İNGİLTERE-LONDRA (18 Haziran2014 Çarşamba
Transkript
İNGİLTERE-LONDRA (18 Haziran2014 Çarşamba
İNGİLTERE-LONDRA (18 Haziran2014 Çarşamba-22 Haziran 2014 Pazar) Neden Londra Dünyanın en ünlü kraliyetinin başkenti, Avrupa gençliğinin gözdesi, tezatlar şehri Londra. 2000 yıl önce bir kaç bin kişilik insanın yaşadığı bir Roma şehri olarak kurulan Londra bugün yedi milyon insanın yaşadığı, her yıl milyonlarca insanın ziyaret ettiği kozmopolit bir şehir. Türkçe ve Türkler dahil pek çok dilin konuşulup pek çok milletin beraber yaşadığı bir dünya şehri. Londra; İngiltere'nin başkenti. Büyük Britanya Adasının güneydoğusunda, Kuzey denizine dökülen Thames Nehrinin ağzından 64 km. içeride ve ırmağın iki yakasında yer alır. Banliyölerle birlikte yüzölçümü 1579 km2 olup nüfusu da 7,5 milyon civarındadır. Romalıların ırmak kıyısında Londini’un ismiyle kurduğu ilk yerleşme ancak ikinci yüzyıl sonunda surlarla çevrildi. Dokuzuncu yüzyıl boyunca (Sakson yönetimi altında iken) Danlarla yapılan savaşlara sahne olan şehir. Norman istilasının (1066) ardından askeri açıdan büyük önem kazandı ve şehrin denetlenmesi için Londra Kulesi inşa edildi. 1136’daki yangında ahşap binaların yanmasından sonra düzenli sokaklar açılarak taş ve tuğla binalar inşa edildi. Şu anda Londra'da 3 tip ev karşımıza çıkmaktadır; Victorio tipi 1780'ler, iki Georgian tipi kolonlu, üç Edivardin tipi 1920'ler. Onaltıncı yüzyılın ortalarında şehir büyük bir gelişme gösterdi. Ondokuzuncu yüzyılın sonuna kadar geçen süre içinde hızlı sanayileşme, fakirlik, yaygın hastalıklar, çevre kirliliği ve ulaşım zorlukları gibi problemler ortaya çıktı. 1855’te Metropol İdaresi Kanunu çıkarıldıktan sonra metropoller gelişmeye başladı. Zamanla gelişen ulaşım imkanları şehrin dış banliyölere doğru gelişmesinde rol oynadı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yayılma metropoliten alanın giderek bütünleşmesi sonucunu doğurdu. 1939’da çevredeki yerleşimlerle birlikte Londra metropoliten nüfusu 8 milyona yaklaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında havadan gelen akımlarla ağır bir yıkıma uğradıysa da daha sonraları yeniden inşa edildi. Bir zamanlar üstünde güneş batmayan ülke diye tanımlanan Büyük Britanya'nın başkenti Londra bugünde krallığın başkenti. Kendine has mimarisi ile canlı, düzenli, kesinlikle baş döndüren hızıyla büyük bir metropol… Turizm Büroları Biz, genelde Avrupa gezilerimizi turizm acenteleri aracılığı ile yapıyor onların; vize, uçak konaklama vb. hizmetlerinden yararlanıyoruz. Pronto Tour Bu kez de İngiltere-Londra gezimizi: Pronto Tour aracılığı ile yapmaya karar verdik; 5 gün 4 gece oda + kahvaltı + uçak vb. Neşe, Pınar ve benim için yani üçümüz için (18-22 Haziran 2014) 2037 euro. Vize Pronto tour ile Neşe ve Pınar anlaşmış ve bedelini de ödemişler. Vize için birtakım evrakların sağlanması aşamasında canım sıkıldı. Daha önceki gezilerimiz de vize sorunu yeşil pasaportumuz olduğundan yaşamamıştık. Ayrıca vize ücreti için her birimizden 150’şer euro toplam 450 euro acenteye ödedik. Acentenin ayakçısı Davit Levitezel ile Mecidiyeköy’deki aracı vize işlemini yapan binada 22 Mayıs 2014 saat 12:30’da buluştuk. Göz ve parmak izi işlemlerinden sonra işimiz bitti. Vizenin onaylanmasından sonra pasaportlarımız pronto aracılığı ile bize ulaşacak. Evrakların hazırlanması ve bu işlemler bana sıkıntı verdi. Londra gezimiz sırasında, bu vize işlemlerinin bu denli ince eleyip sıkı dokunmasının nedenini çok iyi anladım. İngilizler, önceden önlem alıp sorunları kadere, zamana bırakmıyorlar. Önemli alışveriş merkezlerine girişte ne güvenlik denetimi ne de x-ray kapılarından geçiş var. Ülkede yaşayan ve ülkeye gelen insanların ortamı bozmayacakları / bozamayacaklarına aldıkları önlemlerle eminler. Vize olayındaki olumsuz tutumum Londra'daki yaşam biçimini gördükten sonra değişti. Manzara Konakları Gezimize hazırlandık. 17 Haziran salı günü akşamı arabamızla manzara konakları B/7 daire 8’deki evimize gittik. Yarın uçağa rahat yetişebilmek için bu önlemi aldık. Aydınlı köyünde akşam yemeğinden sonra evimizde dinlendik, 24:00'e doğru yattık. 18 Haziran 2014 Çarşamba Manzara Konakları’ndaki evimizde 7:30'da uyandık. Hazırlandık. Havaalanına gitmek için taksi çağırdık. 8:45-9:00 15 dakikada Sabiha Gökçen havaalanına vardık. Havaalanında Prontotur yetkilisinden turla ilgili belgeleri aldık. 9:15’te Check-in yaptırdık.Bagajlarımızı verdik. İş bankası lounge yokmuş. Neşe, Pınar’la Akbank'ın lounge gitti. Ben free-shoplarda gezerek vakit geçirdim. 202 nolu kapıdan geçerek 11:15’te uçakta yerimizi aldık. Türk Hava Yolları'nın TK 1963 sefer sayılı uçağımız 12:00’da havalandı. İstanbul-Londra 2526 kilometre. Uçağımız Londra GB(Gat Wick) havaalanına 3:30’da indi. Biz Avrupa'dan sadece saat bakımdan ilerdeyiz. Diğer konularda hep geriyiz. Türkiye saati ile 3:30 İngiltere saatine 01:30 aramızda 2 saat fark var ve biz ilerdeyiz. Uçaktaki yemek menüsü: 1-Yoğurtlu börülce salatası, seçenek 2 a)karnıyarık b)tavuk şiş ve pilav 3)Vanilyalı pannacotta. Neşe ve ben tavuk şiş ve pilav, Pınar karnıyarık tercih etti. Ben viski Pınar şarap içti. Neşe su içti. Yemekten sonra ben kahve Neşe ve Pınar çay içti. Londra (Gat Wick) havaalanında pasaport denetiminden sonra Pronto Tour rehberimiz Erhan Kadam karşıladı. Bu turda 25 kişilik gruptuk. Tur otobüsüne bindik. Rehber (Gat Wick)’den Londra'ya kadar süren bir buçuk saatlik otobüs yolculuğumuzda İngiltere ve Londra hakkında bizi bilgilendirdi. Panoramik şehir turuna başladık. Big Ben (Londra’nın Gözü), Thamas nehri, Picadilly Meydanı (Dünya’nın dört bir yanından gelen turstlerin buluşma yeri.) Lcicester Square, Amiral Nelson Anıtı, Trafalgar Meydanı(Geleneksel yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmez adresi.), Milli Müze, Madame Tussaud Müzesi(Dünyanın çeşitli yerlerinden sayısız ünlünün mumyalarının bulunduğu yer.) Üstün körü dolaştıktan sonra, Stamford Bridge-Fulham Road’daki Millennium Copthorne Hotels geldik. 306 nolu odamıza yerleştik. Otelimiz Chelsea futbol kulübünün stadyumunun hemen yanında. Otelimizin lobisinde çay ve kahve içtik. Yorgun olduğumuzdan saat 23:00’te yattık. 19 Haziran 2014 Perşembe Oteldeki odamızda Neşe ve Pınar saat 7:00 sularında kalkıyor, hazırlanıyorlar, giderken de saat 7:45 sularında beni uyarıyorlar. Ben de traş olup, duş alıp kahvaltıya iniyorum. Kahvaltı saatleri: 6:30- 10:00 kahvaltı açık büfe ama bizim kahvaltılıklara benzemiyor. İngiliz usulü olsa gerek; Önce domuz etinden yapılmış sosis, üçgen şeklinde patates köftesi, tatlımsı kuru fasulye, yumurta kavurması, mantar. Ben sosis hariç diğerlerinden tabağıma alıyorum. Yanında taze sıkılmış portakal, greyfurt vb. meyve suları bir başka bölümde; şeftali, armut, erik, portakal kompostoları, meyve olarak ta ananas ve karpuz, diğer bölümde ise süte karıştırıp yenen diğer şeyler. Masaya özel olarak demliklerde çay, kahve getiriyorlar. Ekmeğini kızartabiliyorsun tereyağı ve kaşar peyniri var. Ben tabağıma patates köftesi, fasulye, bazen mantar, yumurta, peynir alıyor, kızarmış ekmeğe tereyağı sürüp, çayla yiyorum. Arkasından, kompostolardan susuz olarak birer tane alıyor, ananas ve karpuz ekleyerek, kahvaltının üstüne mideye indiriyor, en sonunda kahvemi içiyorum. Hizmetliler garsonlar hep Endonezya, Sri Lanka, Hindistan gibi sömürge ülkelerden. Otelin lokantasında kahvaltı yaparken bunları gözlemlerken, Harrods alışveriş mağazasının ikinci katındaki çayevinde İngiliz usulü çayımızı içerken, Zenci bayanlara beyazadam(garson) hizmet ediyordu. Bu durum 50-60 yıl önce mümkün müydü. Dünyanın geldiği vardağı zihinsel aşama şaşırtıcıydı. Kahvaltıdan sonra otelimizden ayrılıp yakınımızdaki metro istasyonuna yöneldik. Yolda yürürken hemen dikkatimi çekti. Zaten dün de tur otobüsü ile havaalanından gelirken şehirde turlarken, tüm araçların direksiyon sağda olduğunu, trafiğin soldan işlediğini bizdeki nin tersi ne olduğunu gördük, şaşırmadık desek yalan olur. Gördüğümüz yerlerde arazi düz ve yeşillikler içinde sokaklar ve caddeler düzgün. Trafiğin diğer ülkelerden farklı olması, biz İngilizler diğer milletlerden farklıyız der gibi geldi bana. Aynı zamanda Avrupa Birliği ülkesine dahil olmasına karşın para birimi Euro değil Pound-Sterlin yine bir ayrıcalık bu. Yaya geçişlerde, insanları özellikle bu duruma alışkın olmayan turistleri uyarmak için kaldırımın bitiminde hangi yöne bakacağını yazıyla ve okla işaret etmişler. Örneğin “look right”. Otobüs duraklarına gelince yine Türkiye'deki’nin tam tersi. Camlı bölme yolda tarafa yapılmış. Nedeni ise özellikle yağışlı havalarda durakta bekleyen insanlara araçların tekerleklerinden sıçrayan suların ıslatmaması için. Korna çalan, trafiği felç eden kent magandasına rastlamadık. Kent içi ulaşım iki katlı otobüslerle, taksilerle sağlanıyor. Şöförler nazik, espirili, yardımcı olmaya hevesli, şen şakraklar. Metro için aldığımız bilet kişi başı 8,90 pound. Hem metro hem de otobüs için bir günlük bir günde biletimizle her yere gidebiliyoruz. Buckingham-Palace Road’da bulunan Buckingham Sarayı yakınındaki metro istasyonunda indik. Saat 11:00’de; Buckingham Sarayı bahçesinin duvarlarında, diğer binlerce turist gibi yerimizi aldık. Filmlerde gördüğümüz sarayın bahçesindeki askerlerin seramonisini, girişlerini, çıkışlarını geleneksel törenin izledik. Saat 11:30’da Uşak'tan öğrencim ve Neşelerin komsusu, 26 yıldır burada yaşayan Fethi Ceylan’la buluştuk. sSt.James’s Park’ta (Aziz James’in parkı)hem yürüyor hem koşuyoruz. Uşaktan yay-kur günlerinden, anarşi zamanlarından: Hep muhalif ve Türk kalmış. St. James’s Park’taki restoranda kahveleri Fethi ısmarladı. Fotoğraflar çektirdik. Buradan ayrılarak Covert Garden’i gezdik. Amatör müzisyenler, akrobasi yapan sihirbazlar vardı. Yorulmuştuk. Öğle yemeği vakti gelmişti. Covert Garden’deki; Rock&Sale Plaice adlı restauranttaki Fish and Chips-BalıkPatates Kızartması lokantası. Neşe, Fethi ve Ben COD, Pınar Haddock adlı balıkları yedik.Hesabı ben ödedim. 60 pound. Yemekten sonra Trafalgar Square’daki meydana geldik. Burası Londra’lıların geleneksel yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmez adresiymiş. Bu meydanda, Ünlü Trafalgar savaşından arta kalan toplardan dökülmüş demirden aslanlar var. Rehberimiz anlatmıştı. İngiliz Parlamentosu, lordlar ve avam kamarasından oluşuyor. İki bölümü ayıran sadece bir kapı varmış. Kraliçe Parlamentoya gelip Lordlar kamerasında yerini alınca, senede bir defa bu kapılar açılır, avam kamarasındaki milletvekilleri, lordların ve kraliçenin bulunduğu bölüme geçermiş. Bu mecliste, Trafalgar ve Veterleo savaşlarından hatırlanan 2 heykel varmış. Fransızlar bu mecliste geldiğinde konuşmaları gerektiğinde Veterleo heykelinin yanında, İngilizler ise Trafalgar anıtının yanında konuşuyorlar. Milliyetçi, ulusal duyguların göstergesi olsa gerek bu durum. Bu meydandan sonra, dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin buluşma yeri olan Picadilly Circus’a geldik. Burada Eros Heykeli var. Gerçekten turist kaynıyor. Ama biraz avan bulduk. Dünya kupası maçları başladı. İngilizlerin maçı nasıl izlediğini izlemek için Picadilly Meydanı’nda bir Pub’a (Pub; İngilizlerin barına) gittik. Fakat oturmak için yer bulamadık zaten çokta gürültülüydü. Maçın tamamını otelimizde dev ekrandan izledik. Maçın sonucu Urugay: 2 İngiltere: 1 İngilizler için hüsran. 20 Haziran 2014 Cuma Bugünümüzü Oxford ve Hyde Park için ayırdık. Güne bakış: Kalkış, hazırlanmış, kahvaltı ve otobüsle, Oxford otobüslerinin kalkacağı yere geldik. Otobüsümüz Londra'dan 10:45’te kalktı. 12:00 sularında Oxford’a indik. Yine düz arazi, yemyeşil örtü, otoban, herşey mükemmel, otobüsün içinde WC bile vardı. Oxford: Dünyanın en prestijli üniversiteleri barındıran, Ortaçağdan kalma binaları bulunan, dünyaca ünlü kent. Caddelerini gezerken, her ulustan öğrenci, turiste rastladık. Cıvıl cıvıldı bu sokaklar ve caddeler. 35 Cornmarket street’teki KFC’de öğle yemeği yedik. Oxford Castle’i; Tom Tower’ı, Oxford kitapevini gezdik. Oxford şüphesiz bu kadar kısa sürede gezilecek yer değil. Görmüş olmak için, ileride keşke gitseydik dememek için gittik, gördük. İngiltere'de ulaşım pahalı. London-Oxford gidiş dönüş Pınar 18, Ben ve Neşe 13 er 26, 18+26= 44 pound ödedik. Oxford‘dan 15:30’da ayrıldık, Buckingham-Palace Road’a yani bindiğimiz yere 16:45’te geldik. Buradan otobüsle Londra’nın ortasında gölleri ile gezinti ve dinlence alanlarıyla ünlü Hyde Park’a geldik. Burası, dünya üzerinde ifadenin en çok özgürleştiği bir yer. Biz gezinti de iken, Araplı bir gurup bir şeyleri protesto ediyordu. Hyde Park’ta “Serbest Kürsü”de her pazar istenilen konuda konuşma yapılıyormuş. Park, Londra'nın binlercesinin en büyüğü. Dikkatimi çeken ve feraceli siyahlara bürünmüş Arapların görüntü kirliliği yaratması, nezaketin uzak, pervasız kadınların parkın içinde salına salına, bağıra çağıra dolaşmasıdır. Hyde Park’tan Notting Hill semti gezdik. Ama filimin çekildiği yeri ve evi kesinlikle saptayamadık. Semtimizde akşam yemeğini yedikten sonra odamıza çekildik. Odamızdaki televizyonun kanalları dolaşırken İtalya, İspanya, Fransa, Almanya, Dubai, Rusya'nın kanalları varken Türkiye'nin kanallarının esamesi yoktu. Yani Türkiye dışarıda hiçti, içeride kendi kendine gelin-güvey oluyordu. İtibar sıfır görünüyor şu aşamada. Banyodaki küvetin armatöründe derece (sıcaklık) ayar kısmı var. Dikkatimizi çekti. Diğer ülkelerde görmedik. Tuvaletten rezervleri hep duvara gömülü. Duvardaki bir kolu çevirerek rezervinin suyu tuvalete akıyor. Evlerin, genellikle pişmiş tuğladan yapıldığını, doğal halinin korunduğunu, tuğlanın üzerine sıva kapanarak, badana ve boya yapılmadığını gördüm. Doğa ile içiçe ve hep doğal. İngiliz bay ve bayanların obeze olmadığını gördüm. Sürekli hareket halindeler. Bay ve bayanlar sürekli bisikletlere biniyorları. İngiliz zerafetine tanık olduk. Kime ne sorduysak, şoföründen, yolda yürüyen bay ve bayanına kadar, hep güler yüzle, candan, içten yanıtlarla karşılaştık. Yardım etmek için gayret ettiklerini gördük. Zarif ve kibarlar, dillerinden; özür dilerim, afedersiniz, teşekkür ederim gibi sözcükler düşmüyor. Sokaklar, caddeler ve alanlarda çeşitli müzikleri çalan amatör topluluklar var. Bir caddenin tamamında, sağındaki ve solundaki işyeri ve evlerin kraliçeye ait olduğu söylediler. Ben de içimden kraliçe İngiltere’yi sömürüyor, İngilizler de dünyayı sömürüyor, kraliçeye karşı hınçlarını sömürge ülkelerinden çıkarıyor dedim. Kentin altyapısı, ileriye dönük yapılmış. İnsanlar kentli olmanın gereklerini, adabını, kültürünü almışlar, İngiliz zerafeti ortaya çıkmış. Taksiler genellikle siyah, diğer renkte de olanlar var. Taksilerin ön camlarının bittiği üst kaportanın başladığı yerin ortasında “Işıklı Taksi” yazısı var. Eğer taksi levhası aydınlanıyorsa taksi boş yolcu alabilir, yanmıyorsa içinde yolcu var demekmiş. 21 Haziran 2014 Cumartesi Mutat kahvaltımızdan sonra, otobüsle Knights-Brid(Naystbric)(Anlamı Şövalyeler köprüsü)geldik. Alışveriş zamanı. Brampton Road’da hediyelik eşya satan dükkandan manyet, şapka, tepsi, saat, kartpostal aldık. 87-135 Brampton Road’da dünyaca ünlü Londra'nın gözbebeği HARRODS alışveriş merkezine saat 11:00’de girdik. Harrods mağazasını dolaşıyoruz. Mısır kültürüne ait kabartmalar, eller, Prenses Diana ve Dedo El Fayed’i anma köşesini gördük. Fotoğraf çektik. İkinci katta The Tea Room (Çay Evi)’da mola vererek, İngiliz usulü çay içtik. Mağazanın terasına çıkıp, kuşbakışı Londra'ya baktık. Çok büyük mağaza. Bu mağazadan çıkıp Knights Bridge’den Oxford Street’e geldik. İki Km. uzunluğuyla Avrupa'nın en uzun caddesi Oxford ve bunun üzerinde yer alan Selfidges ve Marks Spencer mağazaları. Bu kez Marks&Spencer mağazasına girdik. Saat 15:00’ te acıkmıştık. Mağazanın cafeteryasında öğle yemeğimizi yedik. Dolaştık. Oradan otobüsle 16:00 sularında British Museum’un bulunduğu semte geldik. Otobüs durağından taksiyle Türkiye dahil pek çok ülkelerden gelmiş olan tarihi eserleri barındıran British Museum’a geldik. Geniş bir alana kurulmuş. Pınar ve Neşe bahçede kaldı. Ben içeri girdim. Vakit geçti pek çok yer kapanmıştı. Londra’da müzeler ücretsiz. Ama içinde turiste yönelik turistik eşya satan dükkanlar, cafeler pekçok. Bodrum'dan getirilen arslan heykelini gördüm. Burayı da görmüş olmak için gördüm diyebilirim. Müzeden otelimize döndük, dinlendik. Semtimizdeki yani Fulham Broadway’deki Sainsbury’s marketten, Neşe ve Pınar çikolata aldı. Oradan otelimiz Millenium&Copthorne at Chelsea Hotel bitişiğindeki Frankle’s Sports Bar’da akşam yemeğimizi yedik. Ben İngilizlerin meşhur birası are içtim. Bu arada barda Almanya-Gana maçını izledik. Sonuç: Almanya:2 Gana:2 Otelimize çıkıp dinlenmeye çekildik. 22 Haziran 2014 Pazar Sabah rutin işler; kalkış, traş, duş ve kahvaltı. Tur otobüsü ile otelimizden saat 10:00’da GB(GatWick) havaalanına hareket ettik. 11:15’ de GatWick’teydik. 12:00’ ye kadar sırada bekleyip check-in yaptırdık. Büyük havaalanını dolaştık, baktık, gördük. 14:15’te uçakta yerimizi aldık. Türk havayolları TK 1964 sayılı uçağımız saat 15:00’ te havalandı. Uçakta menümüz: Domates soslu kızarmış patlıcan, beyaz peynir ana yemek; a)ızgara köfte ve tavuk göğüs + pilav,b) Rigatoni makarna, çikolatalı kek. Pınar makarna ve şarap, Neşe köfte ve tavuk göğüs şarap, ben de köfte ve tavuk göğüs ve viski aldım. İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanına 18.20’de bizim saatimizle 20.20’de indik. Havaalanından taksiyle 21.45’de evimize geldik.