36. Şeyh Hasan Taysun
Transkript
36. Şeyh Hasan Taysun
Hasan Taysun ŞEYH HASAN TAYSUN Ağrı Dağına yerleşik Kürt aşiretlerinin kaderi 1925’den itibaren iki farlı çizgide gelişmişti. İçlerinde Mahmut Alar (Qızılbaşoğlu aşireti), Hacı Abdullah Çoktin (Hesesori aşireti) ve Şeyh Hasan Taysun (Sakan aşireti) ve ailelerinin bulunduğu gruptakiler, Ağrı Dağı İsyanı sonrası siyasi mülteci oldukları İran’da sürgünde kalmış, 1945-50 yıllarında tekrar Türkiye’ye giriş yapmışlardı. Hasan Taysun İkinci gruptakiler; Ali Mirze Bey, Ahmed Şemo, Temıre Gulê, İsa Emere Nevo gibi liderler ve aşiretleri, yasak bölge nedeniyle başka bir sürgünü Iğdır bölgesinde kalarak yaşamışlar, dede baba köylerini terk edip Halfeli, Hoşhaber, Karakuyu, Taşlıça’yı kendilerine mesken edinmişlerdi. Şeyh Hasan Taysun; aşiretinin yıllar süren, acı ve zorluklarla dolu sürgün serüvenine çocuk yaşta katılmış, yaşamın ona kazandırdığı tecrübe ve sağduyuyla bir dönemi ve kendi hayatını kısaca özetlemek için salondaki koltuğuna özenle yerleşmişti. Bana dinlemek kalıyordu. Hayatım 1919 D.Bayazıt doğumluyum. Okul hayatım İran’da geçti. Evliyim. On iki çocuk, kırk torun ve bir toruncuk sahibiyim. Kürtçe ve Türkçe’den başka Arapça, Farsça dillerini konuşurum. Gur Hasso (Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz, Rus askerleri zorlanmadan Osmanlı’nın Doğu cephesini aşıp Sivas’a doğru yol alırlar. Bu kolay geçişe dur diyenlerin başında Gur Hasso namında biri gelir. Gur Hasso, Ağrı Dağı bölgesinde Rus askerlerine aman vermez, kök söktürür. Aşağıdaki anlatım, Celâli aşiretini oluşturan üç ana kolundan Sakan (Sakî) aşiretine bağlı Mala Resê Çellê kabilesinden Gur Hasso ismindeki bu lideri gün ışığına çıkarmaya yöneliktir. Mücahit.) Gur Hasso, Sakan aşiretindendi. Bağlı olduğu kabile, Tuzluca ve Kağızman taraflarında yerleşikti. Birinci Dünya Savaşı başladığında Rus askerlerinin en büyük hedeflerinden birisi stratejik öneme haiz Ağrı Dağı’nı kontrol altına almaktı. Bu 526 Iğdır Sevdası amaçla özel bir askeri birliği Ağrı Dağı’na göndermişlerdi.. Rusların geldiğini haber alan, Gur Hasso, çete savaşı örgütledi. İçlerinde Bıro Heseki Telli’nin de olduğu, yiğit ve gözü pek savaşçıları kendi birliğine katıp, ani saldırılarla Rusları geri püskürttü. Ruslar, aylar süren çatışma ve askeri harekâtlara rağmen istedikleri başarıyı elde edememişlerdi. Çareyi Gur Hasso’ya elçiler gönderip onun gönlünü kazanmakta buldular. “Biz Ağrı Dağı’ndan vazgeçtik, sen de bizden vazgeç!” dediler. Ama Gur Hasso, toprağını işgale gelen güçlere hoşgörüyle yaklaşmaya niyetli değildi. Saldırı gücünü daha da artırdı. Savaştan önce Osmanlı ve İran hükümetleri, ülkeleri arasında bir demiryolu inşa etmeye karar vermişler; hatta Horasan’a kadar gitmesi planlanan demiryolu inşaatını Eleşkirt’e kadar getirebilmişlerdi. Ancak savaş başlayınca, Ruslar demiryolunu işgal edip, bu yolu asker ve cephane sevkıyatı için kullanmaya başladılar.. Gur Hasso, Rusları bozguna uğratmak için, demiryoluna sürekli taciz saldırılarda bulunuyor, Rusların silah ve asker sevkıyatını engellemeye çalışıyordu. 1917 yılının ilkbaharında, Gur Hasso ve arkadaşları trene tuzak kurup beklediler. Çıkan çatışmada atılan bombanın yakınında patlamasıyla Gur Hasso şehit oldu. Gur Hasso’nun ölüm haberi Ağrı Dağı’na bomba gibi düşmüştü. Çeteler umutsuzluğa kapılıp dağıldılar. Ailem ve Şeyh Bekır Sor Aile şeceremizin en üstünde yer alan Şeyh Bekır Sor, Aladağ bölgesinde yaşarmış. Rivayete göre başından şöyle bir olay geçmiş. Bir gün başka bir diyardan gelen, kerâmet sahibi bir din adamı ziyarete geliyormuş. Kerâmetinin göstergesi de üzerine bindiği ve ehlileştirdiği ayı imiş. Bunu duyan Şeyh Bekır, uzun ve düz bir kaya parçasının üzerine çıkmış, yılanı eline kamçı yapıp, havada uçan halı gibi, gidip din adamını karşılamış. Yabancı ulema, bakmış ki, kendisinden daha fazla kerâmet sahibi olanlar var, saygıyla Şeyh Bekır Sor’un elini öpmüş. O günden sonra ünü tüm bölgeye yayılan Şeyh Bekır Sor’a, “uçan kaya” anlamında, kendisine Arap ellerinde, “Raqüb ül hacer”; İran ellerinde, “Süvari seng”; Kürt ellerinde de “Siyari gevır” adını takmışlar. Şeyh Bekır Sor’un, Şeyh Hasan Serpor isimli torunu aileden kopup Bayazıt vilayetinde din eğitimi görmüş; sonra da başını alıp İran ellerine gitmiş. Şeyh Bekır Sor, ölüm yatağında, “Ne yapıp edin, bu sevgili torunumun izini bulun!” diye istekte bulunmuştu. Aradan 150-200 yıl gibi uzun bir zaman geçtikten sonra, Şeyh Bekır 527 Hasan Taysun Sor’un bu vasiyeti yerine gelmiş, Şeyh Huseyine Kose İran’da bulunup iki aile tekrar birleşmişti. Şeyh İbrahim’in Öldürülmesi Şeyh İbrahim, iki aşiret arasında çıkan ihtilâf sonucu öldürülünce, kardeşi Şeyh Abdülkadir, ailenin lideri olarak bizleri etrafında topladı, “Bu olaydan sonra biz artık burada kalamayız” dedi. Bayazıt vilâyetine doğru yola çıktık. Yolculuk sırasında annem Cevahir Hanım bana hamileydi. Örtülü köyünün yakınındaki Celâl köyü önlerinde Arê Kozê denilen yerde dünyaya gelmişim (1919). Osmanlı topraklarında Ermenilerle Müslümanlar arasında korkunç çatışmalar cereyan ediyormuş. Kâzım Karabekir Paşa, Şeyh Abdülkadir’e özel kuryesini gönderip savaşta yer almamızı istemişti. Aşiretimizin milis güçleri Ermenilere karşı saldırıya geçti. Başarılar kazandılar. Bunun üzerine Karabekir Paşa aşiretimizi, Ermenilerden metruk Musun ve Korum köylerine yerleştirdi. 528 Iğdır Sevdası Örtülü köyü Bayazıt bölgesinde Celali aşiretleri arasında husumet vardı. Qotan ve Soran aşiretleri birlikte hareket ederek Sakan aşiretine tacizde bulunuyorlardı. Bu durum “Eyşen Ağa”nın öldürülmesiyle doruk noktasına çıkmıştı. Eyşen Ağa silahşor ve gözü pek olan bu kadındı. Örtülü köyünde ikâmet ediyordu. Sakan aşireti liderlerinden Eli Ağa’ın kızı Eyşen Ağa, bir saldırı sonucu öldürülmüştü. Sakan aşiret reisi Hıdır Ağa, Şeyh Abdülkadir’e haber gönderip, “Bizim burada (Örtülü köyü) sıkıntımız var, gel bizimle beraber ol!” teklifinde bulundu. Şeyh Abdülkadir daveti kabul edip, Örtülü köyüne doğru yola çıktı. Fakat köye girmeye hazırlanırken, beklenmeyen bir durum oldu. Mala Hıdır Ağa’ya rakip grup, aşiretimizin köye girmesini istemedi. Tartışmalar ve sürtüşmeler arasında silahlar patladı. Birkaç genç yaralandı. İş inada binince Şeyh Abdülkadir zorla köye girdi. Köyün tapusunu elinde tutan rakip grup, hükümetten yardım isteyince, jandarmalar aşiretimizi Örtülü köyünden zorla çıkardı. Şeyh Abdülkadir, “Madem ki buralarda yer yok, biz de İran’a geri döneceğiz” dedi. Şeyh Abdülkadir, sınırı geçmeden önce, özel kuryeyle Sarıkamış’taki Kâzım Karabekir Paşa’ya bir mektup gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu: “Sayın ve çok değerli Paşam, Biz sizi tanımadan önce aslanlar bile evimizi dağıtamazdı. Ancak sizinle muhatap olup, himayenizi girdikten sonra tilkiler bile evimizi dağıtıyor” Kâzım Karabekir Paşa, mektubu alır almaz, Bayazıt valisine, “Ne yapıp edin, Şeyh Abdülkadir’in İran’a geçmesine engel olun, yoksa hepinizi görevden alırım” tehdidinde bulunmuştu. Vali Celâl Bey (Celâl Yardımcı’nın babası) ve diğer hükümet yetkilileri bizleri sınır üzerindeki Gülveren köyü önlerinde yakaladılar. Şeyh Abdülkadir’i ikna edip, aşiretimizi Örtülü köyüne yerleştirdiler. Bıro Heseki Telli (İbrahim Ağa) Gur Hasso’nun yanında Ruslara karşı kahramanca savaşan Bıro Heseki Telli, savaştan sonra kendisine Bayazıt merkezde bir manifatura dükkânı açtı. Bıro Heseki Telli, Bayazıt belediye başkanı Mahmut Bey’in kız kardeşi Rabia Hanım’a gönlünü kaptırmıştı. Mahmut Bey istemeyerek de olsa kız kardeşini , Bıro Heseki Telli gibi bileği güçlü ve sevilen birisine vermeyi kabul etmek zorunda kalmıştı. 529 Hasan Taysun Bu arada hükümet, ağa ve beyleri hiçbir gerekçe göstermeden Batı illerine sevk etmeye başlamıştı (1926). Bıro Heseki Telli, hükümetin bu kararına karşı geldi, kendisini almaya gelen jandarmalarla çatıştı, birkaçını öldürdü yada yaraladı. Eline silahını alıp Ağrı Dağı’na çıktı. Bıro Heseki Telli, dağa çıkmadan önce yanındakilere şöyle demişti: “Yıllarca bu vatan uğruna Ruslara karşı savaştım. Canımı, malımı feda ettim. Ama şimdi hükümet, bizi sürgüne gönderiyor. Bu bir haksızlıktır. Ben de şu yemini ediyorum: Dinime, Kurân-ı’ma yemin ederim ki, ölünceye kadar, bu haksızlığın dâvasını göreceğim” Bıro Heseki Telli gittikçe güçleniyordu. Bir gün Bayazıt’ı basıp, Rabia Hanım’ı beraberinde götürdü. Sürgüne gönderilen Mahmut Bey, Trabzon’dan gemiyle İstanbul’a doğru yol alırken şüpheli şekilde denize atılarak öldürülmüştü. Tendürek Olayları (1929) Köyümüz (Örtülü) Ağrı Dağı eteğinde olduğundan isyan hareketinden etkileniyorduk. Hatta isyanı kontrol altına almak isteyen hükümet yetkilileri köyümüzü boşaltmamız için bize başvurdular. (Bbabam, beş köyün (Örtülü, Celâl, Qurpaxann, Çevirme vs) muhtarıydı.) Uzun görüşmelerden sonra Örtülü’yü terk edip, başka köylere yerleştik. Yaylacılıkta firar diye tabir ettiğimiz bir durum vardır. Yaylacılar, “evin ağırlığı” olarak kabul edilen yatak, kap-kaçak türünden eşyaları önceden yola çıkartırlar. Buna firar denir. Yaylaya çıkmaya hazırlanıyorduk. Firar’ı yola çıkardıktan sonra biz de evleri yükleyip, yola çıktık. Köç’ümüz Bıre Hamo (Hamo köprüsü) mevkiine ulaştığında karşımıza, yıllardan beridir düşmanlık halinde olduğumuz aşiret güçleri çıktı. Hükümet güçlerinin desteğiyle bize karşı saldırıya geçtiler. 9-10 yaşlarında bir çocuk olarak atın üzerinde, babamın terkisinde, olup biteni korkuyla izliyordum. Sakan aşiretinin devlet ve hükümetle sorunu yoktu. Ama olaylar öyle hızlı ve haksız gelişmişti ki, aşiretimizin kendisini savunmaktan başka çaresi kalmamıştı. Özellikle 80 yaşındaki Resulu Hesen’in öldürülmesi üzerine olaylar kontrol dışında çıktı. Çıkan çatışma saatlerce devam etti. Bu çatışmalarda aralarında Şeyh Salih ve Şeyh Yasin’i olduğu değerli insanlar öldü; binlerce koyunumuza el kondu. Geriye kalanları Tendürek dağlarına doğru geri çekildiler. Tendürek üzerinden İran’a geçmeye hazırlanıyorduk. Bölge taşlık olduğundan, hayvanların ayakları taşların arasına girip yürümelerine engel oluyordu. Geçişi kolaylaştırmak için, keçeler taşlık arazi üzerine serilip ince uzun bir koridor meydana getirildi. Hayvanları keçeler üzerinden yürüterek 530 Iğdır Sevdası taşlık araziyi kazasız belasız geçmelerini sağladık. O günden sonra Tendürek dağının bu taşlık bölgesi halk dilinde, Kerre Kulava (Taşlı keçe) olarak bilinir oldu. Aşiretimiz kışı İran sınırındaki Adağan köyünde geçirdi. İlkbahar olunca sıkıntımız başlamıştı. Çünkü aşiretimizin yıllardan beridir gittikleri Aladağ yayları artık bize kapalıydı. Mecbur kalıp Ağrı Dağı’da yaylaya çıktık. (1930) Ağrı Dağı’nde isyan en hareketli yılını yaşıyordu. Aşiretimizin de katılmasıyla isyanın etkinliği birdenbire artmıştı. “Lawrence adında biri...” Lawrence, şeyh elbisesiyle dolaşıyor, kendisini “Şeyh Hüseyine Berjeri” olarak tanıtıyordu. Yanında kendine eşlik eden 13-14 yaşlarında bir çocuk vardı. Ağrı Dağı’nın kuzey yamacındaki (Iğdır’a tarafı) bir mağarada yatıp kalkıyorlardı. Lawrence, halk üzerinde keramet sahibi bir şeyh izlenimini vermek için, akşamları el fenerini ayaklarının dibine kor, nura (!) boğulmuş halde mağaradan dışarı bakardı. El feneri ve pil henüz bilinmediğinden, köylüler büyük hayranlıkla şeyhe (!) saygı gösterirlerdi. Kürtçe ve Türkçe’yi güzel konuşan Lawrence, takma sakalı belli olmasın diye güldüğü zaman ağzını kapatır, “dişlerim görünmesin” derdi. Lawrence ayrılmadan önce Bıro Heseki Telli’ye uğrayıp, “Sizin hükümetle başa çıkmanız mümkün değil. En iyisi onlarla anlaşma yolunu arayın.” diye tavsiyede bulunmuş. Sonra, içi kitap dolu heybesini omzuna atıp, yanında çocuk İran’a doğru yola çıkmış. Lawrence, isyan bölgesinden uzaklaşır uzaklaşmaz, takma sakalını çıkartıp cebine koymuş; sakalsız haliyle karşıdan gelen bir grup Kürt savaşçısını selâmlayıp yoluna devam etmiş. Kürt savaşçıları Bıro Heseki Telli’nin çadırına geldiklerinde, Bıro Heseki Telli’nin ilk sorusu merakla, “Yolda Şeyh Hüseyin Berjêr’e rastladınız mı?” diye sormak olmuş. Savaşçılar, “Hayır, ama yanında çocuk olan 40-45 yaşlarında sakalsız bir adama rastladık” demişler. Bıro Heseki Telli, şeyhin bu halinden şüphelenmemiş, “Demek ki keramet sahibiymiş!” demekle yetinmiş. İsyan günleri Ağrı Dağı İsyanı’nın erken dağılmasına neden olan iki önemli faktör vardı. Birincisi, liderlik durumu, ikincisi ve daha önemlisi İran topraklarındaki Mala Bozo ve Halit Ağa’ya bağlı Helikan aşiretlerinin konumuydu. 531 Hasan Taysun İhsan Nuri Paşa, lider olarak söz geçiremiyor ve savaşçıların çoğu onun tavır ve davranışlarına pek sıcak bakmıyordu. Xoybun cemiyetinin de isyancı güçlere pek katkı sağladığı söylenemezdi. Son olarak gönderdikleri 14 tabancadan sadece iki tanesi Ağrı Dağı bölgesine ancak ulaşabilmişti. İsyanın asıl iki lideri Bıro Heseki Telli ve Şeyh Abdülkadir idi. Katılımcı aşiretlerin çoğu Sakan aşiretindendi. Sorunlar ne zaman Celâli aşireti temelinde ortaya çıksa Şeyh Abülkadir’in sözü dinlenirdi. Ne zaman savaşmak, saldırı ve savunma konuları tartışılsa Bıro Heseki Telli ön plana çıkardı. İki lider arasındaki tek ayrılık, Şeyh Abdülkadir’in hükümetle görüşmelerden yana olmasına karşın, Bıro Heseki Telli, bu yolu tamamen kapatmıştı. “Ben bu uğurda öleceğim!” diyerek savaşmak konusunda kararlıydı. “Deste” olarak isimlendirilen bağımsız milis güçleri ve liderleri de önemli birer güçtüler. Etrafındaki 50-60 kişilik “deste”siyle Ferzende Beg, bunların arasında kahramanlığı ve kişiliğiyle en çok saygı uyandıranıydı. Ağrı Dağı’nın İran toprakları içinde kalan kesiminde iki aşiretin etkinliği vardı: Sakan aşiretinden Mala Bozo (100 hane) ve Halit Ağa’ya bağlı Helikan aşireti (500 hane). Bu aşiretler ve köyleri, isyancı güçler için çok önemliydi. Çatışmalarda yaralanan savaşçılar bu köylerde tedavi görür, iyileştikten sonra tekrar Ağrı Dağı’na dönerlerdi. Bu durumu bilen hükümetler, ne yapıp edip bu iki aşireti bölgeden uzaklaştırmaya karar verdiler. Türk hükümet yetkilileri, İran hükümetiyle sıkıntıları olan Halit Ağa’ya mektuplar gönderip onu Türkiye’ye iltica etmesi için ikna ettiler. İran hükümeti de Mala Bozo aşiretinin lideri Musa Ağa’ya teğmen rütbesi verip onu kendi yanına çekti. Böylece, önemli lojistik destekten mahrum kalan isyancılar, daha fazla dayanamayıp, dağıldılar. Halit Ağa’ya bağlı Helikan aşireti Türkiye’ye sığındı. Kışı Kağızman deresinde geçirdikten sonra, ilkbaharda, Trabzon limanından gemilerle Trakya’ya taşındılar. Halit Ağa, önceleri kendisine büyük iltifatlarda bulunan hükümet yetkililerinin, verdikleri söze bağlı kalmadığını görünce üzülmüş, acı içinde Trakya’da vefat etmişti. Oğlu Emer Ağa, Trakya’dan kaçıp tekrar İran’a dönmüştü. Ağrı Dağı isyanına aşiret temelinde en büyük katılım Sakan aşiretinin Mala Bozo, Mala Bado ve Şemkan gruplarından geliyordu. Şemkan aşiretinden Temıre Şemki, Çarxê, Osê ve Fettto gibi savaşçılar cesaretleriyle ün kazanmışlardı. Sakan aşiretinin Gıskan grubu lideri Ali Mirze Bey, isyana katılmadı. Ali Mirze Bey, kendisini isyana katılması için ikna etmeye gelen heyet men532 Iğdır Sevdası suplarına, “Ne için savaşıyorsunuz?” diye sormuş. Heyettekiler, “Jı bo dinê Mıhemmed” (Din adına) diye cevap verince, Ali Mirze Bey, “Çıma dinê Mıhemmed heviya merıva Saki’ye maye!” (Muhammet’in dinini kurtarmak sadece Sakan aşiretinin mi sorunu!) diye cevaplamış. İsyan dağılınca İran hükümeti aralarında Şeyh Abdülkadir, İhsan Nuri Paşa, Şeyh Davo, Kör Hüseyin Paşa’nın oğlu ve bir akrabasını mülteci olarak kabul etti. Şeyh Abdülkadir 16 yıl Kom vilayetinin Saba kazasında mülteci olarak yaşadı. Hükümet babamı da Kaşan vilayetine gönderdi. Bıro Heseki Telli’nin Öldürülmesi (1932) Bıro Heseki Telli, İran hükümetinin mülteci olma önerisini, “Ben ölünceye kadar bu davayı takip edeceğime yemin ettim” diyerek geri çevirmişti. Yanındaki 100 kişilik askeri gücüyle çarpışmalara devam etti. Bir ara İran hükümetiyle bir anlaşma yapıp, Harman köyünü kendisine ikamet aldı. İran askerleri köye ani baskın düzenleyip Bıro Heseki Telli’nin güçlerini çepeçevre sardılar. Çıkan çatışmalarda Bıro Heseki Telli’nin oğlu Efrasiyav öldü. Karısı Rabia Hanım da esir düştü. Bıro Heseki Telli, çemberi yarıp kurtulmayı başarmıştı. Bıro Heseki Telli’nin Ağrı Dağı etrafındaki askeri faaliyetleri 1932 yılına kadar devam etti. O yıl İran askerleri Milan aşiret güçleriyle (Geliya Sira) Bıro Heseki Telli’ye karşı saldırıya geçtiler. Yıllar sonra Milan aşiretinden bu saldırıya katılan birisinin ağzından şu hikâyeyi dinlemiştim: “Milan milis güçleri olarak en önde savaşıyorduk. Bıro Heseki Telli ve arkadaşlarıyla sıcak temas kurmuş, ablukaya almıştık. Çatışma bütün şiddetiyle devam ediyordu. Birden Bıro Heseki Telli’nin tüfeği sustu. Çok geçmeden ona yakın mesafedeki kardeşi Eyüp Ağa’nın da silahı sustu. Bıro Heseki Telli ağır yaralıydı. Elindeki tüfeği sımsıkı tutuyordu. Arkadaşlarımızdan birisi tüfeği elinden alınca, Bıro Heseki Telli gözünü açtı, “Eyvah! Glidağ ma bêxweyi!” dedi. (Eyvah! Ağrı Dağı sahipsiz kaldı!) Bu onun son sözü oldu.” İran hükümeti tarafından yakalanan Ferzende Beg, Tahran’daki Qasri Kacer’de on yıl hapis yattı. Cezaevinde vefat etti. Ferzende Beg’in cenazesini yıkarlarken, görevli İran subayı elini Ferzende Beg’in gözüne sokup, “Kim bilir bu gözlerle kaç tane İranlı askeri 533 Hasan Taysun öldürdün” demiş. Orada bulunan akrabamız müdahale edip, subayın bu saygısız davranışına engel olmuş. Ve Tekrar Türkiye Ailem 16 yıl İran’ın Kaşan eyaletinde mülteci yaşadı. Kaşan eyaletindeki liseyi bitirdikten sonra İran Demiryolları şirketinde memur olarak görev yaptım. Ünlü din adamı Seyyit Abdülvahap Berzenci’den Osmanlıca ve Arapça dersleri aldım. 1947 yılının Temmuz ayında 50 hane (500 nüfus) olarak Türkiye’ye geri geldik. 5-6 ay Iğdır ve D. Bayazıt arasındaki bir bölgede, çadırlarda ağırlandıktan sonra Kayseri’ye gönderildik. 2-3 yıl sonra DP iktidarıyla, yasak bölge kalkınca Örtülü köyüne geri döndük. Babam (v. 1944), ağabeyim Hamit, hanımı, iki çocuğu ve ablam Fatma’nın mezarları Kaşan eyaletindedir. Ailemin bu şekilde iki ülke arasında parçalanmış olması, bir acı olarak yüreğimi her zaman rahatsız etmektedir. Şeyh Abdülkadir, kendisi gibi Tahran’a sürgüne gönderilen Rabia Hanım’la evlendi. Bu evlilikten dört çocuğu oldu. Şeyh Abdülkadir, Makü’ye geri döndü. Mehabad Kürt Cumhuriyeti ilan edilince Şeyh Abdülkadir’i, “Sadre komiteyi Xoy u Makü” sıfatıyla Hoy ve Makü bölgesinin valisi olarak atadılar. Şeyh Abdülkadir, Mehabad Kürt Cumhuriyeti dağılmasından altı ay önce 90 yaş civarında vefat etti. Farsça ve Türkçe’yi güzel konuşan Şeyh Abdülkadir’in okul hayatı olmamıştı. Okuma yazma bilmediği için imzasını mühürle atardı. 534