdir payı olarak değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirmektedir. AİHM, dava konusu mahkumiyet kararının AİHS’nin 10§1 maddesi tarafından korunan ifade özgürlüğü hakkının başvuran tarafından kullanılmasına müdahale oluşturduğu konusunda tarafların mutabık olduğunu not etmektedir. Aynı şekilde müdahalenin kanun tarafından öngörüldüğüne ve 10§2 maddesi uyarınca kamu düzeninin, ahlakın ve başkalarının haklarının korunması gibi meşru amaçlar güttüğüne de itiraz edilmemektedir. AİHM bu değerlendirmeyi kabul etmiştir. Ancak, uyuşmazlık müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı” sorusu üzerinedir. AİHM, Handyside-Birleşik Krallık (7 Aralık 1976 tarihli karar) ve Fressoz ve RoireFransa (no: 29183/95) kararlarında açıkladığı şekliyle 10. maddeye ilişkin içtihadından çıkan temel ilkeleri hatırlatmaktadır. İfade özgürlüğü, kişilerin her birinin gelişimi ve ilerlemesi için gerekli başlıca şartlardan biri olan demokratik toplumun en önemli temellerinden birini oluşturmaktadır. 10. maddenin 2. paragrafı saklı kalmak kaydıyla, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “düşünceler” için değil, aynı zamanda kırıcı, çarpıcı veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. 10. maddenin 2. paragrafının da kabul ettiği gibi, sözkonusu özgürlüğün uygulanması konusu görev ve sorumluluklar içermektedir. Bunlar arasında dini inançlar bağlamında, diğerleri için saygısız ve nedensiz olarak kırıcı olan ifadelerden sakınma zorunluluğu yer alabilir (Bkz. örneğin Otto-Preminger-İnstitut ve Murphy-İrlanda, no: 44179/98). AİHM, AİHS tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklere getirilen sınırlandırmaların “demokratik toplumda gerekli olup olmadığını inceleyerek, Sözleşmeci Devletler’in kesin ama sınırsız olmayan takdir payından faydalandıklarını birçok kez beyan etmiştir (Wingrove-Birleşik Kırallık, 25 Kasım 1996 tarihli karar). Dini inançlara yapılan saldırılar konusunda başkalarının haklarının korunmasına bağlı yaptırımların Avrupa ülkelerinde tek bir anlayışa bağlı olmayışı, ahlak ya da din konularında kişisel inançları incitebilecek alanlarda ifade özgürlüğünü düzenlerken, Sözleşmeci Devletler’in takdir payını genişletmektedir (Bkz. örneğin Otto-Preminger-İnstitut ve Murphy-İrlanda). Dolayısıyla bir Devlet, başkalarının düşünce, inanç ve dinlerine saygı ile bağdaşmadığı düşünülen haber ve fikirlerin iletilmesi de dahil olmak üzere bazı tutumları cezalandırmayı amaçlayan tedbirleri almanın gerekli olduğu kanaatine varabilir (Bkz. 9. madde bağlamında, Kokkinakis-Yunanistan, 25 Mayıs 1993 tarihli karar ve Otto-Premingerİnstitut). Ancak kısıtlamanın AİHS ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda nihai olarak karar verme görevi AİHM’nin üzerine düşmektedir. AİHM, bu görevi dava koşullarında müdahalenin “zorunlu sosyal ihtiyaca” cevap verip vermediğini ve “hedeflenen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını değerlendirerek yerine getirmektedir (Wingrove ve Murphy). AİHM’nin karşı karşıya kaldığı sorun, iki temel özgürlüğün uygulanmasına yönelik çelişkili çıkarların karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Bir yandan başvuran için dini doktrin hakkındaki fikirlerini halka iletme hakkı ve diğer yandan diğer insanların düşünce, inanç ve dini özgürlüklerine saygı duyulması hakkı sözkonusudur (Otto-Preminger-İnstitut). Çoğulculuk, hoşgörü ve yeni fikirlere açık olma “demokratik toplumun” özelliklerindendir (Handyside). İster dini çoğunlukta yada azınlıkta bulunsun, kendi dinini ortaya koyma özgürlüğünü kullanmak isteyenler, makul olarak bunu eleştirenlerden uzak bir şekilde yapmayı beklememelidirler. Sözkonusu kişiler, dini inançlarının başkaları tarafından reddedilmesini ve hatta başkaları tarafından inançlarına aykırı doktrinlerin yayılmasını hoşgörüyle karşılamalı ve kabul etmelidirler (Otto-Preminger-İnstitut). Bu davada AİHM kitabın içeriği konusunda, mahkumiyet kararında anılan bölümlerin sert eleştiri dozunda olduğunu gözlemlemektedir. Başvuran, genel olarak dinin, sosyal haksızlıkları “Tanrının isteği”’ymiş gibi belirterek meşrulaştırma etkisinin bulunduğunu ileri sürmektedir. Burada sosyo-politik alanda inançsız bir kimsenin din hakkındaki eleştirel bakış açısı sözkonusudur. Ancak AİHM, kitaptaki dava konusu sözlerde ne inananların doğrudan kişiliğini hedef alan aşağılayıcı bir ton, ne de kutsal sembollere özelliklere Müslümanlara hakarete varan bir saldırı gözlemlemektedir. Kuşkusuz inananlar, dinleri bakımından az da olsa iğneleyici olan bu eleştiriden rahatsızlık duyabilirler (Bkz. a contrario İ.A.-Türkiye, no: 42571/98). Ayrıca AİHM, dava konusu kitabın ilk kez 1992 yılında yayınlandığını ve beşinci baskının yapıldığı 1996 yılına kadar hiçbir soruşturmanın açılmadığını not etmektedir (Bkz. Öztürk-Türkiye, no: 22479/93). Bunun yanısıra AİHM, bir kişinin yaptığı ihbarın Savcılığın cezai soruşturma başlatmasına neden olduğunu tespit etmektedir. AİHM, başvuran aleyhinde verilen on iki ay hapis cezasının çok cüzi miktardaki para cezasına çevrildiğini gözlemlemektedir. Ancak özgürlükten mahrum bırakma cezası riski taşıyan cezai mahkumiyetin, yazar ve yayıncıları dinle bağdaşmayan düşünceleri yayınlamaktan alıkoyma etkisi olabilir ve hatta bu cezai mahkumiyet kararı demokratik toplumun sağlıklı bir şekilde gelişmesi için gerekli çoğulculuğun korunmasına engel teşkil edebilir. Dolayısıyla AİHM, bu davada, dava konusu yayının yapıldığı dönemde incelenen müdahalenin “izlenen meşru amaçla orantılı” olarak değerlendirilmesini sağlayan “kaçınılmaz sosyal bir ihtiyaç”’ın var olduğunun ortaya konulmadığına kanaat getirmektedir. Dolayısıyla AİHM, AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Bkz. Giniewski-Fransa, no: 64016/00). II. AİHS’NİN 6§1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın esas hakkındaki tebliğnamesinin tebliğ edilmemesinden şikayetçi olmaktadır. Başvuran AİHS’nin 6§1 ve 3 –b maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Hükümet, başvuranın Yargıtay önünde yapılan duruşma sırasında Cumhuriyet Başsavcısının tebliğnamesine cevap verme olanağının olduğunu ileri sürmektedir. Başvuran, davayı dosya üzerinden inceleyen sözüedilen mahkeme önünde hiçbir duruşmanın yapılmadığını ileri sürmektedir. Yargıtay önünde duruşma yapılmadığını tespit eden AİHM, Göç-Türkiye (mutatis mutandis no: 36590/97) kararında vardığı sonuca aykırı bir karar almak için hiçbir neden görmemektedir. Dolayısıyla AİHM, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın tebliğnamesinin başvurana tebliğ edilmemesinden dolayı AİHS’nin 6§1 maddesi ihlal edildiği kanaatine varmıştır. III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Başvuran, ödediği para cezasının geri ödenmesini istemektedir. Ayrıca başvuran, kitabın 1998 yılında çıkacak altıncı baskısının hazırlandığını, ancak mahkumiyet kararından dolayı çıkarılamadığını ileri sürmektedir. Çıkarabileceğini umduğu, ancak mahkumiyet kararından dolayı gerçekleştirilemeyen diğer üç baskıya dayanarak hesap yapan başvuran, maddi tazminat olarak 59,4 milyar Türk Lirası istemektedir. Son olarak başvuran, mahkumiyetinden dolayı uğradığı manevi zararının rakam belirtmeksizin telafi edilmesini istemektedir. AİHM, 19 Ocak 1998 tarihli kararla başvurana verilen para cezasının AİHS’nin 10. maddesi alanında tespit edilen ihlalin doğrudan sonucu olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla başvurana ödediği miktarın tamamının geri ödenmesi kararını almak uygun olacaktır. AİHM maddi tazminat talebinin geri kalan kısmının kurgudan ibaret olduğunu ve rakamsal olarak belirtilen talebin delillerle kanıtlanmadığını tespit etmektedir. AİHM, manevi tazminat konusunda başvuranın dava koşullarından dolayı bir takım sıkıntılar duyulabileceğine kanaat getirmektedir. AİHM hakkaniyete uygun olarak ve uğranılan maddi ve manevi zararları gözönüne alarak, başvurana 3.000 Euro ödenmesinin uygun olacağına kanaat getirmektedir. B. Masraf ve Harcamalar Başvuran, AİHM önündeki başvurusu çerçevesinde posta ve fotokopi masraflar için 81.000.000 TL (yaklaşık 50 Euro) ve ulusal mahkemeler önünde yaptığı mahkeme masraflarının yani 210.000 TL (2 Euro) istemektedir. AİHM, bu isteğin makul olduğuna kanaat getirmekte ve başvurana masraf ve harcamalar için 52 Euro ödenmesine karar vermektedir. C. Gecikme Faizi AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE, 1. AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine; 2. AİHS’nin 6§1 ve 3 –b maddesinin ihlal edildiğine; 3. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana maddi ve manevi tazminat olarak 3.000 Euro (üç bin) ve masraf ve harcamalar için 52 Euro’nun (elli iki) miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak ödenmesine, b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine; karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesine uygun olarak 2 Mayıs 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı DOLGUN/Türkiye* Başvuru No. 67255/01 Strazburg 13 Haziran 2006 USUL Davanın nedeni, Göktekin Dolgun’un (“başvuran”), İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. Maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 15 Kasım 2000 tarihinde yapmış olduğu 67255/01 no’lu başvurudur. Başvuran, Mersin Barosu’na bağlı avukat Mahmut Akdoğan tarafından temsil edilmiştir. OLAYLAR DAVANIN OLAYLARI 1934 doğumlu başvuran, Mersin’de ikamet etmektedir. 20 Temmuz 1993 tarihinde, Karayolları Genel Müdürlüğü, başvurana ait Mersin’deki iki arsayı otoyol yapmak amacıyla kamulaştırmıştır. Bir bilirkişi kurulu arsanın değerini belirlemiş, ilgili meblağ kamulaştırma gerçekleştirilirken başvurana ödenmiştir. Başvuranın tazminatın artırılması talebini müteakiben, Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi, 16 Haziran 1994 tarihinde, başvurana, 343.826.000 Türk Lirası’yla (TL) beraber, tapunun devredildiği tarih olan 20 Temmuz 1993 tarihinden itibaren işlemek üzere, mahkemenin karar tarihinde geçerli olan yasal faiz oranının ek tazminat olarak ödenmesine karar vermiştir. Yargıtay 1 Haziran 1998 tarihinde kararı onamıştır. Karayolları Genel Müdürlüğü, 17 Mayıs 2000 tarihinde, başvurana, faiziyle beraber 1.336.460.000 TL ödemiştir. HUKUK I. 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, yetkili makamların ancak altı yıl on ay süren takibatın ardından ödediği kamulaştırma karşılığı ek tazminatın değerinin düştüğünü, bu nedenle, ödenen gecikme faizinin Türkiye’deki yüksek enflasyon oranıyla uyum sağlayamadığını ifade ederek şikayetçi olmuştur. Başvuranın şikayetini dayandırdığı 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ilgili kısmı şöyledir: * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.” A. Kabuledilebilirlik Hükümet, başvurunun AİHS’nin 35 § 1. Maddesi uyarınca altı aylık zaman aşımına bağlı kalmadığı gerekçesiyle, AİHM’nin başvurunun kabuledilmez olduğuna karar verip reddetmesini talep etmiştir. Bu hükmün amacı doğrultusunda, süre, 1 Haziran 1998 tarihinde işlemeye başlamıştır. Ancak başvuran, ulusal mahkemenin nihai kararını vermesinin üzerinden 2 yıl beş ay geçmesine rağmen, AİHM’ye başvurusunu ancak 15 Kasım 2000 tarihinde yapmıştır. AİHM, kendisine sunulan şikayetin, yalnız yetkili makamların ek tazminatı ödemesindeki gecikmeye ve bunun sonucunda başvuranın maruz kaldığı zarara dair olduğunu kaydetmiştir. Yetkili makamlar ödemeyi 17 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleştirmiştir. Başvuran AİHM’ye başvurusunu 15 Kasım 2000 tarihinde yaparak AİHS’nin 35 § 1. Maddesi’nde belirtilen koşulu yerine getirmiştir. Bu nedenle Hükümet’in ön itirazı reddedilmiştir. AİHM, içtihadında belirlenen ilkeler (bkz. diğerlerinin yanı sıra, yukarıda anılan Akkuş) ve kendisine sunulan tüm deliller ışığında, bu şikayetin esaslara ilişkin olarak incelenmesi gerektiği ve kabuledilmez ilan edilmesi için dayanak olmadığı sonucuna varmıştır. B. Esaslar AİHM, bu davadakine benzer olayların incelendiği bazı davalarda, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ihlal edildiğini tespit etmiştir (bkz. Akkuş, yukarıda anılan, s. 1317, § 31). AİHM, Hükümet’in sunduğu delil ve görüşleri inceleyerek, sonucun önceki davalarda varılan sonuçlardan farklı olmadığına karar vermiştir. AİHM, ulusal mahkemelerin ödenmesine karar verdiği ek tazminatın ödemesindeki gecikmenin, kamulaştırmayı gerçekleştiren yetkili makamlara mal edilebileceği ve bu gecikmenin arsanın sahibini kamulaştırılan arsaya ilaveten zarara uğrattığı sonucuna varmıştır. Bu gecikmenin ve bütün olarak takibatın uzunluğunun sonucu olarak, AİHM, başvuranın, genel menfaat gereksinimiyle mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı arasındaki adil dengeyi bozan ağır bir yük altına tek başına girdiğine karar vermiştir. Tüm bu nedenlerle, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi ihlal edilmiş bulunmaktadır. II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran ayrıca, AİHS’nin 6 § 1. Maddesi uyarınca mahkeme takibatının makul olmayan uzunluğu hakkında şikayetçi olmuştur. A. Kabuledilebilirlik Hükümet, yine, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesinin 1 Haziran 1998 tarihli kararını onamasına rağmen, başvurunun AİHM’ye 15 Kasım 2000 tarihinde sunulması nedeniyle AİHS’nin 35 § 1. Maddesi uyarınca altı aylık zaman aşımına bağlı kalmamasından ötürü, AİHM’nin başvurunun kabuledilmez olduğuna karar verip, başvuruyu reddetmesini talep etmiştir. AİHM, takibatın uzunluğuyla ilgili davalarda, hangi mahkemeye ait olursa olsun, verilen kararın uygulanmasının 6. Madde’de belirtilen amaçlar doğrultusunda “duruşma”nın ayrılmaz parçası olarak değerlendirilmesi gerektiği ilkesini benimsediğini yinelemiştir (bkz. 26 Eylül 1996 tarihli Di Pede – İtalya ve Zappia – İtalya kararları, Reports 1996-IV, sırasıyla s. 13831384, §§ 20-24 ve s. 1410-1411, §§ 16-20). AİHM, ulusal mahkemelerin ödenmesine karar verdiği ek tazminatın başvurana 17 Mayıs 2000 tarihinde ödendiğini tespit etmiştir. Bu nedenle, 6. Madde çerçevesindeki “mahkeme kararı”nın da bu tarihte sona erdiği sonucuna varmıştır. AİHM, başvurunun 15 Kasım 2000 tarihinde, altı aylık süre geçmeden yapıldığını kaydetmiştir. Yukarıda anılanlar ışığında, AİHM, Hükümet’in ön itirazını reddeder. AİHM, bu şikayetin AİHS’nin 35 § 3. Maddesi kapsamında dayanaktan yoksun olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca AİHM, şikayetin diğer bakımlardan da kabuledilmez olmadığını kaydeder. B. Esaslar AİHM, yukarıda anılan 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi hususundaki tespitleri (kararın tamamında paragraf 15-17) ışığında, davanın 6 § 1. Madde uyarınca ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığı sonucuna varmıştır. III. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. Maddesi’ne göre: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Maddi ve manevi tazminat Başvuran 6.541 ABD doları (yaklaşık 5.450 Euro) maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Ayrıca 5.000 ABD doları (yaklaşık 4.160 Euro) manevi tazminat talep etmiştir. Hükümet başvuranın talebine itiraz etmiştir. Akkuş kararında (yukarıda anılan, s. 1311, §§ 35-36 ve 39) kullanılan hesaplama yönteminin aynısını kullanarak ve ilgili ekonomik verileri göz önünde tutarak, AİHM, başvurana 1.310 Euro maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir. AİHM, 1 No’lu Protokol’ün 1. Maddesi’nin ihlal edildiğinin tespit edilmesinin, başvuranın maruz kaldığı manevi zarar için başlı başına yeterli adil tazmin oluşturduğu sonucuna varmıştır. B. Mahkeme masrafları Başvuran, ulusal mahkemelerde yapılan mahkeme masrafları için 475.56 ABD doları (yaklaşık 395 Euro), AİHM’de yapılan mahkeme masrafları için de 42 ABD doları (35 Euro) talep etmiştir. Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir. AİHM’nin içtihadına göre, mahkeme masrafları, ancak gerçekliği ve gerekliliği kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödenir. Bu davada, AİHM, sahip olduğu bilgiler ve yukarıda belirtilen ölçütler ışığında, ulusal takibatlardan doğan mahkeme masraflarının karşılanması talebini reddetmiş ve başvurana, AİHM’de açılan takibatlar için 35 Euro tazminat ödenmesinin makul olduğu sonucuna varmıştır. C. Gecikme Faizi AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir. BU NEDENLERLE, AİHM OYBİRLİĞİYLE, 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. AİHS’ne Ek 1 No’lu Protokol’ün 1’inci maddesinin ihlal edildiğine; 3. Başvurunun AİHS’nin 6 § 1. Maddesi uyarınca ayrı olarak incelenmesinin gerekli olmadığına; 4. Bir ihlalin sözkonusu olduğunun tespit edilmesinin, başvuranın maruz kaldığı manevi zarar için başlı başına yeterli adil tazmin teşkil ettiğine; 5. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. Maddesi’ne göre nihai kararın verildiği tarihten itibaren üç ay içinde, aşağıdaki miktarları, ödeme tarihinde uygulanan kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmiş olarak ödemesine: (i) (ii) (iii) 1.310 Euro (bin üç yüz on euro) maddi tazminat; mahkeme masrafları için 35 Euro (otuz beş euro); yukarıdaki meblağlara uygulanabilecek tüm vergiler; (b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona ermesinden, ödeme gününe kadar geçen süre için, yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına karar vermiştir. 6. Başvuranın adil tazmin taleplerinin geri kalanını reddetmiştir. İşbu karar, İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2. ve 3. Maddesi uyarınca 13 Haziran 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. S. DOLLÉ Zabıt Katibi J.-P. COSTA Başkan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı ERGİN/Türkiye (No. 6)* Başvuru No. 47533/99 Strazburg 4 Mayıs 2006 USUL Davanın nedeni, Türk vatandaşı Ahmet Ergin’in (“başvuran”), İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. Maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, 25 Mart 1999 tarihinde yapmış olduğu 47533/99 no’lu başvurudur. Başvuran, İstanbul Barosu’na bağlı avukat K.T. Sürek tarafından temsil edilmiştir. OLAYLAR DAVANIN OLAYLARI 1973 doğumlu başvuran, İstanbul’da ikamet etmektedir. Günlük Emek gazetesinin editörü olan başvuran, 1 Eylül 1997 tarihindeki gazetenin 297. sayısında, “Asker uğurlamalar ve toplumsal hafıza” başlıklı ve Barış Avşar imzalı bir makale yayınlamıştır. 4 Aralık 1997 tarihinde Askeri Savcılık, Askeri Ceza Kanunu’nun 58. Maddesi ve Ceza Kanunu’nun 155. Maddesi uyarınca hareket ederek, başvuranı, yukarıda bahsedilen makaleyi yayınlayarak halkı askerlikten soğutmaya teşvik etmekle suçlamıştır. Başvuran, Askeri Mahkeme’ye, makaleyi Şevki Akbaba’nın yazdığını ve takma adla imzaladığını bildirmiştir. Askeri Mahkeme 20 Ekim 1998 tarihli kararında, başvuranı, ilk olarak, iki ay hapis cezası ve 60.000 Türk lirası (TL) para cezasına çarptırmıştır. Cezaların İnfazı Hakkında Kanun’un (647 Sayılı Kanun), editörlere verilen hapis cezalarının para cezasına dönüştürülmesini sağlayan 4. Maddesi’ne dayanarak, başvuran, son olarak, 1.160.000 TL1 “ağır para cezası” ödemeye mahkum edilmiştir. Askeri Mahkeme, verdiği kararda, rahatsızlığa yol açan makalenin aşağıdaki bölümüne yer vermiştir: * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. (…) Askeri Mahkeme, gözönünde tuttuğu hususlar arasında, askerlik hizmetinin anayasal bir görev olduğuna, başvuranın ise askerliği kötülemiş olmakla, askerleri, polis memurlarını, öğretmenleri ve devlet memurlarını öldüren terör örgütü PKK’ya karşı verilen mücadeleyi de yerdiğine işaret etmiştir. Mahkeme, rahatsızlığa yol açan makalenin ahlaki değerlerle kamu düzenine ters düşen ifadeler barındırdığını savunmuştur. Başvuran, AİHS’nin 6. ve 10. Maddeleri’ne dayanarak, hukuki hususlarla ilgili Askeri Yargıtay’a başvurmuştur. Başvuran, Askeri Mahkeme’nin, kararını, kendisinin suçlamanın esaslarıyla ilgili savunmasını dinlemeden verdiğini savunmuştur. Başvuran, bir sivil olarak, bu mahkeme tarafından yargılanmaması gerektiğini belirtip, bu mahkemenin bağımsız ya da tarafsız olmadığını iddia etmiştir. Askeri Yargıtay Başsavcılığı’nın görüşlerinin bir nüshasının, başvurana verilmediği iddia edilmiştir. Zamanında yaklaşık 4 euro’nun karşılığıdır, para cezalarının tutarları enflasyon göz önüne alınarak düzeltilmez. Mevzuat 2004 yılının Kasım ayında düzenlenene dek kullanılmış olan “ağır para cezası” terimi, Türk Ceza Kanunu’nda, suçlu bulunan kişinin para cezasını ödememesi halinde hapse atılacağı anlamına gelir. 1 10 Şubat 1999 tarihli Askeri Yargıtay’ın nihai kararı ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Askeri Yargıtay, başvuranın esaslarla ilgili savunmasının avukatı tarafından sunulmuş olduğunu ve askeri mahkeme tarafından yargılanmasının kanuna uygun olarak gerçekleştiğini gözlemlemiştir. HUKUK AİHS’NİN 10. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran, cezai mahkumiyetinin, AİHS’nin 10. Maddesi tarafından güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir. A. Kabuledilebilirlik AİHM, AİHS’nin 35 § 3. Maddesi çerçevesinde, şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca şikayetin herhangi başka bir nedenle kabuledilmez olmadığını kaydetmekte, bu nedenle şikayetin kabuledilebilir olarak ilan edilmesi gerektiğini belirtmektedir. B. Esaslar AİHM, başvuranın mahkumiyetinin, yine başvuranın 10 § 1. Madde tarafından korunan ifade özgürlüğü hakkına müdahale teşkil etmesinin taraflar arasında uyuşmazlık yaratmadığını kaydetmektedir. Ayrıca müdahalenin, kanunda öngörüldüğü ve 10 § 2. Madde’nin amacına, yani kamu düzeninin sağlanmasına yönelik meşru bir gaye güttüğü hususunda da uyuşmazlık bulunmamaktadır (bkz. Yağmurdereli – Türkiye, no. 29590/96, § 40, 4 Haziran 2002). AİHM bu takdirle mutabıktır. Bu davada uyuşmazlık, müdahalenin “demokratik bir toplumda zorunlu” olup olmadığı meselesiyle ilgilidir. Hükümet, makalenin yaralılarla askerlik hizmetleri sırasında öldürülen askerlerin ailelerinde rahatsızlık yaratması nedeniyle, başvuranın mahkumiyetinin demokratik bir toplumda zorunlu olduğunu ve askerlik hizmetiyle ilgili eleştirilerin ahlaki değerlerle kamu yararına aykırı olduğunu belirtmiştir. AİHM, daha önce, bu davadakine benzer meseleleri ortaya koyan ve AİHS’nin 10. Maddesi’nin ihlal edildiği davaları incelemiştir (diğer kararlarla birlikte, bkz. Ceylan – Türkiye [BD], no. 23556/94, § 38, AİHM 1999-IV; Öztürk – Türkiye [BD], no. 22479/93, § 74, AİHM 1999-VI; İbrahim Aksoy – Türkiye, no. 28635/95, 30171/96 ve 34535/97, § 80, 10 Ekim 2000; Karkın – Türkiye, no. 43928/98, § 39, 23 Eylül 2003 ve Kızılyaprak – Türkiye, no. 27528/95, § 43, 2 Ekim 2003). AİHM bu davayı içtihat hukuku ışığında incelemiş ve Hükümet’in davanın seyrini değiştirebilecek herhangi bir delil ya da argüman sunmadığına karar vermiştir. Mahkeme, özellikle, makalede kullanılan ifadelerle makalenin yayınlandığı şartlar ve çevreye dikkat etmiştir. Bununla ilgili olarak Mahkeme, kendisine sunulan davayı çevreleyen olayları, özellikle de terörle mücadeleyle bağlantılı sıkıntıları gözönünde bulundurmuştur (bkz. İbrahim Aksoy, yukarıda anılan, § 60 ve Incal – Türkiye, 9 Haziran 1998 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1998-IV, s. 1568, § 58). Rahatsızlık veren makale, geleneksel askere uğurlama törenlerini eleştirmektedir. Yazar, yazı diliyle, bu uğurlamalar çevresinde gelişen coşkunun, ilgili askerlerin bir kısmının yaşadığı ölüm ve sakat kalma gibi trajik sonların inkar edilmesi olduğunu açıklamaktadır. AİHM, Askeri Mahkeme’nin, rahatsızlık veren makalenin ahlaki değerlerle kamu düzenine aykırı düşen ifadeler içerdiğine karar verdiğini kaydetmektedir. AİHM, ulusal mahkemelerin kararlarında temel alınan ve olduğu haliyle başvuranın ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı çıkarmaya yeterli olarak addedilemeyecek unsurları incelemiştir (bkz. mutatis mutandis, Sürek – Türkiye (no. 4) [BD], no. 24762/94, § 58, 8 Temmuz 1999). AİHM, özellikle, rahatsızlık veren makalede kullanılan sözcükler askerlik hizmeti aleyhinde çağrışımlar uyandırsa da, şiddet kullanımını, silahlı direnişi veya isyanı teşvik etmediğini ve söylemlerin nefret içermediğini, bununsa AİHM’nin nazarında dikkate alınacak temel unsur olduğunu gözetmektedir (bkz. karşılaştırmalı olarak, Sürek – Türkiye (no. 1) [BD], no. 26682/95, § 62, AİHM 1999-IV ve Gerger – Türkiye [BD], no. 24919/94, § 50, 8 Temmuz 1999). Ayrıca, düşüncelerin ifade edildiği bağlam, düşüncelerin olası etkileri göz önüne alındığında, pasifist aktivist başvuranın, kısa süre sonra Kuzey İrlanda’ya gönderilecek birliklerin bulunduğu bir askeri kamptaki askerleri firar etmeye teşvik eden bir broşür dağıttığı Arrowsmith – İngiltere davasından ayrılabilir (bkz. Arrowsmith – İngiltere, no. 7050/75, Komisyon’un 12 Ekim 1978 tarihli raporu, Decisions and Reports (DR) 19, s. 5). Bu davada, rahatsızlık veren makale, genel kamuya açık halde satılan bir gazetede yayınlanmıştır. Makale, ne biçimi ne de içeriği itibarıyla, derhal askerden kaçmaya yönlendirmeyi amaçlamıştır. AİHM, “zorunlu” sıfatının, AİHS’nin 10 § 2. Maddesi kapsamında, “acil sosyal gerekliliğin” varolduğunu ifade ettiğini yinelemektedir. Sözleşme’ye taraf olan Devletler’in, böyle bir gerekliliğin varolup olmadığını tayin etme konusunda belirli bir takdir payı bulunmaktadır, ancak bu takdir payı, kanunları ve bağımsız mahkemeler tarafından verilmiş olanlar da dahil olmak üzere bu kanunları uygulayan kararları kapsayan bir Avrupa denetim mekanizmasıyla eşgüdümlüdür. Bu nedenle AİHM’ye, “kısıtlama”nın AİHS’nin 10. Maddesi’nce korunan ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığı hakkında nihai karar verme yetkisi verilmiştir. AİHM, başvuranın cezai mahkumiyetinin, acil bir sosyal gerekliliği karşılamadığını göz önünde tutmaktadır. Buna göre müdahale, “demokratik bir toplumda zorunlu” değildir. Bu nedenle AİHS’nin 10. Maddesi ihlal edilmiştir. II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuran kendisini yargılayan Genel Kurmay Başkanlığı Mahkemesi’nin, Savunma Bakanlığı ve kendilerini atayan Genel Kurmay Başkanlığı’nın emir ve talimatları altında olan iki askeri hakim ve bir subaydan oluşması nedeniyle, bağımsız ve tarafsız bir Mahkeme olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu bağlamda, bir sivil olarak askeri hakimlerden oluşan bir Mahkeme huzurunda yargılanmak üzere bulunması zorunluluğu getirilmesinin, 6. maddenin ihlali anlamına geldiğini belirtmiştir. Başvuran ayrıca Askeri Yargıtay’a bağlı Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşlerinin bir nüshasının kendisine iletilmediği hususunda şikayette bulunmuştur. Bu hususun, AİHS’nin ilgili kısımları aşağıda kaydedilmiş olan 6 §§ 1. ve 3. (b) maddelerinin ihlalini teşkil ettiğini ileri sürmüştür: “Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından ... görülmesini istemek hakkına sahiptir. .... 3. Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: ... (b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; ...” A. Kabuledilebilirlik AİHM şikayetlerin, AİHS’nin 35 § 3. maddesi bağlamında temelden yoksun olmadığını belirtir. Ayrıca, kabuledilemez oldukları sonucuna varmak için hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Bu nedenle, kabuledilebilir olduklarına karar verilmelidir. B. Esaslar 1. Genelkurmay Başkanlığı Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığı (a) Genel ilkeler AİHM öncelikle, bir Mahkeme’nin AİHS’nin 6 § 1. maddesi uyarınca “bağımsız” olup olmadığının tespit edilmesi için diğer durumların yanısıra (inter alia) üyelerinin atanma biçimine, görev sürelerine, dış baskılara karşı alınan önlemlerin varlığına ve Mahkeme’nin bağımsız olarak görünüp görünmediğine dikkat edilmesi gerektiğini yineler (bkz. Zolotas/Yunanistan, no. 38240/02, § 24, 2 Haziran 2005). Bir Mahkeme’nin tarafsızlığı, sözkonusu davanın özel koşullarında, bu bağlamdaki meşru şüpheleri ortadan kaldıran gerekli teminatların sağlandığını doğrulayan objektif bir yaklaşımla değerlendirilmelidir (bkz. Bulut/Avusturya, 22 Şubat 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-II, sayfa 356, § 31, ve Thomann/İsviçre, 10 Haziran 1996 tarihli karar, Raporlar 1996-III, sayfa 815, § 30). AİHM; bir yandan hukuki takibat ile idari takibat arasında; diğer yandan hukuki takibat ile cezai takibat arasında ayrımların yapılması gerektiğini gözlemlemektedir. Sözkonusu davaya ilişkin koşulların, cezai takibat koşulları ile aynı olması nedeniyle AİHM, incelemesini bu özel alanla sınırlı tutacaktır (hukuki veya idari bir davada askeri Mahkemelerin yargı yetkilerinin incelenmesi için, bkz., örneğin, Aksoy (Eroğlu)/Türkiye (karar), no. 59741/00, 3 Kasım 2005). AİHM, 6 § 1. madde tarafından koruma altına alınan bağımsızlık ve tarafsızlık teminatlarına saygı duyulması halinde, AİHS’nin askeri Mahkemeleri, askeri personel aleyhinde suçluluk isnadında bulunmaktan alıkoymadığını yineler (bkz. Morris/İngiltere, no. 38784/97, § 59, AİHM 2002-1; Cooper/İngiltere [BD], no. 48843/99, § 106, AİHM 2003-XII; ve Hakan Önen/Türkiye, (karar), no. 32860/96, 10 Şubat 2004). Ancak iç mevzuatın, sözkonusu Mahkemelere sivilleri, suçluluk istinadında bulunarak yargılama yetkisini verdiği hallerde durum farklıdır. AİHM, AİHS’nin, askeri Mahkemelerin yargı yetkilerini, sivil kişilerin dahil olduğu davalarda kullanmalarını kesinlikle sınırladığının varsayılamayacağını gözlemlemektedir. Ancak, bu tür bir yargı yetkisinin mevcudiyeti, özellikle titiz bir incelemeye tabi tutulmalıdır. Ayrıca AİHM, daha önceki birçok davadan bir sivilin, eğer yalnızca kısmen askeri üyelerden oluşan bir Mahkeme huzuruna çıkmak zorunluluğu altında bulunduğuna özellikle önem vermiştir (bkz., Öcalan/Türkiye [BD], no. 46221/99, § 116, AİHM 2005-..., ve Şahiner/Türkiye, no. 29279/95, § 45, AİHM 2001-IX). Bu tür bir durumun, demokratik bir toplumda Mahkemelerin güven sağladığı kanısını ciddi biçimde sarstığına karar vermiştir (bkz., mutatis mutandis/üzerinde gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra, Canevi ve Diğerleri/Türkiye, no. 40395/98, § 33, 10 Kasım 2004). Bir Mahkemenin, yalnızca askeri üyelerden oluşması durumda geçerli olan bu kanı AİHM’yi, yalnızca çok istisnai durumlarda, bu tür Mahkemelerde siviller aleyhinde yapılan suçluluk isnadının, 6. madde ile uyumlu olduğuna karar verilebileceğini onaylamaya yöneltir. AİHM bu yaklaşımında son on yıldır, askeri Mahkemelerin, sivillere suçluluk isnadında bulunmalarını sınırlayan bir eğilimin mevcut olduğunu onaylayan uluslararası seviyedeki gelişmelerden destek almaktadır (bkz., paragraf 22-25). Bu bağlamda, ilgili BM alt komisyonuna sunulan, adaletin askeri Mahkemeler aracılığıyla uygulanması üzerine hazırlanan rapordan bahsedilmelidir. Raporun 4 No.lu maddesinde: “Askeri Mahkemelerin, prensip olarak, sivilleri yargılama konusunda yargı yetkisi bulunmamalıdır. Her koşulda Devlet, herhangi bir nitelikteki cezai bir suçla itham edilen sivillerin, sivil Mahkemelerce yargılanmasını garanti etmelidir” yazılıdır. Askeri Mahkemelerin, silahlı kuvvetler içerisinde düzen ve disiplini sağlama amacıyla çeşitli yasalarca kurulmuş olduğunu vurgulayan Amerika İnsan Hakları Mahkemesi de benzer bir görev üstlenmiştir (bkz., Cantoral Benavides/Peru, 18 Ağustos 2000, C Serisi no. 69, § 75). Bu nedenle, askeri Mahkemelerin yargı yetkileri, görevlerini icra ederken suç işlemiş askeri personeli kapsamalıdır. AİHM; yargı yetkisinin, prensip olarak bir sivil toplum niteliği olması nedeniyle, ordunun, demokratik Devletler’in anayasal öngörülerinde sahip olduğu özel konumun, ulusal güvenlik alanıyla sınırlı tutulması gerektiğini belirtir. Benzer şekilde, silahlı kuvvetlerin iç düzenini ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kuralların mevcut olduğunu da gözönünde bulundurur. Askeri cezai adaletin gücü, bu tür bir durumu haklı çıkaracak, zorlayıcı nedenlerin bulunmadığı ve bulunsa bile, açık ve öngörülebilir yasal bir temele dayanmadığı müddetçe sivil kişileri kapsamamalıdır. Sözkonusu nedenlerin mevcudiyeti, herbir özel davada kanıtlanmalıdır. İç mevzuatın, in abstracto, askeri Mahkemelere belli suç türlerini atfetmesi yeterli değildir. Davaların bu tür bir tutumla, in abstracto, görüldüğü durumlarda, ilgili sivil vatandaşların konumu, sivil Mahkemelerce yargılanan vatandaşların konumundan farklı olabilir. Askeri Mahkemeler, AİHS standartları ile sivil Mahkemelerle aynı seviyede uyumlu olsa bile, farklı niteliklerine ve mevcut olma nedenlerine bağlı olarak muamelede görülen farklılıklar (bkz. paragraf 45), Mahkemeler huzurunda özellikle ceza davalarında mümkün olduğunca kaçınılması gereken eşitsizlik problemlerine yol açabilir. Son olarak, sivil bir Mahkeme’nin, silahlı kuvvetler aleyhinde bulunmuş olduğu aktiviteler nedeniyle bir sivili yargılama yetkisine sahip olduğu durumlar, sözkonusu Mahkeme’nin tarafsızlığı hususunda makul şüphelerin doğmasına yol açabilir. Askeri bir Mahkeme’nin silahlı kuvvetler mensubu olmayan bir kişiyi yargılama yetkisine sahip olduğu adli bir sistemin, sözkonusu Mahkeme’nin bağımsızlığını temin eden yeterli teminatlar mevcut olsa dahi, Mahkeme ve ceza davasındaki taraflar arasında muhafaza edilmesi gereken mesafeyi sıfıra indirgediği varsayılabilir. (b) Yukarıda belirtilen ilkelerin bu davaya uygulanması Bu davada, başvuranın mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığına itiraz ederken ortaya koyduğu iddiaların olaylara ilişkin aynı unsurları temel alması nedeniyle tarafsızlık ve bağımsızlığa ilişkin konuları ayırmak güçtür. Bu nedenle, AİHM, bunları birlikte inceleyecektir (bkz., örneğin, yukarıda anılan, Şahiner § 37). O amaçla, AİHM, ilk olarak, Türk mevzuatının AİHS ile uyumlu hale getirilmesi amacıyla değiştirilmiş olduğu yönünde Hükümet tarafından temin edilen bilgiyi göz önünde bulundurmaktadır. Ancak, görevinin davanın özel şartlarını değerlendirmekle sınırlı olduğunu belirtmekte; sözkonusu zamandan bu yana yerel mevzuatta değişikliklerin gerçekleşmiş olması sebebiyle davanın başvuran için artık geçerli bir kanuni hak oluşturmadığı kararına varabileceğini değerlendirmemektedir (bkz. Sadak ve Diğerleri – Türkiye, no. 29900/96, no. 29901/96, no. 29902/96 ve no. 29903/96, § 38, AİHM 2001-VIII). AİHM, Askeri Mahkeme’nin kurumsal olarak yürütmeden bağımsızlığı konusunu daha önce inceleme fırsatı olmuş olduğunu ve askeri hakimlerin görevlendirilmesinin ve görevlerini ifa etmelerinde sağlanan korumaların AİHS’nin 6 § 1. maddesinin gerekleri ile uyumlu olduğu kararını verdiğini gözlemlemektedir (bkz. daha önce anılan, Hakan Önen). Ancak, bu davanın şartları, Hakan Önen davasındaki şartlardan önemli ölçüde farklılık göstermektedir. Hakan Önen, askeri hukuku ihlal etme suçundan askeri mahkeme tarafından yargılanmış bir subaydır. Aynı mahkeme suçlamaların benzer olduğu her iki davaya da bakmıştır. Örneğin, her iki dava da askerlik hizmetinden kaçmanın teşvik edilmesine ilişkindir. Ancak, bu davada, başvuran, orduya bağlılık vazifesi olmayan sivil bir kişi, bir gazete editörüdür. Dava dosyası, muhtelif yerel mevzuat hükümlerine bir dizi gönderme ile başvuranın hakkında yargılandığı yayımın “askeri suç” olarak sınıflandırılmış olduğunu ve bunun Askeri Mahkeme’de yargılanmasının tek nedeni olduğunu ortaya koymaktadır. Yukarıda belirtilenlerin ve özellikle uluslararası düzeyde durumun ışığında, AİHM, askerlik hizmeti aleyhinde propaganda yapmaya ilişkin suçlarla itham edilen sivil bir kişi olarak yalnızca askeri personelden oluşan bir mahkemede yargılanan başvuranın, davada bir taraf olarak nitelendirilebilecek askeri hakimlerin huzuruna çıkmaktan endişe duymasının anlaşılır olduğunu değerlendirmektedir. Dolayısıyla, başvuran, Askeri Mahkeme’nin gereksiz yere taraflı düşüncelerden etkilenebileceği konusunda haklı bir endişe duyabilir. Bu nedenle, başvuranın, sözkonusu mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına ilişkin şüpheleri haklı olarak nitelendirilebilir (bkz., mutatis mutandis, yukarıda anılan, Incal, s. 1573, § 72 in fine). Dolayısıyla, AİHS’nin 6 § 1. maddesi ihlal edilmiştir. 2. Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün bir nüshasının başvurana iletilmemesi AİHM, daha önce benzer davalarda, bağımsız ve tarafsız olmadığı tespit edilen bir mahkemenin, yetki alanı içinde bulunan kişilere, hiçbir şekilde, adil yargılama sağlayamayacağı kararını verdiğini gözlemlemektedir. Başvuranın bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkının ihlal edildiği kararını gözönünde bulunduran AİHM, AİHS’nin 6. maddesine ilişkin diğer şikayeti incelemek için bir gerekçe olmadığını değerlendirmektedir (bkz., diğer içtihatların yanı sıra, Çıraklar – Türkiye, 28 Ekim 1998 tarihli karar, Reports 1998-VII, s. 3074, §§ 44-45). III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesi şöyledir: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Tazminat Başvuran 5.000 Euro (Euro) manevi tazminat talep etmiştir. Hükümet aşırı olarak nitelediği bu talebe itiraz etmiştir. Manevi tazminata ilişkin olarak, AİHM, başvuranın davanın olayları nedeniyle bir derece rahatsızlık hissetmiş olarak değerlendirilebileceği kanısındadır. Bu zarara karşılık başvurana 2.000 Euro tazminat ödenmesi gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, kişinin, bu davada olduğu gibi, AİHS’nin gerektirdiği bağımsızlık ve tarafsızlık koşullarını sağlamayan bir mahkeme tarafından mahkum edildiği durumda, uygun tazmin yolunun, başvuran talep ettiği takdirde, başvuranın duruşmasının yeniden yapılması veya takibatın yeniden açılması olduğunu değerlendirmektedir (bkz., yukarıda anılan, Öcalan § 210 in fine). B. Mahkeme masrafları Başvuran, ayrıca, yerel mahkemeler ve AİHM’de yaptığı mahkeme masraflarına karşılık 3.000 Euro talep etmiştir. Hükümet asılsız olması nedeniyle bu talebe karşı çıkmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadına göre, başvuran, ancak mahkeme masraflarının zorunlu olarak ve gerçekten yapıldığı ve miktarının makul olduğu kanıtlandığı durumda mahkeme masraflarının ödenmesi hakkına sahiptir. Bu davada, sahip olduğu tüm bilgileri ve yukarıda belirtilen kriterleri gözönünde tutan AİHM, başvurana, tüm mahkeme masraflarını kapsamak üzere, 1.500 Euro tazminat ödenmesine karar vermeyi makul değerlendirir. C. Gecikme faizi AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar verir. BU SEBEPLERLE, AİHM OYBİRLİĞİ İLE 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. AİHS’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine; 3. Askeri Mahkeme’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin olarak AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edildiğine; 4. AİHS’nin 6. maddesi uyarınca olan diğer şikayetin incelenmesinin gerekli olmadığına; 5. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, 2.000 Euro (iki bin Euro) manevi tazminat ve mahkeme masraflarına karşılık 1.500 Euro (bin beş yüz Euro) artı bu miktarlara tabi olabilecek her türlü vergiyi ödeme günündeki kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na dönüştürmek üzere ödemesine; (b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için yukarıdaki miktarlara Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; 6. Başvuranın adil tazmin talebinin kalanının reddine KARAR VERİR. İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2 ve 3. maddesi uyarınca 4 Mayıs 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. Michael O’BOYLE Zabıt Katibi Nicolas BRATZA Başkan AİHS’nin 45 § 2. maddesine ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 74 § 2. maddesine uygun olarak, Sayın Türmen’in mutabakat şerhi bu karara eklenmiştir. N.B. M.O’B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı GÖKÇE VE DEMİREL/Türkiye* Başvuru No. 51839/99 Strazburg 22 Haziran 2006 USUL Dava, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine, Caferi Sadık Gökçe ve Rıza Demirel isimli iki Türk vatandaşı (“başvuranlar”) tarafından, 3 Haziran 1999 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurudan (no. 51839/99) kaynaklanmaktadır. Kendilerine adli yardım tanınmış olan başvuranlar, İstanbul Barosu’na bağlı avukat G. Tuncer tarafından temsil edilmişlerdir. 9 Ocak 2003 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Üçüncü Daire), başvurunun kısmen kabuledilmez olduğuna karar vermiş ve başvuranların polis nezaretinde kötü muamele gördüklerine, tutuklu yargılanma sürelerine, davalarının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme haklarına ve masumiyet karinesine ilişkin şikayetlerini Hükümet’e bildirmeye karar vermiştir. OLAYLAR Başvuranlar sırasıyla 1975 ve 1969 doğumludurlar ve AİHM’ye başvuruda bulundukları dönemde Gebze cezaevinde tutulmaktaydılar. 9 Mart 1995 tarihinde, başvuranlar, DEV-SOL (Devrimci Sol) isimli yasa dışı silahlı bir örgüte üye olma şüphesi üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi polis memurları tarafından yakalanmışlardır. Başvuranların polis nezaretinde işkenceye maruz kaldıkları iddia edilmiştir. 21 Mart 1995 tarihinde, başvuranlar, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan bir uzman hekim tarafından muayene edilmişlerdir. Uzman hekim, başvuranların vücudunda herhangi bir yara izi olmadığını rapor etmiş ve Caferi Sadık Gökçe’nin omzunda ağrı olduğuna dair şikayeti olduğunu kaydetmiştir. Aynı tarihte, başvuranlar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı’nın ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi 3. Daire’sinin huzuruna çıkarılmışlardır. Caferi Sadık Gökçe, hakkındaki suçlamaları kabul etmiş ve gözaltında vermiş olduğu ifadelerin doğruluğunu teyit etmiştir. Öte yandan, Rıza Demirel, polis ifadelerini ve hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiştir. Mahkeme, tutuklu yargılanmalarını emretmiştir. 13 Nisan 1995 tarihinde, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranları Ceza Kanunu’nun 168 § 2. maddesi uyarınca yasadışı bir örgüte üye olmakla suçlayan bir iddianame sunmuştur. 21 Eylül 1995 tarihinde, her iki başvuran da, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde tutuklulukları sırasında işkenceye maruz kalmış olduklarını ve polis memurları tarafından önceden hazırlanmış olan ifadeleri imzalamak zorunda bırakılmış olduklarını iddia etmişlerdir. Sonrasında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 21 Mart 1995 tarihinde düzenlenmiş olan ve başvuranların kötü muameleye dair hiçbir iz taşımadıklarını belirten tıbbi raporları okumuştur. Müteakip tarihlerde, başvuranlar ilk derece mahkemesinde kötü muamele iddialarını yinelemişlerdir. Her duruşmanın sonunda, mahkeme, başvuranların tutuksuz yargılanma taleplerini reddetmiş ve tutuklu yargılanmalarını emretmiştir. 11 Mayıs 1999 tarihinde, başvuranlar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Dördüncü Daire Başkalığı’na temyiz başvurusunda bulunmuşlar ve tutuksuz yargılanmayı talep etmişlerdir. 12 Mayıs 1999 tarihinde, talepleri reddedilmiştir. 24 Eylül 1999 tarihinde, yargılanmalarını emretmiştir. ilk derece mahkemesi, başvuranların tutuksuz 17 Aralık 2003 tarihinde, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranları mahkum etmiş ve on iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır. Başvuranlar temyiz etmişlerdir. Nisan 2005’de, Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını bozmuş ve davayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermiştir. Dava ilk derece mahkemesinde halen devam etmektedir. HUKUK I. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuranlar, AİHS’nin 3. maddesi uyarınca polis nezaretinde kötü muameleye maruz kalmış olduklarından şikayetçi olmuşlardır. 3. madde şöyledir: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Hükümet, başvuranların, iç hukuk yollarını tüketmiş olarak değerlendirilemeyeceklerini zira kötü muamele iddialarına yönelik cezai soruşturma açılması amacıyla Cumhuriyet Savcısı’na resmi bir şikayette bulunmamış olduklarını ileri sürmüştür. Ayrıca, başvuranların kötü muamele iddialarına karşılık tazminat talep etmediklerini iddia etmiştir. Bundan başka, Hükümet, başvurunun çok geç yapılmış olduğunu zira başvuranların, AİHM’ye polis nezaretlerinin bitiminden itibaren altı ay içinde başvurmuş olmaları gerektiğini ileri sürmüştür. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Başvuranların şikayetinin esasları hakkında, Hükümet, başvuranlara ilişkin tıbbi raporların, başvuranların vücutlarında kötü muameleye dair hiçbir iz olmadığı sonucunu ortaya koyduğunu belirtmiştir. Hükümet, ayrıca, başvuranların, 21 Mart 1995 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcısı huzurunda, iddia edilen kötü muameleye ilişkin şikayette bulunmadıklarını ileri sürmüştür. Hükümet, bu nedenle, başvuranların kötü muamele iddialarının asılsız olduğu sonucuna varmıştır. Başvuranlar, yanıt olarak, sözkonusu tıbbi raporların gerçeği yansıtmadığını zira ilgili zamanda tıbbi personelin de Devlet yetkilileri tarafından baskı altına alındığını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca, Caferi Sadık Gökçe’nin aslında doktora omzundaki ağrıdan şikayetçi olmuş olduğunu ancak daha detaylı bir muayene için hastaneye götürülmemiş olduğunu iddia etmişlerdir. AİHM, başvuranların bu davada iç hukuk yollarını tüketip tüketmediklerini ve başvurunun altı ay zaman sınırı içinde yapılıp yapılmadığını tespit etmenin gerekli olduğunu değerlendirmemektedir. Zira aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı başvuru açıkça dayanaktan yoksundur. AİHM, başlangıç olarak, AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiası durumunda delil değerlendirmesi yaparken, ispat ölçütü olarak “suçun kesin olarak veya her türlü makul şüpheden uzak olarak kanıtlanmış olması” ölçütünü benimsediğini anımsar (bkz. Avşar – Türkiye, no. 25657/94, § 282, AİHM 2001-VII). Böyle bir ispat, ancak, yeterli derecede kuvvetli, açık ve uygun sonuçların veya benzer çürütülmemiş fiili karinelerin bir arada var olmasına bağlı olabilir (bkz. İrlanda – İngiltere, 18 Ocak 1978 tarihli karar, Seri A no. 25, s. 65, § 161). AİHM, görevinin yardımcı niteliğine duyarlıdır ve bunun belirli bir davanın şartlarınca kaçınılmaz kılınmadığı durumda bir ilk derece mahkemesinin görevini üstlenirken dikkatli olmalıdır (bkz, örneğin, McKerr – İngiltere (karar), no. 28883/95, 4 Nisan 2000). Ancak, bu davada olduğu gibi AİHS’nin 3. maddesi uyarınca iddialarda bulunulduğu durumda, AİHM, özellikle tam bir inceleme uygulamalıdır (bkz., mutatis mutandis, Ribitsch – Avusturya, 4 Aralık 1995 tarihli karar, Seri A no. 336, § 32 ve yukarıda anılan Avşar § 283). Bu davada, başvuranlar, AİHM’de, gözlerinin kapatılmış olduğu ve kendilerine yemek verilmemiş olduğu dışında hiçbir detaydan bahsetmeden işkence görmüş olduklarından şikayetçi olmuşlardır. Caferi Sadık Gökçe, 21 Eylül 1995 tarihinde, ilk derece mahkemesinde, Filistin askısına maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu iddiayı yargılamanın ileriki aşamalarında yinelememiştir. AİHM, davada, başvuranların İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde polis nezaretinde tutuldukları sırada 3. madde tarafından yasaklanan muameleye maruz kalıp kalmadıkları hakkında şüphe uyandıran bazı unsurlar olduğunu belirtmektedir. İlk olarak, başvuranlar, polis nezareti süresinin bitiminden hemen sonra, 21 Mart 1995 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurunda kötü muamele iddialarını dile getirmemişlerdir. 21 Eylül 1995 tarihinde, başvuranlar ve onların avukatı, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde, başvuranların polis nezaretinde oldukları sürede kötü muameleye maruz kalmış olduklarını ileri sürmüşlerdir. İşkence iddiaları karşısında, ilk derece mahkemesi başvuranların bedenlerinde kötü muameleye dair bir iz olmadığını belirten tıbbi raporları okumuştur. 19 Şubat 1997 ve 6 Şubat 1998 tarihlerinde ilk derece mahkemesinde ve mahkemeye sundukları 28 Nisan 1999 tarihli yazılı ifadelerinde başvuranlar iddialarını yinelemişlerdir; ancak, dava dosyasında, iddialarını 28 Nisan 1999 tarihinden sonra İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde ileri sürdüklerini ortaya koyan bir belge mevcut değildir. İkinci olarak, 21 Mart 1995 tarihli tıbbi raporlar başvuranların bedenlerinde kötü muameleye dair bir iz ortaya koymamıştır. AİHM, bu raporlarda mevcut olan detay eksikliğinin farkındadır. Bununla beraber, AİHM, dava dosyasında, bu raporlardaki bulgular hakkında şüphe uyandıracak veya başvuranların iddialarını destekleyecek başka bir belgenin mevcut olmadığını belirtmektedir (bkz. Sevgin ve İnce – Türkiye, no. 46262/99, § 57, 20 Eylül 2005). Sonuç olarak, elindeki deliller, AİHM’nin, kesin olarak veya her türlü makul şüpheden uzak olarak başvuranların kötü muameleye maruz kaldıklarına karar vermesini mümkün kılmaz. AİHM, bu şikayetin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve AİHS’nin 35 §§ 3 ve 4. maddesi gereğince reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir. II. AİHS’NİN 5 § 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuranlar, tutuklu yargılanma sürelerinin AİHS’nin 5 § 3. maddesi tarafından öngörülen “makul süre” şartını aştığı konusunda şikayetçi olmuşlardır. Sözkonusu maddenin ilgili kısmı şöyledir: “Bu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullara uyarınca yakalanan veya tutulu durumda bulunan herkes[in] … makul bir süre içinde yargılanmaya veya adli kovuşturma sırasında serbest bırakılmaya hakkı vardır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilir.” Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir. A. Kabuledilebilirlik AİHM, AİHS’nin 35 § 3. maddesi anlamı dahilinde, bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını belirtmektedir. Ayrıca, başka açılardan da kabuledilmez olmadığını belirtmektedir. Bu nedenle, kabuledilebilir bulunmalıdır. B. Esaslar Hükümet, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, başvuranların tutuklu yargılanma süresini haksız yere uzatmamış olduğunu ileri sürmüştür. Başvuranların itham edildikleri suçlar ciddi niteliktedir ve tutuklu yargılanmaları aynı zamanda kaçmalarını engellemek için gerekli olmuştur. Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranların kaçma ve delilleri veya izleri yok etme riskini ve başvuranların tutukluluklarının devamının kamu yararına olduğunu göz önünde bulundurmuştur. Başvuranlar, tutuklu yargılanmalarının devamına yönelik olarak İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından sunulan gerekçelerin yetersiz olduğunu iddia etmişlerdir. AİHM, sözkonusu bir davada sanığın tutuklu yargılanma süresinin makul süreyi aşmamasını sağlama görevinin öncelikle ulusal yargı makamlarına düştüğünü yinelemektedir. Bu amaçla, masumiyet karinesi ilkesine bağlı kalarak, kişisel özgürlüğe saygı kuralına uymamayı haklı çıkaran gerçek bir kamu yararı gereğinin mevcudiyetini destekleyen veya çürüten delilleri incelemeli ve bunları serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında ortaya koymalıdırlar. AİHM, AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edilip edilmemiş olduğu hususunda bir karara varırken esas olarak sözkonusu kararlarda belirtilen nedenler ve itirazlarında başvuran tarafından ortaya konan saptanmış gerçekleri temel almalıdır (bkz. Assenov ve Diğerleri – Bulgaristan, 28 Ekim 1998 tarihli karar, Reports of Judgments and Decisions 1998-VIII, § 154). Yakalanan kişinin bir suç işlemiş olduğuna ilişkin makul şüphenin devamı, tutululuğun devamının geçerliliği için mutlaka aranılan bir koşuldur ancak, belirli bir süre sonra yeterli olmamaktadır. AİHM bu durumda adli makamlarca öne sürülen diğer gerekçelerin, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı çıkarmaya devam edip etmediğini tespit etmelidir (bkz., diğer kararların yanı sıra, Ilijkov – Bulgaristan, no. 33977/96, § 77, 26 Temmuz 2001 ve Labita – İtalya [BD], no. 26772/95, §§ 152-153, AİHM 2000-IV). AİHM, sözkonusu davada, gözönüne alınacak sürecin, başvuranların polis nezaretine alındıkları tarih olan 9 Mart 1995 tarihinde başladığını ve başvuranların tutuksuz yargılanmalarına karar verildiği tarih olan 24 Eylül 1999 tarihinde sona erdiğini belirtmektedir. Böylece, bu süre dört yıl ve altı aydan fazla sürmüştür. Bu süre zarfında, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranların tutukluluklarının devamı durumunu, kendi gerek görmesi veya başvuranların talebi üzerine her duruşmanın sonunda incelemiştir. Ancak, Devlet Güvenlik Mahkemesi, “suçun niteliğini, delillerin durumunu ve tutukluluk süresini göz önünde tutarak” gibi klişe ifadeler kullanarak başvuranların tutuklu yargılanmalarının devamını emretmiştir. AİHM, başvuranlara yüklenen suçun ciddiyetini ve ilgili cezanın katılığını göz önüne almaktadır. Ancak, AİHM, kaçma tehlikesinin, yalnızca cezanın katılığı temelinde değerlendirilemeyeceğini; ancak, ya böyle bir tehlikenin varlığını doğrulayabilecek ya da bu tehlikeyi tutuklu yargılanmayı haklı çıkarmayacak kadar önemsiz gösterebilecek, diğer ilgili ek unsurlar açısından incelenmesi gerektiğini hatırlatır (bkz., Letellier – Fransa, 26 Haziran 1991 tarihli karar, Seri A no. 207, § 43). Bu bağlamda, AİHM, yerel mahkemenin başvuranların tutuklu yargılanma süresini uzatmaya ilişkin kararlarında, bu şekilde yeterli gerekçelerin mevcut olmadığını kaydeder. Ayrıca, genellikle “delil durumu” ifadesi, ciddi suç göstergelerinin mevcudiyeti ve devamlılığı hususunda ilgili bir etken olsa dahi, sözkonusu davada bu ifade, tek başına, başvuranların şikayette bulunduğu gözaltı süresinin uzunluğunu haklı gösteremez (bkz. Demirel/Türkiye, no. 39324/98, § 59, 28 Ocak 2003, ve Karagöz/Türkiye, no. 5701/02, § 42, 20 Ekim 2005). Yukarıda anılan kanaatler, AİHM’nin, ilk derece mahkemesinin basmakalıp muhakemesi gözönüne alındığında, başvuranların dört yıl altı aydan fazla süren tutuklu yargılanma sürelerinin haklı çıkarılabileceğinin gösterilmemiş olduğu sonucuna varması için yeterlidir. Dolayısıyla AİHS’nin 5 § 3. maddesi ihlal edilmiştir. III. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI A. Adil Yargılama Başvuranlar, kendileri ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi hususunda başlatılan cezai takibatın, polis tarafından işkenceye maruz bırakıldıkları sırada alınan ifadelerine dayandığını ileri sürmüşlerdir. İddialarını, AİHS’nin aşağıda kaydedilen 6. maddesine dayandırmışlardır: “Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından davasının ... hakkaniyete uygun ... olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Hükümet, bu hususta görüş belirtmemiştir. AİHM, 2005 Nisan ayında Yargıtay’ın, ilk derece mahkemesinin kararını feshettiğini, 16 Haziran 2004 tarihli 5190 No.lu Kanun’la, Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılmış olduğu için davayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne devrettiğini ve dava işlemlerinin halen ilk derece mahkemesi huzurunda devam ettiğini gözlemlemektedir. AİHM, sonuç olarak, başvuranlar hususunda açılan takibatların kapsamlı bir incelemesinde bulunacak konumda değildir ve yerel mahkemelerin vereceği kararlar veya başvuranlar, yargılamalarının AİHM huzurunda iddialarını dayandırdıkları haklarını ihlal ettiği kanısına varmış olsalar dahi sözkonusu iç hukuk yolunun, başvuranlara uygulanabilecek olması nedeniyle hukuk meselelerinde ikinci bir temyizin doğuracağı sonuçlar üzerinde çıkarımlar yapamayacağı kanısındadır. Bu nedenle sözkonusu şikayet, iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle AİHS’nin 35 §§ 1. ve 4. maddeleri uyarınca reddedilmelidir. B. Makul Süre Başvuranlar, dava işlemlerinin süresinin, AİHS’nin ilgili kısmı aşağıda kaydedilen 6 § 1. maddesinde öngörülen “makul süre” gereğine uygun olmadığı hususunda şikayette bulunmuştur: Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde ... görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Hükümet, sözkonusu iddiaya itiraz etmiştir. Gözönünde bulundurulması gereken süre, 9 Mart 1995 tarihinde başlamıştır ve halen sona ermemiştir. Sonuç olarak, davayı iki kez incelemiş olan iki yargı dönemi için yaklaşık on yıl on ay sürmüştür. 1. Kabuledilebilirlik AİHM, başvurunun sözkonusu kısmının AİHS’nin 35 § 3. maddesi uyarınca temelden yoksun olmadığını belirtmektedir. Ayrıca başvurunun kabuledilemez olduğu sonucuna varmak için gerekçe bulunmadığını belirtmektedir. Bu nedenle, kabuledilebilir olduğuna karar verilmelidir. 2. Esaslar AİHM, dava işlemleri süresinin makul olup olmamasının, dava koşulları ve aşağıda kaydedilen kriterler ışığında değerlendirilmesi gerektiğini yineler: davanın karmaşıklığı, başvuranların ve ilgili makamların tutumları (bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], no. 25444/94, § 67, AİHM 1999-II). Kendisine sunulan delilleri inceleyen ve konuya ilişkin içtihatları göz önünde bulunduran AİHM, sözkonusu davada dava işlemleri süresinin, haddinden fazla olduğu ve “makul süre” gereğini karşılamadığı kanısındadır. Dolayısıyla, başvuranlar hususunda açılan cezai takibatın süresi nedeniyle AİHS’nin 6 § 1. maddesi ihlal edilmiştir. C. Masumiyet Karinesi Başvuranlar, AİHS’nin 6 § 2. maddesi uyarınca masumiyet karinesine ilişkin haklarının, yakalanmalarını müteakiben polis memurlarının, kendilerini gazetecilere suçlular olarak tanıtması ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce hazırlanan bir fezlekenin, dava dosyasına dahil edilmesi nedeniyle ihlal edilmiş olduğu hususunda şikayette bulunmuşlardır. 6§2. madde aşağıda kaydedilmiştir: “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.” Hükümet, yerel makamlar huzurunda AİHS’ye ilişkin sıkıntılarını dile getirmemiş olmaları nedeniyle başvuranların iç hukuk yollarını tüketmiş olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Sözkonusu şikayetin esaslarına ilişkin olarak 6 § 2. maddenin, yetkili makamların devam etmekte olan cezai soruşturmaya ilişkin halkı haberdar etmesini engellemediğini belirtmişlerdir. Başvuranlar, ilk iddialarını yinelemiştir. AİHM, başvuranlar tarafından gerçek olduğu iddia edilen olayların, başvurunun sözkonusu kısmının aşağıda kaydedilen nedenlerden dolayı kabuledilebilir olmaması nedeniyle, AİHS’nin 6 § 2. maddesinin ihlal edilmiş olduğunu ortaya koyup koymadığına karar vermenin gerekli olmadığı kanısındadır. AİHM, AİHS’nin 35 § 1. maddesinde öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının, uluslararası adli bir makam veya uyuşmazlık mahkemesi önünde Devlet’e karşı dava açma yoluna gidenler için öncelikle yerel bir adli sistemce sağlanan iç hukuk yollarını tüketme mecburiyetini getirdiğini yinelemektedir. Sonuç olarak Devletlerin, kendi yasal sistemleri aracılığıyla davaları çözümlemeden önce uluslararası bir organ önünde fiillerine ilişkin açıklamada bulunma mecburiyetleri bulunmamaktadır (bkz. De Wilde, Ooms ve Versyp/Belçika, 18 Haziran 1971 tarihli kararlı, A Serisi no. 12, § 50). AİHM ayrıca önünde sunulması amaçlanan şikayetlerin, en azından esasen ve resmi gereklere uygun olarak yerel makamlar önünde sunulmasının yeterli olduğunu yinelemektedir (bkz. Fressoz ve Roire/Fransa [BD], no. 29183/95, § 37, AİHM 1999-I). AİHM, yerel mahkemelere sundukları yazılı ve sözlü ifadelerinde başvuranların, AİHS’ye ilişkin sıkıntılarını ortaya koyduklarını ancak, esasen veya şeklen masum olduklarının kabul edilmesi hususundaki haklarının, yakalanmalarını müteakiben polis tarafından düzenlenen basın toplantısı sonucu ihlal edilmiş olduğuna dair şikayette bulunmadıklarını belirtmektedir. Bu nedenle başvuranlar, iç hukuk yollarını tüketmemişlerdir ve başvurunun sözkonusu kısmı, AİHS’nin 35 §§ 1. ve 4. maddeleri uyarınca kabuledilemez olması nedeniyle reddedilmelidir. IV. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI Başvuranlar, kötü muamele iddiaları hususunda etkin bir iç hukuk yolu bulunmadığına ilişkin şikayette bulunmuşlardır. Şikayetlerini, AİHS’nin 13. maddesine dayandırmışlardır: “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir.” Hükümet, başvuranların 3. madde bağlamındaki sıkıntıları için “savunulabilir bir iddia” ortaya koymamış olmaları nedeniyle yetkili makamların, 13. madde uyarınca bir iç hukuk yolu sağlama yükümlülüklerini yerine getirmemiş oldukları sonucuna varılamayacağını belirtmiştir. Başvuranlar, Asliye Mahkemesi’nde ve sözkonusu mahkemede yer alan Cumhuriyet Savcısı’nın, işkence gördüklerine dair iddiaları karşısında tamamiyle tepkisiz kalmış olduğunu belirtmiştir. AİHM 13. maddenin yerel düzeyde, iç hukuk sisteminde koruma altına alınma halleri ne şekilde olursa olsun, AİHS’ye ilişkin hak ve özgürlüklerin esasını yürürlüğe koyacak bir iç hukuk yolunu garanti ettiğini hatırlatmaktadır. Ancak 13. madde yalnızca, şahsın AİHS’nin ihlal edilmesinden dolayı mağdur duruma düştüğüne ilişkin “savunulabilir bir iddia” ortaya koyması durumunda uygulanır (bkz., 27 Nisan 1988 tarihli Boyle ve Rice/İngiltere kararı, A Serisi no. 131, § 52). AİHM, sözkonusu davada sunulan deliller temel alındığında, başvuranların polis tarafından gözaltında tutuldukları sırada kötü muameleye maruz bırakıldıklarının makul şüphenin ötesinde tespit edilmemiş olduğunu yinelemektedir (bkz. paragraf 32). 3. madde bağlamındaki şikayetlerinin açıkça temelden yoksun olduğu sonucuna varmasına neden olan görüşlere ilişkin AİHM başvuranların, 13. madde uyarınca bir iç hukuk yolunu gerekli kılacak sözkonusu sıkıntıları için “savunulabilir bir iddia” sunmadıkları kanısındadır. Bu nedenle sözkonusu şikayet, açıkça temelden yoksundur ve AİHS’nin 35 §§ 3. ve 4. maddelerine uygun olarak reddedilmelidir. V. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesi aşağıda kaydedilmiştir: “Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.” A. Zarar Başvuranların herbiri, manevi zarar için 30,000 Euro tazminat talep etmiştir. Ayrıca, maruz kaldıkları maddi zarar için de tazminat istemişler ancak, miktarın belirlenmesini AİHM’nin takdirine bırakmışlardır. Hükümet, sözkonusu iddialara itiraz etmiştir. Maddi zarar ilişkin AİHM, başvuranların iddialarını destekleyici hiçbir belge sunmamış olduklarını gözlemler ve talepleri reddeder. Manevi zarara ilişkin AİHM, başvuranların dava koşullarında belli bir sıkıntıya maruz kalmış olabilecekleri kanısındadır. Adil bir değerlendirmede bulunan AİHM, başvuranların herbirine manevi tazminat olarak 10,000 Euro verilmesine karar verir. B. Mahkeme Masrafları Başvuranlar ayrıca Mahkeme huzurunda maruz bırakıldıkları masraf ve harcamalar için 6,000 Euro tazminat talep etmişlerdir. Hükümet, sözkonusu talebin haddinden fazla olduğunu ileri sürmüştür. AİHM içtihatına göre, başvuran ancak gerekli olduğu için maruz bırakıldığının ve miktarının makul olduğunun doğrulanması halinde masraf ve harcamalarının tazminine hak kazanır. Sözkonusu davada, kendisine sunulan bilgiler ve yukarıda kaydedilen kriterler ışığında AİHM başvuranlara, AİHM önündeki davalarda yaptıkları masraf ve harcamalar için toplam 1,500 Euro ödemenin makul olduğu kanısındadır. C. Gecikme Faizi AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın benimsenmesinin uygun olduğu kanısındadır. BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE, 1. Şikayetlerin, başvuranların tutuklu yargılanma süreleri ve haklarında açılan cezai takibata ilişkin kısmının kabuledilebilir, kalan kısmının kabuledilemez olduğuna, 2. AİHS’nin 5 § 3. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna, 3. AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna, 4. (a) Sorumlu Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere aşağıda kaydedilen miktarları ödemesine; (i) Manevi zarar için her bir başvurana 10,000 Euro (on bin Euro), (ii) Mahkeme masrafları için başvuranlara toplam olarak 1,500 Euro (bin beş yüz Euro), (iii) Yukarıdaki miktarlara uygulanabilecek her tür vergi, (b) Yukarıda değinilen üç ayın bitiminden ödemeye kadar, basit faizin Avrupa Merkez Bankası’nın gecikme süresi boyunca marjinal ödünç verme oranına üç yüzdelik puan eklenerek yukarıdaki miktarların üzerine ödenmesine karar vermiş, 5. Başvuranların adil tazmin taleplerinin kalan kısmını reddetmiştir. İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış olup 22 Haziran 2006 tarihinde, İçtüzüğün 77. Maddesi’nin 2 ve 3. fıkraları uyarınca yazılı olarak tebliğ edilmiştir. Vincent BERGER Yazı İşleri Müdürü Boštjan M. ZUPANČIČ Başkan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı GÖK VE DİĞERLERİ/Türkiye Davası* Başvuru No:71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01 Strazburg 27 Temmuz 2006 OLAYLAR Başvuranlar Şanlıurfa’da ikamet etmektedir. Başvuranlar, Karaköprü’de (Şanlıurfa) bulunan tapu sicil kaydına 740 parsel numarasıyla kayıtlı olan bir arsanın miras yoluyla mülkiyet hakkına sahiptirler. Dosyada bulunan belgelere göre başvuranların arsadaki pay dağılımı şu şekildedir: 6.616 m² Ersöz’ün eşi Dursun Gök’e ait olup, diğer üç başvuranın her birinin 1.654 m² payı bulunmaktadır. Arsa Milli Savunma Bakanlığı tarafından işgal edilmiştir. 1. 71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01 Numaralı Başvurular a) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminat başvurusu Başvuranlar, 24 Eylül 1996 tarihinde kamulaştırma tazminatı almak amacıyla Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi önünde dava açmışlardır (dava no: 1998/24). Başvuranlar, parsellerinin Milli Savunma Bakanlığı tarafından kamulaştırmasız el atılmasının de facto fiilen kamulaştırma anlamına geldiğinden, bu amaçla kamulaştırma tazminatı olarak 25.000.000.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak 225.680 Euro] istemişlerdir. Milli Savunma Bakanlığı, fiilen kamulaştırmanın 1977 yılında gerçekleştiğinden dolayı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesi gereğince zamanaşımına uğradığını ve sözüedilen davanın, arsaya kamulaştırmasız el atılmasından sonra yirmi yıl içinde açılmadığını ileri sürmektedir. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi üzerine hazırlanan bilirkişi raporunda dava konusu arsanın bedeli 49.669.647.300 TL [o dönemde yaklaşık olarak 145.000 Euro] olarak belirlenmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi daha sonra, arsa keşfini gerçekleştirmiş ve davacı tarafın tanıklarını dinlemiştir. Tanıklar, 1988-89 yılında dava konusu parselin yakınlarında bulunan mühimmat deposunun patlamasının ardından, arsanın dikenli tellerle çevrildiğini ve girişin yasaklandığını belirtmişlerdir. Ayrıca Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi üzerine Malatya Belediyesi, dava konusu parselin 1977 yılından bu yana, ordu tarafından atış eğitim alanı olarak kullanıldığını belirtmiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. Asliye Hukuk Mahkemesi 27 Ekim 1998 tarihli kararla, başvuranları haklı bulmuş ve taleplerini kabul etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, fiili kamulaştırmadan dolayı başvuranlara 24 Eylül 1996 tarihinden itibaren işlemek üzere yasal faizle birlikte 25.000.000.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak 71.955 Euro] tazminat ödenmesine karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi, özellikle İdare’nin, dava konusu parselin 1977 yılından bu yana ordu tarafından işgal edildiğini ortaya koyamadığına ve sonuç olarak sözkonusu işgalin 1991 yılında gerçekleştiğini ve yirmi yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığını kabul etmek gerektiğine kanaat getirmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi ayrıca, Hazine adına arsanın tapuya kaydedilmesine karar vermiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı 3 Aralık 1998 tarihinde Yargıtay 5. Dairesi tarafından onanmış ve kesin hükme bağlanmıştır. b) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminatın artırılması başvurusu Başvuranlar, 16 Temmuz 1999 tarihinde ek tazminat almak amacıyla dava açmışlardır. 1998/24 no’lu dava çerçevesinde hazırlanan bilirkişi raporunun sözkonusu taşınmazın bedelinin önceki taleplerinden fazla olduğunu ortaya koyduğunu ve bu miktardan fazlasını talep etme haklarını saklı tuttuklarını belirterek 7.296.260.000 TL [o dönemde yaklaşık olarak 16.580 Euro] ek tazminat talep etmişlerdir. İlk aşamada, Asliye Hukuk Mahkemesi 5 Ekim 1999 tarihli bir kararla, 1998/24 no’lu davada alınan sonuçlara dayalı olarak başvuranların davasının zaman aşımına uğramadığına itibar ederek başvuranların tazminat talebini bütün olarak ele almıştır. Bununla birlikte, 9 Aralık 1999 tarihinde Yargıtay 5. Dairesi Kamulaştırmaya dair 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesine dayalı olarak ek tazminat davasının zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle bu kararı bozmuştur. Başvuranlar tarafından 19 Nisan 2000 tarihinde 9 Aralık 1999 tarihli kararın tashihi için yapılan itiraz, zamanaşımı kuralının yargının her evresinde hukuki bir güvenlik etkenini oluşturması doğrultusunda Yargıtay 5. Dairesi tarafından reddedilmiştir. Yüksek Mahkeme bir yanda 1998/24 no’lu hukuk davasının zamanaşımı incelemesi yapılmadan hükme bağlandığını, öte yanda sözkonusu parselin kamulaştırmasız el atma tarihi tespitinin mevcut davada kesin bir delil oluşturmadığını kaydetmiştir. Yargıtay, dava dosyasından ve Malatya Belediyesi’nin mahkemeye sunduğu belgeden sözkonusu arsanın fiilen 1977 yılında istimlak edildiği sonucuna varmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 5 Haziran 2000 tarihli bir kararla, Yargıtay’ın 9 Aralık 1999 ve 19 Nisan 2000 tarihli kararlarındaki gerekçelere dayalı olarak başvuranların talebini reddetmiştir. Başvuranlar 11 Temmuz 2000 tarihinde temyiz başvurusunda bulunmuş, İdarenin beyanlarında arsanın 1977 yılında kullanılmaya başlandığını kanıtlayıcı hiçbir belgenin yer almadığını ileri sürmüşlerdir. 27 Eylül 2000 tarihli bir kararla, bu karar başvuranlara 17 Ekim 2000’de tebliğ edilmiştir, Yargıtay 5. Dairesi temyizine gidilen başvuruyu onamıştır. Bu karar 18 Ekim 2000 tarihinde kesin hükme bağlanmıştır. 2. 74858/01Numaralı Başvuru a) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminat başvurusu Aralarında başvuranın da yer aldığı Abdurrahman Gök’ün mirasçıları 24 Eylül 1996 tarihinde başvurarak arsalarına fiilen kamulaştırmasız el atıldığını belirterek Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi önünde tazminat davası açmış, (dava no: 1998/21) 80.000.000.000 TL. [o dönemde yaklaşık olarak 722.000 Euro] kamulaştırma bedeli istemiştir. Mahkeme 8 Temmuz 1997 tarihinde yer keşif incelemesinde bulunmuş ve davacı taraftan iki görgü tanığını dinlemiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebi doğrultusunda hazırlanan bilirkişi raporunda sözkonusu arsanın bedeli 162.555.120.000 TL. [o dönemde yaklaşık olarak 733.000 Euro] olarak belirlenmiştir. Kamulaştırmasız el atan İdare, Mahkemenin talebi üzerine, 1977 yılından bu yana sözkonusu parseli atış ve askeri eğitim alanı olarak kullandığını belirtmiş, buna dayanak olarak Şanlıurfa Belediyesi’nden alınan bilirkişi raporunu sunmuştur. Asliye Hukuk Mahkemesi, 10 Ekim 1997 tarihli bir kararla başvuran da dahil Abdurrahman Gök’ün mirasçılarının talebinin tamamını kabul etmiştir. Bununla birlikte 20 Kasım 1997 tarihinde Yargıtay, İlk derece mahkemesinin derinlemesine inceleme yapmadan sözü edilen parseli inşa edilebilir olarak nitelendirdiğine kanaat getirerek kararı bozmuştur. 27 Ekim 1998 tarihinde, Mahkeme Abdurrahman Gök’ün mirasçılarını haklı bularak taleplerini yeniden bir bütün olarak değerlendirmeye almıştır. Mahkeme kamulaştırma için, 24 Eylül 1996 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yasal faizi ile birlikte de facto 80.000.000.000 T.L. (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 230.257 Euro) ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, İdare’nin, dava konusu parselin 1977 yılından beri askeriye tarafından kullanıldığını ve bunun sonucunda sözkonusu arazi işgalinin 1991 yılında meydana geldiğinin kabul edilmesinin uygun olacağını, yirmi yıllık zamanaşımı süresinin halen dolmadığını ortaya koyamadığına dikkat etmiştir. Ayrıca arazının, Hazine’nin kaydına işlenmesine karar vermiştir. 26 Kasım 1998 tarihinde, Yargıtay 5. Dairesi temyiz edilen kararı onamıştır. b) De facto kamulaştırma gerekçesiyle tazminatın arttırılması başvurusu Başvuran, 16 Temmuz 1999 tarihinde, ek kamulaştırma bedelinin ödenmesi için dava açmıştır. Başvuran, 1998/21 sayılı dava çerçevesinde hazırlanan bilirkişi raporunda, sözkonusu arazi bedelinin, başlangıçta talep ettiği tutardan az olduğunun belirtildiğini ifade etmektedir. Daha fazlasını isteme hakkını kullanmadığını hatırlatan başvuran, 27.518.373.000 T.L. (olayların meydana geldiği dönemde yaklaşık 62.555 Euro) tutarında tazminat talep etmiştir. İlk aşamada Mahkeme, 21 Ocak 200 tarihli bir kararla başvuranın davasının zamanaşımına uğramadığına kanaat getirerek, başvuranın 1998/21 sayılı davanın sonuçlarına dayanan tazminat talebini kabul etmiştir. Bununla birlikte, 15 Haziran 2000 tarihinde Yargıtay 5. dairesi kamulaştırma davasının, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesi uyarınca zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle sözkonusu kararı bozmuştur. Dosyada yer alan unsurlardan anlaşıldığı üzere dava konusu parsel 1977 tarihinden beri kullanılmış, oysa ki dava 28 Haziran 1999 tarihinde açılmıştır. Bununla ilgili olarak, Yargıtay iki unsura dayanmaktadır: araziyi kullanan İdare’nin, 1977 yılının Ocak ayından itibaren dava konusu parselin askeriye tarafından atış ve eğitim alarak kullanıldığına ilişkin yazısı ve bu tahsisi onaylayan Şanlıurfa Belediyesi tarafından sunulan bilirkişi raporu. Mahkeme, 4 Ekim 2000 tarihinde Yargıtay kararı ile aynı doğrultuda hareket ederek, başvuranın talebini zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddetmiştir. 11 Temmuz 2000 tarihinde başvuran kararın temyizine gitmiştir. Başvuran, İdare’nin beyanlarının dışında, arazinin işgalinin 1977 tarihinden itibaren başladığını kanıtlayacak belge ve unsurların bulunmadığını belirtmektedir. Başvuran, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin arazinin işgal tarihini 1991 olarak kabul ettiği bir önceki kararının, Yargıtay tarafından onandığını belirtmektedir. 1 Şubat 2001 tarihli bir kararla Yargıtay temyiz edilen kararı onamıştır. Aynı şekilde, başvuran tarafından yapılan kararın düzeltilmesi başvurusu 28 Mart 2001 tarihinde Yargıtay tarafından reddedilmiştir. HUKUK AÇISINDAN I. KABULEDİLEBİLİRLİĞE İLİŞKİN Başvuranlar, AİHS’nin 6. maddesinin ve Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedirler. Hükümet başvuranların tezlerine karşı çıkmakta ve öncelikli olarak başvurunun iki açıdan kabuledilemez olduğunu belirtmektedir. A. Mağdur Sıfatı Hükümet, 71867/01, 71869/01 ve 73319/01 numaralı başvurular çerçevesinde, ulusal mahkemelerin de facto kamulaştırma nedeniyle kamulaştırma bedellerinin ödenmesine karar verdiği dikkate alındığında, başvuranların, tazminat almaksızın mülkiyet haklarından yoksun bırakıldıklarından dolayı mağdur olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmektedir. Başvuranlar tarafından açılan 1998/24 numaralı dava, ilk yargılama çerçevesinde gerçekleştirilen bilirkişi incelemesi ile dava konusu arazinin değerinin tespit edilmesi esasına dayanmaktaydı. Şayet bilirkişi raporunda başvuranların taleplerinden farklı olarak bir değer tespit edilmiş olsaydı, başvuranlar hiçbir zaman bu ikinci yargılamayı başlatmayacaklardı. Ayrıca, ilk yargılama sonrasında, Mahkeme dava konusu parselin Hazine’nin kaydına geçmesine karar vermişti. Bununla ilgili olarak, ikinci yargılamanın başlatılması sırasında, ilgili kişilerin hiçbirinin Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülk sahibi sıfatı bulunmamaktaydı. Başvuranlar bu sava itiraz etmektedir. AİHM’nin daha önce de ifade ettiği gibi, ulusal mahkemelerin AİHS’nin ihlal edildiğini alenen ya da özü itibariyle kabul etmedikleri ve ihlali gidermedikleri sürece, başvuran lehine alınan bir karar ya da tedbir, başvuranın mağdur sıfatını kaybetmesi için yeterli olmamaktadır (Amuur-Fransa, 25 Haziran 1996, Derleme Hükümler ve Kararlar, Dalban-Romanya, no: 28114/95). Mevcut dava ile ilgili olarak AİHM, başvuranların tapularının iptal edilmesi nedeniyle tazminat almış olmalarının, AİHS’nin 34. maddesi uyarınca mağdur sıfatlarını ortadan kaldırmadığı görüşündedir. Esasında, ilk yargılamalar davanın incelenmesinde dikkate alınması gereken önemli bir unsur gibi olsalar da, bunlar ulusal makamlar tarafından yasal bir düzenlemenin geriye dönük olarak uygulanması nedeniyle tazminat taleplerinin reddedilmesinden şikayetçi olan ilgililerin iddialarının bilinmesi ya da tanınması anlamına gelmemektedir. Yukarıda yer alan bilgiler ışığında AİHM, başvuranların halen AİHS ile güvence altına alınan haklarının ihlal edilmesi nedeniyle mağdur olduklarını iddia edebilecekleri kanaatindedir. B. İç hukuk yollarının tüketilmesi Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmediğini belirtmektedir.71867/01, 71869/01 ve 73319/01 numaralı davalar çerçevesinde, kararın düzeltilmesi talebinde bulunmayan başvuranların, iç hukuk yollarını tüketmiş olduklarının düşünülemeyeceğini belirtmektedir. Hükümet, 74858/01 numaralı dava ile ilgili olarak başvuranın, hiçbir zaman Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin Anayasa’ya uygunluğu konusunda bir itirazda bulunmadığını belirtmektedir. Başvuranlar bu sava itiraz etmektedirler. Hükümet tarafından dile getirilen kararın düzeltilmesi talebi ile ilgili olarak AİHM, Türk Hukuku’nda bu başvurunun, Yargıtay tarafından yapılan bir hata nedeniyle sözkonusu kararı tekrar gözden geçirme amacının olduğunu not etmektedir. Tarafların tekrar başvuru yapması üzerine, yeni unsurlar olmadan Mahkeme ikinci bir inceleme başlatmaktadır (İsmail Çınar-Türkiye, no: 28602/95, 13 Kasım 2003, ve mutatis mutandis, Karaduman-Türkiye, no: 16278/90, Komisyon’un 3 Mayıs 1993 tarihli kararı). AİHM, bir başvuranın büyük olasılıkla etkili ve yeterli olan iç hukuk yollarını kullanmış olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir başvuru yolu kullanıldığında, uygulamada aynı amacı taşıyan başka bir başvuru yolunun kullanılması zorunlu değildir (Bkz, en son olarak, Patricia Raquel Rela Alves-Portekiz (karar), no: 19485/02, 9 Kasım 2004). Mevcut davada, AİHM için, Asliye Hukuk Mahkemeleri tarafından, başvuranların taleplerinin reddedilmesine ilişkin verilen kararları Yargıtay’ın kesin olarak onadığının tespit edilmesi yeterli olacaktır. Sözkonusu Kanun’un Anayasa’ya uygunluğunun denetlenmesi ile ilgili olarak AİHM, bu başvuru yolunun doğrudan şahıslara açık olmadığını ve Anayasa’nın geçici 15. maddesi uyarınca, 2942 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte kabul edilen Kanunların, anayasal bir denetimin yapılmasına imkân tanımadığını tespit etmektedir. Yukarıda yer alan bilgiler ışığında AİHM, Türk Hukuku’nda belirtilen süre içerisinde kamulaştırma davası açan başvuranların, mülkiyet sıfatlarının iptal edilmesi nedeniyle tazminat elde etmek amacıyla iç hukukta yer alan başvuru yollarını tükettikleri kanaatindedir. Hükümetin iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazı AİHM tarafından reddedilmektedir. C. Sonuç AİHM, başvuruların AİHS’nin 35 § 3. maddesi uyarınca dayanaktan yoksun olmadığı tespitini yapmaktadır. Başvuruların kabuledilemezliği hakkında hiçbir gerekçe yer almamakta, başvuruların esasa birleştirilerek kabuledilmesi gerekmektedir. II. AİHS’NİN 6. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuranlar, iç hukuktaki mahkemeler önünde hakkaniyete uygun bir yargılamanın olmayışından şikayetçi olmakta, AİHS’nin 6 § 1. maddesine göndermede bulunmaktadır. Başvuranlar, 1991 yılında taşınmazlarına yargı kararları ile nihai surette kamulaştırmasız el atma ile sürecin önceden tamamlandığı halde, sonraki dönemde, mahkemelerin Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin uygulanmasına istinaden tamamlayıcı tazminat taleplerini haksız yere reddettiğini ileri sürmektedir. Hükümet bu sava karşı çıkmaktadır. AİHM, iç hukuk mercilerinin tamamlayıcı tazminat taleplerine yönelik almış oldukları kararların AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlaline yol açıp açmadığını incelemek durumundadır. AİHM, AİHS’nin 6 § 1. maddesi ile güvence altına alınan ve bir mahkeme önünde adil yargılanma hakkının Sözleşmeci Devletlerin ortak değerinden biri olan hukukun üstünlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri de hukuki ilişkilerin güvenliği ilkesidir ve diğerlerinin yanı sıra, mahkemeler tarafından nihai çözüme kavuşturulan ithilafın artık dava konusunu oluşturmaması gerektiğini öngörür (Bkz. Brumarescu-Romanya kararı, no: 28342/95). Bu başvuruda AİHM ilk olarak, sunulan kanıt unsurlarını değerlendirmesinin ve tarafları dinlemesinin ardından Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin dava konusu parselin 1991 yılında kullanıldığı tespitini yaparak idarenin zamanaşımı itirazını reddettiğini hatırlatmaktadır. Böylece, sözkonusu 38. maddede öngörülen süre, iki dereceli yargı ile 27 Ekim 1998 tarihinde alınan kararlar ile aşılmadığından, mahkeme başvuranların mülkiyet sıfatlarının iptali sonucunda tazminat taleplerini kabul etmiştir. Aynı şekilde, bilirkişiler bu süreç boyunca idare tarafından taşınmaza el konulması nedeniyle ilgililerin uğramış oldukları zarar miktarına kıymet biçebilirlerdi. Bu yargı kararları Yargıtay 5. Dairesi tarafından onanmış ve kesin hükme bağlanmıştır. Sonuç itibariyle, AİHM açısından ilke olarak, sözü edilen 38. madde uyarınca zamanaşımı süresinin tarihinin belirlenmesine ilişkin başvuranların «hukuki güvenliğinin» başladığına şüphe yoktur. Ayrıca, Asliye hukuk mahkemesi daha önceki süreçte 5 Ekim 1999 ve 21 Ocak 2000 tarihli kararlarda vardığı sonuçlara dayalı olarak başvuranların tamamlayıcı tazminat taleplerini yerinde bulmuştur. Mahkeme böylelikle, İdarenin 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesine göre öne sürdüğü zamanaşımı itirazını kabul etmemiş, başvuranların davasının zamanaşımına uğramadığına kanaat getirmiştir. Buna karşın, Yargıtay 5. Dairesi daha evvel de tespit edildiği üzere bahse konu el atmanın 1991 yılında değil 1977 yılında gerçekleştiğini ve 38. madde gereğince tazminat davasının zamanaşımına uğradığını vurgulayarak bu kararları bozmuştur. Yargıtay son olarak davayı taraflara geri göndermiş, Asliye hukuk mahkemesi bu hükmün uygulanmasına istinaden başvuranların taleplerini nihai surette reddetmiştir. AİHM, mahkemenin bu yöndeki yerleşik içtihadına göre ulusal mahkemelerin görevini üstlenmek gibi bir konumda olmadığını vurgulayarak, şayet AİHS ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin ihlaline yol açmamış ise, iç hukuktaki yargıdan kaynaklandığı öne sürülen olaylara ve hukuka dair yanlışlıkların incelenmesi amacıyla yapılan başvuruları değerlendirme yetkisinin olmadığını ifade etmektedir (Bkz. örneğin Garcia Ruiz-İspanya kararı no:30544/96). Aynı şekilde, hukuki alanda, 6. madde kesin hükmün dokunulmazlığını güvence altına almamaktadır (Ulusal serbest hemşireler sendikası (O.N.S.I.L)-Fransa kararı, no: 39971/98). Yargıtay 5. Dairesi, zamanaşımı süresinin başlangıç tarihine ilişkin süreçlerle ilgili saptamaların uygunluğunun değerlendirilmesinde hiçbir yeni hususu ortaya koymamış, önceki yargı sürecinde üzerinde durulan benzer kanıt unsurlarını yeniden incelemekle yetinmiştir. Kesin hüküm ile sonuçlanan «geri alınamaz» bir yargı kararı sözkonusu değildir. Fakat başvuranların meşru olarak iki yargı kararının ardından kesin hükme varılan dava hakkındaki ihtilafın giderilmesi beklentisinde olduğu ölçüsünde, Yargıtay 5. Dairesi’nin daha önce kabul gören kararlara tümüyle ters yöndeki bu yeni değerlendirmesi hukuki güvenlik açısından sorunlar teşkil etmektedir. (Bkz. Riabykh-Rusya kararı, no: 52854/99). Sonuç olarak, daha önce ihtilafı çözümlenmiş bir davayı yeniden değerlendiren ve hiçbir geçerli gerekçe olmaksızın nihai karar alan Türk mahkemeleri hukuki güvenlik ilişkisinin ihlaline yol açmıştır. Bu nedenle, AİHS’nin 6 § 1. maddesi uyarınca başvuranların adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir. AİHS’nin bu maddesi ihlal edilmiştir. III. EK 1 NO’LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuranlar aynı olaylara dayalı olarak Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. AİHM, 6. maddeye ilişkin yapılan tespit ışığında bu hükmün ihlal edilip edilmediğinin incelenmesini gerekli görmemektedir. IV. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI A. Tazminat, masraf ve harcamalar Naciye Gök, Dilber Gök ve Yeşil’in eşi Ayno Gök 43.000.000.000 TL. maddi ve aynı miktarda manevi tazminat talep etmektedir. Başvuranlar AİHM önünde yapmış oldukları yargı giderleri için 3.487 Euro istemektedir. Ersöz’ün eşi Dursun Gök 137.912.373.000 TL [yaklaşık 86.195 Euro] maddi zarara uğradığını ileri sürerek aynı miktarda manevi tazminat talep etmektedir. Masraf ve harcamalar konusunu AİHM’nin takdirine bırakmıştır. Hükümet, başvuranların taleplerine karşı çıkmıştır. AİHM, dava dosyasında yer alan delillerin bütünü ışığında ve hakkaniyete uygun olarak maruz kalınan tüm zarar için ilk üç başvuranın her birine 1.700 Euro, Ersöz’ün eşi Dursun Gök’e 10.000 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır. AİHM yargı giderleri ile ilgili olarak, başvuranlara birlikte 1.500 Euro ödenmesine karar vermiştir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, 1. Oybirliğiyle, başvuruların birleştirilmesine; 2. Oybirliğiyle, başvuruların kabuledilebilir olduğuna; 3. Beşe karşı iki oyla, AİHS’nin 6. maddesinin ihlal edildiğine; 4. Beşe karşı iki oyla, Ek 1 no’lu Protokol’ün 1. maddesine dair şikayetin incelenmesine gerek olmadığına; 5. Oybirliğiyle, a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Y.T.L.’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümetin; i. uğranılan bütün zarar için, başvuranların her biri Naciye Gök, Dilber Gök ve Yeşil’in eşi Ayno Gök’e 1.700 (bin yedi yüz) Euro ve Ersöz’ün eşi Dursun Gök’e 10.000 (on bin) Euro tazminat; ii. masraf ve harcamalar için dört başvuranlara toplam 1.500 (bin beş yüz) Euro ödenmesine; iii. belirtilen miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına; b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ve ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankasının o dönem için geçerli faizinin üç puan fazlasına eşit oranda basit faizin uygulanmasına; 6. Oybirliğiyle, adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2. ve 3. maddelerine uygun olarak 27 Temmuz 2006 tarihinde yazıyla bildirilmiştir. Mevcut karar ekinde AİHS’nin 45 § 2. ve İçtüzüğün 74 § 2. maddelerine uygun olarak Yargıç Cabral Barreto ve Jociene’in ayrık oy görüşü yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı KEKİL DEMİREL/Türkiye Davası* Başvuru No:48581/99 Strazburg 11 Nisan 2006 OLAYLAR 1956 doğumlu başvuran Bergama’da ikamet etmektedir. A. Başvuranın Yakalanarak Gözaltına Alınması Başvuran, 17 Temmuz 1998 tarihinde, İzmir polisi tarafından yürütülen operasyonlar çerçevesinde yakalanarak İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltına alınmıştır. Başvuran, “Komünist Parti İnşa Örgütü” adlı aşırı sol silahlı örgüte mensup olmakla suçlanmıştır. Başvuran yakalandığı gün, öncelikle adli tabip tarafından muayene edilmiştir. Doktor, düzenlediği raporunda, başvuranın vücudunda çeşitli izlere yer vermiştir. Başvuran daha sonra Bozkaya Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülmüş ve burada hücreye konulmuştur. Başvuran gözaltının sona erdiği 23 Temmuz 1998 tarihinde, İzmir Adli Tıp Kurumu tabibi tarafından muayene edilmiştir. Raporda çeşitli izlere yer verilmiştir. Ancak doktor, başvuranın gözaltında iken kendisine cinsel organlarından ve ayak parmaklarından elektroşok uygulandığına dair beyanlarına rağmen, kaldırıldığı İzmir Hastanesi’nde bu iddiayı doğrulayacak hiçbir izin tespit edilmediğini belirtmiştir. Doktor benzeri izlerin tespit edilmesi için biyopsi yapılması gerektiğini eklemiştir. Ayrıca doktor, başvuranın durumunun iş göremezlik raporunun verilmesini gerektirmediğini not etmektedir. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) yedek hakimi 23 Temmuz 1998 tarihinde, başvuranı dinledikten sonra tutuklu yargılanmasına karar vermiştir. Başvuran Bergama Cezaevi’ne konulmuştur. 25 Temmuz 1998 tarihinde başvuranı muayene eden cezaevi doktoru, başvuranın vücudunda çeşitli izler tespit etmiştir. B. Başvuran Aleyhinde Başlatılan Cezai Usul İşlemi İzmir Cumhuriyet Başsavcısı, 17 Ağustos 1998 tarihinde sunulan iddianameyle, başvuranı silahlı örgüte mensup olmakla itham etmiştir. Cumhuriyet Başsavcısı, silahlı çeteye mensup olma suçunu öngören Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 168§2 maddesi gereğince mahkum edilmesini istemiştir. * Dışişleri Bakanlığı Çok taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir. İzmir DGM, 14 Aralık 2000 tarihli kararla başvuranı, üzerine atılı fiillerden suçlu bulmuş ve on iki yıl altı ay hapis cezasına çarptırmıştır. Başvuran, açlık grevinin ardından Wernicke Korsakoff hastalığına yakalanmış ve 1 Ekim 2002 tarihinde sağlık nedeniyle şartlı salıverilmiştir. C. Güvenlik Güçleri Mensupları Aleyhinde Başlatılan Cezai Usul İşlemi İzmir Savcılığı, başvuran ve diğer tutukluların maruz kaldığı kötü muamelelere ilişkin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu özel raportörünün ihbarı üzerine, 11 Eylül 1998 tarihinde, dosyayı inceledikten sonra, olası mağdurlar tarafından şikayette bulunulmadığından hiçbir kanıt unsurunun var olmadığına kanaat getirerek muhakemenin men-i kararı vermiştir. Bu karar başvurana tebliğ edilmemiştir. Başvuranın avukatı, 22 Eylül 1998 tarihinde, gözaltında müvekkilinin sorgulanmasından sorumlu polis memurları aleyhinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayette bulunmuştur. Avukat, polis memurlarını, itirafta bulunması için müvekkiline kötü muamele yapmakla itham etmiştir. Başvuranın avukatı özellikle, gözaltında başvuranın dövüldüğünü, elektroşok uygulandığını ve basınçlı su verildiğini savunmaktadır. İzmir Savcılığı, 12 Ekim 1998 tarihinde, başvuranın vücudunda tespit edilen izlere sözkonusu polislerin neden olduğuna dair iddialara dayanak olarak yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesiyle muhakemenin men-i kararı vermiştir. Verilen bu karar, başvuranın avukatına 16 Kasım 1998 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuranın avukatı, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı önünde muhakemenin men-i kararına itiraz etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, 11 Aralık 1998 tarihinde verilen ve başvuranın avukatına 25 Aralık 1998 tarihinde tebliğ edilen kararla, bu itirazı reddetmiştir. HUKUK AÇISINDAN I. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA Başvuran, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığından şikayetçi olmakta ve bu bağlamda AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir. A. Kabuledilebilirlik Hakkında Hükümet, AİHS’nin 35§1 maddesinde öngörülen altı ay kuralına riayet edilmediğine dair kabuledilemezlik itirazında bulunmaktadır. Hükümet bu sürenin İzmir Savcılığı tarafından ilk muhakemenin men-i kararının verildiği 11 Eylül 1998 tarihinden itibaren işlemeye başladığına kanaat getirmektedir. Başvuran bu itirazı reddetmektedir. AİHM, bu itirazı kabul edemez. Zira, Hükümet tarafından ileri sürülen Savcılığın yapmış olduğu ilk soruşturma, iki gerekçeden dolayı altı aylık süreyi başlatabilecek nitelikte bir başvuruyu oluşturmamaktadır. Bu gerekçelerden ilki, bu anketin etkili olmaktan uzak olmasıdır. İkincisi ise aynı soruşturmanın sonucunun başvurana tebliğ edilmemesidir (Bkz. mutatis mutandis Baghli-Fransa, no: 34374/97, § 31, AİHM 1999-VIII). Ayrıca AİHM, şikayetin AİHS’nin 35§3 maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığını tespit etmektedir. Ayrıca AİHM, başka hiçbir kabuledilemezlik gerekçesi ortaya koymamıştır. Dolayısıyla şikayetin geri kalan kısmını kabuledilebilir ilan etmek uygun olacaktır. B. Esas Hakkında Hükümet, başvuran tarafından dile getirilen kötü muamele ve işkence iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu savunmaktadır. Hükümet, 23 ve 25 Temmuz 1998 tarihli raporların sadece, 17 Temmuz 1998 tarihinde gözaltından hemen önce başvuranın vücudunda tespit edilen ufak yaraları doğruladıkları görüşündedir. Başvuran, gözaltında polislerin kendisine basınçlı su verdiklerini, dövdüklerini ve kendisini tehdit ettiklerini savunmaktadır. Polisler, cinsel organlarından ve ayak parmaklarından başvurana elektroşok uygulamışlardır. AİHM, bir kimse polis memurları kontrolü altında olduğu gözaltı sırasında yaralandığında, bu dönemde meydana gelen her yaralanma, güçlü maddi karinelerin doğmasına neden olmaktadır (Bkz. Salman-Türkiye, no: 21986/93, § 100, AİHM 2000-VII). Dolayısıyla sözkonusu yaraların kaynağı hakkında geçerli açıklama getirmek ve mağdurun iddiaları hakkında şüphe uyandıracak olayları ortaya koyan ve özellikle sağlık belgeleri ile desteklenmiş olan kanıtları sunmak Hükümet’in görevidir (Selmouni-Fransa, no: 25803/94, § 87, AİHM 1999-V, Berktay-Türkiye, no. 22493/93, § 167, 1 Mart 2001 ve Altay-Türkiye, no: 22279/93, § 50, 22 Mayıs 2001). İşbu davada AİHM, gözaltından sonra başvuranın muayene edilmesinin ardından düzenlenen 23 ve 25 Temmuz tarihli raporlarda, gözaltından önce yapılan tıbbi muayenenin sonucuna yer veren 17 Temmuz 1998 tarihli sağlık raporunda yer verilen yaralardan daha farklı yaraların bulunduğunun belirtildiğini gözlemlemektedir. 23 ve 25 Temmuz 1998 tarihli raporlarda tespit edilen yaralar, büyük çoğunlukla başvuranın Savcılık ve Mahkeme önünde dile getirdiği muamelelerden kaynaklananlara benzemektedir. Elektroşok iddialarını doğrulayan hiçbir izin sözkonusu raporlarda tespit edilmediği doğrudur. Ancak, dosyadan da, iddia edilen elektroşokların olası izlerini tespit etmek amacıyla adli tabibin 23 Temmuz 1998 tarihinde istediği biyopsi, daha sonra yapılmış ve/veya sonuçlarının Savcılık tarafından gözönüne alındığı ortaya çıkmamaktadır. AİHM, değerlendirmesine sunulan bu unsurların tümü gözönüne alındığında ve Hükümet’in geçerli hiçbir açıklama getirmemsinden dolayı, bu davada 23 ve 25 Temmuz 1998 tarihli sağlık raporlarında ortaya konulan yaraların, Hükümet’in sorumluluğunu taşıdığı insanlık dışı muameleden kaynaklandığının doğrulandığına karar vermiştir. Dolayısıyla, AİHM AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA A. Tazminat Başvuran, bir yandan bu başvurunun konusunu teşkil eden olaylardan ve diğer yandan mahkumiyet kararının ardından hapsedilmesine ilişkin koşullardan dolayı uğradığı manevi zarar adı altında 50.000 Euro istemektedir. Başvuran maddi zararının karşılanmasını AİHM’nin takdirine bırakmaktadır. Hükümet bu iddialara itiraz etmektedir. AİHM, maddi zarar konusunda, tespit edilen AİHS’nin 3. maddesinin ihlali ile herhangi bir maddi zarar arasında nedensellik bağını ortaya çıkarmamaktadır. Dolayısıyla bu bakımdan tazminat ödemeye gerek yoktur. Manevi zarar konusunda ise AİHM, manevi zararın sadece tespit edilen ihlale bağlı olduğuna kanaat getirmektedir. Bu noktada AİHM, mağdurun AİHS’nin bu ihlali sonucunda hiç kuşkusuz acı çekmiş olabileceğini düşünmektedir. AİHM bu manevi zararı hakkaniyete uygun olarak 12.000 Euro olarak tespit etmektedir. B. Masraf ve Harcamalar Başvuran ayrıca ulusal mahkemeler ve AİHM önünde yapılan masraf ve harcamalar için 3.000 Euro istemektedir. Hükümet kanıt bulunmadığından bu iddiaları aşırı bulmaktadır. AİHM’nin içtihadına göre başvuran, masraf ve harcamaların karşılanmasını ancak gerçekliğini, gerekliliğini ve makul oranda olduklarını ispatladığı sürece sağlayabilmektedir. Bu davada elinde bulunan unsurların tümünü ve yukarıda belirtilen kriterleri gözönüne alarak AİHM, yapılan bütün masraflar için 1.500 Euro’nun ödenmesinin makul olduğuna kanaat getirmektedir. Bu miktar başvurana, Avrupa Konseyi’nin adli yardım adı altında ödediği 630 Euro düşürülerek ödenecektir. C. Gecikme Faizi Gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puan eklenecektir. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Başvurunun geri kalan kısmının kabuledilebilir olduğuna; 2. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine; 3.a) AİHS’nin 44§2 maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve Savunmacı Hükümet tarafından başvurana; i. manevi tazminat için 12.000 (on iki bin) Euro’nun; ii. masraf ve harcamalar için 1.500 (bin beş yüz) Euro’dan adli yardım adı altında alınan 630 Euro düşürülerek kalan miktarın; iii. miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak ödenmesine, b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Hükümet’in, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 4. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77§§ 2 ve 3 maddesine uygun olarak 11 Nisan 2006 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir. TEBLİĞ Maliye Bakanlığından: KATMA DEĞER VERGİSİ GENEL TEBLİĞİ (SERİ NO: 106) Katma Değer Vergisi (KDV) uygulamalarına ilişkin olarak aşağıdaki açıklama ve düzenlemelerin yapılmasına gerek duyulmuştur. A. İNDİRİMLİ ORANA TABİ İŞLEMLERDE İADE UYGULAMASI KDV Kanununun (29/2) maddesine göre indirimli orana tabi işlemlerden kaynaklanan KDV iade alacaklarının yılı içinde mahsuben iadesi mümkün bulunmaktadır. İade uygulamasına ilişkin usul ve esaslar 2006 ve izleyen yıllarda gerçekleştirilecek indirimli orana tabi işlemler için geçerli olmak üzere, aynı maddenin Bakanlığımıza verdiği yetkiye dayanılarak 99, 101 ve 105 Seri No.lu KDV Genel Tebliğleri ile belirlenmiştir. Faaliyetleri indirimli KDV oranına tabi işlemlerden oluşan kollektif şirketler ile adi ortaklıklar (şirketler) adına ortaya çıkan KDV iade alacakları, 99 ve 101 Seri No.lu KDV Genel Tebliğlerinde belirtilen borçlarının yanı sıra, bu Tebliğin yayımlandığı tarihten sonra yapılacak iade talepleri için geçerli olmak üzere, söz konusu şirket ortaklarının yalnızca vergi (ithalde alınanlar dahil) ve SSK prim borçlarına da mahsup edilebilecektir. Mahsup talepleri yukarıda anılan tebliğlerde yapılan düzenlemeler çerçevesinde yerine getirilecek ve mahsup talep dilekçesine, 99 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin (1.4.1.) numaralı bölümde sayılan belgelerin yanısıra, diğer ortakların mahsup yapılmasına izin verdiğini gösteren noter tarafından onaylanmış belge de eklenecektir. Öte yandan Kurumlar Vergisi Kanununa göre vergi dairesine iş ortaklığı olarak mükellefiyet tesis ettiren işletmelerin, diğer kurumlar vergisi mükelleflerinde olduğu gibi, ortaklarının vergi ve SSK prim borçlarına bu uygulama kapsamında mahsup yapılması mümkün bulunmamaktadır. B. KONUT YAPI KOOPERATİFLERİNE VERİLEN İNŞAAT TAAHHÜT İŞLERİNDE İSTİSNA VEYA İNDİRİMLİ ORAN UYGULAMASI KDV Kanununun geçici 15 inci maddesinde, 29/7/1998 tarihinden önce bina inşaat ruhsatı alınmış inşaatlara ilişkin olarak konut yapı kooperatiflerine yapılan inşaat taahhüt işleri 1/1/1998 tarihinden geçerli olmak üzere KDV’den istisna edilmiştir. Bina inşaat ruhsatını 29/7/1998 tarihinden sonra almış konut yapı kooperatiflerine yapılacak inşaat taahhüt işleri ise 2002/4480 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına ekli I sayılı listenin 12. sırası uyarınca %1 oranında KDV’ne tabi bulunmaktadır. Konut yapı kooperatiflerine ifa edilen inşaat taahhüt işlerinde istisna veya indirimli oranda KDV uygulamasına ilişkin olarak yayımlanmış KDV Genel Tebliğleri ile Sirkülerlerinde gerekli düzenleme ve açıklamalar yapılmıştır. Bu Tebliğin yayımlandığı tarihten itibaren sözleşmesi imzalanacak inşaat taahhüt işlerinde istisna veya indirimli oranda KDV uygulamasından yararlanılabilmesi için, yukarıda belirtilen düzenlemelerde aranılan şartların yanı sıra, inşaatın yapıldığı arsanın tapu sicilinde inşaat taahhüt hizmetini alan kooperatif tüzel kişiliği adına tescil edilmiş olması da gerekmektedir. Tebliğ olunur. Adalet Bakanlığından : Narman Sulh Hukuk Mahkemesine ait 1983/22 Esas, 1983/27 Karar sayılı vesayet dosyanın zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen uygulanmasına ve adı geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. ————— Gölcük 2. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2006/163, 2006/238, 2006/256, 2006/430, 2006/136 ve 2006/227 esas sayılı derdest dava dosyaları ile 2007/31 esas ve 2007/23 karar sayılı dava dosyasının zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen uygulanmasına ve adı geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. ————— Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2006/55 Esas sayılı dosyası zayi olduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için kıyasen uygulanmasına ve adı geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. ————— Lüleburgaz 2. Kadastro Mahkemesine ait 1988/73 Esas, 1991/188 karar sayılı dosyanın, kaybolduğu anlaşıldığından, 4473 sayılı Yangın, Yersarsıntısı, Seylâp veya Heyelân Sebebiyle Mahkeme ve Adliye Dairelerinde Ziyaa Uğrayan Dosyalar Hakkında Yapılacak Muamelelere Dair Kanun hükümlerinin söz konusu dosya için uygulanmasına ve adı geçen kanun hükümleri gereğince işlem yapılmasına karar verildiği ilan olunur. Siirt E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Amirliğinden : Karar No : : 2007/7 Karar Tarihi : 17/7/2007 Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in hükümlü Aydın Özbey”e “Müessir Fiil ve Tehdit” iddiasından dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesi gereğince hakkında açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 10/7/2007 tarih ve 2007/14 sayılı karar ile “Herhangi Bir Ceza Verilmesine Yer Olmadığına” karar verilmiştir Ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar ilgiliye tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir. İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde bir üst Disiplin Amiri olan Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne alınan karara itiraz etmemesi halinde kararın kesinleşeceği hususu ilanen tebliğ olunur. ————— Esas No : 2007/6 Karar Tarihi : 17/7/2007 Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in İmam Nikahı Kıydırmak” Fiilinden dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesi gereğince hakkında açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 9/7/2007 tarih ve 2007/13 sayılı karar ile “ Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına” karar verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir. İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen tebliğ olunur. ————— Esas No : 2007/9 Karar Tarihi : 17/7/2007 Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in alacaklı Türksel İlt. Hiz. AŞ. Vk. Levent Uşkay’a olan “İcra Borcundan” dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesi gereğince açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 11/7/2007 tarih ve 2007/15 sayılı karar ile “ Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına” karar verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisene ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir. İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen tebliğ olunur. ————— Esas No : 2007/8 Karar Tarihi : 17/7/2007 Ceza İnfaz Kurumumuz İnfaz ve Koruma Memuru Altan Yüksel’in alacaklı Hızır Cin’e olan “ İcra Borcundan” dolayı hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesi gereğince açılan Disiplin Soruşturması neticesinde 11/7/2007 tarih ve 2007/15 sayılı karar ile “Kınama Cezası ile Cezalandırılmasına”karar verilmiş ancak 23/5/2007 tarihinden itibaren göreve gelememesi nedeniyle karar kendisine tebliğ edilememiş, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığından kararın ilanen tebliğine karar verilmiştir. İş bu kararın Resmi Gazete’de ilan edildiği tarihten itibaren 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 28 ve müteakip maddeleri gereğince tebliğ edilmiş sayılacağı ve ilan tarihinden itibaren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. Maddesi gereğince 7 gün içerisinde Karara itiraz etmesi aksi takdirde savunma yapmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu ilanen tebliğ olunur.