st hdam paket ve sosyal güvenl ktek yen düzenlemeler
Transkript
st hdam paket ve sosyal güvenl ktek yen düzenlemeler
TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU “İSTİHDAM PAKETİ VE SOSYAL GÜVENLİKTEKİ YENİ DÜZENLEMELER İŞLETMELERE NE GETİRİYOR?” SEMİNERİ 16 Temmuz 2008 Mövenpick Otel- İSTANBUL TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU 10 Ekim 2008 Yayın No: 296 Haberleşme Adresi: Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sokak No: 108 Çankaya – ANKARA Tel Faks E-mail Web Sitesi : (0312) 439 77 17 (Pbx) : (0312) 439 75 92-93-94 : tisk@tisk.org.tr : http://www.tisk.org.tr ISBN: 978-975-6728-50– 5 MATSA BASIMEVİ / ANKARA Tel: (0312) 395 20 54 • Faks: (0312) 395 31 63 www.matsabasievi.com.tr • matsa@matsabasımevi.com.tr İÇİNDEKİLER SUNUŞ............................................................................................... 5 AÇILIŞ KONUŞMALARI .............................................................. 7 Yiğit Oğuz DUMAN ............................................................ 7 PERYÖN Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul KUDATGOBİLİK ................................................ 11 TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Faruk ÇELİK .................................................................... 21 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı I. OTURUM: İSTİHDAM PAKETİ OTURUM BAŞKANI : Hakkı MATRAŞ TİSK Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili “Alt İşveren, İş Sağlığı ve Güvenliği ile İdari Para Cezalarına İlişkin Düzenlemeler” Doç. Dr. Gülsevil ALPAGUT ........................................................ 32 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi “İşyerlerine Getirilen Teşvikler, İşsizlik Sigortası Düzenlemeleri ve İŞKUR Faaliyetleri” Prof. Dr. Cem KILIÇ ..................................................................... 56 Gazi Üniversitesi İİBF TARTIŞMA .................................................................................... 65 -3- II. OTURUM: SOSYAL GÜVENLİKTEKİ YENİ DÜZENLEMELER OTURUM BAŞKANI : Sadık OĞUZ TİSK Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili “Sigortalılık ve İşyeri ile İlgili Yükümlülükler” Prof. Dr. Ali Rıza OKUR............................................................... 79 Marmara Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi “Kısa ve Uzun Vadeli Sigorta Kolları ile Genel Sağlık Sigortasına İlişkin Düzenlemeler” İbrahim ULAŞ .............................................................................. 107 Sosyal Güvenlik Kurumu Sosyal Sigortalar Genel Müdürü “Prime İlişkin Yükümlülükler” Doç. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU.............................................. 143 Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi TARTIŞMA ................................................................................. 176 -4- SUNUŞ Yürürlükte beş yılını dolduran 4857 sayılı İş Kanunu bu süreçte çeşitli değişikliklere uğramış, son olarak İstihdam Paketi olarak adlandırılan 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile bazı maddeleri yeniden düzenlenmiştir. Yine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından “Sosyal Güvenlik Reformu” kapsamında hazırlanan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda 5754 sayılı Yasa ile önemli değişiklikler yapılarak Yasanın yürürlük tarihi 1 Ekim 2008 olarak belirlenmiştir. Her iki yasal düzenlemenin işveren kesimine getireceği yükümlülükleri ele almak ve değerlendirmek amacıyla TİSK ve PERYÖN ortaklığında 16 Temmuz 2008 tarihinde “İstihdam Paketi ve Sosyal Güvenlikteki Yeni Düzenlemeler İşletmelere Ne Getiriyor?” Semineri organize edilmiştir. İş hukuku ve sosyal güvenlik alanında yapılacak düzenlemelerin etkilerinin uzun vadeli olduğu bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Seminerde yapılan sunumlarda her iki Yasanın işletmelere muhtemel olumlu ve olumsuz yansımaları incelenmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede söz konusu Seminerimizde yapılan sunum ve tartışmaları bir kitap haline getirerek, yapılan değerlendirmelerin önümüzdeki sürece katkısını sağlamak amacıyla ilgililerin yararlanmasına sunmayı Konfederasyonumuz ayrıca bir görev kabul etmiştir. Seminere iştirak eden değerli tebliğ sahiplerine, tartışmalara katılarak görüş ve önerilerini bizlerle paylaşan tüm konuklarımıza bir kez daha teşekkür ederek, sunulan yayının konuyla ilgili herkese katkı sağlamasını diliyoruz. Saygılarımızla, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu -5- -6- AÇILIŞ KONUŞMALARI BÜLENT PİRLER (TİSK Genel Sekreteri)- Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ve Türkiye Personel Yönetimi Derneği tarafından düzenlenen “İstihdam Paketi ve Sosyal Güvenlikteki Yeni Düzenlemeler İşletmelere Ne Getiriyor?” başlıklı seminerimize hoş geldiniz, şeref verdiniz. Açılış bölümünün ilk konuşmasını yapmak üzere PERYÖN Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Yiğit Oğuz Duman’ı kürsüye davet ediyorum. Buyurun Başkanım. YİĞİT OĞUZ DUMAN (PERYÖN Yönetim Kurulu Başkanı)- Sayın Bakanım, Sayın Genel Müdürüm, sayın başkanlar, sayın misafirlerimiz; öncelikle PERYÖN adına sizlere hoş geldiniz demek istiyorum. En başta, organizasyonda emeği geçen herkese teşekkürü bir borç biliyorum. Geçen sene İş Yasası konusunda TİSK’le beraber yaptığımız konferansta da yine büyük büyük sayılarla bir araya gelmiş ve iş yaşamının mutfağıyla ilgili konuları beraberce değerlendirme, tartışma, konuşma fırsatı bulmuştuk. Yeniden buluşmaktan dolayı çok mutluyuz. Yiğit Oğuz DUMAN PERYÖN Yönetim Kurulu Başkanı PERYÖN (Türkiye Personel Yönetimi Derneği), biliyorsunuz, birçoğunuzun da bildiği gibi, yaklaşık 2500’ün üzerinde üyesiyle, Türkiye insan kaynakları yönetimi hayatının gerek özel sektörde, gerek kamu sektöründe çok daha ilerilere taşınması, bu konudaki kültü-7- rün, bilginin, paylaşımın artırılması ve geliştirilmesi adına önemli hizmetlerde bulunmaya gayret ediyor. Bu vizyonunu çok daha derinlemesine yerine getirmek adına gerek Türkiye, gerekse yurtdışı uygulamalarını, yurtdışındaki ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkilerini sıcak tutarak sürekli takip etmeye ve Türkiye’ye taşımaya çalışıyor. Bu bağlamda da, en büyük organizasyonları, her yıl düzenlediği kongreleriyle binlerce uzmanı bir araya getiriyor ve paylaşımlarını yine derinlemesine sağlıyor. Yine, bu tür seminer dizileriyle de hem önemli sivil toplum kuruluşlarıyla çok ciddi işbirlikleri yaparak Türkiye’nin bu kültürüne hizmet etmeye çalışıyor, hem de üyelerine ve üye olmayan, ama sonuçta bu işe gönül vermiş olan herkese bu bilgi dağarcığını büyütmekte destek olmaya çalışıyor. Bu bilgi paylaşımı bizler açısından çok değerli. PERYÖN üyeleri istihdamın tam göbeğinde bulunuyorlar. Gerek işverenlerin temsilcisi, gerek çalışanların temsilcisi, gerekse bilfiil işin temsilcisi olarak bu bulaşma noktasında bulunan bizler, her türlü değişikliği gerek İş Yasasında, gerek Sosyal Güvenlik yasalarında, gerekse diğer benzeri mevzuatlardaki değişiklikleri bilfiil damarlarımızda hissediyoruz ve bunun getirdiği olumlu-olumsuz taraflarını da yine iş hayatında beraberce yaşıyoruz. İnsana değen, insana dokunan her noktada bu yasalar, bu düzenlemeler bizim de hayatımızı ya kolaylaştırıyor ya da biraz daha zorlaştırıyor. PERYÖN de, “İstihdamı Artırmak Adına Her Şeye Varız” sloganıyla, bütün hizmetleriyle beraber bu konulara destek vermeye çalışıyor, çünkü Türkiye’nin en önemli konusu, en büyük problemi işsizliği. Her türlü sosyal problemin altında yatan konu “istihdam”, “işsizlik.” Yine, her türlü ekonomik gereksinimleri destekleyecek olan da, daha fazla istihdam, daha fazla iş gücü yaratılması. Bunu bugünkü konferansımızda bu konunun uzmanları, kanun yapıcıları ve bilfiil uygulayıcıları derinlemesine tartışacaklar, değerlendirecekler. Sizlerin de önemli katkıları olacağını umuyoruz; sorularınız, yorumlarınızla gerek konuşmacılarımızın dağarcıklarında belki birkaç nokta daha bulundurma şansımız olacak, gerekse de bizler sorularımıza cevaplar bulacağız. Dolayısıyla, bugünkü seminerimizi de çok önemsiyoruz. Bu seminere gelmeden önce, PERYÖN içerisinden (Yönetim Kurulumuzdan, üyelerimizden), bu konuyla ilgili gelen “Feedback” bilgilerini de toparlamaya gayret ettim; onları da sizlerle çok hızlı bir şekilde paylaşarak yerimi konferansın asıl sahiplerine bırakacağım. -8- Öncelikle, istihdamı artırmak, özellikle de kadın istihdamını ve genç istihdamını artırmak adına yapılmış olan iyileştirmeleri takdirle karşılamamak elde değil. Prim yüklerinin azaltılması ve bu istihdamı artırıcı diğer teşviklerin işverenlere sağlanması da herhâlde işverenlerimizi bu anlamda motive edecek, bir o kadar da istihdamı artırıcı yönde etki sağlayacak. İş yükü anlamında, elbette ki sosyal sorumluluklar bakımından baktığınız zaman çok değerli gibi gözüken, fakat iş yaşamının pratiğine döndüğünüz zaman çok da ciddi sorunlar yaratan; sakat, eski hükümlü ve terör mağduru gibi zorunlu istihdam kalemlerinin azaltılması da işverenler adına mutlaka önemli bir kazanım olacaktır. Sosyal sorumluluğu bir zorunluluk değil, tam tersine bir sorumluluk olarak gören her işverenin zaten gönüllü olarak yapacağı bu istihdamın bir yasayla zorunluluk hâlinde tutulması önemli bir maliyet kalemiydi ve bunun da yönetilmesi, bu yasayla bazı iyileştirmelerin sağlanmış olması bize göre önemli katkılar sağlayacaktır. Sanıyorum sigorta primlerinin azaltılmasıyla ilgili düzenlemeler de işverenler adına önemli kazanımlardır, keza çalışanlara da, iş güvencesi adına bence dolaylı da olsa etkisi olacaktır. Birkaç noktaya da değinmeden geçemeyeceğim; eminim bundan sonraki düzenlemelerde veya iyileştirmelerde göz önüne alınacaktır. Özellikle özel istihdam bürolarının yönetimi ve bu büroların faaliyetlerinin daha da kuvvetlendirilmesi, daha doğrusu özel istihdam bürolarının Türkiye ekonomisine gerçek katkısını vermesi adına birkaç düzenleme daha gerekiyordu. Umarız ki, bunları önümüzdeki dönemlerde ilgili değişikliklerde göreceğiz. Alt işveren ve asıl işveren ilişkilerinin düzenlenmesinde topuz belki biraz fazla kaçtı gibi geliyor; çünkü orada istihdamı çok zorlayıcı durumlar söz konusu olabiliyor. Gene yaşamımızın zorlukları açısından baktığımız zaman, pratikten, üyelerimizden bu konuyla ilgili de çeşitli geri dönüşler aldık. Sakat, eski hükümlü konusunda, dediğim gibi, toplamda yüzde 6’lık bir yükün yüzde 3’e düştüğü gözükse de, aslında pratikte zaten yüzde 3’lük bir sakat çalıştırma zorunluluğu vardı ve bu da hâlen aynı şekilde korunmakta. Dolayısıyla bunun, bir zorunluluktan öte, belki prim desteğiyle beraber teşvik edilen bir hâl alması, bu yüzden, biraz küçültülmesi, ama yapılmaması, karşılanmaması hâlindeki cezai şartların veya ödül şartlarının iyileştirilmesi-zorlaştırılması sanıyorum -9- daha motive edici olacaktır. Pratikte, işin hayata yansıyan kısmında, hem sakat vatandaşlarımızın iş bulmaları çok kolay olmuyor, hem de işverenlerin kendi ihtiyacı doğrultusunda yetişmiş bir sakat iş gücünü bulmaları gene biraz zor bu durumda. Son olarak stajyer konusuna değinmek istiyorum. Türkiye Personel Yönetimi Derneği olarak biz, istihdamın en önemli kaynağının eğitim sistemimiz olduğunu görmekteyiz. Bu eğitim sistemimizin, istihdama değer katacak, istihdama hizmet edecek şekilde düzenlenmesini hepimiz açısından çok kritik olarak görüyoruz. Eğitim sistemimizin de en önemli bacağı, yani istihdama yansıyan en önemli bacağı, işverenlerle, sanayiyle üniversitelerin, özellikle de meslek yüksekokulları ve üniversitelerin iş birliği yapması, bu iş birliğinin desteklenmesi, motive edilmesi. Bu anlamda, stajyerlik unsuru bugüne kadar, her ne kadar belli düzenlemelerin dışında kalmış olsa da önemli bir iş birliği aracıydı. Şimdi stajyerlerin sigorta zorunlulukları, -ki olması gereken bir konu- işverenler üzerinde bir yük hâline dönüştürülmesi, korkarız ki, -sanıyorum bu, Ekim’den sonra geçerlilik kazanacak bir konu- bir dahaki seneden itibaren özellikle sanayide stajyer istihdamında da önemli küçülmelere yol açabilir; bu da eğitim sistemimize tam tersi bir etki yapacaktır, beklediğimizin tam tersi bir etki yapacaktır. Tam tersine, bunun motive edilmesi, üniversitelerde, meslek yüksekokullarında okuyan öğrencilerin bilfiil sanayiyle çok daha iç içe çalışabilecekleri programların ve modellerin geliştirilmesi sanıyorum istihdamı destekleyecek, büyütecek ve bir ivme kazandıracaktır. Yeniden, düzenleme konusunda emeği geçen herkese çok teşekkürlerimi iletiyorum. Sayın Bakanıma katıldıkları için çok teşekkürlerimizi, şükranlarımızı sunuyorum. Başarılar diliyorum. Hepinize yeniden hoş geldiniz diyorum. Sağ olun. BÜLENT PİRLER- Efendim, Sayın Duman’a çok teşekkür ediyorum. Şimdi de, konuşmalarını yapmak üzere Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Tuğrul Kudatgobilik’i kürsüye davet ediyorum. Buyurun Başkanım. - 10 - TUĞRUL KUDATGOBİLİK (TİSK Yönetim Kurulu Başkanı)- Sayın Bakanım, değerli akademisyenler, değerli misafirler, PERYÖN’ün değerli üyeleri, değerli meslektaşlarım; TİSK ve PERYÖN olarak ne ilk, ne son toplantılarımızdan biri. Biliyorsunuz, biz TİSK ve PERYÖN hakikaten çok iç içe çalışmanın meyvelerini gördük ve görmekteyiz. Değerli kardeşim Yiğit, “Biz, Türk sanayi hayatının mutfağını temsil ederiz” dedi; ben de o cümleden hareket ederek Sayın Bakanıma PERYÖN’ü kendi ağzımdan bir takdim etmek istiyorum. Tuğrul KUDATGOBİLİK TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Şöyle bir birlikteliğim var: Ben de PERYÖN’de 5.5 sene Yönetim Kurulu Üyeliği yaptım. 1991’de European Association for Personnel Management (EAPM)’yle ilk Avrupa Kongresini İstanbul’da yaptık. Biraz evvel Yiğit kardeşimden öğrendiğime göre, 2011 yılında bu Kongreyi tekrar Türkiye olarak, PERYÖN olarak siz almışsınız. Bu dünya Kongresini çok büyük bir başarıyla yapacağınıza eminim. “Bu Kongreye 2500 kişiyi getirmeyi hedefliyoruz” dedi. Çok memnun oldum. Sanıyorum Sayın Bakanım Bakanlık olarak, biz de TİSK olarak elimizden gelen bütün gayretle bu Kongrede yer alacağız ve katkıda bulunacağız. İnsan kaynakları yönetimi, çok dinamik, çok yaratıcı, her günü, her saniyesi dolu bir sevk ve idare bölümüdür. İnsan kaynaklarını yönetenler; yalnız mutfağın gerektirdiği hazırlıkları yaparak değil, işin teorisini, yani yarın ortaya çıkacak yemeği, nihai ürünü düşünen, insan yatırımını sanayiyle birleştiren ve ortaya çıkacak ürünün büyüklüğünü, fiyatını, kalitesini, ihracatını, yani sanayi hayatının bütün ünitelerini içine alan bir meslek grubudur. Onun için, PERYÖN üyelerinin teker teker hepsi sanayi işletmemizin asli unsurlarından biridir. Burada değerli meslektaşlarıma da bir mesaj göndermek istiyo- 11 - rum. Ben iki üniversite okudum ama, mesleğe insan kaynağı yöneticisi olarak girdim ve o güçle yükseldim. Bildiğiniz gibi, MESS’in Başkanı oldum, 6 sene evvel de TİSK Başkanlığına getirildim. Bunu size, insan, kariyer planlamasını yaptığınız kendiniz için beni misal almanız ve benim görevimin artık hepinize açık olduğunu söylemek için ortaya koymak istiyorum. Onun için, hedefinizi koyarken artık ufak hedefler falan koymayın. Türkiye’de biz üç devreden geçtik: Önce mühendisler çok önem arz etti Sayın Bakanım. Bir malın üretilmesi, ortaya çıkarılması çok mühimdi ve mühendis kökenli yöneticiler başa geçtiler. Sonra bir dönem geldi, para kıttı, parayı bulmak, tedarik etmek, kullanmak çok zordu; maliyeciler genel müdür görevlerini doldurdular. Sonra anlaşıldı ki, işin sevk ve idaresi çok mühim ve teknoloji, para, iyi bir insan kaynağı yönetimi olmadan mümkün değil. Bütün bunları şümullendiren, “HR” dediğimiz “Human Resources Management.” Dolayısıyla insan, sanayinin ana patronu, ana unsuru oldu. Bu söylediğim, işçisinden genel müdürüne kadar, bütün kademeleri teşkil eden insanlarda oldu. Onun için, şimdi üçüncü devreyi yaşıyoruz. Bugün artık Türkiye’de, bu söylediğim felsefeye dayalı bir Management geçerli. Dolayısıyla, Sayın Bakanım, PERYÖN üyeleri bu söylediğim vazifeyi yapan arkadaşlarım, kardeşlerim. O bakımdan, onları tekrar kutsayarak, kutsal görevlerini daha başarılı yapmaları için neler yapmaları gerektiği hususunu da bu tip seminerlerde ortaya çıkararak bir vazife görmekteyiz. Söze, Hükümetimizin ikinci seçimden sonra göreve gelip yaptığı çalışmaları överek başlamak istiyorum. Hakikaten, bütün ülkelerde olduğu gibi, benim ülkemde de bir numaralı konu “istihdam”, “işsizlik”, “toplumun sanayi hayatına katılması” ve “üretimde yer alması” meselesi. Dolayısıyla, her teşkilatın, PERYÖN’ün olduğu gibi, TİSK’in de, Sayın Bakanlığınızın da, Odalar Birliğinden TÜSİAD’a kadar bütün teşkilatların da bir numaralı konusu, insanın sanayiyle birleşmesini, yani istihdamın teminini gerektirecek bir husustur. Tabii, buna gelmeden evvelki ikinci büyük ayak da “eğitim”dir. Bana, “ülkemin ana, temel meselelerini özetle” derseniz; bir, eğitim, iki, istihdam olarak özetlerim. Nüfusunun yüzde 51’i 0-20 yaş grubu içinde olan genç nüfusumuz, bu insan kaynakları, -ki bu 25-30 sene sonra terse dönecek, önümüzde çok mühim bir 15-20 senelik fırsat penceresi var- yaşlanan Avrupa’nın, durağan hâle gelen Amerika’nın ve bir ta- 12 - raftan zıplayıp giden Çin’in, Hindistan’ın karşısında Türkiye’mizin tekrar zıplamasını temin edecek güçtür. Altında iki sorun vardır: Bir, eğitim; iki, istihdam. Dolayısıyla, burada konuştuğumuz konuların temelini bugün de bu teşkil edecektir. Sayın Bakanım, sizin üstün gayretlerinizle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kabul edildi. Arkasından, 17 Nisan 2008 tarihinde de 5754 Sayılı Kanunla bugünkü şeklini aldı. Burada, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılanması bir reform işiydi, Hükümet olarak buna reform diye kalktınız ve biz işverenler bu reformu destekledik; “Evet, Türkiye’nin bu reformu yapma mecburiyeti, mükellefiyeti vardır.” dedik ve felsefe olarak sizinle beraber hareket ettik. Tabii, bu kanunun içinde hâlâ beğenmediğimiz, kritik ettiğimiz hususlar olmasına rağmen, artık bizim olaylara makro bakma, uzun vadeli bakma mecburiyetimiz var. Bu işe, PERYÖN olarak, insan kaynakları yöneticileri olarak sizin de, genel sevk ve idareciler olarak bizim de makro felsefe içinde yaklaşmamız lazım. Kritik ettiğimiz şeyleri gözden ırak tutmayarak muhakkak ortaya koymak ve bunun gerekçelerini, temelini oluşturmamız gerekiyor. TİSK olarak biz, PERYÖN olarak siz, Türkiye’deki istihdam maliyetlerinin yüksekliğinden ve istihdam maliyetlerinin sanayinin gelişmesine engel teşkil edip etmeme konusunu bağdaştırarak, Türkiye’nin OECD ortalamalarına göre insan kaynakları ağırlığına, yani insan kaynakları yönetimindeki devletin vergi, sigorta vesair katkılarının bu proporsiyon içindeki yerine hep göz diktik, hep buna baktık, hep bunu gösterdik. OECD’de, biliyorsunuz, Avrupa ülkeleri, artı Amerika, artı Japonya, artı Kanada var; dolayısıyla, OECD dediğim zaman bu 38-40 ülkeyi kastediyorum ama, bütün dünya sanayi ülkeleri var. Burada Çin ve Hindistan yok. Biraz sonra oraya da geleceğim. Orada istihdamın maliyetler üzerindeki yükü yüzde 22, Türkiye’de ise yüzde 45-46’ydı, şimdi 40’lara indi. Bu nereye iner? Tam rakamlara sahip değilim ama, bir kere doğrudan doğruya bu yeni Kanunla gelen bir 5 puanlık düzenlemeler var; öbür taraftan, göstermeden, çaktırmadan gelen yükler var. Bugün bunları tekrar konuşacağız. Ben bir miktar düzelmeden bahsederek geçmek istiyorum. Biz işveren kesimi bu konuda destek verdiğimizi söyledim. Sosyal güvenlik sistemine destek verirken pek çok siyasetçi, “Yahu, işve- 13 - renler olarak siz ne karışıyorsunuz, bu devletin, hükümetin vazifesidir, siz buna niçin katkı veriyorsunuz” diye bizi kritik yağmuruna tuttular. TİSK Başkanı olarak söylüyorum; biz doğruyu yaptık. Bizim, makro bakmamız, Türkiye’nin önündeki çözümü görmemiz gerekiyordu ve 2028’lerde, 2048’lerde nüvesini, ürününü iade edecek sosyal güvenlik sisteminin çağdaş bir hâle gelmesi gerekiyordu. Bu bakımdan, Sayın Bakanın getirdiği ve gönüllü katkısı ile ortaya çıkan meselede müspet davrandık. “Obstruction” yapmadık, burada başka konuşup arkadan başka türlü kulis yürütmedik; açık davrandık, medeni davrandık. Bugün, bunu yapmış olmamızdan dolayı ben İşveren camiamızı ve kendimizi takdir ediyorum. Bakın, bu çok enteresan bir şey, insanın kendi teşkilatını takdir etmesi. Evet, benim Teşkilatım bu olayı makro görme istidadını gösterdi ve böyle davrandık; bundan da asla pişman olmadık. “Efendim, siz bunları böyle söylüyorsunuz ama, bu kanunlarda hiç kritik edecek bir şeyiniz yok mu?” Var, dünya kadar var; kritik ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Tabii, düzenlemeleri görmeden yalnız kritiklerle vakit geçirmenin de bize bir faydası olmayacağına kanaat getirdik. Fiili hizmet süresi zammı, idari para cezaları vesaire, çok kriterlerimiz oldu, defalarca yazdığımız çizdiğimiz için bunları tekrar gündeme getirmek istemiyorum ama, mesela işverenlerin iş kazası ve meslek hastalıklarındaki sorumluluğu konusunu düzeltemedik. Siz, Personel Yöneticileri olarak, idare ettiğiniz fabrikaların bütün insan kaynaklarının en iyi şekilde yönetilmesi için gayret sarf edersiniz ve iş sağlığı ve güvenliği sizin bir numaralı konunuzdur; bunu bilirim. Fabrikanızın işçilerle olan münasebetindeki iş sağlığı ve güvenliğindeki bütün tedbirleri yüzde yüz aldığınızı, bütün koruyucu malzemeyi verdiğinizi, bütün eğitimlerinizi yaptığınızı, bütün insan kaynaklarını bu işe seferber ettiğinizi farz edin, fakat buna rağmen bir kazanın vuku bulması hâlinde işverenin objektif mesuliyetinin hâlâ şu veya bu şekilde devam etmekte olmasını benim hazmetmeme imkân yok. Sayın Bakanımın bu konuları benden dinlemekten bıktığını biliyorum ama, gene sizlerin huzurunda söyleyelim. Yeni kanunda eksik kalan noktalardan bir tanesi bu. “Efendim, bu kanunlar yapıldı, Allah’ın emri, peygamberin kavliyle bitti”; hayır, ben böyle görmüyorum. Sosyal kanunlar dinamik - 14 - kanunlardır; toplumun ihtiyaçları için bu kanunlar yapılır, toplumun ihtiyaçlarına göre de revize edilir. O bakımdan, önümüzdeki devrede bu konularda gerekli düzenlemeleri yapacağımızı varsayıyorum. Beni çok düşündüren konulardan bir tanesi de, bu kanunlardaki “Rigid”lik, sertlik. Bunu gerek İş Yasası için söylüyorum, gerek sosyal güvenlik sistemi için söylüyorum, gerekse de biraz sonra tartışacağımız İstihdam Paketi için söylüyorum. Biz, “Flexurity”i, yani hem “flexibility”yi, hem “emniyeti” içine alan ILO’nun meşhur “Motto!”sunu onlardan evvel keşfettik ve uygulamaya koymaya çalıştık. Bu seneki ILO toplantısına Sayın Bakanımla, TÜRK-İŞ Başkanımla, HAK-İŞ Başkanımla beraber katıldık. Bu sene, biliyorsunuz, “Türkiye-ILO kara listesi” dedikleri, Aplikasyon Komitesinin sorgu-sualine tabi tutulduğu meseleye girmedi, çünkü Türkiye, gerekli hazırlıklarını, ev ödevini tamamlamıştı. Neydi bu? 2821 ve 2822 Sayılı Yasalarda çağdaş ILO’nun kritiklerine, Avrupa Birliği’nin kritiklerine, 19 sayılı “Chapter”e, Chapter’in Türkiye’den beklediklerine dair pek çok meseleyi çözen bir düzenlemeyle ILO’ya gittik. Sayın Bakan ve Sayın Bakanın ekibi bu konuda göğsünü gere gere orada dedi ki, “Biz üçlü sosyal taraflar olarak, yani işçi-işverenHükümet olarak bu konu üzerinde defalarca toplantı yaptık, bu konuda defalarca çalışma yaptık, bütün görüşleri derleyip topladık, bir yasa taslağı hazırladık ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduk.” Hakikaten, bu söylediğim yasanın yapılmasında da, bu yasanın son noktaya gelmesinde de kritiklerimiz var. Görüyorsunuz, kritiklerimizle ana, makro konuları birbiriyle karıştırmamaya çalışıyorum. Makro işi yerine doğru koyduğumuz zaman kritikleri çözeceğimizi varsayıyorum. O yasalarda da TİSK olarak çok müspet, çok ciddi, -Sayın Bakanım nasıl değerlendirecekler bilmiyorum- elimizden gelen katkıyı vermeye çalıştık ve ILO’da da bunu bu şekilde işaret ettik. Ama, gelin görün ki, benim ülkemde hâlâ sizleri rahatlatacak bir fleksibl çalışma tesis edilemedi. Halbuki biz, yedi düvelle mücadele eden bir ülkeyiz. İhracatımızın yüzde 55’ini Avrupa Birliği’ne yapıyoruz. Bugün rakiplerimiz Avrupa Birliği değil. Bugün ben, Fransa’yla Türkiye endüstri ilişkilerini, Almanya’yla Türkiye endüstri ilişkilerini mukayese etmiyorum. Kiminle mukayese ediyorum? Çin’le, Brezilya’yla, Rusya’yla, Hindistan’la mukayese ediyorum; çünkü rakiplerimiz onlar. Romanya’dan Polonya’ya kadarki bütün ülkeler, yaptığımız her türlü ihracatta kar- 15 - şımıza alternatifler olarak çıkıyorlar. Yeni gelişen ülkeler var; bunlara “BRIC- Brezilya, Russia, India, China” diyorlar. “Bunun içine Türkiye’yi de koyalım ‘BRICT’ olsun; bu laf benim değil, bu OECD Başkanı Anne Krugger’in sözü. Geçen sene dedi ki, “Ümit ediyorum ki, Türkiye de ismi bu ülkeler arasına koyduracak.” Ben de onu ümit ettim ama, bugün o ümidimi kaybettim. Niye? Çünkü Türkiyem bugün başka işlerle uğraşıyor. Bugün Türkiye, uğraşması gereken ana işle, sanayiyle, ihracatla, insan kaynaklarıyla değil, başka işlerle, davalarla, kapatmalarla, Ergenekon’la falan uğraşıyor. Türkiyem, moralimizi sıfıra indiren işlerle karşı karşıya. Halbuki, hocalarım hep bana, “Dünyada bir kriz, bir duraklama olduğu zaman, Türkiye gibi yeni gelişen ülkelerin fırlama, zıplama şansı doğar” diye söylemişlerdir. Geçen sene başlayan meşhur mortgage krizi, şu anda devam ediyor. Bernanke dün, kendi ülkelerindeki iki mortgage firmasını nasıl devlet olarak desteklediklerini, düşünün, Amerika- iki mortgage firmasından hisse senedi alacağını ve onlara kapital yardımı yapacağını açıkça ortaya koydu ve dolar tekrar düştü. Petrol fiyatları niye düştü? İşte bu sebepten düştü. Dolayısıyla, böyle makro düzenlemelerin yapıldığı yerde Türkiye olarak bizim, tam zıplayacağımız, yani sanayi stratejilerimizi ortaya koyacağımız, yeni insan kaynakları kanunlarımızı, esnek kanunlarımızı ortaya koyacağımız bir devrede olmamız gerekiyordu. Fakat, bildiğiniz gibi, maalesef, bir moralsizlik içinde önümüze bakıp “inşallah iyi olur” demekten ileri gidemiyoruz. Değerli konuklarımız, 2001 yılında ülkemizde yüzde 10 civarında bir resmi işsizlik oranı vardı. 2002’de Hükümetimizle beraber bir zıplama oldu. İlk 5 senede, 2002-2007’de büyüme, “Consecutive”, ortalama olarak yüzde 7.6 arttı, düşerek arttı ama, arttı; 9’lardan 7’lere, 7’lerden 5’lere geldi. Bu sene gayri safi milli hasılada yüzde 4’lük bir büyüme bekliyoruz. İnşallah 4’ü de yakalarız diye telaş içindeyim. 2008’i kaybettik diye düşünüyorum; hiç olmazsa 2009’u yakalayalım inancındayım. Biz böyle yüzde 3’lerle, 4’lerle büyüyerek ne Avrupa Birliği’ndeki yerimizi muhafaza edeceğimiz bir güce erişiriz, ne de asıl, doğumuzda bulunan Hindistan’la, Çin’le, Uzak Doğu’yla rekabet eder hâle geliriz. Biliyorsunuz, Hindistan gayri safi milli hasılasını yüzde 12 oranında büyütüyor; Çin yüzde 13-14 büyüyor. Her ne kadar Olimpiyatı yaparken hava kirliliğinden dolayı atletler “biz bu ülkede koşmayız, - 16 - havası çok pis” falan dedilerse de, Çin’in ürettiği bütün sanayi mamulleri, hepimizin, hepinizin rakibi piyasalara girdi. Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın her tarafından aynı dert devam ediyor. 2025-2035 devresinde Çin’in Amerika ekonomisini, Avrupa Birliği ekonomisini sollayarak dünyanın bir numaralı ekonomik alanı olacağını bütün iktisat bilim adamları ortaya koydular. Dolayısıyla, gelişme artık buralarda olacak; gelişme buralarda olduğu için rekabet de buralarda olacak. Geçen gün Antalya’da yapılan bir toplantıda ILO Heyetine dedim ki; “Siz Türkiye’yle bu kadar ciddi uğraşıyorsunuz ama, hani Çin’deki, hani Hindistan’daki insan hakları ihlalleri veyahut 98 sayılı sözleşmenin ihlali, 87 sayılı sözleşmenin ihlalleri vesaire? Hiçbiri ILO’da da dile gelmiyor, dünyanın hiçbir tarafında da duymuyoruz, Allah aşkına, siz buraları yok mu sayıyorsunuz, bu ne biçim bir ILO felsefesi.” dedim. Cevap olarak dediler ki, “ILO, ancak şikâyet gelince dosyayı önüne alır, Çin’den bize hiçbir şikâyet gelmiyor.” Bu mümkün mü?; Orada 1 milyar küsur insan, bu kadar çalışan, gidenler, görenler bilirler, gelişmiş tarafları da, bizim çok altımızda kalan tarafları da var, ama hiçbir şikâyet yok. Hindistan’da çok gelişmiş olan bir “Banglador” eyaleti var, onun altındakiler dökülüyor. Hindistan’dan hiçbir şikâyet yokmuş. Sayın Yiğit, bu gelişmeler ışığında bu konuları Kongrenize dünya çapında endüstri ilişkileri bölümü olarak koymanızı şimdiden tavsiye etmemi ne olursunuz ukalalık saymayın. Değerli arkadaşlarım, biraz evvel, Kanunun, istihdamın önünü açacak İstihdam Paketi ve yeni düzenlemelerin sanayi hayatımıza neler getirip getirmediğini konuşacağız demiştik. Hakikaten burada, ulusal istihdam stratejisi başta olmak üzere bazı politikalar bahis konusu. Dünyada mucize çözüm yok. “Endüstri ilişkilerinde öyle bir şey yapalım ki, bir anda işsizlik yüzde 11’den yüzde 1’e insin”, “Öyle bir şey yapalım ki, gayri safi milli hasılanın artışı 3 puandan birdenbire 13 puana çıksın”, “Öyle bir şey yapalım ki, makro hedefleri bir anda değiştirelim”, “Öyle bir şey yapalım ki, Türkiye’deki yüzde 23 mertebesinde olan kadın istihdamını duble yapalım, kadının istihdama iştiraki yüzde 46 olsun”; bunlar hep güzel şeyler ama, böyle mucizeler yok, olmuyor. Mucizeler artık tarih öncesinde kaldı. Şimdi, bambaşka bir ekonomik veri tabanına, akla, fikre, bilgiye dayalı yeni bir sevk ve idare devri yaşıyoruz. - 17 - Sayın Bakanımın büyük çabalarıyla önünüze gelmiş olan İstihdam Paketi de bu reform niteliğindeki kanunlardan biri; ikincisi, bugün gündemde geçmiyor ama ben söyleyeyim, çünkü sizleri ilgilendiriyor, pek çoğunuz bunun içindesiniz- AR-GE yasaları. İkisi de hakikaten mucizeye çanak tutacak düzenleme yasaları. Önce AR-GE Yasası çıktı, arkasından İstihdam Paketi çıktı. Yiğit Bey söyledi; yasanın takdir edilecek pek çok yönü var. Biraz sonra ben de gireceğim ama, detaylarını değerli bilim kadınlarına ve bilim adamlarına bırakacağım ve onlar bugün bunu tam, açık biçimde açıklayacaklar. İki tane TİSK Başkan Vekili de oturum başkanı olarak, -eksik olmasınlar- bu işe liderlik edecek. Bir şey söylemek istiyorum. Koç Holding’de, Koç Holding Endüstri Eğitim Merkezini kurduğumuz zaman, Türk otomotiv sanayinin babalarından biri olan Bernar Nahum Bey’e gittim dedim ki, “Sayın Nahum, siz, otomotiv sanayi başta olmak üzere bütün pazarlama stratejilerine hâkim bir insansınız, ömrünüz bu işte geçti, Anadol, Ford, FIAT fabrikalarını kuran ve onlara Başkanlık yapan sizdiniz, siz bize bir konferans verin.” Toprağı bol olsun, Bernar Nahum, Tofaş’ın başındaki Can Nahum’un babasıdır. “Yahu, kuzum, ben böyle konferans falan veremem, ben alaydan geldim, pazardan yetiştim, bunları bilmem” dedi ama, bir gün bana telefon etti, “Peki, gelip bir konferans vereceğim, sen oraya Çağdaş Pazarlama Stratejileri diye bir ders koydur” dedi. Koydurduk. Şunları anlattı: “Hangi ürünü yapıyorsanız çok iyi olması lazım, şu şişeyi yapıyorsanız en kalitelisi olması lazım, şu gözlüğü yapıyorsanız en iyisi olması lazım, şu mikrofonu yapıyorsanız en iyisi olması lazım, ürünün birinci sınıf, en iyi olması lazım. Yetmez, bunun en uygun fiyatla, yani rakiplerinizin altında, rakiplerinizle piyasada dövüşebileceğiniz bir fiyattan olması lazım. Bunlar bilinen şeyler. Burada bir de zamanlama mühim” dedi. Pek anlayamadık; yani ürünün iyi olmasını, fiyatın iyi olmasını anladık da, zamanlama neydi? Kendi ağzından dinlediğim için onu da aynen nakledeceğim. Rahmetli Bernar Nahum 22-23 yaşlarındayken, -Türkiye’de sanayi falan yok, her şey ithalatla geliyor- hem kamyon, hem lastiklerini satıyorlar. O zamanlar Türkiye’de ithal edilmiş olan meşhur “Continental” diye bir lastik var; Bernar Bey de, Koç Topluluğuna ait olan o Şirketin başındaki kişi. O zamanlar daha yeni girmiş; fiyakalı bir genç “Manager” yahut Manager adayı. Bir yaz günü, Şişhane Yokuşu’nun tam çıkma noktasında, -o zamanlar orada yollar toprak- yük- 18 - lü bir kamyonun arka tekerinin patladığını, tekerin sökülmüş, yere konulmuş, şoför ve şoför yamağının, ellerinde levyeler -büyük levyeler vardır, basarak kaldırılır, tekerlek açılır, içinden iç lastik çıkarılır, yapıştırılır, pompayla şişirilip tekrar takılırdı- kan ter içinde tekerlekle uğraştıklarını görüyor. Yük devrilmesin diye de kamyonu tahtalarla filan durdurmuşlar. Bu demiş ki, “Tamam, işte lastik satacağım çok güzel bir imkân var.” Gitmiş, “Beyler, kolay gelsin, bizim lastiği alsaydınız bu başınıza gelmezdi” demiş. “İkisi de levyeyi kaptıkları gibi beni Talimhane’ye kadar kovaladılar, o zaman anladım ki, zamanlama mühim, adamın alnının teri damlarken ona lastik satamazsın, malın, fiyatın iyi olması yetmez, zamanlama mühim” diyor. Sayın Bakanım, lafı sizin Kanununuza getireceğim. Bu yaptığınız Kanunu iyi bir zamanlamada yapıp satsaydınız bambaşka bir Türkiye’de tasvip görecekti; bu söylediğim hem İstihdam Paketi için geçerli, hem AR-GE Yasası için geçerli. Sayın Bakanım, öyle bir zamana geldi ki, -beni affedin, bunu açık söylüyorum- bugün kimsede ne istihdam iştahı var, ne yeni yatırım iştahı var, ne yeni fabrika kurma iştahı var. Bu Kanun çok mühim şeyler yaptı; bunu açıklıkla, şükranla söylüyorum. PERYÖN de, TİSK olarak biz de, bütün ömrümüz boyunca Türkiye’de kadın istihdamını çoğaltalım dedik. Benim ideallerim böyle ikiye katlamak falan değil; kadının sanayideki iştirakini hiç olmazsa yüzde 26’dan 36’ya çıkarabilir miyiz, kadın istihdamını yüzde 10 artırabilir miyiz, genç işsizliğini acaba yüzde 5’lere getirebilir miyiz, hiç olmazsa kendi ömrüm boyunca bunu görebilir miyim hevesindeyim. Türkiye’de sıfırlamayı, sıfır işsizliği, eşit “Employment”i Yiğit Bey genç olduğu için belki görür ama, ben göremem. Onun için, böyle büyük, mucize hayallerim yok. Türkiye ilk defa bu yasalarda kadınlara pozitif ayrımcılık yapıldı. İstihdam Paketinde, kadının istihdamı için sanayiye çok büyük bir imkân getirdi bu Yasa. Şükran sunuyorum; Yiğit de söyledi, ben de söylüyorum. Aynı şekilde, 18-29 yaş grubu arasındaki gençlerin istihdamı konusu var. Diğer konuları bir tarafa bırakıyorum. Bunlar müspet şeyler. Yalnız 5 puan indirilmesi vesaire değil, bunlar hakikaten, normal zamanda sanayiyi zıplatması gereken şeyler. AR-GE Yasası, AR-GE yapan bir şirketin istihdam maliyetini ciddi şekilde azaltacak bir katkı getirdi. 3 ay geçti. Üyelerime soruyorum; bu yasadan nasıl yararlandık? Şu İstihdam Yasasından nasıl yararlanıyorsunuz? Sizlere soruyorum; bu yeni Yasadan dolayı kaç işçi aldınız? Biraz sonra muhakkak konuşmalarda görüşlerinizi söylersiniz. Benim tespitim şu: Sosyal olayları düzenleyen yasalar - 19 - ne kadar iyi olursa olsun bir “environmental- çevresel” üst yasa vardır; bu üst yasa istikrardır, ümittir, geleceğe bakmaktır, yarından emin olmaktır. Türkiye’de bugün işte bunu kaybettik. Onun için, bu konular konuşulurken “Ne istiyorsun?” diye bana sordukları zaman, ben “Türkiye’mi geri istiyorum” diyorum. Ben Türkiyemi geri istiyorum. Ümidi olan, yarına bakan, OECD’nin klasmanlarına girecek yepyeni bir Türkiye hayalimiz vardı ve bu hayali gerçekleştirmek üzereydik. 2002-2007 arasındaki büyüme gayri safi milli hasıladan, siyasi istikrardan doğdu ama, aynı zamanda Türk sanayiinin zıplamasından doğdu. 126 ülkeye sanayi mamulü satar hâle geldik. Bugün yarınımızdan korkuyoruz; yeni yatırımı bırakın, bugünkü idame yatırımları ne yapacağız diye düşünür hâle geldik. Bu doğru değil. Sizi detaylarla boğmadan sözümü tek cümleyle bitirmek istiyorum: Ben Türkiyemi geri istiyorum; ümidi olan, istikbale bakan, yarın dünyayla savaşacak bir ülke istiyorum. İstihdam paketini de bu açıdan görüyorum. İstihdam paketinin üzerindeki müspet ve menfi görüşlerimizi söylüyorum. Biz daha Türkiye’de, “esnek çalışma süreleri” meselesini konuşma noktasına gelemedik. Sayın Bakanım da, Yiğit de söyledi, ben de söylüyorum, hiç olmazsa bir esneklik getirsin diye istihdam ajanslarını bir şekilde çözmemiz lazım. Bu Kanunda bu konuya yer verilmedi ama, bunu çözmemiz lazım. “Kıdem tazminatını gene söyledi” diyecekseniz ama, söylemeden edemeyeceğim; şu kıdem tazminatı işi Zatıalinizin de felsefesinde vardı ama, bu devreye nasip değilmiş, fakat, bu konuyu mesele yapmadan, ama gönlümden de çıkarmadan tekrar ortaya koyuyorum. Sevgili meslektaşlarım, sevgili kardeşlerim; Türkiye büyük ülke, dünyada 16’ncı büyük ekonomi, Avrupa’da 6’ncı büyük ekonomi; dolayısıyla, buradan kimse bizi geriye düşüremez. Siyasetteki türbülans inşallah akıl yoluna oturur, mantık yoluna oturur, gönül yoluna oturur ve benim ümitlerimi yeşertecek yeni Türkiye ortaya çıkar. Bu duygularla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. BÜLENT PİRLER- Sayın Kudatgobilik’e çok teşekkür ediyorum. Efendim şimdi de, konuşmalarını yapmak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Faruk Çelik’i kürsüye arz ediyorum. - 20 - FARUK ÇELİK (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı)- TİSK ve PERYÖN’ün değerli başkanları, yöneticileri, değerli katılımcılar, basın mensupları; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. TİSK ve PERYÖN’ün işbirliğinde gerçekleşen bu anlamlı toplantıda, daha doğrusu Bakanlık olarak işimizi kolaylaştıran bu toplantıda sizlerle beraber olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum. Efendim, önemli iki Yasa ele alınıyor. Bu Yasaların, bu dönem içerisinde çıkan bu iki önemli düzenlemenin ne getirip ne götürdüğüyle ilgili değerlendirmeler yapılacak. Buradan alınacak olan bilgilerin, Faruk ÇELİK buradan elde edilecek tesÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı pitlerin önümüzdeki süreç içerisinde mutlaka değerlendirileceğini bilmenizi istiyorum. Yasama görevi millet adına yapılır; Hükümetler, yürütme, millet adına hizmet sunarlar. Bu çerçevede önemli reformlara imza atılır veya milletin vermiş olduğu yetki yerinde kullanılamazsa, hak ettiği değer verilemezse netice alıcı bir mesafe de kat edilemeyebilir. Biz iktidar olarak, 60’ıncı Hükümet olarak iş başına gelir gelmez, Bakanlık olarak önümüzde bulduğumuz meseleler nelerdir ve bunları bir takvim içerisinde nasıl çözüme kavuştururuz heyecanı içerisinde kollarımızı sıvadık ve çalışmalarımıza başladık. Takvimimiz de şöyleydi: * Sosyal güvenlik reformunun bir an önce Meclisten geçmesi ve yasalaşması. * İstihdam Paketiyle ilgili düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçmesi. * 1980’den bu yana beklenen sendikal mevzuatın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşınması ve yasalaşması. - 21 - * İş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili düzenlememiz maalesef İş Kanunu bünyesinde var, bununla ilgili müstakil bir yasanın çıkarılması çalışmalarının başlatılması. * Sosyal güvenlik reformunun dördüncü ayağı olan sosyal yardımlarla ilgili düzenlemenin Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmesi. Bu dönem için hedeflediğimiz üç yasanın ikisini gerçekleştirdik, birini de Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşımış bulunuyoruz. Onunla ilgili de uzlaşma sağlanırsa bir-iki gün içerisinde, hatta birkaç saat içerisinde sendikal mevzuatı yasalaştırma imkânımız var. Bunları şunun için söylüyorum: Yasalar milletin yasaları. Bugün biz bakanız, bugün biz iktidarız, yarın biz iktidar olmayacağız, başkaları iktidar olacak, başkaları bakan olacak; ama çıkan yasalar 70 milyonu bağlayan yasalar. Dolayısıyla, yasama faaliyetine, kendine has, bana has yasa, bize has yasa gibi bakmak son derece sakıncalıdır diye düşünüyorum. Onun için, uzlaşma kültürü, sosyal diyalog önemli; buna samimi olarak inandık ve Bakanlık olarak ele aldığımız konuları sosyal taraflarla bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, yüzümüzü ekşitmeden saatlerce, günlerce çalıştık ve Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıdık. Türkiye Büyük Millet Meclisine taşınırken de, siyasi partilere çok önceden, belki 20 gün öncesinden yasa taslaklarını takdim ettik; dedik ki, şu konularda uzlaşma sağlandı ve bu şekilde bir yasa size Hükümet tarafından gelecek, gelmeden önce siz değerlendirmelerinizi yapın ve Komisyon safhasında mutlaka ciddi katkılar sağlayın, çünkü bu yasalar önemli yasalar, milletin tümünü, 70 milyonu ilgilendiren düzenlemeler, muhalefetin de mutlaka söyleyecekleri vardır, biz bunları samimi olarak yansıtmadan yanayız. Bakanlığımız bünyesindeki bu samimi çalışmalar; sosyal güvenlikte yüzde 90’lara varan uzlaşma, İstihdam Paketinde yüzde 100’lere varırcasına bir uzlaşma, Sendikalar Yasasında da yüzde 90’lara varan bir anlaşma çerçevesine dönüştü ve Türkiye Büyük Millet Meclisine gelince de, siyasi partilerle bu diyaloğumuz neticesinde, siyasi partiler önden yaptıkları hazırlıklarla katkılarını komisyonlarda sundular, biz de, onların makul olanlarını, olması gerekenleri, millet adına yararlı gördüklerimizi yasaya yansıtmaktan hiç yüksünmedik, yansıttık ve koskoca, 196 maddeden oluşan Sosyal Güvenlik Reformu Yasası 1.52 gün içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti. 7 günlük bir süre içerisinde de Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasalaştı. - 22 - İstihdam Paketi ise, 1 gün içerisinde Komisyondan geçti ve 1-1.5 gün içerisinde de Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçti, -bu da 40 maddeden oluşan bir yasaydı- çok hızlı bir şekilde yasalaştı. Muhalefetin de, sosyal tarafların da tüm katkılarını samimi olarak alma gayreti içerisinde olduk. İnanıyorum ki, bu çalışma, bu bakış açısı, Türkiye’nin arzuladığı, Türkiye’nin beklediği bir çalışma, bir bakış açısı ve önümüzdeki dönemde de tüm bakanlıklar, tüm siyasiler, bu bakış açısı, bu diyalog ortamı içerisinde işlerin çözümü konusunda daha sağlıklı bir noktaya gelirler. Değerli katılımcılar, şimdi çok şeyler konuşuldu, çok önemli şeyler de söylendi. Sayın Başkanın az önce ifade ettiği, bu yasa ve zamanlamalar konusunda, size samimi söylüyorum, vallahi benim bir suçum yok. Bu yasalar çok iyi niyetle hazırlandı, yasalaştı, fakat konjonktürel olaylar devreye girdi. Yine ortada başarı var; bu kadar gerekli-gereksiz şeylerin Türkiye’de tartışıldığı bir noktada bu yasalar çıkmayabilirdi de. Neden? Bizde muhalefet etmek moda ya, önemli yasalar da geliyor, ülkenin hayrına olup olmadığı da çok önemli değil, “Muhalefet ediverelim, bunlar da geçmeyiversin” denir, muhalefet etme adına muhalefet edilirdi. Ama onlar olmadı, o diyaloglarla onlar aşıldı. Yasalaşması son derece önemlidir diyorum; ama zamanlama açısından talihsizlikleri var. Umuyorum bu süreçler de kısa süre içerisinde geçer. “Sabahleyin ne olacak” endişesini artık Türkiye taşımasın istiyoruz. “Her an her şey olabilir…” Her an her şey olmaz; hukuk devletinde hukuk çerçevesinde bir şeyler olur, herkes de saygı duyar. TİSK’in Genel Başkanı diyor ki, “Türkiyemi geri istiyorum, istikrarı geri istiyorum.” İşte, her an her şey olmamalı. Türkiye artık bunlardan sıyrılmalı. Türkiye, rayına girmiş bir Türkiye; bu rayında devam etmeli. İnanıyorum ki, sağduyu da bunu söylüyor. İnşallah, aradaki bu kaçaklar, bu sıkıntılar kısa süre içerisinde aşılır ve Türkiye rayında gitmeye devam eder. Rayında gitmeli. Neden? Az önce kısaca da temas edildi. Bakınız, ekonomik ve sosyal açıdan dünya, bölgemiz ve ülkemiz önemli bir süreçten geçmektedir; hepimiz bunun farkındayız kanaatindeyim, inancı içindeyim. Bir yılı aşkın bir süredir dünya ülkeleri ve ülkemiz ekonomik krizle karşı karşıya. Kendi içimizdeki birçok sorunun yanında bu küresel krizin, herkesin farkında olması gereken bir kriz olduğu inancındayım, özellikle siyasilerin farkında olması - 23 - gerektiğine inanıyorum. Ülkeyi artık, ülke sınırları içerisinde ve bu sınırlar içerisindeki bir mantıkla idare etmek mümkün değil; dünyadaki muhtemel gelişmeleri dikkate alarak ülkenizdeki politikaları ona göre anında dizayn etmek durumundasınız. Yoksa, “Dışarıdan bana ne, Misakımillî sınırları içerisinde ben dünyamı kurmuşum, hayallerime, ideallerime kavuşmuşum, bu sınırlar içerisinde ben her türlü kararı alırım, dışarıdaki gelişmeler beni ilgilendirmiyor” gibi bir lüksümüz yok. Amerikan ekonomisine bakıyoruz; gayri safi yurt içi hasıla 14 trilyon dolar, tüketim harcamaları yüzde 70’i 9.5 trilyon dolar. Oynama nerede, dalgalanma nerede? 9.5 trilyonun üzerinde oynama var, yani hane halkının gelirinde-giderinde oynama var. Dünyada 9.5 trilyon dolarlık bir ekonomi var mı? Yok. Adamların harcaması bu, yani harcama kalemleri. Burada dalgalanmalar var ve bu dalgalanmalar her tarafı vuruyor, her tarafı rahatsız ediyor. Yetmedi. Bununla kalsa yine diyeceğiz ki, bir çaresine bakılır. Arkasından kuraklık, gıda fiyatlarındaki artışlar, petrol fiyatlarındaki artışlar, enerji fiyatlarındaki artışlar; bunlar da, ayrı bir dalga olarak bu krize ilave yeni krizler çağrıştırıyor, yeni sorunları önümüze koyuyor. AB, ABD, Japonya, bu gelişmiş ülkelerde enflasyon oranları uzunca bir süredir belli bir seviyedeyken bu seviyelerini kaybetmeye ve enflasyon oranları yükselmeye başladı. “Nerede duracak, nerede bitecek” diye herkes endişeli ve hesabını kitabını yapıyor. Onun için, sorumlu insanlar (muhalefetiyle, iktidarıyla, sivil toplumuyla), bu gelişmeleri dikkate alarak Türkiye’de olup bitenlere, olması gerekenlere bir anlam vermeliler diye düşünüyorum. Türkiye’ye baktığımız zaman, bu gelişmelerin yansımaları nelerdir? Burada durum şöyle: 2006’dan bu yana risk göstergeleri diğer ülkelerle paralel gidiyor. Özellikle 2008 Mart’ından sonraki gelişmelerin, yani makro düzeydeki tüm kazanımlarımızın altında ne yatıyor diye baktığımız zaman, siyasi istikrarı ve ekonomik istikrarı görüyoruz; işin birinci kalemi bu. Bu bölgede siyasi istikrar ve ekonomik istikrar son derece önemli. Buna dönük dalgalanma meydana gelince, küresel riskler ve krizler Türkiye’de çok daha bir anlam kazanmaya başladı değerli katılımcılar. Bu süreç içerisinde, 2002’den bu yana makro düzeyde elde edilen gelişmeler ve ekonomimizin geldiği nokta açısından baktığımız zaman, finans sektöründe, reel sektörde ve kamu maliyesi göstergele- 24 - rinde, ekonomimizin dış şoklara ve krizlere ne derece dayanıklı olduğunu rakamlarla açıklama imkânımız var; ama, bugünün konusu bu olmadığı için onlara değinmiyorum. Bu şoklar ve krizlere karşı dayanıklı bir ekonomik yapıya kavuştuğumuzu burada ifade etmek istiyorum. 26 çeyrek üst üste büyüyen bir Türkiye var ve bunların siyasi ve ekonomik istikrarın neticesinde gerçekleştiğini bilmemizde yarar var diye düşünüyorum. Bu krizler ne meydana getirdi? Bu krizler, küresel büyümede yaşanan yavaşlamaya dönüştü ve ihracatta zorluklara sebep olmakta. Uluslararası finans sektöründeki problemler de kredi maliyetlerini arttırdı. Yatırımlar azalmaya başladı. Bu küresel riskler genel ama, etkileri, ülkelerin alacakları önlemlere göre değişiyor. “Bu noktada ne yapmalıyız” diye Hükümet olarak düşündük. Bir; kesinlikle sıkı maliye politikalarına devam, taviz verilmemeli düşüncesindeyiz. Popülist uygulamalar olmamalı. Bir örnek olsun diye söylüyorum; 1100 belediyeyi belediyeler seçimine giderken kapatıyoruz. Belediye seçimlerine 7 ayınız var, ama 1100 belediyeyi kapatıyorsunuz; bu çok önemli bir örnektir. Oysa, eski Türkiye’de, 1100 belediye açılmalıydı, çünkü “bu seçimi kurtaralım, bu mevsimi kurtaralım” anlayışı hâkim idi. Popülizm kesinlikle olmamalı ve sıkı maliye politikaları devam edecek; o inançtayız. Saydamlık ve AB’ye uyum süreciyle ilgili yapılması gerekenler şu anda hızlı bir şekilde devam ediyor. “Efendim, AB’ye ilgi yavaşladı”; ben buna kesinlikle katılmıyorum. Bakınız, her hafta Bakanlar Kurulu toplantısındayız; gündemin birinci maddesi bu. Müzakere süreci başlamış; yapılacaklar belli. Bürokrasi ağırlıklı, mevzuat ağırlıklı düzenlemeler, çalışmalar ve sürekli bakanlıklar arası gidiş gelişler devam ediyor. Fasıllar belli, fasıllar üzerinde yapılan çalışmalar belli, açılan fasıllar belli, gündeme alınan fasıllar belli. AB süreciyle ilgili en üst perdede yapılması gereken ne varsa, bu sürecin aynen takip edildiğini ifade etmek istiyorum. Türkiye’nin nüfusu büyük, Türkiye’nin potansiyeli birilerinin işine gelmeyebilir, birilerine sıkıntı verebilir. Buradan kaynaklanan sorunları, “Efendim, Hükümet AB süreciyle ilgili bir duraklama içerisinde” diye değerlendirmeyi şahsen doğru bulmuyorum. Biz 60’ıncı Hükümet olarak iş başına geldiğimizden beri AB mevzuatıyla ilgili, şahsen benim Bakanlığımla ilgili birkaç konunun dışında çok ciddi bir konunun kalmadığını, uyum açısından, mevzuat açısından çok önemli değişiklikleri gerçekleştirdiğimizi ra- 25 - hatlıkla ifade edebilirim. Diğer bakan arkadaşlarımız da aynı çerçevede, bu uyumun sağlanması konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar. Burada bir gevşeme söz konusu değildir; bu süreci aynen devam ettireceğiz. Bu küresel krizler ve bunlardan etkilenmeme veya minimum düzeyde etkilenme açısından yapılması gerekenler bunlar ama, bunların yanında en önemlisi de, yapısal reformlara devam edilmesi; işte bugünkü konu. Yapısal reformlar ifade edildi. Sosyal Güvenlik, İstihdam Paketi, AR-GE konusunda, -şimdi, 1500-1600 maddeden oluşan Ticaret Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde- enerji ve yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgili atılan adımlar, yapılan çalışmalar devam ediyor. Değerli katılımcılar, konuşmamı 2 dakika içerisinde toparlayacağım. Bu reformlardan biri, sosyal güvenlik reformu; çok tartışıldı, çok konuşuldu. Bilen de konuştu, bilmeyen de konuştu. Maksatlı konuşanlar da oldu, gerçekten katkı sağlama amaçlı konuşanlar da oldu. Yanlış manşetlerden dolayı, çok önemli bir düzenleme konusunda, günlerce o yanlış manşeti düzeltmek için efor sarf ettiğimizi burada birçok arkadaşımızın bildiği inancındayım. Hak etmediği eleştiriler aldı. “Kapılar sonuna kadar açık, buyurun bu katkıyı sağlayın Sosyal Güvenlik Yasasına” dememize rağmen, burada katkı sağlamaktan ziyade, dışarıda manşetlerle olayı sansasyonel bir boyuta taşımayı uygun bulanlar oldu maalesef. Kim ne derse desin; Türkiye’de erken emeklilik sorunu vardı ve maalesef hâlen de var. Aylık bağlama oranları yüksek ve sistemden erken çıkmayı teşvik ediyor. Aktif sigortalı sayısı 14 milyon 700’den 16 milyon 500’e çıktı. Bu yasanın katkısı oldu mu? Oldu. “Efendim, 1 milyon çocuk kaydolmuş” filan; bunlar doğru değil. 15 yaş altında sisteme giren kişi sayısı 140 bin civarında. Aktif sayısı 14 milyon 700’den 16.5 milyona geldi. Şu anda, 2 çalışana 1 emekli noktasına ancak gelebildik. Bu reformun başlangıcında oran, 1.8-1.9’a 1 şeklinde idi. Burada sıkıntımız var. Bu sistem adaletsiz bir sistem idi. SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı mevzuatının iyiden iyiye içinden çıkılmaz hâle geldiği bir mevzuatla karşı karşıya idik. - 26 - Biz bunu ne amaçla yaptık? Projeksiyonlarımız 2070 yılına dönük idi. Düzenlemeyi dört ana parametre çerçevesinde gerçekleştirdik. Öyle tahmin ediyorum ki, bunlar gün boyu tartışılacak. 2030’lardan itibaren sosyal güvenlik açıklarını yüzde 2’ler seviyesine çekmek ve 2050’lerden sonra da yüzde 1’lerle, -sosyal devlet olmanın gereği, toplanan primlerin 4’te 1’i kadar da bir katkıyı, prim desteğini devlet yapacak- bunu sürdürülebilir bir sosyal güvenliğe oturtmak ve dışarıdan bakan, içerden bakan birisi, “Türkiye’de artık güvenilir bir sistem kuruldu, sosyal güvenlik artık bir anayasa gibi, tartışılmaz, nereye gideceği belli, nereye varacağı belli” imajını oluşturmak için bu düzenleme zaruriydi. Bakınız, gayri safi milli hasılaya göre sosyal güvenlik açığı; * 1991’de 10 binde 5, * 1994’te yüzde 1, * 1998’de yüzde 2, * 2002’de yüzde 2.9-3, * 2007 yüzde 4. Bırakıp gitseniz yüzde 6 olacak. Sosyal güvenlik sisteminin açığı 25 katrilyon; 2007 sonu rakamını söylüyorum. “Efendim, 40 katrilyona çıksın…” Nereye çıkacak? Çıktığı an ne olacak? Türkiye’nin kamu maliyesi yükü daha da artacak. Oysa bizim amacımız, bunu hafifletmek ve bunu yatırıma kaydırmak. Türkiye’nin bu konuda 15 katrilyon bir açığı olsa, 10 katrilyon lirayla ne gibi yatırımlar yapacağını, öyle tahmin ediyorum, bu salondakiler bizlerden çok daha iyi bilmektedirler. Onun için, bu düzenleme önemli bir düzenlemedir. Bakınız, göğsümüzü gere gere söylüyoruz; özürlüler için, kadınlar için, hangi sosyal konumdaki kişiler için (BAĞ-KUR’lular, SSK’lılar için), ele alırsanız alın, bu düzenlemeler sosyal devlet ilkesi gözetilerek yapılmıştır. O konularda kitapçıklarımız, broşürlerimiz var; umuyorum elinize geçer veya siz değerli arkadaşlarımız zaten gerekli araştırmaları yapıyorsunuzdur. Bu, sosyal amaçlı önemli düzenlemeleri de içeren bir düzenleme. İstihdam Paketi, işsizlik, ifade edildiği gibi, dünyanın sorunu. - 27 - Gerçekten sihirli bir değnek yok. Atılması gereken adımlardan bir tanesini, bir bölümünü biz attık. Eğer Türkiye normal yürüyüşünü sürdürürse bunun diğer alanlarda artısının çok olacağı inancındayım. Kadın istihdamındaki sıkıntıları hep konuşuyoruz. Eğitim düzeyi yüksek olan kadınlarda yüzde 65’leri aşan bir istihdam var, bir sorun yok; ama eğitim düzeyi düştükçe istihdamla ilgili ciddi sorunlarımız var. Onun için, bayanların istihdamında yaş şartını kaldırdık, yaş şartı olmaksızın bir teşvik uygulaması getirildi. 15-24 yaş arası gençlerdeki işsizlik oranı son rakamlara göre yüzde 17.4 ama, yüzde 20’ler seviyesinde cereyan ediyor. Çok yüksek bir rakam. Sosyal sorunlara gebe. “GAP’a niye para aktardınız” deniyor. Bunun için aktardık. “Terör bitsin” diyoruz. Teröre, silaha 150 milyar dolar para aktarılıyor. Silaha aktarılacağına, onun 15’te 1’ini bu yatırıma (sulamaya, barajlara, altyapıya), yatıracak olursak, inanıyorum ki, orada gerçekleşecek olan istihdamla, sosyal yara olan bu problemi kökünden çözme imkânı olacak. Bunlar hep sosyal taraflarla tartışıldı, değerlendirildi. Karşı çıkılanlar oldu, ikna etmeye çalıştık veya onlar bizi ikna etmeye çalıştılar. Sonunda uzlaştığımız konulardı ve inanıyorum ki çok hayırlı işler oldu. Bu yıl itibarıyla GAP’a 2.3 katrilyon lira para aktarıldı. Son derece önemli bir rakam. Her yıl, toplam 12 katrilyon lirayı bulacak bir meblağ ile o bölge ayağa kalkacak. Yalnız orası değil; KOP- Konya ovası ayağa kalkacak, Doğu Anadolu ayağa kalkacak ve istihdam açısından bu yöreler Türkiye’de ciddi kaynak oluşturacak diye ümit ediyoruz. Tabii, masaya ağırlıklı olarak İstihdam Paketini yatıracaksınız. Bizim çok önem verdiğimiz bir konu daha vardı; o da, aktif işgücü programlarına kaynak aktarımı. İŞKUR Genel Müdürümüz burada. Türkiye İş Kurumu diye bir birimimiz var da, İŞKUR ne yapacak? Elinde bir şey var mı? Yok, yani imkân yok. Bu imkân sağlandı ve şimdi, İŞKUR bünyesinde kayıtlı olan bütün vatandaşlarımız eğitimden geçecekler. Bu yasal düzenlemeyle eğitim hakkını elde ettiler. Bu vesileyle bir meslek sahibi olacaklar. Aktif iş gücü programları için bu yıl İŞKUR’a aktarılan kaynak 270 trilyon. Bu, Bakanlar Kurulu yetkisinde yüzde 50’ye de çıkarılabilir. Buraya daha da yüksek seviyede kaynak aktarımı gerçekleşebilecek. Şu anda hedefimiz, yılda 100 bin gencimizi bir meslek sahibi yapmak, eğitmek. “Efendim, keşke bu okullaşmada, okullarda bu ara eleman sorunu çözülebilseydi”; - 28 - işte bunlar Türkiye’nin kısır tartışmalarından. İnanıyorum ki, bu tartışmaları Türkiye artık geride bırakacak. Türkiye’ye, meslek liselerinin, endüstri meslek liselerinin yüzde 37’lerde değil, yüzde 60-65’lerde olması yakışıyor; bu oranı meslek liselerine taşımamız gerekiyor. Umuyorum, bu konuda da süreç normalleşir ve çözüme kavuşur. Söylenecek çok şey var ama, zaman öyle aştı gitti ki, burada kesmeyi uygun buluyorum. Umuyorum ki, ciddi değişim, dönüşüm yaşayan ülkemiz istihdam konusunda da gerçeklerle yüzleşiyor; bakınız, burası çok önemli. Tarımda çok ciddi bir çözülme var. Bu çözülme bizi gerçek tablolarla karşı karşıya bırakıyor. Bu tablolar, hangi önlemleri almamız gerektiğini söylüyor. İnanıyorum ki, bu gerçeklerle yüzleşen, olayları kamufle etmeyen, tarımda 5-6 milyon insanın çalıştığını varsaymayan bir Türkiye gerçeğini görerek, bu ve benzeri, sizlerden de gelecek olan öneriler çerçevesinde istihdam konusunda, işsizliğin ayağını, belini kırma konusunda güzel önerilerinize her zaman açık olduğumuzu ifade ediyorum. Çıkardığımız yasalar nihai yasalar değildir. Onların uygulamada meydana getireceği sorunlar ve buradan çıkacak neticelerle örtüşmesi hâlinde yapılacak olan değişmelere de her zaman hazır olduğumuzu ifade ediyorum. Tekrar aranızda bulunmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ediyor, bu güzel organizasyonu gerçekleştirenlere tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. BÜLENT PİRLER- Efendim, Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum. Hemen ilk oturumumuza geçmek istiyorum. Konumuz “İstihdam Paketi.” Oturum Başkanlığımızı Konfederasyonumuz Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sayın Hakkı Matraş yapacaklar. İlk konuşmacımız, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden Sayın Doç. Dr. Gülsevil Alpagut Hanımefendi bize, “Alt İşveren, İş Sağlığı ve Güvenliği ile İdari Para Cezalarına İlişkin Düzenlemeler” konusunda bir sunum yapacaklar. Daha sonra verilecek aramızı takiben de, “İşyerlerine Getirilen Teşvikler, İşsizlik Sigortası Düzenlemeleri ve İŞKUR Faaliyetleri” konusunda Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Cem Kılıç bir sunuş yapacaklar. Kendilerini kürsüye davet ediyorum; buyurun efendim. - 29 - - 30 - Seminer katılımcıları birarada I. OTURUM İSTİHDAM PAKETİ Oturum Başkanı Konuşmacılar : Hakkı MATRAŞ : Doç. Dr. Gülsevil ALPAGUT Prof. Dr. Cem KILIÇ HAKKI MATRAŞ (TİSK Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili)- Sayın Bakanım, değerli başkanlarım, Sayın Genel Müdürüm, sayın medya mensupları, değerli iştirak eden hazırun; TİSK ve PERYÖN tarafından düzenlenen “İstihdam Paketi ve Sosyal Güvenlikteki Yeni Düzenlemeler İşletmelere Ne Getiriyor?” Seminerine başladık. Sayın Alpagut bize, Alt İşveren, İş Sağlığı ve Güvenliği ile İdari Para Cezalarına İlişkin Düzenlemeler konularında ışık tutacaklar. Birkaç konuyu ilave ederek kendisine söz vermek istiyorum. İstihdam paketi olarak adlandırılan 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun 26 Mayıs 2008 tarih ve 26887 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı. İstihdam Paketiyle şu ana başlıklarda düzenlemeler yapıldığı görüldü: * Alt işveren * İstihdam üzerindeki yükler * İşsizlik sigortası ve İŞKUR faaliyetleri * İş sağlığı ve güvenliği * İdari para cezaları * Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının teşkilat yapısı ve görevleri - 31 - Söz konusu kanunun, TİSK’in uzun süredir önerdiği, işverenlerin istihdamının artmasına ortam sağlayacak bazı olumlu tedbirleri içermektedir. Ancak, yasada öngörülen, amaca aykırı ya da çeşitli alanlarda olumsuzluklar doğuracak bazı düzenlemelere de yer verilmiş, bazı hususlar ise eksik bırakılmıştır diye düşüncelerimiz vardır. Bu paketin en önemli eksikliği, -yine ben de bahsedeceğim Sayın Bakanım- kıdem tazminatı sorununa çözüm getirilmemiş olmasıdır. İşsizlik sigortası ve iş güvencesi düzenlemelerinden sonra işletmeler üzerinde ağır bir maliyet baskısına dönüşen, rekabet gücü ve istihdam olanaklarını sınırlayan kıdem tazminatı müessesesinin, istihdam teşvik amacıyla hazırlanan bir yasa metninde düzenlenmemiş olmasını önemli bir eksiklik olarak görüyoruz. Taslağın ilk hâlinde kıdem tazminatına yer verilmesine rağmen, Meclisten geçen yasada bu düzenleme tamamen kaldırılmıştır dedikten sonra Sayın Alpagut Hanımefendiye söz veriyorum efendim. DOÇ. DR. GÜLSEVİL ALPAGUT: (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım, değerli başkanlar, saygıdeğer konuklar; herkesi saygıyla selamlayarak konuşmama başlamak istiyorum. Alt İşveren İş Sağlığı ve Güvenliği İle İdari Para Cezalarına İlişkin Düzenlemeler Kamuoyunda “İstihdam Paketi” olarak adlandırılan 15.05.2008 tarihli 5763 sayılı Yasayla, 12 kanunda değişiklik yapılarak 26 Mayıs 2008 tarihli resmi gazetede yayınlandı. “İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” başlığını taşıyan bu kanunun amacı istihdamın üzerindeki idari ve mali yüklerin azaltılması, özürlü, genç ve kadınların istihdamının teşviki, işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücünün yetiştirilmesi, istihdamın teşviki ve kayıt dışı istihdamın azaltılmasıdır. Yapılan değişiklikler içinde alt işveren, iş sağlığı ve güvenliği ve idari para cezalarına ilişkin düzenlemeler de yer almakta olup, bunlarla ilgili olarak 4857 sayılı İş Kanunu, 3146 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 7460 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi Teşkilat - 32 - Kanunu ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda değişiklikler gerçekleştirilmiştir. I. Alt İşverene İlişkin Düzenlemeler Bilindiği gibi; 4857 sayılı Yasada 1475 sayılı Yasa dönemindeki muvazaalı uygulamaları önlemek amacıyla bir takım düzenlemeler öngörülmüştür. Bu amaçla bilim kurulunca hazırlanan metinde muvazaa kavramı çerçevesinde ve Yargıtay kararları ile tespit edilen hususlar doğrultusunda hükümlere yer verilirken, TBMM’nde verilen önergelerle kabul edilen sınırlamalar muvazaa olgusunun ötesinde doğrudan alt işveren ilişkisinin kurulmasını zorlaştırıcı, oldukça katı bir düzenlemenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Öyle ki, alt işverene ilişkin düzenlemenin uygulanabilirliğindeki zorluk, doktrinde birbirinden farklı çok sayıda görüşün ortaya çıkmasına neden olmuş, Yargı, madde hükmünün yorumu ve uygulanmasında aynı sıkıntıyı yaşamış ve işverenler ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya kalmışlardır. Nitekim, yaşanan bu zorluk kamu kesiminde özel düzenlemeleri getirmiş, önce belediyeler Kanununda değişiklik yapılmış, ardından 12.07.2006 tarihinde İş kanunun 2. maddesinde yapılan değişiklikle kamuda alt işveren ilişkisinin önü açılmıştır1. Bu alanda özel sektörde 1 İşK. mad. 2’ye 5538 sayılı Kanunla eklenen VIII. Ve IX’ncu fıkralara göre; “Kanuna veya Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşları ile bunların doğrudan veya dolaylı olarak sermayesinin en az yüzde ellisine sahip oldukları ortaklıklarda, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu veya diğer kanun hükümleri çerçevesinde, hizmet alımı amacıyla yapılan sözleşmeler gereğince, yüklenici aracılığıyla çalıştırılanlar, bu şekilde çalışmış olmalarına dayanarak; a) Bu kurum, kuruluş ve ortaklıklara ait kadro veya pozisyonlara atanmaya, b) Bu kurum, kuruluş ve ortaklıklara ait işyerlerinin kadro veya pozisyonlarında çalışanlar için toplu iş sözleşmesi, personel kanunları veya ilgili diğer mevzuat hükümlerine göre belirlenen her türlü mali haklar ile sosyal yardımlardan yararlanmaya, hak kazanamazlar. Sekizinci fıkrada belirtilen işyerlerinde yükleniciler dışında kalan işverenler tarafından çalıştırılanlar ile bu işyerlerinin tabi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde kendi nam ve hesabına sözleşme yaparak üstlendiği ihale konusu işte doğrudan kendileri çalışanlar da aynı hükümlere tabidir. Sekizinci fıkrada belirtilen kurum, kuruluş veya ortaklıkların sermayesine katıldıkları ortaklıkların kadro veya pozisyonlarında çalışan işçilerin, ortak durumundaki kamu kurum, kuruluş veya ortaklıkların kadro veya pozisyonlarına atanma ya da bu kurum, kuruluş veya ortaklıklarda geçerli olan mali haklar ile sosyal yardımlardan yararlanma talepleri hakkında da sekizinci fıkra hükümleri uygulanır. Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere; - 33 - halen yaşanan sıkıntılar ortadadır. 2003 yılından bu yana beklentiler, yasal düzenlemenin belirli ölçülerde esnekleştirilmesi, ilişkinin salt muvazaa bakımından sınırlanmasını öngören değişikliklerin gerçekleştirilmesi yönünde iken, 5763 sayılı Yasa ve özellikle hazırlanan “Alt İşverenlik Yönetmelik Taslağı” olabilecek en katı uygulamayı esas almıştır. İstihdamı artırma amacına sahip bir yasal düzenlemede alt işverene ilişkin düzenlemenin yer almasının nedeni son bir yıldır yaşanan tuzla olaylarıdır. Denetimsiz, hatalı uygulamaların önlenmesi saiki ile hareket eden yasakoyucu, yapılan düzenleme ile alt işveren ilişkisini çözümü çok daha güç sorunlarla dolu bir yapıya büründürmüş, yönetmelik taslağı ise kurumu adeta uygulanamaz hale getirmeyi hedeflemiştir. Denilebilir ki, sorunlar çözülmek istenirken aksine artırılmaktadır. 5763 sayılı Kanunla alt işveren ilişkisinde yapılan değişiklik2; muvazaalı alt işveren ilişkisini önlemeye yöneliktir. Alt işverenle ilgili yapılan değişiklik işyerini bildirmeye ilişkin İşK. mad. 3 hükmünde yer almaktadır: Bilindiği gibi madde hükmünde işyerini kuran, devralan, çalışma konusunu değiştiren veya faaliyete son veren veya işyerini kapatan işverenin bir ay içinde bölge müdürlüğüne bildirimde bulunma zorunluluğu düzenlenmiş ve değişiklik öncesi metinde; alt işverenin, bu sıfatla mal veya hizmet üretimi için meydana getirdiği kendi işyeri için bildirim yapma yükümlülüğü düzenlenmiştir. İşK. mad. 3’ün 5763 sayılı K. ile değişik şekline göre; “Bu Kanunun 2 nci maddesinin altıncı fıkrasına göre iş alan alt işveren; kendi işyerinin tescili için asıl işverenden aldığı yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte, birinci fıkra hükmüne göre bildirim yapmakla yükümlüdür. Bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait belgeler gerektiğinde iş müfettişlerince incelenir. İnceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması, b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı işyerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması yönünde hükümler konulamaz.” 2 5763 sK. mad. 3’ün değerlendirilmesi için ayrıca bkz. M.ENGİN, Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinde Birlikte Sorumluluğun Kapsamı, İstanbul Barosu –Galatasaray Üniversitesi tarafından düzenlenen İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukukuna İlişkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri, 12. Yıl Toplantısı, yayınlanmamış tebliğ; T.CENTEL, Alt İşverene İlişkin İş Kanunu’ndaki Son Değişiklik, Sicil D., Haziran 2008, S. 10, 5 - 34 - müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir. Bu rapora karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Rapora altı işgünü içinde itiraz edilmemiş veya mahkeme muvazaalı işlemin tespitini onamış ise tescil işlemi iptal edilir ve alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır”. Değişiklik sonrası getirilen hükme bakıldığında öncelikle düzenlemenin işyerinin tescili temelinde, tescil prosedürü ve iş müfettişlerince yapılacak muvazaa incelemesini içerdiği görülmektedir. 1. Alt işverenlik sözleşmesinin yazılı olması gerekliliği ve tescil prosedürü Yasa ile yapılan ilk değişiklik tescil için yazılı bir alt işverenlik sözleşmesinin gerekliliğidir. Değişen metinde alt işveren eski metinde olduğu gibi, bölge müdürlüğüne bildirim yapmakla yükümlü tutulmuş, ancak bu bildirimin asıl işverenden alınan yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte yapılması öngörülmüştür. Bu bağlamda, değişiklik sonrası tescil bakımından artık alt işverenlik sözleşmesinin mutlaka yazılı olması gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki; maddede konuya ilişkin bir yönetmelik çıkarılması öngörülmüş ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanan “Alt İşverenlik Yönetmelik Taslağı”nda asıl işveren- alt işveren ilişkisinin kurulma şartları, alt işverene ait işyerinin bildirimi, tescili yanında alt işverenlik sözleşmesinde bulunması gereken usul ve esaslara da yer verilmiştir. Taslak mad. 10’da düzenlenen “alt işverenlik sözleşmesinde yer alması gereken hususlar” içinde asıl işveren ile alt işverenin işyeri unvan ve adresi, işveren vekillerinin adı soyadı, işyerinde yürütülen işin ne olduğu, alt işverene verilen işin ne olduğu, taraflarca öngörülmüş ise işin başlama ve bitiş tarihleri, faaliyetin işyerinin hangi bölümünde gerçekleştirileceği gibi hususlar yanında ilişkinin unsurları bakımından bir takım koşullara yer verilmiştir. Bunlardan biri “Alt işverene asıl işin bir bölümü veriliyor ise, verilen işin işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirme koşuluna ilişkin teknik açıklama” dır. Aşağıda ayrıntılarıyla inceleneceği üzere bu hüküm esasen Yönetmeliğin İşK. mad. 2 hükmünü son derece katı yorumlamasının sonucu olarak aynı zamanda alt işverenlik ilişkisinin kurulma koşulunu tekrarlamaktadır. Yine uzmanlık koşulu ile bağlantılı olarak tescil aşamasında sözleşmeye eklenecek belgeler düzenlen- 35 - miştir. Taslak hükmüne göre; “Bir işyerinde, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren bir işin alt işverene verilmesi halinde, alt işverenin uzmanlığını belgelendirmesi amacıyla sözleşme kapsamındaki işe uygun; iş ekipmanı listesi, iş bitirme belgesi, operatör ve teknik eleman sertifikaları sözleşmeye eklenir”. Sözleşmede bulunması gereken hususlar içinde dikkati çeken bir diğer düzenleme; “Kanunun 2 nci maddesinde yer alan; asıl işverenin alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden, alt işveren ile birlikte sorumlu olacağı” hükmüdür. Esasen tamamen yasa hükmünün tekrarı niteliğindeki bu düzenlemeye sözleşmede yer verilmesinin zorunlu tutulması anlaşılamamaktadır. İşçiye karşı birlikte sorumluluk hükmü emredici nitelikte olup, sözleşmeyle bertaraf edilemez. Bu bağlamda sözleşmede yer almasının veya almamasının herhangi bir önemi bulunmaz. Aynı şekilde; “alt işverenlik sözleşmesinin yapılmasından önce asıl işveren tarafından çalıştırılan işçilerin alt işveren tarafından işe alınması halinde, bu işçilerin haklarının kısıtlanamayacağı”na ilişkin hüküm de yasal düzenlemenin tekrarından ibarettir. Yasal değişiklikle tescil prosedürü düzenlenirken, Alt İşverenlik Yönetmelik Taslağı’nda kayıt dışı alt işveren ilişkilerinin tespiti ve tesciline ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir. Taslak mad. 8 hükmüne göre; “Sosyal Güvenlik Kurumu Müfettişleri ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının denetim elemanlarınca işyerlerinde yapılan denetimlerde ya da ihale makamları, ruhsata tabi işlerde (maden arama ve işletme, inşaat, taş ocağı ve benzeri) ruhsatı veren merciler (valilikler, kaymakamlıklar, belediyeler), sosyal güvenlik il müdürlükleri, vergi daireleri de kendi mevzuatları açısından yaptıkları işlemler sırasında, işyerlerinin Kanunun 3 üncü maddesine göre ilgili bölge müdürlüğüne bildirimde bulunup bulunmadığını kontrol ederler. Bildirim yapmamış olan işyerlerinin unvan ve adreslerini ilgili bölge müdürlüğüne bir yazı ile en geç 15 gün içinde bildirirler. Denetim elemanlarınca ve kamu kurumlarınca yapılan bildirimler dikkate alınarak bölge müdürlüğünce Kanunun 3 üncü maddesine göre gerekli işlemler yapılır” . 2. İş müfettişlerinin muvazaa yönünden inceleme yetkisi Yasayla getirilen ikinci değişiklik iş müfettişlerine alt işveren ilişkisini muvazaa yönünden inceleme yetkisinin verilmesidir. Madde hükmüne göre; “Bölge müdürlüğünce tescili yapılan bu işyerine ait - 36 - belgeler gerektiğinde iş müfettişlerince incelenir”. Hüküm çeşitli yönlerden eleştiriye açıktır. Öncelikle metnin belirsizlik içerdiği söylenmelidir. İş müfettişi hangi hallerde inceleme yapacaktır? “Gerektiğinde” ifadesi yoruma muhtaçtır. Böylesine önemli bir konudaki incelemenin takdire bırakılması isabetli değildir. Bunun ötesinde iş müfettişlerine yargısal değerlendirme görevi verilmiştir3. Müfettişlerce yapılacak inceleme muvazaaya yöneliktir. İş müfettişleri belge üzerinden muvazaa tespit edecektir. Muvazaa, sözleşme taraflarının yaptıkları sözleşmenin sadece göstermelik olduğunu, gerçekte hiçbir hüküm ifade etmeyeceklerini kararlaştırmalarıdır. Muvazaa daima iki anlaşma içerir. Bunlardan biri göstermelik olan, başkalarına karşı yapılan anlaşmadır. Diğeri ise, gizli olan, taraflar arasında kalıp dışarıya yansımaması istenen anlaşmadır. Bazen gizli anlaşma, görünürdeki sözleşmenin hiçbir sonuç doğurmayacağına ilişkin olabilir. Bazı hallerde ise; görünürdeki sözleşmenin yerine başka bir sözleşmenin geçirilmesini kapsayabilir. Alt işveren ilişkisinde muvazaa, gerçekte taraflar arasında bir asıl işveren alt işveren ilişkisinin kurulması amaçlanmamakla birlikte, salt işverenin belirli yükümlülüklerden kaçması amacıyla görünürde bir alt işveren ilişkisinin kurulmasıdır. Bu bağlamda, işçilere karşı yönetim hakkının bizzat asıl işveren tarafından kullanılması, ücretlerin asıl işveren tarafından ödenmesi, fesih ve disiplin yetkisinin kullanılmasında inisiyatifin asıl işverende olması, bir çok yargı kararında da yer aldığı üzere asıl işverenin yanında çalışan bir kişiyle sonradan alt işveren ilişkisinin kurulması bu ilişkinin görünürde olduğu yönündeki karineleri oluşturur. Bu bağlamda borçlar hukuku kurumu olan muvazaa incelemesi yargısal bir değerlendirme gerektirir. Çoğu kez hukukçu olmayan iş müfettişlerince muvazaa denetiminin yapılmasının isabet derecesi tartışmaya açıktır. Yasa hükmüne göre; “inceleme sonucunda muvazaalı işlemin tespiti halinde, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir. Bu rapora karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir.” Belirtmek gerekir ki; İşK. mad. 2’de alt işveren ilişkisi bakımından mevcut sınırlamalar iki yöndedir. Yapılmak istenen düzenleme ile muvazaalı alt işveren ilişkisi önlenmek istenirken, bu 3 ENGİN, Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinde Birlikte Sorumluluğun Kapsamı, CENTEL, 7 - 37 - amacın çok ötesinde alt işveren ilişkisinin kurulması tıpkı belirli süreli iş sözleşmelerinde olduğu gibi belirli koşulların varlığına bağlı kılınmıştır. Dolayısıyla, hem alt işveren ilişkisinin kurulması objektif sınırlamalara bağlanmış hem de aynı maddede muvazaalı alt işveren ilişkisine yönelik düzenleme getirilmiştir. İşK. mad. 2/VI’da yer alan “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan…” ifadesi esasen muvazaaya yönelik değildir. Hükümde yardımcı işlerde iş alma herhangi bir sınırlamaya bağlanmamışken, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilebilmesi işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işin bulunması koşuluna bağlanmıştır. Bu doğrudan ilişkinin kurulabilmesi için objektif koşul niteliğindedir. İşK. mad. 2/VII’de düzenlenen; “asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz” hükmü ise muvazaaya ilişkindir. Her iki düzenlemenin nitelik olarak farklılığının sonucu; İşK. mad. 2/VI’da düzenlenen koşulların bulunması durumunda, ilişki muvazaalı olabileceği gibi, muvazaalı olmayan bir ilişkide 2/VI’daki koşulların bulunmaması nedeniyle ilişkinin geçersiz sayılabileceğidir. Nitekim, yukarıda da belirtildiği gibi muvazaada taraflar dışarıya karşı görünürde bir sözleşme ilişkisine girerler, ancak gerçekte bu ilişkiyi ya hiç istemezler veya başka bir sözleşme ilişkisini arzularlar. Dolayısıyla, muvazaalı alt işveren ilişkisinde esasen taraflar bir alt işveren ilişkisi içine girme arzusunda bulunmazlar. Fiilen iş ilişkisinden doğan hak ve borçların tarafını asıl işverenin oluşturduğu hallerde muvazaalı ilişkiden söz edilebilecektir. Muvazaalı alt işveren ilişkisinde taraflar esasen alt işveren ilişkisini istemezler. Tarafların amacı görünürde bir alt işveren ilişkisi yaratmakla birlikte, gerçekte alt işverenin işçilerine karşı asıl işverenin işveren sıfatını devam ettirmesidir. Oysa, 6. fıkradaki sınırlamalara aykırı olarak kurulan yani işletme gereği bulunmaksızın veya teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren bir iş olmaksızın kurulan alt işveren ilişkilerinde tarafların gerçek amacı alt işveren ilişkisinin geçerli olması, işin bir bölümünün bir başka işveren, yani alt işveren tarafın- 38 - dan yerine getirilmesidir. Madde hükmüne dönecek olursak; iş müfettişinin inceleme sonucunda muvazaalı işlemi tespitinden söz edilmektedir. Dolayısıyla, hükmün lafzı salt muvazaa bakımından müfettişin inceleme yetkisinin bulunacağı yolundadır. Bu bağlamda; alt işverene verilen işin asıl işin bir bölümü veya yardımcı iş niteliğinde olup olmadığı, işletme ve işin gereği ile teknolojik yönden uzmanlık gerektiren bir işin bulunup bulunmadığı gibi ilişkinin kurulması için gerekli objektif koşulların varlığı iş müfettişinin denetimine konu yapılamayacaktır. Oysa “Alt İşverenlik Yönetmelik Taslağı” na bakıldığında taslakta muvazaa kavramının oldukça geniş, İşK. mad. 2’nin tümünü kapsar tarzda ele alındığı görülmektedir. Taslak mad. 3 uyarınca muvazaa; 1) İşyerinde yürütülen mal ve hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde uzmanlık gerektirmeyen işlerin alt işverene verilmesini, 2) Daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile kurulan alt işverenlik ilişkisini 3) Asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak hakları kısıtlanmak suretiyle çalıştırılmaya devam ettirilmesini, 4) Kamusal yükümlülüklerden kaçınmak veya işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut yasadan kaynaklanan haklarını kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak gibi tarafların gerçek iradelerini gizlemeye yönelik işlemleri ihtiva eden sözleşmeyi ifade eder. Yönetmelikle getirilmek istenen; asıl işin bir bölümünde bir işin alt işverene verilebilmesi için bu işin uzmanlık gerektiren bir iş niteliğini taşımasıdır. Taslak mad. 11’de işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren iş şu şekilde tanımlanmıştır: “İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren iş, mal ve hizmet üretiminin zorunlu unsurlarından olan, işin niteliği gereği işletmenin kendi uzmanlığı dışında ayrı bir uzmanlık gerektiren iştir.” Yine aynı maddede getirilen düzenleme son derece önemlidir. Taslak mad. 11/2 hükmüne göre; “İşverenin kendi işçileri ve yönetim organizasyonu ile mal ve hizmet üretimi yapması esastır. An- 39 - cak asıl iş, a) İşletmenin ve işin gereği, b) Teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi, şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde bölünerek alt işverene verilebilir”. Görüldüğü gibi, taslak alt işveren ilişkisinin kurulabilmesini oldukça katı koşullara bağlamakta, İşK. mad. 2/VI’’da yer alan “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme” koşulunu tek bir bütün olarak öngörmektedir. Oysa doktrindeki baskın görüş işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektirme koşulunun iki ayrı unsuru ifade ettiği, işletme ve işin gereği bulunmakta ise, işin bir bölümünün alt işverene verilebileceği yönündedir. Kaldı ki, uzmanlık tek koşul olarak aransa idi, işletmenin ve işin gereği ifadesinin bir anlamı bulunmayacaktı. Yasakoyucunun 2/VI ile ortaya koyduğu sınırlama; ya işletmenin ve işin gereğinin bulunması veya işin teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesidir. Dolayısıyla, Yönetmelik hükmü yasayı aşan sınırlama öngördüğünden hukuka uygun olmadığı gibi, çalışma yaşamının gerekleri ve çağdaş gelişmelere de uyumlu değildir. Alt işveren ilişkisinin denetim altına alınması, alt işverenlerin mesleki açıdan eğitimli, örgütlü işgücü istihdamına teşviki, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sağlanması kuşkusuz gereklidir. Ancak bunun yolu; ilişkinin adeta ortadan kaldırılması olmamalıdır. Öyle ki; bugün çalışma yaşamında yönetim ve organizasyon yapısı olarak artık çok daha karmaşık bir yapı hakimdir. İstihdamın artırılması, verimliliğin sağlanması ve rekabet koşullarına uyum birçok vasıtaların yanı sıra denetimli bir outsourcing veya istihdamın dışsallaştırılmasını da gerektirmektedir. Bu noktada; taslakda yer alan, “işverenin kendi işçileri ve yönetim organizasyonu ile mal ve hizmet üretimi yapması esastır” hükmü 60’lı yılların anlayışını yansıtmaktadır. Muvazaaya ilişkin taslak mad.3/g hükmünü incelemeye devam edersek; “kamusal yükümlülüklerden kaçınmak…” muvazaa olarak nitelendirilmiştir. Hüküm son derece geniştir. Bir alt işveren ilişkisi kurulduğunda, işçi sayısının 30 veya 50’nin altında kalması veya kreş kurma bakımından 150’nin altında kalması gibi bir takım sonuçlar ortaya çıkar. Eğer sözleşmenin kurulması bakımından objektif koşullar bulunuyorsa ve gerçek bir alt işveren ilişkisi kurulmuşsa, ortaya - 40 - çıkan bu durumların doğrudan muvazaa olarak kabulü mümkün değildir. Nihayet, taslak hükmünde muvazaa olarak başlayan cümle “ …ihtiva eden sözleşmeyi ifade eder” şeklinde bitirilmiştir. Muvazaa sözleşme ifade etmez. Doğrusu muvazaalı işlem veya muvazaalı sözleşme olmalıdır. Yönetmelik Taslağında muvazaanın incelenmesine ilişkin birtakım esaslara da yer verilmiştir. Bu esaslar içinde “alt işverenin işe uygun yeterli ekipman ve tecrübeye sahip olup olmadığı” ile “istihdam edeceği işçilerin niteliklerinin yapılacak işe uygun olup olmadığı” hususları da yer almaktadır. 3. Muvazaa tespitine itiraz İşK mad. 3 hükmüne göre; iş müfettişince alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğu tespit edilirse, bu tespite ilişkin gerekçeli müfettiş raporu işverenlere tebliğ edilir. “Bu rapora karşı tebliğ tarihinden itibaren altı işgünü içinde işverenlerce yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. Rapora altı işgünü içinde itiraz edilmemiş veya mahkeme muvazaalı işlemin tespitini onaylamış ise, tescil işlemi iptal edilir ve alt işveren işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır”. Hüküm oldukça kısa bir itiraz süresi (6 işgünü) öngörmektedir. Yine, itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu kabul edilmiş, yani karara karşı temyiz yolu kapatılmıştır. Kesin kararlar kural olarak nizasız kaza hallerinde sözkonusudur. İş Hukukunda ise Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda bazı hallerde temyiz yolu kapatılmıştır. SenK. mad 22, 25, TİSGLK mad.15/II, 36 hükmünde olduğu gibi. Amaç, salt belge üzerinde yapılacak incelemelerle sonuca ulaşılabilecek ve kamu düzeni açısından bir an evvel sonuçlanması gereken uyuşmazlıklarda gecikmenin önlenmesidir. Ancak, muvazaa iddiası birden çok tarafı ve birden çok hukuki ilişkiyi ilgilendiren, çoğu kez bilirkişiye başvurulmasını gerektiren kapsamlı ve güç bir değerlendirmeyi içermektedir. Dolayısıyla, böylesine önemli bir konuda temyiz yolunun kapatılmasının hak arama özgürlüğüyle bağdaştığından söz etmek güçtür. Öte yandan, asıl işveren alt işveren ilişkisinin geçerliliği İşK. mad. 3’ün dışında, İşK. mad. 2 uyarınca da yargı önüne gelebilecektir. - 41 - Alt işveren işçisinin açtığı işe iade davası veya işçilik alacakları ya da tazminat davasında alt işveren ilişkisinin geçersizliği iddia edilebilecektir. İşK. mad. 2 uyarınca açılacak bu dava temyize tabi olurken, İşK. mad. 3 uyarınca açılacak dava temyize tabi değildir. Yine, İşK. mad. 3 uyarınca açılacak davada işçi taraf sıfatını haiz değildir. Dolayısıyla, bu davada verilecek hüküm, İşK. mad. 2 uyarınca açılan davada kesin hüküm oluşturmaz4. Ancak kuvvetli takdiri delil niteliğindedir. Aynı konuda birden çok davanın gündeme gelmesi ve bunlardan birinde verilen kararın diğerinde kesin hüküm –kesin delil oluşturmaması dolayısıyla savunma ile bağlantılı olarak farklı kararların ortaya çıkabilmesi hukuk güvenliği açısından son derece sakıncalıdır. Madde hükmünde davanın işverenlerce açılacağından söz edilmektedir. Burada usul hukuku ile bağlantının kurulmamış olması yine bir takım soru ve sorunları beraberinde getirmektedir. Öyle ki, sadece asıl işverenin dava açması halinde bu kararın alt işverene etkisinin bulunduğundan söz edilemeyecektir. Maddede bir zorunlu dava arkadaşlığının düzenlendiğinden söz etmek ise mümkün görünmemektedir. 5763 sayılı yasa ile ortaya çıkan sonuç alt işveren ilişkisinin; - İşK. mad. 2/VI’da yer alan koşullar bakımından, - İşK. mad. 2/VII’de yer alan muvazaa bakımından, - İşK. mad. 3 uyarınca muvazaa bakımından yargı önüne gelebilmesidir. Her bir madde bakımından verilen kararın diğer madde uyarınca açılacak davada kesin delil oluşturmayacağı da dikkate alındığında içinden çıkılmaz bir dava silsilesi ile karşılaşılabileceği söylenebilir. Yönetmelik taslağı ise, öncelikle yasal hükmü bugün doktrindeki yorumların çok ötesinde sınırlamakta, adeta uygulanamaz hale getirmektedir. İşverenin girişim özgürlüğü, çalışma yaşamının gerekleri ile bağdaşması güç düzenlemelerin bir kez daha gözden geçirilmesi gereklidir. 4. Muvazaalı ilişkiye bağlanan yaptırım Müfettiş raporuna altı işgünü içinde itiraz edilmemiş veya mahkeme muvazaalı işlemin tespitini onamış ise tescil işlemi iptal edilir ve 4 Ayrıca bkz. ENGİN, Asıl İşveren-Alt İşveren İlişkisinde Birlikte Sorumluluğun Kapsamı, CENTEL, 10 - 42 - alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır. Madde bu yapısı ile davanın tarafı olmayan veya kendisine dava veya savunma imkanı tanınmayan işçinin alt işverenle kurulan sözleşmesini geçersiz saymaktadır. İş Kanununun 98. maddesinde yapılan değişiklikle 3. maddeye yani işyerini bildirme yükümlülüğüne aykırılığın yaptırımı düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre; “Bu kanunun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki işyerini bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya işveren vekiline, çalıştırılan her işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 85 inci madde kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin yeni Türk Lirası idari para cezası verilir”. Dolayısıyla; işyerini hiç bildirmeyen alt işveren bakımından her işçi için yüz yeni Türk Lirası idari para cezası öngörülürken, muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine verilecek para cezası ayrı ayrı on bin yeni Türk Lirası olarak belirlenmiştir. Belirtmek gerekir ki, 3. maddede bölge müdürlüğüne bildirim ve tescil salt alt işveren için öngörülmüşken, 98. maddede muvazaalı olarak bildiren asıl işverenden söz edilerek hem asıl işveren hem de alt işveren için idari para cezası öngörülmüştür. Her iki madde birlikte ele alındığında, 3. maddedeki prosedür sonucu alt işveren ilişkisinin muvazaalı olduğunun tespiti üzerine İşK. mad. 108 uyarınca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürü’nce idari para cezası tahakkuk ettirilecektir. Bu idari para cezasına karşı sulh ceza mahkemesinde itirazda bulunmak mümkündür. Dolayısıyla alt işveren ilişkisi ile ilgili olarak yargı önüne taşınabilecek bir başka uyuşmazlık idari para cezasına itiraz olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan bu düzenleme sonucu aynı ilişkide muvazaa iddiasının; -İşK. mad. 3’den kaynaklandığı hallerde iş mahkemesince kesin olarak karara bağlanacağı -İşK. mad. 2’den kaynaklandığı hallerde iş mahkemesince temyize tabi olarak karara bağlanacağı -İdari para cezasına itiraz noktasında ise sulh ceza mahkemesinde görüleceği anlaşılmaktadır. Böylesine karmaşık ve hukuk güvenliğinden uzak bir yapının isabetli olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir. - 43 - Alt işverene ilişkin düzenlemeler genel olarak değerlendirildiğinde; iyiniyetli olarak getirilen bu düzenlemenin ciddi sıkıntı yaratacağı, yargısal nitelikte değerlendirmenin iş müfettişine bırakılması, İşK. mad. 2 ile bağlantının kurulmamış olması, mahkeme kararına kesin nitelik tanınması gibi bir çok noktada hukuk güvenliği ilkesini zedelediği söylenmelidir. Öte yandan Yönetmelik taslağının yasal düzenlemeyi de aşan katı yapısının doğuracağı sıkıntılar dikkate alınmalıdır. II. İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin Düzenlemeler 4857 sayılı yasanın kabulü ile tartışılan alanlardan bir diğerini iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemeler oluşturmuştur. Bu süreci kısaca gözden geçirecek olursak; 4857 sayılı Yasada iş sağlığı ve güvenliği bakımından işyeri örgütlenmesi, işverenlerin yükümlülükleri ve işçilerin hak ve yükümlülükleri düzenlenirken 78. maddede tüzük ve yönetmeliklerin çıkarılması öngörülmüş ve kanunun yayımını takiben konuya ilişkin yönetmelikler çıkarılmıştır. Konunun 1475 sayılı Yasa döneminden farklı olarak tüzük yerine yönetmeliklerle düzenlenmesinin gerekçesi, çıkarılması ve değiştirilmesindeki kolaylıktır. Bununla birlikte bazı Yönetmeliklerin iptali istemi ile Danıştay’a yapılan başvurular yürütmenin durdurulması ve ardından iptal kararları ile birlikte İş Sağlığı ve Güvenliği alanı ciddi bir düzenleme boşluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Öncelikle “İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” mad. 4,18,19 ve 20 hükümlerinin yürütmesinin durdurulması ve ardından 18,19,20,25 ve 26. maddelerin iptaline karar verilmiştir. 18. madde işyeri hekiminin nitelikleri, 19. madde sertifikalandırma, 20. madde eğitim ve sınav, 25. madde işyeri hekiminin görevlendirilmesi, 26. madde bildirim yükümlülüğüne ilişkindir. Kararda işyeri hekimliği sertifikasının verilmesinde Çalışma Bakanlığı’nın yetkisi bulunmadığı gibi örgütsel ve bilimsel donanıma da sahip olmadığı, bu alanda eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversitelerin yetkili oldukları, işyeri hekiminin atanmasında tabip odasının onayının gerekli olduğu, işyeri hekiminin görevine son verilmesinde haksız işten çıkarmaları önleyici, mesleki bağımsızlığı sağlayıcı düzenlemeye yer verilmesi gerektiği ve yine işten çıkarma durumunda ilgili tabip odasına bildirim yapılması gerektiği gerekçelerine yer verilmiştir5. 5 Danıştay 10.D., 28.02.2006,.E. 2004/1253, K.2006/1658 - 44 - Yine, 4857 sayılı Yasanın 78. maddesine dayanılarak çıkarılan“İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nin”6 Danıştay tarafından yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiş7, ardından iptaline hükmedilmiştir İptal kararında gerekçe olarak “… yasakoyucunun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin 4857 sayılı Yasa uyarınca çıkarılacak bir tüzükle, uygulamanın ise bu çerçevede çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenmesini amaçladığı tartışmasızdır. Bu durumda 4857 sayılı Yasanın 78. maddesi uyarınca iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ilkelerin öncelikle üst hukuk normu olan bir tüzükle düzenlenmeksizin doğrudan yönetmelikle düzenlenmesi anılan kanun hükmüne aykırı bulunmaktadır” ifadesine yer verilmiştir8. Yönetmeliğin iptali üzerine, Bakanlık bu kez temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesi gereğinden hareketle, “İş Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü Taslağı” hazırlatmıştır. Taslak metni daha önce yürütülmesi Danıştay tarafından durdurulan “İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nin metni ile tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, Danıştay Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca hazırlanıp Başbakanlık’ca incelenmek üzere gönderilen tüzük taslağını hukuka aykırı görerek Başbakanlığa iadesine karar vermiştir. Danıştay kararında iade gerekçesi olarak; “Tüzük Taslağında yer alması zorunlu bulunan temel ilkelerin, yasada öngörülen amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin her aşamada alınacak önlemler bakımından içeriği belli, somut ve etkin kurallar halinde düzenlenmediği, soyut ve doğrudan uygulama gücü olmayan biçimde ifadelendirildiği, risklerin önlenmesi, değerlendirilmesi ve mesleki riskler konusunda standartların belirlenmediği, işçi ve işveren kesiminin bilgilendirilmesine yönelik yeterli koruyucu hükümleri içermediği, herkesin farklı yorumlayabileceği şekilde düzenlendiği, uygulamada karışıklığa ve duraksamaya neden olabileceği” hususları gösterilmiştir9. Dolayısıyla gerek yönetmelik gerekse tüzük bakımından ileri sürülen noktalar öncelikle tüzükle düzenleme gereği ve aynı zamanda kapsam ve içeriğin somut ve yeterli olması gereğidir. Yine iptale konu yönetmelikler arasında “İş Güvenliği İle Gö6 RG.09.12.2003, No: 25311 Danıştay 10.D., 24.05.2004, 2004/1942 8 Danıştay 10.D., 16.05.2006, E.2004/1942, K.2006/3007 9 T. CENTEL, İş Sağlığı ve Güvenliği Alanındaki Son Gelişmeler, SİCİL D, Eylül 2006, 5 vd. 7 - 45 - revli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”10de bulunmaktadır. Bu yönetmeliğin 4,5,7,8,9,10,11,12,13,14, 15 ve 16. maddeleri Danıştay tarafından iptal edilmiştir11. İptal kararındaki çoğunluk görüşü, İşK. mad. 82’de yer almayan iş güvenliği uzmanı kavramına yönetmelikte yer verilmiş olması, iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanların eğitimi hakkında Bakanlığın düzenleme yetkisinin bulunduğu, ancak iş güvenliği ile görevli mühendis ve teknik elemanlara sertifika verilmesi konusunda Bakanlığın teşkilat yasasında hüküm bulunmadığı gibi, ÇASGEM’e de yasa ile böyle bir yetki verilmediği, bu konudaki eğitimin ancak üniversitelerde verilebileceği belirtilmiştir. İş sağlığı ve güvenliği yönetmeliğinin tümüyle iptali, ardından tüzük taslağının da Danıştay tarafından Başbakanlığa geri gönderilmesi üzerine İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Tasarısı Taslağı” hazırlanmıştır. Taslak tüm çalışanları (işçi, memur, sözleşmeli personel ve bağımsız çalışan ayrımı yapılmaksızın) ve yine örgütlenme bakımından işyerinde çalışan işçi sayısından bağımsız olarak tüm işyerlerini kapsama almış ve gayet genel esaslar içermiştir. Halen taslağın üzerinde çalışıldığı belirtilmekte olup, yakın tarihte bir yasalaşma güç görünmektedir. Taslağın özellikle hukuki kavramlar bakımından hatalı olması, birbirinden farklı statüde tüm çalışanları kapsamına alması, yönerge tercümesi niteliğini taşıması, somut, uygulanabilir hükümler barındırmaması karşısında konunun kapsamlı bir çalışmayı gerektirdiği açıktır. Esasen İş Kanununda yapılan değişikliklere bakıldığında yasal düzenleme fikrinden vazgeçildiği düşüncesi de akla gelmektedir. Ancak bu alanda halen ciddi bir boşluk bulunmakta olduğu, çoğu kez teftiş ve bilirkişi raporlarının eski işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğü’ne atfen düzenlendiği söylenmelidir. 1. Konunun yönetmelikle düzenlenmesine ilişkin değişiklik 5763 sayılı Kanunla İş Sağlığı ve Güvenliği konusunda yapılan değişikliklere bakıldığında; öncelikle yönetmeliklere ilişkin 78. madde 10 RG.20.01.2004, No. 25352 Danıştay 10. Dairesi, 28.03.2006, 2004/6075, 2006/2159, Kararın değerlendirilmesi için bkz. A.Murat DEMİRCİOĞLU, İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki, Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin Bazı Maddelerinin İptaline İlişkin Danıştay 10. Dairesi’nin 2004/6075 E., 2006/2159 K. sayılı Kararının Değerlendirilmesi, LEGAL YKİ, 2006/2 11 - 46 - hükmünde yapılan değişiklik dikkati çekmektedir. İşK. mad. 78/I’in ilk şeklinde “sağlık ve güvenlik tüzük ve yönetmelikleri” başlığı altında iş sağlığı ve güvenliği alanında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın tüzük ve yönetmelikler çıkarması öngörülmüştü. İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin iptali de temel esasların tüzükle düzenlenmesinin öngörüldüğü gerekçesine dayanmakta idi. Yapılan değişiklikle; konunun tüzükle düzenleneceğine ilişkin ifade kaldırılarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenmesi kabul edilmiştir. Bu bağlamda, 2003 yılından bu yana yönetmeliğin iptali, ardından tüzük hazırlama çabaları, tüzüğün Danıştay tarafından geri gönderilmesi ve yine iş sağlığı ve güvenliği yasa tasarısının hazırlanması yolunda sonuçsuz girişimlere bu yolla son verilmek istendiği söylenebilecektir. Yapılan düzenleme konuya ilişkin genel bir yasa kabulünü engellememektedir. Ancak son derece önemli konunun yönetmeliklere bırakılması ki, bu yönetmelikler doğrudan AB Yönergelerinin tercümesi niteliğindedir, ciddi sıkıntıları beraberinde getirecektir. 2. Kurma izninin kaldırılması İşK. mad. 78/II’nin ilk şeklinde; işçi sayısı, genişlik, yapılan iş, işin özellikleri, ağırlık ve tehlikesi bakımından hangi işyerleri için kurulmaya başlamadan önce planların Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yetkili teşkilatına gösterilerek kurma izni alınacağı bu işyerleri kurulduktan sonra yine aynı makama başvurularak işletme belgesi alınması gerekeceğinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle belirleneceği hükmü yer almakta idi. Bu maddede öngörülen Yönetmelik “İşyeri Kurma İzni ve İşletme Belgesi Alınması Hakkında Yönetmelik”12 başlığı altında 17.12.2004 tarihinde yürürlüğe girmişti. Maddede yapılan değişiklik sonucu, kurma izni alınması yükümlülüğü kaldırılarak, salt işletme izni korunmuş ve konunun Yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna paralel olarak 95. maddede yapılan değişiklikle işyerinin açılmasına izin vermeye yetkili belediye ve diğer ilgili makamların işletme belgesinin varlığını araştıracakları, işletme belgesi verilmemiş işyerlerine açılma izni verilemeyeceği hükmü getirilmiştir. 12 RG. 17.12.2004, 25763 - 47 - 3. İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin hizmet alımı suretiyle yerine getirilmesi İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili olarak yapılan bir diğer değişiklik; İşK. mad.81 hükmüne ilişkindir. Bilindiği gibi; değişiklikten önce 81. madde işyeri hekimleri, 82.madde ise iş güvenliği ile görevli mühendis veya teknik elemanları düzenlemekte idi. 5763 sayılı Kanunla 82. madde yürürlükten kaldırılmış ve 81. maddede “iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri” başlığı altında hem işyeri hekimi hem de iş sağlığı ve güvenliği ile görevli mühendis ve teknik eleman çalıştırma yükümlülüğü düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre; “işverenler devamlı olarak en az elli işçi çalıştırdıkları işyerlerinde alınması gereken, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçilerin ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla, işyerindeki işçi sayısı, işyerinin niteliği ve işin tehlike sınıf ve derecesine göre; a) işyeri sağlık birimi oluşturmakla b) bir veya birden fazla işyeri hekimi ile gereğinde diğer sağlık personelini görevlendirmekle c) sanayiden sayılan işlerde iş güvenliği uzmanı olan bir veya birden fazla mühendis veya teknik elemanı görevlendirmekle yükümlüdürler.” Bu noktada bir değişiklik bulunmamaktadır. Değişiklik, bu hizmetlerin dışarıdan hizmet alımı suretiyle yerine getirilebilmesidir. 5763 sK ile değşik mad. 81/II hükmüne göre; “işverenler, bu yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını bünyesinde çalıştırdığı ve bu maddeye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte belirtilen vasıflara sahip personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak da yerine getirebilir. Bu şekilde hizmet alınması işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.” Maddede dikkati çeken husus; hizmet alımının “işyeri dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden” sağlanabileceği ifadesidir. Esasen ortak sağlık birimi, 4857 sK. mad. 81 uyarınca çıkarılmış - 48 - yönetmelikte birden fazla işverenin bir araya gelerek kurdukları aynı işkolundaki işyerleri veya küçük sanayi siteleri ile organize sanayi bölgeleri gibi aynı alanda kurulmuş farklı işkollarındaki işyerlerine hizmet eden birimler olarak tanımlanmıştı. Yapılan değişiklikte ortak sağlık birimi ifadesinin kullanılması bu noktada tereddüt oluşturur nitelikte ise de, amaç tamamen dışarıdan hizmet alınmasıdır. Çıkarılacak yönetmelikte bu hususlar somutlaştırılacaktır. Bilindiği gibi, işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanı çalıştırma yükümünün dışarıdan hizmet alımı suretiyle yerine getirilebilmesi konusunda yasada herhangi bir hüküm bulunmamakta idi. Esasen bu konuda herhangi bir engel de bulunmamakta idi. Ancak Yargıtay İşK. mad. 82 uyarınca görevlendirilmesi gerekli mühendis veya teknik elemanların işlerinin alt işverene bırakılabileceği13, ancak işyeri hekimi istihdam yükümünün kamu düzenine ilişkin olduğu ve bizzat işveren tarafından yerine getirilmesi gerektiği, alt işverene bırakılamayacağına hükmetmiştir14. Yapılan düzenleme ile artık her iki alanda da dışarıdan hizmet alımı mümkün hale gelmiştir. Yapılan bu düzenlemenin kural olarak isabetli olduğu, ancak bu hizmetlerin yeterli ve etkin biçimde gerçekleştirilebilmesi noktasında denetimin son derece önem kazandığı belirtilmelidir. 4. Ağır ve tehlikeli işlerde mesleki eğitim almamış işçilerin çalıştırılamaması İşK. mad. 85’de değişiklik yapılarak ağır ve tehlikeli işlerde çalışma için mesleki eğitim zorunluluğu öngörülmüştür. Bilindiği gibi 85 maddede onaltı yaşını doldurmamış genç işçiler ve çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamayacağı yer almakta idi. Yapılan değişiklikle; genç ve çocuk işçilerin yanı sıra “çalıştığı işle ilgili mesleki eğitim almamış işçilerin” ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamayacağı hükme bağlanmıştır. Madde 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe girecektir. Kuşkusuz konunun insan sağlığı olduğu dikkate alındığında hüküm olması gereken hukuk açısından isabetlidir. Ancak, ülkemiz gerçekleri dikkate alındığında hükmün uygulanabilirliğinden söz etmek mümkün görünmemektedir. Bu eğitimle kastedilenin salt iş sağlığı ve güvenliği 13 Y9HD., 12.06.2006, 14473/17149 Y9HD., 05.06.2006, 12876/16262 her iki kararın incelenmesi için bkz. Ö. EKMEKÇİ, İş Güvenliği Uzmanlığı ve İşyeri Hekimliği Faaliyetlerinin İşyeri Dışından Hizmet Alınması Suretiyle Yerine Getirilmesi, Sicil D., Aralık 2006, 106 vd. 14 - 49 - eğitimi olduğundan söz etmek güçtür. Mesleki eğitim ne seviyede, hangi süreyle alınacak bir eğitimi kapsamaktadır? Konuya ilişkin açıklık bulunmamaktadır. Hükmün yürürlüğü durdurulmadığı sürece özellikle inşaat işkolunda 01.01.2009 tarihinden itibaren çalıştırılacak işçi bulmanın son derece güç olacağı açıktır. 5. Kreş hizmetinin hizmet alımı suretiyle yerine getirilmesi Bir başka değişiklik 88. maddede gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi maddede “gebe veya çocuk emziren kadınların hangi dönemlerde ne gibi işlerde çalıştırılmalarının yasak olduğu ve bunların çalışmalarında sakınca olmayan işlerde hangi şartlar ve usullere uyacakları, ne suretle emzirme odaları veya çocuk bakım yurdu (kreş) kurulması gerektiği Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikte gösterilir’ hükmü yer almakta idi. Maddede yapılan değişiklikle kreş hizmetinin dışarıdan alınabilmesi imkanı öngörülmüştür. Kreş hizmetinin hangi hallerde dışarıdan alınabileceği yönetmelikte gösterilecektir. Yapılan bu değişikliğe paralel olarak 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 21.maddesinin 3. fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlükten kaldırılan düzenleme “İş Kanununa tabi işyerlerinde işverenlerin okul öncesi eğitim kurumu kurmaları için gerekli şartlar ve diğer hususlar Milli Eğitim ve Çalışma Bakanlıkları tarafından birlikte düzenlenecek bir tüzükte gösterilir” hükmünü içermekte idi. Kuşkusuz bu noktada önem kazanan husus yine gerekli denetimler yapılarak kötüye kullanmaların önlenmesidir İşverenin, işçinin hiçbir surette yararlanamayacağı bir hizmeti işçiye sunması veya elverişli olmayan hizmetin sunulması, bu yükümlülüğün yerine getirildiği anlamına gelmeyecektir. 6. Çalışma Bakanlığının görev alanının genişletilmesi İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili olarak yapılan değişiklikler kapsamında 3146 sayılı “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da birtakım değişiklikler yer almaktadır. Öncelikle 2. maddede yapılan değişiklikle; Bakanlığın görev alanı genişletilmiştir. Düzenlemeye göre Bakanlık; - iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak tedbirlerin uygulanmasını izlemek - 50 - - işyerindeki sağlık ve güvenlik risklerini önleyici ve koruyucu hizmetleri yürütenlerin niteliklerini belirlemek, eğitimlerini ve sertifikalandırılmalarını sağlamak - mesleki yeterlilik sisteminin oluşturulması ve işletilmesi için gerekli tedbirleri almakla görevlidir. Belirtmek gerekir ki “iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak tedbirleri almak” hükmü yerine getirilen “iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak tedbirlerin uygulanmasını izlemek” hükmü, iş sağlığı ve güvenliği alanındaki soyut hükümlere tipik örnek niteliğindedir. Bakanlık, tedbirleri belirlemekle, denetlemekle, gelişmeleri tespit etmekle görevlendirilmelidir. Ancak uygulamayı izleme ile ne amaçlandığı anlaşılamamaktadır. Yine 3146 sayılı Kanunun İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü başlıklı 12. maddesinde bazı değişiklikler yapılarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nün görevleri arttırılmış ve bir takım değişiklikler yapılmıştır. Genel müdürlüğün en önemli görevlerinden biri “standart çalışmaları yapmak, normlar hazırlamak ve geliştirmek”’tir (mad. 12/e). Bugün için iş sağlığı ve güvenliği konusunda Türkiye’de (uygulamada) yaşanan en büyük sorun her risk alanı için uygulanması gereken standartların saptanmasıdır. Esasen bu hüküm yasada değişiklik öncesi de bulunmakta olup, yapılan değişiklikle aynı bentte yer alan eğitim, danışmanlık vd. hizmetlerin verilmesi konusundaki düzenleme ayrı bir bente alınmıştır. Bunun yanı sıra; değişiklik öncesi genel müdürlüğün görevleri arasında bulunan kişisel koruyucuların ve makine koruyucularının imalatını yapacak kişi ve kuruluşlara yetki verme, ithal edilecek koruyucuların standartlara uygunluğunu ve bu hususlarda usul ve esasları belirlemek hükmü değiştirilerek, Genel Müdürlüğün bu konuda yetki verme görevi kaldırılmıştır. Buna göre; genel müdürlük üretilen ve ithal edilen kişisel koruyucu donanımların piyasa gözetimi ve denetimini yapmak, bu hususlarda usul ve esasları belirlemekle görevlidir (mad. 12/f). Genel Müdürlük; iş sağlığı ve güvenliği alanında ölçüm, analiz, teknik kontrol, risk analizi ve değerlendirmesi, eğitim, danışmanlık, uzmanlık hizmetlerini yapmak ve bu tür hizmetleri verecek özel ve tüzel kişi ve kuruluşların niteliklerini belirlemek, yetki vermek, yetki- 51 - lerini iptal etmek, kontrol ve denetimini sağlamakla görevlendirilmiştir (mad. 12/l) . Bu noktada değişiklikten önceki metinle aradaki farklılık risk analizinin kanuna girmesi ile bu alanda hizmet verecek kişi ve kuruluşlara yetki vermenin yanında bu yetkiyi iptal etmek, kontrol ve denetimini sağlamaktır. Bunun yanı sıra İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezi Müdürlüğü (İSGÜM), İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü olarak düzenlenmiştir. Buna göre; Genel Müdürlük, İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü Bölge Laboratuar Müdürlüklerinin çalışmalarını düzenlemek, yönetmek ve denetlemekle görevlidir (mad. 12/j). İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü Bölge Laboratuar Müdürlüklerinin çalışma usul ve esasları ile personelin görev, yetki ve sorumluluklarının yönetmelikle düzenlenecektir (mad. 12/m). Önemli bir düzenleme işyerinde sağlık ve güvenlik risklerini önleyici ve koruyucu hizmetleri yürütenlerin niteliklerinin belirlenmesi, eğitimlerini ve sertifikalandırılmalarını sağlama konusunda Bakanlığın görevli kılınmasıdır. Yine 12. maddeye eklenen k bendi ile “işyerindeki sağlık ve güvenlik risklerini önlemek ve koruyucu hizmetleri yürütmek üzere görevlendirilecek işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları ve diğer görevlilerin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eğitim ve belgelendirme usul ve esaslarını belirlemek yetkisi İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Aynı konuda 7460 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi Teşkilat Kanununun 2. maddesinde değişiklik yapılarak “Çalışma hayatı, sosyal güvenlik, iş sağlığı ve güvenliği, işçi işveren ilişkileri, istihdam, verimlilik, toplam kalite yönetimi, iş piyasası etüdleri, ergonomi, çevre, ilk yardım, iş istatistikleri ve benzeri konular ile işyerindeki sağlık ve güvenlik risklerini önlemek ve koruyucu hizmetleri yürütmek üzere görevlendirilecek işyeri hekimi, mühendis, teknik eleman, hemşire ve diğer sağlık personeline iş sağlığı ve güvenliği konusunda gerektiğinde Bakanlık birimleri veya ilgili kurum ve kuruluşlar ile birlikte eğitim programları hazırlamak, eğitim vermek veya eğitim hizmeti satın almak, sertifikalandırmak, bu konularla ilgili araştırmalar yapmak veya yaptırmak” ÇASGEM’in görevlerine dahil edilmiştir. Bilindiği gibi; “İş Güvenliği ile Görevli Mühendis veya Teknik Elemanların Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in iptal edilen maddeleri arasında eği- 52 - time ilişkin madde de bulunmakta idi. Danıştay kararında eğitim hakkında Bakanlığın düzenleme yetkisi bulunmakla birlikte, mühendis ve teknik elemanlara sertifika verilmesi konusunda Bakanlığın teşkilat yasasında hüküm bulunmadığı, ÇASGEM’e de yasa ile böyle bir yetki verilmediği, bu konudaki eğitimin ancak üniversitelerde verilebileceği belirtilmişti. Aynı durum “İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” bakımından da sözkonusudur. Bu yönetmeliğin de birçok maddesi Danıştay tarafından iptal edilmiştir. İptal edilen maddeler arasında, sertifikalandırma, eğitim ve sınava ilişkin düzenlemeler de bulunmaktadır. Danıştayın kararında; işyeri hekimliği sertifikasının verilmesinde Çalışma Bakanlığının yetkisi bulunmadığı gibi, örgütsel ve bilimsel donanıma da sahip olmadığı, bu alanda eğitim ve araştırma hastaneleri ile üniversitelerin yetkili oldukları belirtilmişti. Dolayısıyla, yapılan değişiklikler iptal kararlarının gereklerinin yerine getirilmesini amaçlamaktadır. Bununla birlikte, ÇASGEM’in gerek personel gerekse uzmanlık bakımından eğitim hizmetini bizzat gerçekleştirmesinin güçlüğü ortadadır. Nitekim, yapılan değişiklikle bu eğitimin hizmet satın alınması suretiyle de yerine getirilebileceği öngörülmüştür. Dolayısıyla üniversitelerle yapılacak anlaşmalarla bu hizmetlerin satın alma suretiyle yerine getirilmesi mümkün olacaktır. Sertifikalandırma yetkisi ise ÇASGEM’e tanınmıştır. Genel bir değerlendirme yapıldığında yapılan düzenlemelerin iş sağlığı güvenliği alanında önemli olmakla birlikte, salt bu düzenlemelerle mevcut sorunların ortadan kalkmasının beklenemeyeceği, böyle bir beklentinin hayal olduğu söylenmelidir. Yapılan düzenlemeler Danıştay kararlarının gereğini yerine getirmeden öteye geçmemektedir. Nitekim, bugün standartların belirlenmemesi, yeterli denetim örgütünün mevcut olmayışı, risk analizi, işçilerin eğitimi ve yine bu alanda hizmet verecek kişilerin eğitimi gibi gerçek sorunlar ancak yasal düzenlemelerin fiilen uygulamaya geçirilmesi ile giderilebilecektir. III. İdari Para Cezalarına İlişkin Düzenlemeler İdari para cezaları konusunda son yıllardaki gelişmelere bakıldığında, bu alanda ciddi bir karmaşanın yaşandığından söz etmek yanlış olmayacaktır. - 53 - 4857 sayılı İş Kanununda (1475 sayılı Kanundan farklı olarak) idari para cezalarına itirazda görevli yargı yeri idare mahkemesi olarak kabul edilmiş ve 506 sy SSK mad. 140’da 4958 sy Kanun ile bir değişikliğe gidilerek SSK kapsamındaki idari para cezalarına karşı idari yargıda (idare mahkemesinde) iptal davası açma imkanı getirilmiştir. Bununla birlikte, 30.03.2005 tarih ve 5326 sy Kabahatler Kanununun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi ile tartışmalar başlamıştır. Genel bir Kanun niteliğindeki Kabahatler Kanununda kabahat tanımlanarak, uygulanacak yaptırımlar idari para cezası ve idari tedbirler olarak tespit edilmiştir. Kanunun 3. maddesi ile bu Kanunun genel kanun niteliğinde olduğu belirtilerek, Kanunun 1. kısmında yer alan genel hükümlerinin diğer kanunlardaki kabahatler hakkında da uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Buna göre; 01.06.2005 tarihinden önce yürürlüğe girmiş olan tüm kanunlarda yer alan idari para cezaları hakkında Kabahatler Kanununun genel hükümleri uygulanacaktır. Kabahatler Kanununun 27. maddesinde idari para cezalarına itirazda sulh ceza mahkemeleri görevli kılınmıştır. Dolayısıyla bu tarihten sonraki tereddütler, İşK ve SSK kapsamında verilecek idari para cezalarına itiraz yerinin idare mahkemesi mi yoksa Kabahatler Kanununun uygulanması ile sulh ceza mahkemesi mi olduğu hususunda yoğunlaşmıştır. Kabahatler Kanununun 3. maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptali sonrası, idari para cezalarına itiraz yeri konusunda İşK. ve SSK’daki hükümler uygulanmış, yani itirazlar idari yargıda görülmüştür. Nitekim, AYM’nin iptal kararı sonrası KabK da yapılan değişiklikle idari para cezalarına karşı yasalarda bulunan özel hükümlerin uygulanması, KabK’nun ilgili hükümlerinin ancak bünyesinde farklı düzenleme olmayan yasalar açısından uygulanacağı belirtilmiştir. Bugün gelinen noktaya bakıldığında ise; 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun ile İşK. mad. 107 ve 108/II hükmünde değişiklik yapılarak idari para cezalarına karşı itiraz yolu olarak idare mahkemesi kaldırılmıştır. 5728 sayılı Kanun “Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” başlığını taşımaktadır. Bu kanunla İşK. mad. 108/II hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Dolayısıyla idari para cezalarına karşı başvurulacak kanun yolu olarak sadece 5326 sy Kabahatler Kanunu hükümleri mevcuttur. Bununla birlikte, doktrinde de savunulduğu üzere itirazların ihtisas mahkemesi olan iş mahkemelerinde görülmesi olması - 54 - gereken hukuk açısından isabetli bir çözümdür. 5763 sayılı Kanunla idari para cezaları bakımından yapılan değişikliklere bakıldığında: Öncelikle miktarların arttırıldığını görmekteyiz. 4857 sayılı K mad. 98/I’de yapılan değişiklikle; işyerini bildirme yükümlülüğüne aykırılığa ilişkin idari para cezası tutarı artırılmış ve işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı idari para cezası öngörülmüştür. İşK. mad. 98/I’e göre; “Bu Kanunun 3üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki işyeri bildirme yükümlülüğüne aykırı davranan işveren veya işveren vekiline çalıştırılan her işçi için yüz Yeni Türk Lirası, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki işyerini muvazaalı olarak bildiren asıl işveren ile alt işveren veya vekillerine ayrı ayrı on bin Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir”. Bu bağlamda bildirme yükümlülüğüne aykırılığın yaptırımı en son yeniden değerleme oranında artırılmış hali ile 88 YTL iken, 100 YTL’ye çıkarılmış bulunmaktadır. Bunun dışında 78. maddede öngörülen yönetmeliklerdeki hükümlere uymayan işveren veya işveren vekiline, alınmayan her iş sağlığı ve güvenliği önlemi için verilecek idari para cezası tutarı 88 YTL’den 200 YTL’ye çıkarılmıştır. İşK. mad. 86’ncı maddesi uyarınca işçilere doktor raporu almayan işveren veya işveren vekiline bu durumda olan her işçi için, 87. maddesi gereğince çocuklara doktor raporu almayan işveren veya işveren vekiline bu durumdaki her çocuk için uygulanan idari para cezası 179 YTL’den 200 YTL’ye çıkarılmıştır. Yine İşK. mad. 77’ye aykırı hareket eden, 78. maddesi uyarınca işletme belgesi almadan işyeri açan veya belgelendirilmesi gereken işler veya ürünler için belge almayan, 79. madde gereğince faaliyeti durdurulan işi izin almadan devam ettiren veya kapatılan işyerlerini izinsiz açan, 80. maddesinde öngörülen iş sağlığı ve güvenliği kurullarınca alınan kararları uygulamayan, 81 inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri yerine getirmeyen, 88 ve 89 uncu maddelerinde öngörülen yönetmeliklerde gösterilen şartlara ve usullere uymayan işveren veya işveren vekili için öngörülen 904 YTL idari para cezası 1000 YTL’ye çıkarılmıştır. İşK. mad. 85’ne aykırı olarak ağır ve tehlikeli işlerde onaltı yaşından küçükleri çalıştıran veya aynı maddede belirtilen yönetmelikte - 55 - gösterilen yaş kayıtlarına aykırı işçi çalıştıran işçi veya işveren vekiline her işçi için 904 YTL olan idari para cezası bin YTL’ye çıkarılmış ve aynı maddede belirtilen mesleki eğitim almamış işçi çalıştıran işveren veya işveren vekiline her işçi için 500 YTL idari para cezası öngörülmüştür. Kanunun idari para cezalarının uygulanmasına ilişkin hususlar başlıklı 108. maddesinde yapılan değişikle; İş Kanununda öngörülen idari para cezalarının 101 ve 106. maddelerdeki idari para cezaları hariç gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce verilmesi, 101 ve 106. maddeler kapsamındaki idari para cezalarının ise Türkiye İş Kurumu İl Müdürü tarafından verileceği düzenlenmiştir. 106. maddeye göre verilecek idari para cezası için , 4904 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin h bendindeki tutar esas alınacaktır. Türkiye İş Kurumu Kanununun 20/h maddesine göre; “Kurumdan izin almadan iş ve işçi bulmaya aracılık faaliyetinin bir işyerinde veya 9.6.2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanununda yazılı araçlarla ya da radyo, televizyon, video, internet, kablolu yayın veya elektronik bilgi iletişim araçları ve benzer yayın araçlarından biri ile işlenmesi halinde bu fiili gerçekleştiren gerçek veya tüzel kişilere onbin Yeni Türk Lirası, fiilin her bir tekrarında yirmibin Yeni Türk Lirası “ idari para cezası öngörülmüştür. İdari para cezalarının arttırılması ile güdülen amaç, işverenleri yasal hükümlere uyma konusunda zorlamadır. Ancak özellikle kayıtdışı istihdamın ulaştığı boyut dikkate alındığında, yüksek idari para cezalarının bu amacı yerine getirmede işlevsel olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. OTURUM BAŞKANI- Şimdi konuşma sırası Prof. Dr. Cem Kılıç hocamızda. Buyurun hocam, söz sizin. PROF. DR. CEM KILIÇ (Gazi Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi)- Bugün sizlerle paylaşacağım konu, “İstihdam Paketiyle İşyerlerine Getirilen Teşvikler, İşsizlik Sigortası Düzenlemeleri ve İŞKUR Faaliyetleri”. Yapılan kanuni değişiklikle ortaya konulanları, düzenlemeleri sizlere izah etmeye çalışacağım. Elbette, bu arada, Paketin geneline ilişkin değerlendirmelerim de olacak. Çalışma iktisatçısı kimliğimle, İstihdam Paketi noktasında neden biz bugünlere geldik, görünüm nedir? Bunlar hakkında da kısaca bilgi - 56 - vermek istiyorum. Sabah açılış konuşmalarında değerli Başkanın da belirttiği gibi, “işsizlik”, ülkemizin çok ciddi, çok önemli bir sosyoekonomik sorunsalı. Aslında sadece bize özgü bir husus da değil bu. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerin çok ciddi ve belki de bir numaralı problemlerinden birisi. Türkiye’deki işsizliğin seyrine baktığımız zaman, özellikle 1980 yılının önemli bir dönemeç olduğunu görüyoruz. 1980 sonrası dönemde işsizliğin çok ciddi şekilde geliştiğini, 1990’lı yıllardan günümüze kadar olan süreçte ise, giderek kronik bir hâl aldığını üzülerek belirtmek istiyorum. Tabii, “işsizlik yüksek” diyoruz; işsizliğin çok ciddi bir sosyoekonomik sorunsal olduğunu hep ifade ediyoruz. İşsizliğin yapısına, işsizliğin nedenlerine bakmak lazım. Buradan yola çıkarak eğer bir İstihdam Paketi oluşturulacaksa, İstihdam Paketi düzenlemelerinin buna göre tedbirler alması gerekir. Bu bağlamda kısa bir çözümleme yapacak olur isek, ülkemizdeki işsizlik sorununun “yapısal işsizlik” olduğunu ifade etmemiz gerekir. İşsizlik, ülkedeki üretim modeliyle istihdam arasındaki kurgunun yeterince sağlanamamasından kaynaklanan bir yapıya kavuşmuştur; bu çok önemli, ülkemizdeki işsizliğin önemli bir görünümü. Maalesef, -bunu biraz önce de söyledim- özellikle 2000’li yılların başından itibaren “uzun dönem işsizliği’ne (yani 1 yıl ya da daha uzun süreli), doğru dönmeye başlamıştır, ki bu, işsizliğin çok ciddi tehlikeler içerdiğini göstermek bakımından önemli bir kanıttır. Bugün İstihdam Paketi içerisinde, birazdan tartışacağımız genç ve kadın işsizler konusu var. Tabii ki, genç ve kadın işsizliği, özellikle Avrupa Birliği ülkeleriyle mukayese edilirse oldukça yüksek düzeylerde; özellikle gençlerde yüzde 17,4 olarak ifade edilen oranın çok daha yukarılarda olduğunu söylememiz mümkün. Son açıklanan rakamlara göre, hane halkı iş gücü anketine göre, yüzde 10,7-11’ler civarında seyreden işsizliğin de aslında, -bunlar resmi rakamlar, TÜİK rakamları- olduğundan çok daha yüksek olduğunu da zikretmekte fayda var. Rahmetli Hocamız Nusret Ekin’in bir “yapay istihdam” kavramı vardır. Bu çok önemli. Evet, Türkiye’de bir yapay istihdam ve aynı zamanda bir yapay işsizlik söz konusu. Türkiye’deki işsizlik sorunsalı - 57 - yüzde 10.7’nin çok daha üzerinde. Türkiye’nin kendine özgü birtakım sosyoekonomik koşulları var. Bu sosyoekonomik koşulların başında geleni ise, Türkiye’de özellikle kırsal alandaki istihdamın görünümü ücretsiz aile işçiliği şeklinde olması. Mevsimlik çalışmalar diğer gelişmiş ülkelerle, -Avrupa Birliği’ne girmek istiyoruz- diğer Avrupa Birliği üyesi ülkelerle mukayese edilemeyecek derecede yüksek. Her şeyden önemlisi, istatistiklerde yer alan, ancak işsiz olarak kayda geçmeyen, “Discourage workers” dediğimiz “ümidi kırılmış işsizlik” etkisi oldukça yüksek. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, çok basit bir hesapla, işsizliğin yüzde 10’larda değil, işsizliğin reel anlamda yüzde 20’lerde olduğunu ifade etmek mümkündür. Diğer taraftan, burada eğitim-istihdam ilişkisine yer verdim. Eğitim-istihdam ilişkisinin kaybolması önemli bir sorunsal ve ülkedeki yapısal işsizliği besleyen önemli unsurlardan birisi. Özellikle işverenlerimizin, özel sektörün bu bağlamda, işgücü piyasasının istediği, arzu ettiği nitelikteki insan gücünü bulma noktasında da günümüzde sıkıntıların yaşandığı açıktır. Bütün bu sorunsallar çerçevesinde işsizliği, nedenleri bağlamında değerlendirecek olur isek, aslında Türkiye’deki işsizliğin sebeplerini bütün gün boyunca konuşabiliriz ve yüksek nüfus artışından tutun, biraz önce söylediğimiz eğitim-istihdam ilişkisine kadar dayandırabiliriz. Ancak, benim bugün özellikle üzerinde durmak istediğim ve zaten Paketin de özünü oluşturan fikre şu şekilde yer veriyorum: İş yaratımı ve istihdam arttırma amaçlı altyapının sağlanamaması ve işverenlerin işgücünü istihdam etmekle katlanmak zorunda oldukları yüklerin fazlalığı noktasında görüyorum. Sayın TİSK Başkanı da konuşmalarında belirttiler; OECD ülkelerinden örnekler verdiler. Evet, Türkiye, istihdam yüklerinin fazlalığı bağlamında uzun zamandır birinciliği elinde bulundurmaktadır. OECD ülkelerinde istihdam vergilerinin yükünü, -yine tablomuzda görebiliriz- burada biz özellikle iş gücü maliyetine oranı noktasında değerlendiriyoruz. 2006 yılında, -2007 yılında çok büyük bir değişiklik olmadı, Türkiye olarak yine birinci sıradayız- 42,8’le işverenlerimiz önemli bir istihdam yüküne katlandığı açıkça görülmektedir. Buradan hareketle, “günümüzde işsizlikle mücadele ne şekilde - 58 - olmalıdır?” bunu bir parça tartışmak gerekiyor; zaten Paketin amacı da bu. Günümüzde işsizlikle mücadele yöntemlerini “aktif politikalar” ve “pasif politikalar” olarak ikiye ayırıyoruz. Aktif politikalar, daha çok iş yaratımıyla ilgili tercih edilen ve Avrupa Birliği istihdam stratejisinin özüne uygun politikalardır. Pasif politikalar ise, bildiğimiz, iş ve işçi bulma hizmetlerini içerisinde barındıran, kısa dönemli çözümler üreten, iş gücü piyasalarını düzenlemeye yönelik önlemler, politikalar olarak görülebilir. Bu bağlamda İstihdam Paketi genel olarak değerlendirilirse, hem aktif, hem pasif politikalara birlikte yer verildiği görülmektedir. Ancak, sevincimiz odur ki, aktif politikalar Paket içerisinde daha fazla yer bulmaktadır. Önemli aktif politikalar: * Gençlerin ve Kadınların İstihdamının Teşviki, * Zorunlu İstihdam Yüklerinin Özel Sektör Lehine Azaltılması, * İşyeri ile İlgili Bazı Yükümlülüklerde Kolaylıklar Sağlanması, * Sigorta Prim Yükünde Yapılan İndirimler. Paket içerisinde hep ön plana çıkan bir düzenleme, işyerlerinin teşviki bağlamında da çok önemli bir düzenleme; “Gençlerin ve Kadınların İstihdamının Teşviki.” Türkiye bugün özellikle kadın istihdam oranları bakımından gelişmiş ülkelerle mukayese edilemeyecek derecede kötü durumdadır. Hatta, eğitimli kadınlarda bile istihdama katılma oranlarının oldukça düşük olduğunu ifade edebiliriz. Dolayısıyla, Paket ile getirilen bu düzenlemenin olumlu olduğunu söylemek mümkün, olumlu sonuçlar yaratacağını söylemek mümkün. Bu düzenlemeyi bir parça açacak olur isek, kadınların ve gençlerin mevcut istihdama ilave olarak işe alınmaları hâlinde 5 yıl süreyle kademeli prim indirimi getiriliyor. Sayın Bakan açılış konuşmasında bana göre çok önemli bir şeye değindi: “Yapılanlar birtakım popülist yaklaşımlarla karalanmak isteniyor.” Nitekim, aynı şeyi sayın bürok- 59 - ratlar da bileceklerdir. Bu düzenleme konusunda çok yanlış yorumlar ortaya çıktı; denildi ki, “İşverenler bu düzenlemeyle istihdamlarını azaltacaklar, 30 yaşın üzerindeki insanları işten çıkaracaklar ve gençleri, kadınları alacaklar.” Hayır, düzenleme öyle değil; bu yanlış bir tasvirdi. Düzenleme, farkındaysanız, mevcut istihdama ilave olarak bunu düzenliyor. Diğer taraftan, maddenin yürürlüğünden önceki 6 aydaki kayıtlı sigortalılar dışından alınması şartını getiriyor; bu da önemli, isabetli bir karar olarak gözüküyor. Ayrıca, maddenin yürürlüğünden önceki 1 yılda iş yerindeki ortalama sigortalı sayısına ilave olarak almanız gerekiyor. Dolayısıyla, bunlar, mevzuat, istihdamı düşürmenin ötesinde anlamlar taşıyan düzenlemeler olarak ifade edilebilir. Yalnız, burada benim takıldığım bir husus var; onu biraz önce de ilgili genel müdürümle görüştük. Bu maddenin yürürlüğü 1 Temmuz 2008’de başlıyor ve kanunda, “1 yıl içinde işe alınmaları” ibaresi geçiyor. Hukukçu olmadığım için kendilerine danıştım ama, aynı fikirde olduklarını söylediler. Bunun yürürlüğü 1 Temmuz 2009’da bitecek; o zaman, 3 Temmuz 2009’da işe alınan bir genç ya da kadın için bu madde geçerli olmayacak. Dolayısıyla, evet olumlu bir düzenleme ama, çok kısa dönemli bir düzenleme olarak gözüküyor. Tabii ki, eğer bütçe imkânları el verirse bunu daha da ileriye taşımak, genç ve kadınların istihdamı bağlamında önemli kolaylıklar getirecektir diye düşünüyorum. Zorunlu İstihdam Yüklerinin Özel Sektör Lehine Azaltılması: İstihdam Paketiyle özel sektörün terör mağduru ve eski hükümlü çalıştırma yükümlülüğü kaldırılıyor. Bu yükümlülükler sadece kamu iş yerlerinde uygulanacak. Açıkçası, bunu da çok olumlu bulduğumu söylemek isterim, hele hele gelinen noktayı bildiğim için çok olumlu bulduğumu söylemek isterim. Bundan 3-4 yıl öncesinde, “Rosetta Planı” adı verilen plan çerçevesinde gençlerin zorunlu istihdamını tartışırken, Hükümetin, uygulayıcıların bu noktaya gelmiş olması oldukça sevindirici. Dünyanın hiçbir ülkesinde zorunlu kota sistemiyle istihdam sağlanamamıştır; bu bilimsel olarak ortada. Dolayısıyla, bu tip zorunlu kota uygulamalarının özel sektör işverenleri açısından oldukça olumsuz düzenlemeler olduğunu ifade etmek gerekiyor. - 60 - Bunun içerisinde ikinci bir düzenleme; evet, özel sektörün yüzde 3 oranında çalıştırmak zorunda olduğu bir özürlü grubu var, ancak bunların da işveren sigorta payı Hazine tarafından karşılanacak. Bu da, işverenler açısından kolaylık sağlayıcı, oldukça önemli bir düzenleme. Diğer taraftan, işveren olarak daha fazla, kontenjanın dışında özürlü çalıştırmak istiyorsanız, yine burada, bunların SSK işveren primlerinin yüzde 50’sinin Hazine tarafından ödenmesinin kararlaştırılması da yine olumlu bulduğumuz düzenlemeler arasında yer alıyor. İşyeriyle ilgili bazı yükümlülüklerde kolaylıklar sağlanıyor. İş sağlığı ve güvenliği birimleri ile emzirme odası ve kreş açma yükümlülüklerinin hizmet alımı ile yerine getirilebilmesine imkân sağlanıyor. Bu da işverenler açısından kolaylık sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bütün bu uygulamalar, bütün bu hizmetler uzmanlık gerektiren alanlardır. Dolayısıyla, işverenlerin, bu şekilde uzmanlık gerektiren alanlarda hizmet satın almalarının da önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. Spor tesisi kurma zorunluluğu kaldırılıyor. Biliyorsunuz, 500 ya da üzerinde işçi çalıştıran işyerleri için böyle bir zorunluluk getirilmişti. Bu da yine işverenlerin lehine işleyen bir unsur. Diğer taraftan, idari ve bürokratik bağlamda da, işyeri açılışında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından kurma izni alma zorunluluğunun kaldırılması da önemli bir avantaj olarak gözüküyor. Tabii, belki işverenlerimiz idari ve bürokratik anlamda şimdi, burada bulunan sanayi temsilcileri, “Daha birçok şey var, bunların da üzerine gidilmesi gerekebilir.” diyeceklerdir. Katılıyorum. Sayın Bakanın, Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, makro düzeyde bakıp, en azından bunun bir adım olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Umarım gelecekte, özellikle idari yüklerin hafifletilmesi noktasında önemli kazanımlar elde edilebilir. Sigorta prim yükündeki indirim; bu belki de, Pakete damgasını vuran bir düzenleme olarak ortada. Özel sektör işverenlerinin çalıştırdıkları sigortalıların uzun dönemli (malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları) primleri işveren hissesinin 5 puanlık kısmına isabet eden tutarı Hazine tarafından karşılanacak. Evet, bu, istihdam yükleri bağlamında biraz önce söylemiş oldu- 61 - ğumuz o birinciliği elden bırakmamıza neden olabilir. Ancak, yeterli midir; bunu da tartışmamız gerekiyor. Acaba yüzde 5 oranına nasıl ulaşıldı, bu noktada bir aktüeryal hesap, bir bilimsel çalışma yapılarak mı bu tutar belirlendi; bunu da irdelemek lazım. Gelecekte bu istihdam yükünün belki de daha da aşağılara çekilmesi noktasında birtakım tedbirler olabilir. Geçen hafta tesadüfen Alcala Üniversitesinin İspanya’da düzenlediği bir toplantıdaydım. Onlar da bizim gibi bu istihdam yükleri üzerinde konuşuyorlar, tartışıyorlar. Orada şunu gördüm: İspanya ve İtalya’nın, biraz önce vermiş olduğum tabloda istihdam yükü yüzde 3435’ler seviyesindeydi. İspanya’daki toplantıda tartışılan konu, 10 puanlık bir indirim olması noktasındaydı, -OECD ortalaması yüzde 25’ler civarında- yüzde 25’e çekilmesi noktasındaydı. Tabii ki, İspanya’nın ve Türkiye’nin ekonomik gelişmişlik derecesi, istihdam yükü bu noktada dikkate alınmak zorunda. Sadece bizde değil, bakın, örnek verdiğim ülkelerde de bu sıralarda bunlar tartışılıyor. Sadece özel sektör değil, özellikle akademisyenlerin içinde bulunduğu önemli bir grup da o toplantıda, bu istihdam yükünün oldukça yüksek olduğunu ve geriletilmesi gerektiğini ifade etti. Şanstır ki, bu yüzde 5’lik indirim bizde de hemen hemen aynı döneme denk geldi. Bunu da yine notlarım arasında olumlu bir düzenleme olarak ifade etmek istiyorum. Paket içerisinde işsizlik sigortasıyla ilgili düzenlemeler yer alıyor. Bunların özellikle ilk iki önlemini, “İşsizlik Sigortası Fonunun kullanım alanının genişletilmesi” ve “İstihdamı artırma amaçlı, GAP’a kaynak aktarılması noktasında- İşsizlik Sigortası Fonundan ve Özelleştirme Fonundan pay ayrılması”nı önemli aktif, -altını çizerek söylüyorum- istihdam politikaları olarak görüyorum; çünkü doğrudan iş yaratımına ilişkin. Üçüncü unsur; “İşsizlik ödenek miktarının artırılması.” Evet, işsizlerimizi bir nebze rahatlatacak bir tedbir alındı. Bunu da pasif bir önlem olarak değerlendirme gereği bulunmakta. İşsizlik Sigortası Fonunun kullanım alanının genişletilmesi belki de bu salonda en çok Sayın Genel Müdürümüz Namık Beyin elini güçlendirdi. Evet, iş bulma, danışmanlık hizmetleri, mesleki eğitim, uyum, araştırma ve planlama çalışmaları Kuruluş Kanununda zaten yer almaktaydı ama, bunu yerine getirecek bir kaynağa sahip değildi Kurum. Buna özellikle kaynak yaratımı noktasında çeşitli vesilelerle de tanık olduk. Dolayısıyla, bu kaynağın İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanması noktasında Pakette yer alması olumlu bir gelişme. - 62 - Paket, bu faaliyetler için aktarılacak toplam kaynağı sınırlandırıyor; “İşsizlik sigortası primi olarak bir önceki yıl içinde Fona aktarılan Devlet payının yüzde 30’unu geçemeyecek” gibi bir sınırlama getirilmiş. Bunun da, en azından bu eğitim ve işgücü piyasası düzenleme faaliyetleri noktasında anlamlı olduğunu düşünüyorum. Tabii, kullanım alanı şu şekilde gelişiyor: Kurumca, sadece işsizlik ödeneğinden faydalanan sigortalılara bir mesleki eğitim faaliyeti verilmekteydi; ama şimdi, Kuruma kayıtlı diğer işsizlere de bu yaygınlaştırılmış durumda. Bu oldukça isabetli. Gönül ister ki, konuşmamın başında da bahsettiğim gibi, ülkemizdeki işsizlik sorununun temelinde yapısallık var, eğitim-istihdam ilişkisinin kurulamaması var, sadece Kuruma kayıtlı olanlar değil, tüm işsizleri kapsayacak çok daha geniş konseptli, tarafların katılımıyla oluşturulmuş bir mesela bir İşgücü Piyasası Eğitim Konseyi adı altında bir yapılanmanın olması ve ülkemizdeki işsizlerin tamamına yönelik bir eğitim faaliyetinin verilebilmesi; çünkü, işsizlik noktasında Türkiye’nin en önemli problemi bu. Nüfus artışı da çok önemli, önemli sebepler arasında ama, ben en önemli sebep olarak bu yapısal uyumun olmamasını görüyorum. Kaynak aktarımı; bu, -açılış konuşmalarında da ifade edildiGAP kapsamındaki yatırımlara. Bölgesel kalkınma çerçevesinde düşünülebilir. Evet, GAP önemli bir Bölge ve işsizlik oranları bakımından, bildiğim kadarıyla, o civardaki iller, kentsel işsizlik rakamlarıyla Türkiye’nin ilk sıralarında yer alıyorlar; dolayısıyla, burada, kaynak aktarımı doğru bir hamle. Benim bu noktada birtakım endişelerim var. Acaba İşsizlik Sigortası Fonu, -bir kapı açıldı- başka amaçlarla da kullanılabilir mi? Bu noktada bence, İşsizlik Sigortası Fonunun yönetimindeki işçinin-işverenin çok dikkatli olması gerekiyor. Fonun kullanımı noktasında, kaynak tahsisi noktasında, amiyane tabirle bu kaynağın çarçur edilmemesi konusunda dikkatli olunması gerektiği kanaatindeyim. İşsizlik ödeneği miktarının arttırılması; evet, bu pasif politika önlemidir. Daha önce “ortalama net kazanç” esas alınırken, şimdi “brüt kazanç” esas alındı (burada da rakamlarla örnek verdim.) Dolayısıyla, işsizlik ödeneği miktarı bu Pakette arttırılmış durumdadır. İŞKUR’a işsizlik sigortası başvurusu elektronik ortamda yapılabilecek; bu önemli bir adımdır. Diğer taraftan, işverenler işten ayrılma bildirgelerini elektronik ortamda iletebilecekler. Bunlar, bürokrasinin - 63 - azaltılması yolunda önemli adımlardır. Aynı zamanda, bu noktada önemli yatırım yapılmıştır, yani kamunun, devletin katlandığı önemli bir yatırım payı da bulunmaktadır; bunu da ifade etmem gerekiyor. Paket ile İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulları tek bir Kurul olarak yapılandırıldı. İl İstihdam Kurulu olarak vali başkanlığında toplanıyorduk ve bir türlü somut kararlar çıkaramıyorduk. Şimdi bu Paketle birlikte üye sayılarında, görevlerinde, organlarında ve mali kaynaklarında çok ciddi iyileştirmeler yapıldı. Diğer taraftan, bize paralel olarak yürüyen bir de Mesleki Eğitim Kurulu vardı. Çoğu zaman aldığımız kararlar çelişebiliyordu. Gerçi bugüne kadar aldığımız kararlar hep havadaydı, çünkü bir yaptırım gücü yoktu. Şimdi hem iki kurul bir araya getirildi (uzmanlara daha çok yer veriliyor), hem de kaynak aktarımıyla ve kararlarının bağlayıcı olması nedeniyle daha önemli fonksiyonlar yerine getirebilir diye düşünüyorum. Umarım bunu yapacağımız çalışmalarda da görebiliriz. Artık, özellikle il bazında yapılacak çalışmalarda kaynak tahsisinin bir sorun olmaması burada bu kurulların elini önemli ölçüde rahatlatacaktır diye düşünüyorum. Genel olarak bu Paketi değerlendirdiğim zaman, bu getirilen teşviklerin olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Birtakım aktif düzenlemelerin yanında pasif düzenlemelerin olduğunu da söyledik; ama bunlar da, uzun dönemde etkili olması beklenen, özellikle eğitim boyutuyla etkili olması beklenen düzenlemeler olarak ortada bulunmaktadır. Bu Paketi kritize edersem, bu Pakette yer almasına anlam veremediğim birtakım düzenlemeler var. Biraz önce Sayın Alpagut Hocam konuyu çok detaylı inceledi. Bir defa İstihdam Paketinin amacı ne olmalıdır? İstihdamı arttırmak olmalıdır; öyle değil mi? O zaman, burada “taşeron, işveren, alt işveren, muvazaa” olayına niçin yer veriliyor? Bunu ayrı bir şekilde düzenleyin. Biz istihdamı, -bu belki de iktisatçı olmamızdan kaynaklanıyor- çok fazla hukuki şekillerle, hukuki yorumlarla, düzenlemelerle birlikte yapmak istemiyoruz. Doğrudan sonuca yönelik, somut birtakım önlemler almak gerekiyor. Açıkçası, buradaki bu düzenlemenin İstihdam Paketiyle ilgisini ben kuramadım. Diğer taraftan, “Avrupa Birliği İstihdam Stratejisi ve mesleki yeterlilikler” esası muhakkak esas alınmalıdır. Sayın Bakan, “Avrupa Birliği hayalimizden ya da iddiamızdan kesinlikle vazgeçmedik” dedi. Bunu duymak açıkçası beni çok mutlu etti. Bizim bu alanda yapacağımız, özellikle Sosyal Politika ve İstihdam başlığı altındaki alanda - 64 - yapacağımız her konunun Avrupa Birliği müktesebatına, çalışmasına ve Lizbon süreciyle birlikte giden Avrupa Birliği istihdam stratejisine uygun olması gerekiyor, atacağımız her adımda bunu düşünmemiz gerekiyor. Tabii ki, iş sağlığı ve güvenliği yönetmeliklerinden, Hocam da belirtti- aynen çevirip, oradaki sistemi alıp kendi iç sistemimize uyarlamak da olmaz. Kendimize has sosyoekonomik koşullarımız var; bunları dikkate alarak birtakım düzenlemeler yapmak zorundayız. Burada bu iki hususu muhakkak şekilde ele almamız gerekiyor. “Eğitim-istihdam ilişkisi kurgulanmamıştır” dedim. Çok mu acımasızım diye düşünüyorum. Sadece İŞKUR bağlamında bir mesleki eğitimin yeterli olmadığı kanaatindeyim. Türkiye’deki işsizlik olayı, İŞKUR’a kayıtlı olanların çok daha ötesinde bir sorunsala işaret ediyor; dolayısıyla, bunu çok daha makro, çok daha bilinçli ve genel bir eğitim politikası içerisinde değerlendirmek lazım. Çok uzun tartışmalara gerek yok. Sayın Bakanın, “Bu konu çok polemiğe neden oluyor” dedi. Haklı, ben de katılıyorum. Somut adımlar atmak lazım. Özellikle ara insan gücünün yetiştirilmesi noktasında Türkiye’nin ortaöğretimden kaynaklanan çok ciddi sıkıntıları var. Bunları aşmamız gerekiyor diye düşünüyorum. İşsizlik Sigortası Fonunun kaynaklarının, başından itibaren vurguladığım gibi, yapısal işsizlikle mücadeleye ayrılması gerektiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum. Sabrınızdan dolayı hepinize çok teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI- Sayın Kılıç’a çok etkin ve verimli sunumu için teşekkür ediyoruz. Sayın Alpagut ve Sayın Kılıç bu yeni düzenlemelerin üzerinden çok detaylı bir şekilde geçtiler. Sayın Alpagut özellikle; işçi, alt işveren, asıl işveren, sorumlulukları, ilişkileri konusundaki gördüğü sakıncaları, özellikle de müfettiş yetkileri konusunda, “Acaba bu bir bilirkişi yetkisi veya mahkeme yetkisinin devri midir?” gibi konuları da içerecek şekilde sorguladı ve aynı şekilde, iş güvenliğiyle ilgili düzenlemeleri ve idari para cezalarıyla ilgili düzenlemeleri bizlerle paylaştı. Sayın Kılıç da ağırlıklı olarak, tüm düzenlemelerin pozitif yönlerini, sonrasında da, birkaç soruyla beraber, sorgulanması gereken gelişim alanlarını bizimle paylaştı. - 65 - Beklediğimizden daha fazla tartışma saatimiz var. Madem İstihdam Paketi de bayanlara önceliği, pozitif ayrımcılığı teşvik ediyor, önce bayanlardan başlayalım. Soru soracak olanların kendilerini tanıtmalarını ve sorularını kime yönelttiklerini belirtmelerini rica ediyorum. SUZAN YÜREK (Türkiye Tekstil Sanayii İşverenleri Sendikası Danışma Kurulu Üyesi)- Özellikle Yasanın 20’nci maddesi ile 4447 sayılı yasaya eklenen geçici 7’nci maddeyle ilgili arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerde, bu konuda tereddütler olduğunu gördüm ve altının bir kere daha çizilmesini rica edeceğim. “6 aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında” deniyor. Bu, hiç sigortalı olmamış insanlar anlamına mı geliyor, yoksa şirketin prim ve hizmet bordrolarında kayıtlı olmamış kişileri mi kastediyor? Burada bir açıklık olmadığını düşünüyorum. Bir de, bu uygulama yıllarında, dilimlerde, yasanın çıktığı tarihten itibaren ki dönemleri mi kastediyor, yoksa işçinin alındığı tarihten itibaren mi; onun bir kere daha altının çizilmesini istiyorum. Bir de, naçizane bir fikrimi söylemek istiyorum. Özellikle tekstil piyasasında, sektöründe veya bütün sektörlerde bu 1 yıllık sürede o kadar çok işçi çıkarımı, o kadar çok istihdam küçülmesi oldu ki, bu yasadan çok fazla faydalanabilecek sektörün olmadığını düşünüyorum. Örneğin biz 1 yıl içinde 650 kişiden 450 kişiye düştük. Bu yasadan faydalanacak çok fazla firmanın olmadığını düşünüyorum. OTURUM BAŞKANI- Teşekkür ederim. SUZAN YÜREK- Ben teşekkür ederim. PROF. DR. CEM KILIÇ- İsterseniz ben cevap vereyim. Hukukçu değilim ama, benim yorumum şu şekilde: “Prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında”; yani, hiçbir şekilde, daha önce sigortalı olmuş olmamış ayrımına gidilmiyor. O işletmede daha önce prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı bulunmayanlar dışında. Daha önce sigorta olmuş olabilir, ama o işletmenin kayıtlarında değilse bu şartı karşılıyor. Herhâlde oradan İbrahim Bey de müdahale etmek istiyor. Yanılmıyorum değil mi; bu konuda temel düzenleme bu şekilde gelişiyor. - 66 - SUZAN YÜREK- Bu konularda bir açıklık olduğu söyleniyor. PROF. DR. CEM KILIÇ- Evet. Benim yorumum o. Bu şekilde olması gerekiyor. SUZAN YÜREK- Biz de bu şekilde yorumluyoruz. İnşallah öyledir. PROF. DR. CEM KILIÇ- Yoksa çok saçma olur; çünkü kapsam çok daralır. SUZAN YÜREK- Öteki türlü amacına ulaşmaz. PROF. DR. CEM KILIÇ- Evet, amacına ulaşmaz. Zaten 1 yıllık bir süremiz var, 1 Temmuz 2009’a kadar olan bir süre var. “Kişinin işe alındığı tarihten itibaren 1 yıl” diye düşünüyorum, yine o şekilde yorum getirmek istiyorum. SUZAN YÜREK- Yalnız, o zaman da, uygulamalar yüzde 100, yüzde 80, yüzde… PROF. DR. CEM KILIÇ- 60, 40, 20 diye. SUZAN YÜREK- O dönem, işçinin işe girdiği tarihten itibaren mi başlar, yoksa yasanın çıktığı tarihten itibaren mi? PROF. DR. CEM KILIÇ- Şu şekilde yorumda bulunacağım: “Yürürlük tarihinden itibaren 1 yıl içinde işe alınan ve fiili çalıştırılanlar için” dediği için, ben burada işe alınma tarihini esas alıyorum. Bilmiyorum, bu konuda belki İbrahim Beyin farklı bir yorumu olabilir. OTURUM BAŞKANI- İbrahim Beye bir söz vermek istiyorum. Buyurun. İBRAHİM ULAŞ (Sosyal Güvenlik Kurumu Sosyal Sigortalar Genel Müdürü)- Teşekkür ediyorum. İŞKUR, Sosyal Güvenlik Kurumu ve Hazine bazında çalışmalar yürütüldüğü için somut çalışmalar yapıldı. Açıklayıcı olması açısından bu çerçevede bir-iki ilave yapmak istiyorum. “Uygulama süresi”nden kasıt, o işçinin işe girdiği tarihtir; o tarihten itibaren 1 yıllık süre” olarak üç Kurum mutabık kalmıştır. - 67 - 6 aylık, aylık prim hizmet belgelerinde isminin yer almaması konusu ise, Sosyal Güvenlik Kurumuna 6 ay içerisinde bildirilmemiş olması konusunda Kurumsal mutabakat vardır. “Ortalama” konusunun net olduğunu zannediyorum. OTURUM BAŞKANI- O işyerine ait olan bildirgelerde değil, hiçbir bildirgede 6 ay boyunca bulunmamış, yani sigortalı olarak 6 ay içerisinde çalışmamış olması. İBRAHİM ULAŞ- Kişinin hiçbir şekilde işe alınmış olmaması gerekiyor. Teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI- Açıklayıcı bilgi için çok teşekkürler. Şimdi de İŞKUR Genel Müdürü Namık Ata’ya sözü bırakıyorum. NAMIK ATA (Türkiye İş Kurumu Genel Müdürü)- Öncelikle her iki sunumu yapan hocamıza da bu kapsamlı, içerikli sunumları nedeniyle çok teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten yasayı son derece açık, net bir şekilde yorumladılar. Efendim, bu yasa üzerinde, bu toplantıya katılan birçok arkadaşımızın da bildiği gibi, çok uzun süre tartışıldı, İstihdam Paketi çalışmaları çok uzun süredir gündemdeydi. Tabii ki, netice itibarıyla baktığımızda, bu yasanın işsizlik ve istihdam sorununa bütünüyle çözüm bulmasını iddia etmek mümkün değil. Ama, bunun çok önemli bir adım olduğunu çok rahatlıkla ifade edebiliriz. Elbette ki, özellikle Hocamın belirtmiş olduğu gibi, konuyu eğitim-istihdam ilişkisi veya mesleki yeterlilik sistemiyle entegre edilmesi açısından değerlendirdiğimizde, bütün eğitim sistemimizle (mesleki eğitim, yaygın eğitim) ilgili çok daha kapsamlı, detaylı düzenlemelere ihtiyaç olacaktır. Önümüzdeki süreçte de zannediyorum çeşitli platformlarda değerlendirilecektir ve gereken çalışmalar yürütülecektir. İzin verirseniz bu yasayla ilgili olarak birkaç noktada ekleme yapmak, düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Özellikle Kurumda kayıtlı olan iş gücünün, aktif iş gücü programları çerçevesinde istihdam edilebilirliklerini arttırmaya yönelik bir kaynağın Kuruma transfer edilmesi bizim açımızdan ve işsizlerimiz açısından son derece önemli. Şimdiye kadar biz bunu bütçe imkânları çerçevesinde yapıyor gözüküyorduk, ama aslında yapamıyorduk veya Dünya Bankasından vesaireden sağladığımız kredilerle ya da Avrupa - 68 - Birliği yapısal fonlarından faydalanmak suretiyle bir nebze yerine getirmeye çalışıyorduk. Yine Hocam altını çizerek ifade ettiler; gelişmiş ülkeler milyarlarca avroyu bu tür programlar için (uyum, mesleki edindirme, meslek geliştirme ve piyasanın taleplerine yönelik tavır alma konusunda aktif iş gücü programları), harcıyorlar. Bence burada asıl önemli nokta şu: Bir defa, bu kaynağın israf edilmemesi lazım. Az bir kaynak değil; yaklaşık 300 milyon YTL’den bahsediyoruz. Bu kaynağın mutlaka çok iyi şekilde değerlendirilmesi lazım. Bunun sigortasını da ben, İl İstihdam ve Mesleki Eğitim kurullarında görüyorum. Yine Hocam ifade ettiler; bu kurullar bugüne kadar sadece istişari, danışma anlamında bir görev yapıyorlardı ve alınan kararların maalesef bağlayıcılığı yoktu. Oysa, bu düzenlemede bu Kurul âdeta tek yetkili hâle getirildi. Bu Kurulun onayından geçmemiş olan hiçbir projenin bu kaynaktan uygulanma şansı yok. Dolayısıyla, bir defa, bu Kurul üyelerinin, kendi bölgelerinde, yerelde en faydalı bir şekilde kullanılabilmesi için etkili bir şekilde görev yapmaları gerekiyor. Zaten asıl paranın sahipleri de bu Kurul içerisinde yer alıyorlar. Ben hep öyle diyorum; paranın sahipleri parasına sahip çıkacaklar, yani İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulunda bulunan işçi-işveren temsilcileri bu işe sahip çıkacaklar. Onların verecekleri katkılarla, kararlarla daha başarılı sonuçlar alabiliriz diye düşünüyorum. Getirilen çok önemli bir düzenleme var: Eğitim-istihdam ilişkisi açsından piyasanın taleplerine göre tavır alma, ona uygun proje geliştirme konusu. Piyasa ne istiyorsa bu yapılacak. Burada yine işverenlerin önerileri, verdikleri bilgiler, talepler yönlendirici olacak. “Açık işe uygun iş gücünün hazırlanması”; belki burada en fazla üzerinde duracağımız nokta bu. Eğer bu tespitlerimizi iyi yapabilirsek, iyi projeleri ortaya çıkarabilirsek kaynağını da en iyi şekilde, en etkin şekilde kullanmış oluruz diye düşünüyorum. İşsizlik Sigortası Fonuyla ilgili görüşlerimi de kısaca ifade etmek istiyorum. Tabii, konuşmamın bir bildiriye dönüşmesinden de birazcık çekiniyorum; fazla uzatmak istemiyorum. İşsizlik Sigortası Fonu sağlam; bir defa onu ifade edeyim. En iyi şekilde değerlendiriliyor ve yönetiliyor, çünkü yönetenlerin içerisinde zaten sahipleri var. Dolayısıyla, onlar gerektiği şekilde sahip çıkıyorlar diye düşünüyo- 69 - rum. Eğer onlar istemeselerdi bu yasal düzenlemelerin bu kadar konsensüsle geçirilmesi çok kolay olmazdı; kişisel düşüncem olarak ifade ediyorum. İstihdamı arttırma anlamında önemli bir katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Kaldı ki, pasif politikalar, tedbirler anlamında da fazla genişletmeye gidilmedi, yani çok da teşvik edici olmasın diye verilen ödemelerin miktarlarını arttırıcı bir düzenlemeye gidilmedi. O nedenle, bundan sonrası için, İşsizlik Sigortası Fonunun geleceği açısından, en azından aktüeryal olarak değerlendirdiğimde herhangi bir sıkıntı olmadığını düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz. Buyurun. DERYA KARADEMİR (İNTES Genel Sekreter Yardımcısı)Her iki değerli hocamıza da bu güzel sunumlarından ve aydınlatıcı bilgilerinden ötürü teşekkürlerimi sunuyorum. Elbette ki, İstihdam Paketi sanayi açısından son derece önemli hükümler getiriyor ama, Cem Hocamın da tespitiyle, niye orada olduğunu da çok anlayamadığımız “alt işveren” gibi çok ciddi bir dinamiti de içinde barındırıyor. Gülsevil Hocamızın da tespitiyle, Tuzla olaylarının rüzgârıyla bu Pakete yerleştiğini düşünüyoruz. Alt işverenle ilgili düzenleme, Hocamın da tebliğinde sunduğu gibi, yönetmelikle ayrıntıları gelecek bir düzenleme. Biliyoruz ki, gerek çalışma hürriyeti olsun, gerekse sözleşme hürriyeti olsun, Anayasanın temel hak ve yükümlülükleri kapsamında, anayasal güvence altına alınmış hükümler. Yine biliyoruz ki, bu temel hak ve hürriyetler, ancak kanunla, özüne dokunmaksızın sınırlanabilir mahiyettedirler. Burada yapılan, yönetmelik gibi bir tali mevzuat, asıl işveren-alt işveren arasındaki kurulacak bir ticari özgürlüğe müdahale niteliği taşıyor. Anayasaya aykırılığı boyutu bir yana, yine Hocamın tebliğinde sunduğu gibi, kanuni düzenlemelerin sınırları da aşılarak, Yargıtay’ın dahi öngörmediği ya da doktrinin dahi öngörmediği birtakım yasaklar da yönetmelikle meşrulaştırılmaya çalışılarak, anayasal bir özgürlüğün çok ciddi olarak sınırlanmış olması gibi bir durumla karşı karşıya kalacağız önümüzdeki günlerde. Konunun bir boyutunun bu olduğunu düşünüyorum. Gülsevil Hocamın bu konudaki düşünceleri benim için çok değerli. O konudaki değerlendirmelerini almak istiyorum. - 70 - Öte yandan, alt işverenle ilgili mahkemelere gidecek uyuşmazlıkların yerel mahkemeler düzeyinde kesinleşmiş olması hukuken çok ciddi bir hata ve çok ciddi sonuçları olacak; çünkü içtihatlar oluşmayacak. Yargıtay’a giden uyuşmazlıklar uygulamaya yön veren sonuçlar çıkarıyor, rehberler çıkarıyor. Halbuki, çok farklı illerde yerel mahkemelerin vereceği kararlardan çoğumuz haberdar olmaksızın sistem bir belirsizliğe sürüklenecek. Bu bir boyutu. Üstelik, özellikle taşrada iş mahkemelerinin görevlerini asliye hukuk mahkemeleri yürütüyor ve asliye hukuk mahkemeleri açısından bunun çözümü hiç de kolay değil, neredeyse imkânsız gibi. Bu da sorunun bir diğer boyutu. Dolayısıyla, alt işverenle ilgili çok ciddi endişelerimiz var; zaten Hocamız da buna değindi. Bu konudaki değerlendirmelerini öğrenmek istiyorum. Yine bir başka önemli konu ise, ağır ve tehlikeli işlerde mesleki eğitim almamış işçilerin çalıştırılma yasağı 2009 yılı başında yürürlüğe girecek. Konuya sadece inşaat sektörü açısından baktığımda, inşaat sektöründe ortalama 1 milyon - 1 milyon 200 bin civarında kişi çalışıyor. Çok çok iyi bir varsayımla, bunun yarısının bir şekilde mesleki eğitimden geçmiş olduğunu varsayıyorum. 600 bin ya da 500 bin civarında bir kişinin, nasıl olacağı konusunda hiç kimsenin fikir sahibi olmadığı bir mesleki eğitimi 5-6 aylık süre içinde alması gibi bir varsayım üretmiş durumdayız. Bunun cevabını doğrusu çok merak ediyorum; birilerinin bildiğinden de çok emin değilim ama, bu çok merak ettiğim bir soru. Öte yandan bu madde, İş Kanununun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin düzenlemelerin yer aldığı bir bölümde yapılmış. Bu mesleki eğitimi, iş sağlığı ve güvenliği kapsamında değerlendirmek mümkün olabilir mi? Bir de… OTURUM BAŞKANI- Dilerseniz bunları bir cevaplayalım. DERYA KARADEMİR- Bir tespit yapıp hemen bitiriyorum. OTURUM BAŞKANI- Buyurun. DERYA KARADEMİR- İstihdam Paketi çok sayıda sektöre çok önemli destekler, primlerindeki ağırlığı hafifleten düzenlemeler getirdi, ama inşaat sektörü, ihaleli işler bundan nasibini almadı; bu tespiti yaparak teşekkürlerimi sunuyorum. - 71 - OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz. Buyurun Sayın Alpagut. DOÇ. DR. GÜLSEVİL ALPAGUT- Sayın Derya Karademir’in tespitlerine katılıyorum. Gerçekten, çalışma ve sözleşme özgürlüğü anayasal bir özgürlük olarak ancak kanunla sınırlanabilir; yönetmelikle ve kanunla sınırlanırken de ölçülülük ilkesi söz konusudur. Amacı aşar bir şekilde bir sözleşme özgürlüğüne veya diğer bir anayasal özgürlüğe sınırlama getiremezsiniz. Esasında Alt İşveren Yönetmelik Taslağıyla yapılmak istenen, kanunda yer alan sınırlamanın, olabilecek en katı yorumuyla yönetmelikle sağlamasıdır. Dolayısıyla, Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkün. Sonuç ne olur; Anayasa hukukçusu olmadığım için bu konuda herhangi bir şey söylemekten kaçınıyorum. Bu yönetmelik en azından bu şekilde kabul edilmemelidir düşüncesindeyim. Belki bundan sonra yapılacak olan, bu yönetmeliğin üzerinde tekrar çalışmak olmalıdır. Daha önce de söyledim; artık Avrupa Birliği’nde Outsourcing yaygınlaşırken, istihdamın dışsallaştırılması söz konusuyken, “İstihdamı nasıl arttırabiliriz” tartışılırken, bizde, maarifin kapatılması gibi, alt işverenin ortadan kaldırılmasıyla sorunların çözümlenmeyeceği açıktır. Bu bağlamda yapılması gereken nedir? Bu bağlamda alt işveren ilişkisine izin verilsin, ama orada çalışan işçilerin çalışma koşulları denetlensin. Burada biz yine biz kimin üzerine gidiyoruz? Bu alt işveren ilişkisini bildiren işverenlerin. İşverenler şimdi, “Bildirsem mi bildirmesem mi” durumunda kalacaklar. Bildirmezlerse belki bir şekilde denetimden kurtularak alt işveren ilişkisi öyle ya da böyle devam edecek, ki şu anda mevcut durum da öyle; ama bildirirlerse, bu takdirde tehlike başlıyor, muvazaa denetimi yapılacak. Bir başka şey; yönetmelikte, -söylemedim, eksik bıraktım- kayıt dışı alt işveren ilişkisinin önlenmesine ilişkin düzenlemeler de var. Dolayısıyla, sosyal güvenlik kurumları, ruhsat vermeye yetkili merciler, vergi daireleri artık, alt işverenle ilgili herhangi bir işlem yaptıklarında, alt işverenin bildirim yapıp yapmadığını, yani 3’üncü maddeye - 72 - göre tescil yapıp yapmadığını denetlemekle yükümlü kılınmışlardır ve bunlar da ihbarda bulunacaklar. Eğer bu taslak yürürlüğe girerse, bundan sonra işveren olarak sanayiciler, alt işveren ilişkisi kurmaktan oldukça kaçınmak durumunda kalacaklardır diye düşünüyorum. “Anayasal özgürlüğün sınırlanması mı?..” Tabii. Bunu açıkça yönetmeliğe yazmışlar; işveren mal ve hizmet üretimini sadece kendi işçileriyle yapabilir. Bence böylece bir düzenlemenin herhangi bir açıklaması, mantığı yok. Mahkeme kararlarının kesinliği hak arama özgürlüğüne aykırı; dediğiniz gibi, konunun o yönü de var. Asliye Hukuk Mahkemeleri bu konuda yeterli değil, yetkin değil. Taşradan İstanbul’a veya Ankara’ya bilirkişi dosyaları geliyor. Niçin geliyor? İstanbul’da üniversiteye geliyor, bizlere geliyor veya bu konudaki yetkin avukatlara geliyor. Bunun bir de üst derece mahkemesi var. Dolayısıyla, böyle önemli bir konuda, yeterli olmayan bazı yerlerde hem yerel mahkemeye bırakacaksınız, -kuşkusuz yeterli olan yerler de var- yeterli olmayan kişilere bırakacaksınız, hem de temyiz yolunu kapatacaksınız; Derya Hanımın çok isabetli olarak belirttiği gibi, içtihat da oluşmayacak. Yargıtay’ın içtihatlarını görüyoruz, ona göre uygulamayı yönlendiriyoruz; ama içtihadın olmadığı bir yerde artık iş tamamıyla keyfiliğe yönelecektir diye düşünüyorum. “Ağır ve tehlikeli işlerde mesleki eğitim nedir”; bunu ben de anlayamadım. Bu nasıl bir mesleki eğitim, gerçekten o işle ilgili mesleki eğitim mi, yoksa iş sağlığı ve güvenliği konusunda mesleki eğitim mi? Yeri, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin hükümler olduğuna göre, herhâlde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin bir mesleki eğitimin olması gerekir; ancak bu şekilde yorum yapabiliriz. Bu eğitimi kim verecek, 6 ayda nasıl gerçekleştirilecek; herhâlde bu, daha sonra yine yürürlüğü ertelenecek hükümlerdendir diye yorum yapmak doğru olacaktır. Son zamanlarda, bildiğiniz gibi, yasa çıkarılıyor, sonra, hazırlanamadığımız için, gerekli altyapıyı oluşturamadığımız için yürürlük süresi erteleniyor. Belki böyle bir düzenlemeye gidilecektir. OTURUM BAŞKANI- Hızlıca bir sonraki soruya geçeceğim. Buyurun Beyefendi. UFUK KARADENİZ (MESA Mesken Sanayi A.Ş. Temsilcisi)- Teşekkür ederim Sayın Başkan. - 73 - 20’nci maddeye ilişkin bir sorum olacak. Burada, 6 ay içerisinde kayıtlı olmayanların destekleneceği söyleniyor. Varsayalım ki, bir stajyer öğrencimizi, -ki stajyerleri de zorunlu olarak sigortalı yapıyoruz- beğendik ve işe aldık, o stajyer için bu destekten biz faydalanabilecek miyiz, faydalanamayacak mıyız? Teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI- Biraz önceki cevaptan ben yorumlayacağım: Faydalanamayacağız. PROF. DR. CEM KILIÇ- Evet. Burada açık bir hüküm getirilmemiş. Aslında Beyefendinin vurguladığı çok önemli bir konu. Aslında bu, iş yerleri açısından da önemli bir avantaj olabilirdi. Bu konuda açık bir hüküm getirilmemiş. Hükümden anlaşıldığı kadarıyla da, bu düzenlemeden faydalanamayacaklar. OTURUM BAŞKANI- Zaten Sayın Bakan da dile getirdi, hatta çıkışta onunla ilgili Tuğrul Beye de bir Feedback verdi; “Bu yönetmelik konusu hâlâ üzerinde çalışılan bir konu ve bu panelimizden çıkan bütün yorumları ve katkıları kesinlikle değerlendirmeye çalışacağız” dedi. Dolayısıyla da, sanıyorum bu yorumlarımızın hepsi kendisine ulaşacak. Zaten ilgili tüm yöneticilerimiz de burada; sanıyorum o notlar alınmış olacak. Buyurun Beyefendi. DR. AHMET ATILGAN (HAK-İŞ Konfederasyonu Hizmetİş Sendikası Temsilcisi)- Gülsevil Hanım, “Verimlilik nedeniyle alt işverenlik ilişkisi kurulamayacak” dedi. Zannediyorum kendisi hukukçu olduğu için böyle düşünüyor. İşin ve işletmenin gerekleriyle teknolojik gerekler verimliliği de kapsar. Burada, alt işveren ilişkisinin kurulmamasının sakıncalarından söz ediliyor. “Alt işverenliğin kötü uygulanması nasıl önlenir”; bu da çok önemli bir konu. Çalışan işçilerin hakları da söz konusu. Bu, bu açıdan önemli bir tahribata yol açıyor. Bunun da ortaya konması lazım. Alt işverenliğin Avrupa’da, dünyada nasıl yaygınlaştığı söyleniyor ama, -doğru, hakikaten öyle oluyor- öbür yanının da söylenmesi lazım. “İstihdam Paketi şunu getiriyor bunu getiriyor, dolayısıyla istihdamı teşvik edecek…” Tabii, istihdamı genişletmek, teşvik etmek için - 74 - bir çabadır; mutlaka öyle, o yönden olumlu karşılamak gerekir. Türkiye’de kayıt dışılık o kadar yaygın ki, devletin en son resmi rakamı yüzde 46,9. Bu kadar yaygın bir kayıt dışılık ortamında bu tür teşvikler etkisiz kalıyor, yani kayıt dışılığın sağladığı avantajlar o kadar yüksek ki, kayıt dışı sektördeki teşvikler pek anlamlı olmuyor. Dolayısıyla, bu istihdam paketlerini, kayıt dışılıkla ilişkilendirerek ve illa onun üzerinde durarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. OTURUM BAŞKANI- Buyurun Gülsevil Hanım. DOÇ. DR. GÜLSEVİL ALPAGUT- “Verimlilik nedeniyle alt işverene veremeyeceksiniz” dediğim zaman, yönetmelikteki hükümden yola çıktım. Artık, “işin ve işletmenin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iş” kavramı bütün. Eğer bu iş sizin uzmanlık alanınızdaysa, sırf verimlilik nedeniyle maalesef ki veremeyeceksiniz; alt işverene, uzmanlık alanınızın dışında kalan bir işi verebileceksiniz. Farz edin ki, bir otel yönetiminde, içinde bulunduğumuz yerde esasında, baktığınız zaman, bütün işler asıl işin bölümü. Uzmanlık alanınız nedir? Otel işletmesi. “Housekeeping”, restoran bölümü ve diğer bölümler, hepsi sizin uzmanlık alanınızda. Burada uzmanlık alanınızın dışında kalan tek şey ne olabilir? Teknik servis (seslendirme, elektrik sisteminin kurulması vesaire), uzmanlık alanınızın dışında sayılabilir, benim yorumum çerçevesinde. Yani bu, yasanın getirdiği şey. Sırf verimli diye artık oteldeki restoranı alt işverene vermem bu yönetmelik çerçevesinde mümkün değil. Çok haklısınız; muvazaalı uygulamaları biliyoruz. Zaten 1475 Sayılı Yasa döneminde de alt işverene ilişkin muvazaalı uygulamalar Yargıtay kararlarıyla engelleniyordu. Ne yapılabilir? Yine muvazaa çerçevesinde, esasında bir asıl işverenin işçisiyken bunlar, alt işverenin işçisi olarak gösteriliyorsa, -bu da niçin yapılıyor? sendikalaşmayı önlemek, düşük ücret vermek vesair sebeplerle- eğer bu durum varsa bu önlenmelidir. Esasında, yasaya muvazaanın da sokulmasına gerek yok düşüncesindeyim; çünkü muvazaa zaten, iddiayla ortaya konulabilecek bir borçlar hukuku kuramıdır. Muvazaanın ayrıca yasaya konulmasına gerek yok. Bu konulduğu için, sonradan da önergelerle değiştirildiği için esasında daha da kötü oldu. Eskiden belki, “Bu işi alt işverene vereyim mi” diye düşünmeyen işverenin aklına, “Hangi işi bölüp de alt işverene verebilirim?” diye bir düşünce gelmekte diye - 75 - düşünüyorum. Dolayısıyla, hiçbir faydasının da olmadığı görüşündeyim. OTURUM BAŞKANI- Sorunun diğer parçasını da Cem Bey cevaplayacak. PROF. DR. CEM KILIÇ- Teşekkür ederim. Beyefendiye katılıyorum; yani kayıt dışılık bugün çok ciddi bir problem. İstihdamın yarısı kayıt dışında gözüküyor. Kayıt dışılık sadece çalışanlar, onların sosyal güvenceleri, anayasal hakları bakımından değil, aynı zamanda işverenler açısından da çok ciddi bir sorun; çünkü işverenler için bir haksız rekabet. Dolayısıyla, sadece İstihdam Paketi bağlamında değil. Bakın, sosyal güvenlik reformu yapıldı. Gerçi, reformun daha son ayağı tamamlanmadı. Aslında olması gereken, kayıt dışını kayıt içerisine önemli ölçüde alıp, -elbette ki, tamamını sağlayamayacağımız kesin- daha sonra bir sosyal güvenlik reformuna imza atmaktı. Elbette ki, bu bağlamda kayıt dışılığın çok ciddi olumsuz etkileri olacaktır ama, -altını çizerek söylüyorum- bu atılmış bir adımdır. Sayın Kudatgobilik bugün dedi ki, “Timing’de bir hata var.” Ama o, bu yıl içindeki Timing’de. Bana göre, bu Paket bundan 5 yıl önce gündeme getirilmeliydi; bu istihdam yükleri konusu son 5 yıl, hatta 10 yıllık bir perspektif içerisinde ele alınması gereken bir husustu. Hatta geç bile kalındı diyebiliriz. OTURUM BAŞKANI- Son bir soru alacağım. Buyurun Beyefendi. ÖMER BENOKAN- İyi günler. Bir maddeyle ilgili görüşünüzü sormak istiyorum. “Madde 20- 4447 Sayılı Kanuna aşağıdaki geçici 7’nci madde eklenmiştir.” Bir fıkrasında diyor ki, “Bu maddeyle düzenlenen destek unsurundan, diğer ilgili mevzuat uyarınca ayrıca yararlanmakta olan işverenler, aynı dönem için ve mükerrer olarak bu destek unsurundan yararlanamaz, bu durumda, işverenlerin tercihleri dikkate alınmak suretiyle uygulama destek unsurlarından sadece biriyle sınırlı olarak yapılır.” Bu “destek unsuru” nedir? Yüzde 5 prim indiriminden yararlanmak da buna girer mi? Ayrıca, sakat ve eski hükümlüyle ilgili indirimler de bu destek unsuru içine giriyorlar mı? - 76 - PROF. DR. CEM KILIÇ- Bu, 20’nci ve 24’üncü maddede düzenlenmiş bir husus. Hukukçu değilim ama, benim de zihnimi çok bulanıklaştıran bir konuydu. Biraz önce Sayın Genel Müdürle bu konuyu tartıştık. Onun da ifadesi şu şekilde (eğer yanlışsa kendileri beni düzeltsin): Bu Paket içerisinde yer alan bu destek unsurları evet yüzde 5. Kadınlar ve gençler için uygulanan, İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanan destekler, bütün bunlar destek içerisine giriyor. İşveren olarak sigortalı başına, -sigortalıyı esas alıyoruz- bunlardan herhangi birini kullanmış iseniz, diğerini kullanamıyorsunuz; buradan bu yorum çıkıyor. Çok açık, çok sarih bir şekilde ben bunu anlıyorum. OTURUM BAŞKANI- Soruları şimdilik sonlandırmam gerekiyor. İnşallah yemekte bu soruların cevaplarını beraber yine bulmaya devam edeceğiz. Son sözü Bülent Bey’e veriyorum; buyurun. BÜLENT PİRLER- Teşekkür ediyorum. Efendim, yemekle ilgili anonsu yapmadan alt işverenle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Gerçekten bu çok tartışıldı, önümüzdeki günlerde de tartışılacak ama, biz bunu şuna benzetiyoruz: “Bu okullar kapatılsaydı Milli Eğitim ne kadar iyi yönetilirdi”yle aynı anlamda. Hakikaten şu andaki uygulama bununla birebir örtüşüyor diye düşünüyorum. Yemeğimiz üst kattaki restoranda efendim. Teşekkür ederim. - 77 - - 78 - II. OTURUM SOSYAL GÜVENLİKTEKİ YENİ DÜZENLEMELER Oturum Başkanı : Sadık OĞUZ Konuşmacılar : Prof. Dr. Ali Rıza OKUR İbrahim ULAŞ Doç. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU BÜLENT PİRLER- Efendim, İkinci Oturumumuzun konusu “Sosyal Güvenlikteki Yeni Düzenlemeler.” Oturum Başkanımız Konfederasyonumuz Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili Sayın Sadık Oğuz. “Sigortalılık ve İşyeri ile İlgili Yükümlülükler” konusunda Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sayın Ali Rıza Okur bir sunuş yapacaklar. Yine hemen akabinde, “Kısa ve Uzun Vadeli Sigorta Kolları ile Genel Sağlık Sigortasına İlişkin Düzenlemeler” konusunda Sosyal Güvenlik Kurumu Sosyal Sigortalar Genel Müdürü, çok değerli dostumuz Sayın İbrahim Ulaş Bey’in bir sunuşları olacak. Bir aranın akabinde de, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sayın Nurşen Caniklioğlu “Prime İlişkin Yükümlülükler” konusunda sunuşlarını yapacaklar. Kendilerini kürsüye davet ediyorum; buyurun efendim. SADIK OĞUZ (TİSK Yürütme Komitesi ve Yönetim Kurulu Başkan Vekili)- Sayın konuklar hoş geldiniz. Öğleden sonraki oturumu açıyoruz. Sayın hocalarımız ve Genel Müdürümüz bu İkinci Oturumda bizi aydınlatacaklar. Söz sırası Ali Rıza Bey’de. Buyurun Hocam. - 79 - PROF. DR. ALİ RIZA OKUR (Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi)- Çok teşekkürler Sayın Başkan. Değerli konuklar, değerli meslektaşlarım; konu, Sosyal Güvenlikteki Yeni Düzenlemeler, bana verilen konu da, Sigortalılık ve İş Yeri Açısından İşverenin Yükümlülükleri. Konuya doğrudan girmeden önce, sabahki konuşmalardan da esinlenerek, kısa da olsa reformun değerlendirilmesine ilişkin bazı şeyler söylemek istiyorum. Sayın Başkan Tuğrul Kudatgobilik endüstri ilişkilerinden söz ederken üç devreden, üç dönemden bahsettiler, “mühendislerin hâkim olduğu dönem, maliyecilerin hâkim olduğu dönem ve personel yöneticilerinin egemen olduğu dönem” diye. Buna bir de şunu katmak lazım: Hukukçular bunun neresinde? Her dönemde hukukçuların büyük ağırlığının olduğunu zannediyorum. Mühendisler de devrede olsa, maliyeciler de devrede olsa, personel yöneticileri de devrede olsa, hukuk olmadan bunların hiçbir şey yapmaları mümkün değil. O nedenle, burada hukukçuyu ihmal etmemek gerekir. Başkan herhâlde farklı bir yaklaşım içindeydi. Tabii, burada olmadığı için de kendisine bir şey soramıyorum. OTURUM BAŞKANI- Efendim, kendisi hukukçu olduğu için tevazu göstermiş, onları söylememiştir. Kendisi de hukukçu. PROF. DR. ALİ RIZA OKUR- Arkasından Bakan Bey’i dinledik; sağ olsun bizi aydınlattılar. Orada da bir şeye takıldım. “Yasalar milletin eserleridir, 70 milyon için yapılır ve bunların çoğu uzlaşmayla çıkıyor” dediler. Doğru. Şu reform çalışmalarına baktığımız zaman, orada da yine hukukçuların ikinci plana atıldığını, hatta hiç olmadığını görüyoruz. Bu da oldukça ilginç bir gelişme. Sosyal güvenlikle ilgili reform çalışmaları yoğun olarak 2003’lerde başladı ve temel felsefe şuydu: “Tek çatı, tek yasa”; üç temel sosyal güvenlik kurumu (Sosyal Sigortalar, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı), tek çatıda toplanacak ve üç temel Sosyal Güvenlik Yasası (Sosyal Sigortalar Kanunu, BAĞ-KUR Kanunu, Emekli Sandığı Kanunu), tek yasaya indirgenecek ve böylece yönetim ve hak sağlamak kolaylaşacak, hızlanacak. Mayıs 2006’da 5502 Sayılı Yasa, 1 ay sonra da 5510 Sayılı Yasa çıktı. Bu yasalar çabuk ve hızlı hazırlandı; nitekim Bakan Bey de bunu söylediler. Oysa, bu kadar hızlı çalışmaya gerek yoktu; çünkü bu te- 80 - mel bir yasa. Sosyal Güvenlik Yasası yapıyorsunuz, sıradan bir yasa yapmıyorsunuz. Bu yasa, bildiğim kadarıyla, Bakanlığın yayınladığı broşürlerden gördüğüm kadarıyla 15 bürokratın eseri ve bunların içinde iki tane avukat var, başka kimse yok. Maalesef üniversiteyle yeterli bir diyalog kurulmadı. Her ne kadar başka seminerlerde bürokratlar, işittiğime göre, üniversiteyle devamlı birebir ilişki içinde olduklarını söylüyorlarsa da, hayır, ben buradayım, 38 yıldır sosyal güvenliğin içindeyim, her hâlde beni de unutmazlardı diye düşünüyorum. Eğer çağırılacak olsaydık ben de giderdim. İki sefer çağrıldık: Bir tanesi, Şubat 2005 yılında. Ortada dört ayrı taslak vardı: Emekli Sandığı Yasa Taslağı, Genel Sağlık Sigortası Yasa Taslağı, Sosyal Yardım ve Sosyal Hizmet Yasa Taslağı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Yasa Taslağı. İki komisyon kurmuşlar; diğer komisyonlar ortada yok. Ayrı salonlarda Emeklilik Komisyonu ve Genel Sağlık Komisyonu olarak çalıştık. Yasanın ismi Emeklilik Yasası olmasına rağmen içinde tüm sigorta dalları düzenleniyordu. İlk itirazım orada oldu; dedik, Sosyal Sigorta Yasası olması gereken yasanın ismini Emeklilik koymuşsunuz. İçerik olarak da fevkâlade zayıftı. 9 akademisyendik. Yasa bize daha önceden gönderilmedi, o anda verdiler. Şu, şu, şu noktalarda eksiğiniz var, düzeltilmesi lazım diye eleştirdik, olmaz dedik. Orada 15 bürokrat vardı. Hemen bilgisayarlar açıldı, işlendi fişlendi ve dediler ki, “çok isabetli görüşleriniz var, bunları hemen işleyeceğiz ve size göndereceğiz.” İki gün çalıştık ve toplantı bitti. Biz bekliyoruz ki, yasalar bize gelsin de inceleyelim, mukabil görüşlerimizi söyleyelim ve olgun bir yasanın çıkmasına katkıda bulunalım. Bir baktık, 15 gün sonra, Genel Sağlık Sigortasıyla Sosyal Sigorta Yasası birleştirilmiş, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası adı altında Meclise gönderilmiş. Birtakım eksikliklerle beraber yasa çıktı. Tabii, olgunlaşmadan çıktığı için 6 ay sonra, 2006’nın Aralık ayında Anayasa Mahkemesi, yasanın birçok maddesini, özellikle memurlar açısından iptal etti. Dolayısıyla, 1.1.2007’de yürürlüğe girmesi gereken yasa dört sefer ertelendi ve geldik 1.1.2008’e. 1.1.2008’de, 5510 Sayılı Yasada ve Diğer Bazı Yasalarda Değişiklik Yapılması Hakkında Yasa Tasarısını düzeltebilmek, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uydurabilmek amacıyla 5754 Sayılı Yasa Tasarısı hazırlandı. Dikkat edin, bu 5510 Sayılı Yasa 109 maddeden ibaret. 5754 Sayılı Yasa, bu 109 maddelik yasayı düzeltebilmek amacıyla 262 değişiklik yapıyor. Baştan beri, “bu yasa - 81 - olgunlaşmadan çıktı, hamdır, düzeltelim, sıfırlayalım, ondan sonra yeni bir yasa yapalım” diye söylüyorduk ama, olmadı, direndiler. 262 değişiklik öneren 5754 Sayılı Yasa çıktı. . 5754 Sayılı Yasa çıktı ama, bunun yasaya monte edilmesi, işlenmesi lazım; o da fevkâlade güç. 109 maddede 262 değişiklik işleyeceksiniz; madde başına 3 değişiklik düşüyor. Zaten yasanın orijinal hâlinden bir şey kalmamış. Buna rağmen 5510 Sayılı Yasada direniliyor. İşin daha garibi, 262 değişiklik şu veya bu biçimde yasaya işlendi. Bu yasa ne zaman yürürlüğe girecek; en önemli noktalardan biri bu. Yedi ayrı yürürlük maddesi var; bazı hükümleri Mayıs’ta, bazı hükümleri Temmuz ayında ve ayrıca düzenlenmemişse, genel olarak da, -şimdi dikkat edin- Ekim’in başında yürürlüğe giriyor yasa. Arkadaşlar, -içimizde hukukçular var, belki çoğumuz hukukçuyuz- “Ekim’in başı” diye bir şey duydunuz mu? Ekim’in 1’i olur, 3’ü olur, 5’i olur, 15’i olur, 20’si olur. Şunu söyleyeceğim: Fevkâlade sıradan ve üzerinde özenle durulmadan çıkarılmış, hazırlanmış bir yasa. Hazırlığı böyle olduğu gibi, içeriği de maalesef tatminkâr olmaktan çok çok uzak. İki kısa örnek vereceğim. İsviçre Medeni Kanunu “Eugene Huber” tarafından 15 yılda 15 cilt olarak hazırlandı. Eugene Huber’in hazırlamış olduğu 15 ciltlik kolleksiyondan esinlenerek yasa taslağı oluşturuldu ve İsviçre Meclisinde kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bizim Medeni Kanun olarak esinlenip aldığımız, çevirdiğimiz metin de o metindir. Son derece özenli, akıcı, güzel, anlaşılır bir biçimde 15 yılda hazırlandı. Fransız Medeni Kanunu da öyle. Bakın, Fransız Medeni Kanunu 1804 tarihli. Edebiyata meraklı olanlar belki hatırlarlar; Fransız yazarı Stendhal’in “Le Rouge Et Le Noir” diye bir romanı var. Belki okumuşsunuzdur. Stendhal’a, “üstat, bu güzel Fransızcanızı neye borçlusunuz” diye sormuşlar. “Ben boş zamanlarımda Fransız Medeni Kanununu okurum” demiş. Okuduğu da, 1804 tarihli Fransız Medeni Kanunu. Oradan esinleniyor ve Fransızcasını geliştiriyor. Biz bu yasayı okuduğumuz zaman Türkçemiz kayboluyor. Türkçe bozuklukları dışında, terim uyumsuzlukları var. Bir tarafta İş Kanunu var, bir tarafta 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası; âdeta birbirini tamamlayan iki parça, o da işçinin durumunu düzenleniyor, öbürü de işçinin durumunu düzenliyor. Hiç - 82 - değilse bir terim birliği, beraberliği olur. 2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunumuz “iş sözleşmesi”nden bahsediyor; 2006 tarihli 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunumuz da “hizmet akdi”nden bahsediyor. Hiç değilse “iş sözleşmesi” de. Hayır, geriye gidiyoruz; 1926 tarihli Borçlar Kanununun kullandığı “hizmet akdi” terimini tercih etmişler. Taslağı hazırlayanların kim olduklarını bilmiyorum ama, bunlar bu kadar hukuktan ve mevcut yasalardan bir haberler. İçler acısı bir durum. Yine, İş Kanunuyla Sosyal Sigortalar Kanunu arasında büyük kopukluk var. Gülsevil Hoca biraz evvel bahsetti; idari para cezalarının yaptırımı iş hukukunda da var, sosyal güvenlikte de var. Orada idari para cezaları olarak sulh ceza mahkemeleri yetkili, sosyal güvenlikte ise idare mahkemeleri yetkili; bu da başka bir çelişki. Eskiden bu konuda iş mahkemeleri yetkiliydi, ki gayet tutarlıydı, çünkü konu iş hukuku, sosyal güvenlik olduğuna göre iş mahkemelerinin yetkili olması gerekir. Maalesef, -o yetkiyi kaldırmış- iş hukukuyla ilgili olarak sulh ceza mahkemelerine vermişler, sosyal güvenlikle ilgili idari para cezaları konusunu da idare mahkemelerine vermişler. İdarenin hiç anlamadığı, bilmediği bir olay. Dolayısıyla, geleceğimiz bu açıdan bana oldukça karanlık gibi geliyor. 5510 Sayılı Yasanın yürürlüğe girebilmesi için 33 tane yönetmeliğin çıkarılması gerekiyor. O yedi ayrı tarihin gelmesi dışında, ayrıca 33 yönetmelik çıkmadıkça bu kanunun yürümesi, yürütülmesi mümkün değil. Henüz onlar da devrede değil. Bazı konularda da ayrıca tebliğler çıkıyor, yönetmelik çıkmadan tebliğ çıkıyor. Yönetmelik, yasayı açıklamak için çıkar. Tebliğ, yönetmeliği aydınlatmak için çıkar. Biz böylece, tebliğ, yönetmelik, kanun arasında sıkıştık kaldık. Kanunu açıklamak için yönetmelik çıkarıyoruz ama, yönetmeliğe bir bakıyoruz, kanunu aynen tekrarlamış; biraz evvel Gülsevil Hoca da söyledi. O zaman, yönetmelik çıkarmanın ne faydası var? Hiç çıkarma daha iyi. Sağlıkla ilgili konular 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Ama nasıl uygulanacak? Uygulama belli değil. Yönetmelikler yok. 70’inci madde, basamakları ve sevk sisteminin düzenlenmesini öngörüyor ve diyor ki, “Bakanlığın öngördüğü biçimde basamaklar ayarlanır ve bunu Sosyal Güvenlik Kurumu belirler ve sevk sistemiyle ilgili durumu da açıklığa kavuşturur.” Bu konuda hiçbir çalışma yok. Basamaklar belli değil, sevk sistemi belli değil. Yürürlüğe girmiş ama, bu yapı içinde - 83 - nasıl girecek, nasıl girmemiş; bu konuda birazdan diğer arkadaşlar belki bize açıklık getirecekler. Bu girişten sonra, -kusura bakmayın- kendi konuma geçeyim. Sigortalılık ve İş Yeri ile İlgili Yükümlülükler: “Sigortalılık” kavramı ilginç bir kavram. “Sigortalılık”, “işveren” ve “iş yeri” kavramını bilmeden yükümlülüklere girmemiz mümkün değil. Bu konuda da yine İş Kanunuyla Sosyal Sigortalar Kanunu, daha doğrusu 5510 Sayılı Yasa arasında uyumsuzluklar devam ediyor. “İşveren”den başlayayım. İşveren: 506 Sayılı Yasaya göre, eski İş Kanununa göre, sigortalı çalıştıran gerçek veya tüzel kişi. Yeni İş Kanunumuz işveren kavramını biraz genişletmiş. Ne yapmış? 2821 sayılı Sendikalar Kanunundan esinlenerek, -orada, tüzel kişiliği olmayan kamu kurumlarını da işveren olarak sayıyordu- gerçek kişiler, tüzel kişiler ve tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşları işveren saymış. Burada büyük bir zorluk var; tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşları işveren sayıyoruz. Adi şirket dışında bunlar kimler? Sadece kamuda değil, özeldekileri de, tüzel kişiliği olmasa da işveren olarak kabul ediyoruz; dolayısıyla, onlar da yasanın yükümlülükleri altında. Özellikle usul hukuku açısından bunun içinden nasıl çıkacağız; o da ayrı bir karmaşa, ayrı bir sıkıntı. Burada küçük bir parantez açayım. Yasalar hazırlanırken, ilgili hukuk dalı öğretim üyeleri, akademisyenler dışında, eğer konuyla ilgiliyse diğer hukuk dallarındaki uzmanlarla da çalışmak lazım. İcabında anayasacıdan, idare hukukçusundan, usul hukukçusundan görüş alınması lazım ki yasalar doğru dürüst, işleyebilir bir hâlde yürürlüğe girsin. Aksi hâlde, -sabahki tartışmaları gördünüz- birlerde tıkanıp kalıyoruz ve yürümeye bir türlü devam edemiyoruz. “İşyeri” kavramı açısından, aşağı yukarı eski İş Kanunu, 506 Sayılı Kanun ve mevcut kanun, biraz genişleterek aynı kavramı ele almış. Eskiden, sigortalının çalıştığı yer, eklentiler, araçlar iş yeriydi; şimdi ona bir de, işverenin egemenliği altındaki organizasyon iş yeri olarak kabul edilmiş. Dolayısıyla, bu organizasyon içinde çalışanlarla ilgili yükümlülüklerden işveren de sorumlu. - 84 - Yasanın bir özelliği: Sadece işveren değil, ödünç işveren, çağrı üzerine çalıştırılanlar da yine kapsama alınmış. Ödünç iş ilişkisinde, gönderdiğiniz işveren de, alt işveren de sosyal sigortalarla ilgili yükümlülüklere aynen katılıyorlar. “Sigortalı” kavramı: Tek çatı, tek yasa dedik ya, insan bekliyor ki, 5510 Sayılı Yasa ortaya tek bir sigortalı kavramı koysun, “sigortalı şudur” desin. Hayır, sigortalı kavramı yok. Ne var? Yasa 4’üncü maddesinde âdeta eski üç kanunu bir araya getirmiş, alt alta sıralamış; Sosyal Sigortalara göre sigortalı kavramı neyse onu almış, BAĞ-KUR’a göre sigortalı kavramı neyse, onun altına onu getirmiş ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununa göre sigortalı kimse, onun altına da onu koymuş ve bunlara da “4/I-a’lı”, “4/I-b’li”, 4/I-c’li” demiş. Artık, “işçi, memur, bağımsız çalışan” yerine, 4/I-a’lı”, “4/I-b’li”, 4/I-c’li diye anıyoruz. Bu da yetmemiş. 1’den 60’ıncı maddeye kadar 5510 Sayılı Yasa, kısa ve uzun dönemli sigorta dallarını düzenliyor, 60’ıncı maddeden itibaren de genel sağlık sigortasını düzenliyor. Birinci kısımda, kısa ve uzun dönemli sigorta dalları açısından “4/I-a’lı”, “4/I-b’li”, 4/I-c’li, yani işçi, memur, bağımsız çalışanlar sigortalı. Peki. Genel sağlık sigortası açısından kim sigortalı? Bunların da aynı şekilde sigortalı olmaları lazım. Hayır. Yasa koyucu tutmuş, 60’ıncı maddede ayrıca, genel sağlık sigortası açısından kimlerin sigortalı olduklarını vermiş. Dolayısıyla, 4’üncü maddeyle 60’ıncı madde arasında bir uyum sağlamak zorundasınız; burada yer alıyor mu almıyor mu? Ayrıca, sigortalılıkları saymakla bitirmemiş, kimlerin sigortalı sayılmayacaklarını da üç grup için (4/I-a’lı”, “4/I-b’li”, 4/I-c’li), “şunlar sigortalıdır ama, şunlar da sigortalı değildir”, “şu genel sağlık sigortalıdır ama, şunlar genel sağlık sigortalı değildir” diye ayrı ayrı vermiş. İki ayrı bölümden oluşturduğu için yasada yoğun bir iç atıf trafiği yaşıyorsunuz. Bir maddeyi çözmek için icabında 4-5 maddeye bakmak zorunda kalıyorsunuz ve işin içinden hiç çıkamaz hâle geliyorsunuz. Yükümlülükler konusuna gelirsek, yükümlülükler aşağı yukarı 506 Sayılı Yasadaki yükümlülüklerin aynen tekrarı: - 85 - * İşyerini bildirme yükümlülüğü. * Sigortalıyı bildirme yükümlülüğü. * Bildirgeyi asma yükümlülüğü. * Müfettişlerin önerdiği önlemleri alma, onlara gerekli bilgileri verme yükümlülüğü. * 506’da olmayan, 5510’la yeni getirilen, sigortalılığı biten sigortalıyı bildirme yükümlülüğü. * Bu yükümlülükleri yerine getirmemenin yaptırımı da idari para cezası. İdari para ceza nasıl saptanacak? O da 506’da olduğu gibi, asgari ücrete ve işçi sayısına endekslenmiş: İşçi başına şu kadar; bilanço esasına göre defter tutacaksınız ve defter iyi tutulmamışsa 3 aylık asgari ücret kadar; defter tutmak zorundaysanız 2 aylık asgari ücret kadar; defter tutmayacaksanız 1 aylık asgari ücret kadar. Orada da yine ilginç bir düzenleme var. Bakın, aylık asgari ücreti esas almış. Bilanço esasına göre defter tutuyorsunuz veya sıradan başka defterleri tutuyorsunuz ya da defter tutmuyorsunuz. Üç bent alt alta sıralanmış: Bunların ikisinde “asgari ücret esas alınır” diyor, “aylık asgari ücret” demiyor; üçüncüye bakıyorsunuz, üçüncüde “aylık asgari ücret.” Bu kadar ihmal olmaz kardeşim. Aylıksa, her üçünde de “aylık asgari ücretin 3 katı”, “aylık asgari ücretin 2 katı”, “aylık asgari ücret kadar” demen lazım. 3’üncü fıkradan hareketle, yukarıda da aylık asgari ücretin esas alınmış olduğuna dair bir yorum yapmaya mecbur muyum? “Günlük” diye yorumlarsam ne olacak veya Yargıtay öyle bir karar verirse ne olacak? Her şey altüst olacak. Ayrıntıya girmeyeceğim. Hepsi ayrı ayrı düzenlenmiş. Bir tek şu var: Eskiden, iş yerinin ve sigortalının işe giriş bildirgesi 1 ay içinde bildirilmesi gerekiyordu, şimdi o, işe girmeden, en geç işe başladığı anda bildirilmesi gerekiyor. Tabii bu, kaçakla savaşmak için olumlu bir yöntem. Gerçi burada tartışıldı, söylendi ama, son bir nokta üzerinde durmak istiyorum. Bütün bu düzenlemeler, bütün bu çabalar (yasa çabaları, sosyal güvenlik çabaları), işveren için bir yükümlülük, ama sigortalı için bir hak. Bunu kim gerçekleştirecek? Devlet. Burada devlet ne şekilde somutlaşmış? Sosyal Güvenlik Kurumu olarak somutlaşmış. Sosyal Güvenlik Kurumu-işveren-sigortalı; bu üçlü, sigortalının haklarını sağlayacak. Buradaki ağırlık, yoğunluk da işverene düşüyor. Sosyal Güvenlik Kurumu sadece denetici rolü oynuyor. Sağlık - 86 - açısından sağlık sunucularının kontrol görevi yine Sosyal Güvenlik Kurumuna ve Sağlık Bakanlığına bağlı. Bu denetim görevi dışında ağırlık işverenlerde. İşverenler öyle ağır bir yük altındalar ki, -sabahki tebliğlerde de kısmen geçti- işverenin bir yerde elini kolunu bağlıyoruz. En ufak bir aksaklık ona 3 katı asgari ücrete mal oluyor, işçi başına 1 aylık asgari ücrete mal oluyor. Burada önemli olan, işletmenin, işin yürürlüğünü sağlamak, onu engellemek değil. Bir işverene bu kadar ağır yük yüklersen adam ne yapacak? Ya iş yeri açmayacak veya mevcut iş yerini kapatacak. Bakın, ölçü olarak da, 506’daki suç sayılan hareketlerle 5510’da suç sayılan hareketler hemen hemen aynı: * Bildirge vermemek, * İlan asmamak, * İş yerini bildirmemek, * Sigortalıyı bildirmemek. Bunu basitleştirmek, kolaylaştırmak gerekiyor. Nasıl kolaylaştırılır, nasıl basitleştirilir? Çözüm makamı olmadığım için bilemiyorum ama, mevcut sistem beni tatmin etmedi, çünkü çok karmaşık, anlaşılabilir, uygulanabilir değil. Ayrıca, yüzde 50’nın kayıt dışı olduğu bir ülkede çalışanları niye bu kadar yoğun cezalandırıyorsunuz? Bildirilmemiş olanlara ulaşmaya bakalım. İstihdamda olsun, sosyal güvenlikte olsun, kayıt dışı yüzde 50’yse, insanın oturup, “önce bu kayıt dışının ortadan kaldırılması lazım” düşünmesi lazım. Maalesef, Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan da yüzde 50’yi rahat rahat telaffuz ediyor ama, o yüzde 50’nin ortadan kaldırılması konusunda henüz somut bir çaba göremiyoruz. Hukuktan önce, önce bunların düzelmesi lazım. Oturup yasayı yapıyorsun ve yasayı da uygulamaya kalkıyorsun. Kime? O yüzde 50’ye uyguluyorsun. Bir de, o yüzde 50’nin içinde de gene kendi kaçak yolları var. Ne var? Hepsini çalışan göstermiyor, asgari ücretten gösteriyor falan. Bütün bunların bir çözüme bağlanması lazım. Bu kaçağın ortadan kaldırılması lazım ama, kaçağın tümüyle ortadan kaldırılıp yok edilmesi lazım. Ancak o zaman doğru dürüst bir sistemi oluşturmak, inandırıcı bir sistemi oluşturmak mümkün olur. Dikkat edin, işverenle devlet arasında hâlâ bir kopukluk var. Özal bir parça bunun farkına vardı, “bu uçurumu kaldıracağım” dedi ama ömrü yetmedi, kaldıramadı. Hâlâ o uçurum devam ediyor. Tabi- 87 - rimi mazur görün ama, karşılıklı kazık atma çabası içindeyiz; devlet vatandaşa kazık atıyor, vatandaş devlete kazık atıyor. Eskrim müsabakası gibi, bir o hamle yapıyor, bir hamle de o yapıyor. Oysa, birbirimize dört elle sarılıp, ülkenin kalkınması için doğru yolu bulup götürmek, geliştirmek gerekir diye düşünüyorum. Sabrınız için teşekkür ediyorum. 5510 sayılı Kanunun İşverenlere Sigortalılık ve İşyeri İle İlgili Getirdiği Yenilik ve Yükümlülükler(*) I. GİRİŞ Sosyal Güvenlik Sisteminin, primli ayağını oluşturan Sosyal Sigortalar, İşveren (İşletme), Sigortalı (İşçi) ve Devletten (Sosyal Güvenlik Kurumu) oluşan üçlü bir yapıya sahiptir. Sosyal Sigortaların temel amacı olan “sigortalıları risklere karşı koruma ve onlara güvenli bir gelecek hazırlama” görevi, bu üçlü yapıya özenli, verimli ve sağlıklı bir işlev kazandırılmasına bağlıdır. Türk Sosyal Sigorta Sistemindeki bu üçlü yapının ağırlığı işverene yüklenmiştir. İşyerinin açılıp bildirilmesi, sigortalıların işe alınması ve tescili, primlerin gerçekçi ve düzenli ödenmesi, sigortalılığın sona erdirilmesi, tamamen işverenin insiyatifi ve yükümlülüğü altında gerçekleştirilmektedir. Devlet (Sosyal Güvenlik Kurumu), işverenin işyeri ve sigortalılarla ilgili beyanlarının doğruluğu, primlerin düzenli ödenmesi, primlerin karşılığı olan para ve sağlık yardımlarının sağlanması konularında görev üstlenmiş bulunmaktadır. Seminerin amacı da, İstihdam Paketi (5763 s.K. RG. 26.5.2008, 26887) ve Yeni Sosyal Güvenlik Düzenlemelerinin (5510 s.K., RG.16.6.2006, 26200 ve bunu geniş ölçüde değiştiren, 5754 s.K. RG. 8.5.2008, 26870) “İşletmelere (işyerlerine, işverenlere)” olumlu veya olumsuz neler getirdiği ve ne gibi yükümlülükler yüklediğidir. İstihdam Paketi Doç. Dr. Gülsevil ALPAGUT ve Prof. Dr. Cem KILIÇ tarafından sunulacaktır. Konunun Sosyal Güvenlik boyutu ise “Kısa ve Uzun Vadeli Sigorta Kolları İle Genel Sağlık Sigortasına İlişkin Düzenlemeler” açı(*) Prof. Dr. Ali Rıza Okur tarafından Seminer’de sunulan Tebliğ metnidir. - 88 - sından SGK, Sosyal Sigortalar Genel Müdürü İbrahim ULAŞ tarafından, “Prime İlişkin Yükümlülükler” açısından ise Doç. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU tarafından ele alınacaktır. Bu durumda bana “Sigortalılık ve İşyeri İle İlgili Yükümlülükler” başlığı altında, değişikliklerin ve yükümlülüklerin İŞYERİ ve SİGORTALILIK açısından değerlendirilmesi kalmaktadır. Seminer ana başlığında İŞLETMELERDEN, tebliğ başlıklarında ise İŞYERLERİNDEN söz ediliyorsa da, hedeflenen İŞVERENLERDİR. Sırayla önce İşveren (İşyeri, işletme) ve sigortalılık kavramlarına değinilecektir. Daha sonra da İşyeri ile ilgili değişiklik ve yükümlülükler ele alınacak, arkasından sigortalılıkla ilgili değişiklik ve yükümlülüklere yer verilecektir. Gerek işyeri, gerekse sigortalılıkla ilgili her yükümlülükten sonra, bunlara aykırı davranılması halinde, karşılaşılacak hukuki yaptırımlara da değinilecektir. Seminerin konusu “İŞLETMELER-İŞVERENLER” olduğu için, konular bağımsız çalışanlar ve kamu görevlileri açısından ele alınmayacak, işveren-işçi-işyeri kavramları ile sınırlı kalınacaktır. Her ne kadar Sosyal Güvenlik Reformunun temel amacı, TEK ÇATI- TEK YASA modelini gerçekleştirerek, hem yönetimde, hem de norm ve standart birliğinde yıllardır beklenen ve özlenen bir hedefi gerçekleştirmek idi ise de, yapılan yasal düzenlemeler bu hedefi yeterince gerçekleştirememiştir. II . KAVRAMLAR Konumuzla ilgili temel kavramlar İŞVEREN, İŞYERİ ve SİGORTALI kavramlarıdır. Önce bu kavramlara değinecek daha sonra da yükümlülükleri ve yaptırımları bu kavramlar açısından ele almaya çalışacağız. Kavram değişiklik ve yükümlülükleri ele alırken 506 s. Kanundan hareket edecek1, sonra 5510 s. Kanunun2 57543 ve 57634 sayılı kanunlarla değişik son şekli üzerinde durmaya çalışacağız. 1. İşveren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 4. maddesi işvereni, eski 1475 sayılı İş Kanununun 1. maddesine uygun olarak “bu kanunun uygulanmasında 2 nci maddede belirtilen sigortalıları çalıştıran gerçek 1 506 s. Sosyal Sigortalar Kanunu, RG. 29,30, 31.7.1964-1.8.1964, 11766-11779. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, RG. 16.6.2006, 26200. 3 5754 s.K., RG. 8.5.2008, 26870. 4 5763 s.K., RG. 26.5.2008, 26887. 2 - 89 - veya tüzel kişiler” olarak tanımlamıştır. Buna göre işveren sıfatı sigortalı çalıştırmanın bir sonucudur.5 4857 sayılı Yeni İş Kanunu6 işveren kavramını genişleterek, gerçek ve tüzel kişilik yanında, tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşları da işveren saymıştır (m. 2/I). Böylece 506 sayılı Kanunla 4857 sayılı Kanunun işveren tanımı arasında bir farklılık ortaya çıkmıştır. 5510 sayılı Kanun 12/I maddesinde işveren kavramını genişleterek, “sigortalı sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiler yanında tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşları” da işveren saymış ve İş Kanunu ile farklılığı kaldırmıştır. 5510 sayılı Kanun da 506 sayılı Kanun gibi (m. 4/III, IV), işveren vekili kavramına da yer vermiş ve yükümlülükler açısından işveren vekilini de işveren gibi sorumlu tutmuştur (m. 12/II). Ancak iki yasanın işveren vekili tanımı birbirinden farklıdır. 506 s.K. “işveren nam ve hesabına işin yönetimi görevini yapan kimseleri” işveren vekili sayarken, 5510 s.K. “işveren adına ve hesabına işin veya görülen hizmetin BÜTÜNÜNÜN yönetim görevini yapan kimseyi” işveren vekili sayarak, bu konuda 2821 s. Sendikalar Kanununun 2/V maddesindeki tanıma yaklaşmıştır. 5510 s. K.’nda ayrıca “geçici iş ilişkisi kurulan işveren ile “alt işveren” kavramlarına da yer verilmiş, bunlar da 5510 s.K.’nda öngörülen yükümlülükler açısından “asıl işverenle” birlikte, müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmuşlardır. Ancak iki yasanın işveren vekili tanımı birbirinden farklıdır. 506 s.K. “işveren nam ve hesabına işin yönetimi görevini yapan kimseler”i işveren vekili sayarken, 5510 s.K. “işveren adına ve hesabına işin veya görülen hizmetin BÜTÜNÜNÜN yönetim görevini yapan kimseyi” işveren vekili sayarak, bu konuda 2821 s.Sendikalar Kanununun 2/V maddesindeki tanıma yaklaşmıştır. 5510 s.K.’nda ayrıca “geçici iş ilişkisi” kurulan işveren ile “alt işveren” kavramlarına da yer verilmiş, bunlar da 5510 s.K.’nda öngörülen yükümlülükler açısından “asıl işverenle” birlikte, müştereken ve müteselsilen sorumlu tutulmuşlardır. Burada asıl işveren, alt işveren, aracı kavramları önem kazanmaktadır. Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kurulması için, asıl işverenin de kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekmektedir. İşveren kendisi işçi çalıştırmaksızın işin tamamını başka işverenlere bırakmış ve bunları kendi adlarına sigortalı çalıştırı5 6 Ayrıntı için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 164 vd; Tuncay/Ekmekçi, 241. RG. 10.6.2003, 25134. - 90 - yorsa, asıl işverenin sosyal sigorta yükümlülükleri söz konusu olmayacaktır.7 2. İşyeri 506 s.K. 5. maddesinde işyerini “… sigortalıların işlerini yaptıkları yerler” olarak tanımlamıştır. Ayrıca “…işin yürütümü ve niteliği bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi eklentiler ve araçlar” da işyeri kapsamına alınmıştır (m. 5/I). Böylece asıl işyeri, asıl işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar bir bütün oluşturmakta, kapsam, yükümlülük ve sorumluluğun kapsamı buradaki tüm çalışanları kapsayacak biçimde düşünülmektedir. 4857 s. Yeni İş Kanunu ekonomik ve teknolojik gelişmeleri de dikkate alarak işyerini yeniden tanımlamıştır. İş Kanunu’nun 2. maddesine göre işyeri”…mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birimdir”, “…işyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür” (m. 2/I, II). 5510 s. Kanun da benzer bir tanıma yer vermiştir. 11. maddeye göre, “işyeri, sigortalı sayılanların maddi olan ve olmayan unsurlar ile birlikte işlerini yaptıklarını yerlerdir” (m. 11/I). “İşyerine üretilen mal veya verilen hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler….eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır” (m. 11/II). İşte işverenin yükümlülük ve sorumlulukları, örgütlendiği ve yönettiği bu yerlerde çalışanlarla sınırlıdır.8 3. Sigortalı Daha önce değindiğimiz işveren ve işyeri kavramlarının temel amacı “sigortalı”dır. İşveren sigortalı çalıştıran gerçek, tüzel veya tüzel kişiliği olmayan, kişi, kurum veya birimlerdir. İşyeri de sigortalının işini yaptığı, işyeri, işletme veya diğer yerlerdir. Tüm yükümlülük ve sorumluluklar “sigortalı” kavramının çevresinde odaklanmıştır. Bu nedenle sigortalı kavramının sınırlarının özenle belirlenmesi gerekmektedir. Reformdan önce mevcut üçlü yapı içinde her yasa kendi “sigortalı” kavramını, ayrı ayrı tanımlamıştı. 506 s.K. zorunlu sigortalılığı 2. maddede tanımlamış, 3. maddede sigortalı sayılmayanları düzenlemiş7 Ayrıntı için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 164 vd; Tuncay/Ekmekçi, 244 vd; Tezel / Kurt, 69 vd. 8 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 177 vd; Tezel/Kurt, 62 vd. - 91 - ti. 85. maddede de isteğe bağlı sigortalılık düzenlenmişti. Kapsam açısından temel ölçü iş sözleşmesi ile çalışmak olmakla birlikte, bazı yasal düzenlemelerle iş sözleşmesi ile çalışmayanların bir kısmı da 506 s.K. kapsamına alınmıştı.9 5434 s.K.,10 12. maddede belli kurumlarda çalışan belli kişilerin T.C. vatandaşı olmak ve 18 yaşını bitirmek koşuluyla, T.C. Emekli Sandığı kapsamına alınacaklarını düzenlemişti. T.C. Emekli Sandığında asıl olan, zorunlu iştirakçilik yanında 2004 yılında 5234 s.K.’la11 isteğe bağlı sigortalılık da getirilmişti.12 1479 s.K.’nda13 24. maddede sigortalı saydıklarını ve saymadıklarını ayrı ayrı belirtmiş, 79. maddede de isteğe bağlı sigortalılığı düzenlemişti.14 5510 s.K. sigortalı kavramı konusunda tek ve kapsamlı bir tanım vermek yerine, kendisinden önceki üç temel sosyal güvenlik kanunlarındaki tanımları esas almış ve bazı değişikliklerle bunları alt alta sıralamıştır. 5510 s.K.’nun 3/6 maddesine göre SİGORTALI “kısa ve/veya uzun vadeli sigorta kolları bakımından adına prim ödenmesi gereken (ödenen?) veya kendi adına prim ödemesi gereken kişidir. Ancak yasa bu tanımla yetinmemiş, 4. ve 60. maddelerinde de sigortalı tanımına yer vermiştir. 4. maddede sigortalılık kısa ve uzun vadeli sigorta kolları bakımından, 60. maddede ise Genel Sağlık Sigortası bakımından tanımlanmıştır.15 a) Kısa ve uzun vadeli sigorta dalları bakımından Yasa burada sigortalıları çalışma tarzlarına göre üçe ayırmıştır: - Hizmet akdi ile çalışanlar (m. 4, I,a),16 - Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı olmaksızın 9 Akın, 28 vd.; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 104 vd. 5434 s.K., RG. 17.6.1949, 7235. 11 5234 s.K. RG.21.9.2004, 25590. 12 Ayrıntı için bkz. Akın, 24 vd.; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 521 vd. 13 1479 s.K. RG. 14.9.1971, 1395. 14 Ayrıntı için bkz. Akın, 34 vd.; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 634 vd. Maddedeki Türkçe bozukluğu prim ödenen veya ödenmesi gereken olarak düzeltilmelidir. 15 Akın kısa ve uzun vadeli sigorta dalları açısından sigortalı sayılanları “Sosyal Sigorta Sigortalılığı”, genel sağlık sigortası açısından sigortalılığı ise “Genel Sağlık Sigortalısı” olarak nitelemektedir (bkz.: Akın, Sigortalılığın Kapsamı, 26 vd, 38). Bizce Genel Sağlık Sigortası da bir sosyal sigorta dalı olduğundan “sosyal sigorta sigortalılığı” yerine, uzun olmakla birlikte “kısa ve uzun vadeli sigorta dalları açısından sigortalılık” terimini kullanmak bizce daha isabetli olacaktır. 16 4857 sayılı Yeni İş Kanunumuz artık “Hizmet Akdi” yerine “İş Sözleşmesi” terimini kullandığından, burada da “iş sözleşmesi” denmesi daha uygun olurdu. 10 - 92 - kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar (m. 4/I,b),17 - Kamu idarelerinde çalışanlar (m.4/I,c),18 Bu sigortalılar tam sigortalı, kısmi sigortalı olarak da bir ayrıma tabi tutulabilir.195510 s.K. 5. maddesinde “Bazı sigorta kollarının uygulanacağı sigortalılar” başlığı altında, beş grupta kısmi sigortalılığa da yer vermiştir (m.5,a,b,c,e,g).20 Bunlar, hükümlü ve tutuklular,21 aday çırak, çırak, meslek eğitimi öğrencileri,22 zorunlu staj yapan öğrenciler,23 T. İş Kurumu kursiyerleri,24 sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmamış ülkelerde iş üstlenen işverenlerin götürdüğü Türk İşçileridir.25 Ayrıca madde (c) bendinde Harp Malulleri ile 3713, 2330 sayılı yasa gereğince vazife malullüğü aylığı bağlanmış olanlarla ilgili özel düzenlemelere de yer vermiştir. 5510 s.K. bu düzenleme ile yetinmemiş, 6. maddede ayrıca sigortalı sayılmayanları da 12 grupta ayrıca düzenlemiştir. Bu düzenleme geniş ölçüde 506 s.K.’nla paralellik göstermektedir.26 27 17 Ancak bunların tamamı değil, ticari veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkar Siciline kayıtlı olanlar, anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirketlerin tüm ortakları ve tarımsal faaliyette bulunanlar sigortalı sayılabilecektir. 18 Bunların da tamamen değil, hizmet akdi ile çalışmayanlardan kadro ve pozisyonlarda devamlı çalışanlar ancak hizmet akdi ile çalışanlar gibi sigortalı olmaları öngörülmemiş olanlar; sözleşmeli çalışmalarına rağmen ilgili kanunlarında hizmet akdi ile çalışanlar gibi sigortalı olmaları öngörülmemiş olanlar; 657 s. Devlet Memurları Kanununun 86. maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar sigortalı olabilecektir. 19 Akın, Sigortalılığın Kapsamı, 30. 20 Maddenin d ve f bentleri 5754 sayılı Kanunla kaldırılmış ancak diğer bentler kendi aralarında teselsül ettirilmediğinden, bentler arasında hukuk tekniğine ters başlıklar oluşmuştur. 21 Burada sadece İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası ile Analık Sigortasından yararlanabilirler. 22 Bunlar sadece İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası ile Hastalık Sigortasından yararlanabilirler. 23 Bunlar sadece İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortasından yararlanabilirler. 24 Bunlara da sadece İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası uygulanır. 25 Bunlar kısa vadeli sigorta dallarından ve genel sağlık sigortasından yararlanabilir. Uzun vadeli sigorta dallarından ise, Türkiye’de ikamet etme şartı ile isteğe bağlı sigortalı olarak yararlanabilirler. Ancak bunlarda yasanın aradığı isteğe bağlı sigortalılık koşulları (m.50) aranmaz. 26 Bunlar ücretsiz çalışan eş, aynı konutta birlikte üretim yapan üçüncü dereceye kadar hısımlar, ev hizmetlerinde çalışanlar, askerlik hizmetini er veya erbaş olarak - 93 - b) Genel Sağlık Sigortası bakımından 5510 s.K. kısa ve uzun vadeli sigorta dalları açısından sigortalı sayılanların yanında, Genel Sağlık Sigortalısını ayrıca düzenlemiştir. Oldukça karmaşık olan bu düzenlemeye, ayrı bir tebliğ konusu olduğundan, sadece ana hatları ile değineceğiz.28 5510 s.K.’nun 60. maddesi genel sağlık sigortalılarını 8 grupta toplamıştır. Bunlar: - İş sözleşmesi (hizmet akdi) ile çalışanlar (m.4/I,a), - Kamu idarelerinde kadrolu veya sözleşmeli çalışanlar, açıktan vekil olarak atananlar (m.4,I,c/1,2). - Köy ve mahalle muhtarları ile bağımsız çalışanlar (m.4/I,b), - İsteğe bağlı sigortalılar (m.50), - Oturma izni almış yabancılardan, başka ülke mevzuatına göre sigortalı olmayanlar (m.60/d), - 4447 s.K.’na göre işsizlik ödeneği almakta olanlar (m.60/e), - Gelir veya aylık almakta olanlar (m.60/f), - Bunların dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanmayanlar (m.60/g). Ancak 5510 s.K. bununla da yetinmemiş ayrıca 9 ayrı grubu daha sağlık sigortalısı saymıştır.29 yapanlarla yedek subay okulu öğrencileri, yabancı kuruluşların Türkiye’de çalışan ancak kendi ülkesinde sigortalı olan temsilcileri, Sanat Okulları ile Yüksek okullarda eğitim süreci sırasındaki uygulama çalışmaları, rehabilite edilen hasta veya maluller, 18 yaşından küçük bağımsız çalışanlar ile kamu çalışanları, tarımda süreksiz çalışan işçilerle, tarım gelirleri aylık asgari ücretin altında kalan tarımda bağımsız çalışanlar (Ayrıntı için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 124 vd.). 27 Bu konuda bkz.: Güzel/Okur/Caniklioğlu, 117 vd.; Akın, Sigortalılığın Kapsamı, 45 vd. 28 Ayrıntı için bkz.: Okur, Sağlık Sigortası; Bostancı, 172 vd. 29 Bunlar düşük gelirli vatandaşlar (m.60/c, 1); vatansız ve sığınmacılar (m.60/c, 2); 2022, 1005, 3292, 2330 sayılı yasalar gereğince aylık alanlar (m.60/c, 3, 4, 5, 6); 2828 s. Kanun gereğince ücretsiz koruma, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlananlar (m.60/c, 7); harp malullüğü veya terör mağduru aylığı alanlar (m.60/c, 8); geçici köy korucuları (m.60/c, 9); 2913 s. Kanuna göre aylık alan sporcu ve aileleri (m.60/c, 10). - 94 - IV. YÜKÜMLÜLÜK ve YAPTIRIMLAR 1. İşyerini bildirme yükümlülüğü İşverenin sosyal sigorta yasalarından doğan yükümlülükleri, önce bir işyeri açması daha sonra da burada sigortalı çalıştırmaya başlamasıyla devreye girer. a) 506 s.Kanuna göre 506 s.K., 8. maddesinde “işyerini bildirme” yükümlülüğünü düzenlemiştir. Buna göre, işveren örneği Kurumca hazırlanacak işyeri bildirgesini en geç sigortalı çalıştırmaya başladığı tarihte Kuruma doğrudan vermek veya iadeli taahhütlü olarak göndermek zorundadır.30 Şirket kuruluşu aşamasında sigortalı çalıştırmaya başlayacağı tarihi ve sigortalı sayısını beyan eden şirketlerin ticaret sicili memurluklarına yaptıkları bildirimleri, Ticaret Sicil memurları tarafından ON GÜN içinde ilgili Kurum ünitesine gönderilir ve bu bildirim Kuruma yapılmış sayılır. Bildirgeyi süresinde Kuruma göndermeyen memur hakkında 140. maddenin (a) fıkrası uyarınca işlem yapılır. 140. maddede 1 aydan 3 aya kadar idari para cezası öngörülmüştür (m.8/II).31 Kurum bildirgeyi veren işverene alındığına ilişkin bir belge verir veya gönderir (m.8/III). Bildirgenin verilmemesi veya geç verilmesi Kanunda öngörülen hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz (m.8/IV). Valilikler, belediyeler ve ruhsat vermeye yetkili diğer merciler, yapı ruhsatı verdikleri inşaatları, bir ay içinde Kuruma bildirmekle yükümlüdürler (m.8/VI). 8. madde ayrıca işyerinin devri veya intikali halinde yeni işvereni de bildirge vermekle yükümlü tutmuştur (m.8/V9. İşyerinin miras yolu ile intikali halinde ise yeni işveren işyeri bildirgesini ölüm tarihinden itibaren üç ay içinde vermekle yükümlü tutulmuştur. 30 İşyerini ve sigortalıları bildirim yükümlülüğü başlangıçta “bir aylık bir süreye bağlı idi (bkz.. Tunçomağ, 1990, 184). Bu sürenin kötüye kullanılması nedeniyle maddenin 1. fıkrasında 1999 yılında yapılan değişiklikle bu süre kaldırıldı ve işyeri bildirgesinin işçi çalıştırılmadan önce Kuruma doğrudan verilmesi öngörüldü. Ancak bu hükmün doğurduğu sakıncalar karşısında madde 2003 tarihinde 4958 s.K.’la değiştirilerek işyeri bildirgesi verme tarihi sigortalı çalıştırılmaya başlandığı tarihe kadar uzatıldı (Güzel/Okur/Caniklioğlu, 180, dn. 323). 31 İdari para cezası, Bilanço esasına göre defter tutmak zorunda olan işverenler için 3 aylık, diğer defterleri tutan işyerleri için 2 aylık ve defter tutmak zorunda olmayan işyerleri için de 1 aylık asgari ücret kadardır (m. 102/I). - 95 - b) 5510 sayılı Kanuna göre Yeni Kanun da, işyerini bildirme yükümlülüğü konusunda 506 s.K.daki esasları benimsemiş, ancak şirketlerin nevi değiştirmesi veya işyerinin yer değiştirmesi hallerinde daha ayrıntılı düzenlemeler getirmiştir. Aslolan işverenin sigortalı çalıştırmaya başlayacağı tarihe kadar işyeri bildirgesini Kuruma vermesidir (m.11/III). Ticaret sicili memurları da şirket kuruluş aşamasında kendilerine bildirilen sigortalılar ve bunların işe başlama tarihlerini en geç ON GÜN içinde Kuruma bildirmek zorundadırlar. 5510 s.K2nun 11/IV. Maddesine göre 6762 s. TTK hükümlerine tabi şirketlerin nevilerinin değişmesi, birleşmesi veya diğer bir şirkete katılması halinde, değişikliğin ticaret siciline tescilinin ilanını izleyen on gün içinde, adi şirkete ortak olunması durumunda ise yeni ortağın alındığı tarihi izleyen on gün içinde, durum işyeri bildirgesi ile Kuruma haber verilmelidir (m. 11/IV). İşyerinin başka bir İl’e nakledilmesi, işin veya işyerinin başka bir işverene devri veya intikali halinde, devir veya nakil tarihinden itibaren ON GÜN içinde, işyeri miras yoluyla intikal etmişse ölüm tarihinden itibaren ÜÇ AY içinde devralanla veya mirasçılar tarafından işyeri bildirgesi ile Kuruma bildirilmelidir (m. 11/V). İşyeri aynı il sınırları içinde fakat başka bir ünitenin görev alanına taşınmışsa, sadece adres değişikliğinin yazı ile bildirilmesi yeterlidir (m.11/V, son cümle). Bu bildirimler dışında işyerleri yetkili memurlar aracılığı ile de tescil edilip kapsama alınabilir. Bunlar Sigorta Müfettişleri, Yoklama Memurları ve diğer denetim elemanlarıdır.32 Aynı işverenin birden fazla işyeri varsa her işyeri için aynı işyeri bildirgesi verilecektir.33 Aynı işverenin aynı işkolunda birden çok işyeri varsa işletme olarak bunlar için tek işyeri bildirgesi verilecek ve tek sicil numarası alınacaktır (2822 s.K. m. 3). Aynı ünite bölgesinde, devamlı mahiyette işlem gören aynı işverene ait işyerleri, yazılı talep halinde tehlike sınıfı en yükseği veya 32 Tezel/Kurt, 63; Kurt, 39; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 180 vd; Olgaç, 24. Tezel/Kurt, 64; Kurt, 39; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 180 vd; Güzel, Önemli Ek Yükümlülükler, 29. 33 - 96 - aynı olanlar altında gruplandırılarak değerlendirilir, tek dosyada veya birden çok dosyada toplanabilir.34 Asıl işin ayrıntısı veya tamamlayıcısı niteliğinde olan ve sigortalıların birbirine karışmayan, ayrı ve bağımsız yürütülen işler bağımsız işyeri sayılır ve ayrıca bildirilir.35 İşyeri bildirgesi ile birlikte, yerleşim belgesi, imza sirküleri, işveren vekilini ait onaylı vekaletname ve imza sirküleri, tutulacak defter türünü gösteren belge de Kuruma bir ay içinde verilmelidir. İşyeri bildirgesi veren işverene bir İŞYERİ SİCİL NUMARASI verilir. Bu numara Mahiyet Kodu, İşkolu Kodu, Ünite Kodu, Sıra Numarası, İl Kodu, İlçe Kodu, Kontrol Numarası ve varsa geçici iş ilişkisi kurulan İşveren Numarası ile Alt İşveren Numarası’ndan oluşur. c) İşyeri dosyalarının işlemden kaldırılması İşyeri yanlış ve yersiz tescil edilmişse Ünite tescil işlemini iptal eder. Aynı işyeri için birden fazla sicil numarası verilmişse sonrakiler iptal edilir. İptal edilen sicil numaraları başkasına verilmez.36 d) İşyeri bildirgesi verilmemesi İşveren işyeri bildirgesi vermemişse işyeri: - Kurum veya kamu kurum ve kuruluşlarının denetim ve kontrollerinde düzenlenen durum tespit tutanağına, - İhale makamları, ruhsata tabi işlerde ruhsat makamından veya ilgili kurumlardan (vali, kaymakam, belediye, çalışma müdürlükleri, vergi daireleri) alınan bilgilere, - Mahkeme tespit kararlarına, ticaret sicil memurluklarının bildirimlerine göre resen tescil edilecektir.37 e) İşyerini bildirmemenin yaptırımı İşverenin işyeri bildirgesi vermemesi veya geç vermesi sosyal sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmaz. İşyerinin kanun kapsamına girmesi gereken tarihten itibaren o işyerinde çalışan işçiler sosyal sigorta haklarından yararlanırlar.38 34 Tezel/Kurt, 64; Kurt, 39. Tezel/Kurt, 65; Kurt, 40. 36 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 183. 37 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 184. 38 Tunçomağ, 186. 35 - 97 - İşyeri bildirgesi vermemenin bir sonucu resen tescil, diğeri de idari para cezasıdır. aa) İdari para cezası 5510 sayılı Kanunun 102/b maddesine göre Kanunun 11. maddesinde düzenlenen “işyeri bildirgesi verme yükümlülüğünü”, Kurumca belirlenen süre, şekil ve usule uygun vermeyenler veya internet, elektronik veya benzeri ortamda göndermekle zorunlu oldukları halde göndermeyenler hakkında; - Bilanço esasına göre defter tutmak zorunda olanlar için aylık asgari ücretin iki katı tutarında, - Defter tutmak zorunda olmayanlar için de bir aylık asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanacaktır.39 bb) İdari para cezasına itiraz İdari para cezası ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren tahakkuk eden miktar Kuruma yatırılmalı veya 15 gün içinde Kurum ilgili ünitesinde itiraz edilmelidir. İtiraz takibi durdurur. İtirazın reddi üzerine, itirazın reddi kararının tebliği tarihinden itibaren 30 gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurulabilir.40 Bu süre içinde başvuru olmazsa idari para cezası kesinleşir (m. 102/IV). Mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenmeyen idari para cezaları, gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte (m.89) tahsil edilir (m. 102/VI). 2. Sigortalıyı bildirme yükümlülüğü Sigortalı olmak hem bir hak, hem de bir yükümlülüktür. Bu konuda kişinin iradesinin bir etkisi yoktur. Kişi istese de istemese de belirli koşulların varlığı halinde sigortalı olmak zorundadır. Bu zorunluluk önce Anayasa’da yer almıştır. Anayasa’nın 60. maddesine göre “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir./. Devlet bu güvenliği sağla39 102. maddenin (b) fıkrası üç kademeli bir idari para cezası düzenlemiş ve ölçü olarak asgari ücreti almıştır. Ancak 5510 sayılı yasanın geneline egemen olan özensizlik burada da görülmektedir. (1) ve (2). Bentlerde “asgari ücret”ten, (3). Bentte ise “aylık asgari ücret”ten söz edilmektedir. (1) ve (2)’de de “aylık asgari ücret” denmeliydi. Ayrıca şekli sistematik açısından önce rakam sonra harf kullanılmalıydı. 40 Tuncay/Ekmekçi, 442 vd. - 98 - yacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar”. Bu temel esas 506 s. Kanunun 6. maddesinde daha açık bir biçimde ifade edilmiştir: Çalıştırılanlar, işe alınmalarıyla kendiliğinden “sigortalı” olurlar. Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümleri sigortalının işe alındığı tarihten başlar. Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez. a) 506 sayılı Kanuna göre 506 s. Kanunun 9. maddesinde çalıştırılan sigortalıları bildirme yükümlülüğünü düzenlemektedir. Bu maddeye göre işveren çalıştıracağı kimseleri, işe başlatmadan önce örneği Kurumca hazırlanacak “sigortalı işe giriş bildirgesi” ile Kuruma bildirmek veya iadeli taahhütlü posta ile göndermek zorundadır. Bu bildirim süresi içinde yapılmazsa, bildirim sonradan verilse veya Kurum sigortalı çalıştırıldığını sonradan tespit etse de, daha önce meydana gelmiş olan iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortası yardımları Kurumca sağlanır. Ancak bu durumlarda Kurumca yapılan ve ilerde yapılması gereken her türlü masrafın tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddedeki tarifeye göre hesabedilecek sermaye tutarları 26. maddedeki sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir (m. 10).41 9. maddedeki bildirim yükümü 1999 yılında 4447 s.K. değiştirilmeden önce işyeri bildirgesinde olduğu gibi 1 aydır. Bu uygulamada kaçak işçi çalıştırmayı kolaylaştırmakta ve idari para cezası uygulamasını engellemekteydi. 4447 değişikliği ile bildirimin işe başlatılmadan yapılması öngörüldü.42 b) 5510 sayılı Kanuna göre 5510 s.K., 506 s.K.’un 6. maddesinde yer alan temel esasları, 7., 8., ve 92. maddelerinde düzenlenmiştir. 7. maddeye göre sigortalılık fiilen çalışmayla başlar. 92. maddeye göre kısa ve uzun vadeli sigorta kapsamındaki kişilerin ise genel sağlık sigortalısı olması zorunludur. Maddedeki Türkçe özensizliği 41 42 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 142 vd.; Tuncay/Ekmekçi, 252. Güzel/Ocak, 149; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 147. - 99 - hemen kendisini göstermektedir. Birinci cümlecikte bunu tekrarlamanın hiç gereği yoktu (m. 92/I). Kanunda yer alan sigorta hak ve yükümlülüklerini ortadan kaldırmak, azaltmak, vazgeçmek veya başkasına devretmek için yapılan sözleşmeler geçersizdir. 5510 s.K. ayrıca sigortalılara da çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç bir ay içinde kendilerini Kuruma bildirme yükümlülüğü getirmiş, ancak buna herhangi bir yaptırım bağlamamıştır (m.8/II). 5510 s.K. 506 s.Kanundan farklı olarak, sigortalılığı sona erenlerin de ayrıca Kuruma bildirilmesini istemiştir. Bu işverenler için önemli bir ek yük getirmektedir (m.9).43 İşyeri yeni faaliyete başlıyorsa bildirim bir ay içinde yapılacaktır (m.8/V). Bu düzenleme ile 506 s.Kanundaki işyeri açılışını izleyen 2. günden itibaren işe girenlerin yol açtığı sıkışıklık giderilmiş olmaktadır.44 9. madde ayrıca sigortalılığın sona ermesini de düzenlemiştir. İş sözleşmesi ile çalışanlar açısından sigortalılık, iş sözleşmesinin sona erdiği anda bitmiş olacağından, işverenin sigortalıya karşı yükümlülükleri de bu tarihte sona ermiş olacaktır.45 c) Sigortalıyı bildirmemenin sonuçları Gerek 506 s.K. gerekse 5510 s.K., kuruma bildirilmeyen sigortalılar için resen tescil yolunu açık tutmuştur. aa) Resen tescil 506 s. Kanunun 4958 s.Kanunla değişik 79/VII’ye göre, “fiilen veya işyeri kayıtlarından tespit edilecek her türlü bilgiden ya da kamu kuruluşları tarafından düzenlenen belge veya alınan bilgilerden çalıştığı tespit edilen sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde bu belgeler Kurumca resen düzenlenir”. 5510 sayılı Kanunda bu yöndeki düzenlemelere yer vermiştir.46 Buna göre, “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendi43 Tezel/Kurt, 53. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 147. 45 Güzel, Önemli Ek Yükümlülükler, 29; Olgaç, 24. 46 Ekmekçi, 80. 44 - 100 - rilmiş memurlarınca, fiilen yapılan denetimler sonucunda veya işyeri kayıtlarından yapılan tespitlerden ya da kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatı gereğince yapacakları soruşturma denetim ve incelemeler neticesinde veya kamu kurum ve kuruluşları ile bankalar tarafından düzenlenen belge ve alınan bilgilerden çalıştığı anlaşılan sigortalılara ait olup, bu Kanun uyarınca Kuruma verilmesi gereken belgelerin yapılan tebligata rağmen bir ay içinde verilmemesi veya noksan verilmesi halinde bu belgeler Kurumca resen düzenlenir ve muhteviyatı sigorta primleri Kurumca tespit edilerek işverene tebliğ edilir. İşveren bu maddeye göre tebliğ edilen prim borcuna karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde ilgili Kurum Ünitesine itiraz edebilir. İtiraz takibi durdurur. İtirazın reddi halinde, işveren kararın tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde yetkili İş Mahkemesine başvurabilir. Yetkili mahkemeye başvurulması prim borcunun takip ve tahsilini durdurmaz”. bb) Tespit davası İşverence aylık prim ve hizmet belgeleri verilmeyen veya çalıştıkları Kurum tarafından tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonunda başlayarak 5 yıl içerisinde İş Mahkemesine başvurarak ispatlayabilirlerse, mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır (m. 86/IX). c) Bildirim yükümlülüğüne aykırılık; idari para cezası 5510 s.K. sigortalının (m.8) veya genel sağlık sigortalısının bildirilmesi halinde ayrıca idari para cezası da öngörmüştür. 102/a maddesine göre “8. maddenin 1. fıkrası ile 61. maddede belirtilen bildirgeyi, bu Kanunda belirtilen süre içinde ya da Kurumca belirlenen şekle ve usule uygun vermeyenler veya Kurumca internet, elektronik veya benzeri ortamda göndermeyenler hakkında her bir sigortalı için asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanacaktır. 3. Prim Belgesi Verme Yükümlülüğü a) Genel Olarak 506 s.Kanunda 79. maddede düzenlenmiş olan bu yükümlülük, 5510 s.Kanunun 86. maddesinde hükme bağlanmıştır.. Ancak 506 s.K. konuyu sadece işçiler açısından ele almışken, 5510 s.K., her üç çalışan grup için (işçi, bağımsız, kamu çalışanı) konuyu düzenlemiştir. Biz - 101 - burada konuyu sadece işçiler açısından, işverenin bir yükümlülüğü olarak ele alacağız. İşveren bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların: - Ad , soyadı ve T.C. kimlik numaralarını, - Prime esas kazançlarını, - Prim ödeme gün sayıları ile prim tutarlarını, gösteren ve örneği kurumca belirlenecek asıl veya ek aylık prim ve hizmet belgesini ait olduğu ayı izleyen ayda Kurumca belirlenecek sürenin sonuna kadar Kuruma vermek zorundadır. İşveren o ay içinde sigortalı çalıştırmamışsa, bu husus da sigortalı çalıştırmaya son verdiği tarihten itibaren 15 gün içinde Kuruma bildirilmelidir (m. 86/I). İş Kanununun 7. maddesi gereğince geçici (ödünç) iş ilişkisi kurulmuşsa, işçiyi devralan işveren de belgelerin verilmesi açısından devreden işverenle birlikte sorumludur (m.86/III). Ay içinde bazı günler çalışılmamış ve ücret ödenmemişse, otuz günden az çalışıldığını gösteren belgeleri işveren aylık prim ve hizmet belgelerine eklemelidir (m. 86/IV). BU belgelerin süresinde verilemesi veya verilen bilgi ve belgelerin Kurumca geçersiz sayılması halinde, otuz günden az bildirilen sürelere ait aylık prim ve hizmet belgesi Kurumca resen düzenlenir ve primler işverenden tahsil edilir (m. 86/V). b) Prim belgesi vermemeye ilişkin idari para cezaları 5510 s.Kanunun 102. maddesi 86. maddenin değişik fıkralarına aykırılığa farklı idari para cezaları bağlamıştır. 86. maddenin 1. fıkrası uyarınca verilmesi gereken belgeleri Kurumca belirlenen usule uygun vermeyen veya internet, elektronik veya benzeri ortamda göndermeyenlere ger fiil için: - Belge asıl ise, aylık asgari ücretin iki katını geçmemek üzere, belgede kayıtlı her sigortalı için aylık asgari ücretin 1/5’i tutarında, - Belge ek ise, aylık asgari ücretin iki katını geçmemek üzere, ek belgede kayıtlı her sigortalı için aylık asgari ücretin 1/8‘i tutarında, - Ek belgenin 86/V’e göre resen düzenlenmesi halinde, aylık asgari ücretin iki katını geçmemek üzere, belgede kayıtlı her sigortalı için aylık asgari ücretin yarısı tutarında, - 102 - - Belgenin mahkeme kararı veya denetimle görevli kişi veya kurumlarca yapılan incelemeler sonucu eksik olduğu veya gerçek kazancı yansıtmadığı anlaşılırsa, belgenin asıl veya ek olup olmadığı, işverence düzenlenip düzenlenmediği dikkate alınmaksızın aylık asgari ücretin iki katı tutarında, idari para cezası uygulanır. 4. Belgeleri Saklama Yükümlülüğü a) Genel olarak İşveren, işyeri sahipleri, işyeri defter kayıt ve belgelerini, ilgili oldukları yılı takip eden yıl başından başlamak üzere on yıl süreyle saklamak ve kurum denetim ve kontrol memurlarınca istenmesi halinde de, 15 gün içinde ibraz etmek zorundadırlar (m.86/II). Saklama yükümlülüğü, kamu idareleri açısından 30 yıl, tasfiye ve iflas idaresi memurları açısından da görev süreleri ile sınırlı olarak belirlenmiştir. b) Belgeleri Saklamaya İlişkin İdari Para Cezası 86/II’deki belgeleri saklama ve talep halinde ibraz yükümlülüğünü Kurumca yapılan yazılı ihtara rağmen 15 gün içinde mücbir sebep olmaksızın tam olarak yerine getirmeyenlere: - Bilanço esasına göre defter tutmakla yükümlü olanlar için aylık asgari ücretin 12 katı tutarında, - Diğer defterleri tutmakla yükümlü olanlar için aylık asgari ücretin altı katı tutarında, - Defter tutmak zorunda değil iseler aylık asgari ücretin 3 katı tutarında idari para cezası uygulanır. İbraz edilen defterler süresinden sonra tasdik ettirilmiş ise tasdikten önceki kısmı, işçilikle ilgili giderler işlenmemiş defterler, usulsüz ve noksan tutulmuş defterler geçerli sayılmaz. 5. İlgililere Bilgi Verme Yükümlülüğü a) Genel olarak 5510 s.Kanunun 59/II. Maddesine göre”…işverenler ve sigortalılar ile işyeri sahipleri, tasfiye ve iflas idaresi memurları, işle ilgili gerçek ve tüzel kişiler, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarına bilgi vermek üzere çağrıldıkları zaman gelmek, gerekli olan defter, belge ve delilleri getirip göstermek ve vermek, görevlerini yapmaları için her türlü kolaylığı sağlamak ve bu yoldaki - 103 - isteklerini geciktirmeksizin yerine getirmekle yükümlüdürler.47 b) Bilgi verme yükümlülüğünün yaptırımı; idari para cezası 5510 s.Kanunun 102/d maddesine göre Kurumun defter ve belge incelemeye yetkili denetim ve kontrol memurları ve diğer yetkililerce hazırlanan raporlara istinaden Kuruma eksik bildirildiği tespit edilen işçilik tutarının mal edildiği her bir ay için aylık asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası uygulanır. 6. Belgelerin Asılması a) Genel olarak 506 s.K. 79/IV. maddede çalışan sigortalıları ve çalıştıkları sürerlin işyerinde ilanını öngörüyordu. Benzer bir düzenleme 5510 s.Kanunun 86/VI. maddesinde daha ayrıntılı biçimde yer almıştır.48 Bu düzenlemeye göre “sigortalıyı çalıştıran işveren ile alt işveren ve iş görme edimini yerine getirmek üzere sigortalıyı geçici olarak devralan işveren, aylık prim ve hizmet belgesinin Kurumca onaylanan bir nüshasını sigortalının çalıştığı işyerinde, birden ziyade işyeri olması halinde ise sigortalının çalıştığı işyerinde, birden ziyade işyeri olması halinde ise sigortalının çalıştığı her işyerinde ayrı ayrı olmak üzere Kuruma verilmesi gereken sürenin son gününü takip eden günden başlanarak, müteakip belgenin verilmesi gereken sürenin sonuna kadar, sigortalılar tarafından görülebilecek bir yere asmak zorundadır. b) Belgeleri asmamanın yaptırımı: idari para cezası 5510 s.Kanunun 102/f maddesine göre aylık prim ve hizmet belgelerini süresinde Kanuna uygun biçimde asmayanlara, aylık asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası uygulanacaktır. SONUÇ 5510 s.Kanunun tümüne hakim olan aksaklıklar “işverenin işyerine ve sigortalılıkla ilgili yükümlülüklerinde” de kendisini göstermektedir. - Yer yer Türkçe bozuklukları vardır. - Maddelerin ifadesi açık değildir, zor anlaşılmaktadır. 47 48 Güzel, Önemli Ek Yükümlülükler, 29. Ekmekçi, 80. - 104 - - Yoğun iç atıflar anlamayı zorlaştırmaktadır. - “Ceza hukukunun temelini oluşturan suçta ve cezada kanunilik” ilkesi idari para cezaları konusunda da uygulanması gerekirken, cezalandırılacak filler ve bunlara verilecek cezalar açık değildir. - İdari para cezasının miktarı, işyerinin büyüklüğüne ve işçi sayısına bağlanmıştır. Ancak büyüklüğün ölçüsü olarak tutulan defterin türü esas alınmıştır. Bunun yeterli bir ölçü olamayacağı açıktır. - İdari para cezasının miktarı asgari ücrete bağlanmıştır. Ancak bazı fiillerde asgari ücretin 12 katına kadar çıkılmakta, bazı fiillerde de ceza her sigortalı için ayrı ayrı tahakkuk ettirilmektedir. Böylece bazı olaylarda işveren cezalandırılmak istenirken, işletme de ağır hasara uğratılmakta, hatta işletmenin kapanmasına kadar gitmektedir. Sonuçta tüm işçiler, cezalandırılmış, işsiz ve yoksul bırakılmış olmaktadır. - Bütün bunlar dışında kayıt dışılık gerçeği de göz önünde tutulmalıdır. - 105 - KAYNAKLAR Akın, Levent: “Anayasa Mahkemesinin İptal Kararı Sonrasında Sigortalılığın Kapsamı ve Primli Rejimle Bağdaşması”, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunları ve Gerçekler Sempozyumu, İstanbul 2007, 22-55, (Sigortalılığın Kapsamı). Akın, Levent: “Sigortalılık Kavramı Açısından Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısının Değerlendirilmesi”, AÜHFD, 2005, 2005, 21-63 (Akın). Caniklioğlu, Nurşen: “5510 sayılı Yasa Tasarısının Getirdiği Ek Yükümlülükler”, İşveren D., Nisan 2008, 34-38. Ekmekçi, Ömer, “5510 sayılı Yasada İşveren Yükümlülükleri”, Sosyal Güvenlikte Yeni Dönem ve İşveren Yükümlülükleri Semineri, İstanbul 2006. Güzel, Ali/Demircioğlu, Murat: İşverenin Sosyal Sigorta Yükümlülükleri ve Sorumluluğu, İTO, İstanbul 2001. Güzel, Ali, “5510 sayılı Yasa ile Getirilen Önemli Ek Sosyal Sigorta Yükümlülükleri”, İşveren D., Aralık 2006, 28-31 (Önemli Ek Yükümlülükler). Güzel, Ali/Ocak, Saim: “5510 sayılı Yasa İle İşverenlere Getirilen Ek Sosyal Sigorta Yükümlülükleri”, Legal, İSGHD, 2007, Sayı:13, 138-186. Güzel, Ali/Okur, Ali Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, Beta, 11. Bası, İstanbul 2008. Kurt, Resul, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan 5754 sayılı Kanun (Karşılaştırmalı ve Açıklamalı), Mayıs 2008. Olgaç, Cüneyt; Sosyal Güvenlik Reformunda İşverenlere Getirilen Yükümlülükler ve Avantajlar, Sosyal Güvenlik Dünyası, Say: 49, Mayıs-Haziran 2008, 2426. Tezel, Ali/Kurt, Resul, Sosyal Güvenlik Reformu, Yorum ve Açıklaması, Yaklaşım, İstanbul 2008. Tuncay, Can/Ekmekçi, Ömer: Sosyal Güvenlik Hukuku’nun Esasları, Legal, İstanbul 2008. Tunçomağ, Kenan: Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, Beta İstanbul 1990, 5. Bası. - 106 - OTURUM BAŞKANI- Sayın Hocam çok teşekkür ederiz. Hocam, bir-iki not aldım. Burada devlet memuru var; o konuşamaz, bunlara cevap veremez, onun için ben cevaplandıracağım. Hocam diyor ki, “Bu kanunu hazırlarken bize sormadılar.” Hocam, ben Sosyal Güvenlik Kurumunun Yönetim Kurulu Üyesiyim, bu kanunu uygulayacaklardan biriyim; bize de sormadılar. Bu gerçek. “Aceleye getirildi” deniyor; Hocam bunu doğru söylüyor. Çünkü, bu iş geçmişte bir hayli sürüncemede kalmıştı, yeni Bakanımız geldiği zaman, bunu bir an evvel devreye sokmak için hakikaten insanüstü gayretler sarf etti. Gene böyle Oturum Başkanıydım, bizim Profesör Ekmekçi verdi veriştirdi ve hepsinin ucu da bana dokundu. “Yahu Hoca, bir dakika, Allah’ını seversen sus, biz daha yönetmeliğini yapmadık, bir şey yapmadık, ama durmadan konuşuyorsun” dedik. Gene Hocam diyor ki, “hukukçu bulunmadı, lisanı itibarıyla çarpık çurpuk bir şey.” Biz yönetmeliği çıkarırken diyoruz ki, “Kardeşim, biz ortaya bir gereksinim koyabiliriz ama, bunu kanun maddesi olarak yazamayız, biz hukukçu değiliz.” Bunu hukuk lisanında yazmak ayrı bir sanat işidir. Bizim toplantılarımıza, yönetmeliğimize hiçbir zaman hukukçular gelmiyor. Niye gelmedi? “Yahu, hukuka sorarsanız işler karışır” diyorlar. Şimdi sen bunları söyleyemezsin; ben senin adına söylüyorum. Dedi ki, “işverene bu ağır yükleri yüklerseniz ya işyerini kapatır yahut da iş yeri açmaz.” Yok be Hocam, iş yeri açar da, kayıtsız açar, kafese girmez. Bizim gibi niye bunların içerisine girsin? İşyeri açar, bu kanunu da bir tarafa öteler, gider. Bunlar hakikaten bir gerçek. Biraz da, hava dağılsın diye bunları size şaka yollu söylüyorum. Hocamın bir şeyine katılıyorum. Devletle, işveren arasında bir kopukluk var; ben de bir işveren temsilcisi olarak oradayım. Bazı şeyleri dile getiriyoruz; diyoruz ki, işverenin canı burnunda, zaten zor soluyor, siz bunu böyle yaparsanız, bunun üstüne bu kadar fazla giderseniz bıktırırsınız, usandırırsınız yapmayın etmeyin. Mesela “alt işveren” konusu var; ben İstanbul dışından geldiğim için onun son sözlerine yetiştim. İlk alt işveren düzenlemesi şöyleydi: - 107 - İş müfettişi gelecek, muvazaa var mı yok mu diye tespit edecek, kararı kesin olacak. Bir dakika; bir müfettiş gelecek, karar verecek ve buna da hiç itiraz hakkımız yok, öyle mi? Yok. Olur mu? Mahkemesi falan olmalı, eğer mahkeme varsa, bunun üst mahkemesi de olmalı dedik. Siz bir şey için mahkemeye gidiyorsanız, taraflardan biri buna itiraz ederse üst mahkemeye gider; ben hukukçu değilim ama, böyle olması lazım değil mi Hocam? Sayın Bakanımla Bursa’da gece saat 2-3’lere kadar toplantı yaptık. Uykumuz da geldiği için “Tamam, tamam” deyip geçtik. Orayı ya atlamış ya da üzerinde fazla duramamış ki olduğu gibi öyle geçmiş. PROF. DR. ALİ RIZA OKUR- Efendim, sizin bu son cümleniz üzerine bir açıklama yapabilir miyim? OTURUM BAŞKANI- Buyurun Hocam. PROF. DR. ALİ RIZA OKUR- Hocam şöyle dediler: “Gece yarısı dalmışız ve o yasa öylece geçmiş.” “Çelişki var, bozukluk var, bu niye böyle aksadı” diye bazı bürokratlarla soruyoruz, “O gece yarısı hükmü, onun için öyle geçmiş” diyorlar. OTURUM BAŞKANI- Çok değerli Sosyal Sigortalar Genel Müdürümüz İbrahim Ulaş Bey çok dikenli bir tarlanın üzerinde oturuyor, oraya atanmış. Hakikaten işi zor. Bir defa, para toplayacak. O parayı biraz zor topluyor. Çok sevdiğimiz bir Genel Müdürümüz efendim. Kısaca kendisini dinleyelim. Zorlukları anlatacaktır. Buyurun İbrahim Bey. İBRAHİM ULAŞ (Sosyal Güvenlik Kurumu Sosyal Sigortalar Genel Müdürü)- Sayın Başkanım teşekkür ederim. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonumuzun değerli yöneticileri ve Türkiye Personel Yönetimi Derneğimizin değerli yöneticileri, temsilcileri; öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum. Efendim, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunuyla getirilen yenilikleri kısa ve uzun vade hükümler yönünden ele almaya, sunmaya çalışacağım. Aynı zamanda, sosyal güvenlik sistemimizle ilgili de birtakım genel bilgilerimiz var; onları da sunumun başında ifade etmeye çalışacağım. Gerek 5510 Sayılı Kanun, gerek İstihdam Paketi ve diğer yasalarla ilgili sabahki oturumda ve az önce değerli Hocamız tarafından - 108 - dile getirilen eleştirilere, görüşlere teşekkür ediyorum. Sunumun sonunda bunlarla ilgili birkaç konuya kısaca temas etmekte fayda görüyorum. Onları da birazdan arz etmeye çalışacağım. Efendim, sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili genel bilgileri başlangıçta vermemizde fayda var. Ülkemizde SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı kapsamında 15 milyon aktif sigortalı bulunmaktadır. Bunların bakmakla yükümlü oldukları kişiler ve emekli olanlarımızın kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler de dahil edildiğinde, 60 milyona yaklaşan nüfusumuz sosyal güvenlik kapsamında olmaktadır. Yeşil Kartlı vatandaşlarımıza da dahil ettiğimizde, kabaca yüzde 90 oranında bir nüfusumuzun sosyal güvenlik sistemi içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıdaki Tabloda devredilen üç kurum itibarıyla aktif sigortalı sayıları, büyüklükleri gözükmektedir; SSK’de 9 milyon 100 bin, BAĞ-KUR’da 3 milyon 400 bin, Emekli Sandığında 2 milyon 400 bin aktif sigortalı bulunmaktadır. Genel olması bakımından bunlar 2007 yılı verileridir; şu an itibarıyla biraz daha yüksek sayıdayız. Aktif Sigortalı Sayıları (Milyon Kişi) Alttaki Tabloda, aktif sigortalı sayıları ve dosya bazında emekli sayılarımızla birlikte, aktif-pasif oranının 1.97 olduğunu görmekteyiz. Bu da, 2007 yılı Aralık ayı itibarıyla gerçekleşen tablo. - 109 - Mevcut Kurumlar: SİGORTALI VE EMEKLİ DOSYA SAYILARI SOSYAL SİGORTA PROGRAMLARINDAKİ SİGORTALI VE EMEKLİ DOSYA SAYILARI (2007 Aralık) 1- AKTİF SİGORTALI SSK BAĞ-KUR EMEKLİ SANDIĞI GENEL TOPLAM 9.159.894 3.376.300 2.44.680 14.980.874 2- EMEKLİLER 4.398.134 1.650.860 1.547.386 7.596.380 TOPLAM 13.558.028 5.027.160 3.992.066 22.577.254 60,05% 22,27% 17,68% 100,00% 2,08 2,05 1,58 1,97 TOPLAM İÇİNDEKİ PAYI (%) AKTİF/PASİF ORANI (1)/(2) Burada dikkat çekmek istediğimiz konu, aktif-pasif oranının düşüklüğüdür. Bildiğiniz gibi, “4” olması gerektiği bilinen aktif-pasif oranının 2007 sonu itibarıyla 1.97 olduğu görülmektedir. 2007 yılı sonu itibarıyla gerçekleşen rakamlar çerçevesinde Sosyal Güvenlik Kurumunun geliri 56 katrilyon, gideri 81 katrilyon ve açık olarak da Hazineden transfer edilen tutar 33 katrilyon liradır. Yalnız, bu 33 katrilyon lira içerisinde, Hazinenin üstlendiği, genel bütçenin görevleri içerisinde yer alan, Kurumun yaptığı ödemeler, -ki bunlar faturalı ödemeler olarak bilinmektedir- çıkıldığında gerçek açık 25 katrilyon lira olmaktadır. Sosyal Güvenlik - Mali Yapı (2007 Yılı 12 aylık fiili nakit akım tablosuna göre) (Milyon YTL) SSK Bağ-Kur Emekli S. TOPLAM 33.813 6.299 16.762 56.875 29.563 5.742 8.746 44.052 46.628 13.458 21.829 81.915 Emekli Aylıkları 29.410 8.102 14.800 52.312 Sağlık Gideri 14.738 3.052 2.194 19.984 Fark 12.815 7.159 5.067 25.040 Transfer 14.156 6.229 12.675 33.060 Gelir Prim Geliri Gider Sosyal güvenlik reformuna neden ihtiyaç duyulmuştur; bununla ilgili de birkaç veriyi ele almakta fayda var. - 110 - Yaş aralıkları itibarıyla, genç nüfustan yaşlı nüfusa doğru bir skalamız var. 2005 yılı itibarıyla baktığımızda, genç bir nüfus yapısına sahip olduğumuz burada rahatlıkla görülmekte. 2026, 2050 ve 2075 yılları itibarıyla bakıldığında, hızla yaşlanan bir nüfus yapısına doğru gittiğimiz ortaya çıkmaktadır. 2026 ve 2050 yılındaki tablolarda, giderek yaşlanan bir nüfus yapısının bizleri beklediği görülmektedir. Nüfus Yapısındaki Değişim; Genç bir nüfuza sahibiz fakat hızla yaşlanıyoruz Sabahki oturumda TİSK Başkanımız Sayın Kudatgobilik tarafından da ifade edildi; 2005 yılından sonra nüfusun yaşlanma yapısına geçiş süreci içerisinde bizi bir fırsat beklemekte. Genç nüfus yapımızdan dolayı bu fırsatı ülkemizin çok iyi değerlendirmesi gerekmektedir. Burada, değişik ülkeler itibarıyla aktif-pasif oranları yer almakta… Aşağıdaki Tabloda, çalışabilir nüfus dediğimiz 20-59 yaş arası nüfusun 60 yaş üzerindeki nüfusa oranı yer almakta. Ülkemizde bu oranın 6,2 olduğu görülmektedir. Bu da, ülkemizin potansiyeli bakımından, aktif sayısı itibarıyla 6,2 olabileceğini göstermektedir. - 111 - Alttaki grafik çizgileri, devredilen üç kuruma ait oranları göstermekte; üstteki tek çizgi de, bu üç kurumun bileşeninden oluşan grafik çizgisidir. Görüldüğü üzere yıllar itibarıyla artan bir seyirle gayri safi milli hasıladan sosyal güvenlik kurumları açıklarına kaynak aktarılmaktadır. Sosyal güvenlik sistemlerinin özellikle ciddi açıklar vermeye başladığı 1994 yılından 2007 yılı sonuna kadar gerçekleşen açıkların, Hazine borçlanma faizleriyle güncellenmiş değerinin 2007 yılı sonu itibarıyla 853 katrilyon lira olduğu görülmektedir. 2007 yılı itibarıyla gayri safi milli hasılamızın 646 katrilyon lira olduğu düşünüldüğünde, bu meblağın; 1 yıllık milli hasılamızın daha üzerinde bir tutar, toplam iç borç stokumuzun 2 katından fazla ve kamu borç stokumuzun da yaklaşık 2 katı civarında olduğu görülmektedir. Bu durum da, sosyal güvenlik reformunun kaçınılmazlığını büyük ölçüde ortaya koymaktadır. Transferlerin Boyutu Ekonomik İstikrarı Tehdit Eder Niteliktedir Sisteme aktarılan son on üç yıllık transfer faizde değerlendirilseydi ne olurdu? 2007 sonu Milyar YTL SSK, BK ve ES’nın 1994-2007 arası açıklarının Hazine borçlanma faizleriyle güncellenmiş değeri 853 Toplam iç borç stoku 266,3 Toplam kamu borç stoku (brüt) 357,7 GSMH (2007) 646,9 Toplam İç Borç Stoğu ve Kamu Borç Stoğu Rakamları Hazine Kamu net borç stoğu tablosundan alınmıştır. GSMH DPT tahminidir. Ülkemizde aktif dönemde çalışılan her hizmet yılı için emekli aylığı bağlama oranının diğer ülkelere göre yüksek olduğu aşağıdaki grafikten görülmektedir. - 113 - Her hizmet yılı için hak edilen emekli aylığı bağlama oranı yüksek… Burada, değişik gelişmişlik seviyelerine ve nüfus yapılarına sahip çok sayıda ülke bulunmaktadır. Bu ülkeler içerisinde Türkiye’deki aylık bağlama oranının çok yüksek olduğu, en fazla orana sahip olduğu görülmektedir. Aşağıdaki tablomuzda da, imalat sanayi verileri dikkate alınmak suretiyle ortalama kazanç ile emekli aylığının mukayesesi yer almakta. Değişik ülkeler itibarıyla bu oranlarda farklılık görülmekle birlikte, en yüksek oranın Türkiye’de olduğu tablodan çıkmaktadır. Emekli Aylıklarının Ortalama Ücrete Oranı (Net), (2007 Verileri) Ülke İngiltere Belçika Almanya Fransa Polonya Macaristan Türkiye OECD Ort. Ort.Kazanç (SGP) 43.881 $ 41.151$ 45.898$ 32.199 $ 15.858 $ 13.682 $ 16.788 $ 30.156 $ Emekli Aylığı / Ortalama Ücret % 41,1 % 63,0 % 58,0 % 63,1 % 74,9 % 102,2 % 104,0 % 70,1 Kaynak: OECD, Pensions at a Glance 2007 - 114 - Aktif dönemdeki ortalama ücret-emekli aylığı mukayesesinde ortalama ücretin daha yukarısında bir emekli aylığı bağlandığı tablodan görülmektedir. Sosyal güvenlik reformunu gerekli kılan nedenlerden bir tanesi de, emekli aylıklarının, çalışma süresinde elde edilen ücretlerin bir fonksiyonu olması gerekirken, bu bağın bulunmamasıdır. Bu farklılıklar Emekli Sandığında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Nitekim, aktif dönemde yatırılan prim, alınan ücret konusundan daha fazla, emekli olduğu tarihteki ek göstergesi ve diğer görev unvanları dikkate alınarak aylık bağlanmaktadır. SSK’de asgari ücretli olarak çalışan bir sigortalımıza emekli olduğunda asgari ücretin daha üzerinde bir aylık bağlanması söz konusudur. BAĞ-KUR’da da, basamak sistemi itibarıyla, en son ödediği basamak tutarından daha yüksek tutarda bir emekli aylığı bağlanmaktadır. Aşağıdaki Tabloda, değişik unvanlar itibarıyla 25 yıllık sigortalılık süresi ve 9000 prim gün sayısı bulunan kişilerin aktif dönemde ödedikleri primle kendilerine ödenecek emekli aylıklarının mukayesesi vardır. Örneğin bir daire başkanına baktığımızda, aktif dönemde sosyal güvenlik sistemine ödediği primin yaklaşık 2.5 katını emeklilik döneminde almaktadır. Diğer unvanlar itibarıyla da, aktif dönemden daha yüksek olduğu görülmektedir. ERKEK SİGORTALI İÇİN; 25 Yıl Sigortalılık ve 9000 Gün Prim Ödeme Süresi Sonucu; 50 Yaşında Erkek Sigortalının ES Tabi Kadrolardaki Prime Esas Kazançlarına Göre Prim Gelirleri YAŞ PRİME ESAS KAZANÇ KADROSU YAŞAM BEKLENTİSİ Hizmetli 50 Öğretmen Daire Başkanı 76 Genel Müdür SİGORTALIYA BAĞLANAN EMEKLİ AYLIĞI MALİYETİNİN ALINAN PRİME ORANI ES SSK* BAĞ-KUR* 1,53 1,52 1,73 1,85 1,28 1,64 2,55 1,28 1,64 4,03 0,97 1,57 * Emekli Sandığına Tabi Hizmetli, Öğretmen, Daire Başkanı ve Genel Müdürün Prime Esas Kazançları Üzerinden SSK ve Bağ Kur'un Topladığı Primi ve Karşılığında Bağlanan Aylığı Karşılama Oranını İfade Etmektedir. Hesaplamada sadece yaşlılık aylığının sağlık dahil alınan prime oranı gösterilmektedir. Malullük, Ölüm ve Sağlık için yapılacak harcamalar yer almamaktadır. - 115 - Aşağıdaki Tabloda, yine farklı ülkeler itibarıyla kadın ve erkek sigortalılarımız bakımından emeklilik yaşları bulunmaktadır. Bakıldığında, esas itibarıyla 65’li yaşlarda bir yoğunlaşma, fazlalık görülmektedir. EMEKLİLİK YAŞLARI (YIL) ÜLKELER KADIN ERKEK YUNANİSTAN 65 65 İSPANYA* 65 65 İRLANDA 65 65 İTALYA 60 65 HOLLANDA 65 65 PORTEKİZ 65 65 İSVEÇ 65 65 LİTVANYA 59 62,5 POLONYA 60 65 SLOVENYA 63 65 KIBRIS 65 65 MACARİSTAN 62 62 NORVEÇ 67 67 İSVİÇRE 64 65 AMERİKA ** 65 65 Kaynak: Avrupa Birliği ve Avrupa Ekonomik Alanındaki Ülkelerin Sosyal Koruma Alanında Ortak Bilgi Sistemleri, 2006, (MISSOC-2006) Edward Whitehouse " OECD, Latin Amerika/Karayipler, Doğu Avrupa/Merkez Asya Ülkelerinde Emeklilik Sistemi Analizi",OECD-2003 *İspanya'da tehlikeli işlerde çalışanların emeklilik yaşlarında farklılıklar oluşabilmektedir. ** 2027 yılına kadar kademeli olarak 67'ye yükseltilecektir. Bu tablomuz, bilimsel bir çalışmaya dayalı olarak, 2040’lı yıllar için 65 yaşında olan bir vatandaşımızın ülkemiz açısından yaşam beklentisini ortaya koymakta. Aynı şekilde, diğer farklı ülkeler itibarıyla - 117 - da bu yaşam beklentileri yer almaktadır. Bu şunu ifade etmektedir: 2040 yılına geldiğinizde, 65 yaşında olan bir kişinin ortalama hangi yaşa kadar yaşayacağını gösteren bir çalışmadır; bu da “80” ve “83” olarak tabloda görülmekte. Dünyada Emeklilik Yaşları ve Yaşam Beklentisi Ülke Emeklilik Yaşı Yaşam Beklentisi* Kadın Erkek Kadın Erkek Macaristan 62 62 85,0 80,8 Almanya 65 65 86,6 83,2 Japonya 65 65 88,7 85,8 ABD 67 67 87,3 83,8 Slovakya 62 62 85,1 81,1 Meksika 65 65 84,8 80,9 Polonya 60 65 85,6 81,5 Türkiye 58 (44) 60 (48) 83,0 80,0 *2040 yılı için, 65 yaşındaki bir kişinin yaşam beklentisidir. Bu tablomuz, sosyal güvenlik sistemimizin açıklarını göstermekte. 2002 yılından 2075 yılına kadar yapılan öngörüye dayalı bir çalışmadır. - 118 - Üstte gördüğümüz grafik çizgisi, sosyal güvenlik reformunun yapılmaması hâlinde karşı karşıya kalacağımız tabloyu göstermektedir. Buradan görüldüğü üzere, giderek hızla artan bir gayri safi milli hasılanın sosyal güvenlik açıklarına gideceğini ortaya koymaktadır. Alttaki grafik çizgileri de, sosyal güvenlik reformu sonucunda ulaşılacak açıkları göstermektedir. Burada da, sosyal güvenlik reformunun yapılmasıyla birlikte bu açıkların tedricen makul bir seviyeye ineceğini göstermektedir. Sosyal güvenlik reformu dört ana unsurdan oluşmaktadır: Bunlardan birisi, emeklilik sigortası, tek emeklilik sigortası rejimi; diğeri, bütün nüfusu kapsayan, eşit hak ve mükellefiyetlere sahip genel sağlık sigortası düzenlemesi; üçüncü unsur, primsiz ödemelerin toplulaştırılması, tek elden yürütülmesi; son unsur da, sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleştirilmesidir. Bu dört unsurdan üçü gerçekleşmiş durumdadır; bildiğiniz gibi, 2006 yılı Mayıs ayında 5502 Sayılı Kanunla SSK, BAĞ-KUR, Emekli Sandığı, Sosyal Güvenlik Kurumu çatısı altında birleştirildi. Bu yasal birleşmenin akabinde, uygulama bazında da, gerek merkezde, gerek taşrada birleşme çalışmaları önemli mesafeler aldı. Şu anda taşramızda 81 il müdürlüğümüz faaliyete geçmiş durumda, merkezde ise, bütün birimler itibarıyla tek yapıya geçilmiş durumda. Emeklilik sigortası rejimi ve genel sağlık sigortasıyla ilgili olarak da, 2006 yılında yasalaşan 5510 Sayılı Kanunun bazı hükümlerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine, birtakım değişiklikler yapılmak suretiyle 5754 Sayılı Kanun 8 Mayıs 2008 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Bu değişikliklerle birlikte söz konusu kanun hükümleri bütünü itibarıyla Ekim ayında yürürlüğe girecektir. Primsiz ödemeler konusunda da çalışmalar hızla devam etmekte. Onda da bir yasal düzenleme çalışması önümüzdeki dönemde gerçekleşecektir. Sosyal güvenlik reformuyla ana parametrelerde yapılan değişiklikler konusuna geldiğimizde, bunlardan bir tanesi “yaş” konusudur. 4447 Sayılı Kanuna göre 2000 yılından sonra ilk defa işe giren kadın sigortalılar 58, erkek sigortalılar ise 60 yaşında emekli olacaklardır. - 119 - Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda mevcut çalışanların emeklilik yaşı konusunda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu kanunda, 2036 yılında emekli olacak kişiler, sigortalılar bakımından değişiklik bulunmaktadır. 2036 yılından sonra prim ödeme gün sayısını dolduran sigortalılar bakımından, kademeli bir artışla 2046, 2048’li yılında 65 yaş uygulanacaktır. Burada getirilen önemli bir kolaylık şudur: Bildiğiniz gibi, daha öncesinde, 2036 yılından itibaren kademeli bir artışla emeklilik yaşı 65’e çıkmaktaydı, yeni yasada, sigortalının emekli olabilmesi için gerekli olan prim ödeme gün sayısını doldurduğu tarihte geçerli olan yaştan emekli olması öngörülmüştür. Bu şunu ifade etmektedir: 2010 yılında işe giren bir sigortalıyı düşündüğümüzde, hizmet akdiyle çalışıyorsa, 20 yıl sonra, 2030 yılında prim gün sayısını, 7200 günü dolduracaktır ve 2030 yılında da geçerli olan yaş kadınlarda 58, erkeklerde 60 olduğuna göre, bu sigortalımız, hangi tarihte emeklilik işlemi yaptırırsa yaptırsın emeklilik yaşı 58-60 olarak uygulanacaktır; keza 2036’ya kadar da bu aynı şekilde devam ettirilecektir. Prim ödeme gün sayısı itibarıyla SSK’liler bakımından, hizmet akdiyle çalışanlar bakımından 7000 gün olan gün sayısı 7200 güne çıkarılmıştır; diğer, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı kapsamında olanlar bakımından ise, prim gün sayısında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır, 2000’den sonra işe girenlerde uygulanan 9000 gün burada da korunmuştur. Değerli katılımcılar, aylık bağlama oranı bildiğiniz gibi, SSK, BAĞ-KUR’da ilk 10 yıl yüzde 3.5, takip eden 15 yılda yüzde 2, daha sonraki yıllarda yüzde 1.5 uygulanmaktaydı. Ortalama itibarıyla baktığımızda, 25 yıllık bir hizmet süresinde; SSK, BAĞ-KUR’da yüzde 2.6’ya tekabül etmektedir, Emekli Sandığında ise, yüzde 50 oranına, kaç hizmet yılı çalışmışsa, o hizmet yılı sayısı eklenmekte, ona göre bir oran bulunmaktadır. Burada da, ortalama yüzde 3’tür. Yeni yapılan düzenlemeyle, aylık bağlama oranı yüzde 2 olarak belirlenmiştir. Yalnız, mevcut sigortalılar bakımından, bu kanundan önce çalışması olan ve 3600 günden az prim gün sayısı bulunan sigortalıların eksik kalan, kanundan sonra geçen her 360 günü için yüzde 3 aylık bağlama oranı öngörülmüştür. Bunun da, müktesep hakları koruyan bir düzenleme olduğunu söyleyebilirim. - 120 - “Güncelleme katsayısı” şunu ifade etmektedir: Aktif dönemde çalışılan, elde edilen ücretlerin, kazançların emeklilik tarihine ne şekilde taşınacağı konusudur. Mevcutta, SSK, BAĞ-KUR’da, TÜFE ve gelişme hızının tamamı dikkate alınarak bu güncelleme katsayısı uygulanmaktadır. Bu yasa ile TÜFE’nin tamamı ve gelişme hızının da yüzde 30’unun alınması öngörülmüştür. Yüzde 30 oranının tespiti de, gayri safi milli hasılanın hesaplanmasında üretim unsurlarından emeğin payı dikkate alınarak bulunan bir orandır. Bu da, uzun yıllar ortalaması olarak yüzde 26,2 gibi bir oran olmuştur; sosyal taraflarla yapılan görüşmede bu oranın yükseltilmesi talebi karşısında yüzde 30 olarak yasalaşmıştır. Alt sınır aylığı da, 2000’den sonra 4447 Sayılı Kanunda aylık bağlandığı tarihteki asgari ücretin yüzde 35’i olarak bulunmaktadır. Yeni yasada alt sınır aylığı; aktif dönemdeki hizmetin geçtiği yıllara ait asgari kazançların güncellenmiş değerinin yüzde 35’i, eğer eşi veya bakmakla yükümlü olduğu çocuğu varsa yüzde 40’ı olarak belirlenmiştir. Aylıkların arttırılmasıyla ilgili olarak da, bildiğiniz gibi, SSK, BAĞ-KUR’da bu TÜFE artış oranlarıyla arttırılmaktadır. Zaman zaman çıkan değişik yasalarla, TÜFE dışında oransal arttırımlar da 2003 yılından bu tarafa yapılmıştır. Memurlar bakımından, memur maaş katsayısıyla emekli aylıkları artışı belirlenmektedir. Bu kanunda; SSK, BAĞ-KUR ve ilk defa işe girecek kamu görevlileri bakımından emekli aylıklarının TÜFE ile arttırılması düzenlenmiştir, mevcut kamu görevlileri bakımından ise, yine mevcutta olduğu gibi, emekli olduklarında aylıkları memur maaş katsayısıyla arttırılacaktır. Malullük aylığı bakımından baktığımızda; Bakıma muhtaç olanlar bakımından, Emekli Sandığında 5 yıl ve 1800 gün şartı vardır. Yeni yapılan düzenlemeyle, malullük aylığında, 10 yıllık sigortalılık ve 1800 gün prim günü şartı getirilmiştir. Sürekli başkasının bakımına muhtaç derecede malul olanlar bakımından ise, sigortalılık süresi şartı aranmaksızın yalnızca 1800 gün üzerinden malullük aylığının bağlanması öngörülmüştür. Ölüm aylıklarında; - 121 - * SSK’de 5 yıl sigortalılık ve 900 gün, * BAĞ-KUR’da 1800 gün, * Emekli Sandığında 3600 gün, aranmaktadır. Yeni yasal düzenlemede 1800 prim gün sayısı şartı aranmaktadır; SSK’li olanlar, hizmet akdiyle çalışanlar bakımından ise, borçlanılan süreler hariç olmak üzere, 5 yıllık sigortalılık süresi ve 900 gün üzerinden aylık bağlanması öngörülmektedir. Mevcutta emekli olan sigortalılarımızın sosyal güvenlik destek primleri şöyle: * SSK’ye tabi tekrar çalışmaya başlamaları hâlinde yüzde 30 destek primi alınmaktadır. * BAĞ-KUR’a tabi bir işte çalışmaları hâlinde yüzde 10 oranında destek primi alınmakta. Yeni yasa düzenlemesinde, emekli olanların SSK’ye tabi çalışmaları hâlinde yüzde 30 oranına ilaveten ayrıca kısa vade primi de alınmaktadır. O oranlar da yüzde 31 ila yüzde 36.5 arasındadır. * BAĞ-KUR’a tabi çalışmaları hâlinde ise, tarımsal faaliyetler hariç tutulmuştur, 2008 yılı için yüzde 12 oranı uygulanacaktır ve takip eden yıllarda birer puan attırılmak suretiyle en son yüzde 15 oranında destek primi alınacaktır. Bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ilk defa çalışmaya başlayan kişilerin emekli olmaları hâlinde: * SSK kapsamında bir işte çalışmaları veya kamu görevlisi olarak çalışmaları hâlinde aylıkları kesilecektir. * BAĞ-KUR’a tabi çalışmaları hâlinde destek primi uygulaması aynen devam edecektir. * Mevcut sigortalılar bakımından da, destek primi uygulaması belirttiğimiz oranlar itibarıyla aynı şekilde devam edecektir. Kamu görevlilerine ilişkin düzenlemeler itibarıyla bakıldığında, mevcut kamu görevlilerine aylık bağlama şartları; aylıkların hesabı, güncelleme katsayısı, aylık bağlama oranı ve alınacak prim bakımından 5434 Sayılı Kanuna tabi olacaklardır. - 122 - Bu kanun yürürlüğe girdikten sonra kamu görevlisi olacaklar bakımından ise, bugün itibarıyla SSK, BAĞ-KUR kapsamında saydığımız kişilere ne uygulanıyor ise onlara da aynı mevzuat, aynı hükümler uygulanmaya başlayacaktır. Kısa vadeli sigorta uygulamaları itibarıyla baktığımızda, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortasına ilişkin hükümler eski ve yeni kamu görevlilerine uygulanmayacaktır. İş kazası ve meslek hastalığı sigortası yerine kamu görevlilerinde vazife malullüğü ikame edilmiştir. Mevcut uygulanmakta olan vazife malullüğü konusu daha da genişletilerek, yeni hâliyle, mevcut kamu görevlileri ve ilk defa işe girecek olan kamu görevlilerine uygulanacaktır. Geçici iş göremezlik ödeneği bakımından SSK uygulamasında herhangi bir değişiklik yoktur. Buraya ilk defa giren BAĞ-KUR sigortalılarına bu imkân getirilmiştir. Onlara da, iş kazası ve meslek hastalığı sigortasında yatarak tedavide veya analık sigortasında ayakta veya yatarak tedavide geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi imkanı sağlanmıştır. Burada, hak etme bakımından geriye doğru 1 yıllık sürede aranan 120 gün şartı SSK’de 90 güne indirilmiştir. Kısa vadeli sigorta kolları bakımından BAĞ-KUR sigortalıları için iki önemli sigorta kolu bu yeni düzenlemeyle hayata geçmektedir: Bunlardan bir tanesi, iş kazaları ve meslek hastalıkları sigorta kolu; diğeri, analık sigortasıdır. Daha öncesinde, bildiğiniz gibi, BAĞ-KUR’da iş kazası ve meslek hastalığıyla analık sigortası bulunmamaktaydı; bu yasayla ilk defa bu sigorta kolları BAĞ-KUR’lular için hayata geçmektedir. Emzirme ödeneği: Sosyal tarafların temsilcilerinin de bulunduğu Kurumumuz Yönetim Kurulu teklifi ve Sayın Bakanımızın onayıyla belirlenecek miktar üzerinden hem SSK, hem BAĞ-KUR’lulara her doğum için ödenecektir. “Sürekli iş göremezlik geliri” dediğimiz de, iş kazası ve meslek hastalığı sigortasına bağlı olan bir ödeme türüdür. Bu, BAĞKUR’lular için de artık imkân dahiline getirilmiştir. İsteğe bağlı sigorta düzenlemeleri itibarıyla mevcutta SSK’de 1080 gün, Emekli Sandığında 10 yıllık hizmet aranmaktayken, bu süre şartları yeni yasayla kaldırılmıştır. - 123 - Bu yasayla, isteğe bağlı sigortalılara sağlık sigortasından, sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir. Sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerde bulunan Türk vatandaşlarına da, Türkiye’de yaşayan vatandaşlarımız gibi, isteğe bağlı sigortadan yararlanma ve prim ödeme imkanı getirilmiştir. Burada getirilen önemli değişikliklerden bir tanesi de, kısmi zamanlı çalışan, part-time çalışanlar bakımından, 30 günden eksik sürelerini isteğe bağlı olarak tamamlama imkânı verilmiş bulunmaktadır. Genel sağlık sigortasına ilişkin düzenlemeler itibarıyla baktığımızda, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, mevcut uygulamada, SSK’de 90 gün, eş ve çocuklar bakımından 120 gün, BAĞKUR’da da 240 gün prim ödeme şartı bulunmaktadır. Bu yeni yasamızda gerek BAĞ-KUR, gerek SSK’liler ve diğer genel sağlık sigortalıları bakımından hak etme süresi 30 gün olarak belirlenmiştir. Mevcut uygulamada, BAĞ-KUR sigortalılarının sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için hiçbir prim borçlarının bulunmaması şartı varken, bu yasayla, BAĞ-KUR sigortalılarının 60 günlük borçlarının bulunması hâlinde dahi sağlık yardımlarından yararlanmaları imkânı getirilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken konulardan bir tanesi de, mevcut uygulamada, yeşil kart verilebilmesi için, aile içinde kişi başına düşen gelirin net asgari ücretin 3’te 1’inden daha az olması şartı bulunmaktadır. Bu yasayla, “net asgari ücret” yerine “brüt asgari ücret” esas alınmak suretiyle, bunun 3’te 1’inden daha az aile içinde kişi başına düşen gelir mevcut ise, bu kişilerin primlerinin devlet tarafından karşılanması öngörülmektedir. Şayet, 3’te 1’i ila brüt asgari ücret arasında kişi başına gelir düşüyorsa, bunlardan da alınacak prim 213 YTL’nin yüzde 12’sidir; bu da aşağı yukarı 25-26 YTL gibi düşük bir miktar olarak görülmektedir. Burada da, değişik gelir düzeylerine göre genel sağlık sigortası prim miktarları görülmektedir. Genel sağlık sigortasında yapılan belki en önemli değişiklik, 18 yaşını doldurmamış olan çocukların, anne babalarının sigortalı olup olmadığı, sigortalı iseler borcunun olup olmadığı veya başka bir şart aranmaksızın sağlık hizmetlerinden yararlanmaları imkânının getirilmiş olmasıdır. - 124 - Genel sağlık sigortası katılım payı üst sınırı bakımından da, asgari ücretin yüzde 75’i oranında bir miktar belirlenmiştir. Acil hâllerde, iş kazası ve meslek hastalığı hâllerinde, bulaşıcı hastalıklarda ve 18 yaşını doldurmamış çocuklar bakımından 30 gün prim ödeme ve diğer borcu olup olmama gibi şartlar aranmamaktadır. Sağlık hizmeti bedellerinin belirlenmesi: Kurumumuz, Bakanlığımız ve diğer ilgili kurumların katılımıyla oluşturulan Fiyatlandırma Komisyonunca belirlenmektedir. İlave ücret olarak bakıldığında, bugüne kadar sigortalılardan alınacak ilave ücretlerle, farklarla ilgili bir sınırlama olmamasına rağmen, bu yasayla, özel sağlık hizmeti sunucularının ve vakıf üniversitelerinin, belirlenen fiyatların ancak 1 katına kadar, -ki bu oranı da Bakanlar Kurulu belirlemektedir, yetki Bakanlar Kurulumuza verilmiştiren son Bakanlar Kurulu kararıyla bu oran yüzde 30 olarak tespit edilmiştir. Sınır konulması bakımından bunun olumlu bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Cenaze ödeneği de aynı şekilde, sosyal taraflarımızın temsilcilerinin bulunduğu Yönetim Kurulumuz teklifi ve Bakan onayıyla belirlenecektir. Bu yasada önemli düzenlemelerden bir tanesi de, tarım sigortalıları ve köy muhtarlarının sigortalılık durumlarıdır. Bunlar, 15 günlük prim ödemek suretiyle 30 günlük hizmet kazanma imkânına kavuşmuş olmaktadırlar. Bu da, tarım sektörümüz bakımından önemli bir düzenlemedir. Bu yasayla, BAĞ-KUR’lular bakımından basamak sistemi kaldırılmaktadır. BAĞ-KUR’luların asgari ücret ila asgari ücretin 6.5 katı arasında beyan edecekleri tutar üzerinden prim alınacaktır. Hâlen uygulanan yüzde 40 oranındaki prim, yüzde 33.5 ila yüzde 39 arasında değişecektir; yapılan işin risk oranına bağlı olarak bu oranlar belirlenecektir. Birden fazla şirket ortaklığı olması hâlinde ise, yine alt sınırı asgari ücretle 6.5 katı arasında tek bir beyanda bulunulacaktır. Yurtdışına götürülen Türk işçileri bakımından, genel sağlık sigortası ve kısa vade sigortası zorunlu tutulmuş, uzun vadeli sigorta kollar ise isteğe bağlı bırakılmıştır. Mevcutta, Türkiye’de bulunan - 125 - yakınları sağlık yardımlarından faydalanamamakta iken, bu düzenlemeyle artık sağlık yardımı alabileceklerdir. Yurtdışı borçlanmasında hâlen günlük 3.5 dolar uygulanmaktadır. Bu yeni düzenlemede, asgari ücret ile asgari ücretin 6.5 katı arasında sigortalı tarafından tespit edilecek tutarın yüzde 32’si günlük tutara çevrilmek suretiyle bir borçlanma imkânı vardır. Bulgaristan’dan zorunlu göçe tabi tutulan vatandaşlarımız da, bu Yasayla yurtdışı borçlanması hakkını elde etmişlerdir. Kadın sigortalılarımız bakımından getirilen iki önemli düzenlemeyi ifade etmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi, sürekli bakıma muhtaç özürlü çocuğu bulunan kadın sigortalılarımıza, bu kanundan sonra geçen hizmet sürelerinin 4’te 1’i gün sayılarına ilave edilecektir ve yaş hadlerinden indirilecektir. Erken emekli olmalarına bir şekilde katkı sağlayacaktır. Diğer taraftan, doğumdan sonra ücretsiz izin alan kadın sigortalılarımıza, iki doğumla sınırlı olmak kaydıyla her doğumda 2 yıllık sürelerini borçlanabilme imkânı getirilmiştir. Evlenme ödeneği: BAĞ-KUR’dan aylık alan kız çocuklarına önemli bir imkân getirilmektedir. Şimdiye kadar BAĞ-KUR’lu kız çocuklarında evlenme ödeneği yoktu. Bu yasayla, 2 yıllık aldıkları aylık tutarını evlenme ödeneği olarak alabileceklerdir. Yaşlı ve özürlü aylığı olarak bildiğimiz, kamuoyunda yaklaşık 80-81 bin kişinin icra takibine maruz kalması konusunda da, getirilen düzenlemeyle, bunların geri alınmaması, terkin edilmesi yönünde bir düzenleme yapılmıştır; bu da, bu durumdaki vatandaşlarımızın mağduriyetini önlemiştir. Kayıt dışı istihdamla ilgili bu yasada getirilen düzenlemelerden bir tanesi şu: Kurum ve diğer ilgili kuruluşlar müşterek olmak kaydıyla, ücretlerin bankalar üzerinden ödenmesi konusunda işverenleri zorunlu tutmaya yetkili kılınmıştır. Ücretlerin bankalar üzerinden ödenmesi konusu, Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı ve Kurumumuz tarafından hâlen üzerinde çalışılan bir konudur. Değişik kriterler itibarıyla, uygulamanın hangi iş yerlerinden başlatılacağı ve kademeli ola- 126 - rak ne şekilde geliştirileceği konusunda ikincil mevzuat çalışmaları devam etmekte. Kayıt dışılık konusunda bu yasayla getirilen diğer önemli bir düzenleme de, kamu idareleriyle bankalara, belirlenecek olan birtakım işlemlerinde sigortalılık sorgulaması yapma yükümlülüğüdür. Bunun, kayıt dışılık konusunda çok mesafe aldıracak bir düzenleme olduğunu bir uygulayıcı olarak ifade etmek istiyorum. Hangi işlemlerde bu sorgulamanın yapılacağı, bankalarla müşterek yapılan toplantılarda önemli ölçüde netleşmiştir. Elektronik altyapı konusunda da Bilgi İşlem birimimiz çalışmakta. Ekim ayından önce, bu altyapı da hazırlanmak suretiyle, bankalarda ve kamu idarelerinde yürütülen birtakım işlemlerde sigortalı olup olmadığı yönünde sorgulama işlemleri de başlatılmış olacaktır. Kayıt dışılıkla ilgili idari para cezaları arttırılmıştır; bu da, önleme konusunda bir katkı sağlayacaktır. Kayıt dışılıkla ilgili ilaveten birkaç şey söylemek istiyorum. Bu yasal düzenlemelerle beraber, uygulamayla ilgili üzerinde çalıştığımız diğer birkaç konu daha bulunmaktadır: Bunlardan bir tanesi, Kimlik Bildirim Kanunu dolayısıyla, bazı iş yerlerimizin mülki amirliklere, kolluk kuvvetlerimize verdikleri bildirimlerin Kuruma alınmasının sağlanmasıdır. O bildirimler düzenli alınmaya başlanmıştır. Diğeri; Maliye Bakanlığı muhtasar beyanname kayıtlarının sosyal güvenlik birimlerinde görüntülenmesi sağlanmıştır. Bu şekilde, karşılıklı mukayese imkânı elde edilmiştir. Diğer birtakım kamu kurum ve kuruluşlarının yaptıkları işlemler dolayısıyla, çalışanlara ait listelerin Kuruma alınması ve bunların sigortalı kaydının olup olmadığı konusunda da ünitelerimizde çalışmalar başlatılmıştır. Buralardan da mesafeler, sonuçlar almaya başladık. Bu yasal düzenlemelerle beraber kayıt dışılık konusunda daha ileri düzeyde sonuçlar alacağımızı düşünüyoruz. Bildiğiniz gibi, Sosyal Güvenlik Kurumu “Alo 170 İhbar Hattı”nı da açtı. Çalışanlarımız tarafından buraya gelen ihbarlar ünitelerimiz tarafından anında değerlendirilmekte ve sonuçlandırılmaktadır. Efendim, ana hatlarıyla sosyal güvenlik reformu bunları içermektedir. Bütün hükümleri itibarıyla Ekim ayında yürürlüğe girecektir. - 127 - Yasayla ilgili bir-iki konuya kısaca açıklık getirmekte fayda görüyorum. Bildiğiniz gibi, mevcutta Sosyal Güvenlik kanunları çok dağınık bir yapıdadır. Temel olarak bildiğimiz Sosyal Güvenlik kanunları (506, 2925, 2926, 1479, 5434, 2829), asıl maddeleri, geçici ve diğer düzenlemeleriyle beraber yaklaşık 1100 maddedir. Bunlardan 5510 Sayılı Kanun ve akabinde 5754 Sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle beraber 110 ana maddesi ve 23-24 geçici maddesi bulunmaktadır. Tabii bu, yasa kodifikasyonu anlamında, yasa düzenlemesi anlamında kolay bir çalışma olmadığını ifade etmekte fayda var; zannediyorum bunu bütün katılımcılar da paylaşacaklardır. Dolayısıyla, dağınık bir yapıdaki Sosyal Güvenlik kanunlarının tek bir kanun içerisine alınmış olması da ülkemiz açısından önemli bir adımdır, ileri bir adımdır. Ülkemizin 40-50 yıllık bir projeksiyonu içerisinde, sosyal güvenlik gibi hassas ve önemli bir alanda bu önemli düzenlemelerin yapılmış olması da zannediyorum ki, ülkemizin geleceği bakımından güzel bir gelişmedir. Tabii, bunların yanında, farklı yürürlüklerin olması şundan kaynaklandı: Bir defa, bilgi işlem altyapımızın bu değişikliklerle paralel olarak hazır edilmesi durumu söz konusu. Bilgi İşlem birimimizin hangi uygulamayı hangi tarihte yürürlüğe geçireceğiyle ilgili yapılan bir çalışmada farklı tarihler verildiği için ve sosyal güvenlik reformunun daha da gecikmemesi anlamında bir kısmı hemen, bir kısmı belli bir tarih sonra, bir kısmı, diğer hükümleri de Ekim ayında yürürlüğe girmesi öngörüldü. “Ekim başı” ifadesiyle ilgili olarak da bir şey söyleyeyim. Uygulama bakımından sigortalılık hak ve mükellefiyetleri ve uzun vade aylık bağlama işlemleri bakımından kamu sektörüyle özel sektör arasında farklılıklar bulunmaktadır. Özel sektörde 1 Ekim tarihi itibarıyla bir problem çıkmaz; fakat kamu sektörü dediğimiz zaman, onların, belge verme mükellefiyetinden kamu sigortalılarının aylık işlemlerine kadar burada “15’i” gibi bir tarihin esas alınması uygulamayı kolaylaştıracak bir düzenlemedir. Bu da, yasanın tanımlarından yola çıkılarak konulan bir yürürlük ifadesidir. Bu kısa açıklamalarla değerli Hocamızın ifadelerine kısa bir katkıda bulunmuş oldum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. - 128 - Sosyal Güvenlik Reformunun Dört Ana Bileşeni Bileşen 1 : Sigorta hak ve yükümlülüklerin eşitlendiği, mali olarak sürdürülebilir tek bir emeklilik sigortası sisteminin kurulması, Bileşen 2: Nüfusun tamamına eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti sunumunu finanse eden genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması, Bileşen 3 : Dağınık bir halde yürütülen sosyal yardımların merkezi olarak izlenebildiği, nesnel yararlanma ölçütlerine dayalı bir sosyal yardımlar sisteminin oluşturulması ve halen sosyal güvenlik kurumları tarafından sürdürülen primsiz ödemelerin toplulaştırılması, Bileşen 4 : Yeni kurumsal yapının oluşturulması sureti ile yukarıda belirtilen üç temel işlevin mali disiplin içinde, bütünleşmiş, etkin ve vatandaşlarımızın günlük hayatlarını kolaylaştıracak şekilde sunulması amaçlanmıştır. Sosyal Güvenlik Reformu Çerçevesinde; 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu 20 Mayıs 2006 tarihli 26173 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve BağKur tek çatı altında birleştirilmiştir. Daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından 21 maddesi iptal edilen 5510 sayılı SSGSS Kanunu 17.04.2008 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek Cumhurbaşkanlığı makamına sunulmuştur. Tüm sosyal yardımların merkezi olarak izlenebilmesi ve primsiz ödemelerin toplulaştırılması konusunda Primsiz Ödemeler Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışmalar sürdürülmektedir. - 129 - Ana Parametrelerde Yapılan Değişiklikler Yaş: 4447 sayılı Kanuna göre 2000 yılından sonra ilk defa işe giren kadın sigortalılar 58, erkek sigortalılar ise 60 yaşında emekli olacaklardır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda mevcut çalışanların emeklilik yaşı konusunda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu Kanunda, 2036 yılında kadar emeklilik yaşında bir değişiklik bulunmamaktadır. 2036 yılından sonra emekli olacaklarda ise kademeli bir artışla erkeklerde 2046 yılında, kadınlarda 2048 yılında 65 yaş uygulanacaktır. Emeklilik yaşında getirilen kolaylıkla da Kanundan sonra ilk defa işe giren sigortalıların SSK’lı iseler 7200 günü, BağKur veya Emekli Sandığına tabi iseler 9000 günü tamamladıkları tarihte geçerli olan yaş ne ise hangi tarihte emekli olurlarsa olsunlar, bu yaştan emekli olabileceklerdir. Prim Ödeme Gün Sayısı: 4447 sayılı Kanuna göre 2000 yılından sonra ilk defa işe giren SSK’lılar için 7000 gün, Bağ-Kur ve Emekli Sandığına tabi olanlar için 9000 gün şartı uygulanmaktadır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda mevcut çalışanların prim gün sayılarında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu Kanundan sonra ilk defa işe girecek sigortalılardan BağKur ve Emekli Sandığına tabi olanlar için halen uygulanan 9000 gün korunmuş, SSK’lılar için ise 7000 gün yerine 7200 gün şartı getirilmiştir. - 130 - Aylık Bağlama Oranı: Mevcut uygulamada, SSK ve Bağ-Kur sigortalıları için aylıkların hesabına esas aylık bağlama oranı hizmet süresi arttıkça azalan bir seyir takip etmektedir. Buna göre; SSK ve Bağ-Kur’lu sigortalıların aylık bağlama oranı ilk 3600 gün için %3,5 sonraki 5400 gün için %2 ve daha sonraki her 360 gün için %1,5, Emekli Sandığı tabi olanların ise % 3’tür. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda aylık bağlama oranı % 2 olarak uygulanacaktır. Mevcut sigortalıların bu Kanundan önce geçen hizmetleri halen uygulanan aylık bağlama oranları üzerinden, bu Kanundan sonra geçen hizmetleri ise yeni aylık bağlama oranı üzerinden belirlenecektir. Ayrıca, 3600 günü doldurmamış mevcut sigortalıların kazanılmış haklarının korunması amacıyla, Kanunun yürürlük tarihinden sonra 3600 güne tamamlayan kısmı için aylık bağlama oranı % 3 olarak uygulanacaktır. Güncelleme Katsayısı: Mevcut uygulamada SSK ve Bağ-Kur’da, TÜFE ve GH’nin (% 100’ü) çarpımı ile aktif sigortalılıkta geçen prime esas kazançlar aylık bağlama yılına kadar güncellenmektedir. Emekli Sandığında en yüksek ek göstergeli görevine ait keseneğe tabi kazancı esas alınmaktadır. Bu Kanunda SSK, Bağ-Kur’lular ile ilk defa bu Kanundan sonra göreve başlayacak kamu görevlileri için TÜFE’nin tamamı ve GH’nin % 30’unun toplamı alınarak kazançların güncellenmesi düzenlenmiştir. - 131 - Alt Sınır Aylığı: Mevcut uygulamada SSK’lılar için aylık bağlandığı tarihteki asgari ücretin % 35’i olarak uygulanmaktadır. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda, sigortalının hizmetinin geçtiği yıllara ait asgari kazançlarının güncellenmiş değerinin % 35’i, bakmakla yükümlü olduğu eşi veya çocuğu olan sigortalılar için % 40’ı olarak düzenlenmiştir. Aylıkların Artırılması: 4447 sayılı Kanuna göre SSK ve Bağ-Kur’da aylıklar TÜFE ile Emekli Sandığında ise memur maaş katsayısıyla artırılmaktadır. Bu Kanunla SSK, Bağ-Kur ve bu Kanundan sonra ilk defa işe giren kamu görevlilerinin aylıkları her altı ayda gerçekleşen TÜFE oranlarına göre artırılacaktır. Mevcut kamu görevlilerinin aylıkları ise memur maaş katsayısıyla artırılacaktır. Ana parametrelerde yapılan değişikliklerden, emeklilik yaşı, prim ödeme gün sayısı ve 3600 günden az prim gün sayısı bulunan mevcut sigortalıların Kanundan sonraki 3600’e tamamlayan gün sayısına uygulanacak aylık bağlama oranı açısından 30.04.2008 tarihi esas alınacaktır. - 132 - Malullük ve Ölüm Aylığı Şartlarında Yapılan Değişiklikler Malullük Aylığı: SSK’da 1800 gün veya 5 yıllık sigortalılık ve ortalama 180 gün (900 gün), Bağ-Kur’da 5 yıl (1800 gün), Emekli Sandığında 10 yıl (3600 gün), bakıma muhtaç olanlar için 5 yıl (1800 gün). Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda 10 yıl sigortalılık süresi ve 1800 gün sayısı, başkasının sürekli bakımına muhtaç derecede malul olanlar için sigortalılık süresi şartı aranmaksızın 1800 gün. Ölüm Aylığı: SSK’da 5 yıl sigortalılık süresi ve 900 gün. Bağ-Kur’da 5 yıl (1800 gün) Emekli Sandığında 10 yıl (3600 gün). Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda, 1800 gün veya yalnızca SSK’lılar için borçlanılan süreler hariç 5 yıl sigortalılık süresi ve 900 gün olarak düzenlenmiştir. Sosyal Güvenlik Destek Primi: Mevcut uygulamada SSK’ya tabi çalışan emekliler için prime esas kazancın % 30’u (1/4’ü sigortalı, 3/4’ü işveren), Emekli Sandığından görev malullüğü aylığı almakta iken SSK’ya tabi çalışanlardan % 30, (talepleri halinde de % 20 oranında uzun vade primi olmak üzere toplam % 50), Bağ-Kur’lular için almakta oldukları aylık miktarlarının % 10, diğer kurumlardan aylık alanlar için ise 12. basamak karşılığı gelirin % 10’u oranında sosyal güvenlik destek primi kesilmektedir. - 133 - Mevcut sigortalıların bu Kanundan sonra emekliliklerinde çalışmaları halinde: Mevcut sigortalılar için sosyal güvenlik destek primi uygulamasına devam edilecektir. Ancak, SSK’ya tabi çalışan bu emeklilerin prim oranı % 31 - % 36,5 olarak uygulanacaktır. Tarımsal faaliyetler hariç olmak üzere Bağ-Kur’a tabi çalışan emeklilerin aylıklarından % 12 oranında prim kesilecek, bu oran kademeli olarak üç yılın sonunda % 15’e yükselecektir. Kesilecek bu miktar en yüksek yaşlılık aylığı alan Bağ-Kur emeklisinin aylığından kesilecek tutardan fazla olamayacaktır. Bu Kanundan sonra ilk defa sigortalı olanların emekliliklerinde çalışmaları halinde: SSK ve Emekli Sandığına tabi çalışma halinde aylıkları kesilecektir. Bağ-Kur’a tabi çalışmaları halinde almakta oldukları emekli aylıklarından % 15 oranında destek primi kesilecektir. Terörle Mücadele Kanunu kapsamında vazife malullüğü aylığı alanların SSK, Bağ-Kur veya Emekli Sandığına tabi çalışmaları halinde aylıkları kesilmeyecektir. Kamu Görevlilerine İlişkin Düzenlemeler Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce kamu görevlisi olanlara 5434 sayılı Kanunun uygulanmasına devam edilecektir. Yalnızca bu sigortalılardan mevcut alınan primlerine ilaveten % 12 oranında genel sağlık sigortası primleri Kurumlarından alınacaktır. Bu Kanundan sonra kamu görevlisi olanların aylık bağlama şartları, aylıklarının hesabı, güncelleme katsayısı, aylık bağlama oranı, alınacak prim bakımından SSK ve Bağ-Kur sigortalılarının tabi olduğu hükümlere tabi olacaktır. Yeni işe girecek kamu görevlilerinin prime esas kazançlarına makam, görev veya temsil tazminatları dahil, ancak almakta oldukları ek ödeme, döner sermaye ödemeleri prime tabi olmayacaktır. Kanunun yürürlük tarihinden önce ölen ve hizmet yılı 5 yıldan fazla 10 yıldan az olması nedeniyle aylık bağlanamayan hak sahiplerine bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra aylık bağlanması imkanı getirilmiştir. - 134 - Kısa Vadeli Sigorta Uygulamalarında Yapılan Değişiklikler Bu Kanunun iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortasına ilişkin hükümleri eski ve yeni kamu görevlileri için uygulanmayacaktır. İş kazası ve meslek hastalığı sigortası yerine kamu görevlilerinde vazife malullüğü ikame edilmiştir. Bağ-Kur’a tabi sigortalılar için bu Kanunla ilk defa iş kazası ve meslek hastalığı sigortası ile analık sigortası getirilmektedir. Geçici iş göremezlik ödeneği: Mevcut uygulamada SSK’da ayaktan istirahat sürelerinde günlük kazancın üçte ikisi, yatarak tedavi sürelerinde ise günlük kazancın yarısı tutarında geçici iş göremezlik ödeneği verilmektedir. Bu Kanunda SSK sigortalıları için mevcut uygulama devam ettirilmiştir. SSK sigortalılarına mevcut uygulamada hastalık ve analık sigortasından geçici iş göremezlik ödeneği verilebilmesi için 120 gün prim ödeme şartı aranmakta iken, bu süre 90 güne indirilmiştir. Aynı süre analık sigortasında Bağ-Kur sigortalıları için de aranacaktır. Bağ-Kur’a tabi sigortalılar için iş kazası ve meslek hastalığına bağlı yatarak tedavi süresince ve analık sigortasından da doğumdan önce ve sonra sekizer haftalık sürede geçici iş göremezlik ödeneği imkanı ilk defa getirilmektedir. Emzirme ödeneği: Mevcut uygulamada emzirme ödeneği SSK sigortalı ve emeklilerine 50 YTL olarak verilmektedir. Emzirme ödeneğinin verilebilmesi için kadın sigortalının kendisinde 90 gün, sigortalının eşinin doğumu halinde 120 gün prim şartı aranmaktadır. Bu Kanunda Bağ-Kur sigortalı ve emeklileri için de emzirme ödeneği getirilmekte ve sigortalılar için 120 gün prim ödeme şartı aranmaktadır. Emzirme ödeneğinin miktarı, sosyal tarafların temsil edildiği Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu Kararı ve Bakan onayı ile belirlenecektir. - 135 - Sürekli iş göremezlik geliri: Mevcut uygulamada sürekli iş göremezlik geliri yalnızca SSK’lılar için uygulanmakta iken, bu Kanunla Bağ-Kur’lular için de uygulanma imkânı getirilmiştir. Mevcut uygulamada meslekte kazanma gücü kayıp oranı % 50’nin altında olan sigortalının ölümü halinde hak sahiplerine gelir bağlanması için ölüm nedeninin iş kazası veya meslek hastalığına bağlı olma şartı aranmaktadır. Bu Kanunla ölüm nedenine bakılmaksızın hak sahiplerine gelir bağlanma imkanı getirilmiştir. Mevcut uygulamada % 25 ve daha üzerinde meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalılara asgari ücretin % 70’i oranından az olmamak üzere alt sınır geliri bağlanmaktadır. Bu Kanunla sürekli başkasının bakımına muhtaç olanlar dışında sürekli iş göremezlik gelirinin meslekte kazanma gücü kayıp oranı ile orantılı olarak verilmesi sağlanmaktadır. Sürekli başkasının bakımına muhtaç durumda olan sigortalılara asgari ücretin % 85’inden az olmamak üzere alt sınır geliri düzenlenmektedir. İsteğe Bağlı Sigorta Düzenlemeleri Mevcut uygulamada SSK’da 1080 gün prim ödeme, Emekli Sandığında 10 yıllık hizmet şartı aranmaktadır. Bağ-Kur’da ise ev kadınları için süre şartı aranmamaktadır. İsteğe bağlı sigortalılar mevcut uygulamada sağlık yardımlarından yararlanamamaktadırlar. Bu Kanunda isteğe bağlı sigortalılık için süre şartı kaldırılmış, sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerde bulunan Türk vatandaşlarına da bu hak verilerek kapsam genişletilmiş ve sağlık yardımlarından yararlanma imkanı getirilmiştir. Ayrıca, kısmi zamanlı olarak çalışan sigortalılara eksik sürelerini isteğe bağlı sigortayla tamamlama hakkı verilmiştir. - 136 - Genel Sağlık Sigortasına İlişkin Düzenlemeler Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için mevcut uygulamada; SSK sigortalılarında 90, sigortalıların eş ve çocuklarında 120, Bağ-Kur sigortalılarında 240 gün prim ödeme şartı bulunmaktadır. Yapılan düzenleme ile Bağ-Kur ve SSK’lılar da dahil olmak üzere genel sağlık sigortalılarındaki bu süre 30 gün olarak belirlenmiştir. Mevcut uygulamada Bağ-Kur sigortalılarının sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için hiçbir borcunun bulunmaması şartı aranmaktayken; Bu Kanunda Bağ-Kur sigortalılarının 60 günlük borcunun bulunması halinde sağlık yardımlarından yararlanmaları imkânı getirilmiştir. Mevcut uygulamada Yeşil Karttan yararlanabilmek için aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı net asgari ücretin üçte birinden daha az geliri olması aranmaktadır. Bu Kanunda, net asgari ücret yerine brüt asgari ücretin üçte biri esas alınmış ve aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı brüt asgari ücretin üçte birinden az olanların primlerinin devlet tarafından ödenmesi imkanı getirilmiştir. 213 YTL’den daha az geliri olanların GSS primleri devlet tarafından karşılanmış olacaktır. Asgari ücretin üçte biri ile asgari ücret arasında geliri olanlar (213-638 YTL) asgari ücretin üçte biri üzerinden % 12 prim (26 YTL) ödeyeceklerdir. Asgari ücret ile asgari ücretin iki katı arasında geliri olanlar (638-1.277 YTL) asgari ücret üzerinden prim (77 YTL) ödeyeceklerdir. Asgari ücretin iki katından daha yüksek geliri olanlar asgari ücretin iki katı üzerinden (153 YTL) prim ödeyeceklerdir. 18 yaşını doldurmamış olan çocukların ana ve babalarının sigortalı olup olmadığına bakılmaksızın ve herhangi bir şart aranmaksızın sağlık hizmetlerinden yararlanmaları imkanı getirilmektedir. - 137 - Katılım payında üst sınır: Bu Kanunda, katılım payı üst sınırı asgari ücretin % 75’i olarak belirlenmiştir. Şartsız sağlık hizmeti verilecek olan kişiler: Mevcut uygulamada acil haller de dahil olmak üzere herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu Kanunda, 18 yaşını doldurmamış olan kişiler, bakıma muhtaç kişiler, acil haller, iş kazası ve meslek hastalığı halleri ile bulaşıcı hastalıklarda genel sağlık sigortalısının 30 gün priminin bulunup bulunmadığı veya borcu olmaması şartı arananlarda bu borcun olup olmadığına bakılmaksızın sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanı getirilmektedir. Sağlık hizmeti bedellerinin belirlenmesi: Mevcut uygulamada sağlık hizmeti bedelleri Kurum tarafından belirlenmektedir. Bu Kanunda, Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine ve DPT Müsteşarlıkları ile Kurum yetkililerinin bulunduğu Fiyatlandırma Komisyonunca belirlenmesi öngörülmektedir. Sağlık hizmetlerinde ilave ücret: Mevcut uygulamada alınacak ilave ücretlerle ilgili herhangi bir üst sınır bulunmamaktadır. Bu Kanunda, sözleşmeli özel sağlık hizmeti sunucuları ile vakıf üniversitelerinin, Fiyatlandırma Komisyonunca tespit edilecek tutarın bir katına kadar Bakanlar Kurulunca belirlenecek tavanı geçmemek kaydıyla, Kurumca daha düşük oranda ilave ücret alınabilmesi öngörülmektedir. Kamu sağlık hizmeti sunucuları ise otelcilik hizmeti ile istisnai sağlık hizmetlerinde Fiyatlandırma Komisyonunca belirlenecek ücretin 3 katına kadar ilave ücret alınabilecektir. Öğretim üyeleri için alınabilecek ilave ücretin tavanını belirlemeye Kurum yetkilendirilmiştir. Kurumca belirlenecek bazı sağlık hizmetleri için (Diyaliz, kalp ameliyatları, organ nakilleri, yoğun bakım, acil vb) sözleşmeli sağlık hizmet sunucuları tarafından ilave ücret alınmaması konusunda Kuruma yetki verilmiştir. Acil durumlarda ise sözleşmeli veya sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularınca ilave ücret alınmaması yönünden düzenleme getirilmektedir. - 138 - Diğer Önemli Düzenlemeler Cenaze ödeneği: Mevcut uygulamada SSK ve Bağ-Kur’lulara 247 YTL, Emekli Sandığına tabi olanlara 940 YTL cenaze ödeneği verilmektedir. Bu Kanunla cenaze ödeneği miktarı, sosyal tarafların da temsil edildiği Sosyal Güvenlik Kurumu Yönetim Kurulu Kararı ve Bakan onayı ile belirlenecektir. Tarım sigortalıları ve köy muhtarlarının sigortalılığı: Mevcut uygulamada tarım Bağ-Kur’lulardan esnaflara uygulanan primlerden daha düşük olmak üzere prim alınmakta (asgari 87 YTL), köy muhtarlarından ise esnaflardan alınan prim düzeyinde prim alınmaktadır (asgari 200 YTL). Bu Kanunda, hem tarım Bağ-Kur’lulardan hem de köy muhtarlarından 15 günlük prim alınmak suretiyle 30 gün hizmet kazanmaları imkanı getirilmiştir. (Asgari prim tutarı 102 YTL) 15 günlük esas alınan prim tutarı her yıl bir gün artırılarak 15 yıl sonra 30 gün üzerinden prim alınması öngörülmektedir. Bağ-Kur’luların prim oranı: Mevcut uygulamada 24 basamaklı gelir tablosu üzerinden % 20 uzun vade, % 20 sağlık olmak üzere toplam % 40 oranında prim alınmaktadır. Bu Kanun ile basamak sistemi kaldırılmış, prime esas kazancın alt ve üst sınırı arasında olmak üzere (Asgari ücret ile asgari ücretin 6,5 katı) beyan edecekleri kazancın % 33,5 ila % 39’u oranında prim alınması düzenlenmiştir. Birden fazla şirket ortaklığı olanlar için prime esas kazancın alt ve üst sınırı arasında kalmak kaydıyla tek beyan yeterli sayılacaktır. Yurtdışına götürülen Türk işçileri: Mevcut uygulamada sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelere götürülen Türk işçileri için % 25 oranında topluluk sigortası veya isteğe bağlı sigorta primi alınmaktadır. - 139 - Bu Kanunla, bunlar sadece kısa vadeli ve genel sağlık sigortası kapsamında zorunlu tutulmuş, dilerlerse isteğe bağlı sigortaya devam etmeleri sağlanmıştır. Prim oranları % 13,5 ila % 19’a düşürülerek bu işverenlerin prim yükü azaltılmıştır. Yurtdışı hizmet borçlanması: Mevcut uygulamada bir gün için 3,5 dolar karşılığı prim alınmaktadır. Bu Kanunla günlük borçlanma bedeli, sigortalının prime esas kazancın alt ve üst sınırı arasında seçeceği tutarın % 32’si olarak belirlenmiştir. Borçlanmaya esas kazancın alt sınırını farklı bir miktarda belirlemeye Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir. 1989 yılından itibaren zorunlu göçe tabi tutulması nedeniyle Türk vatandaşlığına geçen soydaşlarımızın 3201 sayılı Kanuna göre geldikleri ülkedeki hizmetlerini borçlanabilmelerine imkan sağlanmıştır. Kadın sigortalılar için getirilen özel düzenlemeler: Başkasının sürekli bakımına muhtaç derecede özürlü çocuğu bulunan kadın sigortalılara, bu Kanundan sonra geçen hizmet sürelerinin dörtte birinin hem prim ödeme gün sayılarına eklenmesi hem de emeklilik yaşından indirilmesi sağlanmıştır. Kadın sigortalıların doğumdan sonra işten ayrılmış olmaları ve çocuğun yaşaması şartıyla en fazla iki defaya mahsus olmak üzere azami 4 yıllık sürelerini borçlanma imkanı getirilmiştir. Evlenme ödeneği: Mevcut uygulamada yetim kız çocuklarına SSK’da 24 ay, Emekli Sandığında ise dul eş ve hak sahibi ana da dahil olmak üzere 12 ay evlenme ödeneği verilmektedir. Bu Kanunda Bağ-Kur’lu yetim kız çocuklarına ilk defa bu hak verilmek suretiyle evlenme ödeneği 24 ay olarak belirlenmiştir. - 140 - Yaşlı ve özürlü aylıkları: 2022 sayılı Kanun kapsamında yaklaşık 81.000 yaşlı ve özürlü vatandaşlarımıza Kanunu bilmemelerinden veya uygulamadan kaynaklanan sebeplerle yapılan yersiz ödemelerin terkini ile icrai takibatların kaldırılması sağlanmıştır. Kayıtdışı istihdam: İşverenlerin çalıştırdıkları sigortalılara ödedikleri prime tabi tüm ödemelerin bankalar üzerinden yapılması zorunluluğu getirmeye yetki tanımaktadır. Kamu idareleri ile bankaların, bir takım işlemlerinde sigortalılık sorgulaması yükümlülüğü getirilmesi, yine bu kuruluşların Kurumla veri paylaşımı konusunda düzenlemeler bulunmaktadır. Kayıt dışı çalıştırmaya yönelik idari para cezaları caydırıcı olacak şekilde artırılmıştır. Belediye Başkanları Açısından Yapılan Düzenlemeler: Emekli Sandığından emekli olduktan sonra belediye başkanı olanlarla SSK ve Bağ-Kur emeklilerine makam, görev veya temsil tazminatı verilmemekte iken yapılan düzenleme ile Emekli Sandığı mevzuatı çerçevesinde 15 yıl hizmeti ve 61 yaş, 25 yıl hizmeti olması şartıyla Büyükşehir belediye başkanlarına 1.187,88 YTL, İl belediye başkanlarına 1.039,21 YTL, İlçe ve ilk kademe belediye başkanlarına 593.83 YTL, diğer belediye başkanlarına 445,37 YTL tutarında makam, temsil veya görev tazminatları alma imkanına kavuşmuşlardır. Bağ-Kur Sigortalıları Bakımından Getirilen Yenilikler Kazançla orantısız prim ve emekli aylığına sebep olan basamak sistemi kaldırılarak prime esas kazancın alt ve üst sınırı arasında olmak kaydıyla beyan usulüne göre prim ödeme öngörülmüştür. % 20 malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ve % 20 sağlık sigortası primi olmak üzere toplam % 40 olan prim oranı, yeni Kanunla % 33,5-%39’a indirilmiştir. - 141 - Bu Kanunda, hem tarım Bağ-Kur’lulardan hem de köy muhtarlarından 15 günlük prim alınmak suretiyle 30 gün hizmet kazanmaları imkanı getirilmiştir. 15 günlük süre her yıl birer gün artırılmak suretiyle 30 güne tamamlanacaktır. (Asgari prim tutarı 102 YTL) Mevcut uygulamada Bağ-Kur sigortalıları bir gün dahi prim borcu olsa sağlık hizmetlerinden faydalanamamaktadır. Bağ-Kur Sigortalıları Bakımından Getirilen Yenilikler Bu Kanunla 60 gün borcu olan Bağ-kur sigortalıları sağlık hizmetlerinden faydalanabilecektir. Bu Kanunla ilk kez, kısa vadeli sigorta kolları kapsamında; geçici iş göremezlik ödeneği, doğum yapan sigortalı kadın ile sigortalı erkeğin sigortasız eşine emzirme ödeneği alma imkanı getirilmiş, sürekli iş göremez duruma düşmesi halinde, sigortalının kendisine, ölümü halinde de hak sahiplerine gelir bağlanması sağlanmıştır. Bu Kanunla ilk kez, ölüm gelir veya aylığı almakta iken evlenen kız çocuklarına evlenme yardımı verilmesi öngörülmüştür. Bu Kanunla ilk kez, sigortalı oldukları tarihten önce malul olanlar ile çalışma gücü kayıp oranları % 60’ın altında olanlara yaş koşulu aranmaksızın, belirli sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı ile yaşlılık sigortasından aylık bağlanması hakkı getirilmiştir. Sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için mevcut uygulamada; Bağ-Kur sigortalılarında 240 gün prim ödeme şartı bulunmaktadır. Yapılan düzenleme ile Bağ-Kur sigortalıları için bu süre genel sağlık sigortalılarındaki bu süre 30 gün olarak belirlenmiştir. Şehit ve Gazilerle İlgili Yapılan İyileştirmeler: Harp malulleri ile terörle mücadele ve nakdi tazminat kapsamında aylık alan vazife malullerinin SSK veya Bağ-Kur’a tabi çalışmaları halinde aylıkları kesilmeksizin haklarında kısa vadeli sigorta kolları zorunlu (%1 ila %6,5 oranında), uzun vadeli sigorta kollarına tabi olmayı istemeleri halinde ise % 21 ila % 26,5 oranında prim alınacaktır. - 142 - Yalnızca Terörle Mücadele Kanunu kapsamında vazife malullüğü aylığı alanların Emekli Sandığına tabi çalışmaları halinde aylıkları kesilmeyecektir. Kanunun yürürlüğünden önce bu şekilde çalışmaları nedeniyle aylıkları kesilenlerin ise aylıkları ödenecektir. Diğer vazife malullerinin SSK ve Bağ-Kur kapsamında çalışması halinde kısa vadeli ve uzun vadeli sigorta kollarına (% 21 ila % 26,5) veya sosyal güvenlik destek primine tabi olmak istemeleri durumunda Bağ-Kur’a tabi çalışmalarda % 12, kademeli % 15, SSK’ya tabi çalışmaları halinde % 31 ila % 36,5 oranında destek primi uygulanacak, ancak bu kişilerin Emekli Sandığına tabi olmaları halinde aylıkları kesilecektir. Terörle mücadeleden dolayı vazife malullüğü aylığı bağlananların Emekli Sandığına tabi aylıkları kesilmekte iken, yapılan düzenleme ile görev aylıkları ile beraber emsali vazife malullüğü aylığını da almaları sağlanmıştır. Ayrıca ücretsiz seyahat kartı, ek ödeme (tütün ikramiyesi) ile çocuklarına eğitim ve öğretim yardımı verilmesi imkânı da sağlanmıştır. 3713 sayılı Kanuna göre aylık bağlanmış malûller ile aynı Kanun kapsamına giren olaylar sebebiyle vazife malûllüğü aylığı alan er ve erbaşların sağlık kurulu raporuyla ihtiyaç duydukları her türlü ortez/protez ve diğer iyileştirici araç/gereçler için herhangi bir katılım payı veya fark alınmaksızın ve kısıtlama getirilmeksizin karşılanması yönünde düzenleme yapılmıştır. Şehit ve gazi çocuklarına her yıl için ödenmekte olan eğitim ve öğretim yardımı (ilköğretim için 618, ortaöğretim 927, yüksek öğrenim 1.237 YTL) bu Kanunla % 25 oranında artırılmıştır. - 143 - OTURUM BAŞKANI- Efendim, İbrahim Ulaş Bey’e sunumu için çok teşekkür ederiz. Zamanını yarım saat aştı; hiç merak etmeyin, biz onu sonra bilahare cezalandıracağız. Efendim, “Sosyal Güvenlik Kurumu 32 katrilyon açık veriyor” dediği zaman suratınız asıldı, üzüldünüz, “Yahu, çok az para ödemişiz, bu Kurum açık veriyor” filan diye bayağı müteessir oldunuz. “Bu kayıt dışılığı kayıt içine alırsak Kurumun aktüeryal dengesi düzelecek” deniyor. Kayıt dışını kim yapıyor? Sizler yapıyorsunuz, özel sektör yapıyor, bunu bizler yapıyoruz, demek ki, bunun suçu bizde filan diye düşünüyordum. Bir gün dedim ki, bize bu kadar söylüyorsunuz, şu açık neyse, şunu bir getirin, ne kadar açık vermişiz, kim vermiş bir öğrenelim. Efendim, 2006 yılında 23 katrilyon açık vermişiz; bunun 12 katrilyonunu Emekli Sandığı vermiş, 8 katrilyonunu BAĞ-KUR vermiş, 2.8 katrilyonunu da biz işçiler-işverenler vermişiz. Demek ki, biz biraz daha böyle kendimizi toparlarsak Kurumla dengeye geleceğiz. Siz kusuru gidin başka yerde arayın, bizde aramayın. Efendim, ara veriyoruz. OTURUM BAŞKANI- Sayın konuklar, şimdi oturumun ikinci bölümüne geçiyoruz. Sayın Hocamız Nurşen Caniklioğlu bize bir sunumda bulunacaklar. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU (Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. 5510 Kanunun Prime İlişkin Öngördüğü Yeni Düzenlemeler ve 5763 Sayılı Kanunun Prim Teşvikine İlişkin Hükümleri I. GİRİŞ Sosyal sigorta primleri, sosyal sigorta yardımlarının karşılığı olup sosyal güvenlik kuruluşlarının gelirleri arasında özel bir öneme sahiptir. Zira sosyal güvenlik kuruluşlarının en büyük gelir grubunu primler oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında gerek prim oranlarının belirlenmesi, gerekse primlerin düzenli bir şekilde tahsil edilmesi, sosyal sigorta yardımlarının yerine getirilebilmesi için oldukça büyük önem taşımaktadır. - 144 - Belirtelim ki, primler, sadece sosyal sigorta yardımlarının değil, aynı zamanda Kurumun yönetim giderlerinin de karşılığıdır. Nitekim bu husus, 5510 sayılı Kanunun 79. maddesinde, “Kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır” denilmek suretiyle ifade edilmiştir. Dolayısıyla prim oranlarının en uygun şekilde saptanması ve tahsil edilmesi düzenli işleyen bir sistemin varlığı için yaşamsal önemdedir. Kuşkusuz prim sadece Kurumun yerine getirmesi gereken yardımlar bakımından önem taşımaz. Sigortalının prime esas kazançları üzerinden kesilmesi gereken prim oranlarının miktarı, istihdam üzerinde de doğrudan etkilidir. Zira tüm çağdaş sosyal sigorta sistemlerinde, tahsil edilmesi gereken prime işverenlerin de katkıda bulunması öngörülmektedir. Prim oranlarının yüksek belirlenmesi, işgücünün işverene maliyetini yükseltmekte, bu durum da işverenleri ya kayıt dışılığa yöneltmekte ya da istihdamı daraltıcı etki yaratmakta, yani işverenler işlerini asgari düzeydeki işçi sayısı ile yerine getirmeyi tercih edebilmektedirler. Şu halde, prim oranlarının istihdamı daraltacak kadar yüksek, Kurumun yerine getirmesi gereken yardımların yapılmasını engelleyecek kadar düşük olmaması gerekir. Ancak prim oranlarının saptanması sırasında sosyal güvenliğin sadece sigortalı ve işverenlerin yükümlülüğü kapsamında olmadığı, sosyal devlet niteliğine sahip devletlerin de bu konuda yükümlülükler üstlenmesi gerektiği göz ardı edilmemelidir. Prime ilişkin yükümlülükler belirlenirken, göz önünde tutulması gereken hususlardan bir diğeri de prime esas kazançlardır. Prime esas kazançlara nelerin dâhil olduğunu belirleyen düzenlemeler, işverenlerce iş sözleşmesi çerçevesinde sigortalılara sağlanan hakların içeriğine de etkili olabilmektedir. Gerçekten, bazı kazançların gereksiz bir biçimde prime esas kazanca dâhil edilmesi, işverenleri bu tür ödemeleri yapmamaya yöneltebilmektedir. Dolayısıyla, Kurumun daha fazla prim tahsil edebilmesi amacıyla yapılan bu gibi düzenlemeler, sonuçta işçinin bazı haklarının ortadan kalkmasına sebep olabilmektedir. Bu nedenle, prim ve prime esas kazanç konusundaki düzenlemelerin, yukarıda belirttiğimiz tüm hususları göz önünde tutarak, hem sistemin gereklerine uygun hem de çalışma yaşamının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde belirlenmesi bir zorunluluktur. - 145 - 5510 sayılı Kanun ise, 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanunla1 değiştirilmeden önce, işverenlerin prim ödeme yükümlülüğü bakımından çok da isabetli olmayan pek çok hüküm içermekteydi. Anılan Kanunla bu hükümlerden bazıları değiştirilmiştir. Ancak buna rağmen 506 sayılı Kanunla kıyaslandığında, 5510 sayılı Kanunda işverenler bakımından hala ek yükümlülükler öngören ya da belirsizlikler yaratan pek çok hüküm bulunmaktadır. Öte yandan, Hukukumuzda, işverenlerin prim ödeme yükümlülüğüne ilişkin olarak bir başka gelişme daha yaşanmış ve 15.05.2008 tarihinde, uygulamada “İstihdam Paketi” olarak bilinen 5763 sayılı “İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”2 kabul edilmiştir. Anılan Kanunda, işverenlerin prim ödeme yükümlülüklerine ilişkin olarak bazı teşvikler öngörülmüştür. Biz bu tebliğde, 5510 sayılı Kanunla işverenlerin prim ödeme yükümlülüğüne ilişkin olarak getirilen yeni bazı düzenlemelere genel olarak değindikten sonra, özellikle işverenlerin prim yükünü artırıcı nitelikteki hükümler üzerinde duracağız. Prim ödeme yükümlülüğü ile doğrudan bağlantılı olduğu için, 5763 sayılı Kanunla öngörülen teşviklere de genel olarak değineceğiz. II. 5510 SAYILI KANUNA GÖRE SOSYAL SİGORTA PRİM ORANLARI 1. Genel Olarak Sosyal sigorta primi, Kanunun öngördüğü sosyal risklerin gerçekleşmesi halinde yapılacak sigorta yardımları ile Kurum yönetim giderlerinin karşılığı olarak sigortalının kazancının belli bir yüzdesi üzerinden alınan parayı ifade eder3. 5510 sayılı Kanunun 79. maddesinin birinci fıkrası da, bu hususu düzenlemektedir. Anılan maddeye göre, “Kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır”. 1 RG, 08.05.2008, 26870. RG, 26.5.2008, 26887. 3 Güzel, Ali/Okur, A. Rıza/Caniklioğlu, Nurşen: Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 11. Bası, İstanbul 2008, 202; Tuncay, A. Can/Ekmekçi, Ömer: Sosyal Sigortanın Genel Esasları, İstanbul 2008, 184; Başka bir tanım için bkz. Alper, Yusuf: Türkiye’de Sosyal Güvenlik, Sosyal Sigortalar, İstanbul 2003, 177-178. 2 - 146 - Sigortalının kazancı üzerinden kesilecek prim konusunda, tüm sigorta kolları için tek bir oran belirlenebildiği gibi4, her bir sigorta kolu için ayrı ayrı prim oranı da öngörülebilmektedir5. 5510 sayılı Kanun, 506 sayılı Kanunda olduğu gibi, her bir sigorta kolu için farklı prim esasını benimsemiştir. Ancak 506 sayılı Kanundan farklı olarak bu primleri, kısa vadeli sigorta primi, malullük, yaşlılık, ölüm sigortası primi ve genel sağlık sigortası primi olarak üç kategoride düzenlemiştir6. Yukarıda andığımız sigorta kollarına ilişkin primler dışında, işverence ödenmesi gereken bir başka prim de sosyal güvenlik destek primidir. Gerçi, aşağıda değineceğimiz üzere7 ilk defa 5510 sayılı Kanuna göre sigortalı olup da, yine bu Kanuna göre yaşlılık aylığı alanlar için sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma olanağı, 5754 sayılı Kanunla kaldırılmıştır. Dolayısıyla, esasında 5510 sayılı Kanunda sosyal güvenlik destek primi öngörülmemiştir. Ancak, ilk defa 506 sayılı Kanuna göre sigortalı olanlar için hem aylık alma hem de çalışma hakkı geçici bir madde (geç.m.14) ile saklı tutulduğundan, bu sigortalılar için işverenlerin sosyal güvenlik destek primi ödeme yükümlülükleri bir süre daha devam edecektir. Bu konuda belirtilmesi gereken bir başka yükümlülük de, işsizlik sigortasına ilişkin prim ödeme yükümlülüğüdür. Gerçekten, işverenlerin ödemesi gereken primler, yukarıda belirttiklerimizle sınırlı değildir. İşverenler, eskiden olduğu gibi, 5510 sayılı Kanun döneminde de, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu m. 49/I gereğince işsizlik sigortası primi ödemekle yükümlüdürler. 5510 sayılı Kanuna göre ödenmesi gereken primler ve oranlarına geçmeden önce, 5510 sayılı Kanunun öngördüğü temel farklılıklara dikkat çekmekte yarar bulunmaktadır. 506 sayılı Kanunda, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortası primleri olarak düzenlenen sosyal sigorta primleri, 5510 sayılı Kanunda, kısa vadeli sigorta kolları primi ve genel sağlık sigortası primi adı ile iki ayrı sosyal si4 Bu konuda 2925 sayılı Kanuna göre ödenmesi gereken prim oranını örnek gösterebiliriz. Anılan Kanunda tüm riskler için % 30 oranında tek prim öngörülmüştür, bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 203. 5 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 203; Tuncay/Ekmekçi, 184-185; Alper, 178. 6 Güzel/Ocak: 5510 Sayılı Yasa İle İşverenlere Getirilen Ek Sosyal Sigorta Yükümlülükleri, LEGAL iş ve SGH Dergisi, 2007/13, 152; Güzel / Okur / Caniklioğlu, 203. 7 Bkz. aşağıda II, 3. - 147 - gorta primi olarak düzenlenmiştir. Bu yapılanmayla bağlantılı olarak da, kısa vadeli sigorta kollarından sadece paraya ilişkin yardımlar yapılırken, genel sağlık sigortası kolundan sadece sağlık hizmet sunumu ve buna ilişkin yardımlar yapılacaktır. Prim oranlarının belirlenmesine ilişkin olarak da, daha önce iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortası için ödenmesi gereken toplam prim oranı, bu iki sigorta koluna paylaştırılmıştır. Bunun sonucunda, 506 sayılı Kanun dönemine göre daha farklı oranlar belirlenmiş olmakla birlikte, nihai olarak ödenmesi gereken primlerde bir değişiklik olmamıştır8. Öte yandan, 506 sayılı Kanundan farklı olarak, 5510 sayılı Kanunda, Devlet, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası ile genel sağlık sigortası primine katkıda bulunmakla yükümlü kılınmıştır. Bilindiği gibi, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku sisteminde Devlet, sadece işsizlik sigortasında prim ödeme yükümlüsü olarak kabul edilmişti. Bu katılım da oldukça sınırlıydı. Bu durumu ise sosyal devlet ilkesi ile uyumlu bulma olanağı bulunmamaktaydı. 5510 sayılı Kanunda bu konuda özel hükümler öngörülmüş ve Devlet düzenli olarak prim ödemekle yükümlü tutulmuştur. Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun döneminde Devletin işlevi sadece sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmakla sınırlı olmayacak, sosyal güvenliğin gerçekleşmesine de doğrudan katkısı olacaktır. 2. Sosyal Sigorta Kolları ve Prim Oranları aa) Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasının prim oranı 5510 sayılı Kanunda uzun vadeli sigorta kollarından yapılacak 8 Bir karşılaştırma yapılması gerekirse, daha önce iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolu primi %1,5 ila %7 arasında değişirken (SSK m.73/I,A), 5510 sayılı Kanunda bu yarım puan indirilmiş, kısa vadeli sigorta kolu adı ile %1 ila %6,5 oranında belirlenmiştir. Hastalık sigortasından % 11, analık sigortasından % 1 olmak üzere, toplamda %12 olan orana, iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından indirilen % 0,5 oranı da dahil edilerek toplamda % 12,5’luk bir oran da genel sağlık sigortası primi karşılığı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla tüm sigorta kollarının toplam primi göz önünde tutulduğunda, işverenin 506 sayılı Kanuna göre ödemesi gereken primler ile 5510 sayılı Kanuna göre ödemesi gereken primlerde bir farklılık olmamıştır, (Aynı yönde değerlendirme için bkz. Kurt, Resul: 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapan 5754 sayılı Kanun (Karşılaştırmalı ve Açıklamalı), İstanbul 2008, 165). Belirtelim ki, sosyal güvenlik destek primi ya da fiili hizmet zammına ilişkin primler bu değerlendirmenin dışındadır. - 148 - yardımları karşılamak üzere malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi kesilmesi öngörülmüştür. Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasının prim oranı, kural olarak, sigortalının prime esas kazancının % 20'sidir. Bunun % 9'u sigortalı hissesi, % 11'i işveren hissesidir (m.81/I,a). Kural bu olmakla birlikte, fiili hizmet süresi zammına tabi olan sigortalılar için ödenmesi gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası prim oranlarında farklılıklar söz konusudur9. 5510 sayılı Kanunda, 506 sayılı Kanundan farklı olarak, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası prim oranına sadece sigortalı ve işverenlerin değil, Devletin de katılımı öngörülmüştür. Buna göre, Devlet, Kurumun ay itibarıyla tahsil ettiği malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları priminin dörtte biri oranında Kuruma katkı yapar. Devlet katkısı olarak hesaplanacak tutar, talep edilen tarihi takip eden 15 gün içinde, Hazinece Kuruma ödenir (m.81/son). Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Devlet, her ay, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primine % 5 oranında katkıda bulunacaktır. Çağdaş sosyal güvenlik sistemlerinde öngörülen Devlet katkısının bizim hukukumuzda da öngörülmüş olması kuşkusuz isabetli olmuştur. Zira, sosyal devlet olma, çalışanların sosyal güvenliklerinin sağlanmasına Devletin de katılımını öngörür. Sosyal güvenlik sadece sigortalı ve işverenin yükümlülüğünde değildir. Bu nedenle, Devletin çalışanların sosyal güvenliğinin sağlanmasına katkıda bulunmasına ilişkin bu düzenleme olumlu bir gelişmedir. İşverenlerin ödemesi gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta primi açısından 5763 sayılı Yasayla yapılan düzenlemeye de değinmek gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, 5510 sayılı Kanuna göre, işverenin ödemesi gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası prim oranı, kural olarak, % 11’dir. Ancak, 5763 sayılı Kanunla 81. maddeye bir bent eklenerek, bentte belirtilen koşulları taşıyan ve bu bent hükmünden yararlanmak isteyen işverenler için bir teşvik öngörülmüştür. Teşvik kapsamında, işverenlerin ödemesi gereken MYÖ sigortası prim hissesinin % 5’i Hazinece karşılanacaktır10. Dolayısıyla, bu bentteki teşvikten yararlanan işverenlerin ödemesi gereken MYÖ primi oranı, % 11 değil, % 6 olarak uygulanacaktır. 9 Bu konuda bilgi için bkz. aşağıda II, 4. Geniş bilgi için bkz. aşağıda V,2. 10 - 149 - bb) Kısa vadeli sigorta kolları prim oranı 5510 sayılı Kanuna göre, sigortalının prime esas kazançları üzerinden kesilmesi gereken bir diğer prim de, kısa vadeli sigorta kolları primidir. Kısa vadeli sigorta kolları prim oranı, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre % 1 ilâ % 6,5 oranları arasında olmak üzere, 83. maddeye göre Kurumca belirlenir. Bu primin tamamını işveren öder (m.81/I,c). Kısa vadeli sigorta kolları prim oranı, öz itibariyle 506 sayılı Kanunda öngörülen iş kazası ve meslek hastalığı prim oranına benzemektedir. Ancak, bu prim oranı gerek miktar olarak, gerek karşılığında Kurumun yapması gereken yardımlar bakımından özdeş değildir. Öncelikle, ödenmesi gereken prim oranı, iş kazası ve meslek hastalığı prim oranından % 0,5 daha azdır. Ayrıca, 506 sayılı Kanuna göre, iş kazası ve meslek hastalığı primi, iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu yapılan gerek parasal gerek sağlık hizmet sunumunu karşılamak amacıyla ödenmektedir. Oysa kısa vadeli sigorta kolu prim oranı, iş kazası ve meslek hastalığı dışında, hastalık ve analık nedeniyle yapılması gereken parasal yardımları karşılama amacı da taşımaktadır. Görüldüğü gibi, bu prim karşılığında sigortalıya hem iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık ve analık risklerine karşı güvence sağlanmakta hem de sadece parasal yardımlar yapılmaktadır. Sağlık hizmet sunumu ise, genel sağlık sigortası primi karşılığında sağlanmaktadır. Belirtelim ki, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, işverenlerin halen ödemesi gereken iş kazası ve meslek hastalığı prim tarifesi yerine kısa vadeli sigorta kolu prim oranına uygun olarak prim ödemeleri gerekecektir. Bu nedenle, iş kazası ve meslek hastalığı prim tarifesi yerine, % 1 ila % 6,5 arasında değişen prim oranlarına uygun olarak tespit edilecek yeni bir tarifenin yürürlüğe konulması zorunlu görünmektedir11. Bu tarifenin de bir an önce hazırlanması ve işverenlere duyurulması, bu konuda yaşanacak belirsizliği ortadan kaldıracaktır. Öte yandan, Kanunda, sadece kısa vadeli sigorta kollarına tabi olan bazı sigortalılar için daha farklı prim oranları da belirlenmiştir. Örneğin, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan yararlanmaya başlayacak olan 11 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 205. - 150 - yüksek öğrenimde staj yapan öğrenciler için ödenmesi gereken prim oranı, prime esas kazançlarının % 1'i miktarında belirlenmiştir (m.81/I,d). Ancak önemle ekleyelim ki, bu primin ödeme yükümlüsü, staj yapılan işyerinin işvereni olmayıp, zorunlu staj yapan öğrencinin öğrenim gördüğü yüksek öğretim kurumudur (m.87/e). cc) Genel Sağlık Sigortası Prim Oranları 5510 sayılı Kanuna göre, sigortalılar için ödenmesi gereken bir diğer sosyal sigorta primi de genel sağlık sigortası primidir. Genel sağlık sigortası primi, kısa ve uzun vadeli sigorta kollarına tâbi olanlar için 82. maddenin birinci fıkrasına göre hesaplanan prime esas kazancın % 12,5'idir. Bu primin % 5'i sigortalı, % 7,5'i ise işveren hissesidir (m.81/I,f). Yalnızca genel sağlık sigortasına tâbi olanlar için ödenmesi gereken prim oranı ise prime esas kazancın % 12'sidir (m.81/I,f). 5510 sayılı Kanuna göre, Devlet genel sağlık sigortasına da katkıda bulunacaktır. Bu konudaki düzenlemeye göre, Devlet, Kurumun ay itibarıyla tahsil ettiği genel sağlık sigortası priminin dörtte biri oranında Kuruma katkı yapar. Devlet katkısı olarak hesaplanacak tutar talep edilen tarihi takip eden 15 gün içinde Hazinece Kuruma ödenir (m.81/son). 3. Sosyal Güvenlik Destek Primi Ödeyerek Çalışanlar İçin Ödenmesi Gereken Prim Oranı 5510 sayılı Kanunun 5754 sayılı Kanunla değişik 30. maddesine göre, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa sigortalı olan kişilerden yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra, m.4/I, b, (4) alt bendi hariç olmak üzere, bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başında kesilir. Bunlardan bu Kanuna tabi çalıştıkları süre zarfında 80 inci maddeye göre belirlenen prime esas kazançları üzerinden 81 inci madde gereğince kısa ve uzun vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortasına ait prim alınır (m.30/III, a). Maddede, yaşlılık aylığı alanların tekrar çalışmaları halinde aylıklarının kesileceği ve bu durumda herhangi bir sigortalıdan farksız olarak tüm sigorta kollarına tabi olacağı belirtilmiş, buna karşılık Kuruma dilekçe vererek hem aylıklarını almaları hem de sosyal güvenlik - 151 - destek primi ödeyerek çalışmaları olanağı düzenlenmemiştir12. Dolayısıyla, bu durumdaki sigortalıların, yaşlılık aylığı alırken tekrar çalışmak istemeleri halinde tek seçenekleri bulunmaktadır. Bu da, yaşlılık aylığının kesilmesi ve tüm sigorta kollarına tabi olunmasıdır. Öte yandan, bu düzenlemenin kapsamına “ilk defa 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra sigortalı olup da kendilerine yaşlılık aylığı bağlanan”lar girmektedir. Yani, yeni düzenleme halen gerek 506 sayılı Kanun, gerekse diğer sosyal güvenlik kanunlarına tabi sigortalıları ilgilendirmemektedir13. Dolayısıyla söz konusu kişiler, bu hükümden etkilenmeksizin sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmaya devam edebileceklerdir. Nitekim bu husus Kanunun geçici 14. maddesinde açıkça belirtilmiştir. 5510 sayılı Kanunun geçici 14. maddesine göre, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçi veya sigortalı olanlar, vazife malûllüğü, malûllük ve yaşlılık veya emekli aylığı bağlananlar ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmaya devam edenler hakkında sosyal güvenlik destek primine tabi olma bakımından bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümlerinin uygulanmasına devam edilir”. Bu hüküm çerçevesinde, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce 506 sayılı Kanuna tabi sigortalılar hakkında 5510 sayılı Kanunun 30. maddesi değil, 506 sayılı Kanunun 3. ve 63. maddeleri uygulanmaya devam edecektir. Yine aynı şekilde, Kurumdan gelir ve aylık almakta olanlarla, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce zaten sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışanlar da, mevcut hükümler çerçevesinde eskisi gibi hem aylıklarını almaya hem de çalışmaya devam edebileceklerdir14. Gerçi maddenin düzenleniş biçimi duraksamaya neden olacak niteliktedir. Maddede, 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümlerin, “vazife malûllüğü, malûllük ve yaşlılık veya emekli aylığı bağlananlar ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte sosyal güvenlik 12 Caniklioğlu, Nurşen: 5510 Sayılı Kanun ve İş Sözleşmesine Göre Çalışanların Sosyal Güvenlik Destek Primi Ödeyerek Çalışmaları, SİCİL İş Hukuku Dergisi, Haziran 2008, 170-171; Ergin, Hediye: Yeni Sistemde Yaşlılık Aylığı, SİCİL İş Hukuku Dergisi, Haziran 2008, 184. 13 Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Destek Primi, 171; Kurt, 166. 14 Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Destek Primi, 172. - 152 - destek primi ödeyerek çalışmaya devam edenler” uygulanacağı ifade edilmiştir. Maddede, “… aylığı bağlananlar ve bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışmaya devam edenler” ifadelerinin arasına “ve” bağlacı konulmuştur. Böylece, vazife malûllüğü, malûllük ve yaşlılık veya emekli aylığı bağlananların sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma olanağından yararlanabilmesi için, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle aynı zamanda sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışması gerektiği gibi bir sonuç da ortaya çıkmıştır. Ancak hükmün bu şekilde anlaşılmaması gerekir. Aksi halde, hükmün başlangıcında yer alan “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçi veya sigortalı olanlar” ifadesinin bir anlamı kalmaz15. Zira, kanun koyucunun, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce sigortalı olan bir kişiye, yaşlılık aylığı almaya başladığında sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışma olanağı tanırken, yaşlılık aylığı almakta olanlar açısından ancak 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte aynı zamanda sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışması koşulunu öngörmesi tutarsız olur16. Öte yandan, Ekim 2008 tarihinden itibaren, geçici 14. maddenin kapsamına giren ve bir iş sözleşmesine göre çalışan sigortalılar için ödenmesi gereken sosyal güvenlik destek primi oranı değişmektedir. Kanuna göre, bu kişiler için, öncelikle yine 506 sayılı Kanunda olduğu gibi % 30 oranında prim ödenecek ve bu primin dörtte biri sigortalı hissesi, dörtte üçü de işveren hissesi olacaktır. Ancak bu orana ilaveten kısa vadeli sigorta primi de ödenecektir. Bu primin oranı ise, yukarı da belirtildiği gibi, %1 ila % 6,5 arasında değişmekte ve tamamını işveren ödemektedir. Sosyal güvenlik destek primine ilişkin olarak Kanunda, bu primin sigortalı ve işveren arasında paylaştırılacağı öngörülmediğine göre, tamamının işveren tarafından ödenmesi gerekecektir. Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra işverenler, işyerinin girdiği kısa vadeli sigorta kolu prim oranına göre 15 Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Destek Primi, 172. Kaldı ki, geçici 14. maddenin gerekçesinde, herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın, “Geçici 14 üncü madde ile; bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce hizmet akdiyle çalışanlar için prime esas kazançları üzerinden kısa vadeli sigorta kolları primi ile ayrıca %30 oranındaki prim toplamı kadar, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar için aylıkları üzerinden Kanunun 30 uncu maddesinde belirtilen oranda sosyal güvenlik destek primi alınması öngörülmektedir” denilmektedir. Böyle bir ayırım gözetilmiş olsaydı, gerekçede bu koşul ayrıca vurgulanırdı. 16 - 153 - % 23,5 ila % 29 arasında değişecek oranda sosyal güvenlik destek primi ödemek zorunda kalacaklardır17. 4. Fiili Hizmet Süresi Zammından Yararlanacak Sigortalılar İçin Ödenmesi Gereken Prim Oranı Fiili hizmet süresi, bazı ağır ve yıpratıcı işlerde çalışanlar için öngörülen ve sigortalının daha erken emekli olmasına olanak sağlayan bir haktır18. Kanunda belirtilen işlerde çalışanlara erken emekli olma olanağı tanınmakla, bir anlamda bu gibi işlerde çalışma özendirilmektedir19. 5510 sayılı Kanunda da bu konuda özel hükümler öngörülmüş, ancak konu 506 sayılı Kanundan daha farklı düzenlenmiştir. Öncelikle, 5510 sayılı Kanunda, konu, “Fiilî hizmet süresi zammı” başlığı ile düzenlenmiş ve maddede belirtilen sürelerin sigortalılık süresine değil, prim ödeme gün sayısına eklenmesi öngörülmüştür20. Gerçekten, 5510 sayılı Kanunun 40. maddesine göre, “Aşağıda belirtilen işyerlerinde ve işlerde 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamında çalışan sigortalıların prim ödeme gün sayılarına, bu işyerle17 Caniklioğlu, Nurşen: 5510 Sayılı Yasa Tasarısı’nın İşverenlere Getirdiği Ek Yükümlülükler, İşveren Dergisi, Nisan 2008, 35; aynı yazar, Sosyal Güvenlik Destek Primi, 173. (Belirtelim ki, bu yazımızda % 29 oranı yanlışlıkla % 28,5 olarak yazılmıştır). 18 506 sayılı Kanun dönemine ilişkin olarak geniş bilgi için bkz. Güzel / Okur / Caniklioğlu, 479 vd; Tuncay/Ekmekçi, 365 vd; Şakar, Müjdat: Sosyal Sigortalar Uygulaması, İstanbul 2004, 278-279; Başterzi, Fatma: Yaşlılık Sigortası, Ankara 2006, 233 vd; Araslı, Utkan: Kimler “İtibari Hizmetten” Yararlanacak?, SİCİL İş Hukuku Dergisi, Eylül 2007, 127 vd; Caniklioğlu, Nurşen: İtibari Hizmet Süresine İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı ve Yaşanan Gelişmeler, Sicil İş Hukuku Dergisi, Aralık 2007, 127. 19 Sözer, Ali Nazım: İtibari Hizmet Müessesesi ve İtibari Hizmetle İlgili Bazı Uygulama Sorunları, Çimento İşv. D., Mayıs 1998, 6; Güzel, Ali: Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1999 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin 1999 Kararlarının Değerlendirilmesi, İstanbul 2001, 317-318; Tuncay/Ekmekçi, 342; Tuncay, A. Can: Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 2000 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi, 2000, İstanbul 2002, 221; Başterzi, 233; Araslı, 134; Caniklioğlu, İtibari Hizmet Süresi, 127. 20 506 sayılı Kanunda, bu sürelerin sigortalılık süresine eklenmesi öngörülmüştü (ek m.5). Ancak yeraltı maden işlerinde çalışanlar için 60. maddede özel düzenlemeler bulunmaktaydı. Bu konuda bilgi için bkz, Güzel / Okur / Caniklioğlu, 448, 482. Geniş bilgi için bkz. Baycık, Gaye: İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Açısından Maden İşçileri, Ankara 2006. - 154 - rinde ve işlerde geçen çalışma sürelerinin her 360 günü için karşılarında gösterilen gün sayıları, fiilî hizmet süresi zammı olarak eklenir. 360 günden eksik sürelere ait fiilî hizmet süresi zammı, 360 gün için eklenen fiilî hizmet süresi ile orantılı olarak belirlenir. Çalışmanın fiili hizmet süresi zammı kapsamında değerlendirilebilmesi için, tablonun (13) ve (14) numaralı sıralarında belirtilen sigortalılar hariç sigortalının kapsamdaki işyerleri ile birlikte belirtilen işlerde fiilen çalışması ve söz konusu işlerin risklerine maruz kalması şarttır” (m.40/I). Maddede düzenlenen bir diğer önemli konu da, sigortalının bu maddede belirtilen fiili hizmet süresi zammından yararlanabilmesi için, söz konusu işlerde fiilen çalışması ve ayrıca bu işlerin risklerine maruz kalması, yani risklerden etkilenmesi gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, 5510 sayılı Kanunda, fiili hizmet süresi zammının kapsamına giren işler, 506 sayılı Kanunda sayılanlardan daha farklı belirlenmiştir. Bu işlerin neler olduğu 40. maddede 15 farklı kategoride düzenlenmiştir. Maddede, ilk sütunda hangi işlerin ya da işyerlerinin fiili hizmet zammı kapsamında olduğu belirtildikten sonra, ikinci sütunda bu işyerlerinde çalışan sigortalılardan hangilerinin bu olanaktan yararlanacakları, üçüncü ve son sütunda ise, bu işler karşılığında sigortalıların kaç günlük fiili hizmet zammına hak kazanacakları gösterilmiştir. Sigortalıların prim ödeme gün sayısına eklenecek fiili hizmet zammı, 40. maddede 60, 90 ve 180 gün olarak belirlenmiştir. İşverenlerin ödemeleri gereken prim oranları da, sigortalıların hak kazanacakları fiili hizmet zammının miktarına göre değişen oranda saptanmıştır. Buna göre, m.4/I,a bendi kapsamında çalışan sigortalılar için uygulanacak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları prim oranı, % 20 oranına, 60 gün eklenecek işlerde 1 puan, 90 gün eklenecek işlerde 1,5 puan, 180 gün eklenecek işlerde 3 puan artırılması suretiyle belirlenir (m.81/I,b,1). Bu şekilde bulunan oran ile % 20 oranı arasındaki farka ait primin tamamı işveren tarafından ödenir. Bu durumda, söz konusu kapsamda sigortalı çalıştıran işverenlerin ödemeleri gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası prim oranı en az % 12, en fazla % 14 oranında olacaktır. Bu arada önemle vurgulayalım ki, daha önce Anayasa Mahkemesinin 2006 yılında verdiği karar sonucunda21 Ek m. 5/IV bendinin 21 AYM, 4.10.2006 t., 157/97, (RG., 27.03.2007, 26475). - 155 - kapsamına giren pek çok sigortalı22, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra fiili hizmet süresi zammından yararlanamayacaktır. Örneğin kaynak işlerinde çalışan sigortalılar, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra fiili hizmet zammından yararlanma haklarını kaybedeceklerdir23. Dolayısıyla işverenler de, söz konusu sigortalılar için itibari hizmet süresine (şimdi fiili hizmet zammına) ilişkin primi ödemeyeceklerdir. III. 5510 SAYILI KANUNA GÖRE PRİME ESAS OLAN VE OLMAYAN KAZANÇLAR 1. Prime Esas Kazançlar Prime esas kazançlar, 5510 sayılı Kanunun 80. maddesinde, kural olarak, 506 sayılı Kanun hükümleri esas alınarak düzenlenmiştir. Ancak, bu konuda 506 sayılı Kanundan farklı ve önemli bazı düzenlemelere de yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanunun 5754 sayılı Kanunla değişik 80. maddesine göre, m.4/I,a bendi kapsamında sigortalıların prime esas kazançlarının hesabında, “1) Hak edilen ücretlerin, 2) Prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaktan o ay içinde yapılan ödemelerin ve işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen tutarların, 3) İdare veya yargı mercilerince verilen karar gereğince yukarıdaki (1) ve (2) numaralı alt bentlerde belirtilen kazançlar niteliğinde olmak üzere sigortalılara o ay içinde yapılan ödemelerin, brüt toplamı esas alınır” (f.I,a). Maddenin 5754 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki şeklinde açıkça prime esas kazanç olduğu belirtilmeyen bazı ödemeler, 5754 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle prime esas kazanç olarak sayılmıştır. Gerçekten, daha önce bu maddede yer verilmeyen, işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen tutarların prime esas sayılacakları maddede açıkça 22 Bu konudaki gelişmeler için bkz. Araslı, 127 vd; Caniklioğlu, 127 vd. Ancak, 5510 sayılı Kanunda, daha önce itibari hizmet süresi kapsamında olup da 5510 sayılı Kanunda yapılan değişiklik sonucunda fiili hizmet zammı kapsamında olmayanlar için geçici bir maddeye yer verilmiştir. Buna göre, 506 sayılı Kanunun ek 5 inci maddesinde sayılan itibari hizmet süresi kapsamında yer alıp, bu Kanunun 40. maddesinde sayılmayan işlerde, bu Kanunun yürürlük tarihinden önce geçen çalışma sürelerinin bu maddenin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesinde 3600 gün prim ödeme şartı aranmaz (Geç. m.7/II). 23 - 156 - belirtilmiştir24. 5510 sayılı Yasanın prim ödeme yükümlülüğü bakımından en fazla sıkıntı yaratacak, uygulanması karışıklıklara neden olacak hükmü ise, üst kazanç sınırını aşan ödemelerin, ödemeyi takip eden ayda primlendirilmesi hükmüdür. Gerçekten, ücret dışındaki ödemelerin, öncelikle ödendiği ayın kazancına dahil edilip, üst sınırın aşan kısmının da, ödemenin yapıldığı ayı takip eden aydan başlanarak iki ayı geçmemek üzere, üst sınırın altında kalan sonraki ayların prime esas kazançlarına ilâve edilmesine ilişkin hüküm uygulamada önemli sorunlara neden olacaktır25. Belirtelim ki, bu süre 5754 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce 12 ay olarak belirlenmişti. 5754 sayılı Yasa bu sürenin iki aya indirilmesi isabetli olmuşsa da, esasında bu konuda yapılması gereken, bu hükmün tamamen yasadan çıkarılmasıdır. Aksi halde hüküm, işverenlerin söz konusu kazançları takip etmeleri bakımından sıkıntı yaratacağı gibi, vergi mevzuatı bakımından da sorun yaratacak niteliktedir. Ayrıca söz konusu uygulama, sigortalıların ücretlerinin düşmesine de neden olacaktır. Zira daha önce prime esas kazanç sayılmayan, dolayısıyla prim kesilmeyen bir ödemeden sigortalının prim payı da kesilecektir. Tüm bu nedenlerle hükmün bir an önce kaldırılması gerekir. 2. Prime Esas Olmayan Kazançlar 5510 sayılı Kanuna göre, “Ayni yardımlar ve ölüm, doğum ve evlenme yardımları, görev yollukları, seyyar görev tazminatı, kıdem tazminatı, iş sonu tazminatı veya kıdem tazminatı mahiyetindeki toplu ödeme, keşif ücreti, ihbar ve kasa tazminatları ile Kurumca tutarları yıllar itibarıyla belirlenecek yemek, çocuk ve aile zamları, işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen ve aylık toplamı asgari ücretin % 30'unu geçmeyen özel sağlık sigortası primi ve bireysel emeklilik katkı payları tutarları prime esas kazanca tabi tutulmaz” (m.80/I,b). Öncelikle belirtelim ki, prime esas olmayan kazançlar örnek verici değil, sayılı ve sınırlı bir biçimde öngörülmüştür26. Dolayısıyla, 24 Maddeye bu yönde yapılan bir eklemenin önemi bakımından değerlendirme için bkz. Caniklioğlu, Ek Yükümlülükler, 36-37. 25 Güzel/Ocak, 162-163; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 214-215; Caniklioğlu, Ek Yükümlülükler, 36; Kurt, 162. 26 506 sayılı Kanun döneminde bu yöndeki görüşler için bkz. Çenberci, Mustafa: Sosyal Sigortalar Kanunun Şerhi, Ankara 1985, 439; Tunçomağ, Kenan: Sosyal - 157 - sayılanlar dışında her ne ad altında olursa olsun sigortalıya yapılacak ödemeler prime esas kazanç sayılacaktır. Nitekim bu husus maddede de açıkça belirtilmiştir. Buna göre, yukarıda belirtilen istisnalar dışında her ne adla yapılırsa yapılsın tüm ödemeler ile ayni yardım yerine geçmek üzere yapılan nakdi ödemeler prime esas kazanca tabi tutulur (m.80/I,c). Maddede sayılan ve prime esas olmayacağı belirtilen kazançlar büyük ölçüde 506 sayılı Kanunda olduğu gibidir. Ancak 5510 sayılı Kanunun kapsamına devlet memurları ve kamu görevlilerinin de girmesi nedeniyle, bente bazı ilaveler yapılmıştır. İlave edilen ödemelerden bazılarının, örneğin emeklilik ikramiyesinin ya da iş sonu tazminatının devlet memurları ve kamu görevlilerine ilişkin olduğu açıkça belli olmakla birlikte, sayılan bazı ödemeler duraksamaya neden olacak niteliktedir. Gerçekten, bentte, “kıdem tazminatı mahiyetindeki toplu ödeme”lerin de prime esas kazanç sayılmayacağı belirtilmektedir. Bu ibare ile neyin kast edildiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Örneğin, uygulamada iş sözleşmesinin anlaşarak (İkale anlaşması) sona erdirilmesi halinde işçilere yapılan kıdem tazminatı mahiyetinde toplu ödemelerin bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği akla gelebilecektir. Bu hususun da bir an önce açıklığa kavuşturulmasında yarar bulunmaktadır. Prime esas kazanç konusunda önem taşıyan hususlardan biri de ayni yardımlardır. Bilindiği gibi 5510 sayılı Kanun, 5754 sayılı Kanunla değiştirilmeden önce, ayni yardım konusunda üçlü ayırım öngörmüş, görevin gereği olarak yapılan ayni yardımları prime esas kazancın dışında tutmuştu. Kanun, diğer ayni yardımları ise, Bakanlıkça belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayırmıştı. Buna göre, Bakanlıkça belirlenen ayni yardımların asgari ücretin % 30’unu geçmeyen kısmı prime esas kazanca dahil edilmeyecek, buna karşılık, aşan kısım ile Bakanlığın belirlemediği ayni yardımların tamamı prime esas kazanç sayılacaktı. Bu hüküm de öğretide haklı olarak eleştirilmişti27. Gerçekten, böyle suni ayırımlar yapılmasının isabetsizliği bir yana, hangi yardımların, “görevin gereği” olduğunun tespiti de belirsizlik Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, 5. Bası, İstanbul 1990, 141; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 217; Tuncay/Ekmekçi, 189-190; Bilgili, Özkan: Sosyal Güvenlik Kılavuzu, 5502 ve 5510 Sayılı Kanuna Göre, Açıklamalı, Örnekli, Karşılaştırmalı, Ankara 2006, 221. 27 Güzel/Ocak, 168-170; Güzel/Okur/Caniklioğlu, 221. - 158 - yaratacak nitelikteydi. Tüm bunların dışında, anılan düzenleme, zaten yüksek olan prim oranlarının yanında, Kanunun uygulanmaya başlamasıyla, işverenlerin maliyetlerini de artıracak, ayrıca, her ne kadar geniş anlamda ücret gibi değerlendirilse de, sigortalının cebine girmeyen bir ödemeden sigortalı adına da prim kesilmesini gerektirecek nitelik taşımaktaydı. 5510 sayılı Kanundaki isabetli olmayan bu düzenleme biçimi 5754 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve ayni yardımlar prime esas kazanç kapsamından çıkarılmıştır (m.80/I,b). Dolayısıyla, artık ayni yardımlar, 506 sayılı Kanunda olduğu gibi, prime esas kazanç sayılmayacaklardır. Bu isabetli düzenlemeye karşılık 5754 sayılı Kanunla 80. maddenin (c) bendi değiştirilmiş ve “(b) bendinde belirtilen istisnalar dışında her ne adla yapılırsa yapılsın tüm ödemeler ile ayni yardım yerine geçmek üzere yapılan nakdi ödemeler prime esas kazanca tabi tutulur” hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme karşısında, daha önce Yargıtayın isabetli bir şekilde vermiş olduğu, ayni yardım yerine bunun parasının verilmesinin ayni yardımın yardım olma niteliğini ortadan kaldırmayacağı, dolayısıyla prime tabi tutulmayacağı yönündeki kararının bir geçerliliği kalmayacaktır. Gerçekten, Yargıtaya göre, “Ayni yardımdan amaç, sosyal veya kişisel bir ihtiyacın karşılanması yolunda yapılan bir yardımdır. Yardımın ayni veya para olarak yapılmasının önemi bulunmamaktadır. Örneğin; işverenin sigortalılarına dağıttığı elbise, ayakkabı, sigortalı çocukları için, kitap, kırtasiye gibi yardımlar, doğrudan aynı nitelik taşımasına karşın bu yardımlar yemek bedeli, taşıt gideri, yakacak bedeli, dikiş ücreti mesken veya sağlık yardımı, öğrenim yardımı türünden nakitte olabilir. Bu tür somut biçimde belli edilmiş bir ihtiyaca yönelik yardımlar ayni yardım olarak kabul edilir ve prim hesabında dikkate alınmazlar” 28. 5754 sayılı Kanunla yapılan bu düzenleme uygulamada tartışma28 Bu konuya ilişkin olarak bkz. Yarg. 21. H.D., 05.02.2007, E. 2006/4180, K. 2007/1193, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2007/3, S.14, 356-357. Kararın değerlendirmesi için bkz. Ekmekçi, Ömer: Ayni Yardımlar ve Özel Sağlık Sigortasının Prim Matrahına Dahil Edilmemesi (21. HD’nin Ders Veren Bir Kararı Üzerine) SİCİL İş Hukuku Dergisi, Eylül 2007, 120 vd; Özkaraca, Ercüment: Ayni Yardım Kavramı ve Nakden Ödenen Ayni Yardımların Sosyal Sigorta Primine Tabi Olup Olmadığı, Karar İncelemesi, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2007/4, S.15, 173 vd. Ayrıca bkz. Tuncay/Ekmekçi, 191 vd. - 159 - lara ve yargı kararlarına neden olan bir uyuşmazlığı çözecek nitelikte de olsa, yaklaşım itibariyle isabetli değildir. Böylece, gerçekte ayni yardım niteliği taşıyan bir ödeme, sırf karşılığında para ödendiği için prime tabi tutulmakta, ödemenin gerçek amacı geri planda kalmaktadır29. Prime esas kazançlar bakımından uygulamada sorun yaratan hususlardan bir diğeri de, kuşkusuz özel sağlık sigortası ve bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı paylarıdır. Bu konuda 506 sayılı Kanunda herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Buna karşılık konu 5510 sayılı Kanunda özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre, “işverenler tarafından sigortalılar için özel sağlık sigortalarına ve bireysel emeklilik sistemine ödenen ve aylık toplamı asgarî ücretin % 30'unu geçmeyen özel sağlık sigortası primi ve bireysel emeklilik katkı payları tutarları, prime esas kazanca tabi tutulmaz” (m.80/I,b). Böylece, 5510 sayılı Kanun yürürlüğe girdiğinde, söz konusu ödemelerin toplam tutarının asgari ücretin % 30'unu aşan kısmı prime tabi tutulacaktır30. Oysa bizce, işverenlerce sigortalılara yapılan ve özellikle de özel sağlık sigortası açısından yaklaştığımızda, doğrudan sigortalıların kendilerine yapılan parasal ödeme niteliğinde olmayan bu katkı paylarının prime esas kazanç sayılmaması gerekirdi31. Prime esas kazançlara ilişkin olarak üzerinde durmak istediğimiz bir diğer konu iş güvencesi tazminatının prime esas kazanç sayılıp sayılmayacağıdır. Öğretide, her ne kadar SSK. m.77’de prime esas olmayacak kazançlar arasında sayılmasa da, İş Kanununun 21. maddesi uyarınca, gerekli koşulların oluşması durumunda, işçiye ödenmesi gereken ve en az 4 aylık en çok 8 aylık ücreti tutarında olabilen iş güvencesi tazminatının, ücret niteliğinde olmadığı için prim matrahına dahil edilmemesi gerektiği belirtilmektedir32. Sosyal Sigortalar Kurumu da bu konuda yayınlamış olduğu 27.04.2006 tarih ve 16-370 Ek sayılı Genelgede, söz konusu ödemelerden prim kesilmemesi gerektiğini açıklığa kavuşturmuştur33. Genelgeye göre, bu ödeme ücret nite29 Caniklioğlu, Ek Yükümlülükler, 36. Bilgili, 225; Kurt, 161. 31 Aynı yönde, Kurt, 161. 32 Güzel/Okur/Caniklioğlu, 220. 33 Bu konuda yukarıda anılan Genelge çıkarılmadan önce çıkarılan Genelge ve buna ilişkin eleştiriler için bkz. Ekmekçi, Ömer: S.S. Kurumu S.S. Kurumu Bakanlığı'nın, İşe İade Kararı Alan Sigortalılar İçin Prim Belgelerinin Verilmesi ve Primlerin 30 - 160 - liğinde olmadığı, işverene işe başlatmama nedeniyle verilen bir medeni ceza niteliğinde olduğu için prime tabi tutulmayacaktır. Her ne kadar konu uygulamada açıklığa kavuşturulmuş olsa da, bu konuda yeni bir düzenleme yapıldığı için, iş güvencesi tazminatının prime esas kazanç olmadığının maddede açıkça belirtilmesi herhalde çok daha isabetli olurdu. IV. PRİM BELGESİNİN KURUMA VERİLMESİ VE PRİMLERİN ÖDENME SÜRESİNE İLİŞKİN DEĞİŞİKLİKLER 5510 sayılı Kanunun 86. maddesine göre, işverenler, bir ay içinde çalıştırdığı veya sosyal güvenlik destek primine tâbi sigortalıların; ad ve soyadlarını, T.C. kimlik numaralarını, 80 inci maddeye göre hesaplanacak prime esas kazançlarını, prim ödeme gün sayıları ile prim tutarlarını gösteren ve örneği Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenen asıl veya ek aylık prim ve hizmet belgesini Kuruma vermekle yükümlüdürler (f.I). Görüldüğü gibi, bu konuda 506 sayılı Kanundaki hükme benzer düzenleme yapılmıştır. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinin, aylık prim hizmet belgesi bakımından uygulamada herhangi bir değişiklik yaratmaması gerekir. Aylık prim ve hizmet belgesinin verilme süresi konusu ise 5510 sayılı Kanunda farklı düzenlenmiştir. Bilindiği gibi 506 sayılı Kanuna göre, aylık prim ve hizmet belgesinin, ait olduğu ayı veya dönemi takip eden ayın sonuna kadar Kuruma verilmesi gerekmekteydi (SSK m.79/I). 5510 sayılı Kanunda aylık prim hizmet belgesinin verilmesi gereken tarih önce ilgili ayı takip eden ayın 25’i olarak belirlenmiş, ardından 5754 sayılı Kanunla konu yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, aylık prim ve hizmet belgesinin “ait olduğu ayı takip eden ayda Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar” Kuruma verilmesi gerekir (m.86/I). Dolayısıyla, 5510 sayılı Kanun, aylık prim hizmet belgesinin Kuruma verilmesi bakımından belirli bir tarih öngörmemektedir. Bu tarih, Kurum kararına göre her zaman değiştirilebilir. Bu durum da uygulamada işverenler bakımından bir belirsizlik yaratmaktadır. Bu konuda, Kurumun ihtiyacı da dikkate alınarak daha kesinlik taşıyan bir tarih ya da tarih aralığının Kanunda belirlenmesi herhalde daha Ödenmesi Sürelerine İlişkin 04.03.2004 Tarih ve 16-330 Sayılı Genelgesi Üzerine, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, S.7, Temmuz-Ağustos-Eylül 2005, 966 vd. - 161 - isabetli olurdu. 5510 sayılı Kanunda, primlerin ödenmesi konusunda da 506 sayılı Kanundan farklı hükümlere yer verilmiştir. Kanuna göre, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen sigortalıları çalıştıran işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak sigortalı hissesi prim tutarlarını ücretlerinden keserek ve kendisine ait prim tutarlarını da bu tutara ekleyerek en geç Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar Kuruma öder (m.88/I). Yapılan bu düzenleme çerçevesinde, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte artık primler, ertesi ayın sonuna kadar değil, Kurumca belirlenecek günün sonuna kadar ödenmek zorundadır. V. 5763 SAYILI KANUNLA ÖNGÖRÜLEN PRİM TEŞVİKLERİ 1. Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortası Priminden Yüzde Beş Oranında İndirim Olanağı a) Genel Olarak 5763 sayılı Kanunla, 5510 sayılı Kanunun 81. maddesinin birinci fıkrasına (ı) bendi eklenmiş ve istihdamı teşvik amacıyla, işverenlerin ödemesi gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası prim oranına ilişkin bazı değişiklikler öngörülmüştür. Buna göre, bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenlerinin ödemeleri gereken malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutarı Hazinece karşılanır (m.81/I,ı) Öncelikle belirtelim ki, söz konusu hükümle, işverenlerin ödemeleri gereken % 11 oranındaki MYÖ sigortası prim oranının yüzde beşi indirilmemiş, bu oranın yüzde beşinin Hazine tarafından karşılanması öngörülmüştür. Oysa böyle bir düzenleme yerine, işverenlerce ödenmesi gereken MYÖ prim oranı, doğrudan % 6 olarak da belirlenebilirdi. Bu biçimiyle düzenleme ilk bakışta yadırgatıcı gelmektedir. Ancak bunun nedenini hükmün düzenlendiği 5763 sayılı Kanunun temel amacında aramak gerekir. Gerçekten, 5763 sayılı Kanunda istihdamı teşvik amacıyla başka kanunlarda da değişikler yapılmış, yüzde beş oranındaki indirim dışında, özürlü, genç erkek işçi ve 18 yaşından büyük olmak koşuluyla kadın işçiler (sigortalılar) için ödenmesi - 162 - gereken primlerin işveren hissesinin belirli kısımlarının Hazine ya da İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanması öngörülmüştür. Fakat yine teşviklerin öngörüldüğü maddelere konulan hükümlerle, işverenlerin, bu prim teşviklerinden aynı anda yararlanması engellenmiştir. Bir başka deyişle, işverenler, aynı dönem için bu teşviklerden sadece birinden yararlanabileceklerdir. Bu nedenle de, MYÖ prim oranının işveren hissesini % 6 olarak belirlemek yerine, diğer teşviklerden yararlanmayan işverene yüzde beş oranında bir indirim yaptırtma seçeneği sunulmuştur. Öte yandan, vurgulayalım ki, söz konusu Hazine katkısı öngören hüküm süreklilik taşımaktadır. Yani bentte belirtilen koşulların mevcudiyeti halinde işverenler her zaman bu olanaktan yararlanabileceklerdir. Yine söz konusu bentte, Hazinece karşılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmayacağı ve konuya ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı tarafından müştereken belirleneceği esasına yer verilmiştir. b) Yüzde Beş Oranındaki Hazine Katkısından Yararlanma Koşulları aa) Özel sektör işvereni olmak Kanunda da açıkça belirtildiği üzere, yüzde beş oranındaki Hazine katkısından, bir başka deyişle prim indirim olanağından sadece özel kesim işverenleri yararlanabilirler. Gerçekten, eklenen bende göre, “Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenlerinin, bu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanır”. Bentte yer verilen bir diğer hükme göre de, bu bentle getirilen hükümlerden kamu idareleri işyerleri yararlanamaz. Dolayısıyla, Kamu sektöründeki işverenlere bu teşvikten yararlanma olanağı tanınmamıştır. bb) Kuruma prim ve idari para cezası ile gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmamak İşverenin 81. maddede öngörülen yüzde beş oranındaki Hazine katkısından yararlanabilmesi için, çalıştırdığı sigortalılarla ilgili olarak - 163 - 5510 sayılı Kanun uyarınca vermesi gereken aylık prim ve hizmet belgesini, yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermesi şarttır. Dolayısıyla, yasal süresi içinde prim belgesini Kuruma vermeyen işverenler yüzde beş oranındaki indirimden yararlanamazlar. Bu düzenlemeden, işverenin bu olanaktan yararlanma hakkının tamamen mi ortadan kalktığı, yoksa bu belgeleri Kuruma vermediği sürece mi bu teşvikten yararlanamayacağı tam olarak anlaşılmamaktadır. Bize göre, bu hükmü, söz konusu belgenin Kuruma verilmediği sürece bu teşvikten yararlanılamayacağı biçiminde yorumlamak gerekir. Aksinin kabulü halinde ortaya çıkan durumu, Kanunun, Kuruma bildirmeden sigortalı çalıştırdığı tespit edilen işverenlerin bir yıl boyunca bu teşvikten yararlanmayacağını belirten hükmü ile uyumlu bulma olanağı olmaz. Gerçekten, Kuruma bildirilmeksizin sigortalı çalıştıran işverenlerin bile belirli bir süre sonra yine bu teşvikten yararlanmasını öngören kanun koyucunun, çeşitli nedenlerle aylık prim ve hizmet belgesini süresinde veremeyen işverenin bu olanaktan hiç yararlanmamasını öngörmesi tutarsız olur. Bu nedenle, bizce, işveren yasal süresi geçtikten sonra aylık prim ve hizmet belgesini Kuruma verip, ödemesi gereken ilgili primleri, gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte ödeyince yüzde beş oranındaki Hazine katkısından tekrar yararlanmaya başlar. Ancak, doğaldır ki, aylık prim ve hizmet belgesinin süresinde verilmediği dönem için Hazine katkısı söz konusu olmaz. Yüzde beş oranındaki Hazine katkısından yararlanabilmek için işverenlerin sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı yasal süresinde ödemeleri de şarttır. İşverenler, bu hüküm gereğince, sadece MYÖ sigortası prim oranının kendi hissesine düşen geri kalan % 6’lık kısmını değil, kısa vadeli sigorta kolları, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası primi ile sosyal güvenlik destek primi de dahil olmak üzere, primlerin tamamını ödemek zorundadırlar. Aynı şekilde, bu teşvikten yararlanmak için sigortalı prim hissesinin tamamının ödenmiş olması da, bentte öngörülen bir diğer zorunluluktur. Yine anılan düzenlemeye göre, işverenlerin, Sosyal Güvenlik Kurumuna prim, ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmaması gerekmektedir. Maddedeki açıklık karşısında, işverenlerin sadece prim borcu değil, aynı zamanda gecikme cezası ve gecikme zammı borcu da bulunmamalıdır. Her ne kadar Kanunda bir açıklık yoksa da borcun ödenmesi ile birlikte Hazine katkısından ya- 164 - rarlanma olanağı tekrar başlar. Böyle bir yorum, yüzde beş oranındaki Hazine katkısından yararlanmak isteyen işverenleri, borçlarını bir an önce ödemeye teşvik edeceği için de ayrıca isabetlidir. Gerçekten, her bir sigortalı için yararlanılabilecek olan yüzde beş oranındaki Hazine katkısı işverenler için çok yüksek olmasa da önemli bir teşvik unsurudur. Bu nedenle, bu yorum işverenleri Kuruma olan borçlarını bir an önce ödemeye teşvik edecektir. Öte yandan, maddede sadece prim borcu bulunulmamasından söz edilmemiş, aynı zamanda işverenin Kuruma idari para cezası borcu bulunmaması gerektiği de hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, Kurum, herhangi bir nedenle işveren hakkında idari para cezası tahakkuk ettirmiş ise, gecikme cezası ve gecikme zammı da dahil olmak üzere bu borcun Kuruma ödenmesine kadar işverenin Hazine katkısından yararlanması mümkün olamayacaktır. 5510 sayılı Kanunun 102. maddesine göre, idarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler34. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir (m.102/IV). Ancak, mahkemeye başvurulması idari para cezasının takip ve tahsilini durdurmaz (m.102/VI). İdari para cezasına itiraz ve itirazın reddi üzerine başlayan yargı sürecinin ülkemizde uzun sürdüğü bilinen bir gerçektir. Bu durumda, yargı sürecinde işveren Kuruma karşı borçlu konumunda olacağı için yüzde beş Hazine katkısından bu dönem için yararlanma olanağı söz konusu olamayacaktır. Kanaatimizce bu durum işverenleri baskı altında bırakacak ve haklı olduklarını düşündükleri durumlarda dahi, çok yüksek meblağlara ulaşmayan idari para cezalarını bir an önce ödeyerek teşvikten yararlanmaya devam etme eğilimine sevk edebilecektir. Ancak, dava açıp da mahkemece haklı görülenler bize göre geriye dönük olarak Hazine katkısından yararlanabilmelidirler. Bu konuda anılan bentte öngörülen bir başka hükme daha değinmek gerekir. Söz konusu düzenlemeye göre, Kuruma olan prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı 34 Bu konuda 506 sayılı Kanundaki düzenleme hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Güzel/Okur/Caniklioğlu, 247-248; Tuncay/Ekmekçi, 272-273. - 165 - borçlarını 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48. maddesine göre tecil ve taksitlendiren işverenler ile 22.2.2006 tarihli ve 5458 sayılı35 Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna göre yapılandıran işverenler bu tecil ve taksitlendirme ile yapılandırmaları devam ettiği sürece bu fıkra hükmünden yararlandırılırlar (m.81/I,ı). Bentte, yararlandırmanın, “tecil ve taksitlendirme ile yapılandırmaları devam ettiği sürece” olacağının belirtilmesi karşısında, işveren yapılandırmanın gereğini yerine getiremez ve yapılandırma bozulursa, tüm borçlar ödeninceye kadar yüzde beş oranındaki hazine katkısından yararlanma olanağı da ortadan kalkar. cc) İşverenin prim ödeme yükümlülüğünün sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışan sigortalılarla yurt dışındaki sigortalılardan dolayı olmaması 5510 sayılı Kanunun m.81/I,ı bendine göre, işverenler sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışan sigortalılarla yurt dışında çalışan sigortalılar için bu teşvik unsurundan yararlanamazlar. Belirtelim ki, sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışan sigortalılarla ilgili olarak böyle bir hükme yer verilmese de söz konusu sigortalılar için bu hükmün uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Zira yüzde beş oranındaki hazine katkısı, işverenlerin ödemesi gereken MYÖ sigortası priminin işveren hissesi üzerinde olmaktadır. Oysa sosyal güvenlik destek primi, MYÖ sigortası primi olmayıp, özel nite35 Belirtelim ki, bu konuda 5763 sayılı Kanun metninde, yanlışlıkla, 29.7.2003 tarihli ve 4958 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’dan söz edilmiştir. Oysa 29.7.2003 tarihli ve 4958 sayılı Kanun Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’dur. Nitekim bu yanlışlığı düzeltmek amacıyla, 31.7.2008 tarih ve 5797 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”a bir hüküm konulmuştur (m.2). Söz konusu hükümle, 5510 sayılı Kanunun 81 inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde geçen "29/7/2003 tarihli ve 4958 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna göre yapılandırılan işverenler bu tecil ve taksitlendirme ile yapılandırmaları devam ettiği sürece" ibaresi "29/7/2003 tarihli ve 4958 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa ve 22/2/2006 tarihli ve 5458 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile diğer taksitlendirme ve yapılandırma Kanunlarına göre taksitlendiren ve yapılandıran işverenler bu tecil, taksitlendirme ve yapılandırmaları devam ettiği sürece" şeklinde değiştirilmiştir. - 166 - likli bir primdir. Dolayısıyla sosyal güvenlik destek primi zaten bendin kapsamına girmemektedir. Buna karşılık maddede herhalde herhangi bir duraksamaya yer vermemek için bu husus açıkça düzenlenmiştir. dd) Kayıt dışı sigortalı çalıştırılmamak Hazine katkısından yararlanılabilmesi için öngörülen bir diğer koşul da, işverenlerin Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalıştırmamalarıdır. Söz konusu bende göre, bu Kanun gereğince yapılan kontrol ve denetimlerde çalıştırdığı kişileri sigortalı olarak bildirmediği tespit edilen işverenler bir yıl süreyle bu fıkrayla sağlanan destek unsurlarından yararlanamazlar. Görüldüğü gibi, kayıt dışı sigortalı çalıştırma durumunda işverenlerin hazine katkısından yararlanamaması belirli bir süreyle sınırlanmıştır. Kayıt dışı sigortalı çalıştırıldığının tespitinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra işverenler tekrar söz konusu teşvikten yararlanmaya devam edebileceklerdir. Ancak, bir yıllık süre devam ederken, aynı işverenin tekrar kayıt dışı sigortalı çalıştırıldığının tespiti halinde, bu tespitle birlikte yeniden bir yıllık bir sürenin başlayacağını kabul etmek gerekir. Bu düzenleme karşısında, artık özellikle çok sayıda sigortalı çalıştıran işverenlerin çok daha dikkatli olması ve bu konuda herhangi bir ihmal gösterilmemesi büyük bir önem taşımaktadır. ee) Diğer ilgili mevzuatla öngörülen destek unsurlarından yararlanmamak Yüzde beş oranında Hazine katkısından yararlanabilmesi için işverenin gerek 5763 sayılı Kanunla gerek diğer ilgili mevzuat uyarınca öngörülen diğer teşviklerden yararlanmaması gerekmektedir. Bu husus, bentte, “Bu fıkrayla düzenlenen destek unsurundan diğer ilgili mevzuat uyarınca ayrıca yararlanmakta olan işverenler aynı dönem için ve mükerrer olarak bu destek unsurundan yararlanamaz. Bu durumda, işverenlerin tercihleri dikkate alınmak suretiyle uygulama, destek unsurlarından sadece biriyle sınırlı olarak yapılır” denilerek açıkça ifade edilmiştir. Bilindiği gibi, 5763 sayılı Kanunda, yüzde beş oranında Hazine katkısı dışında, aşağıda ayrıntılı bir biçimde üzerinde duracağımız gibi, özürlü sigortalılar ile genç erkek ve üst sınır aranmaksızın 18 yaşını tamamlamış kadın sigortalılar hakkında da bazı teşvikler öngörülmüştür. Bunun dışında, Hukukumuzda halen uygulanmakta olan - 167 - 5746 sayılı “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun”36,37 ile “Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”la38,39 da işverenin prim ödeme yükümlülüğü konusunda teşvikler öngörülmüştür (5746 sy. K. m.3, (3); 5084 sayılı Kanun m.4). Yukarıda andığımız hüküm gereğince, işveren aynı anda bu teşviklerden sadece birinden yararlanabilir. Bu konuda tercih hakkı ise işverene tanınmıştır. Bu konuda üzerinde durulması gereken husus, işverenin tercihini kullanırken, işyeri bazında mı tercihte bulunacağı, yoksa her bir sigortalısının özel durumuna ya da kendisine yapacağı katkıyı göz önünde tutarak sigortalı bazında mı tercihte bulunacağıdır. Bize göre, işveren sigortalı bazında tercihte bulunabilir. Örneğin, işveren bazı sigortalıları için özürlü teşvik hükmünden bazı sigortalıları için de yüzde beş oranındaki Hazine katkısından yararlanmak isteyebilir. Bizce Kanunda bunu engelleyen bir hüküm yoktur. Hatta işveren, özürlü sigortalısı için, özürlü teşvikinden yararlanmak yerine yüzde beş oranındaki katkıdan yararlanabilir. Özellikle sigortalının ücretinin, yani prime esas kazancının yüksek olması halinde Hazine katkısı işveren açısından daha avantajlı olabilir. Buna karşılık, sigortalı asgari ücret üzerinden çalışan bir özürlü ya da genç işçi istihdamından yararlanabilecek bir kişi ise, bu durumda, söz konusu diğer teşviklerden yararlanmak daha isabetli olacaktır. 2. Özürlü Sigortalı Çalıştıran İşverenlerin Yararlanacağı Prim Teşviki 5763 sayılı Kanunun 2. maddesiyle İş Kanununun 30. maddesi de değiştirilmiş ve sadece Sosyal Sigortalar Hukuku alanında değil, İş Hukuku alanında da önemli değişiklikler yapılmıştır. İş Kanununun değişik 30. maddesine göre, işverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde üç özürlü, kamu işyerlerinde ise yüzde dört özürlü ve yüzde iki eski hükümlü işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler. Aynı 36 RG, 12.03.2008, 26814. Bu Kanuna ilişkin değerlendirme için bkz. Sağlam, Erdoğan: Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında 5746 Sayılı Kanun’la Getirilen Vergi ve SSK Teşvikleri, Sicil İş Hukuku Dergisi, Haziran 2008, 247 vd. 38 RG, 6.2.2004, 25365. Bu Kanun daha sonra 5615 sayılı Kanunla (RG, 04.04.2007, 26483) değiştirilmiştir. 39 Bu konuda açıklamalar için bkz. Bilgili, 259 vd. 37 - 168 - il sınırları içinde birden fazla işyeri bulunan işverenin bu kapsamda çalıştırmakla yükümlü olduğu işçi sayısı, toplam işçi sayısına göre hesaplanır (f.I). Bu düzenlemeyle artık özel sektör işyerlerinde eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırma yükümlülüğü kaldırılmıştır. Bizce bu değişiklik isabetli olmuştur. İş Hukuku alanındaki bu gelişme dışında, maddede, özürlü istihdamını teşvik amacıyla işverenlerin prim ödeme yükümlülüklerine ilişkin olarak bir teşvik hükmüne de yer verilmiştir. Buna göre, “özel sektör işverenlerince bu madde kapsamında çalıştırılan 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi özürlü sigortalılar ile 1/7/2005 tarihli ve 5378 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen korumalı işyerlerinde çalıştırılan özürlü sigortalıların, aynı Kanunun 72 nci ve 73 üncü maddelerinde sayılan ve 78 inci maddesiyle belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin tamamı, kontenjan fazlası özürlü çalıştıran, yükümlü olmadıkları halde özürlü çalıştıran işverenlerin bu şekilde çalıştırdıkları her bir özürlü için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin yüzde ellisi Hazinece karşılanır” (m.30/VI). Söz konusu düzenlemeyle, sadece 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olarak çalıştırılan sigortalılar için ödenmesi gereken primler teşvik kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla, örneğin Sosyal Sigortalar Kanununun geç. 20. maddesine göre kurulan sandık kapsamındaki sigortalılar için ödenmesi gereken primler 30. maddede belirtilen teşvik kapsamında değerlendirilemeyecektir. Zira anılan sandık mensupları, 506 sayılı Kanun hükümlerine değil, banka, sigorta v.s. şirketleri tarafından kurulan sandık tüzüğüne tabidirler. Belirtelim ki, 5763 sayılı Kanunun metni söz konusu kişileri dışlamış olsa da, 31.7.2008 tarih ve 5797 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”la, geç.m.20 kapsamındaki sigortalıları çalıştıran işverenler de bu teşvikin kapsamına alınmışlardır40. Gerçekten, 5797 sayılı Kanunla41 5510 sayılı Kanunun m.81/,I,(ı) bendine bir cümle eklenmiştir. 40 Belirtelim ki, 5797 sayılı Kanun bu Tebliğin sunumundan sonra çıkarılmış olsa da, söz konusu Kanun hükümlerinin, yayım aşamasında hazırlanan Tebliğ metnine alınmamasının bir eksiklik olacağı düşünüldüğünden bu Kanunla getirilen düzenlemelere de değinilmesi ihtiyacı hissedilmiştir. 41 RG, 19.08.2008, 26972. - 169 - Buna göre, söz konusu teşvik, 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalılara ilişkin matrah, oran ve esaslar üzerinden 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesi kapsamındaki sandıkların statülerine tabi personel için de uygulanır. Yine maddede belirtilen sınırlama nedeniyle, sadece 506 sayılı Kanunun 72 ve 73. maddelerinde sayılan ve 78. maddeye göre belirlenen primler için teşvikten yararlanılabilecektir. Bunun sonucunda da, 4447 sayılı Kanuna göre ödenen işsizlik sigortası primi teşvik hükümlerinin kapsamına girmemektedir. Bu sınırlamaların makul bir gerekçesini bulma olanağı ise bulunmamaktadır. Maddede, işverenlerin yararlanabilecekleri prim teşvikleri, teşvike konu sigortalıların zorunlu olarak çalıştırılması ile işverenin zorunlu olmamasına rağmen özürlüyü istihdam etmiş olmasına göre ikiye ayrılmıştır. Gerçekten, maddeye göre, Sosyal Sigortalar Kanununa tabi özürlü sigortalılar ile korumalı işyerlerinde çalıştırılan özürlü sigortalılar için, prime esas kazanç alt sınırı üzerinden belirlenen işveren prim hissesinin tamamı Hazine tarafından karşılanacaktır. Buna karşılık, kontenjan fazlası özürlü ile işverenin yükümlü olmamasına rağmen çalıştırdığı özürlüler için yapılacak Hazine katkısı, prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin yüzde ellisi olacaktır. Bu düzenlemenin ortaya koyduğu gibi, alt kazanç sınırı üzerinden hesaplanan primlerin işveren hissesinin tamamının Hazinece karşılanması, işverenlerin zorunlu olarak istihdam ettiği özürlü sigortalılar için söz konusu olacaktır. Bu ayırımı isabetli bulma olanağı ise yoktur. Bize göre, her ikisi için de aynı oranda katkıda bulunulması daha isabetli olurdu. İlle de bir ayırım söz konusu olacaksa, bu durumda, zorunlu olunmamasına rağmen çalıştırılan özürlüler için daha fazla teşvik söz konusu olmalıydı. Bu biçimiyle, zorunlu olunmamasına rağmen özürlü çalıştırmanın ya da kontenjan fazlası özürlü çalıştırmanın teşvik edildiğinden söz etmek mümkün değildir. Öte yandan, Hazine, özürlü sigortalılara ödenen prime esas kazançların tamamını karşılamamakta, yukarıda yaptığımız ayırıma uygun olarak alt kazanç sınırı üzerinden hesaplanan kısmın işveren hissesinin ya tamamını ya da yüzde ellisini karşılamaktadır. Dolayısıyla, işveren, özürlü sigortalıya prime esas kazanç alt sınırının üzerinde bir ücret ödüyorsa, sınırı aşan miktarın kendi hissesine düşen kısmını ayrıca ödemekle yükümlüdür. - 170 - Çalıştırılan özürlülere ilişkin işveren hissesine ait primlerin Hazinece karşılanabilmesi için, işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerini yasal süresi içerisinde Kuruma vermesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı ödemeleri gerekmektedir. Bu fıkraya göre işveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, Hazinece Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak ödemenin gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, işverenden tahsil edilir. Ayrıca ekleyelim ki, maddede, bu teşvik kapsamında, işverenlerin Kuruma idari para cezası borcu bulunmamasından söz edilmemiştir. Dolayısıyla, işverenin Kuruma idari para cezası borcu bulunması teşvikten yararlanmayı engellemez. Hazinece karşılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı tarafından müştereken belirlenir. 3. Genç İşçi ve Kadın İşçi İstihdam Eden İşverenlerin Yararlanabilecekleri Prim Teşvikleri a) Genel Olarak İstihdamı teşvik kapsamında 5763 sayılı Kanunla öngörülen bir diğer teşvik de, genç erkek işçilerle 18 yaşından büyük kadın işçiler için öngörülen teşviktir. 5763 sayılı Kanunla 4447 sayılı İşsizlik sigortası Kanununa geçici 7. madde eklenmiş (m.20) ve belirli sigortalılar için prim teşviki öngörülmüştür. Bu maddenin incelenmesine geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki, son yıllarda özellikle sosyal güvenlik hukukuna ilişkin olarak çıkarılan kanunların dili gittikçe daha anlaşılmaz olmaktadır. 5763 sayılı Kanunla 4447 sayılı Kanuna eklenen geçici 7. maddeyi de anlamak oldukça zordur. Madde çok uzun cümlelerden oluşmaktadır. Aynı şekilde, söz konusu teşvikten yararlanmak için gerekli olan pek çok koşul, tek bir cümle içinde anlatılmak istenmiş, bunun sonucunda da anlaşılması oldukça zor bir madde metni ortaya çıkmıştır. Oysa olası uyuşmazlıkların ya da yanlış anlamaların önlenmesi açısından kanun hükümlerinin, açık ve kolay anlaşılır olması gerektiği açıktır. - 171 - Yukarıda da belirtildiği gibi, genç ya da kadın işçi istihdamına ilişkin teşvikten yararlanmak için geçici 7. maddede birçok koşul öngörülmüştür. Bunlar, 5763 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki bir yıl içinde çalıştırılan ortalama sigortalı sayısına ilave olarak sigortalı alınması; söz konusu sigortalının Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde istihdam edilmesi ve en az altı aydan beri işsiz durumda bulunması; son olarak da, söz konusu sigortalının genç erkek ya da 18 yaşından büyük kadın işçi olmasıdır. Maddede öngörülen teşvikten yararlanabilmek için bu koşulların tümünün gerçekleşmesi şarttır. Bu koşulların aynı anda gerçekleşmesi ise birçok durumda mümkün değildir. Bu nedenle, geç. m.7 kapsamında öngörülen teşvikten, sınırlı sayıda sigortalı için yararlanılabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Şunu da belirtelim ki, 5763 sayılı Kanunda, bu teşvikten, sadece 506 sayılı Kanun kapsamına giren sigortalıları çalıştıran işverenlerin yararlanmalarını mümkün kılacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Gerçekten, maddede, açıkça 506 sayılı Kanunun 72. ve 73. maddelerinde sayılan ve 78. maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hissesinden söz edilmiştir. Aynı şekilde işverenin aylık prim hizmeti belgesi vermesi bakımından da sadece 506 sayılı Kanundaki yükümlülüklerden söz edilmiştir. Dolayısıyla, 5763 sayılı Kanunda öngörüldüğü biçimiyle, geçici 7. madde, 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesine göre kurulan banka ve sigorta sandıkları mensuplarını çalıştıran işverenleri dışlamıştır. Fakat, bu konuda da, bizce de isabetli olarak, 5797 sayılı Kanunun 9. maddesi ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun geçici 7 nci maddesinin ikinci fıkrasının sonuna bir cümle eklenmiş ve "Bu maddenin üçüncü fıkrasının (f) bendi hükmü saklı kalmak kaydıyla bu maddede düzenlenen teşvik, 506 sayılı Kanun kapsamında bulunanlarla aynı şartlarda olmak üzere 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıkların statülerine tabi personeli için de uygulanır." denilmiştir. Dolayısıyla, bu teşvikten artık geç. m.20 kapsamındaki sandık mensuplarını çalıştıran işverenler de yararlanabilirler. b) Genç ve kadın işçi istihdamına ilişkin teşvikten yararlanmak için öngörülen koşullar aa) Sigortalıya ilişkin koşullar 4447 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinde düzenlenen teşvikten yararlanmak için, istihdam edilen sigortalının 18 yaşından büyük ve - 172 - 29 yaşından küçük erkek olması ya da yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadın olması gerekmektedir. Kadınlar için yaş şartı aranmaksızın denilse de, bu ifade, üst sınır aranmaksızın 18 yaşından büyük kadın sigortalı olarak anlaşılmalıdır. Erkek işçiler bakımından öngörülen yaş koşulunun ülkemizde yaşanan genç işçi işsizliğini önleme amacı taşıdığı açıktır. Fakat hüküm, 29 yaşını aşan sigortalılar bakımından haksız bir ayırıma da neden olmuştur. Öte yandan, işverenlerin söz konusu teşvikten yararlanmaları için belirtilen yaşlarda sigortalı çalıştırılmaları yeterli olmamaktadır. Ayrıca bu sigortalıların, “maddenin yürürlük tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında” olması da gerekmektedir (geç. m.7/I). Maddenin yürürlük tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı olmama koşulunun, teşvikten yararlanacak işverenin işyerine ait aylık prim ve hizmet belgesi açısından mı? yoksa genel olarak tüm işverenler açısından mı dikkate alınması gerektiği maddeden tam olarak anlaşılmamaktadır. Ancak bizce, bu hükmün genel olarak tüm işverenlere ait aylık prim hizmet belgesinde, biçiminde anlaşılması gerekmektedir. Yani istihdam edilen sigortalının altı aydan beri işsiz olması gerekir. Kanunun amacı göz önünde tutulduğunda bu yorum bize daha isabetli görünmektedir. 4447 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinin, 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği (5763 sy. K. m.38/a) dikkate alındığında, işverenler, Ocak 2007-Haziran 2007 dönemine ilişkin hiçbir aylık prim ve hizmet belgesi içinde yer almayan sigortalıları istihdam etmeleri halinde bu teşvikten yararlanabileceklerdir. Bu teşvikten yararlanmak için Kanunda öngörülen bir diğer koşul da, sigortalıların bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde işe alınmış olmaları ve fiilen çalıştırılmalarıdır. Maddenin 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe girdiği göz önünde tutulduğunda, 30.06.2009 tarihinden sonra işe alınan sigortalılar için bu teşvikten yararlanmak mümkün olmayacaktır. Bu konuda maddede öngörülen son koşul ise, yukarıda sayılan koşullara uygun olarak istihdam edilen genç erkek ya da kadın sigortalının, bu maddenin yürürlük tarihinden önceki bir yıllık dönemde işyerine ait prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigortalı sayısına ilave olarak işe alınmış olmasıdır. İşverenler bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit etmek amacıyla, önce, işyerine ait Temmuz 2007-Haziran 2008 döneminde verdikleri on iki - 173 - aya ilişkin toplam sigortalı sayısını belirlemeli, sonra, toplam sigortalı sayısını onikiye bölerek aylık ortalama sigortalı sayısını bulmalıdırlar. Doğaldır ki, işyeri oniki aydan beri faaliyette bulunmuyorsa, faaliyette bulunduğu dönem dikkate alınarak ortalama sigortalı sayısı belirlenmelidir. Örneğin, üç aydan beri faaliyette bulunan bir işyeri için aylık prim hizmet belgelerinde yer alan toplam sigortalı sayısı üçe bölünecektir. Kanundaki açık düzenleme gereğince, geçici 7. maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki oniki aylık dönem, işyeri daha kısa bir süreden beri faaliyette buluyorsa bu süre esas alındığı için aylık ortalama sigortalı sayısının tek bir defa hesaplanması yeterlidir. Yani bu sayı sabittir. Bu bakımından, sigortalının işe alındığı tarihten önceki oniki aylık dönemin ortalaması önemli değildir. İşverenler, 01.07.2008-30.06.2009 tarihleri arasında koşullara uygun genç erkek ya da kadın sigortalı istihdam ettiklerinde, bu istihdamla birlikte belirledikleri bu ortalama sayıyı aşıp aşmadıklarını araştırmalıdırlar. Söz konusu sayının aşılması halinde ancak geç. m.7 kapsamındaki teşvikten yararlanmak mümkün olabilecektir. Madde bu biçimiyle, koşullara uygun bir sigortalı istihdam edilmesini yeterli saymamakta, bu istihdamın mevcudun ilerisinde yeni bir istihdam olmasını aramaktadır. bb) Teşvikten yararlanabilmek için işverenin uyması gereken koşullar İşveren hissesine ait primlerin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanabilmesi için, işverenlerin, çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerini yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermesi ve ayrıca sigortalıların tamamına ait sigorta primlerini, sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile birlikte İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı Kuruma ödemiş olmaları şarttır. Maddede, bu teşvikten yararlanmak için işverenin Kuruma idari para cezası veya gecikme zammı ya da gecikme cezası bulunmaması gerektiğine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Bunun sonucunda, işverenin Kuruma idari para cezası borcu bulunması bu haktan yararlanmasını engellemeyecektir. Buna karşılık, bu maddeye göre işveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, İşsizlik Sigortası Fonundan Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak ödemenin - 174 - gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, işverenden tahsil edilecektir. c) Teşvikin Kapsamı 4447 sayılı Kanunun geçici 7. maddesi kapsamında öngörülen teşvikin miktarı, sabit bir oran üzerinden değil, sigortalının çalıştırıldığı her yıla göre azalan bir oran üzerinden belirlenmiştir. Buna göre, yukarıda belirttiğimiz koşullara uygun olarak bir sigortalı istihdam edildiğinde, söz konusu sigortalılar için, 506 sayılı Kanunun 72. ve 73. maddelerinde sayılan ve 78. maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin; a) Birinci yıl için yüzde yüzü, b) İkinci yıl için yüzde sekseni, c) Üçüncü yıl için yüzde altmışı, d) Dördüncü yıl için yüzde kırkı, e) Beşinci yıl için yüzde yirmisi, İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır (geç. m.7/I). Önemle belirtelim ki, bu maddeyle düzenlenen destek unsurundan diğer ilgili mevzuat uyarınca ayrıca yararlanmakta olan işverenler; aynı dönem için ve mükerrer olarak yararlanamaz. Bu durumda uygulama, işverenlerin tercihleri dikkate alınmak suretiyle, destek unsurlarından sadece biriyle sınırlı olarak yapılır. Yukarıda yüzde beş oranında Hazine katkısına ilişkin olarak yaptığımız değerlendirmeler, bu konuda da geçerlidir. İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanan prim tutarları da, diğer teşvik hükümlerinde de belirtildiği gibi, gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz (geç. m.7/IV). c) Teşvikin Uygulanmayacağı Haller Maddede, işverenlerin sırf teşvikten yararlanmak amacıyla bazı uygulamalar içine girmesini engelleyici nitelikte hükümlere de yer verilmiştir (geç. m.7/III)). Buna göre, bu madde hükümleri; 1.10.2003 tarihinden sonra özelleştirme kapsamında devir alınan işyerleri hariç olmak üzere, mevcut ve faaliyette bulunan işyerlerinin devredilmesi, birleşmesi, bölünmesi veya nevi değiştirmesi gibi hallerde yeni işe başlama olarak değerlendirilmez. Aynı şekilde, mevcut bir işyerinin kapatılarak; değişik bir ad veya unvan ya da bir iş birimi olarak aynı faaliyette açılması veya çalışan sigortalıların bütün olarak devredilmesi halinde de bu teşvikler uygulanmaz. Yine anılan maddeye göre, yönetim ve kontrolü elinde bulunduracak şekilde doğrudan veya do- 175 - laylı ortaklık ilişkisi bulunan şirketler arasında istihdamın kaydırılması, şahıs işletmelerinde işletme sahipliğinin değiştirilmesi gibi ek bir kapasite ve istihdam artışına neden olmayan, sadece teşviklerden yararlanmak amacıyla işlem yapılması halinde de bu hükümlerden yararlanılması mümkün değildir. Bunun gibi, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve uluslararası anlaşma hükümlerine istinaden yapılan hizmet ve yapım konulu işyerleri de bu hükümlerden yararlanamazlar. Bu teşvikin uygulanmasını engelleyen bir başka durum da, işverenin kayıt dışı sigortalı çalıştırmasıdır. Kanuna göre, 506 sayılı Kanun gereğince yapılan kontrol ve denetimler sonucunda çalıştırdığı kişileri sigortalı olarak bildirmediği tespit edilen işyerleri hakkında, bu teşvikin bir yıl süreyle uygulanması mümkün değildir (geç. m.7/III, d). Genç erkek ve kadın işçiler için öngörülen teşvikler de, yüzde beş oranında Hazine katkısında olduğu gibi, sadece özel kesim işyerleri hakkında uygulanır. Nitekim bu husus 3. fıkranın (f) bendinde açıkça belirtilmiştir. Buna göre, bu hükümler kamu idareleri işyerleri hakkında uygulanmaz. Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primine ilişkin olarak getirilen teşvikte olduğu gibi, bu teşvikten de sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ile yurt dışında çalışan sigortalılar için yararlanılamaz. Bu konuda kanun koyucunun genç işçi istihdamını artırmak amacı göz önünde tutulduğunda, özellikle sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışan sigortalılar hakkında bu hükmün uygulanmaması bizce de isabetlidir. VI. SONUÇ 5510 sayılı Kanunun prime ilişkin hükümleri göz önünde tutulduğunda, yeni dönemde işverenlerin yükümlülüklerinin büyük ölçüde artacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yükümlülüklerden bazıları mali açıdan ek külfet yaratacak, bazıları ise ek külfetin de ötesinde işverenlerin iş yüklerini artıracaktır. Ama bundan da önemlisi, ödenmesi gereken primin miktarını tespit etmek kolay olmayacak, bunun sonucunda idari para cezası tehdidi altında kalınacaktır. Gerçekten, özellikle, sigortalıların ücret dışındaki diğer ödemelerinin üst kazanç sınırını aşması halinde, aşan kısmın, sonraki ayların - 176 - prime esas kazanç sınırının altında kalan kısmını tamamlamak amacıyla kullanılması, bu konudaki en çarpıcı düzenlemedir. Bu hükmün bir an önce değiştirilmesinde yarar bulunmaktadır. Öte yandan, istihdamı teşvik amacıyla getirilen düzenlemeler de, özde isabetli olmakla birlikte, bu hükümlerden yararlanmayı zorlaştıran pek çok koşula tabi tutulması nedeniyle, teşvikten beklenen yararı sağlamaktan uzaktır. Özellikle genç erkek ve kadın istihdamı konusundaki prim teşvikinden yararlanılması, öngörülen koşulların gerçekleştirilmesinin zorluğu göz önünde tutulduğunda, pek de mümkün olmayacaktır. Sonuç olarak, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle başlayacak yeni dönem işverenler bakımından pek çok zorluğu beraberinde getirecektir. OTURUM BAŞKANI- Nurşen Hanım’a çok teşekkür ediyorum. Vaktini de güzel kullandı. Şimdi müsaade ederseniz soru-cevaplara geçeceğiz. Lütfen kendinizi tanıtın ve soruyu kime yöneltiyorsanız onu söyleyin. Buyurun efendim. DR. FATMA BAŞTERZİ (TİSK Müşavir Avukatı)- Hocamın son söyledikleriyle ilgili olarak hemen aklıma bir soru geldi. Kota nedeniyle zorunlu olarak özürlü istihdam edildiğinde acaba diğer teşviklerden yararlanma şansı ortadan kalkar mı? Çünkü, zorunlu olarak istihdam söz konusu. Belki İbrahim Bey bir açıklama yapabilir. Bildiğim kadarıyla genelge hazırlıkları devam ediyor. Sosyal Güvenlik Kurumu, “Sen zaten özürlü istihdam etmek zorundaydın, 30’uncu maddedeki teşvikten yararlanacaksın, o yüzden yüzde 5’lik indirimden yararlanamazsın” mı diyecek? Bu teşvik unsurlarını her olay için ayrı ayrı düşünmek gerekecek diye düşünüyorum. Teşekkürler. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Ben kendi kanaatimi söylersem, bu, özürlü çalıştıran işverenlere bir imkân olarak. “Bu imkândan yararlanıyorlarsa, alt kazanç sınırı üzerinden işverenin hissesinin tamamını Hazine ödeyecek” diyor. Bence öyle bir iddia. “Madem temelde özürlü çalıştırmakla yükümlüsün, bu kişiler için ancak bundan yararlanırsın” demek isabetli gibi görünmüyor. “Yüzde 5’ten ya- 177 - rarlanmak için diğerlerinden yararlanmaman gerekir” dediği için, benim kanaatim, yüksek ücretli bir özürlümüz var ise yüzde 5’lik indirimi de seçebilir veya 30’uncu maddedeki hüküm çerçevesinde talepte de bulunabilir. OTURUM BAŞKANI- Buyurun efendim. CEYLAN HACIAHMETİBRAHİM (Adel Kalemcilik A.Ş. Temsilcisi)- Bu üç teşvikten bir tanesini seçeceğiz. Bir tanesi 1 Temmuz’da başladı; daha henüz bir açıklık yok. Diğeri 1 Ekim’de başlayacak. 1 Temmuz’daki teşvik, özürlülerle ilgili olan seçilirse 1 Ekim’de değiştirme şansımız olacak mı, yoksa, onu seçtik diye yüzde 5’lik indirimi seçemeyecek miyiz? DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Ben kendi kanaatimi söyleyeyim ama, bence asıl cevaplaması gereken Kurum olacak. Birinin yürürlük tarihi 1 Temmuz, diğerinin (yüzde 5), Ekim. Bana göre, şu an özürlü çalıştırma yükümlülüğüne ilişkin o teşvikten yararlanıp, ama Ekim ayı geldiğinde, “Ben bu çalışanımı, -çok muhtemel, yeni aylık prim hizmet belgeleri numara numara karşımıza çıkacak- yüzde 5’lik indirimdeki teşvikten yararlanarak primlendireceğim” diyebilmeli diye düşünüyorum, çünkü yasada bir sınırlama, “Birini tercih eden ondan sonra vazgeçmez” diye bir şey yok. “Aynı anda ikisinden mükerrer olarak yararlanamazsın” diyor. Benim kanaatim bu. Bu noktada Kurum uygulaması herhâlde önem taşıyacak gibi. İBRAHİM ULAŞ- Efendim, bu teşviklerin uygulanmasında, tercih edilen bir teşvikin daha sonra değiştirilmemesi gibi bir durum söz konusu değil. İkincisi; Hocamın da belirttiği gibi, burada teşvik unsurlarından yararlanmada sigortalı bazlı bir değerlendirme var, yani aynı sigortalıdan dolayı iki teşvikin bir anda uygulanmaması var. Zannediyorum bu da, kısa zamanda çıkacak olan tebliğ veya genelgeyle duyurulacak; o çalışma da taslak olarak hazır, bitmek üzere. ÖMER BENOKAN- Sayın Başkan, sanıyorum bu soruya Sayın Genel Müdür cevap verebilir. Bu tavanı aşan ücretlerin, ücret dışındaki ödemelerin prime tabi tutulmaması konusu oldukça önemli bir konu. Şu anda bu konuda hazırlıkların yapılması lazım, fakat yapılamıyor; çünkü, kimse bunun nasıl prime tabi tutulacağı konusunda bir sonuca ulaşamıyor. Sayın - 178 - Genel Müdür bu konuda ne düşünüyorlar? İBRAHİM ULAŞ- Efendim, bildiğiniz gibi Mayıs ayında Resmi Gazete’de iki önemli düzenleme yayınlandı: Bunlardan bir tanesi, 5510 Sayılı Kanunla ilgili değişiklikler; bir tanesi de, bu İstihdam Paketiyle ilgili düzenlemeler. Sosyal Güvenlik Kurumu olarak bunlarla ilgili ikincil mevzuat taslakları hazır. Bu taslaklar içerisinde yönetmelik taslakları var, tebliğler var, önemli genelge taslakları var. Bu belirttiğiniz prime esas kazançların nasıl belirleneceği, nasıl prime tabi tutulacağı konusundaki tebliğ taslağı da hazır. Bununla ilgili, -Kurum olarak bizler yazdık- gelen görüşler değerlendirilerek o da, eğitim çalışmasına da fırsat verecek şekilde kısa zamanda yayınlanacak. OTURUM BAŞKANI- Buyurun Hanımefendi. Hanımlara öncelik veriyoruz. AV. SONGÜL GÖRÜCÜ (Bilgi ve İletişim Teknolojileri İşverenleri Sendikası Temsilcisi)- Teşekkür ederim. Ben de özürlülerle ilgili bir soru sormak istiyorum. Kanuni zorunluluktan dolayı özürlü çalıştırılması değil de, gerçekten ihtiyaç olduğu için özürlü çalıştıran işverenler hangi primi ödeyecekler? Bu primi kamu karşılayacak mı, yoksa, fazlasıyla özürlü çalıştırıyor, yüzde 3’lük kotaya tabi olmadan özürlü çalıştıranların primini devlet mi ödeyecek? Bu pozisyonda işçi çalıştıran işveren diğer haklardan faydalanabilecek mi? Teşekkür ederim. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Esasında slaytta vardı ama, süremi geçirmemek adına orayı hızlıca geçtim. Şunu söylüyor: “Zorunlu olarak çalıştırdığının dışında, kontenjan fazlası özürlü çalıştıran işveren veya yükümlü olmadığı hâlde özürlü çalıştıran işverenlerin, bu şekilde çalıştırdıkları her bir özürlü için prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin yüzde 50’sini Hazine karşılar.” Burada, alt kazanç sınırından hesaplanacak işveren hissesinin tamamını değil, yarısını yine Hazine karşılayacak. - 179 - Bundan yararlanırken bir başka şeyden yararlanabilir mi? “Bir başka şey” dediğiniz yüzde 5’lik indirim ise, yüzde 5’lik indirimde diyor ki, “Bundan yararlanan kişinin diğer destek unsurlarından aynı anda mükerrer olarak yararlanması mümkün değil”, yani yararlanamayacak. Ona bakmak lazım. OTURUM BAŞKANI- Buyurun. MEHMET KOÇAK (Ülker Grubu Hukuk Müşaviri)- Sorumu Nurşen Hocam ve İbrahim Bey’e yöneltmek istiyorum. Genç işçi ve kadın işçi istihdamıyla ilgili olarak 5763 Sayılı Yasanın 20’nci maddesinde, “Bu kanunun yürürlük tarihinden önce, yani 1.7.2008 tarihinden önceki 1 yıllık dönemde- çalışan ortalama sigortalı sayısına bakılarak, ilave olarak” diyor. Kısmi süreli (1 gün, 2 gün, 3 gün), iş sözleşmesiyle çalıştırdığımız arkadaşlarımız var. Özürlü istihdamında bu gibi çalışanlar, tama iblağ edilebilmek için 195’e bölünerek hesaplanıyor, bu maddede de böyle bir işlem olacak mı, yoksa es mi geçildi? Teşekkür ediyorum. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- 30’uncu maddede açık ve net düzenleme var; kısmi süreli çalışanların tam süreli çalışanlara dönüştürülmesinden söz ediliyor. Burada öyle bir hüküm yok. Bana göre onu, iş sözleşmesiyle çalışan kısmi süreli işçi kapsamında bir işçi olarak saymak lazım. MEHMET KOÇAK- 1 gün de çalışsa bir işi. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Bana göre öyle. Bir sınırlama olmadığına göre, daraltıcı yorum yapmayı gerektiren bir durum yok diye düşünüyorum. OTURUM BAŞKANI- Hocam, soruyu şimdi ben soruyorum. Dediniz ki, “Ayni yardımlar prime tabi olmayacak, onun ötesinde ödenen her şey prime tabi olacak, bundan önce Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlar da geçersiz olacak.” Toplu sözleşmeden doğan bir yakacak yardımımız var ve nakit olarak ödeniyor; şimdi bu ne olacak, prime tabi mi olacak, olmayacak mı? DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Olacak. Yasa Nisan ayında bir hüküm getirdi; dedi ki, “Ayni yardım yerine parasını veriyorsa, bu prime esas kazançtır.” Yargıtay, -hatta bu, 1974’te verdiği içtihadı birleştirme kararıdır- “Ayni yardım yerine parası verilse dahi - 180 - nitelik değiştirmez, o yardım ayni yardımdır” diyor, 74’ten bu yana. 2007’de de benzer karar verdi. Şimdi yasada, “Ayni yardım yerine parasını veriyorsan, bu prime esas kazançtır” deyince, bundan sonra yapılacak yorum artık, zorlama değil, daha da fazlası olurmuş gibi geliyor, yani yorumlanamazmış gibi geliyor. Bana göre prime esas kazanç olacak. OTURUM BAŞKANI- Bu kanun maddesi geçerken haberdar olmuştuk. Dedik ki, yakacak yardımı kanundan doğmuyor, toplu sözleşmelerden doğuyor. Toplu sözleşmesi olan bir işyeri de doğru dürüst bir işletmedir, kayıtlıdır, toplu sözleşmesi vardır, sigortası vardır, sendikası vardır. Bizim birçok üyemiz de o konuda bize şikâyette bulunmuştu. Diyorlar ki, “Siz işverenler çok uyanıksınızdır, biz bunları prim dışında bırakırsak, ücret yerine hep yakacak yardımı verirsiniz, yani ücretinin yarısına yakacak yardımı dersiniz.” İyi de, kardeşim, bunun bir yolu yok mu? Bir kış için bugünkü doğalgaz fiyatına göre veya bugünkü odun kömür fiyatına göre bir şey tespit edersiniz, “Ayda 100 milyonu geçmeyecek” dersiniz. Senede 1 milyar 200 milyon lira eder. “100 milyonun üzerinde yakacak yardımı verirseniz prime tabidir, 100 milyon lira veya altında verirseniz tabi değildir” dersiniz, dolayısıyla işverenin bu uyanıklığını da önlersiniz, bu çok basit bir şey, bunu böyle yaparsınız, bu da geçer gider dedik. Şimdi ben şunu söylüyorum: Geçmişte, 40 sene evvel biz hep bunları yaptık; çalışan 100 kişiyse, toplu pazarlıkla 100 ton odun aldık, herkese 1 ton odun verdik, kömür aldık böyle dağıttık. Sayın Genel Müdür size soruyorum; şimdi işveren ne yapacak? “Sen bana bir bidon getir, sana her ay doğalgaz vereceğim” deyip bidonla doğalgaz mı dağıtacak? İBRAHİM ULAŞ- Efendim, Sayın Başkanımızın iki görevi var: Bir görevi Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonumuzda Başkan Vekili; bir görevi de, Sosyal Güvenlik Kurumunda Yönetim Kurulu Üyemiz. Zannediyorum işveren tarafından böyle espri getirdiler. Kurum olarak da şöyle bir konuyu ifade etmekte fayda görüyorum: Burada ayni yardımlar konusunda ve tavanı aşan ücretler konusunda birtakım düzenlemeler vardı. Bunlar İşveren Konfederasyonumuzun talepleri doğrultusunda Yasada bu noktaya kadar getirildi; onu ifade etmek isterim. Yalnız, uygulamada ayni yardımlarla ilgili rastla- 181 - nan birtakım suiistimaller var. Tabii bu, bütün işverenlerimizi kapsayacak veya yapılacak anlamında değil. Rastladığımız en basit bir örneği vermek istiyorum. Bir işveren, hatta Kurumla da bir şekilde irtibatı olan bir işveren, 1995 yılından 2007 yılına kadar düzenli olarak aşağı yukarı işçi ücretine yakın yakacak yardımı ödemeleri göstermiş. Tabii, bundan başka örnekler de var. Bunu, bizim dış denetim yapan arkadaşlarımız sıkça tespit ediyorlar. Zannediyorum ki, bu düzenlemenin altında yatan nedenlerden bir tanesi de bu. OTURUM BAŞKANI- Buyrun. BİR KATILIMCI- Merhabalar. Benim İstihdam Paketiyle ilgili bir sorum var. Diyelim ki, ben Temmuz 2008’den sonra bir işyeri kurdum. Çalışanlarımın geçmişe dönük yıllık ortalaması söz konusu değil. Ben, ağırlıklı olarak 18-29 yaş arasındaki erkek ve bayanları çalıştırmak istiyorum. Buna tabi oldum. Bir süre sonra benim ortalamam buna göre mi alınacak? Bunun sıfır bir ortalaması olduğu için, benim her istihdam ettiğim kişinin bundan yararlanması lazım. Bu yaş grubunda askerlik çağı gelmiş erkekler de olabilir. Askere gidip geldi diyelim. Kazandığı hak 5 yıl içerisinde devam edecek mi, yoksa farklı bir durum mu söz konusu olacak? 3 yıl çalıştı, 3’üncü yılın sonunda mesela 6 aylık bir askerlik dönemi geçirdi, sonra tekrar sigortalı olarak o iş yerinde devam etmeye başladı. O yasa içerisinde sigortalılığı devam edecek mi, yoksa farklı bir uygulama mı olacak? Teşekkür ederim. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- İlk sorduğunuz soruya ilişkin olarak şunu söyleyeyim: Daha önce var olan bir yeri kapayıp da yeniden açtığınız gibi bir durum olmadıkça, yeni açtığınız bir işyeriyse, her aldığınız kişi bu kapsamda değerlendirilecek, tabii 6 aydan beri bir aylık prim hizmet belgesinin de olmaması koşulu ile. Ortalama açısından dediğiniz doğru. Askere giden asından nasıl bir işlem yapılması lazım? Yasanın ifadesine baktığınızda, işe aldığınız tarihten itibaren, yani 2009’a kadar işe aldınız, 1’er yıllık ve süreç başlıyor. Çalışmadığı, aylık prim hizmet belgesinde görünmediği, teşvikten yararlanmadığı o süreçlerin düşmesi lazım, askerden dönükten sonra kaldığı yerden devam etmesi gerekir diye düşünürüm. Takvim yılı gibi bir şey değil; işe alındığı tarihten itibaren çalıştığı sürede geçen 1’inci yıl, 2’nci yıl, 3’üncü yıl, - 182 - 4’üncü yıl, 5’inci yıl gibi yorumlamak lazım. BİR KATILIMCI- Yüzde 40’lık bir yararlanma varsa devam… DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Evet, 12 ayı tamamlayıncaya kadar. Dediğim gibi, çalıştığı dönem üzerinden işlem yapılması gerekir. Tartışılabilecek bir konu, ilginç bir konu; üzerinde çok düşündüğüm bir konu değil. İlk kanaatimi söylüyorum. Kurum bu bakımdan nasıl bir uygulama içerisine girer bilmiyorum. Çünkü, o dönemde teşvikten yararlanmıyorsunuz, dönüşünde onu tamamlıyorsunuz. EMRE GÖRGÜN (Koç Holding Temsilcisi)- Sorumu Sayın Genel Müdüre sormak istiyorum. Bu 5510 Sayılı Yasanın yürürlük tarihiyle ilgili ciddi ihtilaflar var. 1 Temmuz 2008’den itibaren ne yürürlüğe girdi; bunu açıklayabilir mi? Bankaların ve bazı şirketlerin munzam sandıkları ve bunlara ödenen primler var. Bu primler bireysel emeklilik sigortası primi gibi nitelendirilip asgari ücretin yüzde 30’u mu dikkate alınacak, yoksa bunlar hiç dikkate alınmadan tümü mü keseneğe esas tutulacak; bunu rica edeceğim. İBRAHİM ULAŞ- Son sorunuzdan başlayalım. Bu, “Geçici 20’nci madde sandıkları” dediğimiz, özel sandıklar kapsamında ödenen primler, bu yasada ifade edilen bireysel emeklilik sigortası veya sağlık sigortası kapsamında değil. Onlar, normal primler neye tabi ise o çerçevede işleme tabi olması lazım. Bireysel emeklilikle ilgili, Hazine Müsteşarlığı bünyesinde akredite edilmiş bireysel emeklilik şirketleri var. Bu şirketler kapsamında ödenen bir prim midir değil midir veya munzam sandıklara ödenen primler bireysel emeklilik kapsamında ödenen bir prim midir; doğrusu, o arada sigorta primi çerçevesinde tutulacak normal, munzam dışındaki diğer yapılan ödemelerdir. Onun ötesinde yapılacak ödemelerle ilgili benim şu andaki ağırlıklı görüşüm, bu çerçevede değerlendirilmesidir. Tabii, bu konuyu tartışmakta fayda var, çünkü net bir cevap verdiğimizde belki bir eksiklik olabilir. Yürürlükle ilgili, tabii, birçok yasal düzenleme olduğu için onda haklısınız. Bazı hükümler aynı anda yürürlüğe girdi, bazıları daha sonra yürürlüğe girdi. - 183 - 30 Nisan 2008 tarihi itibarıyla yürürlüğe girenler: * Sosyal güvenlikteki emeklilik yaşı * Emekli olma gün sayısı * Mevcut sigortalıların aylık bağlama oranları * BAĞ-KUR sigortalılarından 5 yıldan fazla borcu olanların sigortalılıklarının durdurulmasıyla ilgili düzeleme. 8.5.2008 tarihi itibarıyla yürürlüğe girenler: * Yurtdışı borçlanmasıyla ilgili, 3.5 dolar yerine, asgari ücret ve katları üzerinden yapılabilecek borçlanma hükmü, * Primsiz ödemelerle ilgili birtakım düzenlemeler (yaşlı, özürlülere maaş ödemesi) 27 Mayıs 2008 itibarıyla yürürlüğe giren: * Prim borçlarının yapılandırmasıyla ilgili hüküm 1 Temmuz 2008 itibarıyla yürürlüğe girenler: * Özürlü teşviki, genç teşviki hükümleri * Genel sağlık sigortasının emeklilere ve primsiz ödeme kapsamındaki kişilere uygulanmasıyla ilgili hüküm Bunların dışında kalan bütün hükümler, 5 puan indirim de dahil, Ekim ayında yürürlüğe girecek. AV. HAKKI KIZILOĞLU (TİSK Hukuk Müşaviri)- Teşekkürler Sayın Başkan. Öncelikle sunuş yapan hocalarıma ve İbrahim Bey’e açıklamaları nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Özellikle İbrahim Bey’e, 5510 sayılı Kanunda değişiklik öngören 5754 sayılı Kanunun çıkması sırasında işveren kesimine gösterdiği ilgi ve görüşlerimizin Kanunda yer alması için gösterdiği çaba nedeniyle de teşekkür ediyorum. Gerçekten bizlere çok yardımcı oldu. Hocalarıma bir soru sormak istiyorum. Bu 5510 sayılı Kanun değişikliğiyle ilgili olarak bir iptal davası açıldı, acaba bu iptal davası dilekçesini inceleyebildiler mi ve bu konudaki öngörüleri, görüşleri nedir? İptali konusunda herhangi bir görüşleri var mı? Teşekkür ederim. - 184 - OTURUM BAŞKANI- Buyurun Hocam. PROF. DR. ALİ RIZA OKUR- Anayasa Mahkemesi’nin ilk iptal kararı doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılmadı; dolayısıyla, Yasanın bazı hükümlerinin iptali kuvvetle muhtemeldir. Anayasa Mahkemesi iptal eder mi etmez mi; o onun takdiri. Ben, birçok hükmünün iptal edilebileceğini bekliyorum. Yapılan düzenleme ilk iptali karşılayacak olgunlukta değil. Bekleyeceğiz. OTURUM BAŞKANI- Buyurun Hocam. DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Ben de kendi kanaatimi söyleyeyim. Açıkçası ben de bir iptal bekliyorum, çünkü Anayasa Mahkemesinin daha önce verdiği karar gerçek manada yerine getirilmiş değil. Normalde şöyle de bir gariplik ortaya çıkıyor: Sayın Başkanın da biraz önce söylediği gibi, 5510 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce memuriyete girmiş bir kişi için 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu uygulanacak, bir gün sonra memuriyete başladıysa 5510 uygulanacak. Aynı masada aynı işi yapan iki kişi düşünün, bunlar arasında sosyal güvence açısından müthiş farklılıklar olacak. Ben en temel olarak şunu söylüyorum: 1 gün önce girene 25 yılını tamamladığında yüzde 75 oranında emekli aylığı bağlanacak, ama 1 gün sonra başlayana yüzde 50 oranında aylık bağlanacak. Bundan daha büyük bir eşitsizlik de düşünmüyorum. Eğer ki, Anayasa Mahkemesi tarafından bunlar dikkate alınırsa, -ki alınacağını düşünüyorum- en azından devlet memurları açısından bir iptal kararı gelecek diye düşünüyorum. Ondan sonrası ne olacaktır bilmiyorum. BİR KATILIMCI- Hocam, Anayasa Mahkemesi kararı ne zaman, Yasa yürürlüğe girdikten sonra mı verir? DOÇ. DR. NURŞEN CANİKLİOĞLU- Gerçi çok sancılı dönemler yaşanıyor ama, Anayasa Mahkemesi her zaman karar vermeyebiliyor, yani yürütmeyi durdurma kararı verebiliyor. Orada da benim kanaatim şu: Ekim’in hemen öncesinde bir yürütmeyi durdurma kararı verilmesi de muhtemeldir gibi geliyor. Hukukta üçüncü kişinin davranışını taahhüt edemiyoruz; ne yapacağını bilemem. Bence böyle bir şey muhtemeldir diye düşünüyorum. OTURUM BAŞKANI- Buyurun efendim. İBRAHİM ULAŞ- Bir konuya açıklık getirmek istiyorum, çün- 185 - kü bu konuda epeyi spekülasyon da oluyor; bu da emekli aylıklarıyla ilgili. Yeni yasada oluşan durum itibarıyla eski memur-yeni memur aylık bağlama oranlarında farklılıklar var; yalnız, aylık hesabına dahil edilen, yani prime dahil edilen unsurlar arasında da farklılık var, yani mevcut memurlardan kesilen prim matrahıyla yeni yasaya göre kesilecek olan matrah arasında fark var. Zannediyorum ki bunlar, bu aylık farklılıklarını ortadan kaldıracak olan durumlar. Eski emekli olan-yeni emekli olan arasında emekli maaşı eşitsizliği olmayacağı düşüncesini taşıyorum; bunu ifade etmek istedim. OTURUM BAŞKANI- Sizden başka bir kişiye daha söz vereceğim. Buyurun. BİR KATILIMCI- Hocam, özürlü istihdamı konusunda 1 Temmuz-31 Temmuz itibarıyla tahakkuk edecek ücretler var. Bu ücretlerin, istihdam edilen özürlüler yönünden prim teşviki söz konusu ve bunun seçimlik de bir durumu yok. Bir özürlü istihdam ediyorsa bu teşvikten yararlanmayı kanun koyucu ortaya koymuş. Biliyorsunuz, özel 30’uncu maddesinin içeriğinde yer alıyor, “işveren primini yüzde 50 oranında Hazine karşılar” diye. Bu teşvikten yararlanma süreçleri nasıl ayarlanıyor, bunun uygulaması nasıl olacak? Bu durum her büyük işyerini ilgilendirmektedir. Öncelikle bunu sormak istiyorum. Diğer bir husus da, -aslında yüzde 5 indirim meselesinde vardı1.1.2008 başı ile yasanın yürürlüğe girdiği 1.7.2008 arasındaki işsizlik dönemi. Bu işçiyi biz 1.7.2008 ila 2009 arasında istihdam edebileceğimize göre, o arada girenlerin işsizlik süresini nasıl ayarlayacağız, değerlendirmemiz nasıl olacak? Teşekkür ederim. İBRAHİM ULAŞ- 50 ve üzerinde işçi çalıştıran özel sektör işyerlerimizde, biliyorsunuz, yüzde 3 özürlü kotası var. Bu yüzde 3 kota içerisinde çalıştırılan özürlülerin primleri Hazine, devlet tarafından karşılanacak. 50’nin altında işçi çalıştırıyorsa, burada bir kota zorunluluğu olmadığı için, çalıştırdığı her bir özürlü için veya 50’nin üzerinde, kotanın üzerinde çalıştırıyorsa, kota üzerinde çalıştırılan her bir özürlü için veya çalışanların yüzde 75’i özürlü olan iş yerlerinde, Hazine tarafından karşılanması gereken yüzde 50’lik bir teşvik var. - 186 - Özürlü olarak işe alınan kişiler, kota dahilinde olunlar da dahil olmak üzere 1 Temmuz itibarıyla bu teşvik kapsamına girmiş oldular. İlave alsanız da, o kota dahilinde olsa da, önceden çalışmakta olsa da, bunlar teşvikten yararlanacak olan kişiler. Daha sonra farklı bir teşvik unsuru gündeme geldiği zaman, burada esas alınması gereken kriterimiz şu: O iş yerinde çalışan o sigortalıyla ilgili birden fazla teşvik unsurunun bir arada olmaması. BİR KATILIMCI- Aynı sigortalı mı? İBRAHİM ULAŞ- Aynı sigortalı üzerinde. OTURUM BAŞKANI- Son sözü size veriyorum. Süre doldu. İSMAİL YÜKSEL (Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü Temsilcisi)- İbrahim Bey’e bir sorum olacak. Ocak ayında emekli olacak bir kişiye 1.500 YTL maaş bağlanacakken, 1 ay daha çalışıp Şubat ayında emekli olsa maaşı 1.450’ye düşer mi, böyle bir şey var mı? İBRAHİM ULAŞ- Diyelim Ocak ayında emekliye ayrıldı; aylık Ocak ayında hesaplandı. Bu aylık 1 Ocak itibarıyla hesaplanır. Şubat’ta veya Mart’ta emekliye ayrıldı diyelim. Bu kişinin aylığı da yine 1 Ocak itibarıyla hesaplanır, eğer Mart ayına kadar bir artış varsa, o artış verilir. Şöyle ifade edeyim: Ocak ayında bir kişiye aylık bağlıyorsunuz, Bakanlar Kurulu da yüzde 5 arttırdı, “Ocak ayının ilk 6 ayı yüzde 5” dedi, Şubat’ta da bağlansa, Mart’ta da bağlansa o artış, yüzde 5 zaten verilir. Arada fark olmaması lazım. İSMAİL YÜKSEL- “Bölüm sayısı 1 yıl arttığı için düşüyor” diye bir şey söylendi. Bilmiyorum doğru mu? Sizden cevap almak istedim. “2000’den sonra bölünen rakam sayısı 10’dan 11’e çıktığı için bir düşüş söz konusu” diye söyleniyor. İBRAHİM ULAŞ- Farklı yıllarda emekli olanlar arasında, diyelim 2007’de emekli oldunuz, 2007 Ocak ayı itibarıyla hesaplanır, hangi tarihte emekli olduysanız, o tarihe kadar artışlar verilir ve daha sonraki artışlar da devam eder. 2008’de emekli oldunuz. Ocak 2008 itibarıyla aylık hesaplanır, o artışlar verilir. O farkın olmaması lazım. Fark şuradan kaynaklanabilir: Aktif dönemde, çalışırken gösterilen prime esas kazançlar farklı olabilir. Farklılık ya ondandır ya da prim ödeme gün sayısından olabilir. Onun haricinde bir fark olmaması lazım. - 187 - İSMAİL YÜKSEL- İstanbul İhtiyarlık Müdürlüğüne telefon açtığımda, maaş bağlamadaki arkadaşlar, “Takip eden yıldan 1 gün, 2 gün, 3 gün daha çalıştığı için, sayı 10 yıldan 11’e çıktığı için, matrah aynı, bölüm sayısı yükseldiği için öyle bir düşüş söz konusu” dediler. Tam tatmin olmadım. Teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI- Efendim, katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Sunumlarını yapan sayın hocalarıma ve Genel Müdürüme teşekkür ediyorum. Oturumu burada kapatıyorum. Hayırlı akşamlar diliyorum. Sağ olun. - 188 -