PDF İndir - ege ve balkan araştırmaları dergisi
Transkript
PDF İndir - ege ve balkan araştırmaları dergisi
EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies Cilt/Volume: 2015-2 Sayı/Issue: 2 ARNAVUT MİLLİ KİMLİĞİNİN TARİHSEL VE SOSYOLOJİK İMKÂN VE KISITLARINA DAİR On the Historical and Sociological Possibilities and Restrictions of an Albanian National Identity Halil Saim PARLADIR ∗ ÖZET Milliyetçilik, modern bir ideolojidir. Sosyolojik bir gelişmişliğin sonucu olarak ortaya çıkar ve bu nedenle de milli kimliklerin doğal ya da kendiliğinden değil, inşa edilmiş kurgular oldukları öne sürülür. Bu iddia, milliyetçilik çeşitli arkaik, geleneksel unsurları seçip bunlar üzerinde geliştiği için büyük oranda doğrudur. Ancak söz konusu edilecek bir örneğin sosyal nitelikleri, orada inşa edilecek milli kimliğin temel vasıflarını ya da başarılı bir milli kimlik tesis edilip edilemeyeceğinin de ipuçlarını barındırır. Bu nitelikler, gelişmiş bir kültür, yazı dili, orta sınıf, yaygın eğitim, (otonom ya da bağımız bir devlet gibi) bir yönetsel aygıt olarak sıralanabilir. Milliyetçilik, bu nitelikleriyle Batı’da ortaya çıkmış bir ideolojidir ve ulus inşası da yine Batı politik kültürünün bu nitelikleriyle ilişkili bir süreçtir. Batı dışı modernlikler ise bahsedilen unsurların birden fazlasının eksik olduğu durumları ifade eder. Bu bağlamda 19. yüzyılda Osmanlı egemenliğindeki Balkan topraklarında gelişen milliyetçilikler ve milli kimlikler, etnik ve dinsel öğelere referansla, kapsayıcı değil dışlayıcı kimlikler biçiminde kurgulanmışlardır. Söz konusu inşa süreçlerinin dışında yer alan Arnavutlar da, bölgede etkin toprak sahibi kesimi içinde barındırdıkları için kendi çıkarları gereği geleceklerini milli kimlik inşa etmekte görmüşlerdir. Ancak diğer Balkanlı muadilleriyle karşılaştırıldığında çeşitli ve büyük dezavantajlarla kuşatılmış sosyal bağlamları nedeniyle bu girişimlerinde başarılı olamamışlardır. 20. yüzyıl itibarıyla bir devlete sahip olan ancak homojen bir ulus kimliği yaratmakta başarısız olan Arnavut varlığı, modern dönemden post-modern döneme geçişte yepyeni tartışma ve meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır. Anahtar Kelimeler: Milliyetçilik, Osmanlı devleti, kimlik inşası, kimlik icadı, Arnavut Milliyetçiliği. ABSTRACT On the Historical and Sociological Possibilities and Restrictions of an Albanian National Identity Nationalism is a modern phenomenon. It requires a set of sociological conditions. In this respect, its emergence cannot be portrayed as a natural or a contingent one. It is asserted that nationalism consists of a process of construction and invention. This assertion is partly true because nationalism picks up certain archaic elements in order to nourish itself upon them. The social context of nationalism holds clues regarding the success and the character of the ongoing process of nation making. This context is made up of elements such as a sophisticated culture, a ∗ Yrd. Doç. Dr., İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü, parladir@hotmail.com. 102 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) print-language, a middle class, a standardized elementary education and a governmental organization (an autonomous or independent sate). Nationalism with these elements occurred as a Western ideology and the process of nation building is related to the Western political culture. The term non-Western modernism depicts a situation which lacks more than one of these elements. In this context, nationalisms and national identities with special reference to ethnic and religious qualities in the 19th century Ottoman Balkans are constructed as exclusionist identities. Albanians (with an efficient landowning class) as an autochthonous ethnicity in the Balkans are extradited from these national identities and sought refuge in the forming of a national identity of their own. However, this endeavour, when compared to their Balkan counterparts, because of having a social context which is surrounded by several disadvantages, has failed. Albanian presence, which managed to build statehood in the 20th century despite its failure to construct a national identity, faces new challenges in the transition from modernity to post-modernity. Key Words: Nationalism, identity building, Ottoman state, identity invention, Albanian Nationalism. GİRİŞ Balkanlaştırma terimi günümüz siyaset terminolojisinde özellikle uluslararası ilişkilerde kullanılan bir kavram haline gelmiştir. Bu kavram özellikle Balkan ülkelerinde vuku bulan çeşitli etnik ve dinsel anlaşmazlık ve çatışmalarla ilintili olarak kullanılır. Bu anlamda etnik azınlıklar ve çoğunluğu oluşturan gruplar arasındaki kimlik, dini aidiyet, güç, kaynaklar, otonomi veya teritoryal egemenlik gibi hususlarda meydana gelen çatışma ortamına gönderme yapar. Kavram milli kimliğin tesis edilememesi, tesis edildiği düşünülen durumlarda da varlığını sürdürememesi ya da çeşitli küçük gruplara bölünmesi süreciyle ilişkilendirilir. Balkanlaştırma terimi, her ne kadar 19. yüzyıldan beri Balkan yarımadasındaki etnik ve siyasal gelişmelerle ilişkili olarak kullanılmışsa da, günümüzde özellikle 1990’larla birlikte söz konusu olan ve 2000’li yıllarda da devam eden Yugoslavya’nın bölünmesi ve eskiden Yugoslav milli kimliğinin parçaları olarak aynı siyasi çatı altında yaşayan çeşitli etnik topluluklar arasındaki çatışmalarla, özellikle de Bosna Savaşı ve Kosova olaylarıyla birlikte gündeme gelmiştir 1. Bu kavram, Balkanlar dışında, ulus-devlet olarak tanımlanan ancak çeşitli etnik gruplar arasındaki eşitsiz ilişkiler nedeniyle çeşitli çatışmaların yaşandığı başka bölgeler için de kullanılmaktadır. Bu terim her ne kadar güncel çatışma aksları ve etnik çekişmelerle ilişkili gibi görünse de daha derin bir bağlama dayanmaktadır. Kavramın arka planında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren 20. yüzyılın ilk üççeyreğinde etkili olan (liberal ve/veya sosyalist) modernleşme paradigmasının iflası yatmaktadır. Modernleşmeci paradigmanın temelinde, insan hayatını (fizik, kimya, biyoloji aracılığı ile) kolaylaştırma, evrenin, doğanın ve dolayısıyla (sosyoloji aracılığı ile) toplumun yasalarını fethetme, (liberal iktisat, kalkınma, sosyalist planlama aracılığı ile) insan hayatını kolaylaştırma, zenginlik ve (medikal teknoloji, tıp aracılığı ile) sağlığı bilimin öncülüğünde elde etme iyimserliği yatar. Bu perspektifte eski toplumların özellikle de “ortaçağın karanlık geçmişi”nden, dinden ve eski bağlardan bilim ve felsefenin öncülüğünde kurtulmak, bireyler olarak 1 M. Meštrović, G. Stjepan, “The Balkanization of the Balkans”, Society Abroad, Volume 34, Issue 1, 1996, p. 70-80. 103 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair yepyeni bir toplum ve iktidar anlayışının (ulus-devlet ve yurttaşlık) egemenliğinde mutlu bir yaşam kurmak amacı söz konusudur. Geleneksel kimlik ve aidiyet bağlarının, özellikle de dinsel bağların yerini ulus-devlet yurttaşlığı, sınıf bilinci gibi modern aidiyet bağlarına bırakmasının öngörüldüğü bu dönemin sonunda ya sosyalizmin evrensel barışı ya da liberalizmin bolluk dönemi söz konusu olacaktır. Francis Fukuyama’nın 1990’larda komünizmin mağlup edilmesiyle birlikte gündeme getirdiği tarihin sonu (liberalizmin altın çağı, zaferi) kavramlaştırması ise Balkanlarda bu iyimserliğin iflasına karşılık gelen haberlerle, yerini Samuel P. Huntington’ın medeniyetler çatışması tezine bırakmıştır. Komünizmin mağlup edilmesi aslında kalkınmacı retoriğin iflası anlamında Liberalizmin de mağlubiyetini ifade etmektedir 2. Dolayısıyla geleneksel, arkaik, premodern zihin durumunun yansıması olarak görülen etnik ve dini kimliklerin dirilişi, modernleşmeci paradigmanın iflası ve medeniyetler arasındaki savaş, gündemin yeni maddeleri haline gelmiştir. Bu paradigmanın, tüm itirazlara ve karşı koymalara rağmen terörizm, islamofobi, çeşitli uluslararası müdahaleler vb. süreçlerle günümüzde de hızla kendini gerçekleştirdiği ifade edilebilir. Bu paradigmanın siyasal ve sosyal planda görünür olan etkilerinden bir diğeri de kimlik siyasetinin ve etnik ayrımcılığın ön plana çıkmasıdır. Batı dışı modernleşme tecrübelerinden biri olarak Türk modernleşmesi de benzer sorunları yaşamış ve yaşamaktadır. Günümüzde dünyada yükselen kimlik temelli yeni politik muhalefet biçimleri, 1980’lerden beri, özellikle Kürt sorunu çerçevesinde, etnik milliyetçilik, etnik ayrımcılık, terör vb. kavramlarla Türkiye’de de hem gündelik hem politik yaşamın her alanına nüfuz etmiştir. Ancak Türkiye’de 1990’lar ve 2000’ler boyunca yaşanan ve yaşanmaya devam eden demokratikleşme süreci sonucunda dinsel, etnik kimlik temelli siyasal partilerin yani kimlik, etnik-kültürel kimlik, azınlık gibi kavramların kamuoyunda görünür hale geldiklerini söylemek mümkündür. Bu durumun açık göstergesi, “Kürt sorunu” kavramı gibi bir etnik gruba açık referans içeren bir terimin -çeşitli itirazlara rağmen- kullanılmaya başlamasında da görülebilir. Yine bu durumun bir diğer göstergesi de seçim meydanlarında, medyada ve gündelik hayatta görünür olan Türkiye’nin etnik bir mozaik olduğu, ülkede birçok etnik grubun bir arada yaşadığı, Türkiye’de “otuz altı etnik unsur” olduğu yollu açıklama ve ifadelerdir. Bu açıklama ve ifadelerde önemli bir etnik kimlik olarak atıfta bulunulan gruplardan bir tanesi de Arnavutlardır. Türkiye’deki Arnavut kimliği, her ne kadar üzerinde fazlaca araştırma yapılmamış olsa da, gündelik yaşamda, folklorda, atasözlerinden fıkralara uzanan geniş bir yelpazede bir stereotip olarak kendine yer bulur. “Arnavut inadı”, “Arnavut ciğeri”, “Arnavut böreği”, “Arnavut kaldırımı” vb. daha birçok ifade ve bağlamda kullanılan Arnavut kimliği hakkında bilinenler, Arnavut kökenliler dışında (birçok farklı kültüreldilsel azınlık grubu için de aynen geçerli olduğu üzere) çok sınırlıdır. Bilinenlerin ya da bu konuda tedavülde olan bilginin büyük kısmı da özellikle söz konusu bilgi eksikliğinden kaynaklanan biçimde yarı gerçek yarı fantezi bir niteliğe sahiptir. Bu S. P. Huntington, “Demokrasinin Yönetilemezliği”, Medeniyetler Çatışması, S.P. Huntington ve Diğerleri, Der. Murat Yılmaz, Vadi yayınları, Ankara, 1997, s.123-128. 2 104 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) anlamda Türkiye’deki Balkan kökenliler konusunda genellikle tarihsel ya da folklorik çeşitli araştırmalar olmakla birlikte, bu kimliğin içsel ayrımları üzerine ve anavatanda yani Arnavutluk’ta ve Arnavutların çoğunlukta olduğu Kosova’da veya önemli azınlık durumunda bulundukları Makedonya ve Yunanistan’daki Arnavut kimliği ve milliyetçiliğine odaklanan çalışmalara sık rastlanmamaktadır. Bu temelde Türkiye’deki Arnavut kimliği hakkında sosyal antropolojik ya da kültür sosyolojisi kavramları ile ifadelendirilmiş biçimde yayına dönüştürülmüş çalışmalardan çok, 1877-78 OsmanlıRus Savaşı ve 1912’deki Birinci Balkan Savaşı ertesinde söz konusu olan göç hareketlerine odaklanan çalışmalar söz konusudur. Daha önce de vurgulandığı gibi, bu tür çalışmalar, etnik anlamda yekpare bir “öz”e dayanan bir Balkan göçmeni kimliğine referansla, bu kimliğin ana bileşenleri olan Arnavut, Pomak, Torbeş, Yörük-Türkmen gibi unsurlara tikel olarak temas etmemektedir. Aynı yaklaşım, gerek akademik gerekse de gündelik tartışma ortamlarında Türkiye’de yaşayan Kafkas kökenli göçmen grupları için de geçerlidir. Örneğin Türkiye’de dernekler mevzuatı, herhangi bir etnik unsur adının dernek adında kullanılmasını yasaklamaktadır 3. Bu yaklaşımın doğrudan sonucu, söz konusu edilen unsurlar arasındaki tarihsel, lengüistik, kültürel, folklorik, dinsel, hülasa kimlikten kaynaklanan tüm farklılıkların, sınırların yok sayılması, her bir unsurun niteliklerinin birbirine karıştırılması ve dolayısıyla almaşık bir stereotipleştirmedir. Bu durum tesadüfi bir nitelik taşımaz. Bu yaklaşımın temelinde sosyolojik manada anlamlı bir tarih-kimlik tasavvuru yatmaktadır. Özellikle Arnavut kimliği söz konusu olduğunda daha belirgin olarak ortaya çıkan bu tutum, modernleşme sürecinde gelişen bir Türk milleti yaratma gayretlerinden, Türk devlet geleneğinden, modernitenin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki çözücü etkilerinden ve en önemlisi de İslami kimlikten kaynaklanmaktadır. Çeşitli tarihsel gelişmeler sonucunda 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından itibaren yoğun biçimde Balkanlardan Anadolu topraklarına göç edenlerin Türkiye içinde Türklere dönüşmeleri süreci, aynı zamanda Balkan coğrafyasında da, örneğin Arnavutlara dönüşmeleri sürecine tekabül eder. Daha açık bir ifadeyle Türkiye topraklarına Türk oldukları için sürülen ya da göç eden kitleler içinden bazıları, Türkiye’de Arnavut olduklarını keşfettikleri gibi, çoğunluğu oluşturdukları Arnavutluk’ta da Arnavut olduklarını keşfetme yani bir ulus bilinci geliştirme sürecini yaşamışlardır. Modern ulus-devlet oluşum sürecine 19. yüzyılın sonlarında yakalanan Türkler gibi Arnavutlar da çeşitli buhranlı gelişmeler sonucunda milli bir kimlik geliştirebilmiştir. Arnavut milli kimliğinin oluşumu, tarihsel, lengüistik, sosyal problemleri ile birlikte ve diğer Balkan millet inşası süreçleriyle ilişki içinde irdelenmelidir. Zira Balkan milliyetçi hareketleri, Osmanlı’nın çözülme süreci, dolayısıyla Türk milli kimliğinin inşası ve yine dolayısıyla Arnavut kimliğinin inşası üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu kapsamda bu çalışma, bu süreçlerle yakından ilgili milli devletlerin ve milli kimliklerin inşası, özellikle de Balkan milli devletleri ve kimlikleri inşasının temel niteliklerini ortaya koymak için, bu nitelikleri büyük oranda bünyesinde barındıran A. Kaya, Türkiye’de Çerkesler, Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011, s. 101. 3 105 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair Arnavut milli kimliğinin inşasına odaklanmaktadır. Çalışmanın temel argümanı ise hem dinsel ve dilsel hem de kabilesel anlamda farklı, heterojen unsurları bir araya getiren ya da getirmeye çalışan Arnavut milli kimliğinin modernist bir projeyi, büyük oranda postmodern bir ortamda gerçekleştirmeye çalıştığı şeklindedir. Zira birçok Batı dışı modernleşme tecrübesinde de görüldüğü gibi, Arnavut milli hareketinin uyanışı ve milli kimliğin inşası süreci de akamete uğramış ve kendine has niteliklerinden dolayı, muadilleri olan diğer Balkan milliyetçiliklerinden daha geç kurumlaşabilmiş, bir programa sahip olabilmiş ve kitleselleşebilmiştir. Bu gecikmenin temel nedeni, (Türk milli kimliğinin de büyük oranda gecikmesine neden olan biçimde) kendini çökmekte olan bir imparatorluğun asli unsuru ile özdeşleştiren bir kesime dayalı olmasıdır. Postkolonyal dönemde Batıdan coğrafi anlamda görece özerk kalabilen Türkiye ile kıyaslandığında daha dezavantajlı olan Arnavutluk ve Arnavut milli kimliğinin temel problemi, Batı dışı bir modernleşme sürecine sahip olmasına rağmen, güç ilişkileri ve nüfuz alanı anlamında Batının içinde bulunmasıdır. Bu kapsamda bu çalışmada öncelikle Arnavut milli kimliğinin oluşmasında mani teşkil eden tarihsel bağlama, daha sonra Arnavut milli kimliğinin şekillenmesinde bir alter ego vazifesi gören diğer Balkan milliyetçiliklerinin ve genel olarak milliyetçilik biçimlerinin temel niteliklerine, son olarak da Arnavut milli kimliğinin oluşumu ve temel niteliklerine değinilecektir. ARNAVUT VARLIĞININ TARİHSEL ARKAPLANI Arnavutların tarihi anavatanları Balkan yarımadasının Adriyatik denizine kıyısını oluşturan ve tarihte İllirya olarak anılan Dalmaçya kıyılarıdır. Roma dönemindeki adıyla İllirya bölgesinde yaşayan İlliryalıların ya da İlirlerin proto-Arnavutlar olduğu iddia edilir 4. Ortaçağa gelindiğinde söz konusu halkın mirasçıları olduğuna inanılan Arnavutların Hıristiyanlaşarak günümüzde Arnavutluk olarak anılan bölgeyi de içerecek biçimde yayılmış olduklarını söylemek mümkündür. Arnavut topluluklarının bu dönemde genel olarak merkezi otoriteden yoksun kabilesel bir örgütlenmeye sahip oldukları ifade edilebilir. Tarım ve göçebe hayvancılığın temel ekonomik uğraş olduğu dönem popülasyonunda kabilesel örgütlenme içinde ortaçağ boyunca siyasal yapının prenslikler biçiminde oluştuğu, çeşitli kabile liderlerinin belirli bölgelerde önemli kaynakları denetim altına almak için birbirleri ile savaşan bir aristokrasi meydana getirdikleri görülmektedir 5. Balkanlardaki Slav baskısı ile daha ziyade dağlık alanlarda otonom prenslikler halinde yaşama imkânına sahip olan Arnavut kabileleri, bölgedeki Katolik-Ortodoks çekişmesinde, zaman zaman taraf değiştirerek varlıklarını devam ettirmişlerdir. Ancak bu iki kutup arasındaki sıkışmışlığın yerel liderlerin temel meselesi olduğunu ifade etmek mümkündür. Buradan da anlaşılacağı üzere dağlık bölgelerde B. V. Sotirović, “National Identity: Who are the Albanians? The Illyrian Anthroponymy and the Ethnogenesis of the Albanians”, History Research, Vol. 1, No. 2, 2013, p. 5-24. doi: 10.11648/j.history.20130102.11. 5 A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000. 4 106 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) otonom yaşayan Arnavut kabilelerinin din hakkındaki tutumları çıkar ilişkileri üzerinden anlaşılabilir bir mahiyet taşır 6. Fernand Braudel’in dağlık bölgeler ve medeniyet arasında kurduğu ilişkinin bir örneği olarak dağlık bölgelerde yaşayanların ovalardaki medeni gelişmelere yabancı kalarak farklı türden bir yaşam sürdürmelerinin mümkün olduğu sonucuna varılabilir. Arnavutlar da bu kapsamda diğer dağlık bölge halkları gibi, yerleşik medeni etkilere, örneğin Hıristiyanlığın çeşitli görünümlerine, yaşam koşullarının da etkisiyle, genellikle kayıtsız kalmış veya kendi kabilelerinin ya da prenslerinin önderliğinde kendilerine fayda sağlayacağını düşündükleri tarafı seçme ve gerektiğinde taraf değiştirmekte herhangi bir beis görmemişlerdir. Daha doğru bir şekilde ifade etmek gerekirse, dağlık bölgelerdeki halkların kabilesel ve geleneksel yapıları, ovalarda yerleşik-tarımcı bir hayat süren dolayısıyla da medeniyet sahasında gelişen değişiklikler, yeni inanç ve örgütlenme biçimlerine bağımlı olan kesimlere göre daha bağışık ve otonom bir halde kalabilmelerine imkân sağlamaktadır 7. Bu durumun temel nedeni özellikle deniz seviyesine yakın düzlüklerde ulaşım ve iletişim imkânlarının kolaylığı, kültürel merkezler olarak kentlerin bu sahalarda kurulabilmesinin mümkün olması ya da antik dönemden beri kentlerin bu sahalarda varlıklarını devam ettirmesidir. Uygarlık ve kültürel etkiler, yolları ve iletişim kanallarını kontrollerini yaymak için kullanan siyasi irade ile doğrudan ilişkilidir. Bu anlamda Braudel’e göre orduların, asayiş birimlerinin ulaşamadığı dağlık alanlar, düzlükteki yaşamdan niteliksel anlamda farklı bir yaşam biçimine ev sahipliği yapmaktadır 8. Söz konusu edilen bu nedenden ötürü, Arnavutların meskûn oldukları bölgelerde dağlık alanlar ile ovalar arasında daha sonra etnik temelli bir ayrıma dönüşecek olan bir farklılığın ortaya çıktığını ifade etmek mümkündür. Günümüzün Arnavutluk sınırları içinde kalan Shkumbi nehri sınır olmak üzere, Arnavutların Gheg ve Tosk biçiminde ayrılmalarının ilk izlerinin de bu gelişmeye bağlamak mümkündür. Gheg ve Tosklar arasındaki farklılık, öncelikle dilsel, toplumsal ve son olarak da dinseldir (Gheg ve Tosklar aynı dilin iki farklı diyalektini kullanmaktadırlar, bu farklılık yerleşik medeniyetlerin ve dinlerin etkilerinin Güney Arnavutluk ovalarında yaşayan Tosklar üzerinde, Kuzeyin dağlık bölgelerinde yaşayan Gheglere göre daha etkili olmasından kaynaklanmaktadır). Tosklar yerleşik tarımcı bir yapıya sahiptir ve ovalarda yaşamaları bakımından bölgede etkili olan gelişmelerin, yayılan kültürlerin etkisi altındadırlar 9. Bu anlamda alçak bölgelerde yaygın olan YunanOrtodoks etkisi ile Tosklar, büyük oranda Ortodoks Hıristiyanlığa, Ghegler ise yaşadıkları bölgenin ve göçebe-hayvancılığın tesiri ile bu tür gelişmelere karşı daha S. Draper, “The Conceptualization of an Albanian Nation”, Ethnic and Racial Studies, Volume 20, Number 1, Taylor & Francis, 1997, p. 7; M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 17. 7 F. Braudel, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II, Volume I, Trans. Sian Reynolds, University of California Press, 1995, p. 40. 8 F. Braudel, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II, Volume I, Trans. SianReynolds, University of California Press, 1995, p. 34. 9 Y. Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedî Nûrî, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 254; A. Babuna,”Albanian National Identity and Islam in the Post-Communist Era”, SAM Center for Strategic Research Paper, Ankara, 2003, p. 254. 6 107 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair bağışık kalarak bu etkiye direnmelerinde kendilerine taraftar olan önce Katolik Hıristiyanlığa girmişlerdir. Söz konusu edilen bu durum, ortaçağın sonlarına doğru Balkanlarda Osmanlılar ve İslam gibi yeni bir gücün ve medeni etkinin ortaya çıkması ile daha da karmaşık bir hal almıştır. Balkanlarda 14. yüzyılın başlarından itibaren hızlı bir biçimde gelişen Osmanlı hâkimiyeti, daha önce de vurgulandığı gibi, ovalarda yerleşik topluluklar üzerinde aynı yüzyıl sona ermeden önemli bir etki kazanmıştır. Balkanlardaki Osmanlı ilerlemesi özellikle dağlık bölgelerdeki katı direnişle durmuş, bu bölgedeki egemenlik sadece yerel beylerin, prenslerin Osmanlı hâkimiyetini tanımaları ile sınırlanmıştır. 15. yüzyılda İstanbul’un fethini takip eden dönemde ise Osmanlı ilerlemesi, bölgede artık kalıcı bir unsur olarak görülmeye başlanmıştır. Bu dönemde -modern çağda Arnavut ulusçuluğunun en önemli figürü haline gelecek olan- Gjergj Kastrioti (Skënderbeu İskender Bey), tarih sahnesine Osmanlı egemenliğindeki yerel bir egemenin Osmanlı sarayına rehin gönderilen oğlu olarak girmiştir. Kuzey Arnavutluk’un dağlık kesimlerinde Osmanlı egemenliğini tanıyan büyük bir Katolik aileden Osmanlı sarayına gönderilmiş olan Kastrioti, Müslümanlığı kabul etmiş, Osmanlı-İslam geleneklerine uygun olarak İskender adını almış ve Osmanlı ordusunda önemli bir mevkie getirilmiştir. Bir sefer sırasında birliğinden kaçan İskender Bey, ailesinin egemen olduğu Kuzey Arnavutluk’un dağlık bölgelerine gitmiş ve ailesine ait mülklerin başına geçerek prensliği devralmıştır. Eski inancına yani Katolik Hıristiyanlığa dönen Kastrioti, Osmanlı’ya isyan ederek, özellikle İtalyan devletlerinden aldığı destekle, bölgedeki hâkimiyetini genişletmiş ve üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratmıştır. Uzunca bir süre direnişini sürdüren Kastrioti, zaman zaman İtalya yarımadasına geçerek koruyucusu olan Napoli krallığının veraset savaşlarına da katılmıştır 10. Bölgede II. Mehmed döneminde üzerine gönderilen kuvvetleri birçok kez bozguna uğratmış olan Kastrioti’nin ölümünü müteakip, ailesinin bölgedeki varlığı zayıflamaya başlamıştır. Onu destekleyen unsurlar ise Güney İtalya’ya sığınmış ve orada İtalyan toplumu içinde kendi kimliklerini günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Arnavut milliyetçiliğinin en erken ifadelenişini oluşturan ve Arberesh adıyla anılan azınlık topluluğu, Gjergj Kastrioti’nin İtalya’da yerleşen destekçilerinin torunlarıdır 11. Bölgede Osmanlı hâkimiyeti yerleştikten sonra özellikle 16. yüzyıldan itibaren, dinle girdikleri ilişkinin mevzi ve yüzeysel bir nitelik gösterdiği ifade edilmiş olan dağlık bölgelerde ve Güney ovalarında meskûn Arnavutlar, Osmanlı toprak-vergi sisteminin kendine has nitelikleri yüzünden Müslümanlaşmaya başlamışlardır. Ancak bu iki grup arasındaki etnik-lengüistik ayrım burada da kendini göstermiş, Osmanlı hâkimiyetine ve dolayısıyla İslam etkisine daha erken tabi olan Güneyli Toskların bir kısmı İslam’a geçmiş ancak Bektaşiliğe intisap etmiştir. Katolik Hıristiyanlığa meyilli Ghegler ise, daha geç olmak üzere, Slav etkisine direnmelerinde kendilerine dayanak olarak gördükleri Osmanlı ve Sünni İslam etkisine girmiştir. Bu sayede bağımsızlık ve otonomilerini koruma imkânına sahip olmuşlardır. 10 A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 9. 11 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 9. 108 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Osmanlı vergi-toprak rejimi zımmî statüsündeki gayri Müslimlerden haraç adı altında ek vergiler aldığı için Müslümanlığı kabul etmek vergi yükünü hafifletmek yanında dağlık bölgelerde yaşayan ve fiili özgürlüklerine düşkün kabile örgütlenmesine sahip Arnavutlar açısından da otonomi imkânı sağlamaktadır. İslam’ı kabul ederek bu iki avantajdan yararlanma imkânına sahip olan Arnavutlar, bunun bir getirisi olarak devletin asli unsuru sayıldıklarından çok önemli bir ayrıcalık olan silah taşıma imtiyazına da sahip olmaktaydılar. Genellikle Gheg topluluklarından oluşan bu kitleler, zamanla Osmanlı toprakları içinde bölgedeki Slav ve Ortodoks topluluklar aleyhine özgürce yayılma imkânı bulmuşlar ve Kosova, Makedonya ve Yanya’da önemli bir nüfuza sahip olmuşlardır. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden bu süreçte Osmanlı idari yapısı içinde önemli mevkilere kadar yükselerek devletle ve İslam’la özdeşleşmiş Arnavutlar arasında İslam, demografik manada en büyük din haline gelmiştir. Bu bağlamda Arnavutların günümüzde yaklaşık %70’inin Müslüman, %20’sinin Ortodoks ve %10’unun Katolik olduğunu söylemek mümkündür 12. BALKAN MİLLİYETÇİLİĞİNİN TEMEL NİTELİKLERİ Günümüz Arnavut ulusal kimliğinin içinde bulunduğu koşulların arka planını oluşturan tarihsel dönemi, modern öncesi ve modern olarak ikiye ayırmak mümkündür. 19. yüzyılda milliyetçiliğin ve milli hareketlerin ortaya çıkması ile birlikte söz konusu arka plan, modern koşullar üzerinde daha belirleyici bir niteliğe sahip olmaya başlamıştır. Dünya üzerindeki milliyetçilik biçimlerini ise iki temel kategoride sınıflandırmak mümkündür. Bunlar, Batılı ve Doğulu biçiminde ifade edilebilir. Batı milliyetçilikleri, normatif olarak merkezileşmiş ve iyi tanımlanmış halk kitlesi ile donanmış gelişkin yüksek kültürlere dayalıdır. Bu durumda politik anlamda ve uluslararası sınırlarda küçük düzenlemeler ile millileşme başarılabilir bir nitelik olmaktadır. Bu, bir kaç tane savaş ve ciddi bir yoğunlukta diplomatik bir çabayı gerektirir ve bu çabaların toplumsal maliyeti çok ağır olmamıştır 13. Doğu milliyetçilikleri ise Batının tersidir. Onun uygulanması da Batı milliyetçiliklerinde olduğu gibi tabii ki savaş ve diplomasi gerektirir ancak mesele bununla bitmez. Doğu milliyetçilikleri -bu milliyetçilik fikrinin temel öğesi olarak devletin, sınırları içindeki nüfusu Reform ya da Rönesans’tan beri, kültürel ve edebi faaliyetler aracılığı ile dilsel manada dönüştürememiş olduğu için- iyi tanımlanmış ve kodlanmış yüksek bir kültüre dayalı değildir. Bu milliyetçilik biçimi, tam olarak kristalize olmamış ya da hâlihazırda yapım aşamasındaki bir yüksek kültüre dayalıdır. O, kendini tarihsel veya dil kökenli çoklu sadakat biçimlerine sahip, birçok diyalektin bir arada var olduğu ve kendilerini ortaya yeni çıkmaya başlayan milli-yüksek kültürle daha özdeşleştirememiş nüfusun yer aldığı kaotik etnografik bir harita üzerinde amansız bir mücadele içinde bulur 14. Milliyetçilik türleri üzerindeki bu ayrımın arka planındaki sosyal tarih, daha sonra Balkan milliyetçiliklerinin temel niteliklerini ortaya koymak açısından da önem 12 A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 23. 13 E. Gellner, Nations and Nationalism, Basil Blackwell, Oxford, 1983, p. 100. 14 E. Gellner, Nations and Nationalism, Basil Blackwell, Oxford, 1983, p. 100. 109 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair arz etmektedir. Bu kapsamda önce Batı milliyetçiliklerinin, ardından da Doğu milliyetçiliklerinin sosyal tarihine odaklanılacaktır. Millet fikrini ve ulus-devlet anlayışını modern toplumsal gelişmelerin, toplumun sınıfsal yapısındaki ve organizasyon biçimindeki köklü değişikliklerin bir sonucu olarak ele alan bu yaklaşım, özellikle Rönesans ve Reform gibi gelişmelerden sonra, Batı Avrupa’da İngiltere ve Fransa örneklerini temel alır. Söz konusu örneklerde imparatorluk tecrübesi kapsamında millet kimliğinin, siyasal bir erk olarak devletin kapsadığı alan içinde kalan nüfusun hem politik hem de kültürel anlamda içine girdiği homojenleşme süreci sonunda oluştuğunu söylemek mümkündür. Bu süreçte belirgin olan temel nitelik ise elitlerin yüksek kültürü ile kitle-halk kültürü arasındaki dolayım olarak orta sınıfların gelişmesidir. Sivil milliyetçilik olarak da anılan bu gelişme, politik temelde merkezi devletin gelişimini, kültürel temelde de farklı diyalektler, lehçelerle heterojen bir görünüm arz eden kitlenin temel eğitim, askerlik, milli edebiyat vb. araçlarla (yüksek-hâkim kültürün tercih ettiği bir diyalekt ya da lehçe üzerinden) standart bir yazı diline geçişiyle ilişkilendirilir 15. Bu kültürel homojenleşmenin duygu planındaki ifadesi genellikle modernite öncesinden tevarüs edilen etnik, dinsel ya da dilsel bazı unsurlarla desteklenen biçimde, bir millet olma bilinci şeklinde tezahür eder. Ancak bu duygunun geçerli olduğu toplumsal örgütlenme biçimi, aynı zamanda eski toplumsal niteliklerden de önemli derecede farklıdır. Geleneksel toplumlarda toplumsal tabakalaşmanın ayırıcı öğesi sınıflar, hatta sınıf içi gruplaşmaların arasındaki farklılıktır. Daha açık bir ifadeyle, geleneksel toplumda sistem, eşit olmayan toplumsal grupların birbirilerine olan kültürel mesafeleri üzerinde temellenir 16. Bu durum, ya da sistem zaten birbirinden haklar ve sorumluluklar temelinde farklılaşmış, ayrılmış grupların bir aradalığına dayalı olduğundan, bir toplumsal gerilim ya da çatışma kaynağı değildir. Ancak modern toplumlarda, endüstriyel kapitalizmin de katkısıyla orta sınıfların gelişmeye başlaması, siyasal ve kültürel manzarayı derinden etkilemiştir. Belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik tesis etmiş olan devletin bürokrasisindeki gelişim, bu sürece eşlik eder. Bu dönemde Batı ve Kuzey Avrupa devletlerine ait eğitim istatistikleri, yaygınlaşan ilköğretim dışında hiçbir geleneksel toplumda rastlanmayacak kadar yoğun biçimde soylu ya da varsıl addedilemeyecek kesimden (yani orta sınıftan) gençlerin sayısındaki artışa işaret etmektedir. Buradan yola çıkarak geleneksel-tarımcı toplumlardan farklı olarak modern toplumun, bazı sol ve Marksist düşünürlerin ifade ettiği gibi, katı sınıfsal ayrımlara, burjuvazinin tek taraflı yükselişine dayalı olmadığını, aksine eşitlikçi olduğunu ifade etmek mümkündür 17. Modern toplumun bir diğer önemli niteliği, yine tarımcı-geleneksel toplumlardan farklı olarak, çeşitli grupların farklılığını değil farksızlığını vurgulamaktır. Bu da beraberinde yeni bir sınıfsal ethos getirmektedir. Zira yükselen orta sınıf ne servet, ne de soy bakımından ayırıcı bir ethosa sahip olduğu için kendisini ifade edecek A. Benedict, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, London, 2006, 2nd Edition, p. 45. 16 E. Gellner, Nations and Nationalism, Basil Blackwell, Oxford, 1983, p. 102. 17E. Hobsbawm, “Mass-Producing Traditions: Europe, 1870-1914”, The Inventing of Tradition, Eric Hobsbawm, Terence Ranger (Ed), Cambridge University Press, Cambridge, 2000b, 15. Baskı, p. 295-296. 15 110 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) çeşitli sembol dağarcıkları icat etmek durumunda kalmaktadır. Milliyetçi ideoloji bu ethosun en temel göstergelerindendir. Milli değerlerin, milliyetçi mitlerin, bu mit ve değerlerin işlendiği opera, müzik, edebiyat gibi yeni sanat ve eğlence unsurlarının, çeşitli sivil toplum örgütlerinin, öğrenci topluluklarının ve mezun öğrencilerin hayat boyu üye oldukları derneklerin (alumni cemiyetleri) oluşturduğu ethos, hem yeni bir toplumsal tabakalaşma mantığının hem de bu mantığın ideolojik bağlamı olarak milliyetçiliğin oluşmasına imkân sağlamıştır. Eskil anlamda hiçbir ilişki ağı üzerine tesis edilemeyecek olan bu yeni oluşum, kendi iletişim ve sosyalleşme ağlarını tesis etmektedir 18. Söz konusu bu homojenleşme ve kültürel standartlaşmanın bir diğer boyutunu da yazılı kültür ve dilin yükselişi oluşturur. Matbaa ve matbaa aracılığı ile seçkin kültürün tekelinde olan yazılı dil (genellikle Latincedir), söz konusu süreçlerle eşzamanlı biçimde gelişmekte olan orta sınıfın kontrolünde milli dillerle buluşmaya başlamıştır. Kültürdeki standartlaşmanın vazgeçilmez unsuru olan dilde standartlaşma, sadeleşme ve millileşme, kitap-basım kapitalizminin önemli bir sonucudur. Söz konusu yeni durum, dilde standartlaşmayı mümkün hale getirirken bir yandan da toplumsal arenada varlık gösteren ve geleneksel dönemde bu varlıkları herhangi bir sorun yaratmayan çeşitli yerel kullanımların, diyalektlerin, lehçelerin ve ağızların oluşan yazılı dil çerçevesinde asimile edilmesini de mümkün kılar. Bu sayede resmi, standartlaşmış ve yaygınlık kazanmış milli dil oluşmuş olur. Geciken tüm milliyetçi programların dil üzerinde yoğunlaşan ilgilerinin altında da bu nitelik yatsa gerektir. Birçok milliyetçi siyasal girişim sözlükçüler, edebiyatçılar ve filologlardan güç almıştır 19. Balkanların da bir parçasını oluşturduğu hatta belki de en mükemmel örneğini teşkil ettiği Doğu milliyetçiliklerinde ise söz konusu süreçler gecikmeli, zorlamalı biçimde aşılmış ya da daha doğru bir ifadeyle tam olarak aşılamamıştır. Balkan coğrafyasının bu kendine has niteliğinin arka planını ise tarımcı-askeri, geleneksel bir imparatorluk olan Osmanlı devleti oluşturur. Bölge, tüm nitelikleri ve sorunlarıyla milliyetçiliklerin uyanma çağı olarak adlandırılabilecek olan 19. yüzyıla, ortaçağa has bir sistemle girmiştir. Bölgenin ortaçağ kurumları bağlamındaki işleyişi, bazı Balkan milliyetçi tarihçilerinin ve sosyal bilimcilerinin iddia ettiği gibi Osmanlı’nın bölgeyi geri bıraktığı, her türlü sosyal ve siyasi meselenin Osmanlı’nın bu geriliği yüzünden söz konusu olduğu yollu açıklamalara dayanak teşkil etmez. Belirtilmelidir ki Osmanlı Devlet işleyişinin geriliği kendi içinde anlamlı değildir. Osmanlı’nın geri olduğu gibi bir imajın temelinde yatan asıl olgu, muadili büyük Avrupa devletleri ve uluslarının içinde bulundukları noktadan yola çıkarak kolonyalist perspektiften Osmanlı’yı ve genel olarak tüm Doğuyu bir sorun olarak görmeleridir. Daha doğru bir ifadeyle, Balkanlar söz konusu olduğunda geciken kimlik temelli formasyonların müsebbibi Osmanlı değil bizatihi bu bölgelerdeki sosyal-siyasal niteliklerdir. 18 E. Hobsbawm, “Mass-Producing Traditions: Europe, 1870-1914”, The Inventing of Tradition, Eric Hobsbawm, Terence Ranger (Ed), Cambridge University Press, Cambridge, 2000b, 15. Baskı, p. 302. 19A. Benedict, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, London, 2006, 2nd Edition, p. 71. 111 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair Yukarıda çizilen sosyal dokuya uygun biçimde tarımcı-geleneksel yapıdaki Osmanlı sistemi, din temelli farklı cemaatlerin bir aradalığına dayanmaktadır. Millet sistemi olarak da adlandırılan bu sistem, çeşitli cemaatlerin devlet katında temsil edilmelerine dayalıdır. Anakronik bir bakışla insan haklarına aykırı olmakla ilişkilendirme eğilimindeki bazı çevreler tarafından genellikle yanlış anlaşıldığı haliyle millet sistemi ayrımcılık, sürgün, katliamları meşrulaştıran bir nitelik taşımaz. Modernite öncesi her tarımcı imparatorlukta da görüldüğü gibi, Osmanlı’da da işleyiş, çok etnili bir yapıyı ayakta tutmak için geleneksel metotlara başvurmaktan başka bir anlam ifade etmez. Bu durum, diyalektik bir mahiyet arz eder. Osmanlı, farklı dinleri, çok farklı etnik grupları aynı siyasal çatı altında ancak geleneksel değerler ve sistemle tutabilirdi. Osmanlı geleneksel bir imparatorluk olduğu için ilişkiler gelenekseldi demek ancak bir boyutuyla doğru addedilebilir, tamamlayıcı ifade Osmanlı toplumunu oluşturan toplulukların da Osmanlı kadar geleneksel olduğudur. Söz konusu millet sistemi, Sultan II. Mehmet’in Balkanlardaki Roma Katolik Kilisesi ve Venedik etkisini kırabilmek için Ortodoks Hıristiyanlığı ihya etmesine kadar geri götürülebilir. Millet sistemi, döneminin koşullarında bir dereceye kadar uyumlu bir Balkan coğrafyası yaratmaya çalışmış 20 ve bunda, uzun dönem boyunca da (bölgede izleri ve etkileri hala gözlenebilen biçimde) başarılı olmuştur. Günümüz Balkan coğrafyasının çok etnili yapısının modernite öncesinde ne kadar heterojen olduğunu, Balkan ulusçuluklarının tüm asimilasyon ve tek biçimlileştirme girişimlerine rağmen hala adından söz edilebilen (Boşnak, Türk, Türkmen, Arnavut, Rum, Vlah, Ulah, Sırp, Hırvat, Pomak, Yahudi, Torbeş) unsurların varlığı kanıtlamaktadır. Günümüzde Osmanlı döneminde var olan birçok Helenik ve Slavik alt grup ise artık söz konusu edilememektedir. Osmanlı millet sistemi, Balkanlar gibi çok etnili, dinli ve dilli, aynı zamanda da birbiri içine karışmış grupların bir arada uzun süre barış içinde yaşamasını sağlamış bir sistemdir. Belirtildiği gibi Balkanlar üzerindeki Katolik baskısı karşısında merkezi bir güçten yoksun olan Ortodoks zümreler, Osmanlı millet sistemi içinde var olabildikleri gibi, kolektif bir dinsel özneye de dönüşebilme şansına sahip olmuşlardır. Osmanlı klasik döneminde millet sisteminde yer alanlar Ortodoks, Ermeni ve Yahudi milletleridir. Ortodoks milleti resmen 1454 yılında tesis edilmiştir. Tüm diyofizit Ortodoksları içine alan Ortodoks milleti, Rumlar (ve Yunanlılar), Ulahlar, Moldavyalılar, Rutenyalılar, Hırvatlar, Karamanlılar, Suriyeliler, Melkhiler ve Hıristiyan Arapları içerir. Tüm bu etnik alt cemaatleri Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi temsil eder. Ermeni milleti 1461 yılında tesis edilmiştir ve Ermenileri, Suriyelileri, Keldanileri, Kıptileri, Gürcüleri ve Habeşileri içine alır. Yahudi milleti 15. yüzyılda İspanya ve Portekiz’deki Yahudilerin kitlesel göçlerinden sonra tesis edilmiştir. Yahudi milleti Sefarad Yahudilerden oluşmakla birlikte Osmanlı topraklarındaki (Aşkenaz, Romanyot ve Karaylardan oluşan) tüm Yahudilerin sözcüsü durumundadır. Osmanlı tecrübesinin söz konusu topluluklar açısından olumlu yanı, özellikle din temelli bir kimliklenme ya da üst 20 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 11-12. 112 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) kimlik yaratmakla birlikte çeşitli alt milletlerin de bu üst kimlik altında temsil edilebilmelerine imkân sağlamış olmasıdır 21. Osmanlı geleneksel sisteminin açık vermesi, özellikle önce ticari, sonradan ise sınaî kapitalizmin gelişimi ve bir dünya sistemi haline gelmesi ile ilişkilendirilebilir 22. Batı karşısındaki askeri yenilgilerle kendini gösteren bu süreç, daha sonra çeşitli toprak kayıpları ile devam etmiştir. Katolik Avrupa’nın tesirlerine bir de Kuzeyden gelen RusOrtodoks tesiri eklenmiştir. Osmanlı Balkanları ortaçağlardaki gibi yeni bir Katolik – Ortodoks nüfuz mücadelesi alanına dönüşmüştür. Bu sefer söz konusu olan nüfuzun merkezinde Aydın despotlar yönetimindeki merkezi imparatorluklar vardır. Bu imparatorluklar modern devlet mekanizmasına, bürokrasiye ve modern teçhizatla donanmış ordulara sahip oldukları için sahada Osmanlı gücünü geriletmeyi başarmışlardır. Ancak Avusturya-Macaristan ve Rusya’dan oluşan bu güçlerin kendileri de Osmanlı’nın heterojen etnik yapısına benzeyen hanedan devletleri niteliği göstermekte ve çeşitli kimlik, dil ve kültür sorunları taşımaktaydılar. AvusturyaMacaristan, Balkanları kendi nüfuz alanına dâhil etmek için uğraşırken bir yandan da evrensel ve standartlaşmış bir yazım dili tesis edememenin sorunlarını yaşamakta ve çok etnili yapısını bir arada tutabilmek için çabalamaktadır 23. Rus İmparatorluğu ise kendi siyasi emelleri ile ilişkili Ortodoks-Slav milliyetçiliğini öne çıkararak din temelli bir etnik politika bağlamında Osmanlı topraklarındaki tüm Ortodoksların koruyucusu olmaya çalışmaktaydı. Bu imparatorluklardaki merkezi ve arkaik yapı, devlet bürokrasisinin ve burjuvazinin yükselişine paralel gelişen orta sınıf kültürünün tüm sistemi dönüştürmesini engellese de yeni kültürel biçimler ve milliyetçi-halkçı akımlar gelişmeye başlamıştır. Özellikle Rusya bir devlet politikası olarak Ruslaştırma ve PanSlavcı bir tutuma sahip olduğu için, hanedan devlet değerleri ile aynı düzlemde buluşan tür bir milliyetçiliği desteklemekteydi 24. Avrupa’nın geri kalan kısmında ise İskandinavya’dan İngiltere’ye kadar toplumsal hayat orta sınıfların gelişimi bağlamında hayali bir cemaat olarak adlandırılan millet kavramı bağlamında teşekkül etmiş bulunmaktaydı. Bu uluslaşma eğiliminin son halkasında devlete malik olmamalarına rağmen kültür, dil ve etnisite temelinde uluslaşma aşamasını tamamlamış ancak siyasi bütünlüklerini tamamlayamamış olan Almanya ve İtalya vardır. 1870’lerle birlikte bu ülkeler de siyasi birliklerini tamamlayarak modern ulus-devletler ligindeki yerlerini almışlardır. Uluslaşmanın bu son momenti ile Batı merkezli, büyük oranda da kolonyalist, devletler sisteminin Osmanlı imparatorluğuna bakışını “Doğu sorunu” yaklaşımı belirlemiştir. Bu yaklaşım, modern ulus devlet sistemine dâhil edilemeyen ve özellikle de Avrupa’da, Balkanlarda geniş topraklar ve bu topraklar üzerinde çeşitli etnileri ihtiva eden Osmanlı’yı bir hasta devlet olarak görmek anlamını taşımaktadır. Bu 21 K. H. Karpat, Studies on Ottoman Social and Political History, Selected Articles and Essays, Brill, Boston, Köln, 2002, p. 366. 22 K. H. Karpat, Studies on Ottoman Social and Political History, Selected Articles and Essays, Brill, Boston, Köln, 2002, p. 471. 23 A. Benedict, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, 2006, 2nd Edition, p. 73. 24 A. Benedict, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, 2006, 2nd Edition, p. 75-76, 86. London, London, London, London, 113 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair temelde 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca özellikle Osmanlı devletinin Balkanlardaki durumunu büyük güçlerin kendi aralarındaki açık ve gizli nüfuz çatışmaları ya da uzlaşmaları belirlemiştir demek mümkündür. Batının bu yaklaşımının görünür ifadesi 1804 yılında başlayan ve Avrupalı büyük güçlerin müdahaleleri ile başarıya ulaşan Sırp isyanıdır. Daha önce sözü edilen hiçbir Batılı, milliyetçi unsuru bünyesinde barındırmayan Sırp sosyolojisi, hattı zatında özellikle Hıristiyan köylülerin yerel Osmanlı toprak sahiplerine yönelik isyanı olarak başlamıştır 25. 1821 yılında başlayan Yunan isyanı da benzer şekilde Batılı entelektüeller veya entelijansiya tarafından çeşitli romantik ve milliyetçi unsurla sarmalanmış, parlatılmış ve milli bir hareket biçimine sokulmuştur. Bu isyanın altında yatan sosyolojik etkenlerin başlıcası Osmanlı tebaası Hıristiyanların Batı ile Osmanlı toprakları arasındaki ticari ilişkilerde aracı rolü oynamasından kaynaklanan görece eğitimli, zenginleşen bir orta sınıf formasyonudur. Bu formasyon Batılı anlamda sosyo-kültürel bir uluslaşma söz konusu olmaksızın, Batılı entelijansiyanın Batı kamuoyunu Filhelen fikirlerle doldurmasından kaynaklanan biçimde, Müslüman komşularından ya da muadillerinden bilinç anlamında hiçbir fark taşımayan Yunan köylüsünün debarbarize ve terbiye edilerek “antik dönemin Perikles ve Sokratesleri” halinde sunulmasından ibarettir 26. Bu propagandanın gizlediği şey ise Batının kolonyal yönelimleri doğrultusunda bölgede Rus etkisi taşımayan bağımsız bir Ortodoks ulus yaratma girişimidir. Nitekim bu gelişmeden sonra Rus politikası sadece Ortodoks unsurlardan ziyade Slav-Ortodoks unsurlara yönelmiş ve kendine yeni bir ulus namzedi olarak Bulgarları bulmuştur 27. 19. yüzyıla kadar ayrı bir etnik kimlik olarak kabul edilmeyen ve Sırplar grubuna dâhil edilen Bulgarlar, yine aynı yüzyıl boyunca Osmanlı’nın Batı kapitalizmiyle ilişkisindeki aracı niteliklerinden dolayı, özellikle Tuna boyunca gelişen ticaret merkezlerinde ve İstanbul’da zenginleşen bir ticaret burjuvazisi sayesinde bağımsız bir etnik grup olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Rus nüfuz alanında olmak üzere, Bulgarların kadim bir millet oldukları, büyük bir tarihe sahip oldukları biçimindeki ulusçu bir program güdülmeye başlanmış, milli kahramanlar, milli bir antiklik mitolojisi geliştirilmiştir. Bu gelişmelerin sonucu, 1830’larda bir millet olarak tanınmayan Bulgarların 1870 Milli Bulgar Kilisenin kuruluşu ile Osmanlı millet sisteminde Bulgar milleti olarak dâhil olmalarıdır. Bulgar ulusunun inşası, kurulduğu bölge dikkate alındığında Yunan ulus inşasından daha talihsizdir. Zira Yunan isyanı, Yunan kökenlilerin ya da Helenleşmiş Hıristiyan unsurların çoğunlukta olduğu bölgelerde bir devlet kurma imkânına sahip olmuşken Bulgar milliyetçiliğinin olası bir Bulgar devleti için söz konusu olan bölgeler, Slav, Arnavut ve Türklerden oluşan geniş bir Müslüman kitlenin bazı yerlerde çoğunluk oluşturduğu bir alanı kapsamaktadır. Bu temelde Bulgar ulus inşasının temel meselesi Bulgaristan olması düşünülen bölgenin, Bulgar olmayan 25 K. H. Karpat, Studies on Ottoman Social and Political History, Selected Articles and Essays, Brill, London, Boston, Köln, 2002, p. 461. 26 A. Benedict, Imagined Communities, Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, London, 2006, 2nd Edition, p. 72. 27 S. Skendi, “Beginnings of Albanian Nationalist and Autonomous Trends: The Albanian League, 1878-1881”, The American Slavic and East European Review, Vol. 12, No. 2, 1953, p. 219. 114 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) kitleden temizlenmesi haline gelmiştir. Bulgar milliyetçiliğinin ve ulus inşasının içinde bulunduğu bu durum, diğer Balkan ulus inşa girişimlerinin de temel motifini örneklendirir. Zira Batılı güçler için Doğu sorununun bir implikasyonu da uluslaşma sürecine giren çeşitli Balkan etnilerinin bunun gerektirdiği kültürel sermayeden yoksun olmalarını göz ardı ederek devletleşmelerine imkân sağlamasıdır. Batı, Doğu sorununu pogromlar, kitle katliamları, terör ve sonunda etnik temizlik yoluyla çözmeyi uygun görmüştür. Zira söz konusu etnilerin devletleşmesini ve ulus inşasını başka türlü gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Bu uluslaşma ve devletleşme biçimi, tüm Balkan coğrafyasında etnik, dinsel ve bazen de etno-dinsel çeşitli sorunların oluşmasına, Osmanlı, Türk ve Müslüman kimliklerinin özdeşleşmesine ve uluslaşan Ortodoks etnilerinin her türlü olumsuzluğu, başarısızlığı bu kavramların üçünü de temsil eden “Türk” olana yüklemesine neden olmuştur 28. Bu nedenle bu ulus inşalarının ve milliyetçiliklerinin hepsinde modern olanla taban tabana zıt biçimde etnik kimliğin en önemli belirleyeni dini aidiyet haline gelmiştir. Bu kapsamda örneğin Slav kökenli Müslüman Boşnaklar yok edilmesi gereken Türklere dönüşebilmekte ve bu Sırp milliyetçiliğinin temel niteliklerinden biri olarak da görülebilmektedir. Özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, ardından Balkan savaşları, milliyetçi isyanlar, katliamlar vb. gelişmelerin sonucu olarak Balkan Müslümanları bazı yerlerde çoğunluğu oluşturmalarına rağmen bu uluslaşma biçiminin şizofrenik sonuçları nedeniyle büyük oranda etnik temizliğe uğramışlardır. Benzer sorunlar 20. yüzyıl boyunca da devam etmiş ve 21. yüzyılda da edeceğe benzemektedir. ARNAVUT MİLLİ HAREKETİNİN OLUŞUMU VE TEMEL NİTELİKLERİ Osmanlı millet sisteminde çoğunlukla Müslüman olan Arnavutların devletle özdeşleştikleri ve devletin bürokratik mekanizmalarında önemli mevkilere geldikleri daha önce vurgulanmıştı. Osmanlı sistemi, ulusal farklılıkların ancak dinsel grup kimliği ile çakıştığında dikkate alındığı bir sistemdir. Bu bağlamda Osmanlı devleti ya da Bab-ı Âli nezdinde örneğin 1870 yılında Bulgar Ortodoks Eksarhlığı kurulana dek, bir Bulgar ulusundan bahsetmek mümkün değildir 29. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Osmanlı bürokrasisi ve dolayısıyla saray, yerel ilişki biçimlerini, yerel egemenleri yani kimlerin muhatap kabul edileceğini etkileyeceği için, yeni etnik kimlikler ihdas edilmesine yol açacak gelişmelere karşı çekimser kalmayı tercih etmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Balkanlarda ve Osmanlı sisteminde millet tanımı ancak dini bir referans çerçevesine anlamlı olabilmektedir. Bu kapsamda 1870’lerde Osmanlı Devleti sınırları içinde birçok ulus olmasına rağmen birkaç milletten bahsetmek mümkündür. Bunlar İslam, Katolik, Musevi, Ermeni, Ortodoks ve bunlara sonradan eklenen Bulgar milletleridir. Bir ulus olarak Arnavutlar ise bu ayrımda en dezavantajlı gruplardan birisini oluşturur. Zira diğer unsurlar, daha önce de vurgulandığı üzere, kendi ulusal kimliklerini dinsel kimlikleriyle özdeşleştirmişler ve İslami unsurları bu ulusal kimliklerden dışlamışlardı. 28 K. H. Karpat, Studies on Ottoman Social and Political History, Selected Articles and Essays, Brill, London, Boston, Köln, 2002, p. 472. 29 B. Jelavich, History of Balkans Eighteenth and Nineteenth Centuries, Volume I, Cambridge University Press, 1995, 9th edition, p. 344. 115 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair Ancak etnik ve lenguistik anlamda aynı nitelikleri paylaşan Arnavut unsur ise başta söz konusu edilen dinsel ayrım olmak üzere coğrafi, kültürel başkaca dezavantajlara da sahipti. Arnavut kimliğine en azından organik manada dâhil edilebilen kitle için ilk problem, bu kitlenin üç ayrı dini gruba ayrılmasıdır. Arnavut nüfus içinde hem Katolik hem Ortodoks hem de Müslümanlar vardır. Buna ek ikinci dezavantaj, Arnavutların yaşadıkları coğrafi bölgelerin farklılıklarından kaynaklanır. Dağlık bölgelerde yaşayan Arnavutlarla Güneyin ovalarında meskûn Arnavutların yaşam biçimleri ve gelenekleri farklıdır. Bunun dışında üçüncü farklılık ise dinsel ve coğrafi farklılıkları dik kesen Gegh ve Tosklar biçiminde ayrılmalarına neden olan etnik alt gruplara bölünmedir. İslam olarak tanımlanan Arnavutlar içinde bile bu ayrım geçerlidir. Müslüman Arnavutlar içinde dahi Güneyde yaşayan Tosklar Bektaşi-Heterodoks bir zümre oluştururlarken kuzeyde meskûn olan Ghegler Sünni Müslümandırlar ve modern dönemde OsmanlıTürk kimliğinin en belirgin taşıyıcıları durumuna gelmişlerdir. Balkanlarda 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde tüm bu toplumsal ve coğrafi farklılıklarla birlikte Arnavutların yoğun biçimde meskûn olduğu dört vilayet söz konusu idi. Bunlar, İşkodra, Yanya, Manastır ve Kosova vilayetleridir (Bk. Harita 1.). Tüm bu dezavantajlar bir arada değerlendirildiğinde Arnavut milliyetçiliğinin ortaya çıkmasının zorluğu görülmektedir. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen bölgedeki diğer Balkan uluslaşmalarından daha gecikmiş biçimde olsa da, Arnavut ulusçuluğu 19. yüzyılın sonlarında belirmeye başlamıştır. Ancak belirtmek gerekir ki, Arnavut ulusçuluğunun temel motifi gerileme ve dağılma sürecine giren Osmanlı hâkimiyetinden kurtularak önce otonomi sonra da tam bağımsızlık kazanan Balkan uluslarının toprak talepleri karşısında, devletin asli kimliği olan İslam’la özdeşleşen Arnavut yerel güç odaklarının kendi çıkarlarını savunmalarıdır. Önce 1830 yılındaki Yunan isyanı ile bağımsız Yunanistan prensliğinin kurulmasını (1830 tarihinde Sırp isyanı ile otonom, ardından) 1878’de bağımsız Sırbistan ve Romanya’nın kurulması izlemiştir). Tüm bu gelişmelerle birlikte dağlık bölgelerdeki Arnavutların de facto otonomisine ek olarak 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde tüm Balkan coğrafyasında milliyetçi propagandadan kaynaklanan çeteci faaliyetler, devlet otoritesini yok etmiş durumdaydı. Zaten güvenlikle ilgili çeşitli sorunlara ek olarak büyük güçlerin ve özellikle de Rusya’nın Ortodoks Balkan milletlerine yönelik kışkırtma ve desteğinin sonucunda görülmüştür ki, Osmanlı Devletinin Balkanlardaki nüfuzu ve hâkimiyeti azalmaya devam edecektir. Bu kapsamda Osmanlıyla özdeşleşmiş olsa da yerel güç odakları oluşturan Arnavut büyük toprak sahiplerinin kendi durumlarına ilişkin tehlike algısı belirginleşmiştir. Bu sürece eşlik eden bir diğer gelişme de gerek dış güçlerin artan Balkan milliyetçiliğini kullanarak gelişimine olanak verdiği, gerekse de Bab-ı Âli’nin kendi bütünlüğünü devam ettirebilmek için giriştiği ıslahat çabalarıdır. İslam hukukuna ve bunun beraberinde getirdiği geleneksel toplumsal örgütlenme (millet sistemi) biçimine uyarlı bir kamu yönetimine sahip olan Osmanlı devleti, Batılılaşma çabası içinde önce Tanzimat Fermanı’nı (1839) bunu takiben de Islahat Fermanı’nı (1856) ilan etmiştir. Osmanlı vatandaşlığı fikri etrafında oluşan bu yeni durum, İslam-Zımmi ikiliğine dayalı geleneksel yapıyı derinden etkilemiştir. Geleneksel yapıda İslam ümmetinin içinde tanımlanan, asli unsurdan sayılan Arnavutlar, hem bu niteliklerinden hem de 116 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) İmparatorluğun Balkan coğrafyasında işgal ettikleri özgün yerden dolayı çeşitli avantajlara sahiptiler. Osmanlı geleneksel yapısında gayrimüslimlerin tâbi tutuldukları bazı uygulama ve düzenlemeler onların ikincil statülerine işaret etmektedir 30. Tanzimat’tan önceki geleneksel Osmanlı sisteminde gayrimüslimler belirli renkten başlık ve belli türden kıyafetler giymek durumundaydılar ve Müslümanlara özgü kılık ve renkleri kuşanamamaktaydılar. Bundan başka gayrimüslimlerin silah taşıması yasaktı, gayrimüslim konutları Müslüman komşularının konutlarından daha yüksek olamazdı, gayrimüslimler ödedikleri olağan vergilerden başka bir de haraç ve cizye adı altında ek vergiler ödemek durumundaydılar. Bu bağlamda asli unsur olan Müslüman Osmanlı tebaasının, bazıları sembolik mahiyette kalsa da, bir takım ayrıcalıkları vardı. Bu avantajların yanında Müslüman tebaa askerlik hizmeti gibi bir yükümlülüğe de sahipti. Batılılaşma sürecinde daha önce zikredilen ıslahat girişimleriyle birlikte Müslüman ve gayrimüslim tebaa arasındaki bu ilişki, gayrimüslimler lehine değişmeye başlamıştır. Farklı dinlerden unsurların birbirine eşit Osmanlı yurttaşlığı kavramı etrafında bir araya gelmeleri fikrini temel alan bu değişimler, gayrimüslimlerin daha yoğun olduğu Balkanlarda Müslüman tebaa üzerinde kendi baskın konumlarının yitirildiği biçiminde bir algıya neden olmuştur. Bu durum Osmanlılığın Balkanlardaki en önemli temsilcisi durumunda olan (Gheg) Arnavutlarda derin bir hayal kırıklığına neden olmuştur. Zira Arnavutlar tüm Makedonya’da azınlık olmalarına rağmen üstün bir statü ve zenginliğe sahip olmuşlardı. Aslında diğer Müslüman unsurlardan kimlik düzeyinde herhangi belirgin bir fark taşımayan Arnavutlar, özellikle de okumuş yazmış kentli seçkinler, bu değişimlerin de tesiriyle yavaş yavaş kendi kimliklerinin farkına varmaya başladılar. Bu döneme kadar Türklükle ve İslam’la özdeşleşen kitle açısından ise durum değişmemişti. Kırsal kesimde yaşayan Arnavutlar, anadilleri Arnavutça olsa da kendilerini İslam milletinin adı olan Türklükle ilişkilendiriyorlardı. Bu durum, daha sonraki gelişmeler sonucunda anayurt olarak gördükleri Anadolu’ya ve Türkiye’ye göç etmelerinin de temel sebeplerindendir. Tanzimat ve Islahat fermanları ile geleneksel İslami yapının değişmesinin, kendilerini İslam’la özdeşleştiren Arnavut münevverleri ve seçkinleri üzerindeki yansıması, primitif de olsa milliyetçilik duygusu biçiminde gelişmiştir. Bu dönemde, Arnavut milliyetçileri bir ulus inşasına girişebilmek için coğrafi, kültürel ve dinsel dezavantajlara rağmen Arnavut dilinde ve alfabesinde standartlaşmayı ele almışlardır. Bu bağlamda Arnavut seçkinlerinin bir Arnavut ulusu yaratabilmelerinin ilk adımını Arnavut dil birliğinin gerçekleştirilmesi oluşturmaktadır. Zira Osmanlı sistemi Müslüman-Gayrimüslim ayrımını temel aldığı için Arnavutları ayrı bir ulus olarak görmüyor, bununla bağlantılı olarak da Arnavut dilinin resmi işlerdeki kullanımını ya da öğretimini yasaklıyordu. Rusya, Avusturya ve İtalya gibi büyük güçlerin bölgedeki nüfuz mücadelelerinin kızıştığı ve Rumen, Sırp, Karadağ ve Bulgar ulusçuluğunun oluşmaya başladığı dönemde, Osmanlı devletinin aleyhine olmak üzere, bu amaç için çaba sarf eden bazı Arnavut münevverleri ise bu güçler tarafından himaye ediliyorlardı 31. Aslında 30 B. Jelavich, History of Balkans Eighteenth and Nineteenth Centuries, Volume I, Cambridge University Press, 1995, 9th edition, p. 40. 31 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 47. 117 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair İtalya’daki etnik Arberesh toplumunun 1794 gibi erken bir tarihte ilk Arnavutça dil okulunu kurduğu bilinmektedir. Hatta Arbereshler, Fjamuri Arberit (Arnavut Bayrağı) adlı bir dergi de çıkarıyorlardı. İtalya’daki Arnavutlar, Arnavutların meskûn bulunduğu dört vilayette Arnavutçanın resmi dil olmasını öngören ve bölgede İtalyan çıkarlarına uygun bir Arnavut hâkimiyeti kurulmasını vaz’ ediyorlardı ancak, o dönemde bölgedeki etnik ve kültürel gerilimlere uzak kalan bu yaklaşım, etkili bir yansıma ve pek taraftar bulmamıştır 32. Balkanlardaki ilk kültürel kıpırdanma Osmanlılara karşı Rumen isyanına katılmış ve orada yaşamış olan Numan Veqilharxhi’nin 1845’te ilk Arnavutça ilkokul kitabını yayımlamasında, 1850’de Arnavut Kültür Derneği’ni kurmasında ve Arnavut okullarının açılması yönünde bir program açıklamasında gözlenebilir 33. Tüm bu gelişmelere Osmanlı ıslahat girişimlerinin yol açtığı hoşnutsuzluk da eklenince, Arnavut isyanları ve kanlı müdahaleler görülmeye başlanmıştır. Bu gelişmeler de de facto bir Arnavut milliyetçiliğinin ilk işareti konumundadır. Devlete organik biçimde bağlı Arnavut büyük toprak sahipleri ve münevverlerinin çıkarları ile çelişen yeni gelişmeler, Osmanlı devletinin Balkanlarda gelişen yeni ulusal kimliklere ve bunların toprak taleplerine Arnavutlar aleyhine taviz verdiği gibi bir manzara arz etmekteydi. Kendi geleceğini her zaman Osmanlı devletinin bekası ile özdeşleştiren bu kesimler ve bunların bir dereceye kadar nüfuzu altında tuttukları kitle, 19. yüzyılın sonlarından itibaren devletin içine düştüğü buhranda kendi çıkarlarını savunmak için (tıpkı diğer ulusal kimliklerin 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl boyunca yaptıkları gibi) örgütlenme ve düşmanlarına karşı her düzlemde mücadele etme kararlılığını ortaya koymuşlardır. Bu gelişmelerin güçlendirdiği yeni ulusal bir kimlik olarak Arnavutlar, Osmanlı Balkanlarında yeni bir siyasal özne olarak ortaya çıkmış olmaktadır. Ancak bu bilinçlenme, ulusal bir nitelik taşımaktan ziyade tıpkı içgüdüsel bir savunma refleksi ya da de facto bir yaşam mücadelesi biçimindedir. Bu siyasal girişim, açık ve ayrıntılı bir programa sahip olmadığı gibi, bağımsızlık ya da otonomi gibi bir hedefe de sahip değildi. Arnavut milliyetçiliği namına bir varlıktan bahsedilecekse bunu sağlayan gelişme ise, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı ve bunun bölgede yarattığı katastrofik sonuçlardır. Rusya’nın yükselen Balkan milliyetçiliklerini, Balkanlarda kendi nüfuzunu arttırmak amacıyla desteklemesi ve kışkırtması sonucunda patlak veren savaş, Osmanlı ordusunun her cephede yenilgisi ve İstanbul yakınlarındaki Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar neredeyse tüm Osmanlı Avrupası’nın kaybı ile sonuçlanmıştır. Bu savaşın konu açısından önemini ise savaş sonunda imzalanan ve çok ağır şartlar barındıran Ayastefanos Antlaşması ile Romanya, Sırbistan, Karadağ, gibi bağımlı devletlerin bağımsız olmaları ve arazilerini genişletmeleri, Bulgaristan’ın bağımlı bir prenslik biçiminde kurulması ve Balkanlardaki Osmanlı nüfuzunun büyük oranda ortadan kalkması oluşturur. Bu savaş sonucunda Balkanlardaki denge Rusya lehine bozulduğu için müdahale eden Batılı büyük devletler Berlin’de bir kongre düzenlenmesine ön ayak olmuşlardır. Berlin Kongresi (1878), 32 M. Vickers, Between Serb and Albanian. A History of Kosovo, Columbia University Press, England, 1998, p. 54. 33 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 27; A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 24. 118 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Osmanlı toprak kayıplarını azaltsa da, sonuçları bakımından, Balkan uluslarının bağımsızlık ve toprak kazanımları konusunda Osmanlı açısından olumsuz olmuştur. Berlin Kongresinin bölge açısından önemi, Rus nüfuzunu azaltırken diğer Batılı güçlerin (özellikle Avusturya ve Almanya) nüfuzunu arttırmasından ibarettir. 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumi 1293 tarihine denk düştüğü için Osmanlı kaynaklarında bu şekilde anılır), siyasi sonuçları yanında demografik anlamda da çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Sırp, Karadağ, Rumen, Rus ordularının harekâtları ve Bulgar-Makedon çetecilerinin terör eylemleri, Balkanlardaki Müslüman nüfus üzerinde çok olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Yaklaşık bir buçuk milyon Müslüman Balkan topraklarından ya işgal edilmemiş günümüz Arnavutluk topraklarına ya da Anadolu’ya göç etmiştir 34. Bu süreçte tüm Arnavutların meskûn olduğu dört Osmanlı vilayetinin ikisi büyük oranda işgale uğramıştır. Tüm bu çalkantıların yaşandığı dönemde kaybolan devlet otoritesinin yarattığı anarşi durumu ve antlaşma gereği belirli bölgelerin Balkan devletleri tarafından işgal edilmeye başlanması, yerel Arnavut seçkinlerinin ve ahalinin tepkisini çekmiştir. Hatta bu tepki, neredeyse Osmanlı hükümetinden daha belirgin ve sert bir tonda gerçekleşmiştir. Bu kapsamda İstanbul’da bir araya gelen Arnavut Cemiyeti üyeleri bir kongre toplamaya karar vermişlerdir 35. Bu kapsamda antlaşmanın bir diğer tarafı olarak Osmanlı devletinin kendilerini yüzüstü bıraktığı duygusunun ağır bastığı Arnavut münevverleri, artan hoşnutsuzluk ve etnik gerilimlerden dolayı bu kongreyi 1878 yılında Kosova Prizren’de bir kongre toplamışlardır. Prizren Ligi olarak bilinen bu kongregasyon, dört Arnavut vilayetinden temsilcileri bir araya getirmekte ve Müslüman Arnavutların baskın oldukları bir nitelik taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu dâhilindeki buhranlı durum, Jön Türk hareketi ile birlikte yeni bir aşamaya geçmiştir. Osmanlı devletinde önemli mevkilere gelmiş olan okuryazar kitle özellikle de askeri sınıf içindeki temsilcileri daha sonra İttihad ve Terakki adı altında partileşecek olan hareketin safları içinde önemli bir yer işgal etmişlerdir. II. Abdülhamit’in istibdat yıllarına denk gelen bu dönemde, ancak Slav Balkan milletlerinin ve devletlerinin işgal tehdidi karşısında mobilize olan Arnavut bilinci, Arnavutça eğitim gibi bazı temel kültürel haklar talep etmeye başlamıştır. Bu dönemde yavaş yavaş belirmeye başlayan Arnavut milliyetçiliğinin üstesinden gelmesi gereken temel sorunlardan biri dil ve eğitim meselesiyle doğrudan bağlantılı alfabe meselesi idi. Zira o döneme kadar Arnavut unsurlar dinsel kimliklerine göre tasnif edildiği gibi, yine aynı kimliğe göre farklı alfabeler kullanıyorlar hatta kullandıkları alfabelerin içinde bulunduğu etki alanına göre o dil ve kültürün içinde asimile olma eğilimine giriyorlardı 36. Güney Arnavutluk’ta meskûn Ortodoks Arnavutlar, Yunan dilini öğreniyorlar ve bu kültür dairesinde değerlendiriliyorlardı. Bunun gibi Kuzeydeki Katolik Arnavutlar İtalyanca ve Latin etkisi altında idiler. Müslüman Arnavutlar ise İslam-Türk etkisinde Türkçeyi Arap alfabesi ile öğreniyorlardı. Bu ayrılığı gidermek için toplanan K. Karpat, Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Characteristics, The University of Wisconsin Press, 1985, p. 75. 35 N. Bozbora, Osmanlı Yönetiminde Arnavutluk ve Arnavut Ulusçuluğunun Doğuşu, Boyut Yayınları. İstanbul, 1997, s. 190. 36 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 15. 34 119 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair çeşitli kongrelerde ciddi bir mesafe alınamamış ve dil birliğinin ilk durağı olan alfabe birliği geç dönemde mümkün hale gelebilmiştir. Bu ortamda Prizren Ligi, Bab-ı Âli’ye, hiç dikkate alınmayan beş maddelik bir talep listesi göndermiştir. Buna göre, 1. Tüm Arnavut bölgelerinin birleştirilmesi. 2. Bu vilayetleri yönetecek milli bir meclisin toplanması. 3. Tüm vilayet görevlilerinin Arnavutça konuşabilmesi. 4. Öğretimin Arnavutça olması. 5. Vilayet gelirlerinin bir kısmının vilayetin ihtiyaçları için kullanılması. Bu taleplerden anlaşılacağı üzere artık programa sahip bir Arnavut bilinci söz konusudur. 20. yüzyılın başlangıcında Balkanlardaki Müslüman tebaanın elitleri arasında milliyetçi ve meşrutiyetçi talepler gittikçe artmış ve asayişi sağlamak üzere silahların toplanması, yeni vergilerin ihdas edilmesi gibi nedenlerle Arnavutlar çeşitli zamanlarda isyan etmişlerdir 37. Ancak yine de özellikle halk tabanında İslam milleti fikri varlığını sürdürmüş ve özellikle de Kosova’da Sultan II. Abdülhamid yoğun biçimde desteklenmiştir. 1908 yılında bir hükümet darbesiyle iktidara gelen İttihad ve Terakki Fırkası, başlangıçta özellikle milliyetçiler tarafından desteklenmiş ve bu iktidar değişimi ile daha önce saraya bildirilen bazı temel kültürel hakların elde edileceğine dair umutlar belirmiştir 38. Ancak kısa zamanda İttihad ve Terakki’nin irredentist ve emperyal yaklaşımı belirmeye başlamıştır. Osmanlı hükümeti ile Arnavut milliyetçileri arasında baştan beri süregelen bir anlaşmazlık söz konusudur. Arnavut milliyetçileri adem-i merkeziyetçi gelişmeler umarken, İttihad ve Terakki hükümeti ise tam tersine çözülmekte olan İmparatorluğu daha sıkı merkezi bağlarla kuşatmak istiyordu 39. Hatta 1908 seçimlerinde otonomi yönünde gelişmeler beklenirken tam tersine hükümet, adayların etnik kimliğe gönderme yapmalarını yasaklamış ve Osmanlı olarak tanımlanmalarını şart koşmuştu. Buna ek olarak adayların Türkçe bilmelerini de zorunlu tutmuştu 40.Bu gelişmeler üzerine bir yandan asayiş problemleri nedeniyle daima çetecilerin baskısını hisseden bir yandan da Osmanlı yönetiminin merkeziyetçi politikalarının bir sonucu olarak artan vergiler ve zorunlu askere alma politikası yüzünden bunalan Kosova Arnavutları 1909 yılında İsa Boletini önderliğinde isyan başlatmışlardır. Merkezi hükümet ise isyanı şiddetle bastırmıştır. Takip eden dönemde dağıtılan Prizren Ligi inisiyatifi yeni bir kongre toplamış ve tutucu İslami kanattan gelen mollaların itirazlarına rağmen Arnavut milli kimliğini kurabilmek için Latin alfabesinin ortak alfabe yapılmasını kararlaştırmış ve bir Arnavut okulu açmıştır. Hükümet ise yine sert tedbirlerle müdahale etmiş ve Arnavutça kitap yayımlamayı, Arnavut dilinin öğretilmesini yasaklamıştır 41. 37 A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 25. 38 B. Jelavich, History of Balkans Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 87. 39 B. Jelavich, History of Balkans Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 87; M. Vickers, Between Serb and Albanian. A History of Kosovo, Columbia University Press, England, 1998, p. 66. 40 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 57. 41 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 59-60. 120 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Bu dönemde devlet Arnavut meselesi ile uğraşacak durumda değildir. Çoğunluğu Müslüman olan Arnavutların bağımsızlık değil, otonomi istemeleri durumu daha nazik hale getirmektedir. Bu nedenle Padişah V. Mehmet Kosova’yı 1911 Haziranında ziyaret etmiş ve yerel unsurlar lehine, merkeziyetçi politikalar aleyhine çeşitli tavizler verilmiştir. Vergiler azaltılmış, Arnavut vilayetlerinden toplanan askerlerin sadece Arnavutlarca meskûn yerlerde görevlendirilmesi ve komutanların Arnavutça bilenlerden seçilmesi gibi önlemler hayata geçirilmiştir. Sadece Kuzeyde uygulanması düşünülen bu önlemler zamanla Güneye de yayılmıştır. Bu önlemler, Bab-ı Âli’nin, anadil, askere alma, vergi gibi konularda taviz verdiği anlamına gelmektedir. Hatta bu kapsamda Latin alfabesi kararı dahi kabul edilmiştir. Ancak Bab-ı Âli dört Arnavut vilayetinin birleştirilmesi hususunda bir değişikliğe gitmemiştir 42. Eylül 1911'de İtalya ile savaş başlayınca Arnavut milliyetçileri açısından yeni bir fırsat söz konusu olmuştur. Ancak hala merkezi bir liderlik ve otoriteden yoksun olan milliyetçiler bu fırsatı değerlendirememişlerdir. Bu esnada hükümet meclisi dağıtmış ve yeni, adaletsiz ve sahte bir seçim yapılmıştır (Ocak 1912). Bu gelişmeyi takiben Arnavut vilayetlerinde isyanlar baş göstermiştir. Bu isyanlar, Haziran’da genişlemeye kaydetmiş ve bu süreçte Osmanlı hükümeti bölgedeki inisiyatifi tamamen yitirmiştir. Ancak Arnavut milliyetçiliğinin temel problemi olan çok başlılık, Arnavut ileri gelenleri arasında tam bir fikir birliğine ulaşılmasına engel olmaktadır. Kimi milliyetçiler sadece hükümeti hedef almışken diğer bazıları otonomi peşindedirler. İsyancılar Ağustos 1912'de Üsküp’ü ele geçirmiş, bu gelişme, Bab-ı Âli'yi derinden sarsmıştır. İsyancıların bazı talepleri kabul edilmiş ancak anlaşma tamamlanmadan Balkan savaşı patlak vermiştir (Ekim 1912). Bu durum, Arnavut liderleri için Arnavut topraklarının diğer Balkan devletleri tarafından paylaşılması gibi büyük bir tehdit içermektedir 43. 1912 yılında Balkan savaşı başlayınca Osmanlı ve Arnavut milliyetçileri ortak düşmana karşı, tüm sorunlara rağmen, yine de ittifak içinde hareket etmişlerdir. Ancak Osmanlı ordusunun tüm cephelerde yenilmesini müteakip Arnavut topraklarının Balkan devletleri tarafından paylaşılması tehdidi baş göstermiştir. Bu süreçte günümüz Arnavutluk coğrafyası hariç Kosova, Makedonya, Yanya gibi bölgeler işgal edilmiş, Türk ve Müslüman nüfus çeşitli terör hareketleriyle Anadolu’ya sürülmüştür. İnsani bakımdan çok derin yaralar bırakan bir soykırım olarak da değerlendirilebilecek bu gelişmeler, Balkanlardaki nüfus dengesini kökten değiştirmiş ve Arnavutların hak iddia ettikleri dört vilayetin ikisi Sırp-Karadağ ve Yunan orduları tarafından işgal edilmiştir. Makedonya’daki nüfus dağılımı Müslümanlar, çekilen ordularla birlikte güvenli bölgelere göç ettikleri için, Hıristiyanlar lehine değişmiştir. Bu süreçte İttihad ve Terakki içinde rol almış, daha sonra yollarını ayırmış Arnavut-Osmanlı asker ve bürokratlarından oluşan münevverler git gide ciddileşen duruma ve Arnavutların kesin çoğunlukta oldukları günümüz Arnavutluk’unun da işgale uğraması tehlikesi karşısında B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 88-89. 43 B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 89; A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 25-26. 42 121 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair harekete geçmişlerdir. Örneğin İsmail Kemal Bey, Bayram Curi, Hasan Priştina ve İsa Boletini gibi tanınmış Arnavut münevverlerinin desteğiyle İstanbul’dan harekete geçmiş, çeşitli Avrupa başkentlerine uğradıktan sonra Durres’e gelmiş ve burasını merkez haline getirmiştir. Burada ülkenin dört bir yanından Hıristiyan ve Müslüman temsilciler toplamıştır. Bu sırada Arnavut milliyetçilerinin korkusu Sırp ve Yunan ordularının Shkumbi nehrine kadar gelip ülkeyi paylaşmalarıydı. Bunu engellemek için tarafsızlık ilan edilmiş ve savaşan taraflar bu konuda bilgilendirilmiştir. Arnavutluk’un kaderini nihai olarak belirleyen gelişme ise Aralık 1912'de Londra'da toplanan konferans olmuştur 44. Bu konferansta Arnavutluk’un bağımsız bir devlet ve parlamenter bir monarşi olarak kurulmasına karar verilmiştir. 1913 yılında Londra’da toplanan konferansta, Rus-Slav veya Ortodoks etki alanının dışında Arnavutların şüphesiz biçimde çoğunluğu oluşturduğu İşkodra ve Yanya (Güney Epir hariç olmak üzere) vilayetlerinin büyük bölümünde Sırp, Karadağ ve Yunan işgalindense bağımsız Arnavut Devletinin dengeleyici bir unsur haline gelebileceği değerlendirilmiştir. Böylesi bir Arnavut Devleti, Balkanlardaki güç dengesini İtalya ve Avusturya’nın lehine çevirebilecek ve olası Rus etkisini minimize edeceği için bu kapsamda 1913 yılında günümüz Arnavutluk devleti toplam yüzölçümü yirmi yedi bin kilometrekare ve nüfusu da sekiz yüz bin olmak üzere 45 meşruti monarşi biçiminde kurulmuştur. Devletin başına Alman kraliyet ailesinden gelen ve Alman İmparatorluk ordusunda subay olan Wilhelm Von Wied getirilmiştir. Prensin gücünü ise uluslararası uzlaşmalar ve koalisyon oluşturmaktadır. Örneğin polis gücünü Hollandalılar sağlamayı taahhüt etmiştir. Ancak yerel herhangi sosyolojik ve tarihsel bağlama dayanmayan prenslik kurumunun kısa sürede ülkeyi yönetemeyeceği görülmüştür. Yerel anlamda gücü elinde bulunduranlar ise Müslüman toprak sahipleri kesimi ve onların desteğini alan çevrelerdir. Bu anlamda Arnavutluk Prensi ilan edilen Von Wied’in yetki ve egemenlik alanı hiçbir zaman birkaç yerleşim merkezini geçememiştir 46. Zira merkezi bir yapıdan ve yaygın bir ulus bilincinden mahrum, kabileler arası kan davaları ve nüfuz mücadelelerinden müteşekkil ortam, bir ulus devlet yaratmak bir yana bir monarşi kurmak için bile uygun değildir. Nitekim bir süre sonra çeşitli isyanlarla Arnavutluk prensinin otoritesi, iki kent dışında, fiilen ortadan kalkmıştır. Bu dönemde Arnavutluk’un temel sosyolojik görünümü Osmanlı döneminden herhangi bir farklılık taşımamaktadır. Hatta Balkan Savaşları esnasında bölgenin geleceğini tasarlayan Batılı güçler nezdinde Arnavutluk’un Osmanlı devletinde kalması yönünde bir eğilim bile belirmiş, ancak Osmanlı devletinin kısa sürede bölgede tutunamayacağı anlaşılınca bağımsız bir Arnavutluk fikri egemen olmuştur 47. B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 100. 45 A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 27. 46 D. HEATON-ARMSTRONG, The Six Months Kingdom, Albania 1914, I.B. Tauris, 2005. 47 B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 101. 44 122 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Balkan Savaşları ertesinde Prenslik tesis edildiğinde hükümet Osmanlı yanlısı Esad Paşa Toptani ve Turhan Paşa Permeti etkisindedir. Hatta Prensi ülkeye ayak bastığında Esat Paşa Toptani karşılamıştır. Bu esnada özellikle küçük toprak sahibi Müslümanlardan oluşan muhalefet hem Prense hem de bu paşalara yönelik savaş ilan etmiş ve bu kitleler Arnavutluk’un yaklaşık yarısında hâkimiyet kurmuştur 48. Bunun üzerine nüfuzu zedelenen Esat Paşa Toptani, Arnavut milli çıkarlarını hiçe sayarak, Sırplarla anlaşma yoluyla durumunu sağlamlaştırma girişiminde bulunmuştur 49. Bu girişimde de görüldüğü gibi, yerel sosyolojinin temel niteliklerine ek olarak bölgedeki farklı çıkar odaklarının ilgisi, milli bir ajanda geliştirilmesini ve bunun milli bir politikaya dönüştürülmesini engellemektedir. Liderler ya yerel kabilelere, ya büyük toprak sahiplerine (bazen ikisi aynı unsurda bir araya gelmektedir) son çare olarak da dış güçlere genellikle de Batılı büyük güçlere başvurarak güçlerini konsolide etme yoluna gitmektedirler. Coğrafi yapısı ve sosyolojik niteliklerinden dolayı ekonomik, sosyal bakımdan ve bayındırlık anlamında Balkan coğrafyasının en geri kalmış bölgesi olan Arnavutluk’ta egemen olan Müslüman büyük toprak sahipleri sınıfı idi. Kelimenin terim anlamında bir sınıfa tekabül etmeyen bu geleneksel zümre, ekonomik çıkarlar söz konusu olduğunda çeşitli meseleler etrafında birleşebilme refleksini gösterebilen yegâne sosyal aktör niteliği taşımaktadır. Bu nedenle tüm siyasi girişimler bu sınıfın desteğini sağlamak durumundadır. Zira her ne kadar Batı-Orta Avrupa nüfuz dairesinde tanımlanmış olsa da, Arnavutluk’ta hala kabile bağlarının belirleyiciliği bir ulus kimliği olarak Arnavut bilincinin önündedir. Merkezi otoritenin neredeyse olmadığı, çoğunluğu dağlık bölgelerden oluşan ülkede, 15. yüzyılda sistemleştirilen geleneksel yasa, hakkmarje (kan davası) geçerliydi. Bu geleneğe göre biri, bir diğerine hakarette bulunduğunda hakarete uğrayanın hakaret edeni öldürme hakkı vardır. Bu durumda da öldürülenin akrabalarının karşı aileden birini öldürmeleri hakkı doğar. Kadın ve çocuklar bundan muaf tutulur. Kan davası esnasında belli bir dönem genç erkekler uzak bir akrabanın yanında saklanırlar. Belli dönemlerde besa (yemin) olur ve bu arada kan davası duraklar. Bu nedenle Kuzey Arnavutlarının evleri kale benzeri yapılara dönüşmüştür. Eğer bir ailenin tüm erkekleri öldürülmüşse o zaman en büyük kız, ailenin erkeği rolünü oynamaya başlar 50. Bu geleneğe göre, “öldürülen bir Arnavut’un kanını almak, katili öldürmek, öldürülenin en yakın akrabasının bir sosyal görevidir. Öldürülen akrabasının kanını almadıkça, yaşayan akraba için toplum içinde ne itibarlı bir makam, ne açık bir kapı vardır. Toplum, böyle bir ferde namussuz nazarıyla bakar. Kan hakkı irsî olarak da intikal eder. En yakın akrabasının kanını almadan vefat eden birinin yerine ikinci vb. derecedeki akrabası geçer. Elinden her ne surette olursa olsun bir kan çıkmış olan bir adam, öldürülenin varislerini razı etmedikçe, her dakika kanının akmasını beklemelidir. A. Zhelyazkova, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000, p. 26. 49 A. Nosi, “Lef Nosi and the Albanian Issue During the Days of the Peace Conference (1919)”, Academic Journal of Interdisciplinary Studies, MCSER Publishing, Rome, 2015, p. 600. 50 M. Vickers, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999, p. 6. 48 123 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair Kan pahasının çok hafif oluşu ise bu çevrede insan hayatının değersizliğinin ortaya konulmasıdır… Kana karşı kan alan, öldürülen akrabasının intikamını alan, istediğini almış olduğu için iki taraf arasında kan hesabı kapanır.” 51 Bu örnekte de görüldüğü gibi Arnavutluk’ta bu dönemde dahi kan davaları, kabile ve klan çatışmaları sosyal yaşama egemen durumdadır. Uluslararası tanımlanmış, tanınmış sınırları olmasına rağmen bir millet bilinci gelişmesi mümkün görünmeyen ülkede, ortaçağ kurumları ve yaşamı sürmekteydi. Yine bu dönemde, Batı nüfuzuna açık liman kentleri ve düzlük alanlar dışında ulaşım, iletişim, can güvenliği gibi temel ihtiyaçlar dahi sağlanamamaktadır. Arnavutluk, 1912 yılına gelindiğinde ulaşımı sağlayacak karayollarına sahip değildir. Bu karmaşık ve belirsizliklerle dolu dönemi ise meseleleri daha da derinleştirecek ve bir Arnavut ulusçuluğu ve milli kimliğini oluşturabilecek sosyal sermayenin gerçekleştirilmesini daha da geciktirecek olan Birinci Dünya Savaşı izlemiştir. 1914 yılında Avusturya veliaht prensinin Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da bir Sırp partizan tarafından gerçekleştirilen suikast sonucu yaşamını yitirmesi, Balkan sorunlarının dünya ölçeğinde bir savaşa dönüşmesi sürecini başlatmıştır. Osmanlı’nın tasfiye edilmesini takip eden buhranlı, çatışmalı kısa bir dönem sonucunda Balkan devletleri ve başta Avusturya-Macaristan ve Rusya olmak üzere bölgede nüfuzunu artırmaya çalışan büyük devletlerin dâhil oldukları ve kısa sürede bir dünya savaşına dönüşen olaylar zinciri, zaten hazırlıksız ve donanımsız olan Arnavutluk’un daha da zor bir döneme girmesine neden olmuştur. Savaş boyunca herhangi bir tarafa dâhil olmayan Arnavutluk, pasif bir şekilde etrafında cereyan eden olaylardan en az zararla sıyrılabilmekten başka bir şey yapma imkânına sahip olamamıştır. Savaş boyunca çeşitli güçlerin nüfuzuna ve kısmi işgaline uğrayan Arnavutluk toprakları, savaşın bitişini müteakip herhangi bir toprak kaybı yaşamaksızın varlığını sürdürebilmiştir. Savaş başladığında Orta ve Kuzey Arnavutluk isyan halinde, Güney Arnavutluk ise Yunan etkisi, Kuzey ve Doğu ise Sırp işgal tehdidi altındadır. Buna ek olarak Ekim ayı sonunda İtalya, Vlora kentini işgal ve Saseno adasıyla birlikte ilhak etmiştir. Kuzey ve Güney kesimleri Sırbistan ve Yunanistan tarafından istila edilen ülke, 1916'da Avusturya-Macaristan, İtalya, Fransa tarafından savaş sonuna kadar işgal altında tutulmuştur. Yenilen ülkelerle imzalanan antlaşmalar, intikam duygularını, gizli irredentizmleri besleyen yepyeni bir harita gündeme getirmekle beraber 52 Arnavutluk’un uluslararası sınırlarında bir değişim söz konusu olmamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın temel sonucu, bölgedeki Habsburg varlığının ortadan kalkması ve Alman kökenli Arnavutluk Prensi Wilhelm Von Wied’in tahttan uzaklaştırılması biçiminde tezahür etmiştir. Dağılan İmparatorluğun nüfuz alanını ise kazanan tarafta bulunan İtalya doldurmuş, bölgede en büyük komşu haline gelen Yugoslav krallığı ise kendi çok etnili yapısı nedeniyle görece zayıf bir etkiye sahip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın bir diğer sonucu da muhtemel bir Osmanlı egemenliği ihtimalinin geri dönmemek üzere ortadan kalkmasıdır. 51 52 Y. Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedî Nûrî, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 238-239. A. Roselli, Italy and Albania, Financial Relations in the Fascist Period, I.B. Tauris, 2006, p. XXI. 124 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Dünya savaşı zaten herhangi bir merkezi otoritenin tesis edilemediği ülkeyi daha da karmaşık ve belirsiz bir durumda bırakmıştır. Savaş sonunda kazanan taraflar, Arnavutluk’un paylaşılmasında uzlaşmış olmalarına rağmen Amerikan Başkanı Woodrow Wilson buna karşı çıkmıştır. Yurtdışında bulunan Arnavut liderler de durumdan faydalanarak gerekli tepkileri organize edebilmek için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Bu girişimlerden biri milli bir meclis oluşturmaktır. Ülkeyi bir protektoraya dönüştürmek isteyen İtalyanlar ise tüm ülkeyi denetim altında tutabilmek için birliğini muhafaza etmek istemektedirler. Bu nedenle bu meclisin ihdasına izin vermişlerdir 53. Hiçbir resmi, meşru otoritenin bulunmadığı ülkede, ilk meclis elli delegeyle Durres'te toplanmıştır (1919). Turhan Paşa önderliğinde yasama yetkisine sahip bir hükümet kurulmuş ve bu hükümet, Arnavut çıkarlarını dile getirmek üzere Paris'e bir heyet göndermiştir. Bu meclis, İtalyanların rolü hakkında kesin bir tutuma sahip değildir ancak, İtalyan protektorası genel kabul görmektedir. İtalyanlar ise bu kongreye müdahale etmemekle beraber onun idari görevlerini yerine getirmesine de tam olarak imkân vermemektedirler 54. Bu esnada Arnavutluk meselesi ve İtalya’nın meseledeki rolü, Batı’da yankı uyandırmıştır. Yeni bir meclis toplanmış (Lushnje 1920) ve burada toprak bütünlüğünün korunmasına ve İtalyan mevcudiyetinin ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Dört delegeden oluşan büyük konsey ve onun altında faaliyet gösteren otuz yedi temsilcili Milli Konsey, ülkeyi Tiran’dan yönetmeye başlamıştır 55. Bu gelişmeleri, yerel halkın ve köylülerin İtalyan kuvvetlerine saldırıları takip etmiş ve İtalya’da Arnavutluk meselesi yüzünden genel grev tertip edilmiştir. İtalyan taraftarı Esat Paşa Toptani, Paris’te suikasta uğramış, yükselen milliyetçi tepki sonucunda İtalyan kuvvetleri bir tek Saseno adası dışında (Arnavutluk toprakları dışındaki Istria, Rijeka ve Zadar’ı ilhak etme hakkı karşılığında) Arnavutluk’tan çekilmiştir 56. Bu dönemde yönetim şekli ile ilgili görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır. İlk grup kuzeyli dağlık kesimlerle güneydeki toprak sahiplerinin, klan liderlerinin ve beylerin desteklediği, toprak reformuna karşı çıkan Shefqet Verlaci önderliğindeki İlerlemeci Parti, diğeri ise onun rakibi olan Piskopos Fan S. Noli ve Ahmet Bey Zogu’nun da içinde yer aldıkları Popüler Parti’dir. Bu parti, reformcu yanı ağır basan ancak aynı zamanda içinde muhafazakârların da bulunduğu bir siyasi hareket görünümündedir. 1920’ler çeşitli hükümetlerin göreve geldiği ve görevden uzaklaştığı kaotik bir durum arz etmektedir. 1920-1925 arası Arnavutluk demokrasi tecrübesi, milli kimliğin tesis edilebilmesi için gerekli sosyolojik aktörlerin gelişme fırsatı bulamayacağı kadar karmaşık ve kısa bir tablo sunmaktadır. Toprak reformu gibi devrimsel bir değişiklik gerçekleştirilemediği için, her ne kadar demokratik yönetim adını taşısa da geleneksel B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 178. 54 B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 177-178. 55 B. Jelavich, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition, p. 178. 56 A. Roselli, Italy and Albania, Financial Relations in the Fascist Period, I.B. Tauris, 2006, p. 10. 53 125 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair oluşumların etkisi son derece belirleyici olmuştur. Bu bağlamda kurulan çeşitli hükümetlerde bakan ve başbakan olarak çeşitli görevler alan Ahmet Bey Zogu, politik arenada belirleyici bir figür haline gelmeye başlamıştır. Osmanlı hizmetinde kendini kanıtlamış köklü, Kuzeyli Müslüman (Gheg) bir aileden gelen ve eğitimini İstanbul’da tamamlamış olan Ahmet Bey Zogu, muhafazakârlara yanaşmış ve muhafazakâr partinin lideri Shefqet Verlaci’nin kızıyla evlenerek politik konumunu güçlendirmiştir. Ülkeden kaçmasını gerektiren kısa bir aradan sonra Yugoslavya’da askeri birlikler toplayarak Fan S. Noli’nin önderliğindeki hükümeti yıkarak Arnavutluk’un kısa tarihinde görülmemiş bir düzen ve istikrar dönemini başlatmıştır. Otoriter bir rejim kuran Zogu, 1925 yılında dört yıllığına cumhurbaşkanı ilan edilmiş sonra da 1928 yılında kendini kral, Arnavutluk’u da anayasal monarşi ilan etmiştir 57. Kral I. Zog unvanıyla tahta çıkan Ahmet Bey Zogu, anayasal reform ve toprak reformu gibi çok hayati değişimleri yapabilecek bir siyasal zemine sahip değildir. Bu dönemde güvenlik merkezli bir diktatörlüğe dönüşen yönetim biçimi geleneksel yapının status quonun devamından yana bir iktidar görünümü söz konusu olmuştur. Çeşitli dış meydan okumalarla karşılaşan Zogu, özellikle Yugoslav ve İtalyan müdahalelerine direnmek durumunda kalmıştır. Ekonomik yönden zorda olan ülkesini İtalya gibi büyük bir gücün sponsorluğunda geliştirmeye çalışmış, bu sayede ülke ilk kez sistemli alt yapı hizmetlerinden ve yatırımlardan yararlanabilmiştir. Bu maddi ilişkinin siyasi düzlemdeki boyutu ise gittikçe artan bir İtalyan nüfuzudur. Bu nüfuz artışı 1939 yılına gelindiğinde ilhakla sonuçlanmıştır. Arnavutluk direkt Roma’dan yönetilmeye başlanmış ve ülke dışına çıkan Zogu dönemi de böylece kapanmıştır 58. II. Dünya Savaşı’na İtalyan toprağı olarak giren Arnavutluk, savaş süresince Mihver kuvvetlerinin üssü niteliği taşımıştır. Balkanların Almanya tarafından işgali ve uluslararası sınırların yeniden çizilmesi ile Arnavutluk, beş yüz bin etnik Arnavutu içeren Kosova ve Makedonya’nın bir bölümünü sınırları içinde bulmuştur (Bk. Harita 2.). Bu durum bazı geleneksel ve muhafazakâr kesimlerin Balkanlardaki komünist partizanlara karşı Mihver güçleri yanında yer almalarına neden olmuş ama özellikle Güneyli Toskların egemenliğinde önemli bir kesim Arnavut da ülkeyi işgal eden İtalyan ve Alman güçlerine karşı partizanlara katılmıştır. Bu partizanların lideri daha sonra Cumhurbaşkanı da olacak olan Enver Hoxha’dır. Enver Hoxha, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Arnavutluk mihver güçlerinden temizlenince, Tiran’a girerek Arnavutluk Sosyalist Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir. Başlarda Yugoslav komünistleriyle aynı düzlemde yer alan, hatta Arnavutluk’a dâhil edilen Kosova ve diğer toprakları yoldaşlarına geri verecek kadar enternasyonalist çizgide olan Enver Hoxha, sonraları yavaş yavaş kendi içine kapalı bir sisteme yönelmiştir. Öyle ki, Arnavutluk, İkinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’da tarım sektörü halen büyüyen, kentli nüfusu azalan yegâne ülke durumundadır. Bu dönemde içine kapalılık ve kendine yeterlilik öylesine güçlü biçimde vurgulanmaktadır ki ülke içi (örneğin kırdan kente) göç, vatana ihanet olarak kabul edilmektedir. Zaman içinde Sovyetler ve Çin’e yönelen ancak oradan da yüz çeviren Arnavutluk yönetimi, dünyanın ilk devlet ateizmini yürürlüğe koymuştur (1967). 57R.C. Austin, Founding a Balkan State Albania’s Experiment with Democracy 1920-1925, University of Toronto Press, Toronto, 2012. 58 J. Tomes, Jason, King Zog Self Made King of Albania, The History Press, Gloucestershire, 2011. 126 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Arnavut Komünist Partisi, toprak reformu, hukukun reforme edilmesi, özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gibi eylemler yanında, ilginç bir şekilde daha önceleri hiçbir Arnavut hükümetinin gerçekleştirememiş olduğu bir şeyi yürürlüğe koymuştur: Bir Arnavut milli kimliğini oluşturmak ya da Benedict Anderson’ın ifadesiyle icat etmek… Komünist dönem, bu anlamda ilk kez dinden, dilsel ve kabilevi bağlardan arındırılmış laik bir Arnavut kimliği oluşturulmasına odaklanmıştır. Bu kapsamda özellikle tarihten yola çıkılarak Osmanlı’ya isyan eden Gjergj Kastrioti ile din ve geleneksel değerlerle mücadeleye girişen Enver Hoxha arasında bilinçli ilişkilendirme bu çabanın eseridir. Her ne kadar Katolik olsa da, Kastrioti Kuzeyli, kural tanımaz, isyankâr Arnavut tiplemesine uygun bir figür olarak yeniden şekillendirilmiş ve Güneyli Tosk kökenli liderlerine rağmen, komünist partinin dışa kapalı, herkesle kavgalı görünümünü meşrulaştırmak için araçsallaştırılmıştır 59. 1960’lı ve 70’li yıllar boyunca yazılı ve görsel medya aracılığı ile devlet tamamen bu nitelikleri ve Enver Hoxha kültünü vaz’ etmiş ve bunun sonucunda, din ve geleneksel bağlardan tamamen arınmış bir nesil oluşturulmuştur 60. Ancak Arnavutluk dışındaki Arnavutların (özellikle de Yugoslavya’dakilerin) daha rahat, özgür ortamlarda yaşıyor oluşları, bu Arnavut kimlik icadının etkililiğini sınırlandırmıştır. Modern bir milli kimlik yaratmak için yola çıkan Arnavutluk Komünist Partisi, her ne kadar sınırlarını dışa kapatmış olsa da yurtdışı Arnavutların gelişen iletişim ve ulaşım teknolojilerini kullanarak ülkeye erişimlerini engellemekte başarısız olmuştur. 1980’ler ve 90’lar boyunca da özellikle Kosovalı Arnavutların çok geri konumda olan Arnavutluk içinde ticari faaliyetlerde bulunmaları ve yatırım yapmaları bu izolasyonu gevşetmiştir. Gevşeyen sadece bu izolasyon olmamıştır. Enver Hoxha’nın ölümünden (1985) sonra her ne kadar Arnavutluk içinde hafızası silinmiş bir kitle söz konusu olsa da, dış Arnavutlardan ve Türkiye ve diğer İslam ülkelerinden gelen yatırımlar ve transferler ile İslami ethos yeniden canlanma eğilimine girmiştir. Aynı durum Katolik ve Ortodoks cemaatleri için de geçerlidir. Dinlerin uyanışı, beraberinde Arnavutluk’un, Arnavut milli kimliğinin oluşmasını güçleştiren mahiyetteki baştan beri anlatılagelen temel sorunları yeniden gündeme getirmiştir. Kuzey – Güney, Gheg – Tosk, Müslüman – Ortodoks – Katolik, Sünni – Bektaşi ayrımları… Bu meyanda küreselleşme çağında özellikle Yugoslavya’nın dağılmasından ve ikinci bir Arnavut devleti olarak Kosova’nın bağımsızlığını kazanması sonrası Arnavutluk’un temel sorunları hayatiyetlerini devam ettirmektedir (Arnavutluk’un günümüz sınırları için Bk. Harita 3.). Bu dönemde Arnavut siyasi ve sosyal varlığını bekleyen asıl meydan okuma ise pre-modern aidiyetlerin dirildiği ortamda yeni ve kuşatıcı bir milli kimlik konseptini gerçekleştirebilmektir… 59 S. Draper, “The Conceptualization of an Albanian Nation”, Ethnic and Racial Studies, Volume 20, Number 1, Taylor & Francis, 1997, p. 7-8. 60 S. Draper, “The Conceptualization of an Albanian Nation”, Ethnic and Racial Studies, Volume 20, Number 1, Taylor & Francis, 1997, p. 8. 127 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair SONUÇ Arnavut milli kimliği diğer Balkan ülkeleri ile kıyaslandığında gecikmiş bir mahiyet arz eder. Bunun birkaç nedeni vardır. Bu nedenlerin ilki Arnavutların yerleşik bulundukları Adriyatik kıyılarının coğrafi elverişsizliği, bununla ilintili olarak da Akdeniz havzasında yayılan medeni etkilere fiziksel anlamda çok yakın olmalarına rağmen dikey yükseltilerin engellemeleri ile uzak kalmalarıdır. Dağlık bölgelerde meskûn Arnavutlarla kıyı ve düzlüklerde meskûn Arnavutlar arasındaki sosyolojik, lengüistik, etnik ve dinsel farklılıkların temelinde de bu faktörün yattığını ifade etmek mümkündür. Bu bağlamda Kuzeyli dağlık bölgelerde meskûn Arnavutlar Gheg diyalektini kullanırlar ve Sünni İslam ve Katolik inancına mensupturlar. Sınır, merkezdeki Shkumbi nehri olmak üzere, Güneyde yoğunlaşan Arnavutlar ise Tosk diyalektini kullanırlar ve Bektaşi İslam ve Ortodoks inancına mensupturlar. Bu temel ayrım, geçmişte ve günümüzde Arnavut sosyal ve politik meselelerine damga vuran bir niteliğe sahiptir. Ancak, bu önemli sosyolojik ayrım, Arnavut milli kimliğinin inşasında karşılaşılan yegâne engel değildir. Bu ayrım, Arnavut tarihinde Arnavutların yaşadıkları bölgenin aynı anda farklı medeniyetlerin etkisi altında kalmış olması ile de ilgilidir. Bölge, Osmanlı aracılığı ile İslam girmeden evvel, Ortodoks Hıristiyanlıkla Katolik Hıristiyanlık, Grek ve Latin etkisinin karşı karşıya geldiği bir yerdir. Bu nedenle Arnavut kimliğinde derin izler bırakan ilk farklılaşma Grek ve Latin etkisiyle ilişkili olarak hem dinsel hem de kültürel bir ayrım biçiminde tezahür etmiştir. Bu karşıtlığa 15. Yüzyıl sonundan itibaren Osmanlı ve İslam etkisi de dâhil olunca tablo daha da karmaşıklaşmıştır. Ortaçağlar boyunca Latin feodalizmi ve Bizans-Yunan ve sonra da Slav-Ortodoks etkileri arasında kalan Arnavutlar, bölgede İslam’ın kurumlaşması ile yeni bir seçeneğe daha sahip olmuşlardır. İslamlaşma, daha çok dinsel bağlılıkların kabilesel bağlılıkların önüne geçemediği kuzeyde söz konusu olmuştur. Güneydeki İslamlaşma ise daha çok mistik yönelimli bir karakter taşımaktadır. Bu nedenle de Kuzeyli Arnavutlar Sünni iken Güneyli Müslüman Arnavutlar daha ziyade Bektaşidir. Her ne kadar bölgede Osmanlı ve İslam hâkimiyet kurmuşsa da dağlık bölgelerdeki de facto otonomi, değişen derecelerde 20. yüzyıla kadar devam etmiştir. Dolayısıyla bölgede İslam, yerel geleneklerin ve özellikle de kan davası (hakmarrje) kapsamında değerlendirilebilecek olan kabilesel ethosun önüne tam olarak geçememiştir. Yaşadıkları bölgedeki otonomilerini, mevcut haklarını (silah taşımak vb.) koruyabilmek ve vergi avantajından yararlanabilmek için devletle özdeşleştirilen İslam’a geçiş, bölgede 18. yüzyıla değin devam etmiştir. Bu süreçte özellikle büyük toprak sahiplerinin Müslümanlaştıkları görülmektedir. Zaten yarı otonom olan bölge egemenleri yani (Zogoğulları, Dukagjinoğulları, Toptaniler vb. gibi) büyük Arnavut aileleri veya beyleri Balkan coğrafyasının Arnavutlar tarafından meskûn olan bölgelerinde geniş toprakları ve dolayısıyla politik gücü ellerinde bulundurmuşlardır. Osmanlı devletinin gerileme döneminde feodalleşme eğilimlerinin belirmesi ve ayanların ortaya çıkması, söz konusu bu toprak sahiplerinin bölgedeki egemenliklerini daha da pekiştirmiştir. Osmanlı devlet bürokrasisinde önemli mevkilere de ulaşan Arnavutların Müslüman toprak sahibi kesimi, devletle özdeşleşmiş olmakla beraber vergi ve askerlik gibi konularda yerel nitelikleri ile merkez karşısında her zaman bir özerklik odağı olarak 128 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) görülmüştür. Merkezi otoritenin zayıfladığı ve Balkan milliyetçiliklerinin gelişmeye başladığı dönemde, Osmanlı Avrupa’sının karmaşık etnik ve dinsel yapısından kaynaklanan çeşitli asayişsizlik olaylarına muhatap olması, devlet adına bölgede özellikle başıbozuk olarak adlandırılan Arnavut paramiliter güçlerinin egemenliklerini arttırmalarını mümkün kılmıştır. Zaten kabilesel nitelikleri nedeniyle çatışmacı karakterde olan Arnavutların özellikle paralı asker olarak birçok Avrupa sarayının hizmetinde tüm Akdeniz havzasında çeşitli çatışmalara katıldığı bilinmektedir. Bu anlamda tüm Balkan coğrafyasında Osmanlı gücünün eridiği yerlerde otonom Arnavut beyleri güçlerini arttırmış ve bölgesel etnik-dinsel çatışmalarda ve çeşitli isyanlarda devletin resmi gücü yerine kullanılmıştır. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde ilk Sosyolojik alan araştırması olarak adlandırılabilecek Bedi Nuri Bey’in kuzeyli Arnavutlar hakkındaki araştırmasında da ayrıntılı bir şekilde görülebileceği gibi, Arnavutlar Bayrak olarak isimlendirilen idari birimler ve bu Bayraklara bölünen halkı temsil eden Bayraktarlar idaresinde örgütlenmiş bulunuyorlardı. Osmanlı merkeziyetçiliğine rağmen bölgede egemenlik kurulan dönemlerden beri, kuzeydeki dağlık kesimlerde Katolik ve (Sünni) Müslüman Arnavutlar, bu idari-sosyal örgütlenme biçimi bağlamında Osmanlı hâkimiyetine dâhil olmuşlardır. Özellikle askeri ve hukuksal düzenlemeler ve uygulamalarla ilgili olarak söz konusu edilen bu örgütlenme biçimi, savaş zamanlarında Bayraktarların emri altında toplanmayı, aksi takdirde muafiyet karşılığı bir bedel ödemeyi gerektiriyordu. Bölgedeki Osmanlı idari-hukuksal egemenliğine tâbi olmalarına rağmen bölge halkı, Osmanlı egemenliği öncesinden kalma, kendine has bir hukuksal düzenlemeye (Lekë Dukagjini-Dukagjin yasası) uygun olarak kendi hukuksal yargısını (kan davası örneğinde de görüldüğü gibi) yerel kanaat önderleri aracılığı ile gerçekleştirmekteydi. Bab-ı Âli bu sistemi, çeşitli zamanlarda müfettişler göndererek ve işlemekte olan sistemin kararlarını onaylayarak kabullenmiştir. Bu kapsamda özellikle Kuzey’de bir tür geleneksel-yerel özel hukuk geçerli olmuştur demek yanlış olmayacaktır 61. Batılı büyük güçlerin Osmanlı Avrupa’sı üzerindeki müdahaleleri ile ilk Balkan milliyetçi cereyanlarının ve ulus inşalarının ortaya çıktığı 19. yüzyılda teşekkül etmiş bir Arnavut milletinden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Öyle ki dönemin en büyük Arnavut şehirlerinden olan Priştine’de hâkim dil Türkçe’dir. Burada da görüldüğü gibi milliyetçilik çağında Ortodoks Arnavutlar Yunan etkisi altında ve Yunan alfabesini kullanmaktaydılar ve özellikle yeni nesil, Arnavutça yerine Yunancayı öğrenmekte ve kullanmaktaydı. Katolik Arnavutlar ise Latin etkisi altında Latin alfabesini kullanıyorlardı. Müslüman Arnavutlar da Arap harflerini kullanıyorlar ve özellikle şehirlerde Türkçe yaygın dil görünümü arz ediyordu. Bu kültürel manzarada, Yunan, Sırp, Rumen ve özellikle de en son Bulgar milliyetçiliklerinin oluşması ile Balkanların çok etnili ve dinli yapısı, yavaş yavaş kimlik merkezli başkalaşmaya uğrayınca bir arada var olabilen çeşitli unsurlar arasındaki kimlik farklılıkları belirginleşmeye başlamıştır. Bu farklılaşma, özellikle Bulgar Ortodoks Kilisesinin Fener’den bağımsızlaşmasıyla yeni bir faza geçmiştir. 1830’larda Sırplardan 61 Y. Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedî Nûrî, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 242-244. 129 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair ayrı bir milliyet olarak adından bahsedilmeyen Bulgarlar, 1870’lere gelindiğinde bağımsız bir ulus olarak anılmaya başlanmıştır. Bu yeni kimliklerin oluşması sürecinin pratik sonucu Arnavutların da üzerinde yaşadıkları Makedonya gibi bölgelerde devletleşme çabalarının artması ve teritoryal iddiaların çoğalması olmuştur. Bu durum, henüz bir Arnavut milli politikası oluşmadığı için, öncelikle büyük toprak sahipleri sınıfını endişelendirmiştir. Zira Sırbistan ve Karadağ’ın de facto bağımsızlıklarını elde etmeleri sonucunda bölgedeki Arnavut-Müslüman büyük toprak sahiplerinin akıbeti alarm zillerini çalmaya yetmiştir. Bu bağlamda özellikle potansiyel tehlikenin aktif hale geldiği 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının sonuçları, bir refleks olarak Osmanlı sistemi içinde yer alan Arnavut münevverlerinin ilk kez, yükselen tehlike karşısında Arnavut varlığından ve çıkarlarından bahsetmelerini ve bu bağlamda ilk milli cemiyetleri kurmalarını sağlamıştır. Bu cemiyetlerin temel amacı, yükselen Balkan milliyetçiliklerinin teritoryal girişimlerini, bazen Osmanlı Devleti’ni dahi karşılarına alarak engellemektir. Ancak daha önce de vurgulanan çeşitli sosyal, siyasal ve kültürel dezavantajlar barındıran bu girişim, çok başlılık, milli bir program eksikliği, milli kimliğe ilişkin tasavvurun netleşmemesi gibi nedenlerle akim kalmıştır. Arnavut milli hareketi, modernleşme çabasındaki Osmanlı sisteminde çeşitli avantajlarına halel geldiği için hem Osmanlı ile hem de bu modernleşme girişimlerinden yararlanan gayrimüslim tebaa ile çeşitli çatışmalara girmiş ve hak iddia ettiği birçok yerden vaz geçmek ve günümüz Arnavutluk’u ile yetinmek durumunda kalmıştır. 93 Harbi, Balkan savaşları boyunca Arnavut büyük toprak sahibi sınıfı, işgalci Balkan devletleri tarafından tasfiye edilmiş ve önemli sayıda Arnavut Osmanlı topraklarına sürülmüştür. Bu savaşlar sonucunda Balkanlarda Osmanlı hâkimiyeti sona erince, onsuz da onunla da yapamayan Arnavut milliyetçileri, Batılı büyük güçlerin girişimi ile bir Prenslik biçiminde ilk bağımsız Arnavut Devletinin kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir. Uluslararası girişimlerle tesis edilen bu bağımsızlık, milli kimliğin kurulmasını sağlayamamıştır, zira Arnavut Devleti çeşitli isyanlar ve asayişsizlik ve çatışmalarla meşgul olmak zorunda kalmıştır. Merkezi bir yapı kurulamayan ülkede milli bilincin tesis edilmesi bir yana, istikrarlı bir yönetim kurmak bile mümkün olamamıştır. Balkanların en geri coğrafyası halinde olan Arnavutluk, bir ulus devletin gerektirdiği milli-kültürel kimliğe sahip olmadığı için dış güçlere, özellikle de Batılı güçlere bağımlı olmak durumunda kalmıştır. Bu manzara, Birinci ve İkinci Dünya savaşları esnasında da değişmeden devam etmiştir. İkinci Dünya savaşını müteakip izolasyoncu bir Sosyalist rejimle yönetilen Arnavutluk, toprak reformunu, geleneksel hukukun tasfiye edilmesini ve anayasal reformları gerçekleştirmiş, modern iletişim ve ulaşım teknolojileri ile edebiyat ve kültür alanında standartlaştırılmış alfabe ve yazı dilini geliştirerek tam milli kimliğini tesis edebilecek imkânlara kavuştuğu sırada kendini, küreselleşme sürecinde ve ulusal sınırların ortadan kalktığı post-modern bir durumda bulmuştur. Bu yeni durumda eski, geleneksel kimliklerin ve düzenlemelerin yerinden dirilme baskısı altında zaten tam olarak giderilememiş olan heterojen Arnavut kimliği, yeniden bir ayrışmanın eşiğindedir. Arnavut kimliğinin yeni bağımsızlığını kazanan ve geleneksel ve İslami bilincin hala canlı olduğu Kosova’yı nasıl 130 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) konumlandıracağı bu çalışmada dile getirilen çeşitli sorunların giderilemeyeceğine ilişkin önemli bir gösterge niteliği taşımaktadır. giderilip KAYNAKÇA ANDERSON, Benedict, Imagined Communities Reflections on the Origin and Spread of Nationalism, Verso, London, 2006, 2nd Edition. AUSTIN, Robert C., Founding a Balkan State, Albania’s Experiment with Democracy 1920-1925, University of Toronto Press, Toronto, 2012. BABUNA, Aydın,”Albanian National Identity and Islam in the Post-Communist Era”, SAM Center for Strategic Research Paper, Ankara, 2003. URL: http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/02/AydinBabuna.pdf 10.03.2014 BOZBORA, Nuray, Osmanlı Yönetiminde Arnavutluk ve Arnavut Ulusçuluğunun Doğuşu, Boyut Yayınları. İstanbul, 1997. BRAUDEL, Fernand, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II, Volume I, Trans. Sian Reynolds, University of California Press, 1995. DRAPER, Stark, “The Conceptualization of an Albanian Nation”, Ethnic and Racial Studies, Volume 20, Number 1, Taylor & Francis, 1997, pp. 1-19. URL:http://sdraper.ece.wisc.edu/researchDir/pdf/ERS_97.pdf 10.01.2014 GELLNER, Ernest, Nations and Nationalism, Basil Blackwell, Oxford, 1983. HEATON-ARMSTRONG, Duncan, The Six Months Kingdom, Albania 1914, I.B. Tauris, 2005. HOBSBAWM, Eric, “Introduction: Inventing Traditions”, The Inventing of Tradition, Eric Hobsbawm, Terence Ranger (Ed), Cambridge University Press, Cambridge, 2000, 15. Baskı, pp. 1-14. ---------, “Mass-Producing Traditions: Europe, 1870-1914”, The Inventing of Tradition, Eric Hobsbawm, Terence Ranger (Ed), Cambridge University Press, Cambridge, 2000b, 15. Baskı, pp. 263-303. HUNTINGTON, Samuel P., “Demokrasinin Yönetilemezliği”, Medeniyetler Çatışması S.P. Huntington ve Diğerleri, Der. Murat Yılmaz, Vadi yayınları, Ankara, 1997, s.123128. JELAVICH, Barbara, History of Balkans, Eighteenth and Nineteenth Centuries, Volume I, Cambridge University Press, 1995, 9th edition. ---------, History of Balkans, Twentieth Century, Volume 2, Cambridge University Press, 1999, 13th edition. 131 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair KARPAT, Kemal H, Studies on Ottoman Social and Political History, Selected Articles and Essays, Brill, London, Boston, Köln, 2002. ---------, Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Characteristics, The University of Wisconsin Press, 1985. KAYA, Ayhan, Türkiye’de Çerkesler, Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011. MEŠTROVIĆ, Stjepan G., “The Balkanization of the Balkans”, Society Abroad, Volume 34, Issue 1, 1996, pp. 70-80. NOSI, Ankeleida, “Lef Nosi and the Albanian Issue During the Days of the Peace Conference (1919)”, Academic Journal of Interdisciplinary Studies, MCSER Publishing, Rome, 2015, pp. 600-604. ROSELLI, Alessandro, Italy and Albania, Financial Relations in the Fascist Period, I.B. Tauris, 2006. SKENDI, Stavro, “Beginnings of Albanian Nationalist and Autonomous Trends: The Albanian League, 1878-1881”, The American Slavic and East European Review, Vol. 12, No. 2, 1953, pp. 219-232. SOTIROVIĆ, Vladislav B., “National Identity: Who are the Albanians? The Illyrian Anthroponymy and the Ethnogenesis of the Albanians. History Research. Vol. 1, No. 2, 2013, pp. 5-24. doi: 10.11648/j.history.20130102.11. TOMES, Jason, King Zog Self Made King of Albania, The History Press, Gloucestershire, 2011. VICKERS, Miranda, Between Serb and Albanian. A History of Kosovo, Columbia University Press, England, 1998. ---------, The Albanians a Modern History, IB Tauris, New York, 1999. ZHELYAZKOVA, Antonina, Albanian Identities, International Centre for Minority Studies and Intercultural Relations (IMIR), Sofia, 2000. URL: http://pdc.ceu.hu/archive/00003852/01/Albanian_Identities.pdf 10.04.2015 132 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Harita 1. Dört Arnavut Vilayeti - 1912 133 H. Saim Parladır EBAD/JABS Arnavut Milli Kimliğinin Tarihsel ve Sosyolojik İmkân ve Kısıtlarına Dair Harita 2. İkinci Dünya Savaşı Esnasında Arnavutluk 134 EBAD/JABS Ege ve Balkan Araştırmaları Dergisi / Journal of Aegean and Balkan Studies 2015-2 (2) Harita 3. Günümüzde Arnavutluk ve Kosova