çevre - SBArD
Transkript
çevre - SBArD
ÇEVRE: YÜZYILIN PROBLEMİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇEVRE BİLİNCİ Nejdet GÖK Özet / Abstract Artık günümüzde, doğayı bilinçsizce kullanma anlayışı geçerliliğini yitirmiş, yeni ve çok boyutlu bir yaklaşım başlamıştır. İnsanı ve yaşadığı çevreyi yeni baştan gözden geçirip, yeni bir zihniyet ve hayat tarzı geliştirmek zorunlu hale gelmiştir. Çevre bilinci ve kavramı bu düşüncenin sonucudur. Günümüzde insan ile evren arasında bir barış ve uzlaşma kaçınılmaz hale gelmiştir. İnsan dünyayı bilinçsizce kullanan ve hükmeden bir despot değil, Yüce Yaratıcının kurduğu düzene saygılı, fitne ve fesattan uzak, çevresiyle barışık, emri altındaki tüm varlıklara şefkat içerisinde davranan bir naip, bir vekil olmak zorundadır. Anahtar Kelimeler: Çevre, Osmanlı, çevre nizamnamesi, berat, ihtisab, Kyoto Protokolü ENVIRONMENT: THE PROBLEM OF THE CENTURY AND ENVIRONMENTAL CONSCIOUSNESS IN THE OTTOMAN EMPIRE The way of thinking that condones reckless use of the environment is no longer possible and has been replaced by a new and multidimensional approach. Today, looking at humankind and the environment in a new light as well as developing a new way of thinking and a new way of life are indispensable. Environmental consciousness is a result of this new way of thinking, and it requires a harmonious state of reconciliation between human beings and the universe. Human beings have to be regents on the Earth who respect the order designed by the Almighty Creator, abstain from mischief and malice, live in peace with their environment, and approach the creation submitted to their use with mercy not tyrants that control and misuse the world heedlessly. Key Words: Environment, Ottoman, environmental regulations, berat/barat, ihtisab, Koyoto Protocol Giriş Yılllar önce bir düşünür şöyle demiş: Zavallı insan, para kazanmak için gençliğinde sağlığını, bunu geri alabilmek için de yaşlılığında parasını feda eder. Bir çıkmaz ve gariplik içerisinde bocalar durur. Ben de izninizle bu güzel sözü çevre sorunlarına uygulayarak şöyle demek istiyorum; Zavallı tek boyutlu çağdaş insan, teknolojide son zirveye ulaşmak için önce dünyasını ve çevresini feda eder, sonra da eski dünyasını geri alabilmek için tüm teknolojisini seferber etmeye çalışır. On yıl kadar önce, mütevazı bir üye ve gönüllüsü olduğum TEMA Vakfı tarafından “Osmanlı ve Çevre Bilinci” konusunda 6 Haziran 2000 tarihinde vakfın İç Anadolu Bölge ve Ankara Gönüllü Temsilciliği’nde verdiğim bu konferansın, özellikle Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 yetkililer tarafından konuyla ilgili bir dergide yayınlanması önerisi üzerine, konuşmayı daha da genişleterek bir makale haline getirmiş, ancak daha da geliştirme düşüncesi ve araya giren başka çalışmalar nedeniyle bugüne kadar yayınlatmamıştım. Umarım her geçen gün büyüyerek artan çevre sorunlarıyla yakından ilgilenen, küresel ısınma, tükenen sular ve altımızdan kayan topraklarla yaklaşan tehlikeyi iliklerinde hisseden, “başka dünyamız yok” ve “çevre felaketleri sınır tanımaz” şuur ve idrakine sahip insanımıza yararlı olur ve çevre konusuna tarihsel açıdan değişik bir bakış açısı kazandırır. Maalesef çevre sorunları alınan önlemlerle azalması gerekirken, her geçen gün daha da artmakta, içinden çıkılması zor bir hale dönüşmektedir. Ülkemiz açısından zihnimizi şöyle bir yokladığımızda, başta kuraklık problemi olmak üzere bir dizi sorunu bir çırpıda sıralamak hiç de zor değildir. Geçtiğimiz günlerde (10 Şubat 2009) gazetelere yansıyan haberler ülkemizin orta yerinde Konya’nın Karapınar ilçesinde çevre felaketinin ulaştığı ürkütücü boyutları göstermesi açısından dikkat çekicidir. Buna göre bu ilçede son 2 yılda 10 ayrı bölgede, küresel ısınma ve yeraltı sularının bilinçsizce tüketimi sonucu derinlikleri seksen metreye kadar ulaşan obruklar oluşmuş, ilçe merkezini tehdit eder hale gelmiştir. Başta Tuz Gölü ve Beyşehir Gölü olmak üzere, ülkemizdeki birçok göl iyice küçülmüş, şekilleri değişmiş, birçoğu da küresel ısınmanın etkisiyle tamamen kurumuştur. Bunların hala haritalarda, değişen bir şey veya bir çevre felaketi yokmuş gibi, yıllar önceki şekliyle yer alması ise, son yıllarda tüm dünyada çevre konusuna verilen önemin aksine, bize özgü bir aymazlık ve umursamazlık anlayışıdır. Oysa başta büyük şehirler olmak üzere, insanımızın ve gelecek nesillerin en büyük problemi, sanılanın aksine, siyasi veya idari bir kısım sorunlar değil, içme suyu da dâhil olmak üzere, günlük yaşamda kullanılması gereken su ihtiyacının kısa veya uzun vadede nasıl karşılanması gerektiğidir. Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın birçok köşesinde devam eden savaş ve rekabetlerin asıl nedeni de, sadece petrol vs. yeraltı veya yerüstü zenginliklerine değil, özellikle tatlı su kaynaklarına hâkim olabilme arzu ve planlarıdır. Orman vasfını kaybeden arazilerin yerleşime açılması ile ilgili kanunla çevrecilerin tepki ve endişesini uyandırmış olsa bile mevcut hükümetin, özellikle son yıllarda çevre konusuna alışılmışın dışında, farklı ve olumlu bir zihniyetle yaklaştığı bir gerçektir. Aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız Kyoto Protokolü’nün imzalanması ve 140 ülkenin katılacağı 5. Dünya Su Formu’na ev sahipliği yapması bu yeni anlayışın bir sonucu olarak algılanmalıdır. Zaten gerekli tedbirler acilen alınmaz ve sadece bir kısım toplantı ve sözleşmelerle sorunlar ötelenmeye çalışılırsa, ABD eski başkanlarından J. Carter’ın danışmanı Zbigniew Brezinski’nin Kontrolden Çıkmış Dünya1 adlı kitabında “mega ölümler yüzyılı”, Barbara Tuchman’nın tanımıyla “Bozulma, kirlenme, çürüme ve parçalanmalar asrı”2 olarak adlandırılan 20. yüzyılın vahşetini gölgede bırakacak bir felaket asrıyla karşı karşıya olacağımız artık her düşünen kafanın kabul edebileceği bir 1 2 2 Zbigniew Brezezinsky, Kontrolden Çıkmış Dünya, II. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1996, s. 6-16. İ. Özdemir, Çevre ve Din, Kültür Bakanlığı, 1997, s. 3. Nejdet GÖK gerçek haline gelmiştir. Bölgesel bile olsa, patlak veren her çatışma veya savaş, kullanılan kimyasal silahlar nedeniyle çok geçmeden, tüm dünyayı ilgilendiren bir çevre felaketinin tohumlarını atmaktadır. Gelişmekte olan 100 ülke çölleşme tehdidi ile karşı karşıyadır. Sorun yeryüzünde bir milyar insanın geleceğini ve gıda güvenliğini tehlikeye sokuyor. B.M. Çevre Programı (UNEP) çölleşmenin yıllık maliyetini 42 milyar dolar olarak hesaplıyor. Bu parasal değerin ötesinde, toplumları bekleyen en büyük tehlike; açlık, yoksulluk, göç, hastalık ve eğitimsizliktir3. 2000 yılı başkanlık seçimlerinden sonra, tüm çalışmalarını küresel ısınma, ona bağlı iklim değişiklikleri ve çevre felaketleri üzerinde odaklaştıran, Nobel ödüllü eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, iklim değişikliğinin en kötü tahminlerden bile çok daha hızlı gerçekleştiğini, hazırladığı belgesel4, film vs. medya imkânlarıyla duyurmaya çalışıyor. Ona göre iklim krizi BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) tahminlerinin ötesinde çok daha ciddi olup, Kuzey Kutbu'ndaki buz tepelerinin önümüzdeki 5 yıl içinde tümüyle gözden kaybolması ihtimal dâhilindedir. Ancak gelişmiş ülkeler de dâhil, sorumluluk mevkiinde bulunanlarla birlikte dünya halkları bu yakın tehlikeyi gereğince anlamaktan ve idrak etmekten uzak bulunmaktadır5. Anlaşılan o ki, yaşlı dünyamız ve insanlık bu güne kadar karşılaşmadığı, yaşamı bütünüyle sona erdirebilecek, korkunç ve dehşetli bir tehlike ile karşı karşıyadır. Biz bu yazımızda öncelikle çevre ve çevresel sorun ve felaketler, her geçen gün üzerimize kâbus gibi çöken küresel ısınma ve iklim değişikliklerini önlemek için alınması gerekli tedbirler, bu amaçla oluşturulan kurum ve kuruluşlar üzerinde ana hatlarıyla bilgi verdikten sonra, dar anlamda “Türk ve Osmanlı”, geniş anlamda “İslam inanç ve kültürü”nde çevre anlayışı ve çevrenin korunması amacıyla verilen ferman ve beratlar, hazırlanan genelge ve nizamnameler üzerinde duracağız. Çevre Nedir? İnsanın dışındaki her şey çevredir. Bu cümle “çevre”nin en kısa ve özlü tanımıdır. Tüm canlı cansız her şey, yakından başlayarak en uzağa kadar çevre kavramı içerisinde ele alınır. 3 4 5 Ayrıntılar için bkz. Dünyanın Durumu-2007, haz. Worldwatch Enstitüsü, TEMA, s. 3-27 vd. 2008 yılı Mayıs ayında Milli Eğitim Bakanlığı ve İstanbul ve Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz Bölgeleri (İMEAK) Deniz Ticaret Odası arasında Eğitim’de işbirliği alanında imzalanan protokol, çevre gönüllüleri için bir moral kaynağı olmuştur. Protokol törenine Milli Eğitim Bakanı H. Çelik ile Çevre ve Orman Bakanı V. Eroğlu da katılmış, ABD Başkan Yardımcısı Al Gore’un, 2006 Amerikan Akademi’de ‘En İyi Belgesel Ödülü’nü kazanan “Uygunsuz Gerçek” (An Inconvenient Truth) isimli belgeselin 40 bin CD’sini okullara dağıtılması ve telif masraflarının İMEAK DTO tarafından ödenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak üzücü olan nokta; bu derece önemli bir meselenin yine klasik sorun çözme mantalitesi içerisinde ders programı çerçevesinde düşünülüp, sadece öğrencilerin muhatap alınmasıdır. Oysa bu belgesel başta siyasi irade ve TBMM olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlara izlettirilmesi ve sık sık hatırlatılması gereken bir yapım olarak değerlendirilmeliydi. KüreseL ısınma, iklim değişiklikleri ve diğer çevre sorunlarına çözüm ve çalışmalara destek için; http://www.climatecrisis.net/ adresi ve Türkiye’de son aylarda alınan bir dizi karar ve faaliyet için Çevre Bakanlığı’nın http://www.cevreorman.gov.tr/ adresine bakılabilir. 3 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 Artık dünya geç kalmış olmakla birlikte, İnsanlığın ortak problemi olan çevre konusunun hayati önemini fark etmeye, canlılar ve çevre arasındaki çok boyutlu ilişkinin şuuru içinde, devekuşu mantığını terk ederek gerçeklerle yüzleşme cesareti göstermeye, çeşitli kurum ve kuruluşlarla sorunları ele almaya, bu amaçla devasa bütçeler ayırmaya başlamışlardır. Artık en küçük yerleşim birimlerinden, büyük kentlere kadar sıkı bir denetim ağı kurulmuştur. Evlerdeki atık maddeler, çöpler, çöp kutularından itibaren ayrıştırılarak düzenli bir şekilde toplanıp, işleme tesislerine gönderilip, geri dönüşümlü hale getiriliyor ve yeniden kullanım için hazırlanıyorlar. Doğaya ve canlı organizmalara zararlı maddelere karşı kıyasıya bir savaş veriliyor. Çevre problemini, insanoğlunun yaratılıp yeryüzünde yaşamaya başlamasından sonra ikinci derecede önemli bir olay olarak gören bilim adamları, Yüce Yaratıcının her şeyi bir “mizan” ve “denge” içerisinde yaratmış olduğunu, ekolojik denge ile yaşamı birbirine raptederek, canlı ve cansız, mikro ile makro alem arasında karmaşık, çok boyutlu ancak muntazam bir ilişki kurmuş olduğunun şuuru içerisinde kısa ve uzun vadeli planlar yapmakta, uluslararası konferans ve toplantılarda tartışmaktadırlar. Çevre Sorunlarına Yeni Yaklaşımlar 1970 ‘li yıllar çevre açısından bir uyanış ve sorunların farkına varma yılları olmuştur. Oysa yüzyılın başlarında böyle bir tablonun çıkacağı asla tahmin edilememişti. Bilim ve teknolojiye aşırı güven, her türlü problemin onunla halledileceği, yoksulluğun ortadan kalkacağı, doğal felaketlerin önleneceği, insanların daha mutlu ve refah içerisinde olacakları gibi düşünceler yüzünden 20. yüzyıl insanları karşılaşacakları sorunlar konusunda tabir yerindeyse gafil avlandılar. Geç kalınmış olmakla birlikte, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişen teknolojinin toplum üzerindeki dolaylı ve direkt etkileri üzerinde çalışmalara başlanmıştır. Bu amaçla “Tecnolocy Assesment” (Teknoloji Değerlendirmesi) adı verilen gelecek tahminleri yapılmaya çalışılmaktadır. Ancak, yapılan tüm teknolojik değerlendirmeler, teknolojinin yalnızca ekonomi ve çevre üzerindeki etkileri üzerinde odaklaşırken son yıllarda bunun ciddi bir yanlış olduğunun farkına varılmış, olaylara sosyolojik açıdan da bakılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda: Gelenek, görenek, etik, ahlak, inanç, din vs. de mercek altına alınmıştır. Çevre açısından örnek vermek gerekirse, bunun en somut örneklerinden biri, dünyanın en büyük çevre kuruluşlarından biri olan “World Wild Fund” (Dünya Yaban Hayatı Vakfı) nın düzenlediği uluslararası konferanstır. Tüm büyük din mensuplarının davet edildiği bu toplantıda, çevre-din ilişkisi derinlemesine ele alınmış, tartışılmıştır. Sunulan tebliğler, İslâm ve Çevre, Yahudilik ve Çevre, Hıristiyanlık ve Çevre, Budizm ve Çevre adı altında kitap olarak yayınlanmıştır6. Artık günümüzde, doğanın tükenmezliğine dayanan eski düşünceler değer ve geçerliliğini yitirmiş, yeni arayışlar başlamıştır. Doğa ve yaşamı yeniden değerlendirip, buna göre yeni bir hayat tarzı geliştirmek zorunlu hale gelmiştir. Çevre bilinci ve 6 4 Özellikle “İslâm ve Çevre” konusunda iki önemli esere dikkat çekmek gerekir: Bunlardan birincisi İbrahim Özdemir’in 1997 yılında Çevre Bakanlığı’nca yayınlanmış Çevre ve Din adlı kitabıdır. Diğeri ise; Tema Vakfı yayınlarından çıkan Turhan Günay’ın “İslâm ve Kuran’da Ağaç, Yeşil ve Toprak”, İstanbul 1995 adlı çalışmasıdır. Nejdet GÖK kavramı bu düşüncenin sonucudur. Yerküre üzerinde yaşayan canlılarla, doğa arasında yeni bir uzlaşma kaçınılmaz hale gelmiştir. Aşağıda ele aldığımız, Şubat 2009 yılı başlarında Türkiye’nin de imza attığı Kyoto Protokolü son dönemdeki bu yeni yaklaşım ve çabaların somut bir sonucudur. Kyoto Protokolü ve Dünya Su Formu Toplantıları Küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin oluşturacağı çevre felaketi ile ilgili tezler ciddi anlamda 1988 yılında ABD’de yapılan toplantıdan sonra yankı bulmuştur. İklim uzmanı James Hansen, 1988’de katıldığı bir toplantıda sera gazlarının etkilerinden bahsederken, kuraklıkların, sellerin ve daha farklı doğal olayların artma ihtimallerini ortaya koydu. Bu bilimsel tespitleri dikkate alan BM ilk adım olarak, “Uluslararası İklim Değişimi Paneli” ni (IPCC) gerçekleştirdi. Dünyanın farklı ülkelerinden yaklaşık 2000 bilim adamının katıldığı IPCC, 1990 yılında, küresel ısınmaya “insanın yaptığı etkinin” henüz ispatlanamadığını bildiren bir rapor yayınladı. İki yıl sonra 1992’de, Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde UNCED (Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı) toplandı ve 160’tan fazla ülkenin katılımı ile “İklim Değişimi Çerçeve Konvansiyonu” imzalandı. 1995 yılının sonlarına doğru IPCC nihayet ikinci raporunu açıklamıştır. Bu raporda, yaklaşık 2000 bilim adamından gelen verilere dayanılarak, iklim değişiminin doğal nedenlerden dolayı değil, “insan etkilerinden” kaynaklı olduğu açığa kavuşmuştur. Daha açık deyişle; sanayileşmiş ülkelerin çevreye yaydığı veya attığı kimyasal atıkların çevre felaketlerini doğurduğu böylece kanıtlanmış oldu. Tüm bu çalışmalar sonucunda küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin doğurduğu sorunlar ve çözüm yolları amacıyla Birleşmiş Milletler öncülüğünde hazırlanan anlaşma Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart 1998’de imzaya açılmış, 15 Mart 1999’da son halini almıştır. Rusya’nın 18 Kasım 2004 yılında katılımıyla birlikte, 16 Şubat 2005 de yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülkenin imza attığı protokolü Türkiye de 5 Şubat 2009 tarihinde kabul etmiştir. Türkiye’nin, Kyoto Protokolü’ne katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişler, daha büyük çevresel sorunlarla karşılaşmamak için ortak hareket etme kararı almışlardır. Kyoto Protokolü’nün imzalanması dışında, çevre konusuyla alakalı, yüzyılın en önemli toplantılarından biri de kuşkusuz 16-22 Mart 2009 tarihinde İstanbul’da 5’incisi düzenlenecek olan “Dünya Su Formu” dur. Aralarında birçok devlet başkanı ve başbakanın da yer alacağı toplam 140 ülke temsilcilerinin katılacağı toplantı, Türkiye’nin bugüne kadar düzenleyeceği uluslararası en büyük organizasyon olacaktır. Böylece; küresel ısınmayla birlikte tüm dünyada en önemli sorun haline gelen su sıkıntısına çözümler aranacaktır. Cumhurbaşkanı A.Gül, Başbakan R.T.Erdoğan ve Çevre ve Orman Bakanı V.Eroğlu'nun da katılacağı bu form için 3 yıldır hummalı çalışmalar sürdüren Türkiye 5 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 umarız toplantı sonunda da çevre sorunlarına karşı gösterdiği yeni yaklaşımları ısrarla sürdürür, öncelikle biz çevrecilerin gönlüne su serper. Çevresel Diplomasi Merkezi (Center for Environmental Diplomacy) (CED) Çevre felaketinin bu ürkütücü boyutlarından dolayıdır ki, dünya su formunda olduğu gibi, birbirinin can düşmanı olan toplum ve milletler bile, yaşadıkları coğrafyayı ve çevreyi koruyabilmek için işbirliği yapmak zorunda kalmaktadırlar. Bu birlikteliğin en çarpıcı örneklerinden biri merkezi Washington DC de bulunan Çevresel Diplomasi Merkezi (Center for Environmental Diplomacy) (CED) adlı kuruluş olup, İsrail, Filistin, Ürdün ve Japonya’daki sivil toplum kuruluşlarınca desteklenmektedir. Birbirleriyle savaşan bu devletler bile ortak amaçları olan Batı Şeria ve Ürdün Vadisi'ndeki kirlenme ve çevresel felakete bir çözüm bulmak amacıyla bir araya gelmişler, başta gençler olmak üzere toplumları bilinçlendirmek ve eğitmek planı çerçevesinde, aynı çatı altında karar almanın zorunluluğuna inanmışlar, “çevre sorunlarının sınır tanımadığı” gerçeğini slogan haline getirmişlerdir7. Her ne kadar, bazılarına göre; 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla, soğuk savaş dönemi sona ermekle kalmamış, 8 Haziran 1914’te Arşidük Ferdinand’ın suikasta uğramasıyla başlayan global çatışma döneminin de sonuna ulaşılmış, böylece 20.yy. sona ermiş ve fiilen 21.yy.a girildiği8 iddia edilse bile, artık bu hükümleri altüst eden yepyeni bir yüzyıl ve yeni bir anlayışla karşı karşıyayız. Zihniyetler bir an önce değişmez, çevresel felaketlere acil çözümler bulunamazsa, zaten yeni bir global çatışma veya dünya savaşına da çok gerek kalmayacak, insanlık bindiği dünya gemisini açgözlülüğü ve doymak bilmez hırsları yüzünden kendisi batıracaktır. Günümüzün Belli Başlı Çevre Sorunları 1. Hava kirliliği ve sanayi atıkları 2. Suların kirlenmesi, buzulların erimesi. 3. Toprak kirlenmesi ve erozyon 4. Ormanların Yok Olması 5. Asit Yağmurları 6. Atıklar a. Endüstriyel atıklar b. Motor kirliliği c. Döküntü artıkları d. Tarımsal atıklar veya kirlilik e. Nükleer atıklar f. Isı kirliliği veya enerji istasyonlarının atıkları g. Gürültü kirliliği h. Gıda kirliliği (gıdalarda kullanılan sentetik vs. zararlı maddeler) 7. Sigara (çevreye verdiği zarar dışında) her yıl iki milyondan fazla insanın ölümüne sebep olmaktadır. 7 8 6 Fazla bilgi için bkz.: http://cedsite.org/index.html Robeter L. Barthley, “Batı Kendisine Güvenmelidir”, The Wall Street Editörü, Türkiye Günlüğü, Güz 1993, S. 24, s. 68-70; İbrahim Özdemir, Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 4. Nejdet GÖK 8. Tüm bu sorunların ortaya çıkardığı küresel ısınma ve iklim değişiklikleri. Osmanlıda Çevre Bilinci ve Kültürünün Temelleri Osmanlıda çevre bilincinin kaynağı öncelikle, daha önceki Türk-İslâm devletleri geleneğinin de temellerini oluşturan dini ve örfî kültürdür. Bu kültüre göre ferdin çevresiyle ilişkisi belirli ahlaki kurallara göre düzenlenmektedir. İnsanların yaratılması ile birlikte onlara belirli sorumluluklar yüklenmiştir. Yaratıcının yeryüzündeki halifesi olan insanoğlu başıboş bırakılmamış, en yakın aile çevresinden başlayarak kademe kademe maddi ve manevi çevresinden sorumlu tutulmuştur. Bu kültüre göre; insanlığın babası Âdem topraktan yaratılmıştır. Bu nedenle toprak kutsaldır. Her şeyden kıymetlidir. Bu inanca göre; “Yeryüzü büyük bir ibadethane (mescid)” kabul edilmiş, suyun olmadığı yerde toprakla temizlik yapılması emredilmiştir. Bu kültürde toprak yüze, başa hatta dudağa sürülür. Bu sebepten toprak, insanlığın “anavatanı”dır. “topraktan yaratıldı insan yine toprağa dönecek” inancı bu kültür insanlarını şekillendiren ana temadır. Bu kültürde Peygamber en sevdiği insanlardan biri olan Hz.Ali’ye “Ebu Türab!” (toprak babası) diye hitap ederek iltifat ve övgüde bulunur. Bu anlayışta; beddualarda bile toprak zikredilir: “toprak başa gele” (mezara giresin veya alnın secde görsün) denir. Bu kültürde “Cennet” ebedî yurttur. Ve: “bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe” demektir9. “Ravza-i cennet” şeklinde Cennet’le birlikte kullanılan “ravza” da “bol su kaynaklarına sahip olan yeşil bahçe”dir. “Allah’tan korkan ve ona karşı saygılı olanlar güvenli bir makamda, cennetlerde ve pınar başlarında olacaklardır.” (ed-Duhan 44/51-52). Bir cennet çeşidi veya cennetin bir parçası olan “Firdevs” de; “içinde üzüm bağları bulunan bahçe” demektir. Sevgilisinin aşkı ile yanan şair bu durumda da aslını unutmaz şöyle der: “destbûsî arzusuyla ölürsem dostlar kûze eylen toprağım verin ânınla yâre su” (el öpme arzusuyla ölürsem dostlar, toprağımdan testi yapın onunla yâre su verin.) (Fuzûlî) Bu kültürde “temizlik imanın yarısı”dır. En güzel kasideye “su kasidesi” denir. En güzel iltifat sözünde minnet duyduğu insana “su gibi aziz ol!” denir. Bu zihniyette: “yaş ağaca balta vuran el onmaz (iflah olmaz)!”, pâdişâh fermanı ile “yaş dal kesenin başı da kesilir” İbadete başlanırken ilk okunan âyet “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” (Alemler: karada, havada, denizde ve evrende yaşayan tüm yaratıklar ve dünyalarıdır.) dur ki, bununla günde en az kırk defa başka dünyalarla temasa geçilir ve bu dünyaların yaratıcısı hatırlanır. 9 Yahudi inancındaki Cennet tasvirleri ile İslâmî tasvirler arasında paralellikler vardır. İslâm inancında “Adn Cenneti” olarak isimlendirilen Cennet Yahudilik’te “Eden Bahçesi” olarak nitelendirilir. Tekvin’in 2. ve 3. bablarında Eden bahçesi hakkında bilgiler verilir: Rab, Adem’i yarattı ve Eden’de yaptığı bahçeye koydu.. Diğer ağaçlar arasında bahçenin orta yerinde hayat ağacı ile, iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi.. Bu bahçeyi sulamak için Eden’den bir ırmak çıkardı, dört kola ayırdı; Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat. Âdem ve O’nun kaburga kemiğinden yaratılan Havva kendilerine yasaklanan ağacın meyvesini, yılanın Havva’yı, onun da Âdem’i kandırması sonucu yedikleri, dolayısıyla Rabb’ın emrine uymadıkları için Aden veya Eden bahçesinden çıkarıldılar. Ayrıntılı bilgi için bkz. M. Süreyya Şahin, “Cennet”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, s. 375. 7 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 İslâmî düşünce ve kültürde sorumluluk sadece insanlarla sınırlı kalmamış, hayvanlar, bitkiler ve tabiatı da içine almıştır. “Kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikin”, “Bütün yaratıklar Allah’a muhtaçtır ve mahlukat arasında en hayırlı olanı Allah’ın yarattıklarına en faydalı olanıdır” Daha ilginç ve dikkat çekici bir başka hadiste; Hz.Peygamber kendisinin ağaçlar, hayvanlar ve tüm tabiat varlıklarından da sorumlu olduğunu şu cümlelerle ifade etmiştir: Allah’ın sizi cezalandırmamasının tek sebebi; “şu yaşlanmış ihtiyarlar, süt emen bebekler ve çiftliğinizde otlayan hayvanlardır.” Temizlik “Avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutun”10,“Kim Müslümanların gelip geçtiği yerden onları rahatsız eden bir şeyi kaldırıp atarsa Allah ona sevap yazar. Allah kime sevap yazarsa o sayede onu cennete koyar”, “Laneti gerektiren iki hareketten sakının” buyurmuşlar, “O iki şey nedir?”; diye sorulunca da “insanların gelip geçtiği yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır”11 diye cevap vermişlerdir. “Allah temizdir temizliği sever; kerim ve cömerttir, kerem ve cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı ve boş sahalarınızı temiz tutun. Yahudilere de benzemeyin. Onlar çöplerini evlerde biriktirirler.”12 Müslümanların temizlik konusundaki dikkatlerine işaret eden ünlü Osmanlı tarihçisi M. d’Ohson şöyle der: “Dünyanın bütün milletleri içinde temizliğe İslâm camiasındaki Osmanlı Türkleriyle İranlılar kadar dikkat eden tek bir millet yoktur. (...) İşte bundan dolayı bütün vücutları yıkayabilmek üzere birçok hamamlar yapmak mecburiyetinde kalmışlardır. Türkiye’nin belli başlı şehirlerinin hepsinde birçok hamam vardır ve hatta bunların çoğu Roma İmparatorlarının eski ılıcalarından aşağı değildir13. Vücut ve elbise temizliği erkek ve kadın Müslümanlar için zaruri bir fazilettir.(...) haftada bir yıkanmak.(...) tavsiye olunmuştur. Bundan dolayıdır ki, kadın olsun, erkek olsun, bütün Müslüman Türklerin gerek kendi zevklerini tatmin etmek, gerek dinin taharet ve nezafet ahkâmına riayet etmiş olmak için hemen her gün yıkanmak ve gusletmek hususunda gösterdikleri takayyüd ve itina misli görülmemiş derecededir. Bununla beraber daha sık elbise çamaşır değiştirdikleri ve yakalık ve kolluk takılmayan elbiselerini terden muhafaza edecek parçalar ilave ettikleri takdirde temizliğe daha iyi riayet etmiş olacaklarını da teslim etmek lazımdır. Bu noksanı telafi etmek isteyen zenginler elbiselerini fazla eskitmemeye dikkat ederler; diğerleri de yıkanması mümkün olan kumaşlardan elbise yaparlar”14. 10 11 12 13 14 8 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/224. Müslim, 1/93 Tirmizi, Ede nr. 2779, C. 5, s. 111-112. İ.H.Danişmend, Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı, Danişmend, s. 116 M.d’Ohson, Tableau General de I’Empire Othoman, Paris 1791, s. 276-77; Danişmend, s. 121-122. İslâm’ın kişisel temizliğe verdiği önem için bkz. İbrahim Ünal, Çevre, İslâm ve İnsan, Gençlik Yayınları, İstanbul 1994, s. 29; İ. Özdemir, a.g.e, s. 145 vd. Nejdet GÖK Temiz Hava “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Allah, belki pişmanlık duyup dönerler diye, yaptıklarının bir kısmının cezasını onlara dünyada tattıracak” (30/Rum, 41) (ekolojik dengeyi bozmaları sebebiyle bu hallere düşecekler demektir.) İnşaallah “belki pişmanlık duyar dönerler diye”... Suların Temizliği ve Korunması “Bizim diri ve canlı olan her şeyi sudan yaratıp meydana getirdiğimizi görüp anlamıyorlar mı?” (25/Furkan, 54) Hz. Peygamber; akmakta olan bir akarsu kenarında bile olsa lüzumsuz derecede fazla su tüketimini yasaklamıştır. Sahabeden “Sa’d abdest alırken Hz. Peygamber (s.a.v) çıkageldi. Onun çok su kullanarak abdest aldığını görünce: “Bu israf da ne?” diye müdahalede bulundu. Sa’d’ın; “Abdestte de israf olur mu?” diye sorması üzerine, Rasulullah gereksiz sarfiyatı yasaklayan şu veciz cümleyi söylemiştir: “Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız bile”15 israf olur. Ağaç ve Orman Sevgisi “Ağaç” kelimesi Kur’an’da 26 defa, bağ ve bahçe anlamına gelen “cennet” kelimesi ise 146 defa tekrar edilmektedir. 40’tan fazla yerde de bizzat ağaç çeşitlerinin adı belirtilmektedir. (hurma, üzüm, zeytin, nar, sidre) 16. Hz. Peygamber’in çevre ve tabiat konusundaki tutum ve davranışları, verdiği talimatlar Alman çevreci R. Bahro’nun da dikkatini çekmiştir: “Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile, onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.” (el-Münavî, Feyzü’l-Kadir, 3/30) Hz. Ebubekir komutanlarına şu talimatı veriyor ki, bunlar Osmanlı’da dâhil tüm İslâm devletlerinin titizlikle uyguladıkları kurallardır: Davanıza ihanet etmeyin. Savaşta bile olsanız insaftan ayrılmayın. Çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyin ve zulmetmeyin. Hurma ve diğer meyve ağaçlarını, koyun, keçi ve diğer hayvanları yemenin dışında bir başka amaçla kesmeyin, telef etmeyin. Kiliselerinde ibadete çekilenlere rastlarsanız onları ibadetleriyle baş başa bırakın. Size yiyecek, içecek ikram ederlerse Bismillah demeden yemeyin, içmeyin... 17 Çevre İle İlgili Uygulamalardan Örnekler İslâm devletleri teşkilat geleneğinde, belediye ile ilgili işler, günümüzden daha geniş kapsamda, ihtisab veya hisbe teşkilatları bünyesinde ele alınmıştır. Hesap sorma, mesuliyet, “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker” vazifesi (iyiliği emretmek, kötülü yasaklamak) anlamına gelen ihtisab; aynı zamanda ihtisab dairesinin aldığı vergi, belediye işlerinden sorumlu memurun işi ve dairesidir18. 15 16 17 18 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 22; İbn Mâce, Taharet: 48, no: 425, I. 147. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Turhan Günay, a.g.e., s. 21-29 ve 114. İbnü’l-Esîr, “el-Kâmil fi’t-Tarîh”, II, s. 139’dan naklen DGBİT, C. II, s. 33-34. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, haz. Heyet. İstanbul 1981, C. I, s. 898. 9 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 Daha önceki İslâm devletleri geleneğine uygun olarak İhtisab teşkilatı; Osmanlı Devleti’nde de yerini almıştır. Kadı tayin edilen her yere muhtesib, Osmanlıdaki adıyla “İhtisab Ağası” veya “İhtisab Emini” günümüz diliyle belediye başkanı tayin edilmiştir. İhtisab ağasının bu görevi ifa etmesi için de emri altında görev yapan “Kol Oğlanları” adıyla, bir tür zabıta memurları vardır. Muhtesib’in esas olarak; İktisadi ve sosyal, adlî ve de dinî hayatla ilgili olmak üzere üç tür görevi vardır: (1267/1850) de Zabtiye Nezareti’ne bağlanan İhtisab Nezareti; (1271/1854) yılında tamamen ilga edilmiş ve yerine İstanbul ve ona bağlı semtlerde “Şehremâneti” adıyla yeni bir teşkilat kurulmuştur. Bu teşkilat batıdaki belediye teşkilatlarının acemice yapılmış bir kopyasıdır. Her ne kadar “şehremini” unvanına Fatih Kanunnamesi’nde rastlanıyorsa da bunlar sadece şehrin su ve bina işlerinden sorumlu kişilerdir19. Sultan Abdülmecid Han batılı anlamda Belediye Teşkilatını kuran padişahtır. 1854’de Salih Paşa ilk Belediye Başkanı olarak göreve başlamıştır. Daha sonraki yıllarda Belediye Başkanlığına dönen teşkilatla ilgili çok sayıda düzenleme yapılmıştır. Bu durum Cumhuriyet Devri’nde de devam etmiştir. Bilinen en eski ihtisab kanunları II. Bayezid devrine aittir. Bu kanunnamelerde fiyat kontrolleri ve esnafın uyması gereken kuralların dışında temizlik konusu üzerinde de büyük bir titizlikle durulmuştur. Bu konuda ilgili esnafın uygulamakla sorumlu olduğu temizlik kuralları teker teker belirtilmiştir. Dikkat çekici bir nokta da hayvanlarla ilgilidir. Şöyle ki; yük taşımakta kullanılan hayvanlara en fazla ne kadar yük yükleneceği kurala bağlanarak hayvan hakları da kanun altına alınmıştır20. Subaşı Türklerde eski bir devlet görevi olan subaşılık Osmanlı Devleti’nde de karşımıza çıkar. Ancak Osmanlı da daha dar çerçeveli bir fonksiyonları olan subaşılar; yerleşim yerlerinde, emniyet ve asayişi temin ve maddi ve manevi temizlik işlerini yürütmekle görevlendirilmiş memurlardır. Köy ve kasabalarda olanlarına il subaşısı, diğer büyük merkezlerde olanlara ise şehir subaşısı denmiştir. Bu memurlar günümüzdeki zabıta emniyet görevlileri ve kısmen de belediyecilerin işlerini üzerlerine almışlardı. Kadıların emri altında görevlerini yürüten bu memurların halk içinde de oldukça itibarlı bir konumları vardı. Osman Bey’in ilk tayin ettiği memurlardan birinin subaşı olması, devletin kurulduğu ilk yıllardan beri, beledi hizmet ve görevlere verdiği önem ve titizliği göstermektedir. 19 20 10 İhtisab Teşkilatı ile ilgili fazla bilgi için bkz. Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, C. I, s. 335-358, 360-361 vd.; Mehmet Galib, “İhtisab Ağalığı”, TOEM, nr. IX, s. 569-584., nr. X, s. 640648.; Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987, İstanbul 1987, 73-207; ODT, ed. E. İhsanoğlu, C. II, s. 565-566; A. Akgündüz- S. Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, s. 348-350. Ömer Lütfi Barkan , “XV. Asrın sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar. I. Kânunnâme-i İhtisâb-ı İstanbul –el-Mahrûse”, Tarih Vesikaları, 1/5 (1942), 326 vd.; II/7, 15 vd.; II/9, 168 vd. Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu, Zaman, İstanbul 1999, C. II, s. 564 Nejdet GÖK Çevre İle İlgili İlk Berat ve Fermanlar Osmanlı hükümdarlarının ihtisab ve hisbe anlayışına paralel olarak, çevre konusunda dikkat çeken önemli düzenlemelerden bir kısmı da Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminde gerçekleştirilmiştir. Haliç’in çerçöp vs. atıklarla dolmaması için alınan önlemler çerçevesinde, Kâğıthane deresi havzasında hayvan otlatılması, bina yapılması ve tarla açılması ve ağaç kesimi yasaklanmış, erozyona karşı da ağaçlandırmalar yapılmıştır. Yine Fatih’in vasiyetnamesinde çevre ve tabiatın korunmasına yönelik bir dizi tedbirler sıralandığını görüyoruz21. Kanuni Sultan Süleyman da şehrin düzen ve asayişini sadece şehir subaşısına bırakmamış özel olarak bir “çöplük subaşısı” görevlendirmiştir. Eline de –bugünkü tabirle- bir çevre nizamnamesi veya beratı vermiştir. Bunlardan ilki 1539 tarihlidir. Edirne’nin mahalleleri, sokakları ve çarşılarının temizliği konusunda verilen bu yasakname, berat veya nişân-ı hümâyûn özetle: Sokakların, ev ve dükkân önlerinin temiz tutulması, çöp veya benzeri atıklara engel olunması, dinlemeyen ve itiraz edenlerin ayrım gözetilmeksizin cezalandırılması, kervansaray, han, hamam vs. sosyal tesislerin atıklarına ayrıca dikkat olunması, yerleşim yerlerinden uzak, halka zarar vermeyen boş yerlere nakledilmesi, insanların gelip geçtiği yerlere tuvalet yapılmaması, çamaşır suları vb. pis ve kirli su ve kanların sokaklara akıtılmaması, boyacıların, aşçıların, semercilerin atıklarının ve gübrelerinin belirlenmiş boş yerlere atılması, hayvanların dükkânlarda değil belli yerlerde beslenmesi, kabir vs. boş çukurların kapatılması, hayvanların mezarlara girip dolaşmasının engellenmesi, öküz vs. hayvanların ev önlerinde ve avlularda bağlanmaması, özellikle ölü hayvan leşlerinin halkı rahatsız edecek yerlere konulmaması, bu hükme itiraz eden veya dinlemeyenlerin, bıraktığı leşin başının boyunlarına takılarak, ibret amacıyla teşhir olunması gibi devrin belli başlı çevre sorunlarına temas olunmuş, pratik çözümler getirilmiştir. Şehir kadısı ve subaşısı da bu yasakların uygulanması konusunda görevlendirilen bu çöplük subaşısına yardımcı olmakla mükellef kılınmışlardır. (Safer, 946/1539) 22. Bu yasaknameyi irdelemekle Osmanlının son dönemlerinde, devlet teşkilatındaki köklü değişikliklere paralel olarak, yeni yapılanma çerçevesinde oluşturulan belediye teşkilatları ve yayınladıkları nizamnameleri kıyaslama imkânı bulmuş oluyoruz. Çevre İle İlgili Diğer Nizamnameler veya Genelgeler Osmanlı Devleti’nde bu konuyla ilgili özellikle 19. yüzyılda birçok nizamname hazırlandığını görüyoruz. Çağına göre oldukça ileri sayılabilecek bu kuralların bugün bile maalesef çoğunu gerçekleştiremediğimizi üzüntüyle müşahede ediyoruz. XIX. yüzyılda Osmanlı şehirleri; özellikle de dış dünya ile bağlantılı olan liman şehirleri önemli bünye değişiklikleri geçirmiştir. Belediye hizmetleri de bu değişimden 21 22 Konuyla ilgili ayrıntılar için bkz. İbrahim Özdemir, “Osmanlı Toplumunda Çevre Anlayışı”, http://www.ibrahimozdemir.com/Makaleler/Osmanl%C4%B1ToplumundaCevre.pdf Bâyezid kütp. Veliyyüddîn Ef., nr. 1970, vrk. 101/a-102/b, 125/b-127/a’dan naklen Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, C. IV, s. 540-543; Pakalın, TDT, III, s. 259-261; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, C. I, s. 234. 11 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 payını almıştır. Yüzyılın ticarî faaliyetlerine uygun bir ulaşım ve hizmetler bütününe sahip olabilmek için yeni bir teşkilatlanma zorunluydu. Bu liman şehirlerinde tüccar gemileri için karantina ve konaklama tesisleri kurmak, uygun sağlık şartlarını temin etmek ve düzenli bir şehir ulaşım ağı kurmak başta gelen görevlerdendi. Daha sonraki dönemde, benzeri modern hizmetleri yerine getirecek teşkilatın adı ise şehremaneti, son dönemlerde de belediye olmuştur. Bununla beraber, modern belediyelere, geleneksel hizmet ve teşkilatlarla destek olunmuştur. Mahalle ve cemaat toplulukları, kendi semtlerindeki belediye ve bazı kolluk görevlerine eskisi gibi devam etmişlerdir. 13 Haziran 1854’de Kırım Savaşı nedeniyle çeşitli ülkelerin askerlerinin İstanbul’da toplanmaları, başkentte ciddi düzensizlik ve temizlik problemini ortaya çıkarmış ve bu zaruret, “İstanbul Şehremaneti” (İstanbul Belediyesi)nin kurulmasına neden olmuştur23. Galata ve Beyoğlu’nun belediye hizmetlerini yerine getirmesi için Altıncı Dairei Belediyye, Paris örneği izlenerek kurulmuştur. 1868’de bu örneğe bakılarak tüm İstanbul 14 belediye dairesine ayrılmıştır. Sonraki yıllarda diğer şehirlerde de modern belediye teşkilatları kurulmaya başlanmıştır. Biz burada belediye teşkilatının kuruluşu ve teşkilatlanması ile ilgili detayları konunun uzmanlarına bırakıp çevre ile ilgili bazı çarpıcı ve ilginç maddeleri, yapılan yeni düzenleme ve imar faaliyetlerini başlıklar halinde aktarıyoruz24: 1. Dar sokakların mümkün mertebe genişletilmesi ve yeni açılacak yolların daha geniş yapılması. 2. Belediye zabıta teşkilatında yeni düzenlemeler. 3. Mahallelerdeki temizlik işlerini düzenlemek ve çöpleri toplamak üzere çöplük subaşısı ve çöplerdeki kıymetli maddeleri bulup çıkarmak için arayıcı esnafı teşkilatı. Subaşılar, sokaklarda yığılan süprüntüleri yıllık muayyen bir meblağ karşılığında “arayıcı” denilen esnafa ihale ederlerdi. Bundan dolayı kendilerine “çöplük subaşısı” adı verilmiştir. Bunun yerine “mezbele subaşısı” veya “tahir subaşı” da denilmiştir. 4. Sokak kaldırımlarının düzenlenmesi. 5. Sokakların aydınlatılması faaliyetleri. 6. Su yolları ve su kanallarının temizlenmesi ve düzenlenmesi. 7. Petrol, ispirto ve benzin gibi yanıcı maddelerin konulacağı depoların şehir dışında, halk için tehlike arzetmeyen yerlerde yapılması, tespit olunan miktardan fazla depolanmaması. (28 mayıs 1331/1915 tarihli tezkire.) 8. Camî, türbe, çeşme, sebil ve muvakkıthâne gibi “mebâni-i nefîse” (pek beğenilen, güzel binalar) ye ilan yapıştırılmasının yasaklanması. (4 Mart 1331/1915) 9. Cami yakınlarındaki tuvaletlerin tamir ve temizlenmesi için bütçe ayrılması. 23 24 12 Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye C. I’de klasik devir şehir idaresi konusunda geniş malumat verir. Osmanlı belediyeleri konusunda geniş bilgi için bkz. İ. Ortaylı, Tanzimat’tan Sonra Mahallî İdareler, Ankara 1974; ve İstanbul 1984; aynı yazar “Tanzimat Devri ve Sonrası Sosyal Hayat” Osmanlı Devleti Tarihi, ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul 1999, C. 1. s. 315. Osman Nuri, a.g.e., haz. Heyet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 1999, C. I-VIII, dağınık olarak. Nejdet GÖK 10. Eski milli anıt ve eserlerin korunması için özen gösterilmesi ile ilgili Dahiliye Nezareti’nin tezkiresi. (22 Mart 1333/1917) “her biri birer hazine hükmünde olan tahripleri medenî ülkelerde vahşet kabül edilen, eski eserler ve ulusal abidelerimizin en güzel şekilde korunması pek ziyade dikkat ve itina gösterilmesi ve ‘âsâr-ı atîka ve muhafaza-i âbidât nizamnameleri’ hükümlerine tamamen uyulması lazım geldiği...” 11. Yapılacak tamirat ve inşaatların yeni nizamnameye uygun olarak yapılması gerektiği. (25 Mart 1294/1878) 12. Yeni harita ve planlar hazırlanması. 13. Yangın mahallerinin düzenlenmesi ve geliştirilmesi, yangın mahalleri haritalarının düzenlenmesi. 14. Sokak ve caddelerin tamir ve bakımı. 15. Mahalle aralarında bulunan bostan ve bahçe yerlerinin parsellenip, bina inşa edilerek, halkın gezip dolaştığı, nefes aldığı bu yerlerin yok edilmesine engel olunması. (1905 ve 1911 tarihli Şûrâ-yı Devlet kararları) 16. Çayır vs. yeşil alanların korunması. 17. Şehrin imarı ve güzelleştirilmesi için nizamname hazırlanması. 18. Fırın dükkanlarının çevre binalara zarar vermeyecek şekilde yapılması. 19. Ev planlarının, inşaattan önce sağlığa uygunluğunun tedkik olunmasının gerekliliği. 20. Parke taşları döşenmesi, ve parkelerde uyulması gerekli olan standard. 21. Keresteciler sitesi gibi halkı rahatsız edici biçimde yerleşim merkezlerine yakın, işyerleri ve imalathanelerin şehir dışına nakledilmesi. 22. Havanın temizliğini bozan, kömür, paçavra, kemik vb. yakıtların iş yerlerinde vs. yerlerde kullanılmasına engel olunması. (11 Şubat 1302/1886 tarihli Şurâyı Devlet kararı) 23. 1278/1862 tarihli nizamname kuralları haricinde yeni buharlı fabrika inşasına müsaade edilmemesi, mevcut olanların bacalarına havayı kirletmeyecek filtrelerin takılması. (1303/1893 tarihli karar) 24. Üsküdar’daki vakıf değirmenine dumanın zararlı bir biçimde dağılmasını engelleyen aletin takılması. 25. Denize akıtılan lağımlarla ilgili kararlar ve yeni düzenlemeler. 26. Kar kuyularının temizliği ve kar depolanmasında dikkat edilmesi gereken kurallar. 27. Sokakların deniz suyuyla yıkanması ve temizlenmesi. 28. Sakkarin maddesinin sıhhat için zararlı olduğundan gümrüklerden kontrollü olarak geçirilmesi. 29. Şehrin güzelleştirilmesi ve yeşillendirilmesi için alınan tedbirler, bahçıvan ve çiçekçiler için çıkarılan nizamnameler ve benzerleri. Sonuç ve Değerlendirme Çevre sorunları, kuraklık ve onun doğal sonucu olan kıtlık ve felaketler insanlık tarihi kadar eskidir. Dünyanın birçok bölgesinde zaman zaman yaşanan çevresel 13 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 problemler, uygarlıkların da sonunu getirmiş, yıkılmaz sanılan medeniyetler, doğa dengesinin bozulması sonucunda tarihin yaprakları arasında kaybolup gitmiştir. Oysa Yukarı İndüs Vadisi’de eski bir Hind-Pakistan uygarlığı olan “İndus Uygarlığı”, Mezopotamya’daki Sümer, Akad ve Babil uygarlıkları, Nil boylarında doğup batmış Firavunlar Dönemi uygarlıklarının yok oluşlarının temelinde; sosyoekonomik baskılar nedeniyle, doğanın bilinçsiz bir biçimde, aşırı ve tek taraflı kullanılması sonucu bozulan ekosistemler ve onun neticesinde oluşan kuraklık ve çölleşmenin yattığı artık çocukların bile bildiği gerçeklerdir. Türk toplum ve medeniyetinin temeli, tabir yerinde ise kaderi, çevre sorunlarıyla doğrudan alakalıdır. Ortaya çıkan kuraklık ve kıtlık, kısacası olumsuz çevre problemleri Türk ulusunun inanç ve değerlerini derinden etkilemiş, her şeyden daha üstün ve kutsal kabül ettikleri vatan topraklarını bırakarak, anayurtları olan Türkistan’a göç etmek zorunda kalmışlardır. Türklerin bu zorunlu göçü yalnızca Türk tarihini değil, aynı zamanda dünya tarihini de temelden etkileyen önemli olaylar arasında kabul edilir. Çevre problemlerinin doğurduğu etkiler sadece Türk–İslâm devletlerinin değil tüm İslâm ülkelerinin hayatında da silinmez izler bırakmıştır. Tarihçi Dephanol bunu “İslamın trajedisi, kurak coğrafyasındadır.”25 sözüyle vecizeleştirmiştir. Bu yüzdendir ki göçebelik ve onun gereği olan seyyar yaşam tarzı İslam toplumlarının değişmez kaderi olmuştur. Uygarlığımızı kurtarmak için her birimize düşen önemli görevler vardır. Albert Einstein: “Dünya, kötülükler yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” diyor26. Yazımı TEMA vakfı kurucu başkanı Sayın Hayrettin Karaca’nın (Erozyon Dede) nin, 5 Haziran 1998 de, Dünya Çevre Günü’nde vermiş olduğu konferanstan aldığım şu sözlerle tamamlamak istiyorum: “Çevre sorunlarının en üst düzeye çıktığı bugünlerde çareler aradığımız olayın temeline inmedikçe, olayın sebebini teşhis etmedikçe başarıya ulaşma şansımızın olmayacağı bir gerçektir. Nerden çıktı bu kirlilik? Neden bugün yaşanmaz bir dünyaya hızla gidiyoruz? Bunun temelinde sınırsız, koşulsuz tüketim toplumunun getirdiği sonuçları yaşıyoruz. O halde tüketerek değil, paylaşarak ve koruyarak yaratabileceğimiz bir dünyaya ihtiyacımız var. …A.B.D. başkan yardımcısı (o tarihte) Al Gore, Amerika’da bir çocuk doğduğunda 30 Hindistanlı çocuğun doğduğuna eş değerde doğal varlıkları tüketir. Acaba yoksul ülkelerde nüfus artışı mı daha tehlikeli? Yoksa gelişmiş ülkelerde mi? Gelin matematiksel bir sonuca varalım. Amerikan nüfusu 270-280 milyon. Demek ki, Amerikalı toplum Hindistanlıya nazaran dünyayı 8 kere daha fazla kirletmeye devam ediyor. İşin temelinde bu var. Yeni bir yaşam düzenine ihtiyaç var.”27 Kaynaklar 25 26 27 14 Bkz. X de Dephanol, “Geographical Setting”, Ed. P.M. Holt, The Cambridge History of İslâm, C. 2B, s. 468’den naklen, T. Akyol, Osmanlıda ve İran’da Mezhep ve Devlet, Milliyet Yayınları, İstanbul 1999, s. 211. Brown, Lester R., Plan B 3.0, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2008, s. 5. Çevre ve İnsan, Çevre Bakanlığı Yayın Organı, s. 44, (Mayıs/1999), s. 11. Nejdet GÖK Akgündüz, Ahmet – Sait Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, İstanbul 2000. Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnâmeleri, C. IV, İstanbul 1998. Albayrak, Sadık. 41 Orijinal Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre, İGDAŞ, İstanbul 1997. Barkan, Ömer Lütfi, “XV. Asrın sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar. I. Kânunnâme-i İhtisâb-ı İstanbul –el-Mahrûse”, Tarih Vesikaları, 1/5 (1942), 326 vd.; II/7, 15 vd.; II/9, 168 vd. Barthley, Robeter L., “Batı Kendisine Güvenmelidir”, The Wall Street Editörü, Türkiye Günlüğü, Güz 1993. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Müzehheb Fermanlar Kataloğu. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Nişan (Tahvil)Kalemi Defterleri (nr. 980-986-989). Binark, İsmet. “Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Belgeler Işığında Türklerde Çevrecilik Anlayışı”, Yeni Türkiye, Ankara 1995. Brezezinsky, Zbigniew, Kontrolden Çıkmış Dünya, (2. Baskı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1996. Brown, Lester R., Plan B 3.0, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2008. Cin Halil- A. Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1989. Çepel, Necmettin, Çevre Koruma ve Ekoloji Terimleri Sözlüğü (Türkçe-Almancaİngilizce),Tema Yayınları, İstanbul 1995. d’Ohson, M., Tableau General de I’Empire Othoman, Paris 1791. Danişmend, İ. H., Garb Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, (ed. Hakkı Dursun Yıldız), Çağ Yayınları, İstanbul 1988. Dünyanın Durumu (2000-2008 yılı raporları) (haz. Worldwatch Enstitüsü Uzmanları), Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 2000-2008. Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umûr-i Belediyye, haz. Heyet, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 1999. Fermanlar, Haz. Heyet, TİKA Yayınları, Tiran 2005. Gök, Nejdet, Beylikler Döneminden İtibaren Osmanlı Diplomatikasında Berat Formu,(Yayınlanmamış doktora tezi), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 1997. Gökyiğit, A. Nihat, Toprağın Başı Dertte, Tema Yayınları, İstanbul 2002. Günay, Turhan, “İslâm ve Kuran’da Ağaç, Yeşil ve Toprak”, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 1995. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarîh, C. 1, çev. Abdullah Köşe, Bahar Yayınları, İstanbul 1989. Kazıcı, Ziya, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987. Lean, Geoffrey, Gerçekçi Yaklaşım “Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması”nın Basit Metni, çev. Yaman Köseoğlu, Tema Vakfı Yayınları, İstanbul 1995. Mehmet Galib, “İhtisab Ağalığı”, TOEM, nr. IX, sh. (569-584). Ortaylı, İlber, “Tanzimat Devri ve Sonrası Sosyal Hayat” Osmanlı Devleti Tarihi, ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, İstanbul 1999. 15 SBArD Mart 2009, Sayı 13, sh. 1 – 16 Ortaylı, İlber, Tanzimat’tan Sonra Mahallî İdareler, TODAİE Yayınları, Ankara 1974. Osmanlı Devleti Tarihi, ed. E. İhsanoğlu, Zaman, C. II, İstanbul 1999. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Haz. Heyet, İstanbul 1981. Özdemir, İbrahim, Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara 1997. Özdemir, İbrahim. Yalnız Gezegen, Kaynak Yayınları, İstanbul 2001. Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, MEB, İstanbul 1993. Sahih-i Buhari, Muhtasar-ı Tecrîd-i Sarih, çev. Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2007. Şahin, M. Süreyya, “Cennet”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul 2000. Ünal, İbrahim, Çevre, İslâm ve İnsan, Gençlik Yayınları, İstanbul 1994. Zeydan, Corci, İslam Uygarlıkları Tarihi I, çev. Nejdet Gök, İletişim Yayınları, İstanbul 2004. 16