KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ
Transkript
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ ve ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİMDALI ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ ve SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ Yüksek Lisans Tezi AYŞE NUR TUZ İstanbul, 2010 T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA EKONOMİSİ ve ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİMDALI ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE REFAH DEVLETİNİN DÖNÜŞÜMÜ ve SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ Yüksek Lisans Tezi AYŞE NUR TUZ Danışman: DOÇ. DR. ZEKİ PARLAK İstanbul, 2010 ÖNSÖZ Bu çalışma, çeşitli kısıtlamalar ve yapılan reformlarla güçsüzleştiği ifade edilen refah devletlerinin gerçekte küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiğini ve 1970’lerden sonraki dönemde, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında oldukça önemli olan Sivil Toplum Kuruluşları’nın rolünü açıklamayı amaçlamaktadır. Bu çalışmanın tamamlanmasındaki katkılarından dolayı her zaman desteğini hissettiğim, görüşleri ile beni yönlendiren değerli Hocam Doç. Dr. Zeki Parlak’a, desteğini hiç esirgemeyen ve beni bu günlere getiren başta Annem Zühal Tuz olmak üzere çok kıymetli Aileme, Tez çalışmam boyunca bana destek veren sevgili dostum Duygu Utlu’ya, lisans ve yüksek lisans dönemlerinde bilgilerinden faydalandığım Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nın değerli hocalarına, başta Doç. Dr. Süleyman Özdemir olmak üzere çalışmanın bilgi edinme aşamasında yayınlarından yararlandığım tüm eser sahiplerine sonsuz teşekkürlerimi sunarım. i GENEL BİLGİLER İsim ve Soyadı : Ayşe Nur Tuz Anabilimdalı : Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Programı : Çalışma Ekonomisi Tez Danışmanı : Doç. Dr. Zeki Parlak Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans – İstanbul 2010 Anahtar Kelimeler : Refah Devleti, Sosyal Politika, Küreselleşme, Sivil Toplum Kuruluşları ÖZET Sanayi Devrimi ile birlikte işçi sınıfının çalışma koşullarının giderek zorlaşması sonucu ortaya çıkan sosyal soruna çözüm getirmek amacıyla 20. yüzyılın başında sosyal politikanın önemli bir aracı olarak “refah devleti” kavramı ön plana çıkmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında refah devleti en geniş kapsamına ulaşmış ancak 1980’li yıllarda ortaya çıkan küreselleşme süreciyle birlikte tüm dünyada ekonomik, sosyal, kültürel, politik alanlarda yaşanan köklü dönüşüm refah devleti anlayışını da farklı bir boyuta taşımıştır. Bu süreç, devletin işlevlerinin küçültüldüğü, piyasalardan geri çekilişinin yaşandığı, sosyal refah hizmetlerinin daraltıldığı yeni bir devlet anlayışı arayışının olduğu bir süreç olmuştur. Bu bağlamda, Sivil Toplum Kuruluşları toplumsal refah sağlamada devlete yardımcı olmaya başlamıştır. Küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan uluslararasılaşmaya bağlı olarak ulusal sınırları aşan sorunların çözümünde de Sivil Toplum Kuruluşları önemli bir yarar sağlamıştır. ii Tüm bunlar, Sivil Toplum Kuruluşları’nın devletin yanında önemli bir sosyal politika bileşeni olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda bu çalışmada, refah devletinin tarihsel süreçte yaşadığı değişimler incelenerek, küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan dönüşümde, STK’ların, refah devletinin yeniden yapılandırılmasındaki rolü anlatılmıştır. iii GENERAL KNOWLEDGE Name nad Surname : Ayşe Nur Tuz Field : Labor Economics and Industrial Relations Programme : Labor Economics Supervisor : Assoc. Prof. Zeki Parlak Degree Awarded and Date : Master – İstanbul 2010 Key Words : Welfare State, Social Policy, Globalization, Non-Governmental Organizations ABSTRACT Understanding of the welfare state as a means of social policy came into the stage in the beginning of 20th century as a solution for social problems stemming from the fact that proletariat working conditions became harder with the industrial revolution. After the world war 2 welfare state reached the widest borders, however, together with the globalization process starting in the 1980s, the radical changes in social, cultutal, political and economical fields gave the understanding of welfare state another dimension. This process had become the one that a new understanding of government was being searched, because at that tine government functions got narrower, there was a recession from the market, and social welfare services became weaker. Therefore, NonGovernmental Organizations (NGOs) started to help state in this respect. They also help to solve the international problems occuring in globalization process. iv All these demonstrates that NGOs is an important social policy component of state in this regard in this state NGOs role in the reconstruction of welfare state in the light of the hist changes welfare state has lived. v İÇİNDEKİLER Sayfa No. ÖNSÖZ................................................................................................................................. i ÖZET................................................................................................................................... ii ABSTRACT........................................................................................................................ iv TABLO LİSTESİ................................................................................................................ x KISALTMALAR .............................................................................................................. xi GİRİŞ .................................................................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM KÜRESELLEŞME KAVRAMI ve KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI I. KÜRESELLEŞME KAVRAMI ve TANIMI ................................................................. 5 II. KÜRESELLEŞMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER................................................. 7 A. Bilgi ve İletişim Teknolojilerindeki Gelişmeler ....................................................... 7 B. Neo-Liberal Politikaların Uygulanması .................................................................. 10 C. Üretimin Küreselleşmesi ........................................................................................ 12 1. Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi Dönüşüm ............................................... 13 2. Esnek Üretim Uygulamaları ve İşgücü Üzerine Etkisi....... ................................ 15 D. Uluslararası Rekabetin Artması .............................................................................. 16 1. Ekonomik Gelişme ............................................................................................. 16 2. Çok Uluslu Şirketler ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar .................................... 18 a. Çokuluslu Şirketlerin Tarihsel Gelişimi.......................................................... 18 b. Küreselleşmenin İtici Gücü: Çokuluslu Şirketler............................................ 19 c. Uluslararası Ticaret ve Değişen Ticaret Kalıpları ......................................... 20 III. KÜRESELLEŞMEYE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR ............................................... 23 IV. KÜRESELLEŞMENİN SOSYAL POLİTİKA ve REFAH DEVLETİ ÜZERİNE ETKİLERİ....... ........................................................................................................... 26 vi A. Sosyal Politika Üzerine Etkisi .................................................................................. 26 B. Refah Devletinin Zayıflaması................................................................................... 28 İKİNCİ BÖLÜM REFAH DEVLETİNİN DOĞUŞU, YÜKSELİŞİ ve KRİZİ I. REFAH DEVLETİ KAVRAMI ve TANIMI ................................................................ 33 II. REFAH DEVLETİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ....... ................................................... 35 A. Refah Devletinin Doğuşuna Kadar Olan Dönem (1880 Öncesi).............................. 36 B. Refah Devletinin Doğuşu (1880-1945)..................................................................... 38 C. Refah Devletinin Yükselişi (1945-1975).................................................................. 41 III. REFAH DEVLETİNİN SINIFLANDIRILMASI ........................................................ 45 A. Refah Devleti ile İlgili Sınıflandırma Girişimleri....... ........................................... 46 B. Esping-Andersen’in Temel Üçlü Sınıflandırması................................................... 49 C. Esping-Andersen’in Sınıflandırmasına Yönelik Eleştiriler ve Katkılar ................. 54 IV. REFAH DEVLETİNİN FONKSİYONLARI .............................................................. 57 V. REFAH DEVLETİNİN GÖREVLERİ ......................................................................... 59 A. Sosyal Güvenlik Görevi....... ................................................................................... 59 B. Eğitim Sağlama Görevi............................................................................................ 63 C. Sağlık Hizmetleri Verme Görevi ............................................................................. 64 D. Adil Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele........................................................ 66 VI. REFAH DEVLETİNİN KRİZİ ve ÇÖKÜŞÜ............................................................. 68 A. Krizi Ortaya Çıkaran Faktörler.............................................................................. 70 1. Dünya Ekonomi Politikalarındaki Değişim....................................................... 70 2. Yaşanan Finansal Bunalım ................................................................................ 71 3. İş Piyasaları ve Çalışma İlişkilerinde Değişim ................................................. 73 4. Sosyal Hizmetlere Duyulan İhtiyacın Artması.................................................. 76 B. Refah Devletinin Bunalımı ve Yeni Küresel Düzen....... ..................................... 77 1. Yeni Sağ’ın Doğuşu ve Keynesyen Refah Devletinden Neo-Liberal Refah Anlayışına Geçiş (1975 Sonrası) .......................................................................... 77 vii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM REFAH DEVLETİNİ YENİDEN YAPILANDIRMA ARAYIŞLARI ve SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI I. REFAH DEVLETİNE YÖNELİK YAKLAŞIMLAR....... ........................................... 80 A. “Kalıntı” ve “Kurumsal” Refah Yaklaşımı............................................................... 80 1. Kalıntı Refah Yaklaşımı ....................................................................................... 80 2. Kurumsal Refah Yaklaşımı ................................................................................. 81 B. Evrensellik ve Seçicilik Yaklaşımı.......................................................................... 81 1. Evrensellik ........................................................................................................... 81 2. Seçicilik............................................................................................................... 83 C. Refah Sistemlerinde “Yakınlaşma” ve “Uzaklaşma” Yaklaşım............................... 84 1. Refah Sistemlerinin Yakınlaşması........................................................................ 84 2. Refah Sistemlerinin Uzaklaşması ......................................................................... 85 II. REFAH DEVLETİ ANLAYIŞINDA YENİ YÖNELİMLER VE ARAYIŞLAR.......85 A. Refah Devletinin Dönüşümü ................................................................................... 87 B. Devlet Müdahalesinin ve Devletin Sosyal Görevlerinin Azaltılması...................... 88 1. Etkin Devlet Anlayışı .......................................................................................... 89 2. Devletin Sosyal Sorumluluğu .............................................................................. 90 C. Kamusal Harcamaların Azaltılması......................................................................... 91 D. Sivil Toplumun Önplana Çıkması ........................................................................... 93 III. REFAH DEVLETİNİN YAPILANMASINDA SİVİL TOPLUMUN ROLÜ ........... 95 A. Sivil Toplum Kavramı, Sivil Toplum Kuruluşlarının Tanımı ve Tarihsel Gelişimi...................................................................................................................... 97 1. Sivil Toplum Kavramı ve Tanımı...................................................................... 97 2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Tanımı................................................................. 98 3. STK’ların Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Gelişimi .................................................. 99 B. STK’ların Özellikleri ve Amaçları...................................................................... 101 C. Devlet ve Sivil Toplum İlişkisi........................................................................... 104 D. Sosyal Politika ve STK’lar ................................................................................. 107 E. STK’ların Sosyopolitik Fonksiyonları ............................................................... 108 viii F. STK’lar ve Refahın Yeniden Dağılımı .............................................................. 111 G. STK’ların Refahın Yeniden Dağılımındaki Rolü ile İlgili Tartışmalar............. 112 H. STK’lar ve Ülke Uygulamaları......................................................................... 114 1. Avrupa’da STK’lar....................................................................................... 114 a. Almanya ve İngiltere ................................................................................ 116 b. Fransa....................................................................................................... 117 2. Amerike Birleşik Devletleri ........................................................................ 118 3. Türkiye’de STK’ların Durumu.................................................................... 123 SONUÇ .......................................................................................................................... 127 KAYNAKÇA ................................................................................................................ 131 ix TABLO LİSTESİ Sayfa No. Tablo 1 : Esping–Andersen’in Üç Tür Refah Kapitalizmi..................................................50 Tablo 2 : Esping–Andersen’in Değişen Refah Devleti Sınıflandırması.............................54 Tablo 3 : ABD’de STK’lara Dair Bazı Bilgiler................................................................122 Tablo 4 : Çeşitli Ülkeler Açısından STK İstihdamının Tarım–dışı İstihdam İçindeki Payı, 1996 (%)......................................................................................................123 x KISALTMALAR ABD : Amerika Birleşik Devletleri AR-GE : Araştırma Geliştirme BM : Birleşmiş Milletler CEEP : European Center of Employers and Enterprises Providing Public Services (Avrupa Kamu Katılımlı Özel Girişimler ve Ortak Ekonomik Amaçlı Girişimciler Merkezi) COPA : Common Agricultural Policy (Avrupa Birliği Mesleki Tarım Örgütleri Komitesi) ÇUŞ : Çok Uluslu Şirketler DTP : Devlet Planlama Teşkilatı ETUC : European Trade Unions Confederation (Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu) GATT : General Agreement on Tariffs and Trade (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla GT : Gönüllü Teşekküller IMF : International Money Fon (Uluslararası Para Fonu) IRS : Internal Revenue Service (Devlet Gelirleri Dairesi) xi IBRD : International Bank for Reconstruction and Development (Dünya Bankası) ILO : International Labour Organization (Uluslararası Çalışma Örgütü) MAI : Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları OECD : Organization for Economic Cooperation and Development (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) s./ss. : Sayfa / Sayfalar STK : Sivil Toplum Kuruluşları STÖ : Sivil Toplum Örgütleri UNRISD : United Nations Research Institute for Social Development (Birleşmiş Milletler Sosyal Kalkınma Araştırmaları Enstitüsü) WTO : World Trade Organization (Dünya Ticaret Örgütü) v.b. : ve benzerleri xii GĠRĠġ 18. yüzyılın sonlarına doğru yaşanan Sanayi Devrimi ile birlikte temel üretim tarzı durumuna gelen kapitalizm, yeni bir sınıfın, işçi sınıfının doğumuna yol açmıştır. Kapitalizm ile birlikte, yeni oluşan işçi sınıfının oldukça kötü koşullarda ve çok düşük ücretlerle çalıştırıldığı bir dönem yaşanmıştır. Bu durum, işçi sınıfının sorunlarının giderek artmasına ve bu sorunlar karşısında büyük tepkilerin oluşmasına neden olmuştur. İşçi sınıfının giderek yükselen tepkisiyle birlikte ortaya çıkan sosyal soruna çözüm getirmek amacıyla sosyal politika ve refah devleti düşüncesi doğmuştur. Yaşanan bu tepkilerin ardından devlet bu duruma yasalar yoluyla müdahale etmeye yönelmiştir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Almanya ve İngiltere başta olmak üzere, bazı ülkelerde oluşan yasal ve kurumsal düzenlemeler, refah devleti anlayışının temelini oluşturmuştur. Refah devleti için en parlak dönem, “Altın Çağ” olarak nitelendirilen Keynezyen politikaların uygulandığı 1945-1975 arası dönem olmuştur. Bu dönemde devlet, en iyi yaşam standardını oluşturmak amacındadır. Bu doğrultuda da oldukça kapsamlı sosyal güvenlik sistemleri oluşmuştur. Tüm bunlar, piyasa ekonomisinin devlete olan ihtiyacının artması ve bu nedenle devletin müdahalesine ihtiyaç duyması sonucu gerçekleşmiştir. Müdahaleci devlet anlayışı sonucunda, refah devletinin işlevleri gittikçe genişlemiştir. Bununla birlikte, sanayileşmenin, beraberinde sosyal sorunlar getirmesi, insana yaraşır yaşam ve çalışma koşulları arayışlarını doğurmuş ve devamlı bir gelişmeler dizisi sonucunda modern refah devletleri düzeyine ulaşılmıştır. Öncelikle ulusal Anayasalar ve yasalarla güvence altına alınan sosyal haklar, daha sonra evrensel bir nitelik kazanarak uluslararası sosyal normların gelişimini de doğurmuştur. AB gibi bölgesel birlikler de, bu süreci kendi iç dinamikleri içinde daha da ileriye götürmüştür. Eğitim ve sağlıktan, kentleşme, çevre ve tüketicinin korunmasına, istihdam ve gelir dağılımından çalışma yaşamının düzenlenmesine kadar güdülen bu sosyal politikalar, Batı toplumlarında 1 bir Altın Çağ‟ın yaşanmasına yol açmış; sendikalar güçlenmiş, ücretler yükselmiş, sosyal refah olanakları gittikçe genişlemiş ve bütün göstergeler pozitif yönde ilerlemiştir. 1970‟li yıllara gelindiğinde ise, tüm dünyada ekonomik, sosyal, kültürel, politik alanlarda önemli dönüşümler yaşanmıştır. Bu dönüşüm, küreselleşme olarak adlandırılmıştır. Küreselleşme süreci dünyayı siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan, yani her yönüyle, büyük bir değişimin içene itmiştir. Bu süreç, tüm dünyayı hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle etkilerken, Keynezyen refah devletini de aynı şekilde etkisi altına almıştır. Liberalizmin “doğal düzenine” geri dönmeyi amaçlayan değişim politikaları, devlet müdahalesinin uluslararası rekabet ortamında ülkelerin gelişimini engellediği ve rekabet edebilmek için müdahalenin olmaması gerektiği yönünde olmuştur. Bu durumda, 1975‟ten sonra dünyada rekabet edebilmek amacıyla sosyal harcamaların azaltılması gerektiği düşüncesi benimsenmeye başlanmıştır. Bu düşünce paralelinde, 20. yüzyılın ortalarından itibaren kamu harcamaları giderek artarken 1970‟lerde ortaya çıkan neo-liberal politikalarla birlikte vergiler düşmüştür. Bu nedenle kamu harcamaları devletin üstünde büyük bir yük olmaya başlamış ve refah devleti krize girmiştir. Krizden kurtulmak için refah devletini yeniden yapılandırma yoluna gidilmiştir. Bu doğrultuda, başta sosyal güvenlik sistemi olmak üzere pek çok alanda reformlar yapılmaya başlanmıştır. Kamu harcamalarının kısılması ve sosyal refah hizmetlerinin sunumunun sivil topluma aktarılma düşüncesi ön plana çıkmıştır. Küreselleşme süreci ile birlikte refah devleti yeni ekonomik politikalara uyumlaştırılmaya çalışılmakta ve sosyal refah hizmetlerinin sağlanmasında alternatif bir yol olarak Sivil Toplum Kuruluşları‟na başvurulmaktadır. ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi birçok ülkede yasalarda gerçekleştirilen değişikliklerle, devletin sosyal refah hizmetlerindeki finansman ve denetim sorumluluğu devam ederken, hizmetlerin üretim ve dağıtım sorumluluğu STK‟ya devredilmiştir. Ancak, sosyal refah hizmetlerinin sivil 2 topluma aktarılmaya çalışılmasına rağmen kamunun bu alandaki sorumluluğunun hala oldukça önemli olduğu görülmektedir. Bu nedenle STK‟lara sorumluluk verilmesi asla devletin sorumluluğunun azalacağı anlamına gelmemektedir. Burada olan şey, sadece toplumun en yararına olacak şekilde, sosyal refahın uygulama şeklinin değişmesidir. Yoksa devletin sosyal sorumluluklarından geri çekilmesi amaçlanmamıştır. Aksine refah devletinin amacına ulaşmada mevcut olan kapasitesi, bu yolla genişletilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında sivil toplumun rolünün anlatılması oldukça önemlidir. Bu çalışma ile amaçlanan, çeşitli kısıtlamalar ve yapılan reformlarla güçsüzleştiği ifade edilen refah devletlerinin gerçekte küreselleşme sürecinden nasıl etkilendiğini ve 1970‟lerden sonraki dönemde, refah devletinin yeniden yapılandırılmasında oldukça önemli olan STK‟ların rolünü açıklamaktır. Bu çalışmanın hipotezi; her ne kadar Keynezyen dönemde Altın Çağını yaşayan refah devletlerinin küreselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan yeni politikalar doğrultusunda olumsuz bir şekilde etkilendiği yönündeki düşünceler yaygın olsa da, yaşanan bu gelişmelerin refah devleti anlayışı ve uygulamaları üzerinde büyük bir gerilemeye neden olmadığını, sosyal refah hizmetlerinin sunumunun devletin yanında başka kurumlara aktarılarak Sivil Toplumun sosyal refah hizmetlerini birlikte üstlenmeye başladığını ve bu durumun refah devleti anlayışını yok etmediğini göstermektir. Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm‟de, refah devletlerini zayıflattığı düşünülen ve çalışmanın ana eksenini oluşturan dönüşümün ortaya çıkmasına neden olan küreselleşme süreci incelenmiştir. Bu bölümde, küreselleşme kavramının ortaya çıkışı anlatılmış, küreselleşmeye neden olan gelişmeler açıklanmış ve küreselleşmenin sosyal politika ve refah devleti üzerindeki etkileri anlatılmıştır. 3 İkinci Bölüm‟de, refah devletinin dönüşüm sürecini daha iyi aktarmnak amacıyla, sosyal politika üreticisi olarak refah devleti kavramı açıklanmış, refah devletinin tarihsel gelişimi ve refah devletlerini sınıflandırma amacına yönelik Esping–Andersen‟in çok bilinen “üç refah rejimi” ayrımı anlatılmış, refah devletinin fonksiyonları ve görevleri açıklanmış ve küreselleşme süreci ile birlikte refah devletinde yaşanan bunalımı doğuran faktörler üzerinde kapsamlı bir şekilde durulmuştur. Üçüncü Bölüm‟de ise, devletin krizden çıkmak üzere ne gibi arayışlara yöneldiği konu edilmiştir. Yani devletin kendisini yeni koşullara uyarlayabilmesi için ele alınan seçenekler (harcamaların kısılması, sosyal refah kurumlarının reformu ve sosyal refah hizmetlerinin sunumunun Sivil Toplum Kuruluşları‟na aktarılması) üzerinde durulmuş ve STK‟lara detaylı bir biçimde yer verilerek STK‟ların bazı ülkelerdeki gelişimi açıklanmıştır. Çalışma, genel bir değerlendirmenin yapıldığı ve sonuçların ele alındığı Sonuç Bölümü ile sona ermiştir. 4 BĠRĠNCĠ BÖLÜM KÜRESELLEġME KAVRAMI ve KÜRESELLEġMENĠN BOYUTLARI I. KÜRESELLEġME KAVRAMI ve TANIMI 1980‟li yıllara kadar toplumlar tarafından bilinmeyen ve kullanılmayan bir kavram olan küreselleşme, son otuz yıla damgasını vuran en popular kavramlardan biri olmuştur. Bu kavramın temeli, modernizmin dünyayı bütünleştirdiğini öngören 19. ve 20. yüzyıl sosyologları ve politik–coğrafyacılarının çalışmalarında yatmaktadır. Bu kavramın gerçek anlamda kullanımı ise 1960–1970‟li yıllara Wendel Wilkie ve Roma Kulübü‟nün çalışmalarına dayanmaktadır. Bunlar, küreselleşme kavramını ilk kez, Brettonwood sisteminin çökmesinin ve yeni iletişim teknolojilerindeki gelişmenin hemen ardından kullanmıştır. Bu dönemde dünyanın ekonomik, sosyal ve politik açıdan artarak bütünleşmesi ve ülkelerin birbirine daha da bağımlı hale gelmesi karşında mevcut kavramlar yetersiz kalmıştır. Bu süreci açıklamak için geliştirilen çok sayıda alternatif kavramlardan biri küreselleşme olmuştur.1 Öte yandan, küreselleşme kavramının yaygın bir kabul görmesi, geleneksel kavramların bu yeni süreci ifade etmede yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır.2 Küreselleşmenin birden çok tanımı bulunmaktadır. Her bir yazarın her şeyi açıklamak için kullandığı kendine ait bir küreselleşme tanımı olduğunu sıkça ifade edilmektedir. Dilip, küreselleşmenin 100‟e yakın tanımın bulunduğunu ifade etmektedir.3 Son derece basit olduğu kadar oldukça karışık tanımlar da mevcuttur. Küreselleşmenin 1 D. Held ve A. McGrew, “The Great Globalization Debate: An Introduction”, (eds.) D. Held ve A.McGrew, The Global Transformations Reader, London: Polity Press, 2003, s. 3. 2 R. Petrella, “Globalisation and Internationalization: The Dynamics of Emerging Word Order”, (eds.) R. Boyer ve D. Drache, State and Markets: The Limits of Globalisation, London: Rutledge Publ., 1996, s. 64. 3 D. K. Dilip, Economic Dimensions of Globalization, Boston: Palgrave–MacMillan Publ., 2004, s. 6. 5 ekonomik, politik, sosyal ve kültürel boyutları mevcuttur. Ancak, küreselleşmeye yönelik tartışmalarda genellikle ekonomik boyut ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle yapılan tanımlar ve en yoğun tartışmalar ekonomi temellidir.4 Küreselleşme, DPT‟nin 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı‟nda yaptığı tanıma göre; “ekonomik, politik, sosyal, kültürel alanlarda, bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını” ifade etmektedir.5 Bu yeni süreç, ekonomik alanda liberal ekonomik düzenin, politik alanda ise demokrasinin (liberal demokrasi) ön plana çıkmasına yol açmıştır.6 Ekonomik alanda var olan etkileşim ve aktivite temel alınarak yapılacak tanımlamada küreselleşme, uluslararası ve liberalleşme kavramlarını içermektedir. Uluslararasılaşma, sınır ötesi ekonomik akış hacmindeki artış; liberalleşme ise, ticari engellerin ve sınırlar arası akışlara yönelik kısıtlamaların kaldırılması anlamına gelmektedir.7 Sermayenin uluslararası akış hacminin büyümesi, bağımsız ulusal ekonomilerin uluslararası düzenlemeler ve süreçler ile dünya ekonomisine eklemlenmek suretiyle kapsandığı, küreselleşmiş bir ekonomiye geçişi sağlamıştır. Diğer bir tanımlamaya göre ekonomik küreselleşme; siyasi sosyal ve teknik sebeplerle dünyada sermayenin, ticaretin, üretimin ve işgücünün uluslararası rekabete konu olma eğilimin kuvvetlenmesini dolayısıyla faktör ve ürün piyasalarının bütünleşmesini ifade etmektedir.8 Friedman‟a göre küreselleşme, serbest piyasa kapitalizminin hemen her ülkeye yayılması demektir ve kendine özgü kuralları vardır. Bu kurallar dışa açılma, devlet denetiminin azaltılması ve özelleştirme unsurları etrafında dönen unsurlardır. 9 Buaman 4 J. E. Stiglitz, Globalization and its Discontents, New York: WW Norton 2002, s. 35. 5 Sülayman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, No: 69, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2004, s. 176. 6 DPT, KüreselleĢme Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DTP Yayınları, 2000, s. 3 7 Robert O‟Brien and Marc Williams, Global Political Economy, Evolution and Dynamics, New York: Palgrave Macmillan, 2004, s. 316. 8 Mustafa Aykaç, “Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları”, Çevre Dergisi, Sayı: 14 (Mayıs-Temmuz 1995), s. 30. 9 Thomas Friedman, Lexus ve Zeytin Ağacı KüreselleĢmenin Geleceği, İstanbul BZD Yayıncılık, 1999, s. 31. 6 küreselleşmeyi; “şeylerin elimizden kaçtığı hissinin güç kazanması, dünya sorunlarının belirsiz, kuralsız ve kendine buyruk doğaya sahip olması, bir merkezin, bir kontrol masasının olmaması, kısacası yenidünya düzensizliği” olarak tanımlamaktadır. Sonuç olarak, farklı görüşleri taşısa da bu tartışmalarda üzerinde ortaklaşılan nokta, küreselleşmenin mal ve hizmet ticaretinin arttığı, doğrudan yabancı yatırım ve kısa vadeli sermaye hareketlerinin serbestleştiği, teknolojik yeniliklerin ve bilgi teknolojisinin ivme kazandığı ve yaygınlaştığı, kuralsızlaşmanın benimsenmesi ile dünya ekonomisinin bütünleştiği bir süreç olmasıdır.10 II. KÜRESELLEġMEYE NEDEN OLAN FAKTÖRLER Özellikle 1980‟li yıllardan itibaren kilit bir kavram haline gelen küreselleşmeyi (globalleşme) bir süreç olarak ele alarak bu sürece neden olan faktörleri ana hatları ile incelemek yaralı olacaktır. A. Bilgi ve ĠletiĢim Teknolojilerindeki GeliĢmeler Teknolojik gelişmeler, toplum üzerinde büyük etki yaratan önemli bir faktör olmuştur. Özellikle 20. yüzyılın sonunda giderek önem kazanan yeni teknolojiler, ülke ekonomileri ve toplumlar arasında kuvvetli ilişkiler kuran ve ülkeler arasındaki mesafeleri ortadan kaldıran küreselleşmenin ortaya çıkmasında önemli bir etkiye sahiptir. Teknoloji; bir bilgi birikiminin, bir kültürün, bir düşünüşün ve bir davranışın ürüne yansıması, 10 kısaca belirli hedeflere ulaşmak için çeşitli aşamalarda getirilen bilgi Zeki Erdut, Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir: 2003, ss. 1-2. 7 birikiminin üretim sürecine uygulanmasıdır.11 Teknolojik gelişme üretim ile ilgili yöntemleri, kullanılan araç ve aletleri bilgideki gelişmeyi ifade etmektir.12 200 yıl önce İngiltere ve Batı Avrupa ülkelerinde, buharlı makine ve bu makinelerin kullanıldığı dokuma tezgâhları, kol gücü dönemini kapsayan ve makineleşme dönemine geçilmesini sağlayan yeni teknolojinin simgesi olmuştur. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Fransa, Almanya ve İsveç gibi bazı Batı Avrupa ülkelerinde ve ABD‟de kimyasal ürünleri geliştirerek elektriği yaygınlaştırarak ekonomik büyümeyi sağlayan yeni teknolojiler teknolojik gelişmede yeni bir aşamayı oluşturmuşlardır.13 II. Dünya Savaşı‟ndan 1970‟li yıllara kadar olan dönemde ise, teknolojik gelişmelerin büyüme ve olgunlaşma dönemine girdiği söylenebilir. Bir anlamda bu dönem, ekonomik gelişme ve teknolojik değişme açısından endüstri ilişkilerinde durgunluğun hâkim olduğu bir olgunlaşma dönemi olarak göze çarpmaktadır.14 1970‟li yılların sonrasında ise, küreselleşmenin yayılma hızını etkileyen teknolojik gelişmeler 3 safhada (buluş, yenilik, yayılma) incelenebilir. Buluş ve yenilik safhaları arasında yapılan ayrım, teknik yeniliklerin ekonomik faaliyetlere yansımasını göstermektedir. Bu ayrıma göre buluş safhası; bilimsel ve teknolojik alanda bir gelişmeyi yenilik safhası ise; bilimsel ve teknolojik gelişmelerin ekonomik faaliyetlere uygulanmasını ifade etmektedir. Yenilik safhasından yayılma safhasına geçmek için bazı uygulamalardan geçilerek maliyetlerin optimum seviyeye düşürülmesi gerekmektedir. Maliyeti optimum seviyeye düşüren yenilikler, öncelikle teknolojik alt yapının kurulması ve işletilmesi şartıyla nihai sonuca ulaşır.15 11 Tuncay Güllüoğlu, “Yeni Teknolojilerin Çalışma İlişkilerine Etkileri”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=190, (Çevirimiçi: 05.02.2009), s. 1. 12 Yusuf Balcı, “Bilgi Teknolojisi ve İstihdam”, Çerçeve, Yıl 4 Sayı, 15 Ağustos-Ekim, 1995, s. 78. 13 Hilmi Fuat Aran, “Dünyada ve Türkiye‟de Küreselleşme ve Sendikalar Üzerine Etkisi”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2003. s. 76. 14 Abdulkadir Şenkal, Sendikasız Endüstri ĠliĢkileri, Ankara: Kamu-İş Yayınları, 1999, s. 56. 15 Şenkal, 1999, s. 56. 8 1980‟li yıllara gelindiğinde ise, bir ürünün üretiminden diğer bir ürünün üretimine geçişte çok az ayarlama ve bekleme süresi gerektiren üretim süreci, hızla ayarlanabilen ve programlanabilen esnek otomasyon teknolojilerinin giderek yaygınlaşması ve ürünün çeşitlendirilmesi üretim sürecinin genişlemesini sağlamıştır. Küreselleşmenin kaynaklarından biri olan teknolojik gelişim bir teknolojik ihtilalin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu teknoloji ihtilali de iki ayrı devrimden ama ikisi birlikte oluşan iki devrimden meydana gelmiştir. Bunlardan birisi, iletişim teknolojisi devrimidir. Yani telefon denilen nesnedir. Diğeri ise, bilişim teknoloji devrimi, yani bilgisayardır. Bu iki nesne, birlikte inanılmaz bir teknolojik devrim yaratmışlardır. Dünyanın her yerinden, telefonla, her an her yere ulaşmak olanaklı hale gelmiştir. Bilgisayarlar inanılmaz bir hızla ve yanılmaz olarak hesap yaptıklarından ve karar verdiklerinden, her an, her yerden inanılmaz bir süratte hesap yaparak karar vermek olanaklıdır.16 Tüm bu teknolojik değişimler, iletişim hızını arttırıp maliyeti düşürerek daha hızlı ve ucuz etkileşim sağlayarak ürün ve faaliyeti bölgeselleştirip entegre ağlar sayesinde dağıtımı kolaylaştırarak küreselleşmeye olanak sağlamıştır. Gümrük uygulamalarına ilişkin elektronik raporlama ve dokümantasyon uygulamaları uluslararası anlamda teknik engelleri ortadan kaldırmış ve ekonomik uzaklıkların giderek azalması zamandan tasarruf sağlayarak ülkeler ve kıtalar arası finans pazarlarını 24 saat faal duruma getirmiştir. Teknolojinin kullanımı ile sınır ötesi faaliyetlerin gerçekleştirilmesinin yanı sıra çalışma ilişkilerine değişiklikler getirmiştir. Her geçen gün daha fazla sayıda insan evinde çalışmaya başlamaktadır. Diğer yandan, üretim teknikleri de değişmektedir. Standart ürünlerin yığınsal üretimi için kullanılan sistemlerin yerini daha fazla çeşitlenen ürünlerin daha kısa üretim süreçlerinde üretilmelerine olanak sağlayan yöntemler almıştır.17 16 Emre Kongar, Küresel Terör ve Türkiye (KüreselleĢme, Huntington ve 11 Eylül), İstanbul: Remzi Kitabevi, 2001, ss. 18-19. 17 ICTFU Sendikalar için Küreselleşme Rehberi, “Küreselleşme Rehberi-1”, DİSK Yayınları, No: 34, Ocak 2003, s. 6. 9 Küreselleşme, enformasyon teknolojisindeki gelişmelerin hem nedeni hem de sonucu olarak dünyayı büyük bir pazara dönüştürmüştür. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretimdeki engelleri ve geleneksel engelleri kaldırmasıyla üretim süreçleri küresel nitelik kazanmıştır. Bu nedenle teknolojik gelişmelerin üretim sisteminde oluşturduğu değişimler küreselleşmenin hem sebebi hem de sonucu olarak değerlendirilmektedir. B. Neo-Liberal Politikaların Uygulanması Günümüzde bazı gözlemcilere göre, endüstri ilişkilerinde ve emek piyasalarında yaşanan değişimler, ürün piyasalarının küreselleşmesi ile rekabet baskılarını arttırmış ve uluslararası düzeyde daha ileri bir işbölümünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki pek çok sektörde, maliyetlerin baskısıyla üretim süreçleri azgelişmiş ülkelere kaydırılmaktadır. Buna dayanarak gelişmiş ülkelerin özellikle üretim süreçlerinin emek yoğun kısımlarını, emeğin ucuz olduğu azgelişmiş ülkelerin yedek emek ordusuyla ikame ettikleri gözlenmektedir. Kimi yazarlar tarafından yeni uluslararası işbölümü olarak isimlendirilen bu olgu, üretim sürecine uluslarüstü bir nitelik kazandırmaktadır. Bunun sonucunda ulusal sınırlar geçirgen bir hal alırken bu olgu, ülkelerin birbirleri ile olan ekonomik bağımlılıklarını arttırmaktadır.18 Evrensel olarak serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte dünya ekonomisinde yaşanan değişimin temel unsuru; bütün ülkelerin dünya pazarı ile bütünleşmesi, malhizmet-sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesi ile ekonomik küreselleşme eğilimlerinin giderek artmasıdır. Bu doğrultuda; dış ticaretin koruma politikalarından arındırılması, sübvansiyonların kaldırılması, ulusal paraların konvertibilitesinin sağlanması, devlet tekellerinin kaldırılması, kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi, mal-hizmetsermayenin dolaşımındaki kamu müdahalelerinin kaldırılması; dolaysız yatırımlar, portföy yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması 18 Zeki Parlak, “Yeni Uluslararası İşbölümü Yaklaşımının Eleştirel Bir Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Nusret Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayınları, Yayın No: 38, 2000, s. 673. 10 hedeflenmektedir. Böylece dünya ekonomisi; katılımcıları özel girişimciler olan piyasalarına rekabet koşullarının hâkim olduğu ve dürtüsünün kar olduğu bir alana dönüşebilecektir. Kamu müdahaleleri ortadan kalkacağı için özel girişimciler, kendi rekabet güçleri nispetinde kazanacak veya kaybedecek ve sonuçta rekabet koşulları verimliliği ve karlılığı arttıracaktır.19 Tüm bunlar yapısal uyum politikaları adı altında tüm dünyada uygulanmaya başlanmıştır. Neo-liberalizm, ekonominin bu derece değişmesi ve gelişmesinde en önemli etken olmuştur. “Yeni özgürlükçülük” anlamına gelen neo-liberalizm, küreselleşmenin temelini oluşturan politikalar ile 1980‟li yılların başından itibaren dünyada hâkim politika olmuştur. Dünyada yaşanan bu süreci yönlendiren en önemli güçler Amerika Birleşik Devletleri (ABD), diğer zengin ülkeler ve uluslararası örgütlerin asıl hedefi „tek küresel pazar‟ idealine ulaşmaktır. Bunun için de devletin ekonomideki rolünün giderek sınırlandırılması ve yalnızca dış ticaret ve sermaye hareketlerinde değil, para ve maliye politikalarında da devletin ekonomiye hiç müdahale etmeyerek ekonominin serbest piyasa aktörlerine bırakılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, dünya güçleri bu amaca yönelik olarak önlerine çıkan engelleri kaldırmak için Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları (MAI) gibi kurumsal ve hukuki antlaşmaları tüm dünyada yaymaya çalışmaktadır.20 Ekonomiyi bu şekilde değiştiren neo-liberalizm, küreselleşmenin temelinde yatan ideoloji olarak 1980‟li yıllardan itibaren dünyaya hâkim olmuştur. Bunun sonucu olarak ekonomik durgunluk, kar oranlarında gerileme, üretimde düşüş ve işsizlik oranlarında artış gözlenmiştir. Bu gelişme küreselleşmenin sosyal boyutunun ne kadar yetersiz olduğunu göstermektedir. 19 Özlem Özkıvrak ve Dilek Dileyici, “Globalleşme, Bölgeselleşme ve Mega Rekabet”, http://www.econturk.org/dtm7.htm, (Çevirimiçi:13.04.2009), s. 4. 20 Gülten Kazgan, Tanzimattan 21. Yüzyıl’a Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Altın Kitaplar, 1999, s. 117. 11 C. Üretimin KüreselleĢmesi Enformasyon ve mikro-elektronik teknolojilerinin gelişmesinin doğal sonucu olarak üretim süreci ulusal sınırları aşmış ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Üretim artık parçalara ayrılabilmekte, dünya sanayi üretiminin büyük bir yüzdesini elinde bulunduran çok uluslu şirketler bunu emek-gücü mailiyetlerinin en düşük olduğu ülkelere yönelerek değerlendirmektedir. 1970‟li yıllardan sonra Japonya‟nın Post-Fordist üretim sistemini mikro-elektronik teknolojiyle birleştirmesi, merkez ülkeler arası varolan rekabeti arttırması bağlamında şirketlerin ve onların arkasındaki ulus devletlerin rakiplerine karşı rekabet üstünlüğü sağlamak için üretimin küreselleşmesi anahtar bir rol oynamıştır. Üretmin küreselleşmesi, herhangi bir mal veya hizmetin son anına geliş konumuna kadar ki, tasarım, AR-GE, bölünecek parçaların belirlenmesi, montaj, kalite kontrol, ambalaj aşamaları en düşük maliyetli ülkelerde veya bölgelere verilmektedir.21 Bu noktada, üretilen mal veya hizmet küresel ağlarla birbirine bağlanmaktadır. Üretimin küreselleşmesi bu bağlamda dünya pazarları için üretim yapan fason ilişkileriyle küresel mal zincirleri içinde birbirlerine içiçe geçmiş, ihracat işlem bölgeleri olan küresel fabrikaları ortaya çıkarmıştır.22 Bu çerçevede çokuluslu şirketler, küresel mal zincirlerini oluşturan aktör görevini yapmışlardır. Küreselleşmeyle birlikte çalışma ilişkilerinde yaşanan önemli dönüşümlerden biri olan üretimin küreselleşmesi konusunu “Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi Dönüşüm” ve “Esnek Üretim Uygulamaları ve İgücü Üzerine Etkisi” olmak üzere iki başlık altında inceleyebiliriz. 21 Murat Kalyoncu, “Küreselleşme ve Sosyal Politika”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE), 2005, s. 15. 22 Metin Özuğurlu, “Küresel Fabrikanın Doğuşu ve Yükselişi”, 2000-2003 Petrol-ĠĢ Yıllığı: KüreselleĢme KoĢullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, İstanbul: Petrol-İşYayınları No:85, 2003, s. 197. 12 1. Üretim Organizasyonunda Ulus-Ötesi DönüĢüm Küreselleşme süreciyle birlikte giderek liberalleşen ekonomiler paralelinde üretim organizasyonunda da köklü dönüşümler yaşanmıştır. Bunların en önemlilerinden birisi, üretimin artık ulusal sınırları aşması ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmasıdır. İçe yönelik sermaye birikimi rejimi çerçevesinde uygulanan yüksek gümrük duvarlarıyla korunma altına alınmış ulusal üretim anlayışı terk edilmiş, sermayenin uluslararasılaşmasının doğal bir sonucu olarak dışa yönelik sermaye birikim rejimi uygulamaya sokulmuştur. Bunun anlamı ülke ekonomilerinin küresel (dünya) ekonomiler ile bütünleşmeleridir.23 Dünya piyasalarındaki büyük rekabet ortamında maliyetlerini en aza indirenler ayakta kalacaktır. Bu nedenle endüstrileşmiş ülkeler emek-yoğun üretim alanlarını işgücü maliyetlerinin düşük olduğu az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere kaydırmıştır. Bu yönüyle üretimin küreselleşmesi refah devletinin temelini teşkil eden istihdamı etkilemiştir. Üretim organizasyonunda yaşanan ulus-ötesi dönüşüm, küreselleşme sürecinin önemli sonuçlarından biridir. Enformasyon ve mikro-elektronik teknolojilerinin gelişmesinin doğal sonucu olan bu durum, üretim sürecinin ulusal sınırlara hapsolmamasına ve ulus-ötesi bir kimlik kazanmaya başlamasına neden olmuştur. İşletme içinde ve işletmeler arasındaki ilişkilerde elektronik enformasyon teknolojisinin kullanılması ve bu kullanımın yarattığı örgütsel yeniden yapılandırmalar sayesinde işletmelerin karar alma merkezlerinin dünyanın her tarafındaki üretim birimleri ve montaj fabrikalarıyla saniyesi saniyesine temas halinde bulunabilmesi ve üretim sürecini yönlendirebilmesidir. Bu durum üretim sürecinin, özellikle de emek-gücü maliyetleri dikkate alınarak parçalara ayrılabilmesine, belirli aşamalarının değişik bölgelerde gerçekleştirilebilmesine olanak sağlamaktadır.24 Böylece üretimin pek çok sektörde küreselleşmesi mümkün 23 Fuat Ercan, “Sermaye Birikim Rejiminin Çelişkili Sürekliliği”, Neoliberalizmin Tahribatı, (Derleyen Balkan, Neşecan ve Sungur Savran), İstanbul: Metis Yayınları, Mayıs 2004, ss. 9-43. 24 Mustafa Acar, “Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme : Bir Tehdit mi, Bir Fırsat mı?”, http://www.liberal-dt.org.tr/, (Çevirimiçi:23 Haziran 2005), s. 12. Aktaran: Ali Bakın, “Küreselleşme, 13 olmuştur. Bu nedenle özellikle 1980‟li yıllardan itibaren ucuz emeğe dayanan imalat sanayileri Güneydoğu, Asya, Çin, Latin Amerika ve Doğu Avrupa‟ya kaymıştır. Önceleri, 1960‟lı yılların sonlarından itibaren tekstil, hazır giyim ve ayakkabı gibi emek yoğun sektörlerde başlayan küresel üretim 1970‟lerde elektronik ve otomobil gibi sermaye yoğun imalat sektörlerinde de yaygınlaşmıştır. 1990‟ların sonlarından itibaren ise, hizmet sektöründe çağrı merkezleri, bilgisayar yazılımı, finansal ve muhasebe hizmetleri gibi pek çok hizmet işi, gelişen ülkelerde taşeron işletmelere yaptırılır hale gelmiştir. Üretimin örgütlenme biçimdeki dönüşümün küresel ekonomik bütünleşmenin oldukça farklı ve ileri bir aşamasını teşkil ettiği ileri sürülmektedir.25 Çokuluslu şirketler bu sürecin itici gücücü olmaktadır. 1960‟lara kadar çokuluslu şirketlerin genellikle dikey olarak bütünleştirilmiş hiyerarşik koordinasyon ve üretim yapılarına sahip oldukları bilinmektedir. Ancak, çokuluslu şirketler günümüzde oldukça farklı bir yapıya sahiptir. Zira, pek çok çokuluslu şirketin esneklik ve rasyonelleşme stratejileri çerçevesinde ihtiyaç duydukları pek çok ürün, ara–mal ve hizmeti üretmek yerine küresel piyasalardan tedarik etmeleri küresel düzeyde ağ tipi bir örgüt yapısının gelişimine yol açmıştır.26 Bu yapı, her bir kademesinde farklı ölçek ve niteliklere haiz çok sayıda taşeron ve yan sanayi işletmesinin bulunduğu bir piramide benzemektedir.27 Piramidin tepesinde merkezi gelişmiş ülkelerde bulunan çokuluslu şirketler, altında bir kısmı çokuluslu olan büyük tedarikçi şirketler bulunmaktadır. Daha alt kademeler de ise, dünyanın çok farklı ülkelerinde bulunan ve bir kısmı muhtemel kayıtışı olan binlerce küçük ve orta ölçekli işletme mevcuttur. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde meydana gelen Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟ni Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005, s. 52. 25 S. Hayter, “The Social Dimension of Global Production Systems: A Review of the Issues”, ILO Working Paper No: 25, 2004, s. 2. 26 27 G. Gerreffi, J. Humphrey, ve T. Sturgeon, “ The Governance of Global Value Chaine”, Review of International Political Economy, Vol. 12, No1 February, 2005, s. 90. S. Hayter, 2004, s. 5. 14 gelişmeler, çokuluslu şirketlere böylesine karmaşık tedarik sistemlerini başarılı bir şekilde koordine etme imkanı vermektedir.28 2. Esnek Üretim Uygulamaları ve Ġgücü Üzerine Etkisi Küreselleşme sürecinde üretimde yaşanan değişimin bir boyutu da esnek üretim uygulamalarının yaygınlık kazanması olmuştur. İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra geniş bir uygulama alanı bulan Fordist üretim modeli, yığın pazarlarına yönelik üretim yapan, bu yüzden toplumun korporatist nitelikte örgütlenmesini öngören bir toplum paradigmasını yansıtmaktaydı. Ancak, küreselleşme ile birlikte “post-kapitalist toplum”, “bilgi toplumu” olarak da bilinen yeni bir toplumsal oluşumdan söz edilmeye başlanmıştır.29 Çalışma hayatında esneklik; sayısal, zamana göre, fonksiyonel, ücret gibi çeşitli şekillerde tanımlanabilmekle beraber esas olarak değişebilirlik ya da değişime ayak uydurabilme yeteneği olarak nitelenmektedir.30 Bu bakış açısına göre, çalışma hayatında var olabilmek / ayakta kalabilmek için esneklik uygulamaları büyük önem taşımaktadır. Teknolojik ilerlemeye paralel olarak Fordist üretim modelinin yüksek maliyetli özel amaçlı makinelerinin yerini çok amaçlı programlanabilen robotların alması, üretim miktarı ve çeşitliliği gibi konularda büyük esnekliklerin sağlanmasına yol açmıştır.31 Bu sayede Fordist üretim modelinin tersine iş küçük ve parçalanmış iş birimlerine ayrılabilmekte, değişen pazar koşullarına ve dalgalanmalara daha kolay uyum sağlayabilmektedir. Böylece sermaye, örgütlü işçi hareketlerinin kısıtlamalarından ve endüstriyel kurallardan kurtulabilmektedir.32 Ayrıca esneklik uygulamaları ile sermaye, çalışma sürelerini belirsizleştirip iş güvencesini kaldırarak gelecek kaygısı ve korkusu içinde güvenini 28 D. Hummels, J. Ishii ve D. Yi, Kei–Mu, “The Nature and Growth of Vertical Specialization in World Trade”, Journal of International Economics, Vol. 54, 2001, s. 75–96. 29 Tülin Öngen, “Esneklik: Kapitalizmin Yeni Fetişi”, Ġktisat, Sayı 357, Mayıs-Haziran 1996, s. 32. 30 TİSK, “Çalışma Hayatında Esneklik”, Yayın No: 190, Kasım 1999, ss. 4-5. 31 Şule Daldal Necef, “Esnekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikler”, Petrol-İş ‟97- ‟99, Petrol-İş Yayınları, İstanbul, Mart 2000, s. 879. 32 Öngen, 1996, s. 33. 15 kaybetmiş bir işçi sınıfı oluşturmaktadır.33 Bu nedenle yarı-zamanlı çalışma, kısa dönemli ve geçici istihdam, taşeron çalışma ve tele-çalışmanın olduğu atipik istihdam biçimleri yaygınlaştırılmıştır. Bu durum Fordist üretim modelinin temel sosyal politika anlayışı olan düzenli ve sürekli olarak bir işte çalışmayı ifade eden standart istihdamın sonu olarak nitelendirilmektedir. D. Uluslararası Rekabetin Artması Bilgi ve iletişim teknolojilerinde hızlı gelişmelerin kolaylaştırdığı dünya ekonomisinde küreselleşme ve serbestleşme, işletmelerin gelişimi açısından yeni dinamikler ile birlikte yeni rekabet şartları dayatmaktadır. Bu teknolojiler ve küresel ekonomide yaşanan gelişmelerle birlikte işletmelerin örgütlenmelerinde, üretimin organizasyonunda, pazarlamasında, dağıtımında gerek ulusal ve gerekse küresel düzeyde köklü değişikliklere neden olmaktadır.34 Ortaya çıkan yeni rekabet koşulları ekonomik gelişmeler ve çokuluslu şirketlerin gelişimi ve faaliyetleri açısından incelenecektir. 1. Ekonomik GeliĢme Küreselleşme süreci ile birlikte dünya ölçeğinde oluşan rekabetin giderek artması ekonomik gelişme üzerinde etkili olmuştur. Bu rekabet ortamı ekonominin küreselleşmesine neden olmuş ve dünya sistemi küreselleştikçe merkezdeki güçler arasındaki ekonomik, siyasi ve kültürel rekabet giderek büyümüştür. Artık firmalar rakipleri ile yöresel pazarlarda değil, aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerindeki 33 Yüksel Akkaya, “Küreselleşme Kıskacında Türkiye‟de İşçi Sınıfı ve Temel Özellikler”, Petrol-İş 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul 2003, s. 220. 34 Mustafa Aykaç, Zeki Parlak ve Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Rekabet Gücünün arttırılması ve Türkiye’de KOBĠ’ler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007, s. 15. 16 pazarlarda da mücadele etmek zorundadırlar. Aksi takdirde yeni şartlara uyum sağlamayan firma ve ülkelerin 21. Yüzyılda ayakta kalabilmeleri kolay olmayacaktır.35 Ekonominin küreselleşmesi kendisini, üretim ve finansal faaliyetlerin küreselleşmesi olmak üzere iki farklı alanda göstermektedir. Üretimin küreselleşmesi, ülke bazında faaliyet gösteren firmaların üretim faaliyetlerini diğer ülkelere ve kıtalara yaymalarını ifade etmektedir. Finansal faaliyetlerin küreselleşmesi ise, ekonomik küreselleşmenin kendini gösterdiği bir diğer alandır. Finansal faaliyetlerin küreselleşmesiyle sermaye, herhangi bir coğrafi sınır içerisinde kalmayıp; daha düşük risk ve daha yüksek kazanç sağlamak düşüncesiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan sınır-ötesi alanlara kolayca yayılmaktadır. Bu alanın, küreselleşmenin en yaygın ve en yoğun olarak yaşandığı alan olduğu söylenebilir.36 Bu nedenle ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açık hale getirilmesi ile ulus-devletin düzenleyici gücünün özellikle para ve maliye politikaları alanında ortadan kaldırılması amacıyla küreselleşme sürecinde ülkelerin finansal sistemleri üzerindeki denetimlerin kaldırılması istenmektedir. Bu durumda finansal küreselleşmeyle birlikte ulus-devlet hem işlevleri hem de sınırları açısından etkinliğini kaybetmektedir. Küresel üretim alanları ile küresel finans potansiyel anlamda birbirleri ile çelişkilidir. Küreselleşmenin artması finansal istikrara, aynı zamanda siyasi istikrara bağlıdır. Günümüz finans piyasaları ise istikrarsızdır. Küresel finans sistemi kredi yaratmak fonksiyonuna sahip olması nedeni ile gelecekteki üretimi kontrol etmektedir. Finans alanındaki bir krizin reel alanda krize neden olma ihtimali, bugün, önceki dönemlerden daha yüksektir. Çünkü finans piyasaları hükümetlerin düzenlemeleri dışındadır. Küresel finans düzenleme dışı olarak çalışmaktadır. Küresel ekonominin yönetimi ulusal ekonomi yönetiminden farklı olarak siyasi merkez dışındadır.37 35 Aran, s. 53. Coşkun Can Aktan ve Hüseyin Şen, “Globalleşme ve Türkiye”, Mercek Dergisi, Ocak 2001, Yıl 6, Sayı 21, ss. 104-105. 37 Aran, ss. 3-4. 36 17 Girdiği ekonomilerde döviz arzını arttırıp, döviz paritesini yerli para aleyhine değiştiren finansal sermaye yatırımcı sermayeden çok geniş bir alanda ve çok daha yüksek miktarlar halinde dolaşmaktadır. İhracatın görece gerilediği, ithalatın yükseldiği ekonomilerin döviz gereksinimi de kronik olarak artmaktadır. Böylece periferik konumlu ekonomiler, finansal sermaye liberalizasyonu ortamında, ithal ikameci dönemlerde dışa bağımlı ekonomi yaratılmasına benzer biçimde, dış kaynak gereksinimi açısından dışa bağımlı hale getirilmiş olmaktadır.38 2. Çok Uluslu ġirketler ve Doğrudan Yabancı Yatırımlar Güçlü bir rekabetçi yapı sergileyen Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) küreselleşmenin hızlanmasıyla yakından ilgilidir. Geçmişi çok eskilere dayanan ve kapitalist yapıyı temsil eden ÇUŞ‟lar küreselleşmeyi şekillendiren aktörlerin en önemlilerinden biri olmuştur. Küreselleşmenin iticü gücü olan ÇUŞ‟ları bu kısımda iki başlık altında inceleyeceğiz. a. Çokuluslu ġirketlerin Tarihsel GeliĢimi ÇUŞ‟ların geçmişi 14. Yüzyıla kadar dayanmaktadır. 17. ve 18. yüzyılda büyük kolonyal ticari firmaların kurulması ve bu firmaların devlet tarafından korunmasıyla birlikte Hollandalılar ve İngilizlerin Doğu Hint Kumpanyaları, Muscovy Kumpanyası, Kraliyet Afrika Kumpanyası ve Hudson Bay Kumpanyası ortaya çıkmıştır. Bu kumpanyalar koloni bölgelerinde toptancı ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu faaliyetler sermaye birikimine katkıda bulunarak kapitalist sistemin gelişmesini sağlamıştır. Böylece sanayi devrimiyle birlikte çağdaş anlamda ÇUŞ‟lar ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda ortaya çıkan güçlü sanayi şirketlerine ulusal pazarlar yetmez olmuş ve dış piyasalara açılmaya başlamışlardır.39 Böylece modern ulus aşırı imalat 1865 yılında Alman kimya devi Alfred Bayer‟in New York‟ta, iki yıl sonra da Amerikan Singer şirketinin Glasgow‟da açtıkları 38 Kazgan, ss. 126-127. Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, 20. Yüzyılın Sorgulanması, Cilt 2, İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002, s. 712. 39 18 fabrikalarla ortaya çıkmıştır. Bunları, 19. yüzyıl sonlarında Ford, General Motors ve General Electric gibi Amerikan şirketlerinin Avrupa pazarında yabancı ortak arayışına girmesi takip etmiştir. Avrupalı şirketler bu ulus aşırı imalat girişimlerine katılmışlardır. 1907 yılında Fiat Avusturya‟da 1909 yılında ABD ve 1912‟de Rusya‟da imalat kolları kurmuştur. Bosch, Fransa ve İngiltere‟de 20. yüzyılın ilk yıllarında otomobil parçaları üreten fabrikalar kurmuştur. 1930‟ların bunalım yılları ve 1940‟ların da savaş yılları olması nedeniyle tıkanan yabancı yatırımların oran ve akışının yönünde savaştan sonra, 1950‟lerde çok büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Burada en büyük etkenlerden biri Avrupa ve Japon ekonomilerinin hızla canlanması olmuştur. 40 Kendini sömürgecilik olarak gösteren İngiltere‟nin liderliğindeki bu dönem II. Dünya savaşı sonrasında ABD‟nin liderliğinde Yeni Dünya Düzeni olarak ortaya çıkmıştır. Bu sistemin gelişmesinde en etkili olan faktörlerden biri de ÇUŞ‟lar olmuştur. Küreselleşmenin, ulus-devlet anlayışının üstünde, uluslarüstü işletme kanalları ile zenginliklerin yeniden değerlendirildiği, üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiği tam rekabet esasına dayalı bir sistem hedefi doğrultusunda ÇUŞ‟lar, küreselleşme sürecinin öncüsü olarak dünya ekonomisinin belirleyicisi olmuştur. b. KüreselleĢmenin Ġtici Gücü: Çokuluslu ġirketler Küreselleşmeyi ortaya çıkaran temel faktörlerden biri olan ve 1960‟lı yıllarda başlayıp 1970‟li yıllarda giderek artan ÇUŞ‟ların etkinlikleri 1980‟li yılların sonlarında giderek yayılmaya başlamıştır. Sermayenin uluslararası dolaşımındaki hızlanma ve serbestleşmesine paralel olarak ÇUŞ‟ların gücü giderek artmıştır. Küresel değer üretiminin 3.4 trilyonluk bölümünü en büyük 100 ÇUŞ kontrol etmektedir. Kendi ülkeleri dışında 2.7 trilyon yatırım yapan ÇUŞ‟larda çalışan ücretlilerin toplamı 75 milyonu bulmuştur.41 40 Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç, Ekonomik Coğrafya, KüreselleĢme ve Kalkınma, İstanbul: Çantay Kitabevi, 1997, s. 39. 41 Abdülhalim Çelik, KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin DönüĢümü ve Türkiye, Kamu-İş Yayınları, Ankara, 2002. 19 ÇUŞ‟ların dünya ölçeğinde verili kaynakları etkin kullanmak amacıyla geliştirdikleri yeni yönetim stratejileri özellikle gelişmekte olan ulus-devletleri doğrudan etkilemiştir. Bunlardan ilki büyük şirketlerin aralarındaki stratejik ittifaklar, diğeri ise büyük şirketlerle dünyaya yayılmış küçük şirketler arasındaki alt-sözleşme (taşeron) ilişkileridir. Dünyayı ağ gibi saran bu ilişkiler beraberinde metaların, sermayelerin ve bilgilerin dünya ölçeğinde serbest dolaşımını gerekli kılmaktadır. Ulusal şirketler ve çok uluslu şirketlerden sonra ortaya çıkan günümüz ÇUŞ‟lara bakıldığında ihracat, lisans ve teknik anlaşmaları ve dışa doğrudan yatırımları yönetim, imalat ile uluslarötesileşmeyi gerçekleştirdikleri gözlemlenmektedir. Bu çerçevede küreselleşme sürecine damgasını vuran ÇUŞ‟ların ulus-devlet anlayışının üstünde işletmeler olarak zenginliğin yeniden değerlendirildiği, üretildiği, dağıtıldığı ve tüketildiği tam rekabet esasına dayalı bir sistemin baş aktörlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. c. Uluslararası Ticaret ve DeğiĢen Ticaret Kalıpları Küreselleşmenin bir başka ifadesi de uluslar arası ticaret hacminin artması ve kalıplarının değişmesidir. Son 50 yılda ticaretin serbestleştirmesi, iletişim ve ulaşım teknolojilerinde gelişmeler uluslararası mal ve hizmet ticaretinin hacmini artırdığı gibi yapısını ve içeriğini de esaslı bir şekilde dönüştürmüştür. 42 Tarihsel olarak bakıldığında, farklı küreselleşme dalgaları boyunca uluslararası ticaretin hacmi, yapısı ve kalıpları da değişmiştir. İlk küreselleşme dalgası 1870 ile 1914 tarihleri arası döneme denk gelmektedir. Diğer bir ifade ile 19. yüzyılın sonu ile Birinci Dünya Savaşı ekonomisi, mal, sermaye ve işgücünün hareketliliği sayesinde ileri düzeyde bütünleşmiştir. Bu bütünleşme, bugün olduğu gibi, büyük ölçüde ulaşım (buharlı gemi ve demir yolları) ve iletişim (telgraf) teknolojilerinde meydana gelen gelişmelere bağlıdır. Bu 42 Aykaç, Parlak ve Özdemir, s. 36. 20 dönemde ulusal piyasaların dünya ekonomisine sömürgeci sistem adlında bütünleşmesi dünya da üretim ve uluslararası ticaretin hacminde önemli artışlara yol açmıştır. Birinci Dünya Savaşına kadar olan 30 yıllık süre içinde, dünya ticareti %3.2 oranında arttığı gözlemlenmiştir.43 Dünya ticaretinde gerçekleşen bu artış dünya GSMH‟nın artışının yaklaşık iki katına eşittir.44 Ulusal servet açısından ölçüldüğünde bu dönemde sermaye ihracat ve ithalat oranlarını günümüzden daha fazla olduğu ileri sürülmektedir. Bu sermaye hareketleri, toprağa dayalı birincil ürünlerin üretiminde ve ihracatında tam bir patlamaya yol açmıştır. Sonuç olarak, ticaretteki artışlar dünya üretimini % 33 arttırırken gelişen ülkelerin hammadde ve tarım ürünleri karşılığı imalat mallarının mübadele edildiği bir uluslar arası ticaret kalıbı ortaya çıkmıştır.45 1914 ve 1945 yılları arası dünya ekonomisinde küreselleşmenin, üretimin ve ticaretin hacminin azaldığı yıllardır. 1930‟lu yıllarda yaşanan ekonomik bunalımın ardından ülkeler kendi içlerine kapanmayı, bireysel davranarak büyük bunalımın getirdiği sorunlara yönelmeyi tercih etmişlerdir. Bu da dünya ticaretinde işbirliğinden neden olmuştur. Ülkeler, kendi sanayilerini korumak ve dışödemeler dengesi problemlerini çözmek için gümrük tarifelerini arttırma yoluna gitmişlerdir.46 ABD‟nin Smoot–Hawley Tarriff uygulaması ile öncülüğünü yaptığı korumacılık akımı ile uluslararası ticaret çökerken dünya ekonomik büyümesi de % 30 oranında düşmüştür.47 Sonuç olarak, 1950‟ye kadar ihracat olarak dünya geliri, 1870‟deki seviyesinin % 5 altına düşmüştür.48 43 P. Hirst ve G. Thompson, Globalization in Question: International Economy and Possible Governance, Second Edition, London: Polity, 2001, s. 47. 44 A. Maddison, s. 20–23. 45 World Bank, Globalization, Growth, and Poverty: Building an Inclusive World Economy, New York: WB / New York: Oxford, 2002, s. 27. The World Economy: A Millennial Perspective, Paris: OECD, 2001 46 Nil Karaca, “Gatt‟tan Dünya Ticaret Örgütüne”, http://www.kktcsanayiodasi.org/site/den20.pdf, (Çevirimiçi: 02.12.2009), s. 1. 47 OXFAM, Rigid Rules and Double Standards: Trade, Globalization and Fight Aganist Poverty, 2002, s. 33. 48 Maddison, s. 22. 21 Yeni bir küreselleşe dalgası (ikinci dalga), 1945–1980 yılları arası döneme denk gelmektedir. 1945 yılında İkinci dünya savaşının sona ermesinden sonra Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasi yapılanma hedefi çerçevesinde önce Birleşmiş Milletler Örgütü, ardından dünya ekonomisinde piyasa koşullarının işleyişini sağlamak üzere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (IBRD) kurulmuş, uluslararası ticaretin serbestleşmesi hedefine yönelik olarak da Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade-GATT) imzalanmıştır. Ocak 1948'de yürürlüğe giren GATT, dış ticaretin serbestleşmesi hedefi çerçevesinde faaliyet göstermiştir. Dış ticarette rekabetin mal kalitesini artıracağı, fiyatları düşüreceği, böylece dış ticaretin hacminin artacağı düşüncesi ile dış ticaretin serbestleşmesinin önündeki engel olan gümrük tarifelerinin düşürülmesi, tarife dışı engellerin kaldırılması, karşılaşılabilecek diğer engellerin ve farklı muamelelerin ortadan kaldırılması GATT'ın temel amaçlarıdır.49 GATT ile uluslararası ticaret sistemi ilk kez kurulmuştur. GATT'ın kuruluşundan günümüze kadar geçen süre içerisinde rekabeti bozucu, ticareti kısıtlayıcı engellerin kaldırılması nedeniyle dünya ticaretinde önemli artışlar kaydedilmiştir. GATT ile gelen sistem, ticaret pazarlıkları veya görüşmeler (rounds) serileri ile gelişmiştir. İlk round tarifler ve indirimlere yoğunlaşmış, daha sonra anti-damping ve tarife dışı önlemleri de kapsamıştır. Son round olan Uruguay Round (1986-94) Dünya Ticaret Örgütü‟nü kurmuştur. Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası ile birlikte Bretton Woods kurumlarının üçüncü ayağını oluşturmaktadır.50 1947–1980 yılları arasında GATT çerçevesinde yürütülen çok taraflı ticaret görüşmeler ile birlikte ülkeler arasında imalat mallarına yönelik ticari engeller büyük ölçüde kalkmıştır. Bu dönemde ticari engellerin kısmen kaldırılması ile birlikte uluslararası ticaret küresel üretimin iki katına yakın artmış ve 1870–1914 dönemindeki oranına 49 50 Karaca, s. 1. Karaca, ss.1-2. 22 yaklaşmıştır.51 Ancak, ikinci küreselleşme dalgası geleneksel kuzey–güney ticaret kalıbını yeniden canlandırmış, gelişen ülkeler tekrar tarım ürünleri ihraç edip imalat malları ithal eder hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, bu ülkeler eşit şartlarda ticaret yapamamıştır. Bu dönem, gelişmiş ülkeler açısından oldukça kazançlı olmuştur. Kendi aralarında ticari engellerin kalkması, imalat malları ticaretini hızlandırmış, tarihte ilk kez imalat sektöründe uluslararası uzmanlaşma önemli hale gelirken büyük ölçekli üretimle ölçek ekonomileri sağlanmıştır. Bu gelişme, nihayetinde uluslararası ticaretin önemli ölçüde gelişmiş ülkelerin kendi aralarında gerçekleşmesine yol açmıştır. Gelişen ülkelerin büyük çoğunluğu bu dönemde küresel imalat malları ve hizmet ticaretinden çok az pay alabilmiştir.52 1980 yılında imalat malları gelişen ülkelerin ihracatı içinde sadece 25‟lik bir kısmını oluşturması bu gerçeği pekiştirmektedir. III. KÜRESELLEġMEYE YÖNELĠK YAKLAġIMLAR 20. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan ve 21. yüzyılın temel belirleyicisi olan küreselleşme sürecine karşı çıkmak, bir yandan çağın gerisinde kalmak olarak ifade edilirken diğer yandan küreselleşmenin karşısında olanlar tarafından küreselleşme aleyhine kanıtlar ortaya çıkarılmaktadır. Bunların dışında küreselleşme ile ilgili olarak kesin bir yorum yapmayanlar da bulunmaktadır. Bu doğrultu da küreselleşmeye yönelik olarak üç yaklaşım bulunmaktadır. Birinci yaklaşım, küreselleşmeye eleştirel bakan şüphecilerdir. Bunlar “yeni küresel ekonomi” ile ilgili olarak gerçekte neyin yeni olduğu konusuna şüphe ile yaklaşmaktadırlar. Dünyada hiçbir şeyin yeni olmadığını, dünya ekonomisindeki gelişmelerin ise yüzyıl öncesine geri dönüşten başka bir şey olmadığını iddia etmektedirler. Küreselleşmenin yeni bir süreç olduğunu kabul etmedikleri gibi küreselleşmeyi, refah devletini yok etmek isteyen 51 C. Chase–Dunn, Y. Kawano ve B.D. Brewer, “Trade Globalization since 1975: Waves of Integration in the World System”, American Sociological Review, Vo. 65, No. 1, 2000, s. 80–83. 52 World Bank, s. 29. 23 çevrelerin kullandığı bir terim olduğunu ileri sürmektedirler. En şüpheci bakış açılarından birine sahip Hirst ve Thompson, küreselleşmeden kaçınılamayacağını iddia ederek “artık yapılacak bir şey yok” yargısına varanların, aslında tamamen yanlış bir şekilde bu karara varmalarına sebep olan şeyin, küresel güçler dengesindeki bir değişim değil, aslında küreselleşmenin kendisinin ortaya koyduğu “küresel miti” olduğunu iddia etmektedir. Bu mit sayesinde, küreselleşme gereğinden fazla abartılmaktadır.53 Şüphecilere göre, dünya küresel bir uygarlık yerine, yeni anlayışlar çerçevesinde bölünmeye gitmektedir. Küreselleşme, bir bütünleşmeyi değil, farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler arasında yeni çatışmaları beraberinde getirecektir. Küreselleşeme savunucularına göre ise, küreselleşme teknolojinin gelişmesi paralelinde ortaya çıkan kaçınılmaz bir süreçtir. Teknolojik gelişmeler ve iletişim teknolojisinin ulusal sınırları aşmasıyla birlikte sermayenin uluslararası hareketliğinin artması küresel bir pazarı gerekli hale getirmektedir. Bu görüşü savunanlara göre küreselleşme, teknolojik ve ekonomik gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir süreçtir. Küreselleşme savunucularından diğer bir kesim ise, küreselleşmeyi bireysel olarak değerlendirmektedirler. Bu görüşe göre, bireylerin farklı taleplerinin giderek artması soncu sistem bu noktada tıkanmış ve bu talebe karşılık verememiştir. Bu nedenle küreselleşme toplumlarda yaşanan modernite bunalımı ve devlete ve siyasete olan ilginin ve beklentinin zayıflamasını ortadan kaldıracak özgürlükçü-çoğulcu bir toplum ve modern bir dünya kurmanın yolu olarak görülmektedir. Üçüncü yaklaşım ise, küreselleşmeye eleştirel olarak bakan ve bu süreci dönüştürmek isteyenlerden oluşmaktadır. Küreselleşme karşıtlığının temelinde, teknolojik değişmenin getirdikleri yenilikler değil, gelişmiş ülkeler tarafından dikte edilen sosyoekonomik politikalara karşı çıkıldığı görülmektedir. Bunlara göre, “merkez” olarak ifade edilen gelişmiş ülkeler genelde küreselleşmeden karlı çıkmakta, aksine, “çevre” olarak 53 Paul Hirst ve Grahame Thompson, KüreselleĢme Sorgulanıyor, 2. Bs. Ankara: Dost Kitabevi, 2000. 24 ifade edilen gelişmekte olan ülkeler ise kaybedenleri oluşturmaktadır.54 Küreselleşme karşıtları yoksul ülkelerin küreselleşme sürecinden zarar gördüklerini iddia etmektedir. 2001 yılında Dünya Bankası‟nın yayınladığı “Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk” raporu bu iddialarını desteklememektedir. Bu rapor, küreselleşmenin sanıldığının aksine, sadece gelişmiş sanayi ülkelerinin lehine değil, gelişmekte olan yoksul ülkeler, az küreselleşmiş ve çok küreselleşmiş yoksul ülkeler olarak ikiye ayrıldığında, çok küreselleşmiş yoksul ülkelerin zengin ülkelerden bile daha fazla büyüdüğünü ileri sürmektedir. Bu ülkelerin başında Çin, Hindistan ve Meksika gelmektedir. Toplam nüfusları 3 milyarın üzerinde olan gelişmekte olan bu ülkeler, 1990‟lı yıllarda milli gelir içindeki dış ticaret hacimlerini ikiye katlamış (dış ticaretin milli gelire oranı) ve kişi başına gelir bakımından yıllık ortalama %5 oranında büyümüştür. Az gelişmiş dünyanın geri kalan kısmını oluşturan 2 milyarlık nüfus açısından ise durum farklıdır. Ticaret hacminin oranı düşmüş, kişi başı gelir ise ya çok yavaş gelişmiş ya da küçülmüştür. Bu ülkelerde yoksulluk da artmıştır. Kalkınmanın önündeki bu büyük sorun, bu marjinalleşmeyi tersine çevirmektir.55 Küreselleşme karşıtlarının öne sürdüğü diğer bir görüş ise, küreselleşme ile insanların işlerini kaybetme ve yeni iş bulamama riskinin arttığı yönündedir. Küreselleşme süreci ile birlikte teknolojik gelişmeler sonucu vasıfsız işçilerin kendilerine uygun işi bulamadıkları, yüksek vasıflı işçilerin ise bu süreçte avantajlı oldukları ileri sürülmektedir. Küreselleşmeye yapılan bir diğer eleştiri ise, Küreselleşme sürecinin uluslararası sermayenin çıkarlarını korunmak amacıyla IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların mali ekonomik ve sosyal konularda önemli kararların alınması ve uygulanması şeklinde gerçekleştiği yönündedir. Diğer yandan, küreselleşmeyle birlikte Batı kültürünün tüm dünyaya yayılması ve benimsetilmesi amacının güdüldüğü yönünde eleştiriler de yapılmaktadır. 54 Gülten Kazgan, KüreselleĢme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, 2. Bs., İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002, s. 15. 55 Brad Delong, (Çevirimiçi): http://www.j-bradford-delong.net, 03.04.2009; & Ayrıca bkz.: Kontent XXI, “Küreselleşme ve Refah”, Sayı:5, Ocak-Şubat 2002, s. 30. 25 Sonuç olarak küreselleşme ile ilgili pek çok görüş ileri sürülmüştür. Ancak, küreselleşmeyi savunanlar, küreselleşmenin karşısında olanlar ve şüpheyle yaklaşanlar ait birbirinden farklı bu görüşlerin tek ortak noktası küreselleşme kavramının gerçek olduğudur. Tüm bu görüşler birbirinden farklı olsa da küreselleşmenin varlığı tüm dünyada kabul edilmektedir. IV. KÜRESELLEġMENĠN SOSYAL POLĠTĠKA ve REFAH DEVLETĠ ÜZERĠNE ETKĠLERĠ Küreselleşme süreci sosyal soruna getirdiği yeni boyutlarla birlikte sosyal politika ve refah devleti anlayışında köklü sayılabilecek etkilerde bulunmaktadır. Bu çerçevede, küreselleşme sürecini sosyal politika ve refah devleti üzerindeki etkileri açısından ele almak söz konusu dönüşümü anlayabilmek açısından yararlı olacaktır. A. Sosyal Politika Üzerine Etkisi Küreselleşme süreciyle birlikte en çok sorgulanan ve tartışılan konu, ekonomik küreselleşmenin ulus-devletleri sosyal politikayı biçimlendirme yeteneğinden yoksun bırakıp bırakmayacağı ve bu durumun sosyal koruma sistemleri açısından ne gibi sonuçlar doğuracağı olmuştur. Konuyla ilgili yapılan yorumlar, 20. yüzyılın sonlarında küreselleşmenin etkisiyle sosyal koruma sistemlerine ve sosyal harcamalara yönelik baskıların arttığı ve ulusal devletlerin politika özerkliğinin eski döneme göre oldukça kısıtlı bir hale geldiği yönünde odaklanmaktadır. Devletlerin, küresel ekonomik güçlerin yönlendirmesiyle sosyal politikalarını yeniden şekillendirmek zorunda kaldıkları doğrultusundaki görüşler büyük bir 26 destek bulmaktadır. Günümüzde, “refah devleti”nden “rekabet devleti”ne doğru genel bir kayışa şahit olunmaktadır.56 Uluslararası liberal piyasa düzeninin gittikçe daha da önem kazanması ve benimsenmesi doğrultusunda “refah devleti”ne bakışta da yeni anlayışlar ortaya çıkmaya başlamış ve refah devletinin rolü azaltılmıştır. Refah devleti küçültülürken sosyal sözcüğünün yerini de “sınırlı ve sorumlu” ibaresi almıştır. Bunlarla birlikte yeni ekonomik yapının oluşturduğu sosyal yapıdaki dengesizlikleri ortadan kaldırması amacıyla serbest piyasa ekonomisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği şeklindeki ifadeler giderek artmıştır. Tüm bu tartışmalar çerçevesinde küreselleşme sürecinde sosyal refah devletleri politikalarına baktığımızda, devletlerin bu konudaki önlemlerinin giderek kısıtlandığını ve zorlandığını söyleyebiliriz. Bunun nedeni, küreselleşmeyle birlikte, hükümetlerin sosyal politikalarını sürdürebilmelerinin giderek zorlaşmasıdır. Yabancı yatırımcıları çekmek için dış ticarete yönelik korumacı uygulamaları gevşetmek ve vergi rekabetine girişmek zorunda kalan hükümetlerin, vergi tabanında meydana gelen erimeye bağlı olarak, vergi toplama yeteneklerinde azalma meydana gelir. Bu durum ise hükümetlerin eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerini yerine getirmede güçlüklerle karşılaşmalarına yol açar. Bu süreç, neticede, geniş halk kitlelerinin yoksullaşması ve yoksulluk riski ile karşı karşıya kalmasına ve gelir dağılımının bozulmasına yol açmaktadır.57 Tüm bu görüşler ışığında günümüz sosyal politikasının genel durumuna baktığımızda, ücretler ve iş piyasaları giderek düzensizleşmiş, artan oranlı vergilendirme azalmış, gelir araştırmasına dayalı yararlar genişlemiş, sosyal sigortalar zayıflamış ve 56 Christopher Pierson, Contemporary Challenges to Welfare State Development, Political Studies, 1998, s.785-787. 57 Coşkun Can Aktan ve İsmail Yaşar Vural, “Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Eşit(siz)liği: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri”, (Haz.: Coşkun Can Aktan), Ankara: Hak-İş Konfedarasyonu Yay., 2002 http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/birinci-bol/aktan-vural-gelir-dagilimi.pdf, (Çevirimiçi: 15.03.2009), s. 10. 27 kamunun sahip olduğu endüstriler ve hizmetler yavaşa yavaş zayıflamıştır. Bütün bunlar Avrupa çapında çok yaygın bir şekilde görülmüştür.58 Bu değişimin en önemli özelliği sosyal politikadaki merkeziyetçi yapıdan uzaklaşılmasıdır. Sosyal refah devleti hizmetlerinin yerel yönetimlere, özel sektöre ve kar gütmeyen kuruluşlara doğru yayılması, bu değişimin en önemli göstergesidir. Böylece küreselleşme süreciyle birlikte yalnızca devletin sosyal politika sağladığı merkeziyetçi ve tekdüze sosyal politika anlayışının geçerliliğini yitirdiği görülmektedir. Gerçekte sosyal politikalar iddia edildiği gibi ekonominin önünde bir engel olarak değil, aksine üretken bir faktör olarak görülmelidir. Çünkü özellikle sanayileşmiş ülkelerde devletin rolü oldukça önemlidir. Piyasalar yoksullara yönelik asgari düzeyde gelir koruma sistemlerini, sağlık ve işsizlik gibi bazı güvenceleri sağlayamadığından devletler özellikle yeniden dağıtım politikalarının sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu tür yeniden dağıtım politikaları dışında piyasa yetersizliklerini ortaya çıkmadan onların önlenmesini sağlayan sosyal politikalar bu şekilde ekonomi üzerinde pozitif bir etkiye sahip bulunmaktadır. B. Refah Devletinin Zayıflaması Vatandaşlara asgari bir yaşam düzeyi sağlayan ve onların sosyal durumları ile ilgilenen refah devleti, özellikle 1980‟li yıllarda yeniden yükselen ve etkisini sürdüren liberal politikalar çerçevesinde devletin ekonomiye gereğinden fazla müdahale ettiği gerekçesiyle bugün yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Küreselleşme süreci ile birlikte hükümetler giderek ulusal politikalarının karşılıklı bağımlılığını düzenlemekte ve uluslararası piyasalara açılmaktadır. Ancak, hükümetler için refah devletinin kurumsal politikası ve endüstri ilişkileri engelini aşmaları önemli bir sorun olmaktadır. Refah devletinin bağımsız dinamikleri ve çok yönlü bağımlılık etkisi sosyal grupların çıkarları ve bu konudaki değişimin temel odak noktasıdır. Bu konudaki birinci strateji, sistematik 58 Peter Townsend, The Restoration of Universalism: The Rise and Fall of Keynesian Influence on Social Development Policies, (in the UNRISD Publ.,Programme on Social Policy and Development), Geneva: UNRISD Publ., 2002, s. 8. 28 olarak Almanya ve ABD gibi dünya piyasalarına açık, iç gelişme seviyeleri aynı olan ülkeler arasındaki iç ve dış ekonomik ilişkileri veya Almanya gibi piyasa seviyeleri değişik, dünya piyasalarına açık olan ülkelerin uygulamalarıdır. İkinci strateji, sosyal hizmet talep eden sınıfların kendilerini güçlendirme süreçlerini, sosyal, ekonomik politika avantajlarının ortak birikimini ortadan kaldırmak için ilgili grupların kapasitesiyle ilgili sosyal politika yardımlarının çözümlenmesidir. Para transferlerinin ve hizmetlerin kendiliğinden sınırlanması için bu potansiyel, refah devleti ve küreselleşme arasındaki korumacı bir dengeden ziyade bir açıklığın muhafaza edilmesinde önemli bir faktördür.59 Bunlarla birlikte refah devletleri, kurumların rekabetini ve özel çıkarlar amacıyla kullanılmasını minimum seviyeye indiren bir özelliğe sahiptir. Geçmişten ziyade geleceğe yönelen refah devletinde herkese sağlanan temel güvenceler, birkaç kişi için sınıfların tabakaların yerini almaktadır. Uluslararası rekabette sosyal standartlardaki aşınma karşısında en önemli dayanak olan refah devleti bu yönüyle çalışan kesim için çok önemlidir. Çünkü refah devletinin rolünün artması, kamu politikalarının genişlemesine sebep olarak, gelir güvensizliği, sağlık hizmeti, konut, eğitim ve ekonomiyi yönetmek için piyasaya müdahale edilmesine ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Refah hizmeti, çocukların, ailelerin, işçilerin, işsizlerin, yaşlıların, hastaların, sosyal haklarının tanınması, beşikten mezara ekonomik ve sosyal güvenlik tedbirlerinin alınmasını gerektirmektedir. Ancak, küreselleşme piyasa disiplini üzerine etki etmek suretiyle refah devletinin tüm sosyal yapısını ve değer yargılarını tamamıyla değiştirmiştir. Uluslararası ekonomik güçlerin, refah devletlerini tarihsel olarak destekleyen politikaları ve yerel ekonomik temelleri aşındırdığı söylenmektedir.60 Kurumların “yüksek maliyetli” ülkelerden “düşük maliyetli” ülkelere yerleşmeleri, terk edilen ülkedeki istihdam yapısını etkilemekte; arkasında işsizlik ve mali açık bırakmakta, ekonomik faaliyetin ulusal 59 60 Abdülkadir Şenkal, KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Politika, 1.bs., İstanbul: Alfa Yayınları, 2005, s. 280. Susan Strange, The Erosion of the State, Current History, 2007, s. 368. 29 sınırları aşan özelliği kontrolü ve vergilendirmeyi daha zor hale getirmektedir. 61 Küresel ekonominin yapısının ve işlevinin ulusal sosyal politikayı nasıl şekillendirmesi gerektiği konusunda bazı alternatifler sunulmaktadır. İlk olarak, finansal küreselleşme devletin tüm sermaye şekillerine (yerli ve yabancı) olan yapısal bağımlılığını şiddetlendirmektedir. İkincisi, küreselleşen finansal üretici sermaye, algılanan riski veya sermayenin başka alanlara kayma tehdidini arttırmaktadır. Üçüncü olarak, finansal bütünleşme ulusdevletlerin işsizliği engellemek için yayılmacı ekonomik politikalar izleme ihtimalini azaltmakta ve onları mali sertlik izlemeye zorlamaktadır. Dördüncüsü, küresel ekonomi, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyüme ile tam istihdam arasındaki bağlantıyı şiddetlendirmiş, karın ulusal ekonomi ve istihdamı dikkate almadığını göstermiştir. Bu konudaki beşinci faktör, ideolojik özelliğe sahip olan ulusal sınırları aşan neo-liberalizmin yayılmasıdır. Bu durum, ulusal seviyede yapılan ekonomik ve sosyal politikalardaki daralmaya dikkat çekmekte ve hükümetlerin küresel ekonominin yapısını, işlevini ve çıktılarını değiştirme konusunda umutsuzluğa düşmelerine yol açmaktadır. Bundan dolayı ülkeleri uluslararası rekabetin gerekliliklerine (ticarete karşı olan engelleri azaltmakta veya ortadan kaldırmak, devleti küçültmek ve maliyetini azaltmak, vergilendirme ve refah artışı) uymaya zorlamaktadır.62 Küreselleşmenin devlet üzerindeki etkisi ile ilgili olarak yapılan tartışmalara göre, küreselleşme, refah devletinin gelişiminin iç dinamiklerini değiştirmekte ve refah devletinin üzerine kurulduğu sosyal, demokratik, reformcu politikaların ve projelerin çöküşüne yol açmaktadır.63 Yapısal olarak uygulanabilir politika seçenekleri sadece ekonomik faktörler tarafından sınırlandırılmamış, her şeyden önce devlet politikası piyasa güçlerini ve ekonomik rekabeti desteklemek için hazırlanmıştır. Sonuç olarak, bu durum ulusal devletin sosyal üretim alanlarına olan müdahalesinin sınırlandırılmasına yol açacaktır. 61 R. Stryker, Globalization and the Welfare State, Internetional Journal of Sociology and Social Policy, 1998, s. 2-4. 62 Stryker, s. 4. 63 G. Teeple, Globalization and the Decline of Social Reform, Toronto: Garamond Press, 1995, s. 11-3. 30 Dış ekonomik faktörlerin, ülkeler için tek bir gelişim modelini zorla kabul ettirmek istediği söylenmektedir. Buna göre, ulusal refah devletleri uluslararası rekabetin koşulları doğrultusunda yönlendirilecek ve belli bir noktada birleşeceklerdir. Değişen ulusal genel durumlara ve farklı siyasi partilerin politikalarına rağmen, ileri sanayileşmiş ülkeler, refah devletlerini, küresel piyasaya göre oluşturulmuş refah devleti modeline zorladıkça bu devletler birbirlerine benzer hale gelmektedirler. Bu konuda sınırlamalar o kadar aşırı hale gelmektedir ki, sadece piyasaya uyan refah devleti yapılarının yaşamasına izin verecektir.64 Rekabetçi küresel ekonomide başarı veya başarısızlık durumu rekabette sağlanan avantajın korunmasına bağlı görülmektedir. Küreselleşmenin refah devleti üzerindeki etkisi bazı sosyal refah programlarında, ulusal harcamaların azalması, özelleştirme ve piyasaya yönelme gibi durumlara yol açana ideolojik kaymalardan meydana gelmektedir.65 Refah devletlerinin küreselleşmeye uyum sağlama sürecinde esnek tepki vermeleri ve kendi kurumsal sınırlama kapasitelerine sahip olmaları gerektiği öne sürülmektedir. Ancak, gelişmiş ülkelerde küreselleşme sürecinde refah devleti politikaları, tepkileri karşılamaya yönelik olarak düzenlenmektedir. Devletler ekonomik rekabetin sürdürülmesine kendilerini kanalize etseler dahi, “rekabetçi devletlerin” oluşacağını ve bu devletlerin belirli alanlarda daha müdahaleci olacağı iddia edilmektedir. Bunun sonucu olarak ülkeler, ekonomik küreselleşmenin sonuçlarına karşı tedbir alma, yoksulluk, gelir dağılımı, marjinalleşme ve suçlar hususunda daha otoriter olacaklardır. Gerçekte, devletin üzerindeki refah hareketini azaltma yönündeki ezici baskılar yerine, hükümetin marjinalleşmeyi yok etmesi ve sosyal bütünleşmeyi, eşitliği ve adaleti sağlaması için kamu politikalarına müdahalenin bakış açısını genişletecek baskılar yapabilir. Sosyal koruma programları, bireyleri, aile birliğini ve toplumu artan ekonomik riske karşı korumak için 64 65 Şenkal, s. 316-317. Stryker, s. 11. 31 genişletilirken, ekonomik rekabeti izleyen politikaların direkt sonucu olarak kamu harcamaları artabilir.66 66 Nicola Yeates, “Social Politics and Policy in an Era of Globalization: Critical Reflections”, Social Policy&Administration, 1999, s. 4. 32 ĠKĠNCĠ BÖLÜM REFAH DEVLETĠNĠN DOĞUġU, YÜKSELĠġĠ ve KRĠZĠ I. REFAH DEVLETĠ KAVRAMI ve TANIMI Refah devleti anlayışına ilk kez 1848 yılında çıkarılan Fransa Anayasası‟nda yer verilmiştir. Anayasada klasik hakların yanında sosyal ve ekonomik hakların önemi de vurgulanmıştır. Bu gelişmenin ardından Almanya‟da yürürlüğe konan Weimar Anayasası‟nın bu anlayışın gelişmesi anlamında oldukça önemli bir katkısı olmuştur. Bu anlayış, 1947 yılında İtalyan Anayasası, 1949 yılında Alman Anayasası, 1958 yılında Fransız Anayasası, 1961 ve 1982 anayasaları ile ülkemizde de kabul edilmiştir. Refah devleti bir kavram olarak ise, 1941 yılında Temple tarafından ifade edilmiştir. Terim, Beveridge Raporu ile 1942 yılında yaygınlaşmıştır. Modern anlamda refah devletinin 19. yüzyılda iki başlangıcı olduğu kabul edilmektedir. Birincisi; İngiltere‟de temel eğitimi sağlamak amacıyla hazırlanan yasal düzenlemelerdir. İkincisi ise; Almanya‟da Bismark tarafından getirilen sosyal sigorta uygulamasıdır.67 1930-1950 dönemini refah devleti anlayışı için gelişme dönemi, 1950‟lerden 1970‟lerin ortalarına kadar olan dönemse refah devletinin yayılma dönemi olmuştur. 1970‟lerin ortalarından bu yana da bu anlayışı sorgulama ve anlayışın yeniden biçimlenmesi dönemi yaşanmaktadır. Sosyal politika üreticisi ve düzenleyicisi olan ve bu politikalar paralelinde müdahalede bulunan refah devleti çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Refah devleti, sosyal refahın en elverişli bir şekilde vatandaşlara sunulması amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören bir devlet anlayışıdır. Refah devletinin temel 67 Özdemir, s. 34. 33 amacı, en geniş anlamda, piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ve yetersizliklerini ortadan kaldırmaktır.68 Asa Briggs refah devletini, piyasa aktörlerinin işleyişini değiştirmeyi çabalayan (politika ve yönetim açısından) organize bir güç olarak tanımlamaktadır. Refah devleti, çalışma ve mülkiyetin piyasa değerine bakılmaksızın vatandaşlarına minimum bir geliri garanti etmektedir. Ayrıca refah devleti, yaşlılık, işsizlik, hastalık gibi belli sosyal gerçekler karşısında aile ve bireyleri destekleyerek riskleri minimize etmektedir. Böylece sınıflar ve statüler arasında ayrım olmaksızın tüm halkın eşit haklara sahip olmasını hizmetleri düzenleyen anlaşmalarla sağlamaktadır.69 Lindbeck‟in bir makalesinde refah devleti kavramı, devlet tarafından finanse edilen sosyal sigorta sistemleri, transferler, sağlık, yaşlı bakımı ve çocuk bakımı gibi hizmetlerin sağlanması ya da desteklenmesi anlamında kullanılmaktadır. Yani devletin klasik rolünden farklı olarak (kollektif mallar üretmek, çeşitli dışsallıkları kontrol etmek, fiziki altyapı üretmek gibi) çeşitli kamu harcama programlarına vurgu yapılmaktadır.70 Gough ise refah devletini, işgücünün yeniden üretilmesi ve kapitalist toplumlarda çalışmayan nüfusun korunması için kamu gücünün kullanılması şeklinde tanımlar. Bu nedenle çağdaş refah devletine çok geniş bir amaç, gerekçe ve faaliyet listesi atfedilmiştir. Bununla birlikte, temel vatandaşlık hakları ile ilgili olarak bütün kişilerin daha iyi bir duruma getirilmesi için refah devletinin sorumluluğuna işaret eden genel bir görüş birliğinden söz edilebilir.71 68 Coşkun Can Aktan, Müdaheleci Devletten: Müdehaleci Sınırlı Devlete, No:3 Ankara: Yeni Türkiye, 1999, s. 43. 69 Asa Briggs, “The Welfare State in Historical Perspective”, (Ed: Pierson, C and F Castles), The Welfare State Leader, Cambridge Polity Press, 2000, ss. 17-18. 70 Assar Lindbeck ve Diğerleri, “İleri Refah Devletinin Sonuçları,” Yeni Türkiye, Sayı.29, Eylül-Ekim 1999, s. 241. 71 Lann Gough, Refah Devleti, (Çev.: Kamil Güngör), (http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/digeryazilar/gungor-refah-devleti.pdf, (Çevirimiçi: 05.01.2009), s. 2. 34 Refah devleti genellikle sosyal devlet kavramıyla birlikte ifade edilmekte ve birçok yerde de bu iki kavram aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu iki kavram arasındaki farklılığa dikkat çekmek amacıyla refah devletini şu şekilde tanımlamak mümkündür; Refah devleti şahıslara ve ailelere asgari bir gelir güvencesi veren, onları toplumsal tehlikelere karşı koruyan, sosyal güvenlik olanağı sağlayan, toplumsal konumları ne olursa olsun tüm yurttaşlara eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hizmetler alanında belli bir standart getiren devlettir.72 Tüm bu tanımlar doğrultusunda refah devleti; piyasanın başarısız işleyişine müdahale eden, işçi ve işverenler arasındaki dengesizlik sonucu ortaya çıkan düşük ücreti asgari düzeyde belirleyen ve böylece en alt düzeyde eşit işe eşit ücret anlayışını gerçekleştiren, gelir dağılımındaki dengesizlikleri aldığı vergiler aracılığıyla gelirin yeniden dağılımını sağlayarak bu nedenle çıkacak çatışmaları en aza indiren devlettir. II. REFAH DEVLETĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ Tarihsel olarak baktığımızda, sosyal koruma gereksiniminin her dönemde var olduğu ve bir şekilde karşılanmaya çalışıldığı görülmektedir. Refah devleti düşüncesi ve uygulamasının temellerini oluşturan bu durum, yoksulluk yasalarıyla başlayan sosyal refah önlemlerini ortaya çıkarmış, daha sonraki dönemlerde ekonomik ve sosyal gelişmeler doğrultusunda genişlemiş, sanayileşme süreci ile birlikte ortaya çıkan yalnızca işçi sınıfı odaklı yapısından sonra ise, tüm toplumu kapsayarak, gelirin yeniden dağılımı, sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, konut, kişisel refah hizmetleri gibi alanlarda hizmet vermeye başlamıştır. Ancak, “bugünkü anlamda bir refah devletinin ortaya çıkması için, 72 P. Flora Heidenheimer. A. J. The Development of Welfare States In Europe And America, New Brunswick, NJ,Transaction Books, 1981, s. 50. 35 sanayileşme, demokratikleşme, sınıf kavgaları, insan hakları gibi 20. yüzyıla özgü gelişmelerin yaşanması gerekmiştir.”73 Modern refah devletini ortaya çıkaran gelişmelere dönemsel olarak baktığımızda birinci dönem, sanayi devrimi öncesi yılları kapsamaktadır (1880 öncesi). İkinci dönem, sanayileşme dönemidir (1880-1914). Üçüncü dönem iki dünya savaşı arasındaki dönemdir (1914-1945). Son dönem ise, 1975‟den günümüze refah devleti anlayışının krize girdiği ve yeniden yapılandırma arayışlarının başladığı bir dönemdir.74 A. Refah Devletinin DoğuĢuna Kadar Olan Dönem (1880 Öncesi) Refah devletine yönelik ilk uygulamalar ortaçağa kadar dayanmaktadır. Özel mülkiyeti benimseyen ancak zenginliğin insanlar arasında eşitsizlik olduğu vurgulanan ortaçağın düşüncesine göre, insanlar aşırı zenginlik hırsına kapılmadan sahip oldukları servetlerini sosyal hizmetlere yönelterek kabul edilebilir hale getirmeliydiler. Bunun dışında ticaret yoluyla zenginleşmeyi önleme anlayışı olan adil fiyat yaklaşımıyla birlikte, üretici ve tüketicinin ekonomik konjonktürden yararlanarak birbirlerini sömürmelerini engellemek amacıyla devletin gerektiği takdirde müdahale etme düşüncesi yine bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bedensel çalışmanın aşağılayıcı bir eylem olarak nitelendirildiği ilkçağın tam aksine ortaçağda çalışma, onur verici ve kutsal sayılırken, çalışmanın karşılığı da kutsal bir hak olarak benimsenmiştir. Ortaçağ'da üzerinde önemle durulan adil ücret yaklaşımı da bu görüşleri destekler bir nitelik taşımaktadır. Gerçekten ortaçağ düşüncesine göre adil ücret; “düzenli ve dengeli bir toplumda sağlıklı, tutumlu ve çalışkan her insanın; emeğinin karşılığı olan ve ailesinin geçimini sağlamasına ve gelecek için belirli bir miktar birikim 73 Meryem Koray, “Avrupa Refah Devleti: Anlamı, Boyutları ve Geleceği”, GörüĢ Dergisi, Tüsiad Yayınları, Sayı:57, Aralık 2003 s.67. 74 Abdülkerim Çalışkan, “Sosyal Refahın Sağlanmasında Devletin Etkinliği ve Türkiye Örneği”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE), 2001, s.21. 36 yapmasına imkân verecek düzeyde bir gelire eşit olan” ücret düzeyini ifade etmektedir.75 Adil ücret yaklaşımı Ortaçağ‟da son derece etkili olmuş ve bu dönemde ücretler gerçekten genel olarak belirli bir seviyeyi korumuştur.76 Sosyal devlet anlayışına giderek yaklaşan bu gelişmeler Batılı ülkelerde bu şekilde gerçekleşirken, İslam dinin ortaya çıkması ve yayılması ile birlikte doğudaki ülkelerde de benzer gelişmeler yaşanmıştır. İslam dinine göre devlet, halkın güvenliği ve refahı için halka hizmet ve yardım eden bir kurumdur. Devlet bütçe veya zorunlu sosyal sigorta aracılığı ile zenginlerden sağladığı gelirlerin bir bölümünü dar gelirlilere veya hiç geliri olmayanlara aktararak sosyal güvenliği ve adil gelir dağılımını gerçekleştirmiştir. Görüldüğü gibi, İslam Devleti‟nin sosyal refah anlayışı, günümüz sosyal devlet anlayışına oldukça benzer nitelikler taşımaktadır.77 Genel olarak ortaçağa baktığımızda, devlet anlayışının sosyal devlet anlayışına çok yaklaştığını söylemek mümkündür. Ortaçağda yaşanan bu gelişmelerin dışında refah devletinin ortaya çıkışıyla ilgili olarak genel anlamda kabul edilen gelişme, İngiltere‟de 1601‟de Kraliçe Elizabeth tarafından uygulamaya sokulan “Yoksulluk Yasası” (The Poor Law Act), askerler hariç, toplumdaki belirli gruplara destek sağlayan ilk yasa olarak görülebilir. Daha önce de bazı yasalar vardı, örneğin benzer isme sahip 1388 tarihli yoksulluk yasası gibi. Ancak, bu yasanın asıl amacı, ortaya çıkan veba salgını sonrası yıllarda yaşanması olası işgücü kıtlığı ile başa çıkabilmektir. 1601‟deki yasa, yaşlı ve hasta olan yoksullara yardım götürdüğü için bu anlamdaki ilktir. Bu yasanın özünde yoksulluğun yaygınlaşmasından hükümetin sorumlu bulunduğu ve bireylerin ekonomik refahının sağlanmasında kamunun sorumlu olduğu düşüncesi vardır.78 1601 Yoksullara Yardım 75 Cahit Talas, “Öğretilerde Sosyal Devlet”, Ġnsan Hakları Yıllığı, Cilt 13, 1991, s. 94-95. Can Aktan, Özlem Kıvrak, “Sosyal Devletin Doğuşu ve Gelişimi”, http://www.canaktan.org/politika/refahdevleti/dogusu-gelisim.htm, (Çevirimiçi: 20.03.2009), s. 1. 77 Aktan, Kıvrak, s. 2. 78 Fatih Şahin, “Sosyal Hizmet Uzmanlarının Sosyal Refah Politikası Süreçlerine Katılımı” (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, SBE, 1999), s. 5. 76 37 Yasası esasen, 1576 Yasası üzerine inşa edilmiştir. İki esası vardır. Her bölgenin kendi yoksulları için sorumluluğa sahip olduğunu kabul eder ve farklı gruplara ayrılan yoksul insanlara farklı davranılmasını öngörür. “Güçsüz yoksullar” yani yaşlılar ve hastalar, “düşkünler evi”nde (almshouse) barındırılır. “Sağlıklı ve güçlü” yoksul kişilere” “ıslah evleri”nde (başlangıçta bu evler barınmaya ayrılmamıştır) iş verilmesi gerekmektedir. Temel prensip, çalışamayacak durumda olan yoksulların bakılması ve çalışabilecek durumda olanların ise çalıştırılmasıdır.79 1601 Yoksullara Yardım Yasası 200 yıldan fazla bir süre hüküm sürmüştür. Ancak, İngiltere‟de daha önce ortaya çıkan sanayileşme, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında toplumu ekonomik olarak ezmiştir. Ekonomik ve felsefi düşüncede görülen değişim ve baskı nedeniyle 1834 yılında yeni bir “Yoksulluk Yasası” yürürlülüğe konmuştur.80 Oldukça acımasız ve onur kırıcı bir niteliğe sahip olan bu yasanın uygulanmasıyla birlikte, yoksulların büyük bir bölümü ıslah evlerinin zor koşullarını kabul etmeye zorlanmış, bu durumdan kaçınmak isteyen diğer insanlar da çok kötü yaşam şartlarına maruz kalmıştır. Yoksullara yardım alanında 1601 ve 1834 yasaları ile öncü olan İngiltere‟de 1824 yılından itibaren işçilere örgütlenme hakkı tanımıştır. Robert Owen‟in çabaları ile 1801‟den başlayarak çocukları kapsayan koruyucu sosyal mevzuatın oluşturulmasına girişilmiştir. 1840‟tan sonra Fransa da bu alanda İngiltere‟yi izlemeye başlamıştır.81 B. Refah Devletinin DoğuĢu (1880-1945) Bir yüzyıldan fazla bir geçmişe dayanan ve II. Dünya Savaşı‟dan sonra etkinliği artan refah devleti 1870‟li yıllardan itibaren şekillenmeye başlamıştır. İlk kez 1880‟lerin 79 Aktan, Kıvrak, s. 3. Özdemir, s. 142. 81 Talas, s. 119. 80 38 başında Almanya‟da Bismark tarafından uygulamaya konulan sosyal güvenlik ile ilgili düzenleme ile refah devletinin temelleri atılmıştır. 1891 yılında böyle bir sistem Danimarka‟da kurulmuş, Yeni Zelanda da, 1898 yılında uluslararası rekabetin artan etkisiyle primsiz emekli aylığı uygulamasına başlamıştır. İsveç‟te ise, 20. yüzyılın başında devletin hastalık ve mesleki kaza sigortasına desteği yasalaşmış ve evrensel ve zorunlu yaşlı aylıkları sistemi ilk kez 1913‟te İsveç‟te kurulmuştur. Hepsinden önemlisi, İngiltere‟de 1908 yılında hastalık ve işsizliğe sosyal güvence olarak başlayan sistem daha sonra Beveridge Raporu‟nun hazırlanması ve bunun 1946-1948 yılları arasındaki geniş kapsamlı uygulanması ile hem bu ülkede, hem de diğer refah devletlerinde yepyeni bir sosyal güvenlik sisteminin başlamasına yol açmıştır.82 ABD‟de ise, 20. yüzyıla kadar yoksullara kamu yardımı geniş ölçüde yerel yönetimlerin yoksullara yardım kanunlarına göre sınırlı ölçüde sağlanmış, hayırseverlik temeline dayanan kamu yardımları, yararlananlar açısından genellikle sosyal açıdan onur kırıcı bir uygulama olarak kabul edilmiştir. Sosyal refah programları 1930‟lardaki Büyük Bunalım döneminde gelişmeye başlamıştır. 1930‟lı yıllarda ABD‟de serbest piyasa ekonomisinin iflas etmesi dolayısıyla artan işsizlik ve yoksulluğun diğer ülke ekonomilerine de yayılması ile giderek genişlemeye başlamış ve 1970‟lerin ortalarına kadar güçlenerek devam etmiştir. İngiltere ve Almanya‟da başlayan ve sonrasında diğer ülkelere de yayılan reformlar I. Dünya Savaşı‟nın başlaması ile birlikte önemli ölçüde azalmıştır. Devletin başta konut, sağlık, emekli aylığı ve rehabilitasyon olmak üzere bir çok alanda artan sorumlulukları; savaş zamanının acil ihtiyaçları nedeniyle artan kamu harcamaları savaş sonrasında tamamıyla eskiye düzeylerine dönmemiştir. Devlet kontrolü ve müdahaleleri savaş sonrasında da artarak devam etmiştir. 82 Andrew Dilnot, Refah Devletinin Geleceği, (Çev.: Zeynel Bakıcı), http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/baskici-refah.devleti.pdf, (Çevirimiçi: 29.03.2003), ss. 2-3. 39 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Bunalım‟ın giderek derinleşmesiyle birlikte işsizlik büyük ölçüde artmıştır. Bu dönemde, ünlü İngiliz iktisatçılarından John Maynard Keynes, kamu harcamalarının arttırılmasını savunmuştur. Ramsay McDonald gibi muhafazakârlar ise, harcamalarda indirimi, dengeli bütçeyi ve daha düşük düzeyde bir borçlanmayı savunmuşlardır. 1931 Krizinde muhafazakârların görüşleri hâkim olmuş ve sonuçta harcama kesintileri karşısında, işsizlik daha da artmıştır. Bunalımın ortaya çıktığı ABD‟de 1933 yılında Başkan olan Roosevelt, üç yıldır tüketilemeyen aşırı bir üretime, gittikçe düşen fiyatlara ve artan işsizliğe karşı New Deal politikası olarak anılan bir dizi önlem alarak uygulamaya koymuştur. Roosevelt yönetimine gelinceye kadar ABD'de çalışma hayatına ilişkin bir sosyal politikanın varlığından söz etmek mümkün değildir. 1935 yılına kadar işçi ve işveren arasındaki ilişki bireysel sözleşmeler ile yürütülmüş, 1935‟te sendika ve toplu sözleşme hakkı ve sosyal güvenlikle ilgili olarak ilk önlemler alınmıştır. 1935 Yasası ABD‟de refah devletinin doğuşunun simgesi olmuştur. İsveç, Danimarka, Yeni Zellanda, Kanada da diğer benzer nitelikte reformlar yapılmıştır. İki Savaş arasındaki bu dönem “Consolidation (Konsolidasyon)” yılları olarak bilinmektedir. Kendinden önceki 25 yılın yoğun yenilikleri ve 1945 sonrası olağanüstü büyüme dönemi arasına düşen iki dünya savaşı arasında yer alan bu dönem, çoğu kez refah devletinin oldukça sakin, hareketsiz bir dönemi olarak tanımlanır. Bu dönem, savaş sonrası refah devletinin dayandığı daha müdahaleci yönetim biçimine ilişkin kurum ve uygulamaların oluşturulmasında belirleyici olan dönemdir.83 Bu dönemde hükümetler ekonominin makro yönetimi ve tam istihdamın sürdürülmesinde etkin ve müdahaleci bir yol izleme imkânı açısından yeni tercihlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu dönemde sosyal politikanın teşviki yoluyla sınıflar arası çatışmaların hafifletilmesi ve sistemik krizlerden kaçınma amacına yönelik olarak ilk kez Birleşik Krallık‟ta devletin, örgütlü sermaye ve örgütlü işgücünün çıkarlarının görüşülmesi ve uzlaştırılmasına dayalı yeni bir yönetim sisteminin oluşturulduğu dönem olduğunu ileri sürmektedir. 83 Aktan, Kıvrak, s. 3. 40 Genel olarak iki dünya savaşı arasındaki döneme baktığımızda, devletin işçi sınıfının baskı ve mücadelesi ile hemen müdahale gerektiren acil durumlar karşısında çalışma şartlarını düzenlemek, fiyat ve kazançları düzenlemek, büyük kazançları vergilendirmek, işsizlere iş bulmak üzere harekete geçmek zorunda kaldığını söyleyebiliriz. Bu dönemde “sosyal yardım” devleti anlayışının giderek benimsendiği ve yaygınlaştığı görülmüştür. Ancak, sosyal yardım devletinde, sorunları önleyici bir tedbir alınmadığı gibi sonradan alınan önlemler de sorunları tedavi edici ve ortadan kaldırıcı değil, ancak dış belirtileri gidermeye ve olumsuz sonuçları hafifletmeye yönelik olmuştur.84 Sonuç olarak, bu dönemde devletin sosyal ve ekonomik hayata müdahalelerinin planlı ve kapsamlı olmadığını bu nedenle yapılan müdahalelerin beklenen sonuçları doğurmayınca yeni ve değişik müdahaleler yoluna gidildiğini söyleyebiliriz. C. Refah Devletinin YükseliĢi (1945-1975) Büyük Bunalım ve II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan sosyal sorunlar, savaş sonrasında toplum ve politikacılar tarafından daha fark edilir ve önemli bir hal almıştır. Buna bağlı olarak tüm fikir ve davranışlar da değişiklik göstermiş, Büyük Bunalım ve II. Dünya Savaşı sonrasında liberalizme karşı oluşan güvensizlikle birlikte liberal düşünceye karşı yöneltilen eleştiriler ciddi bir şekilde yeniden gözden geçirilmiştir. Bu dönemde ön plana çıkan sosyal dayanışma, vatandaşlık ve güvenilir bir yaşam fikri, kapitalizm ve sosyalizm arasında üçüncü bir yol olarak görülen refah devletinin gelişiminde etkili olmuştur. Savaşların ve ekonomik krizlerin özellikle sosyal tabakalar üzerinde yol açtığı tahribatları giderebilmek amacıyla devlet eliyle sosyal refah programlarının düzenlenmesi bir zorunluluk halini almıştır. Bu konuda, hem devlet hem de diğer sosyal taraflar arasında 84 Ayferi Göze, Liberal, Marxiste, FaĢist ve Sosyal Devlet, 3. Bs., İstanbul: Beta Yay., 1995 s. 127. 41 ortaya çıkan uzlaşma (refah devleti sözleşmesi), refah devletinin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır.85 Bu dönemde yaşanan büyük sıkıntıların giderilmesi ve daha iyi bir dünya için insanlar arasında ortay çıkan uzlaşmayı sınıflar arası konsensüs ve partiler arası konsensüs olarak iki şekilde değerlendirebiliriz. Sınıflararası konsensüs, emek açısından, geleneksel ekonominin sosyalizasyonu isteğinden ve sınıf savaşı ideolojisi ve uygulamasından vazgeçilmesi anlamına gelmektedir. Sermaye açısından ise; tam istihdam taahhüdünün ve ekonomide stratejik işletmelerin mülkiyetinin kamuya ait olmasının kabulünü ve refah devletinin desteklenmesini ifade etmektedir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme için emek ve sermaye genel amaçları paylaşmak zorundadır. Bu uzlaşma ekonominin makro planda devletçe yönetilmesini gerektirir. Bu nedenle devlet, sendika ve işverenler arasındaki ilişkileri koordine edecek, ekonomik büyüme için gerekli ön koşulları sağlayacak ve refah devletini idare edecektir. Partiler arası konsensüs ise; politik sürecin anayasal kuralları, sağ ve sol partilerdeki aşırı uçların marjinalizasyonu, politik bir uzlaşma ve pazarlık stili, seleflerin yasalarının büyük ölçüde kabulü ve örgütlü sermaye, örgütlü işgücü ve Keynesyen ekonomiye ilişkin belirli çıkar ve fikirler lehindeki eğilimlerin mobilizasyonu konularında genel bir uzlaşmayı ifade etmektedir.86 Tüm bunlar doğrultusunda ekonomide Keynesyen politikalara geçilmiş, bazı risklerin toplumca paylaşılması düşüncesi güç kazanmış, ekonomik alan ile sosyal alanların birbiriyle iç içe oldukları kabul edilmiş ve artık devletin sosyal boyutları olup olmadığı tartışması bir yana bırakılarak bu boyutların nasıl gerçekleşeceği konusu tartışılmaya başlanmıştır. Yaşanan bunalımların yanı sıra, iki savaş dönemi ve deneyimi de, hem emek ve sermaye olarak iki toplumsal tarafın birbirlerine yakınlaşmasında, hem de devletin daha etkin bir aktör konumuna gelmesinde etkili olmuş ve bu dönem sonrasında hem siyasetin, hem ekonominin yapı ve işleyişinde büyük değişiklikler meydana çıkmıştır. Bu genel 85 86 Gencay Şaylan, DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara: İmge Kitabevi, 1994, s.60. Aktan, Kıvrak, s.14. 42 yaklaşım içinde kuşkusuz uygulamaya konulan politikalar ülkeden ülkeye değişmektedir, ancak her ülkede yaşanan deneyimlerden çıkarılan ortak sonuçlar da vardır. Örneğin sosyal politika uygulamaları artık yalnız işçi sınıfı veya yoksul kesimlerin değil, herkesin yararınadır; özgürlük, eşitlik ve güvenlik ihtiyacı herkes için geçerlidir; büyüme ve refah için ekonomi kadar siyaset de gerekli ve önemlidir.87 Kısacası bu dönem, liberal ve sosyalist görüşler arasında bir sentez oluşturma yolundaki ilk aşama olarak da değerlendirilebilir. Bu dönemde toplumu meydana getiren sınıflar arasındaki gerginlikleri gidermek ve dengeyi sağlamak için sosyal reformlar yapmak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Çalışma hayatına aktif müdahale edebilecek sosyal devletin doğuşu bu neden ve ihtiyaçlardan kaynaklanmıştır. Tüm bunlar paralelinde bu dönemde devlet, toplumda sosyal refah ve ekonomik gelişmeyi ve bunun için ülkenin tüm üretim kaynaklarının en akılcı biçimde iradesini sağlama görevini üstlenmiştir. Ayrıca devlet, refah devleti uygulamaları sürdürerek, karma ekonomi ve tam istihdam politikaları ile sürdürülebilir kalkınma politikaları izlenmiştir. Bu gelişmeler sonucunda birçok Batı Avrupa ülkesinde önemli sosyal reformlara girişilmiş ve sosyal harcamalara ayrılan pay yükselmiştir. İngiltere'de savaş sonrası, savaş sırasında halkın çektiği yoksulluk ve sistemde mevcut bazı aksaklıklar için çözüm önerileri bulmak amacıyla kurulan “Sosyal Güvenlik Komisyonu”'nun Sir William Beveridge'in Başkanlığı'nda hazırladığı raporda; hastalık, pislik, cehalet, işsizlik ve yoksulluğu mücadele edilmesi gereken beş büyük sorun olarak görüyor, mevcut sosyal düzenin iyileştirilmesini, tedbirlerin herkes için tekdüze olması ve herkesi kapsaması gerektiğini ifade ediyordu. Tüm çalışanlar ve çalışmayanlar kapsama alınmalı, herkes aynı primi ödeyip, aynı haklara sahip olmalıydı. Devlet fertlere asgari düzeyde bir yaşam olanağı sağlamalı, kişiler fazlasını özel sigorta yoluyla elde etmeliydiler. Ailelerin yükünü hafifletecek çocuk parası sistemi ile tüm vatandaşları kapsayıcı bir sağlık sistemi kurulmalı, yüksek ve kararlı bir istihdam 87 Koray, s. 67-68. 43 düzeyine ulaşılmalıydı.88 Bu rapor çerçevesinde uygulanan tedbirler doğrultusunda İngiltere sosyal refah alanında önemli adımlar atmış ve 1945 yılından sonra bu tedbirler devletin başlıca görevleri arasına girmiştir. Fransa‟da da sosyal güvenlik alanında önemli gelişmeler yaşanırken ABD‟de bu dönemde yaşanan gelişmeler genel olarak sosyal güvenlik sisteminin dışında kalmıştır. 1946 yılında Tam istihdam yasası ile Keynesyen politikalar öngörülmüş ve devlete tam istihdamı koruma sorumluluğu verilmiştir. ABD‟de 1950‟li yıllarda sigorta kapsamı tüm işçi ve bağımlılarını içine alacak biçimde ve kapsanan riskler açısından genişletilmiştir. Sosyal refah devletinin ortaya çıkışı ve gelişim süreci ile ilgili olarak pek çok görüş ileri sürülmektedir. Tanör‟e göre sosyal devlet, liberal devletin hem ekonomik temellerini hem de siyasi yapısını bazı düzeltmelerle tamamlamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.89 Başbuğ da Tanör‟ün görüşünü paylaşmakta ve sosyal devletin liberal devletin dönüşmüş bir şekli olduğunu ileri sürmektedir. Başbuğ, “sosyal devletin ya kapitalizmin insanileşmiş bir biçimi ya da sistem karşıtı hareketleri, sistem içine çekmek için, yine sistem karşıtı hareketlerden ödünç alınmış düşüncelerden oluşan bir yapılanma” olarak algılandığını ve liberalizm veya liberal doktrine yöneltilen eleştirilerin sosyal devlete mal edildiğini belirtmektedir.90 Özlem‟e göre, devletin unsurları sanayi toplumunun bir ürünü olduğu için güçlü bir sermayenin, makineli üretimin ve standartlaşmış kitlesel ihtiyaçların bulunduğu bir ekonomik ortam ve kendi sınıflarının bilinci ile hareket eden kişilerin oluşturduğu bir toplum oluşturmaktadır.91 Devletin sosyal alana girmesi ve karışması, iktisadi ve sosyal bakımdan güçsüz kimselerin korunması amacına yöneliktir. Sosyal müdahaleciliğin esasına yönelik bu yaklaşıma sosyal politika da denebilir. Bunları 88 Ali Nazım Sözer, Sosyal Devlet Uygulamaları, Ankara: Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Yay., 1997 ss. 52-53. 89 Bülent Tanör, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, No.76, İstanbul, 1978, s. 87. 90 Aydın Başbuğ, “Liberal Siyaset ve Sosyal Devlet”, Yeni Türkiye, Sayı.25, Ocak-Şubat 1999, s. 264. 91 Özlem Doğan, “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Doğu-Batı Dergisi, Kasım, Aralık, Ocak 2000-01, Yıl:4 Sayı:13 s. 19-20. 44 yapan ve yürüten devletin sosyal ya da koruyucu sıfatıdır. İngiliz ve Amerikan siyasi sözlüğünde refah devleti terimi daha çok kullanılan bir deyimdir.92 Sonuç olarak sosyal refah devletinin ortaya çıkışı, gelişimi ve üstelendiği görevler açısından değerlendirdiğimizde, refah devleti kavramının, sanayileşmenin doğurduğu eşitsizliklere karşı gelişen tepkilerin bir ürünü olarak ortaya çıktığını ve sosyal devletin sosyal tabaka ve gruplar arasındaki çelişkileri gidermek suretiyle sosyal bütünleşmeyi sağlama, yaşama güvenliğini, tam istihdamı ve çalışma hayatının koruma görevleriyle birlikte gelişim sürecine girmiş olduğunu söyleyebiliriz. III. REFAH DEVLETĠNĠN SINIFLANDIRILMASI Büyük Bunalım ve ardından II. Dünya Savaşı sonrasında giderek büyüyen sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm olarak görülen Keynesyen politikalar çerçevesinde ortaya çıkan ve gelişen refah devleti doğrultusunda refah devletleri ile ilgili olarak yapılan çalışmalar da artmış, özellikle 1970‟li yıllardan sonra bu çalışmalar daha da yoğunlaşmıştır. Araştırmacılar refah devleti ile ilgili konularda bir dizi araştırma yapmış, bazı ülkelerdeki sosyal politikaların temelleri ve gelişimi ile uzun süre ilgilenmişlerdir. Refah devleti 1970‟li yıllardan itibaren teorik olarak ele alınmıştır. Refah devletinin sınıflandırılması yapılan bu çalışmaların içinde yer almaktadır. Araştırmacılar, kaç tür refah rejimi olduğunu ve hangi ülkelerin hangi refah rejimleri altında yer aldığını tespit etmeye çalışmışlardır. İzlenen refah politikalarını takip etmişler, bu politikaların istatistiksel analizi ile ülkeleri rejim türlerine göre gruplandırmışlar, rejim türlerini ve refah devletlerinin gelişimini açıklayıcı teoriler ortaya koymuşlardır.93 Aşağıda refah devletleri ile ilgili olarak yapılan sınıflandırma çalışmaları ele alınacaktır. 92 Tanör, s. 87. Alexander Hick, Lane Kenworthy, “Varieties of Welfare Capitalism”, LIST Working Paper Series, No: 316, New York: Syracuse University, August 2002, s. 1. 93 45 A. Refah Devleti ile Ġlgili Sınıflandırma GiriĢimleri Refah devleti ile ilgili olarak yapılan çalışmalar 1970‟li yıllarda başlamış ve özellikle 1990‟lı yıllarda önemli bir artış göstermiştir. Bu çalışmalar refah devletinin temelini ve gelişimini sosyal politika uygulamaları ile ilgili olarak tarihsel ve karşılaştırmalı bir şekilde ele almıştır. Refah devletinin gelişimi ile ilgili çalışmalar temel olarak iki yaklaşıma sahiptir. Bunlardan birincisi, refah devleti girdileri, çıktıları ve süreçlerini ölçümlemeyi amaçlayan kantitatif verilerin istatistiksel analizleri ile ilgilenmektedir. İkinci grup araştırmalar ise, farklı refah devletlerinin detaylı gelişim süreçlerine kalitatif olarak yaklaşan vaka çalışmalarıdır. Her iki alanda da çok sayıda yapılmış çalışma vardır. Örneğin, EspingAndersen‟in rejim analizi, kantitatif bir araştırmadır. Castles ve Mitchell94 gibi birçok araştırmacı da benzer yöntemi kullanmıştır. Diğer yandan Pierson95‟ın “yeni politikalar” analizi ise, bir vaka çalışmasıdır. Kantitatif yaklaşıma sahip olan çalışmalarda, genellikle 1980‟ler ve 1990‟ları kapsayan veriler kullanılmaktadır. 2000‟in ötesine geçen çalışma sayısı çok azdır.96 Refah devletlerinin ülkelere ve onların ekonomik gelişimlerine bağlı olarak birbirlerinden farklı kriterlere göre gelişmeleri nedeniyle araştırmacılar kaç tür refah rejimi olduğunu ve hangi ülkelerin hangi refah rejimleri altında yer aldığını tespit etmeye çalışmışlardır. Ülkelerde izlenen refah politikalarını inceleyip takip etmişler ve bu 94 F. Castles, D. Mitchell, “Three Worlds of Welfare Capitalism or Four?”, ANU, Graduate Programme in Social Policy, 1990, Paper No:.21 95 Paul Pierson, Dismantling the Welfare State? Reagan, Thatcher and the Politics of Retrenchment, Cambridge University Press, 1994 & Paul Pierson, “The New Politics of the Welfare State”, World Politics, Vol.: 48, Issue:2, 1996. & Paul Pierson, (Ed.), “The New Politics of the Welfare State”, London: Oxford University Press, 2001. 96 Taylor-Gooby, “The Silver Age of the Welfare State: Perspectives onResilience”, COST A 15 Second Conference on Welfare Reforms For the 21st Century, http:/www.isaf.no/nova/nyheter/kalender/COSTa15/Papers/Taylor-Gooby.pdf, (Çevirimiçi: 06.05.2002), s. 8. Aktaran: Süleyman Özdemir, “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah Devletlerinin Sınıflandırılması Üzerine Bir İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 3. 46 politikaların istatistiksel analizi ile ülkeleri rejim türlerine göre gruplandırmışlardır. Ülkelerin rejim türlerini ve refah devletlerinin gelişimini açıklayıcı teoriler ortaya koymuşlardır. Araştırmacılar ülkeleri değişik rejimler ve modeller açısından sınıflandırmaya çalışmaktadır. Bu konudaki ilk çalışmalar, Wilensky ve Lebeaux‟un 1958‟de yazdığı ve refah devletlerini iki türe ayıran çalışmaya kadar götürülebilir. Bu iki araştırmacı, sosyal refah kurumlarına “kalıntı” (residual) ve “kurumsal” (institutional) bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına göre, normalde refah sağlaması gereken kurumlar olan aile ve piyasa bu işlevini yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete düşmektedir. Kurumsal refah rejimi yaklaşımına göre ise, normal olan devletin refah sağlama işlevidir. Bu işlev, modern sanayi toplumlarının en önde gelen görevidir.97 Daha sonra, refah devleti Richard Titmuss tarafından “kalıntı refah modeli” (residual welfare), “endüstriyel başarı–performans modeli” (industrial achievement– performance), “kurumsal–yeniden bölüşümcü model” (institutional redistributive) olarak farklı bir yaklaşımla üçe ayrılmıştır. Refah devletlerini sınıflandırmada kullanılan bir diğer yaygın ayrım, sosyal koruma sağlamada finansmanı kimin üstlendiğine göre devletleri üçe ayırmaktadır. Bunlar kısaca, her çalışanın sosyal refah hakkını, kendisinin ya da işvereninin ödediği katkıya bağlı kılan “Bismarck Modeli” (Bismarckian Model); bir ülkenin tüm nüfusuna yönelik genel bir sigorta anlamına gelen “Beveridge Modeli” (Beveridgian Model) ile bu ikisinin karışımından oluşan “Karma Model” (Hybrid Model)‟dir.98 97 Martin Powell, Armando Barrientos, “Theory and Method in the Welfare Modelling Business”, Paper presented at the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms for the 21st Century, Oslo, 5–6 April 2002, pp. 1–18. 98 Ali Nazım Sözer, Türkiye’de Sosyal Hukuk, Ankara: Kamu–İş Yay., 1994. 47 Furniss ve Tilton tarafıdan da refah devleti, kullanılan araçlar, müdahale biçimleri, yararlanan gruplar ve sosyal politika vizyonları göz önünde bulundurularak “pozitif devlet” (positive state), “sosyal güvenlik devleti” (the social security state) ve “sosyal refah devleti” (social welfare state)‟ olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Bu üç rejim tipi için ABD, İngiltere ve İsveç‟i örnek olarak göstermişlerdir.99 Diğer yandan Jane Lewis, cinsiyete dayalı olarak refah devletlerini “ekmek kazanan erkek” ve “ev işleri yapan kadın” ayrımı çevresinde “güçlü”, “ılımlı” ve “zayıf” ekmeği kazanan erkek modeli olmak üzere üç sınıfa ayırmıştır. Bu konuya benze olarak Orloff da sosyal politika uygulamalarında cinsiyet ayrımı açısından daha duyarlı olunması gerektiğini savunan feminist anlayış ile mevcut temel anlayışı uzlaştırmanın yollarını aramaktadır. Alexander Hicks de, refah rejimlerinin en iyi şekilde iki türe indirgenerek sınıflandırılabileceğini öne sürmektedir. Onun sınıflandırmasına göre, Esping–Andersen‟in ilk iki kategorisi (sosyal demokrat ve liberal refah rejimleri) temel olarak iki boyuta sahiptir; bunlar evrensel yararlar ve gelir araştırmasıdır (income–test). Bu boyutlar, birisinde zayıf, diğerinde ise kuvvetlidir. Sosyal demokratik ülkelerde herkese yönelik “düz oranlı” yararlar söz konusudur, bu yüzden gelir araştırması programları kullanılmaz. Liberal ülkelerde ise emeklilik maaşları ve sağlık sigortası özel sektöre dayanmaktadır. Bu ikisi birlikte, Hicks‟in sınıflandırmasında “gelişimci liberalizm” (progressive liberalism) ismini almakta, ikinci tür ise “geleneksel muhafazakarlık” (traditional conservatism) olarak adlandırılmaktadır.100 (muhafazakar–Kıta Geleneksel Avrupası refah muhafazakarlığı, Esping–Andersen‟dekinden rejimleri) temel ayıran nokta, geleneksel muhafazakarlığın cömert ve uzun ömürlü işsizlik ödenekleri, işverenlerin sosyal sigorta vergi yükleri, toplu pazarlık kapsamının genişlemesi konuları üzerinde durmasıdır. 99 Süleyman Özdemir, “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah Devletlerinin Sınıflandırılması Üzerine Bir İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 3. 100 Alexander Hick, Lane Kenworthy, ss. 15. 48 Wildeboer Schut ve arkadaşları tarafından yakın bir dönemde farklı değişkenler kullanılarak yapılan bir başka refah rejim çalışmasında da üç tür refah rejiminin varlığı söz konusu olmuştur. B. Esping-Andersen’in Temel Üçlü Sınıflandırması Refah devletlerinin sınıflandırılması konusunda birçok araştırmacıya ışık tutan önemli gruplamalardan biri de Gosta Esping-Andersen‟in yapmış olduğu üç tür refah rejimi ayrımıdır. Gosta Esping-Andersen refah rejimlerini liberal refah modeli (ABD, İngiltere), muhafazakâr veya Kıta Avrupası refah modeli (Fransa, Almanya, Belçika), ve sosyaldemokratik veya İskandinav refah modeli (İsveç, Danimarka) olmak üzere üç gruba ayırmıştır. Gosta Esping-Andersen‟ın refah rejimi anlayışı Tablo 1‟de ele alınmıştır. 49 Tablo 1: Esping–Andersen’in Üç Tür Refah Kapitalizmi Rejim “Liberal” “Muhafazakar” “Sosyal Demokrat” Önde gelen ABD, İngiltere Almanya İsveç Felsefi Temeli Klasik liberalizm Sosyalizm/Marksizm Dekomüdifikasyon Düşük Muhafazakar sosyal politika Orta Sosyal haklar Gereksinim Katkıya Dayalı Evrensel örnekleri Yüksek Temelli Refah Örnekleri Karma Hizmetler Transfer Ödemeleri Kamu Hizmetleri Haklar Düz oranlı Katkıya Dayalı Yeniden Dağıtıcı Devlet (mesleksel) Devlet (evrensel) ödenekler Sosyal Politika Piyasa (kalıntısal) Sağlayan Kurumlar Kaynak: Bernhard Ebbinghaus, Philip Manow, “Introduction: Studying Varieties of Welfare Capitalism”, Comparing Welfare Capitalism: Social Policy and Political Economy in Europe, Japan and the USA, London: Routledge, 2001, s. 8. and Rebecca A. Van Voorhis, “Different Types of Welfare States? A Methodological Deconstruction of Comparative Research”, Journal of Sociology and Social Welfare, Vol.: XXIX, No: 4, December 2002, s. 5. Aktaran Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007, s. 132. Bu üç gruptan ilki olan liberal refah rejimleri, “kalıntı refah rejimleri” ve “Anglo– Sakson model” olarak da adlandırılmaktadır. Piyasa mantığı tarafından şekillendirilen bu modelde vatandaşlara devlet tarafından sağlanan yardımlar asgari düzeyde ve gelir araştırmasına bağladır. Bu nokta bu model yaralananları damgalayıcı bir nitelik taşımaktadır. 50 Bu modelde devlet İskandinav ülkelerindeki gibi tam istihdam amacını gütmemektedir. Ayrıca devlet muhafazakâr ülkelerde olduğu gibi sosyal sorunlarla karşılaşıldığında gidermeyi de ön görmemektedir. Bu modelde devlet sadece son çare olarak başvurulan ve sosyal sigorta yararları oldukça mütevazı bir merci görevi üstlenmektedir. Bu model için ABD, Kanada ve Avustralya örnek teşkil etmektedir. İngiltere ve Yeni Zelanda da bir dereceye kadar bu tür refah rejimine sahiptir.101 Liberal refah rejimi kapsamındaki ülkelerde, sosyal demokrat refah rejimi ülkelerinden farklı olarak, kamu sektörü istihdamının düşük, özel sektör istihdamının ise OECD ortalamasının üzerinde olduğu görülmektedir.102 Sendikaların genel olarak güçsüz olduğu bu ülkelerde, ücretler arasında orta ve yüksek düzeyde farklılıklar, gelir dağılımında da eşitsizlik söz konusudur. Bu ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranları görece olarak yüksektir. Vergi oranları düşük düzeylidir. Artan Sosyal eşitsizlik ve yoksulluk bu ülkelerin temel sorunlarıdır. Bu ülkelerde refah devleti olanaklarının sınırlı olması ve bu ülkelerin sadece minimum gelir garantisi sağlaması nedeniyle herhangi bir finansman krizi yaşanmamaktadır. Devletin çok sınırlı bir düzeyde müdahalede bulunması nedeniyle bu modelde devlete “gece bekçisi devleti” olarak değinilmektedir.103 Tüm bunlar doğrultusunda, liberal refah modeline genel olarak baktığımızda devletin yalnızca muhtaç durumda olanları seçerek minimum düzeyde yaptığı yardımlarla kamu sorumluluğunun sınırlandırıldığı görülmektedir. Bu üç gruptan ikincisi olan muhafazakâr-korporatist refah modeli muhafazakâr– korporatist refah rejimleri” (conservative–corporatist welfare regimes), “sosyal sigorta modeli”, “Kıta Avrupası modeli”, “kurumsal refah rejimleri”, “Bismark ülkeleri modeli”, “Alman modeli” ve daha yakın zamanlarda ise “Hristiyan Demokratik rejimler” gibi104 pek çok farklı ad almaktadır. Terimin klasik Avrupa bakış açısından anlamı muhafazakarlıktır, 101 Pierson, s. 2 Aktaran Özdemir, s. 106. Şermin Marangoz, “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001 s. 103. 103 Marangoz, 103-104. 104 Özdemir, s. 108 102 51 çünkü kapitalizm öncesi kökenlerini Kıta Avrupası‟nın kraliyet rejiminin elitlerinde bulmak mümkündür. Orijini itibariyle anti–liberal bir yapıdadır. Çünkü piyasa verimliliğinden çok, geçmişten miras kalmış hiyerarşik sosyal düzeni muhafaza etmekle daha çok ilgili bulunmaktadır. Sosyal haklar geniştir ve özel refah düzenlemelerinin (piyasa) yalnızca marjinal bir rolü söz konusudur.105 Bu rejim türünde haklar ve ayrıcalıkların sınıf ve statü bazında farklılıklar gösterdiği ve gelirin yeniden dağılımının marjinal olduğu görülmektedir. Bu yönüyle bu rejim türü korporatist bir yapıya sahiptir. Bu devletler, devlet yardımı prensibini esas alıp piyasanın önceliğini reddeden, sosyal refahın merkezi olarak ailenin önceliğini vurgulayan Hristiyan Demokratik (örneğin Katolik) doktrinlerin etkisi altında kalmıştır. Aile muhafazakârlar için toplumdaki en önemli kurumdur. Bu nedenle ekmeği kazanan erkeğe çok büyük değer yüklenmektedir. Evli kadınların iş piyasasına girmeleri desteklenmemektedir. Kadınlara ve düzensiz iş kariyeri olan işçilere için sosyal güvenlik yetersiz güvenlik sağlamakta ve bu nedenle eleştiri almaktadır. Bu ülkelerdeki sosyal harcamalar, liberal refah devletlerdekinden önemli bir oranda daha fazladır ve gelir transferleri, erkek aile reislerinin gelir gereksinimlerini karşılamada yeterlidir. Kadının istihdamını (çocuklarına kreş hizmetleri sunarak) ve kadınlara iş sağlamayı kolaylaştıran sosyal hizmetler sınırlı olan bu yapıda hem toplam istihdam düzeyi, hem de kadınların işgücüne katılım oranları düşüktür. Çünkü bu ülkeler istihdamı yüksek tutmak yerine sosyal sorunları sosyal güvenlik yoluyla gidermeyi tercih etmişler ve gelir kaybına uğrayan bireyler için telafi edici politikalar uygulamayı tercih etmişlerdir. Bu durum bireyleri iş piyasasından çıkışa ve hatta piyasaya girmemeye teşvik etmektedir. Kıta Avrupası‟nda, sigorta bazlı geliri telafi edici düzenler söz konusu olduğundan, hizmetler esas itibariyle katkıya dayalı finans sistemiyle yürütülmektedir. Cömert sigorta hakları (emeklilik sistemleri), standart işçi ücretlerinden yüksek katkı paylarının 105 Özdemir, s. 8. 52 kesilmesini gerektirmektedir. Yüksek katkı payları, işletmeleri istihdam yaratmaktan alıkoymakta, işçilerin erken emekliliği için baskılar oluşturmakta ve yeni istihdam olanaklarının ortaya çıkmasını engellemektedir.106 Son olarak üçüncü rejim, “İskandinav modeli” ya da “modern refah rejimleri” olarak da bilinen sosyal demokrat refah rejimleridir. Evrensellik, sosyal dayanışma, sınıflar arası eşitlik ilkelerinin ön plana çıktığı bu rejimde devletin yoğun sosyal haklar sağladığı, özel refah düzenlemelerinin ise marjinal bir düzeyde olduğu bir toplum modeli temsil edilmektedir. Gereksinimlerin karşılanması konusunda sınırlı bir politika izlemek yerine eşitliği hedefleyerek gereksinimleri yüksek düzeylerde karşılayan bir refah devleti anlayışı söz konusudur. Bu ülkelerde vergi ve istihdam düzeyleri yüksektir. İstihdam politikaları devletin birincil öncelik verdiği sosyal politikasıdır. İstihdam içinde kamu istihdamı, OECD ülkeleri ortalamasının iki katıdır (ancak, özel sektör istihdamı ise ortalamanın biraz altındadır). Kadınların işgücüne katılım oranları yüksektir. Bu nedenlerden ötürü, “istihdam genişletici refah devleti modeli” ya da “tam istihdam sağlayıcı refah devleti modeli” olarak da adlandırılmaktadır.107 Bu rejim türünün önde gelen örneklerinden olan İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Finlandiya‟da 1990‟lı yıllardan itibaren sosyal politika uygulamalarının giderek artması ile birlikte iş piyasalarının özel sektördeki işgücü talebini arttırmak yönünde yeniden yapılandırması gereği duyulmuştur. Halkında önemli desteği ile birlikte maliyetlerin düşürülmesi konusu üzerine durularak problem çözücü bir yaklaşım sergilenmiştir. 106 Maurizio, Ferrera, Anton Hemerijck ve Martin Rhodes, “Recasting European Welfare States for the 21st Century”, European Review, (Special Issue on “The Future of the Welfare State”), (Ed. Stephan Leibfried), 2000, pp. 432. 107 Stephens, John D., “The Scandinavian Welfare States: Achivements, Crisis, and Prospects”, Welfare State in Transition: National Adaptations in Global Economies, (Ed.: Gøsta Esping–Andersen), London: Sage Publ., 1996, pp. 34. 53 Esping-Andersen‟in değişen refah devleti sınıflandırması Tablo 2‟de ele alınmıştır. Tablo 2: Esping–Andersen’in DeğiĢen Refah Devleti Sınıflandırması 1990’da Yaptığı Sınıflandırma Sosyal Demokrat : Norveç, İsveç, Danimarka, Finlandiya, Hollanda Liberal : Amerika, Kanada, İsviçre, Avustralya, Japonya Muhafazakar : İtalya, Fransa, Avusturya, Almanya, Belçika Sınıflanmayanlar : İrlanda, Yeni Zelanda, İngiltere 1999’da Yaptığı Sınıflandırma : Danimarka, Norveç, İsveç, Finlandiya, Hollanda ve Evrensel (bir dereceye kadar) İngiltere Kalıntı : Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Amerika ve (bir dereceye kadar) İngiltere Sosyal Sigorta : Avusturya, Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya Sınıflanmayan : İrlanda, İsviçre Kaynak: Gøsta Esping–Andersen, The Three Worlds of Welfare Capitalism, Princeton: Princeton University Press, 1990, s. 74.: Gøsta Esping–Andersen, Social Foundations of Postindustrial Economies, New York: Oxford University Press, 1999, s. 85–86. Aktaran Özdemir, 2007, s. 134. C. Esping-Andersen’in Sınıflandırmasına Yönelik EleĢtiriler ve Katkılar Esping-Andersen‟in üçlü refah rejimi yapısının yeterli olmadığı, daha gerçekçi bir sınıflandırma için daha fazla sayıda rejim türüne gereksinim olduğu ve ülke sınıflandırmalarının doğru bir biçimde gerçekleştirilmediği iddialarıyla eleştirilmektedir. 54 Ayrıca rejim türleri arasındaki karmaşıklığı önemsemediği ve aşırı derecede basitleştirdiği için ve aile ve diğer enformel bağların refah sunumunda önemli rol oynadığı Güney Avrupa refah devletlerini sınıflandırmaya dahil etmediği için, başta Leibfried olmak üzere bazı kişilerce eleştirilmektedir. Daha sonraki sınıflandırmalarda, Güney Avrupa refah devletleri altında yer alan İtalya, İspanya gibi ülkeler, Kıta Avrupası refah rejimleri kategorisi içinde yer almıştır. Bunun yanında, ABD ile İngiltere‟nin aynı kategori içinde yer alması da eleştirilmektedir. Çünkü bu iki ülkenin kolay bir şekilde bir araya getirilmesi çok da mümkün gözükmemektedir. İngiltere, İskandinav modeline yakın olan bir evrensel Ulusal Sağlık Sistemi‟ne sahiptir.108 Bunlarla birlikte bu sınıflandırma, kadınlara yönelik bir ayrıştırma yapılmaması ile ilgili olarak feminist anlayış açısından da eleştirilmiştir. Ayrıca feminist yazarlar, EspingAndersen‟in hala bir refah devletinin ne olması gerektiği ile ilgili geleneksel bir sosyal demokratik modele çok angaje olması konusunu da ısrarla eleştirmektedir. Diğer yandan, bu sınıflandırma, refah devletlerini sınıflandırma konusunda iş piyasası göstergelerine, sadece belirli bir grup açısından açısından bakması nedeniyle yoğun bir şekilde eleştirilmektedir. Bu durum, Esping-Andersen‟in sınıflandırmasının yoğun bir kabül görmediğini ve sıkça eleştirildiğini göstermektedir. Bazı araştırmacılar ise, Esping Andersen‟in tipolojisini spesifik programlara veya program gruplarına uygulamaya çalıştığı görülmektedir. Karşılaştırma temeline dayalı bu sınıflandırma son derece önemli bir kaynak olmuştur. Çünkü 1990‟ların karşılaştırmalı refah devleti literatürü içinde yer alan tüm çalışmalar bu çalışma üzerine kurulmuştur. Güney Avrupa refah rejimleri, Doğu Avrupa refah rejimleri, Asya refah rejimleri, Radikal refah rejimleri bu çalışmalara örnek teşkil etmektedir. “Tam Oluşmamış Model”, “Katolik Korporatist Model” ya da “Latin Kuşağı Modeli gibi çeşitli şekillerde adlandırılan Güney Avrupa refah rejiminde ülkelerin anayasalarına bakıldığında modern refah devletinde olması gereken tüm kurumsal 108 Özdemir, 2004, s. 118. 55 gelişmeler vaat edilirken ülkelerin kurumsal yapısı ve vatandaşlarına sağladığı sosyal olanaklar çok yetersizdir.109 1980‟li yılların sonunda 1980‟lerin sonunda, Doğu Avrupa‟nın komünist ülkelerinde yaşanan politik, ekonomik ve sosyal değişimler, Sovyet güdümündeki komünist rejimlerin sonunun geldiğini haber veriyordu. Esping–Andersen‟in 1990‟da çerçevesini çizdiği sınıflandırma, anlaşılır bir şekilde Doğu Avrupa‟da ortaya çıkan yeni demokrasileri içermekten uzak kalmıştır. Bu sebeple, birçok araştırmacı, Esping–Andersen‟in sınıflandırmasını, Doğu Avrupa‟nın hâlihazırdaki durumuna uydurmaya çalışmıştır.110 Bu doğrultuda “Doğu Avrupa Refah Rejimleri” (East European Welfare Regimes)‟nden yeni bir tür olarak ortaya çıkmıştır.111 Refah devleti ile ilgili oarak yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda gelişmiş ekonomilere sahip ülkeler dışında da refah konularına ilgi duyulmuştur. Şimdiye kadar bir “Japon ve Konfüçyen refah modeli” oluşturma çabaları sınırlı başarı göstermiş olmasına rağmen, bu ilgi komşu “Asya Kaplanlarına”na doğru yayılmıştır.112 Ian Guogh‟un “Asya refah rejimleri”ni açıklamaya yöenlik yaptığı çalışma dışında Ramesh Mishra da refah rejimlerini Anglo-Sakson (Amerika), Batı Avrupa (Almanya) ve Doğu Asya (Japonya) olmak üzere üç gruba ayırmıştır. Castles ve Mitchell Esting-Andersen‟in tipolojisini hem teorik hem de ampirik bakımdan incelemiş, inceleme sonucunda üçlü refah rejimine dördüncünün (“radikal rejim” – radical regime) eklenmesi gerektiği kanaatine ulaşmışlardır.113 Castles ve Mitchell‟in ilk üç rejimi, büyük oranda Esping–Andersen‟in sınıflandırmasının bir kopyasıdır.114 A rejimi 109 Özdemir, 2004, s. 120 Keith Pringle, “Europe and Social Welfare”, Children and Social Welfare in Europe, Buckingham: Open University Press, 1998, ss. 10. Aktaran: Özdemir, 2004, s. 120. 111 Özdemir, 2004, s. 122. 112 Özdemir, 2004, s.122. 113 Özdemir, 2004, s.123. 114 F. Castles, Comparative Public Policy, Cheltenham: Edward Elgar Publ., 1998. Aktaran: Özdemir, 2004, s. 123. 110 56 (düşük transferler ve yarar eşitliği), liberal rejim türüne karşılık gelmektedir. B rejimi (yüksek transferler / düşük yarar eşitliği) muhafazakar rejim türüne, D rejimi ise (yüksek transferler ve yarar eşitliği) sosyal demokratik rejim türüne denk düşmektedir. Bunların yanında, bir de dördüncü bir rejim türü (C) vardır ki (düşük transferler / yüksek yarar eşitliği), yukarıda ismi geçen bazı ülkeler de bu rejim türü içinde yer almaktadır.115 Sonuç olarak Esping-Andersen‟in üçlü sınıflandırmasına ve sonrasında yapılan çalışmalara baktığımızda, Esping–Andersen‟in yaptığı refah rejimleri sınıflandırmasının literatüre olan katkısının oldukça önemli olduğunu görmekteyiz. Refah devleti rejimlerini gelişmişlik açısından sıraladığımızda “İskandinav refah rejimleri”, refah devletlerinin en gelişmişlerinin yer aldığı bir kategori olduğunu ardından bu rejimi “Kıta Avrupası refah rejimleri”nin takip ettiğini söyleyebiliriz. En zayıf refah devletlerini yer aldığı rejim ise,“liberal refah rejimleri” olmaktadır. Küreselleşme süreci öncesinde batı toplumlarında refah anlayışının kalıntı refah anlayışından, kurumsal refah anlayışına doğru doğal bir dönüşüm yaşadığı görülmektedir. Ancak, 1970‟li yıllar sonrasında küreselleşme süreci ile birlikte tam tersi bir doğrultuda, kurumsal olandan kalıntı olan anlayışa doğru bir yöneliş başlamıştır. Bu durumda refah devletleri, en gelişmiş refah devleti modeli olan “İskandinav refah modeli” yönünde bir yol takip ederken, küreselleşme sonrası dönemde tam tersi bir şekilde liberal refah devleti modelini takip etmeye başlamıştır. IV. REFAH DEVLETĠNĠN FONKSĠYONLARI Devletin dört temel işlevi bulunmaktadır. Bunlar; düzenleyici işlevi, ekonomik politika oluşturucu işlevi, geliri yeniden dağıtıcı işlevi ve işveren kimliğidir. Bu işlevlerden birincisine baktığımızda, refah devletinin var olan düzenleyici görevleri listesinin çok geniş olduğunu söyleyebiliriz. Devlet, faiz oranlarını denetler, işyerlerinin açılış saatlerini 115 Martin Powell, Armando Barrientos, ss. 5. 57 belirler, işçilerin çalışma yaşına ve çalışma saatlerine sınır koyar, kayıt dışı çalışmayı yasaklar, tüketiciyi koruma kanunları çıkartır, piyasada kredi işlerini kontrol eder, çevre kirliliğini denetler, sit alanı içindeki özel mülk sahiplerinin devletin yazılı izni olmaksızın pencerelerini değiştirmelerini yasaklar vs. Bunların hepsi, devletin görevleri arasında yer alan hususlardan bazılarıdır.116 Devletlerin düzenleyici görevlerinin dışında ekonomik büyümeyi devamlı hale getirebilmek için ekonomik politikalar üretme görevleri de vardır. Devletler vergi, para ve gelir politikaları ile ekonomiye müdahale ederler. Gelir dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek amacıyla devletler geliri yeniden bölüştürücü politikalar izlemektedir. Devletin bu işlevi toplumsal uçurumları ve çatışmaları azaltmak anlamında oldukça önemlidir. Rekabet gücüne ve piyasalara dayalı olan liberal devlet modelinde devletin iç ve dış güvenlik, adalet ve altyapı dışındaki temel görevleri haricinde hiçbir şeye müdahalede bulunmaması asıldır. Dolayısıyla, piyasalarda düzeni “görünmez el”e bırakan liberal modelin, adalet ve eşitlik duyguları ile gelir güvencesi ve gelir adaleti sağlaması, görevleri arasında değildir.117 Ancak, bu durumda ortaya çıkan gelir dağılımı eşitsizliklerini gidermek amacıyla devlet vergi ve harcamalar yoluyla müdahale edebilir. Devletin işveren kimliği işlevine baktığımızda, kamu sektörünün 1945‟lerden küreselleşme sürecine kadar hızlı bir büyüme içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte yine aynı dönemde kamu sektörünün istihdam içindeki payı oldukça artmıştır. Bu durum da devletin istihdam üzerindeki etkinliğini arttırmıştır. 116 117 Özdemir, s. 47. Özdemir, s. 49. 58 V. REFAH DEVLETĠNĠN GÖREVLERĠ Refah devletinin görev alanı oldukça geniştir. Refah devletinin görevlerini, sosyal güvenlik görevi, eğitim sağlama görevi, sağlık hizmetleri verme görevi ve geliri yeniden dağıtma görevi olmak üzere dört başlıkta inceleyebiliriz. A. Sosyal Güvenlik Görevi Sosyal güvenlik sosyal refah devletinin ortaya çıkışında etkili olan en önemli faktörlerden biridir. İnsan yaşamında, sosyal güvenliğin anlamı ve önemine tarihsel bir perspektiften bakıldığında, insanların gelecekte karşılaşabilecekleri ekonomik ve sosyal risklere karşı korunma isteği ve güdüsünün her zaman olageldiği görülmektedir. Bununla beraber modern anlamda sosyal güvenlik hizmetleri ortaya çıkana kadar geçen süreçte, riskten korunma işleminin gerek ahlaki gerek dini gerekçelerle, toplumun gelir düzeyi yüksek kişilerince yapılan yardımlar yoluyla, belirli ölçülerde yerine getirildiği bilinmektedir. Ancak, bu yardımlaşma sistemi, düzenli ve önceden belirlenmiş olmaması ve zorunlu değil gönüllü olarak yapılması bakımından kişilere, yaşam süreci içerisinde karşılaşabilecekleri riskler hususunda teminat olabilmede eksik kalmıştır. Bu noktada diğer dayanışma türlerinin aksine düzenli, önceden belirlenmiş ve zorunlu katılımlar öngören sosyal dayanışma sistemi ortaya çıkmıştır. Sosyal dayanışma yaşlılık, engellilik, hastalık, doğum, ölüm, işsizlik gibi risklerle karşılaşan insanların yaşam seviyelerini muhafaza etmek ve geliştirmek için gelirin yeniden dağıtımını sağlayan araçların bütünüdür.118 Sosyal devletin amacına ulaşmada kullandığı en önemli araç sosyal güvenlik hizmetleridir. Sosyal güvenlikle ilgili olarak çok çeşitli tanımlar olmakla birlikte en genel temalardan yola çıkıldığında sosyal güvenlik kavramı “insanlara çalışma kabiliyetinin hiç olmaması ya da sonradan kaybı halinde kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu yakınlarının asgari geçim seviyesini teminine yetecek gelir düzeyinin ve yaşam süreci boyunca 118 Alain Euzeby, “Social Protection: Values to be Defended!”, International Social Security Review, Vol. 57/2, 2004, s. 109. 59 karşılaşabilecekleri belli başlı bazı riskler karşısında güvencenin sağlanması” olarak tanımlanabilir.119 Sanayileşme süreciyle birlikte fizyolojik ihtiyaçlarına yeten bir gelir elde eden işçilerin bu düşük gelir düzeyi ile sosyal güvenlik ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları konusunda klasik iktisatçıların bir çözüm önermemeleri sonucunda olayların gelişimi, devleti sonuçta sosyal güvenlik alanında bir rol oynamaya zorlamıştır. 120 I. Dünya Savaşı sonrasında Büyük Bunalım‟ın da etkisiyle işsizlik giderek atarken çalışma koşulları kötüleşmiş ücretler de ise düşüş yaşanmıştır. Tüm bunlar işçilerin tepkisini toplamış ve işçilerin örgütlenmesine ve politik alanda bir baskı grubu oluşturmalarına neden olmuştur. Bu durum devleti sosyal güvenlik önlemleri almaya yöneltmiştir. Bu nedenle iki büyük dünya savaşı yılları arasında, sosyal sigortaların genişlediği görülmektedir. Sosyal sigorta sistemi, hem yeni riskler (işsizlik), hem de nüfus kapsamı bakımından genişletilmiştir. Özellikle, II. Dünya Savaşı sonrasında, 1950‟ye kadar birçok ülkenin kapsamlı sosyal reformlar yaptığı, bunun sonucunda, neredeyse tüm Batı Avrupa ülkelerinde iş kazalarını, yaşlılığı, hastalık ve işsizliği kapsayan kapsamlı sosyal sigorta programlarının yerleştiği görülmüştür.121 Başlangıçta, tabandan gelen baskılar nedeniyle gelişmiş Batı ülkelerinde başlayan bu sistem, önce yasalar ve sonra anayasalarda en önemli insanlık haklarından birisi olarak yer almıştır. Bu haklar, daha sonra uluslararası sözleşmelerle “uluslararası ortak normlar” haline gelmiştir.122 Günümüzde ise, gittikçe gelişen refah devleti anlayışının bir sonucu 119 Arne Tostensen, “Towards feasible social security systems in sub-Saharan Africa”, CMI working papers, May 2004. 120 Cahit Talas, Cahit Ekonomik Sistemler, 5. Baskı. İmge Kitabevi, 1999, Ankara, s.205. 121 Kuhnle, Stein ve Matti Alestalo, “Growth, Adjustments and Survival of European Welfare States”, Survival of the European Welfare State, y.y.: Routledge Publ., 2000, ss. 3–18. 122 Gürhan Fişek, “Sosyal Devletsiz Bir Sosyal Güvenlik...”, (Çevrimiçi): http://www.fisek.org/108.php, 29.04.2009, s. 1. 60 olarak, sosyal güvenlik, toplumu oluşturan bütün bireyleri doğumlarından ölümlerine kadar kuşatmış bulunmaktadır.123 Ülkeden ülkeye farklılaşabilse de, evrensel olarak sosyal güvenlik sistemlerinin belli başlı üç dayanak üzerinde durduğu söylenebilir. Bunlar sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetlerdir.124 Sosyal güvenlik kavramı her ne kadar sosyal yardım ve sosyal hizmetleri de içeren geniş bir anlama sahip olsa da, sosyal güvenlik sistemleri ağırlıklı olarak sosyal sigortalar temelinde oluşmuştur.125 Sosyal sigortalar sisteme katılımın zorunlu olduğu, katılanların sistemin finansmanına prim ödemeleri şeklinde ve yine mecburi olarak katkı yapmalarını öngören, topladığı bu primlere karşılık olarak katılımcılarını yaşam süreci içerisinde karşılaşmaları olası sosyal risklere karşı koruyan programlar olarak tanımlanabilir.126 Sosyal sigorta sisteminin işleyiş tekniği, primlere dayalıdır. Ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, bu amaçla oluşturulan bir fona hem işçi ve işveren prim yatırmakta, hem de devlet ya üçüncü bir taraf olarak düzenli bir şekilde ya da zaman zaman sigorta açıklarını kapatmak amacıyla katkıda bulunmaktadır.127 Günümüzde uzun dönemli işsizlik, yoksulluk ve sosyal dışlanma, kayıtdışı istihdam, yaşlı nüfus oranının artması, aile yapısındaki değişimler ve modernleşmeye bağlı sosyal dönüşüm gibi sorunların tamamının sosyal sigortalar yolu ile giderilmesinin zorluğu, sosyal yardım sistemi ve sosyal hizmetleri eskiye nazaran daha önemli hale getirmiştir.128 Sosyal sigorta yoluyla sağlanan sosyal güvence, özellikle çalışan nüfusa yönelik bir sosyal refah devleti uygulamasıdır. Bu sistem, tüm nüfus kesimini değil, sadece çalışanları 123 DPT, Sosyal Güvenlik Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DPT Yay., 2001, s.50. 124 Sait Korkmaz, “Türkiye'de Sosyal Güvenlik Finansman Açıkları ve Sosyal Güvenlik Kurumunun Bu Açıklar Üzerindeki Olası Etkileri”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi SBE), 2007, s. 7. 125 DPT, Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara: 2006, s. 2. 126 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Reform Önerisi, Nisan 2005, s. 3. 127 Süleyman Özdemir, “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi_gorvlr.htm, (Çevirimiçi: 01.04.2009), s. 12. 128 DTP, s. 2. 61 güvence kapsamına almaktadır. Bağımlı (işçiler ve memurlar) ve bağımsız (serbest meslek mensupları) çalışanların hepsi bu sistemde sosyal koruma altına alınmaktadır. Sosyal yardımlar, “kendi ellerinde olmayan nedenlerle yoksul duruma düşmüş birey ve gruplara, toplumdan dışlanmış olanlara, insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam seviyesi sağlamak amacıyla, karşılıksız olarak yapılan ayni ve nakdi yardımlardır.” Sosyal yardımlar devlet ya da gönüllü vatandaşlar tarafından karşılıksız olarak yapılırlar. Yani sosyal yardımlardan yararlananların bu hizmetlerin finansmanına katılımları gerekmemektedir. Devlet sosyal yardımları vergilerle finanse eder. Yardımların karşılıksız ve genel olması gerekmekle beraber, yalnızca sisteme katılmış vatandaşlara yardım yapılması yahut sosyal taraflardan katılımcıların haricindeki birinden yapılan yardımlar için prim toplanılması usülleri de zaman zaman kullanılmaktadır. “Sosyal güvenlikte sosyal sigorta sisteminin ağırlıklı olduğu ülkelerde, sosyal güvenlik sisteminin kapsamında çoğunlukla çalışan kesimlerin olması nedeniyle, sistem dışında kalan kişilere güvence sağlanması açısından sosyal yardımlar büyük önem taşımaktadır.”129 Sosyal hizmetler ise, “insanların kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi ve manevi sosyal yoksunluklarının giderilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanmasında, insanların kendilerine daha yeterli hale gelmelerinde ve başkalarına bağımlı olma hallerinin önlenmesinde, aile ilişkilerinin güçlenmesinde, birey, aile, grup ve toplumların sosyal işlevlerini başarıyla yerine getirmelerinde yardımcı olmak; insanların yaşam standartlarının iyileştirilmesi ve yükseltilmesini sağlamak amacıyla gerçekleştirilen; koruyucu-önleyici, iyileştirici-rehabilite edici, değiştirici-geliştirici nitelikteki, sistemli ve düzenli faaliyet ve programlar bütünüdür”130 129 130 DTP, ss. 2-3. ÇSGB, s. 3. 62 “Modern toplumlarda, aile bağları başta olmak üzere geleneksel dayanışma ağlarında yaşanan çözülme, özellikle sosyal dışlanmayla mücadele açısından sosyal hizmetlere duyulan gereksinimi arttırmaktadır”131 Sosyal güvenlik sistemleri evrensel olarak yukarıda sayılan bu üç dayanak üzerine oturmakla beraber, karşılanan riskler hususunda tüm dünyada oldukça farklı kapsama düzeyleri görülmektedir. Bununla beraber karşılanmasının gerekliliği genel kabul görmüş olan riskler de mevcuttur. Kurumsallaşmış bir toplumsal dayanışma yani sosyal güvenlik sisteminde hangi risklerin karşılanacağı hususu, şüphesiz tüm ülkelerde politika belirleyiciler tarafından alınacak kararlara göre şekillenecektir. Ancak, genel olarak yaşlılık, engellilik, iş kazası ve meslek hastalığı, hastalık, ölüm, doğum, ve işsizlik risklerinin küreselleşen dünyamızda, sosyal güvenlik sistemi içerisinde karşılanılması gerekli riskler olarak ön plana çıktığı, toplumların geri kalan risklerin sisteme dâhil edilip edilmemesi hususunda farklılaştığı görülmektedir.132 B. Eğitim Sağlama Görevi Refah devleti ekonomik büyüme ve kalkınma, fırsat eşitliği, sosyal denge ve barışı sağlama amaçlarına yönelik olarak sanayileşmenin başlaması ile birlikte önemli hale gelen eğitime büyük bir önem vermekte ve eğitim hizmetlerini karşılıksız sunarak herkesin yararlanmasını sağlamaktadır. Çünkü piyasa mekanizmasının böyle bir fonksiyon yüklenecek durumu yoktur. Eskinin kol gücüne dayalı üretim sisteminden, mekanik gücün üretime uyarlandığı yeni bir sisteme geçiş ve kütlesel bir üretimin gerçekleştirilmeye başlanması, yeni bilgi ve becerileri gerekli kılmış, ara ve yüksek düzeyli (ustabaşı, teknisyen, mühendis) bir işgücüne gereksinim duyulmuştur. Bu nedenle devlet bir yandan genel eğitimi, diğer yandan da teknik eğitimi üstlenmek durumunda kalmıştır.133 131 DTP, s. 3. Korkmaz, s. 9. 133 Gencay Şaylan, s. 37. 132 63 Refah devletinin en önemli görevlerinden biri olan eğitim hizmeti, yüksek vasıflı, ekonomiye yararlı bir insan gücü kaynağının oluşumu sağlayacak ve toplumun bu yetişmiş insan kaynakları toplumsal gelişmeyi hızlandıracak, bir yandan da gelirin toplumda daha adil bir şekilde dağılması sağlanacaktır. Kuznets‟in belirttiğine göre, gelir dağılımı adaleti ile eğitim düzeyi arasında yakın ilişki vardır. Eğitim süresi arttıkça, bireyler arasındaki gelir farklılığı azalmaktadır.134 İsveç, Danimarka, Finlandiya ve Hollanda gibi, sosyal refah hizmetlerinin sunumu noktasında cömert olan refah devletlerinin, toplam kamu harcamaları içerisinde eğitime en fazla pay ayıran ülkeler oldukları gözlenmektedir. Refah devletleri, her zaman için eğitime önem vermişler ve devletin bu fonksiyonu için toplam kamu harcamalarından yüksek bir pay ayırmışlardır. 135 Eğitim harcamalarının, genelde artmaya devam ettiği görülmektedir. Örneğin, Kuzey Avrupa ülkelerinde (Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka), son zamanlarda gözlenen genel durgunluk ve yeniden yapılanma çalışmalarına rağmen eğitimde sürekli bir gelişmenin olduğu görülmektedir. Bu ülkelerde, eğitim bakımından kadın ve erkek arasında sadece çok küçük farklar olduğu tespit edilmiştir.136 Tüm bunlar doğrultusunda eğitimin, insan sermayesinin yeteneklerini geliştirerek işgücünün kalitesini artıracağını ve böylece orta ve uzun vadede pozitif bir etki sağlayacağını söyleyebiliriz. C. Sağlık Hizmetleri Verme Görevi Refah devletinin önemli bir diğer görevi sağlık hizmetidir. Sağlık hizmetleri ya sigorta kapsamında (karşılıklılık) ya da ulusal sağlık hizmetleri (evrensellik) kapsamında 134 Martin Carnoy, “Education and Economic Development: The First Generation”, The Economic Value of Education: Studies in the Economics of Education, (Ed.: Mark Blaug), Cambridge: Edward Elgar Publ., 1992, s. 352. 135 Özdemir, 2009, s. 20. 136 Eero Lahelma, Katarina Kivela, Eva Roos vd., Analysing Changes of Health Inequalities in the Nordic Welfare States, Social Science & Medicine, Issue: 55, 2002, s. 611. 64 sunulur. Birinci durumda, sigortalı olmak ve belli koşulların gerçekleşmesi (süre, prim vb) koşulu aranır. İkinci durumda ise, sağlık hizmetlerinden karşılıksız olarak yararlandırılır.137 Doğrudan insan yaşamıyla ilgili olması sebebiyle oldukça önem verilen sağlık hizmetleri, eşit, etkili ve sürekli bir şekilde her bireye ve her bölgeye ulaştırılmalı, ve toplumun sağlık düzeyi yükseltilmelidir. Çalışan kesim, sağlık sigortaları kapsamına alınmakta ve onların ve ailelerinin sağlık gereksinimi sosyal sigorta programları tarafından karşılanmaktadır. Sigorta kapsamında olmayanların sağlık gereksinimlerin karşılanması da, yine devletin görevleri arasındadır (Yeşil Kart uygulaması gibi).138 Refah devletinin önemli politikalarından biri olan sağlık hizmeti, eğitim gibi toplumsal ve ekonomik kalkınma ve çalışmanın etkinliği açsından oldukça önem taşımaktadır. Devletler ya doğrudan sağlık sisteminin önde gelen finansörüdür ya da bu işi üstlenen kurumlara para yardımı yapmaktadır. Bu sağlık hizmet programlarına finansman açısından bakıldığında, üç farklı sağlık sisteminin devrede olduğu gözükmektedir. Birinci sistem, “Bismarkçı sağlık sistemi” olarak adlandırılmakta, masraflar ücret bordrolarından kesilen vergilerle karşılanmaktadır (Almanya). İkinci sistem ise “ulusal sağlık hizmetleri sistemi” olarak ifade edilmekte, finansman genel vergilerden karşılanmaktadır (İngiltere). Yani, sağlık hizmetleri tamamen sosyalleştirilmiştir. Ülkedeki tüm insanları kapsamakta ve ücretsiz ya da düşük ücret karşılığı sunulmaktadır. Üçüncü sistemde ise, sağlık hizmetleri “ticari amaçla çalışan sigorta piyasaları” tarafından karşılanmaktadır (Amerika). Çoğu ülke, bu üç ideal sağlık hizmet türünün bir karmasından oluşmakta, ancak yine de bunlardan bir tanesi daha baskın olabilmektedir.139 Refah devletinin diğer hizmetleri gibi toplumsal ve ekonomik açıdan oldukça önem taşıyan sağlık hizmeti de toplumdaki tüm bireylere yeterli sağlık hizmeti sağlanması ve bu 137 Ali Güzel ve Ali Rıza Okur, Sosyal Güvenlik Hukuku, 2. bs., İstanbul: Beta Yay., 1990 s. 505. Nur Serter, Devlet Görevlerindeki GeliĢmelerin Sonucu Olarak Sosyal Devlet, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Yay., 1994, ss. 41-42 139 Güzel, Okur, s. 506. 138 65 hizmetin tüm toplum üyelerine eşit ölçüde sunulabilmesi açısından refah devletinin sosyal politikaları içinde oldukça etkili olmaktadır. D. Adil Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Gelir adaleti ve bu amaçla yapılan gelirin yeniden dağılımı sosyal devletin önemli görevlerinden biridir. Yoksullukla mücadelede temel amaç, herkese insanca yaşaması için gerekli minimum gelir düzeyinin garanti edilmesidir. Eşitsizliği azaltmak içinse; servet ve gelirler arasındaki farklılıkların azaltılması gerekir. Bu ayrım oldukça önemlidir. Çünkü birini amaçlayan politikalar diğerini şiddetlendirebilir. Bu nedenle fakirlere yardımın mı eşitsizliği azaltmanın mı ana amaç olarak belirlendiğinin açıkça ortaya konması gerekmektedir.140 Batılı ülkelerde 19. yüzyılın sonlarına kadar, devlet yoksullukla mücadele konusunda bazı uygulamalara gitmekle birlikte genel olarak yoksullukla mücadelenin devlet dışındaki vakıflar, kilise, aile gibi birimlerin sorumluluğunda olduğu düşüncesi hâkim olmuştur. Ancak, bu ülkelerde sanayileşme süreci boyunca olağanüstü servetler birikmesine karşın, bu birikimlerin belirli kesimlerin elinde toplanması, toplumdaki geniş halk kitlelerinin ise yoksulluk içinde bulunması toplumsal gerginliklerin artmasına ve dikkatlerin yoksulluk sorunu üzerine toplanmasına yol açmıştır.141 Kitlesel yoksulluğun artması ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin tırmanması devletin sosyal alanda çeşitli görevler üstlenmesine yol açmış ve devlet, sosyal güvenlik sistemleri vasıtasıyla gelirin yeniden dağılımını sağlama ve yoksullukla mücadele etme çabasına girişmiştir.142 Gelir dağılımı ve yoksulluk sorununa verilen önem dönemsel koşullara bağlı olarak değişim göstermiştir. Keynes, Alvin, Hansen, Abba Lerner gibi ekonomistler 1930-1950 140 Nicholas Barr, The Economics of the Welfare State, Standford: Standford University Press, 1993, s. 164165. 141 Sözer, s. 51. 142 Aktan, Kıvrak, s. 2. 66 yılları arasında özellikle istikrar politikasına ilişkin görüşlere ağırlık vermelerine karşılık, 1950‟den sonra gelişme ekonomisi yazını 1960'lı yılların ortalarına kadar sermaye birikimi, büyüme konularına önem verirken gelir dağılımı ve yoksulluk sorununun hızlı büyüme sonucu zaman içinde çözüleceğini ileri sürmüştür. 1970‟li yıllarda gelir dağılımına ilişkin sorunlar birinci plana geçmeye başlamıştır. Az gelişmiş ülkelerde hızlı büyümeye karşın gelir dağılımının giderek bozulduğu ve yoksulluğun artığı anlaşıldıktan sonra gelir dağılımı konusuna olan bu yönelim fazla sürmeyerek istikrar politikaları ve programları ön plana çıkarılmıştır. Piyasa ekonomi anlayışı sonucunda sosyal devlet anlayışının zayıflaması gelir dağılımı sorununu geri planlara itmiştir. 143 Sosyal devletin temel amaçlarından biri olan adil gelir dağılımı, toplumda kişilerin elde ettikleri gelirler arasında çok büyük uçurumların olmamasını, milli gelirin kişiler ve sınıflar arasında toplumsal gerginliklere yol açmayacak şekilde dağılmasını, dolayısıyla toplumca kabul edilebilir bir gelir paylaşımını ifade etmektedir. Dolayısıyla, sosyal devletten beklenen; kamu gelirlerini (özellikle artan oranlı vergiler) ve kamu harcamalarını (özellikle sosyal transferler) kullanarak toplumu oluşturan kişiler arasında zenginden fakire doğru geliri yeniden dağıtması ve servet ve gelirler arasındaki dengesizlikleri azaltmaya çalışması; milli gelirin adaletsiz dağılımı sonucunda yoksul düşen kişileri, güçsüzleri, düşkünleri, bakıma muhtaç çocukları korumasıdır. Ancak, bu kişilerin korunmasında temel prensip, onların toplum içindeki saygınlığını zedelemeyecek şekilde yardımda bulunmak, çalışabilecek durumda olanlara iş sağlamak, bu kişileri üretken ve topluma yararlı duruma getirmek olmalı, sağlanan yardımlar çalışma isteğini kırmamalıdır.144 143 Fikret Şenses, “Türkiye'de Gelir Dağılımı, Gelirin Yeniden Dağıtımı ve İşgücü Piyasaları”, Türk Ekonomisine Sosyal Demokrat Çözümler, Cilt III: Gelir Dağılımı ve Yeniden Dağıtım Mekanizmaları içinde, TÜSES: İstanbul, 1991, s. 51. 144 Aktan, Kıvrak, ss. 4-5. 67 VI. REFAH DEVLETĠNĠN KRĠZĠ ve ÇÖKÜġÜ II. Dünya Savaşı‟ndan 1970‟lerin başına kadar olan dönemin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler açısından her bakımdan başarılı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde, ülkelerin GSYİH‟leri artarken enflasyon oranları düştüğü gözlenmiştir. 1970‟lerin başından itibaren devletlerin ekonomik durgunluk içine girmeleriyle birlikte bu olumlu tablo bozulmuştur. Dünya ekonomisinin durgunluk içine girmesi ve fiyatların artış göstermesi, Vietnam savaşı ile birlikte ABD‟nin dış açıklar vermeye başlaması, Bretton Woods Para Sistemi‟nin çökmesi, OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını dört kat arttırması ile birlikte ortaya çıkmıştır. Dünya ekonomisinin içine girdiği bunalımdan kurtulmak için öngörülen çözüm; neo-liberal politikalar olmuştur. Amaç; serbest piyasa ilkesiyle birlikte tüm ülkelerin içinde olduğu tek bir pazar oluşturmak, para, mal ve sermayenin tam hareketliliğini sağlayarak küreselleşme sürecine geçmektir.145 Küreselleşme süreci ile birlikte kurumlar maliyetlerini düşürmek amacıyla maliyetlerin daha düşük olduğu ülkelere yerleşmişlerdir. Bu durum kurumun ayrıldığı ülkenin istihdamını olumsuz etkilerken vergilendirmeyi de daha zor hale getirmiştir. Küreselleşme ile birlikte kurumların „yüksek maliyetli‟ ülkelerden „düşük maliyetli‟ ülkelere yerleşmeleri, terk edilen ülkedeki istihdam yapısını etkilemekte; arkasından işsizlik ve mali açık bırakmakta, ekonomik faaliyetin ulusal sınırlarını aşan özelliği, kontrolü ve vergilendirmeyi daha zor hale getirmektedir. Dünya ekonomisinin yaşamış olduğu bu dönüşümün devletler üzerine etkisi ile ilgili olarak küreselleşmenin ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıklarını arttırdığını, finansal ve üretici sermayenin başka alanlara kaymasına yol açtığını, ulus devletleri işsizliği azaltmak için mali sertlik izlemeye ittiğini, küreselleşmeyle birlikte karın, ulusal ekonomi ve istihdamı dikkate almadığını, ulusal sınırları aşan neo-liberalizmin yayıldığını savunan bazı düşünceler ortaya çıkmıştır. Bu durumun da ulusal seviyede yapılan ekonomik ve sosyal 145 Özdemir, 2004, ss. 212-213. 68 politikaları daralttığına dikkat çekilmekte ve hükümetleri küresel ekonominin yapısını, işlevini ve çıktılarını değiştirme konusunda umutsuzluğa düşürdükleri vurgulanmaktadır. Bu nedenle ülkelerin ticarete karşı olan engelleri azaltmak veya ortadan kaldırmak, devleti küçültmek ve maliyetini azaltmak gibi uluslararası rekabetin gerekliliklerine uymaya zorlandığı düşüncesi ortaya çıkmıştır. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ulusal ekonomilerin dış ekonomik faktörlerden etkilendiğini ve dış ekonomik etkiler yaranına değiştiğini söyleyebiliriz. Öyle ki ileri sanayileşmiş ülkelerin refah devletlerini küresel piyasaya uyumlaştırılmış refah devleti modeline zorladığı, hatta sadece küresel ekonomiye uyan refah devleti yapılarına izin verildiği düşüncesi mevcuttur. Refah devletine yapılan tüm bu sınırlamaların özelleştirme ve piyasaya yönelme ile birlikte ulusal harcamaları azaltacağı düşünülmektedir. Keynesyen politikaların tam tersine yaşanan bu gelişmelerle birlikte yeni dönemde bir yandan kamu harcamaları artmaya devam ederken, diğer yandan yeni ekonomik düşünce doğrultusunda vergi oranları düşmüş bu nedenle vergi gelirleri azalmış, devletlerin bütçe açıkları büyümüştür. Keynesyenyen politikaların uygulandığı dönemde refah devleti oldukça genişlerken küreselleşme süreciyle birlikte uygulanan politikaların refah devletini zayıflattığı düşüncesi oluşmuştur. Yeni ekonomik politikalarla birlikte işsizliğin önemli ölçüde artması, nüfusun yaşlanması, hasta ve özürlü vb. kişilerin sayısının artması refah devletine olan talebi de arttırmıştır. Bu durum refah bütçelerinin artmasına ve mali darboğazlara neden olmuştur. Küreselleşme ile birlikte işsizliğin oldukça artması, ücretlerin düşmesi, istihdam güvencesinin önemli ölçüde azalması, minimum standartları korumak amacıyla daha fazla sosyal harcamayı gerektirmiştir. Bu durum yeni ekonomik politikalarla ters düştüğü için de çelişkili bir yapı ortaya çıkmıştır. 69 Tüm bu varsayımlar küreselleşmenin refah devletlerinin gelişimini değiştirdiğini ve devletlerin sosyal politika ve yaptırımlarını yok ettiği düşüncesini desteklemektedir. Bu konuda devletlerin kendi politikaları doğrultusunda uyguladıkları tüm müdahaleler noktasında uyanık kalmaları gerekmektedir. A. KRĠZĠ ORTAYA ÇIKARAN FAKTÖRLER Küreselleşme sonrası dönem, refah devletinin gelişimi ve bu çalışmanın amacı açısından önemli bir süreç olmuştur. Yaklaşık olarak 1975 yılında başladığı kabul edilen ve halen devam etmekte olan “refah devletinin dönüşümü” sürecinin ortaya çıkışıyla ilgili bilgiler ve refah devletinin içine girdiği bunalımın nedenlerini ana hatları ile ele almak, söz konusu dönüşümü anlayabilmek için yaralı olacaktır. 1. Dünya Ekonomi Politikalarındaki DeğiĢim 1929 dünya bunalımının etkisiyle II. Dünya Savaşı ile 1970‟li yıllara kadar olan dönemde devletler müdahaleci bir anlayış benimseyerek ekonomik ve sosyal yaşama müdahalelerde bulunmuş, her bakımdan oldukça olumlu gelişmeler yaşanmış, hem gelişmiş ülkelerin hem de gelişmekte olan ülkelerin ülke ekonomilerinde pozitif işaretler oluşmuştur. GSYİH artış hızı yükselmiş, çok düşük işsizlik oranları söz konusu olmuş ve ihmal edilebilir düzeyde düşük enflasyon oranları görülmüştür.146 1973 ve 1979 yıllarında petrol fiyatlarındaki artış, ABD‟nin dış açıklar vermeye başlaması, Bretton Woods Para Sistemi‟nin çökmesi, dünya ekonomisinin stagflasyona girmesi (hem durgunluk hem de fiyat artışlarının gözlenmesi) Keynesyen politikaları tehdit eden önemli unsurlar arasında yer almıştır. Deregülasyon, rekabet gücü ve karlılığın oldukça önemli olduğu bu yeni dönemde, ABD‟nin otoritesinin zayıflaması, çokuluslu şirketlerin güç kazanması, bilgi teknolojisindeki gelişim, sermayenin dünya üzerindeki dolaşımının giderek artması, 146 Kazgan, s. 92. 70 sermayenin hareketliliği karşısında bu hareketliliğe uyum sağlayamayan işgücünün zayıflaması sonucu oluşan bunalımdan kurtulabilmek için bu kez Keynesyen politikaların tam tersi bir politika izlenmesi gerekmiştir. Yeni dönemde izlenen politik ve ekonomik felsefe, “Yeni Sağ” olarak adlandırılan neo-liberal-politikalardır ve bu politikalar Keynesyen politikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş bir yorumu olmuştur.147 Yeni ekonomik düzenin amacı, bütün ülkelerin, serbest piyasa ilkesini benimseyerek tek bir pazar oluşturmak üzere dünya pazarıyla bütünleşmesi ve mal-hizmetsermaye-işgücü hareketlerinin tam serbestleşmesiyle küreselleşmenin gerçekleştirilmesidir. Daha başka bir ifadeyle amaç, devletin temel görevleri dışında faaliyette bulunmadığı, refah devletinin çok küçüldüğü ya da yok olduğu özel girişimin dünya ekonomisinde en önemli hale geldiği bir ekonomik düzen yaratmaktır.148 Yeni ekonomik düzen ile birlikte sosyal politikada gerçekleşen dönüşüm, genel olarak küreselleşmenin refah devletleri üzerine etkisi göz önünde bulundurularak açıklanmaktadır. Küreselleşme refah devletinin sosyal yaklaşımını bütünüyle değiştirmiştir. Küreselleşme sürecinden önce de devletlerin sosyal politikaları belli ölçülerde sınırlandırılıp kontrol altında tutulsa da küreselleşme ile birlikte devletin kapasitesinin daraltıldığı düşüncesi ortaya çıkmıştır. 2. YaĢanan Finansal Bunalım 1970‟li yılların başında yaşanan petrol krizinden sonra kar oranlarının düşmesine paralel olarak elde biriken sermaye, üretime aktarılmak yerine finansal alanda değerlendirilmeye çalışılmıştır. Krizin bir diğer sonucu olarak petrole sahip olmayan gelişmekte olan ülkelerde ya da az gelişmiş ülkelerde dış ticaret açığı ve borç yükü 147 148 Tom Burden, Social Policy and Welfare: A Clear Guide, London: Pluto Press, 1998, s. 19. Kazgan, s. 96. 71 katlanarak artmıştır. Yüksek faizle alınan borçlar nedeniyle söz konusu ülkelerin uluslar arası finans sermayesine bağımlılığı artmıştır.149 Bu duruma ek olarak kamu harcamalarının giderek artması ve yeni ekonomi politikaları doğrultusunda vergi oranlarında yaşanan düşüş finansal bunalıma neden olmuştur. Küreselleşme süreci ile birlikte yeni ekonomi politikaları paralelinde savunulan görüş, refah devletinin kamu harcamalarının giderek arttığı ve bu durumun rekabet gücünü zayıflattığı bu nedenle artık devletlerin cömert sosyal devlet harcamalarının sürdürülebilmesinin olanaksız hale geldiği şeklinde olmuştur. Bu görüş doğrultusunda, hükümetlerin sosyal harcamalar için milli gelirden ayırdıkları payın azaltılması ve yeni politikalar geliştirilerek reformlar yapmaya gidilmiştir. Yeni politikalar üzerine kurulan reform gerçeği çerçevesinde başta sosyal güvenlik ve sağlık harcamaları olmak üzere bütün sosyal harcamaların düzeyi gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere azaltılmaya çalışılmıştır.150 Diğer yandan, birçok gelişmiş ülkede işsizliğin giderek artması, demografik yapıdaki değişimler nedeniyle nüfusun yaşlanması, yalnız yaşayan annelerin sayısının artması, artan sosyal refah hizmetleri, vatandaşların daha iyi kamu hizmeti beklentisi v.b. 151 durumlar nedeniyle sosyal harcamalar giderek artmıştır. Yoksa harcamalardaki bu artış sosyal haklarda gerçekleştirilen daha cömert devlet yaklaşımından kaynaklanmamaktadır.152 Keynesyenyen politikalar çerçevesinde yüksek sosyal refah harcamaları yüksek vergilerle karşılanmıştır. Bu yüksek vergi oranları artan küreselleşmeyle birlikte ulusal politikaların gücünü sınırlamakta ve vergi rekabetini artırmaktadır. Bu durum vergilerin düşürülmesine yol açmıştır. Genel olarak baktığımızda, küreselleşme ile başlayan yeni dönemde, genelde sermaye vergi oranlarının azaldığı, işgücü vergi oranlarının ise 149 Bakın, s. 47. DTP, s. 12. 151 Marangoz, s. 99. 152 Harvey Lazar, ve Peter Stoyko, “The Future of the Welfare State”, Internatioanl Social Security Rewiev, Vol.: 51, March 1998, s. 10. 150 72 yükseldiği görülmektedir. Bu durum, genelde sermaye lehinedir; buradan kaynaklanan yük ise, dolaşımı sınırlı olan işgücü üzerine binmektedir.153 Çoğu ülkede, vergi reformu yüksek gelirlilere geniş vergi indirimi sağlarken, yükü orta ve düşük gelirli nüfusun üzerine, yani alt tabakalara doğru kaydırmıştır. 154 1970‟lerde ve 1980‟li yılların başında hemen hemen her gelişmiş ülkede ortaya çıkan işsizlik, yoksulluk, yaşlı nüfusa yönelik sağlık bakımı ve emeklilik ödenekleri, eğitim ve alt yapı taleplerinin artışı v.b. nedenler, vergi yükünü arttırıcı baskılar yapmıştır.155 1980‟lerin ortalarından itibaren ise, vergi arttırıcı baskılar yön değiştirmiş, bu kez de vergi yükü azaltıcı baskılar yaşanmaya başlanmıştır. Bunun da nedeni, küreselleşme ile birlikte uluslararasılaşan ekonomik yapının beraberinde katı rekabeti getirmesi, yatırım ve üretimin uluslararası alanda mobil hale gelmesi, kendi sermaye ve yatırımlarını elinden kaçırmamak ya da başka ülke sermaye ve yatırımlarını kendi ülkesine çekebilmek amacıyla, birçok gelişmiş refah devletinin gelirleri üzerindeki nominal vergi oranlarını önemli oranda azaltmasıdır.156 3. ĠĢ Piyasaları ve ÇalıĢma ĠliĢkilerinde DeğiĢim Küreselleşme süreciyle birlikte iş piyasaları ve çalışma ilişkilerinde yaşanan dönüşümü değerlendirdiğimizde, üretim organizasyonun uluslararasılaşması, esnek üretim uygulamaları ve bunun işgücüne yansıması, işsizliğin giderek artması, gelir dağılımı eşitsizliği, kayıtdışının artması, sendikaların zayıflamasından bahsedebiliriz. Yeni ekonomik politikalar çerçevesinde ekonomilerin hızla liberalleşmesi sonucu üretim artık ulusal sınırlara dışına çıkarak uluslararası bir kimlik kazanmıştır. Çünkü 153 Geoffrey Garret, Mitchell Deborah, “Globalization, Government Spending and Taxation in the OECD”, European Journal of Political Research, Issue:39, 2001, ss. 161-162. 154 Özdemir, s. 225. 155 Özdemir, s. 226. 156 W. Fritz Scharpf, “The Viability of Advanced Welfare State in the International Economy:Vulnerabilities and Options”, Max-Planck-Institute for the Studies and Societies (MPIFG) Working Paper No: 99/9, s. 1011. 73 küresel rekabetin kuralına göre “güçlü” olanlar, maliyetini en aza indirebilenler ayakta kalabilmektedir. Bu nedenle işgücü maliyetini en aza indirmek amacıyla üretim işgücü maliyetlerinin en düşük olduğu ülkelere (az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler) kaydırılmaktadır. Bu durum üretim sürecinin belli aşamalarının farklı bölgelerde gerçekleşmesine olanak sağlamakta, işgücü maliyetlerindeki artışa engel olup, karları güvence altına almaktadır. Böylece grevler ve devletin getireceği tehditlere de engel olmaktadır. Bu durum, sosyal devletin yaşadığı en önemli sorunlardan biri olmaktadır. Diğer bir faktör, esnek üretim uygulamaları ve bunun işgücüne yansımasıdır. II. Dünya Savaşı‟dan sonra geniş bir uygulama alanı bulan Fordist üretim modeli yığın pazarlara yönelik üretim yapan, bu yüzden toplumun korporatist nitelikte örgütlenmesini öngören bir toplum paradigmasını yansıtmaktaydı. Ancak, küreselleşmeyle birlikte “post kapitalist toplum”, “endüstri ötesi toplum”, “bilgi toplumu” olarak da nitelenen yeni bir toplumsal oluşumdan söz edilmeye başlanmıştır. 157 Fordist üretim modelinde kapitalizmin kar oranlarının düşmesi, çözüm için farklı bir arayışa neden olmuştur. Bu çerçevede doğan kapitalist üretimin yeni örgütlenmesi olan post-fordist üretim modeli çalışmada esnekliği sağlayarak kapitalizmi içine girdiği krizden çıkarmayı amaçlayan bir üretim modelidir.158 Esnek üretim uygulamalarına geçişle birlikte Fordist üretim modelinin yüksek maliyetli özel amaçlı makinalarının yerini, çok amaçlı programlanabilen robotların alması, üretim miktarı ve çeşitliliği gibi konularda büyük esnekliğin sağlanmasına yol açmıştır.159 Esnek üretim modeliyle üretim küçük birimlere ayrılabilmekte ve değişen Pazar koşullarına daha kolay ayak uydurabilmektedir. Esneklik uygulamaları ile endüstriyel kurallardan ve örgütlü işçi kısıtlamalarından kurtulmakta, esneklik uygulamaları ile çalışma sürelerini 157 Öngen, s. 32. Öngen, s. 33. 159 Daldal, s. 879. 158 74 belirsizleştirip, iş güvencesini kaldırarak gelecek kaygısı ve korkusu içinde güvenini kaybetmiş bir işçi sınıfı oluşturmaktadır.160 Küreselleşme ile birlikte iş piyasalarında yaşanan diğer önemli bir değişim ise, işsizliğin giderek artmasıdır. Küreselleşme süreci ile birlikte sermayenin mobilitesinin oldukça artmasına karşın emeğin bu mobilitesinin sınırlı olması işsizliği besleyen önemli bir unsur olmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerde uygulanan IMF ve Dünya Bankası patentli “ekonomik istikrar paketleri” yıkıcı bir etkiye yol açmakta ve istihdamda daralmalara neden olmaktadır. Bir diğer etken ise imalat sektöründen hizmet sektörüne doğru geçişin daha belirginleşmesidir.161 Ancak, hizmet sektöründe vasıflı işçiler istihdam edilmektedir. Bu durum vasıfsız işçilerin işsiz kalmasına ve gelir dağılımının giderek derinleşmesine yol açmaktadır. Keynesyen talep yönlü politikaların uygulandığı dönem formel üretim yapısına dayanmaktaydı. Ancak, 1970‟li yıllarla birlikte kapitalizmin içine girdiği kriz sonrasında enformel yapı giderek genişlemiştir. Enformel yapının çalışma ilişkilerine yansıması enformel (kayıtdışı) istihdam olarak görülmektedir. Düşük verimlilik ve düşük gelir düzeyi ile belirlenen ekonomik birimlerdeki istihdam biçimi, genellikle enformel olarak kabul edilmektedir.162 Kayıtdışı çalışma ya da çalıştırmada elde edilen gelir üzerinden vergi, sosyal güvenlik kuruluşlarına ödenmesi gereken prim ve sosyal amaçlı kesintiler tahakkuk ettirilmemekte ve ilgili kurumlara ödenmemektedir.163 Bu, sosyal güvenlik kurumları açısından oldukça olumsuz bir durumdur. Ayrıca enformel sektörde istihdam edilen işgücü sosyal güvenlikten yoksun, sağlıksız çalışma koşullarında çalışmaktadır. 160 Yüksel Akkaya, KüreselleĢme Kıskacında Türkiye’de ĠĢçi Sınıfı ve Temel Özellikleri, Petrol-iş 20002003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul: 2003, s. 220. 161 Erdut, s. 26. 162 Kuvvet Lordoğlu ve Nurcan Özkaplan, ÇalıĢma Ġktisadı, Der Yayınları, İstabul: 2005, s. 61. 163 DTP, KayıtdıĢı Ekonomi Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş yıllık Kalkınma Planı, DTP: 2603-ÖİK: 614, Ankara: 2001, s. 193. 75 Tüm bu olumsuz koşullardan en çok etkilenenlerden biri de işçi sendikaları olmuştur. Sermayenin sınırsız dolaşımı ile birlikte üretim yapısının uluslararası rekabete uygun biçimde değiştirilmesi, üretimin emeğin ucuz olduğu ülkelere kaydırılması, çalışma koşullarına esneklik kazandırılması, devletin ekonomideki müdahalesinin ve yönlendirici rolünün azaltılması sonucu sendikalar bireysel ve işletme düzeyinde ve uluslararası düzeyde ciddi bir uyum sorunu yaşamışlardır. Bu durum işçi sınıfının parçalanmasına ve aralarındaki dayanışmanın zayıflamasına neden olmuştur. Sınıfsal farklılıkların ortadan kaldırılıp “sosyal diyalog” adı altında sendikaları devre dışı bırakılması sendikaların zayıflamasının altında yatan en önemli nedendir. 4. Sosyal Hizmetlere Duyulan Ġhtiyacın Artması Keynesçi yaklaşım temelinde refah devleti olarak adlandırılan sosyal devlet, özellikle 1945-1975 (refah devletinin “Altın Çağ”ı) arası dönemde, gelir ve harcamalarını arttırmış, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir dağılımı gibi alanlarda refah devleti kurumsallaşmıştır.164 1980‟li yıllardan itibaren ise, refah devletinde ciddi değişiklikler gerçekleşmeye başlamıştır. Ekonomik büyümenin devam ettirilmesi ve işsizliğin azaltılması için sosyal maliyetlerin azaltılması ve çalışma şartlarının ve sosyal hakların daha esnek hale getirilmesi gündeme getirilmekte ve krizi aşmanın yollarından biri olarak uygulanmaktadır. ILO (International Labour Organization) aracılığı ile gelişmiş sosyal standartları dünyada yükseltmenin öncülüğünü yapan gelişmiş ülkeler, ekonomik kriz ile birlikte bu alanda olumsuz gelişmelerle karşı karşıya kalmışlardır.165 164 Sertaç Güleç, “1945-1980 Yılları Arasında Türkiye‟de Refah Devleti”, http://www.yerelsiyaset.com/pdf/temmuz2008/13.pdf, (Çevirimiçi:12.03.2009), s. 1. 165 Abdülhalim Çelik, “Refah Devletinde Kriz ve Yeniden Yapılanma”, http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009), s. 308. 76 Kriz ya da ekonominin durağanlaştığı dönemlerde, her ne kadar devletlerin vergi gelirleri düşse de tersine bir şekilde, düşük gelirli vatandaşların kamu yardımı gereksinimlerinin de arttığı ifade edilmektedir. Çünkü resesyonlar, işlerde azalmaya yol açmakta ve bir işi olmayanların, özellikle de denetim ve eğitim düzeyi düşük olanların iş bulabilme şansını oldukça zorlaştırmaktadır.166 Bu durum, minimum standartları koruyabilmek için sosyal harcamalardaki artışı gerektirmekte ve refah devletinin küçülmesine yönelik yapılan tartışmalar karşısında vatandaşların refah devletinden beklentilerin devam etmesine yol açmaktadır. B. REFAH DEVLETĠNĠN BUNALIMI ve YENĠ KÜRESEL DÜZEN Küreselleşme ile birlikte “refah devletinin dönüşümü” sürecinin ortaya çıkışına ve refah devletinin içine girdiği bunalıma ve gidişatına dair bir çok yorum bulunmaktadır. Bu yorumlardan bir kısmı, refah devleti uygulamaları açısından artık bir sona gelindiği, bu tarihe kadar süregelen refah devleti gelişim sürecinin devam edemeyeceği üzerinde duruken, bir kısmı da, küreselleşme ve neo-liberalizmin hakimiyetine rağmen, refah devleti anlayışı ve uygulamalarında herhangi bir gerilemenin görülmediğini, çünkü kazanılmış haklardan geri adım atmanın o kadar da kolay olmadığını, bu nedenle refah devletinde büyük çaplı bir gerilemenin henüz beklenmediğini öne sürmektedir.167 1. Yeni Sağ’ın DoğuĢu ve Keynesyen Refah Devletinden Neo-Liberal Refah AnlayıĢına GeçiĢ (1975 Sonrası) Küreselleşme ile birlikte sosyal politikadaki dönüşüm, genel olarak küreselleşmenin refah devletleri üzerine etkisi göz önünde bulundurularak açıklanmaktadır. Küreselleşme, refah devletinin sosyal yaklaşımını bütünüyle değiştirmiştir. Küreselleşme sürecinden önce de devletlerin sosyal politikaları belli ölçülerde sınırlandırılıp kontrol altında tutulsa da 166 Howard Chernick, Andrew Reschovsky, “State Fiscal Responses to Welfare Reform During Recessions: Lessons fort he Future”, Public Budgeting & Finance, 2003, s. 4. 167 Özdemir, 2004, s. 205. 77 küreselleşme ile birlikte devletin kapasitesinin daraltıldığı düşüncesi ortaya çıkmıştır. Küreselleşme sürecine kadar olan dönemde, 1929 dünya bunalımının etkisiyle devletler müdahaleci bir anlayış benimseyerek ekonomik ve sosyal yaşama müdahalelerde bulunmuştur. Bretton-Woods sisteminin çöküşü ve 1970‟li yılların başında petrol krizinin ortaya çıkmasıyla, sanayi ülkelerinin savaş sonrası dönemde yaşadığı Altın Çağ sona ermiştir. 1973 ve 1979 yıllarında petrol fiyatlarındaki artış sonucu oluşan bunalımdan kurtulabilmek için bu kez tam tersi bir politika izlenmesi gerekmiştir. Devlet müdahelelerinin azaltılması, devletin ekonomik ve sosyal yaşama daha az karışacak şekilde küçülmesi talepleri ortaya çıkmıştır. Bu bunalım başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün OECD ülkelerini etkilemiş, ekonomik büyüme yavaşlamış, enflasyon artmış, yüksek oranlarda yapısal işsizlik ortaya çıkmış ve kronik bütçe açıklıkları ve yüksek kamu harcamalarının olduğu ekonomik bir ortam oluşmuştur. Yeni dönemde izlenen politik ve ekonomik felsefe, “Yeni Sağ” olarak adlandırılan neo-liberal-politikalardır ve bu politikalar Keynesyen politikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş bir yorumu olmuştur.168 Keynesyenyen politikaların yerini neo-liberal politikaların alması ile birlikte refah devletindeki dönüşüm ile ilgili olarak bazı yaklaşımlar mevcuttur: İlk yaklaşıma göre; II. Dünya Savaşı‟ndan sonra yaşanan ekonomik büyüme istisnai bir durumdur. Bu durum refah devletinin genişlemesini sağlamıştır. Ancak, uluslararası ekonomi politikalarının değişmesi ile birlikte rekabet edebilmek ve ekonomik büyümeyi devam ettirebilmek için devletin müdahale etmemesi gerekmektedir. İkinci yaklaşıma göre; Refah devletleri Keynesyen dönemde büyüyebileceği son noktaya ulaşmıştır. Bundan sonra daha fazla büyümesi mümkün olmadığından küçülecektir. Üçüncü yaklaşım ise; Sınırsız sermaye birikimi ve bunun gereği olan daha fazla uluslararasılaşmanın ulusal refah devletlerini zayıflattığını ve Keynesyen politikaların yeni ekonomik politikalarla uyuşmadığını ileri sürmektedir. Dördüncü görüş; Refah devleti politikalarının önceleri işgücü ve sermayeye için önemliyken yeni süreçle birlikte her iki taraf içinde eski önemini kaybettiği yönündedir. Beşinci yaklaşıma göre; Refah devleti refah hizmetlerinin 168 Burden, s. 19. 78 sağlanmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak, küreselleşme süreci bu refah hizmetlerini gerektirmemektedir. Farklı bir yaklaşım ise; Refah devletlerinin zayıflamadığı sadece yeni ekonomi politikalarına uyum süreci içinde olduğu yönündedir. Bunlara göre, artan meşruluk krizine, finansal krizlere ve süregelen tartışmalara rağmen, belkide süpriz sayılabilecek şekilde, refah devleti görev ve fonksiyonlarında ve de hacminde çok fazla bir küçülme söz konusu olmamıştır. Devletin bir çok faaliyete katkısı ve onların finansörlüğünü üstlenmesi hala devam etmektedir.169 Tüm bu görüşler çerçevesinde, her ne kadar refah devletinin temelinin sarsılmış olduğuna dair gözlemler mevcut olsa da refah devletinin hala birçok toplum için oldukça önemli bir yeri olduğunu ve küreselleşme süreci ile birlikte yeniden yapılanma sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Refah devletini yeniden yapılandırma arayışları ve STK‟ların bu süreçteki rolü çalışmanın Üçüncü Bölümü‟nde incelenecektir. 169 Bent Greve, Historical Dictionary of the Welfare State, London: The Scarecrow Press, 1998, ss. 9-10. 79 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM REFAH DEVLETĠNĠ YENĠDEN YAPILANDIRMA ARAYIġLARI ve SĠVĠL TOPLUM KURULUġLARI I. REFAH SĠSTEMLERĠNE YÖNELĠK YAKLAġIMLAR A.“Kalıntı” ve “Kurumsal” Refah YaklaĢımı 1. Kalıntı Refah YaklaĢımı „Kalıntı‟ yaklaşımı; ekonomide bireylerin gereksinimlerinin aile ve piyasa ekonomisi tarafından karşılanmadığı ve tüm destek olasılıklarının tüketilmesi durumunda devletin sosyal refah hizmeti sağlaması gerektiğini ifade etmektedir. Burada kişinin gereksinim içinde olması ve öncesinde tüm olasılıkların tüketilmesi noktası önem taşımaktadır. Bu yaklaşıma göre, kendi ve ailesinin gereksinimlerini karşılayamayan bireylere destek verilmektedir. Bu durumun kanıtlanması için bireylerin hayatları incelenmekte ve böylece bu yardım gerçekten ihtiyaç duyan yoksullara sağlanmaktadır. Bu modelde, özel ve piyasa tabanlı çözümler, devlet çözümlerine tercih edilmektedir. Bu yaklaşımı benimseyen ülkelerin çoğu Güney Avrupa‟dadır. Ancak, akılda tutulmalıdır ki hiçbir ülke bir tipik modeli tam anlamıyla takip edemez.170 Refah devletinin gelişimine baktığımızda, küreselleşme sürecinin temelinin oluştuğu 1970‟li yıllara kadar olan dönemde, refah anlayışı tüm sanayileşmiş Batı toplumlarında kalıntı refah anlayışından kurumsal refah anlayışına dönüşmüştür. Küreselleşme süreci ile birlikte kalıntı refah anlayışına geri dönüş yaşanmıştır. 170 Özdemir, s. 124. 80 2. Kurumsal Refah YaklaĢımı Kurumsal refah anlayışına göre, yoksulluk kaynağında engellenmeli ve insanların yoksulluk içine düşmeleri önlenmelidir. Dolayısıyla bu yaklaşım bireylerin durumlarını iyileştirmek değil yoksulluğu önlemek amacında olup evrensel nitelik taşımaktadır. Kurumsal yaklaşım; refah dağılımı, gelir garantisi, negatif gelir vergisi, çocuk ödenekleri planları ve sosyal sağlık hizmetlerini içermektedir171 Kurumsal yaklaşımı kalıntı yaklaşımından ayıran bazı özellikler vardır: Kurumsal yaklaşımda; sunulan hizmetler ülkenin vatandaşı olan herkesi gelir, sınıf, meslek ayrımı yapılmaksızın içerir. Yaklaşım, toplumdaki hiçbir bireyin yoksulluk sınırı altına düşmemesini sağlayacak sosyal hizmetleri kapsamaktadır. Bu yardımlardan yaralanabilmek için olağanüstü bir durumun varlığı gerekmemektedir. Tüm bu özellikler doğrultusunda, kalıntı yaklaşımında yoksulluğa düşenlerin durumlarını iyileştirmek amaçlanırken kurumsal yaklaşımda bireylerin yoksulluğa düşmemesi amaçlanarak belli bir yaşam standardı oluşturma hedefinin olduğunu söyleyebiliriz. B. Evrensellik ve Seçicilik YaklaĢımı 1. Evrensellik Kurumsal refah yaklaşımını nitelendiren ve genellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde uygulanan evrensellik yöntemi toplumdaki tüm vatandaşların sosyal güvenlikten yararlanabilmesi şeklinde ifade edilebilir. Genel olarak Kuzey Avrupa ülkelerinde (sosyal demokratik İskandinav refah rejimlerinde) başvurulan bir yöntemdir.172 171 172 Özdemir, s. 125. Özdemir, s. 126 81 “Evrensellik” ve “seçicilik” kalıntı ve kurumsal yaklaşımla benzerlik göstermektedir. Ancak, kalıntı ve kurumsal yaklaşım birer ilke iken evrensellik ve seçicilik ise metottur. Kalıntı ve kurumsal sistem evrensel ve seçici metotlardan yararlanabilir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren eğitim ve sağlık alanlarında evrensel yaklaşım yaygınlaşmıştır. Ancak, evrensel yaklaşımda en önemli problem maliyetlerdir. Seçicililiğin problemi ise; sistemden yararlananların belirlenmesidir. Bu nedenle sisteme girecekleri ve çıkacakları belirlemek oldukça zordur. Bu durumda ihtiyaç duyanlara ulaşılmasını zorlaştırmaktadır. Evrenselci sosyal refah programları, temel güvenliği sağlamak için orta düzeyde, standart düz-oranlı ödenekler / ivazlar sağlama eğilimindedirler. Bununla birlikte, zaman zaman değişken oranlar da uygulanmakta ve oranlar daha cömert olabilmektedir. Hak sahibi olabilmek için gelir araştırmasının söz konusu olmaması ve destek alınmadan önce katkıda bulunulmasının gerekmemesi, tanımlayıcı niteliği oluşturmaktadır.173 Evrensel sosyal refah programının kapsamı, bazı ödenekler belli bir yaşın üzerindeki tüm nüfusa (örneğin, evrensel emeklilik), bazıları belli gruplara (örneğin, bazı özürlülere yönelik ödenekler) veya bir grubun yalnızca bir kısmına (örneğin sadece ilk çocuklar için verilen ödenekler) ait olmak üzere değişiklik gösterebilmektedir. Ödenekler, vergilerden karşılanmakta ve devletin sorumluluğunda bulunmaktadır. Evrensel bakış tarzı İskandinav ülkeleri güvenlik sistemleri içinde, diğer refah devletlerine göre daha büyük bir yer kaplamaktadır.174 Evrensellik ilkesi, yüksek sosyal refah harcamalarını içerdiği için Keynesyen refah devletinde temel ilke olurken küreselleşme süreciyle birlikte gücünü kaybetmiş ve bu 173 174 Özdemir, s. 127. Özdemir, s. 127. 82 durum ülkeleri seçiciliğe itmiştir. Gelire bağlı olmayan gelir güvencesi programlarında gelir tespiti yapılmaya başlamıştır. Bu nedenle sistem kesintilere maruz kalmıştır. 2. Seçicilik “Seçicilik”, üst düzeyde gereksinim içerisinde olanlara, sosyal refah hizmetlerini seçici bir yöntem kullanarak sunan (ayni veya nakdi olarak) ve bunu vurgulayan bir sosyal politika türüdür.175 Küreselleşme süreci ile birlikte değişen sosyal güvenlik yapısı içinde devletlerin sadece çok zor durumda olanlara sosyal yardımlar yapmasıyla birlikte seçicilik ilkesi, diğer ilkelere göre daha ön plana çıkmıştır. Ülkeler birbirlerinden farklı ilkeler benimsemektedir. Sosyal demokrat refah devlerinde evrensellik ilkesi hakimken, liberal refah devletlerinde seçicilik ilkesi baskındır. Ancak, bir ülkede birden fazla ilke de benimsenebilmektedir. Seçicilik yaklaşımının neoliberal ülkelerde daha çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, Yeni Zelanda‟da 1980‟lerin ortasından beri devam eden süreç, 1990‟lara gelindiğinde değişmeye başlamış, iş başına gelen neo-liberal hükümet, kamu olanaklarından yaralanabilmede hedefleme ve daha sıkılaştırılmış yeterlilik tespiti politikaları izlemeye başlamıştır.176 Neo liberal hükümetten önce görevde olan işçi hükümeti özelleştirmeleri ve liberal ekonomi sürecini başlatmıştır. Ardından göreve gelen yeni sağ hükümet bütçe açıklarını kapatma ve gittikçe artan rekabete ayak uydurma amacıyla sosyal alanı oldukça daraltmış ve sosyal güvenlik sisteminin de bütünlüğünü bozmuştur. Bazı yardımlardan yararlanacakları belirlemede önemli araştırmalar yapılmaya başlanmış ve emeklilik yaşı yükseltilmiştir. 1980‟lerden itibaren yaşanan Yeni Zelanda da ki bu değişimlere başka ülkelerde de rastlanmıştır. Kanada da aynı şekilde evrensellik ilkesinden kopuş yaşanmıştır. Kanada‟daki bu değişimlerin nedeni bütçe açıklarını kapatmak olarak gösterilmiştir. 175 176 Greve, s. 104. Özdemir, s. 130. 83 Kanada bu yolla bütçe açıklarını kapatmada başarılı olmuştur. Liberal ekonomi anlayışının hakim olduğu diğer bir ülke olan Amerika da ise evrensellik ilkesi çok fazla benimsenmediği için evrensellikten seçiciliğe geçiş de çok büyük değişimler yaşanmamıştır. 1970‟lerin sonlarından itibaren İngiltere‟de de seçiciliğe doğru bir kayış yaşanmıştır. Seçicilik ilkesine bağlı olarak yapılan harcamaların tüm sosyal güvenlik harcamaları içinde payı oldukça artarken seçicilik ilkesi doğrultusundaki alanların sayısının da önemli ölçüde arttığı gözlenmektedir. C. Refah Sistemlerinde “YakınlaĢma” ve “UzaklaĢma” YaklaĢımı 1. Refah Sistemlerinin YakınlaĢması “Yakınlaşma Teorisi”ne göre, refah devletinin ekonomik büyüme, sanayileşme ve demografik değişim gibi çeşitli belirleyenleri vardır.177 Ülkeler bu belirleyiciler doğrultusunda yardıma gereksinim duyan yaşlılar ve yoksullar için kamu harcamalarını arttırmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde buna yönelik olarak sürdürülen politikalar birbirine benzemektedir. Bu durum ülkelerin refah sistemi yaklaşımı açısından birbirlerine yaklaştığını göstermektedir. Tüm ülkelerde ortak olan nokta, 20-30 yıllık bir süreçte ülkelerin sosyal harcamalarını kısıp daha az dağıtıcı olmalarıdır. Küreselleşme dünyadaki her bölgeyi aynı şekilde etkilememektedir. Anglo-Sakson ülkeler yakınlaşmaya daha açıktır. Kıta Avrupası ülkeleri ise sosyal harcamalarını azaltmada daha çekingen davranmaktadırlar. Japon toplumu bir bütün olarak düşünüldüğünde, Batı‟dan önemli bir ölçüde farklılık göstermektedir.178 İnsanların oy verirken, işsizliği azaltıp gelirleri arttıran, barışçıl yaklaşıp savaştan kaçınan, kendilerini sosyal anlamda koruyan hükümetleri seçtiğine dair bir düşünce 177 178 Özdemir, s. 135. Özdemir, s. 136. 84 mevcuttur. Bu nedenle de sağ veya sol fark etmeksizin devletlerin uyguladıkları sosyal politikaların birbirine yakınlaştığı söylenebilir. 2. Refah Sistemlerinin UzaklaĢması “Uzaklaşma Teorisi” yakınlaşma teorisinin tersidir. Teoriye göre ülkeler benzer düzenlemelerde bulunsalar da refah devletleri farklı türlerden oluşmaktadır. Uzaklaşma teorisinin ele aldığı en etkin çalışma, Gosta Esping-Andersen‟in “The Three Worlds of Welfare Capitalism” adlı kitabıdır. Kitapta, 18 gelişmiş ülkeden elde edilen sosyal politika verilerinin incelenmesi sonucunda, üç farklı refah devleti rejimi belirlenmiştir (liberal, muhafazakar ve sosyal demokrat).179 Scharpf, yaptığı bir araştırmada 12 refah devletini incelemiş elde ettiği bulguların, kendisini bu ülkelerin tamamen birbirinden farklı olduğu kanaatine ulaştırdığını ifade etmektedir.180 Uluslararası anlamda meydana gelen önemli değişimler gelişmiş refah devletlerini zayıflatmıştır. Kurumsal farklılıklar 1970‟lerin başından 1980‟lerin ortalarına kadar devam eden değişimlerin ortaya çıktığı bu süreçte başlamıştır. II. REFAH DEVLETĠ ANLAYIġINDA YENĠ YÖNELĠMLER VE ARAYIġLAR Altın Çağ‟ın cömert refah devleti üzerinde tartışmaların başlaması, refah hizmetlerinin sunumu açısından yeni yönelimlerin doğmasına yol açmış, refah gereksinimlerinin karşılanmasında kullanılan araçlar değişmiştir. Dolaysıyla devlet-ailepiyasa olarak adlandırılan refah karmasında, devlet, aile ve piyasa lehine geri çekilmeye başlamıştır. Bununla ilgili temel olarak üç yönelimden bahsedilmektedir. Birincisi, her ne kadar yönetim aygıtının bir parçası olsa da, merkezi yönetime nazaran daha etkin ve verimli 179 180 Özdemir, s. 137. Özdemir, s. 137. 85 olan yerel yönetimlerin, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda artan oranda öne çıkmaya başlamasıdır. İkinci yönelim, refahı daha yerel düzeye, hiyerarşik ve bürokratik olmayan kendi kendine yönetim biçimlerine (Sivil Toplum Kuruluşlarına) aktararak devleti by-pass etme girişimleridir. Üçüncüsü ise, refah devletinin sosyal görevlerini piyasalara vererek (sosyal refah kurumlarının özelleştirilmesi) devlet müdahalesini sınrılamaya dönük neokonzervatif stratejilerdir.181 Yukarıdaki görüşleri benimsiyenlere göre, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda önemli olan hizmetin yerine getirilmesidir; yoksa, devletin bizzat bu işleri üstlenmessi değil. Ancak, piyasacı görüşü benimsiyenlere göre bile, bu tür hizmetlerin kamu tarafından yerine getirilmesinin bazı pozitif dışsallıklarının olduğu da yadsınamaz. Bazı bireyler, eğer devletin üstlendiği sosyal hizmetler özel sektör tarafından yerine getirilirse, bunlardan daha az yararlanma tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceklerdir.182 Sosyal refah hizmetlerini kimin yerine getirmesi gerektiğine ilişkin olarak ortaya çıkan bu gelişmelere bakıldığında, refah devletinin küçülmediği, Ancak, refah ödeneklerinin devletin üzerinden başka kurumlara kaydırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Tüm bu gelişmeler sosyal refah hizmetlerinin aşağı yukarı devam etmekte olduğunu, yalnızca sunumu açısından yeni metodların ortaya çıktığını göstermektedir.183 Refah devletinde yaşanan söz konusu dönüşümün yönünü ve etkisini daha iyi kavrayabilmek için bu süreci tüm yönleriyle, detaylı olarak ele almak çalışamanın gidişatı açısından yararlı olacaktır. 181 Özdemir, 2004, s. 267. Dilnot, s. 4-5. Aktaran Özdemir, 2004, s. 267. 183 Özdemir, 2004, s. 268. 182 86 A. Refah Devletinin DönüĢümü 1970‟li yıllarda ekonomi politikalarının değişmesi ile birlikte özellikle gelişmiş refah devletlerinde refah devleti anlayışının sürdürülmesiyle ilgili olarak tartışmalar başlamıştır. Bu nedenle, 1970‟lerin başında dünya ekonomisinin yaşadığı bunalımla birlikte refah devletinin yapısında değişiklikler yapılması gerektiği anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu değişimlerin başında refah devletinin en önemli araçlarından biri olan sosyal güvenlik gelmektedir. Ancak, sosyal güvenlik sistemi içindeki sorunlar nedeniyle sistemin yeniden yapılandırılması gereği ortaya çıkmıştır. Sosyal refah harcamalarının giderek artmasıyla birlikte sosyal refah kurumları üzerindeki yüklerin de giderek ağırlaşması neredeyse hepsini bütçe baskılarına maruz bırakmıştır. Bu durum sosyal refah kurumlarında da reform yapmayı gerekli kılmıştır. Bu konuda ulusal komisyonlar, çalışma grupları ve uzmanlar komitesi oluşturulmakta, yayınlar ve raporlar hazırlanmakta, konferanslar düzenlenmektedir.184 Bu reformda en çok üzerinde durulan konular, devletin sosyal güvenlik sistemi üzerindeki etkisi, sistemin finansman sorunu, kazanılmış haklarların durumu ve kamu emeklilik programlarının özelleştirilmesi olmuştur. Yürütülen tüm bu çalışmaların gerçek amacı refah devleti anlayışını yok etmek değil, anlayışı uyumlaştırmaktır. 1980‟lerden itibaren yeniden yapılanma süreci ile sosyal harcamaları azaltma yoluna gidilmiştir. Harcamaların azaltılmasına yönelik yapılan uygulamalarda en çok başarıya ulaşan reform emeklilik sisteminde olmuştur. Emeklilik yaşı yükseltip primleri arttırmanın yanında emeklilerin geliri ve emeklilik aylığı arasındaki ilişki dikkate alınarak ödeme yapılmıştır. Refah devletlerinin verdiği hizmetlerin kalitesinin düşürülmesi, sosyal refah hizmeti sunmada kamu sektörünün rolünün azaltılması, kamuda çalışanların ücretlerinin ve sayısının düşürülmesi, emeklilik sisteminde yapılan değişimleri izlemiştir. 184 Ferrera, Hemerijck, Rhodes, ss. 435-436. Aktaran: Özdemir, s. 256. 87 Sosyal hizmetlerin sunumunda devletin rolünde değişim yaşanmıştır. Merkezi yönetime göre yerel yönetimler sosyal hizmet sunumunda önemli hale gelmiştir. Sosyal refah hizmetleri yerel düzeyde, Sivil Toplum Kuruluşları‟na aktarılmıştır. Sosyal refah kurumlarını özelleştirmeye yönelik stratejiler belirlenmiştir. Tüm bunlara göre, hizmetlerin kim tarafından verildiği değil yerine getirilmesinin önemli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Tüm bu değişim çalışmaları küreselleşme süreciyle birlikte devam etse de sosyal refah hizmetlerinin mal ve hizmetler gibi kolayca özel sektöre aktarılması mümkün değildir. Devlet sosyal nitelikli mal ve hizmetlerin planlama, koordinasyon, finansman ve yerine getirme sorumluluğunu kendi üzerinde tutmakta, özel sektöre sadece üretim ve dağıtımını aktarmaktadır. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde devlet yapılan tüm reformlara rağmen hala önemli ölçüde etkilidir. Son olarak; sosyal hizmetlerin sağlanmasında farklı arayışlar içinde olup bu hizmetler özel sektöre aktarılmaya çalışılsa da kamunun bunun üzerindeki yükümlülüğünün yoğun olarak devam ettiğini, özel sektörün bu anlamada bir alternatif olacağı yaklaşımlarının uzun süre askıda kalacağını söyleyebiliriz. B. Devlet Müdahalesinin ve Devletin Sosyal Görevlerinin Azaltılması Küreselleşme süreciyle birlikte dünyada yaşanan gelişmeler, uluslararası rekabette küresel hedefleri ön plana çıkarmıştır. Uluslararası standartlar, ulusal ölçüleri aşmıştır. Ekonomiler arasında rejimler veya sistemlerden kaynaklanan farklılıklar bu ölçülerle uyumlaştırma çabaları gözlenmektedir. Piyasa ve merkezi planlamaya dayalı ekonomilerde devletin müdahalesinin sınırlandırılması hareketleri dikkati çekmektedir. Sanayileşmiş ülkelerin sosyal güvenlik sistemlerinde giderek minimum koruma düzenlemelerinin geliştirilmesi çabaları vardır.185 185 Çelik, s. 313. 88 “Devletin küçülmesinden amaç, her şeyi üreten, müdahale eden devlet yerine, standartları belirleyen, kurallar koyan, denetleyen, rant üreten değil, onu engelleyen, ileri teknoloji ve yüksek verimlilik düzeyinde sanayi toplumu oluşturulmasını hedefleyen bir devlet olmalıdır. Optimal devlet, sınırlı ve sorumlu bir devlettir. Olumsuz müdahale yapmayan, bireyin hak ve özgürlüklerini güvenceye alan, çeşitli kesimler karşısında tarafsız kalan bir devlet modelidir. Küreselleşme süreci bu anlamda bir devlete olan gereksinimi daha da artırmaktadır. Devlet rekabeti düzenlemeli ve gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermelidir.”186 Bu konuyu etkin devlet anlayışı ve devletin sosyal sorumluluğu olmak üzere iki noktada inceleyeceğiz. 1. Etkin Devlet AnlayıĢı Sanayi devriminde gelişen klasik devlet anlayışı yerine küreselleşme süreci ile birlikte sınırlı ancak etkin devlet anlayışı önem kazanmıştır. Devlete hizmetin yerini, devletin bireye ve topluma hizmeti almıştır. Devletin sorumluğu bireye doğru yönelmekte, özelleştirme ve yerelleştirme ile sivil toplum daha fazla güç kazanmaktadır. Bu değişimlerle devletin görev ve sorumlulukları azalmakta ve etkinlik alanı daralmaktadır.187 Devletin müdahalesini azaltmak amacıyla demokrasiye katılımın artırılması ve sivil organizasyonların ve bireylerin yönetime etkin katılımı için devletin küçülmesi tartışılmaktadır. Devletin en önemli sosyal politikalarından biri olan sosyal güvenlik küreselleşme sürecine kadar devletin etkin bir fonksiyonu olarak yerini korumuştur. Ancak, finansman güçlüklerinin yaşandığı ve bireysel sorumlulukların öncelik kazandığı günümüzde devletin sosyal güvenlik rolü üzerindeki tartışmalar giderek artmıştır. Ancak, henüz evrensel bir 186 Nusret Ekin ve Diğerleri, Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nde ArayıĢlar: ÖzelleĢtirme ve Yeniden Yapılanma, Yayın No.1999-69, İTO, İstanbul: 1999, s. 27-28. 187 Çelik, s. 314. 89 modelin olduğunu söylemek mümkün değildir. Her ülke gelişme seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun bir modeli uygulamaktadır. Sosyal güvenliğin kapsamı, devletin benimsediği sistemlere göre değişmektedir. Bunlar arasındaki farklılıklar, bireylerin sorumluluğunda olmaktadır.188 Dünyada işsizlik sigortası uygulamalarının bütçeye önemli bir yük getirdiği ve işsizlik sigortası ve diğer sosyal yardımların bireyleri çalışmamaya özendirdiği görüşleri önem kazanmaya başlamıştır. İşsiz kalan kimselere devlet tarafından karşılıksız para transferi yerine, mesleki eğitim sağlanmasının rehabilitasyon imkanlarının sunulmasının, istihdam konusunda danışmanlık hizmetlerinin verilmesinin daha iyi bir çözüm olduğu ifade edilmektedir.189 Bu nedenle devletin rolünün devlet güvencesinin ya tamamen kaldırılması ya da hak kazanma koşullarının ve yararlanma süresinin sınırlandırılması olarak yeniden yapılandırılması önerilmektedir. Eğitim, sağlık, sosyal koruma gibi alanlarda devlet, özel sektör ve bireye düşen sorumlulukların yeniden düzenlemesi için bunlar arasında pozitif ve güçlü bir ilişki kurulmalıdır. Bu amaçla birçok ülkede ulusal komisyonlar ve çalışma grupları oluşturulmaktadır. Bu grupların olumlu sonuçlar ortaya çıkarabilmeleri için önemli bilgiler toplayarak bu bilgileri analiz etmeleri gerekmektedir. 2. Devletin Sosyal Sorumluluğu Küreselleşmeyle birlikte şiddetlenen rekabet ortamında sosyal refah devleti uygulamalarının finanse edilmesinin çok zor olduğu yönündeki düşünceler kabul görmüştür. Bu süreçte devlet, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi temel kamu hizmetlerini 188 Pauline Barett Reid, “ Sosyal Koruma ve Sosyal Güvenlikte Uluslararası Gelişmeler,” Çev. Mustafa Delican, Yeni Yüzyıla Doğru Endüstri İlişkileri, Demokrasi, Gelişme ve Çağdaş Çalışma Standartları, II. Endüstri İlişkileri Kongresi (İstanbul), Kamu-İş Yayını, Ankara, t.y. ,s. 87, Kadir Arıcı, Avrupa Birliği Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara, Kamu-İş, 1997, s. 9. 189 Çelik, s. 314-315. 90 “topluma” ya da “piyasaya” havale etmiştir.190 Bunun yanında sosyal yardım alanında özel sektör ve gönüllü kuruluşlar desteklenmiştir.191 Ancak yapılan araştırmalar, devletin sosyal harcamalardaki payı azalırken yönetim konusunda etkinliğinin arttığı yönünde olmuştur. Küreselleşme süreci ile birlikte hükümetler yeni ekonomik politikalara uyum sürecinde erken emekliliği kolaylaştırmak, endüstriyel değişime yardım etmek, iş eğitimini ve çalışanların eğitimini güçlendirmek için arabuluculuk konularında büyük bir rol oynamaktadır. 1997 Dünya Kalkınma Raporu‟nda belirtildiği gibi, girişimcilerin ekonomik yatırımlarını destekleyecek etkin bir devlet ihtiyacı her zaman vardır.192 Ayrıca birey eksenli bir ekonomik sistemde devletin düzelten olarak müdahalede bulunması gereklidir.193 Devletin bireyler ve sivil toplumun desteği ile gerekli reformları gerçekleştirmesi daha uygun şartları oluşturacaktır.194 C. Kamusal Harcamaların Azaltılması İngiltere‟de sanayi mevzuatı ile başlayan ve Almanya‟da sigortacılığın gelişmesiyle devam eden sosyal politikalar özellikle II. Dünya Savaşı‟ndan sonra hızla artış göstermiş, refah devleti anlayışı çoğu gelişmiş ülkede görülmeye başlamış, çok daha fazla refah harcaması yapılmıştır. Devletin sorumluluğu “vatandaşlarını ekonomik sorunlara karşı korumak ve onlara belli bir refah sağlamak” olarak görülmüştür.195 1970‟lerin başında petrol fiyatlarındaki artış sonucu ortaya çıkan kriz ve ekonomik gerileme sürecinde artan maliyetler ve vergiler nedeniyle 1980‟li yılların başından itibaren 190 Çelik, s. 36-37. Songül Sallan Gül, Sosyal Devlet Bitti, YaĢasın Piyasa!, Etik Yayınları, İstanbul, Şubat 2004, s. 220-221. 192 Nilüfer Bozkurt, Globalleşme ve Devlet, Ġktisat Dergisi, Sayı.382, s. 55-56. 193 Etyen Mahçupyan, “Devlet Liberalizm ve Kapitalizm”, Doğu Batı DüĢünce Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, KasımAralık-Ocak 1997, s. 25. 194 Theopiste Butare, “ Social Needs and the Roles of Goverments and Markets : The Case of Retirement Pensions”, International Social Security Review, Vol.51, 3/98, s. 59-60. 195 N. Rudra, “Globalization and the decline of the welfare state in less-developed countries”, International Organization, Vol: 56, 2, Spring, 2002, 411-445. s. 416. 191 91 harcamaları azaltma ve yeniden yapılanma girişimleri söz konusu olmuştur. Bu doğrultuda son yıllarda sosyal politikalar konusunda yeni arayışlara gidilmiş, sosyal refahın sağlanmasında sadece devletin değil aynı zamanda ailenin, gönüllü organizasyonların ve piyasanın da etkin olması gerektiği; gönüllü organizasyonların özellikle yoksul insanlara ulaşmada pek çok kamu kurumundan daha etkin ve az maliyetli hizmet sağlayabileceği ileri sürülen “üçüncü yol” olarak ifade edilen bir anlayış ortaya çıkmıştır. Yeni yaklaşım idari yapıları merkez dışına iterken sorumlulukları daha yerel idarelere bırakıp kâr amacı gütmeyen kurumları ön plana çıkarmaktadır. Bu bakımdan sosyal sorumluluklar sadece devletin sorumluluğundan çıkıp geniş organizasyonların sorunu haline gelmekte, devlet mağdurların sığınabileceği son çare olmaktan çıkmaktadır.196 Hızlı büyüme ve düşük oranda işsizliğin yaşandığı, vergi veren çalışan kesimin sistemden yarar sağlayanlara (emeklilere, işsizlere) oranla yüksek olduğu bir dönemden sonra refah devleti dünyanın genelinde sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır.197 Küreselleşme sürecinde yaşanan bu dönüşüm ile Refah Devleti adeta “Transfer Devleti”ne dönüşmüş, gelir dağılımında önemli değişiklikler gerçekleşmiş, bu dağılımlar genellikle zenginden yoksula doğru değil, benzer yaşam standartlarına sahip insanlar arasında gerçekleşmiştir. İnsanlar iş bulduklarında işsizlik sigortası ve refah ödemelerinin, konut ve besin yardımının kesilmesi ve gelir vergilerinin hemen uygulanması nedeniyle çoğu hükümet refah devleti politikaları, yoksul insanların çoğunu emek gücü havuzuna itmekten caydırmakta ve onları vergi ağının dışındaki düşük maaşlı kayıtdışı ekonomi işlerine girmeye teşvik etmektedir.198 Eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir dağılımı gibi sosyal politika ve sosyal refah hizmetleri geliştikçe, refah devletinin kurumsallaşan bu hizmetleri, vatandaşlar tarafından “bir refah hakkı” olarak görülmeye 196 H. Lazarve P. Stoyko, s. 32-33. B.R. Freeman, “Emek, Sermaye ve Sosyal Güvenlik: 21. Yüzyıla Hazırlanırken Avrupa‟da Sosyal Koruma Değişim ve Sorunlar”, ETUC-ETUI Konferansı, (Derleyenler: A. BOSCO ve M. HUTSEBAUT), Brüksel, Avrupa Sendikalar Enstitüsü Yayınları, Harb-İş Sendikası, 1996, s. 32. 198 J.D. Snower, “The Future of the Welfare State”, The Economic Journal, 1993, ss. 701-713. 197 92 başlanmakta, vatandaşların devletten beklentileri sürekli artmaktadır.199 Sosyal yardım alanların daha fazlası için sürekli yarışta bulunmaları ve gerekmediği halde sosyal harcama talep etmeleri yardımların ekonomik etkinliğini azaltmaktadır. Sonuç olarak yapılan araştırmalar özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında işçilerin sosyal kazanımlarında artış olduğu göstermektedir. İşçilerin devletten elde ettikleri kazançların, ücretlerine net bir artış anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. Ancak, gözlemlenen kazançların bir bölümü hatta tamamı işçilerin ödediği vergiler tarafından karşılanabilmektedir. Bu nedenle yapılan işlemin gelir dağılımını etkilemediği ve bu nedenle sisteme ek bir yük söz konusu olmadığı ileri sürülmektedir. D. Sivil Toplumun Önplana Çıkması Sivil Toplum Kuruluşları‟nın (STK‟ların), tarih içinde, özellikle sosyal yardım ve sosyal hizmetler alanında büyük bir rol üstlendikleri bilinmektedir. Ne var ki, toplumların giderek gelişmesi, sanayileşmenin doğuşu, kentleşmenin genişlemesi, yeni sınıfların ortaya çıkışı (işçi-işveren) ve sosyal sorunların giderek sivil toplum kuruluşlarının içinden çıkamayacağı kadar artması, bu alana büyük ve güçlü bir kurum olarak devletin müdahale etmesini doğurmuştur.200 Devlet (refah devleti), 20. yüzyıl boyunca, özellikle gelismiş ülkelerde STK‟lara çok fazla ihtiyaç bırakmamış, toplumsal refahı en etkin ve en rantabl şekilde sağlamıştır. Ancak, uzun zaman boyunca tek başına toplumsal refah sağlayan devletin bu işlevi, küreselleşmenin ortaya çıkışı ve liberal felsefenin önem kazanmasıyla birlikte zayıflama sürecine girmiştir. Yeni ekonomik ve politik felsefe, sosyal alan dahil olmak üzere, devletin 199 Süleyman Özdemir, Refah Devletlerinde Sosyal Harcamaların Analizi, Ġktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Konferansları (Prof. Dr. Nevzat YalçıntaĢ’a Armağan Özel Sayısı), 50. Kitap, İstanbul: İÜ Yayınevi, 2005, s. 161. 200 Süleyman Özdemir, Halis Başel ve Hasan Şenocak, Sivil Toplum Kuruluşları (STK)‟nın Artan Önemi ve Üsküdar‟da Faaliyet Gösteren Bazı STK‟kar Üzerine Bir Araştırma, http://makale.suleymanozdemir.com/STKMakale-SSK56.pdf, (Çevirimiçi: 03.03.2010), s. 153. 93 tüm alanlardan elini çekmesini öngörmektedir. Bu bağlamda, “refah karması” olarak adlandırılan diğer bazı kurumlar (sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve dini kurumlar) toplumsal refah sağlamada devlete yardımcı olmaya başlamıştır. Böylece, sivil toplum kuruluşları, özellikle toplumsal refahın sağlanmasında, bir yöntem olarak tekrar ilgi görmeye başlamış; merkezi idare, yerel yönetimler ve STK‟lar arasında yeni bir rol dağılımı ortaya çıkmıştır.201 STK‟lar, esnek yapıları, yüksek verimlilikleri ve desantralize örgütlenmesi ile 1980‟lerden itibaren, özellikle ileri Batı ülkelerinde, devletin refah hizmetleri yanında kendisine gitgide artan bir şekilde yer bulabilmiştir. Bu gibi olumlu özellikleri nedeniyle, devletlerin, STK‟lar ile ileri düzeyde işbirliği yaptığı gözlenmiştir. Aslında, bu dönemde de devlet, toplumsal refah sağlamada temel aktör rolünü sürdürmektedir. Ancak, devletin görevinin niteliği değişmiştir. Devlet, kendisi hizmet üretmek yerine, bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde bu kesimlere finansal destek sağlamayı ve hizmetlerin düzenlenmesinden sorumlu olmayı yöntem olarak benimsemektedir.202 Küreselleşme süreciyle birlikte ulusal ve uluslararası düzeyde sosyal politika alanında oluşan sorunların artması ve çözüm konusundaki başarısızlıklar yeni arayışları gündeme getirmektedir. İşsizlik, yoksulluk, eşitsizlik gibi sosyal politikanın geleneksel sorunlarının dünya tarihinde görülmemiş düzeye ulaşması karşısında sivil toplum anlayışının ön plana çıktığı görülmektedir. Refah devletlerinin krize girmesi, neo-liberal felsefenin ve politikaların dünyaya hakim olması, özellestirme politikaları, demokrasinin yaygınlasması, soğuk savaşın sona ermesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler v.b. nedenlerle Sivil Toplum Kuruluşları (STK‟lar) özellikle gelişmiş toplumlar tarafından “yeniden keşfedilmeye” başlanmıştır. Geçtiğimiz yüzyılın sonu ile içinde bulunduğumuz yüzyılın başı arasındaki en 201 202 Özdemir, Başel ve Şenocak, s. 3. Özdemir, Başel ve Şenocak, s. 3. 94 önemli farklılık, STK‟ların toplumda üstlendiği rolde yatmaktadır. STK‟lar, küreselleşmenin beraberinde getirdiği ekonomik ve politik felsefeye uygun özelliklere sahip olduklarından, neo–liberal felsefenin uygulandığı ülkelerde devletler tarafından büyük ilgi görmüş ve gelişimleri açısından uygun ortam yakalamışlardır. STK‟ların özellikle bu toplumlarda üstlendiği sosyal rolleri dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır.203 Toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik olarak farklılaşması, çoğullaşması ve dış dünyayla çok boyutlu ilişkilere girilmesinin sonucunda ciddi büyüklükte STK‟lar ortaya çıkmış ve çeşitli STK‟lar devletin işlevlerini ve sorumluluklarını paylaşmaya başlamışlardır. Bu STK‟ların çoğu devletin geleneksel rolünü sorgulamaya başlamış ve katılımcı bir devlet anlayışı güç kazanmıştır.204 Bu anlamda STK‟ların, piyasa ekonomisinin toplumsal ve ahlaki bir kapsamdan uzak olan doğa yasalarına göre işleyen ekonomik faaliyetlerin yol açtığı toplumsal krizleri azaltarak ortadan kaldırmayı ve huzurlu bir toplum oluşturmayı hedef alan sosyal politika yaklaşımı çerçevesindeki toplumsal koruma mekanizmalarından birini oluşturduğu ifade edilmektedir.205 III. REFAH DEVLETĠNĠN YAPILANMASINDA SĠVĠL TOPLUMUN ROLÜ 1970‟lerin ortalarından itibaren yaşanmaya başlayan ve 80‟li ve 90‟lı yıllar boyunca da devam eden iş piyasası ve aile yapısında ortaya çıkan olumsuzluklar ve yaşlı nüfusun artması gibi birtakım sosyo-ekonomik değişimler, özellikle en ileri refah devletlerinin yer 203 Özdemir, Başel ve Şenocak, s.1. Korel Göymen, “Türkiye‟de Yerel Yönetim Reformu”, Yerel Yönetimler Kongresi: Dünden Bugüne Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Biga-Çanakkale, 2004, ss. 31-37. 205 Abdulkadir Şenkal, Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, (Ed: İbrahim Sarıoğlu), İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesi, 45. Kitap, 2003, s. 115. 204 95 aldığı Avrupa coğrafyasında ve diğer gelişmiş refah ülkelerinde, refah devleti anlayışı ve refah devletinin sürdürülebilirliliği ile ilgili birtakım sorgulamaları doğurmuştur.206 Çalışmanın ikinci bölümünde üzerinde durulan bunalıma yol açan gelişmeler refah devletinin bazı fonksiyonlarında radikal reformları gündeme getirmiştir. 1970‟lerden sonraki dönemde refah devletinin yeniden yapılandırılması üzerinde durulmaktadır. Yapılan reformların refah devletini ortadan kaldırma amacı bulunmamaktadır. Refah devletinin içine girdiği krizden çıkmak için girişilen reform ve yeniden yapılanma çabalarının hepsi kamu harcamalarının azaltılmasına yöneliktir. Bu amaçla, sosyal refah kurumları hem kurum olarak, hem de sağladığı hizmetler açısından reorganize edilmeye çalışılmakta, refah devletinin bazı fonksiyonlarının ya yerel yönetimlere kaydırılması, ya devlet-sivil toplum iş birliğinin gerçekleştirilmesi ya da devletin bu tür sosyal işlevlerinin özelleştirerek bu hizmetlerin sunumunun piyasaya terk edilmesi planlanmaktadır. Özellikle sonuncusu, yani sosyal refah hizmetlerinin özel sektöre devri, neo-liberal yaklaşımın en çok tercih ettiği ve günümüzde bazı ülkelerin benimsediği bir uygulama biçimidir. Bu anlamda Sivil Toplum Kuruluşları hem toplumun tepkisini çekmemek hem de özelleştirme öncesine bir hazırlık olarak en uygun sosyal refah sağlayıcılar olarak düşünülmüş ve bazı ülkelerde sosyal hizmetlerin sunulması bu kuruluşlar aracılığıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Genel olarak devletin desteğini arkasına alan bu kurumların, kendi olanaklarını da ekleyerek, sosyal hizmetleri daha etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirmeye çalışacakları düşünülmüştür.207 Sosyal refahın sunumunda önemli bir yeri olan STK‟lar bu bölümde ayrıntılı olarak anlatılacaktır. 206 Peter Taylor-Gooby, “Zor Zamanlarda Sosyal Devleti Desteklemek: Hesabı Kim Ödeyecek?”, (Çev.:Şenya Gökbayrak), Journal of European Social Policy, Vol.:11, No:2, May 2001, http://www.fisek.org/birliktelikler-yerelstk-gorusler-gokbayrak2.php, (Çevirimiçi: 29.03.2003), s. 1-3. Aktaran Özdemir, 2004, s. 256. 207 Özdemir, 2004, ss. 257-258. 96 A. Sivil Toplum Kavramı, Sivil Toplum KuruluĢlarının Tanımı ve Tarihsel GeliĢimi 1. Sivil Toplum Kavramı ve Tanımı 17. yüzyıldan bu yana bilinen bir kavram olan “sivil toplum” kavramı modern anlamda ilk defa Adam Ferguson tarafından 1767 yılında “Sivil Toplumun Tarihi Üzerine Bir Deneme” adlı kitabında kullanılmıştır. Liberalizmin öncüsü Adam Smith, sivil toplumu devletin dışında bir alan olarak tanımlamıştır. Siyasal iktisatçı Marx‟a göre ise sivil toplum, sosyo–ekonomik ilişkiler ile üretim güçlerinin bütününü oluşturur.208 Devlet kavramını; her şeyi kapsayan, sivil toplum içindeki çatışmaları uzlaştıran kutsal bir alan olarak benimseyen Hegel‟in aksine Marx; devleti, siyasal alanın belirleyicisi rolündeki sivil toplumun bir yansıması olarak tanımlamıştır.209 Bu tanımlara göre söz konusu karşıtlık; devlet–sivil toplum karşıtlığından ziyade sivil toplum ile sivil toplum içindeki sınıf ilişkilerinin bir üst görünümü olan devlet arasındaki karşıtlığı ifade eder.210 Başka bir deyişle Marx‟a göre, sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkide gerçek belirleyici; yoksulluk, sınıf çatışması ve bu çatışmanın yönlendirdiği ekonomik ilişkilerden oluşan sivil toplumdur.211 Marx‟ın görüşlerini benimseyerek detaylandıran sosyalist düşünür Gramsci ise sivil toplumu; devletin zorunlu müdahaleleri ile üretimden meydana gelen ekonomik alanın arasındaki ideolojik ve kültürel ilişkilerin bütünü olan bir yaşam alanı şeklinde tanımlar.212 Bununla beraber Gramsci, sivil toplumu burjuva hegomonyasının (sınıfsal önderlik) başlıca aracı olarak yorumlamaktaydı.213 Sosyalist bakış açısına sahip Marx ve Gramsci‟nin yaşadıkları dönemde sivil toplum kavramının, ortaya çıkışı itibariyle burjuva 208 Esra Yüksel Acı, Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri Sivil Toplum KuruluĢları, Günizi Yay, İstanbul, 2005, s. 21. 209 Özer Kaya, “Sivil Toplum Kuruluşları ve Kalkınma”, (yayınlanmamış yeterlilik tezi), İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı , Ankara, 2008, s. 15. 210 Acı, s. 21. 211 Kaya, s. 15. 212 Acı, s. 21. 213 İlyas Doğan, Özgürlükçü ve Totaliter DüĢünce Geleneğinde Sivil Toplum, Alfa Yayınları, İstanbul, 2002, s. 190. 97 toplumu ile eşanlamlı olması sivil toplum konusundaki olumsuz görüşlerinin başta gelen nedenidir. 1980‟lere kadar sivil toplum kavramı çok fazla tartışılmayan ve olumsuz anlamlar yüklenen bir kavram olmuştur.214 Günümüzde sivil topluma oldukça farklı anlamlar yüklenmektedir. Sivil toplum çoğu kez ”sosyal hareketler”, “üçüncü sektör”, “kar amaçsız örgütler”, “bağımsız savunma grupları” gibi terimlerle ifade edilmektedir. Sivil toplum genel olarak nispeten otonom ve kendini yönetir hale gelen bir dernekler düzenine (ittifaklar, federasyonlar ve konfederasyonlar) gönderme yapar.215 Sivil toplum modern anlamıyla yani devlet alanının dışında kalan toplum kesitini gösteren bir kavram olarak karşımıza çıkmakta olduğu ifade edilmektedir. Diğer bir değişle sivil toplum, merkezi denetim ve hiyerarşiye tabi tutulmayan toplumsal ilişkiler ağı olarak tanımlanabilmektedir. 2. Sivil Toplum KuruluĢlarının Tanımı Sivil toplumu oluşturan bireylerin, toplumsal, ekonomik ve siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için birleşmeleri sonucunda kurulan STK‟lar, hükümete ait olmayan her türlü kurum olarak tanımlanmaktadır. Sivil toplumu, ekonomik, toplumsal, kültürel, ya da siyasi bakımdan aynı ağırlığa sahip olmayan, bu nedenle karşılıklı ilişkileri bakımından uyumlu olabileceği gibi çatışmalı da olabilen toplumsal gruplar arasındaki etkileşim alanı olarak nitelendirebiliriz. Dolayısıyla STK‟lar da bu gerçekliğin bir yansımasıdır, devlet yapıları dışında ama devletle olumlu ya da olumsuz yakın ilişkiler içinde olan ve toplumsal bakımdan çeşitlilik gösteren, toplumsal aktörlerin oluşturduğu bir zemindir.216 214 Fuat Keyman, “Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye”, Sivil Toplum ve Demokrasi Sivil Toplum Yazıları, 2004, stk.bilgi.edu.tr/docs/keyman_std_4.pdf (çevirimiçi: 16.03.2008). 215 A. Hadenius, F. Uggla, “Making Sivil Society Work, Promoting Democtaric Development: What can States and Donors Do?”, World Development, Vol:24, No:10 s. 1621. 216 Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD), Sivil Toplum Örgütleri: Neoliberalizmin Araçları mı, Halka Dayalı Alternatifler mi?, (Çev. Işık Ergüden), Demokrasi Kitaplığı, İstanbul: Mart 2001, s. 14. 98 1990 sonrası yaşanan siyasal süreçte sivil toplumun, devlet ve piyasanın yanında “üçüncü sektör” olarak meşruiyet kazandığı görülmektedir. Türkçe literatürde STK‟lara ilişkin farklı kavramlar kullanılmaktadır. Bunlar “Sivil Toplum Örgütleri” (STÖ), “Gönüllü Teşekküller” (GT), vakıf, dernek, sendika, oda, kooperatif, kulüp gibi kavramlardır.217 Batı literatüründe ise, “Sivil Toplum Örgütleri” (Civil Society Organizations-CSOs), “HükümetDışı Örgütler” (Non-Governmental Organizations-NGOs), uluslararası faaliyet gösteren “Uluslararası Hükümet-Dışı Örgütler” (International Non-Governmental OrganizationsINGOs), toplumsal hareketler (Social Movements-SMOs), uluslararası çalısan “Uluslararası Toplumsal Hareketler” (International Social Movements-TSMOs) gibi değişik adlandırmaların olduğu görülmektedir.218 Bunların yanısıra Kâr Gütmeyen Kuruluşlar (Non–Profit Organizations) ve Hayırsever Yardım Kuruluşları (Charitable Organizations) da yaygın olarak kullanılmaktadır. Kâr gütmemesi, hükümetlerden bağımsız, özel sektörden farklı olması, gönüllü birliktelik unsuruna dayanması ve hayırsever unsurlar barındırması; dolayısıyla yukarıdaki kavramların tümünü kapsayıcı geniş bir çerçeveye sahip olması sebebiyle bu araştırmada tercih edilen kavram “Sivil Toplum Kuruluşları ”dır. Bir başka sebep ise sosyal politikanın çok yönlü bir kavram olması ve bu alanda faaliyet gösteren kuruluşların da çeşitliliği nedeniyle verilen ismin tüm bu sayılan özellikleri içinde barındırabilmesi gerekliliğidir. Tüm bunların yanı sıra Türkiye‟de en yaygın olarak kullanılan terimdir.219 3. STK’ların Ortaya ÇıkıĢı ve Tarihsel GeliĢimi Sivil toplumun ortaya çıkışına neden olan gelişmeler Ortaçağa kadar uzanmaktadır. Şehirleşmenin ortaya çıkması ticaretin ve insanlar arası ilişkilerin karmaşıklaşmasıyla 217 Güngör, Fethi, Yıldızı Yeni Parlayan Bir Sektör: Sivil Toplum Kurulusları. http://www.osmanli.org.tr/ yazi.php?bolum=4&id=292, (Çevirimiçi: 01.06.2009), s. 1. 218 Foster, J. Knowing Ourselves: A Brief History of Emerging Global Civil Society. CIVICUS World Assembly, August 2001, Voncouver, B.S., Canada. 219 İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)‟nın , “Türkiye‟de Sivil Toplum”, Konulu Araştırması Hakkında Basın Bülteni, 2009, http://www.istanbulsmmmodasi.org.tr/TRapor.asp?id=2359 , (Çevirimiçi: 02.06.2009). 99 birlikte sivil toplum kuruluşları insanlar arası ilişkilerde doğrudan devletin bulunmadığı siyasal faaliyet alanı dışında bulunan, mülk sahipliğinin egemenliğini ve kişinin mülkiyet özgürlüğünün meşrulaştığı bir toplumsal boyut anlamında kullanılmaktadır. Modern anlamda sivil toplum kavramı, kapitalizmin gelişmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan sanayi toplumu ile mümkün olmuştur.220 Sivil toplumun 16. yüzyılın İngiliz politik düşüncesi zamanında ortaya çıktığı kabul edilmekle birlikte, çeşitli aşamalardan geçerek bugünkü anlamına ulaştığı söylenebilir.221 Buna göre sivil toplumun geçirdiği ilk aşama, bir devletin üyesi olmakla özdeşleşen anlamından kurtulmasıdır. İkinci aşama, sivil toplum içindeki bağımsız toplulukların kendilerini devlete karşı savunmalarının meşruiyet kazanmasıdır. Üçüncü aşama, sivil toplumun içerdiği özgürlüğün, toplumsal çatışmaların kaynağı, devlet müdahalesinin bu çatışmaları önleyici faktör sayıldığı bir anlayışı yansıtır. Son aşama ise, üçüncü aşamaya tepki olarak, devlet müdahalesinin sivil toplumu pasifize edeceğinden korkulmaya başlandığı dönemdir.222 Bu anlamda sivil toplum kavramı devlet-sivil toplum ayrımı, özel kurumların veya bir bütün olarak toplumsal sistemlerin kökenlerini, gelişim ve dönüşümlerini çözümlemekte kullanılabilir. Sivil toplumun son aşaması olarak nitelendirilen dönem küreselleşme kavramının geliştiği 1980‟lerin sonlarında başlayan dönemdir. Sivil toplum özellikle küreselleşmenin hız kazandığı 1990‟lı yıllardan itibaren önem kazanmıştır. Keynesyen refah devleti politikalarının terk edilmesine paralel olarak, sosyal alanda ve yoksullukla mücadelede devletin çekilmesinin yarattığı boşluk, piyasa, toplumsal dayanışma ağları ve STK‟larla doldurulmak istenmektedir.223 220 Doğan, s. 5,36 Krishan Kumar, “Civil Society: an Inquriy into the Usefulness of an Historical Term”, British Journal of Sociology, 1993, s. 38. 222 Ali Yaşar Sarıbay, Postmodernite, Sivil Toplum ve Ġslam, İletişim Yayınları, İstanbul: 1994, s. 139. 223 Songül Gül Sallan ve Hüseyin Gül, “Türkiye‟de Kamusal Yoksulluk Hizmetleri Yönetimi: SYDTF Vakıfları Örneği”, Türkiye‟de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmteler Bölümü, Alanya: 4-6 Kasım 2004, s. 2. 221 100 Küreselleşme süreci ile birlikte STK‟ları çekici kılan noktalardan biri yurttaşlık bilincine katkıda bulunması, diğeri de genel olarak yoksullara daha yakın olmasıdır. Ayrıca uluslararası kapsamda değerlendirilebilecek sorunların çözümümde uluslararası düzeyde faaliyet gösterebilmesi STK‟ların kabul görme sürecini için olumlu olmuştur. Ancak, STK‟ların kabulünü pekiştiren en önemli olgu yoksullukla mücadele politikaları olmuştur. Küreselleşmenin hız kazanmasıyla birlikte daha derinleşen ve daha büyük bir sorun haline gelen yoksulluğa neoliberal politikalar çerçevesinde bulunan “çözüm” sorunun topluma aktarılması olmuştur. Refah devletinin tasfiyesi, sosyal güvenlik sisteminin özelleştirilmesi ile birlikte düşünüldüğünde burada amaç sorunların “devlete” yeni yük getirmeden çözümüdür.224 Bu programlarla yoksulluk ve yoksulluk hizmetlerinin yönetiminde merkeziyetçi yapıların terk edilmesi, devlet bürokrasisinin rolünün en aza indirilmesi, devletin sadece düzenleyici bir işleve sahip olması dikte edilmektedir. Yoksullukla mücadele ise toplumların kendi aralarında yardım ve dayanışma ağlarına (yani STK‟lara) bırakılacaktır.225 STK‟lar sosyal politika alanında önemli bir rol üstlenmeye başlasa da devlete alternatif bir örgütlenme olduğundan söz edilemez. STK‟ların sosyal politika açısından devlete yardımcı olarak boşluk doldurabileceğini söyleyebiliriz. B. STK’ların Özellikleri ve Amaçları STK‟lar için yapılan tüm tanımlar, STK‟ların özelliklerine işaret etmektedir. STK‟ların kurulmaları ve faaliyetleri yönünden maddi–manevi anlamda devletten bağımsız olmaları, kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olmaları, gönüllük esasına dayalı olmaları, toplum yararına çalışmaları ve çoğulculuk, katılımcılık kültürünü geliştiren, başka bir deyişle kendi kendini yönetebilen toplum arayışı içinde olmaları bu özelliklerden birkaç 224 225 Sema Erder, “„Yeni‟ Yoksulluk ve ‟Yeni‟ Modeller”, Kızılcık Dergisi, Mart 2004, s. 41. Sallan Gül ve Gül, 2004, s. 2. 101 tanesidir.226 STK kavramını daha anlaşılır kılabilmek amacıyla bu kavramın bir kez daha tanımını yapmak yerine ortak belirgin özellikleri belirleyerek daha etraflı bir açıklamasını yapmak gerekirse; bir topluluğun STK olarak adlandırılabilmesi için 8 belirgin özelliğe sahip olması gerekmektedir: • Sürekliliğe sahiptirler. STK‟lar amaçsızca bir araya gelmiş insan topluluklarından ziyade; ortak bir düşünceyi, ideali veya inancı, hiçbir ticari amaç gütmeksizin savunmaya ve gerçekleştirmeye yönelik, hür iradeye sahip bireylerin oluşturduğu kurumsallaşmış örgütlerdir. Bir sistemi, vizyonu, üzerinde projeler ürettikleri belirli amaçları, yönetici kadrosu, profesyonel çalı şanları ve gönüllülerinden oluşan bir örgütsel yapıya sahip ayrı ca yasal anlamda biçimsellik kazanmı ş tüm bunları n sonucu olarak da sürekliliği olan kurumlardır.227 • Sadece kendi üyelerine değil, toplumun geneline de yarar sağlayabilmelidir. Bu hedefe, devlete karşı sivil toplumun yararları nı savunarak, başka bir deyişle baskı grupları oluşturarak alı nan kararları etkilemek suretiyle ulaşabilmektedirler.228 • Ulusal hukuk çerçevesinde hazırlanan özel hukuksal biçime sahip olmalı dır. Belirli kurallar çerçevesinde kurulup faaliyette bulunmalıdırlar.229 • Devletten bağımsızdırlar.230 Devletlerin görev ve yetki alanlarının belirlenip, bir anlamda sınırlandırılması amaçlanmalıdır. Bu koşulları oluşturacak unsur devlet olmamalıdır ve devletle bağlılık ilişkisi içine girmeyen nitelikte olmalıdır. Bu özellikleri sebebiyle gerektiği zaman devlete karşı sivil toplumun yararlarını savunabilmelidirler. Başka bir deyişle, STK‟lar aktif üye, çalışanları ve gönüllüleri aracılığıyla devlet ve piyasanın iktidarını toplumun yararları doğrultusunda daraltmayı hedefleyen örgütlerdir.231 226 Deniz Gürel, “Türkiye‟de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, SBE), 2009, s. 29. 227 A.N. Yücekök, İ. Turan, M.Ö. Alkan, Tanzimattan Günümüze İstanbul‟da STK‟lar, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı , İstanbul, 1998, s. 15. 228 Philippe Ryfman, Sivil Toplum KuruluĢları, (Çev. İsmail Yerguz), İletişim Yayı nları , İstanbul, 2006, s. 40. 229 Ryfman, s. 40. 230 Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv. 231 Tevfik Erdem, “Mükemmel Bir Toplum Tasarımı Olarak Sivil Toplum”, 21. Yüzyılda Türkiye‟de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunları Sempozyumu (Bildiriler Kitabı), Ankara, 2005, s. 222. 102 • Kâr gütmeyen kuruluşlardır. STK‟lar çeşitli faaliyetlerinden ötürü belirli amaçlar doğrultusunda kullanabilmek adına kâr elde edebilirler. Özel şirketlerden farklı olarak bu kârdan kendi üyelerine, çalışanlarına ya da kurucularına pay dağıtamazlar. Bu para sadece önceden belirledikleri projeleri ve hedefleri için kullanılabilir.232 • Gönüllülük esasına dayanırlar. Bireylerin hür iradesiyle kurulan ve buna dayanan inançları, değerleri savunan, asli unsuru olan “Sivil Toplum” ile kaynaşmış ve demokratik bir çerçevede faaliyette bulunan örgüt niteliğindedir.233 STK‟ların kurucularının gönüllüler olmasının yanı sıra çalışanlarının da bir kısmı gönüllülerden oluşur. Bu kişiler hiçbir karşılık beklemeden STK‟nın kuruluş amacına hizmet eden insanlardır. Ancak, bir STK‟nın duygusallığa kapılmadan sistemli bir şekilde faaliyet gösterebilmesi için ücret karşılığı çalışan profesyonel bir kadronun varlığı da vazgeçilmez bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.234 • Kurulduğu ülkenin dışındaki ülkelerde de insani yardım projeleri, çevreyi korumaya, insan haklarını savunmaya yönelik girişimler gibi doğrudan eylemlerde bulunması önemlidir. Bu etkinlikleri diğer STK‟larla veya farklı uluslararası örgütlerle herhangi bir ilişki kurmasını gerektirmesi açısından devletaşırı özelliğe sahiptir.235 • Demokratik siyasal yaşamın gerekliliğidir. Başka bir deyişle STK‟lar doğrudan demokrasiye benzer bir şekilde karar alma süreçlerine katılımı sağlamaktadır. Ayrıca, demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için bir toplumda gereken “çoğulculuk” (pluralism) o toplumdaki STK‟ların çokluğuyla temsil edilebilmektedir.236 STK‟ların amaçları; sosyal politikanın amaçlarına benzer şekilde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal yaşantıya ve sosyal değişime katkı sağlamaktır. Bu amaçla faaliyette bulunan STK‟lar, sosyal bütünleşme, sosyal refah, gelir dağılımı, sosyal adalet, insan hakları gibi sosyal politikanın temel konuları hakkında baskı oluşturma faaliyetleri 232 Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv Ryfman, s. 40 234 Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv 235 Ryfman, s. 40 236 Yücekök, Turan ve Alkan, s. Xv. 233 103 gerçekleştirerek bir anlamda sosyal politikanın amaçlarını gerçekleştiren birer araç rolünü oynamaktadırlar.237 Günümüzde birçok ülkede devlet, uzmanlık gerektiren konularda bilgiye, nitelikli insan kaynağına, işbirliğine ihtiyaç duyduğunda STK‟lara danışmakta veya ortak çalışmayı teklif etmektedir. Özetle STK‟lar, ulusal ve uluslararası seviyede örgütlenerek ve işbirliğine giderek hükümetlerin sosyal politika oluşturma süreçlerini etkiyebilmektedirler.238 C. Devlet ve Sivil Toplum ĠliĢkisi Toplum yapısında en kapsamlı örgüt olan devlet, iktidarın örgütlü biçimi olarak zaman ve toplumsal şartlara göre farklı biçimler almış, iktidarın kapsamı ve şekli devamlı değişiklik göstermiştir. Tarihsel olarak birbirinden farklı devlet sistemlerinin gündeme gelmesi, devlet toplum ilişkilerinin değişik örgütlenmesi ve kapsamının farklı olmasıyla ilgilidir. Devletin tüm ekonomik alanlarındaki yatırımlarından çekilerek sosyo-ekonomik faaliyetleri sivil toplum kuruluşları gibi kuruluşlara bırakması gerektiğini öne süren görüşler artmıştır.239 18. yüzyılın ortalarına kadar sivil toplum kavramı devletle aynı anlamda kullanılan bir terim olmuş ve bu iki kavram birbirinin yerine kullanılmıştır.240 Hegel‟e göre sivil toplum, iktisadi etkinliğin özel alanıdır. Devlet, aile ve sivil toplumun bir sentezi olarak evrenseldir. Sivil toplumu, özel ve kamu arasında yerel ve evrensel olan arasında bir araç olarak görür.241 Marx, Hegel‟in devlet-sivil toplum ayrımını, devletin evrenselliğini reddederek ve sivil toplumun devleti belirleyen sınıf ilişkilerine dayalı yapısında ısrar ederek sürdürür. Devletin sivil toplumdan farklılaşması, kapitalizm analizinin ilk koşulunu 237 Şenkal, 2003, s. 105. Gürel, s. 32. 239 Numan Kurtulmuş, Sanayi Ötesi DönüĢüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 195. 240 Davut Dursun, “Devlet Karşısında Sivil Toplumun Artan Gücü ve Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare Toplantısı, Ankara: 1996, s. 227-8. 241 Aynur Özuğurlu, “Devlet-Sivil Toplum Ayrımı Üzerine”, Siyaset Sosyolojisi Ders Notları, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1998-1999, s. 4. 238 104 oluşturur.242 Buna göre sivil toplum, artık-değerin özelleştirilmesi ve iktidar ve baskı ilişkisinin devletten özel mülkiyete transfer edilmesidir. Bu anlamda sivil toplum, kamu iktidarının özelleştirilmesi anlamına gelmektedir. Devlet ve sivil tolum arasındaki ilişki için farklı yorumlar yapılsa da tüm sosyologların birleştiği nokta, bu iki olgunun farklı Ancak, etkileşim halinde olduğudur. Sivil Toplum Kuruluşları devletten bağımsız olarak hareket etmektedir. Bu nedenle devlet müdahalesi sivil toplum kavramıyla bağdaşmamaktadır. Sivil toplumu savunan anlayışın yaygınlık kazanmasında uluslararası ölçekte işleyen dinamiklerin etkili olduğunu belirtmek gerekmektedir. Burada üç önemli neden vardır. Birincisi Batı‟da 1970‟li yılların sonlarına kadar etkinliğini koruyan refah devletine etkinliğini azaltan liberal doktrinin yaygınlık kazanmasıdır. Liberal doktrinin temel anlayışı, devletin refah devleti kılıfı altında giderek sivil toplumu ve daha önemlisi de bireyin özgürlüğünü ve yaratıcılığını kısıtladığı düşüncesi yatmaktadır. Doğu Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği‟nde devlet sosyalizminin çözülüşü ikinci nedeni oluşturmaktadır. Üçüncü neden ise, işçi sınıfı temelli toplumsal hareketlerin 1970‟li yıllardan itibaren yaygınlaşıp, güçlenmesidir. Tüm bu gelişmelerin ortak paydasında, devletin bir olumsuz güç olarak tanımlanması bulunmaktadır. Bu çerçevede sivil toplum devlete alternatif bir örgütlenme odağı olarak görülmektedir.243 Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni sistemde sosyal devlet, refah devleti gibi kavramlar yeni sosyoekonomik sistemin perspektifi dışındadır. Bu konuda en çok merak edilen devletin sosyal işlevlerine ve refah devleti niteliklerine ne olacağı konusudur.244 Bu doğrultuda neoliberal paradigmanın “oyunun yeni kuralı” olarak nitelediği “iyi yönetişim”de (good governance) STK‟lara biçilen rol, kavramın bu kadar gündeme gelmesinin nedenlerinden birisidir. Buna paralel olarak bir diğer neden, devletin sosyal 242 Şenkal, s. 339. Türk-İş Yıllığı, Cilt II. Ankara:1999, s. 698. 244 Meryem Koray, Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2000, s. 290. 243 105 refah devleti uygulamalarını terk etmesinin yarattığı boşluğun STK‟lar aracılığıyla doldurulmak istenmesidir. “Devletin küçülmesi” sloganıyla yoksullukla mücadele konusu piyasa ilişkilerine ve STK‟lara havale edilmek istenmektedir. Bir diğer neden ise, küreselleşme süreci ile birlikte yaşanan uluslararasılaşmaya paralel olarak, ulusal sınırları aşan sorunların STK‟ların uluslararası işbirliğinde sağladığı yarardır. 245 Son yıllarda yapısal uyum programlarında dikkat çeken önemli bir kavram olan “iyi yönetişim”, devletin yönetiminde temsil, katılım ve denetimin etkin bir sivil toplumu varsayan, hukukun üstünlüğünü temel alan, yerinden yönetimi, yönetimde açıklık ve hesap verme sorumluluğunu öne çıkaran, dünyada gerçekleşen teknolojik gelişmelere uyum yeteneği olan, rekabet ve piyasa ekonomisi ile uyumlu bir siyasal ve ekonomik düzen olarak tanımlanmaktadır.246 Yeni bir siyasal iktidar modeli olarak nitelenen “iyi yönetişim”, “en az devlet” ve “özel girişimciliğin gözetilmesi”ni içeren yeni kamu ve ekonomik yönetim anlayışının adı olmaktadır. Burada dikkat çeken, kaynak dağıtıcı devletten düzenleyici devlete, kamu hizmetlerinin yönetiminden piyasa ilkeleri doğrultusunda bir kamu yönetimi anlayışına ve devletin öncülünden özel sektör ile kamunun işbirliğine geçiştir.247 Burada temel bileşenler devlet ve STK olmaktadır. Kamusal erkin, STK‟lara devri ile piyasa mekanizmasına aktarılacağı “iyi yönetişim” kavramına yapılan önemli eleştirilerdendir. Ayrıca sendikaların STK‟lar içinde gösterilerek “sosyal diyalog” adı altında pasifize edilebileceği de vurgulanmaktadır. 245 Ali Bakın, “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟ni Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, Marmara Üniversitesi, SBE), 2005, s. 64. 246 C. Can Aktan, “İyi Yönetişim”, http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/anasayfa-yonetisim.htm, (Çevirimiçi: 06.02.2009), s. 1. 247 Mehmet Gürsan Şenalp, Hakan Reyhan ve Ahmet Haşim Köse, Küresel YönetiĢim ve Sendikalar, Petrolİş 200-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul:2003, s. 306. 106 D. Sosyal Politika ve STK’lar Küreselleşme süreci ile birlikte bu sürecin sosyal politikayı nasıl etkileyeceği konusu tartışılmaktadır. Rekabet eksenli yeni ekonomik düzen, geleneksel sosyal politikadaki değişimin niteliğini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu durum birçok ülkenin sosyal politikalarında bir dönüşüm hareketi anlamına gelmektedir.248 Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin belirtiler 1980‟lerden sonra ortaya çıkmıştır. Bu konudaki önemli gelişme sosyalizmin yıkılmasından sonra kendini göstermektedir. Sosyalizmin yıkılması ile birlikte küreselleşmenin yaygınlaşması sosyal politikanın dönüşümüne yönelik ilk belirtidir. Böyle bir gelişme sosyal politikanın tanımını da etkilemiştir. Çünkü Batı kökenli sosyal politikanın ekseninde Marx‟ın öngörüsündeki sınıf çatışmasını önleyici tedbirleri alarak sınıflararası çatışmayı azaltmayı ve toplumsal kaynaşmayı sağlamayı hedef edinen bir anlayış bulunmaktadır. Dolayısıyla Doğu Bloku‟nun çöküşü sosyal politikanın tarihsel misyonunu önemli ölçüde etkilemiştir.249 Sosyal politikanın dönüşümüne ilişkin diğer belirti refah devleti kavramında ortaya çıkmaktadır. Refah devleti ile ilgili olarak son yirmi yılda yapılan araştırmalarda iki temel nokta göze çarpmaktadır. Birincisi, küreselleşmenin sosyal politika üzerindeki etkileri diğeri ise, küreselleşmenin refah düzenine yansımalarının sonuçlarının niteliğine ilişkindir.250 Bu sonuçlar “refah devleti”ne yönelik ciddi tehditler içermektedir. “Refah devletinden rekabet devletine” doğru söylemler gün geçtikçe artmaktadır.251 Bu söylemler doğrultusunda devletin sosyal hayatı düzenleme konusundaki etkinliğinin azaldığını ve bu durumun sosyal politika açısından önemli bir revizyonu gerektirdiğini söyleyebiliriz. 248 Shin, D-M, “Economic Policy and Social Policy: Policy-linkages in an era of Globalization”, International Journal of Social Welfare, Vol:9, 2000, s. 17. 249 Şenkal, s. 12-13. 250 Cerny P.G, “The Dynamics of Financial Globalization: Technology, Market Structure, and Policy Response.” Policy Sciences, Vol: 27, 1994, s. 319. 251 Kadir Koçdemir, “Küreselleşme ve Türkiye” Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, 1998, s. 57-59. 107 Sosyal politikanın dünyadaki yeni ekonomi politikaları ve küreselleşme süreci ile birlikte yeniden düzenlenmesi konusunda “devletin küçülmesi” ve bazı kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve sosyal güvenlik sisteminin budanması çözümü ortaya çıkmıştır. Ancak, bu durum sosyal alanda bir boşluk oluşmasına neden olmuştur. Bu boşluk sosyal güvenlik sisteminin bazı işlevlerinin piyasaya, topluma ve geleneksel dayanışma kurumlarına bırakılması ile doldurulmak istenmektedir. Eşitlikçi, hak temelli, devlet merkezli refah anlayışının terk edilerek, gönüllülük temelinde “birey, sivil toplum ve serbest piyasa” merkezli çalışma refahı anlayışına geçilmesini savunulmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda merkeziyetçi politikalar terk edilerek devletin sosyal politikalar üzerindeki rolü en aza indirilmekte, devlet sadece düzenleyici bir rol üstlenmektedir. STK‟ların işte bu anlamda son yıllarda önemli bir rol üstlenmeye başladıklarını söyleyebiliriz. STK‟lar hem ulusal hem de uluslararası alanda faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar yeni dönemde işlevi değişen STK‟ların artık sosyal politika uygulamalarının önemli bir bileşeni olduğunu göstermektedir. Bu noktada STK‟ların fonksiyonlarını incelemek doğru olacaktır. E. STK’ların Sosyopolitik Fonksiyonları Sosyal yapının dinamik olması nedeniyle ortaya çıkan sosyal sorunlar da dinamik bir yapıya sahiptir. Bu nedenle günümüzde ortaya çıkan sosyopolitik problemler 18. yüzyılda karşılaşılan sosyal politika problemlerinden daha farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan bu yeni problemler eski problemlerin aksine daha karmaşık, çözülmesi zor ve evrensel nitelikli bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan yeni dönemde her ne kadar sosyal yardımlarla ilgili harcamalar ve kamu müdahalesinin minimum seviyeye indirilmesi konusunda baskılar varsa da ortaya çıkan sosyopolitik sorunlar kamu müdahalesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde liberalleşme eğilimli yeni kavramlar benimsettirilmeye çalışılsa da önümüzdeki yüzyılda sosyal politika araştırmalarına ve çözümlemelerine eskisinden daha fazla ihtiyaç duyulacağı açıktır.252 252 Şenkal, s. 15. 108 Son yıllarda bütün dünyada geniş ölçüde hizmetlerde bulunan sivil toplum kuruluşlarının sosyopolitik açıdan çeşitli fonksiyonları bulunmaktadır. Bu fonksiyonları gelir dağılımı, küresel refah, sosyal barış, uluslar-üstü vatandaşlık ve evrensellik olarak açıklayabiliriz. Küreselleşmenin en çok tartışılan konularından biri, yeni sosyaekonomik sistemin gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisi olmuştur. Bu nedenle gelir dağılımı küreselleşme süreciyle birlikte sosyal politikanın en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Son yıllarda özellikle küreselleşmeyi savunanların aksine, gelir dağılımındaki dengesizlik hem ülkelerin kendi içinde ve hem de uluslararası alanda ciddi şekilde bozulmuştur.253 Küreselleşme devletin sosyal gruplar arasında, karar verme ve paylaşımın ulusal seviyedeki sosyal bütünleşmeyi tehlikeye atabildiğinden, ulusal ekonomideki paylaşımı haklı çıkarmak için devlet kurumlarının kapsamını azaltmaktadır. Böylece bir taraftan küreselleşme yeniden gelir dağılımı beklentilerini yükseltirken diğer taraftan sosyal harcamaları azaltır. Bu durum toplumsal açıdan gelir dağılımını daha da eşitsiz hale getirir.254 Çünkü küreselleşme sosyal devlet ilkesini en katı şekilde uygulayan ülkelerde bile gelirin yeniden dağılımını olumsuz yönde etkilemektedir. Küreselleşme ile birlikte tartışılan önemli bir konuda refahın nasıl sağlanacağı konusu olmuştur. Zengin–fakir arasındaki uçurumun gün geçtikçe artması ve artan yoksullukla birlikte işgücünün üretim süreci ve toplumsal yaşamdaki konumunun gittikçe gerilemesi, refah devleti uygulamalarına yöneltilen eleştirileri de giderek arttırmıştır. Dünyayı etkisi altına alan yoksullukla mücadelede ülkeler yetersiz kalmaktadırlar. Bu 253 Chossudousky Michel, Yoksulluğun KüreselleĢmesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının Ġçyüzü, (çev: N. Sapan), Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15. 254 Joe Antonio Alonso, “Globalization, Civil Society and the Multilateral System”, Development in Pratice, Vol:10, 2000, s. 352. 109 açıdan sivil toplum kuruluşları hem ulusal ve hem de uluslararası alanda (eğitim, sağlık, konut, tarım, altyapı vs) farklı işlevler geliştirmişlerdir.255 Küreselleşme süreciyle birlikte sınıflar arasındaki fark gittikçe artmış bu durum sosyal çatışmayı kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu nedenle STK‟lar sadece az gelişmiş ülkelerde değil Batı ülkelerinde de kurdukları dayanışma ağlarıyla adalete dayalı barışın sağlanması için çalışmaktadır. Bu durum uluslararası sosyal barışın sağlanması açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Sosyal politika ile vatandaşlık kavramı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Sosyal politika uygulamalarının sağladığı sosyal haklar, vatandaşlık haklarının gelişiminin bir ürünüdür. Nitekim T.H. Marshall‟a göre bireysel özgürlüğü, düşünce ve inanç özgürlüğünü, mülk edinme ve sözleşme yapma özgürlüğünü içeren sivil haklar 18. yüzyılda; siyasal karar alma sürecine seçmen ya da seçilen olarak katılım hakkını içeren siyasal haklar 19. yüzyılda; toplumun ekonomik refahından payını almaktan ve sosyal güvenlik hakkına sahip olmaktan, çağdaş bir birey gibi yaşayabilme hakkına uzanan geniş bir haklar dizisi olan sosyal haklar ise 20. yüzyılda şekillenmiştir.256 Modern bir kavram olan sosyal haklar II. Dünya Savaşı‟ndan sonra Keynesyen refah devleti modelinde en üst düzeye ulaşmıştır. Ancak, küreselleşme süreci ile birlikte modern vatandaşlık kavramı köklü değişikliklere uğramıştır. Uluslararasılaşma sürecine paralel olarak yurttaşlık haklarının ulusal sınırlarla sınırlandırılmaması, uluslararası göç hareketleriyle birlikte ulusdevletin kültürel türdeşliğinin giderek olanaksız duruma gelmesi “küresel vatandaşlık” kavramını doğurmuştur.257 Küresel vatandaşlık kavramı bireylerin küresel düzeyde kararlara katılmasına olanak tanımaktadır. Bu durumda uluslararası düzeyde örgütlenmiş STK‟ler küresel vatandaşlık bilincinin gelişmesinde önem kazanmaktadır. 255 Şenkal, s. 16. T.H. Marshall, YurttaĢlık ve Toplumsal Sınıflar, (Çeviren Ayhan Kaya), Gündoğan Yayınları, Ankara: Mayıs 2000, s. 15-74. 257 Nermin Abadab-Unat, Bitmeyen Göç Konuk ĠĢçilikten Ulus-Ötesi YurttaĢlığa, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 30 Göç Çalışmaları 1, İstanbul, Ekim 2002, s. 303-304. 256 110 Küreselleşme süreci ile birlikte bir ülke veya bölgede oluşturulacak sosyal politikalar sadece ulusal hükümetlerin inisiyatifinde olmayacaktır. Sosyal politikalar sayısız uluslar üstü ajanslardan, Dünya Bankası, IMF gibi uluslar üstü organlara kadar yayılan küresel kurumlar tarafından belirlenecektir. Bu durumda yine uluslararası planda örgütlenmiş olan STK‟lar önemli bir aktör olarak ortaya çıkmaktadır. F. STK’lar ve Refahın Yeniden Dağılımı Ulusal ve uluslararası alanda faaliyet gösteren STK‟ların, hükümetler, hükümetler arası organizasyonlar, vatandaş hareketleri, ulus ötesi işbirlikleri, akademik dünya ve sosyal iletişim vasıtalarını258 içeren küresel yönetimde önemli bir yeri bulunmaktadır. STK‟ların dünyanın şuuru olduğu yönündeki görüşlerin gerçeği yansıtmadığı söylenebilir. Ancak, küresel düzende sosyal politika alanında STK‟ların faaliyet alanlarını genişletmeye yönelik gidişat açıktır. Küreselleşme, piyasalaşma kavramı doğrultusunda kendi sosyal politika alanını oluşturmak amacıyla 1990‟lı yıllardan itibaren geleneksel sosyal yönetim rejimlerini yeniden elden geçirmektedir. Uluslararası refah piyasası ortaya çıkarılırken gayri resmi örgüt sektörü ile BM gibi kurumlar arasındaki ilişki yeniden yapılandırılmaktadır. Bu düzenlemeler ile birlikte yoksullukla mücadele programları STK‟ları ayakta tutan en önemli yönetim stratejisi olmuştur. 1994 yılında, Dünya Bankası, projelerin %50‟sine STK‟ların dahil edilmesi görüşündeydi. Bankanın yoksulluk stratejisinde öncelikli unsur, STK‟ların katılımıyla yapılan araştırma projelerinin arttırılması olmuştur. Sosyal kalkınma üzerine Dünya Zirvesi ve önceki zirveler, aktif STK‟ların dahil edilmesi ile karakterizedir. Zirveyi yakından takip eden UNRISD uluslararası sivil toplum örgütleri topluluğu içinde zirvenin yürütülmesine dair dört yaklaşım analiz etti. Bunlar; alternatif düşünceler geliştirme, uygulama için belirli hedefler tanımlama, sivil topluma 258 Şenkal, s. 350. 111 dayalı bir zirve sistemi oluşturma ve BM reformu için lobi çalışması yapma yaklaşımlarıdır.259 Sivil toplum kuruluşları fenomeni, hem mali bakımdan hem de sayıca önemlidir. 1992‟de düzenlenen Rio Konferansı‟nda STK‟ların projelerinin mali açıdan desteklenmesi görüşü ağırlık kazandı.260 1994 Kopenhag Zirvesi‟nde, ABD Başkan Yardımcısı, Al Gore, ABD‟nin yardımının yarısının, beş yıl içinde doğrudan yoksul ülkelerin hükümetlerine değil, STK‟lar aracılığıyla sağlanacağını bildirdi.261 Bazı araştırmacılar STK‟ların sayılarının hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli ölçüde arttığını ifade etmektedir. Ancak, bu ülkelerde kaç tane STK olduğunu bulmak zordur. Küresel süreçte hızla yaygınlaşan STK‟lar nükleer silahları protesto etmekte, kırsal kesimden şehirlere olan göçün ortaya çıkardığı yoksulluğun hafiflemesine kadar değişen konularda 262 faaliyet göstermektedirler. G. STK’ların Refahın Yeniden Dağılımındaki Rolü ile Ġlgili TartıĢmalar Küreselleşme ve onun ideolojisi olan neo–liberalizm bağlamında, refah devletinin fonksiyonları ve dolayısıyla sosyal görevleri ile ilgili bazı temel tartışmalar başlamıştır. Aşağıda, bu tartışmaların STK ile ilgili boyutu yer almaktadır.263 Sosyal politika ile ilgilenen bazı yazarlar, aslında devletin, sosyal refah sağlamada son çare olarak başvurulacak bir kurum olarak kalması gerektiğini savunmaktadır. Bunlara göre, en birincil sorumluluk, kişinin kendisine aittir. Kişi, kendi başına bazı problemlerin üstesinden gelemezse, ikincil olarak devreye ailesi, komşuları ve arkadaşları (sivil sektör) girmeli, bu da yetmediği takdirde hayırsever kurumlar (STK) bu problemlerin çözümünde 259 Şenkal, s. 351. Doğan, s. 288. 261 Steward Sheelagh, “Happy ever After in the Marketplace: Non-goverment Organization and Uncivil Society”, Review of African Political Economy, Vol:24, 1997, s. 12. 262 Şenkal, s. 354. 263 Süleyman Özdemir, KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007, s. 389. 260 112 görev almalıdır. Bütün bu yolların yetersiz kaldığı noktada ise, devletin sorumluğu başlamalıdır.264 Bu tartışmanın diğer tarafında olanlara göre ise, devlet, sosyal hizmet sunumunda en temel kurumdur. Refah devleti (welfare state), devlet refahı (state welfare) ile aynı anlama gelmektedir. Bunun alternatifi olarak, yani refah sunacak alternatif kurum olarak “piyasa”nın ve “STK”nın gösterilmesi, yanlış bir düşünce tarzıdır.265 Bu konuya daha ılımlı yaklaşanlara göre ise, devlet, herhangi bir ülkede refah sağlayan tek kurum değildir. Refahın sağlanmasında karma bir yapı sözkonusudur.266 Liberal görüşü benimseyenlere göre, sosyal refah hizmetlerinin sunumunda önemli olan hizmetin yerine getirilmesidir; yoksa, devletin bizzat bu işleri üstlenmesi değildir. Örneğin, devletin emeklilik sistemini kurma ve işletme gibi bir yükümlülüğü taşımasına gerek yoktur, zorunlu özel emeklilik sigortası yoluyla bu hizmet görülebilir. Yine, sağlık sigortası için gerekli maddi kaynağı olmayan bireylere devletin baktığı, zorunlu bir özel sağlık sigortası sistemi de kurulabilir. Benzer şekilde, yaşlıların ve çocukların bakılması gibi sosyal hizmetler de, STK ve özel sektör tarafından yerine getirilebilir. Devletin bu hizmetlerin sunulması esnasında kontrolör görevi yapması, bazı durumlarda da finansman desteğinde bulunması en uygun hareket tarzı olacaktır. Ancak, piyasacı görüşü benimseyenlere göre bile, bu tür hizmetlerin kamu tarafından yerine getirilmesinin bazı pozitif dışsallıkların olduğu da yadsınamaz. Bazı bireyler, eğer devletin üstlendiği sosyal hizmetler özel sektör tarafından yerine getirilirse, bunlardan daha az yararlanma tehlikesi ile karşıkarşıya kalabilecektir.267 Öte yandan, özellikle liberalizm felsefenin karşısında olan bazı yazarlar arasında, devletin sosyal görevlerinin bütünüyle piyasalar, STK‟lar tarafından yerine 264 Leon Ginsberg, Conservative Social Welfare Policy: A Description and Analysis, Chicago: Nelson–Hall Press, 1998 ss. 16-17. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 389. 265 Özdemir, 2007, s. 389. 266 Paul Spicker “Social Administration”, An Introduction to Social Policy, http://www2.rgu.ac.uk/publicpolicy/introduction/socadmin.htm, (Çevrimiçi: 13.03.2003), ss. 1–5. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 390. 267 Andrew Dilnot, Refah Devletinin Geleceği, (Çev.: Zeynel Bakıcı), http:// www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger–yazilar/bakici–refah. devleti.pdf, (Çevrimiçi: 29.03.2003), ss. 1–16. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 390. 113 getirilemeyeceği, hastalık, yaşlılık, işsizlik gibi risklerle devlet olmaksızın başedilemeyeceği hususu da tartışılmaktadır. Her toplum kendine özgü bir refah rejimine sahip olsa da, bazı durumlarda piyasa ya da gönüllü kuruluşların koruma işlevini yerine getiremeyeceği ve devletin belli bir süre için, belli ölçülerde müdahalesinin gerekli olacağı ifade edilmektedir.268 Diğer yandan, Refah hizmetleri sunumunda alternatif yolları destekleyen ılımlılara gelince, bunlar, devlet aygıtının büyük hacim kazanmış hantal kurumları vasıtasıyla sosyal önlemleri sağlamada birtakım zorluklarla karşılaştığına dikkati çekmekte, bu yüzden refah hizmetlerinin yukarıda adı geçen mekanizmalara devredilmesinin son derece sağlıklı olacağını belirtmekte, Ancak, bunun refah devletine bir alternatif olarak anlaşılmaması gerektiğini ifade etmektedirler.269 STK‟lara sorumluluk verilmesi, asla devletin sorumluluğunun azalacağı anlamına gelmemektedir. Burada olan şey, sadece toplumun en yararına olacak şekilde, sosyal refahın uygulama şeklinin değişmesidir. Yoksa, devletin sosyal sorumluluklarından geri çekilmesi planlanmamıştır. Aksine, refah devletinin amacına ulaşmada mevcut olan kapasitesi, bu yolla genişletilmeye çalışılmıştır.270 H. STK’lar ve Ülke Uygulamaları 1. Avrupa’da STK’lar Avrupa‟daki sivil toplumdan bahsederken Avrupa‟yı ikiye ayırabiliriz. Birincisi İngiltere ve kuzey ülkelerinin oluşturduğu Avrupa‟dır. İkincisi, aydınlanma çağı ve Fransız devriminden etkilenen Kıta Avrupa‟sıdır. Kıta Avrupa‟sında sivil toplumun gelişimi II. 268 Şermin Marangoz, “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001, s.112‟den Aktaran Özdemir, s. 390. 269 Christopher Pierson, Beyond the Welfare State, s. 202. Aktaran: Özdemir, s. 391. 270 Özdemir, 2007, s. 391. 114 Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve gelişen bir olgudur. Bu dönemde , Avrupa Konseyinin kurulması, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesin kabulü ile dernek kurma hakkı, örgütlenme özgürlüğü ve toplanma hakkı bir insan hakkı olarak belirginleşir.271 Avrupa bütünleşmesi, Avrupa vatandaşların aktif ve sorumlu katılımı olmaksızın hayata geçirilemez. Bugün istihdam ve çevre sorunları, refah ve sosyal adalet meseleleri, sadece ulusal düzeyde çözümlenebilir sorunlar olmaktan çıkmışlardır. Bu da Avrupa‟da STK‟ları bir ihtiyaç haline getirmektedir. Merkeziyetçi anlayışla idare edilmeleri mümkün olmayan karmaşık toplumlarda, mevcut sorunlar ancak toplumun yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde etkin katılımıyla çözülebilir.272 Avrupa düzeyinde faaliyet gösteren ilk sivil toplum kuruluşları, Avrupa Birliği politikası üzerine diyalog için kurulan ve AB çiftçilerini temsil eden COPA „dır. Bunu Avrupa çapında sendikaları temsil eden Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ETUC‟ ün kuruluşunu, sanayiyi temsil eden UNDCE ve Devlet girişimine ve kamu işletmelerini temsil eden CEEP izlemiştir.273 Avrupa‟da sivil toplum örgütleri gelir getirdiği faaliyetler ve sürdürülebilirlik kavramı üzerinde durarak, uluslar arası bağımlılığı ortadan kaldırmayı hedefler.274 Avrupa‟daki STK ların gelirlerinin başında devlet yardımları gelmektedir. Diğer gelir kaynakları, yatırım gelirleri, şirket bağışları, üye olmayanlardan; uluslar arası kuruluşlardan bağışlar, ürün satışı, sözleşme, üyelerden; bireysel yardım aidatlarıdır.275 Avrupa‟da herkese sağlık, eğitim imkanı verilmesi yavaş yavaş sosyal devletin bilanço açıkları vermesine yol açmaktadır. Devletin bu hizmetlerden geri çekilme arayışları ortaya çıkmaktadır. Alışılmış bir sosyal hizmet olması dolayısıyla devletler, bu hizmetlerden tamamıyla çekildiğinde 271 Fikret Toksöz, “Türkiye‟nin Diğer Avrupa Ülkeleri İle Karşılaştırmalı Durumu”, AB Uyum Süreci ve STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik Ve Toplumsal Tarih Vakfı, Haziran, 2004 272 AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği,Sivil Toplum İş Başında, Aralık 2001, s. 6. 273 AB Komisyonu, s. 8. 274 Avrupa Birliği‟nde Sivil Toplum, Son Baskı Sanal Dergi, Yıl:1, Sayı:8, Ağustos 2004. 275 Necdet Sağlam, “Avrupa‟da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”, Vakıf ve Kültür Dergisi, Yıl:5, Cilt:2, 19.Vakıf Haftası Özel Sayısı, Nisan, 2002 s. 47. 115 oluşacak boşluğu STK‟ların doldurması ve bu şekilde sistemin krize girmesini engellemeye çalışmaktadır. Çünkü partilerin bir temsil krizi bulunmaktadır. Bu yüzdende Batıdaki siyasal, sosyal sistem sivil toplum kuruluşlarına birde kamusal görev vermek üzere arayış içindedir.276 a. Almanya ve Ġngiltere Almanya sivil toplum kuruluşlarının gerek sayısal büyüklüğü, gerekse etkileme ve faaliyet alanı olarak en büyük konumda olduğu ülkelerden biridir. Almanya‟daki federatif yapı yani gücün coğrafi, politik ve ekonomik olarak dağınık olması sivil toplum örgütleri için uygun bir ortam yaratmaktadır. Sivil toplum anlayışının vatandaşların geleceğinin belirlenmesinde üstlendiği rolü yeterli bulmayarak daha ayrıntılı rol üstlenmesi isteğinde olması Almanya‟daki gelişmiş sivil toplum örgütü anlayışının sonucu olarak dünya siyasal yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur.277 Almanya‟da demokrasi katılımcı bir anlayış benimsediği için sivil toplum kuruluşlarını reddetmemektedir. Avrupa ülkelerinin hemen tamamındaki yerel meclisler ilgili konulardaki tartışmalarda sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini dinlemektedirler. Sivil toplum kuruluşları için kamu bütçelerinden belirli bir pay ayırmaktadırlar.278 Almanya‟da yurttaşlara siyasi eğitim veren parti ve sendika vakıfları bütçeden pay alırlar ve bunu hiçbir zaman istismar etmemektedirler.279 Bunun denetimi vardır. Kamu fonları tam bir saydamlık içinde kullanılır. Sivil toplum kuruluşlarının sayısını artırma çabaları içindedirler. Sivil toplum kuruluşlarının kamuya ait bütün mekanlarından yararlanma 276 Aydın Uğur, “AB ve STK Dış İlişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı” AB Devlet ve STK‟lar, Türkiye‟de VII. STK Sempozyumu, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s. 146. 277 Türk Genç İşadamları Derneği, s. 31. 278 İbrahim Yıldırım, Demokrasi, Sivil Toplum Kuruluşları ve Yönetişim, Ankara: Seçkin Yayınları, 2004, s. 303-304. 279 Ercan Karakaş, “AB ve STK ilişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı”, AB Devlet ve STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s. 139. 116 hakları vardır. Almanya‟da siyasi çalışma yapan dernekler ve partiler dahil bütün kamusal alanları herkese eşit derecede açıktır.280 Tüm bunlara baktığımızda, Almaya‟nın sosyal refah hizmetlerinin sunumunda Devlet–STK işbirliğinin en yoğun biçimde kullanıldığı ülkelerin başında geldiğini söyleyebiliriz. Bu ülkede, sosyal hizmetlerin yarıya yakınının finansmanı devlet, sunumu ise STK tarafından yerine getirilmektedir. STK‟nın olmadığı alan neredeyse yok denebilecek kadar azdır. Almanya‟da hem gelişmiş bir refah devleti, hem de kâr gütmeyen büyük bir sektör vardır.281 İngiltere‟nin, hem teoride hem de uygulamada, STK‟ın önemini erken farkettiği görülmektedir. Bu konuda Lord Beveridge‟nin 1940‟lı yılların sonlarında yaptığı çalışmalar, o tarihlerde bile devletle STK arasında önemli sayılacak işbirliğinin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tarihi geçmişine rağmen, İngiltere, STK‟yı sosyal refah hizmetlerinin sunumunda temel kurumlardan birisi olarak görmemekte, devlet halen sosyal politika alanında hakim özelliğini sürdürmektedir.282 b. Fransa Bir diğer ülke olan Fransız STK‟nın gelişimine bakıldığında, 200 yıl önce kabul edilen “Loi Le Chaelier Yasası”ndan itibaren, hayır kurumları şeklindeki STK‟nın yerini kamu refah kurumları almaya başlamış, yardımsever kuruluşların kapılarına kilit vurulmuştur. Devrimciler, her tür sosyal refah hizmetinin devlet tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Böylece, 1980‟e gelinceye kadar bu yapı devam etmiş, devleti yönetenler, vatandaşların her açıdan olduğu gibi, sosyal açıdan da tek 280 Yıldırım, s. 304. Özdemir, 2007, s. 397. 282 Özdemir, 2007, s. 397. 281 117 temsilcisi olduğunu ısrarla belirtmiştir. Bu nedenle, bu tarihe kadar STK‟ya yasadışı kuruluş muamelesi yapılmıştır.283 Fransa‟da 1980‟li yıllara kadar sivil toplum kuruluşlarının önemi konusunda çok fazla çalışma yapılmamıştır. Merkezi devlet yapısı sivil toplum için gerekli toplum yapısının yaratılmasını engellemiştir.284 Ne var ki, 1981 yılında Sosyalist Parti‟nin seçimleri kazanmasıyla, Fransız devletinin STK‟ya olan bakışında önemli bir değişim meydana gelmiştir. Fransa da, özellikle 1983 yılında çıkarılan “Desantralizasyon Kanunu” ile, sosyal politikanın Devlet–STK işbirliği ile sağlandığı bir ülke durumuna gelmiştir.285 1983 yılından itibaren devletin çekildiği alanlarda sivil toplum örgütleri tamamlayıcı bir rol üstlenmeye başlamıştır. Diğer yandan, bu kanun ile, sosyal hizmetlerden büyük oranda yerel yönetimler sorumlu olmuş, yerel yönetimler ise, bu hizmetlerin sunumunu STK ile işbirliği içinde yerine getirmiştir. Aynı zamanda, STK‟nın bir kısmı da Ekonomik ve Sosyal Konsey‟de yer almış ve böylece ulusal politikaların oluşumunda rol üstlenmiştir. 286 2. Amerika BileĢik Devletleri ABD, STK açısından çok özel bir örneği oluşturmaktadır. Bu ülkede, STK devletten bile daha eskidir, koloniyal dönemde henüz devlet yokken STK‟ın varlığı dikkat çekmektedir. 1930‟da sosyal hizmetlerin fedaral düzeyde sunulmasını sağlayan Yeni Düzen (New Deal)‟e geçilene kadar, bu hizmetler ya STK‟lar, ya yerel yönetimler ya da eyaletlerce yerine getirilmiştir.287 Hükümetin kendisinin bir hizmeti doğrudan sunduğu durumlar çok nadirdir. Genelde bir takım sivil toplum kuruluşları ile sözleşmeler imzalanır 283 Özdemir, 2007, s. 396. Gülgün Erdoğan Tosum, Sivil Toplum: Farklı Bakışlar,İstanbul:Kaknüs yayınları, 2005, s. 175. 285 Özdemir, 2007, s. 396. 286 Claire F. Ullman, The Welfare State‟s Other Crisis: Explaining the New Partnership Between Nonprofit Organizations and the State in France, Bloomington: Indiana University Press, 1998, s. 133-134. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 397. 287 Özdemir, 2007, s. 393. 284 118 ve işler onlara devredilir. Sivil toplum kuruluşları ve devlet arasındaki ilişki ve işbirliği eyaletler düzeyinde farklılık gösterir.288 1929 Krizi‟nin ortaya çıkışı, özel sektöre bağımlı olan STK‟nın toplam refah harcamaları içerisindeki % 25‟lik payının % 1‟e düşmesine neden olmuştur. Hem STK‟nın, hem de eyaletlerin sosyal sorunların üstesinden gelememesi, federal devleti harekete geçirmiştir. Kriz sonrasında, devletin STK‟nın işbirliğine gereksinim duyması, Devlet–STK ortaklığını başlatmıştır. Özellikle 1940 ve sonrası, devletle STK arasındaki ilişkinin yoğunlaştığı, bu kuruluşları özendirici yasaların çıkartıldığı yıllardır.289 Gerçekten, ABD, Devlet–STK işbirliğinin en yaygın olarak kullanıldığı ülkedir. 1963‟ten sonra başlatılan Büyük Toplum (Great Society) politikaları, devlet–STK ilişkilerini bir sosyal refah devleti modeline dönüştürmüştür. Çeşitli yasal düzenlemelerle, devletin STK‟dan hizmet satın alması mümkün hale gelmiştir.290 Gelişmiş batı ülkelerinde sivil toplum örgütlerinin etkinliklerinin en çok olduğu ülke olan ABD‟de sivil toplum örgütleri; hastane, okul, kolejler ve üniversitelerin çoğunluğunda yönetimde bulunmaktadırlar. Bunların dışında aralarında ulusal, uluslar arası hayır kurumları, dini örgütler, müze gibi çeşitli amaçlara yönelik olarak faaliyette bulunan sivil toplum örgütleri de bulunmaktadır. Ülkede kamu politikalarının oluşturulmasında sivil toplum örgütlerinin rolü günden güne artmaktadır. Küreselleşen zeminde sivil toplumun etkinliğinin artıyor olması her ülkeyi harekete geçmeye zorlamaktadır. Son olarak ABD 31 Mart 2005 tarihinde Mısır‟da 6 sivil toplum örgütüne Büyük Ortadoğu Projesine katkıda bulunulması açısından l milyon dolar dağıtmıştır.291 288 Yıldırım, s. 307. İbrahim Uslu, “Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kar Gütmeyen Kuruluşlar: ABD Örneği”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İÜ SBE, 1999), s. 39-40, 43. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 393. 290 Özdemir, 2007, s. 393. 291 Tosun, s. 175. 289 119 ABD‟de sivil toplum kuruluşlarının yasaları değiştirme yetki ve gücü vardır. İki yılda bir hükümet yetkilileri ile ilgili yasaların çıkması öncesinde bir araya gelir, sivil toplum kuruluşlarının fikir ve önerilerini dinler, yapılan işler ve projeler tanıtılır ve düzenli bir diyalog sürdürülür. Amerika‟da sivil toplum kuruluşlarını üç gruba ayırmak mümkündür. Bunlar belirli bir hizmet veren sivil toplum kuruluşları, baskı grubu olarak hizmet veren sivil toplum kuruluşları ve kaynak geliştirici sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil toplum kuruluşlarının bir çoğu devletten mali destek alır. Devletten mali destek almayı tümüyle ret edenler olduğu gibi gelirinin % 50 sini doğrudan devletten alanlarda bulunmaktadır. Bir çok sivil toplum kuruluşu aynı anda birden çok kaynaktan destek alabilmektedirler.292 Amerika‟da sivil toplum örgütlerinin başarısıyla sağlanmış iki husus bulunmaktadır. Birincisi, bilgi alma hakkının oluşması, ikincisi, gün ışığında yönetim anlayışının oturmasıdır. Bu ikisinin oluşmasında sivil toplum örgütleri çok önemli görevler üstlenmişlerdir.293 Tüm bunlar doğrultusunda ABD‟deki sosyal refah sistemine bakıldığında diğer ülkelerden farklı olarak ABD‟de devlet ve STK arasında oldukça yoğun bir etkileşim olduğunu görmekteyiz. Bu kuruluşlar, aslında olması gerekenden farklı olarak, kamu amaçlarına hizmet etmektedir. Amerika, çok az insanın gerçek anlamda kavrayabileceği, kamu ve özel faaliyetlerden oluşan bir girift “karma refah ekonomisi”ne sahiptir. Gerçekte, ortaya çıkan bu sistem, aslında bir sistem değil, ekonomik zorunluluktan doğan gerçekler ile politik gelenek ve ideolojinin baskıları arasındaki uzlaşmaların kendiliğinden ortaya çıkardığı bir toplamdır. STK, neredeyse iki yüzyıla yakın bir süreden beridir, ABD‟de toplum yaşamının en ayırtedici ve en önemli özelliklerinden birisi haline gelmiştir.294 Amerikan toplumunda dikkati çekici bir husus, son yarım yüzyılda sürekli büyüyen devletin STK‟yı sınırlamak ya da onları yok etmek yerine, onları daha fazla geliştirmiş olmasıdır. Çünkü, ABD‟de insanların merkezileşmiş devlet bürokrasisine olan düşmanlığı 292 Yıldırım, s. 307. Gürbüz Kaya, “Türkiye‟de-AB Bütünleşmesinde STK-Devlet İlişkisi”, AB Devlet ve STK‟lar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001, s.182. 294 Özdemir, 2007, s. 394. 293 120 ve birçok alanda önemli sayıda kâr gütmeyen kurumun varlığı, sağlık, eğitim, sosyal hizmet, sanat ve kültür gibi alanlarda STK‟ya olan desteği artırmıştır. Amerikan sosyal refah sisteminde, temel sosyal refah alanlarının birçoğunda finansmanın çoğunu devlet sağlamakta, hizmetlerin çoğunu ise özel kuruluşlar gerçekleştirmektedir.295 Öte yandan, ABD, STK‟yı finansal olarak en çok destekleyen ülkedir. Bu kuruluşlar, gelirlerinin yaklaşık üçte birini kamu kurumlarından sağlamaktadır. Dünyanın en büyük kâr gütmeyen sektörü ABD‟dedir. Bu, STK‟nın hem milli gelir hem de istihdamdaki payı açısından böyledir. 1994 yılı itibariyle STK‟ların milli gelirdeki payı % 6,9, istihdamdaki payı ise % 11,4‟tür. Aynı değerler, 1996 yılına gelindiğinde sırasıyla % 8,8, % 11 olmuştur. ABD‟deki STK, dünyanın en hızlı gelişen üçüncü sektörünü oluşturmaktadır. Bu kuruluşların faaliyet alanları da son derece geniştir.296 ABD Devlet Gelirleri İdaresi (Internal Revenue Service–IRS)‟ne göre, 1994 yılı itibariyle ABD‟deki STK‟ın sayısı 1,134,667‟dir. Hatta, bu rakama, kurumsallaşmaya gerek duymayan, kurumsallaşsa da IRS‟ye bildirimde bulunmayan çok sayıda yerel gönüllü gruplar dahil değildir. Dolayısıyla, yapılan tahminlere göre, ABD‟de toplam STK sayısı 7 milyon civarındadır.297 1996 yılında Lester Salamon tarafından yapılan başka bir hesaplamaya göre ise, bu ülkedeki STK sayısı 1,6 milyon civarında olan STK‟lara dair bilgiler aşağıdaki tabloda yer almaktadır. 295 Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation Center, 1999, s. 185. 296 Özdemir, 2007, s. 394. 297 Uslu, s. 20-22, 66. Aktaran: Özdemir, 2007, s. 395. 121 Tablo 3: ABD’de STK’lara Dair Bazı Bilgiler Miktar Kuruluş Sayısı (1995) Gelir (1996) 1,6 Milyon 670,3 milyar $ GSMH İçindeki Payı % 8,8 Çalışan Sayısı (1996) 10,9 milyon Toplam Ücretliler İçindeki Payı Gönüllü Çalışanların Sayısı (1995) Toplam Ücretliler ve Gönüllülerin İstihdamı İçindeki Payı %7 6,3 milyon % 11 Kaynak: Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation Center, 1999, s. 22. Bu ülkelerin yanında, İsrail, Hollanda, Norveç, Kanada, İspanya, G. Kore gibi ülkelerde de Devlet–STK işbirliği yönünde önemli adımlar atılmıştır. 122 Tablo 4: ÇeĢitli Ülkeler Açısından STK Ġstihdamının Tarım–dıĢı Ġstihdam Ġçindeki Payı, 1996 (%) Hollanda 12,4 Japonya 3,5 İrlanda 11,5 Arjantin 3,2 Belçika 10,5 Finlandiya 3,0 İsrail 9,2 Çek Cumhuriyeti 2,8 ABD 7,8 Peru 2,4 Avustralya 7,2 Brezilya 2,2 İngiltere 6,2 Kolombiya 2,0 Fransa 4,9 Macaristan 1,3 Almanya 4,6 Slovakya 0,9 İspanya 4,5 Meksika 0,4 Avusturya 4,5 Romanya 0,3 22 Ülke Ort. 4,9 Kaynak: Lester M. Salamon, America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation Center, 1999, s. 39. 3. Türkiye’de STK’ların Durumu Sivil toplum teriminin Türk siyasi söylemine girmesi, 1980‟lere rastlamaktadır. Günlük dile bu denli kolay yerleşmesi, ilk önce Türkçe‟de “asker/sivil” karşıtlığından kaynaklanmıştır. Bu nedenle ilk aşamada askeri yönetimin tersi anlamında benimsenmiştir. Zamanla bu anlama 1980‟lere çeşitli özlemleri eklenmiştir. Böylece günlük dilde sivil toplum, askeri olmayan toplum, çok sessi toplum, devlet tekellerinin kırıldığı toplum, çoğulcu toplum, katılımcı demokratik toplum, özgürlükçü eşitlikçi toplum gibi bir denklem 123 kurulmuştur. 1980‟lerin tüm özlemleri sivil toplum kavramı ile özetlenebilir hale gelmiştir.298 1980 sonrası dönem Türk sivil toplumu açısından bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Bu dönemde sivil toplum oluşumunu yönünde görülen gelişme, sivil toplum unsurlarının Türkiye‟deki geleneksel merkeziyetçi devlet alanına karşı bir varlık alanı oluşturması yönünde olmuştur. Bunu sağlayan iki faktörden birincisi, Türk siyasetinde meydana gelen değişme, ikincisi ise resmi söylemin dışında, yeni ve farklı söylemlere sarılan otonom sosyal grupların ortaya çıkması olmuştur.299 Türkiye‟deki sivil toplum tartışmalarının özellikle son yıllarda yoğunlaştığı söylenebilir. Bunun nedenlerinden biri dünyadaki tartışmaların ülkemizde de yankı bulmasıdır. Ancak, asıl önemli neden ülkemizdeki ilk örnekleri 1940‟lı yıllarda görülen ancak 1980‟li yıllardan sonra büyük gelişim gösteren sivil toplum kuruluşlarının sosyal yaşamda ve kamusal alanda etkili olmaya başlamasıdır. 1980 sonrası dönemde Türkiye‟de ağırlıklı tartışma gündeminde iki kavram oluşmuştur. Bunlar; sivil toplum ve liberalizmdir. Kamu İktisadi Teşekküllerinin özelleştirilmesi, yetki devri, belediyelere fon aktarımı, pazar ekonomisinin ön plana çıkarılması gibi konular sivil toplum cephesine büyük kazanımlar getirmiştir.300 Türkiye‟deki sivil toplum kuruluşlarının %56‟sından fazlasının 1980‟ den sonra kurulması, bu tartışmaların nedenini açıkça ortaya koymaktadır. Günümüz itibariyle, dernek ve vakıflar başta olmak üzere, Türkiye‟deki sivil toplum örgütlerinin ve bunlara üye olanların sayılarına bakıldığında, gelişmiş ülkelerdeki durumun aksine, oldukça düşük rakamlarla karşıkarşıya kalınmaktadır. ATO‟nun yaptığı 298 Ayşe Öncü, “Sivil Toplum ve Katılım”, Sivil Toplum, Ed:Yurdakul Fincancı, İstanbul: TÜSES Yayınları, 1991, s. 42. 299 Ömer Çaha, Sivil Kadın,Türkiye‟de Sivil Toplum ve Kadın, Ankara:Vadi Yayınları,1996, s.136. 300 Çaha, s. 136. 124 bir araştırmaya göre, Türkiye‟de faaliyet gösteren dernek sayısı 80,757 (866 kişiye bir dernek), vakıf sayısı ise 4,915‟dir.301 Bu miktar, Almanya‟da 2 milyon 100 bin, Fransa‟da 1 milyon 470 bin, ABD‟de 1 milyon 200 bin olan dernek miktarıyla karşılaştırıldığında oldukça düşük durmaktadır68. Aynı zamanda, bu ülkelerde ve diğer AB ülkelerinde, nüfusun büyük bir kısmı da bu sektörde çalışmaktadır. ABD‟de, yaklaşık 7 milyon, Almanya‟da 1 milyon, Fransa‟da 0,8 milyon, Japonya‟da ise 1,4 milyon kişi sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilmektedir. Ülkemize bakıldığında ise, her ne kadar bu hususla ilgili yapılmış bir araştırma olmasa da, bu sektörde çalışan kişi sayısının önemsenmeyecek bir oranda olduğu tahmin edilmektedir.302 Dünya sivil toplum kuruluşları giderek gelişmektedir. Birçok ülkede, bu kuruluşların GSMH içindeki payları oldukça büyüktür ve gittikçe de büyümektedir (Örneğin, ABD‟de % 6,3, İngiltere ve Fransa‟da % 4,8 ve Japonya‟da %3,5). Ülkemiz için ise, bu kuruluşlarının mali yönden incelendiği ve GSMH içindeki paylarının ortaya çıkarıldığı bir araştırma ya da istatiksel bir çalışma bulunmamaktadır.303 Günümüzde, ülkemizde Devlet–STK ilişkisinin yeterince gelişmemiş olmasının temelinde, Türkiye‟nin henüz yeteri kadar güçlü bir sosyal refah devleti olamaması yatmaktadır. Dolayısıyla, bu yetersizlik, STK‟ları da etkisi altına almıştır ve yakın bir gelecekte de bu alanda olumlu gelişmelerin yaşanacağına dair bir belirti yoktur. Ülkemiz, gelişmiş Batı refah devletlerinin 1970‟lerden itibaren yaşadığı dönüşüm sürecini henüz yaşamaya başlamamıştır.304 Devlet ile STK arasında işbirliği zemininin oluşması bazı koşullara bağlıdır. Herşeyden önce, devletin STK‟ı teşvik etmesi ve bu kuruluşların etkin bir şekilde faaliyette bulunmalarına olanak veren yasal düzenlemeleri hazırlaması gereklidir. İkinci koşul ise, 301 ATO, AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası, Ankara: ATO Yay., http://195.155.145.1/turkce0index10.html, (Çevrimiçi: 02.11.2004). Aktaran: Özdemir, 2007, s. 400. 302 Özdemir, 2007, s. 400. 303 ATO, Aktaran: Özdemir, 2007, s. 400. 304 Özdemir, 2007, s. 401. 2004, 125 devletin bu kuruluşları mali açıdan desteklemesidir. Bunun iki yolu vardır. Birinci yol, dolaylı olandır ve bu kuruluşların vergiden muaf tutulmalarını ya da bu kuruluşlara bağışta bulunacak gerçek veya tüzel kişilerin, yapacakları bağışları (ülkelere göre değişik oranlar vardır) vergi matrahlarından düşebilmelerini mümkün kılmaktır. Dolaysız yöntem ise, belirli projelerde kullanılmak üzere bu kurumlara parasal yardım yapılmasıyla da bunlar tarafından sunulan hizmetlerin satın alınmasıdır.305 Ülkemizde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler vb. konularda merkezi devletin ağırlığı çok fazladır. Kamu kuruluşlarının sunduğu sosyal nitelikli kamu hizmetlerinin tamamı merkezi yönetimin (Ankara‟nın) kontrolünde gerçekleştirilmektedir. Aşırı merkeziyetçilik, hizmetlerin planlanması, yapılması ve gereksinim duyanlara aktarılmasını aksatmaktadır. İlave olarak, finansal kaynak sıkıntısı da bu hizmetlerin yetersiz kalmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla, Bu açılardan bakıldığında, Türkiye‟de sosyal refah hizmetlerinin yerine getirilmesi bağlamında hem kamu yönetiminin, hem de STK‟ın istenilen düzeye ulaşamadığı görülmektedir.306 305 Özdemir, 2007, s. 401. Hasan Hüseyin Çevik, “Kamu Hizmetlerinin Üretilmesinde ve Sunulmasında Sosyal Refah Çoğulculuğu”, Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, Mart 1998, s. 114. 306 126 SONUÇ Toplumun sosyal bakışı tarafından desteklenen ve kullanılmaya başlayınca, insanların temel ihtiyaçlarını karşılama hakkını ve imkanını etkileyen herhangi devletüstü, ulusal, yerli ve toplumsal düzeyde geliştirilmiş politika olarak tanımlanan sosyal politika, özellikle kapitalizmin ortaya çıktığı sanayi devriminden sonra ciddi boyutlara ulaşan sosyal sorunlara çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Sosyal sorunların giderek büyümesi sonucu oluşan tepkiler, sistemin sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Bireyler “sivil güvencelerin” yanında “sosyal güvenceleri” de devletten talep etmeye başlamıştır. Bu doğrultuda, değişik nitelik ve düzeyler de de olsa her devletin birer sosyal politikasının olması sonucu doğmuştur. Bu durum, sosyal politika üreticisi ve uygulayıcısı olarak “refah devletini” ortaya çıkarmıştır. Kapitalizmin kendi içinde yaşadığı değişimlerle birlikte sosyal sorunlarda farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu durumda, sosyal sorunlara çözüm olan politikaların üreticisi olarak refah devletinde de dönüşümler yaşanmıştır. Toplumun neredeyse bütününe sosyal korumanın sağlandığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında “refah devleti” örneğinde sosyal politika en geniş kapsama ulaşmıştır. O dönemde, tüm sanayileşmiş Batılı ülkelerde kalıntı refah anlayışından kurumsal refah anlayışına geçilmiştir. II. Dünya Savaşı ertesinde Keynes‟in öncülüğünde kurulan ve birçok ülkede geniş bir toplumsal uzlaşmaya dayanan “Keynezyen refah devleti”, aslında “Soğuk Savaş” yıllarına ve kapitalist sistemin “Altın Çağı”na özgü bir modern devlet biçimi olarak, büyük bir toplumsal uzlaşmaya sahip olmuştur. Nitekim, refah devleti modelinin, krizin başladığı yıllara değin Avrupa toplumlarının nüfus, aile ve iş piyasası yapıları ile iyi derecede bir uyum içerisinde olduğu bilinmektedir. Gerçekte, refah devleti olarak kabul edilen ülkelerin hepsi aynı düzeyde bulunmamaktadır. Uygulamada, birbirinden farklı bir şekilde gelişen refah devletleri, literatürde yeralan farklı refah kategorilerine uygun olarak sınıflandırılmaktadır. Bunların içinde en fazla bilineni, Gøsta Esping–Andersen‟in yapmış olduğu sınıflandırmadır ve O‟nun yaptığı bu sınıflandırmaya göre, kimi ülkeler sıralamanın üstünde yer almakta (sosyal demokrat refah modeli: İsveç, Norveç, Danimarka vb.), bunları daha orta düzeyli 127 ülkeler (muhafazakar refah modeli: İsviçre, Almanya, Fransa vb.) izlemekte, en alt sıralarda ise en zayıf ülkeler (liberal refah modeli: ABD, İngiltere, Kanada vb.) yer almaktadır. Bu ülkelerden bir kısmı “kalıntı refah anlayışı”na sahipken (ABD), bir kısmı ise, gelişmiş “kurumsal refah anlayışı”nı (İsveç) benimsemiştir. Refah devletinin gelişimine bakıldığında, son çeyrek yüzyıla gelinceye kadar bütün sanayileşmiş Batı toplumlarının, kalıntı refah anlayışından, kurumsal refah anlayışına geçtiği görülmektedir. 1970‟li yıllar sonrasından ise kurumsaldan kalıntıya doğru bir yönelim başlamıştır. Refah devleti anlayışında başlayan dönüşümün nedeni, özellikle 1970‟li yılların sonlarından itibaren ortaya çıkan “küreselleşme” süreci olmuştur. Keynezyen politikaların izlenmesinin, 1970‟li yıllarda görülen Birinci ve İkinci Petrol Krizleri‟nin ardından, Batı dünyasındaki ülkelerde sorunlar ortaya çıkardığı görülmüştür. Sorunların nedeni, yüksek toplam talep ve istihdam politikaları, yüksek vergi oranları, cömert sosyal refah devleti harcamaları ve artan devlet müdahaleleri olarak belirlenmiştir. Bu nedenle, artık devletler, cömert sosyal refah harcamalarını sürdürebilmenin olanaksız olduğu düşüncesiyle harcamalarını kısmak, gelirlerini artırmak için yeni politikalar geliştirmeye, reformlar yapmaya başlamışlardır. Bu durum, ilk bakışta “refah devleti geriliyor” şeklinde yorumlansa da gerçekleştirilen araştırmaların ulaştığı sonuç, refah devletlerinin önemli oranda direnç gösterdiği yönünde olmuştur. Refah devletinde geri dönüşümler yaşanmasa da refah devleti anlayışında değişime yönelik yeniden yapılandırma çabaları ortaya çıkmıştır. Yukarıda belirtilen nedenlerle, refah devletleri, kamu refah harcamalarının azaltılması için reformlar başlatmış ve yeniden yapılanma çalışmalarına başvurmuştur. Bu amaçla, sosyal refah kurumları hem kurum olarak, hem de sağladığı hizmetler açısından reorganize edilmekte, refah devletinin birçok fonksiyonu ya yerel yönetimlere aktarılmakta, ya devlet–sivil toplum kuruluşları işbirliğine başvurulmakta ya da devletin bu tür sosyal işlevleri özelleştirilerek bu hizmetlerin sunulması piyasaya bırakılmaktadır. Özellikle sosyal refah hizmetlerinin özel sektöre devredilmesi, neo-liberal yaklaşımın en çok tercih ettiği ve günümüzde bazı ülkeler 128 tarafından benimseneni bir uygulama türü olmuştur. Bu anlamda, Sivil Toplum Kuruluşları hem toplumun tepkisini çekmemek hem de özelleştirme öncesine bir hazırlık olması açısından en uygun sosyal refah sağlayıcılar olarak görülmüş ve bazı ülkelerde sosyal hizmetlerin sunulması bu kuruluşlar aracılığıyla sağlanmaya başlanmıştır. Bu noktada, hem ulusal hem de uluslararası alanda faaliyet gösteren STK‟lar, sosyal politika uygulamalarının önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. STK‟lar, sosyal politikanın amaçlarına benzer şekilde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyal yaşantıya ve sosyal değişime katkı sağlamaktadır. Bu amaçla faaliyette bulunan STK‟lar, sosyal refah, sosyal bütünleşme, gelir dağılımı, sosyal adalet, insan hakları gibi sosyal politikanın temel konuları hakkında baskı oluşturma faaliyetleri gerçekleştirmektedir. Bu anlamda STK‟lar, sosyal politikanın amaçlarını gerçekleştiren birer araç görevinde bulunmaktadır. Günümüzde bir çok ülkede devlet, uzmanlık gerektiren konularda STK‟lara danışmakta veya ortak çalışmayı talep etmektedir. Özetle STK‟lar, ulusal ve uluslararası seviyede örgütlenerek ve işbirliğine giderek hükümetlerin sosyal politika oluşturma süreçleri üzerinde etkili olabilmektedir. STK‟larının artan rolünün, refah devletinde küçülmeyi sağlamak üzere planlandığı konusunda yanlış bir algılama söz konusudur. Örneğin bu açıdan Fransa refah devleti incelendiğinde, bu ülkede STK‟nın devlete yardımcı bir rol üstlendiği, sosyal hizmetlerini artırmak isteyen devletin bu alandaki yetersiz kapasitesini takviye ettiği görülmektedir. Yani, yaygın olan düşünülenin aksine, STK, müdahaleci ve cömert refah devletini güçsüzleştirmek üzere harekete geçirilmemiştir. Burada amaçlanan, STK‟yı devlete destek olarak istihdam ederek devletin gücünü artırmak ve genişletmektir. Bu açıdan STK‟lara yetki verilmesiyle birlikte, Batı refah devletlerinin gelişiminde önemli bir gelişme gözlemlendiği ifade edilmektedir. Genel olarak, devletin desteğini arkasına alan STK‟ların, kendi olanaklarını da ekleyerek, sosyal hizmetleri daha etkin ve verimli bir şekilde gerçekleştirmeye çalışacakları 129 düşünülmüştür. STK‟lar, genellikle devletin bir alternatifi olarak değil, onu tamamlayan bir kurum olarak son çeyrek yüzyılın ekonomik ve politik felsefesine uygun bir kurum olması nedeniyle, devletler tarafından desteklenmekte, geliştirilmektedir. Bu doğrultuda STK‟lar, önümüzdeki yıllarda da sosyal politika uygulamalarının önemli bir aracı olmaya devam edecektir. 130 KAYNAKÇA Abadab-Unat. Nermin. Bitmeyen Göç Konuk ĠĢçilikten Ulus-Ötesi YurttaĢlığa, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yayınları 30 Göç Çalışmaları 1, İstanbul, Ekim 2002. AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği. “Sivil Toplum İş Başında”, Aralık 2001. Acar, Mustafa. “Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Kültürel Boyutlarıyla Küreselleşme : Bir Tehdit mi, Bir Fırsat mı?”, http://www.liberal-dt.org.tr/, (Çevirimiçi: 23 Haziran 2005), Aktaran: Ali Bakın, “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟nin Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005. Acı, Esra Yüksel. Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri Sivil Toplum KuruluĢları, Günizi Yay, İstanbul, 2005. Akkaya, Yüksel. KüreselleĢme Kıskacında Türkiye’de ĠĢçi Sınıfı ve Temel Özellikleri, Petrol-iş 2000-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul: 2003. Aktan, Coşkun Can. Müdaheleci Devletten: Müdehaleci Sınırlı Devlete, No:3 Ankara: Yeni Türkiye, 1999, s. 43. Aktan, Coşkun Can. “İyi Yönetişim”, http://www.canaktan.org/politika/yonetisim/anasayfa-yonetisim.htm, (Çevirimiçi: 06.02.2009). Aktan, Coşkun Can ve Hüseyin Şen. “Globalleşme ve Türkiye”, Mercek Dergisi, Yıl 6, Sayı 21, Ocak 2001. Aktan, Coşkun Can ve Özlem Kıvrak. “Sosyal Devletin Doğuşu ve Gelişimi”, http://www.canaktan.org/politika/refah-devleti/dogusu-gelisim.htm, (Çevirimiçi: 20.03.2009). Aktan, Coşkun Can ve İsmail Yaşar Vural. “Gelir Dağılımında Adalet(siz)lik ve Gelir Eşit(siz)liği: Terminoloji, Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri”, Yoksullukla Mücadele Stratejileri, (Haz.: Coşkun Can Aktan), Ankara: Hak-İş Konfedarasyonu Yay., 2002, http://www.canaktan.org/ekonomi/yoksulluk/birinci-bol/aktan-vuralgelir-dagilimi.pdf, (Çevirimiçi: 15.03.2009). Avrupa Birliği‟nde Sivil Toplum, Son Baskı Sanal Dergi, Yıl:1, Sayı:8, Ağustos 2004. 131 Alonso Joe Antonio. “Globalization, Civil Society and the Multilateral System”, Development in Pratice, Vol: 10, 2000. Aran, Hilmi Fuat. “Dünyada ve Türkiye‟de Küreselleşme ve Sendikalar Üzerine Etkisi” (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2003. ATO. AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası, Ankara: ATO Yay., http://195.155.145.1/turkce0index10.html, (Çevrimiçi: 02.11.2004). 2004, Aydoğan, Metin. Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, 20. Yüzyılın Sorgulanması, Cilt 2, İstanbul: Kum Saati Yayınları, 2002. Aykaç, Mustafa, Zeki Parlak ve Süleyman Özdemir. KüreselleĢme Sürecinde Rekabet Gücünün Arttırılması ve Türkiye’de KOBĠ’ler, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007. Aykaç, Mustafa. “Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları”, Çevre Dergisi, Sayı:14(MayısTemmuz 1995). Bakın, Ali. “Küreselleşme, Sosyal Politika Alanında Yaşanan Dönüşüm ve Türkiye‟nin Refah Rejiminin Karmaşık Niteliği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi, SBE), 2005. Balcı, Yusuf. “Bilgi Teknolojisi ve İstihdam”, Çerçeve, Yıl 4 Sayı, 15 Ağustos-Ekim, 1995. Barr, Nicholas. The Economics of the Welfare State, Standford: Standford University Press, 1993. Başbuğ, Aydın. “Liberal Siyaset ve Sosyal Devlet,” Yeni Türkiye, Sayı.25, Ocak-Şubat 1999. Briggs, Asa. “The Welfare State in Historical Perspective”, (Ed: Pierson, C and F Castles), The Welfare State Leader, Cambridge Polity Press, 2000. Bozkurt, Nilüfer. Globalleşme ve Devlet, Ġktisat Dergisi, Sayı.382. Burden, Tom. Social Policy and Welfare: A Clear Guide, London: Pluto Press, 1998. Carnoy, Martin. “Education and Economic Development: The First Generation”, The Economic Value of Education: Studies in the Economics of Education, (Ed.: Mark Blaug), Cambridge: Edward Elgar Publ., 1992. 132 Castles, F. & D. Mitchell. “Three Worlds of Welfare Capitalism or Four?”, ANU, Graduate Programme in Social Policy, 1990. Castles, F. Comparative Public Policy, Cheltenham: Edward Elgar Publ., 1998. Cerny, P.G;” The Dynamics of Financial Globalization: Technology, Market Structure, and Policy Response.” Policy Sciences, Vol: 27, 1994. Chase-Dunn C., Y. Kawano ve B.D. Brewer, “Trade Globalization since 1975: Waves of Integration in the World System”, American Sociological Review, Vo. 65, No. 1, 2000. Chossudousky Michel. Yoksulluğun KüreselleĢmesi, IMF ve Dünya Bankası Reformlarının Ġçyüzü, (çev: N. Sapan), Çiviyazıları Yayınları, İstanbul, 1999. Çaha, Ömer. Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Ankara: Vadi Yayınları, 1996. Çalışkan, Abdülkerim. “Sosyal Refahın Sağlanmasında Devletin Etkinliği ve Türkiye Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE), 2001. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. Sosyal Güvenlik Reform Önerisi, Nisan 2005. Çelik, Abdülhalim. “Refah Devletinde Kriz ve Yeniden Yapılanma”, http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009). Çelik, Abdülhalim. KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Güvenlik Sistemlerinin DönüĢümü ve Türkiye, Kamu-İş Yayınları, Ankara, 2002. Çelik, Abdülhalim. “Refah Devletinde Kriz ve Yeniden Yapılanma”, http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/16.pdf, (Çevirimiçi: 17.01.2009). Çevik, Hasan Hüseyin. “Kamu Hizmetlerinin Üretilmesinde ve Sunulmasında Sosyal Refah Çoğulculuğu”, Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, Mart 1998. Daldal Necef, Şule. “Esenekliğin Farklı Boyutları ve Uluslararası Dinamikler”, Petrolİş‟97-99, Petrol-iş Yayınları, İstanbul: Mart 2000. Delong, Brad. http://www.j-bradford-delong.net , (Çevirimiçi: 03.04.2009); & Ayrıca bkz.: Kontent XXI, “Küreselleşme ve Refah”, Sayı:5, Ocak-Şubat 2002. Dilip D.K. Economic Dimensions of Globalization, Boston: Palgrave–MacMillan Publ., 2004. 133 Dilnot, Andrew. Refah Devletinin Geleceği, (Çev.: Zeynel http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/baskicirefah.devleti.pdf, (Çevirimiçi: 29.03.2003). Bakıcı), Doğan, İlyas. Özgürlükçü ve Totaliter DüĢünce Geleneğinde Sivil Toplum, Alfa Yayınları, İstanbul, 2002. Doğan, Özlem. “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl:4 Sayı:13, Kasım, Aralık, Ocak 2000-01. DPT. KüreselleĢme Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DTP Yayınları, 2000. DPT. Sosyal Güvenlik Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara: DPT Yay., 2001. DPT. Dokuzuncu Kalkınma Planı Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2006. DTP. KayıtdıĢı Ekonomi Özel Ġhtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş yıllık Kalkınma Planı, DTP: 2603-ÖİK: 614, Ankara 2001. Dursun, Davut. “Devlet Karşısında Sivil Toplumun Artan Gücü ve Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare Toplantısı, Ankara: 1996. Dünya Yerel Yönetim ve Demokrasi Akademisi (WALD). Sivil Toplum Örgütleri: Neoliberalizmin Araçları mı, Halka Dayalı Alternatifler mi?, (Çev. Işık Ergüden), Demokrasi Kitaplığı, İstanbul: Mart 2001. Eero Lahelma, Katarina Kivela, Eva Roos vd. Analysing Changes of Health Inequalities in the Nordic Welfare States, Social Science & Medicine, Issue: 55, 2002. Ekin, Nusret ve Diğerleri. Türk Sosyal Güvenlik Sistemi’nde ArayıĢlar: ÖzelleĢtirme ve Yeniden Yapılanma, Yayın No.1999-69, İTO, İstanbul: 1999. Ercan, Fuat. “Sermaye Birikim Rejiminin Çelişkili Sürekliliği”, Neoliberalizmin Tahribatı, (Derleyen Balkan, Neşecan ve Sungur Savran), Metis Yayınları, İstanbul, Mayıs 2004. Erdem, Tevfik. “Mükemmel Bir Toplum Tasarımı Olarak Sivil Toplum”, 21. Yüzyılda Türkiye‟de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunları Sempozyumu (Bildiriler Kitabı), Ankara, 2005. Erder, Sema. “‟Yeni” Yoksulluk ve ‟Yeni‟ Modeller”, Kızılcık Dergisi, Mart 2004. 134 Erdut, Zeki. Uluslararası Sosyal Politika ve Türkiye, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir: 2003. Euzeby, Alain. “Social Protection: Values to be Defended!”, International Social Security Review, Vol. 57/2, 2004. Fişek, Gürhan. “Sosyal Devletsiz Bir Sosyal Güvenlik...”, http://www.fisek.org/108.php, (Çevrimiçi: 29.04.2009). Flora P., Heidenheimer. A. J. The Development of Welfare States In Europe And America, New Brunswick, NJ,Transaction Books, 1981. Foster, J. Knowing Ourselves. A Brief History of Emerging Global Civil Society, CIVICUS World Assembly, Voncouver, B.S., Canada.August 2001. Freeman, B.R. “Emek, Sermaye ve Sosyal Güvenlik: 21. Yüzyıla Hazırlanırken Avrupa‟da Sosyal Koruma Değişim ve Sorunlar”, ETUC-ETUI Konferansı, (Derleyenler: A. BOSCO ve M. HUTSEBAUT), Brüksel, Avrupa Sendikalar Enstitüsü Yayınları, Harb-İş Sendikası, 1996. Friedman, Thomas. Lexus ve Zeytin Ağacı KüreselleĢmenin Geleceği, İstanbul BZD Yayıncılık, 1999. Garret, Geoffrey ve Mitchell Deborah. “Globalization, Government Spending and Taxation in the OECD”, European Journal of Political Research, Issue: 39, 2001. Gerreffi, G,. J. Humphrey, ve T. Sturgeon. “ The Governance of Global Value Chaine”, Review of International Political Economy, Vol. 12, No1 February 2005. Ginsberg, Leon. Conservative Social Welfare Policy: A Description and Analysis, Chicago: Nelson–Hall Press, 1998. Gough, Lann. Refah Devleti, (Çev.: Kamil Güngör), (Çevirimiçi): http://www.canaktan.org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/gungor-refahdevleti.pdf, 05.01.2009. Göymen, Korel. “Türkiye‟de Yerel Yönetim Reformu”, Yerel Yönetimler Kongresi: Dünden Bugüne Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Biga-Çanakkale, 2004. Göze, Ayferi. Liberal, Marxiste, FaĢist ve Sosyal Devlet, 3. Bs., İstanbul: Beta Yay., 1995. Greve, Bent. Historical Dictionary of the Welfare State, London: Scarecrow Press, 1998. 135 Güleç, Sertaç. “1945-1980 Yılları Arasında Türkiye‟de Refah Devleti”, (Çevirimiçi): http://www.yerelsiyaset.com/pdf/temmuz2008/13.pdf, 12.03.2009. Güllüoğlu, Tuncay. “Yeni teknolojilerin Çalışma İlişkilerine Etkileri”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=190(23.12.2004). Güngör, Fethi, Yıldızı Yeni Parlayan Bir Sektör: Sivil Toplum Kurulusları. http://www.osmanli.org.tr/yazi.php?bolum=4&id=292, (Çevirimiçi: 01.06.2009). Gürel, Deniz. “Türkiye‟de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, SBE), 2009. Güzel, Ali ve Ali Rıza Okur. Sosyal Güvenlik Hukuku, 2. bs., İstanbul: Beta Yay., 1990. Hadenius, A., F. Uggla, “Making Sivil Society Work, Promoting Democtaric Development: What can States and Donors Do?”, World Development, Vol:24, No:10. Hayter, S. “The Social Dimension of Global Production Systems: A Review of the Issues”, ILO Working Paper No: 25, 2004. Held D. ve A. McGrew. “The Great Globalization Debate: An Introduction”, (eds.) D. Held ve A. McGrew, The Global Transformations Reader, London: Polity Publ. 2003. Hick, Alexander, Lane Kenworthy. “Varieties of Welfare Capitalism”, LIST Working Paper Series, No: 316, New York: Syracuse University, August 2002. Hick, Alexander, Lane Kenworthy. Varieties of Welfare Capitalism, LIST Working Paper Series, No: 316, New York: Syracuse University, August 2002. Hirst, P. ve G. Thompson, Globalization in Question: International Economy and Possible Governance, Second Edition, London: Polity, 2001. Hirst, Paul ve Grahame Thompson. KüreselleĢme Sorgulanıyor, 2. Bs. Ankara: Dost Kitabevi, 2000. Howard Chernick, Andrew Reschovsky, “State Fiscal Responses to Welfare Reform During Recessions: Lessons fort he Future”, Public Budgeting & Finance, 2003. Hummels, D., J. Ishii ve D. Yi, Kei–Mu. “The Nature and Growth of Vertical Specialization in World Trade”, Journal of International Economics, Vol. 54, 2001. 136 ICTFU Sendikalar için Küreselleşme Rehberi, “Küreselleşme Rehberi-1”, DİSK Yayınları, No: 34, Ocak 2003. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (İSMMMO)‟nın , “Türkiye‟de Sivil Toplum”, Konulu Araştırması Hakkında Basın Bülteni, 2009, http://www.istanbulsmmmodasi.org.tr/TRapor.asp?id=2359 , (Çevirimiçi: 02.06.2009). Kalyoncu, Murat. “Küreselleşme ve Sosyal Politika”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: 2005. Karakaş, Ercan. “AB ve STK ilişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı”, AB Devlet ve STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001. Kaya, Gürbüz. “Türkiye‟de-AB Bütünleşmesinde STK-Devlet İlişkisi”, AB Devlet ve STK‟lar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001. Kaya, Özer. “Sivil Toplum Kuruluşları ve Kalkınma”, (yayınlanmamış yeterlilik tezi), İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı , Ankara, 2008. Kazgan, Gülten. Tanzimattan 21. Yüzyıl’a Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Altın Kitaplar, 1999. Kazgan, Gülten. “Küreselleşme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen”, 2. Bs., İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002. Keyman, Fuat. “Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları ve Türkiye”, Sivil Toplum ve Demokrasi Sivil Toplum Yazıları, 2004, stk.bilgi.edu.tr/docs/keyman_std_4.pdf (Çevirimiçi: 16.03.2008). Koçdemir Kadir. “Küreselleşme ve Türkiye” Türk Ġdare Dergisi, Sayı: 418, 1998. Kongar, Emre. Küresel Terör ve Türkiye (KüreselleĢme, Huntington ve 11 Eylül), İstanbul: Remzi Kitabevi, 2001. Koray, Meryem. “Avrupa Refah Devleti: Anlamı, Boyutları ve Geleceği”, GörüĢ Dergisi, Tüsiad Yayınları, Sayı:57, Aralık 2003. Koray, Meryem. Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi, Bursa: 2000. Korkmaz, Sait. “Türkiye'de Sosyal Güvenlik Finansman Açıkları ve Sosyal Güvenlik Kurumunun Bu Açıklar Üzerindeki Olası Etkileri”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007). 137 Kotlikoff, J. Laurence. “Privatizing Social Security at Home and Abroad” The American Economic Review, Vol. 86/2, May 1996. Kuhnle, Stein ve Matti Alestalo, “Growth, Adjustments and Survival of European Welfare States”, Survival of the European Welfare State, y.y.: Routledge Publ., 2000. Kumar, Krishan. “Civil Society: an Inquriy into the Usefulness of an Historical Term”, British Journal of Sociology, 1993. Kurtulmuş, Numan. Sanayi Ötesi DönüĢüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1995. Lazar, Harvey, Peter Stoyko. “The Future of the Welfare State”, Internatioanl Social Security Rewiev, Vol.: 51, March 1998. Lindbeck, Assar ve Diğerleri. “ İleri Refah Devletinin Sonuçları,” Yeni Türkiye, Sayı.29, Eylül-Ekim 1999. Lordoğlu, Kuvvet ve Nurcan Özkaplan. ÇalıĢma Ġktisadı, İstabul: Der Yayınları, 2005. Maddison, A. The World Economy: A Millennial Perspective, Paris: OECD, 2001. Mahçupyan, Etyen. “Devlet Liberalizm ve Kapitalizm”, Doğu Batı DüĢünce Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, Kasım-Aralık-Ocak 1997. Marangoz, Şermin. “Refah Devleti: Gelişimi, Oluşumu, Modelleri ve Güncel Değişimler”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İÜ SBE), 2001. Marshall, T.H. YurttaĢlık ve Toplumsal Sınıflar, (Çeviren Ayhan Kaya), Gündoğan Yayınları, Ankara: Mayıs 2000. Maurizio, Ferrera, Anton Hemerijck ve Martin Rhodes. “Recasting European Welfare States for the 21st Century”, European Review, (Special Issue on “The Future of the Welfare State”), (Ed. Stephan Leibfried), 2000. Karaca, Nil. “Gatt‟tan Dünya Ticaret Örgütüne”, http://www.kktcsanayiodasi.org/site/den20.pdf, (Erişim: 02.12.2009). O‟Brien, Robert and Marc Williams. Global Political Economy, Evolution and Dynamics, New York: Palgrave Macmillan, 2004. OXFAM. Rigid Rules and Double Standards: Trade, Globalization and Fight Aganist Poverty, 2002. 138 Öncü, Ayşe. “Sivil Toplum ve Katılım”, Sivil Toplum, Ed:Yurdakul Fincancı, İstanbul: TÜSES Yayınları, 1991. Öngen, Tülin. “Esneklik: Kapitalizmin Yeni Fetişi”, Ġktisat, Sayı 357, Mayıs-Haziran 1996. Özdemir, Sülayman. KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, No: 69, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2004. Özdemir, Sülayman. KüreselleĢme Sürecinde Refah Devleti, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2007. Özdemir, Süleyman. Refah Devletlerinde Sosyal Harcamaların Analizi, (Ġktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Konferansları, Prof. Dr. Nevzat YalçıntaĢ’a Armağan Özel Sayısı), 50. Kitap, İstanbul: İÜ Yayınevi, 2005. Özdemir, Süleyman. “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir İnceleme”, http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi_gorvlr.htm, (Çevirimiçi: 01.04.2009). Özdemir, Süleyman. “Sosyal Gelişim Düzeyleri Farklı Refah Sınıflandırılması Üzerine Bir http://www.sosyalsiyaset.com/documents/sosyal_gelisim.htm, 29.03.2003). Devletlerinin İnceleme” (Çevirimiçi: Özdemir, Süleyman Halis Başel ve Hasan Şenocak. Sivil Toplum Kuruluşları (STK)‟nın Artan Önemi ve Üsküdar‟da Faaliyet Gösteren Bazı STK‟kar Üzerine Bir Araştırma, http://makale.suleymanozdemir.com/STKMakale-SSK56.pdf, (Çevirimiçi: 03.03.2010). Özkıvrak, Özlem ve Dilek Dileyici. “Globalleşme, Bölgeselleşme ve Mega Rekabet”, (Çevirimiçi): http://www.econturk.org/dtm7.htm, (Erişim:13.04.2009). Özuğurlu, Aynur. “Devlet-Sivil Toplum Ayrımı Üzerine”, Siyaset Sosyolojisi Ders Notları, Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1998-1999. Özuğurlu, Metin. “Küresel Fabrikanın Doğşu ve Yükselişi”, 2000-2003 Petrol-ĠĢ Yıllığı: KüreselleĢme KoĢullarında Kapitalizm ve Sendikal Hareket, İstanbul: PetrolİşYayınları No:85, 2003. Parlak, Zeki. Yeni Uluslararası ĠĢbölümü YaklaĢımının EleĢtirel Bir Değerlendirilmesi, Nusret Ekin‟e Armağan, Ankara: TÜHİS Yayınları, Yayın No: 38, 2000. 139 Petrella, R. “Globalisation and Internationalization: The Dynamics of Emerging Word Order”, (eds.) R. Boyer ve D. Drache, State and Markets: The Limits ofGlobalisation, London: Rutledge Publ., 1996. Pierson, Christopher. Contemporary Challenges to Welfare State Development, Political Studies, 1998. Pierson, Paul. Dismantling the Welfare State? Reagan, Thatcher and the Politics of Retrenchment, Cambridge University Press, 1994 & Paul Pierson, “The New Politics of the Welfare State”, World Politics, Vol.: 48, Issue:2, 1996. & Paul Pierson, (Ed.), “The New Politics of the Welfare State”, London: Oxford University Press, 2001. Powell, Martin, Armando Barrientos. “Theory and Method in the Welfare Modelling Business”, Paper presented at the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms for the 21st Century, Oslo, 5–6 April 2002. Pringle, Keith. “Europe and Social Welfare”, Children and Social Welfare in Europe, Buckingham: Open University Press, 1998. Reid, Pauline Barett. “ Sosyal Koruma ve Sosyal Güvenlikte Uluslararası Gelişmeler,” Çev. Mustafa Delican, Yeni Yüzyıla Doğru Endüstri İlişkileri, Demokrasi, Gelişme ve Çağdaş Çalışma Standartları, II .Endüstri İlişkileri Kongresi (İstanbul ,), Kamu-İş Yayını, Ankara, t.y. ,s.87, Kadir Arıcı, Avrupa Birliği Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara, Kamu-İş, 1997. Ryfman, Philippe. Sivil Toplum KuruluĢları, (Çev. İsmail Yerguz), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006. Rudra, N. “Globalization and the decline of the welfare state in less-developed countries”, International Organization, Vol: 56, 2, Spring, 2002. Sağlam, Necdet. “Avrupa‟da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”, Vakıf ve Kültür Dergisi, Yıl:5, Cilt:2, 19.Vakıf Haftası Özel Sayısı, Nisan, 2002. Salamon, Lester M. America‟s Nonprofit Sector: A Primer, New York: The Foundation Center, 1999. Sallan Gül, Songül. Sosyal Devlet Biti, YaĢasın Piyasa!, Etik Yayınları, İstanbul, Şubat 2004. 140 Sallan Gül, Songül ve Hüseyin Gül. “Türkiye‟de Kamusal Yoksulluk Hizmetleri Yönetimi: SYDTF Vakıfları Örneği”, Türkiye‟de Sosyal Hizmet Uygulamaları İhtiyaçlar ve Sorunlar, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmetler Bölümü, Alanya: 4-6 Kasım 2004. Sarıbay, Ali Yaşar. Postmodernite, Sivil Toplum ve Ġslam, İletişim Yayınları, İstanbul: 1994. Scharpf, W. Fritz. “The Viability of Advanced Welfare State in the International Economy: Vulnerabilities and Options”, Max-Planck-Institute for the Studies and Societies (MPIFG) Working Paper No: 99/9. Serter, Nur. Devlet Görevlerindeki GeliĢmelerin Sonucu Olarak Sosyal Devlet, İstanbul: İÜ İktisat Fakültesi Yay., 1994. Shin, D-M. “Economic Policy and Social Policy: Policy-linkages in an era of Globalization”, International Journal of Social Welfare, Vol:9, 2000. Snower, J.D. “The Future of the Welfare State”, The Economic Journal, 1993. Spicker, Paul. “Social Administration”, An Introduction to http://www2.rgu.ac.uk/publicpolicy/introduction/socadmin.htm, 13.03.2003). Social Policy, (Çevrimiçi: Sözer, Ali Nazım. Sosyal Devlet Uygulamaları, Ankara: Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Yay., 1997. Sözer, Ali Nazım. Türkiye’de Sosyal Hukuk, Ankara: Kamu–İş Yay., 1994. Stephens, John D., “The Scandinavian Welfare States: Achivements, Crisis, and Prospects”, Welfare State in Transition: National Adaptations in Global Economies, (Ed.: Gøsta Esping–Andersen), London: Sage Publ., 1996. Steward Sheelagh. “Happy ever After in the Marketplace: Non-goverment Organization and Uncivil Society”, Review of African Political Economy, Vol:24, 1997. Stiglitz, J. E. Globalization and its Discontents. New York: WW Norton 2002. Strange, Susan. The Erosion of the State, Current History, 2007. Stryker, R. Globalization and the Welfare State, Internetional Journal of Sociology and Social Policy, 1998. 141 Şahin, Fatih. “Sosyal Hizmet uzmanlarının Sosyal Refah Politikası Süreçlerine Katılımı” (Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi, SBE, 1999). Şaylan, Gencay. DeğiĢim, KüreselleĢme ve Devletin Yeni ĠĢlevi, Ankara: İmge Kitabevi, 1994. Şenalp, Mehmet Gürsan, Hakan Reyhan ve Ahmet Haşim Köse, Küresel YönetiĢim ve Sendikalar, Petrol-İş 200-2003, Petrol-İş Yayınları, İstanbul:2003. Şenkal, Abdülkadir. KüreselleĢme Sürecinde Sosyal Politika, 1.bs., İstanbul: Alfa Yayınları, 2005. Şenkal, Abdulkadir. Sendikasız Endüstri ĠliĢkileri, Ankara: Kamu-İş Yayınları, 1999. Şenkal, Abdulkadir. “Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, (Ed: İbrahim Sarıoğlu), İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi İktisat Fakültesi, 45. Kitap, 2003. Şenses, Fikret. “Türkiye'de Gelir Dağılımı, Gelirin Yeniden Dağıtımı ve İşgücü Piyasaları”, Türk Ekonomisine Sosyal Demokrat Çözümler, Cilt III: Gelir Dağılımı ve Yeniden Dağıtım Mekanizmaları içinde, TÜSES: İstanbul: 1991. Talas, Cahit. Cahit Ekonomik Sistemler, 5. Baskı. İmge Kitabevi, Ankara: 1999. Talas, Cahit. “Öğretilerde Sosyal Devlet”, Ġnsan Hakları Yıllığı, Cilt 13, 1991. Tanör, Bülent. Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, No.76, İstanbul, 1978. Taylor-Gooby, Peter. “ The Silver Age of the Welfare State: Perspectives onResilience”, COST A 15 Second Conference onWelfare Reforms Fort he 21st Century, http:/www.isaf.no/nova/nyheter/kalender/COSTa15/Papers/Taylor-Gooby.pdf, (Çevirimiçi: 06.05.2002). Taylor-Gooby, Peter. “Zor Zamanlarda Sosyal Devleti Desteklemek: Hesabı Kim Ödeyecek?”, (Çev.:Şenya Gökbayrak), Journal of European Social Policy, Vol.:11, No:2, May 2001, http://www.fisek.org/birliktelikler-yerelstk-goruslergokbayrak2.php, (Çevirimiçi: 29.03.2003). Teeple, G. Globalization and the Decline of Social Reform, Toronto: Garamond Press, 1995. Theopiste Butare, “ Social Needs and the Roles of Goverments and Markets : The Case of Retirement Pensions,” International Social Security Review, Vol.51, 3/98. 142 TİSK. “Çalışma Hayatında Esneklik”, Yayın No: 190, Kasım 1999. Toksöz, Fikret. “Türkiye‟nin Diğer Avrupa Ülkeleri İle Karşılaştırmalı Durumu”, AB Uyum Süreci ve STK‟lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik Ve Toplumsal Tarih Vakfı, Haziran, 2004. Tostensen, Arne. “Towards feasible social security systems in sub-Saharan Africa”, CMI working papers, May 2004. Townsend, Peter. The Restoration of “Universalism’: The Rise and Fall of Keynesian Influence on Social Development Policies, (in the UNRISD Publ.,Programme on Social Policy and Development), Geneva: UNRISD Publ., 2002. Tümertekin, Erol ve Nazmiye Özgüç. Ekonomik Coğrafya, KüreselleĢme ve Kalkınma, İstanbul: Çantay Kitabevi, 1997. Türk-İş Yıllığı. Cilt II. Ankara:1999. Tosun, Gülgün Erdoğan. Sivil Toplum: Farklı BakıĢlar, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2005. Uğur, Aydın. “AB ve STK Dış İlişkilerinde Uluslararası Tecrübe Aktarımı” AB Devlet ve STK‟lar, Türkiye‟de VII. STK Sempozyumu, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2001. Ullman, Claire F. The Welfare State‟s Other Crisis: Explaining the New Partnership Between Nonprofit Organizations and the State in France, Bloomington: Indiana University Press, 1998. Uslu İbrahim. “Bir Sosyal Siyaset Vasıtası Olarak Kar Gütmeyen Kuruluşlar: ABD Örneği”, (Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İÜ SBE, 1999)., s.39-40,43. World Bank. Globalization, Growth, and Poverty: Building an Inclusive World Economy, New York, 2002. Yeates, Nicola. “Social Politics and Policy in an Era of Globalization: Critical Reflections”, Social Policy&Administration, 1999. Yıldırım, İbrahim. Demokrasi, Sivil Toplum KuruluĢları ve YönetiĢim, Ankara: Seçkin Yayınları, 2004. Yücekök, A.N., İ. Turan. “M.Ö. Alkan, Tanzimattan Günümüze İstanbul‟da STK‟lar, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı”, İstanbul, 1998. 143