İstanbuldaki Anadolu Sayı 1
Transkript
İstanbuldaki Anadolu Sayı 1
Sayfa 2 İstanbul’daki Anadolu Selami UZUN 1950’lerde tek parti hangarından çıkan Anadolu insanı, büyükşehirlerin kapılarını ucuz iş güçleriyle zorladıklarında, “ne kadar yaşamamış” olduklarını da fark ediyorlardı. 1960’lara kadar “mevsimlik gel-gitler”le devam eden Anadolu-İstanbul koklaşması; Altmışlardan sonra “yer çevir meler”le oluşan, göçmen kamplarını hatırlatan, umut kayna ğı büyük mahallelerle yeni bir boyut kazanıyordu. Bu arada Anadolu insanı şehre geldiğinde, şehirli dostla rımız da Avrupa ve Amerika’nın kapılarını aşındırıyor; tıpkı Anadolulunun şehir karşısında uğradığı “düş kırıklığını” Avrupa ve Amerika karşısında yaşıyorlardı. Kısacası, dolandırarak anlatmaya çalıştığımız, Anadolu insanının şehri, yani medeniyeti bir ölçüde keşfettikten sonra, ona doğru hızlı bir göçün başlamış olmasıydı. İşte hayatımızın bir çizgi üzerindeki her noktası, zamanın bir parçasıyla, mekanın bir yeriyle, insanların bir kısmıyla kesişme halindedir. Muşlu,Doğubeyazıtlı, Adıyamanlı Ahmet ile Sivaslı, Tokatlı, Giresunlu Meh met’in kaderleri İstanbul’da kesişiyor. Bu kesişme, aynı zamanda, bir ortak yaşama biçimi oluyor, hayat oluyor, yeni bir İstanbul oluyor, yeni bir Anadolu oluyor. İstan bul’daki Anadolu işte böyle doğuyor. Anadolu’dan gelenler İstanbul’da, dünyanın hiçbir kentin de başarılamayan bir şeyi başarıyorlar: Kaynaşıyorlar, ortak, yeni bir yaşama ve şehir kültürü oluşturuyorlar, şehir için taze ve itici bir güç oluyorlar. Aynı apartmanda Anadolu’nun en az 5 ayrı ilinden gelen 5 farklı aile oturuyor. Birbiriyle komşuluk yapıyorlar, ticari ortaklık kuruyorlar, akraba oluyorlar. Bu, dünyanın hiçbir yerinde olmuyor. Sözgelimi New York’ta birçok insanın kaynaşarak yaşa dıklarını söyleyemeyiz. Çünkü orada Çinlilerin yaşadıkları, İtalyanların bulundukları, İspanyolların yoğunlaştıkları mahal lelerden bahsedebiliriz. Ama İstanbul öyle mi? İstanbul, bu ülkenin mozayiği, kaynaşma, buluşma ve her anlamda ortak değerler üretme merkezi... İstanbul’u farklı yapan da bu. Artık “İstanbul’daki Anadolu”luların hayatı ‘birbirlerini kollayarak’ devam ediyor; tıpkı orkestra üyelerinin o muh teşem akışı, ahengi yakalamak için birbirlerini kollamaları gibi. Belki önlerinde düzenli bir örnek göremiyorlar ama, deneme-yanılmalarla denizden karşıya geçiyorlar. Hiçbir zaman kendilerini güçsüz hissetmiyorlar. Umutsuz hiç olmuyorlar. Kendi geleceklerini, kendi iç dinamikleri ve rekabetleri belirliyor. İstanbul’da kaderleri kesişen insanların kurmaya çalıştık ları dünya ile geride bıraktıkları (değerleri, dinamikleri, hayal leri, güçleri) arasında bir bağ kurmayı amaçlayan “İstan bul’daki Anadolu” gazetesi yayın hayatına başlıyor. Anado lu ile İstanbul arasında bir köprü olmak için, geçmişten günümüze bir ayna tutabilmek için, İstanbul’daki Anado lu’nun sesi olmak için. Sivas’ın üç yıldızı: Şükran, minnet ve şefkat Daha önceleri Talavra, Megapolis, Karana, Diyapolis gibi adlar la anılan şehre Sivas adının Roma İmparatoru Ögüst’e bir şükran ifadesi olarak eski Grekçe’de aynı anlama gelen Sebasteia (Ögüst şehri) denildiği tahmin edilmekte, bu adı verenin de Pontus Kralı Palemon’un dul eşi olduğu söylenmektedir. Sivas adıyla ilgili olarak çeşitli efsanelerden birinde de sipas’ın Hititçe bir sözcük olduğu konusundaki rivayetlerdir (1). Sivas adının sipas’tan geldiği, bunun da şükran, minnet ve şefkat demek olduğu söylenir. Yani önce Tanrı’ya şükür, sonra ana-babaya minnet sonra da küçüklere şefkat bu şehrin sembolü imiş. Sivas adının üç göz veya üç değirmen anlamına gelmekte olan se as ile de ilgili olduğuna dair söylenceler vardır ki bu üç gözden şehre şükür, minnet ve şefkat pınarları akmakta imiş. Şehir halkının mutluluğu için bu üç düstura önem verilmesi, dolayısıyla bu pınarla rın hiç kurumaması her zaman istenmiş (2). HHH (1) Sipas: (Farsça) şükretme, yetinip Tanrı’ya dua anlamına gelmektedir. M. Nihat ÖZÖN, Osmanlıca Türkçe Sözlük, İstanbul, 1965, s. 669. Sivas’ta yerel bir televizyon kanalının adı SİPAS olup logosunda kırmızı zemin üzerinde beyaz üç yıldız bulunmaktadır. (2) Mehmet ÖNDER, Bitmaz Tükenmez Anadolu, Ankara, 1970, s. 52. Sivas: Şehirlerin anası (1) Müjgan ÜÇER Araştırmacı bazı avantajlar Anadolu’yu kuzeyden güneye, sağlamasına rağ doğudan batıya bağlayan yolların men orduların çiş güzergahın kavşağında bulunan Sivas, Roma ve ge da oluşu zaman Bizans döneminden beri çeşitli kültürl zaman şehrin yağ m a l a n m a s ı n a , erin karşılaştığı bir şehir olmuştur. zarar görmesine Sivas’ın bugün kü sınırları içinde yer alan Hafik Gölü, Pılır Höyü ğü, Zara Tödürge Göl ü kıy ıs ınd a Tepecik Höyüğü, Kangal Çukurtarla ve Kavak höyükle rinde prehistorik döneme ait buluntular ile Yıldı zeli’ndeki Argaz Höyüğü ve çev resinde Kalkolitik Çağ/Taş-Ma den çağı (M.Ö.5000 - 3500) ile Tunç Devri (M.Ö. 3000-1500) buluntuları Sivas’ın uygarlığın beşiği olan Anadolu’nun en eski yerleşim alanlarından biri oldu ğunu göstermektedir. Sivas’n yazılı tarihi Hititlerle başlamakta olup merkez Tatlıcak ve Uzuntepe(Kılhıdık) köyünde ki höyükler, Divriği Maltepe Höy üğ ü, Alt ıny ayl a/Başör en Kuşaklı Höyüğü ve Gürün Şugul Vadisi (burada Hititçe yazılar bulunmaktadır) başlıca Hitit yer leşim alanlarıdır. Friglerin M.Ö. 1200 yıllarında Hititleri ortadan kaldırmasından sonra Sivas Frig egemenliğine girmiş, sonra çev reye egemen olan Lidyalılar döneminde Mezapotamya ve İran ticaretini Ege kıyıları na bağlayan meş hur Kral Yolu yap ılm ış ve Sivas bu yolun en önemli kav şak merkezlerin den biri olmuştur. Anadoluyu kuzeyden güneye, doğudan batıya bağlayan yolla rın kavşağında bulunan Sivas daha Roma ve Bizans dönemin den beri çeşitli kültürlerin karşı laştığı zengin ve hareketli bir şehir niteliği taşıyordu. Şehirde Roma ve Bizans dönemine ait pek az kitabenin olması Sivas’ın devamlı yerleşim merkezi olma sından ve bu malzemelerin kulla nılmasındandır. Bizans dönemin de şehrin kale surlarının yeniden onarılması ve noksanlarının gide rilmesi, sağlık ve sosyal alandaki kuruluşlara önem verilmesi bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Yakın tarihimizin en önemli mekanlarından biri: Sivas Kongresi’nin gerçekleştiği salon Şarkışla Dövlek Heykelciği (MÖ 16. yy) 335 yılında Sivas’ta fakir çocuk ları barındıran, öksüzlerle meş Roma döneminden kalan sikkeler gul olan ve ihtiyarlara bakan sosyal yardım kuruluşları açıl mıştı. Yarhisar’dan çıkarılan Hitit Hiyegrolifi Bizans devletindeki taht kav gaları, uçlardaki hakimiyetin zayıflamasıyla şehir uzun süre yerel prenslikler halinde yönetil mişti. Şehir merkezinin yollar kavşağında bulunması Sivas’a de sebep olmuştu ki VII. yüzyılın başlarında Sasani işgaline uğra mış ve yine bu yüzyılın ortaların dan itibaren Malatya’yı üst yapan İslam ordularının sürekli akınla rına sahne olmuştu. Merkezi oto ritenin çözülmesiyle XI. yüzyılın başlarına kadar düzenli bir yöne timden mahrum kalan Sivas, tica ret yollarının güvensizliği yüzün den eski ticaret yollarının canlılı ğından da çok şey kaybetmişti. Sivas 1020’li yıllarda doğu daki başka bir şehirle takas edil mişti. Türk akınlarının Anadolu kapılarında görünmesi üzerine Ermeni Kralı Senekerim 1021 yılında Bizans Kralı II. Basil’e başvurarak Van Gölü çevresinde ki Vaspuragan eyaletini, Türkle rin akınları geçene kadar, coğrafi konumu itibarıyla daha güvenli olan herhangi bir şehirle takas etmek istediklerini söylemişti. Bu arzuları kabul edil miş ve Vaspura gan’a karşılık Sivas geçici ola rak Ermenilere verilmişti. Kral Senekerim hane danı ve 14 bin kadar vatandaşı ile Sivas’a gelip yerleş miş ve sonra da burada bağımsız lığını ilan ederek Sivas’ı küçük Ermenistan’ın başşehri yapmıştı. Tek taraflı bağımsızlık ilanı sebe biyle onları cezalandırmayı amaçlayan Romen Diyogen Malazgirt’e giderken Sivas’tan geçmiş, yöredeki kışkırtmalar sebebiyle de halkı kılıçtan geçir miş ve Sivas’ı yakıp yıkıp yağ malamıştı. Katliamdan kurtulan Ermeniler Anadolu’nun değişik yerlerine ve Kilikya’ya kaçmış lar, Romen Diyogen’in ölümün den sonra Sivas’a geri gelen Kral Senekerim’in çocukları da Bizans Kralı Nikefor tarafından öldürül düğünden şehir 1080 yılında tek rar Bizans’ın eline geçmişti.