Kelamcılara Göre Zarurilik veya Nazarilik Yönüyle
Transkript
Kelamcılara Göre Zarurilik veya Nazarilik Yönüyle
Kelamcılara Göre Zarurilik veya Nazarilik Yönüyle Marifetullah Özet Marifetullah Marifetullah dar manada Allah (c.c.) bilgisidir. Bu bilginin insan tabiatında a priori, yani aklın zorunlu bilgileri arasında olup olmaması epistemolojik bir konudur. Hume’dan beri insanın değişmez bir cevheri, zatı olduğu fikrinden şüphe edilmeye başlanmıştır. İnsanların aşkın bir varlığa inanma özelliğine temel oluşturacak yaratılıştan gelme bir niteliğe sahip olmadığı anlamına gelen bu telakkiler, insandaki dini ilginin ve Tanrı kavramının menşeini incelemeyi gerektirmektedir. Marifetullah’ın Zaruri Olduğu Cehm b. Safvan Marifetullah kavramının Kelam ilminde bir ıstılah halinde yer etmesi Mürcie ile başlar. Cehm b. Safvan’a göre mafiretullah Allah (c.c.)’ın ihtiyarıyla olur; ilahi çağrı olmadan önce Allah (c.c.)’ı bilmek imkan konusundan daha çok zaruret konusudur. Dolayısıyla hüsn ve kubuh akıl ile bilinebilir. Gaylan Marifetullah’ın zaruriliğini, kelami bir tartışma konusu haline getiren ilk kişi Gaylan ed-Dımışkî’dir. Gaylan’a göre ‘iman marifettir’. Marifet ise iki çeşittir: a) Fıtri bilgidir; insanların alemin yaratıcısı olduğunu bilmesidir. Bu bilgi iman değildir. b) Sonradan elde edilen bilgidir; bu imandır. Dolayısıyla kainatın sonradan yaratıldığını ve yaratıcısın olduğunu bilmek zaruri; yaratıcının iki olmadığını bilmek ise iktisabi bilgidir. Gaylan’ın görüşü Mutezilelerde devam etmektedir. Allaf’a göre bilgi iki sınıftır. Bunlardan biri zaruridir; o da insanın kendi nefsini bilmesi ve Allah (c.c.)’ı bilmesidir. Ashabu’l-Maarif Nemirî, Câhız, Esvarî’ye göre bilgilerin hepsi zorunludur. Bunlar bilgilerin tümünün yaratılıştan geldiğini ve zaruri olduğunu savunur. Marifetullahta zaruri ve yaratılış karakteridir. Birisinin büluğa erip de Allah (c.c.)’ı bilmemesi mümkün değildir. Kafirler inatçı ile bilen arasındadır. O halde Allah (c.c.)’ı bilmek tabii ve zaruri, ancak bu bilginin inanç olarak kabulü iradidir. Fakat bu bilginin akıl yürütmeden sonra geldiğini ve nazardan mütevellid olduğunu söylemeleri gösteriyor ki; zaruri kavramıyla bedihi bilgiyi kastedmezler; a priori dediğimiz aklın tecrübe yoluyla olmayan kendi sınırları içinde ulaştığı önermeleri kastederler. Maturidi’de nimet verenin İbn Teymiyye Mahlukun yaratıcısını bulması kaçınılmazdır, fıtridir, somut tekil olgularda zorunlu, külli prensiplerde ise daha açıktır. Fıtrat ise yaratıcıyı işaretler olmaksızın bilir. İbn Teymiyye bu açıklamalarıyla Descartes’in ontolojik argümanına benzer bir tavır takınmıştır. İnsanın yaratıcıya ilişkin bilgi ve sevgisinin insanın içinde kaim olmakla berbare kişinin onun şuurunda olmadığını belirtir. Bu sebeple yaratıcıyı ikrar, fıtratı salim kalanlar için fıtridir. Fakat kişi nazar ile inkar da edebilir. Kur'an-ı Kerim’de de peygamberler davetlerine nazar ve istidlal ile başlamazlar. ‘Firavun’a yumuşak söz söyleyin, belki hatırlar’ ayetindeki hatırlamaktan kasıt kişinin fıtratında mevcut ve Rabbini bilmeyi sağlayan ilimdir. Bu görüşler Jung’un bilinçdışı kavramıyla ötüşmektedir ve insanın ruhunu ve maneviyatını açklamakta daha isabetlidir. Draz’a göre kişi, zihninde yaratılıştan mevcut olan illiyet ilkesiyle, eserden müessire intikal suretiyle Allah (c.c.)’ı anlar. Marifetullah’ın Nazarî Olduğu Eş’ari ve Maturidi Eş’ari, Maturidi ve Kadı Abdulcebbar başta olmak üzere Mutezile alimler; marifetullahın a priori değil, akıl yürütme sonucu elde edilen bir bilgi olduğunu savunurlar. Bu grubun iki temel argümanı vardır; a) Zaruri bilgi üzerinde insanlar ihtilafa düşemezler. Halbuki marifetullah üzerinde ihtilaf vardır, insanların inkar ettiği vakadır. Eş’arilere göre zaruri veya ondan çıkan bir bilgiye dayanan nazari bilgi; zaruri bilgilerden sonra akıl yürütme yoluyla tahsil edilir. Zaruri bilgi ise insanların onu atması ve hakkında şüphe etmesi mümkün olmayan bilgidir, insanlar arası farklılık ve ihtilafa söz konusu olmaz. Bağdadi’nin dediği gibi, “Şer’i bilgiler duyu ve a priori (bedihi) gibi zorunlu olsaydı duyu ve a priori sahipleri o konuda ihtilaf etmezdi”. Allah (c.c.)’ın ancak nazar yoluyla bilinebileceğini söyleyen alimlere göre; zaruri bilgi irade ve kesb olmaksızın insanda mevcut olan bilgidir. Zaruri bilgide tüm akıl sahiplerinin müşterek olmaları şarttır. Bu nedenle marifetullah zaruri olsaydı, akıl sahibi olupta Allah (c.c.)’ı tanımayan hiç kimse bulunamazdı. b) Zaruri bilgi teklife konu olamaz. Halbuki Allah (c.c.)’ı bilmek insanlara vaciptir ve sevabı vardır. Zorunlu bilgi sevap getirmez. Bakıllani gibi marifetullahın yanlızca akıl yürütmekle hasıl olacağını savunanlar, Allah (c.c.)’ı bilmenin vacipliği ile zaruriliğinin çeliştiğine dikkat çekerler. Buna göre marifetullah nazardan başka bir şeyle hasıl olsaydı onunla yükümlülük düşerdi. ‘Kanıtlanmış Tanrı, Tanrı değil; evrende gelişigüzel nesne olurdu’ –Jaspers. Maturidi ve Mutezile alimlere göre teklife konu oluşturan külfet, istidlal sürecinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla Allah (c.c.)’ı, düşünme ve akıl yürütmeyle bilmek vaciptir. Marifetullah zaruri olsaydı, karşılığında sevap olmazdı. Çünkü zorunlu olana sevap olmaz. Halbuki Allah (c.c.)’u bilmek en büyük sevaptır. Zaruretle ihtiyar çelişki kavramlardır. Buna karşılık marifetullahın zaruri olduğunu savunanlar, onu tahsil edilme yönüyle değilse de benimseme yönüyle ihtiyari kabul etmişlerdir. Sûfiler Sûfi düşüncede Allah (c.c.)’ı Allah (c.c.)’la bilme, bu bilginin zaruri olduğu şeklinde anlaşılmıştır. Ebu Ya’la’ya göre; Allah (c.c.) marifetullahı akıllı erginlerin kalplerinde nazar veya herhangi bir sebeb olamksızın ilkel biçimde varettiğini, dolayısıyla onun zaruri bilgi olduğunu söylemiştir. Sufilerin bu konudaki yaklaşımı kelamcılarınkinden farklıdır. Sufiler iman ve marifetullahın zaruriliğini, insanın akıl yürütmesine değil, ilahi inayete bağlı olduğunu kabul ederler. Onlara göre de aslında marifetin bidayeti istidlal, nihayetinin zarurettir. Ayrıca burada zarurilikten kasıt, imana konu olan bilginin kesinlik ve subjektif bağlayıcılığını ifade etmektedir. İktisabi bir başlangıcı olan ilmin, takva ve riyazetle sonraları Allah (c.c.)’ın lütuf ve mevhibesiyle inkişafı söz konusudur. Muteasvvıfların Allah (c.c.)’ı zaruri olarak tanıdıklarına dair ifadeleri de, kalplerinde hiç şüphe bulunmaması ve yakin olarak anlaşılmıştır. Muhasibi Muhasibi’ye göre insan bilgisi doğuştan gelen herhangi bir unsur taşımaz. Bilgiyi insan kendi tecrübesi ile elde eder. Buna göre Allah (c.c.)’ı bilme doğuştan gelen bir bilgi olamaz, çünkü Tanrı kavramı daha sonraları öğrenimle gerçekşelecektir. Farabî ve Ebu Hayyan Marifetullahın zaruriliği ve istidlali oluşunu birleştirmişlerdir: “Marifetullah akıl açısından zorunlu, algı açısından istidlalidir.” Sağlıklı aklın Allah (c.c.)’ı tanıma ve ikrara yöneltmesi, inkar ve şüpheyi mahzurlu görmesi bakımından marifetullah zaruridir. İnsanın algılarının akıl yardımıyla ve tahsiliyle anlaması, tümevarıma ulaşması, şahidden gaybe, eserden müessire geçmesi bakımından marifetullah istidlalidir. Marifetullah akıl alanında zaruretledir, algı alanında ise istidlalle sağlanır. Spinoza Hiç kimse doğal olarak Tanrı’ya itaat borçlu olduğunu bilmez, bu bilgiye yanlız aklını kullanarak da varamaz. Ancak belirtiler ile desteklenen vahiy sayesinde ulaşabilir. Fıtrat İnsanın bir akıl yürütme sürecinin sonunda marifetullaha ulaştığı kabul edildiğinde; hangi etkenlerle insanın istidlal etmeye yöneldiği tartışılmalıdır. Bu konuda fıtrat ayeti; yaratılışın saf haliyle insanın hak din karşısında konumu; insanda din algısının nasıl ortaya çıktığı hususunda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Fıtrat ayeti; ِ َّللاِ َذلِك ِطرة ه ِ ه ِ ِ ِ َفأ َِقم وجهك لِ ِلد ِ طر الهناس عَليها ََل تَب ِد ِ الدين اْلَقيِم وَل ِك هن أَ ْكثََر الهن اس ََل َي ْعَلمو َن َ َ ْ ين َحن ًيفا ف َ يل ل َخْل ِق ه َ َْ َ ْ َ َ َّللا التي َف َ ْ َ َْ َ َ “(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah’ın fıtratına, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” Fıtrat hadisi; “Her doğan fıtrat üzere doğar; buna karşın çocuğun anne-babası onu yahudileştirir veya hristiyanlaştırır.” Fıtrat nedir? Fıtrat sözlükte yaratma ve yaratılışın başlangıcı demektir. Allah (c.c.)’ın insanları belli bir formata göre yarattığını belirtmektedir. O da herkes için geçerli olan ‘yaratılış karakteridir’. Allah (c.c.)’ın fıtratı kavramını, yalın bir halde Allah (c.c.)’ın yaratması olarak değil, Allah (c.c.)’ın yaratışındaki keyfiyet ve yaratılış özelliği olarak anlamak gerekir. Ancak bu özelliğin ne olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir; İslam’ı kabule hazır, nötr tabiat Eş’ari dışındaki ehl-i sünnet alimlerine göre ‘fıtrat yaratılıştır’. Çocuk, doğduğu yaratılış üzere bırakılırsa onunla yaratıcısını düşünüp bulurdu. Ancak ebeveyni onu yahudileştirir, buna sebeb olur. Zamehşeri’ye göre ayet, akılla örtüşmesi ve düzgün akıl yürütmeye tabi olması dolayısıyla tevhit ve İslam dinine insanın kabiliyetli olduğu anlamına gelir. İnsan serbest bırakılsa insan İslam’dan başka bir din seçemez. Aslında insan yaratılışı itibariyle tevhit ve İslam karşısında nötr bir konumdadır. Ancak, İslam insanın tabiatına uygun ve makul bir din olduğu için belli saptırmalara maruz kalmayan akıl onu kabul etmektedir. Fıtratta varolan dini ilgi Fıtrattan maksat, Allah (c.c.)’ın elest bezminde insanlardan aldığı misak üzere, her çocuğun küfürden selim olarak doğduğunu söyleyen çoğunluğa göre, İslam’dır. Fıtrat kavramını İslam olarak tanımlayanlar Kaderiyye, Mutezile ve Eş’arilerdir. Kaderiyye’ye göre her doğan İslam üzere doğar, dolayısıyla, Allah (c.c.) hiç kimseyi saptırmazken çocuğun anne babası saptırabilir. Selef alimleri ise fıtratı, insanların yaratıldığı ilk başlangıç haller, insanların yaratılışındaki ana ilkeler olarak yorumlarlar. Fıtratın İslam üzere doğmak anlamını kabul edenler; din anlamındaki İslam’ı değil, yaratılıştan gelen dini duyguyu kastedmişlerdir. Mutezile’nin fıtratı İslam’la eş anlamlı sayması, dinin esasında aklın bir işi, İslam’ın da külli aklın hak dini oluşunun sonucudur. Burada yine İslam’dan kasıt, makul bir dinden ibaret olmasıdır. Zira İslamın fıtri oluşunun, insanın yaratılıştan gelen hali hazırda bşr tevhid fikrine sahip olması değildir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim’de “Allah (c.c.) sizi annelerinizin karnından bir şey bilmediğiniz halde çıkardı” denmektedir. İslam (yani makul bir din) üzere yaratılışın, doğuştan gelen dini ilgi ve yeteneğin ifade ettiği iki mana vardır; a. Kadir-i Mutlaka İhtiyaç Allah (c.c.)’ın varlığının akıl yürütme yoluyla bilinebileceğini söyleyen alimler; Yaratıcıya yönelmenin insanın yaratılışında mevcut bir özellik olduğuna dikkat çekmektedirler. Hattâ dini inancın fıtriliği, aynı zamanda Allah (c.c.)’ın varlığının delillerinden biri sayılmıştır. Buna göre insanın nefsani arzularına zıt bir hususta bu derecede umumi bir ittifak, cehalet, korku, siyaset, terbiye, veraset ve psikoloji gibi özel ve değişken sebeplerle izah edilemez. Bir buhran ardından gerçekleşen hidayet olayı da fıtri din duygusu ile açıklanabilir. Buna göre insanın gönlüne ışıyan Allah (c.c.) mefhumu, zorluk karşısında zeihnin kurguladığı bir hayal değil; felaket, depresyon ve kriz anında bilinçaltındakinin bilinç düzeyine çıkmasıdır. Tarihte bir dini inanca sahip olmayan ateist bir toplumun bulunmadığına dikkat çeken alimlere göre; Allah (c.c.)’ın varlığının bilincine varma insanda fıtri, içgüdüsel bir oldugur. Fıtri olanın iki temel özelliği olmalıdır: o Fıtri olan şiddet ve zaaf açısından farklı olsada tüm bireylerde olmalıdır. o Güçlendirmek ve yönlendirmek için eğitime ihtiyaç duyulsa da varlığın yaratılışı gereği olması açısından fıtratın oluşumlarında öğretme ve öğrenmeye lüzum yoktur. İnsan da Tanrı inancı; ne arının bal yapması gibi bir içgüdü; ne de çocukta tevhit bilgisinin doğuştan hazır halde olduğu söylenebilir. Sadece insan ruhunda, yaratıcısnı idrak etmeye iten duygusal bir motiv vardır. Fıtrat ya da yaratılıştan anladığımız da budur; yani Tanrı tasavvuruna karşı çocukta tabii bir eğilim vardır; bu da zamanla yokedilebilir. b. Marifetullah’ın bilinçdışı ya da sezgisel varlığı Eşari, Maturidi ve çoğu Mutezile alimine göre, insanın kalbinde hâtırlar vardır ve bunlar insanları nazar ve istidlale çağırırlar. Cubbai’ler ve Nazzam’a göre insan da nazar ve istidlale çağıran iki hâtır (içses) vardır ve bunlar arazdır; ve akıl sahibininin kalbine bir söz halinde ve emir mecrasında gelmiştir. Allah (c.c.)’ın varlığının ancak bir akıl yürütme sonucunda kavranabileceğini belirten bu yaklaşımda, teolojik bilgi karşısında nötr halinde olmak olmakla birlikte; insanda dini ilginin başlangıcını oluşturan bir iç-ses Allah (c.c.) tarafından varedilmiştir. Dolayısıyla açık bir ide olarak yaratılışta mevcut olmayan marifetullah karşısında insan tamamen ilgisiz değil, bir ikilem içerisindedir. Allah (c.c.)’a ilişkin bilginin sezgisel olduğu anlamına gelen bu açıklama, onu zaruri sayan görüşe nazaran daha makul görünmektedir. Misak ayeti de insanda bilinçdışı bir Tanrı fikrinin veya din duygusunun bulunduğunu gösterir. İzmirli’ye göre Allah (c.c.) vergisi hiçbir fikir bulunmasa, ne kıyas ile ne de induksiyon ile Allah (c.c.)’ı bulmak mümkün olmaz. Ne aklın ilkeleri ile ne de tecrübi olarak biz Allah (c.c.)’ı bulamayız. Sufiler ce insanda kesbi olarak elde edilemeyen, fıtrattan gelen ilahi bir unsur vardır. Onların da marifeti, her insanda doğuştan gelen ancak bilinçdışı alana ait, aynı zamanda önermesel olmayan bir bilgi olarak değerlendirdiklerini söylemek mümkündür. Eflatun’a göre; marifet hatırlama, cehalet ise unutmadır. İbn Arabi’nin düşüncesinde de marifet kavrayış ve zevk, her insan da gizli olarak doğuştan bulunur ve tasavvufa özgü koşullarda ansızın ortaya çıkar. Buna göre insanın bilinçdışında Allah (c.c.)’a ait bir bilginin olduğu sonucuna ulaşılabilir. İnsannın bilinçdışında rububiyetin fikrinin bulunduğunu anlatmanın misak ayeti de fıtrat ile tevhid inancı arasındaki ilgiyi tablolaştırmaktadır. Hz.İbrahim’im istidlalden önce imandaki psikolojik bir unsura (sevgi), din duygusuna sahip olduğunu gösterir. (“ben kaybolup gidenleri sevmem”). Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim’de delil şeklinde ortaya konmasa da marifetullah’ın bilinçdışında en azından bir sezgi ya da duyusal bir temayül halinde varlığı söz konusudur. Bununla birlikte fıtratın hazır teolojik düzeyde bir tanrı tasavvurunu içerdiğini de düşünemeyiz. Burada bahis konusu olan ortak bilinçaltı bir unsur konumundaki , ancak şur dünyasının gelişmesine bağlı olarak inkişaf edecek bir Tanrı tasvvuru yada bu tasavvura zamanla yol açıcı bir fonksiyon görecek olan bir sezgi ve din duygusudur. Psikolojizm Din duygusunun yanlızca psikolojik bir zaafın sonucundan, bir savunma mekanizmasından, hatta nörotik bir kalıntıdan başka birşey oldaığnı, insanın çaresizlik halindeki özlem ve duygularını beşeri, tabi olandan semavi olana doğru yansıması olduğunu ifade eden Feuerbach, Freud, Marx ve Fromm savunur. Bu anlayış, bütün felsefi problemleri psikolojik problemlere icra eden psikolojizmden başka birşey değildir. Bilinçaltını bilincin asıl kaynağı olarka gören Jung’a göre ise hayatımız, Freud’un inandığı gibi tabula rasa ile değil, bilincin biçimlendiricisi olan bilinçdışımızla başlar. Bizden bağımsız bir gücün, varlığımız üzerindeki etkileri ve yansımalarıdır. İnsan dinsel işleve sahiptir, ve bu işlev kendi doğrultusunda insanı cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri kadar güçlü bir şekilde etkiler. Çocuk tamamen boş değildir, Allah (c.c.) fikri onun düşüncesinde kendi kendine filizlenmez. Fakat bazı psikolojik karakteristikler, çocuğun dini verasete girişini kolaylaştırabilir. Pazarlı’ya göre çocukta dini duygu bir duyarlılık kabiliyeti halinde yaşamaktadır. Allah (c.c.)’a iman fıtri olmakla birlikte bazı insanların neden inkar ettiğini ise şöyle açıklarlar: Allah (c.c.)’ın varlığını idrak ettiren dahili ışığın herkeste aynı derecede açık olmayışı; sosyal çevrenin telkinleri, kişiden kişiye değişen bilgi, duyu, heva ve irade arasındaki ilişkilere bağlıdır. Sonuç Cehm b. Safvan, Gaylan ve bazı Mutezilelere göre marifetullah zaruridir. Cahız, Sumame ve Esvari ye göre bilgilerin tamamı zaruridir. İbn Rüşd’e göre her yaratılanın bir yaratıcısı olduğu esası insanların fıtratında mevcuttur. Eşariler, Maturidiler ve Kadı Abdulcebbar dahil bazı Mutezile alimlerine göre zaruri bilgi konusunda insanlar ihtilaf edemez ve teklife konu olmaz; ondan dolayı marifetullah zaruri değildir. Marifetullah nazari ise; fıtrat kavramı bağlamından kişinin neden ve nasıl yaratıcıya ulaşmaya çalıştığı incelenir. Kimine göre insan tevhit ve İslam karşısında nötr haldedir. Kimine göre fıtratta dini ilgi mevcuttur; insanın tevhit inancına karşı yaratılıştan gelen bir duyarlılık kabiliyetine veya yaratıcı’nın varlığına götüren sebeplilik ilkesine sahip olduğunu söyleyenler de vardır. İnsan bilinci ile yaratıcyı tanıma arasında bağ vardır. Dolayısıyla en azından dini ilginin beşeri bir özellik olduğunu kabul etmek gerekir. Bunun da misak olayında insanların bilinçdışıa bir Tanrı idesinin yerleşmiş olmasıyla ilgilidir. Her toplumun Tanrı fikrine sahip olması, insanın bir yaratıcıya muhtaç olması, yaratıcının varlığının insan fıtratında mündemiç bilinçdışı bir olgu olduğunu kabul etmek gerekir. İnsanın varoluşuna ve kainata anlam vermeye çalışması, normal bir özelliğidir ve bu ilgisiyle insan düşünür, sebeplilik ilkesiyle Tanrı inancına ulaşır.