2014 bildirimler kitabı
Transkript
2014 bildirimler kitabı
16 – 17 – 18 EKİM 2014 BURSA ISBN- 978-605-01-0875-0 YAYINLAYAN TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI BURSA ŞUBESİ Bursa Akademik Odalar Birliği (BAOB) Yerleşkesi Odunluk Mahallesi Kale Cad. No:20 Kat:2 A/4 Nilüfer – Bursa Telefon: +90 224 4518866 Faks: +90 224 4518808 bursa@zmo.org.tr BASIM DETAY COPY MATBAA & YAYINCILIK Tahtakale Çelebiler Cd. No:9 Osmangazi/BURSA Tel.&Faks: 0 224 224 32 52 detaycopycenter@gmail.com www.detaycopymatbaa.com Sertifika No: 28780 SONSÖZ VE TEŞEKKÜR “Kuraklık gölgesinde tarımsal üretim ve kıtlık” sloganı ile TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, U.Ü. Ziraat Fakültesi ve Ziraat Odaları Bursa İl Koordinasyon Kurulu Başkanlığı ortaklığında, TÜYAP Bursa Fuarcılık A.Ş.’nin desteğiyle Bursa Tarım Fuarı ile eş zamanlı olarak 16-18 Ekim 2014 tarihleri arasında düzenlediğimiz, Kongre Düzenleme Kurulu ve Şube Başkanımız Doç. Dr. Ertuğrul AKSOY, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. İsmail FİLYA, Bursa Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu Başkanı ve Gemlik İlçesi Ziraat Odası Başkanı Ali ÇELİK ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanımız Özden GÜNGÖR’ün açılış konuşmaları ile başlayan Bursa Tarım Kongresi-2014 "Gıda Egemenliği için Üretim Odaklı Tarım" sloganı ile 2012 yılında düzenlediğimiz 2. Tarım Kongremizde olduğu gibi yüksek bir katılım ve başarıyla tamamlanmıştır. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı Özden GÜNGÖR, Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İsmail FİLYA, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Alper KUMRAL, Bursa Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Ali ÇELİK, Bursa İl Koordinasyon Sekreteri ve Elektrik Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Remzi ÇINAR, TMMOB Bursa İKK Bağlı Meslek Odası Başkanları, Bursa İli Ziraat Odalarının Başkanları, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının yöneticileri, öğretim üyeleri, öğrenciler ve daha birçok değerli konuğumuz kongremizin açılışına katılarak bizleri onurlandırmışlardır. Kongremize katılan, katkı koyan, açılışımıza katılamayıp tebrik telgrafları ve çelenk gönderen tarımın çok değerli bütün paydaşlarına Bursa Şubesi Yönetim Kurulu olarak şükranlarımızı ve teşekkürlerimizi sunarız. Bursa Şubesi olarak üçüncüsünü düzenlediğimiz Bursa Tarım Kongresi, tarım ve tarımsal üretim konusunda çalışan bilim insanlarını, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan uzmanları, sivil toplum örgüt üyeleri ve üreticileri buluşturarak, Bursa ilinden hareketle tarımsal üretimde ülkesel ve bölgesel sorunlar, çözüm yolları, küresel ısınma ve kuraklık gölgesinde sürdürülebilir, kendine yeterli ve güvenli tarımsal üretimin unsurları, gübre, su kullanımı ve toprak işlemeyi azaltan toprak ve çevre dostu yeni üretim teknikleri ve teknolojileri ile bu konuda yapılan çalışmaları sunmak, bilgi ve deneyimleri paylaşmak amaçlanmıştır. Bu amaçla kongremizde kuraklık, tarımsal üretim ve kıtlık, bitkisel ve hayvansal üretim, tarımsal üretimde alternatif ürünler ve üretim olanakları, organik tarım ve iyi tarım uygulamaları, tohum, fide/fidan yetiştiriciliği ve sorunları, gıda güvenliği, tarımsal üretimde genetiği değiştirilmiş organizmalar, tarımda finansman, örgütlenme ve pazarlama sorunları, tarım ve çevre ilişkileri, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, sürdürülebilir kırsal kalkınma ve yerel yönetimler yasası ve kırsal yaşama etkileri gibi konu başlıkları temel alınmıştır. Temel alınan kongre konusu başlıklarında hazırlanarak gönderilenler arasından 60‘tan fazla bilim insanı ve uzmanın katkıları ile hazırlanan 25 adet sözlü ve 6 adet poster olmak üzere toplam 31 adet bildiri bilim kurulunca belirlenerek kongremizde sunulması kararlaştırılmıştır. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özden GÜNGÖR’ün oturum başkanlığı yaptığı açılış oturumu ile 16 Ekim 2014 Perşembe günü başlayan kongremizde 5 oturumda yapılan toplam 31 adet sözlü ve poster bildiri sunumları gerçekleştirilmiştir. Kongremizin temasına uygun olarak belirlenen konu ve davetli konuşmacıların katılımıyla gerçekleştirilen açılış oturumunda, “Tarım ve Kuraklık” ZMO İstanbul Şube Başkanı Ahmet ATALIK, “İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu” Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, “Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri” Prof. Dr. Mehmet KOYUNCU, “Tarımsal Kuraklık ve Alınması Gereken Tedbirler” ise Prof. Dr. Kenan UÇAN tarafından sunulmuştur. Bitkisel ve hayvansal üretim, tarımda teknoloji kullanımı, tarım ve çevre, sulama, iyi tarım uygulamaları, tohum, perma kültür, bahçe kültürleri konu başlıklarında sunulan bilimsel ve teknik ağırlıklı bildiri ve poster sunumları ile devam eden kongremiz 2016’da düzenlenecek tarım kongresinde buluşulmak dileğiyle görüş ve önerilerin sunulduğu değerlendirme toplantısı ile 18 Ekim 2014 tarihinde başarılı bir biçimde tamamlanmıştır. Bursa Tarım Fuarı ile eş zamanlı olarak Bursa Tarım Kongresi’nin gerçekleşmesini sağlayan, destekleyen TÜYAP Bursa Fuarcılık AŞ.’ne, yoğun emek harcayan katkı koyan kongre düzenleme kurulu üyelerine ve bağlı kurumlarına, bilim kurulu üyesi öğretim üyelerimize, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dekanlığı ve Ziraat Odaları Bursa İl Koordinasyon Kurulu Başkanlığı’na sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Teşekkürden fazlasını hak eden deneyimlerini, bilgilerini paylaşmak, tarımın sorunlarını ve çözüm yollarını tartışmak üzere kongremize yurdumuzun çeşitli üniversitelerinden, kurumlarından, araştırma kuruluşlarından gelen meslektaşlarımıza, uzmanlarımıza ve bilim insanlarımıza müteşekkiriz. Geleceğimiz olarak gördüğümüz U.Ü. Ziraat Fakültesi’nin Bursa ZMO Genç ve Ziraat Topluluğu üyesi öğrencilerimize özverili katkı ve çabaları için yürekten teşekkür ediyoruz. Kongre kitabının düzenlenmesinde ve kapak tasarımının yapılmasında yoğun emek ve çaba harcayan yönetim kurulu ve düzenleme kurulu üyemiz Taner GÜLER’e sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. Son olarak yaptıkları başarılı çalışmalarla Odamıza, mesleğimize ve meslektaşlarımıza değerli katkıları nedeniyle ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyelerine ve çalışanlarına ayrıca teşekkür ediyor, başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. 2016 yılında düzenleyeceğimiz Bursa Tarım Kongresi 2016’da buluşmak dileğiyle, Saygılarımızla Ertuğrul AKSOY TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı KONGRE PROGRAMI 16 EKİM 2014 Perşembe 09.00-10.30 Kayıt 10.30-12.00 Açılış Konuşmaları 12.00-13.30 Öğle Yemeği ÇEKİRGE SALONU 13.30-15.00 AÇILIŞ OTURUMU Oturum Başkanı : Özden GÜNGÖR Tarım ve Kuraklık ( Ahmet ATALIK ) İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu (Prof.Dr. Hasan DEĞİRMENCİ Doç.Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş.Gör. Fırat ARSLAN ) Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri ( Prof. Dr. Mehmet KOYUNCU ) Tarımsal Kuraklık ve Alınması Gereken Tedbirler (Prof. Dr. Kenan UÇAN, Mualla KETEN ) 15.00-15.30 Ara 15.30-17.00 1. Oturum: Hayvansal Üretim Oturum Başkanı : Prof. Dr. Erdoğan TUNCEL Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler ( Dr. Hülya HANOĞLU) 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği ( Prof. Dr. Cennet OĞUZ) Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Yrd.Doç.Dr. Halil TOSUN, Öğrt.Gör. Recep ARSLAN) Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Öğrt. Gör. Recep ARSLAN, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN ) Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği Ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler ( Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN, Yrd.Doç.Dr. Abdullah KIRAN, Öğrt.Gör. Recep ARSLAN) 19.30 Akşam Yemeği 17 EKİM 2014 Cuma 10.00-11.30 2. Oturum: Bitkisel Üretim I Oturum Başkanı : Prof. Dr. Vedat ŞENİZ Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri ( Prof.Dr. Özkan SİVRİTEPE, Araş.Gör. Bülent ŞENTÜRK, Araş.Gör. Sevin TEOMAN) Farklı Azot ve Fosfor Dozlarının Ketencik (Camelina sativa) Bitkisinin Verim ve Verim Unsurlarına Etkisi (Çağrı BOLAT, Yard. Doç. Dr. Duran KATAR) Kuşkonmaz (asparagus officinalis l.) Bitkisinin Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri (Prof. Dr. Lale EFE, Sevtap KARTAL, Emre DOĞRULUK) Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler (İrfan GÜLTEKİN, Hafiz MUNİNJANOV, Serpil GÜLTEKİN) 11.30-12.00 Ara/ Poster Sunumları 12.00- 13:00 Öğle Yemeği 13:00-14.15 3. Oturum: Bitkisel Üretim II Oturum Başkanı : Dr. Salih ÇALI Pro-ca (prohexadione calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi ( Mesut ADA, Prof. Dr. Semih ÇAĞLAR) Distribution of Aflatoxin in Peanuts (Arachis hypogaea L.) in East Mediterranean Region of Turkey (Abdulhameed, Ahmet A., Yard. Doç. Dr. Yaşar ALPTEKİN) Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları (Prof. Dr. Aydın GÜREL ) Türkiye’de Organik Sebze Üretimi (Prof.Dr. H.Özkan SİVRİTEPE, Araş.Gör. Sevin Teoman ) 14.15- 14.30 Ara/ Poster Sunumları 17 EKİM 2014 Cuma 14.30-15.45 4. Oturum: Tarımda Teknolji Kullanımı, Tarım ve Cevre, Sulama Oturum Başkanı : Prof. Dr. İsmet ARICI Bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda uygulama alanları KURTULMUŞ ) ( Araş. Gör. Ferhat Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları ( Araş.Gör. Onur TAŞKIN, Yard.Doç.Dr. Nazmi İZLİ, Prof. Dr. Ali VARDAR) Bitkilerden Biyoplastik Üretimi ( Ezgi BEZIRHAN ARIKAN, H. Duygu OZSOY) Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği ( Yard.Doç.Dr. Barış Bülent AŞIK, Yard.Doç.Dr. Gökhan ÖZSOY, Doç.Dr. Ertuğrul AKSOY, Prof. Dr. A.Vahap KATKAT) 15.45-16.00 Ara 16.00-17.30 5. Oturum: İyi Tarım Uyg. , Tohum , Permakültür, Bahçe Kültürleri Oturum Başkanı : Prof. Dr. Erkan REHBER Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi ( Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR) Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) (Dr. Erol ÖZKAN) Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı ( Mehmet AYDOĞAN , Necla TOPÇU) Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında,Tohum Takas Şenlikleri ile Tohum Üretim Tekniği Değerlendirilmesi ( Hasan Çetin ÖZBAYRAM ) İlişkilerinin 19.30- Akşam Yemeği POSTER SUNUMLARI 1- Tarım ürünlerinin sınıflandırılması amacıyla çarpma akustik ve sinyal analiz yöntemlerinin kullanılması ( Araş. Gör. Ferhat KURTULMUŞ ) 2- Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu( Avcı, S. Doç. Dr. Mürüvvet ILGIN) 3- Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler (Ahmet YULAFCI) 4-Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi (Furkan Coşkun , Yard. Doç. Dr. Yaşar Alptekin) 5-Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler ( Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ) 6- Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium Hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları ( Zeynep GÖKÇE Lale EFE ) 18 EKİM 2014 Cumartesi 10.30-12.00 Değerlendirme ve Kapanış 12.00-13.00 Öğle Yemeği KONGRE KURULLARI KONGRE DÜZENLEME KURULU KONGRE BİLİM KURULU Başkan Üyeler TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı U.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü Doç. Dr. Ertuğrul AKSOY U.Ü.Z.F. Bahçe Bitkileri Bölümü Kongre Sekreteri Prof. Dr. Erdoğan BARUT TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet KOYUNCU U.Ü.Z.F. Bitki Koruma Bölümü Doç. Dr. Ümit ARSLAN Doç.Dr. Erkan YASLIOĞLU U.Ü.Z.F. Biyosistem Mühendisliği Bölümü Üyeler U.Ü.Z.F. Gıda Mühendisliği Bölümü TMMOB ZMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Prof. Dr. Ö. Utku ÇOPUR Orhan SARIBAL Veli KOÇ Dr. Nurşen ÇİL Taner GÜLER Sadettin IŞIK Dr. Fevzi ÇAKMAK Abdullah Tayyar DEMİR Dr. Murat ALKAN Ayşen AYDIN Sönmez ERBİL İlker DURMUŞ Yrd. Doç. Dr. Bülent BARIŞ AŞIK Prof. Dr. Esvet AÇIKGÖZ U.Ü. Ziraat Fakültesi Doç. Dr. Mehmet SİNCİK Yrd. Doç. Dr. İlker KILIÇ Yrd. Doç. Dr. Nazmi İZLİ Dr. Gamze BAYRAM Bursa Ziraat Odaları İl Koordinasyon Kurulu Başkanlığı TÜYAP Bursa Fuarcılık A.Ş. Murat ÖZKAYA İsmail TEKDOĞAN Özge ŞAHİN Prof. Dr. A. Osman DEMİR U.Ü.Z.F. Tarla Bitkileri Bölümü U.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü Prof. Dr. Hasan VURAL U.Ü.Z.F. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Prof. Dr. A.Vahap KATKAT U.Ü.Z.F. Peyzaj Mimarlığı Bölümü Prof. Dr. Murat ZENCİRKIRAN U.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü Prof. Dr. Ümran ŞAHAN BİLDİRİ DİZİNİ 1. Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı 2. İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Bölümü, degirmenci@ksu.edu.tr 3. Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Bursa, koyuncu@uludag.edu.tr 4. Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN KSÜ, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Kahramanmaraş, ucan@ksu.edu.tr, mketen@ksu.edu.tr 5. Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU Bandırma Koyunculuk Araştırma İstasyonu, hanogluhulya@hotmail.com 6. 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ S.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, coguz@selcuk.edu.tr 7. Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ ¹Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksek Okulu, Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Manisa, abdullah.kiran@cbu.edu.tr 8. 1 1 13 13 13 23 23 23 30 30 30 43 43 43 53 53 53 61 61 61 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) 71 Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² 71 ¹CBÜ. Saruhanlı MYO., Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa. ²CBÜ. Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği, Manisa, receparslan@yahoo.com 9. 1 Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² 71 77 77 ¹Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü. Muradiye/Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksekokulu. Saruhanlı/Manisa 77 10. Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman 83 83 Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, 16059 Nilüfer, Bursa, ozkan@uludag.edu.tr83 11. Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, K.Maraş, laleefe63@gmail.com, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, K.Maraş, sevtap@ksu.edu.tr, ³Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Kahramanmaraş, emredogruluk@gmail.com 12. Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ Ahmet ATALIK 91 91 91 97 97 ¹Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü KONYA, ²FAO Alt Bölge Temsilciliği ANKARA, *irfangultekin@yahoo.com 13. Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² ¹Fen Bilimleri Enstitüsü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş, ²Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş, MesutAda@ksu.edu.tr 14. Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 97 107 107 107 117 117 ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Unıversıty, Institute of Science, Department of Bioengineering Sciences, KAHRAMANMARAŞ, alptekin69@ksu.edu.tr 117 15. Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Tekirdağ, a.gurel2@gmail.com 127 127 127 16. Türkiye’de Organik Sebze Üretimi 137 H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 137 Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, Nilüfer 16059, Bursa, ozkan@uludag.edu.tr137 17. Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* *Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, ferhatk@uludag.edu.tr 18. Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ 149 149 149 159 159 ¹Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle Yerleşkesi. Nilüfer, 16059, Bursa / Türkiye159 19. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Mersin Üniversitesi, Mersin, Türkiye *ezgibezirhan@hotmail.com 20. Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, bbasik@uludag.edu.tr 21. Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, Yalova, fpezikoglu@hotmail.com 22. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) 165 165 165 173 173 173 183 183 183 193 Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 193 Atatürk Toprak Su ve Tarımsal Meteoroloji Araştırma İstasyonu Müdürlüğü – Kırklareli, 3,4Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü – Tekirdağ, erolozkan59@hotmail.com 193 1,2 23. Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² ¹Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun, ²Samsun Tohum Sertifikasyon Test Merkezi Müdürlüğü, Samsun, aydogan46@hotmail.com 207 207 207 24. Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi 219 Hasan Çetin Özbayram EKODER - Ekolojik Yaşam Derneği 25. Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* *Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, ferhatk@uludag.edu.tr 26. Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² ¹Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü. MALATYA avci_selcuk@hotmail.com, ²KSÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bit. Böl. K.Maraş, muruvvetilgin@gmail.com 27. Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü-Samsun, ahmetyulafci@mynet.com 28. Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ *Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bitki Koruma Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ, ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, furkan54777@gmail.com 29. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ *GTHB, TAGEM Yağlı Tohumlar Araştırma İstasyonu Müdürlüğü-OSMANİYE, ferrinferda.asik@gthb.gov.tr 219 219 227 227 227 237 237 237 243 243 243 253 253 253 265 265 265 30. Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları 277 Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 277 ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ, zeynep_gokce_@hotmail.com, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ³Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, KAHRAMANMARAŞ 277 BİLDİRİLİ SUNUMLAR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Giriş Tarım, meteorolojik koşulların etkisi altında, bitkisel ve hayvansal üretim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği üstü açık bir fabrikadır. Ekilebilir tarım arazilerinin son sınırına ulaşmış ülkemizde artan nüfusumuza paralel olarak tarımsal üretimin de artırılması önem taşımaktadır. İklim değişikliği çerçevesinde ülkemizin kurak bir coğrafyada kalacak olması, su kaynaklarımızı daha dikkatli bir şekilde kullanmamızı zorunlu hale getirmektedir. Ülkemizde yaygın olarak suyun son derece bol miktarda kullanıldığı yüzey sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Bu durum tarım arazilerimizde bir takım olumsuzluklara neden olmaktadır. Bunun yerine basınçlı sulama yöntemlerinin kullanılması su tasarrufu sağlamasının yanında üretimde verimi de arttırmaktadır. Basında kuraklık Yıl boyunca basın yayın organlarında sürekli kuraklık ve baraj doluluk oranlarını haberleri yer aldı. Bunlardan birkaç örneği inceleyelim; Kuraklığın Karadeniz Bölgesi'ni de vurduğu haberleri çerçevesinde örnek verilen Samsun'da Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın debisinin azaldığı, baraj doluluk oranlarının %45'e kadar düştüğü belirtiliyordu. Sakarya ve Kocaeli'nin içme suyu ihtiyacını karşılayan Sapanca Gölü'ndeki su seviyesinin tehlike arz edecek boyutta düştüğü ve yağan yağmurların da seviyeyi yükseltmediği haberleri yıl boyunca gündemdeydi. Van Gölü'nde suların azalması sonucu ortaya çıkan tarihi kale de önemli haberler arasındaydı. Amerikalı uzmanların iklim değişikliği çerçevesinde 35 yılı bulabilecek uzun bir kuraklık döneminden bahsettikleri yönündeki haberler ise son derece ürkütücüydü. Dünya basınında Avustralya'nın çiftçilerine kuraklık desteği sağlayacağı haberi ise küresel ölçekte kuraklığın yaygın olduğunu gösteriyordu. Özellikle fındık ve kayısı ile ilgili fiyat artışı haberleri, sorunun sadece kuraklıkla sınırlı kalmadığını, don etkisinin de lokal sahalarda belli ihracat ürünlerimizi olumsuz yönde etkilediğini gösteriyordu. Kuraklığın ikiz kardeşi konumundaki sellerin de salçalık domates üretimimizin yarısını karşılayan Bursa'nın Karacabey ovasındaki üretimi tahrip ettiği haberi birçok sel baskını haberinden sadece bir tanesiydi. Sıcaklık farklarından meydana gelen ve kıyılarımızda sıklıkla görülmeye başlayan ve halkımızda korku yaratan hortumlar, iklimle ilgili olarak bir takım şeylerin kötü yönde değişmeye başladığının habercisiydi. Döviz kurlarındaki artış ile kuraklığın etkisinin elektrik ve doğal gaz fiyatlarına yansıması haberleri ise kuraklığın artık tüm üretim dalları ile tüketiciler üzerinde daha yaygın bir olumsuzluk oluşturmaya başladığını gösteriyordu. Kuraklık ve çeşitleri Kuraklığı, yağışların kaydedilen normal seviyelerinin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin bozulmasına sebep olan doğal olay olarak tanımlayabiliriz. Frekans, şiddet, süre ve etki alanı, kuraklığın niteliklerini belirlemektedir. Kuraklığın önemli etkileri arasında ise başlangıç ve bitişinin belirsiz oluşu, kümülatif artması, aynı anda birden fazla kaynağa etki etmesi ve ekonomik boyutunun yüksek olması sayılabilir. Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 1 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kuraklığın çeşitleri konusunda literatürde pek çok tanımlama bulunmakla birlikte en belirginleri meteorolojik, tarımsal, hidrolojik ve sosyo-ekonomik kuraklık kuraklıklardır. Meteorolojik kuraklık; belirli bir zaman periyoduna ait normallerden daha az yağış düşmesi olarak tanımlanır. Genellikle bölgeseldir. Devam eden bir meteorolojik kuraklık olayı hızlı bir şekilde kuvvetlenebileceği gibi aniden sona da erebilir. Tarımsal kuraklık; bitkinin kök bölgesinde büyüyüp gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Büyüme periyodu boyunca, belirli bir bitkinin suya ihtiyaç duyduğu belirli bir kritik döneminde yeterli toprak nemi olmadığı zaman tarımsal kuraklık meydana gelir. Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan sonra hidrolojik kuraklıktan önce ortaya çıkan tipik bir durumdur. Yüksek sıcaklık, düşük nispi nem ve kurutucu rüzgarlar yağışta meydana gelen azalmanın etkilerinin katlanmasına neden olur. Tarımsal üretimde ciddi kayıplara yol açar. Hidrolojik kuraklık; uzun süre devam eden yağış eksikliği sonucunda ortaya çıkan, yeraltı ve yerüstü sularının seviyelerinde meydana gelen azalmayı ifade eder. Hidrolojik kuraklık, meteorolojik kuraklık sona erdikten uzun süre sonra dahi varlığını sürdürebilmektedir. Sosyoekonomik kuraklık ise tüm kuraklık safhalarının son aşaması olarak ortaya çıkar. Su miktarındaki azalma artık toplumun üretim ve tüketim faaliyetlerini etkilemeye başlar. Tarım alanı varlığımız Tarım alanlarımız içerisinde çayır ve mera alanlarımız 14,6 milyon hektarlık bir alan kaplamaktadır. İşlenen tarım alanlarımızın ve uzun ömürlü bitkilerin kapladığı alanların miktarı ise 23,8 milyon hektar olup, toplam tarım alanı varlığımız 38,4 milyon hektara karşılık gelmektedir. Tablo 1. Tarım alanı büyüklükleri (milyon hektar) Toplam tarım alanı 38,4 İşlenen tarım alanı ve uzun ömürlü bitkiler Çayır–Mera alanı İşlenen tarım alanı Uzun ömürlü bitkiler 20,6 3,2 14,6 23,8 Kaynak: TÜİK (2013) Tarım alanlarımız içerisinde işlenen tarım alanlarımız 20,6 milyon hektarlık bir büyüklüğe sahiptir. Bu alanın 4,1 milyon hektarı nadas, 0,9 milyon hektarı sebze üretim alanları, 15,6 milyon hektarı ise tahıl ve diğer bitkilerin ekildiği alanlardan oluşmaktadır. İşlenen tarım alanlarımızın 11,5 milyon hektarlık kısmında tahıl ekimi yapılmakta olup tahıl alanlarımızın da 7,8 milyon hektarlık bölümünde buğday üretimi yapılmaktadır. Buğday üretimimizin toplam tahıl üretimimiz içerisindeki payı da yaklaşık %60’dır. 2 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 2. İşlenen tarım ve tahıl ekim alanları ile tahıl üretimi İşlenen tarım alanı (milyon hektar) Nadas 4,1 Sebze 0,9 20,6 Kaynak: TÜİK (2013) Tahıl vd. 15,6 Tahıl ekim alanı (milyon Tahıl üretimi (milyon hektar) ton) Buğday Diğer Buğday Diğer 7,8 3,7 22,1 15,4 11,5 37,5 Tahıl üretimimiz içerisindeki en büyük paya sahip buğday ekim alanlarımızın sadece %25’lik bölümü sulanmakta, üretimin %37’si bu alanlardan sağlanmaktadır. Buğday ekim alanlarımızın %75’lik bölümü kuru tarım (yağışa bağlı) tarım arazilerinden oluşmakta, üretimin de %63’ü bu alanlar üzerinden sağlanmaktadır. İşlenen tarım alanlarımızın %56’sında tahıl tarımı yapılması, tahıl alanlarımızın %50’sinde buğday üretimi gerçekleştirilmesi ve bu üretimin de büyük bölümünün yağmura bağlı olarak kuru tarım arazileri üzerinde yapılmasından dolayı bu çalışmada kuraklığın buğday üretimimiz üzerine etkileri ile sulama yöntemleri incelenmiştir. Tablo 3. Sulu ve kuru şartlarda buğday ekim alanları ve üretimi (%) Ekim alanı Sulu 25 Kaynak: TÜİK (2013) Üretim Kuru 75 Sulu 37 Kuru 63 Tarım yılı kuraklık ile başladı Tarım yılı 1 Ekim tarihi itibarıyla başlamakta ve bir sonraki yılın 30 Eylül tarihi itibarıyla sona ermektedir. Buğday ekim tarihleri bölgelerimize göre farklılıklar arz etmekle birlikte yoğunluklu olarak Ekim ve Kasım aylarında ekilmektedir. Buğday üretimimizin %25’ini sadece dört ilimiz sağlamaktadır; Ankara, Konya, Şanlıurfa ve Diyarbakır. Diğer önemli illerimiz Edirne, Tekirdağ, Eskişehir, Çorum, Yozgat, Sivas, Adana ve Mardin olup üretimin %25’ini sağlamaktadır. Buğday üretimimizin yaklaşık %50’sini sağlayan 12 ilimizin içinde yer aldığı İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerimizin 2013 yılı Sonbahar dönemi yağış verilerine baktığımızda Karadeniz Bölgemiz hariç diğer illerde yağışlarda önemli ölçüde düşmeler olduğunu, en büyük düşüşün de Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşandığını görüyoruz. Tablo 4. 2013 yılı Sonbahar mevsimi yağış analizi (%) Güneydoğu Anadolu Normaline göre -31 -39 Önceki Sonbahar -32 -52 Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü İç Anadolu Marmara Akdeniz Karadeniz -12 +13 -22 -25 +5 +18 Aralık ayı itibarıyla Karadeniz Bölgemizin yağışlarında da azalma görülmüş ve en kurak bölgemiz Marmara olmuştur. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 2013 tarım yılının ilk üç ayı olan Ekim, Kasım ve Aralık ayları kuraklık analizini incelediğimizde Orta ve Batı Karadeniz, Batı Anadolu, Doğu Akdeniz ve Doğu Anadolu’nun batı kısmının şiddetli kuraklık yaşadığını görüyoruz. Bu dönemde ekim yapmaya çalışan çiftçinin tohumları çürümüştür. Çiftçi tekrar sürüm yaparak ekim yapmayı denemiş, Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 3 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ancak yağış yetersizliği nedeniyle yeterli çimlenme olmamıştır. Bunun üzerine bazı çiftçiler buğday ekmekten vazgeçmiş başka ürünlere yönelmiştir. Tablo 5. 2013 yılı Aralık ayı yağış analizi (%) Güneydoğu Anadolu Normaline göre -77 -24 Önceki Aralık -85 -64 Kaynak: Meteoroloji Genel Müdürlüğü İç Anadolu Şekil 1. Marmara Akdeniz Karadeniz -67 -83 -65 -80 -5 -31 Meteorolojik Kuraklık Haritası Yeterli yağışın olmaması buğdayın Ocak ayında yapılması gereken gübrelenmesini de geciktirmiştir. Bunun üzerine Şubemiz 21 Şubat 2014 tarihinde yaptığı basın açıklaması ile bundan sonra tüm şartların olumlu olması halinde dahi en az %10’luk bir kayıp meydana geleceği belirtilmiştir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün havza bazlı yağış analizi bizlere 2014 yılı boyunca 25 su havzasından 19 adedine normalden daha az yağış düştüğünü göstermektedir. Don ve seller de üretimi olumsuz etkiledi Tarım yılı sadece kuraklık sorunu ile başlamadı. 2014 yılı Mart ayı sonu ve Nisan ayı başı itibarıyla İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgelerimizde yaşanan lokal don olayları özellikle fındık, kayısı, elma, kiraz, kivi ve çay bahçelerine zarar verdi. TÜİK’e göre zararın bilançosu TÜİK Bitkisel Üretim 1. Tahmini’ni 22 Mayıs 2014 tarihinde yayımladı. Buna göre Tahıl üretiminde %10,1, meyvede ise %4,5 düşüş olacağı, bu kapsamda buğday üretiminde %10,4, arpada %12,7, mısırda %6,8, kayısıda %55,1, fındıkta %23,5, 4 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 elmada %18,4, cevizde %12,4, kirazda %7,8, şeftalide %4,5 azalma olacağı tahmininde bulunuldu. TÜİK bu konudaki 2. tahmini ise 23 Ekim 2014 tarihinde yayımladı. Bunda ise tahıl ve diğer bitkiler üretiminde %6,5, meyvede %6,2, buğdayda %13,8, arpada %20,3, çeltikte %7,8, nohutta %11,1, kırmızı mercimekte %16,5, kayısıda %65,4, fındıkta %25, elmada %21, cevizde %13,9, kirazda %10,1, şeftalide %4,5 azalma olacağı belirtiliyordu. Kuraklığın bitkisel üretimimiz üzerindeki ağır bilançosu, sulamanın önemini ve su kaynaklarını korumanın önemini bir kez daha gündeme getirdi. Suyun tarımsal üretimdeki önemi Tarım sektöründe bitkisel üretim açısından su son derece önemlidir. Zira bir kg buğday üretebilmek için 1.827 litre, 1 kg soya için 2.145 litre, 1 kg mısır için 1.220 litre, çeltik için 2.500 litre su kullanılmaktadır. Bitkilerin kullanıldığı işlenmiş gıdalar üzerinden konuyu incelersek 1 kg buğday ekmeği için 1.608 litre, bir bardak bira için 74 litre, 1 kg patates cipsi için 1.040 litre, 1 kg rafine pancar şekeri için 920 litre, bir bardak çay için 30 litre, bir fincan kahve için 130 litre, 1 kg domates salçası için 710 litre su gerekmektedir. Tablo 6. Bir kg bitkisel ürün üretmek için gerekli su miktarı (litre) Buğday Arpa Soya 1.827 1.420 2.145 Kaynak: Mekonnen (2011) Mısır 1.220 Patates 290 Çeltik 2.500 Ş. Pancarı 132 Çay 8.860 Bitkilerden üretilen tarımsal yakıtlar ve su ilişkisine baktığımızda, soyadan 1 litre biyodizel üretmek için 11.400 litre, mısırdan 1 litre etanol için 2.854 litre, şeker pancarından 1 litre etanol için 1.188 litre su gerekmektedir. Tekstil sektörü açısından büyük önem arz eden 1 kg pamuklu kumaş üretmek için 10.000 litre, 250 gr ağırlığında bir pamuklu tişört için 2.500 litre suya ihtiyaç vardır. İşlenmiş meyveler ve su ilişkisine baktığımızda ise bir bardak portakal suyu için 200 litre, bir bardak şarap için 110 litre, bir bardak elma suyu için 230 litre su gerekmektedir. Tarımsal üretimin bir alt kolu olan hayvancılık ve hayvansal ürünlerin üretimi açısından da suyun önemi büyüktür. Bir kg piliç eti üretimi için 4.330 litre, 1 kg sığır eti için 15.400 litre, 1 kg yumurta için 200 litre, 1 kg çikolata için 17.000 litre, 1 kg büyükbaş hayvan derisi için 17.000 litre su gerekmektedir. Tablo 7. Bir kg hayvansal ürün üretmek için gerekli su miktarı (litre) Piliç eti Sığır eti Koyun eti 4.330 15.400 10.400 Kaynak: Mekonnen (2012) Keçi eti 5.520 Yumurta 3.300 Süt 940 Peynir 5.060 Tereyağ 5.550 Su potansiyelimiz Ülkemize ortalama 643 mm yağış düşmektedir. Bu yağış toplamda 501 milyar m3’e suya karşılık gelmektedir. Buharlaşan, yeraltına sızan, yüzey akışa geçerek ülkemizi terk eden, komşularımızdan ülkemize dahil olan suların sonucunda toplam kullanılabilir su potansiyelimiz 112 milyar m3’tür. Yılda kişi başına düşen su potansiyeli 1.000 m3’ten az olan ülkeler su fakiri, 1.0003.000 m3 olan ülkeler su stresi çeken ülke, 10.000 m3’ün üzerinde olan ülkeler ise su zengini olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen su potansiyeli yaklaşık Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 5 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 1.500 m3 olup, su fakiri olmamakla birlikte suyunu son derece dikkatli kullanması gereken ülkeler arasındadır. Suyun sektörel kullanımı Ülkemizde 112 milyar m3’lük toplam kullanılabilir su potansiyelimizin 46 milyar m3’ü (%41’i) projelendirilmiştir. Projelendirilmiş kısmın %74’ü tarımsal sulamalarda, %15’i içme-kullanma ve %11’i de sanayi sektöründe kullanılmaktadır. Tablo 8. Suyun sektörel kullanımı (milyar metreküp) Tarım 34 Kaynak: DSİ İçme-kullanma 7 Sanayi 5 Sulanabilir ve sulanan tarım arazisi miktarı Mevcut su potansiyelimiz ile teknik ve ekonomik olarak sulanabilecek tarım arazisi büyüklüğü 8,5 milyon hektardır. Bu alanı ileri sulama yöntemleri kullanarak 12,5 milyon hektara yükseltmek mümkündür. Cumhuriyet tarihi boyunca bu alanın ancak %67’si (5,733 milyon hektar) sulamaya açılabilmiştir. Bunun 3,443 milyon hektarlık kısmını DSİ (%60), 1,3 milyon hektarlık kısmını mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve İl Özel İdareleri (%22,7), yaklaşık 1 milyon hektarlık kısmını da halk sulamaları (%17,3) oluşturmaktadır. Geri kalan 2,767 milyon hektarlık kısmın DSİ tarafından 2023 yılına kadar sulamaya açılması hedeflenmektedir. Sulamaya açılan tarım alanlarımızın %80’i yerüstü, %20’si ise yeraltı su kaynakları ile sulanmaktadır. Tablo 9. Sulanabilir ve sulanan alanlar (milyon hektar) Sulanabilir alan 25,8 Kaynak: DSİ Ekonomik sulanabilir alan 8,5 Sulanan alan 5,7 Sulanacak alan 2,8 Sulama ve sulama yöntemleri Sulama, bitkilerin normal gelişmesi için gerekli olan, ancak doğal yağışlarla karşılanamayan suyun, bitkilerin istediği zaman ve miktarda verilmesi olayıdır. Sulama yöntemi ise suyun toprağa, bitki kök bölgesine veriliş biçimi olarak ifade edilir. Sulama yöntemlerini yüzey sulama, basınçlı sulama yöntemleri olarak iki gruba ayırabiliriz. Salma, tava, uzun tava ve karık sulamaları yüzey sulama yöntemlerini oluştururken, yağmurlama, damla, ağaç altı mikro ve sızdırma sulama yöntemleri de basınçlı sulama yöntemlerini oluşturmaktadır. Tablo 10. Sulama yöntemleri Yüzey sulama yöntemleri 1- Salma sulama yöntemi 2- Tava sulama yöntemi 3- Uzun tava sulama yöntemi 4- Karık sulama yöntemi Basınçlı sulama yöntemleri 1- Yağmurlama sulama yöntemi 2- Damla sulama yöntemi 3- Ağaç altı mikro sulama yöntemi 4- Sızdırma sulama yöntemi Yüzey sulama yöntemlerinden tava sulama yöntemi genellikle sık ekilen hububat, yem bitkileri ve çayır mera bitkileri ile meyve bahçelerinin sulanmasında kullanılmaktadır. Uzun tava sulama yöntemi, çeltik dışında kök boğazının ıslanmasından kaynaklanan 6 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 hastalıklara duyarlı olmayan ve sık ekilen bitkiler ile meyve ağaçlarının sulanmasında kullanılır. Karık sulama yöntemi bitki kök boğazının ıslatılmasından zarar gören bitkilerin sulanmasına çok uygundur, sıraya ekilen ya da dikilen bitkilerle meyve bahçeleri ve bağların sulanmasında kullanılır. Basınçlı sulama yöntemlerinden yağmurlama sulama özellikle şeker pancarı, patates, yonca ve hububat gibi bitkilerin sulanmasında ideal bir yöntemdir. Bütün tarla bitkileri ile birçok sebzenin sulanmasında rahatlıkla kullanılabilir. Damla sulama yöntemi, başta seralar olmak üzere meyve bahçeleri, sıraya ekim yapılan sebzeler, kesme ve saksı çiçekçiliğinde tercih edilmektedir. Ayrıca pamuk, mısır, soya fasulyesi gibi endüstri bitkilerinin sulanmasında da bu yöntem yaygın olarak kullanılmaktadır. Sulama yönteminin seçiminde dikkat edilmesi gereken en önemli etkenlerden biri yetiştirilecek bitki çeşididir. Bu bağlamda ürün bazında uygulanması gereken kimi sulama yöntemleri aşağıda belirtilmiştir. Damla Sulama Yöntemi: Biber, hıyar, kabak. Yağmurlama Sulama Yöntemi: Patates. Damla ve Karık Sulama Yöntemleri: Domates, patlıcan, kavun, fasulye, bezelye. Yağmurlama ve Karık Sulama Yöntemleri: Marul, brokoli, karnıbahar, havuç. Damla, Yağmurlama ve Karık Sulama Yöntemleri: Karpuz, çilek, lahana, enginar. Tava, Karık ve Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Ispanak. Tava, Yağmurlama ve Mini Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Kayısı. Karık, Tava, Damla ve Mini Yağmurlama Sulama Yöntemleri: Elma, erik, şeftali, kiraz, vişne, turunçgiller. Sulama yönteminin seçimine etki eden diğer faktörler Sulama suyu bir akarsudan saptırılarak alınacaksa, sulanacak alana genellikle açık kanal sistemiyle getirilir ve yüzey sulama yöntemlerinden biri seçilir. Su, gölet ya da baraj gibi yapılarda depolandıktan sonra alınacaksa ve su depolama yapıları gerekli işletme basıncını sağlayacak kadar yüksekte ise enerji masrafı gerektirmeyeceğinden basınçlı sulama yöntemlerinden biri seçilir. Sulama suyu, derin kuyulardan ya da akarsulardan dinamik yüksekliği fazla pompa birimi ile sağlanacaksa, suyu yüzeye çıkarmak için önemli ölçüde enerji masrafı yapılacağından, bu durumda sulama randımanı yüksek olan basınçlı sulama yöntemlerinden biri seçilmelidir. Su kaynağının debisi kısıtlı, ancak sulanacak arazinin fazla olduğu koşullarda, suyun yüksek randımanla kullanılması gerektiğinden, basınçlı sulama yöntemlerinden biri, özellikle damla sulama yöntemi seçilmelidir. Sulama suyunun fazla miktarda sediment taşıması, ayrıca alg ve diğer yüzücü cisimlerin fazla olması durumunda, basınçlı sulama yöntemlerinin uygulanması sakıncalıdır. Bu koşullarda, yüzey sulama yöntemlerinin uygulanması daha doğru olacaktır. Tuzlu sulama suyunun kullanılmasının zorunlu olduğu durumlarda yüzey sulama ve yağmurlama sulama yöntemleri seçilmez. Bu durumda, özellikle yıllık yağışın 300 mm den fazla olduğu yörelerde damla sulama yöntemi uygulanabilir. Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 7 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kullanılabilir su tutma kapasitesi yüksek olan (killi) topraklarda, sulama aralığı geniş ve uygulanacak sulama suyu miktarı fazla olacağından bu durumda yüzey sulama yöntemlerinden biri seçilmelidir. Kullanılabilir su tutma kapasitesi düşük olan (kumlu) topraklarda, her defasında az miktarda sulama suyu sık aralıklarla uygulandığından basınçlı sulama yöntemlerinden biri kullanılır. Geçirimsiz tabaka bulunan ya da taban suyunun yüzeye yakın olduğu topraklarda daha kontrollü sulamanın yapılabildiği basınçlı sulama yöntemlerinden biri seçilir. Tuzlu topraklarda sulama suyuna ek olarak yıkama suyu da uygulanır. Yıkama suyu en iyi tava ve yağmurlama sulama yöntemleri ile uygulanır. Tuzlu topraklarda bu sulama yöntemleri tercih edilmelidir. Karık ve sızdırma yöntemleri ise kesinlikle uygulanmamalıdır. Taşlı topraklarda arazi tesviyesi güç olduğundan böyle arazilerde basınçlı sulama yöntemleri kullanılmalıdır. Düz fakat dalgalı yapı gösteren araziler için yine basınçlı sulama yöntemleri uygundur. Erozyona duyarlı topraklarda basınçlı sulama yöntemleri seçilmelidir. Ancak, yağmurlama sulama yöntemi seçilirse, yağmurlama başlıklarından çıkan su damlacıklarının çapı küçük olacak biçimde işletme basıncı yüksek tutulmalıdır. Aksi halde iri su damlaları da erozyona neden olacaktır. Hakim rüzgarın hızlı ve sıcaklığın yüksek olduğu yerlerde yağmurlama sulama yöntemi fazla su kaybına neden olacağından, bu yerlerde yüzey sulama yöntemleri uygulanmalıdır. Tarımda su tasarrufu Kök bölgesinde depolanan su miktarının kaynaktan alınan su miktarına oranına sulama randımanı denmektedir. Sulama randımanı yüzey sulama yöntemlerinde yaklaşık %40, basınçlı sulama yöntemlerinden yağmurlama sulama yönteminde %70 ve damla sulama yönteminde %90 civarındadır. Yüzey sulama yöntemlerinde dereden alınan 100 litre suyun sadece 40 litresi bitki kök bölgesinde depolanabilmekte, 60 litresi taşıma ve tarlaya verilme esnasında kaybedilmektedir. Sulama randımanını artıran ve sulama suyunu tasarruflu kullanan sulama yöntemleri ile tarımda kullanılan suyun yarısından fazlası tasarruf edilebilmektedir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Toprak ve Su Kaynaklarını Araştırma Enstitüleri tarafından yapılan denemelerde basınçlı sulama yöntemlerinin yüzey sulama yöntemlerine göre büyük su tasarrufu ve verim artışı sağladığı görülmektedir. Örneğin, buğdayda yağmurlama sulama uygulanması halinde %48 su tasarrufu sağlanırken verimde de %32 artış kaydedilmiştir. Mısır bitkisinde damla sulama yapıldığında %72 oranında su tasarrufunun yanında %30 verim artışı sağlanmıştır. Tablo 11. Basınçlı sulama yöntemlerinin sağladığı su tasarrufu (%) BİTKİ Buğday Mısır Pamuk Ş. Pancarı Kiraz Damla Sulama Yöntemi Sulama suyu Verim tasarrufu artışı 72 30 62 21 65 46 70 30 Yağmurlama Sulama Yöntemi Sulama suyu Verim tasarrufu artışı 48 32 33 15 32 40 40 - Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı 8 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yine Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Toprak ve Su Kaynakları Araştırma Enstitüleri tarafından pamuk bitkisi özelinde yapılmış bir çalışma da basınçlı sulama yöntemleri kullanılması halinde aynı su miktarı ile sulanabilecek alanın %50’nin üzerinde artırılabileceğini göstermektedir. Tablo 12. Pamukta sağlanabilecek su tasarrufu Sulama Yöntemi Yüzey (Salma) Yağmurlama Damla Sulama suyu (m3/ha) 14.167 6.900 5.350 Su tasarrufu (m3/ha) 7.267 8.815 Toplam su tasarrufu (milyon m3) 4.242 5.147 İlave Sulanabilecek alan ha % 299.457 +51 363.332 +62 Kaynak: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Yaklaşık olarak 580 bin hektarlık bir pamuk ekim alanı baz alınarak yapılan bu çalışmaya göre, yüzey sulama yöntemi yerine, yağmurlama sulama yöntemi uygulayarak 880 bin hektar (+%51), damla sulama yöntemi uygulayarak da 940 bin hektar alanda (+%62) sulu pamuk tarımı yapabilme olanağı oluşmaktadır. Basınçlı sulama yöntemleri, yüzey sulama yöntemlerine göre su tasarrufu ve verim artışı sağlamalarının yanında %40 enerji, %50 gübre ve %30 tarım ilacı tasarrufu da sağlamaktadır. 2012 yılı verilerine göre DSİ tarafından geliştirilen sulamalarda bitki deseni %19 pamuk, %14 hububat, %22 mısır, %5 şeker pancarı, %5 sebze, %2 bakliyat, %7 meyve, %4 narenciye, %4 ayçiçeği, %4 yem bitkisi, %2 bağ ve %12 diğer ürünler şeklindedir. Sulama projeleriyle hububatta %173, baklagillerde %236, şeker pancarında %86, pamukta %273, mısırda %625, meyvede %147, narenciyede %155, sebzede %143 verim artışı sağlanmıştır. Sulu tarım ile gayri safi milli zirai gelir de yaklaşık 6 kat artmıştır. DSİ’nin 2012 yılı verilerine göre sulama öncesi projesiz durumda ortalama gayri safi milli zirai gelir 113,6 TL/dekar iken, sulama sonrasında 675,6 TL/dekar olmuştur. Sulama suyu kalitesi Modern sulamada sulama suyu miktarı, sulama zamanı ve sulama yöntemi kadar sulama suyunun kalitesi de önemlidir. Toprak ne kadar verimli olursa olsun, modern sulama yöntemleri ne kadar iyi kullanılırsa kullanılsın sulamada uygun kaliteli su kullanılmadığı zaman ürün miktarı ve kalitesi düşer, toprakta kısa süre içinde tuzlulaşma-çoraklaşma sorunu başlar. Sulama suyunun kalitesi sudaki çözünmüş tuzların miktarı ile belirlenir. Sulama suyu içerisinde en çok sodyum, magnezyum ve kalsiyum tuzları bulunur. Özellikle sodyum toprak yapısını çok hızlı bozar ve tarımda kullanılamayacak hale getirir. Sulama suyunda fazla miktarda bulunduğunda bitkiye zehir etkisi yapan elementler de bulunabilir. Bunların başında bor elementi gelir. Bakır, kurşun, çinko gibi elementler de aşırı dozlarda bitkilerde zehir etkisi yapan elementlerdir. Bu elementler ayrıca çevre kirliliğine de yol açarlar. Bu nedenle sulama suyu kullanılmadan önce mutlaka tuzluluk ve zehir etkisi yapan elementler açısından önceden tahlil ettirilmelidir. Tarımda suyun yanlış kullanımı, tuz birikimi ve çölleşme Tuz toprakta ana materyalden kaynaklı bulunabilir ya da sulama suyu içinde toprağa dahil olabilir. Her iki durumda da sulama suyu, tuzu taban suyuna ulaştırmakta ve orada biriktirmektedir. Drenaj sistemi kurulmamış ve fazla su ortamdan uzaklaştırılamamışsa, Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 9 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 aşırı sulamayla taban suyu yukarı doğru harekete geçer, kılcal kanallar vasıtasıyla toprak yüzeyine dek ulaşır, yüzeye ulaştığında ise sıcağın etkisiyle su buharlaşır ve içindeki tuzu toprak yüzeyinde bırakır. Zamanla toprak çoraklaşır. Toprağa ekilen tohumlar çimlenememeye başlarlar. Tuz toprak yapısını bozarak geçirimliliğini azaltır. Toprakta yeterli nem bulunsa bile bitki bundan yararlanamaz, beslenemez ve gelişemez. Buna fizyolojik kuraklık denir. Olumsuzluğun devamında ise çölleşme yaşanır. Bugün dünyada tuzlanmanın yılda 2 milyon hektar alanla yayıldığı ve bu nedenle sulama sayesinde elde edilen üretim artışının sağladığı gelirlerin büyük oranlarda azalmasına neden olduğu görülmektedir. Bugün GAP bölgesinde sulanabilir arazi miktarımız 1,8 milyon hektardır. Bugüne dek DSİ tarafından yaklaşık olarak 300 bin hektarlık arazi sulamaya açılabilmiştir. Drenaj tesis edilmemiş bu alanların önemli bir bölümü tuzlanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Fırat Nehri’nin iyi kalitedeki suyu bile her yıl 10 dekarlık bir araziye 1,1 ton tuz bırakmaktadır. Ülkemizde tuzlu, sodyumlu ve borlu arazilerin miktarı 1,6 milyon hektara ulaşmıştır. Tuzlu arazide tarım yapılırken göz önünde bulundurulması gerekenler Mevcut tuz şartlarına dayanıklı bitkiler seçilmelidir. Bu bağlamda tarla bitkilerinden arpa, pamuk, şeker pancarı, buğday, sebzelerden kabak, karnabahar, domates, hıyar, meyvelerden hurma, greyfurt, portakal ve şeftali yetiştirilebilir. Bor sorunu görülmesi halinde pamuk, domates, bakla, şekerpancarı, hurma, mısır, enginar ekimi ve dikimi tercih edilebilir. Tohum çevresinde tuz birikimini engelleyecek şekilde ekim yapılmalıdır. Bu amaçla sırta ekim yapılması en önemli yöntemdir. Ayrıca tuzun kaynağına uygun olarak sulama yöntemi seçilmelidir. Kirli suların tarımda kullanılması sorunu Ülkemizde yaşanan ciddi kuraklığın bir sonucu olarak Malatya’da çiftçiler kanalizasyon borularını kırarak tarlalarına yönlendirdiler. Aslında ülkemizde pek çok yerleşim biriminde hala kanalizasyonların doğrudan akarsulara verildiği düşünüldüğünde bu durum tarımsal üretimimiz, dolayısıyla halk sağlığı açısından büyük risk oluşturmaktadır. Kanalizasyon suları pek çok patojen (hastalık yapan) mikroorganizma içermektedir. Bunların içerisinde bakteriler toprakta 20-70 gün, bitki yüzeyinde 5-30 gün, virüsler toprakta 100 gün, bitki yüzeyinde 60 gün, protozoa toprakta 20 gün, bitki yüzeyinde 10 gün, helmitler toprakta aylarca, bitki yüzeyinde 1-2 ay kalabilmektedir. Bu patojen mikroorganizmalardan bakteriler salmonella enfeksiyonu, tifo, dizanteri, kolera, verem, lejyoner hastalığı, ishal ve ateşe; virüsler çocuk felci, hepatit, solunum rahatsızlığı, kalp kası ve beyin iltihabı, menejit, döküntü, ishal, kusma ve ateşe; protozoa amipli dizanteri, dizanteri, ağır enfeksiyon, bağırsak ve sinir rahatsızlıkları ile ishale; helmitler ise parazitik enfeksiyon, kansızlık, bağırsak enfeksiyonları, paraziter bulaşıcı hastalıklar, tenya-kılkurdu-yassı kurt-yuvarlak solucan bulaşımları, ateş ve karın ağrısına yol açmaktadır. Diğer yandan arıtılmadan akarsulara verilen sanayi atıkları belirtilen risklerin yanında ağır metal içerikleri nedeniyle toprakta ve suda kirliliğe, insan ve hayvanlarda ciddi sağlık sorunlarına yol açarlar. 10 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Sonuç Tüm dünyada ve ülkemizde en fazla kullanılan yöntem suyun çok fazla kullanılmasını gerektiren yüzey sulama yöntemleridir. Bugün dünyada sulanan arazilerin %95’inde bu yöntem kullanılmaktadır. Ülkemizde ise sulamaya açılmış alanların %83’ünde yüzey sulama yöntemleri, %17’sinde basınçlı sulama yöntemleri kullanılmaktadır. Yüzey sulama yöntemlerinde bitkiye 1 m3 su verebilmek için yaklaşık 2 m3 su kullanmak gerekmektedir. Yüzey sulama yöntemlerinde suyun fazla kullanılmasından dolayı verilen su bitki kök derinliğinin çok daha altına gitmekte, bitki besin maddelerini bitki kök seviyesinden uzaklaştırmak suretiyle de toprağın verimsizleşmesine neden olmaktadır. Küresel ısınmanın kuraklık etkisi ve su kaynaklarımızın küçülmesi sorunları göz önünde bulundurulduğunda su tasarrufu sağlayan basınçlı sulama yöntemlerinin ülkemizde yaygınlaştırılması gerektiği açıktır. Tarımda sulama suyunun daha etkin kullanılabilmesi için göz önünde bulundurulması gereken faktörler aşağıda belirtilmiştir; İklim, toprak ve topoğrafya şartları elverişli olan tüm alanlarda yağmurlama ve damla sulama yöntemlerinden biri seçilmelidir. Ancak bu seçim esnasında toprak ana materyalinden kaynaklı bir tuzluluk varsa yağmurlama, sulama suyunda tuzluluk varsa damla sulama yöntemi tercih edilmelidir. Suyun kısıtlı kullanımının yaygınlaştırılması ve sulama sahalarının genişletilmesinin sağlanması bir zorunluluk haline gelmiştir. Bitkinin en fazla suya ihtiyaç duyduğu dönemlerde sulama yapılması, bunun dışında kısıtlı sulama yapılması ya da tamamen sulamanın kesilerek buradan tasarruf edilen suyla daha geniş alanların sulanmasının sağlanması gerekir. Sulamanın kısıtlandığı alanda verim düşüklüğü yaşanması kaçınılmazdır, ancak tasarruf edilen suyun kurak alanlarda kullanılması ile toplamda üretim ve gelir artışı daha fazla olacaktır. Tarımda toprağın nemini muhafaza edecek yöntemler kullanılmalıdır. Sürekli ticari gübrelerin tarımsal üretimde kullanılması toprak yapısını bozmakta, toprağın su tutma kapasitesini düşürmektedir. Yeşil gübreleme ve hayvan gübresi kullanılması ise toprağın su tutma kapasitesini artırmaktadır. Toprak işleme nem kaybına neden olduğundan doğrudan ekim mibzeri kullanılarak toprak işlemesiz tarım tercih edilmelidir. Kuraklığa ve tuzluluğa dayanıklı bitki çeşitlerinin geliştirilmesi sağlanmalıdır. Artan nüfusun su ihtiyacının yeterince karşılanabilmesi için su havzaları yerleşim ve sanayi tesisleri ile işgal edilmemeli, su kaynakları kirletilmemeli, temiz su kaynakları ve doğal baraj olarak görev yapan mera ve ormanlar azaltılmak yerine çoğaltılmalıdır. Günümüzde sulama yatırımlarını gerçekleştiren kamu kurumları sulama tesislerini kullanıcılarına (köy tüzel kişiliği, belediye, sulama birliği, sulama kooperatifleri, vd.) devrettiklerinden, tesisin devamlılığının sağlanması açısından devlet desteği sağlanmalı ve sulama konusunda eğitim verilerek takibi yapılmalıdır. Yapılan incelemelerde iyi işletilen tesislerde alanın %66’sı, iyi işletilmeyen tesislerde %33’ü ancak sulanabildiği tespit edilmiştir. Çiftçinin dağınık ve çok parçalı parsellerinin toplulaştırma projeleri ile bir araya toplanması verimi artıracaktır. Tarımsal sulamada kullanılan sular kirletilmemeli, arıtılarak kullanılan suların gerekli standartları sağladığından emin olunmalıdır. Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK 11 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kaynakça Akar M., Silay A.E., Akkaya H., Tomar A. Sulama araç, yöntem ve organizasyonlarının geliştirilmesi. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak 2010, Ankara Akıncı M. Kısıtlı Kısıtlı sulama. KHGM Akıncı M. Sulama Sistemleri. KHGM Çakmak B., Aküzüm T. Ve ark. Su kaynaklarının geliştirme ve kullanımı. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara Çakmak B., Yıldırım M., Aküzüm T. Türkiye’de tarımsal sulama yönetimi, sorunlar ve çözüm önerileri. TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi, 20-22 Mart 2008, Ankara DPT, Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ÖİK Raporu: 571, Ankara 2001 İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ocak 2007 Kanber R., Çakır R., Tarı A.F. Sulama ve drenaj mühendisliği. KHGM, Yayın No: 122, Ankara 2003 Kapluhan E. Türkiye’de kuraklık ve kuraklığın tarıma etkisi. Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı:27, Ocak-2013, S.487-510, İstanbul Korkmaz H. Amik Ovası’nda kurak devre ile buğday, pamuk ve mısır tarımı arasındaki ilişki. Mustafa Kemal Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:2009, Cilt:6, Sayı:11, S. 56-68 Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. The green, blue and grey water footprint of crops and derived crop products. Hydrology and Earth System Science (2011) 15: 15771600 Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. A global assessment of the water footprint of farm animal products. Ecosystems (2012) 15: 401-415 Öztürk A. Kuraklığın kışlık buğdayın gelişmesi ve verimine etkisi. Tr. J. of Agriculture and Forestry, 23 (1999) 531-540, Tübitak Sönmez B. Türkiye Çoraklık Kontrol Rehberi. Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Teknik Yayın No: 33, Ankara 2003 Süzer S. Buğday Tarımı. Trakya Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü. Tepeli E., Bülbül R. Ve ark. Sulama. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı-YAYÇEP, 2005 Water for People Water for Life, The United Nations World Water Development Report, UNESCO-WWAP, March 2003 Water, A Shared Responsibility, The United Nations World Water Development Report 2, Worl Water Assesment Programme, UN Educational Scientific and Cultural Organization, Berghahn Boks, UN Water, 2006 www.dsi.gov.tr, www.fao.org, www.meteor.gov.tr, www.tarim.gov.tr 12 Kuraklık ve Tarım Ahmet ATALIK BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Bölümü, degirmenci@ksu.edu.tr Özet İklim değişikliği; karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişikliktir. Alınan yağış miktarının belirli süre içerisinde beklenilen miktarın altında kalması olarak ifade edilen kuraklık ise, nem miktarındaki dengesizliğin su kıtlığı ile ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Tarımsal kuraklık; bitkinin kök bölgesinde, büyüyüp gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Tarımsal kuraklık ürün verimlerini ciddi oranda düşürebilir. Yüksek sıcaklıklar, düşük nisbi nem ve kurutucu rüzgarlar yağış azlığının etkilerinin katlanmasına sebep olur. Bu çalışmada; iklim değişikliğine etki eden etmenler, iklim değişikliğinin Türkiye’de etkileri, Türkiye’nin iklim politikası, kuraklığın, çevresel, ekonomik ve sosyal etkileri ve ülkemizde yapılan kuraklık çalışmaları değerlendirilecektir. Ayrıca, su kaynaklarımız ve tarımsal açıdan su yönetimi ve alınması gereken önlemler ve öneriler üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Kuraklık, Tarımsal Kuraklık, İklim değişikliği, Sulama Suyu Yönetimi ve Kısıntılı Sulama Abstract Climate change, in addition to natural climate variability observed over comparable time periods, is the change in the climate which has a direct or indirect result of human activity that alters the composition of the global atmosphere. And drought which is expressed as lack of precipitation, is defined as the relationship between unbalance in moisture quantity and water scarcity. Agricultural drought; in the plant root zone, is expressed as a lack of sufficient humidity condition for growth and development. Agricultural drought may reduce the yield significantly. High temperatures, low relative humidity and drying winds may increase the effect of lack of precipitation. In this study, factors affecting climate change, climate change effects in Turkey, Turkey's climate policy, environmental, economic and social impacts of drought and drought works in Turkey will be evaluated. In addition, water resources and agricultural perspective will be focused on water management, measures and recommendations which should be taken. Keywords: Drought, Agricultural Drought, Climate Change, Deficit Irrigation Water Management and Irrigation 1.Giriş İklim değişikliği dünyanın en büyük sorunlarının odak noktasında sayılmaktadır. İnsanlar yaşayabilmek için tarım yapmaya muhtaçtırlar. İstenilen ürünü elde etmek ve gereken miktarda üretmek içim iklim koşullarının uygun olması şarttır. Belirli bir zaman diliminde; insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının atmosferde birikmesi sonucu sera etkisiyle ortalama sıcaklığın artması iklim değişikliği olarak adlandırılır. Bu değişimler tarımsal üretimimizi direkt ya da dolaylı yollardan önemli ölçüde etkilemektedir. İklim değişikliğinin neden olduğu en önemli problemlerden biri kuraklıktır. Yağışların azalması ile oluşan kuraklık nedeniyle tarımsal üretimimizde bitkiler için ihtiyacımız olan suyun yetersiz ya da hiç karşılayamamamız anlamına gelmektedir. Dünya ülkelerinin kuraklık ile karşılaşabilecek sorunlarla baş edebilmesi için su kullanımına önem göstermeleri gerekmektedir. Bunun içinde iyi bir sulama işletme yönetimi ve planlaması yapılmalıdır. Dünyada iklim değişikliğine neden olan faktörlerin başında; fosil Yakıtların kullanılması (ısınma, ulaşım, sanayi, enerji), endüstriyel üretim, atık, arazi kullanım değişikliği ve ormansızlaşma gelmektedir. 2.İklim Değişikliği ve Kuraklık 2.1. İklim Değişikliği Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişikliktir(Anonim, 2014d). İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN 13 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Gezegenimizin atmosferi tıpkı bir sera gibi çalışır. Yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının neredeyse yarıya yakını yeryüzünden yansır. Atmosferimiz, sera gazı olarak da nitelendirilen karbondioksit, metan, su buharı, ozon, azot oksit vb. gazlar sayesinde yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tekrar yeryüzüne gönderir. Bir battaniye işlevi gören sera gazları sayesinde yeryüzündeki ortalama sıcaklık, insanlar, hayvanlar ve bitkilerin hayatını sürdürmesine imkân verecek bir ısı düzeyini, 15°C’yi yakalar. Sera gazları olmasaydı, yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18°C civarında olurdu. Sera gazlarının bu doğal etkisi “sera gazı etkisi” olarak adlandırılır. Atmosferdeki sera gazlarının oranı, 1750’li yıllarda başlayan sanayi devrimi sonrasında artmaya başlamış, karbondioksit oranı %40’lık bir artış göstererek 280 ppm’den 394 ppm’e ulaşmıştır. Küresel iklim değişikliğine yol açan etkenlere baktığımızda sera gazı emisyonlarında insan faaliyetleri sonucunda gözlenen artış, başta kömür olmak üzere fosil yakıtların yakılması, atmosferdeki karbondioksit oranının artması, IPCC’ye göre 2004 yılındaki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının %56’sı fosil yakıt kullanımında ortaya çıkmakta karbondioksit, %17’lik payla ormansızlaşma, fosil yakıtlar arasında ana sorumlu olarak kömür başrollerde yerini alır. Küresel ölçekte birincil enerji talebinin %27’si kömürden sağlanırken, enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının %43’ü kömür kaynaklıdır. Kömürü %36 ile petrol, %20 ile doğalgaz takip eder. Kömür, üretilen bir birim enerji başına doğalgazın 1,7 katı CO2’yi atmosfere salar. Bu kömürü CO2 salınımında üst sıralara koyulmasının en önemli nedenidir(Anonim, 2014c). İklim değişikliğinin etkileri (Anonim, 2014c); Sıcaklıklardaki artış, Kuraklık, seller, şiddetli kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı ve etkisinde artış, Okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış, Buzulların erimesi gibi etkenler sonucunda bitkiler, hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra insan toplulukları da ciddi risk altındadır. Bilim dünyası, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini en aza indirmek için ortalama sıcaklıklardaki artışın azami 2°C ile sınırlanması gerektiğini belirtiyor. Bu hedefin tutturulması için atmosferdeki CO2 oranının 450 ppm seviyesini aşmaması gerekiyor. Mevcut politikalar ve uygulamalar ile bu orandaki artışın devam edeceği öngörülüyor. Türkiye’nin güney bölgelerinde, özellikle Akdeniz’in kıyı kesimlerinde, 2070’li yıllar için tahmin edilen yağış, şimdikinden %29.6 daha az olacaktır. Bunun aksine, Karadeniz kıyısı boyunca yağışta %22’ye ulaşan oranlarda bir artış kestirilmektedir. Model, ülkenin farklı bölgelerinde, 2.8-5.5 °C’ lik sıcaklık artışı olabileceğini tahmin etmektedir. Sıcaklıktaki bu artış, atmosferde daha yüksek bir buharlaştırma talebine yol açabilecektir (ortalama olarak Akdeniz kıyı bölgelerinde % 18.4, Karadeniz kıyı şeridinde % 22.2 ve tüm ülkede % 17.8). Böylece, Kuzey-Doğu bölgesi hariç tüm Türkiye için kuraklıkta bir artış öngörülmektedir(Önder ve ark. 2009). Türkiye’nin gelişimi göz önüne alındığında, geçmiş yıllar göz önünde bulundurarak, sera gazı emisyon azaltım sözü vermesi mümkün değildir. Türkiye emisyon sınırlamasını, sürdürülebilir kalkınmasını ve yoksullukla mücadele çabalarını olumsuz yönde etkilemeyecek şekilde alacağı önlemler yoluyla gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Ayrıca, Türkiye, ulusal programlarına ve stratejilerine uygun azaltım faaliyetlerini ölçülebilir, raporlanabilir ve doğrulanabilir şekilde yapacağını belirtmektedir(Anonim, 2014i) 14 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 1. Türkiye’nin 2012 Ulusal Sera Gazı Envantari(Anonim, 2014i) Dünya Bankası karbondioksit emisyonlarının şu andaki artış hızıyla 2060 yılında ortalama sıcaklıklardaki artışın 4°C’yi bulacağı uyarısını yaparken, bu artışın etkilerinin özellikle yoksul kesimlerce hissedileceğini belirtiyor. 2.2. İklim Değişikliğinin Türkiye’deki Etkileri Ülkemizin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası, küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisidir. Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek 2°C’lik bir sıcaklık artışı, beklenmeyen hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman yangınlarının sayısında ve etkisinde artış, kuraklık ve bunlar dolayısıyla biyolojik çeşitlilik kaybı, turizm gelirlerinde azalma, tarımsal verim kaybı ve en önemlisi kuraklık olarak etkilerini hissettirecektir. İklim değişikliğinin başlıca etkileri şöyle olacak; sıcaklık artışı 2030’lu yılların sonuna kadar sınırlı kalacak, bu dönemden sonra hızlı bir artış gözlenecek, mevsimsel ve bölgesel farklılıklar göstermekle beraber sıcaklık artışının kış mevsiminde 4°C, yazın ise 6°C civarına ulaşması bekleniyor (1960-1990 döneminde göre), kış yağışlarında Türkiye’nin genelinde azalma görülürken bir tek Kuzey Anadolu’nun doğu yarısında yağışlarda artış görülecek. 2011 yılında yayımlanan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’da, Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklığın gelecek yıllarda 2,5°-4°C artacağını, artışın Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç bölgelerinde ise 5˚C’yi bulacağını öngörürken, Türkiye’nin yakın gelecekte daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacağını ortaya koyuyor (Anonim, 2014c). Türkiye’nin gelecekte hangi seviyede iklim değişiklikleri yaşayacağını anlayabilmek için HadAMP3 küresel iklim modelinin geçmiş (1961-1990) ve gelecek (2071-2100) A2 senaryosu çıktılarına dayanan PRECIS(Providing REgional Climates for Impacts Studies) Bölgesel İklim Modeli simülasyonları analiz edilmiştir. Simülasyon sonuçlarında, Türkiye ve bölgesinde sıcaklıklar, diğer model ülkelerin çalışmalarının sonuçlarına benzer şekilde artış göstermiştir. Isınma oranları, ortalama sıcaklıklarda Türkiye'nin kıyı bölgeleri dışında 5-6 °C olarak öngörülmektedir. Kış mevsiminde sıcaklıklar doğuda (4-6 °C), buna karşılık yaz mevsiminde batıda (6-7 °C) daha fazla artacaktır. İlkbahar ve sonbahar mevsiminde ise ülke genelinde 4-5 °C’lik artış beklenmektedir. Maksimum sıcaklıklarda beklenen değişim Türkiye genelinde 5-6 °C’dir. Kış ve ilkbahar mevsimlerinde en büyük ısınma oranları (6-7 °C) ile Doğu İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN 15 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Anadolu'nun iç bölümlerinde öngörülmektedir. Yaz mevsiminde ise geniş ölçekli 8 °C'yi bulan yüksek artışlar göze çarpmaktadır. Minimum sıcaklıklar, kış mevsiminde doğu bölgelerinde (5-6 °C) ve yaz mevsiminde Ege Bölgesinin iç bölümlerinde daha fazla (7-8 °C) artacaktır. Türkiye’nin alansal olarak elde edilen yıllık sıcaklık değişim eğrilerinde 2071-2088 yılları arasında sıcaklıklar ortalama civarında gerçekleşirken 2088-2100 yılları arasında atış trendi gözlenmektedir (Demir ve ark. 2008). 2.3. Türkiye'nin İklim Politikası Türkiye’nin toplam ekolojik ayak izinde en büyük pay, %46 ile karbon ayak izine aittir. 1961-2007 yılları arasında en büyük artış da karbon ayak izinde gerçekleşmiştir. Ülkemizin sera gazı emisyonları 1990 yılına göre %115 artışla 2010 yılında 401,9 milyon tona yükselmiş, Türkiye sera gazı emisyonu artış hızında dünya liderleri arasına girmiştir. Aynı dönemde kişi başına düşen sera gazı emisyonu da 3,39 tondan 5,52 tona yükselmiştir. 2010 yılı itibariyle Türkiye’nin sera gazı emisyonlarının %71’i enerji sektöründen kaynaklanmaktadır. Ülkemizin enerji ve buna bağlı olarak şehircilik, ulaşım ve sanayi politikaları, küresel iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik attığımız adımların birer göstergesidir. Türkiye’nin iklim politikası, iklim değişikliği sorunun taşıdığı aciliyete cevap vermekten henüz uzaktır. Türkiye 1990’lu yıllardan bu yana küresel iklim değişikliğiyle mücadele için etkin politikalar izlemeyi tercih etmiyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) 2004 yılında taraf olan Türkiye, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında imza attı. Buna rağmen sera gazı emisyonlarında herhangi bir azaltma hedefi koymazken, 2013 Ocak’ında başlayan Kyoto’nun İkinci Yükümlülük Dönemi’nde de herhangi bir sorumluluk üstlenmedi. 2023 yılında ülkemizin birincil enerji ve elektrik enerjisi talebinin 2011 yılı rakamlarının iki katına ulaşması öngörülürken, söz konusu talebin karşılanması için ana araçlar olarak fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalgaz), nükleer enerji ve hidroelektrik tanımlandı. Enerji Bakanlığı’nın projeksiyonlarında 2020 yılında 2010 yılına göre ithal ve yerli kömür kullanımının %200, petrol kullanımının % 100’ü aşan oranlarda artacağı öngörülüyor (Anonim, 2014c). 2.2. Kuraklık Alınan yağış miktarının belirli süre içerisinde beklenilen miktarın altında kalması olarak ifade edilen kuraklık, nem miktarındaki dengesizliğin su kıtlığı ile ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’nin birçok bölgesinde etkili olan kuraklık olaylarının ve su sıkıntısının, yalnız tarım ve enerji üretimi açısından değil, sulamayı, içme suyunu, öteki hidrolojik sistemleri ve etkinlikleri içeren su kaynakları yönetimi açısından da kritik bir noktaya ulaştığı gözlenmiştir (Türkeş, 2012). 2.2.1. Tarımsal Kuraklık Türkiye’nin büyük çoğunluğu yarı kurak iklim şartlarının etkisi altındadır. Türkiye’de kurak ve yarı kurakalan miktarı 51 milyon hektardır. Yani, Türkiye’nin %37,3’ünde yarı kurak iklim şartları hüküm sürmektedir. Bu nedenle hem su kaynakları, hem de genelde yağışa bağımlı olan kuru tarım nedeniyle yağışın miktar ve dağılımında meydana gelebilecek değişiklikler ciddi bir şekilde etkilerini hissettirebilmektedir. Bitkilerdeki büyüme ve gelişme, genetik yapının yanında çevre ve yetiştirme koşulları tarafından yönlendirilmektedir. Üretim iklimsel faktörlerden önemli ölçüde etkilenmektedir. Özellikle yağış yetersizlikleri ve yağış rejimindeki düzensizlikler sonucu bitkinin su ihtiyacının karşılanamaması verimde düşüşlere neden olmaktadır(Anonim, 2014a). 16 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 En hayati ihtiyacımız olan su, bütün toplumsal faaliyetlerimizi yürütmemiz açısından kritik bir öneme sahiptir. Türkiye, su kaynakları açısından zengin bir ülke olmadığı gibi, mevcut su kaynaklarının ülke geneline dağılımı da eşit değildir. DSİ’nin çalışmalarına göre ülkemizde mevcut durumda toplam 234 milyar m3’lük kullanılabilir su kaynağı olmasına rağmen ekonomik ve teknik sebeplerle bu miktarın 112 milyar m3’lük kısmı kullanılabilmektedir. DSİ ayrıca 2030 yılında ülkemizdeki su tüketiminin yaklaşık 112 milyar m3 olacağını öngörmektedir. Bu veriler ve tahminlerden yola çıkıldığında gerek su kaynaklarının temini gerekse de kullanılmış suyun arıtımına yönelik Ar-Ge ve Yenilik çalışmaları yapılmasının son derece gerekli olduğu görülmektedir (Değirmenci ve ark., 2014). Bitkinin kök bölgesinde, büyüyüp gelişmesi için yeterli nem bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Tarımsal kuraklık ürün verimlerini ciddi oranda düşürebilir. Yüksek sıcaklıklar, düşük nisbi nem ve kurutucu rüzgarlar yağış azlığının etkilerinin katlanmasına sebep olur (Anonim, 2014e). Su kaynakları, hızlı nüfus artışı, yanlış arazi kullanımı ve kirlenmenin yanı sıra küresel iklim değişikliğinin de olumsuz etkisi altındadır. Türkiye için su, hem enerji, hem de tarımsal acıdan son derece önemlidir. Sulama ve enerji amaçlı olarak ülkemizde çok sayıda su yapısı inşa edilmiş ve halen edilmektedir. Bu tur su yapılarının amaçlarına uygun faaliyet ve performansı gösterebilmesi, ancak kuraklığın olmaması, yani beklenen miktarda yağışın toprağa düşmesi ile mümkündür (Anonim, 2012b). 2.2.2. Sosyoekonomik Kuraklık Kuraklığın sosyoekonomik tanımı meteorolojik, hidrolojik, ve tarımsal kuraklıkla bağlantılı bazı ekonomik ürünlerin arz ve talepleri ile ilgilidir. Yağışlardaki azalmanın sonucu olarak gelişen ve üretimin ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda sosyoekonomik kuraklık yaşanmaktadır (Kadığlu, 2008). 2.2.3. Kuraklığın Etkileri Küresel ısınmanın ülkemizde meydana getireceği etkilerine bakacak olursak; kuraklık etkileri üç gruba ayrılabilir; ekonomik, çevresel, sosyaldir (Kalanlar, 2008); 1) Ekonomik etkileri; üründe kayıp, böcek istilâları, bitki hastalıkları, ürün kalitesinde düşüklük, hayvancılıkta kayıp, otlakların verimliliğinin azalması, hayvanlar için su ve besin temin edilememesi, orman ürünlerinde kayıplar, orman yangınları, orman alanlarının verimliliğinin azalması, su ürünlerinde kayıp, ulusal büyümede kayıp, ekonomik gelişmede gecikme, yiyecek üretiminde düşüş, yiyecek stoklarında azalma, finansal kaynak bulmada zorluk kredi riski, yeni ve ilâve su kaynaklarının geliştirilmesindeki pahalılık, çiftçi gelirlerinde kayıplar, turizmde kayıplar, enerji üretiminde azalma, tarımsal üretimin doğrudan bağlı olduğu endüstrilerde kayıplar, üretimdeki düşüşe bağlı işsizlik, hükûmetlerin vergi gelirlerinde kayıplar sayılabilir. 2) Çevresel etkilere baktığımızda ise topraktaki su ve rüzgâr erozyonu, bitki alanlarının zarara uğraması, su kalitesinin bozulması, hayvan kalitesindeki bozulmalar, hayvanların doğal yaşam alanlarının daralması gibi sıralanabilir. 3) Sosyal etkileri ise sosyal huzursuzluk, göç olaylarında artış, yoksullukta artış, yiyecek kıtlığıdır. 2.2.4. Ülkemizde Kuraklık Çalışmaları Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı uygulamaları (Anonim, 2014h); İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN 17 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Her il Tarımsal Kuraklık İl Eylem Planı'nı hazırlamış olup, Kuraklık İl Kriz Merkezleri oluşturulmuştur. Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı'nda yer alan tedbir ve önceliklere ilişkin sorumlu kurum ve kuruluşların çalışmaları takip edilmektedir. Kuraklığa hazırlanma, kuraklık alarmı, acil eylem ve kısıtlama gibi adımların her biri için alınması gereken önlemler belirlenmektedir. İzleme, Erken Uyarı ve Tahmin Komitesi (İEUTK) raporları(Anonim, 2014h); İki aylık periyotlar halinde bir araya gelen Komite üyeleri, Türkiye geneli için derlenmiş olan havza ve il bazlı yağış haritaları, farklı kuraklık analizleri, sıcaklık haritaları, yer altı ve yer üstü su durumları, baraj doluluk oranları gibi verileri değerlendirmekte, kısa ve orta vadeli tahminlemelerde bulunmaktadır. Risk Değerlendirme Komite faaliyetleri (Anonim, 2014h); Bu Komite, İEUTK'den gelen raporları ve çeşitli meteorolojik verileri değerlendirerek, ileriye dönük 6 aylık tahminler yaptığı bu değerlendirmelerde, iyi, normal ve kötü senaryolar geliştirerek alınabilecek tedbirler noktasında ışık tutmaktadır. Ayrıca komite ileriye dönük tahminlerde uluslararası merkezlerin tahmin haritalarını da kullanmaktadır. Kuraklık probleminin ciddi boyutlarda olduğu alanlar başta olmak üzere tarla tesviyelerinin yapılması, arazi toplulaştırma çalışmalarına hız verilmesi ve beraberinde basınçlı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması, Toplulaştırma yapılan alanlar başta olmak üzere sulanabilen alanlarda sulama etkinliğinin arttırılması için eğitim faaliyetlerine ağırlık verilmesi, Kuraklığa dayanıklılık çalışmalarına hız verilmesi, tüm bitki türlerinde dayanıklıtolerant çeşitler geliştirilmesi, Kurak koşullar için geliştirilen yetiştirme tekniklerinin, günümüz koşullarına adapte edilmesi İklim değişikliği - kuraklık nedeniyle veya onların önlenmesi adına geliştirilen yetiştirme teknikleri içerisinde ürün kaybına neden olabilecek hastalık ve zararlılara karşı etkin entegre mücadele yöntemleri geliştirilmesi, Kültür bitkilerinin suyuna, besinine ortak olan yabancı ot mücadelesi konusunda eğitimlerin verilmesi, Gübre kullanımı konusunda eğitimlerin verilmesi. Yağışın azlığı durumlarında yapılacak yanlış gübreleme, kuraklığın şiddetlenmesine neden olmaktadır. Gereksiz ve aşırı miktarda yapılan gübrelemenin, tuzluluk ve çoraklaşmaya sonuçlara neden olacağı ve olumsuz etkiler ortaya çıkaracağının bilinmesi için eğitime ağırlık verilmelidir. Hasat sonrasında topraktaki nemin muhafazası ve toprak organik madde miktarının artırılması için bitki artıklarının tarlada bırakılması, anız yakmanın kesinlikle engellenmesi Ülke topraklarımızın toprak organik madde içeriği az yağışların toprağa daha az işlemesi, daha hızlı buharlaşma, toprakta daha az su tutulması ve teksel hale gelen toprakların erozyona maruz kalmasıdır. Bu olumsuz sonuçların ortadan kaldırılmasına yönelik olarak yeşil gübreleme kısa vadede çözüm üretmekle birlikte süreklilik sağlanabilmesi için anızların tarlada bırakılması büyük önem arz etmektedir. 3. Su Sorunu Su kıtlığına neden olan aşağıdaki gibi belli başlı 5 faktör vardır (Anonim, 2012a); 18 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İklim şartları (Türkiye için yarı kurak iklim), Kuraklık (kuru dönemlerin görülme sıklığı ve şiddeti), Çölleşme ve ormansızlaşma, Su stresi (yüksek nüfus, yoğun sanayi nedeniyle aşırı su talebi, kacak kuyular ve yer altı suyu kullanımı), Çevre tahribatı, su havzalarının amaç dışı kullanımı, kirlilik ve küresel iklim değişimi. Suyun önemine baktığımız zaman hayatımızın temel yapıtaşı olduğunu anlamamız güç değildir. Hayatımıza yön vermesi, suyun yerine koyabilecek başka bir hayat kaynağı olmaması, insan hayatı için en önemli unsur olması, sınırlı bir kaynak olması, verimli kullanılıp kullanılmaması en önemli problemlerdendir. 3.1. Sulu Tarım Dünyada 280 milyon ha alanda, işlenebilir tarım alanlarının %17’sinde sulu tarım yapılmaktadır. Toplam tarımsal üretimin ise %36’sı sulu tarım alanlarından karşılanmaktadır. Tüketilen suyun %70’i tarımsal üretim amacıyla kullanılmaktadır. Geleceğe yönelik sulama etkinliğinin artırılmasında en önemli araç; verimli bir tarımsal üretim, uygun araştırma tekniklerini içinde barındıran, gelişmiş sulama teknolojisini kullanan ve etkin bir bilgi sistemine sahip sulama yönetimidir. Sulama yönetiminin amacı, randımanlı su ve arazi kullanımı yönünde gerekli koşulları sağlamaktır. Sürdürülebilir sulu tarım üretiminin ilk koşulu çevreye zarar vermeden etkili ve verimli bir sulamanın gerçekleştirilmesidir (Değirmenci, 2008). Tablo 1. Su Kaynakları Potansiyeli (Anonim, 2014g) Yıllık ortalama yağış Türkiye’nin yüzölçümü Yıllık yağış miktarı Buharlaşma Yer altına sızma 643 mm/yıl 783 577 km2 501 milyar m3 274 milyar m3 41 milyar m3 Yüzey Suyu Yıllık yüzey akışı Kullanılabilir yüzey suyu 186 milyar m3 98 milyar m3 Yer Altı Suyu Yıllık çekilebilir su miktarı Toplam Kullanılabilir Su (net) 14 milyar m3 112 milyar m3 Toprak Kaynakları Sulanabilir alan Sulanabilir alan hedefi Sulanan alan 2023 hedefi 28,05 milyon ha 25,75 milyon ha 8,5 milyon ha 6.5 milyon ha 3.2. Su Kıtlığı Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır: Su fakirliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3’ten daha az. Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 2.000 m3’ten daha az. İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN 19 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Su zenginliği: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 8.000-10.000 m3’ten daha fazla. Türkiye su zengini bir ülke değildir. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.652 m3 civarındadır. 3.3. Tarım-İstihdam Gelişmekte olan ülkelerde tarımla meşgul olan bir kişi kendisi dahil olmak üzere yaklaşık 2 kişiyi besliyor iken, gelişmiş ülkelerde bu değer 14 kişiye kadar çıkabilmektedir. Ülkemizde ise 2009 yılında tarımsal istihdam oranı %24,7 olup, tarımda istihdam edilen her bir kişi kendisi dahil 4 kişiyi beslemektedir (Anonim, 2014f). Tablo 2. 2030 yılı için kaynak gereksinimi (Anonim, 2014f) Sektör Kaynak Gereksinimi (Milyar ABD Doları) Tarım Enerji Hizmet Çevre Toplam 27,5 21,0 20,0 3,0 71,5 4. Sonuç Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Raporu’na göre son altmış yılda giderek artan küresel ısınmaya ısınmaya, insanoğlunun yol açmış olma ihtimali “neredeyse kesin” (%95-%100). Öte yandan Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 2013 sonunda yayımladığı 2014 Küresel Risk Raporu’nda yer alan veriler insan eliyle sebep olunan küresel ısınmanın, kuraklık bağlamında Dünya’yı tehdit eden yönlerini gözler önüne seriyor (Özcan, 2014). Tüm bu durumları göz önüne aldığımız zaman iklim değişikliğinin etkileri kuraklık, açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalacağımız kaçınılmazdır. Ülkemiz ve dünyanın korunması için tüm kuruluşların, her bireyin üstüne düşen vazifeyi yerine getirmesi yeryüzünün yaşanılabilir halde korunması için rutin haline gelmesi gerekir. İklim değişikliğinin yol açtığı tehdit Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) tarafından küresel olarak ele alınmaktadır. Kyoto Protokolü, Üye Devletler gibi protokolü onaylamış olan gelişmiş ülkeler için bağlayıcı emisyon hedefleri belirlemektedir. Bu, gelecekte ihtiyaç duyulacak daha büyük küresel emisyon azaltmalarına doğru sadece bir ilk adım teşkil etmektedir. Eski 15 AB Üye Devleti'nin emisyon seviyelerini 2008-2012'ye kadar 1990 seviyelerinin % 8 altına düşürülmesini hedefleyen ortak bir emisyon azaltma hedefi bulunmaktadır. Bazı AB Üye Devletleri'nde, dahili bir AB sözleşmesiyle, emisyonlarda artışa izin verilirken, diğerlerinin emisyonlarını azaltması gerekmektedir. Çoğu yeni Üye Devlet taban yıllarından (genellikle 1990) % 6 ila % 8'lik hedeflere sahiptir. Yenilenebilir enerji kullanımı (rüzgar, güneş, biyokütle) ve birleşik ısı ve elektrik tesislerini arttırmak; örneğin binalarda, endüstride, elektrikli ev aletlerinde enerji verimliliği hususunda iyileşmeler; yeni yolcu arabalarından kaynaklanan karbon dioksit emisyonlarının azaltılması; imalat endüstrisinde azaltma tedbirleri; atık depolamadan kaynaklanan emisyonların azaltılmasına yönelik tedbirler (Anonim 2014b). 20 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’nin iklim değişikliği politikası, sanayileşme hamlesini 20.yy’da başlatan ülkemizin atmosferdeki sera gazı oranının artışında tarihsel bir sorumluluğu bulunmadığı, her bir ülkenin sera gazı emisyonlarına katkısına paralel olarak geliştirilecek “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi çerçevesinde üzerine düşen görevi yapacağı yönündedir (Anonim, 2014c). İklim değişimi karşısında takınılacak en gerçekçi tavır, değişen iklim koşulları altında yaşamayı, üretim yapmayı, su ve toprağı kullanmayı öğrenmek yani uyum sağlamaktır. Kaynaklar Anonim, 2012a. Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci Ulusal Bildirimi Hazırlık Faaliyetlerinin Desteklenmesi Projesi, Sf. 51 -52. https://www.academia.edu/5182715/TURKIYEDE_IKLIM_DEGISIKLIGI_RISK_YO NETIMI, Son erişim tarihi: 9 Ekim 2014. Anonim, 2014a. ‘’TZOB Kuraklık Risk Tahmin Raporu’’, Türkiye Ziraat Odaları Birliği. http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1nOdas%C4%B1/Haberler/ArtMID/470/ArticleID/8 85/ TZB-Kurakl%C4%B1k-Risk-Tahmin-Raporu, Son erişim tarihi: 9 Ekim 2014. Anonim, 2014b. İklim Değişikliği Politikaları, Avrupa Çevre Ajansı. http://www.eea.europa.eu/tr/themes/climate/policy-context, Son erişim tarihi: 02.11.2014. Anonim, 2014c. ‘’Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye’’, WWF-Türkiye. http://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/ayak_izinin_azaltilmasi/iklim_degisikligi_ve_ener ji/iklim_degisikligi/kuresel_iklim_degisikligi_ve_turkiye/, Son erişim tarihi: 02.11.2014. Anonim, 2014d. ‘’İklim Değişikliği Nedir? ‘, T.C. Yenilenebilir Enerji Kaynaklar Bakanlığı. http://www.eie.gov.tr/iklim_deg/i_deg_nedir.aspx, Son erişim tarihi: 09.11.2014. Anonim, 2014e. ‘’Kuraklık Yönetimi’’, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü. http://suyonetimi.ormansu.gov.tr/Libraries/su/Kurakl%C4%B1k_Y%C3%B6netimi_% C5%9Eube_Sunumu.sflb.ashx, Son erişim tarihi: 09.11.2014. Anonim, 2014f. ‘’Tarımda Sulamanın Önemi’’, DSİ Genel Müdürlüğü. http://www.dsi.gov.tr/docs/hizmet-alanlari/tarim-sulama.pdf?sfvrsn=2, Son erişim tarihi: 09.11.2014. Anonim, 2014g. ‘’2009 Yılı Faaliyet Raporu’’, DSİ Genel Müdürlüğü. http://www2.dsi.gov.tr/faaliyet_raporlari/2009_faaliyet_raporu.pdf, Son erişim tarihi: 09.11.2014 Anonim, 2014h. ‘’T.C. Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı 2013-2014’’, T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN 21 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 http://www.tarim.gov.tr/TRGM/Belgeler/Duyurular/2013_2017_Kuraklik_Eylem_Plani .pdf, Son erişim tarihi: 09.11.2014. Anonim, 2014i. ‘’Türkiye’nin 2012 Ulusal Sera Gazı Emisyon Envantari’’, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü. http://www.csb.gov.tr/projeler/iklim/index.php?Sayfa=sayfa&Tur=webmenu&Id=1247 1, Son erişim tarihi: 08.11.2014. Alagül, E. 2004. ‘’Hava Kirliliği ve Küresel Isınma’’, Blogspot. http://havakirliligivekureselisinma.blogspot.com.tr/, Son erişim tarihi: 09.11.2014. Çakmak, B. ve Gökalp, Z. 2011. ‘’İklim Değişikliği ve Etkin Su Kullanımı’’, Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi 4(1) : 87-95, 2011. Değirmenci, H. 2008. ‘’Sulama Yönetimi ve Sorunları’’, TMMOB 2.Su Politikaları Kongresi, 2008. Ankara Değirmenci, H., Tanrıverdi, Ç., Arslan, F. 2014. ‘’Sulama Projelerinin Modernizasyonu’’, 12.Ulusal Kültürteknik Kongresi, 2014. Tekirdağ. Demir, İ., Kılıç, G., Coşkun, M. 2008. PRECIS Bölgesel İklim Modeli ile Türkiye İçin İklim Öngörüleri: HadAMP3 SRES A2 Senaryosu, IV. Atmosfer Bilimleri Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, 365-373. İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, 25-28 Mart 2008, İstanbul. Kadıoğlu, M. 2008.‘’Kuraklık Kıranı Risk Yönetimi; Afet Zararlarını Azaltmanın Temel İlkeleri’’, JICA Türkiye Ofisi Yayınları No: 2,sf. 277-300. Ankara. Türkeş, M. 2012. ‘’Kuraklık, Çölleşme Ve Birleşmiş Milletler Çölleşme İle Savaşım Sözleşmesi’nin Ayrıntılı Bir Çözümlemesi’’, Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, Cilt 20, Sayı: 1, 2012, sf. 24. Önder, D., Aydın, M., Berberoğlu, S., Önder, S., Yano, T. 2009. ‘’ The use of aridity index to assess implications of climatic change for land cover in Turkey’’, Turk J Agric For 33 (2009) 305-314. Özcan, E. 2014. ‘’Hayata Yönelen Bir TehtidOlarak : Kuraklık ‘’, Bilim ve Teknik dergisi, Mart 2014. Şahin, M. 2014. ‘’Küresel Isınma ve Alınacak Önlemler Çevreci Belediyecilik, Belediyelerin Çevre Sorunları ile Yüzleşmesi’’, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Sunumu, 26 Haziran 2014, Mersin/Türkiye. Kalanlar, Ş. 2008. ‘’Küresel Isınmanın Tarım ve Gıda Sektörüne Etkileri’’, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü, T.E.A.E- Bakış, sayı 10 nüsha:3, 2008. 22 İklim Değişikliği, Kuraklık ve Su Sorunu Prof. Dr. Hasan DEĞİRMENCİ, Doç. Dr. Çağatay TANRIVERDİ, Araş. Gör. Fırat ARSLAN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Bursa, koyuncu@uludag.edu.tr ÖZET İklim değişikliği günümüzün en büyük çevre sorunlarından birisidir ve buna neden olan insan faaliyetleridir. İklim değişikliğinin etkilerinden bazıları, kurak olan bölgelerin daha kurak olacağı, yağışlı bölgelerde ani ve yoğun yağış olaylarının artacağı, tüm bölgelerde yağış rejiminin değişeceği, mevsimlerin kayacağı, sıra dışı olayların sayısının ve şiddetinin artacağı şeklinde sıralanmaktadır. Türkiye açısından iklim değişikliği ile birlikte yağışların azalacağı, sıcaklıkların artacağı, sel, kuraklık gibi olayların sıklığının ve şiddetinin artacağı tahmin edilmektedir. Hayvansal üretimde ise bunun en önemli etkileri üretimin miktar ve kalitesinde azalmalar, hastalık ve zararlılara hassasiyetin artması, üreme döngüsünün değişmesi, doğumda kayıplar, yemin ürüne dönüşümünde gerileme olarak sıralanabilir. Küresel olarak kuraklık son 60 yılda önemli ölçüde değişim göstermiştir. İklim değişikliği noktasında hazırlanan model projeksiyonlar kuraklığın sıklığı, süresi ve kapsamı noktasında büyük artışlar olduğunu göstermektedir. Sıcaklık 40°C üstünde uzun süre devam ettiğinde ciddi problemler ortaya çıkabilir. Hayvanların ısı stresi altında kaldıklarında yetiştiriciler sürülerinde; otlama süresinin azaldığını, yem alımının düştüğünü, vücut sıcaklığının arttığını, hızlı nefes alma ve terlemeyi, ağırlık kaybını, üreme performansında düşüklüğü, verimliliğin düştüğünü ve en kötüsü de ölüm vakalarının arttığını gözlemleyecektir. Anahtar kelimeler: İklim değişikliği, kuraklık, hayvancılık Effects of drought on animal husbandry ABSTRACT Climate change is one of today's most important environmental problems and the people who caused it activities. Effects of climate change some of the arid regions drier would, in rainy regions of sudden and intense precipitation events will continue to grow in all regions of the rainfall will change, seasons will slide extraordinary number of incidents and violence will increase as are listed. Turkey in terms of reduced rainfall with climate change, as rising temperatures, floods, droughts will increase the incidence and severity of such events is estimated. In animal production is that the most important impacts of the production quantity and quality reductions, pests and diseases increased sensitivity to the reproductive cycle changes, birth losses, animal feeds conversion ratio of the decline can be listed as. Globally, the drought has changed significantly over the last 60. Climate change model projections made at the point of drought frequency, duration and scope of the points shows that large increases in. Temperature above 40 ° C is continued long term can lead to serious problems. Animal breeders flocks when they were under heat stress; grazing time is reduced, feed intake has fallen, body temperature increased, rapid breathing and sweating, weight loss, reproductive performance impairment, productivity falls, and worst of all deaths increase will observe. Keywords: Climate change, drought, livestock GİRİŞ Dünyada küresel ölçekte en büyük sorunlardan birisi olan kuraklık, bugün gelinen noktada fiziksel ve doğal çevre, kent yaşamı, kalkınma ve ekonomi, teknoloji, tarım ve gıda, temiz su ve sağlık olmak üzere hayatımızın her aşamasını etkilemektedir. Kuraklık, ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri olan doğal bir olaydır. Kuraklık, başlangıç ve bitiminin belirlenmesinin güçlüğü nedeniyle diğer doğal afetlerden farklı olarak yavaş yavaş kuvvetini artırır ve olay sona erdikten yıllar sonra bile etkisini devam ettirebilir. Kuraklığın etkileri genellikle ilk olarak tarımda görülür ve daha sonra diğer suya bağımlı sektörlere yayılır (Kapluhan, 2013). İklim değişikliği, hayvanların hastalıklara karşı hassasiyetini artırırken hastalık ve parazit etkenlerinde mutasyonlar meydana gelmesine, hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıkların artmasına ve birtakım yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Meydana gelecek iklimsel değişikliklerin olası etkilerini azaltma noktasında adaptasyon ve çevresel stres ile başa çıkabilme yeteneği yüksek genotiplerin geliştirilmesi, toprak ve su yönetiminin iyileştirilmesi noktasında bir entegrasyona ihtiyaç bulunmaktadır. Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu 23 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İklim değişikliği dünyada hayvansal üretim sistemlerini tümüyle etkileyecek ve gelecek yıllarda hayvansal ürünlere olan talebin artmasına neden olacaktır. 21. yy da gıda ve su güvenliği insanlık için en önemli öncelikler arasındadır. Diğer taraftan aynı dönemde tüm dünyada tarımı etkileyecek yerel ve küresel iklim değişikliklerinin yaşanması beklenmektedir. Küresel ısınmanın, hayvansal üretimin yoğun olarak yapıldığı ülkelerde doğrudan etkilerinin yanı sıra su kıtlığı, kaba/kesif yem üretiminde azalma ve patojenler gibi dolaylı etkiler hayvansal üretimi çok daha olumsuz etkileyecektir. Hayvanlar, verilen yemlerin değiştirilmesi, soğutma ya da çeşitli çiftlik yönetimi uygulamaları ile yüksek sıcaklığın doğrudan etkisi olan sıcaklık stresi ile başa çıkabilirler. Diğer taraftan hayvanları ortam sıcaklığına adapte etmek için yüksek enerji tüketen barınakların inşası ise üretim maliyetlerinin artmasına neden olacaktır (Thorne, 2007). Meraya dayalı hayvancılık sistemlerinin küresel ısınmadan endüstriyel hayvancılık sistemlerine göre daha fazla etkilenmesi beklenmektedir. Çünkü küresel ısınma kaynaklı solar radyasyon, yüksek sıcaklık, düşük yağış ve kuraklık merayı ve bitkilerin gelişimini doğrudan etkileyecektir. Küresel ısınmanın meydana getirdiği ve getireceği iklim değişiklikleri, Dünyada bölgelere göre olumlu ve olumsuz olarak değişkenlik gösterecektir. Örneğin Türkiye'nin yer aldığı Doğu Akdeniz bölgesinde uç değerlerdeki artışlar dolayısıyla doğal afetlerde (aşırı yağışlar, aşırı sıcaklar, fırtına ve hortumlar, kuraklık vb.) artışlar görülmektedir (Şen, 2014). Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin verilerine göre Türkiye ciddi boyutta kuraklık yaşayacak Akdeniz kuşağında yer almaktadır. KURAKLIĞIN TANIMI VE ETKİLERİ Kuraklık özellikle gelişmekte olan bölgelerde tarımsal verimliliği etkileyen önemli bir sorundur ve Doğu Afrika’da yaşanan son olaylar bunun göstergesidir. İklim değişikliği ile ilgili olarak geleceğe yönelik beklentiler kapsamında gelecekteki nüfus artışı tahmini ve buna karşın tarım dışı alanlarındaki önemli artış endişe verici boyuttadır. Ülkenin yağmur ve kar yağış zamanındaki büyük ve tehlikeli değişimler, bölgenin kuraklık tehlikesi altında olduğunun göstergesidir. Ekstrem olaylar içinde kuraklık genellikle yavaş gelişmekte, uzun bir süreklilik göstermekte ve doğal afetler içinde tahmini en zor olup etkileri çok geniştir. Tarımsal kuraklık sonucu, tarımsal üretimde düşüklük, ekonomik kayıplar, ekolojik dengenin bozulması, sosyal yaşantının etkilenmesinin kaçınılmaz olduğu üzerinde durulmaktadır. Kuraklık, iklimin su kaynaklarını, tarımı ve tüm canlıları etkilemesinin bir yoludur. Aynı zamanda kuraklık, en kapsamlı Sosyo- Ekonomik zararlara neden olan, yavaş gelişen en sinsi ve tehlikeli doğal afettir. Kuraklık, meteorolojik kuraklık olarak başlar, tarımsal, hidrolojik kuraklık olarak gelişir ve sosyo-ekonomik kuraklık olarak devam eder. Küresel sistemin doğayı hoyratça kullanması, dünyanın sorunlarını giderek artırırken, sağlıklı çevre giderek yok olmaktadır. Çevrenin kirlenmesi, örneğin suyun kirlenmesi de hastalıklara ve ölümlere ortam hazırlamaktadır. Bugün dünyada bir milyarın üstünde insan temiz suya erişememektedir. Doğanın su depoları artan sıcaklığın tehdidi altında, yeraltı su seviyesi düşmekte, nehirler kurumakta ve göller yok olmaktadır. Buzullar erimekte, dünya su düzeyi ve karbon düzeyi yükselmekte, yıkıcı fırtınalar artmakta, otlaklar çölleşmekte, orman arazisi küçülmekte ve tarım toprakları erozyonla giderek verimsizleşmektedir. Bitki ve hayvan çeşitliliği her gün biraz daha azalırken çiftçiler, tarımı terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Bugün en azından bir milyar insan açlık 24 Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sınırında yaşarken, bunun en büyük bedelini ise çocuklar ödemektedirler. Bütün bunlar doğanın çöküşü ile birlikte insanlığın çöküşünün göstergeleridir. Kuraklık, bir bölgedeki geçici ya da uzun süreli yağış sıkıntısıdır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde yaygın olan yıllık ya da mevsimsel kuraklığın ortaya çıktığında bunun doğal mera üzerinde ciddi etkileri olabilir, ki bu da hayvancılık üzerinde yansımaktadır. Azalmış mera kaynaklarıyla hayvancılık kuraklığa karşı daha savunmasızdır. Güney Afrika, Güneydoğu Asya ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası’nda gelecekte bugüne göre iki kat daha sık kuraklık yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu da ürün kayıpları, hastalık ve zararlılarda artış, kalite kaybı ve güvenilir gıda temininde sorunların yaşanması anlamına gelmektedir. İklim değişikliği ve buna bağlı olarak kuraklığın bitkisel ve hayvansal üretim ile bu ürünlerin işlenmesi üzerine etkileri; üretimin azalması ve kalite kaybı, ürünlerin zarar görmesi, hasat edilmeden tarlada bırakılması, gıda arzının azalması ve buna bağlı olarak fiyatlarının yükselmesi, gıdaya erişimdeki sorunlar nedeniyle yetersiz beslenme, açlık ve ölümler gibi sorunları ortaya çıkaracaktır. Toplumsal düzeyde kuraklık, bitkisel ve hayvansal üretim kaybına neden olmakta, ileri düzeyde ise kronik gıda sıkıntısı ve kıtlığa yol açmaktadır. Kıtlık ve kuraklığın pençesindeki bölgelerdeki insanların kırsaldan şehirlere gıda ve istihdam arayışı içinde göç etmeleri ise yeni sosyal sorunlara ve kentsel kaynaklar üzerindeki baskıya neden olacaktır. Su kaynağı miktarındaki değişim bitkileri etkilerken beraberinde hayvansal üretimde etkileri yansımaktadır. Örneğin ABD’de 2007-2009 yılları arasında gelişen kuraklık, güney doğu bölgesinde tarımsal ürün temelli yaklaşık 1.3 milyar dolarlık bir kayba neden olmuştur. Temel ürün bazında mısır, buğday, soya fasulyesi, pamuk ve saman öne çıkmaktadır. Çoğunluğu hayvan yemi olarak kullanılan bu ürünlerdeki azalma hayvancılık sektöründe verim düşüklüğü ve ekonomik kayıpların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu ülkede 2012’den itibaren yağışların azalması ülke genelinde mısır, soya ve saman fiyatlarının artmasına neden olmuş, et üretimi %1.8 düşmüştür. Girdilerin artmasına bağlı olarak kuraklığın yoğun olduğu bölgelerden göçler başlamış diğer taraftan az su gerektiren ürünlere yönelim gerçekleşmiştir (Anonim, 2014a). Suyun hayvansal üretim açısından üretim noktasında ne kadar önemli olduğu aşağıda verilen Çizelge 1'de gösterilmektedir. Çizelge 1. Bir kg hayvansal ürün üretmek için gerekli su miktarı (lt) (Mekonnen ve Hoekstra, 2012) Sığır eti 15.415 Koyun/keçi eti 8.763 Piliç eti Yumurta Süt Peynir Tereyağı 4.325 3.265 1.020 5.060 5.553 Kuraklığın hayvancılık üzerine etkileri genel anlamda et, süt, yumurta üretiminde azalma, vücut kondisyonu ve ağırlığında önemli kayıplar, bağışıklık sisteminde düzensizlikler, hastalıklara karşı hassasiyetin artması ve uzun süreli kuraklık ise üreme performansını da olumsuz etkiler yaratmaktadır (Çizelge 2 ve 3). Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu 25 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 2. Farklı iklim değişikliklerinin hayvancılıkta ortaya çıkardığı sorunlar ve buna karşı yapılabilecek uygulamalar İklim Değişiklikleri Sıcaklığın Yükselmesi Kuraklık Fırtına ve Seller Deniz Seviyesinin Yükselmesi Ortay Çıkardığı Sorunlar Yapılabilecek Uygulamalar -Üretimde azalma (Otlatma alanlarının azalması, canlı ağırlık gelişiminde gerileme, süt üretiminde azalma, döl veriminde düşme) -Isı stresi -Davranış problemleri -Hayvan kayıplarında artış -Çayır ve meralarda ot miktarının ve kaba yem üretiminin azalması -Su kıtlığı -Isı stresi -Hayvan kayıpları -Meralar ve açık alanlarda yangın riski -Çayır ve meralarda hasarlar -Verim kayıpları (üretim performanslarında kayıplar, yem sıkıntısı, hastalıklarda artış) -Yüksek sıcaklığa dayanıklı ırklar ile çalışmak -Hayvanların dinleneceği doğal/yapay gölgelikler inşa etmek -Açık sistem barınakların kullanılması -Kurağa dayanıklı bitki çeşitlerinin kullanılması -Kaliteli su kaynaklarının araştırılması -Otlama ve dinlenme alanlarında azalma -Meralardaki otların tuzlanması -İçme suyuna tuz karışması -Susuzluğa dayanıklı bitki kullanılması -Ek yemleme uygulamaları -Ek su kaynaklarına yönelme çeşitlerinin -İşletmelerin dere yatağı ve çukur bölgelere kurmamak -Rüzgarın hızını kesen ağaç türlerini kullanmak -Sel baskınlarında hayvanları ve yem kaynaklarının tahliyesini sağlayacak bir planlama -İşletmeler yüksek alanlara yapılmalı -Tuza toleransı yüksek bitki çeşitleri kullanılmalı -Otlatma alanına uygun hayvan tutmak -Yağmur sularının kullanılmasına yönelik sistemlerin planlanması Çizelge 3. Farklı kuraklık sistemlerinin hayvancılığa etkileri (Ramachandra, 2009). Kuraklık çeşidi Meteorolojik kuraklık Tarımsal kuraklık Hidrolojik kuraklık Çiftlik hayvanları üzerine etkileri Görünür bir etkisi yoktur Fizyolojik adaptasyonda zayıflık Yem kaynaklarında azalma ve yetersiz besleme Üretimde düşme Hayvanların pazar fiyatlarında düşme Üretimde önemli azalma Fizyolojik streste artış Bağışıklık seviyesinde düşme Üreme performansında değişiklikler Hayvanların farklı bölgelere göçü İsteksiz hayvan satışları Kuraklığın etkileri yaygın olarak doğrudan ve dolaylı olarak ifade edilir. Doğrudan etkileri ürün hasadında, meralarda ve orman alanlarında verimlilik kayıpları, artan yangın tehlikesi, su rezervlerinde azalma, doğal yaşam alanlarında artan ölüm oranları, balık, bitki ve hayvan habitatında bozulmalar gerçekleşecektir. Bu doğrudan etkilerin sonuçlarında dolaylı etkiler görülmeye başlar. Örneğin üretimde azalmalar, mera ve orman alanlarında verimliliğinin azalması tarımsal gelirde azalmalar, gıda ve orman ürünlerinde artan fiyatlar, işsizlik, yetiştiricilerin banka borçları, göç, vergi gelirlerinde azalma ve afet yardım programları olarak sıralanabilir. Kuraklığın etkileri genel olarak ekonomik, çevresel ve sosyal olarak üç temel noktada toplanabilir (Anonim, 2014b). KURAKLIĞIN ETKİLERİNİN AZALTILMASI Tarımsal kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak, kuraklık olmadan önceki dönemlerde alınacak tedbirler ve kuraklığın yaşandığı dönemlerde yapılacak doğru planlamalarla mümkündür. Bu nedenle, kuraklıktan önceki dönemde alınacak tedbirler ve kuraklık 26 Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yaşanırken atılacak adımlar ayrı ayrı planlanmalıdır. Yağışların devamlılığını sağlayarak, su arzını artırmak elimizde olmasa da, kuraklıktan kaynaklanan olumsuz etkileri azaltmak elimizdedir. Kuraklığı azaltıcı birçok önlem mevcuttur. Bu önlemler sağlam ve iyi tanımlanmış bir stratejiye entegre edilebilen kuraklığın büyüklüğü, şiddeti ve etkilerini azaltmayı amaçlamalıdır. Bu gibi strateji unsurları aşağıda belirtilen noktaları içerir (Anonim, 2014c); İklim tahmini erken uyarı sistemleri Sürü yönetimi ve meraların kullanılmasına yönelik iyileştirme çalışmaları Doğal meraların sürdürülebilir yönetimi ve geliştirilmesi Hasat artıkları ve yeni yem kaynaklarının kullanımının geliştirilmesi Sigorta ve acil fonların kurulması En uygun hayvan tür ve ırklarının kullanımı Kapasitenin artırılması Problemin saptanması: Coğrafi bir bölgede, geçici yağış azalmalarının normal bir hareket olduğu, kuraklığın ise kalıcı yağış açığının bir sonucu olarak ortaya çıktığının bilinmesi gerekir. Birçok alanda ortaya çıkan kuraklığın bir özelliği de tahmin edilebilen periyodik davranışsal olay olmamasıdır. Kuraklığın oluşumu yer ve zamanla değişebilir. Kurak topraklarda yıllar içinde ve arasında yağış genellikle düzensiz ve değişkendir. Bu noktada 100 - 400 mm yıllık yağış alan bölgelerde uzun süreli olarak yağıştan tipik sapmalar % 30-50 arasında bulunmaktadır. On yıldan daha az bir süre ile aşırı otlatma ile bozulan meralarda yıllık verim, kuru madde bazında hektara 100 kg dan 30 kg’a düşmektedir. Aşırı otlatma koruyucu toprak örtüsünü azaltırken, aynı zamanda bitki çeşitliliğini ve mevcut mera bitkilerinin miktarını da azaltmasından dolayı kuru madde miktarı da azalır. Tür seçimi: Kuraklığa dayanıklı deve, koyun ve keçi gibi türlerinin kullanımı kuraklığın etkisini azaltmada seçilebilecek bir yoldur. Ruminantların yem kaynakları ve otlakların optimum kullanma noktasında sindirim ve beslenme fizyolojisini de dikkate alarak kuraklığa eğilimli bölgelerde sınırlı bitki kaynaklarını daha verimli kullanabilen ırkların gelişimi sağlanmalıdır. Araştırılması gereken konular, rumen özellikleri, selülotik rumen ekosistemi, tanen toleransı, anti-bakteriyel faktörler, azot dönüşümü ve su dönüşümünü olarak sıralanmaktadır. Eğer amaç çiftlik hayvanlarından yüksek verim elde etmek ise, mevcut yem kaynaklarını optimum kullanan türlerin kullanılması yetiştiricilerin kuraklıkla ilişkili karşılaşabilecekleri riskleri azaltabilir ve mera taşıma kapasitesine uygun hayvan sayısının kullanılması bozulmaya karşı merayı koruyabilir. Mera yönetiminin geliştirilmesi: Eş yağış eğrisi 200 mm altında olan alanlar özellikle kuraklığa karşı savunmasız ve genellikle çölleşme tehdidi altındadır. Bu alanlarda hayvan sayısının artışına bağlı olarak artan yem talebi, geleneksel yem kaynakları üzerine baskıyı artırması sonucunda bozulmalara neden olmaktadır. Geçmişte meralardaki hayvan hareketleri, su ve yemin mevsimsel durumuna göre düzenlenirken, bugün ise hayvanlar ve su araçlar ile farklı bölgelere taşınmakta ve buralarda kontrolsüz bir şekilde otlamalarına izin verilmektedir. Böylece aşırı otlatma ve erken otlatma yaygınlaşmaktadır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde mevsimsel ve yıllık kuraklık yaygındır ve bu koşullar altında mera üstünde ciddi etkisi olabilmektedir. Ot kalitesi ve miktarı, yağış dalgalanmalardan etkilenerek zamanla önemli ölçüde değişebilir ve otlatılan bitki örtüsünün yenilenmesi uzun süreli bir kuraklığın ardından engellenebilir. Kuraklık ile ilişkili riskleri en aza indirmek için meraların uygun kullanımı noktasında koruma, rehabilitasyon ve doğru yönetim olarak tanımlanan üç bileşene odaklanmak gerekir. Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu 27 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Hayvanlara verilen yem kaynakları: Hayvancılık ve meraların üzerine kuraklığın etkileri bağlantılıdır. Meraların azalması hayvancılığı kuraklığa daha hassas hale getirir ve yıl boyunca doğal mera alanları üzerinde mevcut hayvancılığı sürdürmek zorlaşmaktadır. Kurak geçen yılların en dramatik sonucu, çiftlik hayvanlarına yeterli yem kaynağının bulunamamasıdır. Çiftlik hayvanlarının yem temelli gelişimini desteklemek noktasında özellikle kurak geçen periyotlarda doğal çayır ve meralardan ek olarak alternatif yem kaynakları bulma zorunluluğu vardır. Konuyla ilgili olarak ekilebilir araziler üzerinde depolanabilir kaba yem üretiminin teşvik edilmesi üzerine odaklanmalı ve özellikle rotasyonlara yüksek kaliteli yem bitkileri dahil edilmelidir. Yerel kaba yem, mera bitki türleri ve düzensiz yağışlar ile başa çıkabilecek karakterdeki ekotiplere, öncelik verilmelidir. Buna ek olarak arazi sulamalarında konvansiyonel olmayan su kaynaklarının (desalinasyon, arıtılmış atık su, yağmur hasadı, bulut tohumlama ve sulama drenaj suyu) kullanılması pratik olabilir. Ayrıca, hasat artıkları ve gıda sanayi yan ürünlerin hayvan beslemede kullanılabilir. Kuraklık döneminde yemleme uygulamaları: Mevcut yem kaynaklarını verimli kullanmaya odaklanmak, genç/gelişme çağında olanlar ve üretim yapan hayvanlar için destekleyici besin maddesi ihtiyacını karşılamak, kritik yem hammaddelerinin seçimi, bunların enerji/protein yönünden zengin olması, tahıl ve küspelerin haftada iki kez verilebilir, azot kaynağı olarak üre ile beslemeden kaçınılmalıdır. Mineraller veya mineral-melas karışımı ile üreme performansı düşüklüğü ortadan kaldırılabilir. Kuraklığın hayvancılık üzerine etkisini azaltma stratejileri: Kuraklığın etkisini azaltma stratejisinin temel amacı işletmelerin hayatta kalmasını sağlamaktır. Bu noktada verimlilikte kayıpların minimum olması, mevcut kaynakları minimum hayvan varlığına göre uyarlamak, üreme performansında kayıpları ortadan kaldırmak ve kuraklığın sonunda üretimi yeniden canlandırma dikkate alınan önemli noktalardır. Bitkilerin gelişme dönemi öncesinde her yıl üreticiler, yetiştiriciler ve konu paydaşlarının gelişmiş kuraklık tahmini erişim ve izleme bilgilerine ulaşabilmeleri büyük önem taşımaktadır. Eğer özellikle iyi işleyen uyarlanabilir tarım sistemi ile birlikte çalışıldığında, erken uyarı kuraklık tahminleri kaynakların yanlış kullanımı ile ilişkili ekonomik kayıpların önüne geçme noktasında önemli bir işlev görebilir. SONUÇ Küresel olarak kuraklık son 60 yılda önemli ölçüde değişim göstermiştir. Özellikle son 10 yılda iklim değişikliğine bağlı ortaya çıkan aşırı kuraklık önemli ipuçları vermeye başlamıştır. İklim değişikliği noktasında hazırlanan model projeksiyonlar kuraklığın sıklığı, süresi ve kapsamı noktasında büyük artışlar olduğunu göstermektedir. Tarımsal verimlilik açısından özellikle iklim değişiklikleri geçici kuraklığa bağlı olarak önemli sorunları ortaya çıkarmaktadır. Kuraklık, normal olarak su kıtlığı ve ürün kıtlığı ile ilişkilidir. Kuraklığa yatkın alanlarda yapılacak hayvancılık uygulamaları aynı zamanda bitkisel üretimde yapılan hataların üstesinden gelme mekanizması olarak da kabul edilmektedir. Bu sayede insanlara düzenli gelir sağlama ve yaşamsal faaliyetleri karşılama noktasında bir güvenlik ağı yaratılmış olur. Ancak hayvancılığın da önemli ölçüde kuraklıktan etkilendiği unutulmamalıdır. 28 Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 KAYNAKLAR Anonim 2014a. Ece Varol, Araştırma Raporu. http://www.mbmtr.org/uploads/1/7/9/4/17943871/gk3_1_ecevarol.pdf (22.08.2014) Anonim, 2014b. http://threeissues.sdsu.edu/three_issues_droughtfacts02.html (21.07.2014) Anonim, 2014c. http://www.ifad.org/lrkm/tans/1.htm (21.07.2014) Kapluhan, E. 2013. Türkiye’de Kuraklık Ve Kuraklığın Tarıma Etkisi. Marmara Coğrafya Dergisi Sayı: 27, 487-510. Mekonnen M.M., Hoekstra A.Y. A. 2012. Global Assessment Of The Water Footprint of Farm Animal Products. Ecosystems, 15: 401-415. Ramachandra, K. S. 2009. Livestock Management in Drought. Second India Disaster Management Congress Vigyan Bhavan, New Delhi, 4-6 November 2009 Şen, O. 2014. Türkiye'de Yaşanan Kuraklık ve Etkileri. TMMOB Tarım ve Mühendislik Dergisi, 9-13. Thorne, P.S. 2007. Environmental Health İmpacts of Concentrated Animal Feeding Operations: Anticipating Hazards-Searching For Solutions. Environ Health Perspect. 115: 296-297. Kuraklığın Hayvancılığa Etkileri Prof. Dr. Mehmet Koyuncu 29 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN KSÜ, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Kahramanmaraş, ucan@ksu.edu.tr, mketen@ksu.edu.tr ÖZET Kuraklık, canlıların yaşamı üzerinde çok büyük olumsuz etkileri olan yavaş gelişen ve önemli sosyo-ekonomik zararlara sebep olabilen, meteorolojik karakterli doğal afetlerden biridir. Kuraklığın başlangıç ve bitişinin belirsiz oluşu, kümülatif olarak artması, aynı anda birden fazla kaynağa etkisi ve ekonomik boyutunun yüksek olması onu diğer doğal afetlerden ayıran en önemli özellikleridir. Ülkemizin, küresel ısınmanın muhtemel etkileri açısından, risk grubu ülkeler arasında yer aldığı, gelecekte bazı bölgelerimizin iklim değişikliğinden daha çok etkileneceği tahmin edilmektedir. Bu çalışmada Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde yer alan ve farklı iklim tiplerine sahip Kahramanmaraş (Merkez), Afşin ve Ceyhan ilçelerinin kuraklık özellikleri incelenmiştir. Standart yağış İndisi (SYİ) kuraklık sınıfları dikkate alındığında yıllık en fazla kuraklığın görüldüğü yer Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri bunu takip etmiştir. Mevsimler açısından bakıldığında ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla akdeniz iklim tipine sahip Ceyhanda gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık en fazla Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde yaşanırken kış mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre daha fazla yaşanmıştır. Tarımsal kuraklıkta bitki verimlerine ve ekilen alanlara bakıldığında şiddetli kurak geçen yıllarda kuraklığın etkisi mevcut yılda değil bir sonraki yıl, aşırı kurak geçen yıllarda ise hem kuraklığın yaşandığı yıl hemde bir sonraki yıl olumsuz şekilde etkilediği görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Tarımsal kuraklık, yağış, sıcaklık, standart yağış indisi 1. GİRİŞ Kuraklık, yağışın uzun yıllar ortalamasından daha az gerçekleşmesi ile ortaya çıkan ve herhangi bir yerde ve zamanda meydana gelebilecek olan doğal bir iklim olayıdır. Kuraklık sayılan otuz bir kadar doğal afet içerisinde pek çok araştırmacıya göre en önemli doğal afettir (Kadıoğlu, 2001). Kuraklık, farklı iklim tiplerine sahip her yerde görülebilir. Bununla beraber kurak iklimler nem eksikliğinden ve yüksek değişkenlikteki yağıştan dolayı kuraklığa karşı daha hassas konumdadırlar (Kapluhan, 2013). Ekstrem olaylar içinde kuraklık genellikle yavaş gelişir, sıklıkla uzun bir süreklilik gösterir ve atmosferik tehlikeler içinde tahmini en az olmasına karşın etkileri çok geniştir. Tarımsal üretimin ileri olduğu gelişmiş ülkelerde bile üretimin temel sorunlarından biri kuraklıktır. Karaların, yaklaşık %16’sının (21-22 milyon km2) kurak ve yarı kurak bölgeler olduğu tahmin edilmektedir. Bu gibi bölgelerde yağış azlığı, yağış rejimlerinin düzensizliği ve kaynaklarının kıt olması gibi faktörler tarımın temel sorunları arasında yer almaktadır. Özellikle su azlığı ve yağış yetersizliğinden doğan kuraklık sorununu çözümlemek ve bu bölgeleri tarıma kazandırmak için, yeni sulama teknikleri ve kuru tarım metodları geliştirilmeye çalışılmaktadır (Kapluhan, 2013). Ülkemiz genel olarak Akdeniz iklim kuşağında yer almakla birlikte, birçok alt iklim tipinin de yaşandığı bir ülkedir. Türkiye bu karmaşık iklim yapısı içinde, iklim değişikliğinden en fazla etkilenebilecek ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemiz özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak oluşabilecek su kaynaklarının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan etkilenebilecektir (Hekimoğlu ve Altındeğer, 2008). Kuraklık, aşamaları ve oluştuğu şartlar göz önüne alındığında meteorolojik kuraklık, hidrolojik kuraklık, tarımsal kuraklık ve sosyo-ekonomik kuraklık olmak üzere 4 gruba ayrılmaktadır. Bunlardan tarımsal kuraklık meteorolojik kuraklığın çeşitli özellikleri ile çok yakın ilişkilidir. Toprakta bitkinin ihtiyacını karşılayacak miktarda nem 30 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 bulunmaması olarak tanımlanan tarımsal kuraklık nem kaybı ve su kaynaklarında kıtlık oluştuğu zaman meydana gelir. Ürün miktarında ve gelişiminde azalma yönünde etkiye sebep olur. Son zamanlarda kuraklık çalışmalarında Standart Yağış İndisi (SYİ) metodu yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemde ihtiyaç duyulan tek meteorolojik değişken yağış olduğundan uygulaması oldukça kolaydır. SYİ'den elde edilen değerlerden negatif olanlar kurak dönemlere karşılık gelirken, pozitif olan ise nemli dönemleri göstermektedir. SYİ değerlerinin ve olasılıklarının, 1, 3, 6, 12, 24 ve 48 ay kaydırmalı ya da daha uzun zaman aralıkları için hesaplanabilir olması, kuraklıkların çeşitli zaman aralıklarında izlenmesini ve değerlendirilmesini sağlamaktadır. Çalışmada farklı iklim tiplerine sahip Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan istasyonlarına ait yağış verileri alınarak SYİ değerleri hesaplanmıştır. Bu yöntemlerden SYİ’ye göre 3 ay kaydırmalı değerler kullanılarak mevsimlik, 12 ay kaydırmalı değerler kullanılarak yıllık kuraklık analizi yapılmıştır. Belirtilen istasyonlara ait ana ürün olarak üretimi yapılan buğday, dane mısır, şekerpancarı ve pamuk ekim alanı ve verim değerleri kullanılarak farklı iklim tiplerinin mevsimlik ve yıllık kuraklık durumları belirlenmiştir. Ayrıca kuraklığın bitkisel ürünlerin verim ve ekim alanlarına olan etkileri saptanmaya çalışılmıştır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Çalışmada Akdeniz Bölgesinin Adana Bölümünde yer alan farklı iklim tiplerine sahip Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan ilçeleri dikkate alınmıştır. Afşin karasal bir iklime sahip olup uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı 427.1 mm, ortalama sıcaklık 7.1 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 1230 m dir. Kahramanmaraş (Merkez) akdeniz ve karasal iklimi etkisi altında olup uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı 716.2 mm, ortlama sıcaklık 15.3 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 568 m dir. Akdeniz iklimine sahip olan Ceyhan ilçesinin uzun yıllık ortalama toplam yağış miktarı 704.8 mm, ortalama sıcaklık 17.9 oC ve deniz seviyesinden yüksekliği 25 m dir (Anonim, 2014). Afşin (1972-2010), Kahramanmaraş (Merkez) (1962-2010) ve Ceyhan (1964-2010) istasyonlarına ait aylık toplam yağış verileri Meteoroloji Genel Müdürlüğünden alınmıştır. İstasyonlara ait ana ürün olarak üretimi yapılan buğday, dane mısır, şekerpancarı ve pamuk ekim alanı ve verim değerleri Türkiye İstatistik Kurumundan alınmıştır (Anonim, 2014) İstasyonlara ait kuraklık sınıflarının belirlenmesinde Mckee ve ark., (1993) tarafından geliştirilen SYİ yöntemi kullanılmıştır. SYİ yönteminde ihtiyaç duyulan tek veri aylık ortalama yağış değerleridir. Bu indisi hesaplarken yağış serisinin aritmetik ortalaması ve standart sapması bilinmelidir. Herhangi bir X1, X2,…., Xn yağış zaman serisi için SYİ aşağıdaki eşitlik kullanılarak hesaplanır. SYİ=(Xi-Xort)/Sx Eşitlikte, Xi; yağış serisi, Xort; yağış serisinin aritmetik ortalaması ve Sx; yağış serisinin standart sapmasıdır. Elde edilen negatif değerler yağış eksikliğini yada kurak dönemleri gösterirken, pozitif değerler yağış fazlalığını yada nemli dönemleri göstermektedir. Farklı SYİ aralıkları için kuraklık sınıflandırması aralıkları Tablo 1’de verilmiştir. Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 31 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 1. Standart Yağış İndisi (SYİ) değer aralıkları (Türkeş ve Tatlı, 2009) SYİ Değeri 2.00 < 1.50 –1.99 1.00 – 1.49 -0.99 – 0.99 -1.00 – -1.49 -1.50 – -1.99 < -2.00 Kuraklık Sınıfı Aşırı nemli Çok nemli Orta düzeyde nemli Normal Orta düzeyde kurak Şiddetli kurak Aşırı kurak 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Çalışmada, Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan istasyonlarına ait toplam yağış ve sıcaklık grafikleri Şekil 1'de verilmiştir. (a) Toplam Yağış (mm) 1400 R² = 0,0384 1200 1000 800 600 R² = 0,0526 400 R² = 0,0004 200 0 Yıllar Ortalama Sıcaklık (oC) AFŞİN KMARAŞ(MERKEZ) CEYHAN (b) 22 20 18 16 14 12 10 8 6 R² = 0,0895 R² = 0,4049 R² = 0,2449 Yıllar AFŞİN Şekil 1. KMARAŞ(MERKEZ) CEYHAN İlçelere ait (a) yıllık toplam yağış ve (b) ortalama sıcaklık değerleri Şekilde görüldüğü gibi her üç isatasyonda da 40 yıllık süreçte belirli oranlarda toplam yağış ve sıcaklıkta artış gözlemlenmiştir. Toplam yağış en fazla Ceyhanda meydana 32 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 gelirken en az Afşin’de görülmüştür. Sıcalık artışı en fazla Kahramanmaraşta (Merkez) meydana gelirken en az Ceyhanda görülmüştür. İstasyonlara ait 40 yıllık yağış verileri kullanılarak elde edilen maksimum ve minimum SYİ değerleri ile mevsimlik ve yıllık SYİ sınıfları Tablo 1’de verilmiştir. Bu bilgilere göre ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla sırasıyla Ceyhan, Kahramanmaraş ve Afşinde gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık sayısı en fazla Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde yaşanırken en az Afşin ilçesinde görülmüştür. Kış mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre daha fazla yaşanmıştır. Yıllık kuraklığa bakıldığında en fazla kuraklığın görüldüğü yer Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri bunu takip etmiştir. Tablo 2. İstasyonlarda uzun yıllara ait mevsimlik ve yıllık SYİ kuraklık sınıfı sayıları İstasyonlar Afşin Orta Mevsimler Maksimum Minimum Normal Derece Nemli Orta Düzeyde Kurak Şiddetli Aşırı Kurak Kurak İlkbahar 2,03 -1,65 27 4 2 2 4 - 1 Yaz 2,47 -1,94 26 3 3 2 4 2 - Sonbahar 2,35 -2,21 27 6 - 1 5 1 - Kış 1,48 -2,06 29 4 - 1 5 1 - Yıllık 1,54 -2,53 26 6 1 - 3 3 1 İlkbahar 1,83 -2,02 24 4 2 - 8 1 1 Yaz 2,15 -1,53 24 7 1 - 6 1 1 2,02 -2,93 26 2 2 - 5 2 3 Kış 2 -2,44 31 3 - - 4 1 1 Yıllık 2,09 -2,13 24 4 3 - 4 3 2 İlkbahar 2,05 -2,43 26 3 3 - 5 1 2 Kahramanmaraş Sonbahar Ceyhan Çok Aşırı Nemli Nemli Yaz 2,04 -2,57 26 3 1 - 4 4 2 Sonbahar 1,79 -2,34 27 4 4 - 1 1 3 Kış 1,86 -2,56 30 5 1 - 2 - 2 Yıllık 1,98 -2,06 27 2 2 1 4 2 2 Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan istasyonlarının 1991- 2010 yıllarına ait indis değerleri Tablo 2, 3 ve 4’de verilmiştir. Tablolarda karasal iklime sahip Afşin ilçesinde 1993 yılında şiddetli kuraklık gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1993 yılında sonbahar, 1994 yılında yaz, 1996 yılında kış ve 2001 yılında yaz mevsimlerinde şiddetli kuraklıklar yaşanmıştır. Karasal ve akdeniz iklimlerinin etkisinde kalan Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde 1993 ve 2004 yıllarında aşırı kuraklık gözlemlenirken 1999 yılında şiddetli kuraklık gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1991 yılında yaz, 2000 ve 2008 yıllarında sonbahar şiddetli kurak, 1999 yılında sonbahar mevsiminde aşırı kuraklık yaşanmıştır. Akdeniz ikliminin etkisinde kalan Ceyhan ilçesinde 1993 yılında şiddetli kuraklık ve 1999 yılında aşırı kuraklık gözlemlenmiştir. Mevsimsel olarak 1991 yılında yaz, 1993 yılında sonbahar, 2004 yılında ilkbahar, 2005 yılında kış, 2010 yılında sonbahar mevsimleri aşırı kurak geçerken 1998, 2001, 2004 ve 2006 yıllarında yaz mevsiminde şiddetli kuraklıklar yaşanmıştır. Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 33 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 3. Afşin’e ait mevsimlik ve yıllık kuraklık seviyeleri Yıllar Mevsimler SYİ Değeri SYİ Sınıfı Yıllar Mevsimler SYİ Değeri İlkbahar 0,66 N İlkbahar 0,37 Yaz 0,28 N Yaz -1,94 1991 Sonbahar 1,19 ODN 2001 Sonbahar -0,82 Kış 0,07 N Kış -1,19 Yıllık 1,75 ÇN Yıllık 1,03 İlkbahar 0,5 N İlkbahar -0,15 Yaz 0,56 N Yaz 0,23 1992 Sonbahar -0,15 N 2002 Sonbahar -1,3 Kış 0,94 N Kış 1,48 Yıllık 0,71 N Yıllık -1,33 İlkbahar 1,47 ODN İlkbahar 1,15 Yaz 0,37 N Yaz 0,13 1993 Sonbahar -1,8 ŞK 2003 Sonbahar -0,52 Kış 0,05 N Kış 0,89 Yıllık -1,93 ŞK Yıllık -0,46 İlkbahar -0,97 N İlkbahar -1,13 Yaz -1,87 ŞK Yaz -1,48 1994 Sonbahar 0,3 N 2004 Sonbahar 0,71 Kış 0,6 N Kış 0,96 Yıllık 0,62 N Yıllık 0,04 İlkbahar 0,84 N İlkbahar -0,98 Yaz 1,8 ÇN Yaz 0,38 1995 Sonbahar 1,07 ODN 2005 Sonbahar 0,17 Kış 0,11 N Kış -0,69 Yıllık -0,09 N Yıllık -0,29 İlkbahar 2,03 AN İlkbahar -0,68 Yaz -1,42 ODK Yaz 0,28 1996 Sonbahar -0,34 N 2006 Sonbahar 0,33 Kış -1,59 ŞK Kış -0,55 Yıllık 0,14 N Yıllık -0,89 İlkbahar -0,58 N İlkbahar -0,05 Yaz -0,26 N Yaz 1,02 1997 Sonbahar -0,38 N 2007 Sonbahar 1,49 Kış 0,14 N Kış -1,01 Yıllık -0,57 N Yıllık 1,04 İlkbahar 1,8 ÇN İlkbahar -0,43 Yaz -0,05 N Yaz -0,65 1998 Sonbahar 0,84 N 2008 Sonbahar 0,09 Kış -1,05 ODK Kış -0,24 Yıllık 1,36 ODN Yıllık -0,48 İlkbahar -0,73 N İlkbahar -0,13 Yaz 0,17 N Yaz -0,13 1999 Sonbahar -0,91 N 2009 Sonbahar 0,4 Kış 0,74 N Kış 0,12 Yıllık -0,83 N Yıllık 0,29 İlkbahar 0,3 N İlkbahar -0,89 Yaz -1,23 ODK Yaz 0,38 2000 Sonbahar 0,29 N 2010 Sonbahar -1,24 Kış 1,42 ODN Kış 0,76 Yıllık -0,32 N Yıllık 0,87 N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak 34 SYİ Sınıfı N ŞK N ODK ODN N N ODK ODK ODK ODN N N N N ODK ODK N N N N N N N N N N N N N N ODN ODN ODK ODN N N N N N N N N N N N N ODK N N Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 4. Kahramanmaraş’a ait mevsimlik ve yıllık kuraklık seviyeleri Yıllar Mevsimler SYİ Değeri SYİ Sınıfı Yıllar Mevsimler SYİ Değeri İlkbahar 0,83 N İlkbahar -0,29 Yaz -1,53 ŞK Yaz -0,06 1991 Sonbahar 0,93 N 2001 Sonbahar 0,59 Kış -1,1 ODK Kış -0,58 Yıllık 1,6 ÇN Yıllık -0,22 İlkbahar -0,99 N İlkbahar -0,6 Yaz 0,59 N Yaz -0,37 1992 Sonbahar 0,22 N 2002 Sonbahar -1,09 Kış 0,58 N Kış 0,9 Yıllık 0,37 N Yıllık 0,4 İlkbahar 1,22 ODN İlkbahar -0,86 Yaz 0,1 N Yaz -0,38 1993 Sonbahar -2,26 AK 2003 Sonbahar 0,74 Kış -0,35 N Kış 0,81 Yıllık -2,13 AK Yıllık 0,71 İlkbahar -1,47 ODK İlkbahar -0,62 Yaz 0,2 N Yaz -0,35 1994 Sonbahar 0,78 N 2004 Sonbahar 0,44 Kış 0,22 N Kış -0,13 Yıllık 1,11 ODN Yıllık -2,02 İlkbahar 0,26 N İlkbahar -0,99 Yaz 1,41 ODN Yaz 1,45 1995 Sonbahar 1,1 ODN 2005 Sonbahar 0,89 Kış 0,66 N Kış 0,71 Yıllık -0,11 N Yıllık 0,57 İlkbahar 1,79 ÇN İlkbahar 0,37 Yaz -0,39 N Yaz 0,05 1996 Sonbahar 0,83 N 2006 Sonbahar -1,26 Kış 0,08 N Kış -0,28 Yıllık 1,29 ODN Yıllık -0,7 İlkbahar 0,46 N İlkbahar -1,36 Yaz 1,01 ODN Yaz 0,54 1997 Sonbahar 0,69 N 2007 Sonbahar 0,57 Kış 0,00 N Kış -0,93 Yıllık 0,46 N Yıllık 0,52 İlkbahar 1,4 ODN İlkbahar -0,9 Yaz 1,08 ODN Yaz -0,08 1998 Sonbahar 0,64 N 2008 Sonbahar -1,52 Kış -0,43 N Kış -0,01 Yıllık 0,89 N Yıllık -0,69 İlkbahar -0,71 N İlkbahar -0,45 Yaz 0,42 N Yaz 0,22 1999 Sonbahar -2,93 AK 2009 Sonbahar -0,23 Kış 0,11 N Kış -0,33 Yıllık -1,97 ŞK Yıllık 0,9 İlkbahar -1,32 ODK İlkbahar 0,64 Yaz 0,83 N Yaz 1,59 2000 Sonbahar -1,53 ŞK 2010 Sonbahar 0,55 Kış 0,93 N Kış 1,4 Yıllık -1,1 ODK Yıllık -0,48 N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN SYİ Sınıfı N N N N N N N ODK N N N N N N N N N N N AK N ADN N N N N N ODK N N ODK N N N N N N ŞK N N N N N N N N ÇN N ODN N 35 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 5. Ceyhan’a ait mevsimlik ve yıllık kuraklılk seviyeleri Yıllar Mevsimler SYİ Değeri SYİ Sınıfı Yıllar Mevsimler SYİ Değeri İlkbahar 0,75 N İlkbahar -0,32 Yaz -2,57 AK Yaz -1,59 1991 Sonbahar 0,12 N 2001 Sonbahar 0,69 Kış 0,81 N Kış -0,9 Yıllık 2,28 AN Yıllık 1,49 İlkbahar -0,75 N İlkbahar 0,09 Yaz 0,76 N Yaz 1,01 1992 Sonbahar 1,01 ODN 2002 Sonbahar -0,69 Kış 1,33 ODN Kış 1,38 Yıllık 0,59 N Yıllık -1,26 İlkbahar 0,41 N İlkbahar 1,23 Yaz 0,34 N Yaz 0,27 1993 Sonbahar -2,34 AK 2003 Sonbahar -0,57 Kış -0,73 N Kış -0,08 Yıllık -1,58 ŞK Yıllık 0,77 İlkbahar -0,3 N İlkbahar -2,23 Yaz 0,12 N Yaz -1,57 1994 Sonbahar 1,55 ÇN 2004 Sonbahar 0,67 Kış 1,05 ODN Kış 1,86 Yıllık 1,62 ÇN Yıllık -0,37 İlkbahar -0,11 N İlkbahar -0,24 Yaz 0,58 N Yaz 0,99 1995 Sonbahar 1,23 ODN 2005 Sonbahar -0,28 Kış 0,1 N Kış -2,24 Yıllık 0,18 N Yıllık -0,16 İlkbahar 0,84 N İlkbahar -1 Yaz -0,45 N Yaz -1,74 1996 Sonbahar -0,41 N 2006 Sonbahar 1,35 Kış -0,46 N Kış 0,7 Yıllık -0,04 N Yıllık -0,05 İlkbahar 0,74 N İlkbahar 0,21 Yaz 0,67 N Yaz -1,21 1997 Sonbahar 0,95 N 2007 Sonbahar -0,41 Kış 0,03 N Kış -0,48 Yıllık 1,09 ODN Yıllık -0,04 İlkbahar 1,75 ÇN İlkbahar -0,9 Yaz -1,52 ŞK Yaz 0,66 1998 Sonbahar -0,11 N 2008 Sonbahar 1,57 Kış -0,67 N Kış 0,02 Yıllık 0,7 N Yıllık 0,73 İlkbahar -0,77 N İlkbahar 1,62 Yaz 0,22 N Yaz -0,11 1999 Sonbahar -1,36 ODK 2009 Sonbahar 1,79 Kış 0,76 N Kış 0,27 Yıllık -2,23 AK Yıllık 0,82 İlkbahar 0,48 N İlkbahar -1,43 Yaz -0,1 N Yaz -0,45 2000 Sonbahar -0,14 N 2010 Sonbahar -2,2 Kış 0,63 N Kış 0,62 Yıllık -0,96 N Yıllık 0,47 N: normal, ODN: orta düzeyde nemli, ÇN: çok nemli, ODK: orta düzeyde kurak, ŞK: şiddetli kurak SYİ Sınıfı N ŞK N N ODK N ODN N ODN ODK ODN N N N N AK ŞK N ÇN N N N N AK N ODK ŞK ODN N N N ODK N N N N N ÇN N N ÇN N ÇN N N ODK N AK N N Yapılan çalışmada kuraklığın bölgede tarımı yapılan ana ürünlerin (buğday, şeker pancarı, pamuk, mısır) üretimine olan etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma alanında Afşin, Kahramanmaraş (Merkez) ve Ceyhan ilçelerinin 1991-2010 yıllarında gerçekleşen ürün verimleri Şekil 2-4'de verilmiştir. 36 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 1000 900 800 700 600 500 400 300 200 100 0 350000 300000 200000 150000 Alan(da) 250000 100000 50000 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Buğday Verimi (kg/da) BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yıllar Ekilen alan (da) 1200 2000 1000 600 1000 400 Alan(da) 1500 800 500 200 0 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Dane Mısır Verimi (kg/da) AFŞİN Yıllar Ekilen alan (da) 8.000 7.000 6.000 5.000 4.000 3.000 2.000 1.000 0 60000 40000 30000 20000 Alan (da) 50000 10000 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Şekerpancarı Verimi (kg/da) AFŞİN AFŞİN Şekil 2. Yıllar Ekilen alan (da) Afşin ilçesine ait buğday, dane mısır ve şekerpancarı verimleri ve ekilen alan Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 37 350000 600 300000 500 250000 400 200000 300 150000 200 100000 100 50000 0 Alan (da) 700 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Buğday Verimi (kg/da) BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yıllar 0 5000 10000 15000 20000 25000 30000 35000 40000 45000 Alan(da) 900 800 700 600 500 400 300 200 100 0 450000 400000 350000 300000 250000 200000 150000 100000 50000 0 Alan(da) Ekilen alan (da) 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Dane Mısır Verimi (kg/da) KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ) Yıllar Ekilen alan (da) 800 700 600 500 400 300 200 100 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Pamuk Verimi (kg/da) KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ) Yıllar KAHRAMANMARAŞ (MERKEZ) Şekil 3. 38 Ekilen alan (da) Kahramanmaraş (Merkez) ilçesine ait buğday, dane mısır ve pamuk verimleri ve ekilen alan Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN Buğday Verimi (kg/da) 600 1.000.000 900.000 800.000 700.000 600.000 500.000 400.000 300.000 200.000 100.000 0 500 400 300 200 100 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2008 2009 2010 2010 0 Alan (da) BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 1200 600.000 1000 500.000 800 400.000 600 300.000 400 200.000 200 100.000 0 Alan(da) Ekilen alan (da) 0 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 Dane Mısır Verimi (kg/da) Yıllar CEYHAN Yıllar Ekilen alan (da) 1200 1400000 1000 1200000 1000000 800 800000 600 600000 400 Alan(da) Pamuk Verimi (kg/da) CEYHAN 400000 200 200000 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 0 1994 0 YILLAR CEYHAN Şekil 4. Ekilen alan (da) Ceyhan ilçesine ait buğday, dane mısır ve pamuk verimleri ve ekilen alan Şekiller incelendiğinde bitkisel üretim ve ekim alanı kuraklığın derecesine bağlı olarak etkilenmektedir. Her üç bölgede buğday verimi ve ekim alanı şiddetli kurak geçen yıllarda bir sonraki yılı etkilerken, aşırı kurak geçen yıllarda hem kurak geçen yıl hemde Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 39 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 bir sonraki yılın etkilendiği görülmüştür. Bu durum kuraklığın meydana geldiği yılda toprakta önceki yıldan depolanan nemin olumlu etki yaptığı kuraklık yılının sonraki yıla olumsuz etki yaparak verimi ve ekim alanını düşürdüğü şeklinde yorumlanabilir. Dane mısır, şekerpancarı ve pamukta da aynı durumu görmek mümkün olmasına rağmen buğday bitkisinde olduğu gibi belirgin değildir. Bu durum susuz koşullarda yetiştirilmesi ekonomik olmayan dane mısır, şekerpancarı ve pamuk bitkilerinin kurak dönemlerde gerekli olan sulama suyu yüzey sularından sağlanamadığı için yer altı sularına yönelme olduğu izlenimini vermektedir. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Kurak ve yarı-kurak iklim kuşağında yer alan ülkemizde küresel ısınma ve beraberinde yağışların azalması kuraklık riskini artıracaktır. Suyun en fazla tarımda kullanıldığı ülkemizde, kuraklık olması durumunda en fazla etkilenecek sektör de şüphesiz tarım sektörüdür. Kuraklık ve bitki verimleri gözönüne alındığında kuraklığın etkisi gereçekleştiği mevcut yılda görülmese bile bir sonraki yıl toprakta bitkinin kullanacağı ve bitkinin büyümesinde yeterli miktarda su kalmamasından ötürü bitki verimini olumsuz etkileyecektir. Yapılan bu çalışma ile karasal iklim, akdeniz iklimi ve her iki iklimin etkisi altında olan geçiş bölgelerinin kuraklıktan nasıl etkilendiği araştırılmıştır. Sonuçta her üç isatasyonda da 40 yıllık süreçte belirli oranlarda toplam yağış ve sıcaklıkta artış gözlemlenmiştir. Toplam yağış en fazla Ceyhanda meydana gelirken en az Afşin’de görülmüştür. Sıcalık artışı en fazla Kahramanmaraşta (Merkez) meydana gelirken en az Ceyhanda görülmüştür. SYİ kuraklık sınıfları dikkate alındığında yıllık en fazla kuraklığın görüldüğü yer Kahramanmaraş (Merkez) iken Afşin ve Ceyhan ilçeleri bunu takip etmiştir. Mevsimler açısından bakıldığında ilkbahar ve yaz mevsiminde kuraklık en fazla sırasıyla Ceyhan, Kahramanmaraş ve Afşinde gözlemlenmiştir. Sonbahar mevsiminde kuraklık en fazla Kahramanmaraş (Merkez) ilçesinde yaşanırken en az Afşin ilçesinde görülmüştür. Kış mevsiminde ise kuraklık Ceyhan ve Kahramanmaraş (Merkez) ilçelerinde Afşine göre daha fazla yaşanmıştır. Yağışların ne zaman ve hangi miktarda geleceği önceden bilinmediğinden kuraklığa karşı her an karşılşacakmışız gibi tedbirler alınmalıdır. Bunların başında tarımsal girdi olarak kullanılnan sulama suyunu bilinçli bir şekilde harcamak, yağan yağmur sularını yüzeysel akışa geçmeye fırsat vermeden depolanmasını sağlayacak teknolojik sistemler geliştirmek, kuraklığın çok sık görüldüğü yerlerde ise su ihtiyacı daha az olan bitkileri yetiştirmek gelmektedir. KAYNAKLAR Anonim. 2014. Türkiye İstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr (Erişim tarihi: 12.07.2014). Hekimoğlu, B., Altındeğer, M. 2008. Küresel Isınma, Tarımsal Kuraklık ve Samsun Tarımına Etkileri. T.C. Samsun Valiliği ve İl Tarım Müdürlüğü, 77s., Samsun. Kadıoğlu, M. 2001. Kuraklık Kıranı, Güncel Yayıncılık, İstanbul. 40 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kapluhan, E. 2013. Türkiye’de Kuraklık ve Kuraklığın Tarıma Etkisi, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı: 27, 487-510. McKee, T. B., Doesken, N. J., Kleist, J. 1993. The relationship of droght Frequency and duration to time scales. Reprints, 8th Conference on Applied Climatalogy, Anaheim, CA, USA, pp.179-184. Türkeş, M., Tatlı, H. 2009. Use of the standardized precipitation index (SPI) and modified SPI for shaping the drought probabilities over Turkey. International Journal of Climatology 29: 2270–2282. Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN 41 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 42 Farklı İklim Tiplerinin Tarımsal Kuraklığa Etkisi Kenan UÇAN, Mualla KETEN BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU Bandırma Koyunculuk Araştırma İstasyonu, hanogluhulya@hotmail.com Özet Günümüzde dünya nüfusunun artmasına karşılık doğal kaynaklar hızla azalmaktadır. 2050 yılında nüfusun 9 milyara; hayvansal protein tüketiminin de iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle gıda sorununun çözümünde tüketicilere yüksek kaliteli protein sağlayan hayvancılığın rolü artacaktır. Son yıllarda özellikle Avrupa ülkelerinde konvansiyonel beslemeye dayalı olarak hayvanlarda görülen hastalıklar tüketicileri yeni arayışlara yöneltmiş; meralara ve kimyasal kullanılmadan üretilen yemlere dayalı organik hayvancılık gündeme gelmiş ve bu konuda standartlar geliştirilmiştir. AB’de organik hayvan yetiştiriciliğine ilişkin minimum bağlayıcı standartlar 2000 yılında uygulamaya konmuş; mevzuat 2009 tarihinde yeniden düzenlenmiştir. AB ülkelerinin Türkiye için önemli bir organik ürün pazarı olması nedeniyle, ulusal mevzuatın AB ile uyumlaştırılması önem arz etmektedir. Türkiye’de organik hayvancılığa ilişkin mevzuat 2010 yılında AB mevzuatı ile uyumlu hale getirilmiştir. Bu çalışmada AB ve Türkiye’de organik hayvan yetiştiriciliğinde gözlemlenen gelişmeler ele alınmıştır. Günümüzde AB ülkelerinde organik hayvan yetiştiriciliğine ilgi yoğunluk kazanmıştır. AB’nin en büyük organik sığır üreticileri Almanya, Avusturya, İngiltere ve İtalya'dır. Organik koyunculuk İtalya ve İngiltere’de yaygındır. Keçi varlığının yarıdan çoğu Yunanistan’da bulunmakta, ikinci sırada İtalya gelmektedir. Türkiye’de organik hayvansal üretim uzun yıllar yalnızca arıcılık ve bal üretimi ile sınırlı kalmıştır. Bitkisel üretime göre payının küçük olmasına karşın, son yıllarda organik büyükbaş ve küçükbaş besiciliği ve özellikle kanatlı yetiştiriciliğinde hızlı gelişmeler sağlanmıştır. Anahtar kelimeler: Türkiye’de organik hayvancılık, AB’de organik hayvancılık, konvansiyonel hayvancılık, organik hayvancılık mevzuatı. 1. GİRİŞ Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde tüketicilerin -bitkisel ürünlerde olduğu gibigıda güvenilirliği yüksek hayvansal ürünleri tercih etmeleri, çevre bilinci ve hayvan haklarına duyarlılığın artması gibi nedenlerle organik hayvancılık süreci başlamıştır. Organik hayvancılık, hayvan sağlığı ve hayvan refahını korumayı esas alan, çevreye dost yöntemler kullanılarak kalıntı içermeyen kaliteli hayvansal ürünlerin kontrollü ve sertifikalı olarak üretimi faaliyetidir (Sundrum, 2001). Organik hayvansal ürünler tüketiciler tarafından kaliteli, kalıntı içermeyen, refahına özen gösterilen hayvanlardan elde edilen, daha fazla çevre dostu koşullarda üretilen ve yağ içeriği daha düşük ürünler olarak değerlendirilmektedir (Kouba, 2003; Van Ryssen, 2003). Bu bağlamda yapılan çalışmalarda organik hayvanların etlerinin yağ, doymuş yağ asitleri ve kolesterol içeriklerinin konvansiyonellerden daha düşük; buna karşılık omega-3 yağ asitleri ve konjuge linoleik asit (KLA) düzeylerinin ise daha yüksek oldukları bulunmuştur (Hansson et al., 2000; Revilla ve ark., 2008; Hanoğlu ve ark., 2009). Benzer sonuçlara organik sütlerde yapılan çalışmalarda da ulaşılmıştır. Organik sütlerin, KLA ve omega-3 yağ asitleri bakımından konvansiyonel olanlara göre daha zengin oldukları saptanmıştır (Lu ve ark., 2010; Tsiplakou ve ark., 2010). Yetiştirildikleri bölgeye uyum sağlamış, hastalıklara karşı dayanıklı yerli ırkların kullanımı, uygun barınak koşulları, sağlıklı hayvan yetiştiriciliği (hayvan refahı) ve organik yemlerle besleme gibi dört ilke organik hayvancılığın temelini oluşturmaktadır (Gibon et al., 1999; Woodward and Fernandez, 1999). Mevcut düzenlemeler hayvan sağlığını ve refahını güvence altına almaktan uzak durumdadır. Bu nedenle organik yetiştiricilikte hayvanların sağlık ve refahını en üst düzeyde karşılamak amacıyla Çiftlik Hayvanları Refah Komitesi (FAWC) üyesi Webster (1994) tarafından önerilen beş özgürlük ilkelerine uyulması gerekmektedir. 2. Türkiye’de ve AB’de Hayvancılık Sektörünün Genel Görünümü Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinde en önemli konuyu tarım ve balıkçılık müktesebatı oluşturmaktadır. Türkiye tarımının üretimden pazarlamaya kadar birçok Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU 43 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sorunu bulunmaktadır. Ancak tarım içinde hayvansal üretim sorunlarının bitkisel üretime oranla daha karmaşık ve daha derinde olduğu görülmektedir. 1980-2013 yılları arasında Türkiye’de nüfusun yaklaşık 32 milyon kişi artmasına karşılık, toplam hayvan varlığı 85 milyon baştan 53 milyon başa düşmüştür (Tablo 1). Et üretimi artmamış; süt üretiminde belirli bir artış sağlanmasına karşın somatik hücre ve bakteri sayısı fazlalığı sorunlarından dolayı üretim kalite standartlarının çok uzağında kalmıştır. Söz konusu dönemde sığır varlığında %9, koyun varlığında %40, keçi varlığında %52, manda varlığında %89 oranında bir azalma görülmektedir. Toplam hayvan varlığındaki azalma ise %37 dolayındadır (Tablo 1). Hayvan varlığındaki erime sürecinin yarattığı üretim düşüşleri, Türkiye’nin hızla artan nüfusu veri iken, hayvan başına verimlilikte sağlanan kısıtlı artışlarla karşılanamayacak boyutlara ulaşmıştır. 1980’lerden sonra uygulanan politikalar sonucunda genelde hayvancılık özelde de koyun ve keçi yetiştiriciliğinde geriye gidişin başlaması, kentlere olan göçü arttırdığı gibi halkın beslenme standartlarında da gerilemeye neden olmuştur. Oysa Türkiye’nin toprak yapısı ve mera durumu, insanların kırmızı et yeme alışkanlığı, kırsal alanlardaki nüfus yoğunluğu ve göçerlik düzeni içinde yer bulan koyun ve keçi yetiştiriciliği ayrı bir önem taşımaktadır (Koyuncu ve ark., 2010). Tablo 1. Türkiye’de Türler İtibariyle Hayvan Varlığı (Bin baş) Yıllar Sığır Manda Koyun Keçi TOPLAM 1980 15.894 1985 12.466 1990 11.377 1995 11.789 2000 10.761 2005 10.526 2006 10.871 2007 11.037 2008 10.860 2009 10.724 2010 11.370 2011 12.386 2012 13.915 2013 14.415 2013/1980 (%) -9 Kaynak: TÜİK (2013 ve 2014) 1.031 551 371 255 146 105 101 85 86 87 85 98 107 118 - 89 48.630 42.500 40.553 33.791 28.492 25.304 25.617 25.462 23.975 21.750 23.090 25.032 27.425 29.284 - 40 19.043 13.336 10.977 9.111 7.201 6.517 6.643 6.286 5.594 5.128 6.293 7.278 8.357 9.226 - 52 84.598 68.853 63.278 54.946 46.600 42.453 43.232 42.870 40.514 37.689 40.837 44.794 49.805 53.043 - 37 Türkiye’de hayvan varlığında görülen büyük erimeye karşılık, AB’de aynı dönemdeki azalma %18’de kalmış; Türkiye’nin aksine AB’de keçi ve özellikle de manda varlığı artmıştır (Tablo 2). 44 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 2. Avrupa Birliği’nde Türler İtibariyle Hayvan Varlığı (Bin baş) Yıllar Sığır Manda Koyun Keçi TOPLAM 1980 119.969 1985 118.896 1990 111.357 1995 102.931 2000 98.063 2005 91.779 2006 91.102 2007 91.192 2008 91.354 2009 90.739 2010 89.864 2011 87.814 2012 88.137 2013 88.331 2013/1980 (%) -26 Kaynak: FAOSTAT (2014a) 143 133 136 123 192 219 214 241 318 344 379 370 365 419 +193 110.769 122.483 143.473 128.696 123.203 111.165 109.476 107.708 104.255 101.899 99.785 98.666 98.256 97.554 -12 10.651 12.016 14.462 14.320 14.509 13.984 13.765 13.681 13.779 13.222 13.240 12.797 12.543 12.411 +17 241.532 253.528 269.428 246.070 235.967 217.147 214.557 212.822 209.706 206.204 203.268 199.647 199.301 198.715 -18 Türkiye’deki tarım işletmeleri genel olarak küçük aile işletmeleridir. Buna bağlı olarak işletme başına düşen hayvan sayısı AB ortalamasının çok altındadır. Bu konu çağdaş bilgi ve teknoloji kullanımını engelleyen önemli bir faktördür. AB ülkelerinde işletme başına düşen ortalama hayvan sayısı 37,3, Polonya'da 4,2, Çek Cumhuriyeti'nde 165, Malta'da 50,6 iken, Türkiye'de yalnızca 1,9'dur. Çiftlik başına düşen hayvan sayısı aralığı olarak bakıldığında ise 2011 yılı itibariyle Türkiye'deki işletmelerin %80,9'u 1-10 baş hayvana; %1,4'ü ise 50 baş ve üzeri hayvana sahiptir. AB'de ise 50-99 hayvana sahip işletmelerin oranı %28,5 iken, 30 baştan fazla hayvana sahip işletmelerin oranı ise %72'dir (Dünya Gıda, 2014). Ülkemizde kapasite anlamında işletmelerin küçük ölçekte olması; süt verimi yüksek sığır ırklarının temininde güçlüklere, girdilerin uygun fiyatlardan sağlanamamasına, süt ürünlerinin pazarlanamamasına ve genel süt sığırcılığının etkinliğini ve verimliliğini sağlayacak olan örgütlenmede güçlüklere neden olmaktadır. Türkiye’de birim hayvan başına süt verimi ve toplam süt üretimi gelişmiş ülkelere göre daha düşüktür. Türkiye'de inek başına yıllık süt verimi 3.000 kg, AB'de ise 6.500 kg'dir (TÜİK, 2014; FAOSTAT, 2014b). Türkiye'de ortalama sığır karkas ağırlığı (253 kg), dünya ortalamasının (214 kg) üstünde olup; 282 kg olan AB ortalamasından ise düşüktür (TÜİK, 2014; FAOSTAT, 2014b). 3. Türkiye’de ve AB’de Organik Tarım Mevzuatı Dünyada organik tarım konusunda çıkarılan ilk resmi, Avrupa Birliği tarafından 24 Temmuz 1991 tarihinde yürürlüğe konulan 2092/91 sayılı tüzüktür. AB daha sonra bu tüzükte birçok değişiklik yapmış; 1999 yılındaki 1804/99 sayılı direktifi ile organik hayvan yetiştiriciliğine ilişkin minimum standartları kabul etmiştir. AB’de 28 Haziran 2007 tarihinde EC 834/2007 sayılı organik üretim ve organik ürünlerin etiketlenmesi konusundaki Konsey Tüzüğü yayımlanarak 1 Ocak 2009’da yürürlüğe girmiştir. Bu tüzükle 2092/91 Konsey Tüzüğü yürürlükten kaldırılmıştır. Tüzüğün 7 başlık ve 42 maddeden oluşan içeriğinde; amaç, kapsam ve tanımlar; organik Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU 45 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 üretim hedefleri ve ilkeleri; üretim kuralları; etiketleme; kontroller; üçüncü ülkelerle ticaret; nihai ve geçişe ilişkin kurallar bulunmaktadır (Altındişli ve Aksoy, 2010). Türkiye’de organik tarımla ilgili ilk yasal düzenleme, AB’nin organik tarım konusundaki ilk yönetmeliği olan 2092/91 sayılı mevzuatından üç yıl sonra yapılmıştır. Bu amaçla Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik 18 Aralık 1994 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik sonrasında organik tarımda yasal çerçevenin tanımlanması ve hatalı uygulamalarda gerekli yaptırımların ve güvencelerin yeniden oluşturulması gündeme gelmiştir. Bu bağlamda “tüketiciye güvenilir, kaliteli ürünler sunmak üzere organik ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini sağlamak için gerekli tedbirlerin alınmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek” amacıyla 3 Aralık 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanuna uyarlanarak 2005 yılında Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik kabul edilmiştir. Bu yönetmelikte 2006, 2008 ve 2009 yıllarında değişiklik ve ekler yapılmıştır. Söz konusu yönetmelik AB’de 1 Ocak 2009 tarihinde yürürlüğe giren mevzuata göre yeniden düzenlenmiş; eski mevzuat yürürlükten kaldırılarak, 18 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. 4. Türkiye’de Organik Hayvancılığın Gelişimi Türkiye’de organik hayvansal üretim ise uzun yıllar yalnızca arıcılık ve bal üretimi ile sınırlı kalmıştır. Son yıllarda diğer hayvancılık dallarında da önemli gelişmeler sağlanmış; organik büyükbaş ve küçükbaş besiciliği, süt ve et üretimi, kanatlı yetiştiriciliğinde gelişmeler sağlanmıştır. 2005-2013 yılları arasında organik sertifikalı hayvan varlığı ve hayvansal üretim miktarları Tablo 3’de verilmiştir. Tablo 3. Türkiye’de Organik Sertifikalı Hayvan Varlığı ve Hayvansal Üretim Miktarlarındaki Gelişmeler Yıllar HAYVAN VARLIĞI (BAŞ) ÜRETİM (Ton) Sığır Koyun Keçi Toplam Süt Et 2005 725 9.966 90 10.781 1.350 * 2006 1.238 10.469 * 11.707 2.875 12 2007 3.842 16.603 * 20.445 * * 2008 4.334 11.706 474 16.514 8.711 554 2009 4.528 12.822 627 17.977 17.111 342 2010 25.251 18.703 1.901 45.855 11.605 6.253 2011 9.595 17.562 8.552 35.709 14.795 646 2012 6.792 747 6.092 13.631 17.627 270 2013 47.715 74.276 17.777 139.768 64.106 3.353 (*) Veri yok Kaynak: GTHB (2014) Tablo 3’te görüldüğü gibi gerek hayvan varlığı, gerekse hayvansal üretimde önemli artışlar kaydedilmiştir. Ancak 2013 yılı itibariyle Türkiye’de organik olarak yetiştirilen hayvanların toplam hayvan varlığı içindeki payı sığırlarda %0,70, koyunlarda %0,51, keçilerde ise %0,29 seviyesindedir (Tablo 4). 46 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İllere göre organik sertifikalı ve geçiş süreci sığır varlığı Tablo 5, koyun varlığı Tablo 6, keçi varlığı ise Tablo 7’de verilmiştir. Organik sığır yetiştiriciliği en fazla Doğu Anadolu Bölgesi’nde yapılmaktadır. En fazla organik sığır yetiştiriciliği %42,1’lik payla Kars’ta yapılmakta; Kars’ı %24,7’lik payla Ardahan ve %15,9’luk payla Erzurum izlemektedir. Organik koyun yetiştiriciliğinde önde gelen bölgeler Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Marmara Bölgeleridir. Organik koyun yetiştiriciliğinde başlıca illerin payları Van %45, Kars %11,9, Sivas %11,4, Çanakkale %6, Ankara %5,9’dur. Organik keçi yetiştiriciliğinde ise Marmara, İç Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri egemen olup; organik keçi yetiştiriciliğinde en yüksek payı Çanakkale (%50,8) almakta, bu ili Ankara (%22,6) ve Kastamonu (%11,3) izlemektedir. Tablo 4. Türkiye’de Organik Sertifikalı Hayvan Varlığının Toplam Hayvan Varlığındaki Payı (2013) Hayvan Cinsi Toplam (Bin Baş) Organik (Baş)* Sığır 14.415 100.217 Koyun 29.284 148.018 Keçi 9.226 26.719 (*) Geçiş süreci dahil Kaynak: Tablo 1 ve Tablo 3’den hesaplanmıştır. Organik Payı (%) 0,70 0,51 0,29 Tablo 5. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Sığır Varlığı (2013) İller Ağrı Ardahan Bingöl Bitlis Çanakkale Erzurum Gümüşhane Kars Manisa Van Diğer İller TOPLAM Organik Sertifikalı 0 19.274 0 70 2.510 1.932 788 19.613 1.403 559 1.566 47.715 Geçiş Sürecinde 1.236 5.520 1.156 562 375 13.959 413 22.556 173 3.171 3.381 52.502 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU Toplam Payı (%) 1.236 24.794 1.156 632 2.885 15.891 1.201 42.169 1.576 3.730 4.947 100.217 1,2 24,7 1,2 0,6 2,9 15,9 1,2 42,1 1,6 3,7 4,9 100,0 47 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 6. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Koyun Varlığı (2013) İller Ankara Bayburt Bingöl Bitlis Çanakkale Elazığ Erzurum Kars Sinop Sivas Van Diğer iller TOPLAM Organik Sertifikalı 2.496 0 0 0 5.393 0 0 15.547 0 0 50.088 752 74.276 Geçiş Sürecinde 6.282 3.136 4.609 6.662 3.527 3.252 3.148 2.089 6.103 16.929 16.511 1.494 73.742 Toplam Payı (%) 8.778 3.136 4.609 6.662 8.920 3.252 3.148 17.636 6.103 16.929 66.599 2.246 148.018 5,9 2,1 3,1 4,5 6,0 2,2 2,1 11,9 4,1 11,4 45,0 1,5 100,0 Tablo 7. İllere Göre Organik Sertifikalı ve Geçiş Süreci Keçi Varlığı (2013) İller Ankara Bingöl Çanakkale Elazığ Kars Kastamonu Muğla Sinop Sivas Van Diğer İller TOPLAM Geçiş Organik Sertifikalı Sürecinde 1.867 0 12.686 0 110 3.007 0 0 0 1 106 17.777 Toplam Payı (%) 4.169 597 899 558 179 0 410 316 449 615 750 6.036 597 13.585 558 289 3.007 410 316 449 616 856 22,6 2,2 50,8 2,1 1,1 11,3 1,5 1,2 1,7 2,3 3,2 8.942 26.719 100,0 4. Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılığın Gelişimi Avrupa Birliği’nde organik sertifikalı hayvan varlığı 2003 yılında 3,2 milyon baş iken 2012 yılında 8,9 milyon başa yükselmiştir (Tablo 8). AB’deki organik hayvan varlığı toplam hayvan varlığı ile kıyaslandığında hala sınırlı olarak gözükmektedir. Tablo 9 AB’de organik hayvan yetiştiriciliğinin payının sığırlarda %3, koyunlarda %4,7, keçilerde ise %3,7 olduğunu göstermektedir. Ancak bu oranlar AB üyesi ülkeler arasında çok önemli farklılıklar taşımaktadır (EU, 2013). 48 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 8. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Organik Sertifikalı Hayvan Varlığındaki Gelişmeler (Bin baş) Yıllar Sığır Süt İneği 2003 919 389 2004 1.498 482 2005 1.490 479 2006 1.745 436 2007 1.696 321 2008 2.040 438 2009 2.205 604 2010 1.904 530 2011 2.161 485 2012 3.251 728 2012/2003 (%) +253,8 +87,1 Kaynak: FAOSTAT (2014a) Koyun 1.540 1.947 2.373 2.712 3.034 3.709 3.233 3.153 3.743 4.294 +178,8 Keçi 336 367 490 517 655 511 575 448 440 656 +95,2 Toplam 3.184 4.294 4.832 5.410 5.706 6.698 6.617 6.035 6.829 8.929 +180,4 Tablo 9. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Organik Sertifikalı Hayvan Varlığının Toplam Hayvan Varlığındaki Payı (2011) Hayvan Cinsi Toplam (Bin Baş) Organik (Bin Baş) Sığır 86.231 2.612 Süt ineği 23.072 719 Koyun 84.823 3.958 Keçi 12.976 480 Kaynak: EU (2013) Organik Payı (%) 3,0 3,1 4,7 3,7 Sığır: AB’deki sertifikalı organik sığır sayısı 2011 yılında 2,6 milyon baş idi. AB’de organik sığır üretimi 2005 - 2011 döneminde yıllık %12’lik bir büyüme kaydetmiştir. En büyük organik sığır üreticileri Avusturya, Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya ve İspanya’dır. Organik sektörün tüm büyükbaş hayvan sektörü içerisindeki önemi en yüksek olarak Avusturya (%19), İsveç (%17), Letonya ve Çek Cumhuriyeti’nde (her biri %13) ve Danimarka’da (%10) göze çarpmaktadır. Toplam 19 milyon baş ile AB’deki en büyük sığır üreticisi olan Fransa’da, organik sektör toplam sektörün %2’sini oluşturmaktadır. Süt İnekleri: AB’deki sertifikalı organik süt ineği sayısı 2011 yılında 0,7 milyondu ( bu da AB’deki tüm süt ineklerinin %3’üne denk gelmektedir). AB’ye sonradan üye olan 12 ülke arasında Letonya’da organik süt inekleri toplam süt ineği sürüsünün %9,6’sını oluşturmaktadır. Letonya’yı sırasıyla %2,7 ile Estonya, %2 ile Slovakya ve %1,5 ile Çek Cumhuriyeti izlemektedir. Organik sektörün en yüksek paya sahip olduğu üye ülkeler Avusturya (%18), İsveç (%12,7), Danimarka (%10,9) ve İngiltere’dir (%8,1). AB’deki en büyük ikinci süt ürünleri üreticisi olan Fransa’da, organik süt ineklerinin toplam süt ineği sürüsü içerisindeki payı %2,1’dir. Koyun: Organik küçükbaş hayvan sektörü, tüm AB’deki organik sürülerin %62,7’sini (3,9 milyon baş) barındıran üç üye devlet tarafından domine edilmektedir: İngiltere (1,2 milyon baş), İtalya (706 bin baş) ve İspanya (614 bin baş). Ancak, tüm küçükbaş sektörü içerisinde organik sektörün oranı (2011 yılı itibariyle) İngiltere’de yalnızca %5,2 iken, İtalya’da %8,8 ve İspanya’da %3,6’dır. Bu üç ülkeye oranla daha geride olan Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU 49 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Fransa’da 0,3 milyon baş, Yunanistan’da ise 0,2 milyon baş bulunmaktadır. Yunanistan ve İtalya’da bu sektör daha çok süt ve peynir odaklı olarak, İngiltere’de ise et üretimine odaklanmaktadır. AB’ye sonradan üye olan 12 ülkede organik sektör, sayısal olarak küçük olsa da toplam küçükbaş sektöründe hatırı sayılır bir yer tutar: Letonya’da %56,8, Estonya’da %52,6, Çek Cumhuriyetinde %40,4, Slovenya’da %25,6 ve Slovakya’da %20,8. AB-15’te ise Avusturya (%28), İsveç (%17,5), Finlandiya (%16,1) ve Danimarka (%11,4) dışında en yüksek paylara sahip ülkeler dahi düşük rakamlarda kalmaktadırlar. AB ülkelerinde 2005 - 2011 yılları arasında organik koyun varlığı toplamda %10’luk bir artış kaydetmiştir. Keçi: AB’deki toplam 0,4 milyon baş organik keçi varlığının 180 bin başı Yunanistan’da (tüm keçilerin %4,1’i) bulunmaktadır. Onu, bu sayının yarısından daha azı ile İtalya izlemektedir (İtalya’daki tüm keçilerin %7,5’i). Sektör, Yunanistan’da organik peynir üretimi için süt üretimine odaklanmıştır. Birçok üye ülkede de sektör daha çok organik peynir üretimi alanında özelleşmiştir. Organik sürü, AB’ye sonradan üye olan 12 ülke arasında (Letonya’da %49, Estonya’da %31,5, Çek Cumhuriyeti’nden %29,1 ve Slovenya’da %17.5) ve AB-15 üyesi ülkede (Avusturya’da %52,9, İrlanda’da %8,7 ve Hollanda’da %6,4) toplam sürünün hatırı sayılır bir parçasını oluşturmaktadır. 4. SONUÇLAR Organik hayvancılık bakımından önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye’de, süt sığırcılığının bir bölümü hariç büyükbaş ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, düşük verimli yerli ırklardan oluşan, meralara dayalı olarak yapılan, sınırlı girdi ile üretimin hedeflendiği ekstansif bir yapıya sahiptir. Hayvanların yem gereksinimlerinin çok büyük bir bölümü kimyasal gübre ve bitki koruma ilacı kullanılmayan mera ve yayla gibi doğal otlatma alanlarından karşılanmaktadır. Türkiye’de koyun varlığı hızlı bir biçimde azalmasına karşın halen en yaygın hayvansal üretim uğraşlarından biridir. Ülke ölçeğinde tüketim alışkanlıkları da dikkate alındığında, koyun organik hayvancılığa en uygun türdür. Yetiştiricilik için bitkisel üretime uygun olmayan arazilerden yararlanabilir; yem, barınak ve diğer masrafları düşük düzeydedir. Öte yandan keçilerin beslenmesi de büyük ölçüde doğaya, orman içi ve kenarı meralara dayanır; elden yemleme hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle keçilerde de pazar için organik süt üretimine geçişin oldukça kolay olduğu söylenebilir. Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nde kültür ırkı ve melezlerine dayalı entansif süt sığırcılığı giderek egemen olurken, bu bölgelerde verimi artırmaya yönelik hormon vb. maddelerle sentetik yem katkı maddeleri yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak pazar olanakları artırıldığında, bu bölgelerde organik süt sığırcılığına yönelimin artacağı beklenebilir. Buna karşılık doğal kaynakların zengin ve yerli ırkların egemenliğinin söz konusu olduğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin organik süt sığırcılığı için daha uygun olduğu öne sürülebilir. Özellikle Doğu Anadolu tarım bölgesi kirlenmemiş yapısı ve iklim özelliklerinden dolayı, organik süt sığırı yetiştiriciliği için uygun bir kaynak konumundadır. Organik hayvancılık uygulanan politikalar ile tasfiye edilmeye çalışılan küçük üreticilerin varlıklarını sürdürebilmeleri için fırsat yaratmaktadır. Bu nedenle organik yetiştiricilik, girdi üretiminden pazarlamaya kadar tüm süreçte desteklenmeli; yetiştiricilerin bilgi ve örgütlenme düzeylerinin artırılmasına yönelik programlar oluşturulmalıdır. 50 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 KAYNAKLAR Altındişli A., Aksoy U., 2010. Organik Tarımın Dünya’da ve Türkiye’deki Durumu, Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak 2010, Ankara, s. 213-227. Dünya Gıda, 2014. Türkiye'nin süt karnesi, Sayı: 2014-05, Sayfa: 49-50 http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=3672 European Union (EU), 2013. Facts and figures on organic agriculture in the European Union http://ec.europa.eu/agriculture/markets-and-prices/morereports/pdf/organic-2013_en.pdf EU, 2014, Agriculture in the European Union – statistical and economic information http://ec.europa.eu/agriculture/statistics/agricultural/2013/pdf/full-report_en.pdf FAOSTAT, 2014a. Live animals, http://faostat.fao.org/site/573/default.aspx#ancor FAOSTAT, 2014b, Livestock Primary, http://faostat.fao.org/site/569/default.aspx#ancor Gibon, A., Sibbald A.R., Thomas C. 1999. Improved Sustainability in Livestock Systems, a Challenge for Animal Production Science, Livestock Production Science, 61(2-3): 107-110. GTHB (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı), 2014. Organik Tarım İstatistikleri http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/OrganikTarim/Istatistikler?Ziyaretci=Ihracat-Ithalat Hanoğlu H., Soysal D., Ceyhan A., Ak İ., 2009. Güney Marmara Şartlarında Organik Kuzu Besisi Üzerine Bir Araştırma-I Besi Performansı, Kesim ve Karkas Özelliklerinin Belirlenmesi, 1. GAP Organik Tarım Kongresi, 17-20 Kasım 2009, Şanlıurfa, s. 604-615. Hansson I., Hamilton C., Ekman T., Forslund K., 2000. Carcass quality in certified organic production compared with conventional livestock production, Journal of Veterinary Medicine. Series B, 47: 111-120. Kouba M., 2003. Quality of organic animal products, Livestock Production Science, 80(1-2): 33-40. Koyuncu M., Kaymakçı M., Taşkın T., Ak İ., 2010. Organik Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği, Türkiye I. Organik Hayvancılık Kongresi, 1-4 Temmuz, Kelkit. Lu C.D., Gangyi X., Kawa J.R., 2010. Organic goat production, processing and marketing: Opportunities, challenges and Outlook, Small Ruminant Research, 89: 102-109 Răducuţă, I., 2011. Research on the situation of agricultural land and livestock exploited in the organic system in European Union, Lucrări Ştiinţifice Seria D, Zootehnie, 54: 258-263. Revilla I., Vivar-Quintana A.M., Lurueña-Martínez, M.A., Palacios C., Severiano-Pérez P., 2008. Organic vs Conventional Suckling Lamb Production: Product Quality and Consumer Acceptance. 16th IFOAM Organic World Congress, June 16-20, Modena, Italy. Sundrum A., 2001. Organic livestock farming: a critical review. Livestock Production Science 67, 207–215. Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU 51 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tsiplakou E., Cotrotsios V., Hadjigeorgiou I., Zervas G., 2010. Differences in sheep and goats milk fatty acid profile between conventional and organic farming systems, Journal of Dairy Research, 77(3):343-9. TÜİK, 2013. İstatistik Göstergeler 1923-2012, Yayın No: 4132, Ankara. TÜİK, 2014. Hayvansal üretim İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1002 Van Ryssen J.B.J., 2003. Organic meat and milk production: 2. Achieving the objectives, South African Journal of Animal Science, 4 (1): 7-13. Webster, J., 1994. Animal Welfare - a Cool Eye towards Eden, Blackwell Science, Oxford, 273 p. Woodward B.W., Fernández M.I., 1999. Comparison of conventional and organic beef production systems II: Carcass characteristics, Livestock Production Science, 61: 225-231. 52 Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Organik Hayvancılıktaki Gelişmeler Dr. Hülya HANOĞLU BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ S.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, coguz@selcuk.edu.tr ÖZET 2001-2023 dönemini kapsayan Uzun Vadeli Gelişmenin Temel Amaçları ve Stratejisinde; “Türkiye'nin, jeostratejik konumu, kültürel birikimi, ekonomik ve sosyal alanda sağlayacağı gelişmeler sonucu 2010'larda bölgesel bir güç olarak etkinliğini daha da artırması, 2020'lerde ise küresel bir güç olması hedeflenmiştir. Türkiye’nin, mevcut birikimi ile bu hedefleri gerçekleştirebilecek güce sahip” olduğuna işaret edilmiştir. Öte yandan 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı Stratejisi Tarımsal Yapının Etkinleştirilmesine ilişkin çözümlemede ise; “Gıda güvencesi ve güvenliğinin sağlanması ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı gözetilerek, örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir tarımsal yapı oluşturulacaktır” denilmektedir. Yine aynı planda “Verimliliğin istikrarlı bir biçimde artırılması, üretici gelir düzeyinin yükseltilmesi, kamu ve üretici kesimde örgütlenmenin etkinleştirilmesi ve orman, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi ile bunların nitelik ve nicelik olarak korunarak etkin kullanılmasına yönelik uygulamalar yoğunlaştırılacaktır. Ayrıca, kırsal kalkınma politikalarıyla tarımsal yapıdaki dönüşümün ortaya çıkardığı göç ve istihdam baskısının azaltılması sağlanacaktır. AB’ye uyum süreci de dikkate alınarak, tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması ile modern tarım işletmeciliğinin yaygınlaştırılması desteklenecek, tarımın çevre ve kırsal alanda gelir getirici faaliyetler ile bütünlük içinde geliştirilmesi sağlanacaktır.” hükümlerine yer verilmiştir. Hayvancılık kesintisiz bir üretim dalı olup, üretimin sürdürülebilir olması için yoğun bir iş gücüne ihtiyaç duymakta ve büyük bir istihdam kaynağı da oluşturmaktadır. Ekonomik, verimli ve rasyonel olmayan bir yaklaşım sürdürülebilir kalkınmanın önünde engel oluşturmaktadır. Toplumun tamamını ilgilendiren kalkınma planları, gerek hazırlık gerekse uygulama aşamasında, ilgili tüm kesimlerin katkısını ve sahiplenmesini gerektirmektedir. Kamu, özel kesim, üniversite ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katılımı ile oluşturulan Konya Süt Sığırcılığı envanter çalışmaları, 2010-2023 dönemini kapsayacak şekilde “Vizyon 2023 stratejik Plan” hazırlıklarında katkı oluşturacak son derece önemli bir işlev üstlenmiştir. Bu bağlamda, Kasım 2010 tarihinde Konya süt envanter çalışması yapılarak; Konya İl’indeki tarım işletmelerinde toplam büyükbaş hayvan sayısı, sağılan hayvan sayısı, kültür ırkı hayvan sayısı, toplam süt üretim miktarı, soğutulan süt miktarı, sıcak olarak toplanan ve aracılara verilen süt miktarı, işletmelerin ahır kapasitesi ve hayvan sağlığı, üreticilerin örgütlenme durumu, işletmelerdeki soğutma tankları sayısı, süt sağım üniteleri varlığı vb. konular belirli bir metot dahilinde tespit edilmiştir. Bu kapsamda süt sektörünün sorunlarının çözülmesine yönelik beş adet eylem planı hazırlanmıştır. Bunlar; Süt Üreticilerinin Eğitilmesi Eylem Planı, Kaliteli Kaba Yem Üretiminin Artırılması ve Kullanımının Yaygınlaştırılmasına Yönelik Eylem Planı, Süt Üreticilerinin Örgütlenmesi ve Örgütlerin Güçlendirilmesi Eylem Planı, Sütün Toplanması-Muhafaza Edilmesi ve Soğutulmuş Olarak Nakledilmesi Eylem Planı, Süt Sığırcılığında İşletme Büyüklüklerinin Arttırılması Eylem Planıdır. Eylem planlarının uygulanması neticesinde ortaya çıkacak katma değer, gerek Konya İlinin gerekse Ülkemizin 2023 yılı hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayacaktır. Anahtar kelimeler; Stratejik Vizyon, Süt Sığırcılığı İşletmesi, Konya GİRİŞ Tarım sektörü, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun halen vazgeçilmez önemini korumaktadır. Tarım insan hayatı için gerekli olan besin maddelerini temin etmenin yanı sıra, tarıma dayalı et, süt, yem, yünlü ve pamuklu tekstil, ayakkabı, deri ve hazır giyim gibi pek çok sanayi dalına hammadde sağlaması bakımından dam ekonomik yaşantıda önemli bir yer işgal etmektedir. Tarım sektörü gerek ekonomik gerekse toplumsal açıdan bakıldığında Türkiye için stratejik öneme sahiptir. AB ile müzakereler ve devam etmekte olan DTÖ tarım müzakereleri tarımın günümüzdeki önemini daha da arttırmaktadır. Türkiye tarımının mevcut altyapı sorunları ve sektörün yetersiz politikalar nedeniyle sağlıksız şekillenmiş olması, AB ile yürütülen müzakerelerde tarımı, müzakere edilecek en zor başlık olarak karşımıza çıkarmaktadır. Türkiye ve AB tarım sektörleri arasında kırsal kesimde yaşayan nüfus, tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki yüksek payı, işletme büyüklükleri, teknoloji kullanımı, üretici örgütlenmeleri, verimlilik, bitki, hayvan sağlığı koşulları, çiftçi, arazi, hayvan kayıt sistemleri ve idari yapılanmalar bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Küresel gelişmeler ve eğilimler altında Türk tarım sektörünün stratejik misyonunu yerine getirmesi politikaların ve eylem araçlarının doğru kurgulanması ve planlanması ile mümkün olabilecektir. Tarımsal kalkınma olmadan ülke kalkınmasından söz 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ 53 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 edilemez. Tarımsal kalkınma da ülkesel, bölgesel ve bireysel olarak düşünülmelidir. Bölge kalkınma projeleri bu açıdan bir fırsattır. MATERYAL VE YÖNTEM Araştırmanın ana materyalini, Konya İlinin 31 ilçesinden anket metodu ile süt üretimine yönelik veriler elde edilmiş ve bir envanter çıkarılmıştır. Veriler 2010 yılına ait olup, çalışmanın amacına göre analiz edilmiştir. Ayrıca, çalışmada çeşitli kurum ve kuruluşların yapmış oldukları istatistiki verilerden yararlanılmıştır. Çalışmada il genelinde tam sayım yöntemi kullanılmıştır. Konya İlinin 31 ilçesinde 2010 yılında oluşturulan Süt Komisyonu tarafından envanter çalışması yapılmıştır. Çalışmada, her köy bir işletme olarak kabul edilmiştir. Her köyde bulunan hayvan sayısı, süt hayvanlarının cinslere göre dağılımı, üretilen süt miktarı, soğutulan süt miktarı, sütün fiyatı, merkezi sağım ünitesi sayısı, sağım makinesi sayısı, sütün değerlendirme ( Kooperatif, Fabrika, Toplayıcı) şekli ele alınmıştır. İşletmesinde sağılan hayvan varlığı 20 baş ve yukarı olan işletmeler “Nitelikli İşletme” olarak, diğerleri ise “Köy bazlı İşletmeler” olarak tanımlanmıştır. DÜNYADA SÜT ÜRETİMİ Toplam dünya süt üretiminin yaklaşık olarak %84’ü inek, %12’si manda, %2’si keçi, %1’i koyun ve %0,2’side deveden elde edilmektedir. Geçmiş 24 yıllık süreçte dünya toplam süt üretiminde %32’lik bir artış olmasına rağmen, kişi başına dünya süt üretiminde %9’luk bir düşüş yaşanmıştır. Bu durum, dünya süt üretimindeki artışın gerçekte artmakta olan nüfusa ayak uyduramadığını göstermektedir. Kişi başına süt üretimindeki düşüşün temelinde, gelişmiş ülkelerin süt üretimindeki azalma yatmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki bu düşüşe karşılık gelişmekte olan ülkelerde kişi başına süt üretiminde sadece küçük çapta bir artış olmuştur. Bu süreçte genel eğilim, gelişmiş ülkelerdeki süt üretiminin giderek sermaye-yoğun bir üretim tarzına dönüşmesine karşılık gelişmekte olan ülkelerdeki süt üretim artışının daha çok hayvan sayısının artırılmasıyla gerçekleşmesidir. Süt üretimindeki verim ile yem sistemi arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Tahıllara dayanan yemlerle beslenen ineklerin yıllık süt üretimleri daha fazladır. Diğer taraftan mera ve açık alanlarda otlatmaya dayalı yetiştiricilikte yılık inek başına süt üretimi de, samana dayalı sisteme kıyasla daha yüksek olmaktadır. Dünya toplam süt üretimi 2009 yılında 713 milyon ton iken 2010 yılında 730 milyon tona, 2011 yılında 742,2 milyon tona ve 2012 yılında ise 765,6 milyon tona yükselmiştir. 2013 yılında ise bir önceki yıla göre %2’lik bir artışla 780 milyon tonu geçeceği tahmin edilmektedir. Bu üretim rakamlarına göre Hindistan tek başına yaklaşık 141 milyon ton ile açık ara öndedir. 2012 yılında gerçekleşen 765,6 milyon ton süt üretiminin 620 milyon tonunu inek sütü, yaklaşık 110 milyon tonunu manda sütü, 15 milyon tonunu koyun sütü ve 20 milyon tonunu ise keçi sütü oluşturmaktadır. İnek sütü üretiminde ilk sırada yer alan Avrupa Birliği’nde süt üretimi 2012 yılında 2011 yılına göre çok az bir artışla 156 milyon tona yükselmiştir. 54 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Grafik 1.Dünyada Önemli Süt Üreticisi ülkeler ve Süt Üretim Miktarları (Milyon ton, 2013) 140 120 100 80 60 40 İtalya Ukrayna Hollanda Polanya İngiltere Türkiye Yeni Zelanda Fransa Almanya Rusya Brezilya Pakistan Çin ABD 0 Hindistan 20 Süt Üretimi (Milyon Ton) Kaynak; www.faostat.fao.org DÜNYA SÜT İHRACATI VE İTHALATI Grafik 2. Dünya Süt İhracatında Önde Gelen Ülkeler Portekiz Slovenya Macaristan Hollanda İngiltere Çek Cumhuriyeti Avusturya Belçika Fransa Almanya 2.100 1.800 1.500 1.200 900 600 300 0 İhracat Miktarı (1000 Ton) (2011) Dünya süt ihracatında %90’lık payla AB-27 lider durumdayken Yeni Zelanda ve Suudi Arabistan diğer önemli ihracatçı ülkeler arasındadır. AB-27 içerisinde ise en önemli ihracatçı ülkelerin başında Almanya, Fransa, Belçika ve Avusturya gelmektedir. ABD ve Arjantin’in payları ise %0 ila 1 arasında değişmektedir. İthalatta İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda gibi AB ülkeleri önde gelmektedirler. Bu ülkelerin hem ihracatta 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ 55 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 hemde ithalatta önde olmaları dikkat çekicidir. Net süt ithalatçısı ülkeler ise Doğu ve Güneydoğu Asya, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’da bulunmaktadırlar. Grafik 3. Süt İthalatında Önde Gelen Ülkeler Yunanistan Macaristan İspanya İrlanda Litvanya Fransa Hollanda Belçika Almanya İtalya 2.100 1.800 1.500 1.200 900 600 300 0 İthalat Miktarı (1000 Ton) (2011) TÜRKİYE SÜT ÜRETİM DURUMU Ülkemiz 2013 yılı istatistiklerine göre toplam 18 milyon tondan fazla bir üretim ile süt üretiminde dünyada üst sıralarda yer almaktadır. 2012 istatistiklerine göre ülkemiz inek sütü üretiminde 16 milyon ton ile dünyada 9. sırada ve koyun sütü üretiminde ise 1 milyon ton ile 2 sırada yer almaktadır. Ancak çeşitli kaynaklarda üretimin ancak yarısının kayıt altında olduğu belirtilmektedir. Grafik 4. Türkiye Toplam Süt üretimi Kaynak; www.tüik.gov.tr 2001-2013 yılları arası ülkemizde süt hayvancılığı; sığır, koyun ve keçi verim seviyelerinin yükseltilmesi, bakım ve besleme koşullarının iyileştirilmesi ve üreticilerin 56 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 süt hayvancılığı konusunda bilinçlenmesi ve ihtisaslaşmasıyla daha cazip hale gelmiş ve dolayısıyla sağılan toplam hayvan varlığında artış görülmüştür. Ülkemizin süt ve süt ürünleri ihracatı oldukça düşük düzeydedir. Türkiye’nin ihraç ettiği önemli süt ürünleri raf ömürleri nispeten uzun olan peynir ve tereyağından oluşmaktadır. ÇİĞ SÜT/YEM PARİTESİ Çiğ süt ve yem paritesi; çiğ süt fiyatının, satın alınan yem fiyatına bölünmesiyle elde edilmektedir. Dünya çapında genel kabul görmüş ve en uygun çiğ süt/yem paritesi 1,5 olarak kabul edilmektedir (IFCN, 2013). Dünyada ülkelerin %84’ünden fazlasında çiğ süt/yem paritesi 2012 yılında bir önceki yıla göre düşmüştür. Ülkelerin %90’ından fazlasında çiğ süt ve yem fiyatları artış gösterirken, yem fiyatlarındaki artış oranı çiğ sütte gözlenen artıştan daha yüksek olmuştur. Paritenin 2’nin üzerinde olduğu ülkeler Belarus, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Güney Kore, Suudi Arabistan, Sudan, Özbekistan ve Yemen gibi ülkeler iken; 1,5 ile 2 arasında çiğ süt yem paritesine sahip ülkeler Avustralya, Cezayir, Azerbaycan, Bangladeş, Brezilya, Finlandiya, Kazakistan, Jamaika, Ürdün, Makedonya, Malezya, Nijerya, Panama, Paraguay, Rusya, Tayvan, Türkmenistan, Venezuela’dır. Grafik 5. Yıllara Göre Çiğ Süt ve Yem Fiyatları ($/100 kg) 60 49 50 44,5 38,8 40,8 40 37 26,2 30 31,9 26,7 23 22,4 20 2008 2009 Parite 35,4 35,1 2010 Çiğ Süt Fiyatları 2011 2012 Yem Fiyatları 2013 Kaynak: IFCN, 2014 Türkiye’de çiğ süt yem paritesi 1,3’ün altında oluştuğu için yem fiyatlarını düşürücü önlemler almak gerekmektedir. Grafik 6. Türkiye yem paritesi 2 1,5 1,562 1,378 1,226 1 0,5 0,445 0,323 0,543 0,443 1,331 1,137 0,6062 0,533 0,567 0,426 0,7637 1,113 1,163 0,707 0,825 0,489 0,635 1,3 0,95 0,727 0,709 0 2006 2007 2008 Yem Fiyatları 2009 2010 2011 Çiğ Süt Fiyatları 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ 2012 Parite 2013 57 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2023 VİZYONU ÇERÇEVESİNDE KONYA İLİ SÜT HAYVANCILIĞI Konya bölgesindeki süt işletmeleri, Marmara ve Ege bölgelerindeki kadar gelişmiş değildir. İldeki süt üreticileri, küçük ölçekli ve dağınık bir yapı göstermektedir. Bu da düşük süt kalitesi ve fazladan toplama maliyetine yol açmaktadır. Bununla birlikte, bölgede, üretimleri günde bir tonu aşan yaklaşık 8 üretici ve günlük üretimleri 500 litrenin üzerinde 20 kadar üretici bulunmaktadır. Günde 360 ton süt, yerel olarak işlenmek üzere bu bölgedeki şirketler tarafından satın alınmaktadır. Bölgede yaklaşık sayıları 800 kadar olan süt toplayıcıları kendi taşıyıcı araçları ve sürücüleri aracılığıyla üreticilerden süt almaktadır. Daha büyük tesislerden bir bölümü sütlerini doğrudan toplama merkezlerinden alırken, bazılarının araçlarında soğutma tankları mevcuttur, ancak bunların ölçeği sınırlıdır. Süt toplayıcıları, paslanmaz çelik tankları olan kamyonlarla köylerden ve işletmelerden süt toplamaktadır. Toplama işlemi bahar ve yaz aylarında günde iki kez, kışın ise bir kez yapılmaktadır. Daha büyük işletmelerin köylerde toplama tankları bulunmakta, ancak bunların sayısı ise sınırlı kalmaktadır. İşlenmemiş sütün büyük bölümü işletmelere süt toplayıcılar tarafından teslim edilmektedir. İşletmelerin satın aldıkları sütün miktarı işleme kapasitelerine göre farklılık göstermektedir. Bölgede işlenmemiş sütün kalitesi Marmara ve Ege bölgelerine göre daha düşüktür. Sütteki toplam bakteri sayımı 1 milyonun üzerinde çıkarken, yağ ve protein düzeyleri mevcut Türkiye ortalamaları kadardır. İşlenmemiş sütün kalite analizi işletmeler tarafından mahallinde yapılmaktadır. Ancak, mevcut toplama yöntemleri nedeniyle, sütün menşei izlenememekte ve böylece kalite sorunu çözülme kavuşturulamamaktadır. Çok sayıda üreticinin varlığı, denetimlerin sütün menşeinde yapılmasını fiilen olanaksız kılmaktadır. Konya ilindeki 31 ilçede bulunan 825 yerleşim biriminde köy bazlı işletmelerde 427.241 Büyükbaş, nitelikli işletmelerde 128.068 Büyükbaş olmak üzere toplam 555.309 Büyükbaş hayvan mevcut olup, bunların köy bazlı işletmelerde 147.519 başı, nitelikli işletmelerde 50.749 başı olmak üzere toplam 198.268 başı sağılan hayvanlardan oluşmaktadır. İldeki toplam büyükbaş hayvanların % 35,7 si sağılan hayvanlardan oluşmaktadır. İlde sağılan hayvanların 169.511 başı kültür ırkı, 20.499 başı melez ve 8.258 başı yerli hayvanlardan oluşmaktadır. Konya ilinde toplam 198.268 baş sağılan hayvandan günlük 2612 ton süt üretimi yapılmakta, hayvan başına ortalama 13,17 lt. süt alınmaktadır. Köy bazlı işletmelerde ortalama süt verimi 11,50 lt. iken nitelikli işletmelerde 15,58 lt. dir. Ortalama süt fiyatı aralık-2010 itibariyle 0,65 Tl/Lt. dir. Yıllık süt üretimi ise 953.649 ton olarak hesaplanmıştır (çizelge 1 ve 2). 58 soğutulan süt miktarı (lt/gün) kooperatife verilen günlük süt (lt.) fabrikaya verilen günlük süt (lt.) toplayıcıya verilen günlük süt (lt.) kendi kullandığı günlük süt (lt.) toplam merkezi sağım ünitesi sayısı (adet) sağım makinası sayısı (adet) 19.752 46.041 24.602 225.379 513.285 303.233 11,54 11,03 12,36 0,67 0,65 0,65 18.259 61.808 78.008 11.591 32.312 42.316 9.406 22.252 17.323 129.917 360.005 206.440 72.631 98.214 36.654 3 7 1 3.805 8.322 4.266 27.698 353.661 12,54 0,65 98.069 39.237 3.174 276.976 34.463 4 4.287 29.426 361.166 11,94 0,65 50.007 54.201 274.218 31.590 4 4.572 147.519 1.756.725 11,50 0,66 306.151 179.657 1.247.556 273.552 19 25.252 ortalama süt verimi (gün/ lt/baş) ortalama sütün satış fiyatı (lt./tl.) toplam süt üretimi (lt/gün) (0-100 ) 432 (100-300) 267 (300-500) 67 (50040 1000) (1000 - + 19 ) Genel 825 toplam sağılan hayvan sayısı (adet) köy sayısı İşletme Genişlik Grupları(sağıla n Baş) Çizelge 1. Konya ili Köy Bazlı İşletme Grupları 52.155 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İlde günlük üretilen sütün 693 tonu yani % 26,5 i soğutulmaktadır. Geri kalan kısım sıcak süt olarak tüketilmektedir. Üretilen sütün % 71’ i süt toplayıcıları aracılığıyla toplanmakta ve sıcak süt olarak fabrikalara götürülmektedir. İldeki mevcut büyükbaş hayvanların kaliteli kaba yem ihtiyacının karşılanma oranı köy bazlı işletmelerde % 15 iken, nitelikli işletmelerde % 24 tür. Hayvancılık ve özellikle süt inekçiliği kaliteli kaba yemden yoksun olarak yapılmaktadır. Bu durum hem verimliliğin düşük olmasına hem de sütün maliyetini artırmaktadır. Ahırların durumuna bakılacak olursa 42.404 adet kapalı bağlı duraklı, 1.053 adet kapalı serbest duraklı, 7.450 adet yarıaçık ve 185 adet açık olmak üzere toplam 51.092 adet ahır mevcut olup, bu ahırların % 83 ünü kapalı bağlı duraklı ahırlar teşkil etmektedir. Bu durumda gösteriyor ki ilde hayvancılık aydınlatması ve havalandırması yetersiz, tekniğine uygun planlanmayan sağlıksız ahırlarda yapılmaktadır. Sağılan hayvan bazında köy bazlı işletmelerin % 52’si 100 baş ve altı süt hayvanı bulunan işletmeden oluşmaktadır. Nitelikli işletmelerde ise, işletmelerin % 73’ü 20 baş ve altı işletmeden oluşmaktadır (çizelge 1 ve çizelge 2). işletme sayısı sağılan hayvan sayısı (adet) toplam süt üretimi (lt/gün) ortalama süt verimi (gün/litre/baş) ortalama sütün satış fiyatı (lt./tl.) toplam merkezi sağım ünitesi sayısı (adet) sağım makinası sayısı (adet) kooperatife verilen günlük süt (lt.) fabrikaya verilen günlük süt (lt.) toplayıcıya verilen günlük süt (lt.) kendi kullandığı veya işlediği günlük süt (lt.) (0-20 ) 2.017 21.367 329.391 15,12 0,64 64.227 23 1.518 18.635 2.589 294.738 15.029 617 17.003 282.685 16,49 0,67 115.492 117 611 14.453 50.367 207.757 10.498 89 5.884 109.489 18,27 0,72 82.861 57 89 6.134 45.195 57.806 354 16 1.830 33.282 18,12 0,72 23.626 9 24 200 15.590 16.462 1.030 16 4.665 101.165 21,73 0,83 101.165 15 5 0 79.235 14.230 7.700 2.755 50.749 856.011 15,58 0,65 387.370 221 2.247 39.422 192.976 590.993 34.611 (20-50 ) (50-100) (100-150) (150 - + genel toplam soğutulan süt miktarı (lt/gün) İşletme Genişlik Grupları(sağılan Baş) Çizelge 2. Konya ili Nitelikli İşletme Grupları Sonuçta, İşletme Büyüklüklerinin Arttırılması, Üreticilerin eğitilmesi, Üreticilerin örgütlü hale getirilmesi, Ahırların İyileştirilmesi, Kaliteli Kaba Yem Probleminin Çözülmesi, Sütün soğutulmuş olarak fabrikalara ulaşmasının sağlanması, üzerine tespit edilen her bir sorun için eylem planları hazırlanmış ve aşağıda yer alan ana başlıklarda uygulamaya konulmuştur. 1- Eğiticilerin Eğitimi 2- Süt Üreticilerinin Eğitimi 3- Süt Toplayıcılarının Eğitimi 4- Süt İşleyen İşletmelerdeki Personelin Eğitimi 5- Süt Taşıma Araçlarının Standartlarının Tespiti ve Modernizasyonu 6- Süt Taşıma Araçlarının İzlenebilirliği 7- Süt Taşıma Araçlarının Takip ve Cezaların Uygulanması 8- Kaba Yem Üretimi ve Kalitesinin Arttırılması 9- Süt Üreticilerinin Örgütlenmesi ve Mevcut Örgütlerin Etkinliğinin Arttırılması 10-işletme Büyüklüğünün Artırılmasına Yönelik Faaliyetler 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ 59 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kaynaklar Anonim, 2010, Konya İli Envanter verileri, 2010, Konya Süt Komisyonu Araştırması http://www.aeri.org.tr http://apps.fao.org http://ec.europa.eu/agriculture/ http://www.ifcndairy.org http://www.tuik.gov.tr http://www.igeme.org.tr/ 60 2023 Vizyonu Çerçevesinde Süt Sığırcılığı; Konya İli Örneği Prof. Dr. Cennet OĞUZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ ¹Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksek Okulu, Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Manisa, abdullah.kiran@cbu.edu.tr ÖZET Gıda kaynaklı hastalıkların nedeni organizmaların çoğu hayvansal ya da toprak kaynaklıdır ve gıda zincirine herhangi bir basamakta girebilirler. Bakteri miktarına göre, enfeksiyon ve hastalık riski de artar. Enfeksiyon etkeni en yaygın bakteri türleri Campylobacter, E.coli ve Salmonella’dır. Kuzu ve buzağılarda bulaşık yem ve su tüketimine bağlı olarak sindirim sisteminde oluşabilecek patojen mikroorganizmalar E.coli, Salmonella ve Campylobacter bakterileridir. Bağırsak mikroflorasında yararlı bakterilerin çoğalmasını engelleyen patojenler ise E.coli, S.typhimurium, Clostridium botilinum ve C.sporagenes’dir. Piliç etindeki patojenler arasında üzerinde en çok durulanlar Salmonella serotipleri, Campylobacter jejuni ve diğer Campylobacter türlerinin yanı sıra Listeria monocytogenes ve diğer Listeria türleri, Clostridium perfringens ve Staphylococcus aureus ’tur. Kanatlılarda mikroflorayı iyileştirmek ve besin maddelerinin sindirilebilirliğini artırmak amacıyla karma yemlere katılan doğal verim arttırıcı maddeler mikroflora içerisinde patojenlerin gelişmesini engellemekte, immun sistemi güçlendirmektedir. Antibiotiklere karşı E.coli ve Salmonella gibi patojen bakteriler, dirençli yeni suçlar geliştirebilmektedirler. Bu sebepten 1997 yılında Avrupa Birliğince, verim artırıcı olarak antibiyotik kullanımının yasaklanmasından sonra, çeşitli alternatif ürünlerin kullanımı düşünülmüştür. 30 Eylül 1999’da antibiyotiklerin kullanımı ülkemizde de yasaklanmıştır. Antibiyotikler kas ve bazı organlarda birikip kalıntı bırakabilmekte, süt, yumurta, et gibi hayvansal besinlere geçebilmektedir. Bunlarla beslenen insanlarda bu antibiyotikler zamanla birikebildiği gibi insanların bünyelerinde söz konusu bakterilerin dirençli yeni suşları da gelişebilmektedir. Bitkilerin farklı kısımlarından ekstraksiyonla elde edilen uçucu yağlar kompleks doğal bileşikler olup bitkilerin sekonder ürünleridir. Patojenler üzerinde antimikrobiyal etkileri olabilmektedir. Antimikrobiyal etkileri agar dilüsyon ve disk difüzyon metoduyla belirlenerek bitkilerin yem katkı maddeleri olarak kullanılabilirliği araştırılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hayvansal üretim, Gıda patojenleri, Aromatik bileşikler. GİRİŞ Günümüzde gıda kaynaklı hastalıklar dünyanın en yaygın problemlerinden biridir. Bu hastalıklar, mikrobiyal kökenli olmayan zehirli bitkiler, ağır metaller, pestisitler, herbisidler vb. olabildiği gibi mikrobiyal olarak da bakteri, virüs, fungi ve protozoalardan kaynaklanmaktadır. Ancak en tehlikeli olanların patojen mikroorganizmalardan ileri geldiği belirtilmektedir (Mansfield ve Forsythe, 2000). Her yıl ABD’de 76 milyon insanın gıda kaynaklı hastalıklardan etkilendiğini ve 5000 kişinin öldüğünü bildiren Hastalık Kontrol ve Engelleme Merkezi (CDC), gıda kaynaklı enfeksiyonlar arasında, listeriozisin insidensinin nispeten düşük olmasına rağmen, salmonellozis ve campylobakteriozis gibi enfeksiyonlarla karşılaştırıldığında halk sağlığı açısından daha büyük bir tehdit oluşturduğunu rapor etmiştir. Bu rapora göre, L. monocytogenes gıda kaynaklı enfeksiyon etkenleri arasında hastaneye yatırma riski en yüksek ve ölüme sebep olan ikinci etkendir ve 1996-1999 yılları arasında bakteriyel gıda kaynaklı enfeksiyonların insidensi %19 düşmesine rağmen Listeria enfeksiyonları oranı düzenli seyretmiştir (Pak ve ark., 2002). Salmonella’ların primer kaynağı insan ve hayvanlardır. İnsan taşıyıcı olarak enfeksiyonların potansiyel kaynağını meydana getirmektedir. Taşıyıcı insan ve hayvanların dışkısı enfeksiyonun yayılmasında önemli rol oynamaktadır (Eley, 1992). Salmonella’ların en çok bulunduğu gıda maddelerinin başında hayvansal ürünler gelmektedir. Et, süt ve yumurta ile bunlardan hazırlanan ve yeterince ısıl işlem görmemiş gıdalar, kıyma, sosis, kanatlı eti, yumurta ürünleri, çeşitli soslar, su ürünleri, Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) 61 Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 salatalar, dondurma, süttozu, krema, puding ve diğer süt ürünleri Salmonella’lar açısından risk taşıyan gıdalardır (Banwart, 1983). Çeşitli ülkelerde insanlarda meydana gelen salmonellozis olgularının son 30 yıl içinde sürekli artış gösterdiği ve özellikle gelişmiş ülkelerde en yaygın zoonozlardan biri olduğu belirtilmektedir (Mutluer, 1991). Kanatlı etlerinin mikroflorası üzerine çiftlikten çatala kadar olan aşamalardaki birçok faktör etkili olmaktadır. Yem ve yem katkı maddeleri, su, hava, rezervuar ve vektörler, anaçların sağlık koşulları, yumurta, kuluçkahaneler, etlik piliçlerin yetiştirilme koşulları ile bunların kesim için yüklenmesi, taşınması, boşaltılması, etlik piliçlerin kesim koşulları, etlerin soğutma, parçalama, paketleme, muhafaza ve dağıtım koşulları etin hijyenik kalitesini etkileyen faktörler arasında bulunmaktadır. Kanatlı hayvanlar henüz canlı iken kesimhaneye getirildiklerinde, ayak, tüy ve bağırsaklarında çok sayıda bakterileri içerirler. Kanatlı etlerinin patojen mikroorganizmalar ile kontaminasyonunun ise; canlı hayvanların enfeksiyonunun yanı sıra, taşıma, kesim, haşlama, tüy yolma, iç organ çıkartma, soğutma, parçalama ve paketleme gibi kritik aşamalarındaki çapraz kontaminasyonlardan kaynaklandığı, ayrıca muhafaza sıcaklığı ve süresinin önemli bir faktör olduğu bilinmektedir. Tavuk etinde en sık rastlanan patojenler, Salmonella, Campylobacter, Listeria, Clostridium perfringens ve Staphylococcus aureus olarak bilinir. Hindi etinden kaynaklanan başlıca bakteriyel infeksiyon ve intoksikasyon etkenleri Salmonella spp., Listeria monocytogenes, Campylobacter jejuni, Staphylococcus aureus ve Clostridium perfringens’dir. Bıldırcın etinde en sık rastlanan patojenler ise Arcobacter spp.’dir. Sütteki patojen bakteriler türleri Enteropatojenik Escherichia coli (EPEC), Campylobacter jejuni, Yersinia enterocolitica, Listeria monocytogenes’dir. Gıda zehirlenmelerinde en çok sorumlu tutulan mikroorganizmalar; Staphylococcus aureus, Salmonella spp., Clostridium botulinum, Clostridium difficile, Clostridium perfringens, Vibrio parahaemolyticus, Bacillus cereus, Campylobacter ve Yersinia spp., ile Fungal toksinlerdir. (İşleri ve Erol, 2009). Ticari üretim alanına giren canlı broiler tavukların tüyleri, derisi, ayakları ve sindirim kanalları olası mikrobiyal flora ile belirgin bir biçimde kontamine olmaktadır. Ayrıca, haşlama, tüylerin yolunması, iç organların çıkarılması aşamalarında çapraz kontaminasyon riski çok fazla ortaya çıkmaktadır. Tüm işlem aşamaları, kirli ve temiz olmak üzere iki ana bölüme ayrılmaktadır. Kirli kısım; kesim, kanatma, haşlama, ve iç organların çıkarılmasını içerirken temiz kısım, düşük sıcaklıkta ve hijyenik kontrollerin etkin bir biçimde yapıldığı işlemleri içermektedir. İç organların çıkartılması aşamasında, özellikle iç organlar mekanik olarak ayrıldığı zaman bağırsaklar çoğunlukla makine tarafından zarar görmekte ve böylece karkasların fekal kontaminasyona uğramalarına neden olmaktadır. (Baydur, 2006; EFSA, 2008). Stafilokoklar hem hastane enfeksiyonlarında hem de gıda sektöründe epidemi yapabilme özellikleri bulunduğundan halk sağlığı açısından önemli mikroorganizmalardır. Uygun olmayan şartlarda üretilen süt ve süt ürünleri gıda zehirlenmeleri ve enfeksiyonlara neden olan riskli gıda grupları arasında yer almaktadır. Bu zehirlenmeler ortama salınan protein yapısında, yüksek toksisiteli, bağırsak bölgesi ve sinir sistemi üzerine etkili olan enterotoksinler ile meydana gelmektedir. Günümüzde bu zehirlenmelerin esas nedeni olarak Staphylococcus aureus sorumlu tutulurken, Staphylococcus hyicus ve Staphylococcus intermedius gibi diğer koagülaz pozitif stafilokokların (KPS) enterotoksin ürettiği; ayrıca Staphylococcus epidermidis ve Staphylococcus xylosus gibi koagülaz negatif olan stafilokokların (KNS) da az da olsa Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ 62 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 enterotoksin ürettiği belirlenmiştir. S. aureus çiğ sütte bulunan en önemli mikroorganizmalardan birisi olup, insan ve hayvanlar üzerindeki patojenitesi ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmıştır (Gundogan ve ark., 2006; Güven ve ark., 2010). KNS uzun süredir kommensal ve kontaminant bakteriler olarak değerlendirilmesine karşın, insanlarda patojenik etkilerinin olduğu ve çeşitli enfeksiyonlara sebep oldukları bilinmektedir (Sawant ve ark., 2009). Başta hayvansal gıdalar olmak üzere değişik gıdalar stafilokokal gıda zehirlenmelerine sebep olmaktadır. Hayvan kökenli pişirilmiş veya az pişirilmiş gıdalardan sığır, domuz, hindi ve tavuk eti, özellikle süt tozu ve peynir olmak üzere süt ürünleri, etli patates salatası ve diğer et salataları, balık ve yumurta, kremalı pasta ürünleri ayrıca süt, şeker ve yumurtadan yapılan dondurulmuş soslar bunların başında gelmektedir (Güven ve ark., 2010). Tüm bu nedenlerden dolayı gerek enfeksiyona yol açmadaki patojenitesi ve gerekse gıdalarda meydana getirdiği zehirlenmeler nedeniyle stafilokoklar üzerine çok sayıda araştırma yapılmıştır ve yapılmaya da devam edilmektedir. HAYVANSAL ÜRETİMDE ANTİBİYOTİK KULLANIMI VE DİRENÇ GELİŞİMİ Hayvanlarda tedavi veya koruyucu amaçlı olarak kullanılan antibiyotikler patojen ve normal flora bakterilerinde antimikrobiyal direncin oluşumunu artırırlar. Direnç genlerini taşıyan patojen veya flora üyesi bakteriler gıdalar yoluyla insan florasına kolonize olarak oluşan bu direncin insana geçmesine aracılık ederler. (Barton, 2000). Penisilinin tedavi amacıyla kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda stafilokok kökenlerinin tümü bu antibiyotiğe duyarlı iken daha sonraları β-laktamaz üretimi sonucu büyük oranda direnç geliştirmişlerdir. Metisiline dirençli stafilokoklar klinik yönden penisilin, sefalosporin gibi diğer tüm β-laktam halkası içeren antibiyotiklere dirençli olması nedeniyle önemlidir. (Enright, 2003). Günümüzde tüm dünyada bir yandan hızla yeni ilaçlar geliştirilmekte, buna karşın, süratle direnç kazanan mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyonlar artmaktadır. Son yıllarda, antibiyotik kullanımına ve bu antibiyotiklerin doğaya salınımına bağlı bakteri direncinin artış göstermesi önemli bir problemdir. İnsan ve hayvanlarda direnç genleri ve bakteri dirençlerinin yayılımı ve ortaya çıkmasında gıda zincirinin de öncülük ettiği birçok çalışmalarla kanıtlanmaktadır. Son yıllarda, araştırmalardan elde edilen çalışma sonuçları, gıda zincirinde önemli sektörlerden biri olan tavuk etinin de, insan ve hayvan populasyonu arasındaki antibiyotik dirençli bakterilerin taşınmasının bir aracı olduğunu ve gıda kaynaklı bakterilerin antibiyotik direnç genlerinin kaynaklardan biri olduğu kuşkusunu desteklemektedir. Son yıllarda gıda zinciri kaynaklı mikroorganizmalardaki ve özellikle de patojen bakterilerdeki antibiyotik dirençli suşlardaki artış endişe ile karşılanmaktadır. Antibiyotikler, hayvansal yemlerde hastalıkları önlemek ve performansı geliştirmek için elli yılı aşkın süredir kullanılmaktadır. Hayvansal yemlerde antibiyotiklerin sürekli kullanımı ile oluşan büyük endişe, yemi tüketen türlerde direncin oluşumu ve gıda zincirinde kalıntı ve insan hekimliğinde de ilgili antibiyotiklerin kullanılması nedeniyle patojenik bakterilerde direncin gelişmesidir. (Baydur, 2006). EFSA Bilimsel Kolokyumları başta olmak üzere, çeşitli platformlarda tartışılmakta, risk yönetimi ile ilgili çalışmalara yoğunluk verilmektedir. Kontamine gıdalar aracılığı ile Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) 63 Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 antibiyotiklere dirençli bakterilerin insanlara transfer edilebilme riski endişe doğurmaktadır. Direnç genlerinin gıda zinciri aracılığı ile insanları da etkileyebileceği düşünülmektedir. Kesim yerlerindeki kötü hijyen koşulları sonucunda karkaslar fekal yolla kontamine olarak hayvansal gıdalar antibiyotik dirençli türler için bir vektör olmaktadır. Vankomisin dirençli Enterococcus faecium (VREF) suşları kümes hayvanları, domuz ve diğer et ürünlerinden izole edilmiştir. Enterococcus cinsine ait bakteriler, genelde fekal çevrelerde yoğun olarak bulunmalarına karşın, gıdalarda üretim aşamalarında hijyenik olmayan koşullar sonucunda ortaya çıkmaktadırlar. Ayrıca intestinal ve çevresel kontaminasyonla da süt ve et gibi çiğ gıdalarda kolonize olabilirler. Sıcaklık, pH ve tuza karşı olan dirençleri sayesinde, gıda üretimi sırasında canlı kalarak son ürünü de kontamine edebilirler. Diğer yandan, yine kanatlı etlerdeki Campylobacter kontaminasyonu ve fluoroquinolone (FQ) dirençlilikleri, çiftliklerde antibiyotik kullanımı ile olan ilişkisi ve buna yönelik risk yönetimi ve iletişimi de son on yıldır başta AB ve diğer ülkelerde dikkat çekilen konular arasındadır. Stafilokok enfeksiyonlarının tedavisinde stafilokok türleri arasındaki direnç yaygınlığı önemli bir sorundur. Yeni antibiyotiklerin klinik kullanıma girmesinden kısa bir süre sonra mikroorganizmanın direnç kazandığı iyi bilinmektedir. S. aureus suşları arasında metisilin direnci son birkaç yılda hızla artmıştır (Ito ve ark., 2003). İnsanlarda Salmonella, Campylobacter ve E. coli enfeksiyonlarında artış ve bu hastalıkların antibiyotik tedavilerine karşı direnç göstermesi, büyüme faktörü olarak piliçlerde antibiyotiklerin yasaklanmasını gündeme getirmiştir. Antibiyotiklerin büyütmeyi ilerletici olarak kullanımı ile ilgili yapılan ilk kontrol adımı 1969’da, İsveç Komitesi tarafından yapılmıştır. İngiltere 1970’li yıllarda penisilin ve tetrasiklini yasaklamıştır. Sonuçta 1971’de birçok mikroorganizmaya karşı antibiyotikler ve tetrasiklinlerin yemde kullanılması yasaklanmıştır. 1980’lerde, yeni insan hastalıklarının yayılmasında, antibiyotiklere karşı direnç doğmasının etkili olduğuna dikkat çekilmiştir. İsveç, 1986’da çiftlik hayvanlarında antibiyotik büyütme faktörlerini yasaklamayı yerine getiren ilk ülke olmuştur. 1990’ların başında, tüketicilerin artan ilgisi ve Staphylococcus’lara karşı dirençli türlerin çıkması, büyütme faktörlerinin güvenliği konusundaki tartışmaları şiddetlendirmiştir. İsveç, 10 yıl sonra 1997’de Avrupa Birliğine katılmış ve avoparsinin kullanımı Avrupa Birliğinde yasaklanmıştır. Avrupa Birliği tarafından Aralık 1998 de çıkartılan 2821/98 sayılı karar ile tylosin, virginiamycin, zinc bacitrasin ve spiramycin adlı antibiyotikler yasaklanmıştır. Antibiyotik dirençliliği ile ilgili eğilimleri kırmak için gözetim programlarına 1999 yılında başlanmıştır. Avrupa Birliği Komitesi, 2003 yılında son adımı atmış ve antibiyotik büyütme faktörlerinin (avilamycin, flavophospholipol, monensin sodyum ve salinomycin sodyumu) Avrupa Birliği’nde 1 Ocak 2006’dan itibaren tümüyle yasaklanmasına karar vermiştir. Türkiye’de ise antibiyotik büyütme faktörlerinin tümü 21/01/2006 Tarih ve 26056 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Tebliğ ile yasaklanmıştır. Danimarka’da yemde antibiyotik büyütme faktörlerinin yasaklanmasından önce, Enterococcus spp. türlerinin yüzde 60-80’i antibiyotik büyütme faktörlerine karşı dirençli iken, yasaktan sonra bu oranın yüzde 5-35 azaldığı kaydedilmiştir. 1 Ocak 2006’dan sonra, dünyadaki toplam kanatlı yem üretiminin yüzde 80’den fazlasının hâlâ antibiyotik büyütme faktörü içerdiği belirtilmektedir. Bunun nedeni ise dünyadaki en büyük kanatlı üreticilerinin ABD, Tayland ve Brezilya gibi ülkeler olması ve bu ülkelerde henüz resmi bir yasaklamanın söz konusu olmamasıdır (EFSA, 2008). Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ 64 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 BİTKİSEL KÖKENLİ AROMATİK BİLEŞİKLER Hayvan beslemede performansı artırmak, hayvan sağlığını korumak ve hayvansal ürünlerin miktar ve kalitesini olumlu yönde etkilemek için çeşitli yem katkı maddeleri kullanılmaktadır. Avrupa Birliği’nin 2002 yılında almış olduğu kararla, 2006 yılından itibaren hayvan yemlerine yem katkı maddesinin (antibiyotik) katılmamasına karar vermesi, bilim adamlarını doğal kaynaklı ilaçları araştırmaya yöneltmitir. Alternatif büyütme faktörleri olarak doğal olanları üzerinde çalışmalara başlanmıştır. Bu doğal maddeler bakterileri öldüren, hayvanların sindirim sistemlerini geliştiren, büyüme genetik potansiyelini yakalayabilen özellikte olmalıdır. Bunları sağlayabilecek yollar olarak probiyotikler, prebiyotikler, enzimler ve organik asitlerin dışında çeşitli aromatik bitkiler de yer almaktadır (Engezer ve Güngör, 2008). Günümüzde tıbbi bitkilerin ve bu bitkilere ait uçucu yağların saf ve özellikle ana etken maddelerinin elde edilip değerlendirilmesi hem bilimsel hem de ekonomik yönden oldukça önemlidir. Elde edilen sonuçlar, bu bitkilerin uçucu yağlarının antimikrobiyal aktivitelerinin olduğunu göstermektedir. Uçucu yağ ve bileşenlerinin farmakolojik özellikleri de incelenerek tıp, kozmetik ve endüstriyel alanlarda kullanılabilme imkânlarının yararlı olabileceği belirtilmektedir (Kırbağ ve Bağcı, 2000). Esansiyel yağlar; bitkilerin yaprak, çiçek, kabuk, tohum ve köklerinden, su buharı distilasyonu veya ekstraksiyon yöntemi ile elde edilen, oda sıcaklığında genellikle sıvı formda olan, kolayca kristalleşebilme özelliğine sahip, çoğunlukla renksiz veya açık sarı renkli bileşimlerdir. Bunlar aynı zamanda bulunduğu bitkiye karakteristik özellik sağlayıp bitkiye ait koku, yakıcı lezzeti veren, çok sayıda kimyasal bileşenden oluşan, oda sıcaklığında uçucu özellikte olan ve su ile sürüklenme özelliğine sahip yağımsı karışımlardır. En belirgin özellikleri ise uçucu ve kokulu olmalarıdır (Sevinç ve Merdun, 1995). Esansiyel yağlar halk arasında; uçan yağ, eterik yağ, eteri yağ, kokulu yağ, esans yağı, uçucu yağ gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Esas olarak terpenlerden oluşan suda çözünmeyen, fakat organik çözücülerde kolaylıkla çözünen karışımlardır. Özellikle çiçek ve meyvelerde daha fazla bulunurlar. Antiseptik, antioksidan, sindirim uyarıcı, antimikrobiyal ve enzimatik etkileri bilinen en önemli fonksiyonlarıdır. Bileşiminde; genellikle hidrokarbonlar ile azotlu türevleri, monoterpenler, seskiterpenler ve diterpenler bulunur. Ayrıca fenil propanoitler, yağ asitleri ve esterlerine de uçucu yağlarda rastlanabilir. İlaç ve kozmetik sanayiinde yaygın olarak kullanılırlar. Alternatif bitkisel tedavilerin ana etken maddelerindendir. Modern teknolojilerle, basınç altında fraksiyonal damıtmaya tabi tutulduklarında, her bir cins uçucu yağdan yaklaşık 20 cins kokusu, rengi, molekül dizini ve kullanım özellikleri ayrı uçucu maddeler elde edilmektedir. Bunlar pahalı bitki özleridirler. Metabolik dönüşümleri ve vücuttan ekstrakte edilmelerinin hızlı olması nedeniyle, esansiyel yağların vücut dokularında birikimleri mümkün görülmemektedir. Sürekli tüketilmeleri halinde hayvanların vücut dokularında birikimleri söz konusu olsa bile, bunun doza bağımlı olacağı bildirilmiştir (Anonim 2007a). ESANSİYAL YAĞLARIN ETKİLERİ VE KULLANIM ALANLARI Bir çok aromatik bitki; tohum, meyve, yaprak yada köklerinde bulunan aktif kimyasal bileşikler nedeniyle, farklı etki şekillerinden dolayı, çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Bu bitkilerin hayvan besleme bilimi açısında iştah açıcı ve sindirimi stimüle edici özellikleri yanında antiseptik etkileri de büyük önem taşımaktadır. Etken maddelerine Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) 65 Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 göre etkileri değişmekle birlikte pek çok esansiyel yağ; antimikrobiyal, karminatif, koloretik, sedatif, diüretik, antispazmodik etkilere sahiptir (Maksimovi ve ark., 2005). Tüm uçucu yağlar IgG ve IgA üretimini artırmak suretiyle, bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektedir (Çelik, 2007). Son yıllarda antibiyotik-dirençli enfeksiyonlardaki artıştan dolayı bu enfeksiyonlarla mücadelede yeni ilaçların araştırılmasına yönelik çalışmalar büyük bir gereklilik arz etmektedir. Bu açıdan bitki uçucu yağları büyük bir öneme sahiptir ve bir çok araştırmacı tarafından antimikrobiyal ajanlar olarak rapor edilmişlerdir (Mouhssen, 2004). Aromatik bitkilerin uçucu yağlarının antimikrobiyal etkileri çeşitli araştırmalarla ortaya konmuştur. Örneğin; fesleğen, defne, karanfil, kekik ve biberiye uçucu yağının L. monocytogenes ve diğer patojenlere karşı bakterisid bir etki gösterdiği (O’Gara ve ark., 2000); nane, rezene, kimyon ve defne uçucu yağlarının E. coli, S. aureus, P. aeruginosa, P. vulgaris, B. Subtilis’i engellediği belirtilmiştir (Akgül ve Kıvanç, 1989). Nane yağı Saccharomyces cerevisiae’nin iki suşuna karşı etkili olduğu, biberiye yağı bakterilere (Escherichia coli ve Staphylococcus epidermitis) karşı zayıf bir etki gösterirken bazı mantar suşlarına (Saccharomyces cerevisiae 0425 52C ve 0425 delta/1) daha fazla etkili olduğu bildirilmiştir (Schelz ve ark., 2006). Kekik yağı, hücre organelleri, hücre membranı ve hücre duvarını bozarak Aspergillus niger’e karşı inhibitör bir etki göstermiştir (Rasooli ve ark., 2006). Rezene uçucu yağının, üst solunum yolları akıntılarında, spazmolitik etkisi nedeniyle pediatrik kolitlerde ve bazı solunum sistemi hastalıklarında kullanıldığı belirtilmiştir (Daolu ve ark., 2004). Bitki uçucu yağlarının antimikrobiyal etkileri üzerinde günümüze kadar geniş bir çok araştırma yapılmıştır (Leal-Cardoso ve Fonteles, 1999). Nostro ve arkadaşları, yapmış oldukları çalışmada bazı bitki ekstraktlarının test mikroorganizması olarak kullanılan bazı Gram (+), Gram (-) bakteri ve maya suşlarına karşı inhibitörik etki gösterdiğini tespit etmişlerdir (Nostro ve ark., 2000). Disk difüzyon metodu kullanılarak yapılan bir diğer çalışmada, antimikrobiyal aktivitenin Gram (+) bakteri ve maya suşlarına karşı Gram (-) bakterilerden daha etkili olduğu gözlenmiştir (Dağcı ve ark., 2002). Sartoratto ve arkadaşları, 8 farklı aromatik bitkiden elde edilen uçucu yağların 11 farklı mikroorganizma üzerinde farklı derecelerde inhibitörik etki gösterdiklerini bildirmişlerdir (Sartoratta ve ark., 2004). Bir başka çalışmada, Mısır Sinai Peninsula bölgesinden toplanan Tanacetum santolinoides bitkisine ait uçucu yağların hem Gram (+) hem de Gram (-) bakterilere karşı antibakteriyal aktivite gösterdiği tespit edilmiştir (El-Shazly ve ark., 2002). Al-Howiriny, Salvia lanigera bitkisinin uçucu yağını ekstrakte etmiş ve bu ekstraksiyonun Bacillus subtilis, Staphylococcus epidermidis, Proteus mirabilis, Mycobacterium smegmatis, Candida albicans ve Candida vaginalis mikroorganizmalarına karşı oldukça iyi inhibisyon etkisi gösterdiğini ancak Escherichia coli ve Pseudomonas aeruginosa ’nın bu uçucu yağa dirençli olduğunu rapor etmiştir (Al-Howiriny, 2003). Uçucu yağların antibakteriyel ve antifungal özelliklerinden başka antiviral aktivitelerde ilgi çekmiş ayrıca rapor edilmiştir. Bammi ve arkadaşları, beş ayrı uçucu yağ ile yapmış oldukları bir çalışmada bu uçucu yağların Epstein-Barr virüsü (EBV) üzerinde etki gösterdiğini tespit etmişlerdir (Bammi ve ark., 1997). Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ 66 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 SONUÇ Gıda zehirlenmeleri gelişmiş, gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde önemli bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde hijyenik koşulların yetersizliği, üretici ve tüketicilerin bilinçsiz olması; gelişmiş ülkelerde ise yaşam koşullarına bağlı olarak hazır, yarı-hazır gıda tüketimindeki artış ve yeni işleme teknikleri gıda kaynaklı zehirlenmelerin başlıca nedenleri arasında yer almaktadır. Salmonellanın yerleşik flora haline geldiği çiftliklerde yetiştirilen tavukların kesimhanelerinde karkaslara bulaşan salmonella yüzdesi doğal olarak yüksek olmaktadır. Bu nedenle de salmonellanın kesim sırasında, gerek iç organlarından ve gerekse deri ve tüy gibi tavuğun dış gövdesinden bulaşmasını engelleyecek tedbirlerin alınması gerekir. Çiftlikten sofraya kadar geçen aşamalarda, gerekli hijyenik önlemlerin alınmaması halinde mikroorganizmalar ile kontaminasyonlar şekillenebilmekte ve bu etkenlerle kontamine etin tüketimi ile zaman zaman infeksiyon ve intoksikasyonların oluşumuna neden olabilmektedir. Bu nedenle etler uygun hijyenik ve teknolojik koşullar altında üretilmelidir. Etler, sağlıklı yetiştirilmiş hayvanlardan elde edilmediği, hayvanların kesimleri hijyenik şartlara sahip işletmelerde yapılarak uygun koşullarda muhafaza edilmediği taktirde insan sağlığı açısından potansiyel tehlikeler oluşturmaktadır. Personelin mutlaka Stafilokoklar yönüyle portör muayeneleri yaptırılmalıdır. Sonuç olarak, et üretim tesislerinin söz konusu patojen bakterilerin gıda zincirine bulaşmaması açısından hijyenik kurallara uyması ve mutlaka yasal zorunluluk olan İyi Tarım Uygulamaları (İTA), Kritik Kontrol Noktaları ve Tehlike Analizi (HACCP) gibi gıda güvenliği sistemlerini işletmelerde etkin hale getirmeleri gerekmektedir. Diğer yandan, antibiyotik ve benzeri ilaç kullanımlarının hayvancılık sektöründe kontrol altına alınması yine önemli bir koşul olarak karşımıza çıkmaktadır. Bitkilerle tedavi yöntemlerinin geçmişi çok eskidir. Son yıllarda sentetik kökenli maddelerin yan etkilerinin daha fazla olması, özellikle antimikrobiyal olarak kullanılan sentetik ilaçlara karşı organizmaların direnç oluşturmaları gibi sebepler doğal bitkisel kaynakların ve bu maddeleri taşıyan tıbbi bitkilerin önemini daha çok arttırmıştır. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de tıbbi açıdan önemli olan bitkiler, yüzyıllardan beri halk arasında hastalıkların tedavisi amacıyla kullanılmaktadır. Geleneksel tıpta kullanılan bu bitkilerin yeni antimikrobiyal bileşiklerin potansiyel bir kaynağı olarak, bilimsel açıdan araştırılmaları oldukça önemlidir. Ayrıca, doğal ürünler olmaları yanı sıra etkili ve güvenilirliklerinden dolayı doğal terapilerde ve artan tüketici talebindeki ilginin güçlenmesi de bitkisel uçucu yağlarla ilgili daha ayrıntılı çalışma gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Aromatik bitkiler ve bunlardan elde edilen esansiyel yağların hayvanlar üzerinde; çevre şartlarına karı dayanıklılık, bitkisel insektisid olarak, haşere ve patojenlere karı kullanım, yemde lezzet artıcı, yemden yararlanma oranının artışı, sindirimi stimüle edici ve antiseptik özellikte olmaları gibi pek çok olumlu etkileri bulunmaktadır(Şengezer ve Güngör, 2008). Bu özelliklerinden dolayı da gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra alternatif yem katkı maddeleri olarak değerlendirilebilirler. Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) 67 Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 KAYNAKLAR Akgül A, Kıvanç M. (1989) Sensitivity Four Foodborne Moulds to Essential Oils From Turkish Spices, Herbs and Citrus Peel., Journal of the Science of Food and Agriculture, 47: 129-132. Al-Howiriny T.A., Composition and Antimicrobial Activity of Essential Oil of Salvia lanigera, (2003), 6 (2); 133-135.). Anonim (2007a) Tıbbi ve Aromatik Bitkiler.[http://www.supermeydan.net/forum/forum37 3/thread2972.html] Eriim tarihi: 24/08/2007 Bammi J., Khelifa R., Remal A., et.al., Etudes de I’activite antivirale de quelqules huiles essentielles, In Proceedings of the intern, Congr. Arom. Medicinal Plants & Essential Oils, Benjilali B., Ettalibi M., İsmaili-Alaoui M., Zrira S (eds), Actes Editions, Rabat, Morocco, (1997), 502. Banwart GJ (1983): Basic Food Microbiology, Avi Publishing Comp, Westport, Connecticut. Barton D. Antibiotic use in animal feed and its impact on human health. Nut Res Rev,2000;13:279-99. Baydur, A.Y., 2006. İstanbul’da Satışa Sunulan Tavuk Etlerinin Hijyenik Kalitesi Üzerine Araştırmalar. İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. 44s. Çelik L. (2007) Kanatlı Hayvanların Beslenmesinde Verim Artırımı Sağlayıcı ve Ürün Kalitesini İyileştirici Doğal-Organik Etkili Maddeler. Yem Magazin, 47: 51-55. Dağcı E., İzmirli K., Dığrak M., Kahramanmaraş İlinde Yetişen Bazı Ağaç Türlerinin Antimikrobiyal Aktivitelerinin Araştırılması, KSÜ Fen ve Mühendislik Dergisi 5 (1) 2002. Daolu G, Özberk H, Katı , Tekin M (2004) Foeniculum vulgare (Rezene) Meyvesi Eterik Yağ Ekstresinin Analjezik Etkisinin Araştırılması. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 15 (1-2) 23-26. EFSA, 2008. Assessing Health Benefits Of Controlling Campylobacter in the Food Chain. 4-5 December 2008. Eley AR (1992): Microbiological Food Poisoning, Champmann & Hall, London. El-Shazly A., Dorai G., Wink M., Composition and Antimicrobial Activity of Essential Oil and Hexane-Ether Extract of Tanacetum santolinoides, (DC.) Feinbr. and Fertig, (2002), 620-623. Enright MC. The evolution of resistant pathogen- the case of MRSA. Curr. Opin Pharmacol., 2003; 3: 474-79. Gundogan N, Citak S, Turan E. Slime production, DNase activity and antibiotic resistance of Staphylococcus aureus isolated from raw milk, pasteurized milk and ice cream samples. Food Control, 2006; 17: 389-92. Güven K, Mutlu M B, Gulbandılar A, Cakır P. Occurence and characterization of Staphylococcus aureus isolated from meat and dairy products consumed in Turkey. J Food Safety, 2010; 30: 196-212. Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ 68 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Ito T, Okuma K, Ma XX, Yuzawa H, Hiramatsu K (2003): Insights on antibiotic resistance of S. aureus from its whole genome: genomic island SCC. Drug Resist Opda, 6, 41–52. 13. İşeri Ö, Erol İ. Hindi etinden kaynaklanan başlıca bakteriyel infeksiyon ve intoksikasyonlar(Derleme) Ankara Üniv Vet Fak Derg, 2009; 56, 47-54. Kırbağ S., Bağcı E., Picea abies (L.) Karst. ve Picea orientalis (L.) Link Uçucu Yağlarının Antimikrobiyal Aktivitesi Üzerine Bir Araştırma, Journal of Qafqaz University, III (I), (2000) 183-190. Leal-Cardoso J.H. and Fonteles M.C., Pharmacological Effect of Essential Oils of Plants of the Northeast of Brazil. Acad Bras Cienc., (1999) 71 (2): 207-13. Maksimovi ZA, Dordevi S, Mraovi M (2005) Antimicrobial Activity of Chenopodium botrys Essential Oils. Fitoterapia, 76: 112-114. Mansfield LP, Forsythe SJ (2000): Detection of Salmonellae in food. Medical Microbiology, 11(1): 37-46. Mouhssen L., Methods to Study Phytochemistry and Bioactivity of Essential Oils. Phytother. Res. (2004) 18, 435-448. Mutluer B (1991): Kanatlı etlerinde Salmonella Kontrolü, Uluslararası Tavukçuluk Kongresi, 22-25 Mayıs, İstanbul. Nostro A., Germano M.P., D’angelo V., Marino A. and Cannatelli M.A., Extraction Methods and Bioautography for Evaluation of Medicinal Plant Antimicrobial Activity Lett. Appl. Microbiol., 30 (5), (2000), 79-84. O’Gara EA, Hill DJ, Maslin DJ (2000) Activities of Garlic Oil, Garlic Powder and Their Diallyl Constituents against Helicobacter pylori. Applied and Environmental Microbiology, 66 (5) 2269-2273. Pak SI, Spahr U, Jemmi T, Salman MD (2002): Risk factors for L. monocytogenes contamination of dairy products in Switzerland, 1990- 1999. Prev Vet Med, 53: 55-65. Rasooli I, Rezaei MB, Allameh A (2006) Growth inhibition and morphological alterations of Aspergillus niger by essential oils from Thymus ericalyx and Thymus x-porlock. Food Control, 17 (5) 359-364. Sartoratta A., Machado A.L., Delarmelina C., Figueria G.M., Duarte M.C.T., Rehder V.L.G., Composition and Antimicrobial Activity of Essential Oils from Aromatic Plants Used in Brazil, (2004), 35: 275-280. Sawant AA, Gillespie BE, Oliver SP. Antimicrobial susceptibility of coagulase-negative Staphylococcus species isolated from bovine milk. Vet Microbiol, 2009; 134: 73-81. Schelz Z, Molnar J, Hohmann J (2006) Antimicrobial and Antiplasmid Activities of Essential Oils. Fitoterapia, 77 (4) 279-285. Sevinç A, Merdun B (1995) Türkiye’de Yetişen Uçucu Yağ İçeren Bitkiler ve Kullanım Alanları. Bitirme Ödevi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü. Şengezer E, Güngör T. Esansiyel Yağlar ve Hayvanlar Üzerinde Etkileri (Derleme). Lalahan Hay. Arat. Enst. Derg. 2008; 48 (2) 101 – 110. Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) 69 Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. Hayvansal Üretimde Risk Faktörü Bazı Gıda Patojenleri ve Bunlara Karşı Bitkisel Kökenli Aromatik Bileşiklerin Etkileri (Derleme) Abdullah KIRAN¹, Halil TOSUN², Recep ARSLAN¹ 70 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² ¹CBÜ. Saruhanlı MYO., Gıda Teknolojisi Bölümü, Manisa. ²CBÜ. Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği, Manisa, receparslan@yahoo.com ÖZET Salmonella enfeksiyonları dünyanın her yerinde özellikle de kanatlı yetiştiriciliğinde önlenemeyen önemli bir enfeksiyondur. Kanatlı hayvan yetiştiriciliğinde verim düşüklüğü ve ölümler sonucu ekonomik kayıplara neden olmasının yanında, zoonoz bir enfeksiyon olması nedeniyle insan sağlığı açısından da önem taşımaktadırlar. Tüketicilerde enfeksiyonla beraber toksikasyonlara da sebep olduğu için güncelliğini halen korumaktadır. Salmonella’lar, Campylobacter ve E.colli’nin yanında gıda kaynaklı enfeksiyonlara yol açan en yaygın bakterilerdendir. İyi pişmemiş veya pişiren kişinin yiyeceği ya da özellikle gıdayla temas etmeden önce ellerini yıkamadığı yiyecekleri tüketmemiz halinde gıda zehirlenmesi olgularına rastlanabilir. Gıda zehirlenmesinin en yaygın bakteriyel nedeni çiğ kümes hayvanlarında, pastörize edilmemiş sütte, kırmızı ette ve arıtılmamış suda bulunan Campylobacter’dir. Salmonella pastörize edilmemiş sütte, yumurta ve çiğ yumurta ürünlerinde, çiğ ette ve kümes hayvanlarında bulunan ikinci en yaygın türdür. Diğer yaygın nedenler arasında Listeria, Shigella ve Clostridium sayılabilir. Ayrıca halk sağlığı açısından antimikrobiyal direncin izlenmesinde Salmonella serotipleri yararlı bir indikatör organizmadır ve Salmonella serotiplerindeki direnç diğer bağırsak bakterilerindeki dirençle paralel seyretmektedir. Çiftliklerde yerleşik flora olan Salmonella spp.nin kesimhanelerde karkaslara bulama yüzdesi yüksektir. Kesim sırasında, gerek iç organlarından ve gerekse deri ve tüy gibi tavuğun dış gövdesinden bulaşmasını engelleyecek tedbirler alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: Et ve süt ürünleri, Salmonella spp., Halk sağlığı. Giriş Gıda sektörü son yüzyılda, her alanda olduğu gibi bilimsel ve teknolojik anlamda hızlı bir gelişim göstermesine rağmen kontamine gıda ve sulardan kaynaklanan halk sağlığı problemleri hala gündemden düşmemiştir. Bu açıdan bakıldığında gıda güvenliği “Halk sağlığını gıda ve su tüketiminden kaynaklanacak zararlı etkileşimlerden korumaktır”. Dünya sağlık örgütünün (WHO) verilerine göre son yıllarda gıda kaynaklı hastalıklarda sabit bir artış olmakta ve gelişmiş ülkelerde her yıl nüfusun %5-10’nu bu hastalıklardan etkilenmektedir. Bu bilgi her 3 kişiden birinin gıda infeksiyonundan etkilendiğini ortaya koymaktadır ( Şireli U.T., 2008) Bu durum irdelendiğinde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gıda kaynaklı infeksiyon ve intoksikasyonların önemli düzeyde artacağını küresel anlamda bu etkinin yayılımını tahmin etmenin zor olduğunu, 2000 yılında 2.1 milyon insanın sadece ishalden öldüğü düşünüldüğünde boyutların korkutucu değerlere ulaşabileceği öngörüsünü oluşturmaktadır (Şireli U.T., 2008). Gıda kaynaklı patojenler içinde Salmonella uzun yıllardan beri biliniyor olmasına rağmen typhoid fever hastalığının etkeni ilk zamanlar tanımlanamamış, sadece gıda ve suyla kontamine olabileceği ortaya konmuştur. Hastalık etmeninin Salmonella typhi olduğu sonradan belirlenmiş, ilk defa sığır etine bağlı şiddetli karın ağrısı çeken hastalardan izole edilmiştir. Önceleri Bacterium enteritidis olarak adlandırılan bu bakteri sonradan S. enteritidis olarak adlandırılmış ve en son Salmonella denilmiştir (Şireli U.T., 2008). Salmonella Salmonella; Enterobacteriaceae familyası üyesi, fakültatif anaerob, gram negatif, çubuk şeklinde 2500 den fazla serotipi bulunan bir bakteridir. S. gallinarum ve S. pullorum Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² 71 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 hariç diğer serotipleri hareketli olan bir bakteridir. Doğal yaşam alanı hayvanların bağırsak sistemleridir. Mezofiilik bir bakteri olduğu için 25-47 ºC aralığında gelişebilir. Optimum gelişim sıcaklığı 35-37 ºC tır. Gelişebileceği minimum su aktivitesi değeri 0,94 dür. pH 3,8-9,5 değer aralığı gelişim gösterebilirken optimum gelişebildiği asitlik nötr pH’ya (7-7,5) yakındır (Anon., 2014a). Gıda zehirlenmelerine neden olan mikroorganizmalar arasında Salmonella en sık rastlanan bakterilerdendir. Salmonella cinsi bakterilerin çoğu zoonotiktir, yani hem insanda hem de hayvanlarda görülen hastalıklar kapsamında yer alır. Hayvanlarda bulunan suşlarının çoğu belirgin hastalık semptomları oluşturmazlar. İnsanlarda gıda zehirlenmelerine sebep olan Salmonella serotipler arasında ise öncelikle Salmonella enteritidis, Salmonella typhi, Salmonella paratyphi, Salmonella typhimurium ilk sıralarda yer alır (Budak., 2008). S. typhi ve S. paratyphi suşa ve kişinin duyarlılığına bağlı olarak 105-109 adet bakteri hastalık oluşturmakta yeterlidir. Diğer Salmonella türleri yetişkinlerde ancak yüksek sayılarda hastalık oluşturabilir. Ancak Salmonella’yı midenin asiditesinden koruyan gıdalar için düşük dozlar da hastalık oluşturabilir (Budak., 2008). a. Salmonella’nın Patolojisi (Baron. S., 1996) i. Semptomları Salmonella typhi ve Salmonella paratyphi insanlarda tifo (enterik humma) ve paratifo isimli hastalıklara neden olur. Önce bağırsağa yerleşen tifo etkeni bakteri hücreleri, epitel dokudan geçerek lenf dokusuna ve kan sistemine geçip (septisemi) vücudun (karaciğer, dalak, safrakesesi, böbrek, kemik iliği, kalp, akciğer, sindirim sistemindeki lenf dokularına vb…) değişik bölgelerine yerleşir. Vücut sıcaklığı yavaş yavaş artarak 40 ºC’lere yükselir, özellikle göğüs ve bedende pembe lekeler oluşur ve baş ağrısı görülür. Gastrointestinal belirtiler hastalığın geç dönemlerinde kabızlık ve bunu takip eden kanlı ishal ile karakterize olur. Kusma ve karın ağrısı da görülebilir. ii. İnkübasyon ve Hastalık Süresi Salmonellozis için inkübasyon süresi genellikle 12-48 saat olmakla birlikte dört güne kadar devam edebilir. Tifo ve paratifo için ise inkübasyon süresi 3-56 gün (genellikle 12-20 gün) arasında değişebilir. Salmonellozis hastalığı tedavi edilmezse bile 2-5 gün sonra iyilesir, ancak ekstrem vakalarda hafif ates ve ishal 10-14 gün sürebilir. S.paratyphi ve S.typhi’nin neden olduğu hastalıkların süresi ise hastadan hastaya büyük farklılık gösterir. Tipik vakalarda hastalık, tedavi edilmezse yaklaşık 4 hafta sürer. b. Salmonella bulaşma kaynakları: Dünyada yaygın olarak buluna Salmonella’nın birincil bulaşma kaynağı taşıyıcı ve hasta insanlar ile omurgalı hayvanların bağırsak sistemidir. Bu iki kaynaktan temas, dışkı veya lağım suları yoluyla çevreye yayılır. Salmonella'dan kaynaklanan gıda enfeksiyonlarının önlenmesi ve kontrol altına alınmasının zorluğu da bu geniş yayılımdan ileri gelmektedir. Birincil yayılma kaynağı insan ve hayvan olduğu için insanların ürettiği, hayvanlardan elde edilen gıdalar insanlar arasında yayılmanın en önemli yoludur. Hayvanların dışkıları, kıl, deri ve bağırsak sistemi kontamine olur ve bu 72 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kontaminasyon kesim sırasında ete bulaşır. Ayrıca üretimde kullanılan alet, ekipman ve personel de kontaminasyona nedenidir. Çiftlik hayvanlarında Salmonella enfeksiyonları, yedikleri kontamine yemlerden, otladıkları meralardan ve buralarda bulunan su havzalarından kaynaklanabileceği gibi hayvanları başka mekânlara taşıma sırasında veya hayvan pazarlarında, mezbahalarda hayvandan hayvana veya insandan hayvana temas yoluyla gerçekleşebilmektedir. Salmonella kaynağı hayvanlar içerisinde kümes hayvanları insan gıdası zincirinde en önemli yeri tutar. Kümes hayvanlarını takiben domuz en önemli Salmonella kaynağıdır. Bir diğer önemli bulaşma kaynağı ise insanların en çok tükettiği süt ve süt ürünleridir (Hoşgör., M. 2014). Salmonella’nın Halk Sağlığı Acısından Önemi 20. yüzyılın ikinci yarısında Salmonella salgınlarında görülen artış, bilinen kaynakların dışında değişik gıdaların da neden olduğu vakaların ortaya çıkması, Salmonella’ların antibiyotiğe karşı oluşturduğu direnç sosyal ve ekonomik alamda bu mikroorganizmanın önemini arttırmıştır. Ekonomik anlamda neden olduğu kayıplar ile de daha çok ön plana çıkmıştır. Salmonella enfeksiyonlarına neden olan hayvansal gıdalar içerisinde kanatlı etleri ve yumurta ilk sıralarda yer almaktadır. İnsanlarda görülen Salmonella enfeksiyonlarının % 29’undan taze ve işlenmiş kanatlı etleri sorumludur. Kırmızı et ve et ürünleri, süt, krema, dondurma ile kabuklu deniz ürünleri gibi birçok gıdadan kaynaklanan enfeksiyonlara da rastlanmaktadır. Özellikle son yıllarda badem, kavun, domates ve lahana gibi gıdalara ilişkin salgınlar görülmektedir. Salmonella ile enfekte dışkı ile temas, gübreleme ya da kontamine su ile sulama sonucu bu ürünlerin bulaştığı tahmin edilmektedir. Etkenin gıdalara bulaşmasında çapraz kontaminasyon ise en önemli yoldur (Anon, 2014b). Gıda kaynaklı Salmonella enfeksiyonlarında insanlarda sık görülen tablo gastroenterittir. Bu tabloda ishal, karın ağrısı, ateş, kusma gibi semptomlar görülmektedir. Ancak hiçbir belirti göstermeden taşıyıcılık durumu ile etken aylarca vücutta kalabilmektedir. Salmonelloz herkes de ve her yaşta görülebilir. Et, yumurta, balık ve su ürünlerinin yeterince pişirilmeden kullanılması, pastörize edilmemiş süt, yoğurt, dondurma ve diğer süt ürünleri kullanımı, hijyen ve sanitasyona dikkat edilmeden hazırlanmış gıdaların tüketilmesi, kontamine suların ve buzların kullanılması, ana etkenler arasında yer alırken bundan en çok; bağışıklık sistemi bozuk olan insanlar, yaşlılar, bebekler ve çocuklar, kemoterapi gören kanser hastaları, kortizon kullanan hastalar, mide asidini azaltan ilaçlar kullanan hastalar (Salmonella mikrobu mide asidinde inaktif hale gelir, mide asidi azaltan ilaç kullanan ülser, gastrit, reflü hastalarında mikrop midede etkilenmeden kolayca bağırsaklara geçer) etkilenmektedir (Lermi., 2013). İnsan salmonellosizinde ölüm; yaşlılar, bebekler ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler hariç normal bireylerde düşüktür (Anon, 2014b). Dünyada her yıl, 155 000'i ölümle sonuçlanan yaklaşık 94 milyon Salmonella gastroenterit vakası görülmekte ve bunların % 85'inin de gıda kaynaklı olduğu bildirilmektedir (Jong ve ark.,2013). Türkiye'de görülen gıda kaynaklı infeksiyonlar hakkında yeterli veri bulunmamaktadır. TÜİK'in 2004 yılına ait verilerinde 4135 kişinin tifoid olmayan Salmonella nedeniyle hastanede tedavi gördüğü ve 35 kişinin hayatını kaybettiği bildirilmiştir (Hoşgör., M. 2014). Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² 73 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Et ve Et ürünlerinde Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c) Et ve et ürünlerinden kaynaklanan salmonellozis vakalarında bir azalma sağlanabilmesi için, et ve et ürünlerinin saklanmasında soğuk zincirin aksamaması, personel hijyenine önem verilmesi, etlerin (özellikle ızgara) iyi pişirilmesi, işletmede etkin bir temizlik ve dezenfeksiyon programının uygulanması, mutlaka alınması gereken önlemlerdir. Kesim koşullarının hijyenik olması ve çapraz bulaşmaya izin vermemesi gerekmektedir. Kanatlılarda Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c) Kümes hayvanlarının Salmonella’dan korunması amacıyla, çiftlikten başlayarak alınacak bir seri önlem, enfeksiyonun ve salgının etkin bir şekilde kontrolünü mümkün kılmaktadır. Çiftliklerde Salmonella taşımayan damızlıkların (etlik, yumurtalık) yetiştirilmesi, bu hayvanların beslenmesinde Salmonella içermeyen yemlerin kullanılması, içme sularının Salmonella açısından güvenli olması, düzenli veteriner kontrollerinin yapılması ve bu kontroller sonrasında enfekte olmuş hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrılması, hastalıklı hayvanların tedavisi, aşılama programlarının özellikle kümes hayvanlarında aksatılmadan yürütülmesi, hayvan barınaklarının, kümeslerin, ahırların düzenli temizliği ve dezenfeksiyonu, hayvan gübrelerinin dezenfeksiyonu ve usulüne uygun olarak işlem görerek barınaklardan uzaklaştırılması, ahır ve kümeslerin çok kalabalık olmaması, çiftlikte çevre kontrolü programlarının uygulanması, çiftliğe fare, kus, sinek gibi zararlıların girmesinin engellenmesi, Salmonella enfeksiyonlarının önlenmesi yönünde dikkate alınması gerekenler içerisinde sayılabilir. Canlı hayvanlarda Salmonella enfeksiyonunun ortaya çıkmasında veya yayılmasında hayvanların kesimhaneye taşıma koşullarına özen gösterilmesi, kesime gidecek hayvanlarda yemlemenin zamanında durdurulması, hayvanların çiftliklerden çok kalabalık olamayan partiler halinde taşınması, temiz kamyonlar ve kafesler içerisinde stressiz koşullarda süratle kesimhaneye taşınmaları, kesimhanelerde kesim öncesi bekletildikleri kafes ve çit alanlarının temiz olması ve bu yerlerin yine fazla kalabalık olmaması, canlı hayvanlarda Salmonella yayılmasını önleyecek tedbirler arasında yer alabilir. Süt ve Süt Ürünlerinde Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c) Süt ve süt ürünleri Salmonella açısından değerlendirildiğinde pastörize edilen ürünler insan sağlığı açısından risk oluşturmaz. Yasalarda öngörülen pastörizasyon koşulları çiğ sütte bulunabilecek Salmonella bakterilerini inaktif hale gelmesinde yeterlidir. Dondurma üretiminde, çiğ süt kullanılması veya dondurmanın uygun olmayan hijyen sanitasyon koşullarında üretilmesi halinde Salmonella enfeksiyonlarına kaynak oluşturur. Dondurmadan kaynaklanan sağlık riskine, daha çok ilkel koşullarda ve merdiven altı üretimlerde rastlanır. Farklı ürünlerin üretimi sırasında pastörize edilmemiş çiğ süt, krema ve yumurta kullanımı gibi hatalı uygulamalar ve enfekte insanlardan kaynaklanan kontaminasyon Salmonella enfeksiyonlarının bir diğer kaynağıdır. Salmonella, bazı istisnalar dışında pastörizasyon işlemi ile kolayca öldürülmesine rağmen kurutulmaya, donmaya, soğuk ve kuru ortamda muhafazaya enterik patojenler arasında en dayanıklı mikroorganizmalar arasındadır. Bu nedenle yetersiz pastörizasyon ve sanitasyon uygulamaları sonucu mikroorganizma peynir yapımı sırasında gelişerek 74 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 olgunlaşma sırasında 1.7°C’de 60 günden daha uzun süre canlı kalabilir. Olgunlaşma ve depolama sıcaklığının yükselmesi Salmonella’nın depolama süresini kısaltır. Salmonella’nın peynirde yasam süresi aynı zamanda pH ve starter kültür aktivitesine de bağlıdır. İşletme Koşullarında Alınabilecek Önlemler (Anon., 2014c) Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre gıda kaynaklı enfeksiyonların % 25'i yetersiz hijyen, kontamine ekipman, kontamine gıda işleyicileri gibi faktörlere bağlı olarak işleme, taşıma ve muhafaza gibi aşamalarda çapraz kontaminasyona bağlı şekillenmektedir. Çapraz kontaminasyonun minimumda tutulması için gıda isletmesinde, perakende satış noktalarında ve gıda hazırlama alanlarındaki risk yaratacak işlemlerin minimumda tutulması temel prensip olmalıdır. Ayrıca buralarda alet-ekipman temizliği ve sanitasyonu, çevre temizliği ve sanitasyonu ve personel hijyeni prensiplerine uymak, kontaminasyon riskini önemli derecede azaltmaktadır. Gıda isleme ve hazırlanmasında görev alan personelin ve tüketicilerin Salmonella açısından riskli gıdaların üretimi konusunda eğitilmeleri çok önemli bir noktadır. Ayrıca üretimde görevli personelin düzenli olarak portör muayenelerinin yapılarak takibi yapılmalıdır. Bu takibin yapılması işletmelerin için yasal bir zorunluluktur (Carrasco E. ve ark., 2012). Kaynakalar Anon., 2014a. Salmonella. Vikipedi, özgür ansiklopedi. http://tr.wikipedia.org/wiki/Salmonella (Erişim: Eylül 2014) Anon, 2014b. Makaleler. Gıda Güvenliği Derneği. http://www.ggd.org.tr/icerik.php?id=462 (Erişim: Eylül 2014 ) Anon., 2014c. Salmonella. Kaynakları: Eley, R.Adrian, 1994, Microbial Food Poisoning, Chapman and Hall Management of Outbreaks of Foodborne Illness, 1994, Department of Health Sprenger, Richard A., 1993, Hygiene for Management, Highfield Publications Hobbs, C.Betty, Diare Roberts, 1993, Food Poisoning and Food Hygiene, Edward Arnold Jay, James M., 1992, Modern Food Microbiology, Chapman and Hall Banwart, George J., 1989, Basic Food Microbiology, Avi Ünlütürk, Adnan ve Turantas, Fulya, 1998, Gıda Mikrobiyolojisi, Mengi Tan Basımevi Baron.S., 1996. Salmonella. Medical Microbiology 4th edition. University of Texas Medical Branch at Galveston ISBN-10: 0-9631172-1-1 Carrasco E, Morales-Rueda A, García-Gimeno RM. 2012. Cross-contamination and recontamination by Salmonella in foods: A review. Food Res Int. 45:545–556. Hoşgör-Limoncu. M., 2014. Salmonella Önemli Bir İnsan Patojeni. Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi F. Mikrobiyoloji AD. 16 Mayıs 2014 http://tmconline.org/userfiles/file/diyare_gunleri_mayis_2014/mine_hosgor_limoncu.pdf Erişim: Eylül 2014 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² 75 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Jong HK, Parry CM, van der Poll T, Wiersinga WJ. Host-pathogen interaction in invasive salmonellosis.PloS Pathog. 2012; 8: 1-9. Lermi., A. 2013. Salmonella. http://hepatittedavi.com/Salmonella/ (Erişim: Eylül 2014). Lermi.A., Salmonella enetriti; Salmonelloz., Çınar dibi Laboratuarı Sağlıklı tavuk bilgi platformu, Salmonella bilgi dosyası Şireli, U.T., 2008. Türkiye’de Kanatlılarda Salmonella İnsidensi ve Mevzuatı. Veteriner Tavukçuluk Derneği. Cilt: 6 Sayı:2 76 Et ve Süt Ürünlerinde Salmonella Türlerinin Sebep Olduğu Riskler ve Halk Sağlığı Açısından Tehlikeleri (Derleme) Öğrt. Gör. Recep ARSLAN¹, Yrd. Doç. Dr. Abdullah KIRAN¹, Yrd. Doç. Dr. Halil TOSUN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² ¹Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü. Muradiye/Manisa, ²Celal Bayar Üniversitesi, Saruhanlı Meslek Yüksekokulu. Saruhanlı/Manisa Özet Gıda güvenliği, bağışıklığı baskılanmış ve savunmasız gruplar için son derece önemlidir. Bu kişilerin gıda kaynaklı hastalıklardan korunması için düşük mikrobiyal içerikli diyetler önerilmektedir. Bu makalede bu kişiler için temel mikrobiyolojik tehlikeler anlatılmış ve yüksek risk içeren gıdalar yerine düşük mikrobiyal diyetli gıdalar için öneriler sunulmuştur. Abstract Food safety is particularly important for immunocompromised and other vulnerable people. To protect vulnerable people from foodborne illness low microbial diets are advised. In this review the main microbiological hazards for these people are presented and low microbial diet in which higher risk foods are replaced by lower risk food is described. GİRİŞ 2000-2008 yılları arasında Amerika'da bilinen patojenler (Salmonella türleri, Clostridium perfringens Campylobacter türleri) arasında en çok gıda kaynaklı hastalığa yol açan norovirüslerdir. Hastaneye intikal eden vakalar Salmonella, norovirüs, Campylobacter spp. ve Toksoplazma gondi protozoası olup temel ölüm nedeni ise Salmonella, T. gondi, Listeria monocytogenes ve norovirüslerdir. Hollanda da T. gondi, Listeria monocytogenes ve Campylobacter türleri en çok görülen gıda kaynaklı mikrobiyal hastalıklardır. 2008 'de İngiltere de Campylobacter spp, norovirüs, C.perfringens ve Salmonella türleri gıda kaynaklı hastalıklarda en çok rapor edilen türlerdir. Fakat L. monocytogenes diğer gıda kaynaklı patojenlere göre daha fazla ölüme neden olmuştur. Avrupa Birliği 2011 raporuna göre Campylobacter türleri ve virüsler (özellikle norovirüs) gıda kaynaklı en çok görülen hastalık nedenidir. L. monocytogenes ise en çok ölüme yol açan bakteridir. Norovirüs enfeksiyonu sağlıklı, yetişkin bireylerde hafif görülürken, bağışıklığı baskılanmış kişilerde uzun süren ishal, dehidrasyon, beslenme bozukluğu ince bağırsak mukoza bariyerinin değişmesine yol açar. 65 yaş üstü kişiler norovirüs kaynaklı ölümler açısından büyük risk altındadır. Salmonella türleri sağlıklı bireylere göre bağışıklığı baskılanmış kişilerde daha şiddetli hastalıklara neden olabilir. Hematolojik malignite hastalıkları Campylobacter spp. ve Salmonella enfeksiyonları açısından büyük risk altındadır. Campylobacter türlerinden kaynaklanan invasif hastalıklar seyrek görülmekle beraber bağışıklığı baskılanmış kişilerde çok sık görülebilir. Sağlıklı bireylerde toksoplazma enfeksiyonları genellikle hafif sendromlarla asemptomatik geçer. Fakat organizma birçok dokuda kist formunda canlılığını sürdürür. Hamilelik sürecinde bebeğin toksoplazmaya maruz kalması çok ciddi; ölü doğum, doğum sonrası ölüm gibi vakalarla sonuçlanabilir. Bağışıklık sistemi zayıf kişilerde, toksoplazmik enfeksiyon doku kistlerinin yeniden aktive olmasıyla organ naklinde veya kemik iliği naklinde yeniden aktive olması sonucunda çok şiddetli hastalıklara yol açabilir. L. monocytogenes organ nakli olan kişilerde, kan kanseri olan hastalarda, lenfositik lösemi hastalarında sağlıklı bireylere göre bin kat daha fazla risk oluşturur. Diğer Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² 77 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 hastalarda ise (bu grubun dışında kalan hastalarda) genellikle bu duyarlılık yüz ile bin kattır. BAĞIŞIKLIĞI ZAYIF KİŞİLERDE RİSK OLUŞTURAN GIDALAR Çiğ, Az Pişmiş Et ve Kanatlı Eti Salmonella spp, Shiga toksin üreten E.coli, Campylobacter spp, Yersinia enterocolitica, T. gondi, hepatit E virüsü ve bazı ülkelerde Taenia spp, Trichinella spp., çiğ et ve kanatlı etten bulaşabilir. Az pişmiş hamburger ve fileto et tüketimine bağlı, S.typhmurium DT104 ve STEC 0157 enfeksiyonu görülmüştür. Birçok ülkede domuzlar Y.enterecolitica kaynağı ve iyi pişirilmemiş domuz kıyması enfeksiyon için risk faktörüdür. Az pişmiş etlerde T.gondi enfeksiyonu temel risk faktörüdür. Campylobacter kanatlı ciğer ezmesi tüketimi sonucu enfeksiyona neden olmuştur. Çiğ veya az pişmiş domuz, geyik eti, vahşi domuz HEV(hepatit E) tüketimi sonucu enfeksiyon raporları mevcuttur. Duyarlı kimseleri korumak için özellikle kıyma ile yapılan ürünlerde etin pişirilmesi temel esastır. Bu sıcaklıklar sporsuz mikroorganizmaların inaktivasyonu için (>67°) ve T. gondi kistlerinin inaktivasyonu için gereklidir. Kıyma ve et ile ilgili pişirme işlemleri en az 70°C’ de 2 dk sürmeli, sıcaklık bir termometreyle ölçülmelidir. Özellikle duyarlı kimselerde gıda servisi yapılacaksa buna özen gösterilmelidir. Eti -12° ve altında dipfrizde saklamak T.gondi enfeksiyon riskini azaltacaktır. C. perfringens pişmiş et ürünlerinde yetersiz soğutma sonucu canlılığını koruyabilir. C. perfringens sporları 100°C’de pişirmede dahi canlı kalabilir ve12-52°C arasında ürüyebilir. C. perfringens enfeksiyonu ölümcül olabilir. Pişirme işleminden sonra ya yemek hemen tüketilmeli ya da sıcaklığı 63°C üzerine çıkarılmalı veya 5°C altına en geç 90 dk. içinde düşürülmelidir. Tekrar ısıtma yaparken tüketim öncesi gıda 72°C ye kadar tekrar ısıtılmalıdır. Dilimlenmiş, Pişirilmiş Yenmeye Hazır Etler ABD'de 2003 yılında yenmeye hazır ve pişmiş gıdalar listeriosis açısından en yüksek riski oluşturan grup olmuştur. Kontaminasyon pişme sonrası dilimlemede ve paketlemede oluşmaktadır. Paketleme sonrası pastörizasyon veya inhibitör ilavesi riski azaltacaktır. Kanada da 2008 yılında listeriosis salgını sonucu 57 kişi hastalanmış ve 12 kişi ise vefat etmiştir. Etkilenenler ise zayıf, çelimsiz ve yaşlı kimseler olmuştur. Salgına pişirme sonrası dilimleme aşamasında bulaşma sonucu satılan etler neden olmuştur. Almanya da 2006-2007 yıllarında 5 kişinin öldüğü listeriosis vakalarında ölen hastaların tamamı kortikosteroit ve proton pompası inhibitörü kullanan bağışıklık sistemi baskılanmış kimselerdir. Hastalığa neden olan gıda ise yenmeye hazır, dilimlenmiş, haşlanmış sosistir. Bu tür soğuk yenilebilen dilimlenmiş et ürünlerinin duyarlı kimselerde en az 74°C’de pişirildikten sonra servis edilmesi önerilmektedir. Çiğ ve Kısmen Pişirilmiş Yumurtalar Salmonella ententiritidis yumurtaları kontamine edebilir. Londra'da 2002 yılında meydana gelen Salmonella ententiritidis vakasında 29 kişinin etkilendiği ve 1 kişinin öldüğü nedenin az pişmiş yumurta olduğu saptanmıştır. İngiltere de aynı nedenle 82 hasta etkilenmiş 5 kişi ölmüştür. Bu vakada ise enfeksiyona, çiğ yumurta kullanılarak hazırlanan bir tür pasta neden olmuştur. 78 Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Duyarlı kimselerde gıda servisinde pastörize yumurta kullanılmalı veya hastanelerde bu tür kimselere gıda servisi yapılırken çiğ yumurta kullanılan ürünler kesinlikle servis edilmemelidir. Çiğ ve Az Pişmiş Balıklar Birçok gıda kaynaklı patojen taze balıkları kontamine edebilir. Örneğin Vibrio türleri ve Anisakis simplex doğal olarak suda bulunabilir. Salmonella türleri, Shigella türleri, S.aureus türleri L.monocytogenes türleri ve norovirüs ise kontamine su veya hijyenik olmayan koşullardan dolayı balıkları kontamine edebilir. Çiğ olarak tüketilen deniz ürünleri Vibrio parahaemolyticus kaynaklı ishale neden olabilir. Vibrio vulnificus daha az rapor edilmektedir. Ancak karaciğer hastaları, şeker hastaları, kusurlu demir metebolizması olanlar ve bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde bakteremi (yüksek ölüm oranı olan) nedeni olabilir. A. simplex ve benzeri nematotlar gentrointestinal semtomlara neden olur ve Japonyada daha çok olmakla beraber Avrupanın kıyı bölgelerinde ve Amerika da rapor edilmiştir. Avrupa ve Amerika da balıklar daha çok Salmonella ve norovirüs enfeksiyonlarına neden olmuştur. Bu tür ürünlerde 68°C’de en az 15 sn ısıl işlem uygulaması yapılmalı ve duyarlı kişiler ısıl işlem görmemiş deniz ürünlerini tüketmekten kaçınmalıdır. Tütsülenmiş Deniz Ürünleri Tütsülenmiş deniz ürünleri özellikle soğukta üreme özelliği olan L. monocytogenes ile kontamine olabilir. Bunun dışında Salmonella Thompson 2012 de Hollanda da tütsülenmiş somon balığı tüketimi sonucu 100' den fazla insanı etkilemiştir. Duyarlı kimselerde tütsülenmiş deniz ürünleri soğuk yenmemeli mutlaka ürün 75°C ye ısıtıldıktan sonra servis yapılmalıdır. Çiğ ve Kısmen Isıl İşlem Görmüş Kabuklu Deniz Ürünleri Yengeçler, ıstakozlar ve karides sıklıkla Vibrio türleri ile bulaşır. Diğer patojenler ise daha çok uygun olmayan personel ve işletme hijyeni ile kontamina su yüzünden bulaşır. Suyu filtre ederek beslenen midye, istiridye gibi canlılar öncelikle lağım ile kontamine olan sulardan mikroorganizma alırlar. Amerika ve Avrupa da bu canlıların avlanma alanları kontaminasyon düzeyine göre sınıflandırılır ve koliform ve E.coli düzeyi açısından kontrol edilmektedir. Kabuklu deniz ürünlerinden en çok rapor edilen vakalarda Vibrio türleri, hepatit A virüsü, norovirüs ve hepatit E virüsü olmuştur. Bu tür enfeksiyonların kontrolü için engellenmesi ve yeterli pişirme gereklidir. avlanma alanlarında kontaminasyonun Hassas duyarlı kimseler için ise çiğ veya kısmen işlem görmüş kabuklu deniz ürünleri yerine konserve ürünleri yemeleri tavsiye edilir. Dondurma Birçok Salmonella vakası evde yapılan çiğ süt, krema veya çiğ yumurta kullanılan dondurma tüketimine bağlı olarak rapor edilmiştir. Pastörize süt kullanılarak yapılan dondurmadan 2007 yılında HUS gelişen 5 çocuk vakası rapor edilmiş ancak üretim sonrası bulaşma olduğu tahmin edilmiştir. Patojen bakteriler dondurmada uzun süre canlılığını sürdürebilir. L. monocytogenes dondurmada, çevrede ve ekipmanlarda yıllarca canlı kalabilir. Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² 79 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Özellikle duyarlı kimselerde dondurma mutlaka pastörize ingredientler kullanılarak ve düzenli olarak ekipmanlar temizlenerek üretilmelidir. Bu kimseler soft dondurmalardan kaçınmalı çünkü bu tür dondurmaların ekipmanlarının düzenli olarak temizlenmesi güçtür. Yumuşak Peynir Salmonella spp, STEC, L.monocytogenes, S. aureus ve Brucella spp., çiğ veya pastörize süt yapılan yumuşak peyniri kontamine edebilir. Uygun pastörizasyon bu bakteriyi sütte inaktive eder ancak peynir üretimi sırasında pastörizasyon sonrası bulaşmalar engellenmelidir. Almanyada 2006-2007 yıllarında Brevibacterium linens ile fermente edilmiş peynir ile ilişkili meydana gelen vakada (pastörize süt yapılmış ) 189 kişi etkilenmiş 26 kişi ise ölmüştür. Norveçte 2007 yılında büyük bölümü bağışıklık sistemini düzenleyici tedavi gören 17 kişi peynir tüketimine bağlı listeriosise yakalanmış 3 kişi ölmüştür. Benzer bir olay pastörize bir sütten yapılmış kamembert peyniri tüketimi sonucu meydana gelmiş ve peynir üretilen işletmede hem yüzeylerde hem de peynir salamurasından Listeria monocytogenes izole edilmiştir. Sonuç olarak yumuşak ve küfle olgunlaştırılan peynirde L. monocytogenes bulaşma riski ve çoğalma yeteneğinden dolayı duyarlı kişiler bu tür ürünleri tüketmekten kaçınmalıdır. Yoğurt ve Probiyotikler Yoğurt L. delbrueckii subsp. bulgaricus ve Streptecoccus thermophilus ile pastörize sütten yapılan en az 106kob/gr canlı bakteri içeren fermente bir süt ürünüdür. Eğer ürün pastörize edilirse toplam canlı sayımın bir önemi yoktur. Probiyotikler ise sağlığa birçok yararı olan mikroorganizmalar içerir. Lactobacillus, Enterococcus, Bifidobacterium, Bacillus, Saccharomuces boulordii ve Streptecoccus türlerinde bulunur. Sistemik enfeksiyon, bağışıklığı baskılanmış kişilerde L. rhamnosus GG içeren ürünlerin kullanımı ile ilişkilendirilmiştir. Bu konuda net bilimsel kanıtlar elde edilinceye kadar bağışıklığı baskılanmış kişilerde probiyotik gıda tüketmekten kaçınmalıdır. Bu tür kişiler ticari starter kültür kullanılmış ve pastörize edilmiş yoğurttan tüketmelidir. Çiğ Sebze ve Salatalar Taze sebze ve meyveler artan şekilde Salmonella, STEC ve norovirüs enfeksiyonundan sorumlu tutulmaktadır. Avrupa da yapraklı sebzelerdeki en büyük tehlike Salmonella’dır. Diğer tehlike ise yeşil yapraklı sebzelerde norovirüs tehlikesidir. 2010 yılında doğranmış kereviz tüketimi sonucu başlıca 10 kişi listeriosis'e yakalanmış ve 5 kişi ölmüştür. Hastaların 56-93 yaşlar arasında ve hepsinin en az bir ve daha fazla bağışıklığının baskılandığı koşul taşıdığı rapor edilmiştir. Bu tür ürünlerde bulaşma, sulama suyundan veya gübre vasıtasıyla meydana gelmektedir. Duyarlı kimseler için bu tür ürünleri çiğ olarak tüketmek yerine pişmiş veya konserve hali önerilir. Çünkü sadece yıkama (servisten önce) ürünün dekontaminasyonu için yeterli olmayabilir. 80 Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Taze Sebze Filizleri Taze veya minimum işlem görmüş filizler Salmonella, STEC ile kontamine olabilmekte (tohumdayken) germinasyon ve filizlenme aşamasında çoğalabilmektedir. 2011 yılında Almanya da E.coli O104 enfeksiyonundan 13800 kişi etkilenmiş 54 kişi ölmüş etken çemen filizi olarak saptanmıştır. ABD’de bütün ürünlerde filizlenmeden önce en az 5 log Salmonella ve E. coli0104 inaktivasyonu sağlayacak şekilde uygulama yapılması istenmektedir. Bir çok uygulama denenmiş klorlama dahil (çimlenmeyi etkilemeyecek şekilde) birkaç uygulama hariç 5 log azalma sağlanamamıştır. Duyarlı kişilerde bu ürünler pişirildikten sonra tüketilmeli, çiğ tüketilmemelidir. Taze Meyveler Taze meyve ve sebzelerde Salmonella (domates, biber. kavun) Cyclospora (ahududu) norovirus ve hepatit A (donmuş ahududu, çilek, yabanmersini) L. monocytonegenes (karpuz) kaynaklı enfeksiyonlar görülmüştür. Duyarlı kimseler için bu tür ürünlerin işlenmişini tüketmeli veya kabukların soyulmasından hemen önce iyice yıkanması önerilir. Kuru Meyveler Kuru üzüm, kuru incir vb. kuru meyveler yüksek oranda özellikle Aspergillus spp., tarafından kontamine edilmektedir. İnvasif fungal enfeksiyonlar özellikle Aspergillus türleri bağışıklığı baskılanmış kişiler için risk oluşturur. Bu tür kimseler diyetlerinde bu tür ürünleri sınırlamaları gerekir. Pastörize Edilmemiş Meyve ve Sebze Suları Pastörize edilmemiş elma suyu STEC, Salmonella spp. ve Cryptsporidium ve pastörize edilmemiş portakal suyu Salmonella spp, Shigella spp. enterotoksijenik E. coli ve hepatit A kaynaklı enfeksiyon ile ilişkili bulunmuştur. Diğer patojenlerde pastörize edilmemiş meyve ve sebze sularını kontamine ederler. Ph'sı 3.6-4.0 arası olan soğukta saklanan meyve sularında gıda kaynaklı patojenler haftalarca canlı kalabilmektedir. FDA bu tür ürünlerde 5 log azalma (özellikle E. coli 0157:H7 ve Salmonella ) sağlayacak uygulama yapılmasını önermektedir. Duyarlı kimseler bu tür ürünleri tüketmemeli veya mutlaka pastörize edildikten sonra tüketilmelidir. Baharat ve Aromatik Bitkiler Aromatik bitkilerde ve çiğ olarak tüketilen gıdalara eklenen baharatlarda Salmonella bulunabilir. Kuzey Amerika ve Avrupa da baharat kaynaklı enfeksiyonlar bildirilmiştir. Baharatlar özellikle Aspergillus spp., tarafından enfekte olabilir. Toz biber eklenirken gıdalarda oluşan aerosol hastanın teneffüsü ile vücuda girebilir. Mutlaka riskli gruplar için steril baharat kullanılmalı ve gıdalar baharat eklendikten sonra pişirilmelidir. Baharat ve Tohumlar Salmonella hem kabuklu hem kabuksuz fındıkta bulunabilir. Badem kaynaklı Salmonella vakasından sonra ABD bademe 4-5 log Salmonella indirgeyici işlem yapılmasını mecburi kılmıştır. Aspergillus türleri sıklıkla fındığı kontamine eder. Susam tohumu Salmonella içerebilir. Helva gibi susam tohumu kullanılan ürünlerde Salmonella enfeksiyona neden olabilir. Duyarlı kimseler kavrulmuş, işlenmiş, ambalajlanmış fındık, tohum ve ürünleri kullanmalıdır. Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² 81 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Unlu Mamüller(Isıl İşlem Görmemiş) Unlu mamuller özellikle ısıl işlem görmemiş veya ısıl işlem sonrası bulaşma olmuş ürünler birçok hastalığa neden olmaktadır. Kekler, krema veya muhallebi ile doldurulmuş hamur işleri STEC enfeksiyonuna neden olmuştur. Hamur işleri veya kahvaltılık tahıl ürünleri özellikle fındık ve tohum ilaveliler ürün pişirme sonrası katılırsa kontaminasyona sebeb olabilir. Hassas gruplarda krema vb. şeyler içermeyen pişmiş hamur işleri tüketilmelidir. Sandviçler Bir hastada görülen listeriosis salgınına sandviçin neden olduğu bu sandviç içinde çok farklı içeriğin olduğu üretim esnasında çapraz bulaşmaya maruz kaldığı ve uygun olmayan sıcaklıkta (>8°C) hastanede bekletildiği anlaşılmıştır. Hassas kişiler için hazırlanan sandviçlerde pişmiş, ısıl işlem görmüş veya konserve et, olgunlaştırılmış peynir kullanılmalıdır. İçme Suyu Gelişmiş ülkelerde içme suları patojen bakteri içermeyecek şekilde uygulamaya tabi tutulur. Ancak yinede su bakteri içerebilir. Su dağıtım sistemleri Mycobacteria, Legionella, Pseudomonas aeruginosa, Stenotrophomonas maltophilia ve diğer gram negatif bakterilerle, protozoalar ihtiva edebilir. Cryptosporidium spp., suya uygulanan işlemlere dayanabilir ve canlılığını koruyabilir. Bağışıklığı baskılanmış kişiler içme suyunda bulunabilecek fırsatçı patojenlerden dolayı risk altındadır. Bu kişilerde musluk suyu filtre eden cihazlar kullanılabilir ve kartuşların belirli aralıklarla değişmesine özen gösterilmelidir. Yoğun bakım ünitesinde P. aeruginosa enfeksiyonu meydana gelmiş 19 hasta etkilenmiş 4 hasta ölmüş ve kontaminasyon şişe suyundan kaynaklandığı rapor edilmiştir. Bağışıklığı baskılanmış kişilerde sudan dolayı ayrıca Cryptosporidium enfeksiyonu riski altındadır. Bu tür kişilerde kaynatılmış su tüketmelidir. SONUÇ Gıda kaynaklı mikrobiyal hastalıklara karşı yetişkin ve sağlıklı bireylere göre daha duyarlı olan bebekler, hamileler, yaşlılar gibi gruplarla tıbbi bakım altında olanlar veya bağışıklık sistemi zayıflamış kimseler daha fazla risk altındadır. Bu gruplarda bulunan insanlar diyetlerinde düşük mikrobiyal yükü sağlayacak işlemleri uygulamalı veya bu tür ürünler tüketmeli, hastanelerde veya benzeri ortamlarda bakım ve tedavi gören hastalarda ise diyetler hazırlanırken bu ölçüler gözardı edilmemelidir. KAYNAK Bu derleme Barbara M. Lund ve Sarah J. O’Brien tarafından Foodborne Pathogens and Disease Dergisinin 6. Cildi, 11. Sayısında yayınlanan “ Microbiological Food Safety and a Low Microbial Diet to Protect Vulnerable People” isimli makaleden kısmen çevrilerek hazırlanmıştır. 82 Mikrobiyolojik Gıda Güvenliği ve Bağışıklığı Zayıf İnsanları Korumak İçin Düşük Mikrobiyal Yüklü Diyetler Halil Tosun¹, Abdullah Kıran², Recep Arslan² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, 16059 Nilüfer, Bursa, ozkan@uludag.edu.tr Özet Bu çalışmada, ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumlarının gücünü belirlemede kullanılabilecek bir elektriksel iletkenlik (EC) test protokolünün geliştirilmesi hedeflenmiştir. Testler 4 tekerrürlü olarak yapılmış ve her tekerrürde 50 tohum tartılarak, 500 mL’lik cam kavanoza yerleştirilmiştir. Daha sonra her kavanoza 250 mL saf su (EC < 5 µS cm-1) ilave edilmiş ve kapağı sıkıca kapatılmıştır. Farklı sıcaklıklar (20, 25, 30 ve 35°C) ve sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat) yapılan elektriksel iletkenlik testleri sonucunda, tohumların ulaştıkları nem kapsamları ve 1 gram tohumdan sızan maddelerin elektriksel iletkenlikleri (µS cm-1 g-1) belirlenmiştir. Yapılan varyans analizleri sonucunda, farklı sıcaklık ve süre uygulamalarının etkisiyle ortaya çıkan sızıntı miktarları arasında istatistiksel açıdan önemli (P<0.05) farklılıklar olduğu tespit edilmiştir. Tohumların ulaştıkları nem kapsamları ve elektriksel iletkenlik değerleri birlikte değerlendirildiğinde, ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında elektriksel iletkenlik testleri için en uygun protokolün 25°C sıcaklıkta, 24 saat süreyle yapılan uygulama olduğu tespit edilmiştir. Ancak, farklı mısır çeşitlerine ait tohumlarda ve farklı laboratuvarlarda bu protokol denenerek, güvenilirliği test edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Zea mays L., tohum gücü, tohum nem kapsamı, elektriksel iletkenlik. Electrical Conductivity Tests in Maize Seeds Abstract The aim of this study was to develop an electrical conductivity (EC) test protocol to determine vigour of maize (cv. Shemal) seeds. The EC tests were conducted with the four 50-seed replicates of maize seeds, which were placed in 500 mL glass jars. Then 250 mL distilled water (EC < 5 µS cm-1) were added in each jar and the lids were tightly closed. At the end of the EC tests, conducted for different periods (6, 12, 18, 24, 36 and 48 hours) and at different temperatures (20, 25 and 30°C), seed moisture contents (%) and electrical conductivity (µS cm-1 g-1) of the substances leaking from the seeds were determined. As the results of the analyses of variance, statistically significant differences (P<0.05) were found in the amount of seed leachates occurred due to different treatment temperatures and periods. When the subsequent seed moisture contents and EC values were evaluated together, it was determined that the optimum period and temperature for the EC test protocol of maize seeds cv. Shemal were 24 hours and 25°C, respectively. However, reliability of this protocol should be tested in seeds of different maize cultivars and in different laboratories. Key words: Zea mays L., seed vigour, seed moisture content, electrical conductivity. GİRİŞ Tohum gücü, çimlenme gibi tek bir ölçülebilir özellik değildir. Hem arazide hem de depolama esnasında tohum performansının çeşitli yönleri ile ilgili birçok özelliği tanımlayan bir kavramdır (ISTA, 1995). Tohum gücü; “Çimlenme ve fide çıkışı esnasında tohumun aktivitesi ve performansını belirleyen tohum özelliklerinin genel toplamı” olarak tanımlanır. Tohum gücündeki kayıplar, tohumun tüm fizyolojik fonksiyonlarının yerine getirilmesinde meydana gelen azalma ile ilişkilidir. Fizyolojik yaşlanma (veya bozulma) olarak adlandırılan bu süreç, hasattan önce başlar ve hasat, işleme ve depolama esnasında devam eder. Bu da hücre zarı bütünlüğü, enzim aktivitesi ve protein sentezindeki değişimlere bağlı olarak, performans yeteneklerinin gittikçe azalmasına neden olur (Sivritepe, 2012). Güç testleri; ucuz, hızlı, basit, objektif, tekrarlanabilir ve arazi performansı ile ilişkili olmalıdır. İncelenen parametrelere bağlı olarak, güç testleri çeşitli kategorilere ayrılmaktadır (Copeland ve McDonald, 2001). Son zamanlarda en çok kabul gören sınıflandırmaya göre güç testleri; fizyolojik (direkt) testler, biyokimyasal (indirekt) testler ve tüm yaşlanma sürecini içeren testler olmak üzere üç grupta değerlendirilmektedir (ISTA, 1995, 2012; Powell, 2006). Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman 83 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Direkt testler olarak da değerlendirilen fizyolojik testlerde, kontrollü koşullarda ya da stres koşulları altında çimlenme veya fide büyümesi ile ilgili çeşitli ölçümler yapılmaktadır. Biyokimyasal testler, büyük ölçüde yaşlanmanın sonuçlarından birini ölçen indirekt testlerdir. ISTA tarafından onaylanmış olan elektriksel iletkenlik (EC) testi ile tavsiye niteliğinde olan tetrazolium testi bu grupta en çok kullanılan güç testleridir. Güç testlerinin üçüncü grubu, yaşlanma süresinin tohum çimlenmesi üzerine etkisini değerlendirmektedir. Bu grupta yer alan üç testin (hızlandırılmış yaşlandırma, kontrollü bozulma ve Ki belirleme testleri) her birinde tohumlar yüksek sıcaklık, tohum nem kapsamı veya oransal nemde tutularak yaşlanma hızı arttırılmaktadır. Böylece tohumlar daha hızlı yaşlanmakta ve normalde aylar veya yıllar içerisinde çimlenmede görülen değişimler, günler hatta saatler içinde ortaya çıkmaktadır (Sivritepe, 2012). Araştırıcılar daha fazla türe uygun geniş kullanımlı güç testleri geliştirmek için, mevcut güç testlerinde değişiklikler yapmakta veya yeni güç testleri geliştirmeye çalışmaktadırlar. Tohum gücü testlerinin sayısının artması da, ‘hangi güç testi, hangi tür veya türler için uygundur?’ sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunun cevabının bütün türler için ayrı ayrı saptanması gerekmektedir. Tohum kalitesinin önemli bir özelliği halini alan tohum gücünün belirlenmesi ve bu amaca yönelik güç testleri geliştirilmesi yönündeki çalışmalar artmıştır. Son yıllarda tohumculuk sektöründe önemli bir paya sahip olan mısır tohumları ile ilgili olarak, ISTA tarafından onaylanmış veya tavsiye niteliğinde olan; Fide Büyüme Hızı (Kuru Ağırlık) Testi, Radikula Çıkış Testi, Soğuk Testi, Hiltner (Tuğla-Çakıl) Testi, Bileşik Stres Testi gibi çeşitli güç testleri ortaya konulmuştur (ISTA, 1995, 2012; Powell, 2006; Sivritepe, 2012). Ancak, bu testlerden bazılarının uygulama zorluğu, kimyasal ve ekipman gereksinimleri nedeni ile ekonomik olmamaları, laboratuvarlar arasında standardize edilebilmelerinin kolay olmaması gibi sebeplerle kullanımları araştırmalardan ileri gidememektedir. Tohum endüstrisinde, mısır tohumlarında gücün belirlenmesi amacıyla yaygın olarak soğuk testi kullanılmaktadır. Ancak, soğuk testindeki zorluk, tarla toprağının homojen olmamasından kaynaklanmaktadır. Toprağın nem, pH, partikül bileşimi ve patojen seviyelerine bağlı olarak test sonuçlarında farklılık görülmektedir. Mısır tohumlarında arazi çıkışı ile ilişkilendirilebilen, ISTA tarafından 2011 yılında onaylanmış ve kullanımı daha pratik olan diğer bir güç testi de radikula çıkış testidir. Tohum çimlenmesinin başında, tek bir radikula çıkış sayımı ile test tamamlanır. Elektriksel iletkenlik testi membran yapısını, sağlamlığını, hücrelerden ortama sızan maddelerin ölçülmesi ile ortaya koyan, depolama ömrü ve çıkış ile ilişkilendirilen bir testtir (Matthews ve Powell 1981). Bu test, çeşitli türlerin tohumlarında ilk olarak 1928 yılında R.P. Hibbard ve E.V. Miller tarafından kullanılmıştır. Daha sonra, 1967 yılında S. Matthews ve W.T. Bradnock, bu testi bezelye tohumlarının arazi çıkışını tahminlemede rutin bir güç testi olarak geliştirmişlerdir (Sivritepe, 2012). Elektriksel iletkenlik testi tohumların hücre zarı sağlamlığına dayalı bir test olup, saf suda belirli bir süre bekletilen tohumlardan ortama sızan maddelerin verdiği iletkenlik baz alınarak, tohum partilerinin kalite sınıflandırması yapılabilmektedir (Powell, 1988). Bu nedenle iletkenliği düşük olan tohum partileri yüksek olanlara göre daha yüksek kalite değerine sahip oldukları belirtilmektedir. Elektriksel iletkenlik ölçümleri, özellikle iri tohumlu baklagiller (bezelye, fasulye ve soya) başta olmak üzere, çok sayıda bahçe ve tarla bitkilerine ait türlerin tohumlarında yapılmaktadır. Bu kapsamda yapılan çalışmalarda biberde (Trawatha ve ark., 1990; Özçoban ve Demir, 2002; Vidigal ve ark., 2009; 2011), domateste (Torres,1998; 84 Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Korkmaz ve ark., 2004; Dias ve ark., 2006; Farooq ve ark., 2008), domates ve biberde (Sivritepe ve ark., 2012), havuçta (Al-Maskri ve ark., 2003), karpuzda (Özçoban ve Demir, 2002), kavunda (Torres ve Marcos, 2005; Torres ve ark., 2009), soğanda (Demirkaya ve Sivritepe, 2011), patlıcanda (Demir ve ark., 2005) tohum performansları ile ilgili sonuçlar ortaya konulmuştur. Literatürde elektriksel iletkenlik testinin bir güç testi olarak daha ziyade iri tohumlu türler için olumlu sonuçlar verdiği (Hamman ve ark., 2001; Santos ve ark., 2003; Pekşen ve ark., 2004); küçük tohumlu türlerde ise başarı elde edilemediğine dair çalışmalar yer almaktadır (Powell ve Matthews, 1981; Sundstrom ve ark., 1986; Trawatha ve ark., 1990; Korkmaz ve ark. 2004; Demir ve ark., 2005). Ancak, bunun tam aksini belirten çalışmalar da vardır. Kolzada yapılan bir çalışmada, testin farklı laboratuvarlarda yapılmasına rağmen aynı sonucu vermesi protokollerin standardize edilebileceğini göstermiştir (Wagner ve Ducournau, 2007). Benzer şekilde, Sivritepe ve ark. (2012) tarafından yapılan bir çalışmada; domates ve biber tohumlarında, elektriksel iletkenlik testleri öncesi yapılan durulama uygulamaları sayesinde tutarlı ve tekrarlanabilir sonuçlar elde edildiği bildirilmiştir. Elektriksel iletkenlik testinin sonuçları değerlendirilirken, türler arasında sızıntı miktarları farklılığı olabileceği gibi; sonuçları etkileyebilecek pek çok faktöre de dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalarda; uygulama süresi (Wang ve ark.,1994), sıcaklık (Hampton ve ark., 1994), tohum nem kapsamı (Vertucci ve Leopold, 1984; Matthews ve Powell, 2006), ön uygulama yapılmış tohum kullanılması (Sung ve Chang, 1993), tohum iriliği (McDonald, 1999), tohum miktarı ve uygulama süresi (Artola ve Carillo-Castaneda, 2005), toplu halde veya bireysel tohum kullanılması (Hamman ve ark., 2001) ve durulama ihtiyacı (Sivritepe ve ark., 2012) gibi birçok faktörün EC testi sonuçlarını etkilediği bildirilmektedir. Bugüne kadar mısır tohumlarında; tohum gücünün hızlı ve pratik bir şekilde belirlenebilmesine yönelik ortak bir protokolün ortaya konulamamış olması nedeniyle, elektriksel iletkenlik testleri ile ilgili daha fazla çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu çalışmada, ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumlarının gücünü belirlemede kullanılacak bir elektriksel iletkenlik (EC) test protokolünün geliştirilmesi amaçlanmıştır. MATERYAL ve YÖNTEM Bu araştırma Eylül 2011 - Haziran 2012 döneminde Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Fizyoloji Laboratuvarı’nda yürütülmüştür. Bu araştırmada ‘Shemal’ çeşidi mısır (Zea mays L.) tohumları kullanılmıştır. Bursa’daki MayAgro Tohumculuk San. Tic. A.Ş. firmasından temin edilen mısır tohumları, uygulamalarda kullanılıncaya kadar hermetik olarak kapatılmış cam kavanozlarda ve buzdolabında 3±1°C’de muhafaza edilmiştir. Denemenin başlangıcında Uluslararası Tohum Test Birliği (ISTA) Kuralları’na uygun olacak şekilde yapılan nem kapsamı tayini sonucuna göre, mısır tohumlarının nem kapsamının %13.3; çimlendirme testleri sonucunda, normal çimlenme oranının %93.5 ve ortalama çimlenme süresinin 6.9 gün olduğu tespit edilmiştir (ISTA, 2012). Tohumların gücünde meydana gelen değişimleri belirleyebilmek amacıyla, tohumdan sızan maddelerin elektriksel iletkenliğinin ölçümü için, daha önceden bezelye türü için standart hale getirilmiş olan ISTA Kuralları’na benzer şekilde denemeler gerçekleştirilmiştir (ISTA, 2012). Mısır tohumları, her tekerrürde 50 adet olacak şekilde Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman 85 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 4 tekerrürlü olarak tartılmış ve 500 mL’lik cam kavanozlara konulmuştur. Daha sonra her kavanoza 250 mL saf su (EC < 5 µS cm-1) ilave edilerek, kavanozların kapağı sıkıca kapatılmıştır. Tüm kavanozlar sabit sıcaklıkta çalışan bir iklim dolabına yerleştirilmiş; karanlık koşullarda farklı sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat) bekletilmişlerdir. Yapılan elektriksel iletkenlik testleri sonucunda, çözeltilerin EC değerleri (µS cm-1) ölçülmüş ve 1 gram tohumdan sızan maddelerin elektriksel iletkenlikleri (µS cm-1 g-1) belirlenmiştir. Ayrıca EC testi uygulamaları sonrasında tohumların ulaştıkları son nem kapsamları aşağıdaki formülden faydalanılarak bulunmuştur (Sivritepe, 1992): d = 100 - [a (100 - b) / c] d = Tohumun son nem kapsamı (%) a = Tohumun ilk ağırlığı (g) b = Tohumun ilk nem kapsamı (%) c = Tohumun son ağırlığı (g) Hesaplamalar sonucunda, µS cm-1 g-1 olarak elde edilen verilerin varyans analizleri, JMP 07 istatistik programı kullanılarak tesadüf parsellerinde iki faktörlü faktöriyel deneme desenine uygun olacak şekilde yapılmıştır. Ortalamalar arası farklılıkların bulunması amacıyla yine JMP 07 istatistik programında, 0.05 önemlilik seviyesinde LSD Testi ile değerlendirmeler yapılmıştır. ARAŞTIRMA BULGULARI ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında, gücün tespiti ile ilgili bir EC test protokolü geliştirebilmek amacıyla denemeler gerçekleştirilmiştir. Mısır tohumlarında farklı sıcaklıklarda ve farklı sürelerde yapılan EC testlerinde; çimlenme olmadan en kısa sürede en yüksek sızıntı miktarına ulaşılmaya çalışılmıştır. Denemeler esnasında farklı sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve farklı sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat) tohumların ulaştıkları son nem kapsamları Şekil 1’de verilmiştir. Uygulama Süresi (saat) Tohum Nem Kapsamı (%) Kontrol 12 18 24 36 48 40 35 30 25 20 15 10 5 0 20 Şekil 5. 86 6 25 Uygulama Sıcaklığı (°C) 30 ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında yapılan EC testleri sonucunda tohum nem kapsamlarında meydana gelen değişimler. Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Farklı sıcaklıklar (20, 25 ve 30°C) ve farklı sürelerde (6, 12, 18, 24, 36 ve 48 saat) yürütülen denemeler sonucunda hesaplanan gram tohum başına düşen EC değerleri Çizelge 1’de verilmiştir. Yapılan varyans analizleri sonucunda, farklı sıcaklık ve süre uygulamaları ile sıcaklık x süre interaksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkan sızıntı miktarları arasında istatistiksel açıdan önemli (P<0.05) farklılıklar olduğu tespit edilmiştir. Deneme sonuçlarına göre; uygulama sıcaklığı ve uygulama süresi arttıkça mısır tohumlarında EC değerlerinin oransal olarak arttığı belirlenmiştir. Mısır tohumlarında hesaplanan EC değerleri, 1.7 ile 7.3 arasında değişmiştir. Ancak 20 ve 25°C sıcaklıkta 36 ve 48 saat süreyle yapılan uygulamalar ile 30°C sıcaklıkta 24, 36 ve 48 saat süreyle yapılan uygulamalar neticesinde tohum nem kapsamlarının %35.0’i geçtiği ve tohumlarda çimlenmelerin olduğu tespit edilmiştir. Çizelge 1. ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında farklı uygulama sıcaklığı ve sürelerine bağlı olarak EC değerlerinde meydana gelen değişimler. Uygulama Sıcaklığı (°C) 20 25 30 Uygulama Süresi (saat) 6 12 18 24 36 48 6 12 18 24 36 48 6 12 18 24 36 48 Uygulama Sıcaklığı (A) Uygulama Süresi (B) AxB EC -1 -1 (µS cm g ) 1.7 k 2.2 k 2.8 ij 3.3 h 4.4 f 5.0 d 2.1 k 2.6 j 3.2 h 4.3 f 4.8 e 6.0 b 2.2 k 2.9 i 3.9 g 4.8 de 5.6 c 7.3 a * * * TARTIŞMA Günümüzde tohumculuk endüstriyel ve ekonomik bir faaliyet durumuna gelmiştir. Yapılan bu çalışmada ülkemizde üretilen ve ticari amaçla kullanılan ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarının gücü ile ilgili olarak soğuk testi ve radikula çıkış testlerine kıyasla daha kısa sürede bilgi sahibi olunabilmiştir. Zira her hangi bir tohum partisinin gücü; soğuk testi ile 14 günde (ISTA, 1995), radikula çıkış testi ile 13°C’de 6 gün (144 saat) ya da 20°C’de 66 saatte ölçülürken (ISTA, 2012), bu süre EC testi ile 24 saate kadar düşürülmüştür. Tohumların test süresince ulaştıkları nem kapsamları, sızıntı miktarları ve çimlenmenin meydana gelme durumu bir arada düşünüldüğünde; ‘Shemal’ çeşidi mısır tohumlarında elektriksel iletkenlik testleri için en uygun protokolün 25°C sıcaklıkta, 24 saat süre ile Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman 87 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yapılan uygulama olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, mısır tohumlarında elektriksel iletkenlik testleri konusunda literatürde yer alan çalışmalar ile paralellik göstermiştir (TeKrony ve Hunter, 1995; Şehirali, 1997; Gotardo ve ark., 2001; Fessel ve ark., 2006). Bu çalışmada elde edilen sonuçların genelleştirilebilmesi için bundan sonra yapılacak çalışmalarda; mısır tohumlarında farklı çeşitler kullanılarak, farklı nem kapsamları ve canlılık seviyeleri ile farklı kalibrasyonlarda çok sayıda tekrarlamalı araştırmaların yapılması gerekmektedir. KAYNAKLAR Al-Maskri, A.Y., M.M. Khan, I.A. Khan and K. Al-Habsi. 2003. Effect of accelerated ageing on viability, vigor (RGR), lipid peroxidation and leakage in carrot (Daucus carota L.) seeds. International Journal of Agriculture and Biology, 5(4): 580-584. Artola, A. and G. Carrillo-Castaneda. 2005. The bulk conductivity test for birdsfoot trefoil seed. Seed Science and Technology, 33: 231-236. Copeland, L.O. and M.B. McDonald. 2001. Principles of Seed Science and Technology. Kluwer Academic Publishers, Massachusetts, USA, 467 p. Demir, I., S. Ermis, G. Okçu and S. Matthews. 2005. Vigour tests for predicting seedling emergence of aubergine (Solanum melongena L.) seed lots. Seed Science and Technology, 33: 481-484. Demirkaya, M. ve H.Ö. Sivritepe. 2011. Yaşlanma esnasında soğan tohumlarında meydana gelen fizyolojik ve biyokimyasal değişimler. Tarım Bilimleri Dergisi Journal of Agricultural Sciences, 17: 105‐112. Dias, D.C.F.S., F.P. Ribeiro, L.A.S. Dias, D.J.H. Silva and D.S. Vidigal. 2006. Tomato seed quality harvested from different trusses. Seed Science and Technology, 34(3): 681-689. Farooq, M., S.M.A. Basra, B.A. Saleem and M. Nafees. 2008. Germination, seedling vigor and electrical conductivity of seed leachates as affected by dry heat treatment of tomato seeds. Acta Horticulturae, 771: 43-50. Fessel, S.A., R.D. Vieira, M.C. Pessoa da Cruz, R. Cesar de Paula, and M. Panobianco. 2006. Electrical conductivity testing of corn seeds as influenced by temperature and period of storage. Pesq. Agropec. Bras. Vol: 41, No:10. Seed Technology. Gotardo, M., R.D. Vieira, and L.M.A. Pereira. 2001. Electrical conductivity test for maize seeds. Revista Ceres, 48(277): 333-340. Hamman, B., H. Halmajan, and D.B. Egli. 2001. Single seed conductivity and seedling emergence in soybean. Seed Science and Technology, 29: 575-586. Hampton J.G., A.L. Lungwangwa and K.A. Hill. 1994. The bulk conductivity test for Lotus seed lots. Seed Science and Technology, 22: 177-180. ISTA, 1995. Handbook of Vigour Test Methods. Third Edition. (J.G. Hampton, D.M. TeKrony, eds.) International Seed Testing Association. Zurich, Switzerland. ISTA, 2012. International Rules for Seed Testing. Edition 2012. International Seed Testing Association. Bassersdorf, Switzerland. 88 Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Korkmaz, A., N. Özbay, and B. Eser. 2004. Assessment of vigor characteristics of processing tomato cultivars by using various vigor tests. Asian Journal of Plant Sciences. 3(2): 181-186. Matthews, S. and A.A. Powell. 1981. Electrical conductivity test. (D.A. Perry, ed.) In Vigour Test Handbook. International Seed Testing Association, Zurich. Switzerland. pp. 37-41. Matthews, S. and A.A. Powell. 2006. Electrical conductivity vigour test: Physiological basis and use. Seed Testing International, 131: 32-35. McDonald, M.B. 1999. Seed deterioration: physiology, repair and assessment. Seed Science and Technology, 27: 177-237. Özçoban, M. and I. Demir. 2002. Longevity of pepper (Capsicum annuum) and watermelon (Citrullus lanatus) seeds in relation to seed moisture and storage temperature. Indian Journal of Agricultural Sciences, 72(10): 589-593. Peksen, E., A. Peksen, H. Bozoglu, and A. Gülümser. 2004. Some seed traits and their relationships to seed germination and field emergence in pea. Journal of Agronomy, 3(4): 243-246. Powell, A.A. 1988. Seed vigour and field establishment. Advances in Research and Technology of Seeds, 11: 29-61. Powell, A.A., 2006. Seed vigor and its assessment. (A.S. Basra, ed.) Handbook of Seed Science and Technology. The Haworth Press, Inc., New York, USA. pp. 603648. Powell, A.A. and S. Matthews. 1981. Evaluation of controlled deterioration, a new vigour test for crop seeds. Seed Science and Technology, 9: 633-640. Santos, C.M.R., L.N. De Menezes, and F.A. Villela, 2003. Controlled deterioration test to evaluation of vigour in bean seeds. Revista Brasileira de Sementes, 25( 2): 2835. Sivritepe, H.Ö. 1992. Genetic Deterioration and Repair in Pea (Pisum sativum L.) Seeds During Storage. Ph.D. Thesis, University of Bath, England, 227 p. Sivritepe, H.Ö. 2012. Tohum Gücünün Değerlendirilmesi. Alatarım, 11(2): 33-44. Sivritepe, H.Ö., B. Şentürk ve S. Teoman. 2012. Domates ve biber tohumlarında elektriksel iletkenlik testleri. Bursa Tarım Kongresi, 27-29 Eylül 2012, Bursa. Sundstrom, F.J., J.E. Armstrong, R.L. Edwards, and B.L. McDowell. 1986. Relationship between laboratory indices of hot pepper seed vigour and crop greenhouse performance. Seed Science and Technology, 14: 705-714. Sung, J.M. and Y.H. Chang. 1993. Biochemical activities associated with priming of sweet corn seeds to improve vigor. Seed Science and Technology, 21: 97-105. Şehirali, S. 1997. Tohumluk ve Teknolojisi. Fakülteler Matbaası, İstanbul, 422 s. TeKrony D.M. and I.L. Hunter. 1995. Effect of seed maturation and genotype on seed vigor in maize. Crop Science, 35: 857-862. Torres, S.B. 1998. Evaluation of physiological potential of tomato seeds by the hydric stress test. Pesquisa Agropecuaria Brasileira, 33(5): 653-657. Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman 89 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Torres, S.B. and J. Marcos. 2005. Physiological potential evaluation in melon seeds (Cucumis melo L.). Seed Science and Technology, 33(2): 341-350. Torres, S.B., F.N. de Oliveira, A.K. de Oliveira, C.P. Benedito and J.C. Marinho. 2009. Accelerated aging test to evaluate the physiological potential of melon seeds. Horticultura Brasileira, 27(1): 70-75. Trawatha, S.E., J.J. Steiner ve K.J. Bradford. 1990. Laboratory vigor tests used to predict pepper seedling field emergence performance. Crop Science; 30: 713717. Vertucci, C.W. and A.C. Leopold. 1984. Bound water in soybean seed and its relation to respiration and imbibitional damage. Plant Physiology, 75: 114-117. Vidigal, D.S., D.C.F.S. Dias, E.R.V. Von Pinho ve L.A.S. Dias. 2009. Sweet pepper seed quality and lea-protein activity in relation to fruit maturation and postharvest storage. Seed Science and Technology, 37(1): 192-201. Vidigal, D.S., D.C.F.D. Dias, L.A.D. Dias and F.L. Finger. 2011. Changes in seed quality during fruit maturation of sweet pepper. Scientia Agricola, 68(5): 535539. Wagner, M.H. and S. Ducournau, 2007. Conductivity testing for oilseed rape seeds. Seed Testing International, 133: 40-41. Wang, Y.R., J.G. Hampton, and M.J. Hill. 1994. Red clover vigour testing - Effects of three test variables. Seed Science and Technology, 22: 99-105. 90 Mısır Tohumlarında Elektriksel İletkenlik Testleri H. Özkan Sivritepe, Bülent Şentürk ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, K.Maraş, laleefe63@gmail.com, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, K.Maraş, sevtap@ksu.edu.tr, ³Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, Kahramanmaraş, emredogruluk@gmail.com ÖZET Antik çağlardan beri İnsanoğlu tarafından şifalı ve besleyici özellikleri bilinen Liliaceae familyasına mensup Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi birçok tıbbi özellikleri bulunan değişik bitki kısımları asırlardan beri sebze olarak tüketilmektedir. Asparagus cinsine ait bilinen 300 alt türün bulunduğu bilinmektedir. Bitkinin rizom, kök saçakları ve gövdesi ile genç sürgünleri tıbbi yönden önemli etkiler taşımaktadır. Kuşkonmaz bitkisinin antispazm etkisi, antienflamatuar etkisi, sakinleştirici ve müshil etkileri bulunmaktadır. Ayrıca Kuşkonmaz böbrek fonksiyonlarını güçlendirip, harekete geçirerek önemli bir diüretik etkiye (idrar söktürücü) sahip tıbbi bir bitkidir. Asparagus gövdeleri önemli bir antioksidan kaynağı olup; günde 6 adet tüketilen kuşkonmaz gövdesi yetişkin beslenme diyetinin yarısını karşılayabilecek güçte temel besin ögelerine sahiptir. Hamile annelerin beslenmesinde önemli bir yer tutan Folat (B gurubu vitaminlerden olan Folik Asit) yönünden oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Yeşil olarak tüketilen kuşkonmaz sebzeleri turunçgil meyvelerinden daha zengin bir C Vitamini kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkonmaz bitkisi detoks özelliklerinin yanı sıra DNA ve hücre membranlarını toksik bileşiklerden koruyucu özellikleri bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalarda antienflamatuar, antikanserojen, kan basıncı düzenleyici etkileri, yüksek kan şekerini düzenleyici etkisi, en iyi kan yağ seviyesi düzenleyici özellikleri kanıtlanmış olan Saponin bileşikleri Kuşkonmaz bitkisinin yalnızca kök kısımlarında değil genç sürgünlerinde de bulunmaktadır. Kuşkonmaz bitkisinin Antioksidan özellikleri yetişme koşulları ve varyasyonlarına bağlı olarak değişiklik arz etmektedir. ABSTRACT By the time Asparagus plants ancient times known medicinal and nutritional properties Asparagus officinalis L. belonging to the family of Liliacea many medicinal properties for centuries the different plant parts are consumed as a vegetable. Known subspecies of genus asparagus 300 is located is known. The plants rhizome, roots and young shoots of the fringes and the body have important medicinal properties. Asparagus plants have antispazm effects, anti-inflammatory effect, calming and has a laxative effect. Also Asparagus that strengthen kidney function, mobilizing a significant diuretic effect (diuretic) is a medicinal plant. Asparagus bodies are an important source of antioxidants; 6 pieces of asparagus consumed daily diet of adult body in half to meet the basic nutritional elements have power. Folate has an important place in the diet for pregnant mothers (group B vitamin folic acid which is one) is very rich in content. Consumed as green vegetables, asparagus is a rich source of vitamin C than citrus fruits emerges as. Detox properties asparagus plant cell membranes, as well as DNA and protective properties from the toxic compounds. In recent years, research in the anti-inflammatory, anti-carcinogenic, blood pressure regulating effects, high blood sugar regulating effect, best blood fat level editor features proven saponin compounds asparagus plant only the root portion not in the young shoots are also available on. Antioxidant properties of Asparagus plants vary depending on growing conditions and variations of poses. Anahtar kelimeler: Asparagus officinalis, kuşkonmaz, etken madde, bitki kısımları. TANIMI Liliaceae familyasına mensup; Asparagus cinsine ait olan Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. türü otsu, çok yıllık 100 ila 150 cm. kadar boylanabilen üzeri tüylerle kaplı olan yaprakları bulunan etli gövde yapısına sahip bir bitkidir. Yapraklar 6 ila 32 mm boyunda uzun ve 1 mm et kalınlığında 4-15 tanesi küme şeklinde bulunur. Kök sistemi tesadüfi olarak gelişir. Çiçekleri çan şekillidir, yeşilimsi – beyazdan sarımsı ya değişen renkte 4.5 ila 6.5 mm uzunluğunda; merkezle kısmen birleşmiş 6 çanak yaprağıyla birlikte bulunurlar. Çiçekler genel olarak dioik’ tir ve erkek ve dişi çiçekler ayrı bitkiler üzerinde bulunur fakat bazen de hermafrodit çiçeklere de rastlanabilir. Meyveler küçük zarlı ve 6-10 mm çapında insanlar için zehirlidir (1). Kuşkonmaz bitkisi lezzetli kökleri için yetiştirilen çok yıllık bir bitkidir. Sebze olarak yenir ve süs amacıyla yetiştirilir. B, C vitaminleri, kalsiyum ve demir elementlerince zengin olan kuşkonmaz bitkisi bahar hasadının ilk ürünlerinden biridir. Taze hasat edilen gövde sürgünleri soğuk hava deposunda depolanan ürünlerden daha çok rağbet Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ 91 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 görmektedir. Neredeyse 2000 yıldır tıbbi özellikleri için takdir edilen kuşkonmaz, ayrıca zevk ve sefaya düşkün olanlar tarafından da son derece ilgi gören değerli bir sebzedir. Kuşkonmazın çeşitli türleri M.Ö. 3000 yıl öncesinden beri Mısırlılar tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra eski Yunan medeniyetinde ve Romalılar tarafından da ilgi görmüştür. Kuşkonmaz ayrıca 14. Louis döneminin 18. yüzyıl Fransa’sında da oldukça popüler oldu. Kuşkonmaz A, B1, B2 ve C vitaminlerinin yanı sıra protein, şeker, yağ ve çeşitli mineralleri de içeren zengin bir üründür. Çorbası yapılır yada garnitür veya salata olarak yenir. Süs kuşkonmazları içerisinde en yaygınlarından biri olan tül kuşkonmazı tüy gibi ince, hoş görünümlü yaprakları için yetiştirilen bir saksı bitkisidir. Bitkinin yaprakları çiçekçilikte buket hazırlamakta da kullanılır. YETİŞTİRİCİLİĞİ Bitkisel Özellikleri Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. çok yıllık bir bitki olarak uzun yıllar boyunca yetiştiriciliği yapılır. Depo kökleri ve rizomlar olarak adlandırılan kompakt gövde parçaları ile toprakaltı aksamı olarak bulunur. Rizomlar ve kök besin depolar, kuşkonmazın gövdesi veya kök kısımları yenilir. Eğer gövde kısımları hasat edilmezse; çalı formundaki bitkiler gibi hızlı bir büyüme gösterir ve yaklaşık 1.20 metre ya da daha fazla uzunluğa ulaşır. Yapraklar karbonhidrat üretir bu da köklerde depolanır. Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi hem erkek ve dişi organları farklı bitkiler bünyesinde bulundurur. Farklı bitkiler üzerinde bulunan çiçekler sonbaharda kırmızı küçük meyveler üretir. Dişi bitkiler aynı anda dikilen erkek bitkiler kadar uzun yaşayamazlar. İklim Gereksinimleri Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi serin iklim bitkisidir ve yetişme sezonu boyunca don olmayan serin iklimleri tercih eder. Sıcaklık ve lokasyondaki değişiklikler kimyasal kompozisyonu ve tarımsal özelliklerini etkiler. Toprak İstekleri Kuşkonmaz Asparagus officinalis L. bitkisi iyi drenajı yapılmış her toprakta hayatta kalacaktır. Asparagus yetiştiriciliği için en iyi toprak tipi kumlu killi topraklar gibi derin, gevşek topraklardır. Ağır tekstürlü kil ve sığ topraklarda kök gelişmesini kısıtlayacağından dolayı iyi kök gelişimi sağlamadan ekim yapmaktan kaçınılmalıdır. Çok kumlu topraklar sağlıklı kuşkonmaz gelişimi için yeterli nem tutamayabilir. Bahar dönemindeki ılıman toprak sıcaklıkları erken gelişme ve hasadı ilerletir. Bu oldukça soğuk havada yavaş bir şekilde gelişen kuşkonmaz gövdeleri için dezavantaj olabilir ve toprak üstü aksamını don zararına uğratabilir. Kuşkonmazın en iyi yetiştiği toprak pH’ sı 6.0 ila 6.5 arasındadır. Gübreleme Ve Kireçleme Ekimden önce fosfat ve potasyum seviyelerini belirlemek için toprak numunesi alınır. Ekimden önce kireç uygulanır ve 6-12-12 gübre veya ekimden önce eşit olarak uygulanır ve her yıl hasattan sonra mutlaka gübreleme toprak analizlerine uygun olarak yapılır. Nisan-Mayıs ayları içinde gübrelemeye başlanmalıdır. İlk gübrelemede 20-30 kg/da amonyum nitrat veya amonyum sülfat, Haziran-Temmuz arasında da aynı miktarda 2. Bir azotlu gübreleme yapılmalıdır. Sonbahar aylarında toprak üstü aksam gelişmesini tamamlar ve bunlar toprak seviyesinden kesilir ve atılır. Sonbaharda gerekli 92 Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ise organik gübreleme yapılır. Ayrıca 40-50 kg/da süperfosfat verilir ve toprak işlenerek düzeltilir.2. yıl: Bir önceki yılda yapılamamış eksikler tamamlanır. Hasat yapılmaz. Bir önceki yıl yapılan işlemler tekrarlanır. Ekim ve Bitkilerin Yerleştirilmesi Kuşkonmaz bitkisinin yetiştiriciliğine dormant halindeyken erken ilkbaharda Şubat ya da Mart aylarında tohumdan başlanabilir. Kuşkonmaz tohumunun çimlenmesi yavaştır ve yabancı ot kontrolü zor olabilir. Tohumdan yetiştirilen bitkiler ilkbaharda kalıcı yataklarına şaşırtılır; bu yüzden tohumdan yetiştirilen kuşkonmaz bitkisi stabil gelişme için uzun bir süreye ihtiyaç duyar. 1 yaşındaki dormant halinde taca sahip kuşkonmaz bitkisi dikim için tercih edilebilir. Bu durum en azından 1 yıl hasadı öne alacaktır ve ilk yılda zayıf fidelerin ayıklanmasını kolaylaştıracaktır. 15 ila 20 cm derinliğinde açılan karıklara fideler dibinden yerleştirilir. Bitki arası mesafe 38 ila 45 cm mesafede sıra zeri mesafe ise; 7.5 ila 10 cm arasında olmalıdır. Sulama İlk gelişme sezonu boyunca haftada bir kez toprak doygunluğa gelecek şekilde sulama yapılmalıdır. Eğer yağış olmazsa 2.5 cm’lik toprak seviyesinde ihtiyaç duyabilir. İlk gelişme sezonundan sonra diğer haftalarda yapılan her sulama aralığı genellikle yeterli olacaktır. 5 cm kalınlığındaki organik malç tabakası çam iğne yaprağı yada dökülmüş yapraklar toprak üzerinde dikkate değer bir şekilde nem tutma özelliği gösterir ve yabancı ot gelişimini engellerler. Malç tabakası kış boyunca toprak nem düzeyindeki dalgalanmaları azaltarak kök tacının zararlanmasını azaltacaktır. Azar azar ya da damlama sulama; yağmurlama sulama tertibatına göre yaprak hastalık olasılıklarını azaltması yönüyle tercih edilebilir. Bu sistemler etkin kök derinliğindeki nemi sağlayacak şekilde yaklaşık 2 saat veya daha fazla çalıştırılabilir. Yabancı Ot Kontrolü Yabancı otlar kuşkonmaz bitkisinin iyi bir performans gösterebilmesi için mutlaka kontrol edilmelidir. Kültüvatör, çapa, rototillerle uzaklaştırılabilir, ya da çekilebilir fakat bu işlem yapılırken kuşkonmaz bitkisi köklerine zarar vermekten kaçınılmalıdır. Çim parçaları veya saman yaprakları sonbaharda yaprak ölümünden sonra 5 ila 7 cm toprak derinliğinde uygulanması yabancı ot kontrolüne yardımcı olur. Bu uygulama yıl boyunca yabancı otları azaltacaktır. Kuşkonmaz gövdesi baharda malç tabakası içinden çıkacaktır. Kuşkonmazda yabancı ot kontrolünde tuz bazlı herbisit kullanımından kaçınılmalıdır. Herbisit kullanımı ile toprakta seviyesi arttıkça verim azalmasının yanı sıra kuşkonmaz dikim ömrünü kısaltır. Hastalık ve Zararlı Kontrolü Kuşkonmaz bitkisinin kök ve kök tacı pas ve Fusarium’a karşı hassastır. Pas küçük, gövde üzerinde toprak yüzeyine yakın kırmızımsı – sarı lekeler halinde görülür. Sporlar rüzgar ve diğer tüm bitkiler enfekte olmuşsa yeterli nem varsa dağılmaya başlarlar. Pas en etkin bir şekilde bu hastalığa karşı dayanıklı çeşitler ekilmesiyle kontrol edilebilir. Fungus toprakta büyür ve uzun yıllar varlığını devam ettirir. Fusarium bulunan Kuşkonmaz gövdeleri kahverengi yüzey renk bozukluklarıyla enfekte olduğunu göstermeye başlar. En iyi mücadele dayanıklı çeşit kullanımına ek olarak eski kuşkonmaz yataklarına ekim yapmaktan kaçınarak iyi drene edilmiş topraklarda ekim yapmaktır. Kuşkonmaz sinekleri kuşkonmaza zarar veren başlıca zararlıdır. Bu zararlı genellikle nisan ayında görülür. Dişi sinek taze sürgünlerin hemen kabuk altına tek tek yumurta bırakır. Bu larvalardan dolayı sürgün tek yönde büyür ve eğilir. Zarar gören bu Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ 93 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sürgün daha sonra kurur. Bu sürgünler hemen belirlenip kesilerek yakılmalıdır. 1/4 inch uzunluğunda, siyahımsı sinekler sarıdan turuncuya değişen tonlarda kanatlara sahiptir. Erginler bahçe etrafında ki atıklarda ve eski kuşkonmaz gövdelerinde kışı geçirirler. Erginler genç sürgünlerde beslenirler ve siyah yumurtalarını yaprak ve çubuklara yerleştirirler. Bu zararlı genellikle nisan ayında görülür. Dişi sinek taze sürgünlerin hemen kabuk altına tek tek yumurta bırakır. Bu larvalardan dolayı sürgün tek yönde büyür ve eğilir. Zarar gören bu sürgün daha sonra kurur. Bu sürgünler hemen belirlenip kesilerek yakılmalıdır. Yumurtadan çıkan larva bitki üzerinde beslenmeye başlar ve yaprakların çoğuna zarar verir. Bu zararlının konakladığı eski bitki artıkları yok edilerek mücadele edilir. Hasat Kuşkonmaz bitkisi dikimi yapıldığı yıl hasat edilmemelidir. İkinci yıl yapılan seyrek hasat tepe taç üzerindeki tomurcuk sayısını artıracak ve sonuç olarak daha yüksek verim sağlanacaktır. Üçüncü yılda hasat 4 hafta ve daha sonraları 6 ila 8 hafta sürecek şekilde geçekleştirilir. Bu sonuç geleneksel yöntem olan toprak seviyesinin aşağısından çubukları kesme metoduna göre bitkiye daha az hastalıklara yakalanma olasılığı ve daha sürgün vermemiş genç çubukların daha az zarar görmesini sağlar (2). TIBBİ ETKİLERİ VE KULLANILDIĞI DURUMLAR Anti-İnflamatuar ve Anti-Oksidan Faydaları Besin içeriği açısından bakıldığında kuşkonmaz göz ardı edilmeyecek bir sebzedir. Özellikle folik asit, potasyum, C ve K vitaminleri ve lif içeriği bakımından oldukça zengin, diğer taraftan kalori içeriği düşük olduğundan sağlıklı diyet için iyi bir sebzedir. 100 gr taze kuşkonmazda günlük gereken folik asidin %60’ı ve K vitamininin %100’ünden fazlası bulunmaktadır (3). Ayrıca yüksek miktarlarda içerdiği rutin maddesi damar duvarlarını kuvvetlendirmesinden dolayı hemoroit hastalığının tedavisinde etkin rol oynamaktadır (4). Asparagus offcinalis L. içerdiği fenol bileşiklerine bağlı olarak antioksidan özellik göstermektedir. Yapılan çalışmalar bitkinin sapı boyunca büyüme oranının değiştiğini göstermektedir. Asparagus offcinalis L.’ nin taze kökünde kafeik asit, taze sürgünlerinde sitrik ve glikolik asit bulunmaktadır (5). Kuşkonmaz diğer birçok sebze ile karşılaştırıldığında çok yüksek bir solunum oranına sahiptir. Yaygın olarak tüketilen kuşkonmaz (Asparagus officinalis L.) da bol miktarda saponin, asparanin A, sarsasapogenin ve protodioscin içermektedir. Saponinler antiinflamatuar ve anti-kanser özelliklere sahip olmakla birlikte, kan akışı ve kan şekeri regülasyonunda yardımcı olur. Ayrıca kan yağ düzeylerinin kontrolünde de faydalı olduğu belirlenmiştir (6). Asparagus officinalis L. inülin açısından zengin konsantrasyonlar içerir. İnulin prebiotik olduğundan bağırsak florasındaki bakterilerin gelişimini teşvik eder. Diğer karbonhidratların aksine, inülin sindirim sisteminin ilk bölümlerinde parçalanmaz ve kalın barsağa kadar sindirilmeden ulaşır. Kalın bağırsağa geldikten sonra, bazı bakteri türleri (Laktobasil ve Bifidobacteria gibi) için ideal besin kaynağı olurlar. Prebiyotikler daha iyi besin emilimi, alerjileri ve kolon kanseri risklerinin azalmasını sağlar. Bu nedenle inülin içeren gıdalar listesine kuşkonmazı eklemek çok doğru olur. Kuşkonmazın bu oranda inülin içermesi ona lif ve protein açısından da zenginlik sağlamaktadır. 94 Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kuşkonmaz çok güçlü miktarda anti-inflamatuar ve antioksidan besin maddesi içermektedir. Bundan dolayı bazı kanser risklerini azaltacağı düşünülmektedir. Kuşkonmazın antioksidan özelliğinin içerdiği fenol maddesine bağlı olduğu, bu maddenin miktarının ise bitkinin yetişme koşullarına ve varyasyonlarına bağlı olarak değiştiği bilinmektedir. Ayrıca fenol içeriği bitkinin kaynatılmasıyla azaldığı için antioksidan özellik de azalabilir. Bitkinin filizleri, kökü ve kök sap kısmı tıbbi amaçlarla kullanılmaktadır. Bitkinin genç sürgünleri flavonoidler, steroid, saponinler gibi birçok bileşenin yanı sıra bol miktarda lif, folik asit, C vitamini, E vitamini, bakır, demir, potasyum ve fosfor içeriğinden oldukça zengin bir besin maddesidir. Bitki sürgün başları mineral açısından en zengin kısımlardır. Kuşkonmazın kök- sap kısmı ise steroid saponinler açısından zengindir. Kuşkonmaz diğer birçok sebze ile karşılaştırıldığında çok yüksek bir solunum oranına sahiptir. Yaygın olarak tüketilen kuşkonmaz (Asparagus officinalis) da bol miktarda saponin, asparanin A, sarsasapogenin ve protodioscin içermektedir. Saponinler antiinflamatuar ve anti-kanser özelliklere sahip olmakla birlikte, kan akışı ve kan şekeri regülasyonunda yardımcı olur. Ayrıca kan yağ düzeylerinin kontrolünde de faydalı olduğu belirlenmiştir (7). KAYNAKLAR 1. http://en.wikipedia.org/wiki/Asparagus (02.08.2014) 2. SAMS W. D. Growing Asparagus in Home Gardens. Agricultural Extension Service The University of Tennessee SP291-R. 3. Anon., 2006. http://www.asparagus.org/maab/nutrition.html 4. Peirce, L.C. 1987. Vegetables: Characteristics, production and marketing. John Wiley & Sons Inc. New York. NY, USA. 5. G. Ayşegül, Asparagus spp. Türlerinin Taşıdığı Etken Bileşikler ve Kullanılışları Ankara 26(1)52-75, 1997. 6. K. İsmail, F. A.,Biologiceffects of saponins, Fatih, Kocatepe Vet J (2008) 1: 8996 7. W. L. Jong, H. L. Jeong, BioactiveCompounds, Antioxidantand Binding Activities and SpearYield of Asparagus officinalis L., 4 May 2014, ScienceBusiness Media New York 2014. Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ 95 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 96 Kuşkonmaz (Asparagus Officinalis L.) Bitkisinin Tanımı, Yetiştiriciliği Ve Farklı Bitki Kısımlarının Tıbbi Özellikleri Lale EFE¹, Sevtap KARTAL², Emre DOĞRULUK³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ ¹Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü KONYA, ²FAO Alt Bölge Temsilciliği ANKARA, *irfangultekin@yahoo.com ÖZET Tarla bitkileri tarımında bitki gelişimi, toprak-su muhafazası ve mekanizasyon işlemleri için istenilen ortamı oluşturmak amacıyla toprak işleme yapılmaktadır. Ancak artan ihtiyaçlarla birlikte geniş alanların tarıma açılması ve toprak işlemenin kolaylaşarak yoğunlaşması başta erozyon olmak üzere toprak ve su kaynaklarının etkili ve sürdürülebilir bir yapıdan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Gözlenen sorunların giderilmesi için değişik bölgelerde doğrudan ekim olarak adlandırılan ve ekim öncesi dönemde tarlada hiç bir toprak işleme yapmadan üretim yapılan sistemde çalışmalar yürütülmüştür. Çalışmalarda doğrudan ekim yönteminin uygulanması sonucunda toprak agregat stabiletesinin, organik madde ve toprak neminin arttığı belirlenmiştir. Elde edilen ürün verimlerinin çalışma yapılan koşullara göre değişim gösterdiği ifade edilmektedir. Doğrudan ekim daha az üretim girdisiyle ürün yetiştirilmesine olanak veren bir sistem olduğu için, kesinlikle daha karlı bir üretim modeli olarak görülmüştür. Bu sonuçlar ışığında farklı bitkileri doğrudan ekim yapabilecek nitelikte yerli makine üretimleri başlamıştır. Elde edilen bu gelişmelerin yansıması olarak çok az da olsa üreticiler uygulamaya aktarmıştır. Fakat henüz başlangıç aşamasında olan doğrudan ekimden beklenilen faydaların kazanılabilmesi için, sistemin uygun ekim nöbetleri ile tarlada mümkün olduğunca anız bırakmaya dayalı olarak ve iyi bir ekim makinesi ile yürütülmesi gerekmektedir. Uygulamanın genişlemesi doğal kaynakların gelecek nesillere sağlıklı ve verimli bir yapıda bırakılmasına yardımcı olması yanında iklimsel olaylara bağlı ortaya çıkan sorunların etkilerinin daha aza indirgenmesine yardımcı olacaktır. ABSTRACT Tillage aims to create a soil environment favorable as soil-water storage and mechanization of operations to field crops plant growth. However, with the increasing need for opening large areas of agricultural and facilitating tillage, particularly causes erosion. At the same time soil and water resources are not use in efficiently and being sustainable is removed. To overcome the problems observed in different regions, several studies have been conducted in the called direct sowing system, in this systems based on without tillage before planting in the field. Studies as a result of the implementation of direct sowing methods of soil aggregate stability in organic matter and soil moisture were increasing. The resulting product yields which vary according to the conditions under study are expressed. On the other hand direct sowing with less production inputs because it is a system that allows products to be grown, definitely a production model was seen as more profitable. According to these results, direct sowing machine have begun production domestically. Obtained as a reflection of these developments very little farmers have started of practice. But, the direct sowing in its early stages in order to gain the expected benefits of the system with the appropriate crop rotation on the basis of leaving stubble in the field as much as possible and should be carried out with a good seeder. The expansion of the application of natural resources for future generations to a healthy and productive to help the next generation release, due to climatic events is reduced to less than the impact of emerging issues will help. ANAHTAR KELİMELER: Tarla Bitkileri, Toprak İşleme, Sürdürülebilirlik, Doğrudan Ekim, Türkiye’de Tarla Bitkileri Tarımı Türkiye’de uzun yıllar ekonominin temel unsuru olarak ülke gelişime katkı sağlayan tarımda tarla bitkileri ekim alanı olarak sahip olunan 21 384 000 ha alanın % 27,8’i sulanabilmekte ve % 1,2’de ikinci ürün tarımı yapılmaktadır (Anonim 2012). Tarla bitkilerinde üretim alanı, üretim miktarı ve yetiştiren üretici sayıları bakımından ülkenin genelinde en yüksek değer serin iklim tahıllarına aittir. Tahılların içerisinde ise açık ara önde olan buğdayı arpa takip etmektedir. Ekim alanı bulduğu bölgelerde şekerpancarı, pamuk, mısır, ayçiçeği, nohut ve mercimek çiftçiler için önemli bitkilerdir. Bölgesel olarak, patates, çeltik, tütün, fasulye, haşhaş, yerfıstığı, susam, anason ve kimyon ilgi görmektedir. Aspir, soya ve kolza gibi bitkiler ise yapılan desteklemeler paralelinde kendisine ekim alanı bulabilmektedir. Son yıllarda yem bitkileri ekimlerinin ve hayvancılığın teşvik edilmesi ülke genelinde tarla bitkileri tarımında yem bitkilerine olan ilgiyi artırmıştır. Ekim alanlarında yer bulan serin iklim tahılları, mercimek, nohut, fasulye, kimyon, aspir, haşhaş, tütün, anason, kolza ve kısmen ayçiçeği sulanmadan yetiştirilebilir olmakla birlikte imkanlara göre sulanabilmektedir. Ancak şekerpancarı, mısır, pamuk gibi bitkilerin sulanması gereklidir. Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ 97 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 1. Türkiye’de Tarım alanlarının dağılımı (Milyon ha) Tarım Alanı Toplam İşlenen Alan Tarla Bitkileri Ekim Alanı Nadas Alanları (milyon ha) 21 384 16 333 4 249 % 100 76,37 19,86 Tarla bitkileri üretiminde birkaç istisna dışında ekonomik araçlarla yönlendirilme yapılmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla ürünler için alım fiyatları, ürün destekleme primleri ve ithalatında konan vergi oranları kullanılmaktadır. Kooperatifler tarafından yönlendirilen şekerpancarı tarımında üretim planlamasının yanında ekim nöbeti şartı aranmakta ve aynı tarlaya dört yılda bir kez ekime müsaade edilmektedir. Haşhaş tarımı izin verilen bölgelerde belge almak suretiyle kontrollü olarak yapılırken yalnızca tohumları serbest ticarete konu olabilir. Bunun dışında bitkilerde bölgesel olarak görülen hastalık ve zararlı kaynaklı bir sorun olduğunda örneğin patateste olduğu gibi ekimi engelleyen ve oluşan zararı telafi eden uygulamalara yer verilmektedir. Bu uygulamalar dışında kalan ve narkotik özellik içermeyen bitkiler ise çiftçilerin kendi isteklerine göre karar verip ekimini yapmakta ve ürünleri piyasa koşullarına bağlı olarak değerlendirmektedir. Ancak tohumluk üretimi yapan firmalar üretici ile sözleşme yapmakta ve bir takım uygulamalara da müdahil olmaktadır. Üreticilerin pratiklerine yön veren tarımsal araştırma faaliyetlerinin öncelikli hedefi: Yetiştirilen ürüne ait verimi en yüksek noktaya taşıyacak uygulamaların belirlenmesi olmuştur. Bu amaçla, toprak işleme yöntemleri ve bu yöntemler içerisinde kullanılacak alet ve makineler, sulama zamanı verilecek su miktarı uygulama yöntemi, verilecek gübre miktarı, çeşidi ve uygulama zamanı, hastalık ve zararlılarla yapılacak mücadele yöntemleri, yöreye uygun ekim nöbetleri ve ekim zamanlarının belirlenmesi gibi çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalarda ilk önceleri ele alınan konuların verime olan etkileri üzerinde durulmuş ve uygulamaların verimi etkileme nedenleri irdelenmiştir. İlerleyen yıllarda ise uygulama konularının toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısında meydana getirdiği değişimlerde araştırma konuları içine dahil edilmiştir. Değişen ekonomik koşulların zorlamasıyla uygulamada yer bulan işlemlerin temel prensiplerinin korunarak girdi maliyetlerini aşağıya çekebilmek için daha ekonomik üretim arayışları ön plana çıkmıştır. Elde edilen sonuçların üretime aktarılmasında bazı sorunlar yaşansa da genel olarak üreticiler geliştirilen teknikleri zaman içerisinde benimsemiştir. Bu tekniklerin içerinde geleneksel toprak işleme ülke genelinde yoğun ilgi görmektedir. Tarla Bitkileri Tarımında Toprak İşleme Bitki gelişimi, toprak-su muhafazası ve mekanizasyon işlemleri için istenilen ortamın oluşturulması amacıyla farklı yöntemlerle toprak koşullarını değiştirmeye ve iyileştirmeye yönelik olarak toprağın elden geçirilmesi işlemi toprak işleme olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de toprak işleme yöntemleri ile ilgili olarak 1931 yılında Numan Kıraç tarafından çalışmalar başlatılmıştır. Bu ve bunun devamında yapılan çalışmalar da toprağın mutlaka işlenmesi gerektiği ve bu işlemeler için yapılma zamanları ve kullanılacak aletlere ilişkin sonuçlar ortaya konmuştur. Yapılan desteklerin ve gelişen makine ekipman parkının etkisiyle çiftçilerimizde kendilerine önerilen toprak işleme yöntemlerini genel olarak benimseyip uygulamaya aktarmışlardır. Zamanla artan toprak işleme maliyetleri ve 1980’li yıllarda ülke gündemine giren ikinci ürün yetiştiriciliğinin getirdiği zaman kısıtlaması azaltılmış toprak işleme kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yapılan çalışmaların ve artan maliyetlerin etkisiyle 98 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 birlikte bazı yörelerde ilk toprak işleme aleti olarak kullanılan soklu pulluğun yerine tandem disk ve çizel geniş alanlarda kullanıma girmiştir. Aynı dönemlerde ikincil toprak işleme aletlerinden olan kültivatör çok daha geniş alanlarda ilgi görmüş ve ikincil toprak işleme aleti olarak kullanılmaya başlamıştır. Fakat bu uygulamalar genelde kullanılan ekipman düzeyinde farklılaşma yarattığı için çiftçi geleneklerini değiştirmeye yeterli olmamıştır. Aksine bu süreçte yapılan toprak işlemelerin daha ekonomik olabilmesi adına anız yakma ülke genelinde yaygınlaşan bir uygulama halini almıştır. Dolayısı ile azaltılmış toprak işleme yönteminin çok geniş alanlarda ve etkili bir yöntem olarak uygulandığını söylemek oldukça zor olup, ülkemiz tarla bitkileri tarımında bu gün için geleneksel toprak işlemenin en yaygın uygulama olduğu görülmektedir (Gültekin 2012). Yapılan toprak işleme ile tohum yatağı hazırlığı yabancı ot, hastalık ve zararlı kontrolü, bitki artıkları, anız, gübre ile bazı kimyasalların toprağa gömülmesi, tarlanın sulamaya hazırlanması, rüzgâr ve su erozyonunun azaltılması, infilitrasyonun artırılması, yağmur suyunun tarlada tutulması gibi amaçlar gözetilmektedir. Ancak uygulamada çiftçiler tarla yüzeyinin temiz ve keseksiz olmasını arzu ederler, bunu gerçekleştirmek içinde çok sayıda toprak işleme yapmaktadırlar. Dolayısı ile yapılan işleme sayısı ve kullanılan alet kombinasyonu amaca, bölgeye, zamana, hasat edilen ürünün tarlada bıraktığı anıza ve toprak yüzeyinin çiftçi isteğine göre şekillenmesine bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Dünya’da Doğrudan Ekim Toprak işleme faaliyetlerinin çevre üzerinde olumsuz etki yaptığının 1930’ lu yıllarda ABD oluşan toz fırtınalarından sonra belirlenmiş olmasıyla yeni arayışların içerisine girilmiştir (Anonim 2007). Bu arayışların içerisinde başlangıçta toprak işleme sayısını azaltma ve daha sonra doğrudan ekim gibi yöntemler üzerinde çalışmalara ağırlık verilmiştir. Ancak özellikle yabacı otların oluşturduğu sorunlar toprak işlemenin elzem bir uygulama olarak gelenekselleşmesine zemin hazırlamıştır. Fakat ilerleyen zaman içerisinde yabancı ot sorununun işlenen alanlarda görülmesi bir yanda kimyasal mücadele yöntemlerinin gelişmesine katkı sağlamış diğer yandan ekim nöbeti ve bitkilerle tarla yüzeyini kaplı tutma gibi yöntemlerinin uygulamaya kazandırılmasının yolunu açmıştır. Yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra artan üretim maliyetleri ve topraklarda ortaya çıkan sorunların giderek artması toprak işlemenin alternatifi olabilecek sistemlerin üzerinde tekrar durulması gerektiğini gündeme getirmiştir. Bu kapsamda 1970 yıllarda Güney Amerika daha sonra kıtasının tamamında geçmiş dönemin aksine çok başarı sonuçlar ortaya konmuş olması dünyanın farklı kesimlerinde konuya ilişkin ilgiyi artırmıştır. Yapılan çalışmalardan elde edilen başarılı sonuçların etkisiyle 1980 yıllarda dünyada yaklaşık 5 milyon ha alanda yapılan doğrudan ekim 2010 yıllarda 120 ha alana yükselmiştir (Serraj ve Siddique 2012). Kısa zamanda bu kadar geniş alanlarda uygulamaya geçilmiş olmasının arkasında ise yağmur sularının toprağa giriş miktarı ve hızını artırması, yüzey akışlarıyla kaybolan suyu engellemesi buharlaşma yoluyla topraktan kaybolan suyu aza indirgemesini sağlayarak toprakta daha fazla su tutularak üretim amacıyla kullanılmasına yardımcı olmasıyla su kaynaklarının etkin kullanımına yardımcı olmuştur. Yağmur damlalarının toprak yüzeyine çarpmasıyla oluşturduğu zararları azaltmasıyla birlikte toprakların yatay ve düşey erozyona yoluyla taşınmasına engel olması, kök bölgesinde biyolojik aktiviteyi çoğalması, hava koşullarının oluşturduğu ekstrem sıcaklık değerlerinin toprağa dolaysı ile bitkiye verdiği olumsuz etkisi azaltması, inorganik maddeye dönüşüm hızı yavaşlatarak toprak organik madde artışına zemin hazırlaması toprak kaynaklarının sürdürülebilir bir yapıda tarımsal üretim modelini getirmiştir. Ayrıca toprakta daha fazla karbon tutulmasına ve karbondioksit salınımı azaltması ve başta gübre olmak üzere Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ 99 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 diğer kimyasalların kullanımı düşürerek çevre dostu bir tarım yapılmasına olanak sağlamıştır. Doğal kaynaklar üzerindeki bu olumlu katkılarının çıktı olarak çiftçilere yansıması ise işgücünden tasarruf edilmesine, yakıt tüketiminin azaltılmasına, üretimin farklılaşması ile işgücü isteği farklı zamana yayılmasına böylece ve gelir dağılımı çeşitlendirilmesine yardım ederken üretim maliyetleri düşürmekte ve verimleri de artırmaktadır Serraj ve Siddique 2012). Günümüzde toprak işleme uygulamaları, uygulama amacına yönelik olarak; geleneksel toprak işleme ve koruyucu toprak işleme olarak iki temel yöntem içerisinde değerlendirilmektedir (Korucu ve ark. 1998). Geleneksel toprak işleme yönteminde ürün artıklarının büyük bir bölümü toprağa gömülmekte, ekimden sonra toprak yüzeyinde % 30’dan daha az artık bırakılmaktadır. Genellikle kulaklı pulluk, diğer toprak işleme aletleri ile birlikte kullanılmaktadır (Korucu ve ark 1998, Aykas ve ark. 2010). Koruyucu toprak işlemede, toprağı devirerek işleyen pulluk ve benzeri alet kullanmadan ekim sonrasında toprak yüzeyinin en az % 30’u ön bitkiye ait artıklarla kaplıdır (Aykas ve ark. 2010). Hasattan itibaren ekime kadar geçen dönemde herhangi bir nedenle toprak işleme yapılmadan ve ekimin ön bitkiye ait anızlarla kaplı tarlada % 20’ den daha az yüzey toprağının açılarak yapıldığı sistem doğrudan ekim olarak adlandırılmaktadır (Clabtree 2009). Doğrudan ekim genellikle koruyucu toprak işleme içerisinde değerlendirildiği gibi bazen toprak işlemesiz tarım olarak ta ele alınmaktadır ( Aykas ve ark. 2010). Dünyada bu gelişmeler yaşanırken ülkemizde konuya kayıtsız kalmamış 1990 yıllardan itibaren sürdürülebilir tarım anlayışıyla, doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesine yönelik araştırma çalışmaları da başlanılmıştır. Bu çalışmalar içerisinde ekim öncesinde herhangi bir nedenle toprak işleme yapmadan uygulanan doğrudan ekim önemli bir yer tutmuştur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve üniversite bünyelerinde araştırma projelerinde kendi koşullarımızda uygulanabilirliği incelenmiştir. Türkiye’de Doğrudan Ekim Her ne kadar ülkemizde doğrudan ekimin konu edildiği ilk çalışma 1970 yıllarda yürütülmüş ve başarısız olarak görülmüş (Yeşilsoy, 1972) olsa da son yıllarda 20’yi aşkın proje tamamlanmıştır. Doğrudan ekim 30’un üzerinde yüksek lisans ve doktora tezine konu olurken 130’a yakın bilimsel yayında yer almıştır. Konu Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü öncülüğünde başlatılan ve devam ettirilen 6 çalıştayda değerlendirilmiştir. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın uygulama projesi olan ÇATAK (Çevresel Amaçlı Tarım Alanları Kullanımı)’da yer alırken bakanlığın farklı il ve ilçe müdürlüklerince üreticilerinde içinde olduğu projeler uygulanmaktadır (Gültekin 2012). Bu çalışmaların sonuçlarına göre toprakların işlenmesi bazı sorunları da beraberinde getirdiği için doğrudan ekim ülkemizde uygulanması gereken bir yöntemdir. Çünkü ülke tarım alanlarının % 69 unda toprak organik madde içeriğinin düşük olmasına, anızların sürekli yakılması veya toplanması, yüzey erozyonun büyük boyutlarda olması, uygun ekim ve ekim nöbetinin olmayışını ve ortalama hava sıcaklığının yüksek olması neden görülmektedir (Okur ve ark, 2003). Pullukla ile devamlı toprak işlemede bunu tetikleyen bir etkendir (Akkuş ve Bayat, 1993). Ryan ve ark (2011) göre işleme yılının artışına paralel olarak organik madde içeriği düşmektedir. Çünkü işlenen topraklarda oluşan macroporeların oksidasyon ve nitrikikasyonu teşvik etmesi sonucunda organik madde kısa zamanda inorgonik hale dönüşmektedir (Tosun, 1975). Nitekim Işıldar (1998) toprak organik madde içeriği üzerinde toprak işleme yönteminin etkili olduğunu ancak doğrudan ekimde özellikle ilk 100 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 5 cm derinlikte her zaman daha yüksek oranda organik madde miktarına tanık olduğunu ifade etmiştir. Barut ve ark (2007) göre doğrudan ekimde organik madde içeriğinin arttığını, Yalçın ve ark (2008), organik madde içeriğinin doğrudan ekimde, azaltılmış toprak işleme ve geleneksel toprak işlemeye göre daha yüksek olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Toprak işleme kuru tarım alanlarında yapılan nadasla toprak nem içeriğini artırmaya yönelik bir uygulama olarak bilinmektedir. Toprak işleme yöntemlerinin ve zamanlarının toprak nemi üzerinde etkisi bu yargının oluşumunu desteklemektedir. Fakat doğrudan ekim yönteminin çalışmalara dâhil edilmesiyle birlikte ekim öncesinde en yüksek nem değerine doğrudan ekimde ulaşıldığı görülmüştür (Bayhan ve ark, 2006, Arısoy ve ark, 2009). Toprağın fiziksel özelliklerinden olan agregat stabilitesinin toprak işlemeden olumsuz etkilediği işlenmeyen veya daha az işlenen toprakların da iyi agreget yapısına sahip oldukları görülmüştür (Özpınar ve Çay, 2006, Öztürkmen ve Kavdır, 2012). Toprak penetrasyon dirençlerinin doğrudan ekim yönteminde artığı tespit edilmiştir (Barut ve ark, 2007, Çarman ve Marakoğlu, 2008), Yalçın ve ark, 2008 ve Çelik 2011).Toprakların hacim ağırlıklarının doğrudan ekimde artırdığı şeklinde (Yalçın et al (2008), Çelik, 2011) görüşlere karşın düşürdüğünü ifade eden çalışmalarda mevcuttur (Işıldar, 1998 ve Gürsoy ve ark 2011). Ayrıca yapılan çalışmalarda doğrudan ekimin toprakta daha fazla karbon tutulmasına neden olduğu ve daha az CO2 çıkışı verdiği tespit edilmiştir (Akbolat ve ark 2007). Elektriksel iletkenliğin doğrudan ekimde daha düşük olduğu görülmüştür (Çelik 2011). Doğrudan ekimin verim üzerine etkisi sıkça incelenmiş, çalışmalarında verimlerin değişmediği yönünde çok sayıda sonuç varken, Yalçın ve ark (2008), Gültekin ve ark (2011) verimlerin artığını ifade etmişlerdir. Sungur ve ark (1994), Bayhan ve ark (2006), Çarman ve Marakoğlu (2008) ve Uzun ve ark (2012) ise verimlerin düştüğünü söylemişlerdir. Fakat verimlerin bazı çalışmalarda düşük bile olsa ekonomisi üzerinden yapılan tüm değerlendirmelerde doğrudan ekimin geleneksel üretim sistemine göre daha ekonomik bir model olduğu görülmüştür (Sungur ve ark, 1994, Bayhan ve ark, 2006, Barut ve ark, 2007, Çarman ve Marakoğlu, 2008, Gültekin ve ark, 2011 ve Uzun ve ark, 2012). Elde edilen bu sonuçlara göre Türkiye’de doğrudan ekim yönteminin başarı ile uygulanabilme şansının olduğu açığa çıkmaktadır. İzlenen tarım politikası içerisinde de bulduğu yer, desteklemeler ve yapılan çalışmaların etkiyle makine üreticilerinin vermiş oldukları katkının sonucunda doğrudan ekim yaklaşık 170 000 da gibi çok az bir alanda da olsa uygulama alanına sahiptir (Gültekin 2012). Uygulamasının başlangıç aşamasında olan doğrudan ekimin gerektiği şekilde yönetilmesi gerekir. Aksi takdirde beklenilen fayda yerine mevcut koşullardan daha kötü sonuçların ortaya çıkması (Sayre ve ark. 2006) muhtemeldir. Doğrudan Ekimin Yönetilmesi Doğrudan ekim çalışmalarda tespit edilen olumlu gelişmelerin yanında bazı darboğazların olduğu farklı çalışmalarda vurgulanmıştır. (Yalçın ve ark (2003 ve 2008), ve Korucu ve ark (2009). Doğrudan ekimde başarı için toprağın işlenmemesi, ekim nöbeti uygulaması ve anızların tarlada bırakılmasına ihtiyaç duyulmaktadır (Kassam ve ark. 2012). Toprakların işlenmeden ekimin sahip olunan doğrudan ekim makinesi ile yapılması üreticilerin sisteme yönelmelerini sağlayan temel etkendir. Konuya ilişkin yaşanması Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ 101 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 muhtemel sorun temin edilen makine ile ilgilidir. Ekim yapabilen iyi bir makine ile sorun çözümlenebilir (Altıkat ve ark 2013). Ancak Korucu ve ark (2009) göre uygun makine temininde problemler vardır. Fakat geçen yıllar içerisinde farklı firmaların üretime yönelmesi ile günümüzde daha başarılı olabilen makinelerin üretimi yapılmaktadır. Bu aşamada makine seçimine önem gösterilmesi halinde sorun çözülebilir. Doğrudan ekim konusunda yapılan çalışmalarda üst üste ekimler önerilmemiş aksine doğrudan ekim sisteminde ekim nöbeti gerektiği şeklinde ifadelere yer verilmiştir (Avcı ve ark 2003, Gültekin ve ark 2011). Ancak yapılan çalışmalar incelendiğinde ekim nöbetine giren bazı bitkilerde yabacı ot olmak üzere çözülmesi gereken sorunların olduğu ifade edilmiştir (Avcı ve ark 2003, Sürek 2004, Çarman ve ark 2009 ve Kaya ve ark 2010). Yerel koşulların farklılığı dikkate alındığında ekim nöbetine girebilecek bitkilerin bölgesel olarak belirlenmesi gereklidir. Belirlenecek bitkilerin mevcut iklim ve toprak şartlarında maksimum gelir sağlayabilecek, nitelikte olması, sıraya alınan bitkilerin birbirlerini karşılıklı olarak destekleyebilecek ve tamamlayabilecek bir şekilde olması arzu edilir. Bunun içinde kök morfolojisi, adaptasyonları ve yetiştirme teknikleri birbirinden farklı olan bitkilerin art arda sıralanması gerekir. Böylece bitkilerin aynı zamanda toprağın farklı derinliklerinden faydalanmaları, topraktan kaldırdıkları besinlerin farklı miktarlarda olması, hastalık ve zararlılar yönüyle ortak konukçu olmamaları ve yabancı otların kontrol altında tutulması sağlanmış olur. Aynı zamanda bitkilerinin işçilik ve bakım istekleri ile bunların zamanca dağılımları da farklılık göstereceği için iş dağılımını değişik zamanlara yayar. Ekim nöbetinden beklenilen bu faydaların yanında doğrudan ekim yöntemi içerisinde yabancı ot kontrolü için çok önemli bir yere sahiptir. Yüzeyin bitki örtüsü ile kaplı olması ve seçilen bitki türleri yabacı otların çimlenme ve çıkışını engelleme yolunda önemli katkılar vermektedir (Chauhan ve ark. 2006). Seçilen bitkinin toprak yüzeyine bıraktığı bitki atıkları (anız) sistemin kısa sürede verimli hale dönüşmesine yardımcı olacaktır. Doğrudan ekimde toprak yüzeyinde bırakılan anız sistemde ekim yapılacak makinenin çalışmasından toprak organik madde miktarı artışına, infiltrasyon hızından yabancı ot gelişimine kadar çok farklı konuları etkilemektedir. Tarlada anız bırakılmadan yapılan doğrudan ekimde beraberinde toprak özelliklerinde daha kötüye gidişi ve verimde düşmelere neden olmaktadır (Sayre ve ark. 2006). Örneğin doğrudan ekimde toprak işleme yapılmadığı için yabancı ot tohumları çoğunlukla yüzey ve yüzeye yakın konumdadır. Bu nedenle yüzeyde bulunan anızlar yabancı otların çimlenme ve çıkışlarını zorlaştırmakta ve ekilen bitki lehine önemli bir avantaj sağlamanın yolunu açmaktadır (Chauhan ve ark. 2006). Diğer taraftan ülkede serin iklim tahıllarının anızları yaygın olarak hayvancılıkta kullanılmaktadır. Bu noktada doğrudan ekimin başarısı için uygulamada tarlada mümkün mertebe anız bırakmaya özen gösterilmelidir. Bırakılan anızlarında tarla yüzeyinde düzgün dağılım göstermesi arzu edilir. Böylece ekim makinesinin istenilen şekilde çalışması, buharlaşma yoluyla kaybolacak suya engel olunması, yabacı otların daha geniş bir alanda kontrol altında tutulması ve daha homojen bir tarla oluşmasına katkı verilir. Sistemin genel isteklerinin uygulanması aşamasında olası sorunlar yerel koşullar altında değerlendirilerek geniş alanlarda uygulamaya aktarılması için girişimlerin olması tarıma yeni bir ivme kazandıracaktır. 102 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Doğrudan Ekimin Artırılması İçin Öneriler 1. Konuya İlgi Çekilmelidir Konunun içerisinde yer alan tüm kesimlerin ilgisi ve dikkati konuya odaklandırılmalıdır. Odaklama işleminin başarısı için tarımsal eğitimde doğrudan ekime yönelik bilgiler ilgili ders konusu içerisinde yeni bir yaklaşım mantığı içerisinde ele alınmalı ve özellikle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bünyesinde çalışmakta olan ilgili birimler konu ile ilgili yeterli düzeyde bilinçlendirilmelidir. Uygulama noktasında işin gerçek sahibi olan çiftçilerin ilgisi çekilmelidir. Türkiye’de çiftçilerin % 51’ i yeni metot ve bilgiyi medyadan aldığını % 29 bakanlık yayım teşkilatından, % 17’ side komşularından aldıklarını ifade etmektedir (Anomin 2010). Bu nedenle özelikle medya aracılığı ile konu gündeme getirilmelidir. Ülkede çiftçilerin % 35 inin yeni teknikleri kullanmaya hazır olduğunu ifade etmesi bir şans olarak görülmeli böylelikle, konu hakkında bilgisi olmayan çiftçilerinde ilgileri konuya çekilerek yenilik arzusu taşıyan çiftçi ve diğer ilgili kesimler için bir çalışma alanı yaratılmalıdır. Bunun yanında makine üreticileri de bu kapsama mutlaka dahil edilmelidir. Şu anda ülkede makine üretimi yapan bazı firmaların konuya ilgisinin temelinde yurtdışı bağlantılarının etkisiyle geleceğe dönük fark yaratma arzuları vardır. Bunun diğer makine üreticilerine de yansıtılması gelişimi hızlandıracaktır. Araştırma geliştirme çalışmaları içerisinde konuya öncelik verilmesi işlemlerin süratle iyi yolda gelişmesine katkı verecektir. Tarımsal girdi sağlayan ve üretimi değerlendiren kuruluşların da bilinçlendirilmesi yayılmasına katkı verecektir. 2. Doğrudan Ekim Teşvik Edilmelidir Ülkede tarımsal faaliyetlerin istenilen mecrada hızlı ilerlemesi açısından eskiden beri desteklemeler önemli bir unsur olarak hep olagelmiştir. Her ne kadar yapılan doğrudan ekimin çiftçiler için olumlu bir getirisinden söz edilse de üreticilerin yıllardan kaynaklanan alışkanlıklarını yönlendirme ve teşvik görmeden kısa süre içinde değiştirmesini beklemek ülke gerçekleri ile bağdaşabilen bir durum değildir. Örneğin 1950 yılların sonunda artan ekim alanlarının, 1960 yıllarda yapılan gübre desteklerinin, 1970 yıllarda genişleyen sulanan alanların ve 1980 yıllarda nadas alanlarının daraltılması uzun uğraşlarla sağlanmıştır. Verilen bu örneklerdeki izlenen yöntemler incelenerek çekilen ilginin somut destekler ile uygulamaya dönüştürülmesi gerekir. Bu kapsam içerisinde şu anda uygulama alanında ÇATAK projesi yürütülmektedir. Ancak uygulama pilot proje olarak sınırlı alanlarda yürütülmekte ve değişik konuları da içermektedir. Projenin ülke geneline yayılması ve doğrudan ekimin ayrı bir başlık olarak ele alınması hedefe doğru hızlı adımlar atılmasına yardımcı olacaktır. SONUÇ Tarla bitkileri tarımının çoğunlukla kuru şartlar altında yürütülmekte ve verimler gelişen iklim koşullarına bağımlı değişkenlik göstermektedir. Buna karşın artan nüfusun ihtiyaçlarının karşılanması ve gıda güvenliğinin temin edilmesi gerekir. Ancak tarıma açılabilecek alanların olmayışı ve hatta azalması ve sulama kaynaklarının yetersizliği karşısında verimliğin artırılması üzerinde durulmaktadır. Fakat son dönemlerde ekim alanlarındaki değişimler ve başta mısır, şekerpancarı gibi istisnai bitkiler bir kenara bırakılırsa tarımsal üretimde belirgin artış kaydedilmediği yıllara göre verim ve ürün miktarlarında dalgalanmaların olduğu göze çarpmaktadır. Her ne kadar gerçekleşen iklim koşulları bir neden olarak görülse de arttırılan sulu alanlar, verilen alet ve makine Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ 103 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 destekleri ve geliştirilen çeşitlerin verim üzerinde etkilerinin olumlu yansıması genel bir beklentidir. Bunun sağlanamamış olmasının nedenlerinden birisi olarak uygulanan geleneksel toprak işleme yöntemi olarak görülmelidir. Sürdürülebilirlik anlayışından hoyratça uzak bir şekilde işlenen toprakların erozyona maruz kalması bir yana alınan yağışları bünyesine kabul etmekte zorlaması ve kolayca bırakmasının önüne geçmek önemli bir girdi olan enerjide dışa bağımlığı azaltmak ve ürün maliyetlerini indirgemek için doğrudan ekim fayda sağlayacaktır. Türkiye’de doğrudan ekim konusunda yapılan çalışmalar genelde verim ve ekonomik odaklı olarak yürütülmüş ve bazı toprak özelliklerindeki değişimler incelenmiştir. Uygulanan yetiştirme tekniklerinde ekim yöntemi bir kenara bırakılırsa genelde farklı bir uygulamaya gidilmemiştir. Ancak çalışmalar esnasında gözlenen bir takım sorunlardan söz edilmiştir. Buna rağmen elde edilen sonuçlara göre doğrudan ekimin uygulanabilirliği kabul edilmektedir. Tarımsal politikaların içerinde yer alan çevre ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği ilkesinin hayata geçirilebilmesi içinde doğrudan ekim uygulamasının bilinçli olarak yapılmasını gerektirmektedir. Bu amaçla yönetimin oluşturacağı politikaların işin gerekliğini özümsemiş halde ele alınarak ülke koşullarına uygun düzenlemeler içermesiyle gündemdeki yerini almalıdır. KAYNAKLAR Akbolat, D., Ekinci, K., Uysal, S., Onursal, E. 2007. Farklı Toprak İşleme Sistemlerinde Topraktan CO2 Çıkışının Orta Vadeli Ölçüm İle Saptanması,2. Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, s: 134-148, İzmir. Akkuş İ. A. Bayat.1993.Toprak işleme sistemlerinin organik madde içeriği bakımından incelenmesi ve Konya' nın Kadınhanı ve Ilgın ilçelerindeki uygulamaları. Proceedings. 5. Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji Kongresi. Kuşadası. Altıkat, S., Çelik, A., Gözübüyük, Z.,2013 Effects of various no-till seeders and stubble conditions on sowing performance and seed emergence of common vetch. Soil & Tillage Research 126 (2013) 72–77 Anonim. 2007. Evolution of the plow over 10,000 years and the rationale for no-till. Soil & Tillage Research 93 (2007) 1–12 Anonim 2012 Türkiye İstatistik Kurumu. Tarım İstatistikleri. http://tuikapp.tuik.gov.tr/bitkiselapp/bitkisel.zul Arısoy R.F., Kaya Y., Taner A., and Gültekin İ. No-till and Conventional Tillage Effecfs on Winter Wheat Yield in CAP, Turkey. 18 Th Trıennıal Istro Conference June 15-19 2009 İzmir Turkey Avcı, M., Meyveci, K., Karaçam, M., Sürek, D., Karabay, S. ve Polat, H. 2003. Kuru Tarımda Sıfır Toprak İşleme Bir Alternatif Olabilir mi? Türkiye 5. Tarla Bitkileri Kongresi, 13-17 Ekim 2003, Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Diyarbakır. Aykas, A., Çakır, E., Yalçın, H., Okur, B., Nemli, Y., ve Çelik A. 2010. Koruyucu Toprak İşleme, Doğrudan Ekim Ve Türkiye’deki Uygulamaları. Ziraat Mühendisliği VII Teknik Kongresi, 11-15 Ocak, Ankara. Bildiriler Kitabı-I Sayfa No:269-292. 104 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Barut, Z. B., Çelik, İ., Özgüven, F. ve Ortaş, İ. 2007. Killi Topraklarda Farklı Toprak İşleme ve Ekim Sistemlerinin Toprağın Bazı Özelliklerine Etkisi. 2. Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı. 13 Haziran 2007, s:117-131. İzmir. Bayhan, Y., Kayisoglu, B., Gonulol, E., Yalcin, H., Sungur, N. 2006. Possibilities of Direct Drilling and Reduced Tillage in Second Crop Silage Corn Article, Soil and Tillage Research, 88 (1-2):1-7. Chauhan, B.S., Gill, G., Preston, C., 2006. Tillage system effects on weed ecology, herbicide activity and persistence: a review. Aust. J. Exp. Agr. 46, 1557– 1570. Clabtree, B., 2009. Search for Sustainability with No-till Bill in Dryland Agriculture. P.9. Çarman, K., ve Marakoğlu, T. 2008. Buğday Üretiminde Azaltılmış Toprak İşleme ve Direk Ekim Uygulamaları. Anıza Doğrudan Ekim Çalıştayı. Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü, 16-17 Aralık 2008, Eskişehir. Çarman, K., Demir, F., Güncan, A., Topal A., Soylu,S., Marakoğlu, T.,Akgün,N. 2009. Hububat Ve Baklagil Tarımında Koruyucu Toprak İşleme Ve Doğrudan Ekim Uygulamaları. TÜBİTAK Proje No: 105 O 492 Sonuç Raporu. Çelik, İ. 2011. Effects of Tillage Methods on Penetration Resistance, Bulk Density and Saturated Hydraulic Conductivity in a Clayey Soil Conditions. Tarım Bilimleri Dergisi(Journal of Agricultural Sciences), 17(2011) 143‐156 Gültekin, İ., Arısoy R.Z., Taner, A., Kaya, Y., Patigöç, F.,, Aksoyak Ş. 2011. Comparison of different soil tillage systems, under several crop rotations in wheat production at Central Anatolian Plateau in Turkey. 5th World Congress of Conservation Agriculture Incorporating 3rd Farming Systems Design Conference Brisbane Australia 26-29 September 2011 p98-99 Gültekin, İ., 2012. Consultant Report on the Status of Conservation Agriculture in Turkey, 2012. FAO-SEC Turkey. Gürsoy, S., Sessiz, A., Kılıç, H. and Bayram, N. 2011. Tillage System and Cotton Residue Management Effects On Soil Physical And Chemical Properties of an Anatolian Clay Loam Sown Within a Wheat cotton Sequence. Archives of Agronomy and Soil Science, 57: 4, 391- 400. Işıldar, A.A. 1998. The Effects Of Conservation Tillage Methods on Organic Matter, Aggregate Stability, Soil Compaction and Yield Of Corn. In the: M. Şefik Yeşilsoy International Symposium On Arid Region Soil. Menemen-İzmirTURKEY, 21-24 September (1998). Pp: 215-221. Kassam, A., , Friedrich, T., Derpsch, R., Lahmar, R., Mrabet, R., Basch, G., Sanchez, E.J., Serraj, R., 2012. Conservation agriculture in the dry Mediterranean climate. Field Crops Research 132(2012) Pages 7-12 Kaya, Y., Arısoy, R.Z., Taner, A., Aksoyak, Ş., Partigöç, F., Gültekin, İ., 2010. Geleneksel ve Doğrudan Ekim Yöntemlerinin Nohut Buğday Ekim Nöbetinde Orta Anadolu Kuru Koşullarında Karşılaştırılması. Tarım Makinaları Bilimi Dergisi (Journal of Agricultural Machinery Science) 2010, 6 (4) 267-272 Korucu, T., Kirişci, V. ve Görücü, S., 1998. Korumalı Toprak İşleme ve Türkiye’deki Uygulamaları. Tarımsal Mekanizasyon 18. Ulusal Kongresi. Tekirdağ 17-18 Eylül 1998, Tekirdağ, Bildiriler Kitabı s.321-333. Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ 105 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Korucu, T., Merdun, H. 2009. Effects Of Tillage Systems On Wheat Yield And Residue In Turkey. Journal of Animal and Veterinary Advances, 8 (10), 19731978. Okur, B., Okur, N., Anaç, D., 2003. Tarım Topraklarında Organik Maddenin Sürdürülebilirliği. Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, E.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, Bornova, İzmir. Özpınar, S., Çay, A., 2006. Effect Of Different Tillage Systems On The Quality And Crop Productivity Of A Clay-Loam Soil In Semi-Arid North-Western Turkey. Soil and Tillage Research, 88: 95-106. Öztürkmen, A.R. and Kavdir Y. 2012. Comparison Of Some Quality Properties Of Soils Around Land-Mined Areas And Adjacent Agricultural Fields. Environ Monit Assess 184:1633–1643. Ryan, J., Kapur, S., İbrikçi, H., Singh, M. 2011. Cultivation Intensity in Relation to Organic Matter and Related Properties in a Vertisol in Southern Turkey. Journal of Sustainable Agriculture, 35:6, 613-623. Sayre, K., Govaerts, B., Martinez, A., Mezzalama, M., Martinez, M., 2006. Comparison of alternative conservation agriculture technologies for rainfed production in the highlands of Central Mexico, 28 August–3 September 2006. In: Proc. 17th ISTRO Conf., Kiel, Germany, pp. 1012–1018. Serraj, R. Siddique, K.H.M. 2012. Conservation agriculture in dry areas. Field Crops Research Volume 132, 14 June 2012, Pages 1–6 Sungur, N., Ulusoy, E., Yalçın, H. 1994. Ege Bölgesi Koşullarında Buğday ve İkinci Ürün Mısır Elde Etmede Mekanizasyon Olanakları. Tarımsal Mekanizasyon 15. Ulusal Kongresi Bildiri Kitabı, s:582-591, Antalya. Sürek, D. 2004. Kuru Tarımda Farklı Ekim Nöbeti Uygulama Etkinliklerinin Karşılaştırılması. Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi. Tosun. O..1975. Türkiye' de Tahıl Açığı Nedenleri ve Çözüm Yolları. A.Ü. Ziraat Fakültesi Bitki Yetiştirme ve Islahı Kürsüsü. Teksir No: 72. Ankara. 286s. Uzun B., Yol E., Furat Ş., Topakçı M., Çanakçı M., Karayel D. 2012. The Effects Of Different Tillage Methods On The Post-Wheat Second Crop Sesame: Seed Yield, Energy Budget, And Economic Return. Turk J Agric For 36. Yalçın, H., Çakır, E., Akdemir, H., Öcel, T., Soya, H. 2003. Hafif Topraklarda Azaltılmış Toprak İşleme Yöntemlerinin İş Ve Buğday Verimine Etkileri. Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Çalıştayı, 23-24 Ekim 2003, s: 96107, İzmir. Yalçın, H., Çakır, E., Aykas, E., Önal, İ., Okur, B., Ongun, A. R. Nemli, Y., Türkseven, S., Delibacak, S. 2008. Ege Bölgesi’nde Buğday ve Arpa Üretiminde Koruyucu Toprak İşleme ve Doğrudan Ekim Sistemleri. Ülkesel Tahıl Sempozyumu, 2-5 Haziran 2008, Konya. Yeşilsoy, Ş. Winter wheat summer-fallow research iin Central Anatolia first International Winter Wheat Conference-Proceedings, Ankara 5-10 June 1972 106 Türkiye’deki Tarla Bitkileri Tarımında Doğrudan Ekim Çalışmaları Elde Edilen Kazanımlar ve Geleceğine Yönelik Öneriler İrfan Gültekin*¹ Hafiz Muninjanov², Serpil Gültekin¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² ¹Fen Bilimleri Enstitüsü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş, ²Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kahramanmaraş, MesutAda@ksu.edu.tr ÖZET Bu araştırmada gibberelin sentezini engelleyen bir kimyasal madde olan Prohexadione Calcium’un (Pro-Ca) kiraz ağaçlarının bazı vegetatif ve generatif büyüme özellikleri üzerine etkileri incelenmiştir. Pro-Ca uygulamalarında materyal olarak çok doruk dallı sisteme göre terbiye edilmiş olan 5 yaşındaki 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçları kullanılmıştır. Pro-Ca’nın değişik dozları (0, 125, 250 ve 500 ppm) kiraz ağaçlarının ortalama sürgün uzunluğu 10 cm kadar olduğu dönemde ve bundan 20 gün sonra olmak üzere 2 defada püskürtülmüştür. Pro-Ca uygulamaları deneme ağaçlarının boyu, taç genişliği ve gövde çapı üzerine etkili olmamıştır. Yıllık sürgün uzunlukları açısından ProCa’nın 0 ppm ve 125 ppm dozları arasında önemli bir farklılık bulunmazken, 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamaları sürgün uzunluklarının % 40 oranında kısaltmasına neden olmuştur. Pro-Ca uygulamaları 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarının çiçek tomurcuğu yoğunluğunu arttırmıştır. Çiçek tomurcuğu yoğunluğunda Tanık ağaçlarınkine (0 ppm) oranla Pro-Ca’nın 125 ppm dozunda 1.5 kat, 250 ppm dozunda 5.6 kat ve 500 ppm dozunda ise 4.3 kat artış olduğu saptanmıştır. Vegetasyon sonunda Pro-Ca uygulanan ağaçların bir yaşlı dalları üzerinde lateral dal oluşumunun tanık ağaçlarınkine göre 4 kat daha fazla olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, Pro-Ca uygulamalarının kuvvetli gelişme gösteren kiraz ağaçlarında vegetatif gelişmenin azaltılarak generatif gelişmenin uyartılması açısından yararlı bir uygulama olabileceği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Sürgün büyümesi, çiçek tomurcuğu yoğunluğu, Prunus avium, 0900 Ziraat çeşidi. ABSTRACT In this study the effects of Prohexadione Calcium (Pro-Ca)- a gibberelic acid inhibitor- on some vegetative and generative develeopment parameters of sweet cherry trees were investigated. The trees of five year old 0900 Ziraat sweet cherry cultivar trained under multiple leader system were used as an experimental material. Different doses of Pro-Ca (0, 125, 250 ve 500 ppm) were sprayed to the trees. The trees were first sprayed when new shoot lenghts reached to 10 cm and repetaed 20 days after the first spray. Pro-Ca treatments did not affect the tree height,crown size or stem diameter of the trees. In average shoot lenghts, there was not significant difference between control trees (0 ppm) and 125 ppm Pro-Ca treatment. However, 250 ppm ppm and 500 ppm Pro-Ca treatments decreased the shoot lenghts as much as 40 %. Pro-Ca treatments also increased the flower bud density of sweet cherry trees. In comparison to that of control trees, flower bud density was increased 1.5 fold by 125 ppm Pro-Ca, 5.6 fold by 250 ppm Pro-Ca and 4.3 fold by 500 ppm Pro-Ca treatments. At the end of growing season, the number lateral branches on one- year- old wood in Pro-Ca treated trees was found as four fold higher than that of control trees. In conclusion, Pro-Ca treatment was appeared as a useful tool for decreasing the vegetative growth and thereby stimulating the generative development in strong growing sweet cherry trees. Key Words: Shoot growth, flower bud density, Prunus avium, 0900 Ziraat cultivar. GİRİŞ Genç yaştaki kiraz ağaçları çok kuvvetli vegetatif büyüme gösterdikleri için hem meyveye nispeten geç yatmakta hem de verim etkinlikleri düşük olmaktadır. Modern meyvecilikte ağaç büyüklüğünü kontrol etmek amacıyla budama yapılması, bodurlaştırıcı anaçlar kullanılması veya büyümeyi kısıtlayan kimyasallar püskürtülmesi gibi çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Budama uygulaması büyük kiraz ağaçlarında hem güç yapılmakta hem de dal kanseri yaygın olan yerlerde problem yaratmaktadır. Ağaçların büyüklüğünü sınırlayan bodur kiraz anaçları ise hem toprak ve iklim açısından çok seçici olmaları hem de fidanlarının çok pahalıya satılması nedeniyle ülkemizde henüz yaygın olarak kullanılamamaktadır. Meyvecilikte vegetatif büyümeyi kontrol etmek için geçmişte başarıyla kullanılmış olan Paclobutrazol gibi bazı kimyasallar ise toprakta yavaş parçalandığı için günümüzde çevre açısından riskli olarak kabul edilmektedir (Steffens ve Wang, 1986). Günümüz meyveciliğinde sürgün büyümesini geçici olarak kısıtlayan Prohexadione Calcium (Pro-Ca) vegetatif gelişmenin kontrolu için yeni bir alternatif olarak Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² 107 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kullanılmaya başlanmıştır. Pro-Ca, 4-5 hafta kadar kısa süren bir etkiye sahip olması ve doğada kolay parçalanması nedeniyle çevre dostu bir kimyasal olarak kabul edilmektedir (Anonim, 2006). Pro-Ca ağaçlara uygulandıktan sonra kısa sürede (8 saat sonra) ağaç içine girerek etki etmektedir (Evans ve ark., 1997). Pro-Ca ilkbaharda ağaçların yapraklarında ve sürgün uçlarında sentezlenen gibberelik asit sentezini ve taşınmasını olumsuz etkileyerek vegetatif büyümeyi kısıtlamaktadır (Davies ve Curry, 1991). Pro-Ca uygulaması çok aktif olan GA1 düzeyini azaltmakta ve bunun prekursoru olan GA 20’nin (inaktif) birikimini arttırmaktadır (Evans, 1999). Pro-Ca’nın etkisi kısa süreli olduğu için birbirini izleyen iki uygulama ile etki süresi uzatılarak ilkbahardaki hızlı sürgün gelişmesi belirli ölçüde kontrol altına alınabilmektedir. Böylece Pro-Ca uygulaması vegetatif gelişmenin azalmasını sağlayarak ağacın taç gelişmesi ile meyve verimi arasında iyi bir dengenin kurulmasına yardımcı olmaktadır (Anonim, 2004). İlkbaharda sürgün büyüme hızının yavaşlaması ayrıca, özellikle yumuşak çekirdekli meyvelerden elma ve armutlarda ateş yanıklığı bakterisinin sürgünlere zarar verme riskini de azaltmaktadır (Elfving ve ark., 2003; Rademacher, 2004). Pro-Ca, Regalis ticari adıyla İngiltere’de elma için (Anonim 2014a), Avustralya’da da elma ve kiraz için (Anonim 2014b), Apogee ticari adıyla da ABD’de elma (Anonim 2014c) ve Kanada’da da elma, kiraz ve vişne için tescil edilmiştir (Anonim, 2014d) . Kanada’da kiraz çeşitlerinin P0ro-Ca’ya olan tepkisinin değişebileceğine işaret edilmiştir (Anonim, 2014d). Gerçekten meyve yetiştiriciliğinde büyümeyi düzenleyici maddelerin etkili olan dozları ekolojiye ve çeşide göre oldukça değişebilmektedir. Bu nedenle değişik ekolojilerde ve farklı kiraz çeşitlerindeki Pro-Ca uygulamalarına ilişkin denemeler önem taşımaktadır. Bu çalışmada ülkemizin önemli bir dışsatım meyvesi olan ve dünyada Türk Kirazı olarak adlandırılan 0900 Ziraat kiraz çeşidinin bazı vegetatif ve generatif gelişme parametreleri üzerine Pro-Ca uygulamasının etkisi araştırılmıştır. MATERYAL VE METOD Bu araştırmada Prohexadione Calcium (Pro-Ca) kaynağı olarak Türkiye’de BASF firmasının suda dağılabilir granül özellikteki ürünü olan, “Velonta” (% 10 Pro-Ca) ticari isimli sistemik etkili bir Bitki Gelişim Düzenleyicisi kullanılmıştır. Bu ürün Türkiye’de elma ve armutlarda sürgün gelişiminin kontrolu için 2011 yılında ruhsat almıştır. Henüz Türkiye’de kirazlarda kullanılmak üzere tescil edilmiş bir Pro-Ca ürünü yoktur. Bu nedenle bu çalışmada, Kanada’da kirazlarda büyümenin kontrol edilmesi amacıyla kullanılan Apogee’nin (% 27.5 Pro-Ca) uygulama talimatı esas alınmıştır. Buna göre Pro-Ca püskürtmesinin sürgün uzunluğu 5 ile 20 cm arasında olduğu dönemde yapılması ve gerekirse 14-21 gün aralıkla ikinci bir uygulama yapılması önerilmektedir. Apogee’nin elmalarda bir mevsim içinde dört kez uygulanmasına izin verilirken kirazlarda bir büyüme mevsimde en fazla iki kez uygulanması önerilmektedir. Bu nedenle bu deneme kapsamında ilk uygulama 23 Nisan 2013 tarihinde, ikinci uygulama ise 13 Mayıs 2013 tarihinde yapılmıştır. Bu araştırma kapsamında Velonta’nın (% 10 Pro-Ca) etkili madde içeriği dikkate alınarak 0-125-250-500 ppm olmak üzere hazırlanan dört farklı dozun etkisi incelenmiştir. (Elving ve ark., 2003). Bu kimyasalın alımının iyileştirilmesi için ilaçlama tankına surfaktan olarak M’VET(10 ml/l) eklenmiştir. Uygulama yapılmadan önce ağaçlara atılacak su miktarı kalibrasyonla belirlenmiştir. Velonta, bir sırt pülverizatörüyle ağaç taçlarının tamamı ıslatılıp yapraklardan damlama görülecek şekilde her ağaca 5 lt su içinde püskürtülmüştür. Deneme tesadüf blokları deneme desenine göre ve her uygulama için tek ağaç bir parsel olacak şekilde 4 108 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yinelemeli olarak kurulmuştur. Böylece denemde toplam olarak 16 ağaç yer almıştır. Deneme kapsamında yapılan ölçümler şunlardır: ağaçların taç yüksekliği ve genişliği ile gövde çapı; yıllık sürgünlerin ortalama uzunluğu ve çapı ile boğum arası uzunlukları; sürgün ve buket yaprakların alanı, çiçek tomurcuğu yoğunluğu ve dallanma durumu. Deneme sonuçlarına ilişkin istatistiksel değerlendirmeler Costat paket programında % 5 düzeyinde yapılmış ve ortalamalar arasındaki farklar çizelgelerde farklı harflerle belirtilmiştir. BULGULAR VE TARTIŞMA Pro-Ca uygulaması, denemede yer alan kiraz ağaçlarının taç yüksekliği, taç genişliği ve gövde çapı değerleri üzerine önemli bir etkide bulunmamıştır (Çizelge sunulmamıştır). Bu durum deneme ağaçlarında uygulanmış olan çok doruk dallı terbiye sisteminden kaynaklanmış olabilir. Çünkü kirazlarda ağaç boyunun kontrol altına alınması amacıyla uygulanan bu terbiye sisteminde ağaçlarda çok sayıda doruk dal oluşması nedeniyle taç büyümesi genel olarak kısıtlanmıştır. Jacyna ve Lipa (2010) da yaptıkları Pro-Ca uygulamalarının Regina kiraz çeşidinde birinci yıl gövde çap gelişimine etkili olmadığını bildirmişlerdir. Denemede yer alan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında yaz başında (27 Haziran) yapılan sürgün uzunluğu ölçümlerine ilişkin sonuçlar Çizelge 1’de verilmiştir. Bu dönemde tanık ağaçlardaki ortalama sürgün uzunluğu 47.8 cm ile en fazla olmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında ortalama sürgün uzunluklarının 41.1 cm, 250 ppm uygulamasında 33.2 cm ve 500 ppm uygulamasında ise 29.0 cm olduğu belirlenmiştir. Tanık ağaçların ortalama sürgün uzunluğu ile 125 ppm Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün uzunlukları arasında istatistiksel olarak farklılık bulunmamıştır. Buna karşılık 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamaları sonucu daha kısa sürgünler elde edilmiştir. Büyüme mevsimi sonunda (10 Ekim) aynı ağaçlarda yapılan sürgün uzunluğu ölçümlerine ilişkin sonuçlar yine Çizelge 1’de görülebilir. Bu tarihte tanık ağaçların ortalama sürgün boyları 48.8 cm ile yine en uzun olarak bulunmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün uzunluklarının 43.0 cm, 250 ppm uygulamasında 34.0 cm ve 500 ppm uygulamasında ise 29.8 cm olduğu belirlenmiştir. Tanık ağaçların ortalama sürgün uzunluğu ile 125 ppm Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün uzunlukları arasında yine istatistiksel olarak bir farklılık bulunmamıştır. Buna karşılık 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamaları sonucu daha kısa sürgünler elde edilmiştir (Şekil 1). Uygulamaların kendi içinde yaz başında ölçülen sürgün uzunlukları ile yaz sonunda ölçülen sürgün uzunlukları arasında önemli bir farklılık görülmemiştir. Buradan ProCa’nın sürgün büyümesini esas olarak yaz başında duraklattığı anlaşılabilir. Deneme sonuçlarına göre özellikle 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulamalarının 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında sürgün uzunluklarını önemli ölçüde azalttığı belirlenmiştir. ProCa uygulamalarının yüksek iki dozu sürgünlerin yaklaşık % 40 oranında kısalmasına neden olmuştur. Pro-Ca’nın elma ve armutlarda sürgün uzunluğunu başarılı bir şekilde kontrol ettiğine ilişkin çok sayıda çalışma bulunmaktadır (Byers ve Yoder, 1999; Owens ve Stover, 1999; Elfving ve ark., 2002; Theron ve ark., 2002; Costa ve ark, 2002; Elfging ve ark., 2003; Schupp ve ark., 2003; Guak ve ark., 2004; Ağca ve Çağlar, 2009). Buna karşılık Pro-Ca’nın sert çekirdekli meyvelerdeki etkilerine ilişkin az sayıda çalışma vardır. Byers ve Yoder (1999) Pro-Ca’nın Redhaven şeftali çeşidinde sürgün gelişimi üzerine etkili olmadığını bildirmiştir. Elfing ve ark., (2004) kiraz anacına aşılı genç kiraz ağaçlarında (Attika, Bing ve Regina çeşitleri) birinci yılında yıllık Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² 109 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sürgünlerin uzama oranında kısa süreli ve az miktarda kısalma olduğunu bildirmişlerdir. Jacyna ve Lipa (2010) Regina çeşidi kiraz ağaçlarında Pro-Ca uygulamalarının birinci yılsonundaki sürgün uzunluğu üzerine etkili olmadığını, ancak ikinci yıl uyguladıkları yüksek dozun etkili olduğunu saptamışlardır. Yine Elfing ve ark. (2005) Bing çeşidi kiraz ağaçlarında sürgün uzamasında bir süre azalmaya yol açtığını ancak yıl sonundaki toplam sürgün gelişmesini etkilemediğini bildirmişlerdir. Buna karşılık, Guak ve ark., (2005) Lapins çeşidi kirazlarda Pro-Ca dozlarının artışına bağlı olarak sürgün uzunluklarında azalma olduğunu bildirmişler ve 250 ppm dozda yıllık sürgün uzunluğunda % 25 kadar kısalma olduğunu saptamışlardır. 0900 Ziraat çeşidiyle yapılan bu çalışmada Pro-Ca’nın sürgün uzunluğunu önceki çalışmalara göre daha fazla (% 40’a kadar) azalttığı ortaya konmuştur. Araştırma sonuçları arasında görülen farklıklar uygulama yapılan çeşitlerin değişik olmasından, farklı kültürel işlemlerden, değişik ekolojilerden ya da farklı Pro-Ca dozlarından kaynaklanmış olabilir. Çizelge 1. Pro-Ca uygulamalarının kiraz sürgünlerin uzunluklarına olan etkisi Şekil 1. 110 Farklı Pro-Ca dozları uygulanmış olan kiraz ağaçlarının durgun dönemdeki sürgün uzunlukalrının görünümü. Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Deneme ağaçlarında yaz mevsiminde (27 Haziran) yapılan sürgün çapı ölçümlerine ilişkin sonuçlar Çizelge 2’de verilmiştir. Bu tarihte tanık ağaçlardaki ortalama sürgün çapı 5.6 mm ile en fazla olarak bulunmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün çapı 5.2 mm, 250 ppm uygulamasında 4.7 mm ve 500 ppm uygulamasında ise 4.4 mm olarak saptanmıştır. Yaz başında yapılan bu ölçümlerde tanık ağaçların ortalama sürgün çapları ile Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün çapları arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. Sürgün çap değerleri ProCa dozlarındaki artışa bağlı olarak azalmıştır. Bu dönemde 500 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün çap gelişimi en az olmuştur. Büyüme mevsimi sonunda (10 Ekim) aynı ağaçlarda yapılan sürgün çap ölçümlerine ilişkin sonuçlar Çizelge 2’de görülebilir. Bu tarihteki tanık ağaçlardaki ortalama sürgün çapı 5.9 mm ile yine en fazla olarak bulunmuştur. Buna karşılık 125 ppm Pro-Ca uygulamasında sürgün çapı 5.5 mm, 250 ppm uygulamasında 5.0 mm ve 500 ppm uygulamasında ise 4.7 mm olduğu belirlenmiştir. Tanık ağaçların ortalama sürgün çapı ile 125 ppm, 250 ppm ve 500 ppm Pro-Ca uygulanan ağaçlardaki sürgün çapları arasındaki farklılık istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. Bu dönemde de 500 ppm Pro-Ca uygulaması sürgün çap gelişiminin en az olmasına yol açmıştır. Çizelge 2. Pro-Ca uygulamalarının kiraz sürgünlerinin çap gelişmesine olan etkisi. Bu deneme kapsamında Pro-Ca uygulamaları yaz başında ve mevsim sonunda yapılan ölçümlere sürgünlerin boğum uzunluklarında bir miktar kısalmaya yol açmış olmakla beraber bu farklılıklar istatistiksel olarak önemli çıkmamıştır (Çizelge sunulmamıştır). Elma ve armut gibi yumuşak çekirdekli meyvelerde Pro-Ca uygulamalarının boğum aralarının kısalmasına yol açtığı bildirilmiştir (Evans ve ark., 1997; Ovens ve Stover, 1999; Ağca ve Çağlar, 2009). Jacyna ve Lipa (2010) ise Regina kiraz çeşidinde iki yıl üst üste uyguladıkları Pro-Ca’nın ilk yıl boğum arası mesafeleri etkilemediği ancak ikinci yıl uyguladıkları daha yüksek dozların boğum arası uzunluğunu kısalttığını bildirmişlerdir. Jacyna ve ark. (2011) ise Kordia kiraz çeşidinde Pro-Ca uygulamasının boğum uzunluğunu azalttığını bildirmişlerdir. Buna karşılık bizim çalışmamızdaki 0900 Ziraat kiraz çeşidinde Pro-Ca uygulamasının birinci yıl sonunda boğum uzunluklarını etkilemediği belirlenmiştir. Kiraz ağaçlarında mayıs buketlerindeki ve yıllık sürgünlerde 5 Temmuz tarihinde yapılan ölçümlere göre ortalama yaprak alanı değerleri Çizelge 3’de verilmiştir. Mayıs buketlerindeki ortalama yaprak alanı büyüklüğü tanık ağaçlarda 840 mm2 ile en az olurken, 125 ppm’de 929 mm2, 250 ppm’de 1125 mm2 ve 500 ppm’de ise 964 mm2 ile daha fazla bulunmuştur. Ancak tanık ağaçlarla uygulama yapılan ağaçlar arasındaki mayıs buketlerindeki ortalama yaprak büyüklükleri arasında istatistiksel olarak önemli faklılık yoktur. Denemede yer alan ağaçların yıllık sürgünlerdeki yaprak alanı 1528 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² 111 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 mm2 ile 1748 mm2 arasında değişmiş olup, istatistiksel olarak önemli bir farklılık bulunmamıştır. Çizelge 3. Pro-Ca uygulamalarının buket ve sürgün yaprak alanı üzerine etkisi. Denemede yer alan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında yaprak dökümünden sonra çiçek tomurcukları sayılmış ve gövde kesit alanı değerlerine bölünerek çiçek tomurcuğu yoğunluğuna ilişkin değerler elde edilmiştir. Buna göre, çiçek tomurcuğu yoğunluğu tanık ağaçlarda 0.35 adet/cm2 ile en az olurken, 125 ppm Pro-Ca uygulamasında 0.83 adet/cm2, 250 ppm Pro-Ca uygulamasında 1.97 adet/cm2 ve 500 ppm Pro-Ca uygulamasında ise 1.53 adet/cm2 olmuştur (Çizelge 4). Bu araştırma kapsamında kuvvetli gelişen kiraz çöğür anacına aşılı olan 0900 Ziraat çeşidi kiraz ağaçlarında çiçek tomurcuğu yoğunluğu tanık ağaçlarınkine göre yaklaşık 5 kat kadar artmıştır. Bu bulgu kirazda yapılan önceki bir çalışmayla uyumludur. Elfving ve ark., (2003) da kuvvetli anaçlarla kurulan sık dikim kiraz bahçelerinde çiçek tomurcuğu yoğunluğunun Pro-Ca uygulamalarıyla yaklaşık 3 kat arttığını bildirmişlerdir. Bu sonuçlar vegetatif gelişmeyi engelleyen Pro-Ca uygulamasının özellikle kuvvetli gelişen kirazlarda generatif gelişmeyi olumlu etkileyeceğini göstermiştir. Bununla birlikte, pratik açıdan uygulamaya esas olabilecek sonuçlara ulaşabilmek için 0900 Ziraat çeşidinde Pro-Ca uygulamalarının birkaç yıl üst üste denenmesi yararlı olacaktır. Çizelge 4. Pro-Ca uygulamasının 0900 Ziraat çeşidinde çiçek tomurcuğu yoğunluğuna etkisi. Pro-Ca uygulanan ağaçlarda büyüme mevsimi içinde bir yaşlı dallar üzerinde yan sürgünler oluştuğu dikkat çekmiştir. Bunun üzerine deneme ağaçlarında yaprak dökümünden sonra 1-9 puanlaması yapılarak Pro-Ca’nın dallanma üzerine olan etkisi saptanmıştır (Çizelge 5). Tanık ağaçlarda dallanmanın ortalama 2 puan ile en az olduğu, 125 ppm ve 250 ppm Pro-Ca uygulamalarında 8 puan ile daha çok olduğu, özellikle 500 ppm Pro-Ca uygulamasında ise 8.5 puan ile en fazla olduğu belirlenmiştir. Literatürde 112 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Pro-Ca’nın elma ve armutlarda yan dal oluşumunu uyartmasına ilişkin herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak, Jacyna ve ark. (2011) Kordia çeşidi kiraz ağaçlarında Pro-Ca uygulaması sonucu toplam sürgün sayısının arttığını bildirmişlerdir. Bu bulgu bu çalışma kapsamında elde edilen sonuç ile uyumlu gözükmektedir. Bu durum yıllık sürgünlerin kısa kalması sonucunda fotosentez yoluyla üretilen besin maddelerinin bir yaşlı dalların uçlarındaki vegetatif gözleri uyartmasından kaynaklanmış olabilir. Kuvvetli apikal dominansiden dolayı dik büyüyerek yan dal yapma eğilimi az olan kiraz ağaçlarında dallanmanın iyileşmesi Pro-Ca uygulamasının önemli bir başka etkisi olarak dikkate alınabilir. Çizelge 5. Pro-Ca uygulamasının bir yaşlı dallar üzrindeki yan dallanmaya olan etkisi. SONUÇ Bu denemede Pro-Ca uygulamasının kirazda sürgün gelişimini sınırladığı, çiçek tomurcuğu yoğunluğunu arttırdığı ve lateral dallanmayı teşvik ettiği belirlenmiştir. Bununla birlikte pratik açıdan tatminkâr veriler elde etmek için birkaç yıl daha ardışık denemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır. Pro-Ca uygulamalarının meyve iriliği ve meyve kalitesine olan olası etkilerinin de araştırılması gerekmektedir. Ayrıca Pro-Ca’nın farklı anaçlara aşılı değişik kiraz çeşitlerinde de denenmesi yararlı olacaktır. Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² 113 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 KAYNAKLAR Ağca Z. ve Çağlar, S., 2009. Pro-Ca (Prohexadione-Calcium) Uygulamasının Mondial Gala/M.9 Elma Ağaçlarının Gelişimi ve Bazı Meyve Özellikleri Üzerine Etkisi, Tarım Bilimleri Araştırma Dergisi 2 (2):95-100. Anonim, 2004. Pesticides 2004. Department of Food and Agriculture. http://www.pcs.agriculture.gov.ie/Docs/Pesticides%202004%20book.pdf. Erişim Tarihi. 11.11.2013. Anonim, 2006. Prohexadione-Calcium. Regulatory Note REG2006–07. Pest Management Regulatory Agency, Canada. http://www.pmraarla. gc.ca/english/pdf/reg/reg2006–07–3.pdf. Erişim Tarihi. 17.11.2013. Anonim,2014a.http://www.agricentre.basf.ie/agroportal/ie/media/product_files_ie/labels _1/Regalis_IE.pdf Erişim Tarihi. 16.04.2014. Anonim,2014b.http://www.agro.basf.com.au/images/pdf/labels/REGALIS_59683_5870 2_TXT_Label.pdf Erişim Tarihi. 16.04.2014. Anonim, 2014c. http://agproducts.basf.us/products/apogee.html Erişim Tarihi. 16.04.2014. Anonim, 2014d. http://www.al.gov.bc.ca/pesticides/apogee_label.pdf Erişim Tarihi.16.04.2014 Byers, R.E. ve Yoder, K.S. 1999. Prohexadione-Calcium İnhibits Apple, but not Peach, Tree Growth, but has Little İnfluence on Apple Fruit Thinning or Quality.HortScience, 34: 1205–1209. Costa, G., Andreotti, C., Sabatini, E., Bregoli, A.M., Bucchi, F., Spada, G. ve Mazzini, F. 2002. The Effect of Prohexadione-Ca on Vegetative and Cropping Performance and Fire Blight Control of Pear Trees. Acta Horticulturae, 596: 531-534. Davies, T.D.ve Curry, E.A., 1991. Chemical Regulation of Vegetative Growth. Crit. Rev.Plant Sci., 10: 151-188. Elfving, D.C., Sugar, D. ve Faubion, D., 2002. Pear Tree Shoot Growth Patterns in Relation to Chemical Control of Vegetative Growth with Prohexadione-Calcium (Apogee®). Acta Horticulturae, 596: 711–716. Elfving, D. C., Lombardini, L., Mcferson, J. R., Drake, S.R., Faubion, D. F., Auvil, T.D., E.E, G.V. ve Visser, D. B. 2003. Effects of Directed Application of Prohexadione-Calcium to Tops of Mature Pear Trees on Shoot Growth, Light Penetration, Prunnig and Fruit Quality. Journal American Pomological Society, 57(2): 45–57. Elfving, D. C., Mielke, E. A.ve Sugar, D. 2004. Effects of Prohexadione-Calcium on Fruit Size and Return Bloom in Pear. HortScience, 39 (6): 1305–1308. Elfving, D.C., Lang, G.A. ve Visser, D.B. 2005. Effects of Prohexadione-Calcium and Ethephon on Growth and Flowering of 'Bing' Sweet Cherry. Acta Horticulturae, 667: 439–446. Evans, R.R., Evans, R.E. ve Rademacher, W. 1997. Prohexadione-Calcium for Suppression of Vegetative Growth in Eastern Apples. Acta Horticulturae, 451:663–666. 114 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Evans J.R., Evans R.R. Regusci, C.L. ve Rademacher, W., 1999. Mode of Action, Metabolism and Uptake of BAS 125 W, Prohexadione Calcium. Horticult. Sci. 34, 1200-1201. Guak, S., Beulah, M. ve Looney N.E. 2004. Controlling Growth of Super-Spindle ‘Gala’/M9 Apple Trees with Prohexadione-Calcium, NAA and Ethephon. Acta Horticulturae, 653: 139–144. Guak, S., Beulah, M. ve Looney, N.E. 2005. Controlling Growth of Sweet Cherry Trees with Prohexadione-Calcium: Its Effect on Cropping and Fruit Quality ActaHorticulturae , 667: 433-438. Jacyna, T. ve Lipa, T., 2010. Direct And Apparent Residual Effects Of Prohexadione – Calcium Applied To Young Cropping Sweet Cherry Trees. Acta AgrobotanicaVol. 63 (1): 87–92. Jacyna, T., Wojcik, W. ve Lipa, T., 2011. Effects of Different pH Sprays on The Efficiency of Prohexadione-Ca in Sweet Cherry Trees. Folia Hort. 23/1: 43-47. Owens, L.C. ve Stover, E. 1999. Vegatative Growth and Flowering of Young Apple Trees in Response to Prohexadione-Calcium. HortScience, 34: 1194–1196. Rademacher, W. 2004. Prohexadione-Ca Induces Resistance to Fire Blight and Other Diseases. Bulletin OEPP, 34(3): 383–388. Schupp, J.R., Robinson, T.L., Cowgill, W.P. ve Compton, J.M. 2003. Effect of Water Conditioners and Surfactants on Vegetative Growth Control and Fruit Cracking of 'Empire' Apple Caused by Prohexadione-Calcium. HortScience, 38: 1205– 1209. Steffens, G.L. ve S.Y. Wang 1986. Biochemical and Physiological Alterations in Apple Trees Caused by a Gibberellin Biosynthesis İnhibitor, Paclobutrazol. Acta Hort.179: 433-442. Theron, K.I., Le Grange, M., Smit, M., Reynolds, S. ve Jacobs, G. 2002. Controlling Vigour and Colour Development in The Bi-Coloured Pear Cultivar Rosemarie.Acta Horticulturae, 596: 753–756. Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² 115 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 116 Pro-Ca (Prohexadione Calcium) Uygulamasının Genç Kiraz Ağaçlarının Vegetatif Ve Generatif Gelişmesi Üzerine Etkisi Mesut Ada¹, Semih Çağlar² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Unıversıty, Institute of Science, Department of Bioengineering Sciences, KAHRAMANMARAŞ, alptekin69@ksu.edu.tr ÖZET Bu çalışma, 2012-2013 yılı üretim sezonunda Osmaniye merkez ve ilçelerine bağlı köylere ait tarlalarda üretilip Osmaniye yerfıstığı toptancılar sitesine satılmak üzere getirilen 14 adet kabuklu ve 29 adet kabuğu alınmış yer fıstığı dane yüzeyindeki fungal cinslerinin ve aflatoksin miktarlarının saptanması amacıyla yapılmıştır. Çalışmada 14 adet kabuklu yerfıstığı örneklerinin dane yüzeyinde Fusarium cinsi funguslara sıklıkla rastlanmıştır. Buna ilaveten daha az sıklıkla Penicillium ve Aspergillus cinlerine rastlanmıştır. Ayrıca 29 adet kabuksuz yerfıstığı örneklerinin dane yüzeyinde ise Fusarium cinsi funguslara sıklıkla rastlanmıştır. Buna ilaveten daha az sıklıkla Penicillium ve Aspergillus cinlerine rastlanmıştır, HPLC analizi sonucunda 14 adet kabukluyer fıstığı numunelerinin AFB1 değeri 5 ppb’den düşük bulunmuştur. Toplam aflatoksin (AFB1+AFB2+AFG1+AFG2) değeri ise tüm örneklerde 10 ppb’den düşük bulunmuştur. İlaveten 29 adet kabuksuzyer fıstığı numunelerinin AFB1 değeri 5 ppb’den düşük bulunmuştur. Toplam aflatoksin (AFB1+AFB2+AFG1+AFG2) değeri ise 10ppb’den düşük bulunmuştur. Anhtar Kelime: Yerfıstığı, Aflatoksin, Aspergilluis, Fusarium, Pencillium, HPLC Distribution of Aflatoxin in Peanuts (Arachishypogaea L.) in East Mediterranean Region of Turkey Abstract This study was carried out in order to detect fungal genera from shelled and unshelled peanut on seed surface and to determine aflatoxin levels in peanut crops after harvest in Osmaniye in 2012-2013. In this study, total of 14 shelled peanut samples were tested to detect of fungal genera on seed surface. As a result of this study, fungi belonging to genus Fusarium sp. were the most frequently observed fungal genera. Fungi belong to Aspergilluis and Pencillium genera were less frequently observed then Fusarium sp. Twenty nine unshelled peanut samples were tested to detect fungal genera on seed surface. As a result of this study, fungi belonging to genusFusarium sp. were the most frequently observed genera. Fungi belong to Aspergilluis and Pencillium genera were less frequently observed then Fusarium spp. Aflatoxin levels of 14 shelled peanut samples tested by HPLC were less than 5 ppb limit and total aflatoxin level were also less than 10 ppb limit set by (European Commission Directive 2003). Twenty nine unshelled peanut samples were also tested for aflatoxin by HPLC , All the samples tested had aflatoxin B1 content less than 5 ppb limit and had total aflatoxin content less than 10 ppb limit. Keyword: Peanut.Aflatoxin, Aspergilluis,Fusarium,Pencillium, HPLC. Giriş Yer fıstığı (Arachis hypogaea L.), otsu bir bitkidir. Ülkemizde üretimi yapılan çeşitler Virginia grubunda olup, yatık ve yarı yatık olarak gelişmektedir. Bunlar Çom ve NC-7 çeşitleridir. NC-7 çeşidi Çom çeşidine göre daha erkenci olduğundan ikinci ürün ekimlerinde NC-7 çeşidi tercih edilmektedir. Yerfıstığı dünyada yemeklik yağ ve protein kaynağı olarak üretilir (FAO, 2002). Aflatoksin en iyi bilinen mikotoksin olup esas olarak funguslar tarafından tarla bitkilerinde oluşturulmaktadırlar ve Aflatoksin bulaşıklığı dünya genelinde en önemli kalite problemlerinin başında gelmektedir (CAST, 2003). Aflatoksin toksik bir metabolit olup Aspergillus flavus ve Aspergillus parasiticus fungusları tarafından oluşturulmaktadır (Aycicek et al. 2005, Paterson, 2007, Paterson & Lima, 2010). Hasat öncesi bulaşıklık yer fıstığı endüstrisinde en önemli problemdir (Kennan and Savage 1994). Toprakta ve bitki artıklarında mevcut olan depolanan dane ve gıdaların çürümesine sebep olur. Yüksek nem ve sıcaklık hasat öncesi ve sonrası Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 117 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 dönemlerde aflatoksin bulaşıklığına sebep olan iki önemli faktördür (Aycicek et al. 2005). Aflatoksin hem akut hemde kronik olarak toksiktir. Aflatoksin B1 bilinen en önemli karaciğer karsinojenidir and böylece besin yoluyla aflatoksinin düşük dozlarına kronik olarak uzun sureli maruz kalma insan sağlığı açısından dikkate alınması gereken önemli bir risktir. Tanımlanmış iki form vardır: İlki direct karaciğer tahribatı ve ölüme sebep olan akut şidetli zehirlenme, ikincisi ise kronik symptom göstermeyen bulaşıklıktır. Aflatoksinin maruz kalma süresine ve miktarına bağlı olarak hepatotoksik, teratogenic, mutajenik, genotoksik, ve hepatokarsinogenic olduğu bir çok araştırıcı tarafından kanıtlanmıştır (Hendrickse, 1997; Peraica et al., 1999; Fung and Clark, 2004). Bu çalışmanın amacı hasat edilmiş kabuklu ve kabuğu alınmış yerfıstığı dane yüzeyindeki fungusları cins düzeyinde tespit etmektir. İkinci amacımız ise kabuklu ve kabuksuz yer fıstğı danelerinde aflatoksin bulaşıklığını tespit etmek idi. Materyal Ve Yöntem Materyal Bu çalışmanın materyalini 2012-2013 yılında Osmaniye ve çevre ilçe ve köylerde yetiştilerek satılmak üzere Osmaniye Yerfıstığı Toptancılar Sitesine getilen kabuklu ve kabuğu alınmış yer fıstığı yığınları oluşturmaktadır. Yöntem Yerfıstığı örnekleri 2012-2013 yılları arasında hasat edilip satılmak üzere Osmaniye YerFıstığı Toptancılar Sitesine getirilen depodaki yığınlardan 170 cm uzunluğundave 2.5 cm genişliğinde bir probe yardımıyla 6 farklı yerdenalınmıştır. Alınan örnekler plastik bir kab içerisine konulmuş ve iyice karıştırılmıştır. Yerfıstığı örneklerinden 500 g alt örnek alınmışve etiketlenmiş kese kağıdına konulmuştur. Toplam 29 kabuklu ve 14 kabuksuz yerfıstığı analiz edilmek üzere laboratuvara getirilmiştir. Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti Analiz için laboratuvara getirilen her bir 29 adet 500 g kabuksuz yer fıstığı örneğinden 10 gram alt örnek alınmıştır. Danelerin yüzeyindeki fungus sporlarının süspansiyon oluşturması için alt örnekler 90 mL fizyolojik tuzlu su (Protein 1g, NaCl 8.5g, saf su 1L) içeren 250 mL’lik erlenlere konulmuş ve çalkalanmıştır. Bir mili litre spor suspensiyonu bir pipettle çekilmişve bir tüb içerisindeki 9 ml FTS süspansiyonu ile karıştırılmıştır (Gürgün ve Halkman, 1990). Spor süspansiyonu seyrelmek için 106 spor konsantrasyonu elde edene kadar seri sulandırma yapılmıştır. Son tüpte 106 spor süspansiyonundan 1 mL pipetle alınarak katı PDA ortamına ekim yapılmıştır. Cam petride PDA ortamı üzerine ekim yapılan spor süspansiyonu 25°C de 7-10 gün gelişmeye bırakılmış ve gelişen koloniler sayılmıştır (Temiz, 1996). PDA üzerinde gelişen koloni sayımı ve fungusların tanımlanması Samson ve Hoekstra (1988)’ya göre yapılmıştır. Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti Her bir kabuklu yer fıstığı (500 g) örneğinden on gram alt örnek alınmıştır. Yukarıdaki işlemler aynen tekrarlanmıştır. 118 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kabuksuz yerfıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini Aflatoksin miktarı üç aşamada belirlenmiştir 1. Ekstraksiyon işlemi 2. Immunoaffinity colon (IAC) ile saflaştırma işlemi 3. HPLC (High Performance liquid chromatography system) ayrıştırma ve miktarının tayini Saflaştırma işlemi Her bir yerfıstığı örneğinden 25 gram alt örnek alınmış ve blendere konulmuş, üzerine 5 gr NaCI ve 125 ml ekstraksiyon solventi (% 70 methanol, % 30 su) eklenmiştir. Blender maksimum hızda 2 dakika çalıştırılmıştır. Ekstraksiyon solventi bir koni içerisine yerleştirilmiş çift kat filtre kağıdı ile süzülmüştür. Filtre edilmiş karışımdan 15 mL pipetle çekilerek 150 mL’likerlene aktarılmış ve üzerine 30 mL saf su eklenmiştir. Karışım 5 sn vortex ile karıştırıldıktan sonara 15mL pipetle çekilerek ucu 20 cc lik şırıngaya bağlı IAC colom içine aktarılmıştır. İmmunoaffinity colon (IAC) ile saflaştırma Filtrat Alfatest P columundan 1-2 damla/saniye hızında geçirilmiştir. Bir mili litre saf su 2 damla/saniye sabit hızda kolondan geçirilerilmiştir. Daha sonra kolonun üzerine 1 ml methanol eklenmişve kolondan damlayan sıvı bir test tüpü içerisinde toplanmıştır. HPLC (High Performance liquid chromatography system) ile ayrıştırma ve miktarın tayini IAC ile saflastırılmış solvent cam tüpe konulmuş HPLC’de aflatoksin miktar tayini yapılmıştır. Kabuklu yerfıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini Kabuklu yer fıstıklarında aflatoksin bulaşıklığını belirlemek amacıyla yer fıstıklarının kabuğu alındıktan sonra yukarıdaki aynı işlemler tekrar edilmiştir. Bulgular ve Tartışma Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti Bu çalışmada, Osmaniye ve çevre ilçe ve köylerde hasat edilerek satılmak üzere Osmaniye Yer fıstığı Toptancılar Sitesine getirilen 43 kabuksuz yer fıstığı örneği daneleri üzerindeki küf florası belirlenmiştir. En fazla fungal koloni sayısı örnek 8, 11 and 17’de rastlanmıştır. Koloni oluşturan birim değerleri sırasıyla 1,1x108, 5 x107 , 1,28x106 olarak belirlenmiştir. En az koloni sayısına ise örnek 4, 20 and 25’de rastlanmıştır. Kabuksuz yerfıstığı örneklerinden izole edilen fungal cinslerin frekansına bakıldığında; Fusarium spp. 1×106 kat sulandırma değerinde en fazla sıklıkla rastlanan fungal cins iken Rhizopus cinsi en az sıklıklta gözlenen fungal cins olmuştur. Penicillium ve Aspergillus cinslerinin gözlenme sıklığı Fusarium cinsinden daha az olmuştur. Rhizopus cinsine yalnızca 13. örnekte rastlanmıştır. Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 119 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Canlı koloni oluşturan birim sayları 0 ile 1.1×108 değerleri arasında değişkenlik göstermiştir. Tüm örneklerin ortalama canlı koloni oluşturan birim sayıları 31.96’dır. En fazla sıklıkla gözlenen fungal cinsler sırasıyla % 92.28 kob ile Pencillium, % 4.8 kob ile Aspergillus spp., % 2.14 ile Fusarium spp. ve % 0.75 kob ile Rhizopus spp. olmuştur. Bu çalışmada yerfıstığı dane yüzeyinde Fusarium spp. % 92.28 ile en sıklıkla gözlenen cins (Şekil 1) olmasına rağmen Surekha and Kalyani (2011) yaptıkları bir çalışmada sıcaklık ve nemin yüksek olduğu tropic ve suptropik bölgede Aspergillus spp. cinsiningözlenme sıklığının % 50 olduğunu bildirmişlerdir. Ayrıca Fusarium ve Pencillium cinslerinin Aspergillus spp.’den daha az sıklıla gözlendiğini bildirmişlerdir. Bu çalışmada Fusarium spp. en sıklıkla gözlenmsi yerfıstığının Fusarium mikotoksinleri ile daha sıklıkla bulaşabileceğini göstermektedir. Şekil 1. Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin yüzde oranları. Şekil 2. Kabuksuz yerfıstığı dane yüzeyindenki funguusların koloni oluşturan birim sayıları 120 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 2’de görüldüğü gibi, 106 kat sulandırılmış yer fıstığı örneklerinden en fazla koloni sayısı 8, 17 ve 29. örneklerde elde edilirken en az koloni sayısı 25. örnekte elde edilmiştir. Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin tespiti Bu çalışmada hasat sonrası toplam 43 kabuklu yer fıstığının kabuğu alındıktan sonara dane yüzeyindeki fungal flora belirlenmiştir. Analiz sonucu elde edilen veriler Tablo 6’de verilmiştir.. Gram örnek başına düşen en fazla küf florası 1, 3 ve 9 numaralı örneklerde rastlanmıştır. Koloni oluşturan birim değerleri sırasıyla 2x106, 7 x 106 , 3.5x106olmuştur. En düşük koloni oluşturan birim değeri 0.5x106 örnek 8. ve 11’de elde edilmiştir. 1x106 sulandırma değerinde, en sık gözlenen fungus cinsi %71,42 ile Fusarium olurken en az gözlenen fungus cinsi % 1.42 ile Rhizopus ve Penicillium cinsi olmuştur. Aspergillus cinsinin gözlenme sıklığı ise % 25.71 olmuştur ve en fazla 3. örnekte rastlanmıştır. Fusarium cinsine ise en fazla 7. ve 10. örneklerde rastlanmıştır. Rhizopus cinsi yalnızca 14. örnekte gözlenmiş ve Penicillium cinsine ise 11. örnekte rastlanmıştır. En fazla sıklıkta gözlenen fungal cinsler sırası ile Fusarium spp. % 71.42, Aspergillus spp. %25.71, Penicillium spp. %1.42, Rhizopus % 1.42 olmuştur. Bu çalışma sonucunda % 71.42 ile Fusarium spp. en sık gözlenen cins iken Amar ve ark., (2013) yaptıkları çalışmada % 68.0 ile Aspergillus spp.’nin en sık gözlenen fungal cins olduğunu bildirmişlerdir. Şekil 3’de de görüldüğü gibi yerfıstığı danelerinde Fusarium ve Aspergillus cinslerine daha sıklıkta rastlanılması, bu ürünün bu fungusların oluşturduğu Aflatoksin, Fumonisin ve Deoksinivenol gibi mikotoksin bulaşıklığı riskine daha açık olduğunu göstermektedir. Şekil 3. Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyinde fungal cinslerin yüzde oranları Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 121 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 4. Kabuklu yerfıstığı dane yüzeyindenki funguusların koloni oluşturan birim sayıları Şekil 4, 1x106 kat sulandırılmış yerfstığı örneklerinin canlı koloni oluşturan birim sayılarını göstermektedir. En fazla koloni sayısı 3, 7 ve 10. örneklerde gözlenirkenen düşük koloni sayıları 4.ve 8.örneklerde gözlenmiştir. Fusarium ve Aspergillus cinslerine 3. Örnekte rastlanrken Fusarium cinsine 7. ve 10. örneklerde rastlanmıştır. Dört ve sekiz nolu örneklerde hiç bir küf kolonisine rastlanmamıştır. Kabuksuz yer fıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini Bu çalışmada, 29 kabuksuz yer fıstığı örneği HPLC ile aflatoksin içeriğini saptamak amacıyla analiz edilmiştir. Yerfıstığı örneğinin 29’unun tamamı aflatoksin B1 bakımından limit değerlerin altında bulunmuştur. Tablo 1’de görüldüğü gibi kabuksuz yer fıstığı örneklerinde Aflatoxin B1 konsantrasyonu 0.000-0.099 ppb, ve toplam aflatoxin (B1, B2, G1 ve G2) değeri ise 0,000-0,192 ppb değerleri arasında değişmiştir. 122 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 1. Kabuksuz yerfıstığı örneklerinin Aflatoksin B1 ve toplam aflatoksins miktarları AFLATOKSIN (ppb) Örnek Numarası B1 TOPLAM(B1+B2+G1+G2) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 0.022 0.099 0.059 0.021 0.097 0.059 0.003 0.019 0.009 0.008 0.026 0.003 0.011 0.025 0.038 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.000 0.063 0.200 0.096 0.06 0.192 0.096 0.006 0.041 0.013 0.01 0.048 0.012 0.084 0.034 0.043 0.035 0.023 0.048 0.038 0.036 0.012 0.011 0.014 0.006 0.000 0.000 0.019 0.001 0.000 Kabuksuz yer fıstığı örneklerin aflatoksin içerikleri tablo 1’de verilmektedir. Tablo 1 ‘de görüldüğü gibien yüksek AFB1 ve Toplam Aflatoksin değeri 2. örnekte rastlanmasına rağmen 5 ppb’den düşük olduğu için yer fıstığı örneklerinin hiç biri insan sağlığı açısından bir risk taşımamaktadır. Kabuksuz yer fıstığı örneklerinden elde edilen verilere ait tablo ve şekiller analiz edildiğinde en fazla koloni oluşturan birimin 8. , 17. ve 22. Örneklerde gözlendiği ancak en yüksek aflatoksin miktarının 2. örnekte rastlandığı görülmüştür. 17. Yerfıstığı örneğinde en fazla koloni oluşturan birim sayısı elde edilmesine ragmen bu örneğin aflatoksin içeriği maksimum tolere edilebilir sınırın altında olmuştur. Örneklerin koloni oluşturan birim sayıları ile aflatoksin içerikleri arasında bu çalışmada herhangi bir ilişki bulunmamıştır. Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 123 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kabuklu yer fıstığı danelerinde aflatoksin miktarının tayini Bu çalışmada, toplam 14 kabuklu yer fıstığı örneği HPLC ile aflatoksin bulaşıklığı açısında analiz edilmiştir. Örneklerin tamamı aflatoksin bulaşıklığı bakımından negative bulunmuştur, Böylece osmaniye ve çevresinde üretilip, işlenerek pazara sunulan yer fıstıkları insane ve hayvan sağlığı açısından bir risk taşımamaktadır. Tablo 2’de görüldüğü gibi örneklerin Aflatoksin B1 içerikleri 0.000-0.006 ppb arasında ve toplam aflatoksin (B1, B2, G1 ve G2) içerikleri ise 0,000-0,04 ppb arasında değişiklik göstermiştir. Tablo 2. Kabuksuz yer fıstığı örneklerinin Aflatoksin B1 ve toplam aflatoksin içerikleri (ppb) Örnek no Aflatoksin B1 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 0.005 0.000 0.000 0.000 0.000 0.002 0.000 0.004 0.000 0.000 0.000 0.000 0.001 0.006 Toplam Aflatoksin (B1+B2+G1+G2) 0.073 0.045 0.051 0.025 0.033 0.039 0.042 0.04 0.008 0.006 0 0.006 0.052 0.006 Bu çalışmada örneklerin tamamının Aflatoksin B1 ve Toplam Aflatoksin içerikleri insan sağlığı açısından risk oluşturmayan sırasıyla 5 ppb ve 10 ppb sınır değerinin altında olduğundan negatif olarak bulunmuştur. Ancak başka araştırıcılar (Carlos et al 2013) ise kendi örneklerinde pozitif aflatoksin değerlerine rastlamışlardır. Kabuklu ve kabuksuz yer fıstığı örneklerinin aflatoksin içeriklerinin belirlendiği bu çalışmada 29 kabuksuz ve 14 kabuklu yerfıstığı örneğinin tamamı alfatoksin B1içeriği yönünden 5 ppb sınırının altında olmuştur. Toplam aflatoksin içeriği bakımından 29 kabuksuz ve 14 kabuklu olmak üzere toplam 43 yer fıstığı örneğinin hiç biri 10 ppb sınır değerini aşmamıştır (Tablo 1 ve Tablo 2). Sonuç Bu çalışmada, Osmaniye ilinden elde edilen kabuklu ve kabuksuz yerfıstığı örneklerinin tamaı Aflatoksin B1 ve Toplam Aflatoksin değeri bakımından insan sağı açısından risk taşıyan değerlerin altında yani negatif bulunmuştur. Böylece osmaniye ilimizden iç 124 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 pazara gönderilen veya ihraç edilen işlenmiş yer fıstıklarının insan tüketimi bakımından aflatoksin içeriği yönünden hiç bir risk taşımadığı görülmüştür. Kabuklu ve kabuksuz yerfıstığı örneklerinin her ikisi için Aspergilius cinsi de dominant fungus olarak bulunmuş, Fusarium cinsi ise esas olarak dane yüzeyinde daha baskın cins olarak gözlenmiştir. Böylece hasat edilen yer fıstıkları hemen kurutulup serin bir yerde depolanmadığı takdirde insan ve hayvan sağlığı açısından risk taşıyabilir. Kaynaklar Amar, R., Amina, M. 2013. Investigations on aflatoxigenic fungi and aflatoxins contamination in some nuts sampled in Algeria, African Journal of Microbiology Research. Vol. 7(42), pp. 4974-4980. Aycicek , H., Abdurahman, A., Saygi, S. 2005. Determination of aflatoxin levels in some dairy and food products which consumed in Ankara, Turkey. Food Control, Oxford, v. 16, p. 263-266. Carlos, A. F., Oliveira Natália, B., Gonçalves Roice, E., Andrezza, M..2013. Determination of Aflatoxins in Peanut Products in the Northeast Region of São Paulo, Brazil, Int. J. Mol. Sci. 2009, 10, 174-183; doi:10.3390/ijms10010174. Cast 2003. Mycotoxins: Risks in Plant, Animal and Human Systems. Task Force Report N°139, Ames, Iowa, USA. Fao (Food And Agriculture Organization).1997. “Worldwide Regulations for Mycotoxins 1995: A compendium. FAO Food and Nutrition Paper”. No. 64. Rome, Italy. Fung, F., Clark, R.F. 2004. Health effects of mycotoxins: a a toxic logical overview. Journal Toxicol Clin Toxicol 42:217–234. Gürgün, V., Halkman, A. K. 1990. Counting Methods Microbiology, Food Technology Association Publication No: 7, II. Printing and Graphics, p.19, 20. Hendricks, D., Patel, J., Zeckhauser, R. 1993. Hot hands in mutual funds: Short-run persistence of relative performance, 1974–1988, The Journal of Finance 48(1), 93–130. Keenan , J.I., Savage, G.P., 1994. The composition and nutritive value of groundnut kernels. Pages 173–213 in The groundnut crop: A scientific basis for improvement (Smartt J, ed.). London, UK: Chapman and Hall.31.85-90. Paterson, R.R.M. , Lima, N. 2010. Climate change affect mycotoxins in food Food Res., 43: 1902–1914. Paterson, R.R.M., 2007. Aflatoxins contamination in chili samples from Pakistan. Food Cont., 18: 817–820 Peraica, M., Radic, B., Lucic, A., Pavlovic, M. 1999. Toxic effects of mycotoxins in Humans. Bulletin of the World Health Organization. 77: 754-766. Samson, R. A., Reenen-Hoekstra, E. S. 1988. Introduction to Food-Borne Fungi. Centraalbureau voor Schimmelcultures. Institute of the Royal Netherlands Academy of Arts and Sciences, s.299. Temiz, A. 1996. General Microbiology Application Techniques II. Print, Hatiboğlu Publishing, London, pp. 208, 274. Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² 125 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 126 Aflatoksinin Yer Fıstığında (Arachis hypogaea L.) Doğu Akdeniz Bölgesi Türkiye’de Dağılımı Yaşar ALPTEKİN¹ Ahmad A. ABDULHAMEED² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Tekirdağ, a.gurel2@gmail.com ÖZET Bu bildiri ile Türkiye’nin gelişmiş bölgelerinden Marmara Bölgesinde mantar üretimi yapan işletmelerin demografik, iletişim ve işletme özellikleri irdelenmektedir. Bu bağlamda iz sürme yöntemiyle belirlenen 57 üreticiye anket uygulanmıştır. Elde edilen bulgulara göre; Mantar üreticilerinin % 66,5’inin verimlilik çağında olduğu, işletmelerin yarıdan fazlasının (% 66,7’si) 500 m2 ve daha küçük işletmeler olduğu, işletmeler küçüldükçe çiftçilerin eğitim düzeyleri ve mantar üretim deneyimlerinin azaldığı, kurum ve kuruluşlarla iletişimin zayıf, olduğu saptanmıştır. Ayrıca üreticilerin çiftçi toplantılarına, demonstrasyonlara, tarla günlerine vb. katılımının zayıf olduğu, görsel ve basılı yayınlardan yeterince yararlanmadığı, mantar üreticilerinin örgütlenmediği, mantar yetiştiriciliğinin karlı olduğu, ancak pazarlama sorunun yanı sıra, taze tüketim dışında konserve, kurutma vb. şekilde değerlendirme ve pazarlama yapılmadığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Marmara Bölgesi, Mantar Üretimi, Kırsal Kalkınma, Alternatif Ürün Alternative Products in Agricultural Production: Mushroom Growing in the Marmara Region of the Terms and Facilities ABSTRACT This paper developed areas in the Marmara Region of Turkey with mushrooms demographics of businesses engaged in the production, communication and business features are discussed. In this context, determined by tracing method was applied to 57 manufacturers. According to the results obtained; Mushroom producers 66.5% of the efficiency of the era is in the business of more than half (66.7%) of 500 m2 and smaller businesses, which is shown smaller farmers' education levels and mushroom production experience will subside, institutions and organizations to communicate with the poor, was found to be . In addition to the meetings of producers farmers, to demonstrations, field days and so on. participation is weak, visual and print publications that benefit enough, that the organization of mushroom producers, mushroom cultivation is profitable, but in addition to marketing problems, other than fresh consumption, canning, drying and so on. has been found to make the evaluation and marketing. Keywords: Marmara Region, Mushroom Production, Rural Development, Alternative Products. 1.GİRİŞ Mantar üretiminde az alandan çok verim, yani birim alanından yüksek verim alınabilmekte, fazla iş gücü gerekmediği gibi, kırsal kadının da raha yapabileceği bir üretimdir. Bu bakımdan kırsal kadın, kırsal kalkınma açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda son yıllarda dünyada ve ülkemizde gerek tarımsal üretimde ve gerekse tarıma dayalı sanayide alternatif tarım ürünleri arayışı her geçen gün hız kazanmaktadır. Bu bağlamda birim alandan daha fazla ürün ve gelir yanı sıra, sanayileşmeden dolayı boşa çıkan ve göç etmek zorunda kalan çiftçilere bulundukları yerde iş ve aş olanaklarının yaratıl için birçok politik düşüceler, uygulanan ve geliştirilen projeler hedeflenmektedir. Dünyada kültür mantarı üretiminin 1650 yılında Fransa’da başlamıştır. Bu ülkeyi takiben ABD, İngiltere, Macaristan, Danimarka ve Almanya gibi ülkeler de mantar üretici ülkeler arasında yer almıştır. Eren ve ark. (2013) doğal koşullarında mantar üretimde risk oranının yüksek olmasının kültür mantarı üretiminin gelişimini tetiklediğini bildirmektedirler. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre Dünya toplam kültür mantarı üretimi 3,5 milyon ton olup, bunun %33’ü Avrupa Birliği üyesi ülkeler tarafından, yüzde 51' i Asya ülkelerinde, yüzde 10'u ABD’de, geri kalanı diğer Dünya ülkelerde üretilmektedir. Mutlak değer olarak ise Çin, yaklaşık 1.6 milyon ton, Avrupa Birliği 1,1 milyon ton üretime sahiptir. Hollanda ise tek başına Avrupa Birliği kültür mantarı toplam üretiminin 1/4’ünü üretmektedir. Hollanda’yı Polonya, Fransa, İspanya ve İtalya Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL 127 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 takip etmektedir. Hollanda Avrupa’daki en büyük üretici olması yanında en önemli ihracatçı ülke durumundadır ve üretiminin %90’nını ihraç etmektedir. Kültür mantarı üretimi ülkemiz tarımı içinde yaklaşık 45 yıllık geçmişi olan ancak hızlı değişim ve gelişme gösteren bir üretim kolu olduğunu ve Özçatalbaş’a (2004) atfen Eren ve ark. (2013) 1973 yılında yıllık mantar üretimi 80 ton iken, 1983’te 1400, 1987’de 2560, 1991’de 3052, 1995’de 7728, 1999’da 12658, günümüzde ise 2000040000 ton arasında seyretmekte olduğu bildirilmektedir. Bu rakamlar dünyadaki gelişmelerle kıyaslandığında, mantar üretimi hızlı bir gelişme göstermesine karşın istenilen düzeye ulaşamadığı, ülkemizde kültür mantarı tüketimi ise maalesef yeterli düzeyde olmayıp, kişi başına ancak yıllık 400-600 gr. olmakta, buna karşın gelişmiş ülkelerde kişi başına 2.5-3.0 kg’a kadar çıkmakta olduğu bildirilmektedir. Günümüzde, özellikle gelişmiş ülkelerde mantar yetiştiriciliği tam anlamıyla bir sanayi kolu halini almıştır. Mantar üretimiyle ilgili pek çok işlemin mekanize edildiği büyük ve modern işletmelerde bilgisayarlı otomatik kontrol sistemi ile modern üretimler yapılmaktadır. Ülkemizde de bazı özel mantar işletmelerinin bu çağdaş yeniliklerden yararlanarak modern üretimler yapmaları beklenmektedir. Şekil 1’de Japonya ve Türkiye’de olmak üzere iki mantar işletmesi görülmektedir. Bu İki işletme karşılaştırıldığında, mantar işletmelerimizin modernleşmesinde ne denli geride kaldığımız görülmektedir (Şekil 1). Türkiye Japonya Şekil 1. Japonya ve Türkiye’de Mantar Üretimi Bu bildiri ile 2014 yılında NKÜBAP tarafından desteklenen “Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi” isimli proje kapsamında elde edilen bulgulardan mantar üretimi yapan işletmelerin demografik, iletişim ve işletme özellikleri özetlenerek değerlendirilmektedir. 2. BULGULAR ve TARTIŞMA 2.1 Üretici Özellikleri 2.1.1 Yaş 128 Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Kırsal kesimde yeniliklerin benimsenmesinde etkili olan etmenlerden biri de çiftçinin yaşıdır. Bu bağlamda (Planck 1972) verimlilik çağı açısından üreticilerin yaşı önemli bir faktördür, ifade etmektedir. Çünkü genel olarak genç çiftçiler tecrübe yetersizliği ve yaşlı çiftçiler ise ilgisizlik nedeniyle kırsal kesimde veril olamamaktadırlar. Buna karşın orta yaş grubundakiler daha dinamik ve verimli olmaktadırlar. Ayrıca Ege Bölgeinde kaliteli sofralık üzüm, kuru incir ve sera domatesi üzerine yapılan bir araştırmada (Oktay ve Özkaya 1994) üretici yaşı ve deneyimi ile ilaç kalıntısı lekesi arasında yapılan One Way analizinde; en iyi sonucu orta yaştaki deneyimli üreticilerin elde ettiği saptanmıştır. İçel ilinde yapılan bir diğer araştırmada (Taluğ 1982). üreticilerin yaşlarıyla MEYSEB’in önerdiği tarım tekniklerini benimsemeleri arasında anlamlı bir ilişkinin olabilecegi belirlenmiştir. Ankara polatlı ilçesinde yapılan bir araştırmada (Taluğ 1974) yaş ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal ilaçlarla yabancı ot mücadelesini benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir bağıntı olmadığı ve aynı şekilde Konya-Ereğli ilçesinde yapılan bir diğer araştırmada da (Tatlıdil 1978) yaş ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatistiksel olarak bir bağıntının olmadığını saptanmıştır. Şekil 2’de görüleceği gibi, anket uygulanan (57 denek) mantar üreticilerinin yaşı irdelendiğinde 38-60 yaş grubu % 66,5 oran ile ilk sırada yer alırken, bunu % 20,6 ile 61 ve daha yaşlı yaş gurubu izlemektedir. 37 ve daha genç yaş grubu ise % 12,9’dur. Araştırmada en küçük yaş 19, en büyük yaş 77 ve ortalama yaş ise 42,2 olarak hesaplanmıştır. 80 66,5 60 40 20 20,6 12,9 0 – 37 Şekil 2. 38 – 60 61 + Yaş Aralığı (%) Bu sonuca göre verimlilik çağındaki üretici oranı % 66,5’dır. Bu da gerek mantar üretimi ve gerekse kırsal kalkınma yatırımları ve aynı zamanda tarımsal yayım yaklaşımları açısından önemli pozitif bir durumdur. 2.1.2 Eğitim Gerek kırsal kalkınma açısından ve gerekse tarımda teknolojik yeniliklerin erken benimsenmesinde eğitim seviyesi önemli etmenlerden biridir. Nitekim tarımsal yeniliklerin kabulü ve yayılması konusunda yapılan 275 deneysel araştırmanın % 74’ün de eğitim düzeyi ile benimseme davranışı arasında anlamlı bir bağıntının olduğu saptanmıştır (Rogers and Shoemaker 1971). Ankara Polatlı’da yapılan bir diğer araştırmada da (Taluğ 1974) eğitim düzeyi ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal ilaçlarla yabancı ot mücadelesini benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir bağıntı olduğu saptanmıştır. Konya-Ereğli ilçesinde yapılan araştırmada üreticilerin eğitim düzeyi ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir bağıntının olduğu (Tatlıdil 1978), Ancak İçel ilinde yapılan bir diğer araştırmada (Taluğ Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL 129 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 1982) üreticilerin eğitim düzeyi ile MEYSEB’in önerdiği tarım tekniklerini benimsemeleri arasında anlamlı bir ilişkinin olmadığı saptanmıştır. Ege Bölgeinde kaliteli sofralık üzüm, kuru incir ve sera domatesi üzerine yapılan bir araştırmada (Oktay ve Özkaya 1994) ortalama eğitim düzeyinde olan üreticilerin hasattan kaynaklanan ve hasat sonrası sorunlarının en az olduğu saptanmıştır. Tekirdağ İli Malkara İlçesi ayçiçeği üreticileri üzerine yapılan bir diğer araştırmada (Gürel 1998) eğitim düzeyi yükseldikçe yeniliği ilk kabul edenlerin sayısında artış olduğunu saptanmıştır. Şekil 3’de anket uygulanan 57 üreticiden elde edile sonucuna göre mantar üreticilerin % 40,9’ü ilkokul, % 33,2’si ortaokul, % 16,9’u lise ve % 9,0’u yüksek okul mezunudur. Bu bulguya göre üreticilerin yaklaşık ¾’ü, yani % 74,1’i ilk ve ortaokul mezunu iken, % 25,9’u lise ve yüksekokul mezunudur. 50 40,9 40 33,2 30 16,9 20 9 10 0 İlkokul Ortaokul Şekil 3. Lise Yüksek Okul Eğitim Durumu (%) Bu özellik gerek mantar üretimi, gerek kırsal kalkınma yatırımları ve gerekse tarımsal yayım yaklaşımları açısından oldukça önemli pozitif bir durumdur. 2.2 İletişim Özellikleri Tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve benimsetilmesi için çiftçilerin yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar olması, yani bilgi akışının düzenli olması gereklidir (Albrecht 1970). Bilgi akışının işlememesi durumunda bir yeniliğin şeklen düzenli uygulanması mümkün değildir (Diederich 1975). Çiftçiler haberleşmeyi genel olarak köye gelen kişilerden, kendileri köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim araçlarıyla sağlarlar (Rogers 1969). Bu bağlamda Gürel (1998; 2004; 2010a ve 2010b) Trakya’da çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan iletişimin önemini vurgulamakta, gerek kurum ve kuruluşlarla gerekse çiftçi örgütleri ile olan iletişimin zayıf olduğunu ve kırsal kalkınmada engelleyici bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Bu nedenle, mantar üreticilerinin bireysel, grupsal ve kitlesel iletişim özellikleri irdelenmiştir. 2.2.1 Bireysel iletişim Bireysel iletişim doğrudan bir kişiye veya bir aileye yönelik verilen yayım hizmetleridir. Birebir yayım metotları bireysel problemlerin çözümünde etkindir. Bu metotlarda yayımcı ile çiftçi arasında oldukça yoğun bir iletişim vardır. Bireysel öğretim çiftçiye bilgi ve beceri kazandırmanın yanı sıra zor anlaşılır içeriğe sahip konularda çiftçide davranış değişimi, güven oluşturmada oldukça etkindir. Bireysel yayım metotları yayım çalışmalarının en zaman alıcı ve aynı zamanda, çok sayıda yayımcı gereksinimi nedeniyle masraflıdır. Bireysel iletişim hedef kitlenin özelliğine 130 Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 göre, çiftçi organizasyonlarına ve önder çiftçilere yönelik verilir. Ayrıca tarla ziyaretleri, köyde, kahvede, büroda vb. yapılan bireysel görüşmelerdir. Şekil 4’de görüleceği gibi, Anket uygulanan 57 üreticinin büyük bölümü 1-2 ayda bir (% 33,3) yada 3 ayda bir (% 34,9) yayımcılarla iletişim kurmaktadır. Yılda bir iletişim kuranların oranı % 9,1 iken, yayımcılala hiç görüşmeyenlerin oranı % 19,6’dır. Bu bulgu üreticilerin ¾’ünün yıldan en az bir dafa yayımcılarıyla görüşürken, yayımcılar ile hiç görüşmeyenlerin oranı % 19,6’dır. Üreticilerin yaklaşık ¾’ünün en az yılda bir defa yayımcılarla görüşmesi Türkiye koşulları dikkate alınarak kırsal kalkınma için yayım yaklaşımlarının etkinliği açısından pozitif bir bulgu olarak değerlendirilse de, % 19,6’sının yayımcılar ile hiç görüşmemesi yayım yaklaşımlarının etkinliğini ve dolaysıyla mantar yetiştiriciliğinde üretimi olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. 33,3 40 30 20 10 0 34,9 60 19,6 3,1 9,1 Haftada 1-2 3 ayda Yılda bir bir ayda bir bir Şekil 4. Görüşme Sıklığı (%) 40 20 Hiç 42,8 34,8 18,7 3,7 0 çok Şekil 5. orta az hiç Memnuniyet Derecesi (%) İletişimden memnuniyet derecesi kırsal kesimde yayım yaklaşımları açısından önemlidir. Zira insanlar memnun olmadığı kişi, kurum, kuruluş vb. ile iletişim kurmak istemezler. Şekil 5’de görüleceği gibi, yayımcılardan çok memnun olanların oranı oldukça düşüktür (% 3,7). Mantar üreticilerinin büyük çoğunluğu (% 42,8) yayımcılardan az oranda memnun iken, orta düzeyde memnun olma oranı %18,7’dir. Hiç memnun olmayanların oranı ise % 34,8 ile oldukça yüksek bir orandır. Yayımcılarda kurulan iletişimden hiç ve az memnun olanların toplam oranı % 77,6’dır. Bu bulguya göre, üreticilerin ¾’ünden fazlası iletişimde yayımcılardan memnun olmamaktadır. Bu durumun kırsal kesimde yayım yaklaşımlarının etkinliğini ve dolaysıyla mantar yetiştiriciliğinde üretimi olumsuz yönde etkilediğini söyleyebiliriz. Konuyla ilgili diğer araştırmalar irdelendiğinde: Edirne İli’nde çeltik üreticileri üzerine yapılan bir diğer araştırmada da (Sentürk 2013) benzer sonuç elde edilmiştir. Bu araştırmada 1-2 ayda bir % 34,4, 3 ayda bir % 33,8 oranında kamu yayımcılarıyla iletişim kurulduğu ve kamu yayımcılarına karşın diğer yayımcılardan daha memnun olduğu saptanmıştır. Manisa yöresinde yapılan bir araştırmada (Mercan 2013) işletmeler örtüaltı üretim yapan işletmelerin % 66,7'sinin komşu işletmelerle, % 2 6,7'sinin tesisi kuran ya da malzeme temin edilen firmalarla, % 3,3'ünün ise Tarım İl / İlçe Müdürlüğü ile iletişim kurduklarını bildirmektedir. 2.2.2 Grupsal iletişim Ortak sorunlara sahip çiftçilerden oluşturulan gruplara yönelik yapılan eğitimlerde (grupsal eğitim) görülen iletişim yöntemidir. Gurupsal iletişimde çiftçiler yayım elemanından yararlandıkları gibi birbirlerinden de etkilenmektedirler. Günümüzde en yaygın eğitim yöntemidir. Grupsal iletişim davranış değişiminde önemli rol oynamaktadır. Yayımcı çiftçi ve çiftçi çiftçi iletişimi nedeniyle yenilikler daha kolay Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL 131 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yayılır. Bireysel iletişime karşın, daha az masraflıdır, daha az zaman alıcıdır, az sayıda yayımcı ile çok sayıda çiftçiye ulaşılır, katılımcılığı teşvik eder. Bireysel ve ve kitle yayım metotları ile desteklendiğinde daha etkin olmaktadır. Grupsal iletişimin etkin kullanıldığı grup yayım metotlarını, demonstrasyonlar, çiftçi kursları, tarla günleri, çiftçi toplantıları vb. olarak sıralamak mümkündür. Şekil 6, 7, 8 ve 9’da görüleceği gibi, mantar üreticilerinin ¾’ü çiftçi toplantılarına ve demonstrasyonlara çok ve orta düzeyde (% 75,4) katılmaktadırlar. Bu oran tarla günlerine katılımda % 89,1 ile daha da yüksektir. Ancak bu oran kurslara katılımda % 5,2 ile oldukça düşüktür. 69,2 80 60 60 40 20 40 23,7 6,2 0,9 0 50 Orta Az Hiç Çiftçi toplantılarına katılım (%) 41,8 47,3 40 30 20 10 3 7,9 0 Çok Şekil 8. 20 23,8 6,1 0,9 0 Çok Şekil 6. 69,2 80 Orta Az Çok Şekil 7. 60 50 40 30 20 10 0 Hiç Tarla günlerine katılım (%) Şekil 9. Orta Az Hiç Demostrasyonlara katılım (%) 2,3 2,9 Çok Orta 47,9 46,9 Az Hiç Çiftçi kurslarına katılım (%) Bu bulguya göre üreticilerin ¾’ünün çiftçi toplantılarına ve demonstrasyonlara çok ve orta düzeyde (% 75,4) katılımları ve tarla günlerine % 89,1’unun katılımı yayım yaklaşımlarını pozitif yönde etkilemektedir. Ancak çiftçi kurslarına katılım % 5,2 ile oldukça düşük olması olumsuz bir durumdur. 2.2.3. Kitlesel iletişim Kitlesel iletişim kitle yayım metotlarında uygulanmaktadır. Kitlesel iletişi en hızlı ve en ucuz yayım metodudur. Yayım elemanının az olduğu bölgeler veya ülkeler için, aynı şekilde ulaşımı zor olan bölgeler veya ülkeler için önemlidir. Etki alanı geniştir. çiftçileri yeniliklerden haberdar etmede etkindir. Zaman ve masraf açısından en ekonomik yayım metottur. Az sayıda yayımcıya gerek duyulmaktadır. Ancak yeniliklerin benimsenmesinde etkinliği sınırlıdır. Tek yönlü iletişimdir. Mesajın hedef kitleye etkinliğinin ölçümü zor ve masraflıdır. Mesajın yanlış anlaşılma olasılığı yüksektir. Çiftçi sorunlarını tespit olanağı yoktur. Kitlesel iletişim günümüzde radyo, televizyon, gazete ve dergiler, broşürler, posterler, sergiler, film ve slâytlar, broşürler, uzaktan eğitim, sirküler mektuplar, geziler vb. aracılığı ile yapılabilmektedir. 132 Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Ankara polatlı ilçesinde yapılan bir araştırmada (Taluğ 1974) üreticilerin radyo dinleme sıklığı ile buğday üretiminde kullanılan kimyasal ilaçlarla yabancı ot mücadelesini benimseme davranışları arasında istatiksel olarak bir bağıntı olmadığı saptanmıştır. Ancak, Konya-Ereğli ilçesinde yapılan bir diğer araştırmada (Tatlıdil, 1978) üreticilerin radyo dinleme sıklığı ile kooperatifi benimseme davranışı arasında istatiksel olarak bir bağıntının olduğu saptanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, mantar üreticilerinin günümüz koşullarına göre en fazla yarandıkları önemli kitlesel iletişim araçlarının gazete, dergi, Tv ve bilgisayar, internet kullanımı olduğu tespit edilmiş olup ve bunlar intenzif irdelenmiştir. Şekil 10 ve 11’de görüleceği gibi, en fazla izlenen iletişim aracı televizyondur (% 59,7 çok ve orta seviyede). Bunu % 48,7 ile (çok ve orta oranlar toplamı) dergi, gazete okuma izlemektedir. Ancak üreticilerin % 40,2’si tarımsal TV’den, % 51,3’ü tarımsal gazete ve dergilerden az yararlanmakta ya da hiç yararlanmamaktadır. Bu durum, yani gerek TV ve gerekse basılı yayınlardan takriben % 50 oranında yararlanmama mantar üretim, tarımsal yayım yaklaşımları açısından negatif bir durumdur. 55,8 60 40 20 60 37 40,9 48,1 40 3,9 20 3,2 7,8 3,2 0 0 çok orta az çok hiç Şekil 10. TV seyretme (%) Şekil 11. orta az hiç Dergi, Gazete okuma (%) Sesli ve görsel iletişim (sesli ve görsel yayım metotları) metotları içerisinde günümüzde genel olarak bilgisayar ve internet kullanımı en etkin ve önemli (7/24, hızlı, ucuz, yurtiçi, yurtdışı, sesli, görsel vb.) bir iletişim aracıdır. Şekil 12’de görüldüğü gibi üreticilerin % 65,2’si internet/bilgisayar kullanmazken, geriye kalanı (% 44,8) az, orta ve çok seviyede internet/bilgisayar kullanmaktadır. 80 65,2 60 40 20 11 12,1 11,7 Çok Orta Az 0 Hiç Şekil 12. İnternet, Bilgisayar Kullanımı (%) Bu bulguya göre, üreticilerin % 11,0’inin çok ve % 12,1’inin orta düzeyde internet, bilgisayar kullanımı Türk köylerinde nadir rastlanan bir durumdur ve mantar üretimi ve tarımsal yayım yaklaşımları açısından pozitif bir gelişimdir. Konuyla ilgili diğer araştırmalar irdelendiğinde: Erzurum İli Merkez İlçesine bağlı Ortadüzü köyünde yapılan bir köy araştırmasında (Yurttaş 1979) köyde radyoyu sık sık Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL 133 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 dinleyenlerin oranı % 17 ve arasıra dinleyenlerin oranı % 64 iken, televizyonu sık sık seyredenlerin oranı % 7 ve arasıra seyredenlerin oranı da % 7 olarak tesbit edilmiştir. Ege Bölgeinde yapılan bir araştırmada (Oktay ve Özkaya 1994) üzüm sınflandırılması ile ilgili sorunlarda üreticilerin % 1.3’ü, damla sulama ile ilgili sorunlarda % 2’si, kerevet kullanımı ile ilgili sorunlarda % 12’si ve toprak tahlili ile ilgili sorunlarda % 7.4’ü radyo/televizyonun haberdar olmada etkili olduğunu belirtmişlerdir. İçel ilinde yapılan araştırmada (Taluğ 1982) MEYSEB tarafından hazırlanan radyo programlarının ve özellikle çiftçi bültenlerinin üreticiler tarafından yeterince izlenmediği tesbit edilmiştir. Edirne ili çeltik üreticileri üzerine yapılan bir araştırmada (Sentürk 2013) en fazla yararlanılan iletişim aracı radyo ve televizyon (% 57,9) olup, bunu % 53,8 ile broşür ve % 49,9 ile dergi, gazete izlemektedir. 2.3 İşletme Özellikleri İşletme büyüklüğü genel olarak üreticilerin tarımsal yenilikleri kabul etmesinde üretici davranışını olumlu yönde etkilediği kabul edilmektedir (Rogers and Shoemaher 1971). Ayrıca üreticilerin yeniliklere karşı davranışları ile işletme büyüklüğü arasındaki bağlantıyı inceleyen 227 araştırmadan % 67 sinde olumlu bir bağıntı saptanmıştır (Taluğ 1974). Şkil 13’de görüleceği gibi, mantar üreticilerinin % 29,5’i 100 m2 ve daha küçük mantar yetiştirme odasına sahiptir. Diğer bir ifade ile işletmelerin yarıdan fazlası (% 66,7’si) 500 m2 ve daha küçük mantar yetiştirme odasına sahip işletmelerdir. Anket uygulanan işletmelerin çiftçilik deneyiminin % 100’ünde de babadan kalma olduğu ve mantar üretimi deneyimleri ise ortalama 9,7 yıl olduğu saptanmıştır. 40 30 29,5 37,2 17,3 20 11,2 10 4,8 0 – 100 m2 101 – 500 501 1000 1001 – 2001 + 2000 m2 Şekil 13. İşletme Büyüklüğü (%) Bu bulguya göre, mantar işletmeleri küçük işletme yapısındadır. Dolaysıyla modernleşmesi intenzif yatırım, teşvikler ve bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin planlı bir şekilde yürütülmesini gerektirmektedir. 3. SONUÇ ve ÖNERİLER Araştırma bulgularından elde edilen veriler doğrultusunda sonuç ve öneriler aşağıdaki gibi özetlenebilir. 134 Üreticilerin yaş ve eğitim durumu mantar yetiştiriciliğini olumlu yönde etkilemektedir. Zira verimlilik çağındaki üretici oranı % 66,5 ve üreticilerin % 25,9’u lise ve yüksekokul mezunudur. Yayımcılarla iletişim yeterli düzeyde seyretmektedir. Ancak iletişimden hiç ve az düzeyde memnun olanların toplam oranı % 77,6 ile oldukça yüksek bir orandır. Bu durumun kaliteli yayım hizmetlerinin verilemediğinden kaynaklandığı gözlem Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ve mülakatlarla saptanmıştır. Bu da yayımcılara yeterli düzeyde hizmet içi eğitimim verilmediğinden kaynaklandığı söylenebilir. Bu bağlamda eğiticilerin eğitimine (yayımcıların) önem verilerek, bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim yöntemleri intenzif olarak öğretilmelidir. Mantar üreticilerinin yarıdan fazlası (% 66,7) 500m2 ve daha küçük mantar yetiştirme odasına sahip küçük işletmelerdir. İşletmelerin küçük ve aynı zamanda geçimlik aile işletmeleri olması nedeniyle yayım faaliyetleri, teknik bilgi akışı ve kaliteli girdi temini olumsuz yönde etkilenmektedir. Üreticilerin mantar yetiştiriciliğini tercih nedenleri arasında da karlı olması ve uygun mekanların bulunması ilk sıralarda yer almaktadır. Mantar yetiştiriciliği eğitimi verilmemekte yada yüksek ücretle verilmektedir. Bu da bilhassa küçük işletmeler için cazip/çekici olmamaktadır. Üreticiler örgütlenmemiştir. Bu durum bilhassa pazarlama ile ilgili sorunlarda öncelikli olarak önemli bir sorundur. Kooperatif vb. üretici örgütlenmesi bilhassa küçük işletmeler ve mevsime bağlı üretim yapan aile işletmelerinin sorunlarının çözümünde önder/lider rolü oynayabilmeleri açısından önemli ve gereklidir. Üreticiler ürünlerinin pazarlamasında bireysel olarak çaba göstermektedir. Büyük işletmeler, belirli büyük marketlere düzenli ve planlı bir şekilde ürün gönderirken, küçük aile tipi işletmeler genellikle mevsimlik ve istikrarsız bir üretim yaptıkları için, semt pazarlarında ve küçük marketlerde ürünlerini pazarlamaktadır. Üretim ve pazarlamayla ilgili bilgi ve beceri eğitimi oldukça yetersiz olup, yayımcılar ile iletişim oldukça sınırlıdır. Mantar üretimi taze tüketime odaklı olarak üretilmektedir. Kurutma, konserve ve benzeri değerlendirmeye yönelik üretim/eğitim yapılmamaktadır. Bu durum mantar pazarını ve mantar üretimini büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Bu bağlamda üreticilere ücretsiz eğitimler düzenlenmelidir. Mantar ürünlerini işleyen / değerlendiren (kurutma, konserve vb.) işletmelerin kurulması teşvik edilmelidir. 4. KAYAKLAR Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft, Mainz. Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der dritten Welt, Witzzenhamsen. Eren, E., Çetin, M., Türkler, L., Okan, Ö., 2010 Kültür Mantarı Yetiştiriciliğinde İklimlendirme ve Otomasyon, http://www.mmo.org.tr/resimler/dosya_ekler/a9b31 f4d596fa52_ek.pdf?tipi=&turu=&sube=3, Erişim Haziran 2013. Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No: 262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s. Gürel, A., 2004, Tarımsal Yayım ve Yeniliklerin Benimsenmesi, Ders Notu, Trakya Üniversitesi, Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ. Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ. Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ. Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL 135 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Mercan, Y., 2013, Manisa Yöresinde Örtüaltı İşletmelerinin ve Üretim Sistemlerinin Yapısal Analizi ve Geliştirilmesi, EÜFBE, Bornova-İzmir. Oktay, E., ve Özkaya T., “ Kaliteli Üzüm, İncir ve Domates Üretminde Tarımsal Yayımın Etkileri, Bornova – İzmir, 1994 Özçatalbaş, O., 2004, Korkuteli’nde Mantar Üretim Sektörü, Sorunları ve Çözüm Önerileri, Türkiye 7. Yemeklik Mantar Kongresi. S: 14-20, 22 – 24., 2004. Planck, U., 1972, Die ländliche Türkei. Soziologie und Entwicklungstendenzen, Frankfurt am Main. Rogers, E. M. 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston, Inc., New York. Rogers, E.M., and Shoemaher, F.F., 1971, Communication of Innoations. The Free, Press, New York. Sentürk, C.O., 2013, Çeltik Üretimi Yapan Tarım İşletmelerinde Tarımsal İlaç Kullanımında Yayım Yaklaşımları: Edirne İli Örneği, NKUFBE, Tekirdağ Taluğ, C., 1974, Tarımda Teknolojik Yeniliklerin Yayılması ve Benimsenmesi Üzerine Bir Araştırma, A.Ü.Z.F. Ankara. Taluğ, C., 1982. MEYSEB Tarımsal Yayım Çalışmalarının Değerlendirilmesi Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi, Ankara. Tatlıdil, H., 1978, Konya Ereğli İlçesinde Köy Kalkınma Kooperatiflerinin Yayılması ve Benimsenmesi Üzerine Bir Araştırma, A.Ü. Ziraat Fakültesi, Ankara. Yurttaş, Z.,”Tarımsal Yayım Yönünden Bir Köy Incelemesi ve Program Değerlendirmesi Üzerine Bir Araştırma” A.Ü.Z.F, Erzurum, 1979 136 Tarımsal Üretimde Alternatif Ürünler: Marmara Bölgesinde Mantar Yetiştiriciliğinin Koşul ve Olanakları Aydın GÜREL BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Görükle Yerleşkesi, Nilüfer 16059, Bursa, ozkan@uludag.edu.tr Özet Türkiye’de organik tarım faaliyetleri, Avrupa’daki ithalatçıların talepleri doğrultusunda 1980’li yıllarda organik kuru üzüm ve kuru incir gibi gıdaların üretimleri ile başlamıştır. Türkiye’de organik tarımsal üretim, 1990’lı yılların başında sadece Ege Bölgesi ve çevresi ile sınırlı iken; 2000’li yıllarda Türkiye genelinde organik tarım faaliyetlerinde önemli artışlar meydana gelmiştir. Günümüzde ise, en az kuru gıdalar kadar tarla bitkileri, taze sebze ve meyveler ile tıbbi ve aromatik bitkiler gibi birçok ürün grubunda organik üretim yapılmaktadır. Dünyada konvansiyonel üretim ile ilgili olarak Türkiye, bitkisel ürün sıralamalarında birçok türün üretiminde lider konumdadır ve Dünya sebze yetiştiriciliği incelendiğinde ise, Türkiye’nin önemli bir potansiyele sahip olduğu bilinmektedir. Özellikle son on yılda, organik tarımın dünyadaki gelişimine de bağlı olarak, organik sebzelere olan talebin giderek artması ile Türkiye’de organik sebze üretim miktarlarında da büyük artışlar meydana gelmiştir ve böylece üretilen tüm organik ürünlerin içerisinde sebze üretiminin payı da giderek artmıştır. Ancak, organik sebzelerin üretim miktarları farklı ekolojilere sahip bölgeler ve hatta iller bazında farklılık göstermektedir. Bu araştırmada, Türkiye’deki organik sebze üretim potansiyelinin son on yıldaki değişiminin incelenmesi; bu süre içerisinde, ürün sayılarında ve üretim miktarlarında meydana gelen değişimlerin; bölgeler, iller ve farklı sebze grupları bazında değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Türkiye, organik tarım, sebze, üretim potansiyeli Organic Vegetable Production in Turkey Abstract Organic farming activities in Turkey started at the request of the importers in Europe in 1980s with the traditional crops such as raisins and dried figs. Although organic agricultural production in Turkey was only limited by the Aegean Region and the surroundings at the beginning of the 1990s, significant increases occurred in organic agricultural activities across the country in the 2000s. Today, organic production is carried out in many product groups such as field crops, fresh fruits and vegetables, medicinal and aromatic plants, as well as dry foods. In terms of the global conventional plant production rankings, Turkey is one of the leading countries in the production of many plant species and when the global vegetable production is analysed Turkey is known to be an important potential. Especially in the last decade, depending on the development in organic agriculture in the world, the demand to organic vegetables has been increased and large increases have also occurred in the amounts of organic vegetable production in Turkey, and thus the share of organic vegetable production has increased in the whole organic production. However, the amount of the production of organic vegetables varies on the bases of ecological regions and provinces. The aim of this study was to investigate the changes in potential of organic vegetable production in Turkey, in the last decade, on the bases of the number of produce and production quantities with regard to regions, provinces and different vegetable groups. Key Words: Turkey, organic farming, vegetables, production potential GİRİŞ Türkiye’de organik tarım faaliyetleri 1984 yılında yurt dışındaki tüketicilerin çekirdeksiz kuru üzüm ve kuru incir talepleri ile ilk olarak Ege Bölgesi’nde başlamıştır. Daha sonra ihracat amacıyla, kuru kayısı ve fındık gibi kuru gıdaların da üretime dahil olmasıyla ülkemizdeki organik tarım faaliyetleri ivme kazanmaya başlamıştır (Aksoy ve ark., 2005). Kısa süre içerisinde ürün çeşitliliği 8’e kadar yükselmiştir. Organik ürün sayılarında 1990’lı yılların başına kadar pek artış görülmese de daha sonraki yıllarda üretim Ege Bölgesi’nin dışına yayılmaya başlamıştır. Organik tarımın doğada sürdürülebilirlik prensibini benimsemiş, insan ve çevre sağlığını korumayı amaç edinen, her aşaması kayıt altına alınan, izlenebilir bir üretim sistemi olduğu gerçeği organik tarımı geleneksel yöntemlerden farklı kılmaya başlamıştır. Dünya kaynaklarının giderek kirlenmeye başlaması, insanlarda daha temiz bir çevrede yaşama, daha yarayışlı ve besin değerleri yüksek gıdaları tüketme isteğini arttırmıştır. Bu durum, özellikle insan sağlığını güvence altına alan organik tarımın tüm dünya genelinde tüketiciler tarafından tercih edilmesini sağlamıştır (Altındişli ve Aksoy, 2010). Dünyadaki bu gelişime paralel Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 137 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 olarak, ülkemiz tarımı açısından da konunun sosyo-ekonomik yönü giderek önem kazanmıştır (Demiryürek, 2011). Başta tüketiciler olmak üzere üreticilerin de bilinçlenmeye başlaması ile ürün çeşitliliğinde artışlar meydana gelmiştir. Günümüzde organik tarım üretimi değerlendirildiğinde, taze meyve ve sebzelerden, kurutulmuş gıdalar, tarla bitkileri, tıbbi ve aromatik bitkilere kadar uzanan bir ürün deseni ortaya çıkmıştır (Anonim, 2014a). Avrupa’dan gelen taleplerin artması ile Türkiye’de organik tarım faaliyetleri son 20 yıllık dönemde hızla gelişmiştir. Konvansiyonel bitkisel üretim teknikleri baz alındığında, Türkiye birçok türün üretiminde dünyada lider ülkeler arasında yer almaktadır. Dünyadaki sebze yetiştiriciliği incelendiğinde; Türkiye’nin üretim alan ve miktarları bakımından önemli bir potansiyele sahip olduğu görülmektedir (Anonim, 2014b). Ancak, ülkemizde sadece dış pazara yönelik olarak yapılan üretimleri kapsamayan, iç pazarda da kalite unsurunu ön planda tutan bir yetiştiricilik anlayışını benimsemek ülkemiz için stratejik bir konudur. Ülkemizin sebze üretim potansiyelinin güçlendirilmesine yönelik en önemli hedeflerinden biri, üretimde kalitenin arttırılmasıdır. Bu durum günümüzde organik tarım gibi çevre dostu üretim tekniklerine giden yolun önünü açmaktadır. Günümüzde organik sebze üretim ve tüketimine olan taleplerde de artışlar meydana gelmiştir. Başlangıçta sadece belirli bölgelerde ve illerde sınırlı sayıda türde yapılan organik sebze üretim faaliyetlerinde görülmektedir. Son on yılda organik sebze üretiminin tüm ülke geneline yayılması; bu dönemin, ülkemizdeki organik sebze üretim faaliyetlerinin gelişimini gösteren kritik bir aşama olduğunu ortaya koymaktadır. Bu araştırma, Türkiye’deki organik sebze üretiminin son on yıldaki değişimini detaylı bir şekilde incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamında, 2003 yılından 2013 yılına kadar son on yıllık süre içerisinde, Türkiye’deki organik sebze üretim potansiyeli, farklı ekolojilere sahip bölgeler ve iller bazında değerlendirilmiş; ürün sayılarında ve üretim miktarlarında meydana gelen değişimler incelenmiştir. TÜRKİYE’DE ORGANİK SEBZE ÜRETİMİNİN SON ON YILDAKİ DEĞİŞİMİ Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yayınlanan 2013 yılı organik bitkisel üretim verilerine göre (Anonim, 2014a); toplam organik bitkisel ürün sayısının 20122013 yılları arasında %4.4 oranında arttığı ve 2013 yılı itibarı ile organik olarak üretimi yapılan bitkisel ürün sayısının 213’e ulaştığı belirtilmiştir. Türkiye’nin toplam organik bitkisel üretim miktarının bitkisel ürün gruplarına göre 2013 yılı dağılımı Şekil 1’de verilmiştir. Toplam organik üretim miktarı içerisindeki en yüksek payı %67.0 ile tarla bitkilerinin aldığı; bunu %22.8 ile meyve, %6.0 ile tıbbi aromatik ve diğer bitkilerin takip ettiği görülmektedir. Toplam organik sebze üretim miktarının sahip olduğu pay ise 922.681 tonluk üretim ile %3.6’ya karşılık gelmektedir. 138 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Sebze %3.6 Tıbbi Aromatik ve Diğer Bitkiler %6.0 Meyve %22.8 Tarla Bitkileri %67.6 Şekil 1. Toplam organik bitkisel üretim miktarının bitkisel ürün gruplarına göre 2013 yılı dağılımı (geçiş süreci hariç) Türkiye’nin organik sebze üretim miktarının son on yıldaki değişimi (Anonim, 2014a) Çizelge 1’de verilmiştir. Türkiye 2003 yılında 22.392 tonluk organik sebze üretimine sahipken; 2007 yılına gelindiğinde bu değer hızlı bir şekilde artış göstererek 53.776 tona ulaşmıştır ve böylece son on yıldaki en fazla organik sebze üretiminin 2007 yılında yapıldığı görülmektedir. Ancak, 2007 yılından 2013 yılına kadar üretimde sürekli olarak bir azalma meydana gelmiştir ve üretim miktarı 23.270 tona kadar düşmüştür. 2013 yılında ise, üretimde meydana gelen hızlı artış ile birlikte toplam organik sebze üretim miktarı 33.663 tona ulaşmıştır. Son on yıldaki genel üretim eğilimine bakıldığında, Türkiye’nin organik sebze üretiminde %50 oranında bir artış olduğu dikkat çekmektedir. Çizelge 1. Organik sebze üretim miktarlarının (ton) yıllara göre değişimi (geçiş süreci hariç). Yıllar 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman Organik sebze üretim miktarı (ton) 22.392 30.125 31.759 30.714 53.776 39.640 31.777 28.378 24.414 23.270 33.663 139 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Üretimdeki payı (%) 14 12 10 8 6 4 2 0 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Yıllar Şekil 2. Organik sebze üretim miktarının toplam organik bitkisel üretim miktarı içindeki payında meydana gelen değişim (geçiş süreci hariç). Toplam organik bitkisel üretim miktarları içerisinde sebze üretiminin payında yıllar itibarı ile meydana gelen değişim Şekil 2’de verilmiştir. Organik sebze üretiminin toplam organik bitkisel üretim içerisindeki payı 2003 yılında %7.6 olarak gösterilmiştir. 2007 yılında ise; Türkiye’deki toplam organik bitkisel üretim miktarında meydana gelen artışlara paralel olarak, organik sebze üretim miktarının payında da artışlar meydana gelmiş ve bu oran %12.4’e ulaşmıştır. 2013 yılı verilerine bakıldığında ise; toplam organik bitkisel üretim miktarı içerisinde organik sebze üretiminin payının, son on yılda %4.0 oranında azaldığı görülmektedir. Türkiye’deki toplam organik sebze üretim miktarlarının bölgelere göre son on yıldaki dağılımları (Anonim 2014a) Çizelge 2’de sunulmuştur. Marmara Bölgesi’ne bakıldığında; 2003-2005 yılları arasında organik sebze üretiminde hızlı bir artış olduğu; ancak 2005 yılından itibaren üretimde azalmalar meydana geldiği görülmektedir. Ege Bölgesi’nde; 2003 yılından 2009 yılına kadar organik sebze üretim miktarlarında sürekli bir artış söz konusu olduğu görülmektedir. 2009 yılında ise; ülke genelinde en fazla organik sebze üretiminin yapıldığı bölge olarak, Ege Bölgesi karşımıza çıkmaktadır. 2009 yılından itibaren, Ege Bölgesi’ndeki üretimde azalmalar meydana gelmeye başlamıştır. Akdeniz Bölgesi, 2003 yılında ülke genelinde birinci sırada yer almaktadır. Ancak; son on yılda Akdeniz Bölgesi’nin üretim potansiyelinde gerilemeler meydana gelmiş ve 2013 yılında ise, üretimde tüm bölgelerin gerisinde kalarak son sıraya yerleşmiştir. 2003 yılı verileri incelendiğinde; Karadeniz Bölgesi’nin sondan ikinci sırada yer aldığı görülmektedir. Ancak, 2009 yılına doğru organik sebze üretim potansiyeli bakımından Karadeniz Bölgesi büyük bir ilerleme kaydetmiştir. 2009 yılından itibaren üretimde yeniden gerilemeler meydana geldiği görülse de; üretim 2013 yılı itibarı ile tekrar artmıştır. İç Anadolu Bölgesi’nin son on yıldaki organik sebze üretim potansiyeline bakıldığında; yıllar itibarı ile üretimde yoğun dalgalanmalar olduğu görülmektedir. Ancak; 2003-2007 yılları arasında, organik sebze üretim potansiyeli yaklaşık 10 katına çıkmıştır. 2007 yılından itibaren, üretimde gerilemeler meydana gelse de; 2013 yılında İç Anadolu Bölgesi organik sebze üretim potansiyeli bakımından ülke genelinde birinci sırada yer almaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki organik sebze üretim potansiyeli, son on yılda diğer bölgelere kıyasla geri planda kalsa da, 2013 yılı verileri incelendiğinde; üretimde üçüncü sıraya yerleşmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 2003 ve 2004 yıllarında organik sebze üretimi yapılmadığı 140 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 görülmekte ve 2004-2008 yılları arasında ise bu bölgedeki organik sebze üretim faaliyetlerinin diğer bölgelere kıyasla yok denecek kadar az olduğu dikkat çekmektedir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, 2013 yılında ise ülke genelinde altıncı sırada yer almaktadır. Çizelge 2. Türkiye’deki toplam organik sebze üretim miktarlarının (ton) bölgelere göre 2003-2013 yılları arasındaki dağılımı. Üretim miktarı (ton) Yıllar Marmara Bölgesi Ege Bölgesi Akdeniz Karadeniz Bölgesi Bölgesi 2003 4718.00 3837.00 11530.00 2004 9062.00 6135.40 10802.37 2005 10527.29 11434.86 7145.25 2006 2523.16 12728.36 7181.13 2007 4628.08 16509.20 6759.61 2008 5086.69 15791.52 6455.54 2009 2079.31 17776.60 4722.37 2010 3394.81 11169.86 4301.79 2011 4442.05 13960.32 1872.53 2012 3199.83 8857.40 845.77 2013 3290.80 7545.70 1465.30 13.34 455.45 684.15 655.55 981.47 1231.70 1814.22 844.99 515.85 422.50 2267.60 Güney İç Doğu Doğu Anadolu Anadolu Anadolu Bölgesi Bölgesi Bölgesi 2324.55 241.50 0.00 1550.80 63.00 0.00 1632.69 334.50 0.20 7579.78 20.85 25.00 24512.66 170.16 215.00 9716.00 275.02 1082.00 3080.44 432.00 1874.28 1239.00 601.24 916.65 2431.26 927.44 264.98 8664.63 1184.74 95.29 11728.00 5191.00 2174.81 Toplam organik sebze üretim miktarının 2013 yılı itibari ile bölgeler bazındaki dağılımı Şekil 3’te gösterilmiştir. İç Anadolu Bölgesi %35.0 ile ilk sırada, Ege Bölgesi %22.0 ile ikinci sırada, Doğu Anadolu Bölgesi ise %15.0 ile üçüncü sırada yer almakta; Akdeniz Bölgesi ise %4.0’lık pay ile sıralamada en sonda bulunmaktadır. Doğu Anadolu %15.0 Güneydoğu Anadolu Marmara %7.0 % 10.0 Ege %22.0 Akdeniz %4.0 İç Anadolu %35.0 Şekil 3. Karadeniz %7.0 Organik sebze üretim miktarının bölgelere göre 2013 yılı dağılımı. Son on yıldaki organik sebze üretimi yapılan toplam il sayıları (Anonim, 2014a) Çizelge 3’de verilmiştir. Türkiye’de 2003 yılında toplam 18 ilde organik sebze üretimi yapılırken; bu değerin 2012 yılında 3 katına çıktığı ve il sayısının 52’ye yükseldiği Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 141 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 görülmektedir. Toplam il sayısında meydana gelen bu artış, organik sebze üretiminin ülke genelinde yaygınlaşmaya başladığını göstermektedir. Çizelge 3. Türkiye’de 2003-2013 yılları arasında organik sebze üretimi yapılan toplam il sayıları. Yıllar 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Toplam İl Sayısı 18 24 29 29 35 42 40 39 42 52 48 Organik sebze üretimi yapılan il sayılarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı Şekil 4’te gösterilmiştir. Buna göre; İç Anadolu Bölgesi birinci sırada, Marmara ve Doğu Anadolu Bölgeleri ikinci sırada yer almakta; Güneydoğu Anadolu Bölgesi ise üretim yapılan il sayısının 2 olması sebebi ile sıralamada en sonda yer almaktadır. Bölgeler Güney Doğu Anadolu Doğu Anadolu İç Anadolu Karadeniz Akdeniz Ege Marmara 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 İl Saysı Şekil 4. Organik sebze üretimi yapılan il sayılarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı. Organik sebze üretiminde 2013 yılında bölgeler itibarı ile öne çıkan ilk 3 il ve toplam üretim miktarları Çizelge 4’te verilmiştir. Türkiye genelinde en fazla organik sebze üretimi, 6669.11 tonluk üretim ile Konya ilinde yapılmaktadır. İkinci sırada 6289.94 ton ile büyük bir paya sahip olan Manisa bulunmaktadır ve onu üçüncü sırada 4225.02 ton ile Ağrı ilimiz takip etmektedir. Ülke genelinde ilk üç sırada yer alan illerin farklı bölgelerde yer alıyor olması; Türkiye’deki organik sebze üretim faaliyetlerinin tüm ülke geneline ve farklı ekolojilere yayıldığını göstermektedir. 142 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 4. 2013 yılında bölgeler itibari ile organik sebze üretiminde öne çıkan ilk 3 il ve toplam üretim miktarları (ton). Bölgeler Marmara Ege Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Doğu Anadolu İller Bursa Çanakkale Yalova Manisa İzmir Aydın Adana Mersin Kilis Samsun Zonguldak Kastamonu Konya Ankara Eskişehir Ağrı Van Tunceli Şanlıurfa Gaziantep - Üretim miktarı (ton) 1308.16 465.63 366.10 6289.94 671.56 324.44 979.88 356.87 93.96 1999.81 173.97 38.19 6669.11 4127.49 214.95 4225.02 313.99 213.50 1964.81 210.00 - TÜRKİYE’DE ÜRETİMİ YAPILAN ORGANİK SEBZELER Türkiye’de organik üretimi yapılan sebzeler, farklı sebze grupları ve türler bazında Çizelge 5’de verilmiştir. Türkiye’de organik olarak üretimi yapılan sebze grupları ve türleri incelendiğinde; Türkiye’nin ürün çeşitliliği bakımından zengin bir ülke olduğu dikkat çekmektedir. Çizelge 5. Türkiye’de organik üretimi yapılan sebze grupları ve türleri. Sebze Grupları Kökü ve Yumrusu Yenen Sebzeler Yaprak ve Yaprak Sapı Yenen Sebzeler Çiçek ve Çiçek Tablası Yenen Sebzeler Meyvesi Yenen Sebzeler Türler Soğan, Sarımsak, Pırasa, Havuç, Turp, Kereviz, Pancar Dereotu, Maydanoz, Roka, Tere, Pazı, Lahana Grubu, Marul, Semizotu, Ispanak Enginar, Brokoli, Karnabahar Domates, Biber, Patlıcan, Fasulye, Barbunya, Bezelye, Bakla, Hıyar, Kavun, Karpuz, Kabak, Bamya Türkiye’de farklı organik sebze üretim miktarının 2013 yılı itibari ile farklı sebze gruplarına göre dağılımı Şekil 5’te verilmiştir. Ülkemizde meyvesi yenen sebzelerin üretimi %63’lük pay ile birinci sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise; %31 ile kökü ve Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 143 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yumrusu yenen sebzeler; üçüncü sırada %4 ile yaprak ve yaprak sapı yenen sebzeler ve son sırada ise %2’lik pay ile çiçek ve çiçek tablası yenen sebzeler bulunmaktadır. Kökü ve yumrusu yenenler %31.0 Meyvesi yenenler %63.0 Yaprak ve yaprak sapı yenenler %4.0 Çiçek ve çiçek tablası yenenler %2.0 Şekil 5. Toplam organik sebze üretim miktarının 2013 yılında farklı sebze gruplarına göre dağılımı. Organik sebze gruplarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı ve üretim miktarları Çizelge 7’de sunulmuştur. Ülkemizin genelinde, İç Anadolu Bölgesi hariç, tüm bölgelerde meyvesi yenen sebzelerin üretiminin ön planda olduğu görülmektedir. Özellikle Marmara ve Ege Bölgeleri’nde meyvesi yenen organik sebzelerin üretim miktarlarının diğer bölgelere kıyasla daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Ancak karasal iklime sahip olan İç Anadolu Bölgesi’nde ise kökü ve yumrusu yenen organik sebzelerin üretim miktarının fazla olduğu dikkat çekmektedir. Organik sebze üretim potansiyeli bakımından farklı ekolojilere ve gün uzunluğuna sahip bölgelerimizde farklı ürün desenleri karşımıza çıkmaktadır. Çizelge 7. Organik sebze gruplarının 2013 yılında bölgelere göre dağılımı ve üretim miktarları (ton). Bölgeler Marmara Ege Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Doğu Anadolu TOPLAM 144 Kökü ve Yumrusu Yenen Sebzeler 373.7 181.9 412.3 67.4 9422.4 11.1 Yaprak ve Yaprak Sapı Yenen Sebzeler 249.9 291.3 15.6 277.3 536.2 0.0 Çiçek ve Çiçek Tablası Yenen Sebzeler 82.5 158.3 7.1 2.9 385.3 0.0 Meyvesi Yenen Sebzeler 2584.7 6914.2 1030.3 1920.0 1384.1 5180.0 2.0 0.0 0.0 2172.8 10470.8 1370.3 636.1 21186.1 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman Yıllar BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 5000 10000 15000 20000 25000 Üretim miktarı (ton) Şekil 6. Kökü ve yumrusu yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki değişimi. Yıllar 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 500 1000 1500 2000 2500 Üretim miktarı (ton) Yıllar Şekil 7. Yaprak ve yaprak sapı yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki değişimi. 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 500 1000 1500 2000 2500 3000 Üretim miktarı (ton) Şekil 8. Çiçek ve çiçek tablası yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki değişimi. Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 145 Yıllar BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 0 Şekil 9. 5000 10000 15000 20000 Üretim miktarı (ton) 25000 30000 Meyvesi yenen sebzelerin üretim miktarlarının son on yıldaki değişimi. Farklı sebze gruplarının üretim miktarlarının son on yıldaki değişimleri Şekil 6, 7, 8 ve 9’da gösterilmiştir. Türkiye organik sebze üretim miktarları, farklı sebze gruplarına göre sınıflandırıldığında; son on yılda kökü ve yumrusu yenen sebzeler ile yaprak ve yaprak sapı yenen sebzelerin üretim miktarlarında keskin artış ve azalışların olduğu görülmektedir. Bu durum, ekolojik faktörlerden, ülke ekonomisine kadar çok farklı sebepler ile ilişkilendirilebilir. Meyvesi yenen sebze türlerinin üretim miktarlarında son on yılda önemli değişimler meydana gelmediği görülmektedir. Türkiye’de organik sebze üretiminin son on yıllık geçmişi incelendiğinde; 2013 yılına kadar ürün sayılarında sürekli bir artış olduğu görülmüştür. 2003 yılında 20 adet sebzenin yetiştiriciliği yapılıyorken; 2013 yılında üretimi yapılan sebze türlerinin sayısının 39’a ulaştığı görülmektedir (Şekil 10). Tür sayısı (adet) Türkiye’de organik olarak üretilen sebze tür sayılarının son on yılında meydana gelen değişimler Şekil 10’da verilmiştir. 2003 yılında sadece 20 adet sebze türünde organik üretim gerçekleştirilirken; 2013 yılına gelindiğinde bu değerin yaklaşık 2 katına çıktığı görülmektedir. 40 35 30 25 20 15 10 5 0 Yıllar Şekil 10. Organik olarak üretilen sebze tür sayılarında son on yılda meydana gelen değişimler. Bölgeler ve illere göre 2013 yılında en fazla üretilen üç sebze türü ve üretim miktarları Çizelge 6’da verilmiştir. 2013 yılında ülkemizin her bölgesinde organik sebze üretim 146 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 faaliyetleri aktif olarak yapılmaktadır. Ülke genelinde en fazla organik domates ve biber üretiminin Manisa’da yapıldığı; Ankara’nın organik soğan üretiminde, Konya’nın ise havuç üretiminde lider iller olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Bunun yanı sıra; ülke genelinde 2013 yılında en fazla organik sebze üretimi yapılan Konya’daki toplam organik sebze üretiminin %98’ini havuç oluşturmaktadır. Organik sebze üretiminin en fazla yapıldığı ikinci il olan Manisa’nın il toplamının %71.4’ünü domates oluşturmaktadır. Organik sebze üretiminin en fazla yapıldığı üçüncü il olan Ağrı’nın %82.7’sini ise karpuz oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, Kilis’te organik sebze üretim faaliyetlerinin sadece organik biber üretimi; Gaziantep’te ise sadece biber ve karpuz üretimleri ile sınırlı olduğu göze çarpmaktadır. Çizelge 6. Bölgeler ve iller bazında 2013 yılında en fazla üretilen üç sebze türü ve üretim miktarları (ton). Bölgeler Marmara Ege Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güney Doğu Anadolu İller Bursa Çanakkale Yalova Manisa İzmir Aydın Adana Mersin Kilis Samsun Zonguldak Kastamonu Konya Ankara Eskişehir Ağrı Van Tunceli Şanlıurfa Gaziantep - Türler ve üretim miktarları (ton) Biber: 696.86 – Pırasa: 207.10 – Domates: 130.67 Biber: 147.25 – Domates: 139.18 – Kavun: 63.00 Lahana 61.75 – Domates 42.55 – Karnabahar: 32.00 Domates: 4491.42 Biber: 1193.62 – Ispanak:168.00 Domates: 417.84 – Karpuz: 108.20 – Biber: 32.26 Domates: 80.70 – Karpuz: 38.00 – Patlıcan: 30.54 Karpuz: 438.53 – Domates: 161.21 – Havuç: 110.50 Domates: 115.00 – Hıyar: 92.20 – Patlıcan: 26.50 Biber: 93.96 Karpuz: 1444.20 – Marul: 170.00 – Biber:151.78 Marul: 31.65 – Maydanoz: 20.05 – Ispanak:16.44 Sarımsak: 22.69 – Domates: 7.88 – Biber: 5.90 Havuç: 6536.50 – Domates: 81.23 – Karpuz: 10.00 Soğan: 2721.25 – Ispanak: 423.00 – Karnabahar: 277.50 Karpuz: 48.50 – Kavun: 34.25 – Domates: 33.05 Karpuz: 3497.27 – Kavun: 727.32 – Lahana: 0.39 Domates: 236.90 – Karpuz: 70.50 – Hıyar: 5.57 Fasulye: 212.26 – Bezelye: 1.24 Domates: 1601.45 – Biber: 361.37 – Sarımsak: 2.00 Biber: 120.00 – Karpuz: 90.00 SONUÇ Türkiye’de organik tarım faaliyetlerinin giderek yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte organik sebze üretimi açısından da ülkemizde önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Ülkemiz gerek coğrafi konumu, gerekse ekolojik koşulları ve ürün çeşitliliği bakımından organik sebze üretimi bakımından avantajlı ülkeler arasında yer almaktadır. Bu durum, ülkemizdeki organik sebze tarımı faaliyetlerinin artmasına ve ülke genelinde giderek yaygınlaşmasına yardımcı olmaktadır. Türkiye’deki organik sebze üretim potansiyelinin son on yıldaki değişimine bakıldığında; organik olarak üretimi yapılan sebze türü sayılarında ve üretim miktarlarında son on yılda büyük artışlar meydana geldiği görülmektedir. Türkiye, organik sebze üretim faaliyetleri bakımından on yıl öncesine göre büyük yol kat etmiştir. Özellikle, 2003 yılının başlarında henüz bazı bölgelerde organik sebze üretim Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman 147 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 faaliyetleri bulunmuyorken; ya da yok denecek kadar az iken; 2013 yılına gelindiğinde ülkenin dört bir yanında ve tüm bölgelerde organik sebze üretiminin yapılır hale gelmesi büyük dikkat çekmektedir. Bu durumda, üreticilerin çevre dostu üretim teknikleri hakkında bilinç kazanmaya başlamasının payı da bulunmaktadır. Organik sebze üretiminin yapıldığı il sayılarındaki son on yıldaki artış da aynı zamanda, ülkemizin organik sebze üretiminde avantajlı bir ülke olduğunu kanıtlar niteliktedir. Türkiye’deki organik sebze üretimi faaliyetlerindeki gelişimlerin farklı sebze grupları ve türler bazında incelenmesi ile; 2003 yılında organik olarak üretimi yapılmayan türlerin 2013 yılında üretimlerinin yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle farklı sebze grupları bazında, ülke genelinde, ürünlerin ekolojik isteklerine göre şekillenen bir dağılımın söz konusu olduğu ön plana çıkmaktadır. Gün uzunluğu kısa olan illerimizde ve bölgelerimizde kökü ve yumrusu yenen sebzelerin üretiminin önde olduğu; tüm ülke genelinde ise meyvesi yenen sebzelerin yetiştiriciliğinin yapıldığı görülmektedir. Sonuç olarak; Türkiye’deki organik sebze üretiminde meydana gelen değişimlerin detaylı bir şekilde incelenmesi, önümüzdeki yıllarda ülkemizde organik sebze üretimi açısından yapılabilecek faaliyetlere yol gösterecektir. Aynı zamanda, ülke genelindeki organik sebze üretim potansiyelinin, farklı bölgeler, iller ve sebze grupları ile türler bazında değerlendirilmesi; organik tarım faaliyetlerinde planlama yapılmasının gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Bölgeler ve iller bazında öne çıkan türlerin üretimlerinin yaygınlaştırılması, miktarlarının arttırılması ile ilgili yapılabilecek düzenlemeler ile ülkemiz bazı türlerin üretiminde dünya çapında söz sahibi olabilecek potansiyele sahiptir. KAYNAKLAR Aksoy, U., Y. Tüzel, A. Altındişli, H.Z. Can, E. Onoğur, D. Anaç, B. Okur, M. Çiçekli, Y. Şayan, F. Kırkpınar, Z. Bektaş Kenanoğlu, S. Çelik, L. Arın, C. Er, C. Özkan ve D.B. Özenç. 2005. Organik (=Ekolojik, Biyolojik) Tarım Uygulamaları. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi, 3-7 Ocak 2005, Ankara. Altındişli, A. ve U. Aksoy, 2010. Organik Tarımın Dünya’da ve Türkiye’deki Durumu. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, 11-15 Ocak 2010, Ankara. s. 213-229. Anonim, 2014a. Organik Tarım İstatistikleri. T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/OrganikTarim/Istatistikler (Erişim tarihi: 15.08.2014). Anonim, 2014b. FAO Üretim İstatistikleri. http://faostat3.fao.org/faostatgateway/go/to/home/E (Erişim tarihi: 15.08.2014). Demiryürek, K. 2011. Organik Tarım Kavramı ve Organik Tarımın Dünya ve Türkiye’deki Durumu. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 28(1): 27-36. 148 Türkiye’de Organik Sebze Üretimi H. Özkan Sivritepe ve Sevin Teoman BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* *Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, ferhatk@uludag.edu.tr ÖZET Özellikle son 20 yılda bilgisayarların performanslarındaki olağanüstü artış, bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme teknolojilerindeki gelişmeler için itici bir güç olmuştur. İnsan hayatını kolaylaştırmak üzere tıp, astronomi ve savunma sanayii gibi alanlar için bu teknolojilerin kullanımı daha erken dönemlerde başlamışsa da, tarımsal üretimde bilgisayarlı görme sistemlerinden yararlanılması üzerine araştırmalar özellikle son 10 yılda yoğunlaşmıştır. Tarımda sayısal görüntülerden anlam çıkarma ve sınıflandırma uygulamaları, hasat öncesi işlemlerde tarımsal üretime konu olan herhangi bir unsurun otomatik olarak algılanması olabileceği gibi, hasat sonrasında ürünün kendine özgü niteliklerine göre tanımlanması veya sınıflandırılması olabilir. Bu çerçevede sayısal görüntü işleme ve bilgisayarlı görme yöntemleri arazide verim tahmini ve haritalama, yabancı ot saptama, hastalık ve zararlı tespiti, ürün kalite parametrelerine göre sınıflandırma, otonom traktör kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi gibi farklı uygulama alanlarına sahiptir. Literatürde bu konularda yapılan çalışmalar; gri seviyeli görüntülemeden renkli, termal ve çok bantlı görüntüleme tekniklerine kadar birçok farklı yöntemleri kapsamaktadır. Bu çalışmada bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda kullanımına yönelik çalışmalar incelenmiştir. Bu konuda önceki yapılmış çalışmalarda rapor edilen sonuçların ışığında bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme teknolojilerinin tarımsal üretimin hasat öncesi ve sonrası süreçlerinde uygulama potansiyelleri irdelenmiştir. Bu teknolojilerin tarımda kullanımının getirebileceği avantajlar sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Tarımda bilgisayarlı görme, sayısal görüntü işleme, örüntü tanıma GİRİŞ Günümüzde artan nüfus ile birlikte büyüyen gıda talebi tarımsal üretime büyük bir yük getirmiştir. Üretimin miktarı ve kalitesi bu talebi hızlı ve uygun bir şekilde karşılamada büyük önem taşımaktadır. Tarımsal üretiminin oldukça çeşitli bir ürün yelpazesi kapsaması ve üretim aşamalarının da buna paralel olarak sınırsız çeşitlilikte uygulamaları içermesi, tarımsal üretimi karmaşık bir süreç haline getirmiştir. Bu zorlu üretim bilmecesiyle yüzleşen insan için otomatikleştirilmiş uzman sistemlerin geliştirilmesi zorunlu bir hale gelmiştir. Yetersiz insan iş gücü, maliyeti ve insanların hata yapmaya meyilli olması da tarımda bilgisayarlı teknolojilere olan ihtiyacı artırmaktadır. Bu çerçevede görüntü işleme ve bilgisayarlı görme, tarımsal üretimle ilgili olan alanlarda yararlanılacak teknolojiler arasındadır. Görüntü işleme ve bilgisayarlı görme uygulamaları gelişen teknoloji ile birlikte insan hayatında önemli bir yer edinmiştir. Özellikle son 20 yılda bilgisayarların performanslarındaki olağanüstü artış, bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme teknolojilerindeki gelişmeler için itici bir güç olmuştur. Bu teknolojilerin kullanılma olanakları günden güne artmakla beraber mevcut kullanım alanları; tıp, astronomi, biyoloji, oşinografi, savunma sanayi, malzeme bilimi, endüstriyel otomasyon, elektronik tüketici ürünleri, güvenlik, trafik denetimi, tarım, gıda ve ormancılık olarak sıralanabilir. Elektromanyetik spektrumun görünebilir bandı ile sınırlı olan insan görme sisteminin tersine görüntüleme makinaları, gama ile radyo dalgaları arasındaki neredeyse tüm elektromanyetik spektrumu kapsamaktadır (Gonzales ve Woods 2002). Birbirinden çok farklı ve birçok amaca yönelik olabilen görüntüleme sistemleri; standart CCD kamera, tarayıcı, ultrason, manyetik rezonans, elektron mikroskobu, termal, multispektral ve hiperspektral gibi makinalar olabilmektedir. Terim olarak görüntü işlemenin nerede bitip görüntü analizi ve bilgisayarlı görü gibi diğer ilgili alanların nerede başladığı konusunda kesin bir ayrımdan söz etmek pek mümkün değildir. En basit tanımıyla görüntü işleme; ölçülmüş veya kaydedilmiş olan Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* 149 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sayısal görüntü verilerini, elektronik ortamda (bilgisayar ve yazılımlar yardımı ile) amaca uygun şekilde değiştirilmesidir (Akar 2009). Görüntüleri birer sinyal olarak kabul eden sinyal işlemenin (signal processing) bir alt dalı olarak da incelenebilen alan, sayısal bir ortam üzerinde ve sayılarla ilgili olduğundan çoğu zaman sayısal görüntü işleme şeklinde anılmaktadır. Ayrıca görüntü işleme; hedef örüntüleri (pattern) sınıflandırmayı amaçlayan ve bilgisayarlı öğrenme (machine learning) bilimi altında incelenen örüntü algılama (pattern recognition) alanıyla da ilişkilidir. Görüntü işleme uygulamalarının yelpazesi var olan bir görüntünün istenen amaca göre zenginleştirilmesinden bir görüntüyü anlamlandırma ya da istenen hedef nesnelerin tespitine kadar oldukça geniş bir kapsamdadır. Görüntü işleme; insan görme sisteminin gerçekleştirdiği işlemlerin bilgisayar ortamında otomatik olarak gerçekleştirilmeye çalışılması olarak tanımlanırsa, bunun; öğrenmeyi, ayrımlar yapmayı ve görsel girdiler üzerinde eylem gerçekleştirmeyi kapsadığı aşikârdır. Durum böyleyken amacı insan zekâsını taklit etmek olan yapay zekâ biliminin de işin içine girdiği görülmektedir. Bu bilinenlerin ışığında görüntü işleme ve bilgisayarlı görünün mantıksal kesişim alanı, bir görüntü üzerindeki nesneleri veya kendine özgü özellikleri bulunan bölgeleri tanıma şeklinde tanımlanmaktadır (Gonzales ve Woods 2002). Tarımda sayısal görüntülerden anlam çıkarma ve sınıflandırma uygulamaları, hasat öncesi işlemlerde tarımsal üretime konu olan herhangi bir unsurun otomatik olarak algılanması olabileceği gibi, hasat sonrasında ürünün kendine özgü niteliklerine göre tanımlanması veya sınıflandırılması olabilir. Bu çerçevede sayısal görüntü işleme ve bilgisayarlı görme yöntemleri arazide verim tahmini ve haritalama, yabancı ot saptama, hastalık ve zararlı tespiti, ürün kalite parametrelerine göre sınıflandırma, otonom traktör kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi gibi farklı uygulama alanlarına sahiptir. Bu çalışmada bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme yöntemlerinin tarımda kullanımına yönelik çalışmalar incelenmiştir. Bu konuda önceki yapılmış çalışmalarda rapor edilen sonuçların ışığında bilgisayarlı görme ve sayısal görüntü işleme teknolojilerinin tarımsal üretimin hasat öncesi ve sonrası süreçlerinde uygulama potansiyelleri irdelenmiştir. Bu teknolojilerin tarımda kullanımının getirebileceği avantajlar sunulmuştur. GÖRÜNTÜ İŞLEME VE BİLGİSAYARLI GÖRME UYGULAMALARI Tarımda uzaktan algılama kapsamında görüntü işleme esaslı uygulamalar mevcut olmakla birlikte, uzaktan algılama konusunun kendine özgü geniş kapsamı nedeniyle bu çalışmada tarımda görüntü işleme esaslı uzaktan algılama uygulamaları incelenmemiştir. Önceki bölümde bahsedildiği gibi birbirinden çok farklı ve birçok amaca yönelik görüntüleme sistemleri mevcuttur. Ancak bilgisayarlı görme ve görüntü işleme perspektifinden bakıldığında bu sistemlerin ortak buluşma noktası görüntünün veya imgenin sayısallaştırılmasıdır. Bu bağlamda öncelikle sayısal görüntüyü tanımlamak gerekir. Doğal çevrede analog halde sinyaller ve görüntüler çok miktarda bulunmaktadır. Analog görüntü işleme insanlar ve hayvanlar tarafından gözleri yardımıyla sürekli yapılmaktadır. Buradaki analog kelimesinin ifade ettiği anlam, sinyallerin uzay-zamanda sürekli bir şekilde bulunmasıdır. Ancak görüntü işleme anlamında uzay-zamanda bulunan bu analog sinyallerin bilgisayar ortamına uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem, sayısallaştırma olarak ifade edilmekte ve görüntüleme sistemleri tarafından gerçekleştirilmektedir (Bovik 2009, Karakuş 2006). 150 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Görüntü işleme alanında sayısal görüntüler iki boyutlu sayısal bir fonksiyon f(x,y) olarak ifade edilmektedir. Renkli görüntüler de bu f(x,y) fonksiyonundan birden fazlasının farklı renk kanallarını temsil etmesiyle meydana gelmektedir. İfadede x ve y uzaysal düzlem koordinatlarını temsil ederken, f’nin herhangi bir (x, y) koordinatındaki şiddeti sayısal görüntünün o noktadaki yoğunluğu ya da gri seviyesi olarak adlandırılmaktadır. Bu şekildeki görüntü modeli birçok görüntü işleme yönteminde iki boyutlu bir vektör dizisi olan matris olarak ele alınmaktadır. Bu sonlu sayıda elementten oluşan sayısal görüntünün en küçük yapı taşı da piksel olarak adlandırılmaktadır. Şekil 1’de sayısal görüntünün gösterim modeli görülmektedir. Bu gösterimin matris olarak ifadesi de eşitlik 1’ de verilmiştir (Gonzales ve Woods 2002, Karakuş 2006). Bu matematiksel tanımlamadan yola çıkarak görüntü işleme ve bilgisayarlı görme alanında istenen amaca yönelik olarak sayısız algoritma ve yöntem geliştirilmektedir. Sayısal görüntü işleme teknikleri amaca yönelik ve spesifik olarak çeşitlilikler göstermekle birlikte genel olarak dört madde halinde incelenmektedir. Bunlar; 1) görüntü zenginleştirme, 2) görüntü onarımı, 3) görüntü sıkıştırma ve kodlaması, 4) görüntü bölütlemesi (segmentasyon) ve algılaması olarak sıralanabilir (Çulha 1996). Doğal olarak bu tekniklerin birbirleriyle yakın ilişkilerde olmaları kaçınılmazdır. Ancak, bu tekniklerden ilk üçü daha çok bilgisayar mühendisliği ve buna benzer mühendislik dallarının araştırma konuları içerisinde yer alırken, tarımsal uygulamalarda çoğunlukla dördüncü maddede belirtilen görüntü bölütlemesi ve algılaması yoğun olarak araştırılmakta ve kullanılmaktadır. Tarımsal uygulamalarda görüntü bölütlemesi ve algılaması; bir görüntünün bir kısmı veya tamamından tarımsal üretime konu olan bir unsurla ilgili bilgi edinilmesi (nitelik ve nicelik), bu unsurun algılanması veya sınıflandırılması konularını içermektedir. Şekil 1. Sayısal görüntünün temsil modeli … 𝑓(0,0) 𝑓(0,1) 𝑓(0, 𝑁 − 1) … 𝑓(1,0) 𝑓(1,1) 𝑓(1, 𝑁 − 1) 𝑓(𝑥, 𝑦) = [ ] ⋮ ⋮ ⋮ 𝑓(𝑀 − 1,0) 𝑓(𝑀 − 1,1) … 𝑓(𝑀 − 1, 𝑁 − 1) (1) Arazi uygulamaları Görüntü işleme ve bilgisayarlı görmenin tarımsal uygulamalarında geliştirilmesi en zor algoritmalar, tarımsal faaliyetin öncelikli olarak yapıldığı tarım arazisinden alınan görüntülerle çalışabilecek sistemlerdir. Bunun temel nedenleri; dış ortam görüntülerinde değişken aydınlanma koşulları, tarımsal materyalin çeşitliliği, bitki meyve ve diğer Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* 151 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 cisimlerin birbirlerini örtmeleri ve diğer kontrol edilemeyen ortam koşullarıdır. Ancak arazide çalışabilecek bu sistemlerin potansiyel avantajlarından dolayı özellikle hassas tarım kapsamında duyarga geliştirmeye yönelik birçok AR-GE çalışmaları yapılmaktadır. Yabancı ot algılama Yabancı ot kontrolünün tarımsal üretimde işgücü ve toplam üretim maliyetleri açısından önemli bir yeri vardır. Bu yüzden yabancı otları sıra üzerinde kültür bitkisinden ayırt ederek konumlayabilmek için bilgisayarlı görme yöntemleri esaslı birçok çalışma yapılmıştır. Yabancı ot, bilgisayarlı görme teknikleriyle konumlanarak saptandığında ilaçlama makinalarının püskürtücü düzenleri bu konumlara yönlendirilebilmektedir. Böylelikle yabancı ot ilaçlarının sadece yabancı otlara uygulanması başarılarak ilaç kullanımının çevresel etkileri azaltılabilmektedir. Geliştirilen yöntemlerde yabancı ot ile kültür bitkisi arasında bir ayırım yapabilmek için renk ve şekil gibi parametreler kullanılmıştır. Sıra üzerinde domates bitkisi ve yabancı ot ayırımı yapabilen bir görüntü işleme sistemi Lee ve ark. (1999) tarafından geliştirilmiştir. Çalışmada HSI renk uzayında piksel değerleri bir Bayes sınıflandırıcı ile birlikte kullanılarak görüntülerde bulunan yeşil yapraklar ikili (binary) görüntü üzerine ayrıştırılmış ve şekil analizi esaslı bir görüntü işleme algoritması ortaya konmuştur. Yabancı otları konumlamayı kolaylaştırmak için görüntüler, belirli boyutlardaki hücrelere bölünmüştür. İkili görüntü üzerinde leke eksenleri, alan, çevre ve eğrilik derecesi gibi bazı şekil öznitelikleri hesaplanmıştır. Hesaplanan öznitelikler ile bir diğer Bayes sınıflandırıcısı eğitilmiş ve yabancı ot ve domates bitkisi ayırt edilmiştir. Araştırmacılar çalışmalarında yabancı ot algılama için yaklaşık %77 düzeyinde bir sınıflandırma başarısı bildirmişlerdir. Kavdır (2004) tarafından yapılan diğer bir çalışmada bitki gelişiminin erken safhalarında ayçiçeği ile yabancı otu sıra üzerinde ayırt etmek üzere renkli görüntüler ve yapay sinir ağları kullanılmıştır. Çalışmada geri yayılımlı yapay sinir ağı yapısı kullanılarak, farklı ağ gizli katman sayıları ve farklı gizli katmandaki nöron sayıları denemiştir. Araştırmacı, çok sayıda gizli katman kullanımının görüntülerde yapancı ot tespitindeki başarıyı artırdığını bildirmiştir. Bilgisayarlı görme esaslı bir başka sıra üzeri yabancı ot tespit sistemi Burgos-Artizzu ve ark. (2011) tarafından geliştirilmiştir. Geliştirilen sistemde öncelikle arpa sıraları renk esaslı bir eşikleme yöntemiyle ikilileştirilmekte ve sonrasında ikili görüntü üzerinde morfolojik işlemler yapılarak kültür bitkisi ve yabancı ot pikselleri ayrılmaktadır. Araştırmacılar geliştirdikleri sistemin traktöre monte edilerek sürekli video görüntüleri üzerinde %90’ların üzerinde bir saptama başarısıyla ve hızlı bir şekilde çalışabildiğini bildirmişlerdir. Robotla hasat veya verim tayini için meyve algılama Tarım arazisinden alınmış görüntülerde meyveleri algılama üzerine yapılan çalışmalar özellikle iki amaca yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Bunlardan ilki, robotla hasat sistemlerinde olgun meyvelerin seçilerek robot kolu için konumlandırılması tekniklerini içermektedir. Bu çalışmalarda genellikle olgun meyvelerin renk farklılıklarından yararlanılmaktadır. Görüntü işleme sistemleri genellikle iki boyutta konumlama sağladığından bir lazer sensörüyle kamera ve meyve arasındaki mesafe tayin edilebilmektedir. Lazer sensörü olmaksızın stereo görüntüleme yöntemleriyle de robotla hasat çalışmalarında üç boyutlu konumlama sağlanabilmektedir. Tarımın en ilkel dönemlerinden beri insanlar ürün verimini ölçmenin farklı yöntemlerini geliştirmişler ve uygulamışlardır. En eski yöntem ürünün hasat edilip, ayrılıp ve 152 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 temizlenmesinden sonra tartılmasıdır. Gelişen teknoloji ve hassas tarımın ihtiyaçları farklı verim ölçme ve neticesinde haritalama yöntemlerini doğurmuştur. Hassas tarımda bahçe yetiştiriciliği bakımından en düşük üretim birimi ağaç olduğundan, ağaç seviyesinde verim tahmini büyük önem taşımaktadır. Meyvenin erken gelişme safhalarında ya da hasattan önce herhangi bir gelişme safhasında ağaç seviyesinde ürün verimini ölçmek veya verim haritası çıkarmak amacıyla bilgisayarlı görme ve görüntü işleme yöntemleri geliştirilmektedir. Özellikle henüz olgunlaşmamış meyveleri saptayabilen sistemler, yetiştiricilikte erken işletmecilik kararlarının alınabilmesi açısından hassas tarım açısından büyük avantajlar vadetmektedir. Meyveleri dış ortamda ağaç üzerinde konumlamak üzere gerçekleştirilen ilk çalışmalarda standart renkli görüntüleme teknikleri kullanılmıştır. Levi ve ark. (1988) renkli kamera ve yapay aydınlatma kullanarak portakal meyvesini saptayan bir sistem geliştirmişlerdir. Renk bilgisini ve Sobel operatörü kullanarak gradyan görüntüler elde etmişler, önceden tanımlı meyve şablonu ile eşleştirme yaparak meyveleri saptamışlardır. Bu yöntemle görünür meyvelerin %70’ini saptayabilmişlerdir. Araştırmacıların bildirdiğine göre geliştirdikleri algoritma yeşil meyveler üzerinde düşük performanslar sergilemiştir. Buemi ve ark. (1995) renkli kamera kullanan bilgisayarlı görü sistemine sahip bir robotla domates hasat sistemi geliştirmişlerdir. Görüntü bölütlemesi için hue-saturasyon-yoğunluk renk modelinde hue ve saturasyon bileşenlerini çıkararak eşikleme yöntemini kullanmışlardır. Aynı görüntüyü stereo kameralar kullanarak üç boyutlu olarak oluşturmuşlardır. Araştırmacıların bildirdiğine göre geliştirdikleri bilgisayarlı görme sistemi, görüntülerdeki domateslerin %90’ını tanıyabilmiştir. Meyve saptama başarısını artırmak üzere ilerleyen yıllarda termal görüntüleme teknikleri de araştırılmıştır. Bu tekniği esas alan sistemlerin en zayıf yönü, görüntüleme sistemi performanslarının gün içinde farklı sürelerde sıcaklığa bağlı olarak değişmesidir. Stanjko ve ark. (2004) elma meyvesinin doğal yetişme periyodunda sayıları ve çaplarını tahmin etmek üzere bir yöntem ortaya koymuşlardır. Araştırmacıların algılama algoritmaları yaprak ve meyvelerin farklı ısı depolama kabiliyetleri prensibine göre çalışmaktadır. Bu amaçla termal kamera kullanarak görüntüler toplamıştır. Renkli kırmızı-yeşil-mavi renk modelindeki görüntüleri bileşenlerine ayırarak bitki ve toprak piksellerini ayırmak üzere NDI endeks hesaplaması yapmışlardır. NDI görüntü üzerinde eşikleme yaparak meyve ve yaprakları ayırabilmişlerdir. Algoritmalarının sonuçlarını elle sayılan ve algoritma tarafından sayılan meyveler arasında regresyon analizi yaparak değerlendirmişlerdir. Denemelerinde 0,83 ve 0,88 arasında korelasyon katsayıları elde etmişlerdir. Ağaç üzerinde olgunlaşmamış meyveleri saptayabilmek amacıyla çok bantlı görüntüleme teknikleri de araştırılmıştır. Kane ve Lee (2007) multispektral görüntüleme yönteminden yararlanarak yeşil narenciye meyvelerini saptamak üzere piksel sınıflandırma esaslı bir görüntü işleme sistemi geliştirmişlerdir. Bir NIR kameradan yararlanarak görüntüleri farklı dalga boylarında toplamışlardır. Farklı dalga boylarında toplanan görüntüleri birleştirmek için bir endeks hesaplama yöntemi kullanmışlardır. Multispektral görüntülemeden yararlanarak geliştirdikleri sistemle meyve piksellerinin %84,5’ini saptayabilmişlerdir. Okamoto ve Lee (2009) yeşil narenciye meyvelerini ağaç üzerinde saptayabilmek için hiperspektral görüntüleme yönteminden yararlanarak bir araştırma yapmışlardır. Bir hiperspektral kamera ile 369–1042 nm arasında görüntüler toplamışlardır. Meyve ve yaprak arasında ayırt edici özniteliklere ulaşmak için farklı dalga boylarının sunduğu bilgileri birleştirmek üzere bir endeks hesaplama yönteminden yararlanmışlardır. Piksel sınıflandırmada doğrusal diskriminant analizini uygulamışlar Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* 153 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ve daha sonra gürültü azaltma, etiketleme ve alan eşikleme gibi görüntü işleme yöntemlerinden faydalanmışlardır. Araştırmacıların bildirdiğine göre hiperspektral görüntüleme yöntemi kullanarak geliştirdikleri sistem, görüntülerdeki meyvelerin %80– 89’unu saptayabilmiştir. Kurtulmuş ve ark. (2014) doğal bahçe koşullarında alınmış görüntülerde verim tayinine yönelik olarak olgunlaşmamış şeftali meyvelerini saptayabilen algoritmalar geliştirmişlerdir. Çalışmada görüntüdeki potansiyel meyve bölgelerini tespit etmek amacıyla farklı görüntü tarama yaklaşımları denemişlerdir. Meyvelerin renk, şekil ve doku özelliklerini farklı öznitelik çıkarma yöntemleri kullanarak sayısallaştırmışlardır. Hesaplanan öznitelikler ile yapay sinir ağı ve destek vektör makinesi gibi sınıflandırıcıları eğitmişlerdir. Olgunlaşmamış şeftali meyvesinin renkli görüntülerde saptanma başarısı %85’ler düzeyinde bildirilmiştir. Otonom traktör kullanımı için bitki sıralarının belirlenmesi Otonom yani sürücüsüz traktörlerin geliştirilmesi tarımda iş gücünü maliyetlerini azaltmaya yönelik yapılan çalışmalar arasındadır. Bu tür robot sistemler ilk geliştirilmeye başlandığında rota tayini için genellikle konumlama sistemleri kullanılmıştır. Ancak uydu sinyallerinin yetersiz olduğu durumlar ve daha otonom bir sürüşü gerçekleştirmek için günümüzde kendi kendine görüp rotasını belirleyebilen sistemler geliştirilmektedir. Bu doğrultuda konumlama sistemlerinin yerine veya bunlara yardımcı olarak ağaç ve bitki sıralarını otomatik olarak tespit etmek üzere bilgisayarlı görme algoritmalarından yararlanılmaktadır. Subramanian ve ark (2006), narenciye bahçelerinde sıra aralarında çalışmak üzere bir otomatik traktör yönlendirme sistemi geliştirmişlerdir. Lazer duyarga yardımlı olarak geliştirilen sistemin bir parçası olarak ağaç sıralarını saptayabilen bir bilgisayarlı görme algoritması geliştirmişlerdir. Araştırmacılar uygun bir bilgisayarlı görmenin gerçekleştirilebilmesi için günün farklı saatleri ve bulutluluk durumuna göre her koşula uygun bir görüntü işleme algoritmasının gerekliliğini tespit etmişler, sistemlerini buna göre programlamışlardır. Bu doğrultuda yeşil bitki piksellerini açığa çıkarmak için yeşil bölgelerdeki yaygın piksel değerlerini dikkate alan dinamik bir eşikleme yöntemi ortaya koymuşlardır. Görüntülerdeki saptanan mesafeler ile gerçek mesafeler arasındaki ilişkiyi bilinen referans işaretçiler kullanarak belirlemişler ve kalibrasyon yapmışlardır. Traktörün yönlendirilmesinde bir PID kontrol döngüsü yöntemiyle hata düzeltmesi yapılmıştır. Bakker ve ark. (2008), sera içerisinde şeker pancarı yetiştiriciliğinde kullanılmak üzere bitki sıralarını bilgisayarlı görme ile algılayabilen bir otonom araç geliştirilmişlerdir. Çalışmada renkli görüntüler gri seviyeli görüntülere dönüştürülerek işlenmiştir. Bitki sıralarını tespit etmek üzere gri seviyeli görüntü üzerinde düz çizgileri tespit etmek için geliştirilmiş Hough dönüşümü kullanılmıştır. Araştırmacılar geliştirdikleri algoritmayı test etmek için görüntüler üzerinde manuel olarak oluşturulan bitki sıra çizgileri ile algoritma tarafından saptanan sıra çizgilerini karşılaştırmışlardır. Çalışmada algoritma başarısının toprak üzerindeki rasgele desenlerden olumsuz olarak etkilendiği bildirilmiştir. Stereovizyon görüntüleme ilkesiyle çalışan ve tarla koşullarında kullanılmak üzere traktöre monte edilerek bitki sıralarını saptayabilen bir sistem Kise ve ark. (2014) tarafından geliştirilmiştir. Sistem; görüntü işleme, yüksekli haritası oluşturma ve navigasyon noktası belirleme gibi aşamalara sahiptir. Geliştirilen yöntem ile öncelikle stereovizyon görüntülerden bir üç boyutlu arazi yükseklik haritası oluşturulmakta sonrasında en uygun yönlendirme noktası harita üzerinde belirlenmektedir. Araştırmacılar ortaya koydukları yöntemi hem düzgün hem de kıvrımlı sıra karakteristiklerine sahip bir soya fasulyesi tarlasında yaygın olarak 154 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kullanılan ilerleme hızlarında test etmişlerdir. Çalışmada, geliştirilen yöntemin yabancı otlar ve sıra üzeri bitki eksiklikleri olması durumlarında bile başarıyla çalışabildiği bildirilmiştir. Ürün sınıflandırma uygulamaları Özellikle hasat sonrası tarımsal ürünlerin kusurluluk veya kalite parametrelerine göre paketleme süreçlerinde sınıflandırılmasına yönelik bilgisayarlı görme yöntemlerini temel alan çalışmalar yapılmıştır. Tarım ürünlerinde bir zararlı, hastalık ve mekanik deformasyon gibi etmenlerden dolayı ürünün ekonomik değerini etkileyebilen kusurlar olabilmektedir. Yapılan çalışmalarda genel olarak ürün sınıflandırmada insan hatalarından kaynaklanan hataların azaltılması, ürün işleme süreçlerinin hızlandırılması ve toplam üretim maliyetlerinin azaltılması amaçlanmıştır. Ürün kalite parametrelerine göre sınıflandırma Blasco ve ark. (2007) tarafından yapılan çalışmada narenciye meyvelerinde yaygın görülen kusurların görüntü işleme ile sınıflandırılması amaçlanmıştır. Araştırmacılar meyve yüzeyindeki kusurları görüntü işleme yöntemiyle açığa çıkarmak için danışmansız (unsupervised) bir yaklaşım izlemişlerdir. Bunun için renk esaslı bir piksel sınıflandırması yapmak yerine görüntüdeki yerel eşdeğer piksel gruplarını belirlemeyi esas alan bölge büyütme algoritmasından yararlanmışlardır. Bölge büyütme algoritmasının kullanacağı başlangıç piksellerini her pikselin homojenlik değerini hesaplayarak belirlemişlerdir. Bu şekilde bölütlenen bölgeler üzerinde komşuluk ve renk benzerliği hesaplamaları yapılmış, benzer bölgeler birleştirilmiştir. Araştırmacılar, ortaya koydukları bölütleme algoritmasının %94’lük bir başarıyla meyve yüzeyindeki kusurları saptayabildiğini bildirmişlerdir. Muzda hasat sonrası olgunlaşma sürecinde oluşan kahverengi lekeleri tespit etmek üzere bir bölütleme algoritması Hu ve ark. (2014) tarafından ortaya koyulmuştur. Çalışmada RGB görüntü üzerinde renk kanallarının piksel değerleri ile K-means kümeleme algoritması kullanılarak meyve yüzeyindeki kusurlu piksel bölgeler belirlenmiştir. Meyve ve arka planın ayrılmasında arka plan renginin ayırma başarısını büyük ölçüde etkilediği vurgulanmıştır. Araştırmacılar geliştirdikleri yöntemin mekanik kusur ve doğal olgunlaşma sürecinden kaynaklanan lezyonları ayıramadığını bildirmişlerdir. Hastalık teşhisi Pydipati ve ark. (2006) bilgisayarlı görme yöntemlerini esas alarak narenciye yapraklarından üç farklı hastalığa ait semptomları sınıflandırabilen bir algoritma geliştirmişlerdir. Çalışmalarında kontrollü aydınlanma koşullarına sahip yapay bir görüntü alma ve işleme istasyonu oluşturmuşlardır. Örneklere ait farklı renk kanallarından doku öznitelikleri hesaplamışlar ve bu özniteliklerin istatistiksel anlamlılıklarını adımlı diskriminant analizi ile ortaya koymuşlardır. Eğitim setinden hesaplanan öznitelikler ile bir sınıflandırıcı eğitilerek oluşturulmuştur. Araştırmacılar geliştirdikleri hastalık teşhisi algoritmasıyla %95 düzeyinde bir başarı bildirmişlerdir. Oberti ve ark. (2014) tarafından multispektral görüntüleme tekniği ile üzüm yapraklarındaki bir mantar hastalığından (Vitis vinifera L.) dolayı oluşan semptomları tespit etmek üzere bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışmada hastalık teşhisi için özellikle görüntüleme açısı ve arka plan gibi görüntü alma koşullarını optimize etmek amaçlanmıştır. Hastalıklı bölge piksellerini açığa çıkarmak için renk kanalları ve yakın kızılötesi kanalını kullanarak farklı endeks hesaplamaları yapılmıştır. Araştırmacılar farklı görüntü alma koşullarındaki hastalıklı bölge saptama başarılarını ortaya koyarak %90’lar seviyesinde bir saptama başarısı bildirmişlerdir. Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* 155 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yardımcı uygulamalar Bilgisayarlı görme ve görüntü işlemenin tarımda bu makalede yer verilemeyen daha birçok uygulama alanı mevcuttur. Bu uygulamalarda görüntü analizi, doğrudan tarımsal üretime konu olan ana materyal olan ürün üzerinde yapılabileceği gibi tarımsal üretime yardımcı olan herhangi bir unsurun veya materyalin de sahip olduğu bazı nitelik ve nicelikler görüntü analiziyle ortaya konulabilmektedir. Bu çerçevede tarım alanında insan hayatını kolaylaştırma potansiyeli olan her uygulamada bilgisayarlı görme yöntemlerinin potansiyeli azımsanmamalıdır. Tarımsal üretimde biyolojik kontrol kapsamında son yıllarda entomopatojen nematodların (EPN) kullanımı ön plana çıkmıştır. EPN’lar üzerinde yapılan çalışmalarda mikroskop görüntülerindeki sayımlar laboratuvar çalışmaları içerisinde zaman alıcı işlemler arasındadır. Sayım işlemlerini otomatikleştirmek amacıyla Kurtulmuş ve Ulu (2014) tarafından bir bilgisayarlı görme algoritması geliştirilmiştir. Çalışmada mikroskop görüntülerinde ölü nematodların sayılması amaçlanmıştır. Eşikleme yöntemiyle ikilileştirilen nematod gövdelerinin morfolojik işlemlerle orta eksenleri elde edilmiş ve üst üste yığılmış nematod grupları bir dizi algoritma kullanarak ayrıştırılmıştır. İki farklı analiz yöntemiyle ayrıştırılan nematodlar üzerinde canlı ve ölü olarak sınıflandırma yapılmıştır. Çalışmada ölü nematodların saptanmasında %85’lik bir başarı değeri bildirilmiştir. Pothula ve ark. (2014) tarafından yapılan çalışmada farklı bitkilere ait doğranmış biyomas saplarında düğüm ve düğümler arası sap kısımlarının etanol üretmede farklı uygunluk özelliklerini gösterdikleri vurgulanmıştır. Bu doğrultuda lazer tarayıcı görüntülerinde düğüm ve düğümler arasında kalan kısımları ayırt etmek üzere bir görüntü işleme algoritması geliştirmişlerdir. Çalışmada görüntülere öncelikle medyan filtreleme gibi ön işlemler uygulandıktan sonra kenar bulma algoritmasıyla sap kenarları belirlenmiştir. Düğüm ve ara düğüm kısımlarını ayırt etmek için alan, ağırlık merkezi, ana eksen, en düşük ve en yüksek gri seviye değerleri gibi öznitelikler hesaplanmıştır. Bu öznitelikler esas alınarak hazırlanan algoritma ile %97’ler düzeyinde başarı bildirilmiştir. Özellikle tohumluk mısır üretiminde arzu edilen genetik özelliğin elde edilebilmesi için püskül çekme işlemi önemli bir yetiştiricilik faaliyetidir. Son yıllarda bitki yüksekliği ilkesini esas alan bazı ticari püskül çekme makinaları kullanılmaya başlanmış olsa da, henüz istenen performans değerlerine ulaşılamamıştır. Bu eksikliği gidermek amacıyla renkli görüntülerde mısır püskülünü tespit etmek üzere Kurtulmuş ve Kavdır (2014) tarafından bilgisayarlı görme ve öğrenme yöntemlerini kullanan bir algoritma geliştirilmiştir. Çalışmada mısır piksellerinin farklı renk bileşenlerinden sağlanan bilgi ile bir destek vektör makinası eğitilmiş ve potansiyel mısır püskülü bölgeleri bir ikili görüntü üzerinde temsil edilmiştir. Bir dizi morfolojik işlem ile bu ikili görüntüdeki gürültü azaltılmıştır. Püsküllerin kendine has doku ve şekil öznitelikleri GLCM ve SIFT öznitelik hesaplama yöntemleriyle sayısallaştırılmıştır. Bu öznitelikler ile diğer bir destek vektör makinası eğitilerek test seti görüntülerinde püskül saptama başarıları ortaya konulmuştur. Geliştirilen bilgisayarlı görme algoritması ile püskülleri algılamada %82’lik bir başarı elde edilmiştir. SONUÇ Tarımsal üretimde bilgisayarlı görme ve görüntü işleme teknolojilerinin oldukça geniş bir kullanımım alanı vardır. Çiftçiler açısından günümüz koşullarında tarımsal üretimin birçok safhasında özellikle insan uzmanların yetersiz sayıda ya da pahalı olduğu 156 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 durumlarda bilgisayarlı görme esaslı uzman sistemlerin gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Tarımsal materyalin çeşitliliği uygulamaya aktarılacak bilgisayarlı görme sistemlerini birbirinden çok farklı ve karmaşık yapıda olmalarını gerektirmektedir. Kullanılan donanımların hesaplama kapasiteleri ve hızlarının önümüzdeki yıllarda daha da artması, bu teknolojilerin özellikle gerçek zamanlı uygulamalarda çiftçiler tarafından daha yaygın olarak kullanılmasına yol açacaktır. Multispektral, hiperspektral ve termal görüntüleme sensörleri tarımsal materyalin algılanmasında potansiyel vadetmekle birlikte henüz bu sistemler yaygın bir kullanım alanı bulacak kadar ekonomik değildirler. Ancak henüz 10-15 yıllık bir yaygın kullanım alanı olan mobil telefonların başlangıçtaki ve şimdiki fiyatları göz önünde bulundurulursa bu görüntüleme sistemlerinin de yakın gelecekte yaygın olarak kullanılabileceği öngörülebilmektedir. Tarımda bilgisayarlı görme sistemlerinin geliştirilmesinin bir başka yönü de bu sistemlerin çok disiplinli çalışmalarla ortaya konmasının gerekliliğidir. Bazen tarımsal üretime konu olan bir faaliyette karşılaşılan bir sorun bir uzman tarafından fark edilmekte ancak, bilgisayarlı görme teknolojilerinin bu soruna çözüm getirebileceği göz önünden kaçırılmaktadır. Bu anlamda da bu çalışmada özetlenen çalışmaların tarımsal üretime ve gıda sektörüne getirebildikleri çözümlerin dikkate alınması gerekmektedir. Amaca uygun olarak geliştirilmiş bilgisayarlı görme sistemleri, hasat öncesi ve sonrası tarımsal faaliyetlerde yapılan işlerin doğruluğunu ve hassasiyetini artırabilmekte, toplam ürün maliyetlerini azaltabilmektedir. Gelecek yıllarda artacak insan nüfusu ve gıda talebiyle birlikte bu sistemlerin tarımsal üretimde daha yaygın kullanım alanı bulacağı beklenmektedir. Bu bakımdan ülkemizde de bilgisayarlı uzman sistemleri içeren ileri teknolojilerin tarım ve gıda sektöründe daha fazla kullanımı önerilmekle birlikte, bu konularda daha fazla araştırmacının çalışmalarda bulunması gerekmektedir. KAYNAKLAR Akar, F. 2009. Şablon eşleme yöntemi ile plaka tanıma ve değerlendirme sistemi. Doktora Tezi, AÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Matematik Anabilim Dalı, Erzurum. Bakker, T., Wouters, H., Asselt, K.V., Bontsema, J., Tang, L., Müller, J., Straten, G.V. 2008. A vision based row detection system for sugar beet. Computers and Electronics in Agriculture, 60(1): 87-95. Blasco, J, Aleixos, N., Moltó, E. 2007. Computer vision detection of peel defects in citrus by means of a region oriented segmentation algorithm. Journal of Food Engineering, 81(3): 535–543. Bovik, A. 2009. The essential guide to image processing. Elsevier Inc., 853 pp. Buemi, F., Massa M., Sandini, G. 1995. Agrobot: a robotic system for greenhouse operations. 4th Workshop on robotics in Agriculture, IARP, Tolouse, 172-184. Burgos-Artizzu, X.P., Ribeiro, A., Guijarro, M., Pajares, G. 2011. Real-time image processing for crop/weed discrimination in maize fields. Computers and Electronics in Agriculture, 75(2): 337–346. Çulha, S. 1996. Sayısallaştırılmış bilgisayarlı tomografi ve magnetik rezonans tomogramları üzerinde görüntü işleme tekniği uygulamaları. Yüksek Lisans Tezi, AÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı, Ankara. Gonzalez, R.C., Woods R.E. 2002. Digital image processing. Prentice-Hall, Inc. Upper Saddle River, New Jersey, 793 pp. Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* 157 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Hu, M.H., Dong, Q.L., Liu, B.L., Malakar, P.K. 2014. The potential of double k-means clustering for banana image segmentation. Journal of Food Process Engineering, 37(1): 10–18. Kane, K.E., Lee W.S. 2007. Multispectral imaging for in-field green citrus identification. 2007 ASABE Annual International Meeting Sponsored by ASABE, 17 - 20 June, 2007, Minneapolis, Minnesota. Karakuş, D. 2006. Görüntü analiz yöntemleri ile kayaçların yapısal özelliklerinin tanımlanması. Doktora Tezi, DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Maden İşletme Anabilim Dalı, İzmir. Kise, M., Zhang, Q., Más, F.R. 2014. A Stereovision-based Crop Row Detection Method for Tractor-automated Guidance. Biosystems Engineering, 90(4): 357– 367. Kurtulmuş, F., Lee, W.S., Vardar, A. 2014. Immature Peach Detection in Colour Images Acquired in Natural Illumination Conditions Using Statistical Classifiers and Neural Network. Precision Agriculture, 15(1), 57-79. Kurtulmuş, F., Kavdır, İ. 2014. Detecting corn tassels using computer vision and support vector machines. Expert Systems with Applications, DOI: 10.1016/j.eswa.2014.06.013. Kurtulmuş, F., Ulu, T.C. 2014. Detection of Dead Entomopathogenic Nematodes in Microscope Images Using Computer Vision. Biosystems Engineering, 118, 29– 38. Lee, W.S, Slaughter, C., Giles, K. 1999. Robotic weed control system for tomatoes.Precision Agriculture, 1: 95-113. Levi P., Falla, R., Pappalardo, R. 1988. Image controled robotics applied to citrus fruit harvesting. Procedures ROVISEC-VII, Zurich. Oberti, R., Marchi, M., Tirelli, P., Calcante, A., Iriti, M., Borghese, A.N. 2014. Automatic detection of powdery mildew on grapevine leaves by image analysis: Optimal view-angle range to increase the sensitivity. Computers and Electronics in Agriculture, 104: 1–8. Okamoto, H., Lee, W.S. 2009. Green citrus detection using hyperspectral imaging. Computers and Electronics in Agriculture, 66(2): 201-208. Pothula, A.K., Igathinathane, C., Kronberg, S., Hendrickson, J. 2014. Digital image processing based identification of nodes and internodes of chopped biomass stems. Computers and Electronics in Agriculture 105: 54–65. Pydipati, R., Burks, T.F., Lee, W.S. 2006. Identification of citrus disease using color texture features and discriminant analysis. Computers and Electronics in Agriculture, 52(1–2): 49–59. Stajnko, D., Lakota, M., Hoevar, M. 2004. Estimation of number and diameter of apple fruits in an orchard during the growing season by thermal imaging. Computers and Electronics in Agriculture, 42:31–42. Subramanian, V., Burks, T.F., Arroyo, A.A. 2006. Development of machine vision and laser radar based autonomous vehicle guidance systems for citrus grove navigation. Computers and Electronics in Agriculture 53: 130–143. 158 Bilgisayarlı Görme ve Sayısal Görüntü İşleme Yöntemlerinin Tarımda Uygulama Alanları Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ ¹Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle Yerleşkesi. Nilüfer, 16059, Bursa / Türkiye Özet Güneş enerjisi; çevre dostu temiz bir enerji kaynağı oluşu, tükenmeyen yapısı ve ısı enerjisine kolayca dönüştürülebilmesi sebebiyle dünya genelinde tarımsal ürünlerin kurutulmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle ticari amaçlı sebze ve meyvelerin kaliteli ve hızlı kurutulması için farklı tipte güneş enerjili kurutucular bulunmaktadır. Bu kurutucular geniş anlamda aktif ve pasif sistemler olarak iki ana grupta isimlendirilirler. Ancak çalışma prensiplerine bağlı olarak güneş enerjisinin toplanması ve faydalı ısı enerjisine dönüşümü esas alındığında üç ayrı alt sınıflara daha ayrılmaktadır. Bunlar doğrudan (direkt), doğrudan olmayan (indirekt) ve bunların kombine edildiği hibrit tip güneş enerjili kurutuculardır. Dünya güneş kuşağı olarak adlandırılan 40 derece kuzey ve 40 derece güney enlemleri arasında bulunan ülkemizde özellikle tarımsal ürünlerin ekonomik ve sürdürülebilir biçimde kurutulması imkanının daha fazla değerlendirilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Güneş Enerjisi, Kurutucular Giriş Tarımsal ürünlerin ve gıdaların açık gökyüzü altında güneşi kullanarak kurutulması eski zamanlardan beri uygulanan bir yöntemdir. Ancak bu sürecin yağmur, rüzgar, nem ve tozdan etkilenmesinden dolayı dezavantajları bulunmaktadır. Ayrıca kuşlar, böcekler ve mantar zararlıları sebebiyle hasat edilmiş ürünlerde üretim kayıplarına neden olmaktadır. Bu yöntem yoğun emek, zaman ve kurutulacak ürünleri yaymak için büyük bir alan gerektirmektedir. Diğer yandan mekanik kurutmalar ise nispeten yeni bir gelişme olup, enerji kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç olarak da ürünün kurutma maliyetini pahalı hale getirmektedir (Sharma ve ark, 2009). Özellikle 1980'lerden itibaren artan enerji fiyatları, çevre kirliliği ile ilgili mevzuatlar, çalışma koşulları ve güvenlik gereksinimleri daha sıkı hale gelmiştir. Bu gereksinimleri karşılamak ve enerji tüketimini optimize etmek için kurutma yöntemi ve kurutucu tasarımlarında yeni teknolojiler talep edilmiştir (Hawlader ve ark, 1998). Güneş enerjisi kaynaklı kurutma teknolojisi sıfır enerji maliyetleri ile temiz, hijyenik ve sıhhi koşullarda ürün kurutmaya bir alternatif sunmaktadır. Ayrıca; enerji ve zamandan tasarruf sağlanırken, ürünün kalitesi artırılır, süreç daha verimli hale getirilir ve çevrenin korunmasına katkıda bulunulur (Sharma ve ark, 2009). Enerji tüketimini ve kullanım maliyetini azaltmak için güneş enerjisi kaynaklı kurutucular meyve ve sebzelerin kurutulması adına iyi bir seçenektir (Aware and Thorat, 2012). Gelişmekte olan ülkelerde koruma araçlarının eksikliği nedeniyle tarımsal ürünlerde önemli seviyelerde hasat sonrası kayıplar yaşandığı tahmin edilmektedir (Visavale, 2012). Bu kayıplar, kurutma süresine, kurutma sırasında yağmur yağmasına ve bu yağmurun kurumaya fırsat vermeden tekrarlanmasına ve böylece kurutma süresinin artmasına bağlı olarak % 60 ve hatta bunun da üzerinde olabilmektedir (Oktay ve ark, 1984). Ülkemizin sahip olduğu ekonomik öğelerden birisi hatta en önemli öğenin tarım olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat ülkemizin son yıllarda artan kuru sebze-meyve pazarında kendine yer aramasına rağmen yeterli altyapı ve teknik donanım eksikliğinden kendisine bu alanda yeterli pay bulamamaktadır (Kurban ve ark, 2007). Güneş enerjisinden beslenen kurutucu sistemlerin kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, tarımda artan enerji kullanımının önüne nispeten geçilebilecektir. Yapılan bu çalışma ile güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan ülkemizde açık alanlarda yayarak kurutma veya fosil yakıt kaynaklı mekanik kurutucuların yerine güneş enerjili kurutucular kullanımının artırılması ve yaşanan hasat sonrası kayıpların azaltılması hedeflenmiştir. Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ 159 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’nin Güneş Enerjisi Potansiyeli Türkiye, 36 – 42 derece Kuzey enlemleri arasında yer almakta olup, coğrafi konumundan dolayı sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye göre şanslı durumdadır. Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresinin 2640 h (günlük toplam 7.2 h), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh m-2 yıl-1 (günlük toplam 3.6 kWh m-2) olduğu belirlenmiştir (Kumbur ve ark., 2005). Şekil 1. Türkiye global güneş dağılım haritası (EİE, 2012) Güneş enerjisinin günümüzde önem kazanan uygulamaları arasında güneş enerjili su ısıtıcıları, güneş ile ısınan binaların yapımı, güneş enerjisinin elektriğe çevrilmesi, güneş enerjili su pompalarının tarımsal sulamada kullanılması, geleceğin yakıtı olan hidrojenin sudan üretiminde güneş enerjisinden yararlanılması yer almaktadır (Güneş, 1999). Ayrıca güneş enerjisinin kullanıldığı alanlara hesap makineleri, radyo, TV ve uydu alıcıları, radar ve meteoroloji istasyonları, havaalanları ve helikopter pist ışıklandırmaları, denizcilik uygulamaları, mobil telefonlar, karavanlar, sokak ve bahçe aydınlatmaları ilave edilebilir (Gençoğlu ve Cebeci, 2011). Tüm bu kullanım alanlarının yanı sıra güneş enerjisinden tarımsal ürünlerin kurutulması işleminde de faydalanılabilmektedir. Güneş Enerjisi Kaynaklı Kurutucular Güneş enerjisinden faydalanılarak yapılan en basit kurutma şekli tarımsal ürünlerin yayılarak açık havada kurutulmasıdır. Bu tip kurutma şekli ülkemizde de yaygın olarak kullanılmakta ise de kurutma havası (çevre havası) sıcaklığı düşük olduğu için kuruma yavaş olmaktadır. Ayrıca yağışlar, rüzgar tarafından tozların urun üzerine taşınması, böcekler ve kuşlar tarafından ürünlere zarar verilmesi açık havada kurutulan ürünlerin sağlıklı olmasını sınırlamaktadır. Mikroorganizmaların ürün üzerinde büyüme fırsatı bulmasıyla kurutulmuş ürünlerin kalitesi düşmektedir. Bu sebeple ülkemizde ticari amaçla kullanılacak güneş enerjili kurutuculara ihtiyaç duyulmaktadır (Tarhan ve ark, 2007). Güneş enerjili kurutucular güneş ısınlarının tutulma şekline göre; doğrudan (direkt), doğrudan olmayan (indirekt) ve bunların kombine edildiği hibrit (kombine) tip olarak sınıflandırılmaktadır (Ekechukwu ve Norton, 1999) 160 Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 2. Güneş Enerjisi Kaynaklı Kurutucu Modelleri (Ekechukwu and Norton, 1999) Pasif Kurutucular Pasif kurutuculara aynı zamanda doğal sirkülasyonlu veya doğal taşınımlı sistemler de denilmektedir. Doğal sirkülasyonlu güneş enerjisi kaynaklı kurutucuların çalışması tamamen güneş ışınımına bağlıdır. Bu tür sistemlerde, güneş ile ısıtılmış hava ürünün üzerine ya kaldırma kuvveti ya da rüzgar basıncının sonucu olarak sirküle edilir. Genellikle boyutları çiftlik kullanımları için uygundur. (Weiss ve Buchinger, 2012). Aktif Kurutucular Aktif kurutuculara aynı zamanda cebri konveksiyonlu kurutucular da denilmektedir. Kurutma işlemi boyunca kurutucu içindeki sıcaklık ve nemin kontrol edilmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca yığın derinliği daha fazla olup hava akış hızı kontrol edilebilmektedir. Bu nedenle, doğal konveksiyon kurutma ile karşılaştırıldığında kurutucu kapasitesi ve güvenilirliği önemli ölçüde yüksektir. Genellikle iyi tasarlanmış cebri konveksiyonlu kurutucular doğal sirkülasyonlu modellere göre daha etkili ve daha yönetilebilir olduğu kabul edilmektedir. Cebri konveksiyon kullanımı ile kuruma süresini üç kat azaltmak ve gerekli kolektör alanı % 50 oranında düşürülebilmektedir. Sonuç olarak, fanlar kullanılarak yapılan kurutmada doğal konveksiyon ile yapılan kurutmaya oranla altı kat büyük işlem hacmi elde edebilir (Hislop,1992). Doğrudan Tip (Direkt) Doğrudan tip güneş enerjili kurutucularda materyal doğrudan güneş ışınlarına maruz kalmaktadır. Bu kurutucuların kurutma odaları şeffaf cam ya da plastikten kaplanır, yüzeye gelen güneş ışınlarının bir kısmı atmosfere geri yansıtılırken, kalan kısım kurutucunun içine iletilir. Ayrıca, iletilen güneş ışınları ürün yüzeyinden geri yansıtılmaktadır. Kalan kısım materyalin yüzeyince emilmektedir. Güneş ışınımı emilimine bağlı olarak üründe sıcaklık artışı başlar (Sharma ve ark, 2009; Murthy, 2009). Doğrudan tip güneş enerjisi kaynaklı kurutucuların hem maliyeti düşüktür hem de kolaylıkla üretilebilmektedirler. Fakat bu sistemlerde sıcaklık kontrolü mümkün Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ 161 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 değildir. Bu nedenle de birçok sebze ve meyve uzun süreli güneş ışınlarına maruz kaldığından vitamin ve renk kayıpları yaşanmaktadır (Al-Juamily ve ark, 2007). Doğrudan Olmayan Tip (İndirect) Doğrudan olmayan tip kurutucudaki ürünler mat bir kurutma odası içindeki tepsilere ya da raflara yerleştirilir. Güneş ışını toplayıcı olarak adlandırılan ayrı bir birim ise kurutma odasına girecek havanın ısıtılması için kullanılır. Isıtılmış havanın nemli ürünlerin üzerine aktarılmasına izin verilmesiyle, sıcak hava ile nemli ürün arasında konvektif ısı transferi sayesinde nemin buharlaşması sağlanır. (Visavale, 2012). Doğrudan olmayan tip kurutma sistemleri daha pahalı ve zor kullanılan bir sistem olmasına rağmen sıcaklık kontrolü mümkün olmaktadır. Böyle sistemler ile UV ışınlar da uzaklaştırılabileceği için gelecekte ürün rengi değişmemektedir (El-Sebaii ve ark, 2002). Hibrit Tip (Kombine) Hibrit tip kurutucular doğrudan ve doğrudan olmayan tip kurutucuların özelliklerini kapsamaktadır. Burada kurutulacak ürünün üzerine doğrudan güneş ışınımı etki etmesinin yanı sıra güneş ışını toplayıcısından ısıtılan hava kurutma işlemi için gerekli olan ısıyı üretir (Visavale, 2012). Sonuç Güneş enerjisi kaynaklı kurutucu tasarımları çalışma sıcaklığına ve işletme biçimine göre sistematik olarak gruplandırılabilir. Ancak kurutucunun seçimini kurutulacak ürün, kullanılacağı coğrafi konumun güneşlenme oranı, ürün işlem hacmi, yakıt maliyeti ve tecrübeler gibi kritere bağlı olarak belirlenmelidir. Ülkemizin güneş kuşağındaki ülkeler arasında bulunması, güneş enerjisi kaynaklı kurutucu araştırmalarının uygulanabilmesi için avantaj sağlamaktadır. Güneş enerjisi kaynaklı kurutucular, ülkemizde yetiştirilen sebze ve meyvelerin kaliteli ve hızlı kurutulması kullanılabilecek olup ürünlerimizin kalitesini yükseltecek ve uluslararası pazarlarda rekabet gücümüzü ve pazar payımızı arttıracaktır. Yapılması gereken, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan ve 20-40 yıllık uzun ekonomik ömrü olan bu sistemlerin uygulamalarının arttırılmasını sağlamak ve ülke ekonomisine katkıda bulunmaktır. Kaynaklar Al-Juamily KIJ, Khalifa AJN, Yassen TA. 2007. Testing of the Performance of a Fruit and Vegetable Solar Drying System in Iraq. Desalination 209: 163–170. Aware, R.S., Thorat B. N., 2012. Solar Drying: Fundamentals, Applications and Innovations Principles, Solar Drying of Fruits and Vegetables, pp. 51-73. Ekechukwu O.V., Norton B (1999) Review of solar energy drying systems II: an overview of solar drying technology. Energy Conversion and Management, 40:615-655. 162 Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 El-Sebaii AA, Aboul-Enein S, Ramadan MRI, El-Gohary HG. 2002. Experimental Investigation of an Indirect Type Natural Convection Solar Dryer. Energy Conversion and Management, 43:16; 2251-2266. Gençoğlu, M.T., Cebeci, M. 2011. Türkiye’nin Enerji Kaynakları Arasında Güneş Enerjisinin Yeri Ve Önemi. http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_612/612_494.pdf (Erişim tarihi: 10.10.2012) Güneş, M. 1999. Fotovoltaik Sistemin Sağladığı Elektrik Enerjisi İle Çalışan Bir Uygulama Sisteminin Tasarımı. Fırat Üni. Fen. Bil. Ens.,Elektrik ve Elektronik Mühendisliği ABD, Yüksek Lisans Tezi, 40s. Hawlader, M.N., Bong, T.Y., Yang, Y., 1998, A Simulation and Performance Analysis of a Heat Pump Batch Dryer. In: Proceedings of the 11th international drying symposium, vol. A; pp. 208–215. Hislop, D.: Energy Options – Chapter 3: Heat from Solar Energy., (1992). Kumbur, H., Özer, Z., Özsoy, H.D., Avcı, E.D. 2005. Türkiye’de Geleneksel ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Potansiyeli ve Çevresel Etkilerinin Karşılaştırılması. III. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu ve Sergisi, 19-21Kasım, Mersin. Kurban, M., Varlık, T., Başaran, Filik Ü. ve Hocaoğlu, F. O., 2007. Yaş Sebze-Meyve Kurutma İşleminde Güneş Enerjisi Destekli Hibrid Sistemli Makine Kullanımı, IV. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Sempozyumu, Gaziantep, 31 Ekim-02 Kasım 2007. Murthy, M.V.R., 2009, A Review of New Technologies, Models and Experimental Investigations of Solar Driers, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, pp. 835–844. Oktay, E., Olgun, H., Ünal S. 1984. Çeşitli Koşullarda Kurutulan Yoncanın Besin Değerleri Kaybı Üzerinde Bir Araştırma. Lalahan Zoot. Arast. Enst. Derg. 24 (14) 3-14. Sharma, A., Chen, C.R., Lan, N. V., 2009, Solar-energy drying systems: A review, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 13, pp. 1185-1210. Tarhan, S., Ergunes, G., Tekelioğlu, O. 2007. Tarımsal Ürünler İçin Güneş Enerjili Kurutucuların Tasarım Ve İşletme Esasları, Tesisat Mühendisliği Dergisi Sayı: 99, s.26-32. Visavale, G.L. 2012. Solar Drying: Fundamentals, Applications and Innovations Principles, Classification and Selection of Solar Dryers, pp. 1-50. Weiss W and Buchinger J (2012) Solar Drying. AEE INTEC Publication, A-8200 Gleisdorf, Feldgasse 19, Austria. 110 pp. Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ 163 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 164 Güneş Enerjisi Kaynaklı Tarımsal Ürün Kurutucuları Onur TAŞKIN¹ Nazmi İZLݹ Ali VARDAR¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY Mühendislik Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, Mersin Üniversitesi, Mersin, Türkiye *ezgibezirhan@hotmail.com ÖZET Plastiklerin, ahşap ve metal gibi diğer malzemelere göre daha hafif, dayanıklı ve ucuz olması, günümüzde plastiklerin geniş bir kullanım alanına sahip olmasına yol açmaktadır. Geniş uygulamalarda kullanılması nedeni ile oluşan plastik atık miktarı da fazla olmaktadır. Plastik atık kirliliğinin yarattığı çevresel endişeler, plastiğin yapımında kullanılan fosil yakıtların fiyatlarındaki dalgalanmalar ve çevre bilincindeki artış, biyoplastik gibi çevre dostu malzemelerin gelişimi tetiklemiştir. Biyoplastikler, mısır, patates ve şeker gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen malzemelerdir. Son zamanlarda biyoplastiklerin ambalaj olarak gıda endüstrisinde, çatal, kaşık ve tabak vb. tek kullanımlık ürünlerde, diş protezi gibi medikal alanlarda uygulamaları görülmektedir. Yakın bir gelecekte ise, biyoplastiğin teknoloji ile uyum sağlaması ile kullanım alanının artarak plastiğin yerini alacağı belirtilmektedir. Biyoplastiğin çevre dostu olarak kabul görmesine rağmen, mısır, patates gibi birincil tüketim kaynaklarından üretilmesi tartışmalara yol açmaktadır. Bu çalışmada ise, biyoplastiklerin avantajları ve dezavantajları birlikte ele alınarak, bitkilerden üretimine odaklanılacaktır. Anahtar kelimeler: Bitki esaslı biyoplastik, Biyoplastikler, Biyoplastiklerin avantajları, Biyoplastiklerin dezavantajları. Bioplastic Production from Plants Abstract Plastics have used many field of applications because of they are lighter, durable and cheaper than other materials such as wood and metal. Due to use in wide range of applications plastic wastes is higher. The ever-growing environmental pressure caused by the widespread consumption of plastics, fluctuations in oil prices and growing environmentally conscious have spurred a thrust into the development of environmentally acceptable materials such as bioplastics. Bioplastic are made from renewable resources such as corn, potato and sugar. Recently, bioplastics have been used in food industry as packaging, in day- to day products such as fork, spoon and plate, in biomedical field like making bone plates and screws. In the near future, it is indicated that bioplastics will comply with the technology and replace to plastics. Although bioplastics are accepted as environmentally friendly materials, producing from renewable resources such as corn and potato leads to the discussion. Therefore, this paper will look at aspects of the bioplastics from the perspective of advantages and disadvantages and focused to production from plants. Key words: Advantages of bioplastic, Bioplastics, Disadvantages of bioplastics, Plant based bioplastic. GİRİŞ Geçmişten günümüze kadar insan toplumu kullanılan malzemelere göre taş, tunç, bakır ve çelik çağları olarak adlandırılan çağlardan geçmiştir (Stevens, 2002; El-Kadi, 2010). Bugün, dünyada üretilen toplam plastik miktarı üretilen çelik miktarını aşmış durumdadır ve her yıl yaklaşık 200 milyon tonu aşkın plastik üretimi yapılmaktadır (Europan Commission, 2011). Günümüzde ise plastikler modern yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ve yaşadığımız çağın ‘plastik çağı’ adını almasına neden olmuştur. Plastikler, ahşap ve metal gibi diğer malzemelere göre daha ucuz, dayanıklı ve hafif olmaları nedeniyle endüstrinin birçok alanında kullanılmaktadır (El-Kadi, 2010; Alvarez-Chavez ve ark., 2011). 2015 yılında ise dünya genelinde 300 milyon tonu aşkın plastiğin üretileceği tahmin edilmektedir (Ralden, 2010). Bu kadar çok miktarda plastik üretimi ve tüketimi ise parçalanamaz olması nedeniyle çevresel endişelere, üretiminde doğal kaynakların kullanılması nedeniyle ise ekonomik endişelere yol açmaktadır. Son yıllarda artan çevresel endişeler ve baskılar, petro-kimyasal hammaddeler olan bağımsızlığın artırılması gibi amaçlar endüstride yenilenebilir hammaddelerden üretimi teşvik etmiştir (Gonzalez-Gutierrez ve ark., 2010). Bu teşvikle geliştirilen en yenilikçi malzemelerden biri de ‘biyoplastiklerdir’. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY 165 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 BİYOPLASTİĞİN TARİHİ Her ne kadar biyoplastik adı son yıllarda duyulan bir terim olsa da, aslında ticari gelişimleri 19. yüzyılın ortalarında başlamıştır. Amerikalı mucit John Wesley Hyatt Jr, 1869 yılında bilardo toplarının üretiminde kullanılan fildişi yerine selüloz türevi kaplamanın patenti alınmıştır. Yanan puronun kaza ile toplara temas etmesiyle ateşlenen toplar bu girişimi engellemiştir. Ancak Hyatt projesi üzerinde çalışmaya devam etmiş ve şimdilerde fotoğraf ve film bandı olarak bilinen, yaygın olarak kullanılan ilk plastik olan selüloidi geliştirmiştir (El-Kadi, 2010). Wilhelm Krische ve Adolf Spitteler ise 1897 yılında, Galalith olarak pazarlanan sütte bulunan kazeinden yapılan bir plastik geliştirmişlerdir. Kazeinden yapılan bu plastik düğme, takı gibi malzemelerde ve elektronik ekipmanlarda kullanılmıştır. Ancak sütün az bulunur bir kaynak haline gelip, ham petrolün bollaşması nedeniyle 1945’li yıllardan sonra kazeinden üretilen plastik önemini yitirmiştir (http://www.konline.de/cipp/md_k/custom/pub/content,oid,46375/lang,2/ticket,g_u_e_s_t/local_lang, 2). 1920’lerde ise Henry Ford otomobil üretiminde soya fasulyesini kullanmayı denemiştir. Ford kısmen tarımsal üretim artığı için gıda dışı uygulamalar bulma arzusu tarafından motive edilmiştir. Soya plastikleri direksiyon, iç donanım ve gösterge paneli gibi otomobil parçalarında kullanılmıştır. Daha sonra Ford büyük bir reklam ile 1941 yılında soya fasulyesinden yapmış olduğu otomobilin prototipini sergilemiştir. Ancak yılsonunda savaş ve diğer nedenlerle soya fasulyesinden yapılmış otomobile olan ilgi azalmıştır (El-Kadi, 2010). Fransız kimyager ve bakteriyolog Maurice Lemoigne 1926 yılında, Gram-pozitif bakteri Bacillus megaterium'dan, hücre içi bir biyoplastik türü olan polihidroksibutirat (PHB) ürettiğini keşfetti. Günümüzde tanınan PHB’lar polihidroksialkonat(PHA) biyoplastik türünün en yaygın türetilmiş formlarından biridir. O zamandan bu yana, 100 PHA çeşidi mikroorganizmaların geniş bir kısmında tespit edilmiştir (Digregorio,2009). 1900’lü yıllarda ise, yakıt ve kimyasalların kaynağı olarak petrolün ortaya çıkmasıyla plastiğin tarihi önemli ölçüde değişmiştir. Sentetik polimerlerden yapılan plastikler tarafından biyoplastikler yerinden edilmiştir (El-Kadi, 2010). Günümüzde de, çevre bilinci ve sürdürülebilirlik üzerine olan vurgular artmış ve dolayısı ile biyoplastik kalkınma ve tüketim için önemli bir etmen haline gelmiştir. Şuanda biyoplastikler çatal, kaşık gibi kullanılıp atılan malzemelerde, diş protezi gibi medikal alanlarda ve özellikle gıda ambalajı olarak kullanılmaktadır (Kaith ve ark., 2010). BİYOPLASTİĞİN ÜRETİM YÖNTEMLERİ Genellikle ‘biyoplastikler’, şeker, mısır ve patates gibi (Sarasa ve ark., 2008; Karana, 2012) protein, lipit ve polisakkaritleri içeren yenilenebilir kaynaklardan (Averous, 2004; Siracusa ve ark., 2008) ya da bazı mikroorganizmalardan, alglerden ve mantarlardan üretilmektedirler (Luengo ve ark., 2003; Özdemir ve Erkmen, 2013). Son zamanlarda ise bitki ya da hayvansal üretimin yanında, biyolojik köken ve petrol monomerlerinin birleştirilerek üretildiği biyoplastikler gündeme gelmiştir. Buna göre biyoplastikler üretim yöntemlerine göre 3’e ayrılmaktadırlar (Şekil 1). 166 Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 1. Biyoplastiklerin üretim yöntemlerine göre sınıflandırılması (Reddy ve ark., 2013) Petrol türevli biyoplastikler, petrol türevli monomerlerden sentezlenen ancak biyolojik olarak parçalanabilen biyoplastiklerdir. Polikaprolakton (PCL) ve polibütülen adipat tereftalat (PBAT) gibi biyoplastikler bu gruba dahil edilmektedir (Reddy ve ark., 2013). Biyolojik kökenli petrol karşımı ile üretilen biyoplastikler ise biyolojik kökenli kaynaklar ile petrol kökenli kaynakların monomerlerinin kombinasyonuyla elde edilen polimerlerdir. Örneğin bu gruba dahil olan poli trimetilen tereftalat (PTT), biyolojik tabanlı 1,3-propanediol ve petrol türevli terefitalik asitin birleştirilmesi ile üretilmektedir (Reddy ve ark., 2013). Yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde nişasta ( mısır, patates, arpa, buğday, pirinç, manyok, sorgum, şeker pancarı gibi) (Cheng-Cheng, 2011), selüloz (odun gibi) (Nawrath ve ark., 1995), lignin (Kumar ve ark., 2009), protein (buğday gluteni, albümin) (Jerez ve ark., 2007) ve yağ gibi bitkisel hammaddeler kullanılmaktadır. Özetle, yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde agro-polimerlerden yararlanılmaktadır. Aşağıda bazı agro-polimerlerden bahsedilmektedir. Nişasta biyoplastik üretimi için en çok tercih edilen yenilenebilir kaynaklardan biridir (Gaspar ve ark., 2005).Nişasta bitkilerde depo maddesi olan, amiloz ve amilopektinden oluşan bir polisakkarittir. Bitki türüne bağlı olarak genellikle nişasta, %85-70 amilopektin, %15-30 amilozdan oluşur. Nişastanın yumuşama sıcaklığının, parçalanma sıcaklığından daha yüksek (Halley, 2005) olması işlenmesinde kolaylık sağlamaktadır. Nişastanın işlenip plastik üretilmesi sırasında genellikle gliserol, su ve sorbitol gibi plastikleştirici maddeler kullanılmaktadır. Nişastadan plastik üretiminde, plastikleştirici maddeler kullanılarak nişastanın moleküler yapısının ısıtılarak belirli koşullarda bozulması sağlanır. Jelatinleşme adı verilen bu proses sonucunda termoplastik adı verilen biyoplastik elde edilir (Reddy ve ark., 2013). Nişastadan termoplastik eldesi şekil 2’de gösterilmektedir. Nişasta esaslı biyoplastik üretimi birçok ülkede yapılmakla birlikte en fazla üretimi yapan firma Novamonttur. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY 167 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 2. Termoplastik eldesi (Xie ve ark, 2012). Selüloz bitki hücrelerinin yapısında doğada çok bulunan bir polimerdir. Endistriyel alanda birçok alanda farklı formlarda kullanımı mevcuttur. Çoğunlukla ağaç ve pamuktan elde edilir. Endüstriyel alanda kullanılan selüloz hamuru ise posa, sap ve kamış gibi tarımsal yan ürünlerden de elde edilebilir. Endüstride kullanılan selülozun iki formu vardır; Fiber ve film üretimi gibi eritme yapılmayan rejenere edilmiş selüloz ve plastik üretimi ve biyomedikal alanda kullanılan esterlenmiş selülozdur (Reddy ve ark., 2013). Kitin ve sitozan polimerleri, iyi adsorbsiyon, biyolojik uyumlu, biyolojik olarak parçalanabilir ve toksik olmayan eşsiz özellikte polimerlerdir. Kitin deniz kabukluları ve böcekler gibi birçok omurgasızda bulunan bir polimerdir. Kitin, β (1→4) bağları ile bağlanmış 2-asetamid 2-deoksi-β-D-glukozlardan oluşur ve sitozana parçalanırlar.Deasitile edilmiş kitin ise sitozan olarak bilinir.Daha çok biyomedikal alanda tercih edilen bir polimerdir.Ayrıca film ve fiber üretiminde de kullanılmaktadır (Reddy ve ark., 2013). Protein ise aminoasitlerin kopolimerleridir. Proteinler kaynaklarına göre bitki proteinleri (soya, bezelye, kanolya vb.) ve hayvan proteinleri (jelatin, peynir altı suyu, kazein ve keratin vb.) olarak 2 sınıfa ayrılabilir. Proteinden plastik eldesinde hidrofilik bileşikler ve lipitler plastikleştirici madde olarak kullanılmaktadırlar. Su, gliserol, yağ asitleri ve yağlar bu plastikleştirici maddelerdendir (Reddy ve ark., 2013). Yenilenebilir kaynaklardan elde edilen biyoplastik grubunda yer alan biyoplastik türleri polilaktik asit (PLA) ve poli hidroksialkonatlar (PHA) ve poli hidroksibütiratlardır (PHB) (Reddy ve ark., 2013). Biyoplastikler arasında PLA ve PHA üretim ve kullanım açısından lider konumundadır. Bu polimerler bitkisel nişasta ile birlikte elastiki film, enjeksiyon kalıplı objeler ve zirai malç gibi kısa ömürlü ürünlerin yapımında kullanılmaktadır (Özdemir ve Erkmen, 2013). Biyolastik üretiminde en çok kullanılan biyolojik kaynaklardan biri de bakterilerdir. Kısıtlı azot ve aşırı karbon kaynağı varlığında bazı mikroorganizmaların intraselüler depo materyali olarak PHA sentezlediği bilinmektedir (Satoh ve ark., 1998). PHA %100 biyolojik parçalanabilir bir biyoplastik türüdür (Nitinard ve ark.,2014). PHA’nın üretiminde kullanılan en önemli bakteri türleri Bacillus megaterium (kuru ağırlığının %20’si PHA), Klebsiella aerogenes rekombinantları (kuru ağırlığının %65’i PHA), Pseudomonas resinovorans (kuru ağırlığının %45’i PHA) bakterileridir (Özdemir ve Erkmen, 2013). Ancak yapılan çalışmalarla birlikte PHA’nın üretimi için kullanılan saf 168 Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 karbon kaynaklarının maliyeti arttırdığı düşünülmektedir. Bu nedenle son zamanlarda bakterilerden PHA üretiminde atık değerlendirme yoluna gidilmektedir (Nitinard ve ark.,2014). Özetle, yenilenebilir kaynaklardan biyoplastik üretiminde bitkilerdeki polimerler plastikleştiriciler yardımı ile jelatinleştirilerek, belirli basınç ve sıcaklık koşullarında şekillendirilerek elde edilmektedir. Bakterilerden biyoplastik eldesinde ise, bazı sınırlayıcı koşullar altında büyük ölçekli çalışmalarla bakterinin depo maddesi ve bir biyoplastik türü olan PHA’ı salgılaması sağlanmakta ve immobilizasyon tekniği ile endüstride kullanılmaktadır. Ancak bakterilerden PHA eldesinde saf kültürle çalışmanın gerektirdiği sterilizasyon ve immobilizasyon tekniklerinin pahalı teknikler olması bakterilerden biyoplastik üretimini sınırlandırmaktadır. Ancak son zamanlarda saf kültür yerine atıksu gibi karışık kültürlerde çalışılarak bu engel elimine edilmeye çalışılmaktadır. BİYOPLASTİĞİN AVANTAJ ve DEZAVANTAJLARI Michigian Üniversitesinden, S.Berkesch biyoplastikleri plastiklerin yeniden doğuşu olarak tanımlamıştır (El-Kadi, 2010). Çoğu ülkede biyoplastik üretimi yapılmakla birlikte birçok araştırmacı biyoplastiğin ileride plastiğin yerini alacağını öngörmektedir. Bu nedenle biyoplastikler artıları ve eksileri ile birlikte ele alınmalıdır. Biyoplastiğin avantajları aşağıda verilmektedir; Petrole olan bağımlılığın azaltılması; Petrol ve türevlerinden üretilen plastiğin aksine, biyoplastiklerin yenilenebilir hammaddelerden üretilmesinin toplumların ve üretimin petrole olan bağımsızlığını azaltacağı belirtilmektedir (Yu ve Chen, 2008). Ayrıca, ekonomik olarak rekabetten ileri gelen petrol fiyatındaki dalgalanmaların da dolaylı olarak azalacağı düşünülmektedir. Enerji verimliliği; Biyoplastiklerin üretimi sırasında, geleneksel plastiklere oranla %65 daha az enerji tüketildiği ileri sürülmektedir (http://www.foodservicewarehouse.com/restaurant-equipment-supply-marketingarticles/going-green/the-bioplastic debate/c28137.aspx) Daha az sera gazı emisyonu; Yu ve Chen (2008), yaptıkları bir çalışmada 1 kg biyoplastiğin üretimi sırasında 0.49 kg karbondioksit üretildiğini, 1 kg geleneksel plastiğin üretiminde ise 2-3 kg karbondioksit gazı üretildiğini saptamışlardır. Bunun da küresel ısınmayı %80 azaltacağını ileri sürmektedirler. Çevre dostu; Biyoplastiklerin toksik madde içermemeleri sebebiyle geleneksel plastiklere göre çevre dostu olduğu belirtilmektedir. Ayrıca biyoplastiklerin biyolojik kökenli olması sebebiyle, geleneksel plastiklere oranla daha az zamanda doğada parçalandığı ileri sürülmektedir. Ancak Avrupa’daki Uluslararası Biyobozunur Polimerler Topluluğunun (IBAW) foto-parçalanabilir biyoplastik için yapılan ‘tamamen çevre dostu’ gibi iddialar konusunda bazı endişeleri bulunmaktadır. Örneğin fotoparçalanabilir poşetlerde ağır metal (kobalt) seviyesi Kanada’da izin verilenin çok üstünde belirlenmiştir. Biyoplastiklerin dezavantajları ise şunlardır; Yüksek fiyat; Biyoplastik malzemelerin maliyetlerinin geleneksel plastiklerden en az 2 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir (http://archive.hgca.com/publications/documents/Bioplastics_web28409.pdf). Ancak biyoplastik üretiminin geniş ölçekli endüstriyel miktarlarda daha yaygın gerçekleştirilmesi ile ileride maliyetin de azalması beklenmektedir. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY 169 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Geri dönüşüm; Son zamanlarda yapılan araştırmalarda biyoplastiğin farklı yapısının, geri dönüşümünde problemlere neden olduğu belirtilmiştir (Biyoplastik Gerçeği, Erişim: http://t24.com.tr/haber/uzmanlardan-biyoplastik-gercegi/218146 ). Örneğin kızıl ötesi ışın ile çalışan çöp ayrıştırma sistemlerinde biyoplastikler ayrıştırılamamakta diğer plastiklerle karışmakta ve ayrılması istenen plastiği kirlettiği ileri sürülmektedir. Terimler; Biyoplastikler için bazı tanımlamalar tüketicide yanlış anlamaya neden olmaktadır. Öncelikle bütün biyoplastikler tüketicinin gıda atıkları ile birlikte kompostlanamayabilir, kompostlama için endüstriyel ölçekli tesisler gerekebilir (Barker ve Safford,2009). Bütün biyoplastikler parçalanmaz ve biyo terimi sadece plastiğin biyolojik kökenli olduğunu ifade etmektedir. Biyolojik esaslı biyoplastiklerin ise yenilenebilir kaynak kökenli olması nedeniyle biyolojik olarak parçalanabilir olması beklenmektedir. Ancak dayanıklılık doğasına ve yapısına bağlı olarak yenilenebilir kaynak esaslı biyoplastikler biyolojik olarak parçalanamayan özellikte olabilir. Bu nedenle bütün biyoplastikler yaşam döngüsü analizi kavramında değerlendirilmelidir. Hammaddelerin azalması; Diğer bir dezavantaj ise yenilenebilir kaynaklardan üretilen biyoplastiklerin ham madde rezervlerini azaltacak olmasıdır. Dolaylı olarak da erozyona neden olacağı endişesidir (http://www.foodservicewarehouse.com/restaurantequipment-supply-marketing-articles/going-green/the-bioplastic-debate/c28137.aspx). SONUÇLAR Biyoplastikler avantajları ile birlikte ele alındığında plastikleri yerinden edeceği düşünülmektedir. Ancak biyoplastiklerin gıda ürünleri olarak da kullanılan yenilenebilir hammaddelerden üretimi ayrıca ele alınmalıdır. Bitki tipine ve biyoplastik tipine bağlı olarak, yaklaşık 2 ton biyoplastik için gerekli biyokütlenin ihtiyaç duyduğu alan 1 hektardır. Gıda mahsullerinin biyoplastikleri de içeren gıda dışı uygulamalara dönüştürülmesi konusunda endişeler mevcuttur. Bu nedenle tarım ve polimer sanayilerinin tarımsal arazilerin iyi yönetilen ve dengeli kullanımını garanti altına alması gerekmekte ve biyoplastik üretiminde ‘atık değerlendirmesi’ yoluna gidilmelidir. Ancak Türkiye’de de henüz kullanılmaya başlayan biyoplastikler avantajları ve dezavantajları birlikte ele alınıp, dezavantajları elimine edilmeye çalışarak kullanıma teşvik edilmelidir. Günümüzde ASTM Kurumu biyoplastiklerin çevreye zararlı olmamaları için bazı standartlar oluşturmaya çalışsa da bu standartlar henüz uygulamada yeterli değildir. Bu nedenle Türkiye’de de biyoplastiğin kullanımı, atık yönetimi ve terimleri ile ilgili standartlar ve yönetmelikler geliştirilmelidir. KAYNAKLAR Alvarez-Chavez, C. R., Edwards S., Moure-Eraso R.l., Geiser, K. 2011. Sustainability of Bio-based Plastics: General Comparative Analysis and Recommendations for Improvement, Journal of Cleaner Production, 23(1):46-47. Averous, L. 2004.Biodegradable multiphase systems based on plasticized starch: a review. J. Macromol. Sci. C Polym. Rev., 44:231–274. Barker, M., Safford, R. 2009. Industrial uses for crops: markets for bioplastics, England, HGCA. Chaleomrum, N., Chookietwattana, K., Darara, S. 2014. Production of PHA from Cassava Starch Wastewater in Sequencing Batch Reactor Treatment System, APCBEE Procedia 8 (2014):167 – 172. 170 Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Cheng-Cheng, F. 2011. Bioplastics development planning in Thailand. Invest in Taiwan. http://investtaiwan.nat.gov.tw/news/ind_news_eng_display.jsp?newsid=72 (online erişim eylül 2014). Digregorio, B. E. 2009. Biobased Performance Bioplastic: Mirel.Chemistry&Biology, 16(1):1-2. El-Kadi, S. 2010. Bioplastic Production Form İnexpensive Sources Bacterial Biosynthesis, Cultivation System, Production and Biodegrability, VDM Publishing House, ABD, 145 s. Europan Commission. 2011. Plastic Wastes In The Environment: Revised Final Report, sf:51-70, United Kingdom. Gaspar, M., Benko Z., Dogossy, G., Reczey, K., Czigany, T. 2005. Reducing water absorption in compostable starch-based plastics, Polymer Degradation and Stability 90(3):563-569. Gonzalez-Gutierrez, J., Partal, P., Garcia-Morales, M., Gallegos, C. 2009. Development of highly-transparent protein/starch-based bioplastics, Bioresource Technology, 101(2010): 2007-2013. Halden, R.U. 2010. Plastics and health risks, Annual Review of Public Health, 31:17994 Halley, P.J. Thermoplastic starch biodegradable polymers. In: Smith R, editor. Biodegradable polymers for industrial applications. Cambridge UK: CRC Press/Woodhead, 2005. sf. 140-62 http://www.konline.de/cipp/md_k/custom/pub/content,oid,46375/lang,2/ticket,g_u_e_s_ t/local_lang,2 23.09.2014 http://www.foodservicewarehouse.com/restaurantequipmentsupplymarketingarticles/goi ng-green/the-bioplastic-debate/c28137.aspx 23.09.2014 http://archive.hgca.com/publications/documents/Bioplastics_web28409.pdf 23.09.2014 http://t24.com.tr/haber/uzmanlardan-biyoplastik-gercegi/218146 23.09.2014 Jerez, A., Partal, P., Martínez, I., Gallegos, C. and Guerrero, A. 2007. Protein-based bioplastics: effect of thermo-mechanical processing. Rheologica Acta, 46(5):711-720. Kaith, B. S., Jindal, R., Jana, A. K., Maiti, M., 2010, Development of corn starch based green composites reinforced with Saccharum spontaneum L fiber and graft copolymers – Evaluation of thermal, physico-chemical and mechanical properties, Bioresource Technology, 101: 6843–6851. Karana, E. 2012.Characterization of ‘natural’ and ‘high-quality’ materials to improve perception of bioplastics. Journal of Cleaner Production, 37:316-325. Kumar, S. M. N., Mohanty, A. K., Erickson, L., Misra, M. 2009. Lignin and its applications with polymers. Journal of Biobased Materials and Bioenergy 3(1):1-24. Luengo, J.M., Garcia, B., Sandoval, A., Naharro, G., Olivera, E.R. 2003. Bioplastics from microorganisms. Current Opinion in Microbiology, 6:251–260. Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY 171 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Nawrath, C., Poirier, Y., Somerville, C. 1995. Plant polymers for biodegradable plastics: Cellulose, starch and polyhydroxyalkanoates. Molecular Breeding 1(2):105-122. Özdemir, N., Erkmen, J. 2013. Yenilenebilir Biyoplastik Üretiminde Alglerin Kullanımı, Karadeniz Fen Bilimleri Dergisi / The Black Sea Journal of Sciences 3(8):89-104. Reddy, M. M., Vivekanandhan, S., Misra, M., Bhatia, S. K., Mohanty, A. K. 2013. Biobased plastics and bionanocomposites: Current status and future opportunities, Progress in Polymer Science 38(10–11):1653–1689. Sarasa, J., Gracia, J.M., Javierre, C. 2008. Study of the biodisintegration of a bioplastic material waste. Bioresource Technology, 100:3764-3768. Satoh, H, Iwamoto, Y., Mino, T., Matsuo, T. 1998. Activated sludge as a possible source of biodegradable plastic. Water Sci Technol., 38:103-109. Siracusa, V., Rocculi, P., Romani, S., Dalla Rosa, M. 2008. Biodegradable polymers for food packaging: a review. Trends Food Science Technology, 19:634–643. Stevens, E.S. 2002. Green Plastics: An Introduction to the New Science of Biodegradable Plastics, Princeton Univesity Press, USA, 238 s Xie, F, Halley, P.J., Avérous, L. 2012. Rheology to understand and optimize processibility, structures and properties of starch polymeric materials. Prog Polym Sci., 37:595-623. Yu, J., Chen L. X. L. 2008. The Greenhouse Gas Emissions and Fossil Energy Requirement of Bioplastics from Cradle to Gate of a Biomass Refinery, Environ. Sci. Technol., 42: 6961–6966. 172 Bitkilerden Biyoplastik Üretimi Ezgi BEZİRHAN ARIKAN*, H. Duygu ÖZSOY BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, bbasik@uludag.edu.tr ÖZET Bursa ili sahip olduğu coğrafi yapısı nedeniyle yüzey ve yeraltı su kaynakları bakımından zengin bölgelerimizdendir. İlde göller ve akarsular önemli bir yer tutar. Ayrıca yeraltı su potansiyeli açısından özellikle Bursa Ovası genelde serbest yeraltı suyu ve artezyen akiferler içermektedir. Ancak son yıllardaki kentleşme ve sanayileşme süreci sonucunda kirlilik yükü nedeniyle Bursa’nın sahip olduğu su kaynaklarının kalitesi önemli düzeyde kirlenmiştir. Özellikle tarımsal açıdan sulama amaçlı kullanılan su kaynaklarında meydana gelen kirlilik insan sağlığını tehdit eder hale gelmiştir. Bu durumun en belirgin örneği Nilüfer çayında meydana gelen kirlilik olarak gösterilebilir. Benzer şekilde bölgede diğer su kaynakları da kirlilik tehditi altındadır. Anahtar Kelimeler: Bursa, su, kirlilik, tarım, sulama 1.GİRİŞ Su, insanın yaşam sürecinin her döneminde tüm faaliyetlerin gerçekleşebilmesi için gerekli bir madde ve hayatın en önemli unsurudur. Aynı zamanda sanılanın aksine de sınırlı bir kaynaktır. Suyun yaşam ortamında bulunması, kalitesi ve kullanılabilirliği son derece önem taşımaktadır (Akın ve Akın, 2007). Ülkeler, yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarına göre sınıflandırılmaktadır. Buna göre, yıllık kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1000 m3’ten az ise o ülke su fakiri, 1000-2000 m3 arasında su azlığı çeken ve 2000-10000 m3 ise su zengini ülkeler olarak nitelendirilirler. Bugün ülke nüfusumuzun tahmini 77 milyon olduğu kabul edilirse, kişi başına düşen yaklaşık 1500 m3’lük yıllık kullanılabilir su miktarıyla ülkemiz su azlığı çeken bir ülke konumundadır. Ülkemizde nüfusun hızlı artışı, sanayileşmenin büyümesi, tarımda gübre ve ilaç kullanımının yaygınlaşması ve çevre bilincindeki eksiklikler gibi nedenlerle mevcut su kaynaklarımızda aşırı kirlenmeler saptanmıştır. Bu açıdan havzalar incelendiğinde yüzey sularında 4. derecede kirlenmiş sulara rastlıyoruz. Özellikle Meriç-Ergene, Marmara, Sakarya, Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes, Burdur ve Akarçay (Afyon) havzalarında bulunan çay, nehir ve göllerde aşırı kirlenmeler tespit edilmiştir. Kirlenmeler azot, fosfor, kalsiyum, organik maddeler, kurşun, çinko, krom gibi kirleticiler tarafından meydana gelmektedir. Bazı su havzalarında, aşırı ağır metal kirlenmelerine de rastlanmaktadır. Su azlığı çeken bir ülke konumunda olan Türkiye’nin su kaynaklarında gözlenen kirlenmeler, sağlık için büyük sorunlar yarattığı gibi, suyun oluşturduğu alanlarında yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Ülkemizin bir sorunu olarak gündeme gelen su kirliliğinin malesef bir örneğini de Bursa ilindeki su kaynaklarında görmekteyiz. Bölgenin en önemli su kaynağı durumundaki Nilüfer çayı ve kollarının kirlilik durumu ve bu suyun tarımsal sulama amaçlı kullanımı sonucu oluşabilecek riskler giderek artmaktadır. Ülkemizde ve bölgemzide su kaynaklarının kirlenmesi bu şekilde devam ederse, 25-30 yıl sonrasında ortaya çıkacak sorunların geri dönüşümünün olanaksız duruma dönüşeceği göz ardı edilmemelidir. 2. BURSA İLİ SU VARLIĞI 2.1. Yüzeysel Sular 2.1.1. Akarsular Nilüfer Çayı: Bursa İli’nin en önemli akarsuyu ve Bursa kentinin karakteristiklerinden biridir. Su toplama havzası büyüklüğü 680 km2’dir. Uludağ’ın güney yamaçlarında, Keles civarında doğan Nilüfer Çayı, kuzeybatı yönünde akarken topladığı yan dereler Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT 173 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ile taşıdığı su potansiyelini arttırarak geldiği Doğancı Köyü mevkiinde soldan katılan Sultaniye kolunu da alarak faydalanılabilir bir potansiyele ulaşmaktadır. Akarsuyun Doğancı Köyü mevkiinde sahip olduğu 450 km2 su toplama havza büyüklüğü kendisine yıllık 233.000.000 m3’lük bir su verimi kazandırmaktadır. Bu noktada DSİ’ nin Bursa Kenti’ne içme kullanma suyu temini için 1983 yılında hizmete açtığı Doğancı Barajı ile Nilüfer Çayı’ndan yıllık 105.000.000 m3 su alınabilmektedir. 2007 yılında yapımı tamamlanan ve aynı Çay üzerinde kurulu bulunan Nilüfer Barajından ise yılda 60.000.000 m3 içme suyu elde edilmektedir. Nilüfer Çayı, Uluabat gölünü drene eden derenin de katıldığı Susurluk Çayı ile birleşerek Karacabey Boğazı civarında Marmara Denizi’ne dökülür (Anonim, 2013) (Şekil 1). Şekil 1. Bursa ili su varlığı Deliçay: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından doğar ve eğimin çok dik olması nedeniyle bahar aylarında karların erimesi sonucu fazla partikül madde getirir. Ancak, taşınan partiküller, Dokuzgözler Tersip Bendi’nin rezervuarında çökelmekte ve bu noktadan sonra su kirliliği düzeyi düşmektedir. Aksu Deresi: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından inen bir deredir. Gölbaşı göletine dökülmektedir. Kaplıkaya Deresi: Uludağ’ın kuzey yamaçlarından doğar, Bursa Ovası’na girdikten sonra Deliçay ile birleşerek Nilüfer Çayı’na katılır. Ayvalı Deresi: Çayırköy Ovası’ndan geçerek Nilüfer Çayı’na katılır. Hasanağa Deresi: Ayvalı deresinden yaklaşık 7 km batıda Nilüfer Çayı ile birleşmektedir. Orhaneli Çayı: İlin en büyük akarsuyu. Mustafakemalpaşa Çayı’nın doğudan gelen kolu olan Orhaneli Çayı, Kütahya İli’nin Gediz ilçesinde doğar ve 276 km’lik akıştan sonra Mustafakemalpaşa ilçesine 20 km kala Çamandar Köyü’nde Mustafakemalpaşa 174 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çayı’nın batıdan gelen kolu olan Emet Çayı ile birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı adını alır ve Uluabat Gölü’ne dökülür. Orhaneli Çayı üzerinde yapımı 2008 yılında tamamlanan ve su tutulan Enerji+Sulama+Taşkın Koruma +İçme Suyu temini amaçlı Çınarcık Barajı bulunmaktadır. Söz konusu barajdan yılda 145.000.000 m3 içme suyu elde edilmesi planlanmaktadır (Anonim, 2013). Emet Çayı: Gediz yöresinde Şaphane dağında 1100 metrelerde doğar, kuzeye 180 km akıp Orhaneli Çayı ile birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı’nı oluşturur. Mustafakemalpaşa Çayı: Orhaneli ve Emet çaylarının Çamandar Köyü’nde birleşmeleri ile meydana gelen Mustafakemalpaşa Çayı, buradan 40 km sonra Uluabat Gölü’ne dökülmektedir. Susurluk Çayı: Simav yakınlarındaki Şaphane Dağından doğan Simav Çayı birçok küçük kolla birleşerek Susurluk İlçesi’ne gelir. Buradaki ismi “Susurluk Çayı (Kocadere)” olur. Susurluk Çayı, Mustafakemalpaşa Çayı ve Karadere ile ayrıca Manyas yöresinden gelen Hanife Dere ve Nilüfer Çayı ile birleşerek Karacabey Boğazı’ndan Marmara Denizi’ne dökülür. 2.1.2. Göller ve Göletler Uluabat Gölü: Marmara Denizi’nin güneyinde yer alan sığ (ortalama derinlik 2.5 m), bulanık, ötrofik bir tatlısu gölüdür. Doğu-batı doğrultusunda uzanan (23-24 km) tektonik kökenli Yenişehir-Bursa-Gönen çöküntü alanında oluşmuştur. Göl alanı yıllara ve mevsimlere göre değişiklik göstermektedir. Göl alanı için bugüne kadar verilmiş en yüksek değer 24.000 hektar, en düşük değer 13.500 hektardır. Gölün güney-batı kıyıları 1993 yılında yapılan seddelerle çevrelenmiş ve gölün bu kesimi tarıma açılarak geçmişte olduğu gibi geniş alanlara yayılması engellenmiştir. Göl suyu kolloidal kil ihtiva ettiği için devamlı bulanıktır. Göldeki fitoplanktonların baskın durumuna göre göl suyuna bazen yeşilimsi-sarı bazen de grimsi-sarı renkler hâkim olmaktadır. Göl suyunun bulanık olmasından dolayı ışık geçirgenliği çok azdır. İlkbaharda göle giren süspanse maddelerin artışına bağlı olarak ışık geçirgenliği 22 cm’ye kadar düşebilmektedir. Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafakemalpaşa Çayı’dır. Göl dibindeki ve çevresindeki karst kaynakları ile yağışlı dönemlerde göle ulaşan küçük dereler gölün beslenmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca gölün güneybatısındaki tarım alanlarının drenaj suları da göle verilmektedir. Göle giren su miktarı mevsimlere ve yıllara göre büyük değişiklikler göstermektedir. Gölün fazla suları, gölün batısındaki Uluabat Deresi ile Susurluk Çayına ve bu çay vasıtasıyla da Marmara Denizi’ne boşalmaktadır. Ancak göl su seviyesi Uluabat Deresinin altına düştüğünde, dere göle doğru akışa geçerek gölü beslemektedir. Gölden pompalarla su çekilmekte ve göl çevresindeki 6.350 hektar arazi sulanmaktadır. Uluabat Gölü, küçük karabatak (300 çift), alaca balıkçıl (30 çift) ve kaşıkçı (75 çift) için önemli bir üreme alanıdır. Kışın gölde aralarında küçük karabatak (max. 1078), tepeli pelikan (max. 136), elmabaş patka (max. 321.500) gözlenebilir. Bu nedenle, Uluabat Gölü 15.04.1998 tarih ve 23314 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, Ramsar (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar) sözleşmesi kapsamında, uluslararası düzeyde kaynak değerine sahip bir sulak alan olarak ilan edilmiştir (Anonim, 2013). İznik Gölü: Marmara Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise beşinci büyük doğal gölü olan İznik Gölü, derinliği en fazla 80 m olan tektonik bir tatlısu gölüdür. Güney ve Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT 175 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kuzeyde alçak olan sıraları ile sınırlanmıştır. En büyükleri kuzeydoğusundaki Karasu ve güneybatıdaki Sölöz olmak üzere derelerin göle girdiği noktalarda küçük deltalar ve sazlıklar oluşmuştur. Karsak Çayı gölü drene eden çaydır. Gölün batısından çıkar ve Marmara Denizi’ne akar. Gölün bu tarafında taşkınları önlemek için bir sedde inşa edilmiştir. Göl bütünüyle tarım alanları ve zeytinliklerle çevrilidir. Batıdaki seddenin ardındaki eski göl alanında kavaklıklar vardır. Gölden gerek Gemlik’teki fabrikalar, gerekse çevredeki tarım alanları için su alınmaktadır. Alan, sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak (30 çift) ve gece balıkçılı (250 çift) ile özel Çevre Koruma Alanı ölçütlerine uyar. İznik Gölü 1990 yılında Sit Alanı ilan edilmiştir. 1963’te gölün batısındaki seddenin yapımı sonucunda 416 ha sulak alan kurutulmuştur. Su tutma amacıyla da yapılan bu sedde, gölü kısmen bir rezervuara dönüştürmüştür. Yaklaşık 9000 ha tarım arazisi göl suyuyla sulanmaktadır. Yapımı süren tesislerle bu alanın 6.945 ha daha arttırılması öngörülmüştür. Bunun yanı sıra, göl kıyısındaki tarım alanlarının sulanması için çiftçiler tarafından pompayla su çekilmektedir (Anonim, 2013). Sulama Göletleri ve Baraj Gölleri: Bursa ilinde DSİ ve İl özel idaresi tarafından yapılan ve yapılmakta olan sulama göletleri Çizelege 1’de ve baraj gölleri ise Çizelge 2’de verilmiştir. 2.2. Yeraltı Suları Bursa Ovası genelde serbest yeraltı suyu ve artezyen akiferler içerdiği için ovada yeraltı suyu temini sığ kuyulardan sağlanmaktadır. Kimyasal olarak sular içilebilir durumda olup, endüstriyel kullanıma da uygundur. Bursa Ovası’ndan sonra yeraltı suyu rezervi sırasıyla Mustafakemalpaşa ve Karacabey havzalarından sağlanır. Bursa İli yeraltı suyu potansiyeli Çizelge 3’de verilmektedir. Bursa İli sınırları içerisinde kullanılabilecek yıllık ortalama yeraltı suyu miktarı 317,0 hm3’dür. Yıllık çekilen miktar 275,1 hm3 civarındadır. Çizelge 1. Bursa ilinde mevcut sulama göletleri (Anonim, 2013) Göletin Adı Gövde Dolgu Tipi Gölcük Göleti Kozluören Göleti Burcun Göleti Eymir Göleti Akalan Göleti Yenice Göleti Halhalca Göleti Uşakpınar Göleti Kurşunlu Göleti Kayapa Göleti Çalı Göleti Çamlık Göleti Bayramdere Göleti Yolçatı (Göbelye) Göleti Şevketiye Göleti Kınık Göleti Hisardere Göleti Karıncalı Göleti Dağdibi Göleti Göynükbelen Göleti Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Toprak+Kaya Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Zonlu Kaya Dolgu Kil Çekirdekli homojen Dolgu Zonlu toprak Dolgu Zonlu Toprak Dolgu Toprak+Kaya Dolgu Zonlu Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Zonlu Toprak Dolgu Kil Çekirdekli Kaya Dolgu Kil Çekirdekli Kaya Dolgu 176 Göl Hacmi (hm3) 4,300 0,710 1,000 0,290 0,262 1,120 0,440 0,500 1,750 3,850 2,750 0,858 0,800 0,645 0,600 0,600 0,450 0,773 1,300 0,727 Sulama Alanı (net) ha 820 253 295 150 102 257 151 96 317 1418 806 213 192 125 420 189 180 286 770 160 Aktif Hacim (hm3) 4,000 0,700 0,900 0,262 0,213 1,080 0,417 0,450 1,550 3,650 2,650 0,849 0,700 0,630 0,590 0,570 0,370 0,750 1,200 0,687 Kullanım Amacı Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Güngören Göleti * Söğüt Göleti * Çiçeközü Göleti * Mahmudiye Göleti * Nüzhetiye Göleti * Kızılkaya Göleti * Toplam Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu Homojen Toprak Dolgu 0,280 0,283 4,900 1,400 0,630 0,519 31,737 89 820 1730 425 109 316 10689 0,258 0,253 4,400 1,190 0,420 0,514 Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Sulama Çizelge 2. Bursa ili Mevcut Baraj Gölleri (DSİ 1. Bölge Müdürlüğü) Barajın Adı Gövde Dolgu Tipi Doğancı Barajı Nilüfer Barajı Demirtaş Barajı Gölbaşı Barajı Büyükorhan Barajı Hasanağa Barajı Çınarcık Barajı Babasultan Barajı Boğazköy Barajı Toplam Toprak+Kaya Dolgu Kaya Dolgu Kaya Dolgu Homojen Toprak Dolgu Zonlu Toprak Dolgu Toprak+Kaya Dolgu Kaya Dolgu Toprak+Kaya Dolgu Zonlu Toprak Dolgu Baraj Hacmi (hm3) 2,520 3,706 1,714 0,320 0,130 0,873 5,800 2,075 3,032 20,17 Çekilen su Max. Su miktarı kotunda göl (hm3/yıl) hacmi (hm3) 110 43,3 60 39,5 1710 14,457 1816 14,28 707 6,93 742 3,710 6111 372,940 4100 15,760 11,645 41,620 15367,65 552,497 Kullanım Amacı İçme Suyu İçme Suyu Sulama+End. Suyu Sulama Sulama+İçme Suyu Sulama+End. Suyu Çok amaçlı Sulama Sulama+Enerji Çizelge 3. Bursa ili Yeraltı Suyu Potansiyeli (Anonim, 2013) İşletme Rezervi(hm3/yıl) 115,0 6,5 65,5 14,0 19,5 6,0 41,0 46,0 3,5 317,0 Ova Adı Bursa Ovası Çayır köy Ovası Aşağı Susurluk Ovası İznik Ovası Orhangazi Ovası Gemlik Ovası İnegöl Ovası Yenişehir Ovası Mudanya Sahil Ovası Toplam Fiilen Kullanılan(hm3/yıl) 112,0 6,5 65,0 4,2 14,1 6,0 29,5 36,5 2,8 276,6 3. BURSA İLİ TARIMSAL SULAMA ve SU SORUNLARI Bursa ili su kaynaklarının fazlalığı nedeniyle Bursa ilinde sulanan arazi varlığı oranı ülkemiz ortalamasından yüksektir. Bu durumun oluşmasında su kaynakları ile sulanabilir arazilerin varlığı yanında bölge üreticileri tarafından modern sulama tekniklerinin kullanılmasının da etkili olduğu söyelenebilir. Çizelge 4’de Bursa ili tarım arazilerinin sulanabilirlik durumu verilmiştir. Ayrıca Çizelge 5’de Bursa ilinde DSİ ve İl Özel İdaresi tarafından sulama suyu biriktirme amacıyla yapıları olan göletler ilçeler düzeyinde verilmiştir. Çizlege 4. 2006 yılı Bursa ili tarım arazilerinin sulanabilirlik durumu (Anonim, 2010) Bursa Türkiye Devlet sulama Tarım arazisi, ha Sulanabilir arazi, ha İl özel idaresi DSİ 430.950 26.968.000 250.543 8.500.00 17.639 1.100.000 69.540 2.800.000 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT Üretici, ha Toplam sulanan arazi, ha 40.215 1.000.000 127.394 4.900.000 Sulanan arazinin tarım arazisine oranı, % 29.56 18.16 177 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bursa yaklaşık 2.7 milyonluk nüfusu ile Türkiye’nin en büyük sanayi şehirlerinden birisidir. (Anonim, 2012). Bursa ilinde planlı 13 adet organize sanayi bölgesi (OSB) ve birçok küçük sanayi bölgesi bulunmaktadır. Ayrıca bu planlı OSB (Organize sanayi Bölgesi) ve KSS (Küçük Sanayi Sitesi) bölgeleri dışında belirli alanlarda ve bu planlamanın dışında sanayi kuruluşlarının bulunduğu alanlarda mevcuttur. Bu alanlar çoğunlukla tarımsal özelliği olan alanlarda kurulmuştur. Bu sanayi siteleri tarım toprakları üzerinde faaliyetlerini sürdürmekte olup, çevreye olan olumsuz etkileri herkes tarafından bilinmektedir. Bu olumsuz etkilerinin başında da atıksuların arıtılmadan su kaynaklarına deşarj edilmesi gelmektedir. Buna parallel olarak nufustaki artış da göz önüne bulundurulduğunda toprak ve su ortamında meydana gelen kirlilik yükünün boyutları giderek artmaktadır. Özellikle Nilüfer Çayı Bursa geçişinde oldukça olumsuz çevresel baskılara maruz kalmaktadır. Özellikle endüstriyel gelişme süreci de çayda atıksu miktarını ve kirlilik yükünü artırmaktadır. Çizelge 5. Bursa ili DSİ ve İl Özel İdaresi tarafından yapılan sulama göletleri Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü I. Bölge Müdürlüğü’nün İnşa Ettiği Göletler Adı İlçe Göbelye Göleti Göbelye Gölcük Göleti Gölcük Akalan Göleti Akalan Eymir Göleti Eymir Burcun Göleti Burcun Kozluören Göleti Kozluören Çamlık Göleti Kestel Şevketiye Göleti Kestel Yenice Göleti Yenice Halhalca Göleti Halhalca Çalı Göleti Çalı Kayapa Göleti Kayapa Kurşunlu Göleti Kurşunlu Uşakpınar Göleti Uşakpınar Bayramdere Göleti Karacabey Kınık Göleti Büyükorhan İl Özel İdaresi’nin İnşa Ettiği Göletler Adı Dağyenice Göleti Dağkadı Göleti Ericek Göleti Alpagut Küçük Ölçekli Göleti Çamoluk Göleti Keşlik Göleti Yalıntaş Göleti Orhaniye Göleti İnkaya Göleti Akbıyık Göleti Merkez Göleti Yenice Göleti Yeniköy Göleti Yağcılar Hayvan İçme Suyu Göleti Çayönü Göleti Gököz Hayvan İçme Suyu Göleti Kurtul Göleti Erdoğan Göleti Kozluca Göleti Kavaklı Göleti Karaca Göleti Hasköy Göleti Baraklı Göleti Sarıgazel Göleti Doğla Küçük Ölçekli Göleti Okçular Küçük Ölçekli Göleti İlçe Osmangazi Karacabey Gürsu Keles İznik Karacabey M.K.paşa Yenişehir Karacabey Yenişehir Keles İnegöl Yenişehir Keles Mudanya Keles Gemlik Kestel İnegöl Yenişehir Harmancık Mudanya Keles Mudanya Karacabey Karacabey Nilüfer Çayı kirliliği ve çevresel etkileri ile ilgili yapılan çalışmalarda durumla ilgili olarak; Kocaer ve Başkaya (2004) tarafından Nilüfer-Ayvalı Deresi’nden sulanan ve sulanmayan iki tarım toprağında belirlenen kimyasal parametreler kıyaslanmış ve sulama sonucu toprakta oluşması muhtemel farklılıklar değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre; dere suyundan yapılan sulamanın özellikle topraktaki tuzluluk ve serbest+değişebilir katyon konsantrasyonlarını önemli ölçüde artırdığı belirlenmiştir. Üstün ve ark. (2008) tarafından ise Nilüfer Çayı’ndaki AKM, amonyum azotu, değişebilir sodyum karbonat (ESP) parametrelerinin ulusal sulama suyu standartları açısından uygun olmadığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde elektriksel iletkenlik ve sodyum adsorpsiyon oranının dikkate alındığı diyagrama göre Nilüfer Çayı 178 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 sınıflandırılması yapıldığında, su numunelerinin büyük bir kısmı C3S2 kalite sınıfına girmiştir. Nilüfer Çayı’nda analiz edilen ağır metallerden Cu parametresinde ise, su kalitesinin uzun süreli sulamada verilen sınır değerlerin aşıldığı tespit edilmiştir. Üstün (2011), Nilüfer Çayında ağır metallerin zamana bağlı olarak değişimini incelemiş ve Nilüfer Çayı su kalitesinin yıldan yıla kötüleştiğini belirlemiştir. Özellikle yoğun atıksu deşarjı kirli bir akış oluşturmuş ve Ulusal Yüzeysel Su Kalite Sınıflandırmasına göre Nilüfer Çayı çıkış noktasında krom ve kurşun seviyeleri açısından "çok kirlenmiş su” sınıfına girmiştir. Aydınalp ve ark. (2010), Nülüfer Çayı ile sulama yapılan ve sulama yapılmayan topraklardaki ağır metal içeriğini araştırmışlar ve Nilüfer Çayı ile sulanan toprakların DTPA ile ekstrakte edilebilir ağır metal miktarının artış gösterdiğini belirlemişlerdir. Başar ve ark. (2011), hızlı kentleşme ve sanayileşmenin bir sonucu olarak artan şekilde kirletilen ve Bursa ovasının tek yer üstü su kaynağı Nilüfer çayı ile yapılan sulamaların şeftali bahçelerinin kimi ağır metal içeriklerine etkisini belirlemek amacıyla yürütmüşlerdir. Çalışmada Nilüfer çayının akış istikametinde İsmetiye, Armutköy, Alaşar, Çağlayanköy, Dereçavuş, Ahmetbey, Aksungur ve Geçit köylerinde seçilen ve Redhaven, Glohaven ve J.H.Hale çeşitlerinden kurulu 21 bahçeden toprak örnekleri almışlardır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre; su örneklerinin tamamında Mn ve Co, % 90’ında Cr ve % 39’unda ise Ni yüksek düzeylerde belirlenmiştir. Araştırma bahçesi topraklarında Cr ve Ni kirliliğinin bulunduğu, Fe, Mn, Zn, Cu, Pb, Co ve Cd birikiminin olmadığı, bitki örneklerinde Fe ve Zn’nun düşük, Mn, Cu, Cr, Ni, Co, Pb ve Co’ın normal sınırlarda bulunduğu belirlenmiştir. Araştırıcılar Bursa ovasında Nilüfer çayı ile sulanan şeftali bahçelerinin ağır metaller ile kirlenme sürecinde olduğunu bildirmişlerdir. “Su Havzalarında Kirlenme Durumlarının İncelenmesi ve Bu Havzalarda Kalite Sınıflarının Tespiti Projesi” kapsamında incelenen Susurluk Havzası’nda yer alan çaylar ve kirlilik durumları ile ilgili olarak: Susurluk Havzası’nda yer alan Nilüfer Çayı, hem organik hem de ağır metal açısından aşırı derecede kirlenmektedir. Nilüfer Çayı’nın diğer bir kolu olan Soğanlıdere ve Ayvalı Dereleri’nin su kalitesi SKKY’ne göre IV. Sınıf olarak belirlenmiştir. Benzer durum Nilüfer Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü 2011 Yılı Faaliyet Raporunda da belirlenmiştir (Çizelge 6). Bursa Bölgesinde Nilüfer çayının su kalitesi ve sulama yapılması sonucu toprakta meydana gelen kirlilikle ilgili olarak bazı çalışmalar yapılmıştır. Küçükali ve Atabay (2012) tarafından Nilüfer Çayı özelinde yerel yönetimler ile ilgili kamu kuruluşları ve üniversiteler tarafından yapılan çalışmalarda elde edilmiş olan kirlilik örnekleri değerlendirildiğinde; Bursa Ovası’nda tarımsal sulama amaçlı olarak kullanılan Nilüfer Çayı’nın Uludağ’daki kaynağından Bursa kent merkezine kadar olan bölümünün yüksek çözünmüş oksijen (ÇO), düşük biyolojik oksijen ihtiyacı (BOI5) ve kimyasal oksijen ihtiyacı (KOİ) değerleri gösterdiğinden kirlenmemiş olduğu kabul edilmiştir. Buna karşılık kent merkezinden geçerek Bursa Ovası’na doğru ilerleyen kesiminde Nilüfer Çayı’nın ÇO değeri düşmekte, BOI5 ve KOİ değerleri ile kurşun, nikel, çinko, krom, ve bakır konsantrasyonlarının yüksekliği dikkat çekmektedir. Su kalitesi açısından değerlendirildiğinde Nilüfer Çayı’nın kaynağında su kalitesi ilgili parametrelere göre 1. sınıf su olduğu halde, 4.’cü kilometrede 500 kat, 14.’cü kilometrede 10.000 kat ve 38.’inci kilometrede 65.000 kat kirlenmekte ve 3. ve 4. sınıf su kalitesine dönüşmektedir. Bu olgunun başlıca nedeni; araştırma alanının doğal kaynaklarının fiziksel – biyolojik ve ekolojik özelliklerin göz ardı edildiği arazi kullanımı kararlarının getirdiği olumsuz etkiler neticesinde özellikle araştırma alanında yer alan sanayi ve kentsel ya da kırsal yerleşimlerin neden olduğu su, toprak ve hava kirlilikleridir. Araştırıcı bu kirliliğin yaklaşık olarak sadece yüzde 10'u evsel nitelikli Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT 179 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 olup, diğer büyük bir kısmını endüstriyel atıklara bağlı kirliliklerin oluşturduğunu bildirmiştir. Çizelge 6. 2011 Yılı Ayvalı Dere, Yan Kolları ve Nilüfer Çayının Bazı Noktalarının Kimyasal Analiz Sonucu Saptanan Su Kalite Sınıfları Kontrol Noktaları Ayvalı Dere İzmir Yolu Kayapa Deresi Yaylacık Deresi Çalık, Ahi Koca Dere Karışımı Çalı Kanal Deşarj Sonrası Ahi Dere Çalık Dere Koca Dere Karışımı Sonrası Çalık Dere Koca Dere Batı AAT Deşarjı Öncesi Batı AAT Deşarjı Sonrası OSB AAT Deşarjı Sonrası Ayvalı Dere Yol Çatı Nilüfer Çayı Geçit Nilüfer Çayı Gümüştepe Ağustos Ayı Su Kalite Sınıfı IV IV Dere kurumuş IV Dere kurumuş IV IV IV IV IV IV IV IV IV 4. SONUÇ Bursa ilinde mevcut durum incelendiğinde su kaynakları açısından zengin olduğunu görebiliriz. Ancak var olan su kaynaklarını korumak ve kirlilik yükü bulunan su kaynaklarının temizlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Özellikle Nilüfer çayı ve kollarının sulama amaçlı kullanıldığı bölgelerde olaşabilecek çevresel ve sağlık risklerinin önüne geçilebilmesi için yetkili kurumlar tarafından hazırlanan eylem planının en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir. Sanayileşme sürecinde günümüze kadar meydana gelen durumun belirlenmesi amacıyla U.Ü. Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü tarafından “Nilüfer Çayının Kirlilik Durumu ve Nilüfer Çayı ile Sulanan Bölge Topraklarının ve Yetiştirilen Bitkilerin Ağır Metal İçeriklerinin Belirlenmesi” konusunda bir proje hazırlanarak TUBİTAK’a sunulmuştur. KAYNAKLAR Akın, M., Akın, G. 2007. Suyun Önemi, Türkiye’de Su Potansiyeli, Su Havzalari ve Su Kirliliği, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 47(2): 105-118. Anonim, 2010. BEBKA TR41 Bursa Eskişehir Bilecik Bölge Planı 2010-2013 Anonim. 2012. Giritlioğlu, C., Ocakçı, M., Çubukçu, I., Kaya, E., Tırnava, Ç. Doğan, L., Karademir, H., Özcelik, M.,1/100 000 ölçekli Bursa İl Çevre Düzeni Planı İmalat Sanayi ve Madencilik Sektörü Grup Çalışma Raporu. 180 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Anonim 2013. TC. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Bursa İli İl Çevre Durum Raporu, Bursa. Aydınalp,C., Fuleky, G., Tolner, L.2010. “The Comparıson Study of Some Selected Heavy Metals in The Irrigated and Non-Irrigated Agricultural Soils”, Bulgarian Journal of Agricultural Science, 16 (6), 754-768. Başar, H., Okur, N., Aydınalp, C.2001. Bursa Ovası’nda Nilüfer Çayı ile Sulanan Şeftali Bahçelerinin Ağır Metal Kirliliğinin Araştırılması. TÜBİTAK/ TOGTAG 2397 Projesi Kocaer, F.O., Başkaya, H.S. 2004. “Bursa İlinde Nilufer-Ayvalı Deresiyle Sulanan ve Sulanmayan Tarım Topraklarının Bazı Kimyasal Özellikleri”, Ekoloji, 13, 51, 33-38. Küçükali, U.F., Atabay, S. 2012. Bursa / Nilüfer Çayı’nin Başköy- Kentsel Bölümü ve Alt Havzalarinin Kirlilik ve Risk Analizi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezlerinden Üretilmiş Yayınlar, Sigma (4): 97-110. Üstün, G.E., Karaer, F., Solmaz, S.K.A. 2008. Bursa Nilüfer Çayının Sulama Suyu Olarak Kullanılabilirliğinin Değerlendirilmesi, Su Tüketim, Arıtma, Yeniden Kullanım Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 3-5 Eylül 2008, s, 97-104 Üstün, G.E. 2011. “The Assessment of Heavy Metal Contamination in the Waters of the Nilufer Stream in Bursa”, Ekoloji, 81, 61-66. Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT 181 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 182 Bursa İli Su Varlığı ve Tarımda Su Kirliliği Barış Bülent AŞIK*, Gökhan ÖZSOY, Ertuğrul AKSOY, A. Vahap KATKAT BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü, Yalova, fpezikoglu@hotmail.com ÖZET Çoğunlukla kabul edildiği şekli ile kuraklık, belirli bir coğrafyada belirli bir süreç dahilinde yağışların uzun yıllar ortalamasının altına düşmesi sonucu arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesi ve hidrolojik dengenin bozulmasına neden olan doğal olay olarak tanımlanmaktadır. Kuraklık genel olarak dört kategoride ele alınmaktadır: meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık. Sosyo-ekonomik kuraklık, diğer kuraklıkların etkilerine bağlı olarak ekonomik değeri bulunan ürünlerin arz ve fiyatında meydana gelen değişim olarak tanımlanmaktadır. Sosyo-ekonomik ve tarımsal kuraklığın etkilerinin en fazla hissedildiği tarımsal ürünler içerisinde su ihtiyaçlarının daha fazla olması nedeni ile meyve ve sebze ürünleri ilk sırada yer almaktadır. Meyve ve sebzelerin fiyatlarındaki dalgalanmalar, mevsimselliğin yanı sıra farklı olaylardan etkilenen arz miktarındaki değişime bağlı olarak şiddetini artırmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar kapsamında Türkiye’de kurumsal anlamda hazırlanan belgeler içerisinde Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Eylem Planı, 2008-2012 ve 2013-2017 dönemleri için hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur. Eylem planları, kuraklık ile ilgili olarak gerek önleme gerekse de tanımlama anlamında izlenecek yol açısından somut ve doğrudan önerileri içermeyip, kurumsal anlamda bir harita oluşturmakta, il bazında eylem planlarının hazırlanarak kuraklığın ölçülmesi, gerçek anlamda kuraklık zararlarının mali olarak karşılanabilmesi amacıyla bütçe ayrılmasını öngörmektedir. Dolayısı ile kuraklık sonucu oluşan fiyat dalgalanmalarının getirdiği mali yükün ortaya konulması önem taşımaktadır. Bu bildiride, ikincil kaynaklardan yararlanılarak meyve ve sebzelerin fiyat dalgalanmalarına kuraklığın etkisi örnek ürünler ele alınarak incelenmeye çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Kuraklık, meyve, sebze, fiyat dalgalanmaları. ABSTRACT Drought is often defined as the natural phenomena that cause adversely affect to the water and land resources and destruction of the hydrological balance in an specific geography. Drought has four categories in general; meteorological, hydrological, agricultural and socio-economic drought. Socio-economic drought is defined the change in prices and supply products due to the side effects of drought. Fruits and vegetables are more affected products than other agricultural products by socio-economic and agricultural droughts, because they needs more water than the others. The fluctuations in the prices of fruit and vegetables are depended on seasonality and also supply changes resulting different events. The Turkey Agricultural Drought Action Plan for the periods 2008-2012 and 2013-2017 was prepared in the context of international agreements. Action Plans are included to prevent and definition in the sense of the way forward in terms of tangible and direct recommendations. Revealing the price fluctuations as a result of drought and the financial issues are important. In this paper, the price fluctuations in the fruit and vegetable products by considering the effects of drought have been studied in some samples using by secondary sources. Keywords: Drought, fruits, vegetables, price fluctuations. 1. GİRİŞ Dünyanın son 25-30 yılında insan faaliyetlerini ve yaşam şekillerini önemli ölçüde yönlendiren bir kavram bulunmaktadır “iklim değişikliği”. İklim değişikliği dünyanın yaşam döngüsü içerisinde sürekli gerçekleşen bir olgu olduğu halde, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin (BMİDÇS) 1994 yılında yürürlüğe girmesine neden olan iklim değişikliği ise insan kaynaklı olarak kontrolsüzce artan karbon emisyonu ve oluşan sera gazı etkisinin artık ekonomik ve sosyal yaşam için önemli bir tehdit oluşturmasından kaynaklanmaktadır. İklimbilimcilerin ellerindeki verilere göre karbon emisyonu sanayi çağının başlangıcı olan 1780 yılındaki 280 ppmv (hacimce milyonda bir) kabul edilmektedir. Bu oranın insan faaliyetlerinin sonucu olarak bugün 400 ppmv’ye çıktığı ifade edilmektedir. İnsan ve tüm diğer canlılar için tehlike sınırı 1200 ppmv olarak kabul edilmektedir. Bu Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR 183 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yükseliş gerçekleşirse sıcaklığın 6,5 C artacağı ifade edilmektedir. Bu sıcaklık artışı ise pek çok canlı türünün sonlanmasına neden olacaktır. Dünyanın yaşam döngüsü içerisinde çeşitli dönemlerde ısınma ve soğuma dönemleri bulunmaktadır ve bunu çok farklı doğal faaliyetler etkilemektedir. Karbon kaynaklı gazların artması, güneşte meydana gelen patlamalar, su buharı, Büyük Okyanusta yer alan sıcak-soğuk akıntısı gibi olaylar bu dönemleri etkilemektedir. Ancak sorun sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan üretim faaliyetlerinden kaynaklanan ve atmosferik olaylarda ciddi değişkenlikler ortaya çıkaran karbondioksit miktarının çok ciddi artış göstermesindedir (Filinte, 2007). Temel olarak fosil yakıtların yakılması, sanayisel faaliyetler, arazi kullanım şekillerinin değişmesi ve ormansızlaşma gibi çeşitli insan faaliyetleri sonucunda önemli sera gazlarının atmosferdeki birikimi sera etkisini artırmaktadır. Sera etkisini dünyanın ikliminin ısınması olarak kısaca tanımlayabiliriz. 1906-2005 döneminde küresel bazda ortalama yüzey sıcaklıklarında 0,74 C’lik bir artış gözlenmiştir. İklim modellerinde küresel ortalama yüzey sıcaklığının 1190-2100 dönemi için yaklaşık 3 C‘lik (2 ila 4,5 C) bir artış olacağı ifade edilmektedir. Bu sıcaklık değişikliklerine bağlı olarak da hidrolojik döngünün değişmesi (yağış miktar-süre-bölge, kuraklık gibi) kara buzullarının ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, sıcak hava dalgalarının şiddet ve sıklıklarının artması gibi değişikliklerin oluşması beklenmektedir (Türkeş, 2007). Hükümetlerarası İklim Değişim Paneli (IPCC) (Intergovernmental Panel for Climate Change) tarafından hazırlanan 2030 yılı senaryolarına göre artacak olan olası tehlikeler genelde; sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık, şiddetli yağışlar, tropikal fırtınalar, tarım ve tarımsal dengeler üzerinde etkiler şeklinde sıralanmıştır (Anonim, 2013). Tarım doğaya bağlı olarak sürdürülen bir faaliyet olduğundan, iklim değişikliğinin tarıma etkisi diğer sektörlerden daha fazla olacaktır. Ayrıca tarımsal faaliyetler de karbon atığı oluşturmaktadır. Türkiye, yarı-kurak bir bölge olarak kabul edilmektedir. IPPC’nin 2007 raporunda ifade edildiği şekliyle Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek Akdeniz havzasında bulunmakta ve tarım sektörünün ekonomik ve sosyal açıdan ülke içindeki önemi nedeniyle, iklim değişikliğinin tarım ve gıda üretimi üzerinde etkileri açısından Türkiye’nin hassas ülkelerden biri olduğu ifade edilmektedir (Anonim, 2012). Küresel iklim değişim senaryoları içerisinde etkilerin en fazla yaşanacağı belirtilen Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında bulunan Türkiye’nin orta tropikal iklim kuşağının etkisinde kalacağı bildirilmektedir. Buna göre Türkiye’nin tropikal iklim kuşağı bitim çizgisinin hemen yanında yer almakta ve tropikal atmosfer sirkülasyonundan etkileneceği, güney bölgelerin orta tropikal enlemlerden gelen klimanın etkisine girerek yağış ve sıcaklık normallerini kaybedeceği, güneydeki klimanın ise daha kuzeye kayacağı tahmin edilmektedir (Filinte, 2007; Kayhan, 2007). Sıcaklık ortalamasının 1,5 C artacağı ve güneydeki klimanın yurdun tamamını etkisi altına alacağı, kısa ve ani yağışların artacağı belirtilmektedir. Tropikal iklim kuşağının Türkiye’nin üzerine kayması ile birlikte artan kuraklığın ilk etkileyeceği bölgelerin Akdeniz kıyıları olacağı, Akdeniz bölgesine özgü bitki türlerinde vejetasyon sürelerinin daralacağı ve aroma kaybedebileceği de ifade edilmektedir. Yüksek rakıma sahip Doğu Anadolu bölgesinin daha az etkileneceği ve özellikle Batı Anadolu’da kuraklığın daha fazla etki yapacağı düşünülmektedir (Filinte, 2007). IPCC’nin dördüncü değerlendirme raporunda Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz havzasında sıcaklığın artacağı, sıcak dalgalarının daha yoğun olacağı ve yağışlarda %20’ye varan azalmalar olacağı öngörülmektedir. Bu nedenle dünyada 2 C’lik bir sıcaklık artışının tahıl veriminde %5’lik, 4 C’lik bir artışın ise %10 verim kaybına 184 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 neden olacağı, Akdeniz havzasında ise bu kaybın %25-35’lere varacağı tahmin edilmektedir (Anonim, 2012). İklim değişikliği genelinde ve kuraklık özelinde incelendiğinde ortaya çıkan önemli etkilerden biri de ekonomik etkilerdir. Tarımda ürün verimliliğindeki azalma ile birlikte, düşen toplam arz nedeni ile ürün fiyatlarında ortaya çıkan artış bu etkilerden biridir. Ürün fiyatlarında özellikle de meyve ve sebzelerde mevsimsel dalgalanmalar olağan kabul edilmektedir. Ancak, özellikle sanayiye yönelik ürünlerde toplam arzda ortaya çıkan miktarsal ve kalitesel düşüş fiyatları da doğrudan artırıcı etkiye sahiptir. Bu bildiride, ikincil kaynaklardan yararlanılarak seçilmiş bazı ürünler özelinde fiyat dalgalanmalarına kuraklığın etkisi sorgulanmıştır. 2. KURAKLIK VE FİYAT DALGALANMALARI İklim değişiklikleri içerisinde yer alan kuraklık hesaplamalarında bir bölgedeki yağış ve buharlaşma arasındaki uzun süreli ortalamalar dikkate alınmaktadır. Kuraklık yalnız yağışın azalması değil aynı zamanda bu yağışın ürün vejetasyon dönemi ile uyumlu olup olmadığı, yağışların yoğunluğu ve sıklığı, yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgar ve düşük nem dikkate alınarak tanımlanmaktadır. Kuraklık kısaca, bir bölgede nem miktarındaki geçici dengesizliğin o bölgedeki su kıtlığı ile olan ilişkisidir. Su kıtlığı nedeniyle insan ve faaliyetleri ile doğrudan ilgilidir ve çeşitli olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler çevresel, ekonomik ve sosyal etkilerdir. Kuraklık etkilerine ve oluşumlarına göre dört kategoride değerlendirilmektedir (Anonim, 2014): Meteorolojik kuraklık, uzun bir zaman içinde yağışın belirgin şekilde normal değerlerin altına düşmesi olarak tanımlanır. Nem azlığının derecesi ve uzunluğu meteorolojik kuraklığı belirler ve bölgeden bölgeye gelişiminde farklılıklar gözlenir. Örneğin yağışın ve yağışlı gün sayısının belirli bir değerden az olması temeline dayanarak kurak periyotlar teşhis edilir. Tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklığın çeşitli özellikleri ile çok yakın ilişkilidir. Toprakta bitkinin ihtiyacını karşılayacak miktarda su bulunmaması olarak tanımlanan tarımsal kuraklık nem kaybı ve su kaynaklarında kıtlık oluştuğu zaman meydana gelir. Ürün miktarında azalmaya, büyümelerinde değişime ve hayvanlar için tehlikeye sebep olur. Hidrolojik kuraklık, yeraltı su kaynakları, yüzey suları veya yağış periyotlarının etkisi ile ilişkilidir. Meteorolojik kuraklığın uzaması durumunda hidrolojik kuraklıktan söz edilir. Uzun süreli yağış azlığının kaynak seviyeleri, yüzey akışı ve toprak nemi gibi hidrolojik sistemin bileşenlerinde kendisini göstermesidir. Yeraltı suları, nehirler ve göllerin seviyesinde keskin bir düşüşe sebep olur. İnsan, bitki ve hayvan yaşamı için büyük bir tehlike yaratır. Bir dönemde yaşanan yağış miktarında azalma toprak neminde hızlı azalmaya neden olacağı için tarımla uğraşanlarca hemen hissedileceği halde hidroelektrik santrallerinde bir süre etkili olmayacaktır. Hidrolojik kuraklıkta en önemli etken iklim olmasına rağmen arazi kullanımı (örneğin ağaç kesimi), arazinin verimsizleşmesi bölgenin hidrolojik özelliklerini etkiler. Bölgeler hidrolojik sistemleri ile birbirine bağlı oldukları için meteorolojik kuraklığın etkisi ile yağış kıtlığı yaşanan alanların sınırları daha genişleyebilir. İnsan aktiviteleri; arazi kullanımında değişim meydana getirdiği için meteorolojik kuraklığın frekansında değişim olmadığı halde su kıtlığının frekansında değişim meydana getirmesinden dolayı en öne Sosyo-ekonomik kuraklık, meteorolojik, tarımsal ve hidrolojik etkilere bağlı olarak ekonomik ürünlerin arz ve talebinde meydana gelen değişimi ifade etmektedir (Anonim, 2013). Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR 185 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’de yıllık yağış miktarları Şekil 1’de görülmektedir. Kuraklık yılları olarak kabul edilen 2001, 2003 ve 2007 yıllarında uzun yıllar yağış ortalamasının altında yağışlar görülmüştür. Ardından 2008 ve 2013 yıllarında da yağışlar normalin oldukça altında olmasına rağmen bu dönemlerdeki yağışlar vejetasyon süreçlerini etkileyecek dönemlerde olmamıştır. Ayrıca bu iki yılda tarımsal üretimde ve özellikle meyve-sebze üretiminde verim artışı yaşandığı bildirilmektedir. 2013 yılında kış yağışları %42 artmış, ilkbaharda %10, yaz mevsiminde %22 ve sonbaharda %10 azalmıştır. Kış yağışlarının fazla olması sulama suyu açısından da rezervleri doldurmuş olabilecektir (Anonim, 2013a; Anonim 2014a). 2008 yılında bir önceki yıla göre üretim miktarları tahıl ürünlerinde %0,1, sebzelerde %6 ve meyvelerde %8,8 oranında artış göstermiştir. Meyveler içinde önemli ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında, 2007 yılında bir önceki yıla göre elma %22,8, armut %12,1, kayısı %21,2, erik %12,3, kiraz %28,3, vişne 48,9 oranında artmış, şeftali %2,4 oranında azalmıştır. Zeytin üretimi ise bir önceki yıla göre %39,1 oranında azalış göstermiştir. Turunçgil meyvelerden portakal %7,1, mandalina %5,9 ve limon %8,3 oranında azalmıştır. Sebzeler grubunun önemli ürünlerinden domates %0,9, kuru soğan %5,3, havuç %62,6 oranında artarken, sivri biber %6,2, dolmalık biber %9, sakız kabak %7,4, pırasa %19,9, hıyar %6,9, fasulye %7,8, baş lahana %7,5, ıspanak %2,7, kavun %5,9 oranında azalmıştır (Anonim, 2008). Kuraklığın tarıma olası etkilerini kısaca aşağıdaki şekilde ifade etmek mümkündür (Anonim, 2012; Anonim, 2014): Bitkisel ve hayvansal ürün verimliliğinde azalma, kalite kaybı ve maliyet artışı Tarımsal üretim için gerekli kaliteli topraklarda azalma Topraklarda su ve rüzgar erozyonu Sulama suyu arzında ve kalitesinde azalma Hastalık ve zararlılarda artış Tarıma dayalı sanayilerde ortaya çıkan kayıplar Gıda güvencesinde azalma Çiftçi gelirinde düşüş Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Binyıl Kalkınma Hedefleri eşzamanlı olarak yürümektedir. Bu nedenle iklim değişikliği ile ilgili alınan tedbirlerin Binyıl kalkınma hedefleri ile tutarlı olması gerekmektedir (Akın, 2013). Benzer şekilde kuraklık ve benzeri sorunlar gıda güvencesini de tehdit etmektedir. Gıda güvencesi tüm insanların sağlıklı bir yaşam için gereken besine fiziksel ve ekonomik olarak ulaşabilirliği olarak tanımlanmaktadır (Anonim, 2012). İklim değişikliklerinin ekonomik kayıplar yanı sıra dünyadaki açlık sorununu daha da artıracağı ifade edilmektedir. 186 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 1. Türkiye’de uzun yıllar yıllık yağışlar (Anonim, 2014a) Tarımsal üretim, doğaya bağlı üretim sürecine sahip olmasından dolayı, ekonomik krizlerden ziyade doğal olumsuzluklardan ve iklim şartlarından etkilenmektedir. Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler sırasında tarım sektörü kurtarıcı rolü oynamaktadır. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla verilerine bakıldığında, tarımda büyümenin ekonomik kriz dönemlerinde (2004, 2008, 2009) pozitif bir eğilim göstererek arttığı, ancak kuraklık olduğu dönemlerde (2001, 2003, 2007) ise tarımda büyüme hızının negatif bir büyüme gösterdiği görülmektedir (Anonim, 2012; Anonim, 2014b). Tarımda büyüme hızları Şekil 2’de izlenebilmektedir. Kuraklığın yaşandığı 2007 yılında tarımda büyüme hızı % (-) 6,7 iken bütün sektörler baz alındığında % (+)4,8 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de kuraklık yılı olarak tanımlanan 2007 yılında kuraklıktan etkilenen 583.154 çiftçiye toplam 278 milyonluk ödeme yapıldığı bildirilmektedir. 2090 sayılı Tabi Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun, tarım sigortalarının kapsamı dışında kalan doğal felaketlere yönelik kayıpların karşılanmasına yöneliktir (Anonim, 2014c). 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu 2005 yılında kabul edilmiş ve 2006 yılından itibaren uygulanmaya başlamıştır. Başlarda sigorta kapsamında yer alan konular çok azken, sigorta havuzundaki çiftçi sayısının artması ile birlikte konular da artmıştır. Şu an itibarı ile kuraklık tarım sigortaları kapsamında yer almamaktadır. Meyve ve sebzelerin çabuk bozulabilen ürünler olması, çok sayıda küçük üretici tarafından üretilmesi ve çoğu üründe yeterince depolama olanağının olmayışı ve ürün arzının belirli tarihlerde yoğunlaşması gibi nedenlerle, arz miktarı yıl içerisinde azalıp çoğalmaktadır. Buna karşılık talep sabittir. Bu nedenle fiyatlar dalgalanma göstermekte ve böylece mevsimlik dalgalanma olarak isimlendirilen fiyat hareketleri ortaya çıkmaktadır. Fiyatın arz duyarlılığının çok daha fazla olduğu meyve ve sebzelerde mevsimsel fiyat dalgalanmaları %100’e kadar çıkabilmektedir (Osmanlıoğlu ve Ertürk, 1974; Kıymaz ve Saçlı, 2008; Taşdemir ve Taşdan, 2011). Sektörün bu doğal sürecinin yanında kuraklık, sel, don, fırtına gibi doğal felaketlerin ortaya çıkışı fiyat ve arz dalgalanmalarını ayrıca etkilemektedir. Günümüzde her türlü tarımsal ürün dünya ticaretine konu olmaktadır. Küresel ürün fiyatları da küresel arz miktarı ile bağlantılı Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR 187 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 olarak değişiklik göstermektedir. Bu anlamda özellikle stratejik ürün olarak tanımlanan temel gıda ürünlerinde (buğday, mısır, pirinç vb) bu fiyat dalgalanmaları daha fazla olabilmektedir. 12 10 8 6 4 2 0 -2 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 -4 -6 -8 -10 Tarım Şekil 2. Tüm sektörler Türkiye’de tarım ve tüm sektörlerde sabit fiyatlarla GSYİH % (1988=100) (Anonim, 2104b) 2006-2007-2008 yıllarında dünyada gerçekleşen tarım ve gıda ürünleri fiyatlarının dönemsel olarak yükselmesinde birkaç etkenin bir arada rol oynadığı ve küresel kriz dönemleri dışında ilk defa temel tarımsal ürünlerin tümünde birden, farklı oranlarda ancak aynı dönemde fiyat artışları yaşandığı ifade edilmektedir. Özellikle temel gıda ürünlerindeki fiyat artışları kısaca aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır (Kıymaz ve Saçlı,2008): Küresel ısınma ve bunun getirdiği kuraklığa bağlı olarak ürün arzında yaşanan sorunlar, Petrol fiyatlarındaki artışların üretim girdileri ve nakliye gibi maliyet unsurları üzerindeki olumsuz etkileri, Biyoyakıtların üretiminin desteklenmesine bağlı olarak bazı büyük tarımsal arz fazlası ihracatçı ülkelerin dünya piyasalarında yarattığı gıda dışı ürün talebi, Gelişmekte olan piyasalara sahip ülkelerde hızlı büyümeden kaynaklanan refah artışı ve bunun getirdiği et ve süt talep artışı ve dolayısıyla yem bitkilerine olan talebin artması, Mali piyasalarda mal borsalarına giren sermayenin yarattığı spekülatif etkiler ve ihracatçı ülkelerin ticareti kısıtlayıcı tedbirler uygulamaları. Şekil 3, 4 ve 5’te kuraklık yılı olarak kabul edilen 2007 yılı ile yağışların normale göre daha düşük olduğu 2008 ve 2013 yıllarında seçilmiş bazı ürünlerin üretim miktarlarındaki ve fiyatlarındaki değişimler verilmiştir. 2007 yılında meydana gelen üretim düşüşleri fiyatlarda daha yüksek oranda bir artışa neden olmuştur. Ancak 2008 ve 2013 yıllarında bu durumun yaşanmadığı ve hatta 2013 yılında üretim artışına paralel olarak fiyatların düştüğü görülmektedir. Bu nedenle 2008 ve 2013 yıllarındaki arz ve fiyat değişikliklerinin yalnızca yağışlardaki azalma ile açıklanamayacağı şeklinde yorum yapılabilir. Ancak 2007 yılı arz hareketliliğinin tarımsal ürün fiyatlarında ne gibi bir değişikliğe neden olabileceği konusunda dikkate alınabilecektir. Fiyatlar çiftçi eline 188 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 geçen fiyatlar olarak ele alınmıştır. Kuraklık üretici tarafından incelenmiş olsa da tüketici fiyatları açısından ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye’de tarım ürünlerinin perakende fiyatlarına yönelik sürekli istatistikler olmadığından bu konu daha detaylı yapılması gereken bir başka çalışmaya bırakılmıştır. 40 28,3 30 22,8 20 14,5 16 13,7 8,8 10 15,3 12,112,2 11,2 3,3 0,8 0 -10 Domates (tarla) Kavun -5,9 Patlıcan -6,5 Marul Elma Kiraz Şeftali -2,4 -6,9 üretim değişimi Şekil 3. Armut fiyat değişimi Seçilmiş bazı ürünlerde 2007 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim, 2014b) 15 10 10,6 5,6 5 5,33,4 1,4 2,66,9 1,2 1,96,1 Marul -0,2 Armut Elma 7,8 2,31,6 0 -5 -10 Domates (tarla) Kavun -5,8 Patlıcan Kiraz Şeftali -15 -15 -20 üretim değişimi Şekil 4. fiyat değişimi Seçilmiş bazı ürünlerde 2008 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim, 2014b) 15 10,3 10 6,1 4,1 5 8,3 4,3 3,5 5 4,9 4,3 Kiraz Şeftali -3 0,6 0 -5 Domates (tarla) Kavun Patlıcan -3,7 Marul -3,7 Armut -0,6 Elma -10 -15 -11,1 -12,5 üretim değişimi Şekil 5. fiyat değişimi Seçilmiş bazı ürünlerde 2013 yılı üretim ve fiyat değişimleri (%) (Anonim, 2014b) Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR 189 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 3. SONUÇ Kuraklık ve benzeri iklim değişiklikleri açısından uluslararası sözleşmeler çerçevesinde ve Türkiye gerçekleri dikkate alınarak farklı Bakanlıklar düzeyinde kurumsal hazırlıklar yapılmaktadır. İklim değişiklikleri kapsamında yürütülmesi gereken çalışmaların kurumlar arası işbirliği ile yapılması gerekliliği gibi, kuraklık da tek başına değerlendirilebilecek bir konu değildir. Tarımsal ürünlerde yaşanan fiyat dalgalanmalarının nedenlerinden biri arz miktarındaki değişimdir ve bu değişime neden olan farklı konular bulunmaktadır. Kuraklık ve benzeri iklim felaketlerinin sonucunda doğrudan doğaya bağlı olarak üretim yapan tarım sektörünün diğer sektörlere göre çok daha fazla olumsuzluk yaşanacağı bir gerçektir. Bu durum yalnız çiftçileri değil gıda güvencesi açısından tüketicileri de ilgilendirmektedir. Tarımsal sulama amacıyla yapılan hatalar hem toprak erozyonuna hem de mevcut su kaynaklarının yok olmasına neden olmaktadır. Su kullanımı fazla olan meyve ve sebzelerin üretiminde sulama yönetimi son yüzyılda en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Benzer şekilde tarımda yanlış gübre ve ilaç kullanımı nedeni ile su kaynaklarının kirlenmesinin önlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle toprak ve yaprak analizlerinin yaptırılması ve öneriler doğrultusunda gübreleme yapılması, tarımda ilaç kullanımını ve atık üretimini azaltan organik tarım, iyi tarım, entegre tarım gibi sistem ve tekniklerin yaygınlaşması önemlidir. Meyve ve sebzelerde kuraklığa ve sıcaklık stresine dayanıklı çeşit geliştirmeye yönelik Ar-Ge çalışmaları son derece sınırlıdır. Bu çalışmaların desteklenmesi ve artırılması gerekmektedir. Kurağa ve sıcağa dayanıklı yerel tip ve çeşitlerin muhafaza edilmesi, yeni dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesinde kullanılmaları önem taşımaktadır. Gıda egemenliği, gıda güvencesi gibi kavramların gerçeğe dönüşebilmesinde tarımsal üretimde üretici güç olan toprak ve suyun muhafaza ve devamlılığının sağlanması gerekmektedir. Toprak kalite ve miktar kaybında çölleşme, rüzgar ve su erozyonu, kuraklık, hatalı tarımsal faaliyetler ve tarımdışı alanlar olarak değerlendirme önemli rol üstlenmektedir. Doğal faktörlerin yanında insan faktörünün ortaya çıkardığı bu kayıplardan insan faktörü ile ortaya çıkan kayıpların önlenmesi mümkündür. Bu nedenle çiftçilere, tüketicilere ve diğer kullanıcılara önemli görevler düşmektedir. 4. KAYNAKLAR Anonim, 2008. Bitkisel Üretim, 2007. Türkiye İstatistik Kurumu, Haber Bülteni, Sayı:53. Anonim, 2012. Türkiye’de İklim Değişikliğinin Tarım ve Gıda Güvencesine Etkileri. Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 34s. Anonim, 2013. Türkiye Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Strateji ve Eylem Planı: 20132017. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 84s. Anonim, 2013a. Bitkisel Üretim, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu, Haber Bülteni, Sayı:13656. Anonim, 2014. Kuraklık. (www.boun.edu.tr/meteoroloji/kuraklik.php), (Erişim:Eylül 2014). Anonim, 2014a. 2013 Yılı İklim Verilerinin Değerlendirilmesi. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, (www.mgm.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014) 190 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Anonim, 2014b. Bitkisel Üretim Rakamları ve Çiftçi Eline Geçen Fiyatlar. Türkiye İstatistik Kurumu, (www.tuik.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014) Anonim, 2014c. (www.tarim.gov.tr) (Erişim:Eylül 2014) A. Akın, 2013. Tarımda İklim Değişikliğine Uyum ve Ülke Tecrübeleri. İklim Değişikliği ve Tarım Çalıştayı, 21-22 Mayıs 2013. Atatürk Toprak Su ve Meteoroloji Araştırma İstasyon Müdürlüğü, Kırklareli. E. Osmanlıoğlu, A. Ertürk, 1974. Meyve Fiyatları Üzerinde Çalışmalar, Mevsimlik Dalgalanmalar. Atatürk Bahçe Kültürleri Araştırma ve Eğitim Merkezi Yayın No:34. H. M. Filinte, 2007. Yaklaşan Küresel İklim Krizi. Yeni İnsan Yayınevi Ekoloji Serisi6, Tohum Yayıncılık Turizm Reklam ve Sağlık Hizmetleri San.Tic.Ltd Şti., İstanbul, 239s. K. Taşdemir, K. Taşdan, 2011. Tarım Ürünleri Fiyatlarında Mevsimsel Dalgalanmalar. Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü, TEPGE Bakış, 8s. M. Türkeş, 2007. Küresel İklim Değişikliği Nedir? Temel Kavramlar, Nedenleri, Gözlenen ve Öngörülen Değişiklikler. I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi – TİKDEK. M. Kayhan, 2007. Küresel İklim Değişikliği ve Türkiye. I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi – TİKDEK. T. Kıymaz, Y. Saçlı, 2008. Tarım ve Gıda Ürünleri Fiyatlarında Yaşanan Sorunlar ve Öneriler. DPT, İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, Tarım Dairesi, Yayın No: DPT-2767, 84s. Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR 191 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 192 Meyve ve Sebze Ürünlerinde Fiyat Dalgalanmalarına Kuraklığın Etkisi Dr. Filiz PEZİKOĞLU, Gülşah MISIR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 1,2 Atatürk Toprak Su ve Tarımsal Meteoroloji Araştırma İstasyonu Müdürlüğü – Kırklareli, 3,4Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü – Tekirdağ, erolozkan59@hotmail.com ÖZET Bilindiği üzere tarımsal üretim birçok risk ve belirsizlikler ile karşı karşıyadır. Özellikle don, dolu, yangın, sel, kuraklık ve heyelan gibi doğal afet sonucu tarımsal üretim önemli miktarlarda zarar görebilmektedir. Tarımsal üretimdeki risklere karşı gerek toplumsal ve gerekse kişisel önlemler alınabilmektedir. Bunlar arasında düşük risk taşıyan üretim faaliyetini seçme, girişimleri çeşitlendirme, pazar bilgilerini sağlama, satışların yıl içerisine yayılması, sözleşmeli üretim yapmak, tarım sigortası yaptırmak gibi uygulamalar sayılabilir. Tarımsal üretimde, özellikle doğal afet zararlarını gidermeye yönelik önlemlerin başında tarım sigortası gelmektedir. Tarım Sigortası Kanunu ile bazı değişiklikler getirilmiş ve doğal afet sigorta priminin %50’si devlet desteği kapsamına alınmıştır. Ancak, buna rağmen tarımda üreticilerin sigorta yaptırmaları tam olarak yaygınlaşamamıştır. Bu bağlamda, bazı üreticilerin tarım sigortası yaptırmalarına karşın, bazılarının yaptırmadıkları veya bu konuda kararsız oldukları görülmektedir. Özellikle bitkisel üretimde, doğal afet zararlarının tespiti ve bu zararların karşılanma şeklinin belirlenmesi önemlidir. Bu makaleye kaynak oluşturan asıl araştırma projesi Edirne ve Kırklareli illerinde sigorta yaptıranlarla 148, yaptırmayanlarla 169 olmak üzere, toplam 317 üretici ile yüz yüze anket yapılarak yürütülmüştür. Yapılan anketlerin çözümlenmesi ve değerlendirilmesi sonucu; Trakya ekonomisinde önemli yer tutan bitkisel üretimde, üreticilerin tarım sigortasından haberdar olma durumları, tarım sigortasına yönelik eğilimleri, sigorta yaptırma ve yaptırmama nedenleri, beklentileri, kısaca bitkisel ürün tarım sigortası uygulamaları karşısındaki tutumları, karşılaşılan sorunlar ve bunlara yönelik çözüm önerilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu bildiri kapsamında ise, belirtilen anket çalışması sonuçlarına göre, Edirne ve Kırklareli illerinde bitkisel üretim faaliyet kolundaki çiftçilerin tarım sigortasına yaklaşımları, sigorta yaptırma veya yaptırmama nedenleri, yaşadıkları sorunlar vb. türden tutumlarına yönelik sonuçlar üzerinde durulacaktır. Anahtar kelimeler: Tarım sigortası, çiftçi tutumu, Edirne, Kırklareli Agricultural Insurances Related With Natural Disasters and Producers' Attitudes ABSTRACT Agricultural production encounters many risks and uncertainties. Agricultural production gets harm in significant amounts as a result of natural disaster especially as freezing, hail, fire, flooding, aridity and avalanche. Both social and personal precautions can be taken. Among these, applications as selecting production activity with low risk, diversification of attempts, providing market information, spreading of the selling to year, making contractual production, making agricultural insurance can be taken into account. Agricultural insurance comes ahead in the precautions aimed at to overcome especially natural disaster damages in agricultural production. Some changes have been introduced by agricultural insurance and 50 percentage of natural disaster insurance subsidy has been taken in government support scope. In this respect, it has been seen that some producers have agricultural insurance but on the other hand some producers are indecisive on this subject. Determination of natural disaster damages especially in vegetative production and determination of overcoming method of these damages is important. The research which is the basis of this paper has been carried through with the participation of a total of 317 farmers, 148 of whom hold insurance policies and 169 of whom do not hold insurance policies in Edirne and Kırklareli. As a result of the evaluations of the inquires, it has been aimed to find out whether the farmers are aware of agricultural insurance, to identify their inclination in terms of applying the agricultural insurance, to see whether they hold an agricultural insurance policy or not, to determine the expectations of the farmers, attitudes of the farmers to plant production agricultural insurance applications, the problems and the suggestions. Within this paper, according to the stated inquiry results, it has been stated on the approaches of the farmers on plant production branch to agricultural insurance, on the reasons whether they hold an agricultural insurance policy or not and on the problems they encountered. Key words: Agricultural insurance, farmer attitude, Edirne, Kırklareli 1. GİRİŞ Türkiye tarıma elverişli coğrafi özellikleri, doğal kaynakları ve farklı iklim bölgelerine sahip olması gibi nedenlerle, tarım ve tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının faaliyetleri açısından uygun bir tarım ülkesi olmayı sürdürmektedir. Tarım, insan beslenmesi gibi mutlak gereksinimleri karşılamasının yanında, ulusal gelir, istihdam, dış ticaret ve tarıma dayalı sanayiye yaptığı katkılardan dolayı milli ekonomiye katkısı açısından da Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 193 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 oldukça önemli bir sektördür. Bu bağlamda; sektörün ve sektör temsilcileri olan üreticilerin, üretim periyodunda ve hasat sonrasında, karşılaşabilecekleri risklere karşı korunmaları yukarıda belirtilen nedenlere bağlı olarak büyük önem arz etmektedir. İşte burada kişilerin risklerini devredebileceği mekanizma olan “Sigorta” kavramı devreye girmektedir (Keskinkılıç, 2013). Tarımsal teknolojide meydana gelen gelişmeler, doğal risklerin etkilerini azaltamadığı gibi, yasalarla yapılan yardımlardan faydalanan üretici sayısı dikkate alındığında, bunların da yetersiz kaldığı gözlenmiştir. Sonuçta, bu yardımlar ve ertelenen çiftçi borçları her yıl devlete büyük ölçüde bütçe yükü getirmiştir. Riskler transfer edilemediği için, devlet ve çiftçiler büyük ekonomik kayıplara uğramışlardır. Türkiye gerek bitkisel üretim ve gerekse hayvansal üretim yönünden büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın, tarımsal üretimini çeşitli nedenlere bağlı olarak arzu edilen düzeye çıkaramamıştır. Üretimin büyük ölçüde doğal koşullara bağlı olması, ürün veriminde ve üretici gelirlerinde dalgalanmalara yol açmaktadır (Tesbi, 2000). Doğal şartlar altında yetiştirilen, don, sel, hastalık, kuraklık ve dolu gibi olayların etkisi altında bitkisel ve hayvansal tarım ürünlerinde, bazı yıllar büyük zararlar olmakta, birçok çiftçinin bu yüzden bir veya birkaç yıl bekleyerek yetiştirdiği bitki ve hayvanlarından beklediği ürünü alamadığı veya tamamen kaybettiği sık sık rastlanan olaylardır. Kontrol edilemeyen doğal afet ve hastalıklar sonucu çiftçinin geliri yıldan yıla dalgalanmalar göstermekte, yeterli geliri sağlayacak ürünü alamadığı yıllarda ise çiftçilerin zor duruma düştükleri görülmektedir (Akçaöz ve ark., 2006-a). Tarımsal üretimin devamlılığı için, ürün fiyatlarının ve çiftçi gelirlerinin istikrarını sağlamak üzere risk yönetimi stratejilerinden biri olan tarım sigortası uygulaması gerekmektedir. Dünyada çeşitli ülkelerde uygulanan tarım sigortalarının kapsamları, uygulanış tekniği ve organizasyonlarının ülkelerin sosyal, ekonomik ve çalışma düzeylerine bağlı olarak planlandığı ve yürütüldüğü dikkati çekmektedir. Sigortanın kapsamına alınan tehlikelerin sayısı ve sigorta tekniği de, yetiştirilen ürünlerin doğal risklerden etkilenme derecesi, doğal risklerin meydana gelme sıklığı, hasarın miktarı, tarım sektörünün genel ekonomideki yeri ve önemi gibi faktörler göz önüne alınarak belirlenmektedir (Çetin, 2003). Genel olarak, hava koşulları, fiyatlar, üretim faktörleri, hastalık ve zararlılar gibi bitkisel ve hayvansal üretimi tehdit eden bu riskler, süreklilik özelliğine sahip olup yığın olarak hasar meydana getirmektedirler. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde tarım sektörünü koruyucu ve yasam standardını yükseltici önlemler alınmaktadır. Türkiye’de de tarımsal üretimi tehdit eden risk ve belirsizlikler sonucu meydana gelecek hasarların önlenebilmesi için en etkili sistem tarım sigortasıdır (Çetin, 2007). Yapılan bu tanımlamalar ışığında tarım sigortası; tarımsal üretim sürecinde her türlü doğal risk, hastalık ve kazalar sonucunda bitkisel ve hayvansal ürünler ile tarımsal varlıklarda oluşabilecek zarar ve kayıpların teminat altına alınması ve böylece sigortalının varlığının devamlılığının sağlanması seklinde ifade edilebilir (Çetin, 2007). Kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın gibi doğal afetler, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararlar nedeniyle, dünyada derin acıların yaşandığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkeler, tarımdaki riskleri, devletin ve üreticilerin üzerinden alacak şekilde, risk transfer sistemlerini kurmuşlardır. Tarım Sigortası olarak tanımlanan, bu risk transfer sistemleri içinde; bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanlarının, sürdürülebilir güvence altına alınması hedeflenmektedir. 194 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tarım sigortaları uygulamalarının amacı; üreticilerin tarım sigortaları uygulamaları kapsamına alınan riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesi ve bu çerçevede sigorta primlerinin belirli bir kısmının devlet tarafından karşılanarak, risklerin sigortacılık kurallarına uygun yönetilmesi, tarımsal üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve risklerden doğabilecek kamu bütçe yükünün azaltılmasıdır. Sürdürülebilir tarımsal üretim ve gelir istikrarı açısından tarım sigortası konusu oldukça önemlidir (Keskinkılıç, 2013). Ülkemizde tarım sigortaları uygulamaları; genel sigortacılık kanunu çerçevesinde, bitkisel ürünlerin dolu riskine karsı sigortalanması ile 1957 yılında başlamış, fakat sistem, sektörün özelliği dolayısıyla, bağımsız bir yasal zemin oluşturulamadığından istenen başarıya ulaşılamamıştır. Bu nedenle, bitkisel üretimde tarım sigortası uygulamalarına karşı çiftçi eğilimlerinin belirlenmesi, uygulamada karşılaşılan sorunların belirlenmesi ve bunlara ilişkin çözüm önerilerinin sunulması önem göstermektedir. Özellikle bitkisel üretimde, doğal afet zararlarının tespiti ve bu zararların karşılanma şeklinin belirlenmesi önemlidir. Bu gerekçelerle Türkiye genelinde farklı bölgelerde araştırma projesi yürütülmüştür. Araştırmanın amacı; Edirne ve Kırklareli illerinde bitkisel üretim faaliyetinde karşılaşılan tarımsal risk faktörlerinin belirlenmesi; bu risklere karşı çiftçilerin almış oldukları önlemler; çiftçilerin tarım sigortasından haberdar olma durumlarının belirlenmesi; çiftçilerin tarım sigortasına karşı tutumlarının belirlenmesi; risklere karşı tarım sigortası yaptırma ve/veya yaptırmama durumları ve nedenlerinin ortaya konulması; hasar durumu, zarar tazmini, sigorta uygulamalarında karşılaşılan problemler ve çiftçilerin beklentilerinin saptanması şeklinde sıralanabilir. 2. MATERYAL VE YÖNTEM 2.1. Materyal Çalışmanın materyalini birincil ve ikincil kaynaklardan derlenen veriler oluşturmuştur. Araştırmanın yürütüleceği ilçe ve köy seçimleri araştırma bölgesindeki illeri temsil edecek şekilde yapılmıştır. Tarım işletmelerinden anket yoluyla derlenen veriler çalışmanın birincil kaynağın, ulusal ve uluslararası alanda yapılmış benzer çalışmalar ve konuyla ilgili kurum ve kuruluşların kayıtları ise ikinci verileri oluşturmuştur. 2.2. Yöntem: 2.2.1. Örnekleme Aşamasında Kullanılan Yöntem Anket yapılacak üretici sayısının belirlenmesinde “Basit tesadüfi örnekleme yöntemi” kullanılmış olup formülü aşağıda verilmiştir (Çiçek ve Erkan, 1996). n=N. (p.q) / (N-1) D2 +( p.q) Burada; n= Örnek hacmini (Anket yapılacak üretici sayısını), N= Ana kitleyi (Sigorta yaptırmayan üreticiler için; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Çiftçi Kayıt Sisteminden (ÇKS) elde edilen bilgiler, sigorta yaptıran üreticiler için ise, TARSİM kayıtlarına (Çizelge 3.4) göre araştırma alanında tarım sigortası yaptıran üreticiler kabul edilmiştir), p= İncelenen birimin populasyondaki oranı q=1-p, D=(d/z)** , z= Güven aralığı (%95 ile z= 1,96) Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 195 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 d=Kabul edilebilir hata payını (%10) göstermektedir. Bu formül, her iki il ve sigorta yaptırma durumlarına göre ayrı ayrı uygulanarak yapılan hesaplama ile tarım sigortası yaptırmayan 169 ve sigorta yaptıran 148 üretici ile olmak üzere toplam 317 üretici anketi yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. 2.2.2. Verilerin Toplanması Aşamasında Kullanılan Yöntem Orijinal nitelikli verilerin toplanması için üretici anket formu hazırlanmıştır. Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan üreticiler için ayrı ayrı anket formları düzenlenmiştir. Sorular, seçenekli, çizelge doldurma ve açık uçlu sorulardan oluşmuş olup üreticiler ile yüz yüze görüşme yöntemi ile doldurulmuştur. 2.2.3. Verilerin Değerlendirilmesi Aşamasında Kullanılan Yöntem Elde edilen verilerin analizinde ortalama, yüzde gibi basit hesaplama ve çapraz tablolardan faydalanılarak; anket yapılan üreticilerin bazı sosyo-ekonomik özellikleri ile işletmelerin bazı teknik ve ekonomik özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca araştırma alanında riskler ve riske karşı işletmelerin tutumları, üreticilerin tarım sigortası uygulamaları hakkında bilgileri ile gelişmiş tarım teknolojilerini benimseme ve uygulama düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. İşletme gruplarının bazı özellikler bakımından farklılık gösterip göstermediğinin test edilmesi için varyans analiz testleri kullanılmıştır. Bu amaçla yapılan istatistiki analizde sürekli değişkenler için öncelikle Kolmogorov-Smirnov testi ile normal dağılım testi yapılmıştır. Normal dağılım gösteren ve göstermeyen değişkenler belirlenmiştir. Normal dağılım gösteren değişkenler için varyans analizi (One-Way Anova) yapılmıştır. One–Way Anova ile iki ya da daha fazla grubun, normal dağılan benzer ortalamalı populasyonlarından alınıp alınmadığı ortak varyans kullanarak test edilmektedir. Normal dağılım göstermeyen değişkenler için ise, Mann-Whitney U testi uygulanmıştır. Mann-Whitney U testi, aralıksız ölçülen iki bağımsız grup arasındaki farklılıkların testi için kullanılır Bu test bağımsız örnekler için uygulanan t testlerinin parametrik olmayan alternatifidir (Kalaycı, 2009). İncelenen değişkenler bakımından iller arasında işletme gruplarının farklılıklarının ve sigorta yaptırma durumuna göre farklılık belirlenmesi amacıyla Mann-Whitney U testi uygulanmıştır. 3. BULGULAR 3.1. İşletme Sahibi İle İlgili Bazı Bilgiler 3.1.1. Yaş Üreticilerin yaşlarına göre dağılımları Çizelge 1'de verilmiştir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %37,84'ü orta yaşlı, %54,73'ü yaşlı ve %7,43'ü genç üreticilerdir. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %38,46'sı orta yaşlı, %59,76'sı yaşlı, %1,78'i genç üreticilerdir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin yaş ortalaması 51,06, sigorta yaptırmayan üreticilerin yaş ortalaması ise 53,38'dir. 196 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 1. Üreticilerin yaşlarına göre dağılımı Sigorta Yaptıran Yaş katmanı Genç (<35) Orta Yaşlı (36-50) Yaşlı (51+) Toplam Ortalama İşletme sayısı 11 56 81 148 51,06 % 7,43 37,84 54,73 100,00 Sigorta Yaptırmayan İşletme % sayısı 3 1,78 65 38,46 101 59,76 169 100,00 53,38 Toplam İşletme sayısı 14 121 182 317 52,30 % 4,42 38,17 57,41 100,00 3.1.2. Eğitim Üreticilerin eğitim durumlarına göre dağılımları belirlenmiş ve Çizelge 2’de verilmiştir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %55,41'i ilkokul mezunu, %16,89'u ortaokul mezunu, %16,22'si lise mezunu, %6,76'sı yüksekokul mezunu, %4,73'ü ise üniversite mezunudur. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %76,33'ü ilkokul mezunu, %13,61'i ortaokul mezunu, %8,28'i lise mezunu, %1,78'i ise yüksekokul mezunudur. Her iki ilde de, sigorta yaptıran üreticiler arasında düşük miktarda da olsa üniversite mezunu üreticiye rastlanırken, sigorta yaptırmayan üreticiler arasında üniversite mezunu üretici bulunmamaktadır. Çizelge 2. Üreticilerin eğitim durumlarına göre dağılımı Sigorta Yaptıran Eğitim düzeyi İlkokul Ortaokul Lise Yüksekokul Üniversite Toplam İşletme sayısı 82 25 24 10 7 148 % 55,41 16,89 16,22 6,76 4,73 100,00 Sigorta Yaptırmayan İşletme % sayısı 129 76,33 23 13,61 14 8,28 3 1,78 0 0,00 169 100,00 Toplam İşletme sayısı 211 48 38 13 7 317 % 66,56 15,14 11,99 4,10 2,21 100,00 3.1.3. Ailedeki Birey Sayısı Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin %43,24'ü az bireyli, %39,86'sı orta bireyli, %16,89'u çok bireyli aile yapısına sahipken, sigorta yaptırmayan üreticilerin %50,3'ü az bireyli, %37,87'si orta bireyli, %11,73'ü çok bireyli aile yapısına sahiptir. Sigorta yaptıran üreticilerin ailelerindeki ortalama birey sayısı 3,97, sigorta yaptırmayan üreticilerin ailelerindeki ortalama birey sayısı ise 3,77'dir. 3.1.4. Mesleki Deneyim Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %71,62'sinin mesleki deneyimi yüksek, %18,92'sinin mesleki deneyimi orta, %9,46'sının mesleki deneyimi düşük, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %72,78'inin mesleki deneyimi yüksek, %19,53'ünün mesleki deneyimi orta, %7,69'unun mesleki deneyimi düşüktür. Sigorta yaptıran üreticilerin ortalama mesleki deneyimleri 28,24 yıl, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise 30,87 yıldır. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 197 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 3.1.5. Tarım Dışı Faaliyet Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin %18,24'ü, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %20,12'si tarım dışı herhangi bir faaliyetle uğraştığını belirtmiştir. Sigorta yaptıran üreticilerin %62,96'sı esnaf, %18,52'si serbest meslek sahibi, %11,11'i memur, %3,7'si muhtar ve %3,7'si emekli olduğunu ifade ederken, sigorta yaptırmayan üreticilerin %73,53'ü esnaf, %14,71'i işçi, %11,76'sı serbest meslek sahibi olduğunu belirtmiştir. Her iki ilde de, sigorta yaptırmayan üreticilerin tarım dışı bir faaliyette bulunma oranı, sigorta yaptıran üreticilere oranla daha fazladır. 3.1.6. İşletmelerin Yıllık Geliri Araştırma alanındaki sigorta yaptıran üreticilerin kendi işletmelerinden elde ettikleri ortalama gelir 24152 TL, makine-işgücü kirasından elde ettikleri ortalama gelir 795 TL, tarım dışı faaliyetlerden elde ettikleri ortalama gelir 7575 TL'dir. Kendi işletmelerinden elde ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %74,26, makine-işgücü kirasından elde ettiklerin gelirin toplam gelir içerisindeki payı %2,44, tarım dışı faaliyetlerden elde ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %23,29'dur. Sigorta yaptırmayan üreticilerin kendi işletmelerinden elde ettikleri ortalama gelir 16555 TL, makine-işgücü kirasından elde ettikleri ortalama gelir 1911 TL, tarım dışı faaliyetlerden elde ettikleri ortalama gelir 6155 TL'dir. Kendi işletmelerinden elde ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %67,24, makine-işgücü kirasından elde ettiklerin gelirin toplam gelir içerisindeki payı %7,76, tarım dışı faaliyetlerden elde ettikleri gelirin toplam gelir içerisindeki payı %25'dir. 3.2. Riske Karşı Tutum 3.2.1. Risklere Karşı Sigorta Yaptırma Durumu Risklere karşı güvence olarak 2007-2011 yılları arasında üreticilerin yaptırmış oldukları sigortalar ve yaptıran üretici sayıları da anketle alınmıştır. 2011 Yılında araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin 68 adedi araç kaskosu, 17 adedi DASK, 136 adedi bitkisel ürün sigortası, 11 adedi hayvan sigortası, 3 adedi bireysel emeklilik sigortası, 2 adedi özel sağlık sigortası yaptırmıştır. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise 43 adedi araç kaskosu, 14 adedi DASK, 3 adedi bitkisel ürün sigortası, 5 adedi hayvan sigortası, 7 adedi bireysel emeklilik sigortası, 5 adedi özel sağlık sigortası yaptırmıştır. 3.2.2. Üreticilerin Tarım Sigortaları İle İlgili Düşünceleri Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları zamana ve kaynağa göre dağılımları Çizelge 3 ve Çizelge 4'de verilmiştir. Çizelgelerdeki verilere göre sigorta yaptıran üreticilerin %72,3'ü tarım sigortalarını 2005 yılından önce, %7,43'ü 2005 yılında, %16,22'si 2005 yılından sonra öğrendiğini belirtirken, %4,05'i hatırlamadığını ifade etmiştir. Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %71,01'i tarım sigortalarını 2005 yılından önce, %5,33'ü 2005 yılında, %22,49'u 2005 yılından sonra öğrendiğini belirtirken, %1,18'i hatırlamadığını ifade etmiştir (Çizelge 3). 198 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 3. Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları zamana göre dağılımı Sigorta Yaptıran İşletme % sayısı 107 72,30 11 7,43 24 16,22 6 4,05 148 100,00 Tarım sigortasından haberdar olma zamanı 2005'ten önce 2005 yılında 2005'ten sonra Hatırlamıyor Toplam Sigorta Yaptırmayan Toplam İşletme İşletme % % sayısı sayısı 120 71,01 227 71,61 9 5,33 20 6,31 38 22,49 62 19,56 2 1,18 8 2,52 169 100,00 317 100,00 Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %39,86'sı tarım sigortalarını köye gelen sigorta elemanlarından, %27,7'si diğer kaynaklardan, %13,51'i komşu, arkadaş veya akrabalardan, %9,46'sı Tarım İl/İlçe Müdürlüğünden, %8,78'i TV, radyo veya internetten, %0,68'i ise tarım danışmanından öğrendiğini belirtmiştir (Çizelge 5). Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %28,99'u tarım sigortalarını köye gelen sigorta elemanlarından, %23,67'si diğer kaynaklardan, %13,61'i komşu, arkadaş veya akrabalardan, %11,24'ü Tarım İl/İlçe Müdürlüğünden, %17,16'sı TV, radyo veya internetten, %4,14'ü ise tarım danışmanından öğrendiğini belirtmiştir (Çizelge 5). Çizelge 5. Üreticilerin tarım sigortalarından haberdar oldukları kaynağa göre dağılımı Sigorta Yaptıran Haberleşme kaynağı TV, radyo, internet Köye gelen sigorta elemanları Tarım İl/İlçe Müdürlüğü Tarım danışmanı Komşu-arkadaş-akrabalar Diğer kaynaklar Duymadım - Haberim yok Toplam Sigorta Yaptırmayan İşletme % sayısı 29 17,16 İşletme sayısı 13 8,78 59 39,86 49 14 1 20 41 0 148 9,46 0,68 13,51 27,70 0,00 100,00 19 7 23 40 2 169 % Toplam İşletme sayısı 42 13,25 28,99 108 34,07 11,24 4,14 13,61 23,67 1,18 100,00 33 8 43 81 2 317 10,41 2,52 13,56 25,55 0,63 100,00 % Üreticilerin tarım sigortalarının gerekliliğine yönelik düşüncelerine göre dağılımı Çizelge 6'da verilmiştir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %97,97'si, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %94,08'i tarım sigortalarının gerekli olduğunu belirtmiştir. Çizelge 6. Üreticilerin tarım sigortalarının gerekliliğine yönelik düşüncelerine göre dağılımı Sigorta Yaptıran Evet Hayır Toplam İşletme sayısı 145 3 148 % 97,97 2,03 100,00 Sigorta Yaptırmayan İşletme % sayısı 159 94,08 10 5,92 169 100,00 Toplam İşletme sayısı 304 13 317 % 95,90 4,10 100,00 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 199 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tarım sigortası yaptırmayan üreticilere yaptırmama nedenleri de sorulmuş olup, verdikleri cevaplara göre dağılımı Çizelge 7'de verilmiştir. Araştırma alanında üreticilerin %35,5'i gelirlerinin yetersiz ve primlerin yüksek olduğunu, %20,71'i hasar bedelinin ödeneceğine dair inancın olmadığını belirtmiş ve ilk iki sırayı bu gerekçeler almıştır. Daha sonra sırasıyla; %11,24'ü arazilerinin hisseli olduğunu, %10,06'sı gereksiz bir maliyet unsuru olarak gördüğünü, %5,92'si arazilerinin az olduğunu, %5,92'si ihmal ettiğini, %2,96'sı öyle bir alışkanlıklarının olmadığını, %2,37'si kapsamın yetersiz olduğunu, %2,37'si risk olmadığını, %1,78'i gerek görmediğini, %1,18'i bilinçsiz olduğunu belirtmiştir. Çizelge 7. Tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin yaptırmama nedenlerine göre dağılımı Tarım sigortası yaptırmama gerekçeleri Gelir yetersizliği ve primlerin yüksek oluşu Hasar bedelinin ödeneceğine dair inancın olmayışı Gereksiz bir maliyet unsuru olarak görme Arazilerin hisseli oluşu (tapu sorunu) Arazi azlığı Dini inanç örf ve adetlerle örtüşmemesi Alışkanlık olmaması Bilinçsizlik Gerek görmeme İhmalcilik Kapsam yetersizliği Risk görmeme Toplam Edirne İşletme % sayısı Kırklareli İşletme % sayısı Toplam İşletme % sayısı 37 40,22 23 29,87 60 35,50 21 22,83 14 18,18 35 20,71 9 9,78 8 10,39 17 10,06 10 4 10,87 4,35 9 6 11,69 7,79 19 10 11,24 5,92 0 0,00 0 0,00 0 0,00 0 1 1 4 3 2 92 0,00 1,09 1,09 4,35 3,26 2,17 100,00 5 1 2 6 1 2 77 6,49 1,30 2,60 7,79 1,30 2,60 100,00 5 2 3 10 4 4 169 2,96 1,18 1,78 5,92 2,37 2,37 100,00 Sigorta yaptıran üreticilere devlet destekli tarım sigortasının sigorta yaptırma isteğinde etkili olup olmadığı da sorulmuş olup, verdikleri cevaplara göre, araştırma alanındaki üreticilerin %61,49'u etkili olduğunu, %38,51'i etkili olmadığını belirtmiştir. Üreticilere tarım sigortası yaptırma yoğunluğunun yeterli olmamasına yönelik düşünceleri de sorulmuş, verdiklere cevaplara göre dağılımları Çizelge 8’de verilmiştir. Çizelgedeki verilere göre; araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %28,38'i sigorta alışkanlığının kazanılmadığına, %21,62'si gelirlerin yetersiz ve primlerin yüksek olduğuna, %16,22'si bilgi eksikliğine bağlamış ve bu gerekçeler ilk üç sırayı almıştır. Daha sonra ise sırasıyla; %13,51'i hasar bedelinin ödeneceğine inanılmadığına, %10,14'ü arazilerin hisseli olduğuna, %4,73'ü gereksiz gördüğüne, %4,05'i köylerinde fazla risk olmadığına, %1,35'i kapsamın yetersiz olduğuna bağlamışlardır. 200 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 8. Üreticilerin köylerinde tarım sigortası yaptırma yoğunluğunun yeterli olmamasına yönelik düşüncelerine göre dağılımı Sigorta Yaptıran Çiftçilerin öngörü ve düşünceleri Gelir yetersizliği ve primlerin yüksek oluşu Hasar bedelinin ödeneceğine dair inancın olmayışı Sigorta alışkanlığının kazanılmaması Arazilerin hisseli oluşu (tapu sorunu) Dini nedenler Bilgi eksikliği Gereksiz görme Kapsam Risk az Yeterli Toplam Sigorta Yaptırmayan İşletme % sayısı İşletme sayısı % 32 21,62 62 20 13,51 42 Toplam İşletme sayısı % 36,69 94 29,65 25 14,79 45 14,20 28,38 31 18,34 73 23,03 15 10,14 22 13,02 37 11,67 0 24 7 2 6 0 148 0,00 16,22 4,73 1,35 4,05 0,00 100,00 1 11 5 1 11 0 169 0,59 6,51 2,96 0,59 6,51 0,00 100,00 1 35 12 3 17 0 317 0,32 11,04 3,79 0,95 5,36 0,00 100,00 Sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %18,34'ü sigorta alışkanlığının kazanılmadığına, %36,69'u gelirlerin yetersiz ve primlerin yüksek olduğuna, %6,51'i bilgi eksikliğine, %14,79'u hasar bedelinin ödeneceğine inanılmadığına, %13,02'si arazilerin hisseli olduğuna, %2,96'sı gereksiz görüldüğüne, %6,51'i köyde fazla risk olmadığına, %0,59'u kapsamın yetersiz olduğuna, %0,59'u dini nedenlere dayalı olduğunu belirtmiştir. Sigorta yaptıran üreticilere uygulamalarda karşılaştıkları sorunlar sorulmuş ve verdikleri cevaplara göre dağılımları Çizelge 9'da verilmiştir. Çizelgedeki değerler incelendiğinde, üreticilerin %34,46'sı hasar tespitinin uygun yapılmadığını, %15,54'ü sigorta kapsamının yeterli olmadığını ifade etmekte ve gündeme getirilen bu iki sorun ilk iki sırayı almaktadır. Daha sonra sırasıyla; üreticilerin %7,43'ü primlerin yüksek olduğunu, %6,76'sı sigorta kapsamının zamanlamasının uygun olmadığını, %6,08'i hasar ödemesinin zamanında yapılmadığını, %5,41'i muafiyet oranının yüksek olduğunu, %2,7'si tapu sorununun olduğunu, %2,7'si rüzgarfırtına sınırında problem olduğunu %2,03'ü devlet desteğinin yetersiz olduğunu, %2,03'ü prosedürün fazla olduğunu belirtmişlerdir. Çiftçilerin %14,86'sı herhangi bir sorunla karşılaşmadığını ifade etmiştir. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 201 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 9. Üreticilerin tarım sigortası uygulamasında karşılaştıkları sorunlara göre dağılımı Karşılaşılan sorunlar Primler yüksek Sigorta kapsamının zamanlaması uygun değil Hasar ödemesi zamanında yapılmıyor Hasar tespiti (Ekspertiz) uygun yapılmıyor Devlet desteği yetersiz Sigorta kapsamı yeterli değil (çatlama vs) Yeterince bilgilendirme yapılmıyor Tapu sorunu Muafiyet oranı yüksek Rüzgar-fırtına hızı sınırı Prosedür fazla Sorun yok Toplam Edirne İşletme % sayısı 6 7,50 Kırklareli İşletme % sayısı 5 7,35 Toplam İşletme % sayısı 11 7,43 6 7,50 4 5,88 10 6,76 3 3,75 6 8,82 9 6,08 32 40,00 19 27,94 51 34,46 1 1,25 2 2,94 3 2,03 12 15,00 11 16,18 23 15,54 0 1 3 1 3 12 80 0,00 1,25 3,75 1,25 3,75 15,00 100,00 0 3 5 3 0 10 68 0,00 4,41 7,35 4,41 0,00 14,71 100,00 0 4 8 4 3 22 148 0,00 2,70 5,41 2,70 2,03 14,86 100,00 Üreticilere gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırmayı düşünüp düşünmedikleri de sorulmuş olup, verdikleri cevaplara göre dağılımları Çizelge 10’da verilmiştir. Araştırma alanında sigorta yaptıran üreticilerin %87,16'sı, sigorta yaptırmayan üreticilerin ise %23,67'si gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırmayı düşündüğünü belirtmiştir. Çizelge 10. Üreticilerin gelecek yıllarda tarım sigortası yaptırma düşüncelerine göre dağılımı Evet Hayır Cevap yok Toplam Sigorta Yaptıran İşletme % sayısı 129 87,16 16 10,81 3 2,03 148 100,00 Sigorta Yaptırmayan Toplam İşletme İşletme % % sayısı sayısı 40 23,67 169 53,31 121 71,60 137 43,22 8 4,73 11 3,47 169 100,00 317 100,00 Yenilikleri benimseme açısından bakıldığında ve tarım sigortası bir yenilik olarak ele alındığında ise, tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin yaptırmama nedenlerine göre dağılımı Çizelge 11'de verilmiştir. Edirne ilinde tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin %31,52'si maddi imkanlarının yetersiz olduğunu, %11,96'sı bilgi eksikliği olduğunu, %9,78'i arazinin az olduğunu, %6,52'si arazinin söz konusu yenilik için uygun olmadığını, %2,17'si yayım elemanlarının yeteri kadar ilgilenmediğini belirtirken, %38,04'ü gerek görmediğini ifade etmiştir. Kırklareli ilinde tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin %36,36'sı maddi imkanlarının yetersiz olduğunu, %11,69'u arazinin az olduğunu, %10,39'u bilgi eksikliği olduğunu, 202 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 %9,09'u arazinin söz konusu yenilik için uygun olmadığını belirtirken, %32,47'si gerek görmediğini ifade etmiştir. Çizelge 11. Yeniliklerin benimsenmesi yönü ile tarım sigortası yaptırmayan üreticilerin yaptırmama nedenlerine göre dağılımı Edirne Kırklareli Toplam Yenilik olarak tarım sigortasının İşletme İşletme İşletme benimsenmemesinin gerekçeleri % % % sayısı sayısı sayısı Yayım elemanları yeteri kadar 2 2,17 0 0,00 2 1,18 ilgilenmiyor Bilgi eksikliğim var 11 11,96 8 10,39 19 11,24 Maddi olanaklarım yetersiz 29 31,52 28 36,36 57 33,73 Arazim söz konusu yenilik için 6 6,52 7 9,09 13 7,69 uygun değil Arazim az 9 9,78 9 11,69 18 10,65 Gerek görmüyorum 35 38,04 25 32,47 60 35,50 Toplam 92 100,00 77 100,00 169 100,00 4. SONUÇLAR Yapılan anketlerdeki verilerin değerlendirilmesi ve yapılan grup karşılaştırmaları sonucunda, sigorta yaptıranlarla yaptırmayanlar arasında bazı sosyo-ekonomik özellikler açısından çeşitli istatistiki önemlilik düzeyinde farklılık olduğu görülmüştür. Yapılan grup karşılaştırmalarına ilişkin sonuçlar Çizelge 12’de verilmiştir. Çizelge’deki sonuçlar incelendiğinde, üreticilerin incelenen bazı sosyo-ekonomik özellikleri ile sigorta yaptırıp yaptırmama yönündeki tutumları arasında çeşitli olasılık düzeylerinde bağımlılık olduğu görülecektir. Bu sonuçlara göre; eğitim düzeyi,tarım dışı faaliyet alanlarının mevcudiyeti, toplam yıllık gelir, toplam yıllık tarımsal gelir, üretici örgütlerine üyelik gibi sosyo-ekonomik özellikler açısından sigorta yaptıranlarla yaptırmayanlar arasında %99 olasılıkla, diğer deyişle %1 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlı fark bulunmaktadır. Üreticilerin yaşı ve çiftçilikle uğraşma süresi açısından da iki grup arasında %90 olasılıkla, yani %10 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlı fark bulunmaktadır. Başka bir yönüyle yorumlamak gerekirse; üreticilerin belirtilen bu sosyo ekonomik özellikleri ile tarım sigortası yaptırma veya yaptırmama yönündeki karar verme tutumları arasında analizle bulunan istatistiki olasılık ve önem düzeyinde bağımlılık olduğu söylenebilir. Diğer ifade ile, üreticilerin tarım sigortalarına yaklaşım ve tutumları belirtilen bu sosyo ekonomik özelliklerden istatistiki analizle bulunan olasılık ve önemlilik düzeylerinde etkilenmektedir denebilir. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 203 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 12. Sigorta yaptıranlar ve yaptırmayanlar arasındaki bazı değişkenlere (sosyoekonomik özellikler) göre farklılıklar Değişkenler (Üreticilerin bazı sosyo-ekonomik özellikleri) Üreticinin yaşı Eğitim düzeyi1 Ailedeki birey sayısı Çiftçilikle uğraşma süresi Tarım dışı faaliyette bulunma durumu2 Toplam yıllık gelir Toplam tarımsal gelir Arazi büyüklüğü Tarım sigortalarında eğitim alıp almama durumu3 Tarımsal konularda teknik elemanlara danışma durumu4 Sosyal güvence5 Üretici örgütlerine üyelik6 z -1,680 -4,360 -1,325 -1,717 -0,422 -5,431 -5,694 -5,716 -0,570 -0,528 -0,302 -4,271 p 0,093* 0,000*** 0,185 0,086* 0,673 0,000*** 0,000*** 0,000*** 0,569 0,598 0,763 0,000*** * Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %10 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlıdır. ** Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %5 istatistiki önemlilik düzeyinde anlamlıdır. *** Tarım sigortası yaptıran ve yaptırmayan işletmeler arasındaki fark %1 istatistiki önemlilik düzeyinde nlamlıdır. Üreticilerin şikayetçi olduğu ve ana sorun sorun olarak gündeme taşıdığı konuların başında hasar tespitlerinin zamanında ve doğru yapılmadığı yönündeki değerlendirmeler gelmektedir. Bu nedenle, sigorta şirketlerinin ve eksperlerin bu konuda daha özenli ve hassas olmaları sağlanmalıdır. Belirlenen hasar oranlarına göre üretici zararlarının tazmin edilmesinde muafiyet sınırlarının düşürülmesi yönündeki üretici talepleri ile ilgili gerekli değerlendirme ve çalışmalar yapılmalıdır. Ayrıca tarımsal kuraklığın sigorta kapsamına alınabilecek bir doğal afet olarak değerlendirilmemesi yoğun şikayetlere gerekçe olarak görülmektedir. Yine bu doğrultuda, sigorta kapsamlarının yeterli olmadığı, özellikle meyvelerde çatlama vb. durumlardan kaynaklanan zararların da sigorta kapsamına alınması yönünde çalışma yapılmalıdır. Sigorta kapsamının genişletilmesinin yanında, sel-su baskınlarındaki zarar tazmini koşullarının yeniden düzenlenebileceği ve özellikle buğday ve çeltik alanlarındaki fırtına zararlarında gündeme gelen rüzgar hızı limitlerinin düşürülerek esas alınacak meteorolojik verilerin temininde farklı alternatifler ve daha uygun noktalar belirlenebileceği öngörülmektedir. 5. KAYNAKLAR AKÇAÖZ, H., ÖZKAN, B., KARADENİZ, F., FERT, C., (2006-a). Tarımsal Üretimde Risk Kaynakları ve Risk Stratejileri: Antalya İli Örneği, Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Dergisi, 2006, 19(1): 89-97. ANONİM, (2009).www.tarsim.org.tr BARIŞ, Ö., (2007). Türkiye'de ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Risk Yönetimi ve Tarım Sigortalarının AB'ne Uyumu Açısından Değerlendirilmesi. Namık Kemal Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ. ÇETİN, B., (2003). Tarımsal Sigorta İşletmeciliği, Uludağ Üniversitesi, Bursa, 145 s. ÇETİN, B., (2007). Tarımsal Sigorta İşletmeciliği, Uludağ Üniversitesi, Bursa, S.13-16. 204 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 ÇİÇEK, A., ERKAN., (1996). Tarım Ekonomisinde Araştırma ve Örnekleme Yöntemi, Ziraat Fakültesi, Yayın No:12, Ders Notları Serisi:6, Tokat. KALAYCI, Ş., (2009). SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri. 4. Baskı. Ankara. KESKİNKILIÇ, K., (2013). Tarım Sigortacılığı: Dünya ve Türkiye’deki Uygulamaların Değerlendirilmesi. Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. Adana. KHGM (1991). Kırklareli İli Arazi Varlığı. T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yayınları. İl Rapor No:39, Ankara. TESBİ, M. A., (2000). “Tarım Sigortalarının Önemi”, TZOB, Çiftçi ve Köy Dünyası, Sayı:192, Ankara, s. 7-10. Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 205 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 206 Doğal Afetlerle İlgili Tarım Sigortaları ve Üreticilerin Tutumu (Edirne ve Kırklareli İlleri Örneği) Zir. Y. Müh. Dr. Erol ÖZKAN¹, End. Y. Müh. Dr. Başak AYDIN², Yrd. Doç. Dr. Harun HURMA³, Öğr. Gör. Fuat YILMAZ4 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² ¹Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun, ²Samsun Tohum Sertifikasyon Test Merkezi Müdürlüğü, Samsun, aydogan46@hotmail.com ÖZET Bu çalışma Samsun ilindeki sebze ve meyve üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarından (İTU) haberdar olma durumlarını, İTU üretim sistemine bakış açılarının tespit edilmesi, İTU teknikleri ile üretim yapmaya teşvik eden faktörlerin ortaya çıkartılması amacıyla yapılmıştır. Araştırma kapsamında, Samsun ilinde İTU üretim yöntemi ile üretimin yoğun olarak yapıldığı Bafra ve Çarşamba ilçelerindeki hem İTU üretim yöntemine göre üretim yapan hem de konvansiyonel olarak üretim yapan sebze ve meyve üreticileri ile görüşülmüştür. Araştırmanın birincil ve temel materyalini İTU üretim yöntemine göre sebze ve meyve üretimi yapan ve konvansiyonel üreticilerden anket yoluyla elde edilen veriler oluşturmaktadır. Araştırma kapsamındaki üreticilerden basit tesadüfi örnekleme yöntemine göre belirlenmiş 210 üretici ile anket çalışması yapılmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistik yöntemlerinden yararlanılmıştır. İTU üretim yöntemine göre üretim yapan üreticilerin ve konvansiyonel üreticilerin sosyo-ekonomik durumları karşılaştırıldığında; İTU üretim yöntemine göre üretim yapan çiftçilerin eğitim düzeyleri, ailedeki birey sayısı, yeniliklere karşı tutumları, tarım sigortası yaptırma durumları, toplam arazi miktarı, sahip olunan büyükbaş hayvan sayısı, tarım dışı gelir kaynakları, medyayı bilgi kaynağı olarak kullanma durumları ve informal bilgi kaynaklarını kullanma durumları konvansiyonel üreticilere göre daha yüksek olduğu (p<0,05); üreticilerin yaş ortalamaları ve tarımsal karar verme deneyimleri arasında ise istatistiki açıdan fark bulunmadığı tespit edilmiştir (p>0,05). İTU üretim yöntemine göre üretim yapan üreticilerin bu tekniği benimsemelerinde; bu tarım tekniğinin çevreye daha duyarlı olması (%34,7), üretilen ürünlerin konvansiyonel ürünlere göre daha kaliteli ve sağlıklı olması(%23,6) ve destekleme ödemelerinin (%22,7) etkili olduğu tespit edilmiştir. İTU üretim yöntemi ile üretim yapılmasının önündeki engeller arasında, İTU’nun konvansiyonel üretimden farklı olmadığını düşünme (%25), konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmama (%20) ve İTU ile üretim yapmanın daha maliyetli olması (%15) sayılabilir. İTU üreticilerinin bu tarım tekniği ile üretilen ürünlerden gelecek dönemlerde yüksek getiri beklentisi (%25,9), Bafra ve Çarşamba ilçelerindeki sebze yetiştiriciliği konusunda üreticilerin mevcut bilgi birikimi, araştırma bölgesinde ülkesel büyük ölçekli marketlerin satın alma ve depolama tesislerinin bulunması İTU uygulamalarının yaygınlaştırılmasında güçlü argümanlar olarak değerlendirilebilir. Anahtar kelimeler: iyi tarım uygulamaları, sebze, meyve, samsun The Approaches Of The Vegetable And Fruıt Producers In Samsun To Good Agrıcultural Practıces (GAP) Abstract This study was conducted to determine the producers’ awareness of GAP, the viewpoints of producers against to GAP, and to reveal the promoting factors producing with GAP. Bafra and Çarşamba Districts were selected as research area because of the intensive Good Agricultural Practices (GAP). The first and main materials of the research are data obtained questionnaire through vegetable and fruit producers in GAP and conventional vegetable and fruit producers. In the research, 210 producers were selected with random sampling method. The descriptive statistics methods were used to evaluate the data. The socioeconomic characteristics of the GAP producers and conventional producers were compared. The GAP producers’ education level, household size, attitudes towards agricultural innovation, having agricultural insurance, total land size, the presence of cattle, nonfarm income sources and information sources are statistically different from conventional producers’ (p<0.05). The GAP producers’ average ages and agricultural decision-making experiences are not statistically different from conventional producers’ (p>0.05). According to GAP producers, the GAP is more sensitive to the environment (34.7%), the vegetables and fruits have better quality and healthy to conventional vegetables and fruits (23.6%). Another factor affected to adopt the GAP is supporting payments (22.7%). The quarter of the conventional producers think there are no differences between the GAP and conventional production systems. The 20% of the conventional producers have no idea about the GAP. According to 15% of the conventional producers, the GAP production costs are higher than conventional production costs. The high return expectations (25.9%), the existing knowledge in vegetable production in Bafra and Çarşamba districts, the presence of purchasing and storage facilities by national large-scale emporium are powerful factors in spreading of the GAP. Keywords: good agricultural practices, vegetable, fruit, Samsun Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² 207 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 1. Giriş Dünya genelinde nüfusun sürekli artması gıda talebini de artırmaktadır. Bu talep artışını karşılayabilmek için üretim teknolojilerinin geliştirilmesi ile birlikte tarımsal uygulamalarda aşırı girdi kullanımını beraberinde getirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde artan gıda talebini karşılamak diğer bir ifade ile gıda güvencesi temel sorun iken; gelişmiş ülkelerde gıdaların nasıl üretildiği, hangi işlemlerden geçtiği ve insan sağlığı üzerindeki etkileri sorgulanır hale gelmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki eğitim seviyesi, gelirin artması ve bu konuda yapılan çalışmaların etkisi ile gıda üretiminin sürdürülebilirliği, gıda güvencesi ve gıda güvenirliği son yıllarda önem kazanmıştır. Tüketiciler satın aldıkları ve tükettikleri ürünlerin kendilerine sağladıkları yararların dışında diğer üretim faktörlerine, çevreye, sosyal konulara duyarlı olarak üretilmesini de sorgulamaktadırlar. Başka bir ifade ile tarım ürünlerinin tüketilmeden önce nasıl üretildiklerinin kontrol edilmesini ve bazı kriterlere uygun olarak üretildiğinin denetlendiğini görmek istemektedirler. Bu kaygıların giderilmesi için tarımsal alanda da yeni üretim teknikleri geliştirilmiştir. Organik üretim, iyi tarım uygulamaları ve entegre ürün yönetimi bu alanda geliştirilen tarımsal üretim tekniklerinden bazılarıdır. İyi Tarım Uygulamaları (ITU); insan sağlığına zararlı kimyasal, mikrobiyolojik, fiziksel kalıntılar içermeyen, doğal çevreyle uyumlu, sürdürülebilir üretimi ön gören, insan ve hayvan sağlığını koruyan, ekonomik açıdan kârlı ve verimli, üretimin her aşamasının kayıt altına alındığı, gerekli kontrollerin yapılarak sertifikalandırıldığı bir üretim sistemi olarak tanımlanabilir. Bu üretim sisteminde amaç, çiftçiler, gıda işleyicileri, gıda perakendecileri, tüketiciler ve hükümetlerin sürdürülebilir tarımsal üretimdeki sorumluluklarını yerine getirmek için teşvik edilmesidir (FAO, 2002). İyi Tarım Uygulamalarında temel amaç, üretim her aşamasının kayıt altına alınarak izlenebilmesini sağlamak, üretim aşamalarını kontrol etmek ve bağımsız bir kurum tarafından denetlemesi yapılarak sertifikalandırmaktır. Dünya genelinde bu kavramsal çerçeve kapsamında sertifikalandırma ve denetleme görevi yapan birçok oluşum bulunmaktadır. Bu oluşumlar arasında, dünyada en kapsamlı İyi Tarım Uygulamaları EUREP tarafından hazırlanan EUROGAP protokolüdür (Akdamar, 2004). Avrupa Gıda Perakendecileri Çalışma Grubu (EUREP) 1997 yılında dünya çapında bazı seçilmiş ürünler için İyi Tarım Uygulamalarının geliştirilmesi için gerekli olan faktörleri ifade eden bir kavramsal çerçeve geliştirmiştir. Bu kavramsal çerçeve 2007 yılına kadar EUROGAP, 2007 yılından sonra ise GLOBALGAP olarak ifade edilmektedir. EUROGAP, taze meyveler ve sebze üretimi için güvenli bir üretim sürecini garanti eden bir uluslararası kalite sistemidir. EUROGAP’ın prensipleri sadece gıda güvenliği olmayıp aynı zamanda çevrenin korunması, iş sağlığı ve güvenliği ve refahı üzerinedir (Galdos, 2004). Avrupa’daki toplam yaş meyve ve sebze pazarının %70-80’ini elinde bulunduran Perakendeciler Birliği’nin üyelerinin EUROGAP sertifikalı ürün talebi nedeni ile İyi Tarım Uygulamalarının önemi giderek artmaktadır. Bu sebeple dünya ülkeleri 2002 yılında “Ulusal ve Bölgesel Çalışma Grupları” oluşturmuş ve ülkelerindeki tarımsal üretimi EUROGAP protokolüne uygun hale getirmeye başlamışlardır. Günümüz itibari ile dünyanın 80 ülkesinde İTU uygulamaları yapılmakta ve sertifikalandırılmaktadır (Akdamar, 2004). İyi Tarım Uygulamaları, diğer yeni geliştirilen üretim sistemlerinden gönüllülük esasına dayanması açısından farklılıklar göstermektedir. Avrupa dışındaki ülkelerin İTU 208 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 uygulamalarına göre üretim yapmalarının temelinde ihracat baskısı yatmaktadır. Avrupa kıtasına ihracat yapacak ülkelerden EUROGAP sertifikası istendiği için, bu ülkeler bu büyük pazardan pay alabilme yarışına girmişlerdir. 2. Türkiye ve Samsun’da İyi Tarım Uygulamaları Türkiye’de ITU uygulamaları ile ilgili yasal düzenleme 08.09.2004 tarih ve 25577 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik” ile yapılmıştır. İlgili yönetmelikte ITU; “tarımsal üretim sisteminin sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan kârlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler” olarak tanımlanmaktadır. Bu Yönetmeliğin amacı; çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması, tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzının sağlanması için gerçekleştirilecek iyi tarım uygulamalarının usul ve esaslarını düzenlemektir (Resmi Gazete, 2010). Türkiye’de 2012 yılı itibari ile 47 ilde 3.676 üretici ITU esaslarına göre üretim yapmaktadır. Bu oran 2007 yılındaki rakamlarla kıyaslandığında; üretim yapılan il sayısında %161; üretici sayısında %434; toplam üretim alanında %1461 oranında artış olduğu gözlemlenmektedir (GTHB, 2014a). Türkiye’de 2012 yılı itibari ile ITU kapsamında üretilen bazı bitkisel ürünlerin değerleri Çizelge 1’de verilmiştir. Çizelge 1: Bazı ürünler için İTU bitkisel üretim değerleri (GTHB, 2014b) Ürün adı Limon Mısır Mandalina Portakal Domates Muz Elma Zeytin Antepfıstığı Patates Nar Çeltik Zeytin Üretici sayısı 477 411 409 375 341 340 313 309 231 17 150 12 309 Üretim alanı (da) 54.965 24.843 62.098.585 99.758 29.209 2.661 37.072 42.067 47.892 79.764 59.914 44.788 42.067 İTU kapsamında üretilen bitkisel ürünler arasında; üretici sayılarına göre limon, mısır ve mandalina ilk üç sırayı almaktadır. Üretim alanlarına göre ise ilk üç sırayı mandalina, portakal ve patates almaktadır. Çizelgeden de anlaşılacağı üzere ülkemizde ITU kapsamında meyve üretimi oldukça fazladır ve yıllara göre artan bir şekilde devam etmektedir. ITU çerçevesinde yapılan üretimin teşvik edilmesi amacı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından üreticiler desteklenmektedir. 2014 yılında yapılacak Tarımsal Desteklemelere ilişkin karar 12.04.2014 tarihli 28970 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre İyi Tarım Uygulamaları Destekleme miktarları meyve ve sebze üretimi için dekar başına 50 TL, bu üretimlerin örtü altında yapılması halinde ise dekar başına 150 TL olarak belirlenmiştir. Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² 209 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Samsun ilinde İTU uygulamaları 2013 yılı içerisinde; Çarşamba, Terme, Bafra ve İlkadım İlçelerinde yazlık sebze, kışlık sebze, biçilebilir tarla ürünleri ve meyve gruplarında yaklaşık 48.130,14 da alanda, 572 üretici iyi tarım uygulamalarına göre üretim yapmaktadır. Samsun ilinde ITU tekniklerine göre üretim Bafra ve Çarşamba ilçelerinde yoğunlaşmaktadır (Çizelge 2). Çizelge 2’den de anlaşılacağı üzere toplam üretici sayısının %72,9’u Bafra, %21,5’i ise Çarşamba ilçesinde yer almaktadır. Çizelge 2: Samsun ilinde ITU tekniklerine göre yapılan bitkisel üretim değerleri (Anonim, 2014) İlçeler Bafra Merkez Terme Çarşamba Tekkeköy 19 Mayıs Toplam Çiftçi sayısı 417 3 27 123 1 1 572 Yazlık sebze (da) 2.616.891 Kışlık sebze (da) 2.362.794 Tahıl grubu (da) 39.420.720 445 2.617.336 2.362.794 39.420.720 Meyve (da) 33 237 133.024 400 495 134.189 Yazlık sebze olarak kavun, karpuz, domates ve biber; kışlık sebze olarak ise Beyaz baş lahana, kırmızılahana, karnabahar ve brokoli yoğun olarak yetiştirilmektedir. Tahıl grubunda ise çeltik ve dane mısır önemli yer tutmaktadır. Kışlık sebze ve tahıl grubunun tamamı, yazlık sebzenin ise tamamına yakını Bafra ilçesinde üretilmektedir. Meyvecilik alanında ise Çarşamba ve diğer ilçeler önde gelmektedir. ITU tekniklerine göre meyve üretimi elma, armut, şeftali ve kiraz da yapılmaktadır. İlgili Bakanlığın destekleme ödemeleri yanında ildeki İyi Tarım Uygulamaları Samsun Valiliği tarafından da desteklenmektedir. Bu kapsamda İl Özel İdaresi kaynakları kullanılarak 572 üreticinin sertifika ücretleri karşılanmıştır (GTHB Samsun İl Müdürlüğü, 2014). 3. Materyal ve Metot Araştırmanın hedef kitlesini Samsun İlinin Bafra ve Çarşamba ilçelerinde iyi tarım yapan ve yapmayan üreticiler oluşturmaktadır. Anket yapılacak üretici sayısının belirlenmesinde Çarşamba ilçesinde yer alan iyi tarım yapan şeftali ve elma üreticilerinin sayılarının az olması nedeniyle tam sayım örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Bafra ilçesinde yer alan iyi tarım yapan işletmelerin ürün çeşitliliği ve işletme sayısının fazla olması nedeniyle; en çok üretimi yapılan ürünler (çeltik, beyaz baş lahana, karpuz) gayeli olarak seçilmiştir. Araştırmada örnekleme kriteri olarak işletme arazisi büyüklüğü (da) kullanılmış olup, örnek işletme sayısı, basit tesadüfî örnekleme metoduna göre aşağıdaki formül ile tespit edilmiştir (Yamane, 1967). n N 2 ( N 1) D 2 2 Formülde; N toplam işletme sayısını, n; örneğe seçilecek işletme sayısını, ϭ varyansı ve D hata payını göstermektedir. Formülde %90 güven aralığı ve %10 hata payına göre elde edilen 210 işletme ile anket çalışması yapılmıştır. Anketlerin ilçelere ve ürünlere göre dağılımı Çizelge 3’de verilmiştir. 210 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 3: Anketlerin ilçelere ve ürün gruplarına göre dağılımı İlçe Bafra Bafra Bafra Çarşamba Çarşamba Toplam Ürün grubu Çeltik Beyazbaş Lahana Karpuz Şeftali Elma İTU anket sayısı 47 18 16 14 10 105 Konvansiyonel anket sayısı 47 18 16 14 10 105 Araştırmada kullanılan veriler üreticilerden anket yoluyla elde edilmiştir. Araştırmada üretim dönemi olarak 2012 yılı hasat dönemi esas alınmıştır. Araştırma değişkenlerinin test edilmesi ve yorumlanmasında basit istatistiki metotlardan, t testi ve ki-kare test istatistiklerinden yararlanılmıştır. 4. Araştırma Bulguları ve Tartışma 4.1. Üreticilerin bazı sosyoekonomik özelliklerinin karşılaştırılması Araştırma bölgesindeki İTU tekniklerine göre tarım yapan üreticiler ile konvansiyonel olarak üretim yapan üreticilerin sosyal ve ekonomik özelliklerinin belirlenmesi; çiftçiler arasındaki yaş, eğitim, arazi büyüklüğü, aile büyüklüğü gibi değişkenlerin üretim biçimini etkileyip etkilemediğini belirlemek açısından önemlidir. Araştırma bölgesindeki üreticilerin bazı sosyoekonomik özellikleri Çizelge 4’te verilmiştir. Üreticilerin yaşı, karar almada ve bilgi yayılımının açıklanmasında bazen önemli bir kişisel özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Zhou (2010), yaşlı çiftçilerin tarımsal deneyimlerinin daha fazla olduğunu ve teknolojik bilgiye daha kolay ulaşabildiklerini saptamıştır. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin sahiplerinin aynı bölgedeki konvansiyonel tarım yapan işletme sahiplerinin yaş ortalamaları arasında istatistiki açıdan bir farklılık tespit edilememiştir (p>0,05). Diğer bir ifade ile yaş faktörü İTU uygulamalarını benimsemede etkili bir faktör olmadığı söylenebilir. Deneyim; bireyin daha önceden doğrudan katılmış olduğu olay ve aktiviteler sonucu elde ettiği bilgi ve becerilerin toplamı olarak tanımlanabilir. Kırsal toplumlarda üreticiler herhangi bir karar verme sürecinde geçmiş deneyimlerinden yararlanmaktadırlar. Bu araştırmada tarımsal deneyim, üreticinin üretim kararlarını kendisinin verdiği yıllar toplamını ifade etmektedir. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin tarımsal deneyimleri ile konvansiyonel olarak üretim yapan işletme sahiplerinin tarımsal deneyimleri arasında istatistiki olarak fark tespit edilememiştir (p>0,05). Başka bir ifade ile tarımsal deneyim üretim yöntemini seçmede etkili bir faktör olmadığı söylenebilir. Çizelge 4: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin bazı sosyoekonomik göstergeleri Sosyoekonomik özellikler İşletme sahibinin yaşı (yıl) Hane halkı genişliği İşletme sahibinin tarımsal deneyimi (yıl) Toplam arazi miktarı (da) Toplam BH sayısı (adet) Üretim yöntemi ITU Konvansiyonel ITU Konvansiyonel ITU Konvansiyonel ITU Konvansiyonel ITU Konvansiyonel Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² Sayı 105 105 105 105 105 105 105 105 105 105 Ortalama 48 50 7 5 34 31 91,8 36 13 6 T testi (p) 0,703 0,010* 0,767 0,000* 0,002* 211 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Ülkemizdeki tarımsal faaliyetler, mekanizasyonun yeterli kullanılmaması nedeniyle emek yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. Bir işletmenin hane halkı genişliğinin büyük olması işletmenin iş gücü bakımından dışa bağımlılığını da azaltmaktadır. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin hane halkı genişlikleri konvansiyonel olarak üretim yapan işletmelerin hane halkı genişliklerinden daha büyüktür (p<0,05). Diğer bir ifade ile hane halkı genişliği büyük olan tarım işletmeleri yenilikleri benimseme ve uygulama konusunda konvansiyonellere göre daha avantajlı durumdadır. Padel (2008), Olhan (1997), Demiryürek (2010) ve Aydoğan (2012), yaptıkları çalışmalarda; organik tarım yapan işletmelerinin hane halkı büyüklüğünün konvansiyonel tarım yapan işletmelerin hane halkı büyüklüğünden fazla olduğunu ortaya koymuşlardır. Sonuç olarak, hane halkı genişliğinin üretim yöntemini belirlemede etkili olduğu söylenebilir. Çizelge 4 incelendiğinde İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin ortalama arazi büyüklükleri ve sahip oldukları hayvan sayıları bakımından farklılık olduğu görülmektedir. Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin arazi büyüklükleri konvansiyonel üretim yapanların arazi büyüklüklerinin iki katından daha fazla olduğu görülmektedir. Araştırma alanı için arazi genişliği ve sahip olunan hayvan sayısı arttıkça üreticilerin üretim sistemlerini de daha kolay değiştirebildikleri görülmektedir. Eş deyişle, sahip olunan arazi miktarı ve hayvan sayısı üretim yöntemini seçmede etkili bir faktördür (p<0,05). Genel olarak eğitimin, sosyal refah ve büyüme ile ilişkili olduğu varsayılmaktadır. Eğitim, ekonomik kalkınmanın temeli olarak görülmektedir. Ekonomik kalkınmasını tamamlamış ve gelir düzeyi yüksek ülkelerin insanlarının eğitim seviyelerinin de yüksek olduğu görülmektedir. Jacobson ve ark. (2003), organik ve konvansiyonel tarım yapan çiftçilerin sosyal yapılarını, araştırdıkları çalışmasında, konvansiyonel üreticilerin eğitim düzeylerinin organik üreticilere oranla düşük olduğunu saptamışlardır. Düşük eğitim ve gelir seviyesindeki çiftçiler zararlı böceklerin hasara neden olduğu ve bunu gidermek için çok fazla miktarda bitki koruma ilacı harcaması yaptıklarını belirtmiştir. Serin ve ark.(2009), yaygın eğitim ile çiftçilerin eğitilmesinin üreticilerin gelirleri üzerine etkisini araştırdıkları çalışmalarında, eğitimin gelir üzerinde etkisi olduğunu ve eğitim değişkenindeki bir birimlik artışın çiftçilerin gelirlerinde 0,24 birim artışa neden olduğunu tespit etmişlerdir. Zhou ve ark.(2010), çiftçilerin gübre kullanımındaki kararlarını etkileyen faktörleri belirledikleri çalışmalarında, yüksek eğitim seviyesine sahip olmanın, aşırı gübre kullanımını önemli ölçüde düşüren bir faktör olduğunu ve istatistiki açıdan bunun önemli olduğunu tespit etmişlerdir. Benzer şekilde, eğitim çiftçilerin; tarımsal girdilerin nasıl kullanılacağı konusunda bilgiye ulaşmasını kolaylaştırmaktadır. Bu sebeple, eğitimin tarımsal karar almada etkili olması beklenmektedir. Araştırma bölgesindeki üreticilerin eğitim düzeyleri üç kategoride ele alınarak aralarında anlamlı bir ilişki olup olmadığı ki-kare testi ile incelenmiştir (Çizelge 5). İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin eğitim düzeyleri konvansiyonel üretim yapan çiftçilere göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (χ2=9,233; p<0,05). Eş deyişle, üreticilerin eğitim düzeyleri üretim yöntemini seçmede etkili bir faktör olarak değerlendirilebilir. Çizelge 5: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin eğitim düzeyleri Eğitim düzeyi İlkokul ve okuryazar Ortaokul Lise ve üstü Toplam 212 ITU 56 14 35 105 Üretim yöntemi Konvansiyonel 75 14 16 105 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tarım Dışı Gelir (TDG), işletmelerin arazilerinin bir kısmını kiraya vermeleri ile aile fertlerinin bir kısmının tarım dışı çeşitli hizmetlerde çalışmaları sonucunda elde ettikleri gelirden meydana gelmektedir (Erkuş ve ark., 1995). Araştırma kapsamındaki üreticilere tarım dışı başka bir gelirlerinin olup olmadığı sorulmuş ve farklılık ki-kare analizi ile test edilmiştir. İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin %51,4’ü, konvansiyonel üretim yapan işletmelerin ise %35,2’inin tarım dışı geliri olduğu tespit edilmiştir (Çizelge 6). Eş deyişle tarım dışı gelir kaynaklarının varlığı üretim yöntemini seçmede etkili bir faktördür denilebilir (χ2=5,147; p<0,05). Çizelge 6: Üretim yöntemine göre üreticilerin tarım dışı gelir kaynakları Üretim yöntemi Tarım dışı gelir kaynakları Tarım dışı geliri yok Ücretli çalışanlar Esnaf Serbest meslek Toplam ITU Sayı 51 32 15 7 105 Konvansiyonel Sayı 68 23 9 5 105 % 48,6 30,5 14,3 6,7 100 % 64,8 21,9 8,6 4,8 100 Tarım sigortaları, tarımsal üretimde aynı risklerle karşı karşıya bulunan üreticilerin ödeyecekleri primlerle oluşturulacak olan fon aracılığıyla zarara uğrayan üreticilerin zararlarını tazmin etme amacına yönelik olarak oluşturulmuş özel bir sigorta uygulama şeklidir. Tarım sigortası ile üreticilerin uğrayacakları gelir kayıpları sigorta sistemine transfer edilerek bu kaybın önlenmesi hedeflenmiştir. Araştırma alanındaki incelenen işletmelerin tarım sigortası yaptırma durumları Çizelge 7’de verilmiştir. Çizelge 7: Üretim yöntemine göre işletmelerin sigorta yaptırma durumları Üretim yöntemi Tarım sigortası yaptırma durumu Yaptıranlar Yaptırmayanlar Toplam ITU Sayı 75 30 105 % 71,4 28,6 100 Konvansiyonel Sayı % 29 27,6 76 72,4 105 100 Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin %71,4’ü, konvansiyonel üretim yapan işletmelerin ise %27,6’sı tarım sigortası yaptırmaktadır. Tarım sigortası yaptırma ile üretim türü arasında istatistiki açıdan farklılık vardır denilebilir (χ2=38,25; p<0,05). Örgütlenme; işbirliği, disiplin ve sorunları birlikte göğüsleme istek ve azmine sahip bir grup kişinin belirlenmiş bir hedefe ulaşmak için gerekli düzenlemeleri yapmak amacı ile belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmeleri ile meydana getirilen bir sistemdir (Eraktan, 2001). Başka bir tanıma göre ise çiftçi örgütü; çiftçilerin çıkarları doğrultusunda faaliyet göstermek üzere, çiftçiler tarafından kurulan ve çiftçiler tarafından yönetilen örgütler olarak tanımlanmaktadır (Gül ve Köksal, 2004). Kırsal alanda yaşayan ve tarımsal üretim faaliyetinde bulunan üreticilerin; var olan üretim kaynaklarını daha etkin kullanabilmeleri, tarımsal girdileri uygun koşullarda temin edebilmeleri, modern tarım teknolojilerini uygulayabilmeleri, ürünlerini en iyi şekilde değerlendirerek pazarlayabilmeleri ve kamu hizmetlerinden daha etkin yararlanabilmeleri yeterince örgütlenmeleri ile mümkündür (Karlı, 2001). Araştırma bölgesindeki çiftçi örgütleri incelendiğinde çiftçi örgütü olarak Ziraat Odası, Tarım Kredi Kooperatifi, Köy Kalkınma Kooperatifleri, Sulama Kooperatifi ve Birlikleri, Sebze Üreticileri Birliği ve Çeltik Üreticileri Birliğinin olduğu tespit edilmiştir. Araştırma bölgesindeki üreticilerin üye oldukları tarımsal örgütler incelenmiştir (Çizelge 8). Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² 213 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 8: Üretim türlerine göre üye olunan tarımsal örgüt sayıları Üretim türü Üye olunan örgüt sayısı 0 1 2 3 4 5 Toplam ITU Sayı 0 5 41 40 18 1 105 % 0,0 4,8 39,0 38,1 17,1 1,0 100 Konvansiyonel Sayı % 11 10,5 26 24,8 28 26,7 32 30,5 5 4,8 3 2,9 105 100 Araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin %95,2’si iki ve üzeri bir tarımsal üretici örgütüne üye iken konvansiyonel üreticilerin %64,8’inin iki ve üzeri tarımsal üretici örgütüne üye oldukları tespit edilmiştir. İTU kapsamında üretim yapan işletmelerin örgütlenme oranlarının yüksek olması; İTU tekniğinin kayıtlı bir üretim şekli olmasından kaynaklanabilir. Özellikle araştırma bölgesindeki İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin sertifika belgeleri gibi prosedürleri bağlı oldukları Üretici Birlikleri kanalı ile temin etmeleri ve genelinin sözleşmeli tarım yapması ile açıklanabilir. 4.2. Üreticilerin bilgi kaynakları ve yenilikçilik durumları Tarımsal üreticilerin bilgi kaynaklarının tespit edilmesi, üreticilerin üretim aşamalarında ve pazarlama kanallarında kullandıkları yöntemlerin ortaya çıkartılmasında önem kazanmaktadır. Diğer bir ifade ile üreticiler hangi tür bilgiyi hangi bilgi kaynağından ve nasıl elde ettiklerinin belirlenmesi üretimde bilimsel bilginin mi yoksa geleneksel bilginin mi kullanıldığı sorusunu cevaplaması açısından önem kazanmaktadır. Araştırma bölgesinde üreticilerin bilgi kaynakları olarak medya bilgi kaynakları, informal bilgi kaynakları ve formal bilgi kaynakları olarak üç kategoride incelenmiştir. İyi Tarım Uygulamaları kapsamında üretim yapan üreticilerin %52,4’ü bilgi kaynağı olarak yazılı ve görsel basını kullanırken, konvansiyonel üretim yapan üreticilerin %66,7’si medya kaynaklarını bilgi kaynağı olarak kullanmaktadır. Yapılan ki-kare analizine göre bu farklılık istatistiki açıdan önemli bulunmuştur (χ2=5,10; p=0,017). Üreticilerin bilgi kaynakları informal ve formal bilgi kaynakları olarak da incelenmiştir. Üreticilerin atalarından öğrendikleri bilgiler, aynı yerleşim alanındaki diğer üreticiler, akrabalar ve önder çiftçiler informal bilgi kaynakları olarak değerlendirilmiştir. İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin %56,2’i informal bilgi kaynaklarından yararlanırken; konvansiyonel üretim yapan üreticilerin %40’ı informal bilgi kaynaklarını kullanmaktadır ve bu farklılık istatistiki açıdan önemlidir (χ2=6,138; p=0,010). GTHB il ve ilçe müdürlüklerinin yayım servisleri, kitap ve dergi gibi bilimsel yayınlar, sertifikasyon kuruluşunun bilgilendirme toplantıları ve üretici birlikleri tarafından sağlanan her türlü bilgilendirme dokümanı formal bilgi kaynağı olarak kabul edilmiştir. Yapılan incelemede İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin %66,7’si formal bilgi kaynaklarına, konvansiyonel üreticilerin ise %37,1’i bilgi kaynağı olarak formal bilgi kaynaklarına başvurdukları tespit edilmiştir. Her iki üretim grubunun bilgi kaynakları birlikte değerlendirildiğinde, İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin bilgi kaynağı olarak formal kaynaklardan; konvansiyonel üreticilerin ise informal bilgi kaynaklarından yararlandığı söylenebilir. Benzer şekilde İTU kapsamında üretim yapan çiftçilerin bilgi kaynağı çeşitliliği daha fazladır denilebilir. Bilgi kaynakları kullanma düzeyi üzerinde eğitim seviyesi, yapılan uygulamalı eğitimler, yayım servislerinin çalışmaları ve örgütlenmenin etkili olduğu sonucu çıkartılabilir. 214 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 İleriye dönük yapılacak plan ve programlar için hedef kitlenin tutumunun ne olduğunu bilmek doğru sonuca gitme açısından son derece önemlidir. Bu nedenle, araştırma bölgesindeki üreticilerin üretim yöntemleri ile ilgili geliştirilen yeni yöntemler, üretim biçimleri ve pazarlama tekniklerine karşı tutumlarını incelemek için yeniliklere bakış açıları sorgulanmıştır (Çizelge 9). Kendileri ile ilgili bir yenilik karşısında, İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin %50,5’inin hemen deneyeceğini, %41,9’unun ise çevrelerindeki diğer üreticilerin tutumlarına göre karar vereceklerini ifade etmişlerdir. Bu durum konvansiyonel üretim yapan tarım işletmeleri için değerlendirildiğinde; %23,8’inin hemen deneyeceğini, %62,9’unun ise çevrelerindeki diğer üreticilerin tutumlarına göre karar verecekleri şeklindedir. Diğer bir ifade ile üreticilerin yeniliklere karşı tutumları arasında istatistiki açıdan farklılıklar vardır (χ2=14,803; p=0,001). Çizelge 9: Üretim yöntemlerine göre üreticilerin yeniliklere karşı tutumu Yeniliklere karşı tutum Hemen denemeye karar veririm Köydeki diğer üreticilerin kabul etmesini beklerim Herkes kabul ettikten sonra en son ben kabul ederim Toplam ITU Sayı 53 44 8 105 Üretim yöntemi Konvansiyonel % Sayı % 50,5 25 23,8 41,9 66 62,9 7,6 14 13,3 100 105 100 4.3. İyi Tarım Uygulamaları (İTU) ile üretim yapma nedenleri Araştırma kapsamında iyi tarım uygulamaları kapsamında üretim yapan üreticilerin hangi amaçla bu sistemi seçtikleri araştırılmıştır. Buradaki amaç, üreticiyi İTU üretim sistemine yönelten olumlu faktörlerin tespit edilerek, bu faktörlerin diğer yayım programlarında öncelikle yer almasına vurgu yapmaktır. Araştırma kapsamında görüşülen İTU kapsamında üretim yapan tarım işletmelerinin İTU sistemini seçme nedenleri Çizelge 10’da verilmiştir. Çizelge 10: İTU kapsamında üretim yapmada etkili olan faktörler Neden ITU ile üretim yapıyorsunuz? Çevreye duyarlı bir üretim sistemi olduğu için Ürün kaliteli ve sağlıklı oluyor Destekleme ödemesi alabilmek için Üretimin her aşamasında denetlendiği için Daha fazla ürün elde ediyorum İş güvenliği açısından Diğer Toplam % 34,7 23,6 22,7 6,2 5,8 3,6 3,4 100 Araştırma kapsamındaki üreticilerin çevre duyarlılıklarının ve sağlıklı ürün yetiştirme istekliliklerinin yüksek olduğu söylenebilir (%64,5). ITU’nun benimsenmesinde diğer önemli faktörler ise sırasıyla destekleme ödemesi alabilmek, daha fazla ürün elde edebilme ve iş güvenliği sayılabilir. 4.4. İTU kapsamında üretim yapmamada etkili olan faktörler Araştırma bölgesindeki konvansiyonel üretim yapan tarım işletmelerinin hangi sebeplerden dolayı İTU sistemini benimsemedikleri ve bu sistem kapsamında üretim yapmadıkları araştırılarak Çizelge 11’de sunulmuştur. Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² 215 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 11: ITU kapsamında üretim yapmama nedenleri Neden İTU standartlarına uygun üretim yapmıyorsunuz? ITU’nun gerekli olduğuna inanmadığım için Konu hakkında bilgim yok İTU kapsamında üretim yapmanın maliyeti fazla ÇKS kaydı yok Konvansiyonel tarımdan daha fazla ürün elde ediyorum Yetersiz arazi Parçalı arazi Toplam % 25 20 15 14,4 13,3 8,9 3,4 100 İTU kapsamında üretim yapmama nedenleri 3 kategoride incelenebilir. i) Uygulamaya karşı geliştirilen olumsuz tutum ve yeterli bilgi sahibi olmama, ii) Ekonomik nedenler ve iii) yeterli üretim faktörlerine sahip olamama. Bu ayrım İTU sisteminin yaygınlaştırılması kapsamında yapılacak yayım çalışmalarının planlanması açısından önem kazanmaktadır. Araştırma alanındaki konvansiyonel üreticilerin %25’i İTU’nun gerekli bir üretim sistemi olmadığına, konvansiyonel üretimden farklı bir sistem olmadığına inanmaktadırlar. Üreticilerin %20’sinin konu hakkında bilgisi olmadığı tespit edilmiştir. Bu gruptaki üreticilerin İTU konusunda eğitime ihtiyaçları olduğunu ortaya çıkartmaktadır. İkinci grupta yer alan üreticilerin %15’i İTU kapsamında üretim yapmanın daha maliyetli olması, %13,3’ü ise konvansiyonel üretimde daha fazla ürün elde ettiğini ifade etmişlerdir. İTU kapsamında üretilen ürünlerin fiyatları ile konvansiyonel ürünlerin satış fiyatları arasında farklılık olmaması, İTU ürünleri için bir pazar yapısının oluşmaması bu düşüncenin ortaya çıkmasındaki en büyük faktörlerdir. Üçüncü grupta yer alan üreticilerin oranı ise %26,7 civarındadır. İTU kapsamında üretim yapabilmek için ÇKS kaydı aranmaktadır. Mevcut arazilerin tapu intikallerinin yapılmamış olması, arazilerin ekonomik öneme haiz olmaması ve parçalı olması bu gruptaki en büyük sorunlar olduğu söylenebilir. 4.4. İyi Tarım Uygulamalarına ilişkin beklentiler Araştırma kapsamındaki üreticilerin iyi tarım uygulamalarının gelecek yıllardaki beklentileri, bu tarım sisteminin sürdürülebilirliği açısından önem taşımaktadır. Günümüzün temel problemi olan aşırı girdi kullanımı ve kontrolsüz üretim bu tür yenilikçi uygulamalarla ortadan kaldırılabilecek, üreticilerin bilinç düzeyleri artırılabilecek ve sürdürülebilir bir tarımsal üretime geçilebilecektir. Araştırma bölgesinde yaptığımız çalışmalarda İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin belli bir seviyede bilinç düzeylerinin yükseldiği gözlemlenmiştir. İTU kapsamında üretim yapan üreticilerin %63,5’inin bu üretim yönetimini seçmesi ile geçmiş yıllara göre kimyasal gübre kullanım miktarlarının azaldığını ortaya koymuştur. Aynı şekilde, İTU’den sonra üreticilerin %44’ü kullanılan ilaç miktarının azaldığını ifade etmişlerdir. İyi tarım uygulamalarının toprak kalitesine olumlu bir etki yaptığını ifade edenlerin oranı %88,6’dir. Aşırı gübre kullanımının ve gereğinden fazla kimyasal ilaç kullanımının azalması ile su kaynaklarının kirlenmesinin önlendiğini ifade eden üreticilerin oranı ise %97,5’tir. Bununla birlikte, İTU kapsamında üretim yapma üreticiler, ürünlerde kalıntı olmaması (%84,6) ve yetiştirilen ürünlere güven duygusu ve prestij sağlaması nedeniyle tercih edildiklerini ifade etmektedirler. İTU kapsamında üretim yapan üreticiler bu tarım sisteminde üretimlerini devam ettirebilmeleri ve bu sistemin daha fazla üretici tarafından benimsenmesi için destekleme miktarlarının arttırılması, eğitim ve yayım çalışmalarının artırılması, İTU ürünlerine özel pazar oluşturulması gerektiğini ifade etmektedirler. 216 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 5. Sonuç İyi Tarım Uygulamaları (İTU), tarımsal ürünlerin tarladan sofraya kadar ki süreçte kayıt altına alınması, denetlenmesi ve kontrol edilmesini takip eden bir kalite kontrol sistemidir. Günümüz dünyasında özellikle gelişmiş ülkelerde gelir arttıkça tüketicilerin zevk ve tercihleri de değişmektedir. Artık tüketiciler aldıkları tarım ve gıda ürünlerinin nasıl yetiştirildiğini, güvenilir olup olmadığını ve sürdürülebilir tarım esasları çerçevesinde yetiştirilmiş olmasını sorgulamaktadırlar. Bu durum tüketicilere bu güvenceyi verecek sertifikasyon kuruluşlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tür kuruluşlar belli kurallar çerçevesinde üretilen ve sertifika almaya hak kazanan ürünlerin güvenilir olduğunu gösteren belgeler vermektedirler. Dolayısı ile bu tür sertifikalı ürünler diğer ürünlere göre önemli avantajlar sağlamaktadırlar. Bir tarım ülkesi olan Türkiye, yıllık ihracatının önemli bir bölümünü tarımsal ve gıda ürünleri oluşturmaktadır. En fazla ihracat yaptığımız ülkelerin başında AB ülkeleri gelmektedir. AB ülkeleri ise diğer ülkelerden ithal ettikleri tarım ve gıda ürünlerinde GlobalGAP sertifikası aramaktadırlar. Bu sebeple iyi tarım uygulamaları ülkemiz için önemli bir üretim sistemi olarak düşünülmelidir. Ülke içerisinde İTU standartlarında üretim yapan tarım işletmelerinin sayısının artırılması ile önemli ihracat rakamlarına ulaşmak mümkün olabilecektir. Samsun ilindeki İTU ile üretim yapan tarım işletmelerinin sayısı yıllara göre artmakla birlikte hala çözülemeyen sorunları da bulunmaktadır. Bu sorunların başında İTU sertifikalı ürünler için bir pazar oluşturulamaması ve konvansiyonel ürünler ile satış fiyatı arasında farklılık olmaması gösterilebilir. Dünya genelinde yapılan birçok çalışmada İTU ile üretim yapmanın maliyetlerinin konvansiyonel üretime göre daha maliyetli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple İTU kapsamında üretimde sözleşmeli üretim modeli teşvik edilmeli, üreticilerin tarımsal üretici birliklerine katılımlarının artırılması için teşvik edilmeleri önerilebilir. Sözleşmeli üretimde üretici birliği aracılığı ile kurumsal bir yapı kazandırılabilir. İyi tarım uygulamalarının yayılmasının artırılması için üreticilere yerinde uygulamalarla eğitimler verilmeli, konusunda uzman teknik personelin sözleşmeli tarımsal danışmanlık kapsamında üreticilere yayım hizmetini sağlanmalıdır. 6. Kaynaklar Akdamar, M. 2004. Dünyada İyi Tarım Uygulamaları ve Gerekçeleri. Türk Tarım Dergisi, 157: 38-39. Anonim, 2014. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Samsun İl Müdürlüğü İstatistikleri. http://samsun.tarim.gov.tr [26.09.2014] Aydoğan, M., 2012. Samsun İlinde Organik ve Konvansiyonel Fındık Yetiştiricilerinin Gübre Kullanımı Konusundaki Bilgi Kaynaklarının SNA ile Karşılaştırılması. TEPGE YAYIN NO: 207, ISBN: 978-605-4672-06-6. Demiryürek, K., 2010. Organik tarımın Dünya ve Türkiye’deki durumu. Türkiye IX. Tarım Ekonomisi Kongresi, Poster, Şanlıurfa. Eraktan, G., 2001. Tarım Politikası Temelleri ve Türkiye’de Tarımsal Destekleme Politikası. Uzel Yayınları, İstanbul. Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² 217 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Erkuş, A., Bülbül, M., Kıral, T., Açıl, A.F., Demirci, R., 1995. Tarım Ekonomisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Eğitim ve Geliştirme Vakfı Yayınları No:5, 298s, Ankara. FAO, 2002. Good Agricultural Practices. [http://www.fao.org/ag/magazine/GAP-V2June02.pdf, 24.09.2014]. Galdos, A.E.B.L., 2004. Implementation of EUREPGAP Standards in the Agro – Export Sector of Peru: A Case Study. Master thesis, Institute of Agricultural Economics, University of Göttingen. GTHB, 2014a. İyi Tarım Uygulamaları İstatistikleri, ITU Değişim Oranları. http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/Iyi-TarimUygulamalari/Istatistikler [25.09.2014] GTHB, 2014b. İyi Tarım Uygulamaları İstatistikleri, En Fazla Üretimi Yapılan Ürünler. http://www.tarim.gov.tr/Konular/Bitkisel-Uretim/Iyi-TarimUygulamalari/Istatistikler [25.09.2014] Gül, U. ve Köksal, Ö., 2004. Çiftçi örgütlerinde yayım eğitimi., TEAE-Bakış Dergisi, Sayı 5 Nüsha 4 Nisan. Jacobson, S. ve ark., 2003. Assessment of farmer attitudes and behavioral ıntentions toward bird conservation on organic and conventional florida farms. Conservation Biology, sf. 595–606 Volume 17, No. 2, Nisan. Karlı, B., 2001. Kooperatifçilik ve diğer örgütlenme modellerine ilişkin genel çerçeve. GAP Bölgesi Kırsal Kalkınmasında Kooperatifçilik ve Diğer Örgütlenme Modelleri (Atölye Çalışması 26-27 Aralık 2001), GAP-BKİ Türkiye Kooperatifleri, s.12, Ankara. Olhan, E., 1997. Türkiye’de bitkisel üretimde girdi kullanımının yarattığı çevre sorunları ve organik tarım: Manisa Örneği, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi (Basılmamış), Ankara, 190 s. Padel, S., 2008. Values of organic producers converting at different times: results of a focus group study in five European countries. Int. J. Agricultural Resources, Governance and Ecology, Vol. 7, Nos. ½, pp.63-67. Resmi Gazete, 2010. İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik. 07.12.2010 tarih ve 27778 sayılı Resmi Gazete. Serin, V., 2009. Effects of Formal Education and Training on Farmers Income. European Journal of Social Sciences – Volume 7, Number 3 (2009) . Zhou, Y., 2010. Factors affecting farmers decisions on fertilizer use: A case study for the Chaobai watershed in Northern China. The Journal of Sustainable Development Vol. 4, Iss. 1 (2010), Pp. 80–102. Switzerland. 218 Samsun İli Sebze Ve Meyve Üreticilerinin İyi Tarım Uygulamalarına (İTU) Yaklaşımı Mehmet AYDOĞAN¹ Necla TOPÇU² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram EKODER - Ekolojik Yaşam Derneği TOHUM; Bitkilerde döllenme sonrası oluşan tohum taslaklarının meydana gelmesiyle oluşan yapıdır. Bitkilerin tohumları, embriyoları vasıtasıyla binlerce yıl öncesindeki bilgileri günümüze aktarır. Çiçeklenme döneminde oluşan erkek organlar ve onların ürettiği polenlerin dişi organı döllemesiyle, tohum taslağında bulunan embriyo kesesi tohum haline dönüşür. Domates, biber, patlıcan gibi sebzelerin çiçeklerinde hem erkek hem dişi organ birlikte vardır ve kendi kendini dölleyebilir. Kabak, karpuz, hıyar gibi sebzelerin erkek ve dişi çiçekleri aynı bitkide farklı yerlerdedir. Gerek bu bitkiler, gerekse erkek ve dişi çiçeği ayrı bitkilerde olanlarda döllenme, rüzgar ve böceklerle olur. Döllenme olayında arıların rolü küçümsenemez, zira tükettiğimiz meyve ve sebzelerin 1/3 ü arılar sayesindedir. 292 milyon yıl önce Paleozoik zamanın son dönemindeki aşırı soğuma sürecinde bazı bitkiler ortama uyum sağlarken, üremede yeni bir gelişme göstererek tohum oluşturdular.100 milyon yıl önce tropikal bölgelerde soğuktan etkilenmeyip hayatta kalanlardan ilk kapalı tohumlular yani çiçekli bitkiler oluşup yaygınlaşmaya başladı. Ağaçlardan otlara, buğdaya bugün bilinen 270.000 çiçekli bitki türü vardır. Günümüze ulaşan tüm bitkiler, tohumlarında geçmişin genetik bilgilerini taşır. Bilinen en eski tarım 10.000 yıl önce uygulanmaya başlamıştır. Tarıma başlayan insanlar gözlemlerle, çeşitli bitkisel ürünlerinin erkenci, hastalığa dayanıklı, iklime uygun, lezzetli, büyük ve verimli olanlarından tohum alarak günümüze ulaştırmışlardır. Bu süreç içinde pazarlarda, panayırlarda, çeşitli kültürel alışverişlerinde de ürünlerinin bilgilerini ve tohumlarını da paylaşmışlar, takas etmişler, çeşitlendirmişlerdir. En iyilerin devamı sağlanmış, uyum sağlayamayanlar elenmiştir. Bir ürünün ekildiği tarlada ertesi yılın ekiminde kullanılacak tohumlukta aynı zamanda ayrılarak saklanmış, köy sınırları içindeki tarlalarda yüzlerce yıldır üretilen çeşitler, kendi izolasyon sınırları içinde yerel olarak korunarak, özellikleri değişmeden kalabilmiştir. Günümüzde yerel tohum çeşitlerinin daha çok olduğu bölgeler, yerelde üretip, tüketen büyük tarım alanlarına uzak izoleli köylerde kalmış olduğu bilinmektedir. Gregor Johann Mendel 1850 li yıllarda bezelyelerle yaptığı çalışmalarda kalıtım kanunlarını bulmuştur. XX. Yüzyılın ikinci yarısında Yeşil Devrim adıyla tarımda yeni bir dönem başlatılmış ve bu süreçte verim arttırma çalışmaları özellikle tohumlar üzerinde de yoğunlaştırılarak “Hibrit Tohum”, son 20 yılda da “GDO lu Tohum” kavramlarıyla tanışılmıştır. Meslek harici kişiler için bazı kavramlara açıklık getirelim; Doğal Tohum nedir? "Yerli","Yerel","Atalık","Evladiyelik" ya da "Miras Tohumlar" olarak adlandırılan bu tohumlar her sene aynı bitki ve meyveyi veren durulmuş standart çeşitlerdir. En önemli özellikleri bulundukları coğrafya ve iklime adapte olmuş olmaları, bölgedeki hastalık ve Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram 219 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 zararlılara karşı belirli bir direnç geliştirmiş olmalarıdır. Kendi coğrafyası dışında ekildiklerinde bu özelliklerini koruyamayabilirler. Yapılan bilimsel araştırmalar bu tohumlardan elde edilen ürünlerin besin madde içeriklerinin endüstriyel tohumlardan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Hibrit Tohum nedir? Aynı bitki türüne ait uzak akraba konumunda olan iki doğal bitki kümesi veya popülasyonundan (örneğin A ve B) seçilen saf hatların veya bireylerin birbirleri ile çaprazlanması (A x B) sonucunda elde edilen ilk nesil (F1) melez tohumlara verilen isimdir. Hibrit tohumlar seçilmiş özelliklerini daha sonraki (F2) döllerinde göstermezler. Dolayısıyla her sene yeniden tohum satın almak gerekmektedir. Günümüzde ticari olarak üretilen Hibrit sebzelerde hastalıklara karşı mukavemet ve yüksek verim hedeflendiğinden, gerek tat ve aroma gerekse besin maddesi içerikleri yerli yada doğal tohumlardan elde edilenlerden çok daha zayıftır. 50 yaş ve üzerindeki insanların sera yada endüstriyel tarım ürünleri için "Çocukluğumdaki lezzet, aroma ve kokuyu alamıyorum" demelerinin sebebi işte budur. GDO' lu Tohum nedir? Tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin laboratuvar koşullarında, daha önce o bitkide bulunmayan yabancı bir geni (virüs, bakteri, hayvan) hedef bitkiye aktarmalarıyla elde ettikleri, doğada kendiliğinden bulunmayan tohumlardır. Özellikle bakteri ve virüs kökenli genlerin hedef bitkiye aktarılmasıyla herbisitlere (yabani ot öldürücüler), hastalıklara ve zararlılara dayanıklı GDO’lu tohumlar geliştirilmiştir. Gen aktarımı yapılan mısır artık bildiğimiz mısır değildir. Soya ya da domates artık bildiğimiz soya ve domates değildir, çünkü içinde yepyeni bir gen vardır ve her gen kural olarak bir protein üretir. O güne kadar bilmediğimiz, yemediğimiz, vücudumuzun hiç alışık olmadığı, tanımadığı bir Protein barındırmaktadır içinde. Ülkemizde henüz GDO'lu tohumların ekimine izin verilmediği halde her yıl yüzbinlerce ton GDO'lu mısır ve soya hayvan yemi olarak ithal edilmektedir. Tüketiciler olarak bunların ekilip ekilmediği ya da insan gıdası olarak işlenip işlenmediği konusundaki endişelerimiz vardır. Tarım ürünlerinin nakliye ve market raflarında dayanıklılığı, görsel çekiciliği ön plana çıktıkça, bu özelliklere uygun tohumlar geliştirilmiştir. Bu nedenle de tohum şirketleri karlı olan birkaç çeşide yönelmiş, aynı türün yüzlerce çeşidini gözardı ederek, birkaç özelliği öne çıkarılmış tek kullanımlık hibritleri üretmiştir. Bunun sonucu olarak, yüzlerce yılda oluşan geniş genetik bilgilerleriyle beraber, yerel çeşitlerimiz hızla yok olmaya başlamıştır. Yereldeki çok sayıda çeşidin kaybolması sonucu birkaç çeşide indirgenmiş bitkisel üretimlerin, ortaya çıkacak yeni hastalıklara dayanıksızlığı, iklim değişiklikleri nedeniyle değişen şartlara uyum gösterememeleri sonucu gittikçe azalarak kıtlıklara neden olabileceği geçmiş dönemlerde yaşanmış gerçeklerdendir. Bu örneklerden en trajik olanı,1840 lı yıllarda besinlerinin çoğunu patatesten sağlayan İrlandalıların uğradığı felakettir. Tek tip patatesin ekildiği İrlanda’da baş gösteren mantari hastalığa (Phytophthora infestans) maruz kalan tarlalardaki ve hatta depolardaki patates tamamen yok olduktan sonra birkaç yıl içinde (1845-1852) baş gösteren açlıktan 1,5 milyon kişi ölmüş, 1,5 milyon kişi de İrlanda’dan göç etmek zorunda kalmıştır. Biyolojik çeşitliliğin öneminin farkında olan ülkeler, kendi tohum bankalarını kurarak; çok pahalı, zor ve özel koruma odalarına ihtiyaç duyulan saklama üniteleri inşa etmişlerdir. Bunu, yerel ve ülke sınırları dışında tüm Dünya genelindeki tohumlar için 220 Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 uygulayan, çok pahalı özel bir banka da Norveç’te Svalbard adasında kurulmuştur. Bu depoda yaklaşık 4 milyon çeşit tohum saklanmaktadır. Türkiye’de, biri İzmir'de diğeri de Ankara'da olmak üzere 2 gen bankası mevcuttur. İzmir Menemen’deki Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü 1964 yılından beri ülkemiz genetik kaynaklarına ait tohumları saklamaktadır. Tohumculuk Kanununun getirdikleri 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu 2006 yılında yürürlüğe girmiş, tohum ve fide alım satımı sertifikasyona bağlanmış, çiftçinin kendi tohumunu, fidesini satması yasaklanmıştır. Bu yasak sonucunda yerel çeşitlerimizin hızla yok olacağı, şirket tohumculuğunun tarımda hakimiyet kuracağı bilinmektedir. Bu değerli genetik çeşit mirasını kaybetmek istemeyen sivil toplum kuruluşları, duyarlı çiftçiler, kırsalda ya da şehirlerde yaşayan duyarlı bireyler, tohum saklama, tohum takası gibi etkinliklerle bir araya gelmeye başlamışlardır. Çeşitli belediyeler, çiftçi örgütleri, STK lar da takasları yaygınlaştırma çabasındadırlar. Biyolojik çeşitliliğinin zenginliği ve birçok tarım ürününün anavatanı olmasıyla övündüğümüz Anadolu, artık yerel çeşitlerinin, gen kaynaklarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Tohum satın almak zorunda kalmadan, yöresel iklim ve toprak yapısına uygun, hastalıklara dayanıklı üretimlerimiz yüzyıllardır süregelmekteydi. Besin değeri yüksek, verimlilikleri yeterli tohumluk alınarak korunmuş, kayıtları tutulmuş, kaybolmadan yeniden keşfedilmiş tohumlarımızın hep birlikte takas şenlikleri, panayırlar, ortak platformlarda örgütlü paylaşımı gelecekte bizi kurtaracak olan uygulamalardır. Tohumlarımızı koruyarak, saklayarak, çoğaltarak geleceğe taşımalıyız. Tohum şirketleri hızla birleşip, sayıca azalıp, cirolarını milyar dolarlara katlarken bizler "Yerli","Yerel","Geleneksel" tohumlarımızın korunması için örgütler oluşturarak büyümeli ve çoğalmalıyız. Tohum Takas Etkinlikleri Takaslar; köylerde yaşayan çiftçiler, kırsal alanda küçük bahçecilik yapan üreticiler, kentlerde hobi amaçlı üretimlerde bulunanların ürettikleri tohumlarla gerçekleşmektedir. Küçük miktarlarda paketlenmiş tohumlar; bazı uygulamalarda üretici bilgisi, ürün çeşidi, ürün yılı belirlenmişken bazı uygulamalarda sadece ürün çeşidi ile yetinilmektedir. İlk tohum takas şenliği 2012 yılında, İzmir-Torbalı da yapılmıştır. Şenlik sayısı artarak yaygınlaşmaktadır. Tohum Takas şenliklerinin amacı; yerel tohumların safiyetlerini, çeşitliklerini korumak ve kaybolmasını önlemektir. İthal tohum, hibrit tohum kullanmayıp, üreticilerin yerli yerel tohum kullanmalarını da hedeflemektedir. Şenlik havasında, üreticilerin buluştuğu, yerel tohumlarımızın kaybolmaması için takasların yapıldığı etkinliklerin gerçek amacına ulaşabilmesi için takasa katılacak üreticilerimizin, değişen günümüz şartlarına göre bazı yeni önlemler alması gerekmektedir. 1. Binlerce tohum çeşidinin, fidenin çok uzak mesafelere gönderilebilmesi artık kolaylaşmıştır. Yerel bir çeşidin yüzlerce yıldır aynı bölgede yabancı çeşitlerden uzakta “izole” yaşadığı bilinmektedir. Fakat bu çeşit, doğal izolasyonla korunamaz duruma gelmiştir. Bunun çözümü; çeşitlerimizin “izolasyon mesafelerine uyularak” yetiştirilip, Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram 221 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 tohumlarının alınmasıdır. İzolasyon mesafeleri bitki çeşidine, çiçek yapısına göre farklılıklar göstermektedir. BİTKİ Domates Kabak Hıyar Lahanagiller Havuç Buğday Fasulye Biber Mısır İzolasyon Mesafesi (m) 50 1,000 500 1,000 1,000 10 500 300 1,000-10,000 En Az Bitki Sayısı 20 10 10 50 30 50 25 10 200 Döllenme Şekli Kendine Yabancı Yabancı Yabancı Yabancı Kendine Kendine Kendine Yabancı 2. Yabancı bir çeşitle tozlaşan yerel çeşit, özellikleri değişerek sonraki yıllarda yeni bir çeşit oluşturmakta ve yerellik özelliklerinin çoğunu yitirmektedir. Bazı hatlarda meyve, çiçek oluşumu olamamakta, bazı hatlarda ise orijinal çeşidin tat, koku, renk, büyüklük gibi özelliklerinin tamamı değişmektedir. Bu bilinmemezlik, mesleği ve geliri tarım olan çiftçinin bu tohumları tercih etmesine engeldir. 3. Üretim kayıtları geriye dönük tutulmadığı için, eldeki tohumun hangi şartlarda, ne gibi izolasyonlarda, hangi başka çeşitle çaprazlandığı ve çeşit adının ne olduğu bilinememektedir. Sosyal medyadaki paylaşımlarda “pazardan alınan domatesin tohumu”nun da tohum olarak paylaşıldığı görülmektedir. Takasla ilgili bir gurubun toplam 690 kişiye 18.500 paket tohum dağıttığı ve her pakette 10 adet tohum olması durumunda bile dolaşımdaki sayının boyutu, coğrafik alanı, çaprazlanma oranı hesaplanabilir. 4. Tohum alma yöntemleri, tohumluk meyvenin hasat zamanı, hasat edilmiş meyvenin tohumlarının kurutma işlemine kadar geçirmesi gereken aşamaları, kurutma süresi ve nem oranı, saklama koşulları ve süreleriyle ilgili bilgiler eksik olduğundan, canlı ve hastalıklı olmayan temiz tohuma ulaşmak zorlaşmaktadır. Bu süreçle ilgili bilgiler, eksik ve yanlış olabilmektedir. 5. Tohumluk olarak çoğaltılacak yerel çeşidin bitki türlerine göre, genetik havuzun daralmaması için en az bitki sayısına uyularak ekilmesi gereklidir. Domates, biber, patlıcanda 20-30 olan bu sayı, mısır bitkisinde 200 olarak belirlenmiştir. Bir saksıda 1-2 bitkiden alınan tohumlar “eksik tohum” olacaktır. Yerel çeşitlerimizin dikkatle korunması, yaygınlaştırılması, çeşit zenginliğimizin kaybolmaması için tohumlarımız çoğaltılarak takas edilmelidir. Bu konuda TOHUM ALMA KURALLARI na ve KAYIT sistemine mutlaka uyumlu bir yöntem kullanılmalıdır. Tohum alma, saklama konularında eğitimlerle konuya ilgili, çiftçi, köylü, amatör meraklılar bilgilendirilmelidir. Kurallara uygun tohumluk üreten, bu konuda eğitilmiş üreticilerin tohumları ayrı bir başlık altında adlandırılmalıdır. Amatör bahçecilik yöntemleriyle üretilen tohumlar başka bir sınıflandırmayla, belirlenmelidir. Tohum alınacak bitki nasıl seçilir? Tohumluk bitkiler önceden seçilir. Çiçeklenme döneminden önce kendi çeşidinden belli sayıdaki bitki, yabancı döllenme olmaması için kapatılır. Bu işlem, bitkilerin tamamının bir tül altına alınarak böcek-arı girişleri engellenerek yapılabildiği gibi, erkek ve dişi aynı çiçekte olanlarda çiçekler tek tek kapatılarak da yapılabilir.(tercih tümünün tülle 222 Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kapatılmasıdır).Açıkta çiçeklenen ve serbest döllenip meyveye dönüşen tüm bitkilerin tohumları, farklı çeşitlerle büyük oranda karışacaktır. Çeşitler karışırsa ne olur? Belli özelliklere sahip bir çeşidin kendi özelliklerinin bazıları kaybolarak, diğer yabancı tozlaşmadan gelen çeşidin istenmeyen bazı özellikleriyle yer değiştirebilir. Yüksek verim, düşük verime, hastalıklara dayanıklılık dayanıksızlığa, istenen renk özellikleri, tad, koku gibi özelliklerin kaybolmasına, azalmasına neden olabilir. Bu nedenlerle Tohumluk Çeşitler en az 6 yıl "kendilenmiş" olmalıdır. Kendileme ne demektir? Bir çeşidin görünen özellikleriyle, görünmeyen özelliklerinin her yıl yeniden üretildiğinde hiç değişmeden kalması, durulması demektir. Bunu sağlamanın tek yolu da tohum alma kurallarına uygun tohumluk üretilmesidir. Tohumluk meyve nasıl seçilir? Tohumu alınacak çeşidin özelliklerine en uygun olan ilk tane meyvesi, dalından düşecek kadar olgunlaştırılır. Olgun meyve koparıldıktan sonra 1-2 gün bekletilir. Çekirdekleri alınır. Tohumluk çekirdeklere hangi işlemler yapılır? Tohumluk çekirdeklerin sulu çeşitlerde kendi suyunda 2-3 gün bekletilerek, fermente olması sağlanır. Fermente olan çekirdeklerin dış zarları incelir, zararlı mantar ve küfler ölür, içi boş olanlar yüzer. Dibe çökenler tel süzgeçte yıkanarak gölgede kurumaya bırakılır. Kurutma işlemi çekirdek kırılma sesi çıkarıncaya kadar devam ettirilir. Kavun, karpuz, domates, hıyar fermente ettirilecek çeşitlerdir. Kayıt tutma ve fotoğraflama gerekir mi? Mutlaka kayıt tutulmalı ve bitkinin özellikleri işlenmelidir. Mümkünse fotoğrafıyla saklanmalıdır. Neden yerel tohumlarımızı korumalıyız? Yüzyıllardır Anadoluda ve diğer tarım ülkelerinde, insanlar kendi tohumlarını üretip bir kısmını bir yıl sonra ekmek için saklarlardı. Bugünlere ulaşabilen yerli tohumlar en eski ıslahçılar olan çiftçi atalarımızdan kalmıştır. Bu günün çiftçisi modern tarım yöntemleri veya endüstriyel tarım baskısı nedeniyle tohumları satın almak durumunda kalmaktadırlar. Doğal, ekolojiye uygun, dayanıklı yerli türler artık kaybolmakta ve yerini hibrit tohumlar almaktadır ve özellikle 1980 den sonraki süreçte çiftçi, tohum şirketlerinin esiri olmuştur. Hibritler kendilerinden üreyemezler. Hazır hibrit veya GDO'lu tohum kullanıldıkça geleneksel türler ekilmiyor, kayboluyor. "Neleri kaybettik" yerine "Neleri kurtarabiliriz"i düşünelim.10.000 yıllık tohumların kaybı için 1 kuşak yeterlidir. Eskiden normal olan gelenek artık kaybolmaktadır. Gıdalarımız 1900 yılında 1300 farklı tohumdandı, bu gün ise % 90 ı 30 çeşide düşmüştür. Buğday, mısır, pirinç, soya aldığımız toplam kalorinin % 70 ini oluşturuyor. Dünyada beslenme artık çok az çeşide düşmüştür. Şirketlerin kendi tohumlarını yaygınlaştırması aynı zamanda kimyasal gübre ve ilaçları da yaygınlaştırmaya yöneliktir. Saklanarak her yıl kullanabildiğimiz tohum, satın alınır duruma getirilerek türlerin azalmasına neden olunuyor. Bu nedenle eski saklama yöntemlerimizi yeniden Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram 223 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 hatırlamamız ya da öğrenmemiz gerekiyor. Kendi tohumumuzu üretebiliriz. Dışarıdan şirket tohumu almak zorunda değiliz. Kötü tarım politikaları, endüstriyel tarımın vahşi istilası, ulusal ve uluslararası tarım ilaç ve tohum şirketlerinin hâkimiyeti, içinde çiftçi ve köylünün adının geçmediği Tohumculuk Kanunu, uluslararası tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin ve hükümetlerinin GDO'lu ürün baskıları, bizim Yerel Tohum Mücadelemizi engelleyemez. 224 Yerel Tohum Çeşitliliğimizi Koruma Çalışmalarında TOHUM TAKAS ŞENLİKLERİ ve TOHUM ÜRETİM TEKNİĞİ İlişkilerinin Değerlendirilmesi Hasan Çetin Özbayram POSTER SUNUMLAR BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* *Uludağ Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü, Görükle/BURSA, ferhatk@uludag.edu.tr Özet Günümüzde giderek artan insan nüfusu ve buna paralel artan gıda ihtiyacı, tarım sektörüne hiç olmadığı kadar bir yük getirmektedir. Bu talebin nitelikli ürünlerle yeterli miktarda ürünle ve zamanında karşılanması gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Tarım ürünlerinin özellikle hasat sonrası süreçlerde tüketicilere kalite parametrelerine göre uygun bir şekilde sınıflandırılarak sunulabilmesi, üretici ve işleyici firmaların güvenilirliğini artırırken, tüketiciye aldığı ürünü güvenle tüketme imkânı tanıyacaktır. Bu nedenlerle tarım ürünlerinin kalite unsurlarına göre zaman ve işgücünü azaltarak otomatik sınıflandırma yapabilen sitemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ses sinyali analizi ilkesine dayanan çarpma akustik yöntemi, 2000’li yılların başlarında tarımsal ürünlerin sınıflandırılması amacıyla bazı araştırmacılar tarafından çalışılmaya başlanmış ve genç olarak nitelendirilebilecek bir yöntemdir. Bu yöntem, ürünün belirli bir yükseklikten yatayda açıyla konumlandırılmış bir çarpma düzlemine çarptırılarak darbenin çıkardığı sesin mikrofonla sayısallaştırılması, sayısal sinyal analizi yapan sisteme gönderilmesi ve bu sinyallerin analiziyle ürün karakteristikleriyle ilgili bilgilerin ortaya çıkarılması aşamalarından oluşur. Bu çalışmada çarpma akustik yöntemiyle tarımsal ürünlerin bazı kalite unsurlarına göre sınıflandırma uygulamaları incelenmiştir. Özellikle taneli ürünlerin çarpma akustik sinyallerinin analiz edilerek sınıflandırılması amacıyla yapılmış önceki çalışmalar irdelenmiş ve çarpma akustik yönteminin teknolojik açıdan günümüzde geldiği nokta özetlenmiştir. Tarım ürünlerini sınıflandırmak amacıyla çarpma akustik yöntemiyle elde edilen sinyallerden hesaplanabilen öznitelikler ve bu özniteliklerden yola çıkarak farklı çalışmalarda geliştirilmiş örüntü tanıma algoritmaları incelenmiştir. Anahtar kelimeler: Ürün sınıflandırma, çarpma akustik, sinyal işleme, örüntü tanıma. 1. GİRİŞ Tarım ürünlerinin kalite parametrelerinin uygun olarak belirlenebilmesi üretici ve işleyiciler için kilit rolüne sahiptir. Günümüzde giderek artan insan nüfusu ve buna paralel artan gıda ihtiyacı, tarım sektörüne hiç olmadığı kadar bir yük getirmektedir. Bu talebin nitelikli ürünlerle yeterli miktarda ürünle ve zamanında karşılanması gün geçtikçe zorlaşmaktadır. Özellikle hasat sonrası süreçlerde ürünlerin tüketicilere kalite parametrelerine göre uygun bir şekilde sınıflandırılarak sunulabilmesi, üretici ve işleyici firmaların güvenilirliğini artırırken, tüketiciye aldığı ürünü güvenle tüketme imkânı tanır. Günümüzde artan refah seviyesiyle birlikte tarımsal ürünlerin sadece boyut ve ağırlık gibi parametrelerine dayalı sınıflandırma uygulamaları, tüketicilerin taleplerine cevap verme konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle birçok farklı modaliteyi içeren sınıflandırma sistemlerinin geliştirilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Son yıllarda bu amaçlara yönelik olarak geliştirilen sınıflandırma uygulamalarından birisi de çarpma akustik (ÇA) yöntemidir. Çarpma akustik yöntemi, malzeme bilimi ve inşaat gibi alanlarda materyalin içyapısı hakkında bilgi edinmek üzere daha uzun bir süredir kullanılmasına rağmen tarımsal ürünlerin sınıflandırılması, ayrılması veya temizlenmesi amacıyla 2000’li yılların başlarında bazı araştırmacılar tarafından çalışılmaya başlanmış ve genç olarak nitelendirilebilecek bir yöntemdir. Bu yöntemin en büyük avantajlarından birisi, ürünü zedelemeden veya kabuğunu ayırmadan ürün içyapısı, türü ve durumu gibi bilgilerin açığa çıkarılabilmesi ve sınıflandırılabilmesidir. ÇA yöntemini esas alan çalışmalarda ürünlerin çeşit unsuruna göre sınıflandırılması, bir etmenden (örneğin: fungus veya kurtçuk) dolayı kusurlu hale gelen ürünlerin tespit edilmesi ve ürün nem içeriğinin belirlenmesi gibi konular araştırılmıştır. Bu çalışmada ÇA yöntemiyle tarımsal ürünlerin bazı kalite unsurlarına göre sınıflandırma uygulamaları incelenmiştir. Özellikle taneli ürünlerin ÇA sinyallerinin analiz edilerek sınıflandırılması amacıyla yapılmış önceki Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* 227 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 çalışmalar irdelenmiş ve ÇA yönteminin teknolojik açıdan günümüzde geldiği nokta özetlenmiştir. Tarım ürünlerini sınıflandırmak amacıyla ÇA yöntemiyle elde edilen sinyallerden hesaplanabilen öznitelikler ve bu özniteliklerden yola çıkarak farklı çalışmalarda geliştirilmiş örüntü tanıma algoritmaları incelenmiştir. 2. ÇARPMA AKUSTİK YÖNTEMİ Çarpma akustik yöntemi, ürünün belirli bir yükseklikten yatayda açıyla konumlandırılmış bir çarpma düzlemine çarptırılarak darbenin çıkardığı sesin mikrofon ile toplanması, ses kartıyla sayısallaştırılması, sayısal sinyal analizi yapan sisteme gönderilmesi ve bu sinyallerin analiziyle ürün karakteristikleriyle ilgili bilgilerin ortaya çıkarılması aşamalarından oluşur. Sistemde ürünün çarpma düzlemine sadece bir kez çarpmasını garantilemek için düzleme yatayda bir açı verilmektedir. Farklı ürünler için bu açının en uygun değeri araştırılarak belirlenmektedir. 2.1. Çarpma akustik uygulamalarında sinyal toplama sistemleri ÇA yönteminin en hassas noktalarından birisi ortam seslerinden kaynaklanan gürültünün esas incelenmesi gereken sinyale karışmasıdır. Bu durumun etkilerini yok etmek ya da en aza indirmek amacıyla yalıtım ve tetikleme ile sinyal alımı gibi farklı yöntemler kullanılabilmektedir. Şimdiye kadar farklı çalışmalarda birçok farklı ÇA sistemi tasarlanmış olmakla birlikte bu çalışmalarda ortaya konan sistemlere birer örmek Şekil 1’de görülmektedir. (a) (b) Şekil 1. Çarpma akustik esaslı sınıflandırma sistemine ait iki farklı örnek, akustik odacığa sahip sistem (a), akustik odacığa sahip olmayan sistem (b) Ses sinyalinin toplanma biçimi açısından ÇA düzenekleri akustik odacıklı veya dış ortama açık olabilmektedir. Her iki sistemin diğerine göre üstünlükleri olabilir. Akustik odacığa sahip sistemlerde mikrofon, dış ortamdan yalıtılmış bir odacık içerisinde bulunmaktadır. Bu şekilde ortam gürültüsünün ses sinyaline karışmasının önüne geçilmek istenmektedir. Çarpma olayı bu odacığın üzerindeki bir düzlemde gerçekleştiğinden çarpma düzleminin çarpma sinyalini odacığa yeterince iletememesi riski bulunmaktadır. Şekil 1a’da görülen ve Omid vd.(2009)’nin ortaya koydukları akustik odacığa sahip olan sistemde Antep fıstığı çeşitlerinin sınıflandırılması amaçlanmıştır. Akustik odacığa sahip olmayan sistemlerde ise mikrofon çarpma 228 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 düzleminin hemen üzerinde veya yan tarafına yakın bir yerde bulunur. Bu sistemlerde çarpma enerjisinden meydana gelen sesin daha büyük bir kısmı sayısallaştırılabilmetedir. Ancak ortam gürültüsüne karşı daha hassaslardır. Şekil 1a’da görülen ve İnce vd. (2008) tarafından geliştirilen düzenek akustik odacığa sahip olmayan sistemlere bir örnektir. Çalışmada içi boş fındıkların ÇA karakteristiklerine göre tespit edilmesi amaçlanmıştır. Her iki tip sistemde de filtreleme gibi sinyal işleme yöntemleri kullanılarak ortam gürültüsünün etkileri azaltılabilmektedir. ÇA uygulamalarında ortam gürültüsünü elimine etmek için sinyal ön işleme olarak genellikle bir yüksek geçiren (high-pass) filtre kullanılmaktadır (Pearson vd., 2007; Buerano vd., 2012). Ayrıca sadece tek bir doğrultudan ses sinyali toplayabilen shotgun tipi mikrofonlar kullanılarak ortam gürültüsü hassasiyeti azaltılabilmektedir. 2.2. Sinyal kaydı için tetikleme yöntemleri Genel olarak ÇA sistemlerinde toplanan sinyalleri analiz ederek sınıflandıracak algoritmaların geliştirilmesi bir tarafa, akustik sinyallerinin mikrofon ile kayıt edilmesi bile kendine özgü zorlukları barındırmaktadır. Uygun düşme yüksekliği ve çarpma düzlemi açısı gibi değişkenler farklı tarım ürünleri için ön denemelerle belirlenmektedir. Çarpma anının oldukça kısa bir sürede gerçekleşmesi de bu zorluklardan bir tanesidir. Bugüne kadar yapılar çalışmalarda çarpma sinyalinin çarpma olayının başlangıç anından itibaren 1 – 2 ms’lik oldukça kısa bir sinyal penceresi incelenmiştir (Pearson, 2001; Cetin vd., 2004a,b; Elbatawi, 2008). Bunu başarmak için kayıt aygıtı çarpma gerçekleşmeden hemen önceki bir zaman diliminde tetiklenmektedir. Tetikleme işlemi ürünün düşme anında bir lazer duyargasını aktive etmesiyle yapılabilmektedir (Şekil 1b). Bunun dışında piezoelektrik basınç duyargaları kullanılan tetikleyiciler arasındadır (Omid vd., 2009). Ses kayıt işlemini başlatmak için kullanılan bir başka yöntem ise sürekli açık tutulan mikrofon sisteminin kayıt işlemini ses seviyesinin belirli bir eşik değerinin aşılmasından sonra başlatmasıdır. Ancak bu tarz yaklaşımlar, sistemin doğal gecikmelerinden dolayı toplanan sinyalde çarpma anının başlangıç kısmında kayıt edilmeyen kısımlara yol açabilmektedir. Şekil 2’de tetikleme duyargası kullanılarak (Şekil 2a) ve kullanılmadan (Şekil 2b) toplanmış ÇA sinyalleri görülmektedir. İnce vd. (2008) tarafından yapılan çalışmada ürünün çarpma sesinin kayıt edilmesi bir optik duyarga ile tetiklenmiştir. Şekil 2a’da verilen zaman domenindeki bu sinyalin sessizlik anından sinyal şiddetinin pik noktasına kadarlık kısmını da içerdiği görülebilmektedir. Şekil 2b’de görülen zaman domeni sinyali ise tetikleme duyargası kullanılmadan eşikleme yoluyla kayıt edilen ve Buerano vd. (2012) tarafından gerçekleştirilen çalışmadan alınmıştır. Burada ses sinyalinin pik noktasından itibaren kayıt edildiği kolaylıkla görülebilir. Bu pik noktasından önceki çarpma anının başlangıç kısımlarından itibaren olan akustik sinyali ile ilgili bilgi incelenememiştir. ÇA yöntemiyle ürün sınıflandırma çalışmalarında sinyalin hangi zaman penceresinde ayırt edici bilginin saklandığını önceden kestirmek güç olduğundan, ses sinyalinin çarpma anının hemen başından itibaren toplanması büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla bir mikroişlemciye bağlı bir duyarga kolaylıkla kullanılabilmektedir. Duyarga vasıtasıyla tetikleme sinyalini alan mikroişlemci bilgisayara komut göndererek kayıt işlemini başlatmaktadır. Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* 229 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 (a) (b) Şekil 2. Duyarga esaslı (a) ve duyargasız (b) tetiklenen sistemlerle toplanmış çarpma akustik sinyallerine ait örnekler. 2.3. Zaman ve frekans domeninde ses sinyalinin genel karakteristikleri Sinyal analizi uygulamalarında ses sinyalinden zaman ve frekans domeninde olmak üzere iki grupta farklı ayırt edici öznitelikler hesaplanabilmektedir (Khalesi vd., 2012; Reshadsedgh ve Mahmoudi, 2013). En yalın haliyle x vektörü ile gösterilen zaman domenindeki sinyal, belirli bir zaman aralığında kayıtlı nokta verileri olarak tanımlanır. Uygulamada zaman domenindeki özniteliklerin hesaplanması kolay olmalarına rağmen, herhangi bir karakteristiği ölçme ve sınıflandırmada çoğunlukla tek başına yeterli olmamaktadır. Tablo 1’ de ÇA yöntemlerinde zaman domeninde hesaplanan bazı sinyal öznitelikleri verilmiştir. Bu grup öznitelikler sinyalin frekans içeriği ile ilgili bilgileri temsil etme konusunda yeterli değildir. 230 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Tablo 1. Ses sinyalinden ürün sınıflandırmada zaman domeninde hesaplanan bazı öznitelikler. Öznitelik Ortalama Eşitlik numarası (1) Formulasyon 1 N 1 xi N i 0 , xi : Sayısal sinyal vektörü, N : Sinyal uzunluğu Sıfırdan geçiş sayısı (Gouyon vd., 2000) zcr 1 N 1 xi xi1 0 N 1 i 0 , (2) : Signum gösterge fonksiyonu Rxx ( j ) xn xn j Otokorelasyon (Box vd., 1994) n (3) (4) , j : Ayrık sinyal xn için mesafe (lag) N 1 Mutlak toplam enerji (Qiang ve Youwei, 1998) E xi Kısa zamanlı enerji (Rao, 2007) 1 Er N Standart sapma 2 (5) i 0 2 (6) 1 N 1 xi 2 N 1 i 0 (7) N x i 1 i Yaygın kullanılan sinyal analizi yöntemlerinden biri de sinyalin zaman domeninden frekans domenine geçirilmesidir. Bu yöntemle sinyal verisinin frekans karakteristiklerine ait bilgiler açığa çıkarılabilmektedir. Hızlı Fourier dönüşümü (FFT) gibi sinyali frekans domenine geçiren yöntemler, frekans domeninde öznitelik çıkarımı için kullanılmaktadır. Sinyal vektörü x için FFT dönüşümü: N 1 X k FFT {x, N} xn e n 0 i 2k n N , k 0,..., N 1 (8) Eşitlik 8’de tanımlanan FFT dönüşümünde (Johnson ve Frigo, 2007) karmaşık sayı bileşeni i’den dolayı elde edilen Fourier katsayılarının karmaşık sayılar olacağı anlaşılabilir. FFT dönüşümünden sonra veri üzerinde diğer hesaplamaların da X k vektörü elemanlarının karmaşık bileşenlerinden kurtulmak yapılabilmesi için FFT {x, N} gerekir. Bu durumda dönüşümün mutlak değeri olan ifadesi ile sinyal genliği olarak da ifade edilen bir reel sayı vektörü elde edilir. Buradaki N örneklenen zaman noktaları sayısıdır ve genellikle 1024 olarak alınmaktadır (Omid vd. 2009; Khalifahamzehghasem, 2012). Elde edilen bu vektör, bir öznitelik vektörü olarak doğrudan bilgisayarlı öğrenme algoritmalarının eğitiminde kullanılabileceği gibi Fourier dönüşümünden yola çıkarak başka öznitelikler de hesaplanabilir. Eşitlik 9 ise FFT esaslı bir diğer öznitelik olan faz açısını tanımlamaktadır (Khalifahamzehghasem, 2012). faz X k (9) Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* 231 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Güç spektral yoğunluğu (PSD), ürün akustik karakteristiklerini ortaya koymak üzere hesaplanan bir diğer FFT esaslı özniteliktir (Omid vd., 2009). Eşitlikte * operatörü karmaşık eşleniği ifade etmektedir. PSD, gücün farklı frekanslardaki bir ölçüsüdür. PSD X k X k* 1024 (10) Frekans domeninde hesaplanabilen FFT esaslı diğer bir öznitelik grubu mel-kepstrum X katsayılarıdır. Bu öznitelikleri hesaplamak için öncelikle k , M adet düzgün olmayan alt banda bölünmektedir, ve her alt bandın enerjisi (ei, i = 1, 2,...,M) Eşitlik 5 ve 6’ya benzer şekilde Eşitlik 11’e uygun olarak tahmin edilmektedir. q ei X k (l ) 2 l p (11) Burada p ve q frekans domeninde alt bant sınırlarının indisleridir. Alt bantlar, düşük bantlarda lineer olan ve sonrasında logaritmik olan frekans domenindeki mel ölçeğine göre dağılım göstermektedirler. Bu, insan kulağının frekans çözünürlüğüne benzemektedir. FFT, 12 kHz’nin altında 12 banda lineer olarak bölünmektedir. Daha yüksek frekans bantlarındaki (10-44 kHz) alt bantlar, logaritmik olarak 12 kısma bölünmektedir. Bu durumda Fourier domeni 10 kHz’in altında 12 banda bölünmekte, 10 ila 44 kHz’i kapsayan daha yüksek frekanslar logaritmik olarak 12 kısma bölünmektedir. Böylelikle düşük frekanslı bilgiye yüksek frekanslı veriden daha çok önem verilmektedir. Özet olarak FFT katsayıları M=24 alt banda tekdüze olmayan bir şekilde gruplandırılmaktadır. Mel-kepstrum öznitelik vektörü (c=[c1,c2,...,cK]), Eşitlik 12’de tanımlanan ayrık kosinüs dönüşümü ile hesaplanmaktadır (Çetin vd., 2004). M ck log( ei ) cosk i 0.5 / M i 1 , k 1,2..., K (12) 2.4. Sınıflandırma algoritmaları ÇA uygulamalarında ses toplama aygıtları tarafından toplanan sinyal verisi bilgisayarlı sinyal işleyici birime sayısallaştırılarak aktarılmaktadır. Bu aşamadan sonra önceki bölümde bahsedilen öznitelikler sınıflandırılacak tarım materyallerine ait örnekler için hesaplanmaktadır. Öncelikle bu özniteliklerin sınıflandırılacak örnek grupları üzerindeki ayırt edici güçlerinin istatistiksel olarak ortaya konması gerekir. Hesaplanan öznitelikler ile bir sınıflandırıcı sistemi programlamak bilgisayarlı öğrenme (machine learning) biliminin kapsamı içerisindedir. Bilgisayarlı öğrenme algoritmalarıyla ayırt edici öznitelikler arasındaki gizli interaksiyonlar açığa çıkarılabilir ve sınıflandırma başarısı artırılabilir. Ayırt edici olarak belirlenen öznitelikler kullanılarak yapay sinir ağları ve destek vektör makinesi gibi danışmanlı öğrenme algoritmaları eğitilebilir. Bunun için bir danışmanlı öğrenme algoritmasını eğitmek üzere bir eğitim seti verisi hazırlanmaktadır. Bu eğitim seti örneklerinden ayırt edici öznitelikler hesaplanarak bilgisayarlı sınıflandırıcı eğitilir. İstenen sınıflandırma görevini yerine getirmek üzere eğitilen bir sınıflandırıcı artık hiç görmediği sinyal verisinden hesaplanan öznitelikler ile verilen örneği sınıflandırabilmektedir. 232 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 3. BAZI TARIM ÜRÜNLERİ İÇİN ÇARPMA AKUSTİK UYGULAMALARI Pearson (2001) kabuğu çatlatılamamış Antep fıstıklarını çatlak fıstıklar arasından ayırt etmek üzere ÇA yöntemi esaslı bir sistem geliştirmiştir. Çalışmada fıstıkların bir çarpma yüzeyine çarptırıldığı anda oluşturduğu ses sinyalleri mikrofon ve DSP kartı ile kaydedilerek zaman ve frekans domeninde analizleri yapılmıştır. Araştırmacı çatlamamış Antep fıstıklarını sınıflandırmada %97 düzeyinde bir sınıflandırma doğruluğu bildirmiştir. Benzer şekilde Çetin vd. (2004) tarafından çatlamamış Antep fıstıklarını saptamak üzere konuşma sesi tanımlama teknolojilerinden yararlanılarak bir algoritma geliştirilmiştir. Mel-Kepstrum katsayılarından oluşan öznitelikler ses sinyallerinden çıkartılarak ilkesel bileşenler analizi (PCA) yapılmıştır. Araştırmacılar çatlamamış fıstıklar için sınıflandırma algoritmasının doğruluğunu %99’ların üzerinde olarak bildirmişlerdir. Amoodeh vd. (2006) ÇA esaslı bir sistemi buğday tanelerinin nem ölçümü için geliştirmişlerdir. Araştırmacılar elektronik ses sinyali ile buğday nem içeriği arasında regresyon ilişkisi ortaya koyarak nem belirleme algoritmalarını kalibre etmişlerdir. Çalışmalarında ayrıca farklı çarpma yüzeyi ve yüksekliklerinin nem düzeyini belirleme başarısı üzerine olan etkilerini de ortaya koymuşlardır. Diğer ÇA esaslı sistemler Kalkan ve Yardımcı (2006) ve Kalkan vd. (2008) tarafından yapılan çalışmalarda çatlak fındıkların sağlam olanlar arasından ayırt edilebilmesi amacıyla geliştirilmiştir. Elbatawi (2008) içerisinde boşluklar bulunduran kusurlu patates yumrularını tespit etmek üzere ÇA yönteminden yararlanmıştır. Kusurlu olmayan patates yumrularının ürettiği sinyallerin genliğinin kusurlu olanlara göre daha yüksek olduğunu açıklayarak sistemlerinde %98’lik bir sınıflandırma başarısı bildirmiştir. Omid vd. (2009) tarafından ÇA yöntemi, Antep fıstığında çeşit sınıflandırması için kullanılmıştır. Hızlı Fourier dönüşümüyle (FFT) ses sinyallerinden elde edilen karakteristik özniteliklerin PCA analizi ile boyut azalması yapılmış, yapay sinir ağı kullanılarak sınıflandırma algoritması eğitilmiştir. Araştırmacılar Antep fıstığında çeşit sınıflandırması denemelerine ait %97,5’luk bir doğruluk bildirmişlerdir. Buerano vd. (2012) hasarlı (kırık veya çatlak) ve sağlam pirinç tanelerinin ÇA yöntemle oluşturduğu ses sinyalleri arasındaki farklılıkları analiz etmişlerdir. Araştırmacılar sağlam ve hasarlı pirinç tanelerinin sinyal genliklerinde istatistiksel olarak önemli farklılık tespit etmişler ve sınıflandırma başarısı olarak %93’ler seviyesinde bir doğruluk elde edebilmişlerdir. Khalesi vd. (2012) iki farklı ceviz çeşidini ayırt etmek üzere ÇA esaslı bir yöntem geliştirmişlerdir. Çalışmalarında FFT esaslı özniteliklere PCA uygulamışlar ve sınıflandırıcı olarak yapay sinir ağlarını kullanmışlardır. Araştırmacılar iki farklı ceviz çeşidini %99’luk bir başarı oranıyla sınıflandırabilmişlerdir. Reshadsedghi ve Mahmoudi (2013) ise, farklı badem çeşitlerini ÇA ve yapay sinir ağları yöntemiyle sınıflandırmak üzere bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Çalışmalarında araştırmacılar ayrıca bademleri farklı sertlik derecelerine göre de sınıflandırmışlardır. 4. SONUÇ Gündelik tarımsal üretim süreçlerinde tarım ürününün tüketiciye beklenen kalite düzeyinde ulaştırılması bakımından otomatikleştirilmiş sistemlere olan talep gün geçtikçe artmaktadır. Yetersiz iş gücü, zaman ve giderek artan tüketim, bu talebi artıran en önemli nedenlerdir. Ayrıca otomatikleştirilmiş sistemler, bilgisayar destekli objektif karar mekanizmalarıyla son ürünün kalitesini tekdüze bir şekilde artırarak pek çok kolaylığı vadetmektedirler. ÇA yönteminin günümüzde ürün sınıflandırmadan nem ve sertlik durumunun belirlenmesine kadar birçok kullanım alanı vardır. Bu sistemlerin Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* 233 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 günümüzdeki teknolojik yeterlilikleri bu çalışmada özetlenmiştir. ÇA sınıflandırma sistemlerinin daha birçok tarımsal materyali kapsayacak bir şekilde kullanılma alanları genişletilmelidir. Gürültü hassasiyeti gibi ÇA sistemlerinin bazı olumsuz tarafları, sürekli gelişen donanımsal ve yazılımsal çözümlerden yararlanılarak giderilmelidir. KAYNAKLAR Amoodeh, M.T., Khoshtaghaza, M.H., Minaei, S. 2006. Acoustic on-line grain moisture meter. Computers and Electronics in Agriculture, 52, 71–78. Box, G.E.P. Jenkins, G.M., Reinsel, G.C. 1994. Time Series Analysis: Forecasting and Control (3. basım). NewJersey: Prentice–Hall. Buerano, J., Zalameda, J., Ruiz, R.S. 2012. Microphone system optimization for free fall impact acoustic method in detection of rice kernel damage. Computers and Electronics in Agriculture, 85, 140–148. Çetin, A.E., Pearson, T.C., Tewfik, A.H. 2004. Classification of closed and open shell pistachio nuts using voice recognition technology. Transactions of the ASAE, 47, 659–664. Elbatawi, I.E. 2008. An acoustic impact method to detect hollow heart of potato tubers. Biosystems Engineering, 100(2), 206–213. Gouyon, F., Pachet, F., Delerue, O. 2000. Classifying percussive sounds: a matter of zero-crossing rate?. in Proceedings of the COST G-6 Conference on Digital Audio Effects (DAFX-00), 1-6. İnce, N.F., Onaran, İ, Pearson, T., Tewfik, A.H., Çetin, A.E., Kalkan, H., Yardımcı, Y. 2008. Identification of damaged wheat kernels and cracked-shell hazelnuts with impact acoustics time-frequency patterns. Transactions of the ASABE, 51(4): 1461-1469. Johnson, S.G., Frigo, M. 2007. A modified split-radix FFT with fewer arithmetic operations. IEEE Trans. Signal Processing, 55 (1), 111–119. Kalkan, H., Yardımcı, Y. 2006. Classification of hazelnuts by impact acoustics. In Proceedings 16th IEEE signal processing society workshop on MLSP, 325– 330. Khalesi, S., Mahmoudi, A., Hosainpour, A., Alipour, A. 2012. Detection of Walnut Varieties Using Impact Acoustics and Artificial Neural Networks (ANNs). Modern Applied Science, 6(1), 43-49. Khalifahamzehghasem, S. 2012. Applying acoustic emission and neural network to classify wheat seeds from weed seeds. Int J Agric & Biol Eng., 5(4), 68-73. Omid, M., Mahmoudi, A., Omid, M.H. 2009. An intelligent system for sorting pistachio nut varieties. Expert Systems with Applications, 36, 11528–11535. Pearson, T.C., 2001. Detection of pistachio nuts with closed shells using impact acoustics. Applied Engineering Agriculture 17(2), 249–253. Pearson, T.C., Çetin, A.E., Tewfik, A.H., Haff, R., 2007. Feasibility of impact-acoustic emissions for detection of damaged wheat kernels. Digital Signal Processing 17, 617–633. 234 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Reshadsedghi, A., Mahmoudi, A. 2013. Detection of almond varieties using ımpact acoustics and artificial neural networks. International Journal of Agriculture and Crop Sciences, 6(14), 1008-1017. Qiang, H., Youwei, Z. 1998. On prefiltering and endpoint detection of speech signal. Signal Processing Proceedings ICSP '98, 1: 749-750. Rao, P. 2007. Sayfa 169. Audio, Image and Biomedical Signal Processing using Neural Networks. Editörler: Prasad, B., Prasanna, S.R.M. New York: Springer-Verlag. Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* 235 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 236 Tarım Ürünlerinin Sınıflandırılması Amacıyla Çarpma Akustik ve Sinyal Analiz Yöntemlerinin Kullanılması Ferhat KURTULMUŞ* BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² ¹Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü. MALATYA avci_selcuk@hotmail.com, ²KSÜ Ziraat Fakültesi Bahçe Bit. Böl. K.Maraş, muruvvetilgin@gmail.com Özet Bu araştırma, 2011-2012 yıllarında üç böğürtlen çeşidinin (Bursa I, Chester, Jumbo) Malatya yöresine adaptasyon yeteneğini belirlemek için yürütülmüştür. Bu amaçla böğürtlen çeşitlerinin bazı morfolojik ve pomolojik özelliklerinin yanında fenolojik dönemleri gözlemlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; ilk hasat Bursa I ve Jumbo çeşitlerinde 16.07.2012 tarihinde, Chester çeşidinde ilk hasat 23.07.2012 tarihinde yapılmıştır. Çeşitler bitki başına verim ve ortalama meyve ağırlıkları bakımından incelendiklerinde; Jumbo 3244.73 g bitki başına verim ve 6.51 g ortalama meyve ağırlığı ile ön plana çıkarken, Bursa I çeşidinden 3243.26 g bitki başına verim ve 5.40 g ortalama meyve ağırlığı, Chester çeşidinden 2413.73 g bitki başına verim ve 4.44 g ortalama meyve ağırlığı değerleri elde edilmiştir. Jumbo çeşidine ait meyvelerin hasadı ağustos ayı ortasında tamamlanmasına rağmen, Bursa I ve Chester çeşitlerinde ağustos ayının üçüncü haftasında çeşit özelliği ve ekolojiye bağlı olarak, meyvelerin olgunlaşması durduğu için hasat tamamlanamamıştır. Anahtar Kelimeler: Böğürtlen, adaptasyon, Malatya, pomoloji Adaptation Studies of Some Blackberry Cultivars in Ecological Conditions of Malatya Summary This research was carried out to determine the adaptation ability of three blackberry cultivars (Bursa I, Chester, Jumbo) in ecological conditions of Malatya region during 2011-2012. Some morphological and pomological characteristics of the varieties were evaluated during their phenological periods.As a consequence, cv. Bursa I and cv. Jumbo were harvested on 16.07.2012, followed by cv. Chester harvested on 23.07.2012. In the evaluation of the taste and aroma, cv. Chester with 4.42 taste and 4.11 aroma scores was the most appreciated cultivar. Moreover, cv. Bursa I and cv. Jumbo had the taste and aroma scores as 3.59 - 2.72 and 4.16 - 3.66, respectively. In terms of fruit weight and yield per plant, cv. Jumbo with 3244.73 g yield/plant and 6.51 g average fruit weight was prominent cultivar, while the yield per plant and average fruit weight for cv. Bursa I and cv. Chester were 3243.26 g , 5.40 g and 2413.7 g, 4.44 g, respectively.Although fruit harvest of cv. Jumbo was completed in mid-August, cv. Bursa I and cv. Chester were found to be late variation due to incomplete fruit ripening. Keywords:Blacberry, adaptation, Malatya, pomological GİRİŞ Ülkemizin coğrafik konumu ve ekolojik durumu, dünya üzerinde çok az ülkede var olan büyük bir ürün yetiştirme potansiyeli ve çeşitlilik yelpazesi oluşturmuştur (Ağaoğlu, 2006). Bunlar içerisinde yer alan üzümsü meyvelerde ülkemiz için özel bir öneme sahiptir. Üzümsü meyveler tüketiciler tarafından talep gören, çok çeşitli değerlendirme şekillerine sahip olan türlerdir. Türkiye bu türlerin doğal yayılma alanı içinde bulunmakta, hemen bütün bölgelerde bir veya birkaç türün farklı tiplerine rastlanmaktadır. Bu türler kolay çoğaltılabilmekte, erken meyveye yatmakta ve aynı zamanda meyve bahçelerinde ara ziraati bitkisi ya da çit bitkisi olarak değerlendirilebilmektedir. Bu özellikleri dışında kendilerine özgü muhteşem renkleri, aroma ve tatları önemlerini daha da artırmaktadır. Rosaceae familyasında yer alan Rubus cinsinin Eubatus alt cinsine giren böğürtlen, 19. Yüzyılın ortalarına kadar yabani bitki olarak görülmüş ve tarım araştırıcıları tarafından imha edilmesi gereken bitkiler listesine konmuştur. Yine araştırıcılar tarafından yabani hibrit böğürtlenlerinin keşfedilmesi ve Amerika’da 1850’li yıllarda kültüre alma işlemlerinin başlatılmasıyla pek çok çeşit geliştirilmiştir (Poling, 1996). Ülkemizde ise böğürtlenlere her yerde rastlanmakta fakat Orta Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri’nde daha yoğun olarak bulunmaktadır. Ülkemizde böğürtlen yetiştiriciliği 1970’li yıllarda dikensiz böğürtlen çeşitleri ile başlamış o yıllarda pek fazla gelişme göstermemiş ancak son yıllarda besin içeriğinin ve insan sağlığına faydalarının ortaya konması ile ve buna bağlı olarak tüketici taleplerinin artması ile böğürtlen yetiştiriciliğine ilgi artmıştır. Birçok ürüne Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² 237 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kotaların uygulandığı günümüzde, çiftçilere ek gelir getirecek bu grup meyveler alternatif ürün arayışlarının en karlı ve şanslı adayları konumundadır. Eksik olan şey bu ürünler için yöreye uygun çeşitlerin geliştirilmemesidir. Üzümsü meyveler içerdikleri bileşikler yanında, kısa sürede meyveye yatmaları bakımından da diğer birçok meyve türünden daha avantajlıdır. Bu araştırma ile böğürtlenin aile işletmeciliğine uygunluğu, böğürtlen bahçelerinin tesis ve üretim maliyetlerinin düşük olması, minimum düzeyde destek sistemine ihtiyaç duyması, budama ve bakım işlemlerinin kolay olması diğer yandan birçok endüstri kuruluşlarına hammadde temini, taze ve dondurulmuş olarak ihraç olanağının bulunması ve bölgede yoğun yetiştiriciliği yapılan sofralık ve kurutmalık kayısıya alternatif olarak yetiştiriciliğinin yapılabilmesi gibi özellikleri ile yöreye katkı sağlayacağı düşünülmüştür. Bu çalışmanın amacı, Malatya ilinde böğürtlen çeşitlerinin gelişme performanslarını incelemek, adaptasyon kabiliyetlerini saptamak ve yörede iyi gelişme gösteren yüksek verimli böğürtlen çeşitlerini belirlemektir. MATERYAL VE METOD Materyal Bu araştırma 2011-2012 yıllarında Malatya Kayısı Araştırma İstasyonuna ait deneme parseline dikimi yapılan 3 böğürtlen çeşidi üzerinde yürütülmüştür. Malatya ilinin denizden yüksekliği 970 m civarındadır. Çalışmada bitkisel materyal olarak Bursa I, Chester ve Jumbo böğürtlen çeşitleri kullanılmıştır. Bitki materyalleri Bursa ilinde faaliyet gösteren özel bir fidancıdan 20 x 30 ebatlarındaki tüpler içerisinde köklü fidan şeklinde temin edilmiştir. Metot Denemede çeşitler 26 Ekim 2010 tarihinde 1x3 m (sıra üzeri x sıra arası) parsellere 3 tekerrürlü olarak ve her tekerrürde 5 bitki olacak şekilde dikilmiştir. Fenolojik olarak yapraklanma başlangıcı, çiçek tomurcuğu başlangıcı, pembe tomurcuk tarihi, çiçeklenme başlangıcı, meyve olgunlaşma başlangıcı, ilk hasat tarihi, çiçeklenme sonu, meyve olgunlaşma sonu, son hasat tarihi ve yaprak döküm tarihi kaydedilmiştir. Bitki özellikleri olarak çeşitlerin sürgün boyu, sürgün çapı, dip sürgünü sayısı, yan dal sayısı ve bitki başına verimleri kayıt altına alınmıştır. Deneme üç tekerrürlü tesadüf blokları deneme desenine göre kurulmuş ve ortalamalar Duncan çoklu karşılaştırma testine göre yapılmıştır (Düzgüneş ve ark., 1983). Çeşitlerin meyve eni ve boyu (mm), meyve ağırlığı (g), meyve şekli, meyve rengi, tat ve aroma, suda çözünür kuru madde miktarı (%), pH ve titre edilebilir asit (sitrik asit, %) miktarı gibi özellikler belirlenmiştir. BULGULAR VE TARTIŞMA Fenolojik Gözlemler Çeşitlerin 2011 ve 2012 yıllarına ait yapraklanma başlangıcı, çiçek tomurcuğu başlangıcı, pembe tomurcuk tarihi, çiçeklenme başlangıcı ve çiçeklenme sonuna ait gözlem tarihleri Çizelge 1’de verilmiştir. 238 Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge1. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait fenolojik gözlemleri Çiçek Pembe Tomurcuğu Tomurcuk Başlangıcı Tarihi 2011 2012 2011 2012 2011 2012 Bursa I 01.04 29.03 21.05 02.05 30.05 13.05 Chester 03.04 02.04 24.05 06.05 06.06 28.05 Jumbo 03.04 02.04 26.05 07.05 07.06 26.05 Yapraklanma Çeşitler Başlangıcı Çiçeklenme Başlangıcı 2011 03.06 09.06 09.06 Çiçeklenme sonu 2012 2011 2012 16.05 29.07 03.07 30.05 22.07 10.07 28.05 01.07 07.07 Böğürtlen çeşitlerinde her iki yılda da yapraklanma başlangıcı Bursa I çeşidinde daha erken gerçekleşmiş, Chester ve Jumbo çeşitlerinde her iki yılda da tarihler değişmemiştir. Çiçek tomurcuğu oluşumu 2012 yılında 2011 yılından daha erken gerçekleşmiştir. Her iki yılda da en erken çiçek tomurcuğu Bursa I çeşidinde gerçekleşmiştir. Çiçeklenme başlangıcı her iki yılda da en erken Bursa I çeşidinde meydana gelmiş, 2011 yılında Chester ve Jumbo çeşitleri aynı tarihte çiçeklenmiştir. Her üç çeşidin de çiçeklenmeleri temmuz ayı içerisinde sona ermiştir (Çizelge 1). Demirsoy ve ark. (2006), 1999-2005 yılları arasında Samsun’da yürüttükleri böğürtlen çeşit adaptasyon çalışmasıyla, ilk çiçeklenme tarihini Bursa I çeşidinde 5-10 Mayıs, Chester çeşidinde 19-25 Mayıs ve Jumbo çeşidinde 20-25 Mayıs tarihi olarak bildirmişlerdir. Çizelge 2. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait fenolojik gözlemleri Çeşitler Bursa I Chester Jumbo Meyve Olgunlaşma Başlangıcı 2011 2012 20.07 08.07 24.07 17.07 10.07 İlk Hasat Tarihi 2011 2012 22.07 16.07 29.07 23.07 16.07 Son Hasat Tarihi 2011 2012 25.08 15.08 30.08 22.08 14.08 Yaprak Döküm Tarihi 2011 2012 15.12 12.12 19.12 25.12 15.12 12.12 Meyve olgunlaşma başlangıcı, ilk hasat tarihi, son hasat tarihi ve yaprak döküm tarihlerine ait 2011 ve 2012 yıllarına ait gözlemler Çizelge 2’de verilmiştir. 2011 yılında en erken Bursa I çeşidinde 20 Temmuz’da meyve olgunlaşması başlamış, 24 Temmuz’da Chester çeşidi bunu takip etmiştir. Jumbo çeşidinde 2011 yılında çiçeklenme meydana gelmesine rağmen meyve teşekkülü görülmemiştir (Çizelge 2). 2012 yılında ise en erken meyve olgunlaşması Bursa I çeşidinde gerçekleşmiş (08 Temmuz) bunu sırasıyla Jumbo ve Chester çeşitleri takip etmiştir (10 Temmuz, 17 Temmuz). Yıllar arasındaki farklılıklar ekolojik faktörlerden kaynaklanmaktadır. Göktaş ve ark. (2006), Isparta Eğirdir koşullarında yaptıkları araştırmada meyve olgunlaşma tarihlerini Bursa I çeşidinde 19 Temmuz, Chester çeşidinde 05 Ağustos, Jumbo çeşidinde 04 Ağustos olarak bildirmişlerdir. 2011 yılında ilk hasat Bursa I çeşidinden yapılırken 2012 yılında ilk hasat tarihleri Bursa I ve Jumbo çeşitlerinde aynı tarihte gerçekleşmiştir. Son hasat ise her iki yılda da en geç Chester çeşidinde yapılmıştır. Çeşitler yapraklarını her iki yılda da Aralık ayında dökmüşlerdir. Morfolojik Özellikler Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait ortalama sürgün boyu, sürgün çapı, dip sürgünü sayısı, yan dal sayısı ve verimleri Çizelge 3’de verilmiştir. Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² 239 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 3. Böğürtlen çeşitlerinin 2011-2012 yıllarına ait morfolojik özellikleri Dip Sürgünü Sayısı Yan Dal Sayısı Bitki Başına Verim (adet/bitki) (adet/bitki) (g/bitki) 2011 2012 2011 2012 2011 2012 2011 2012 2011 2012 1.66 2.11 5.66 33.00 Bursa I 293.81 ab 327.74 12.48 20.54 269.75 a 3243.26 a ab b a a 2.00 4.22 5.11 Chester 257.67 b 315.50 14.97 21.18 24.66 ab 50.94 b 2413.73 b a a a 1.22 2.00 2,16 13.44 Jumbo 334.36 a 324.11 13.87 20.80 3244.73 a b b b b p 0.003** 0.833* 0.129* 0.874* 0.049** 0.000** 0.002** 0.001** 0.000** 0.000** **% 5 düzeyinde önemli * Önemli değil Çeşit Sürgün Boyu (cm) Sürgün Çapı (mm) 2011 yılına ait morfolojik özellikler (Çizelge 3) incelendiğinde sürgün boyu bakımından Jumbo çeşidi (334.36 cm) ilk sırada, 2012 yılı verileri incelendiğinde, sürgün boyu bakımından Bursa I çeşidi (327.74 cm) ilk sırada, Jumbo çeşidi (324.11 cm) ikinci sırada yer almıştır. Sürgün çapı bakımından çeşitler arasındaki farklılıklar her iki yılda önemsiz bulunmuştur. Her iki yılda da en fazla dip sürgününe sahip olan çeşit Chester olmuştur, en düşük dip sürgünü veren çeşit ise Jumbo olarak belirlenmiştir. Yapılan çalışmada en fazla yan dal oluşturan çeşit Bursa I olurken, her iki yılda da en az yan dal oluşumu Jumbo çeşidinde gerçekleşmiştir. Çeşitlerin 2011 ve 2012 yılı bitki başına verim özelliklerinin istatistiksel değerlendirmesinde çeşitler arasındaki fark %5 düzeyinde önemli bulunmuştur. 2011 yılı bitki başına ortalama verim değerleri incelendiğinde; Bursa I (269.75 g) ve Chester çeşidinden (50.94 g) azda olsa ürün alınmasına rağmen, Jumbo çeşidinden hiç ürün alınamamıştır. 2012 yılında bu özellik bakımından Jumbo çeşidi 3244.73 g ile ilk sırada yer alırken, Bursa I çeşidi 3243.26 g ile ikinci sırada yer almıştır. Ağustos ayı sonu itibariyle Bursa I ve Chester çeşitleri üzerinde meyvelerin olgunlaşmadan kaldığı görülmüştür. Isparta Eğirdir yöresinde yapılan bir çalışmada sürgün başına verim bakımından, Bursa I çeşidi (4660.77 g) Chester (2463.73 g) ve Jumbo (2516,37 g) çeşitlerine göre daha fazla ürün vermiştir (Göktaş ve ark., 2006). Pomolojik Özellikler Çeşitlerin 2011-2012 yıllarına ait ortalama meyve ağırlığı, meyve eni, meyve boyu, renk değerleri çizelge 4’ de verilmiştir. Çizelge 4. 2011-2012 yıllarına ait pomolojik değerler Meyve eni (mm) 2011 2012 2011 Bursa I 4.65 a 5.40 b 18.40 a Chester 2.52 b 4.44 c 16.67 b Jumbo 6.51 a p 0.000** 0.000** 0.000** **% 5 düzeyinde önemli * Önemli değil Çeşit Meyve ağırlığı (g) 2012 20.00 c 20.96 b 21.86 a 0.000** Meyve Boyu(mm) Meyve Rengi (L*a*b*) 2011 23.73 a 16.43 b 0.000** 2012 14.91*1.15*0.66 14.33*1.04*0.64 15.89*0.72*0.79 - 2012 25.71 b 22.91 c 28.26 a 0.000** 2011 yılında Jumbo çeşidinden verim alınamadığından, Chester ve Bursa I çeşitlerine ait pomolojik değerlerin istatistiksel değerlendirmesinde T-testi kullanılmış olup meyve ağırlığı, meyve eni ve meyve boyu arasındaki fark % 5 seviyesinde önemli bulunmuştur. 2012 yılı pomolojik verilerin istatistiksel değerlendirilmesi sonucunda; meyve ağırlığı, meyve eni, meyve boyu bakımından gruplar arasındaki fark % 5 önem seviyesinde önemli bulunmuştur (Çizelge 4). 2011 yılında Jumbo çeşidinden verim alınmadığı için en yüksek ağırlık, meyve eni ve boyu değerlerine Bursa I çeşidi sahip olmuştur. Bu özellikler bakımından 2012 yılında en yüksek değerler Jumbo çeşidinden elde edilmiştir. Ankara Ayaş koşullarında yapılan araştırmada ise meyve ağırlığı en 240 Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 yüksek çeşit Chester (5.27 g) olurken, Jumbo (4.13 g) ve Bursa I (3.54 g) çeşitleri daha düşük değerlere sahip olmuştur (Ağaoğlu ve ark., 2006). Ankara Ayaş koşullarında yapılan çalışma özellikle Chester çeşidinin meyve ağırlığı bakımından ekolojik şartlardan daha fazla etkilendiğini göstermektedir. Kromometre ile ölçülen L değeri meyvenin parlaklığını sayısal olarak göstermektedir. Buna göre Jumbo çeşidinin meyve renginin diğer iki çeşide göre daha parlak olduğu görülmektedir. Rengin kırmızılığı ve sarılığını sayısal olarak veren a ve b değerlerine göre ise en siyah renk yine Jumbo çeşidine ait olmuştur. Meyve rengi çeşide ve ekolojiye göre değişim göstermektedir. Çizelge 5. 2011-2012 yıllarına ait pomolojik değerler SÇKM (%) pH 2011 2012 2011 2012 Bursa I 10.8 10.7 b 2.64 2.86 b Chester 11.4 12.6 a 3.36 3.14 a Jumbo 10.9 b 3.02 ab p 0.000** 0.004** **% 5 düzeyinde önemli * Önemli değil Çeşit Asitlik (%) 2011 2012 1.73 1.56 a 1.35 1.01 c 1.25 b 0.000** Çeşitlerin 2011 ve 2012 yılı SÇKM, pH ve asitlik değerleri Çizelge 5’de görülmektedir. 2011 yılında Jumbo çeşidinden meyve alınamadığından SÇKM, pH, asitlik değerleri belirlenememiştir. 2012 yılında Chester çeşidi % 12.6’lık SÇKM ile ön plana çıkarken Jumbo ve Bursa I çeşitlerinden sırasıyla % 10.9 - % 10.7 SÇKM değerleri elde edilmiştir. 2012 yılı asitlik verilerine bakıldığında, Bursa I çeşidi % 1.56 asit miktarı ile en yüksek asitlik değerine sahip iken, Jumbo çeşidinden % 1.26 ve Chester çeşidinden % 1.01 asitlik değerleri elde edilmiştir. SONUÇLAR VE ÖNERİLER Malatya merkez ekolojik koşullarında 2011-2012 yıllarında denemeye alınan üç böğürtlen çeşidinin fenolojik, morfolojik, pomolojik ve kimyasal özelliklerinin belirlenmesinin yanında yörede yetiştiriciliği yapılabilecek en uygun çeşidin ortaya konulması amacıyla yapılan bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre; 2011 yılında Chester (50.94 g) ve Bursa I (269.75 g) çeşitlerinden meyve alınabilmiş ancak Jumbo çeşidinden meyve alınamamıştır. 2012 yılında ise her üç çeşitten de ekonomik anlamda ürün alınmış olup Jumbo (3244.73 g) ve Bursa I (3243.26 g) ürün miktarı yönünden ön plana çıkmıştır. Chester çeşidi (2413.73 g) ise ürün miktarı yönünden son sırada yer almıştır. Jumbo ve Bursa I çeşitlerinden alınan ürün miktarı her ne kadar eşit görünse de, Jumbo çeşidinin tat ve aroma yönünden Bursa I çeşidinden üstün olması bu çeşidi daha cazip hale getirmektedir. Ayrıca Bursa I çeşidine ait tüm bitkilerdeki bir miktar meyvenin ağustos sonu itibariyle olgunlaşmadan bitki üzerinde kalması, hasat olgunluğunda meyve sertliğinin düşük olması ve meyvelerde homojen renklenme görülmemesi bu çeşide ait diğer olumsuz özelliklerdir. Ağustos ayı sonu itibariyle meyvelerdeki olgunlaşmama durumu Chester çeşidinde de görülmüştür. Demirsoy ve ark. (2006), Samsun’da yaptıkları çalışmada Bursa I çeşidinin meyvelerinin üniform olgunlaşmadığını, Bursa II, Chester ve Ness çeşitlerinin ise Ağustos ayı sonu itibariyle olgunlaşmanın durduğunu bildirmişlerdir. Bu durumlara Malatya ekolojisinde sadece Jumbo çeşidinde rastlanmamıştır. Chester çeşidinden her ne kadar diğer iki çeşide göre daha az ürün alınmış olsa da, tat ve aroma bakımından araştırmamızda ve diğer araştırmalarda (Ağaoğlu ve ark., 2006; Göktaş ve ark., 2006; İslam ve ark., 2009) en beğenilen çeşitlerden olması bu çeşidin daha yüksek fiyattan pazarlanabileceği ve piyasada diğer iki çeşide göre daha fazla rağbet göreceği düşünülmektedir. Hasat olgunluğunda meyve sertliğinin diğer iki çeşide göre daha fazla olması, bu çeşidin bir Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² 241 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 diğer olumlu özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak; yapılan tüm tespit ve değerlendirmeler neticesinde Malatya merkez koşullarında denemeye alınan üç böğürtlen çeşidinden (Jumbo, Chester, Bursa I) yörede yetiştiriciliği yapılabilecek en uygun çeşitlerin Jumbo ve Chester olduğu kanaatine varılmıştır. KAYNAKLAR Ağaoğlu, S.Y., 2006. Türkiye’de Üzümsü Meyvelerin Bugünkü Durumu ve Geleceği. II. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Tokat, 1-7s. Ağaoğlu, S.Y., Eyduran, S.P., Çelik, M., 2006. Bazı Böğürtlen Çeşitleri Ayaş (Ankara) Koşullarına Adaptasyonu Üzerinde Araştırmalar. II. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Tokat, 231-236s. Demirsoy, L., Demirsoy, H., Bilginer, Ş., Öztürk, A., Ersoy, B., Çelikel, G., Balcı, G., 2006. Samsunda Yapılan Böğürtlen Çeşit Adaptasyon Çalışmaları II.Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, Tokat, 237-240s. Düzgüneş, O., Kesici, T., Gürbüz, F., 1983. İstatistik metotları I. Ankara Üniversitesi Ziraat Fak., Yayın No : 861, Ders Kitabı, Ankara, 229s. Göktaş, A., Demirtaş, İ., Atasoy, A., 2006. Bazı Böğürtlen ve Frenk Üzümü Çeşitlerinin Eğirdir Yöresine Adaptasyonu. II. Ulusal Üzümsü Meyveler Sem., Tokat, 151– 156s. İslam, A., Çelik, H., Aydın, E., 2009. Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Hayrat (Trabzon) Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu. III. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu, Kahramanmaraş, 96-104s. Poling, B.E., 1996. Blackberries. Journal of Small Fruit & Viticulture. Food Products Press. Vol : 4, No: 1-2, s.33-69. 242 Bazı Böğürtlen Çeşitlerinin Malatya Ekolojik Koşullarına Adaptasyonu Selçuk AVCI¹ Mürüvvet ILGIN² BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü-Samsun, ahmetyulafci@mynet.com ÖZET Bu çalışma Türkiye’de dane mısırın ekiminden hasadına kadar olan dönemde görülen problemleri tespit etmek amacıyla 2009-2012 yıllarında Türkiye genelinde yürütülmüştür. Gerekli veriler Tarım İl Müdürlüklerinde görev yapan teknik elemanlardan anket yoluyla toplanmıştır. Problemler; tohumluk ve çeşit, ekim, gübreleme, sulama, zirai mücadele, hastalık ve zararlılar, genel bakım işleri ve hasat-harman olmak üzere 8 ana konu başlığı altında toplanmış; Türkiye geneli ve tarım bölgeleri bazında ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; mısırın yoğun üretildiği bölgelerimizde sertifikasız tohum kullanım oranı %5’in altındadır. Mısır tarımında mibzer kullanım oranı bir hayli yüksektir. Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarında olup gübreler genelde teknik tavsiyelerden fazla kullanılmaktadır. Salma sulama hala yaygındır. Hastalık ve zararlılarla mücadelede ekonomik zarar eşiği dikkate alınmamakta, kültürel tedbirlere yeterince önem verilmemektedir. Hasat sonrası toprakta kalan bitki artıkları toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: mısır, tohumluk, ekim, gübreleme, sulama Problems of Sweet Corn Growing in Turkey ABSTRACT In Turkey, this study is the cultivation of corn from the harvest in order to identify common problems in the period 2009-2012 was carried out in Turkey in general. The data required technical staff working in Provincial Directorates of Agriculture of the survey was collected through. Problems; seed and varieties, planting, fertilization, irrigation, pest control, pests and diseases, including general maintenance and harvesting-threshing collected under eight main issues; Turkey on the basis of general and agricultural regions were evaluated separately. According to the survey; the region of the corn produced in our intensive use of uncertified seed rate is below 5%. Corn agricultural utilization rate is very high in the drills. In corn 50% of those taking soil analysis and fertilizer near is used more often than technical advice. Flooding method is still prevalent. Diseases and pests are not taken into account the economic damage threshold, cultural measures not received enough attention. Post-harvest crop residues remaining in the soil tillage and sowing of the next product poses a problem with. Key Words: corn, seed, planting, fertilizing, irrigation 1. GİRİŞ Mısır tahıllar içerisinde güneş enerjisini en iyi kullanan ve birim alandan en fazla kuru madde üreten bir bitkidir. Mısır, Dünya tahıl ekiliş ve üretiminde buğdaydan sonra ikinci sırayı almaktadır. Dünyadaki mısır ekiliş alanı yaklaşık 177 milyon ha, üretimi ise 872 milyon tondur Anonim, 2012). Mısır, Türkiye tarımında önemli bir yere sahiptir. Mısır üretimi ülkemizde sulanan alanların artmasına bağlı olarak özellikle son yıllarda önemli artışlar göstermiştir. Türkiye’de dane mısır üretim alanı 659 bin hektar, üretim ise yaklaşık 4,9 milyon ton civarındadır (Anonim, 2013). Buğday ve arpadan sonra en fazla ekiliş alanına sahip bir sıcak iklim tahılıdır. Her türlü bitki ile münavebeye girer. Kendisinden sonra ekilen bitkinin verimi genellikle münavebeye giren diğer tahıllara göre daha yüksektir. Üretilen mısır insan gıdası, hayvan yemi ve endüstride çok sayıda üretimin hammaddesidir. Ülkemizde hemen hemen tüm bölgelerde az ya da çok mısır üretilmektedir. Ancak üretimin en fazla yapıldığı bölgeler Akdeniz, Marmara, Ege ve Karadeniz Bölgeleridir. Ülkemizde hayvancılığın gelişmesine paralel olarak artan karma yem talebi sonucunda yurtiçi talep karşılanamamaktadır. Her sektörde olduğu gibi tarım sektöründe de geleceğe dair plan ve projelerin hazırlanmasında mevcut durumun bilinmesi önem arz etmektedir. Bu kapsamda Türkiye’de tarım kesiminde karşılaşılan durum tespitine yönelik çalışmalar geçmişte yapıldığı gibi bugün de devam etmektedir. Günümüzde şartların hızlı bir şekilde değiştiği göz önüne alındığında durum tespitine yönelik yapılan çalışmaların da belirli dönemlerde güncellenmesi gereklidir. Bu çalışmada Türkiye için önemli bir ürün olan Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI 243 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 mısırın yetiştirme tekniği ile ilgili olarak karşılaşılan problemler incelenmiştir. Araştırmada kullanılan veriler anket yoluyla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl Müdürlüklerinden toplanmıştır. Elde edilen veriler tarım bölgeleri ve Türkiye geneli bazında ayrı ayrı değerlendirilmiştir. 2. MATERYAL VE METOT Bu çalışma 2009-2012 yıllarında Türkiye genelinde yürütülmüştür. Çalışmanın esas materyalini, Türkiye’deki tarımsal yayım kuruluşlarının başında gelen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe Müdürlüklerinde görev yapan teknik elemanlardan (mühendis, tekniker, teknisyen vb.) 2009 yılında anket yoluyla toplanan veriler oluşturmuştur. Ayrıca konuyla ilgili olarak yayınlanmış istatistikler ve araştırma sonuçlarından da yararlanılmıştır. Çalışmada ilk önce; mısır yetiştiriciliğinde görülmesi muhtemel olan problemlerle ilgili bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formunda; tohumluk, ekim, gübreleme, sulama, hastalık ve zararlılar ve hasat gibi konu başlıkları altında problemlere yer verilmiştir. Hazırlanan anketler 2009 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İl ve İlçe Müdürlüklerine gönderilmiş, anketlerin her ilçe için 1 adet olmak üzere doldurularak geri gönderilmesi istenmiştir. Mısırla ilgili olarak 60 İl’e bağlı toplam 198 ilçeden anketler doldurularak Enstitümüze geri gönderilmiştir. Anketlerin değerlendirilmesinde esas alınan tarım bölgeleri; Ortakuzey, Ege, Marmara, Akdeniz, Kuzeydoğu, Güneydoğu, Karadeniz, Ortadoğu ve Ortagüney bölgeleridir. Anketlerden elde edilen veriler, tarım bölgeleri ve Türkiye geneli esas alınarak ayrı ayrı değerlendirilmiş ve analiz edilmiştir. Anketlerde her bir problemin seçilen ürünlerde % kaç oranında görüldüğü sorulmuş ayrıca seçilen ürünlerin o ilçedeki üretim miktarlarının yazılması istenmiştir. İlk önce anketlerdeki problemlerin % görülme oranı ile o ilçelerdeki üretim miktarları çarpılarak yüzdelik rakamlar miktara çevrilmiş, son aşamada ise bu miktarlar tarım bölgeleri ve Türkiye’deki toplam üretim rakamlarına bölünerek yeniden yüzdelik rakamlara çevrilmiş böylece her problemin genel ortalamaya o ilçedeki üretim miktarı oranında yansıması sağlanmıştır. Aynı konu başlığı altında yer alan problemler ayrı ayrı tablo haline getirilmiş, tablolarda yer alan problemler Türkiye genelindeki yüzde oranlarına göre yüksek puandan daha az puana göre sıralanmıştır. 3. BULGULAR ve TARTIŞMA 3.1. Tohumluk ve Çeşit Türkiye genelinde mısırda sertifikasız tohumluk kullanım oranı %10 civarındadır (Çizelge 1). Sertifikasız tohumluk kullanım oranı en fazla Kuzeydoğu Tarım Bölgesinde, en az ise Güneydoğu Bölgesindedir. Mısırın yoğun üretildiği Ege, Akdeniz ve Marmara gibi bölgelerimizde ise sertifikasız tohum kullanım oranı %5’in altındadır. Karadeniz Bölgesinde ise yerli çeşitlerle aile tüketimi için üretim fazla olduğundan bu oran nispeten yüksektir. Sertifikalı tohumluk kullanımını azaltan faktörler arasında en başta gelenleri; sertifikalı çeşitlerin fiyatlarının üretici tarafından pahalı bulunması, sertifikalı çeşitlere devlet desteği olmaması ile sertifikalı tohum firmaları veya bayilerinin yeterli danışmanlık hizmeti vermemesi, sattıkları çeşitte bir olumsuzluk çıktığında buna sahip çıkmamalarıdır. Üreticilerin ürün yeterince para etmediği için sertifikalı çeşitlere fazla ödeme yapmak istememeleri de burada önemli bir faktördür. 244 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 1. Mısırda Sertifikalı Tohumluk Kullanımı ile İlgili Problemler (%) TARIM BÖLGELERİ PROBLEMLER I Orta kuzey Sertifikalı tohumluk kullanılmaması II Ege III Marmara IV V VI Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu 69,16 2,85 4,24 4,13 100,00 0,27 VII VIII IX Karadeniz Orta doğu Orta güney TÜRKİYE 56,80 63,44 3,58 10,48 Sertifikalı çeşitlerin fiyatlarının üretici tarafından 61,74 8,02 5,35 22,77 80,00 39,83 47,83 68,35 3,51 pahalı bulunması 20,49 Sertifikalı çeşitlere devlet desteği olmaması 4,70 0,38 1,87 23,55 21,26 13,40 43,33 0,21 10,43 Sertifikalı tohum firmaları veya bayilerinin yeterli danışmanlık hizmeti vermemesi, sattıkları çeşitte bir olumsuzluk çıktığında buna sahip çıkmamaları 10,35 9,41 1,86 3,76 100,00 13,98 18,62 46,99 1,25 9,33 Üreticilerin ürün yeterince para etmediği için sertifikalı çeşitlere fazla ödeme yapmak istememeleri 47,20 2,08 2,10 3,56 8,09 Sertifikalı tohumluk kullanımını azaltan faktörler - 80,00 2,71 41,09 52,08 3,10 Mısırda tohumluk ve çeşit konusunda yukarıdaki problemlere ilave olarak; uzun yıllardır aynı çeşitlerin kullanılması ve daha üstün özellikleri olan yeni çeşitlerin denenmemesi, gıda sanayiinin yörede istediği çeşitleri istediği miktarda bulamaması, ihracatçının yörede istediği çeşitleri istediği miktarda bulamaması ve hibrit çeşitlerden elde edilen tohumların ertesi yıl tohumluk olarak kullanılması gibi problemler de görülmektedir. Problemler daha ziyade Karadeniz ve Kuzeydoğu bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Mısır tarımında çeşit seçiminde yapılan hatalar önemli ürün kayıplarına neden olmaktadır. Erkenci çeşitlerin verim potansiyelinin düşük olması, üreticilerin geççi çeşitleri tercih etmelerine sebep olmakta, bu da Akdeniz ve Ege Bölgelerinde ikinci ürün ekilişlerinde, yüksek hasat nemi problemine yol açmaktadır (Gençtan ve ark., 2010). 3.2. Ekim Mısır ekiminde görülen belli başlı problemler; münavebe yapılmadan üst üste ekim yapılması; çeşitlerin erkencilik, geççilik durumu ya da ana ürün için mi ikinci ürün için mi tavsiye edildiği dikkate alınmadan uygunsuz tarihlerde ekilmesi ve ikinci ürün ekimlerinin gecikmesi ve hasatların yağmurlu döneme kalması sonucu ürünün yeterince olgunlaşmamasıdır (Çizelge 2). Problemler Kuzeydoğu, Güneydoğu ve Karadeniz Bölgesinde daha yoğundur. Mısır tarımında mibzer kullanım oranı %90 civarındadır. Mibzer kullanımının en düşük olduğu bölge; Kuzeydoğu, en yüksek olduğu bölgeler ise; Ortagüney ve Ege Bölgeleridir. Akdeniz ve Güney Marmara’da mısır tarımı sınıra ulaşmış olup, yer yer monokültür tarımın sorunları yaşanmaktadır (Sade ve Soylu, 2008). Akdeniz ve Ege Bölgelerinde, ana ürün ve ikinci ürün olarak yetiştirilen mısır, Sakarya İli çevresinde yaygın olarak Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI 245 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 mono kültür şeklinde yetiştirilmektedir. Bu durum hastalık ve zararlıların artmasına yol açmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ana ürün mısırın çiçeklenme zamanının, havanın aşırı sıcak, nispi nemin düşük ve kurutucu rüzgarın etkili olduğu döneme rastlaması nedeniyle tane tutma oranı büyük ölçüde düşmektedir (Gençtan ve ark., 2010). Çizelge 2. Mısırda Ekimle İlgili Problemler (%) TARIM BÖLGELERİ PROBLEMLER I Orta kuzey II Ege III Marmara IV V VI Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu VII VIII IX Karadeniz Orta doğu Orta güney TÜRKİYE Münavebe yapılmadan üst üste ekim yapılması 6,91 14,86 19,02 27,13 70,00 24,59 20,91 3,73 5,15 18,76 Çeşitlerin erkencilik, geççilik durumu ya da ana ürün için mi ikinci ürün için mi tavsiye edildiği dikkate alınmadan uygunsuz tarihlerde ekilmesi 5,95 3,35 4,60 25,32 30,00 27,70 13,09 0,62 2,20 11,82 İkinci ürün ekimlerinin gecikmesi ve hasatların yağmurlu döneme kalması, ürünün yeterince olgunlaşmaması 5,98 6,92 8,11 11,04 25,05 10,59 32,31 2,72 11,22 Mibzer kullanılmaması 30,66 1,78 5,46 - 7,14 100,00 6,89 58,94 19,34 0,45 10,20 3.3. Gübreleme Mısırda azotlu gübreleme ile ilgili en başta gelen problem; bu gübrelerin teknik tavsiyelerden fazla kullanılmasıdır. Bu problemi azotlu gübrelerin; uygun dozlarda verilmemesi, uygun olmayan şekilde verilmesi ve uygun olmayan gübre çeşitlerinin kullanılması gibi problemler takip etmektedir. Problemler en fazla Karadeniz Bölgesinde görülmekte onu Akdeniz Bölgesi izlemektedir. Gençtan ve ark. (2010)’a göre, mısır yetiştiriciliğinde aşırı azotlu gübre kullanımı önemli bir sorundur. Mısırda fosforlu gübreleme ile ilgili olarak da en başta gelen problem; bu gübrelerin teknik tavsiyelerden fazla kullanılmasıdır. Bu problemi sırasıyla fosforlu gübrelerin; teknik tavsiyelerden az kullanılması, uygun olmayan şekilde verilmesi, bitki gelişimi açısından uygun olmayan dönemlerde verilmesi ve hiç verilmemesi gibi problemler takip etmektedir. Fosforlu gübrelerin en az kullanıldığı bölge; Kuzeydoğu Bölgesidir. Fosforlu gübreleme ile ilgili problemlerin genelde en fazla görüldüğü bölgeler; Ortakuzey ve Kuzeydoğu Bölgeleridir. Akdeniz Bölgesi ise problemlerin en az görüldüğü bölgedir. Mısır ekim alanlarının %45’inde yöre topraklarında potasyum yeterli olduğu gerekçesi ile potaslı gübre kullanılmamaktadır. %18 civarındaki alanda ise toprakta potasyum yetersiz olduğu halde potaslı gübre kullanılmamaktadır. Potaslı gübrelerin en az kullanıldığı bölge; Kuzeydoğu Bölgesidir. Potaslı gübre kullanılan alanlarda potaslı gübreleme ile ilgili; teknik tavsiyelerden fazla kullanılması, teknik tavsiyelerden az kullanılması, uygun olmayan şekilde verilmesi ve bitki gelişimi açısından uygun olmayan dönemlerde verilmesi gibi problemler görülmektedir. 246 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Mısırda çiftlik gübresi kullanımı ile ilgili en başta gelen problem; bu gübrelerin mısır ekim alanlarının yaklaşık yarısında hiç kullanılmamasıdır. Çiftlik gübresinin en az kullanıldığı bölge; Ortadoğu Bölgesidir. Bu problemi çiftlik gübresinin; çiftlik gübresinin bir defa verilip daha uzun yıllar hiç verilmemesi, gübrelemenin birkaç yılda bir tekrarlanmaması, çiftlik gübresinin bir süre fermantasyona uğratılıp çürütülmesi gerekirken taze olarak toprağa verilmesi ve teknik tavsiyelerden daha az kullanılması gibi problemler takip etmektedir. Çiftlik gübresi kullanımı ile ilgili problemlerin en fazla görüldüğü bölge; Marmara Bölgesidir. Çolakoğlu ve İrget (2008), çiftlik gübresi kullanımında; olgunlaşmamış gübre kullanıldığına ve toprağa karıştırılmadan aylarca toprak üzerinde bırakıldıklarına dikkat çekmektedirler. Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarındadır. Bu oranın en fazla olduğu bölge; Ortakuzey Bölgesidir. Toprak tahlili yaptırılmamasında etkili olan faktörlerin başında tahlilin önemini bilmeme gelmektedir. Bunu; toprak tahlillerinin genelde pahalı bulunması, özellikle mikro elementler için yapılan analizlerin pahalı bulunması ve toprak örneğinin nasıl alınacağının bilinmemesi gibi hususlar takip etmektedir. Kınacı ve ark. (2010), Türkiye’de toprak ve bitki analizi yapacak laboratuar kapasitesinin yetersiz olduğunu, mevcut laboratuarlarda yeterli eleman olmadığını, özel laboratuarlardaki analiz ücretlerinin pahalı olduğunu ifade etmektedirler. Mısırda genel gübreleme hatalarının başında; gübre kullanımında teknik elemanlara danışılmaması gelmektedir. Bu konuda Ortakuzey Bölgesi başta gelmektedir. Bunu sırasıyla; DAP ve 20.20.0 gibi kompoze gübrelerde gübre dozunun azota göre ayarlanması sonucu fazla fosfor ve potasyum atılması, tahlil yaptırsa bile tahlil sonuçlarına göre gübre kullanmama ve gübre dağıtma makinalarında gerekli ayarların yapılmaması gibi hatalar takip etmektedir. Gübreleme hatalarının genelde en fazla görüldüğü bölgeler; Karadeniz, Ortakuzey ve Güneydoğu Bölgeleridir. Ortagüney ve Akdeniz Bölgesi ise bu konuda problemlerin en az görüldüğü bölgedir. Çolakoğlu ve İrget (2008), Türkiye’de yapılan gübre uygulamalarında; analize göre gübre kullanmama, toprak özelliklerine uygun gübreleme yöntemini seçmeme, toprak bünyesi ve bitki kök derinliğine göre gübre uygulama derinliğini ayarlamama, taban gübrelerini ekim ve çıkıştan sonra verme, taban gübre kullanmadan sadece üst gübre kullanma gibi yanlışlıkların yapıldığını bildirmektedirler. 3.4. Sulama Mısırda yağışların bitkinin yıllık su ihtiyacını karşılamaması oranı %61 civarındadır. Yağışların yetersizliğine rağmen sulama yapılmama oranı ise %11 civarındadır. Sulama yapılmamasında etkili olan faktörlerin başında; sulama için gerekli altyapının olmaması gelmektedir. Bunu; yeterli su kaynağı olmaması, üreticilerde sulama için gerekli ekipman ve işgücü yetersizliği ve suların kirlilikten ya da tuzluluktan dolayı sulamada kullanılamaması gibi hususlar takip etmektedir. Mısırda sulama ile ilgili problemlerin başında; uzun tava, adi tava, karık usulü gibi yüzey sulama metotları yerine salma sulama metodunun kullanılması gelmektedir (Çizelge 3). Bu problemi sırasıyla; gün ortası sıcakta sulama yapılması; sulamada kullanılan elektriğin pahalı olması ve birçok üreticinin birikmiş, ödenemeyen elektrik borçlarının olması ve devlet sulama kanallarının henüz yapılmamış olması ve sondaj vb. yollarla yapılan sulamanın da pahalıya mal olması gibi problemler takip etmektedir. Sulama ile ilgili problemlerin genelde en fazla görüldüğü bölgeler; Güneydoğu, Kuzeydoğu, Ortadoğu ve Marmara Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise problemlerin en az görüldüğü bölgedir. Akış ve ark. (2005), Harran Ovasında 15.000 hektar alanda tuzlanma problemi olduğunu, bunun sebepleri arasında da sulama sularının kalitesiz Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI 247 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 oluşu, yanlış ve aşırı sulama ve drenaj yetersizliğinin yer aldığını bildirmektedirler. Türkiye’de sulanabilir nitelikteki arazilerin ancak %17,57’sinin sulanabilmekte, sulanabilir nitelikteki arazilerin %32,5’inde ise drenaj yetersizliğinden kaynaklanan tuzluluk ve alkalilik sorunu bulunmaktadır (Kanber ve ark., 2004). Çizelge 3. Mısırda Sulama ile İlgili Problemler (%) TARIM BÖLGELERİ PROBLEMLER I II III IV V VI VII VIII IX Orta kuzey Ege Marmara Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu Karadeniz Orta doğu Orta güney Uzun tava, adi tava, karık usulü gibi yüzey sulama metotları yerine salma sulama metodunun kullanılması 32,67 40,76 14,05 59,02 100,00 13,52 Gün ortası sıcakta sulama yapılması 13,38 17,98 24,66 42,05 20,00 48,31 12,27 Sulamada kullanılan elektriğin pahalı olması ve birçok üreticinin birikmiş, ödenemeyen elektrik borçlarının olması 7,73 10,65 22,88 12,71 Devlet sulama kanallarının henüz yapılmamış olması ve sondaj vb. yollarla yapılan sulamanın da pahalıya mal olması 34,68 5,94 38,43 4,19 Sulama sıklığında toprak tipinin dikkate alınmaması 69,63 20,67 32,36 8,57 6,60 26,16 - 75,23 21,95 58,48 11,31 24,29 - 71,19 29,74 53,72 10,34 23,75 22,30 27,23 29,13 2,48 30,00 37,83 24,21 20,53 9,24 22,66 Sulama sayısının yetersiz olması 33,26 20,70 33,77 5,36 50,00 24,97 37,04 3,06 17,75 Her bir sulamada gereğinden fazla su verilmesi 7,35 13,54 16,65 2,19 30,00 52,56 12,46 13,02 9,95 16,80 5,88 3,00 TÜRKİYE 3.5. Hastalık ve Zararlılar Mısırda görülen hastalıkların başında; mısır tohum, kök, kökboğazı ve sap çürüklüğü hastalığı ile mısır rastığı gelmektedir (Çizelge 4). Bu hastalıkların en fazla görüldüğü bölgeler; Karadeniz, Ortakuzey ve Marmara Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise hastalıkların en az görüldüğü bölgedir. 248 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 4. Mısırda Hastalıklar (%) TARIM BÖLGELERİ I II V VI VII VIII IX Marmara Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu Karadeniz Orta doğu Orta güney Mısır Tohum, Kök, Kökboğazı ve Sap Çürüklüğü (Pythium spp., Fusarium moniliforme Sheld., 12,02 1,72 Diplodia maydis (Berk.) Sacc., Macrophomina phaseolina (Tassi)) 6,21 1,94 - 6,20 7,62 0,25 1,11 3,63 Mısır Rastığı (Ustilago maydis "DC" corda) 4,99 1,73 - 2,92 10,50 3,07 0,95 3,41 Orta kuzey 3,40 Ege 2,23 III TÜRKİYE IV PROBLEMLER Mısırda görülen zararlıların başında; mısır koçan kurdu gelmektedir (Çizelge 5). Bu zararlının en fazla görüldüğü bölge; Marmara Bölgesidir. Bu zararlıyı sırasıyla; bozkurt, tel kurdu ve mısır kurdu gibi zararlılar takip etmektedir. Bu zararlıların en fazla görüldüğü bölgeler; Marmara ve Karadeniz Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise zararlıların en az görüldüğü bölgedir. Mısır koçan kurdu iç bölgeler hariç, sahil bölgeleri ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ana zararlısı konumundadır (Sade ve Soylu, 2008). Çizelge 5. Mısırda Zararlılar (%) TARIM BÖLGELERİ PROBLEMLER I Orta kuzey II Ege III Marmara IV V VI Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu VII VIII IX Karadeniz Orta doğu Orta güney TÜRKİYE Mısır Koçan Kurdu (Sesamia spp., Lep.: Noctuidae) 4,94 11,42 32,40 26,51 - 13,40 20,95 8,20 1,11 17,97 Mısırda Bozkurt (Agrotis ipsilon Hfn., A. Segetum DS., Lep.: Noctuidae) 10,42 11,59 39,87 9,72 - 18,75 17,01 21,63 2,47 16,88 Mısırda Tel Kurdu (Agriotes spp., Col.: Elateridae) 4,20 4,96 29,52 8,72 - 14,27 8,44 5,72 0,93 10,88 Mısır Kurdu (Ostrinia nubilalis Hbn., Lep.: Pryalidae) 2,45 2,27 6,91 16,80 - 11,57 20,02 1,95 0,66 8,61 Mısırda Danaburnu (Gryllotalpa gryllotalpa L., Col.: Gryllotalpidae) 4,03 2,51 18,22 2,71 - 13,47 19,28 8,10 0,98 8,18 Mısırda Çizgili Yaprak Kurdu (Spodoptera (=Laphygma=Caradrina) exiqua Lep.: Noctuidae) 0,84 1,46 2,57 18,58 - 3,92 6,69 3,16 0,49 5,71 Mısır Maymuncuğu (Tanymecus dilaticollis. Gly., Col.: Curculionidae) 3,10 2,27 13,62 4,21 - 2,16 9,66 3,12 0,13 5,00 Mısırda görülen ambar zararlılarının başında; mısır biti gelmektedir (Çizelge 6). Bu zararlıyı sırasıyla; pirinç biti, kırma biti ve değirmen güvesi gibi zararlılar takip etmektedir. Bu zararlıların en fazla görüldüğü bölgeler; Ortadoğu ve Karadeniz Bölgeleridir. Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI 249 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 6. Mısırda Ambar Zararlıları (%) TARIM BÖLGELERİ IV V VI Marmara Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu 2,09 1,00 2,79 - 2,54 12,41 0,12 0,05 2,01 - 1,56 - 0,23 2,48 Kırma Biti (Tribolium confusum Duv.) Col: Tenebrionidae 0,61 0,43 0,01 1,26 - 0,04 Değirmen Güvesi (Ephestia kuehniella (Zell.) Co: 0,40 0,43 0,96 0,61 - 0,21 PROBLEMLER I II Orta kuzey Ege Mısır biti (Sitophilus zeamais Motsch) (Coleoptera: Curculionidae) 1,30 Pirinç biti (Sitophilus oryzae (L.) Coleoptera: Gelechiidae III VII VIII IX Karadeniz Orta doğu Orta güney TÜRKİYE 0,60 2,95 0,03 - 1,22 5,25 8,93 0,51 1,20 3,75 8,93 0,48 1,10 Mısırda görülen genel zararlıların başında; yabani domuz gelmektedir (Çizelge 7). Bu zararlıyı sırasıyla; tarla fareleri, ambar ve depolardaki fare ve sıçanlar ve zararlı kuşlar gibi zararlılar takip etmektedir. Bu zararlıların en fazla görüldüğü bölgeler; Karadeniz, Marmara ve Kuzeydoğu Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise bu zararlıların en az görüldüğü bölgedir. Çizelge 7. Mısırda Genel Zararlılar (%) TARIM BÖLGELERİ PROBLEMLER TÜRKİYE I II III IV V VI VII VIII IX Orta kuzey Ege Marmara Akdeniz Kuzey doğu Güney doğu Karadeniz Orta doğu Orta güney 7,12 2,12 7,39 2,34 16,48 10,57 2,13 6,35 Yabani Domuz (Sus Scrofa) 5,42 7,95 3,86 3,08 20,00 1,51 31,60 Tarla Fareleri (Microtus spp.) (Rodentia: Muridae) 7,19 3,86 11,57 4,72 Ambar ve Depolardaki Fare ve Sıçanlar (Rattus ratus L., Rattus norvegicus Berk., (Mus musculus L.) (Rodentia: Muridae) 1,87 1,15 3,99 1,34 10,00 2,11 15,18 0,15 0,05 3,01 Zararlı Kuşlar Corvus spp. (Passeres: Corvidae) Passer spp. (Passeres: Passeridae) Sturnus vulgaris 2,00 1,66 5,87 1,15 10,00 2,07 2,70 0,20 0,17 2,24 Zararlı Çekirgeler (Orthoptera: Acrididae, Catantopidae, Tettigoniidae, Gryllidea) 0,39 0,29 3,23 0,87 - 1,23 12,66 2,75 0,18 2,24 Salyangoz ve Sümüklü Böcekler (Helix spp. Helicella spp., Eobania spp.,) (Pulmanata: Helimacidae) (Agriolimax agrestis L., Arion spp., Limax spp., Dericory spp.,) (Pulmanata: Limacidae) 1,11 0,07 7,92 0,86 - 0,03 7,02 1,83 0,11 2,17 Körfare (Sapalax leucodon Nordmann) (Rodentia: Spalacidae) 0,14 0,02 2,96 0,29 - 0,08 5,97 0,07 0,03 1,11 - Mısırda zirai mücadelede görülen genel hataların başında; ilaçlama esnasında gerekli tedbirlere uyulmaması gelmektedir. Bu problemi sırasıyla; ilaçların sıcakkanlılara karşı zehirliliğinin (LD değeri) dikkate alınmaması, ilaçlama aletlerinde kullanım öncesi 250 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 kalibrasyon ayarının yapılmaması ve ilaçların ürünlerde bırakacağı bakiyenin (tolerans değeri) dikkate alınmaması gibi problemler takip etmektedir. Zirai mücadelede görülen genel hataların en fazla görüldüğü bölgeler; Ortadoğu ve Güneydoğu Bölgeleridir. Akdeniz ve Ortagüney Bölgeleri ise problemlerin en az görüldüğü bölgedir. 3.6. Hasat Mısır hasadında karşılaşılan problemlerin başında; hasat sonrası toprakta kalan bitki artıklarının toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturması gelmektedir. Bu problemin en fazla görüldüğü bölgeler; Güneydoğu ve Ege Bölgeleridir. Bu problemi sırasıyla; anızların yakılması, geç tarihte hasat yapılması ve bundan kaynaklanan problemler ve hasat zamanındaki yağışların hasatları olumsuz etkilemesi gibi problemler takip etmektedir. Hasatla ilgili sorunların genelde en fazla görüldüğü bölgeler; Güneydoğu, Ege ve Ortadoğu Bölgeleridir. Ortagüney Bölgesi ise sorunların en az görüldüğü bölgedir. Mısır hasadında makine kullanımı oldukça yaygındır. Makine kullanımının en az olduğu bölge; Karadeniz Bölgesidir. Makine kullanılmamasında; arazilerin küçük, parçalı ve engebeli olması, makineli hasadın pahalı bulunması gibi faktörler etkili olmaktadır. Mısırda hasat sonrasında; yağışlardan dolayı ürünlerin kurutulması ve uygunsuz şartlarda kurutmadan kaynaklanan bazı problemler yaşanmaktadır. Bu konuda en fazla problem yaşanan bölge Karadeniz, en az problem yaşanan bölge ise; Akdeniz’dir. 4. SONUÇ Mısırda sertifikalı kullanım oranı oldukça yüksek olup bu konuda fazla bir problem görülmemektedir. Ancak üreticiler ana ürün-ikinci ürün, üretim amacı ve bölge şartları dikkate alınarak hangi çeşitleri kullanmaları konusunda bilinçlendirilmelidir. Mısır ekiminde görülen problemlerin başında; münavebe yapılmadan üst üste ekim yapılması gelmektedir. Bu durum hastalık ve zararlıların artmasına yol açmaktadır. Tohumluk ve ekim konusunda eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Azotlu ve fosforlu gübrelemelerde gereğinden fazla ya da az gübre kullanımı, uygun olmayan gübre çeşitlerinin kullanımı gibi problemler yaygındır. Potasyumda ise bazı yörelerde potasyum yetersiz olduğu halde potasyumlu gübre kullanılmamaktadır. Türkiye genelinde mısır tarımında işletmelerin %43’ünde çiftlik gübresi hiç kullanılmamaktadır. Mısırda toprak tahlili yaptırmayanların oranı %50 civarındadır. Toprak tahlili yaptırılmamasında etkili olan faktörlerin başında tahlilin önemini bilmeme gelmektedir. Mısırda genel gübreleme hatalarının başında ise; gübre kullanımında teknik elemanlara danışılmaması gelmektedir. Gübreleme konusunda eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Mısırda yağışların bitkinin yıllık su ihtiyacını karşılamaması oranı %61 civarındadır. Yağışların yetersizliğine rağmen sulama yapılmama oranı ise %11 civarındadır. Sulama yapılmamasında etkili olan faktörlerin başında; sulama için gerekli altyapının olmaması gelmektedir. Bunu; yeterli su kaynağı olmaması, üreticilerde sulama için gerekli ekipman ve işgücü yetersizliği ve suların kirlilikten ya da tuzluluktan dolayı sulamada kullanılamaması gibi hususlar takip etmektedir. Bu konularda üreticiler altyapı ve maddi açıdan desteklenmelidir. Mısırda zirai mücadelede görülen genel hataların başında; ilaçlama esnasında gerekli tedbirlere uyulmaması gelmektedir. Bu problemi sırasıyla; ilaçların sıcakkanlılara karşı Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI 251 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 zehirliliğinin (LD değeri) dikkate alınmaması, ilaçlama aletlerinde kullanım öncesi kalibrasyon ayarının yapılmaması ve ilaçların ürünlerde bırakacağı bakiyenin (tolerans değeri) dikkate alınmaması gibi problemler takip etmektedir. Bu konuda eğitim ve yayım çalışmaları devam etmeli, iyi tarım uygulaması yaygınlaştırılmalıdır. Mısır hasadında karşılaşılan problemlerin başında; hasat sonrası toprakta kalan bitki artıklarının toprak işlemede ve bir sonraki ürünün ekiminde problem oluşturması gelmektedir. Hasat sonrası kalan bitki artıklarının hayvan yemi olarak kullanılması ya da toprağa karıştırılması imkânları araştırılmalıdır. KAYNAKLAR Akış, A., Kaya, B., Seferov, R., Başkan, H. O. 2005. Harran Ovası ve Çevresindeki Tarım Arazilerinde Tuzluluk Problemi ve Bu Problemin İklim Özellikleriyle İlişkisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (14). s. 21-38 (www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/ sos mak/makaleler /.../21-38.pdf. Erişim: 2012) Anonim, 2012. www.fao.org/statistics Anonim, 2013. www.tuik.gov.tr Çolakoğlu, H., İrget, M. E. 2008. Ülkemizde Kimyasal ve Organik Gübre Kullanımında Yapılan Yanlışlar ve Düzeltilme Yolları. 4. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi 8-10 Ekim 2008, Konya s. 20-23 Gençtan, T., Öktem, A., Sürek, H., Gevrek, M., Balkan, A. 2010. Sıcak İklim Tahılları Üretiminin Artırılması Olanakları. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası. 11-15 Ocak 2010, Ankara. (http://www.zmo.org.tr/yayinlar/kitap_ goster.php?kodu=82 Erişim: 2012) Kanber, R., Çullu, M. A., Kendirli, B., Antepli, S., Yılmaz, N., 2004. Sulama, Drenaj ve Tuzluluk. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI. Teknik Kongresi. Bildiri Kitabı, s. 213-252. (http://www.zmo.org.tr/ yayinlar/kitap_goster.php?kodu=82 Erişim: 2012) Kınacı, E., Kınacı, G., Birsin, M. A., Alp, A., Kutlu, İ. 2010. Serin İklim Tahılları Üretiminin Arttırılması Olanakları. VII. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası. 11-15 Ocak 2010, Ankara. (http://www.zmo.org.tr/yayinlar/ kitap_goster.php?kodu=82 Erişim: 2012) Sade, B., Soylu, S. 2008. Dünyada ve Türkiye’de Mısır Tarımı. Ülkesel Tahıl Sempozyumu, 2-5 Haziran 2008, Konya. s. 101-108. 252 Türkiye’de Dane Mısır Yetiştiriciliğinde Karşılaşılan Problemler Ahmet YULAFCI BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ *Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bitki Koruma Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ, ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, furkan54777@gmail.com Özet Verticillium dahliae Hphomycetes sınıfına ait toprak kökenli bir fungustur. Konidioforlar renksiz, ince ve vertisillat olarak 1-3 defa dallanmıştır. Bir vertisildeki fiyalit sayısı 2-4'dür. Fiyalitler ince uzun, dip tarafı geniştir. Kışı genellikle toprakta ve bitki parçaları üzerinde miselyum veya mikrosklerot olarak geçirmektedir. Düşük sıcaklıktaki topraklarda yaşamını sürdürse de 25-28°C'de optimum gelişme göstermektedir. Toprakta konukçu bitki olmadan 10 yıl kadar saprofit olarak canlı kalabilmektedir. Hastalığın meyve bahçelerinde yayılması genelde sulama ve toprak işlemesiyle toprağın taşınması şeklinde gerçekleşir. Verticillium dahliae 300’ün üzerinde bitki familyasında özellikle zeytin, antep fıstığı ve sert çekirdekli meyvelerde hastalık yapar. Hastalıkla mücadelede ilk olarak sağlıklı üretim materyali ve fidan kullanılmalıdır. Özellikle bu hastalık yönünden riskli olan alanlarda kurulacak tesislerde hastalığa dayanıklı veya tolerant çeşit ve anaçlar kullanılmalıdır. Etmenin bitkiye girişini önlemek amacıyla köklere zarar verecek derin toprak işlemesinden kaçınılmalıdır. Daha önceden hastalığın görülmediği alanlarda, meyvecilik yapılmalıdır. Toprakta en az 2 yıl V.dahliae‘nin konukçusu olmayan bitkiler yetiştirildikten sonra meyve ağaçları dikilmelidir. Özellikle topraktaki hastalık etmeninin aktivitesini azaltan veya önleyen antagonist mikroorganizmaların sayısını arttırmaya ve etmenin miktarını azaltmaya yönelik yöntemler ve yaz aylarında toprak solarizasyonu uygulanmalıdır. Sonuç olarak dayanıklı çeşit ve biyolojik mücadele etmenlerini içeren biyopreparat uygulamasının daha etkili sonuçlar verebileceği düşünülmektedir. Mücadelede dayanıklı çeşit-antagonist kombinasyonu entegre mücadelede iyi sonuçlar verebilir. Anahtar Kelime: Meyve Ağacı, Solgunluk, Verticillium dahliae Verticillium Dahliae Kleb. seen on the Fruit Trees and Disease Management Abstract Verticillium dahliae is a soil borne fungi belonging to the Hphomycetes class. Conidiophores are colorless, thin and verticillate and branched 1-3 times. Number of phialides in a verticile is 2-4. Phialides are thin and long and the bottoms are wide. It usually passes the winter in the soil and on plant parts as the mycelium or microsclerot. Although it lives in low temperature soil, it shows maximum growth at 25-28°C. It may survive as a saprophyte, up to 10 years in the soil without the hosting plants. Spread of the disease in orchards is generally due to transport of the soil by irrigation and cultivation. Over 300 plant species are known to be susceptible to Verticillium dahliae, particularly olives, pistachios and stone fruits. Healthy seedlings and propagation materials must be used in an effective disease management. Disease resistant or tolerant rootstocks or varieties must be used in contaminated areas with diseases. Deep soil tilling must be avoided in order to prevent penetration of the the host plant by pathogen. Fruit trees must be planted in the areas don’t affected by the disease previously. Fruit trees must be planted after non-host plants of V.dahliae are grown for at least 2 years in the soil. Methods that increase number of antagonist microorganisms and prevent or reduce activities of the disease propagules and reduce the amount of disease in the soil must be employed, and soil solarization must be applied during summer. As a result, resistant varieties and application of biopreparats containing biological control agents is expected to provide more effective results against the pathogen. Combination of resistant varieties and antagonist microorganisms may give good results in the integrated disease management. Keywords: Fruit Tree, Wilt, Verticillium dahliae Giriş Türkiye, birçok meyve türlerinin anavatanı ve meyvecilik kültürünün beşiğidir. Bugün, meyvecilik kültüründe önem kazanmış olan elma, armut, ayva, fındık, antepfıstığı, vişne, kiraz, erik, ceviz, badem, kestane, incir, üzüm ve nar gibi birçok meyve türü bu topraklarda ortaya çıkmıştır (Cordon ve ark., 1993). Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 253 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye çok değişik iklimleriyle çok sayıda tür ve çeşitleri bünyesinde barındırır. Bu şekilde yurdumuzda yetişen meyve tür sayısı, yeni ürünlerle birlikte 75'in üzerindedir. Bu türlerin büyük çoğunluğunun orijini Anadolu olup, turunçgillerin büyük çoğunluğu, şeftali, kivi, ananas, pikan gibi bazı meyve türleri ise çok önceden veya yakın zamanlarda yurdumuza başka ülkelerden getirilmişlerdir. Türkiye'de görülen bu büyük tür zenginliği yanında, büyük bir çeşit çokluğu vardır (Anonim, 2012a). Bu ürünler içerisinde meyve üretimi dünya da ve ülkemizde önemli yer tutmaktadır. Ülkemiz ’de meyvelerin toplam üretim alanı 29.980.385 da olup, bunun % 33’ünü subtropik meyveler, % 32’sini sert kabuklular %16’sını üzümsü meyveler, %9’unu sert çekirdekliler, %6’sını yumuşak çekirdekliler ve % 4’ünü turunçgiller oluşturmaktadır (Anonim, 2010). Tablo 1. Türkiye’de Meyve Üretimi (Ton) Meyve Üzüm Portakal Mandalina Limon Elma Armut Şeftali Kayısı Zeytin 2011(ton) 4.296.351 1.730.146 872.251 790.211 2.680.075 386.382 545.902 650.000 1.750.000 2012(ton) 4.234.305 1.661.111 874.832 710.211 2.888.985 442.646 611.165 760.000 1.820.000 2013(ton) 4.011.409 1.781.258 942.226 726.283 3.128.450 461.826 637.543 780.000 1.676.000 Türkiye’deki meyve ağaçların sayısı baktığımızda ilk sırada sert kabuklular meyveler 423.821.914 ile yer almaktadır. Zeytin ağacı sayısı ise 155.428.192 ağaç ile ülkemizde yağlı meyve grubuna ait olup oldukça yüksek sayıdadır. Sert çekirdekliler meyve grubunda 75.994.591, yumuşak çekirdeklilerde 73.680.837, turunçgillerde 34.968.323, üzümsü meyvelerde 34.858.593 ile ülkemizde meyve ağaçları önemli bir yere sahiptir. Tablo 2. Türkiye deki toplam meyve ağaç sayısı (Anonim 2012b.) Meyve Grubu Yumuşak Çekirdekliler Sert Çekirdekliler Turunçgiller Sert Kabuklular Üzümsü Meyveler Zeytin Toplam Ağaç Sayısı 73.680.837 75.994.591 34.968.323 423.821.914 34.858.593 155.428.192 Her tarımsal üründe olduğu gibi, meyvelerde de verim ve kaliteyi olumsuz yönde etkileyen birçok hastalık bulunmaktadır. Meyve yetiştiriciliği yapılan tüm ülkelerde, meyve ağacının en önemli hastalıklarından biri Verticillium dahliae (Kleb.)’nin neden olduğu solgunluk hastalığıdır. Hastalık etmeninin, geniş bir konukçu dizisine sahip olması, toprak kaynaklı bir patojen olması ve kimyasal savaşımının olmaması hastalık önemini kat ve kat artırmaktadır. Watkins (1981)’e göre Verticillium solgunluk hastalığı ilk defa ABD’nin Virginia eyaletinde 1914 yılında serada yetiştirilen pamuk bitkisinden teşhis edilmiştir. Tarla şartlarında ise hastalık etmeni 1927 yılında Tennessee’de ve 1930 yılında California’da saptanmıştır (Erdoğan ve ark., 2009). Saydam ve Copçu, (1972)’de belirtilen hastalık etmeni fungus ülkemizde 1940’lı yıllardan beri bilinmesine karşın, meyve ağaçlarında varlığı 1970 yılında Ayvalık ve Milas zeytinliklerinde 254 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 belirlenmiştir. Bu hastalığın ülkemizde, özellikle sulanan, çok sürülen ve ara ziraatın yapıldığı taban arazilerde yaygınlaşması dikkati çeken bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca pamuk ve domates gibi patojenin olduğu gibi patojenin konukçusu olduğu ürünlerin yetiştirildiği alanlarda kurulan zeytinliklerde hastalık hızla yaygınlaşmıştır (Hantal, 2008). Hastalık nedeniyle dünya çapında pamukta ürün kaybı yaklaşık 1,5 milyon balya olup, çok duyarlı çeşitlerin seleksiyonu ve performansı yüksek dayanıklı çeşitlerin kullanılmasıyla bu kayıplar azaltılabilecektir (Bell, 2001). Verticillium; Hypomycetes sınıfına ait, renksiz hiflerinin görüldüğü, vasat gelişim hızına sahip koloniler oluşturan toprak kaynaklı bir fungustur. Konidioforları, vejatatif hiften çok farklılaşmış olup, vertisillat dallanma gösterirler (Domsch et al., 1980. Melouk, 1992). Yan dallar lamba şişesi şeklindedir ve daire şeklinde aynı yerden çıkarlar (Vertisillat form). Konidiler bu yan dalların ucunda oluşurlar. Konukçu dokusu içinde vertisillat form oluşmaz. Konidiler renksiz ya da hafif renklidir. Boyutu 3-6 x 1-3 mikrondur (Korkmaz, 2005). Verticillium dahliae konukçusu olduğu bitkilerin ölü dokularında oluşturduğu mikrosklerotları ile toprakta uzun yıllar canlılığını devam ettirir (Green, 1980). Isaac (1976)’ a göre hastalık kötü çevre koşullarında toprak ve bitki artıklarında dormant olarak 14 yıl gibi uzun bir süre canlılığını koruyabilir (Korkmaz, 2005). Hastalık gelişimi için optimum gelişme sıcaklığı 21-27oC’dir (Sezener, 2008). Genel olarak ilkbaharda 20-25oC’lik, yazın ise 30-35oC arasında dalgalanma gösteren sıcaklıkların hastalık çıkışını kolaylaştırdığı bildirilmektedir. Hastalık etmeninin meyve ağaçlarından izole edilmesinde mevsimsel değişiklikler olduğu bildirilmiştir. Bu konuda ilk yapılan çalışma, kış ve ilkbaharda kolaylıkla izole edilebilen etmenini, belirtilerin şiddetli olarak görülmesine rağmen, yazın izole edilemediği sonucu elde edilmiştir. Bu sonuç ile fungusun aşırı yüksek yaz sıcaklarında öldüğü kanısına varılmıştır (Wilhelm and Taylor, 1965). Verticillium dahliae birçok otsu ve odunsu bitkide zararlı olan bir hastalık etmenidir. Ülkemizde Verticillium dahliae 200’ün üzerinde bitki familyasında konukçuluk yapmaktadır (Çubukçu, 2007). Başta pamuk olmak üzere birçok kültür bitkisi, yabancı ot ve özellikle sert çekirdekli meyve ağaçlarında önemli bir konukçudur. Verticillium dahliae hastalık belirtisi, öncelikle iletim sisteminin engellenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Patojen etkisiyle, lokal iletim demeti tıkanıkları oluşur ve bitkide su stresi başlar. Bunun sonucunda bitkide solgunluk, kuruma yaprak dökümü gibi belirtiler oluşmaktadır. Eğer tıkalı iletim demetinin yerine yeni ve sağlıklı bir ksilem demeti oluşmazsa, ölüm meydana gelir (Hiemstra,1998). Bitkide iletim demetlerinde tıkanıklığına yol açtığı için (tylose) besin elementi alımı engellenir ve fotosentez yapımı gecikir. Hastalık etmeninin duyarlı çeşitlerin yapraklarında önce solma ve pörsüme şeklinde ortaya çıkar, daha sonra ise yapraklar tamamen dökülür (El-Zik, 1985). Hastalıklı ağaçların sürgün ve dallarının uçtan geriye doğru kuruması Verticillium Solgunluğu'nun en tipik belirtisidir. Ayrıca dallar, sürgün ve yapraklar yeşilimsi rengini kaybederek kahverengiye dönmektedir. Ağaçta ana dalın kabuk dokusunun menekşe rengine dönmesi ve renk değişiminin zamanla tüm ağaca yayılması izlenirken, bu belirtilerin görüldüğü ağaçların belirti gösteren dallarından boyuna kesitler alındığında ksilemin koyu kahverengiye dönüştüğü görülmektedir (Agrios, 2005). Zeytinlerde V.dahliae akut solgunluk (apopleksi) ve ölüm, kronik solgunluk ya da yavaş ölüm olarak açıklanabilecek iki belirti tipi oluşturmaktadır. Bu iki farklı belirti tipi farklı ülkelerde bir çok araştırıcı tarafından tanımlanmıştır (Al-Ahmad and Mosli, 1993, Rodrigez Jurado et al., 1993, Serrhini and Zeroual, 1995, Thanassoulopoulos et al., Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 255 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 1979, Tosi and Zazzerini, 1998). Akut solgunluk, genel olarak kış sonundan erken ilkbahara kadar gelişmektedir. Sürgün ve dallar hızla kuruyarak ölürler. Bunun sonucu tüm ağaç ölüme gidebilir (Jimenez-Diaz et al., 1998). Buna karşın kronik solgunluk ise, öncelikle çiçeklerin nekroze olması ile tanımlanır. Hasta dallar üzerindeki yapraklar donuk yeşile döner ve kıştan önce dökülürler. Bu belirtiler ilkbaharda akut solgunluk belirtilerinden sonra ortaya çıkmaktadır. Hiemstra (1998)’e göre toprağın üst kısımlarında bulunan etmenin mikrosklerotları, kültürel işlemler, sulama ve rüzgâr gibi etkenlerle yayılırlar. Hasta zeytin yapraklarının yere dökülmesiyle topraktaki hastalık miktarının arttığı belirtilmiştir. Thanassoulopoulos (1981)’ e göre etmenin salma ve sulama ile de yakın mesafelere yayılabildiği çalışmalar ile ispatlanmıştır. Sinclair ve ark. (1987)’e göre etmenin uzun mesafelere yayılması ise hastalıklı bitki materyali kullanımı ile gerçekleşmektedir. Fidanlıklarda etmenle bulaşık materyalin kullanılması, etmenin yeni alanlara taşınmasına neden olmaktadır (Hantal, 2008). Zeytinlerde Verticillium solgunluğunun sulanan bahçelerde daha yaygın olarak görüldüğüne dair yerleşmiş bir kanı mevcuttur. Bu nedenle bahçesinde hastalık mevcut olsun veya olmasın bütün üreticilere sulama yapıp yapmadıkları önemli bir faktördür. Araştırmalara göre sulama ile hastalık çıkışı arasında doğrudan bir ilişki kurmak kolay olmamıştır. Çünkü hastalık görülen zeytinliklerin % 41' inde, görülmeyenlerin ise % 20' sinde sulama uygulandığı anlaşılmıştır. Yani oran daha düşük olmakla birlikte Batı Anadolu' da hastalık görülmeyen bahçelerin bir kısmında da sulama yapılmaktadır (Hantal, 2008). Korolev et al. (2000a)’a göre V.dahliae’nin geniş bir konukçu dizisine sahip olması ve görünüşte konukçuya özelleşmesinin az olması nedeniyle genetik farklılığın az olduğunu belirtmiştir. Ancak son zamanlarda yapılan vejetatif uyum ve moleküler çalışmalar, V.dahliae’deki genetik farklılığın önemli olduğunu göstermektedir. Vejetatif uyum, hifsel anastomosis’e maruz kalan fungal ırkların heterokaryon oluşturma yeteneğini ifade etmektedir. Bu heterokaryonu oluşturan izolatlar aynı vejetatif uyum grubunda yer almaktadır (Dinler, 2007). Joaquim and Rowe (1990)’a göre vejetatif veya heterokaryon uyum birçok bitki patojeni fungusta gösterilmiş olup onların doğal populasyonları arasındaki genetik farklılığı değerlendirmede önemlidir. Biri diğeriyle heterokaryonlar oluşturan ve anastomosis’i gerçekleştiren fungal ırklar, vejetatif uyumlu olarak değerlendirilmekte ve tek bir VCG (vegetative compatibility group = vejetatif uyum grubu)’ye dahil edilmektedir. Aksine biri diğeriyle anastomosis oluşturmayan ırklar (bunlar heterokaryon oluşturmaz) vejetatif uyumsuz olarak adlandırılır. Puhalla (1983)’ten nakledildiğine göre Katan (2000) anastomosis özel dallanmış hifler arasında oluşur, hifin uca doğru gelişen büyüme noktalarının 1-2 mm gerisinde oluşan yan dallar, iki hifi birleştiren anastomosis köprülerini oluştururlar. Sonuçta birleşen hücreler H şeklinde ve çift nükleusludur. Ancak hif boyunca hücreden hücreye çekirdek göçü olmaz ve bu iki nukleuslu hücreler çoğalma özelliğine sahip değildirler. Katan (2000)’a göre anastomosis sonucu oluşan hücrenin çekirdekleri genetik olarak birbirinin benzeri ise bu tip hücrelere homokaryon denir. Eğer anastomosis sonucu oluşmuş hücrenin çekirdekleri genetik olarak farklı bireylerden geliyor ise bu tip hücrelere de heterokaryon denir. Farklı bireyler arasındaki anastomosis rastgele bir olay değildir ve bazı özel genetik mekanizmalarla yönetilir. Burada vejetatif uyumluluk, kromozomlar üzerinde bulunan het (heterokaryon) ve vic (vegetative in compatibility) olarak isimlendirilmiş çoklu gen lokuslarının yönetimi altındadır. Vejetatif uyumsuzluk doğada heterokaryosis’in kurulmasını engeller ve genetik olarak farklı misellerin birleşmesini engeller. Ancak laboratuvarda uygun mutantlar heterokaryonlar yaratmak için rutin 256 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 olarak bir araya getirilmektedir. Nitratı kullanmayan mutantlar (nit) arasındaki heterokaryon testleri, V.dahliae izolatları arasındaki vejetatif uyumu saptamak için yaygın olarak kullanılmaktadır. Nitmutantlar, klorat eklenmiş ortamlarda klorat’a dayanıklı sektörler şeklinde ortaya çıkmaktadır (Dinler, 2007). Meyve ağaçlarında solgunluk simptomları açıkça görülebilir ve doğrudan ürünü kalitesini etkileyebilir. Meyve ağaçlarında belirtiler düşük inokulum yoğunluğunda meydana gelir. Buda zarar eşiğinin düşük olmasına neden olmuştur. Dökülen yapraklar toprak inokulum birikmesini önlemek için önemlidir. Hastalık yoğunluğu şiddetli olduğunda, yetiştiriciler tarafından sahip olunan veya daha uzun bir süre için kiraya verilir alanlarda, hassas bitki türlerinin yetişmesine uygun değildir. Verticillium solgunluğu belirtileri ağaç türlerine bağlı olarak farklı olabilir. Genellikle etkileri üç şekilde görülebilir: yaprak simptomlar (solgunluk, renk değişimi), gövde de meydana gelen simptomlar (ksilem renginin değişmesi ve damarların tıkanması) ve gerileme (bodurluk ve geri ölüm). Belirti görülen ağaçlar ölebilir, ama çoğu zaman yaprak dökümünden sonra ya da özellikle kök tabanından adventif sürgünler oluşumu ile yaprakları gömme yoluyla hastalıktan kurtarılabilir (Goud ve ark., 2003). Antep fıstığında genellikle Haziran ayında ilk simptomları görülür ve Ekim-Kasım aylarına kadar daha da şiddetlenir. Hastalıklı sürgünler önce sararır. Sonra güneş yanığına benzer renge döner ve yavaş yavaş kurur. Bazı hastalıklı bitkiler hastalandığı yıl ölebilirler ( Epstein ve ark., 2004). Bağlarda meydana gelen Verticillium solgunluğu belirtileri tüm bitkinin ya da bir kısmının solması olarak bilinmektedir. Solgunluklar genellikle su gereksinimin fazla olduğu sıcak sezonlarda ortaya çıkmaktadır. Fungus kök ve gövdenin iletim dokularını istila eder ve iletim demetlerinin kararmasına neden olur (Bonfiglioli, 2007). Erik ağaçlarında meydana gelen Verticillium solgunluğunda enfekteli ağaçlarda yapraklarda renk değişimleri, solgunluk, sürgünlerin çıplak kalması, iletim demetlerinde, renk değişimi, tek taraflı, ileri hallerde tüm dal kurumaları görülmüştür. Hastalığın görüldüğü erik bahçesinin pamuktan bozma bir arazi oluşu aynı yörede önceleri pamuk tarımı yapılan topraklarda kurulan şeftali ve kayısı bahçelerinde Verticillium solgunluğuna sorun olması, pamuktan bozma bir araziye kurulan meyve fidanlığında özellikle kayısı fidanlarının aynı hastalık yüzünden hemen elden çıkması, yeni kurulacak plantasyonlarda dikkatle üzerinde durulması gerekmektedir (Sarıbay ve Demir, 1984). Kayısı ağaçlarında meydana gelen Verticillium solgunluğunda enfekteli ağaçlarda önce sararmalarla başlayıp yer yer dal kurumaları, daha sonra tüm ağacın kurumasına yol açar (Sarıbay ve ark., 1972). Kirazda Verticillium solgunluğu ilk belirtileri genellikle yaprakların sararması ve ani solma ile yaz sonunda görünür. Kiraz, geriye doğru kurumaların yaygın ve yaprak üzerine ölüm bir veya daha fazla dallar üzerinde meydana gelmektedir. Fungus birçok odunsu dokuda kahverengimsi renk solması veya çizgilenmeye neden olur, fakat bu belirti kirazda her zaman açık değildir. Etkilenen ağaçları ölebilir, ancak hastalıklı ağaçlar genellikle kendiliğinden iyileşir. Belirtiler hafif olduğu zaman kurtarma olasılığı daha yüksektir. Toprakta bulunan özellikle Prantylenchlus spp. gibi yüksek nematod populasyonu da hastalık şiddetini artırmaktadır. Ayrıca Vesicular-arbuscular mycorrhiza (VAM) hastalığı azaltmaktadır. Son olarak en çok hastalığın görüldüğü meyvelerden biri olan zeytinde ise simptomlar iki şekilde görülmektedir. Bunlardan ilki, kış sonundan ilkbaharın ilk aylarına kadar Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 257 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 gelişen ve kendini daha çok sürgün ve dalların kuruyarak ölmesi olarak belli eden akut solgunluktur. Belirtiler önce yaprakların renginin açılması, sonra kahverengiye dönerek uzunlamasına geriye doğru kıvrılması ile başlar. Eğer uçlardan geriye doğru kuruma ve ölüm çok hızlı gelişir ise bu durumda 'inme' adı verilen ve ağacı tümden ölüme götüren ağır bir tablo ortaya çıkar. Diğer belirti ise ilkbaharda akut solgunluk belirtilerinden sonra ortaya çıkan ve yaz aylarına doğru yavaşça gelişen kronik solgunluk belirtileridir. Ancak bu defa kuruma ilk olarak çiçeklerde meydana gelir. Çiçekler ölür ancak sürgünlerin üzerinde asılı kalırlar. Daha sonra bunu hastalıklı dallar üzerinde bulunan yaprakların renginin donuk yeşile dönerek dökülmesi izler. Dallar çıplaklaşır, sadece sürgün uçlarındaki yapraklar kalır. Hastalıklı sürgün ve dalların kabuğu kırmızımsı kahverengi olur ve içteki iletim dokularının rengi de koyulaşır (Hantal, 2008). Kronik solgunluk görülen ağaçlarda, zeytinin kendini yenileme yeteneği ile hastalık iyileşme görülebilir. Bu durum, yaşlı veya hastalıklı ksilemin çevresinde bulunan kambiyum dokusunun genç ksilem tabakalarının oluşturmasından kaynaklanmaktadır. İyileşme, ağaçların enfekte olmuş veya zarar görmüş dokuların iyileştirmesi nedeniyle değil, o bölgeyi izole etmesi ve onun yerine işlevsel dokular koyması nedeniyle olmaktadır. Bu nedenle hastalığın bitkilerdeki gelişimi bir mevsimden diğerine bağımsızdır. Yani bir ağaçtaki hastalık seyri diğer bir seyri sonraki mevsimde farklı olabilir (Hantal, 2008). Bulaşıklı ağaçları, sonraki büyüme mevsiminde hastalıktan kurtarabilirsiniz. Hastalıktan kurtulma özellikle sık sık gözlenmektedir. Ancak şu yıllarda yine hastalıklı olma şansı daha yüksek oldu. Ayrıca, hastalıklı bitkilerin komşu bitkilerden bulaşma şansı daha yüksek olmaktadır. Böylece hastalıklı ağaçları toprak inokulum birikmesini önlemek için en kısa sürede kaldırılması gerekmektedir (Goud ve ark., 2003). Kök-ur Nematod yoğunluğunun fazla bulunduğu kumlu ve kumlu-tınlı alüviyal toprak tipindeki bölge pamuk alanlarında solgunluk hastalık şiddetinin fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu gibi yerlerde nematod zararı, bitki daha fide devresinde iken daha da çok artmakta ve bölgenin bazı yerlerinde % 10-50 kadar yükselmektedir. Bitkiye nematodlar ile V.Dahliae ’nin etkileşimleri sonucu patates ve şeker akça ağacında bir takım değişikler meydana getirmiştir. Bu nematodlar genellikle zarar eşiğini düşüren ve etkileşimleri hastalığı tahmininde dikkate alınması gerekmektedir (Goud ve ark. , 2003) Kimyasallar tarafından V.dahliae kontrolü mümkündür, ancak kullanımları nedeniyle potansiyel çevre kirliliği ve sağlık riskleri nedeniyle yasak ve sınırlıdır. Başlangıçta inokulum yoğunluklarını azaltmak için alternatif yöntemler serada uygulama için uygun olup ancak maliyetlidir. Bu nedenle, güvenilir bir hastalık öngörüsünde acilen bu pahalı yönetim uygulamaları garantilidir ve bu konuda karar vermeleri gereklidir. Bu fidan gibi değeri yüksek bitkiler için özellikle doğrudur. Hastalık dikim öncesi tahmin değerlendirilmesi ile mümkündür. V.dahliae inokulum yoğunluğu yabani turp, domates, karnabahar, pamuk arasında gözlenmiştir. Hasat verimi göreceli olarak etkilenmez olabilir. Ağaçların hastalık görülme sıklığı ve hasar eşikleri arasındaki ilişki inokulum yoğunluklarına bağlıdır. Şimdiye kadar inokulum yoğunluğu hakkında kantitatif bilgi eksikliği vardır. Fidanlıklarda V. dahliae için bir kontrol yöntemi olarak solarizasyon etkinliğini araştırılmıştır. Solarizasyon yaz aylarında 6-8 hafta boyunca, hava geçirmez plastiklerle malçlama ile birlikte toprak aynı zamanda taze organik maddeleri de (örneğin; çimen) içeriğinide korumaktadır. Bunun sonucu olarak, V.dahliae toprak inokulum yoğunluğu %85 oranında azaltıldı. Ayrıca, bitki patojenik nematodları % 99 oranında öldürmüştür. 258 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Fidan gibi değeri yüksek ürünlerin ve böyle düşük bir zarar eşiği ile verim kaybına yol açmakta ise, solarizasyon hastalığı azaltmak için iyi bir yöntem olmaktadır (Goud ve ark. , 2003). Kimyasal mücadelesi olmayan Verticillium solgunluğuna karşı mücadelede yeni stratejilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Bitkilerinin yeşil aksamının çiçeklenme döneminde toprağa karıştırılması pamuk bitkilerinin V.dahliae ile enfekte olmalarını azaltmıştır. Arpa yeşil gübre uygulaması hastalık şiddetini azaltmada en etkin uygulama olmuştur. Bunun yanında fiğ yeşil gübre uygulaması da hastalık şiddetini azaltmıştır. Fabacae ve Graminae familyalarına ait bitki eklerinin V.dahliae Kleb. etmenini öldürme mekanizmaları net olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte organik eklerin toprak kökenli hastalık etmenlerinin yapılanmasında önemli bir rol oynadığı herkes tarafından kabul görmektedir (Erdoğan ve ark., 2011). Yapılan araştırmalarda ilerlemelere rağmen, hala bazı sorunların çözülmesi gerekmektedir. Moleküler yöntemlerle anaç, bitki sağlığı etkileyen faktörlerin analizi, toprak sağlığı ve Verticillium solgunluk oluşumu arasındaki ilişki ve toprakta V. dahliae miktarının iyileştirilmesi seçimi odaklanmalıdır. Materyal ve Metod Materyal Bu çalışmanın materyali Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve Ziraat Fakültesi Kütüphanesindeki tez ve süreli yayınlar oluşturmuştur. Ayrıca Google arama motoruna ‘Verticillium dahliae’, ’Verticillium Solgunluğu’, Verticillium dahliae trees’ gibi anahtar kelimeler yazılarak internetten tez ve yayınlar taranmış ve yapılan bu araştırmada derlenmiştir. Metod Google arama motoruna yazılan anahtar kelimeler sonucunda 12 tez bulunmuştur. Bu tezler yapılan taramalar sonucu derleme çalışmasında kullanılmıştır. Ayrıca internet üzerinden Bitki Koruma Bülteni sitesi arşivlerinde elde edilen kaynaklara göre 1952 den günümüze kadar olan 52 cilt yayın taranmıştır. Bunların içinde Verticillium solgunluğu ile ilgili 12 yayın bulunmuştur. Türkiye Fitopatoloji Derneği (The Journal of Turkish Phytopathology) sitesinden yapılan tarama sonucunda ise 1971 yılından günümüze kadar olan yayınlar taranıp araştırılmış ve konu ile ilgili yayın ve makaleler okunmuştur. Bunun sonuncundan yapılan araştırmalarda arşivlerden elde edilen kaynaklara göre 32 cilt taranmıştır ve konuyla ilgili 17 yayın ve makale bulunmuştur. Sonuç Bu hastalık etmeniyle mücadele konusunda dünyadaki yapılan çalışmaları içeren literatür bilgilerine dayanan ve ülkemizde uygulanabilir olduğunu düşündüğümüz etmenin toprağa bulaşmasını, yayılmasını ve köklerden bitkiye girmesini önlemek için tedbirler önem arz etmektedir. Özellikle bu hastalık yönünden riskli olan alanlarda kurulacak tesislerde hastalığa dayanıklı, tolerant çeşit ve anaçlar kullanılmalıdır. Etmenin bitkiye girişini önlemek amacıyla köklere zarar verecek derin toprak Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 259 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 işlemesinden kaçınılmalıdır. Özellikle ağaç köklerinin bulunduğu bölgede olmak üzere topraktaki hastalık etmeninin aktivitesini azaltan veya önleyen antogonist mikroorganizmaların sayısını arttırmaya ve etmenin miktarını azaltmaya yönelik şu yöntemler uygulanmalıdır; Fidanların dikilmesi sırasında dikim toprağı ile hastalık belirtisi görülen ağaçların kök bölgesindeki toprağa brokoli kalıntısı tek başına veya diğer yeşil gübrelerle birlikte karıştırılmalıdır. Özellikle hastalık belirtisi olan ağaçların köklerinin bulunduğu alana sıcak yaz aylarında toprak solarizasyonu uygulanmalıdır. Toprak solarizasyonunun uygulanması sırasında ışığı geçirecek şekilde saydam ve geçirgen polietilen kullanılmalıdır. Hastalıkla mücadelede önemli yollardan biri kültürel mücadeledir. Sağlıklı üretim materyali ve fidan kullanılmalıdır. Daha önceden hastalığın görülmediği alanlarda, meyvecilik yapılmalıdır. Ancak, hastalığın konukçusu olan bitkilerin tarımının yapıldığı yerlerde yetiştiricilik yapılacaksa, bu toprakta en az 2 yıl V.dahliae‘nin konukçusu olmayan buğdaygiller, baklagiller, pirinç, yonca gibi bitkiler yetiştirildikten sonra meyve ağaçları dikilmelidir. Solgunluk ve kuruma belirtilerinin görüldüğü hastalıklı sürgün ve dallar sağlam kısımdan itibaren budanmalı ve bahçeden uzaklaştırılmalıdır. Yere dökülen hastalıklı yapraklar toprakta enfeksiyon kaynağı oluşturacağından, yapraklar dökülmeden önce budama tamamlanmalıdır. Hastalığın bulaşma ve taşınma riskini azaltmak amacıyla budama aletleri %10’luk çamaşır suyu (sodyum hipoklorid) ile dezenfekte edilmelidir. Bitkide belirti görülen tıkalı iletim demetlerini tedavi edici hiçbir uygulama da yoktur. Verticillium solgunluğunun mücadelesine yönelik yapılan çalışmalarda; ekim nöbeti, dengeli gübreleme (N-P-K oranı 1-0,7-1), sulama zamanı ve sulama yöntemi, yabancı ot mücadelesi ile dayanıklı çeşit geliştirme çalışmaları ele alınan konular olmuştur. Kimyasal savaşımı bulunmayan hastalığın kontrolünde en etkili yöntemlerden birisi dayanıklı çeşit kullanmaktır (Wilhelm, 1974). Fakat El-Zik (1985)’e göre son 25 yıldır Verticillium solgunluğuna karşı tolerant veya dayanıklı olarak geliştirilen American upland pamuklarında (Gossypium hirsutum L.) yüksek seviyede dayanıklılık hala sağlanabilmiş değildir. Verticillium solgunluğuna karşı üzerinde durulan mücadele yöntemlerinden biri de biyolojik mücadeledir. Hastalığa karşı yapılan biyolojik mücadele çalışmalarına bakıldığında, hem fungal hem de bakteriyel antagonistler kullanılarak hastalığın kontrol altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir. Bunlardan fungal antagonistler içerisinde P. oligandrum, Talaromyces flavus, Trichoderma spp.ve mikorizal funguslar yer almaktadır. Toprak kökenli fungal patojenleri baskı altına almasının sebebi; patojene karşı rekabet edebilme güçlerinin fazla olması, patojene karşı bitkiye sistemik dayanıklılık kazandırmaları, mikolitik enzime sahip olmaları, antibiyotik ve siderofor gibi metabolitleri üretmelerindendir ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Dünyada Verticillium solgunluğuna karşı biyolojik mücadele çalışmalarında Fluoresan Pseudomonas bakterileri kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Toprak kökenli patojenlere karşı, kimyasal savaşın genellikle başarılı olmadığını, buna karşılık biyokontrol ajanlarının rizosferde iyi kolonize olduğunu ve kimyasallara göre yaprakta toksik etkisinin olmadığını, biyokontrol ajanlarının sadece hastalığı kontrol etmeyip aynı zamanda bitki gelişimini artırdığını, bu ajanlardan özellikle Fluoresan Pseudomonas bakterilerinin hem biyolojik mücadelede başarılı olmaları hem de bitki gelişimini teşvik etmeleri sebebiyle yaygın bir şekilde kullanıldığını ifade etmiştir. Bütün bu bilgilerin ışığı altında Verticillium solgunluğuyla mücadele etmenin hiç de kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Hastalığı yeterli şekilde kontrol edebilen kimyasal ilaç 260 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 bulunamamıştır. Dayanıklı çeşit ve biyopreparat uygulamasının daha etkili sonuçlar verebilmektedir. Solgunluk hastalığı ile mücadelede dayanıklı çeşit antagonist kombinasyonu biyolojik mücadelenin entegre mücadelede en iyi alternatiflerden biri olabilir (Yolageldi, 2003). Karamsarlığa düşmesine engel olunabilmesi için bu hastalığın biraz daha önemsenmesi ve özellikle de tarım teşkilatına bağlı araştırma kuruluşları ve ziraat fakültelerince hastalığın mücadelesine yönelik araştırmalar yapılması çok gereklidir. Yine hastalığı tanıtmak ve mücadelesinde etkili olabilecek yöntemleri öğretebilmek için Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yayın teşkilatınca hem üreticilere hem teknik personele yönelik bilgilendirme toplantıları yapılması çok faydalı olacaktır. Kaynaklar Agrios, G. N. 2005. Plant Pathology, The Fifth Edition. Academic Pres, Department of Plant Pathology, University of Florida, 527 Pp. Al-Ahmad, M. A. and Mosli, M. N. 1993. Verticillium Wild of Syria. Bull OEEP/EPPO BUL., 23: 521-529. Anonim, 2010. Tüik Verileri (www.tüik.gov.tr) 25.06.2012. Anonim, 2012a. Tüik Verileri (www.tüik.gov.tr) 15.07.2011. Anonim, 2012b. Meyvecilik Kültürünün Tarihçesi (http://www.bahcesel.com/forumsel/genel-meyvecilik) 15.07.12 Bell, A. 2001. Verticillium Wilt. 28-31, in Eds, T.L. Kirkpatrick and C.S. Rothrock “Compendium of Cotton Diseases” Second ed. APS Pres VIII+77. Bonfiglioli, R., Mcgregor S. 2007. Verticillium Wilt İn New Zealand Vines, www.winebiz.com.au (25.09.14). Cordon, J. M. , Lauret, F. 1993. Les Fruits; Ed. Economica, http://www.meyed.org.tr/tarim/index.php?p=2. (12.07.12) . Çubukçu, N. 2007. Pamuklarda Verticillium Solgunluğu (Verticillium dahliae Kleb.)’na Karşı Endofitik Bakterilerle Biyolojik Mücadele Olanakları, Yüksek Lisans Tezi Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 58s. Dinler, H. 2007. Aydın İli’nde Pamuk Alanlarında Elde Edilen Verticillium dahliae Kleb. İzolatlarının Vejetatif Uyum Gruplarının (VCGs) Saptanması, Yüksek Lisans Tezi Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 56s. Domsch, K. H. , Gams, W. and Anderson, T. H. 1980. Compendium Of Soil Fungi, Academic Pres, 1: 859. El-Zik, K. M. 1985. Integrated Control Of Verticillium Wilt Of Cotton. Plant Disease, 69: 1025-1032. Epstein, L. , Beede, R. , Kaur, S. and Ferguson L. 2004. Department of Plant Pathology, University of California, Davis 95616. Erdoğan, O. , Dündar, H. , Göre, M. 2009. Bazı pamuk genotiplerinin verticillium solgunluk hastalığı etmeni (Verticillium dahliae Kleb.)’ne karşı reaksiyonlarının belirlenmesi, Bitki Koruma Bülteni 2011, 51: (2) 159-173. Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 261 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Erdoğan, O. , Göre, M. E. ve Özbek, N. 2011. Yeşil gübre uygulamalarının organik pamuk üretiminde solgunluk hastalığı (Verticillium dahliae Kleb.)’na ve verime etkileri. Bitki Koruma Bülteni 2012, 52 (1) : 81-91. Goud, D. C. , Termorshuizen, A. J. ve Vanbruggen A.H.C. 2003. Verticillium Wılt In Trees: Detection, Prediction and Disease Management. İn Verticillium wilt İn Trees (eds A. H. C. Vanbruggen, A. J. Termorshuizen, K. V. Subbarao, J.A. Hiemstra, P.C. Struik, P. W. Crous ) 98s, ISBN 90-5808-872-3. Green, R. J. 1980. Soil Factors Affecting Survival Of Microsclerotia Of Verticillium Dahliae. Phytopathology 58: 657-570. Hantal, M. 2008. Güney Marmara Bölgesin Zeytinliklerinde Verticillium Solgunluğunun Yaygınlığı ve Etmenin Patotiplerinin Belirlenmesi, Yüksek Lisans Tezi (Ege Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü) 48 s. Hiemstra, J. A. 1998.Some General Features of Verticillium Wilts İn Trees. IN: J. A. Hiemstra and D. C. Haris (Eds) A. Compendium Of Verticillium Wilts İn Tree Species. Ponsen and Looijen, Wageningen, The Netherlands, 80 Pp. Isaac, I. 1976.Speciation İn Verticillium Annual Review Of Phytopathology S.201-222 Jimenez-Diaz, R. M. ,Tjamos, E. C. and Circelli, M. 1998. VerticilliumWilt of Major Tree Hosts Olives in Hiemstra J.A., D.C. Haris (eds). Compedium of VerticilliumWilts in Tree Species, PP:13-16. Joaquım, T. R. and Rowe, R. C. 1991. Vegetative Compatibility and Virulence of Strains of Verticillium dahliae From Soil and Potato Plants. Phytopathology, 81: 552-558. Katan, T. 2000.Vegetative Compatibility in Populations of Verticillium - An Overview. (E. J. Tyjamos, R. C. Rowe, J. B. Heale, And D. R. Fraveleds.) Advences in Verticillium Research and Disease Management. APS Pres, St. Paul, Mn. , p.6986. Korolev, N. , Jımenez-Dıaz, R. M. , Katan, J. , Perez-Artes, E. , Garcıa-Pedrajas, M., Bejarano-Alcazar, J. D., Rodrıguez-Jurado and Katan, T. 2000a. (E. J. Tyjamos, R. C. Rowe, J. B. Heale, And D. R. Fraveleds.) Advences in Verticillium Research and Disease Management. APS Pres, St. Paul, Mn., Pp.109-111. Korkmaz, Y. 2005. Pamuk Solgunluk Hastalığı Etmeni Verticillium dahliae Kleb. İzolatlarının Morfolojik ve Patolojik Özellikleri ve Bazı Pamuk Çeşitlerinin Hastalığa Tepkisi, Yüksek Lisans Tezi (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü) 41s. Puhalla, J. E. and Hummel, M. 1983.Vegetative compatibility groups with in Verticillium dahliae. Phytopathology, 73: 1305-1308. Rodrigez Juradao, D. , Blanco-Lopez, H. F. , Rapoport, H. and Jimenez-Diaz, R. M. 1993. Present Status of Verticillium Wilt Olive in Andalucia OEEP/EPPO BUL. , 23: 513- 516. Sarıbay A., Delen N., Ercivan S. 1972. VerticilliumWilt of Apricot, Regıonal Plant Protectıon, Turkısh Journal of Phytopathology, 2: (2) 90-92. Sarıbay And Demir, 1984. VerticilliumWilt of Plum, Regıonal Plant Protectıon, Turkısh Journal of Phytopathology, 13: (2-3) 105-109. 262 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Saydam, C. , Çopçu, M. 1972. Vertıcıllıum Wılt of Olives in Turkey. J. Turkısh Phytopathol. , 1: (2) 45-49. Serrhini, M. N. and Zeroural, A. 1995.VerticilliumWilt in olive in Moracco, Oliveae 58: 58-61. Sezener, V. 2008. Farklı Pamuk Genotipleri ile Bunların F1 Melez Popülasyonlarında Verticillium’a Karşı Dayanıklılığın Bazı Tarımsal Özelliklerin Kalıtımının Saptanması, Doktora Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 125 s. Sinclair, W. A. , Lyon, H. H. and Jhonson, W. T. 1987.Disease of trees and shrubs. Comstock Publishing Associates, Cornell. University Pres, Ithaca and London, 547 pp. Thanassoulopoulos, C. C. , Bris, D. A. And Tjamos, E.C. 1979. Survey of Verticillium Wilt of Olive Trees in Greece, Plant Disease Reporter, 63: 936-940. Tosi, L. and Zazzerini. A. 1998. Investigations on The Epidemiology of Verticillium Wilt in Olive in Central Italy. Olivae 71: 50-55. Watkıns, G. M. 1981.Compendium of Cotton Diseases. Published by the American Phytopathological Society. 41-44 pp. Wilhelm, S. and Taylor, J. B. 1965.Control of Verticillium Wilt of Olive Through Natural Recovery and Resistance. Phytopathology 55: 310-316. Yolageldi, L. , Onoğur, E. and Tunç, C. 2003.Presentstatues of Verticillium Wilt in Western Anatolia and some factors affecting the disease prevelance. J. Turkish. Phytopathol., 32 (1): 31-39. Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ 263 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 264 Meyve Ağaçlarında Görülen Verticillium Dahliae Kleb. ve Mücadelesi Furkan COŞKUN* Yaşar ALPTEKİN¹ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ *GTHB, TAGEM Yağlı Tohumlar Araştırma İstasyonu Müdürlüğü-OSMANİYE, ferrinferda.asik@gthb.gov.tr Özet Yağlar, proteinler ve karbonhidratlar insan organizması için 3 temel besin maddesini oluşturmaktadır. Bunlar içerisinde enerji kaynağı olarak yağlar ayrı bir öneme sahiptirler. Normal bir insanın günlük faaliyetlerini yerine getirebilmesi için toplam 2800-3000 kaloriye gereksinim vardır. Bunun % 30-35’ini (850-900 kalori) yağlardan alması gerekmektedir. İçerdikleri yağ, protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminler nedeniyle, insan ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan yağlı tohumlar, aynı zamanda, sanayi sektörü içinde önemli bir hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Yağlı tohumlu bitkiler; sahip oldukları değerli içerik maddeleri nedeniyle, çok yönlü kullanım alanlarına sahip, asrın harika bitkileridir. Yağ bitkileri, yağ üretiminde hammadde olarak, karma yem üretiminde, toprak verimliliğini arttırmada, yeşil yem (silaj) ve kuru ot olarak, ekim nöbeti bitkisi olarak, arı yetiştiriciliğinde, bio-dizel üretiminde ve sanayide hammadde kullanılırlar. Ürün cinslerine göre bir kıyaslama yapıldığında, dünya yağlı tohum üretiminin yarıdan fazlasının % 55.4’lük bir oranla soyadan karşılandığı bunu % 14.9’luk bir oranla da kolza tohumunun izlediği görülmektedir. Diğer yağlı tohumların payı ise, pamuk % 10.8, yerfıstığı % 9.4, ayçiçeği % 8.6 ve susam % 0.9 dur. Ülkemizde ortaya çıkan ham yağ açığını kapatabilmek, ithal yoluyla döviz kaybını önleyebilmek ve işlenmiş yağ ihraç ederek, ülkemize döviz kazandırmak ve Türk çiftçisinin gelir seviyesini yükseltebilmek için, acilen gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Yağ Bitkileri, Yağlı Tohumlar, Yağ Üretimi. 1. BİTKİSEL YAĞLAR ve ÖNEMİ Yağlar, proteinler ve karbonhidratlar insan organizması için 3 temel besin maddesini oluşturmaktadır. Bunlar içerisinde enerji kaynağı olarak yağlar ayrı bir öneme sahiptirler. 1 gr yağın vücutta yakılması sonucu 9,3 kalorilik bir enerji ortaya çıkarılmasına rağmen, 1 gr proteinin sağladığı enerji miktarı 4 kalori ve 1 gr karbonhidratın sağladığı enerji ise 4,5 kaloridir (Bütün,1993). Normal bir insanın günlük faaliyetlerini yerine getirebilmesi için toplam 2800-3000 kaloriye gereksinim vardır. Bunun % 30-35’ini (850-900 kalori) yağlardan alması gerekmektedir. Normal beslenme kurallarına göre, insanlar gereksinim duydukları toplam yağın 1/3’ ünü sıvı olarak yemeklerle, 1/3’ünü katı yağ olarak kahvaltılarda ve 1/3’ünü de peynir, süt, fındık gibi besinlerle almalıdırlar. Yapılan hesaplamalara göre; yemeklerle ve kahvaltılarda alınması gerekli toplam yağ miktarı günlük 63 gr dır. Bu ise yılda kişi başına 23 kg yağ demektir. Kimyasal olarak yağ asitlerinin trigliseridleri olarak bilinen yağlar (3 Yağ Asiti + Gliserin = Yağ); insan beslenmesinde enerji kaynağı olma yanında, diğer etkileri de bulunmaktadır. Bunlar; a) A, D, E ve K gibi yağda çözünen vitaminleri içerirler b) Vücut yapısının gelişmesi için gerekli esansiyel (temel) yağ asitlerinin kaynağını teşkil ederler c) Yemeklere lezzet ve tat kazandırırlar d) Midenin boşalma süresini uzatarak acıkmayı geciktirirler e) Organların dış etkilerden korunmasını sağlarlar f) Sanayide hammadde olarak kullanılırlar g) Biodizel üretiminde kullanılırlar. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 265 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Yağlar içerdikleri yağ asitlerinin miktarına göre; yemeklik sıvı yağ, sabun, parfümeri ve diğer endüstri kollarında olmak üzere, farklı amaçlar için kullanılırlar. Kimyasal yapı bakımından yağlar; doymuş, tekli doymamış ve çoklu doymamış yağlar olarak 3 grupta toplanmaktadır. Bu üç grupta tüm yağlarda mevcuttur, ancak oranları yağ cinslerine göre değişmektedir. Yağlarda bulunan doymamış yağ asitlerinin, doymuş yağ asitlerine oranı (P/S), önemli bir kalite faktörüdür. Bu oran, ne kadar yüksek olursa, yağların insan sağlığı açısından önemi de o kadar fazla olmaktadır. Bazı yağların yağ asitleri bakımından durumları ve P/S oranları Çizelge 1’de verilmiştir. Çizelge 1. Bazı Yağların, Yağ Asitleri Bakımından Durumları ve P/S Oranları Çoklu Doymamış Yağ Yağ Cinsi Asidi (%) Ayçiçek 69 Mısır Özü 62 Soya 61 Yerfıstığı 33 Kolza 32 Palm 10 Zeytin 9 Sığır İç Yağı 4 Tereyağı 4 Tekli Doymamış Yağ Asidi (%) 20 25 24 49 62 39 77 44 30 Doymamış Doymuş Yağ P/S Yağ Asidi Asidi Oranları Toplamı (%) Toplamı (%) 89 11 8.1 87 13 6.7 85 15 5.7 82 18 4.6 94 6 15.7 49 51 1.0 86 14 6.1 48 52 0.9 34 66 0.5 Doymamış yağ asitleri: Oleik, Linoleik ve Linolenik; Doymuş yağ asitleri: Palmitik ve Stearik Yağlarda; yağın beslenme değerini belirleyen önemli kriterlerden biri de, besin değeri faktörüdür (B.D.F). Yemeklik yağlarda; yağın hesaplanan besin değeri faktörünün (B.D.F) 2-4 arasında bulunması o yağın besin değerinin yüksek olduğunu göstermektedir. B.D.F değerinin artması ise, yağın besin değerinin düştüğünü ifade etmektedir. Linoleik (18:2) + Linolenik (18:3) Besin değeri faktörü (B.D.F): açıklanmaktadır. ---------------------------------------- formülüyle Palmitik (16:0) + Stearik (18:0) B.D.F değeri Yerfıstığı için 2.6, soya için 2.7, mısır özü için 4.3 ve aspir için ise 9.1 olarak hesaplanmıştır. Bu formülün incelenmesinden de görüleceği gibi 18:1 ve 18:2 yağ asitlerinin oranı bir birine yakın olan yağların, besin değerinin yüksek olduğu görülmektedir (Esendal ve ark.2008). Doymuş yağ asitleri yüksek olan yağlar, insan sağlığı açısından tehlike oluşturmaktadırlar. Özellikle hayvansal kökenli yağlar, doymuş yağ asitleri bakımından zengindirler. Bu nedenle, insanlar gereksinim duydukları yağın en az % 30’unu bitkisel kökenli yağlardan karşılamalıdırlar ve bunlarda çoklu doymamış yağ asitleri içermelidir (Anonymous,1994). 266 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2. YAĞLI TOHUMLU BİTKİLER ve ÖNEMİ İçerdikleri yağ, protein, karbonhidrat, mineral maddeler ve vitaminler nedeniyle, insan ve hayvan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan yağlı tohumlar, aynı zamanda, sanayi sektörü içinde önemli bir hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Yağlı tohumlu bitkiler; sahip oldukları değerli içerik maddeleri nedeniyle, çok yönlü kullanım alanlarına sahip, asrın harika bitkileridir. Dünya üzerinde yabani ve kültürel olarak yetiştirilen tek ve çok yıllık birçok bitkinin etli meyve kısmı, çoğunlukla tohumları değişik oranlarda yağ içermektedirler. Çizelge 2. Başlıca Yağlı Tohumlu Bitkiler ve İçerdikleri Yağ Oranları. Bitkiler Ayçiçeği Çiğit Soya Yerfıstığı Susam Kolza Aspir Haşhaş Keten Ketencik Hintyağı Yağ Oranları (%) 40-50 16-20 18-24 45-55 45-60 35-45 25-40 40-55 30-45 30-45 50-60 Çizelge 2’de verilmeyen, ancak tohumlarından ve meyvelerinden yağ elde edilen çok yıllık yağ bitkileri de bulunmaktadır. Bunlar; Jojoba, Zeytin, Hindistan cevizi (coco) ve Hurma (palm)’dir. Bunlardan, Coco ve Palm tropik kökenli bitkilerdir. Önemi ana başlıklar halinde aşağıda özetlenmiştir: 2.1.Yağ Üretiminde Hammadde Olarak Kullanımı Hayvansal kökenli yağların üretiminin pahalı ve yeterli olmaması nedeniyle, insan beslenmesi için gereksinim duyulan yağların büyük bir kısmı bitkisel kökenli yağlardan karşılanmaktadır. 2013 yılı verilerine göre; yaklaşık 200 milyon ton olan dünya ham yağ üretiminin (% 85) 169 milyon tonunu bitkisel yağlar, (% 15) 31 milyon tonunu ise hayvansal yağlar oluşturmaktadır. 2011 yılı verilerine göre ülkemizde, iç ve dış kaynaklardan olmak üzere toplam üretilen ham yağ miktarı ise 2.575 bin ton olup, bunun 2.239 bin tonu bitkisel yağlardan 336 bin tonu da hayvansal yağlardan oluşmaktadır. Bu açıdan yağlı tohumlu bitkilerin üretimi ülkemiz ekonomisi açısından büyük bir öneme sahiptir. 2.2. Karma Yem Üretiminde Kullanımı Yağlı tohumların içeriğinde bulunan yağın alınması sonucu geriye kalan kısma küspe denilmektedir. Ham protein oranı bakımından oldukça yüksek değerlere sahip olan yağlı tohum küspeleri, hayvan beslenmesi bakımından önemli bir yere sahiptir. Karma yem üretiminde temel ham madde olarak tahıllar kullanılmaktadır. Ancak, tahıllar lizin ve metionin gibi esansiyel aminoasit içeriği bakımından fakirdirler. Tahıllarda eksik olan bu aminoasitler, yağlı tohumlarda yüksek miktarda olduğundan karma yemlerdeki lizin ve metionin açığı yağlı tohum küspeleriyle kapatılmaktadır. Dünyada yaklaşık 306 milyon ton yağlı tohum küspesi üretilmekte ve bu miktarın tamamına yakın kısmı karma yem üretiminde kullanılmaktadır (FAO, 2013). Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 267 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 2.3. Yağlı Tohumlu Bitkilerin Toprak Verimliliğine Katkısı Yağlı tohumlu bitkilerden olan soya ve yerfıstığı baklagil bitkisi oldukları için, köklerinde yaşayan Rhizobium bakterileri sayesinde havanın serbest azotunu toprağa bağlarlar. Bu şekilde hem kendi gereksinimleri olan azot miktarını karşılarlar, hem de kendisinden sonra ekilecek bitkilere organik madde ve azotça zengin bir toprak bırakırlar (Arıoğlu,2007). Yapılan araştırmalara göre; soya bitkisi bir yetişme dönemi içerisinde yaklaşık olarak 25-30 kg/da azotu, yerfıstığı ise 20-25 kg/da azotu köklerinde yaşayan Rhizobium bakterileri sayesinde, havadan bitkiye transfer ederler. 2.4. Yağlı Tohumlu Bitkilerin Yeşil Yem (Silaj) ve Kuru Ot Olarak Kullanımı Soya ve yerfıstığı gibi, yağlı tohumlu bitkilerin hasat sonrası artıkları (sap kısımları), proteince zengin oldukları için, hayvan yemi olarak değerlendirilmektedir. Buğday samanı ile karşılaştırıldıklarında, besleme değerlerinin daha yüksek olduğu ve hayvanlar tarafından daha bir iştahla tüketildikleri saptanmıştır. Ayrıca soya gibi bazı yağ bitkileri de karışım halinde slaj amacıyla üretilmektedir. 2.5. Ekim Nöbeti Bitkisi Olarak Kullanımı Tek yıllık olarak üretilen yağlı tohumlu bitkiler, birer çapa bitkisi oldukları için, yetişme süresi boyunca toprak çapalanarak havalandırılmakta ve yabancı otlar yok edilmektedir. Ayrıca rhizobium bakterileri sayesinde havanın serbest azotunu toprağa bağladıkları için yağlı tohumlu bitkiler kendilerinden sonra ekilecek bitkilere temiz, havalanmış ve verimli bir toprak bırakırlar (Soyada 9-10 kg azot, yerfıstığında da 6-7 kg/da azot toprağa bırakmaktadır). 2.6. Arı Yetiştiriciliğinde Kullanımı Yağlı tohumlu bitkilerden olan kolza ve ayçiçeği açık döllenme özelliğine sahip oldukları için arılar tarafından tercih edilen bitkilerin başında gelirler. Her iki bitkinin de çiçeklenme süreleri, diğer bitkilere göre daha uzundur. Bu nedenle bal arıları tarafından daha uzun süre nektar kaynağı olarak kullanılırlar. 2.7. Sanayide Hammadde Olarak Kullanımı Yağlı tohumlardan elde edilen yağlar, gıda dışında sanayide çok farklı amaçlarda kullanılmaktadır. Bitkisel yağların en yaygın olarak kullanıldığı sanayi kollarının başında; sabun, şampuan, deterjan, kumaş boyaları, kozmetik ürünleri, ilaç, inşaat malzemeleri, zirai ilaç, dezenfektan, plastik, kâğıt, tutkal, matbaa mürekkebi ve cam macunu üretimi gibi sanayiler gelmektedir (Arıoğlu,2007). 2.8. Bio-dizel Üretiminde Kullanımı Yağların katalizatör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan ürüne bio-dizel denilmektedir. Son yıllarda dünya petrol fiyatlarında meydana gelen aşırı yükselme ve dalgalanmalar nedeniyle, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere pek çok ülkede petrole alternatif olabilecek yeni yakıt arayışı içerisine girilmiş ve bu çalışmaların bir sonucu olarak da bitkisel yağlardan bio-dizel üretilmiştir. Özellikle 2015 yılından itibaren enerji düzenleme kurulu tarafından alınan bir karar gereğince %5 oranında bio-dizel kullanımı zorunlu hale getirilmiştir. Bunun için 300-500 bin ton arasında yağa gereksinim duyulacaktır. Bio-dizel üretimi için harcanan enerji miktarının petrol üretimi için harcanacak enerjinin % 32’si kadar olması nedeniyle enerji tüketimi bakımından da büyük bir tasarruf sağlanmaktadır. Ayrıca, 268 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 petrolün araçlarda yakılması sonucu oluşan egzoz gazı, çevreye ve insan sağlığına pek çok olumsuz etkide bulunmaktadır. Bio-dizel; yenilenebilir olması, biyolojik olarak bozulması, daha az sera gazı, karbon monoksit, partikül ve hidrokarbon emisyonu sağlaması ve Kyoto Protokolü ile uyum sağlaması gibi özellikleri ile de avantajlı bir yakıttır. 3. DÜNYADA YAĞLI TOHUM ve BİTKİSEL HAM YAĞ ÜRETİMİ Tek yıllık yağlı tohumlu bitkilerin başında; Ayçiçeği, Çiğit, Soya, Yerfıstığı, Susam, Kolza, Aspir, Haşhaş ve Hintyağı, çok yıllık bitkilerin başında ise; Zeytin, Hindistan cevizi (coco) ve Hurma (palm) gelmektedir. Bunlardan, Coco ve Palm tropik kökenli bitkiler olup ülkemizde yetişmemekte, diğer tüm yağlı tohumlu bitkiler ise başarıyla yetişebilmektedir. Çizelge 3’den de görüleceği gibi, 1997’li yıllarda dünya toplam yağlı tohum üretimi yıllık 268.7 milyon ton iken bu rakam 2012 yılında 436.7 milyon tona yükselmiştir. Bu değerlerin incelenmesinden de görüleceği gibi 15 yıllık dönem içerisinde dünya yağlı tohum üretiminde % 63 lük bir artış kaydedilmiştir. Ürün cinslerine göre bir kıyaslama yapıldığında, dünya yağlı tohum üretiminin yarıdan fazlasının % 55.4’lük bir oranla soyadan karşılandığı bunu % 14.9’luk bir oranla da kolza tohumunun izlediği görülmektedir. Diğer yağlı tohumların payı ise, pamuk % 10.8, yerfıstığı % 9.4, ayçiçeği % 8.6 ve susam % 0.9 dur. Çizelge 3’de gösterilmemiş olmasına rağmen, dünyada yıllık 60 milyon ton Hindistan cevizi, 175 milyon ton hurma ve 17 milyon ton da zeytin üretilmektedir. Son yıllarda dünya bitkisel yağlı tohum üretiminde önemli gelişmeler olmuştur. Çizelge 3. 1997-2012 Yılları Arasında Beşer Yıllık Dönemler Halinde Önemli Yağlı Tohumlu Bitkilerin Dünya Üretim Değerleri (Milyon ton) ve Artış Oranları (%) Yıllar 1997 2002 2007 2012 Ürün cinslerine göre Son 15 yıllık artış oranı Soya 144.4 181.7 219.7 241.8 Ayçiçeği 23.4 24.6 26.5 37.4 Pamuk 34.0 33.7 46.3 47.2 Yerfıstığı 29.4 33.1 37.1 41.2 Kolza 35.0 34.4 51.4 65.1 Susam 2.5 2.8 3.8 4.0 Toplam 268.7 310.3 384.8 436.7 55.4 8.6 10.8 9.4 14.9 0.9 %100 0.67 0.60 0.41 0.40 0.86 0.60 %63 Dünya da yağlı tohum üreten ülkelerin başında A.B.D (97 milyon ton), Brezilya (92 milyon ton), Çin (58 milyon ton), Arjantin (59 milyon ton) ve Hindistan (38 milyon ton) gelir. Toplam 506 milyon ton yağlı tohum üretimi yapılmaktadır. Bu toplam içinde diğer ülkelerin üretim miktarı ise 162 milyon tondur. Aynı dönemde Türkiye’de yağlı tohum üretimi (ayçiçeği, pamuk, kolza, aspir ve soya soya tohumu) 2.677 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Soya yüksek adaptasyon gücü nedeniyle tüm dünyada üretimi en fazla yapılan, yüksek kaliteli proteini, temel yağ asitleri, aminoasitler, vitaminler, lifli yapı plastikten gıda sektörüne kadar yoğun talep gören tek yıllık yağlı tohum bitkisidir. Elde edilen ürünün pazarlanması konusunda sıkıntı yaşanmaması soyaya ait talebin daha da artmasını sağlamaktadır. Amerika kıtası ile Çin ve Hindistan dünya soya üretiminin neredeyse Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 269 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 tamamını gerçekleştirmektedir. 2013 yılında 153 milyon ton üretim barajını aşan ayçiçeği üretiminde Türkiye önemli bir yere sahiptir. Önemli yağlı tohumlu bitkilerden biri olan kolzanın dünya ekim alanı ise son 5 yıllık süreçte yaklaşık %18 artarken toplam verim ise yaklaşık %14 oranında artış göstermiştir. Yağının hem yemeklik hem de biyodizel olarak kullanılabilmesi, kışlık yetiştirilmesi ve kaliteli küspesi yetiştiriciliğinin artmasında etkili olmuştur. Dünya üretiminde Çin, Kanada ve Hindistan önemli üretim yapan ülkelerdir. Yerfıstığı ise yaklaşık 38 milyon ton üretimi ile önemli bir yağlı tohum bitkisi olmasına karşın dış ticaret hacmi oldukça düşüktür. Dünya üretiminde yağı için tüketilmekle birlikte tohumlarının çerez ve ezme olarak tüketimi de yaygındır. Susam, tohumlarında yüksek oranda yağ bulundurmasına rağmen düşük verim ve olumsuz tarımsal özellikler nedeniyle dünya üretiminde diğer bitkilere göre geride kalmış bir yağ bitkisidir. Çizelge 4’ün incelenmesinden de görüleceği gibi, dünya bitkisel ham yağ üretim miktarı 157.7 milyon ton olup, bunun büyük bir kısmını (% 72.9) Soya, Palm ve Kolza yağı oluşturmaktadır. 2013 yılı değerlerine göre; 200 milyon ton olan dünya ham yağ üretiminin % 85’i (169 milyon ton) bitkisel yağlardan, % 15 (31 milyon ton) ise hayvansal yağlardan sağlanmaktadır. 2012 yılı verilerine göre, dünyada yıllık toplam bitkisel ham yağ üretiminin (157 milyon ton) 102.1 milyon tonu (% 65’i) gıda amaçlı ve 54.9 milyon tonu (% 35’i) ise biodizel ve sanayide hammadde olarak tüketilmektedir. Aynı dönemde dünyada kişi başına ham yağ tüketimi ise yaklaşık 15.9 kg olarak gerçekleşmiştir. Çizelge 4. Dünya Bitkisel Ham Yağ Üretimi ve Ürünlere Göre Oransal Dağılımı (FAO, 2012) Bitkiler Soya Palm (hurma) Kolza Ayçiçeği Pamuk Yerfıstığı Coco (hindistan cev.) Zeytin Mısır özü Susam Diğerleri TOPLAM Ham Yağ Üretim Miktarı (Ton) 41.537.509 50.198.781 23.570.321 14.946.906 5.300.708 5.170.391 3.304.575 3.320.023 2.350.511 1.277.831 6.733.569 157.711.125 Oransal Değer (%) 26.3 31.8 14.9 9.5 3.4 3.3 2.1 2.1 1.5 0.8 4.2 100.0 1963-2012 yılları arasındaki dünya bitkisel yağ üretiminde ürün bazında meydana gelen değişimler, Çizelge 5’de verilmiştir. 270 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 5. Dünya Bitkisel Yağ Üretiminde Meydana Gelen Değişimler (FAO, 2012) BİTKİSEL YAĞLAR Palm Soya Kolza Ayçiçeği Çiğit Yerfıstığı Hindistan cevizi Diğerleri Toplam(Milyon Ton) 1963 % 9.1 16.2 5.4 11.1 11.5 13.1 8.8 24.8 21.7 1973 % 9.8 22.9 8.8 12.1 10.2 9.7 7.5 19.0 29.6 YILLAR 1983 1993 % % 14.1 23.2 29.1 25.1 10.7 13.0 13.0 11.2 6.5 5.3 6.7 6.2 5.8 4.4 14.1 11.6 47.3 69.3 2003 % 29.5 28.2 11.1 8.8 3.6 5.1 3.2 10.5 107.0 2012 % 32.2 26.4 14.3 9.8 3.4 3.4 2.1 8.4 156.0 Çizelge 5’in incelenmesinden de görüleceği üzere; 1963 yılında dünya bitkisel ham yağ üretimi 21.7 milyon ton iken, 2012 yılında bu değer 156.0 milyon ton’a ulaşmıştır. Ürün cinslerine göre son 50 yıllık dönemde önemli değişimler olmuştur. Özellikle soyanın payı %16.2’lerden, %28.2’lere kadar yükselmiştir. 4. TÜRKİYEDE YAĞLI TOHUM ve BİTKİSEL HAM YAĞ ÜRETİMİ Bölgeler itibariyle farklı iklim özelliklerine sahip olan ülkemizde, palm ve hindistan cevizi hariç yağlı tohumlu bitkilerin (ayçiçeği, soya, kolza, yerfıstığı, susam ve aspir) tamamı başarıyla yetişebilmektedir. Yağlı tohumlu bitkiler içerisinde sınıflandırılmayan mısır ve pamuktan da bitkisel yağlar üretilmekte ve kullanılmaktadır. Zeytin ve fındık gibi çok yıllık ve bahçe bitkilerinde yer alan bitkilerde yağ sanayimizde yoğun olarak kullanılan bitkilerdir. Yemeklik yağ tüketiminde ise ayçiçeği sıvı kaynaklı olarak %83’lük oran ile en büyük paya sahiptir. Kolza yağı %7, mısır ve soya yağları ise %5 oranında iç pazarda tüketilmektedir. Yerfıstığı ve susam yağları kaliteli yağlar olsa da ülkemiz yağ sanayinde kullanılmamaktadır. Pamuk yağı bitkisel kökenli bir yağ olmakla birlikte ülkemizde sofralarda doğrudan kullanımı yoktur. Doymuş yağ oranının yüksek olması, gossypol sorunu ve tat olarak tüketiciye ağır gelmesi pamuk yağının ülkemizde doğrudan kullanılmasını azaltmaktadır. Ayçiçeği ülkemizde en fazla ekim alanına sahip olan yağlı tohum bitkisidir. 2013 verilerine göre 6 milyon dekar alanda 1.52 milyon tonluk tohum üretimi söz konusudur. Bu üretim alanı ile ayçiçeği toplam yağlı tohum tarım alanının yaklaşık % 80’ini oluşturmaktadır. Ayçiçeği ekim alanı son on yıllık süreçte çok büyük bir genişleme göstermese de yüksek verimli çeşitlerin kullanılması ile dekara verim 155 kg’dan 250 kg’a kadar çıkmıştır. Bu durum toplam tohum üretimine yansımış olup 2002 yılında 850 bin ton olan ayçiçeği üretimi 2013 yılında 1.5 milyon tona ulaşmıştır. Yerfıstığı doymamış yağ asitleri bakımından yüksek kaliteli yağa sahip olan yerfıstığı yağı ne yazık ki ülkemizde yemeklik olarak tüketilmemektedir. 2013 yılında yaklaşık 399 bin dekar alanda ortalama 141 bin tonluk üretimin neredeyse tamamı çerez ve çikolata sektöründe kullanılmıştır. Yapılan ıslah çalışmaları ve tarım uygulamaları ile son on yıllık süreçte dekara ortalama verim 273 kg’dan 354 kg’a kadar yükseltilmiştir. 2011 yılına kadar iniş çıkışlar gösteren yerfıstığı ekim alanı 2013 yılında büyük bir sıçrama yaparak önceki yıllara göre % 50 oranında artış göstermiştir. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 271 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Soyada ekiliş alanı ve üretim bakımından tüm dünyada lider bir yağlı tohum bitkisi olmasına rağmen ülkemizde üretimi düşüktür. 2013 verilerine göre sadece 432 bin dekar alanda 180 bin tonluk bir üretim söz konusudur. Ülkemizde özellikle hayvan yemi olarak değer gören soya 2002 yılında 250 bin dekar olan ekim alanı 2008’de 94 bin dekara kadar gerilemiştir. Üretim alanının yetersiz olması toplam tohum üretiminin düşük düzeylerde olmasına neden olmaktadır. Kolza, hem yağı hem de kışın üretilebilme özelliğine rağmen ülkemizde ihmal edilen bir yağ bitkisidir. Üretim miktarı günümüzde oldukça düşük düzeydedir. 2013 yılında yaklaşık 311 bin dekar alanda 102 bin ton üretim söz konusudur. Susam da ülkemizde üretim miktarı son derece düşüktür. 2006 yılında 26 bin ton olan üretim günümüzde 15 bin tona kadar gerilemiştir. Son on yıllık süreçte ise ekim alanı bakımından % 40’ın üzerinde gerileme olmuştur. Aspir, tohumlarında yüksek oranda yağ barındıran bir bitki olmasına rağmen ihmal edilmiş bitkilerden bir diğeridir. Kurak koşullara adapte olabilme özelliği ile nadas alanlarında değerlendirilebilecek bir bitkidir. 2002 yılında sadece 25 ton olan aspir üretimi 2013 yılında yaklaşık 45 bin ton ile susam üretimini geçmiştir. 2012 yılı değerlerine göre Türkiye bitkisel ham yağ üretimi ve ürünlere göre oransal dağılımı Çizelge 6’da verilmiştir. Çizelge 6. 1997-2012 Yılları Arasında Beser Yıllık Dönemler Halinde Önemli Yağlı Tohumlu Bitkilerin Türkiye Üretim Değerleri (ton/yıl) Yıllar 1998 2003 2008 2013 Ürün cinslerine göre Yıllara göre artış Soya Ayçiçeği Çiğit Yerfıstığı 60.000 880.000 1.334.778 90.000 85.000 800.000 1.337.065 85.000 34.461 900.387 1.077.440 85.274 180.000 1.380.000 1.287.000 141.263 Kolza 300 6.500 83.965 102.000 Susam 34 000 22 000 20 338 15 457 Toplam 1519078 1535565 2201865 3105720 5.80 44.43 41.43 4.55 3.28 0.50 %100 2 0.77 -0.035 0.57 339 -0.55 % 37 Son bir iki yıl içerisinde kolza üretiminde önemli bir artış gözlenmektedir. Bunun nedeni, kolza yağının bio-dizel üretiminde yaygın olarak kullanılmaya başlamasıdır (Gizlenci ve ark.,2005). Susam tohumu üretiminde ise, son yıllarda sürekli bir azalma gözlenmektedir. Özellikle, susam ekilen alanların diğer alternatif ürünlere kayması ve hasadının mekanize olamaması, ülkemizde susam üretiminin azalmasına neden olmuştur. Bu nedenle, ülkemizde olması gereken düzeylerde yağlı tohum üretimi gerçekleştirilememiştir. Oysa iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında, yağlı tohumlu bitkilerin üretimi bakımından ülkemizde büyük bir potansiyel mevcuttur. 272 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 7. Türkiye Bitkisel Ham Yağ Üretimi ve Ürünlere Göre Oransal Dağılımı (FAO, 2012) Bitkiler Soya Kolza Ayçiçeği Pamuk Yerfıstığı Zeytin Mısır özü Susam Keten TOPLAM Ham Yağ Üretim Miktarı (Ton) 238.778 73.660 819.049 233.731 10 206.300 67.597 30.116 12.316 1.681.557 Oransal Değer (%) 14.2 4.4 48.7 13.9 12.3 4.0 1.8 0.7 100.00 Çizelge 7’nin incelenmesinden de görüleceği üzere, Türkiye’de bitkisel ham yağ üretimi toplam 1.681.557 ton olup, bunun büyük bir kısmını Ayçiçeği yağı (% 48.7) oluşturmaktadır. Bunu sırasıyla; Soya, Pamuk ve Zeytinyağı izlemektedir. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de ham yağ üretiminin (1.900.000 ton) büyük bir kısmını bitkisel yağlar oluşturmakta (% 88.5), çok az bir kısmını ise hayvansal yağlar karşılamaktadır (% 11.5). 2011 yılı değerlerine göre Türkiye’de bitkisel ham yağ üretim ve kullanım durumu Çizelge 8’de verilmiştir. Çizelge 8. 2011 Yılı Değerlerine Göre Türkiye’de Bitkisel Yağ Üretim ve Kullanım Durumu (Bin Ton) Yıllar 2011 Yağlı Tohum Temini İthal Yurt İç Yolu 2.613 2.316 Yağlı Tohum Yağ Üretimi Kullanımı Yağ Yurt İçi İthal İthal Diğer* Üretimi Tohum Tohum Yağ 4.116 813 655 541 1043 Kaynak: Büyükşahin,2008; *Fulfat, Yem, Tohum Yağ Tüketimi Toplam İç Tüket İhracat 2.239 1.455 566 Diğer** 193 **Yem, Boya, Sabun Çizelge 8’in incelenmesinden de görüleceği gibi, 2011 yılında toplam 2.239.000 ton bitkisel ham yağ üretilmiş, bunun sadece %29.3’ü yerli üretimden karşılanmıştır. Geri kalan %70.7’lik kısmı doğrudan ham yağ olarak ithal edilmiş veya ithal edilen yağlı tohumların işlenmesinden elde edilmiştir. Bitkisel yağ tüketiminde yerli üretim payının her geçen yıl düşmesi, bitkisel yağ politikalarımızda başarılı olamadığımız, radikal önlemler yerine, güncel düzenlemeler ile zevahiri kurtarma politikası uyguladığımızı göstermektedir. Yağlı tohum üretimi bakımından büyük bir potansiyele sahip olan ülkemizde, bitkisel ham yağ ithal edilmesi ülkemiz ekonomisi açısından büyük bir kayıp olmaktadır. Ülkemizde yeterince yağlı tohum üretilmemesinin ortaya çıkardığı tek sorun, ithal yoluyla dışarıya ödediğimiz dövizle sınırlı kalmamaktadır. Son yıllarda, Türkiye’de, ham yağ üreten 110 adet yağ fabrikası mevcut olup, bunun 88’i faal ve 22’si ise gayri faal durumdadır. Ülkemizde mevcut yağ fabrikalarının tohum işleme kapasiteleri 7.4 milyon ton olup, bunun ancak 6.4 (%64 kapasite ile çalışıyor) milyon tonu faal durumdadır (yerli tohum üretimi 2.350.000 ton) Ülkemizde olması gereken düzeylerde yağlı tohum üretimi gerçekleştirilememektedir. Oysa iklim ve toprak özellikleri dikkate alındığında, yağlı tohumlu bitkilerin üretimi Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 273 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 bakımından ülkemizde büyük bir potansiyel mevcuttur. Ülkemizde yağlı tohum üretiminin yeterli olmamasının nedenleri; Günübirlik uygulanan yanlış tarım politikaları, Ürün planlamasının olmaması, Üretimdeki bilgi yetersizliği (Eğitim ve yayın eksikliği), Sözleşmeli tarım modelinin uygulanamaması Yağlı tohumlardaki üretim maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle dış pazar fiyatlarıyla rekabet edememesi, Birim alandaki getirisinin düşük olması nedeniyle, yetiştirildikleri bölgelerdeki alternatif ürünlerle rekabet edememesi, Yağlı tohumlara göreceli olarak düşük gümrük vergisi uygulandığı için, çiftçiye yüksek fiyat verilememekte, dolayısıyla tahıllarla rekabet edememektedir. Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan anlaşmalar gereği, ham yağ ithalatına getirilen fonların (vergi oranının) düşük veya muaf tutulmasıdır. Sonuç olarak, ülkemizde ortaya çıkan ham yağ açığını kapatabilmek, ithal yoluyla döviz kaybını önleyebilmek (petrolden sonra en fazla döviz ham yağ ithalatı için ödenmektedir) ve işlenmiş yağ ihraç ederek, ülkemize döviz kazandırmak ve Türk çiftçisinin gelir seviyesini yükseltebilmek için, şu önlemlerin acilen alınması gerekmektedir. 274 Yağlı tohum üreticilerinin örgütlenmesini sağlamak amacıyla “Yağlı Tohum Üreticileri Birliği” kurulmalıdır. Düşük faizli işletme kredisi ile yağlı tohum işleyen, işletmeler desteklenmelidir. Ham yağ ithal eden sanayi kuruluşlarına, ithal ettikleri miktarın en az %20’sine eş değer miktarda, yağlı tohum alım zorunluluğu getirilmelidir. Yağlı tohum veya ham yağ ithalatı bir takvime bağlanmalıdır. Yani üretim döneminde ithalata kısıtlama getirilmelidir (Fon konarak). Yağlı tohumların fiyatları serbest piyasa koşullarına göre oluşturulmalıdır. Müdahale fiyatı (Dünya fiyatı) ile hedef fiyat (Ürün maliyeti + üretici karı) arasındaki fark, üreticilere prim olarak ödenmelidir. Ayçiçeği üretimi diğer bölgelere de kaydırılarak, şekerpancarı ile zorunlu ekim nöbetine sokulmalıdır. Taban fiyatları belirlenirken, Ayçiçeği ile buğday fiyatları arasındaki denge, çok iyi düzenlenmelidir (Ayçiçeği fiyatı, buğday fiyatının 2-3 katı olmalıdır). GAP bölgesinde, ayçiçeği, soya, kolza ve susam gibi bitkilerin üretimleri teşvik edilmelidir. Potansiyel yağ bitkilerinden olan yerfıstığı, kolza ve susamın üretimi artırılmalıdır. Yağ bitkilerinin tohumluk sorunu çözülmeli, üreticiye daha kaliteli (hibrit) ve ucuz tohumluk verme yolları aranmalıdır. Yağlı tohumların üretimi düşük faizli kredilerle desteklenmelidir. Nadas alanlarında yetişebilecek uygun yağ bitkileri belirlenmeli ve bunların nadas yapılan bölgelerde yetiştirilmeleri için gerekli teşvikler sağlanmalıdır. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 KAYNAKLAR Anonymous, 1994. Yağ Nedir. Milliyet Gazetesi (15 Kasım 1994). Anonymous, 2012. Türkiye Yağ Sanayicileri Derneği Kayıtları. I. Bitkisel Yağ Kongresi. Arıoglu, H.H., 2007. Yağ Bitkileri Yetiştirme Ve Islahı Ders Kitabı.Genel Yayın No:220, Ders Kitapları Yayın No:A-70. Adana, 204 S. Arıoğlu H., 2013. Bitkisel yağlar. I. Bölüm Arıoğlu H., C. Kurt, Ö. Kolsarıcı, A. T. Göksu, L. Güllüoğlu, M. Arslan, S. Çalışkan, T. Söğüt, F. Arslanoğlu. Yağ Bitkileri Üretiminin Arttırılması Olanakları. Bütün,Y., 1993. Bitkisel Yağlar ve Beslenmemizdeki Önemi, Tarım Bakanlığı Dergisi, (Mayıs 1993) 87: 19-20, Ankara. Esandal, E., Arslan, B., Ümit,G., Pasa,C., 2008. Yağlı Tohumların Üretimi, Tüketimi ve Tüketici Tercihleri ile Yeni Kullanım Alanlarına Göre Üretim Projeksiyonları. Bitkisel Yemeklik Yağlar Sempozyumu ve Sergisi Bildiriler Kitabı, s.320-332. Fao, 2014. İstatistik Bölümü İnternet Sitesi, http://www.fao.org Gizlenci,S., Korkmaz,A., Acar, M., Seyis F., 2005. Kolza (Kanola) Tarımı. Karadeniz Tarımsal Araştırma Enst. Yayınları, 80 s. Samsun Kolsarıcı Ö., A. Gür, D. Başalma, M. D. KAYA. ve N. İŞLER., Yağlı Tohumlu Bitkiler Üretimi TUİK, 2014. http://www.tuik.gov.tr TÜRKTOB, 2013. Türkiye Tohumcular Birliği Dergisi, (Temmuz-Eylül 2013) 2, Sayı:7, S:7-11, Ankara. Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ 275 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Bu sayfa boş bırakılmıştır. 276 Türkiye’de Yağlı Tohum ve Bitkisel Ham Yağ Üretimi İle Üretimin Arttırılabilmesi İçin Alınması Gerekli Önlemler *Ferrin Ferda AŞIK, Reşat YILDIZ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarla Bitkileri Ana Bilim Dalı, KAHRAMANMARAŞ, zeynep_gokce_@hotmail.com, ²Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, KAHRAMANMARAŞ, ³Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, KAHRAMANMARAŞ ÖZET Bu araştırma Kahramanmaraş ekolojik koşullarında 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü arazisinde bulunan KSÜ Ziraat Fakültesi deneme alanında kurulmuş ve yürütülmüştür. Bu çalışma ile doğal açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan agronomik ve önemli lif özellikleri yönünden 2010 yılında seçilen 60 adet tek bitkinin tohumları ile 2011 yılında döl sıraları oluşturulmuş ve bitkilerin tamamında kendileme yapılmıştır. Oluşturulan döl sıraları içerisinden özellikle lif rengi ve önemli agronomik özelliklerine göre seçilen tek bitkilerde 5 adet sürekli (bitki boyu, çırçır randımanı, kütlü verimi, 100 tohum ağırlığı, koza kütlü ağırlığı) ve 2 adet kesikli (koza sayısı, meyve dalı sayısı) olmak üzere toplam 7 karakter için dağılım özellikleri belirlenmiştir. Bu karakterler için çarpıklık, basıklık katsayıları, ortalama, standart sapma, standart hata, varyans, varyasyon katsayısı hesaplanmış, frekans dağılımları oluşturulmuştur. İncelenen özelliklere ait verilerin normal dağılış gösterdiği ve frekans dağılışına ait histogram grafiğinde bitki boyu ve çırçır randımanında sola, meyve dalı, bitki başına koza sayısı, koza kütlü ağırlığı, bitki başına kütlü verimi ve 100 tohum ağırlığında sağa doğru çarpıklık gösterdiği belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Gossypium hirsutum L., renkli pamuk, agronomik özellikler, teksel seleksiyon, istatistiksel dağılış Statistical Distribution of Agricultural Traits of Selected Plants by Using Methods of Progeny-Controlled Individual Selection In Light Brown Linted Cottons (Gossypium hirsutum L. ) ABSTRACT This study was carried out in 2011 in the experimental field of KSU Agricultural Faculty that has been in Agricultural Research Station field area. In 2011 progeny rows were established by using seeds of selected 60 individual plants according to agronomic and major lint traits from light brown cotton population in 2010. The all plants were self polinated. For 5 continuous and 2 intermittent characters distribution properties were determined in selected individual plants according to especially agronomic and major lint traits from each established progeny rows. Deviance, lowness coefficients, mean, standard deviation, standard error, variance, variation coefficient were calculated for these characters and frequence distributions were generated. It was determined that the data of investigated characters showed normal distribution and that the data showed left deviance for plant height and ginning outturn and right deviance for sympodial number, boll number per plant, seed cotton weight per boll, seed cotton yield per plant and 100 seed weight in histogram graphic of frequance distribution. Key Words: Gossypium hirsutum L., coloured cottons, agronomic traits, individual selection, statistical distiribution GİRİŞ Dünyada ve Türkiye’de önemli bir kültür bitkisi olan pamuk, Malvales takımının Malvaceae familyasından, Gossypium cinsine ait bir bitkidir. Pamuk bitkisi, yaygın ve zorunlu kullanım alanıyla insanlık açısından, yarattığı katma değer ve istihdam olanaklarıyla da üretici ülkeler açısından büyük ekonomik öneme sahip bir üründür. Pamuk işlenmesi açısından çırçır sanayisinin, lifi ile tekstil sanayisinin, çekirdeği ile yağ ve yem sanayisinin, linteri ile de kağıt sanayisinin hammaddesi durumundadır. Dünyada sınırlı sayıda ülkenin ekolojisi pamuk tarımına elverişli olduğundan, dünya üretiminin %80’ine yakınını Türkiye’nin de içinde bulunduğu az sayıda ülke sağlamaktadır. Türkiye’de 4.508.900 da alanda 877.500 ton lif pamuk üretimi yapılmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi 512.016 tonluk üretim miktarı ile bölgeler arasında ilk sırada yer almaktadır (Anonim, 2013a). Kahverengi ve yeşilin tonlarında yetişen doğal pigmentli lifler doğal renkli pamuk olarak adlandırılmaktadır. Renkli pamuk, bitkilerin genetik yapılarından kaynaklanmaktadır. Renkli pamuğun tonları; coğrafik çevrelere, mevsimlere, iklime ve Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 277 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 toprak özelliklerine göre değişiklik göstermektedir (Dickerson ve ark., 1999). Tekstil sanayisinde sağlıklı olmasından dolayı pamuklu giysiler tercih edilmektedir. Tekstilde üretilen bazı ürünler boyanarak üretilmektedir. Bu boyalar çeşitli kimyasallar içermektedirler ve bu kimyasallar çocuklarda hatta yetişkinler de bazen cilt alerjilerine neden olmaktadır. Ayrıca boyama işlemi ipin mukavemetini bazen kötü etkilemektedir (Straumal, 1941, Maksimenko, 1958). Çok koyu boyalar liflerin içerisine nüfuz ederek mukavemeti azaltırken, açık renkli boyalar yıkanmaya karşı dayanıksız olabilmektedir (Straumal, 1941, Maksimenko, 1958). Bu nedenle, doğal renkli pamukların tekstil sanayisine girmesiyle kumaşın ve ipliğin en azından belirli renklere boyanması işlemi ortadan kaldırılabilecektir. Doğal renkli pamuklar diğer tipik boyanan pamuklar gibi solmamaktadır. Yıkamadan sonra renkler daha güçlü ve daha yoğun olmaktadır. Bu özellikler Texas Tech Üniversitesinde yapılan araştırmada ortaya konulmuştur (Williams, 1994). Doğal renkli pamuklar, renkli life sahip oldukları için kumaş üretiminde boyanma ihtiyaçları yoktur. Boyama tekstil üretiminde su, enerji ve atık madde bakımından en pahalı aşamadır. Boyama aşamasının elimine edilmesi maliyeti yarı yarıya azaltabilir ve zehirli boya atıklarını ortadan kaldırabilir (Brookhart, 1991; Apodaca, 1990; Werber, 1994). Bu çalışmada 2011 yılında oluşturulan doğal açık devetüyü renkli pamuğa ait 60 adet döl sırası içerisinden lif rengi ve önemli agronomik özelliklerine göre seçilen tek bitkilerde incelenen özelliklerin istatistiksel dağılışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. MATERYAL VE YÖNTEM Açık tozlanan ve genetik varyasyon gösteren doğal açık devetüyü renkli pamuk (Gossypium hirsutum L.) popülasyonundan agronomik ve önemli lif özellikleri yönünden selekte edilen 60 adet tek bitkinin tohumları ile oluşturulan döl sıraları materyal olarak kullanılmıştır. Deneme 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü arazisinde bulunan KSÜ Ziraat Fakültesi deneme alanında kurulmuş ve yürütülmüştür. 60 adet açık devetüyü renkli tek bitkinin tohumları ayrı ayrı sıralara ekilerek döl sıraları oluşturulmuştur. Normal bakım koşullarında yetiştirilen döl sıralarındaki bitkilerin tamamında kendileme yapılmıştır. Hasattan önce, her döl sırası içerisinden bilhassa lif rengi bakımından ve bitki formu, elma ve yaprak şekli, bitki boyu, odun dalı sayısı, meyve dalı sayısı, koza sayısı gibi özelliklerine bakılarak tek bitki seleksiyonu yapılmıştır. Her sıradan tarla gözlemlerine göre seçilen ortalama 2 ya da 3 bitki ayrı ayrı hasat edilerek her bitkide koza kütlü ağırlığı, kütlü verimi, çırçır randımanı ve 100 tohum ağırlığı belirlenmiştir. İstatistik Metot Bu çalışmada 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde yetiştirilen açık devetüyü renkli pamuklara ait döl sıralarından seçilen tek bitkilerden elde edilen önemli agronomik özelliklere ilişkin veriler kullanılmıştır. Çizelge 1. İncelenen Özellikler Bitki Boyu cm 278 Çırçır Randımanı % ÖZELLİKLER SÜREKLİ TİP Bitki Başına 100 Tohum Koza Kütlü Kütlü Verimi Ağırlığı Ağırlığı g g g KESİKLİ TİP Koza Meyve Dalı Sayısı Sayısı Adet Adet Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Her bir özellik için verilerin dağılışını belirleyen çeşitli tanımlayıcı (betimsel deskriptif) istatistikler Bek ve Efe, 1995 ve Efe ve ark., 2004'e göre hesaplanmış ve Çizelge 2'de verilmiştir. Çizelge 2. Verilerin tanımlanmasında kullanılan istatistikler Tanımlayıcı istatistikler Yer Ölçüleri Dağılma Ölçüleri Çarpıklık Ölçüsü Yükseklik Ölçüsü Ortalama Medyan Minimum Maksimum Varyans Standart Sapma Standart Hata Varyasyon Katsayısı Çarpıklık Katsayısı Basıklık Katsayısı X Med Min. Max S² S Sx % VK α3 α4 Verilerin dağılışını karakterize eden dört tip ölçü vardır. Bunlar 1) yer (merkezi eğilim) ölçüleri, 2) dağılma (değişim) ölçüleri, 3) çarpıklık ölçüleri ve 4) yükseklik (basıklık) ölçüleridir. Yer ölçüleri, verilerin sayı ekseni üzerinde toplandığı yer ile ilgili ölçülerdir. Bunlar aritmetik ortalama, geometrik ortalama, tartılı ortalama, harmonik ortalama, kırpılmış ortalama, mod ve medyandır. Bu çalışmada aritmetik ortalama ve medyan kullanılmıştır. Frekans grafiklerinden en yüksek histogram sınıfının X ekseni üzerindeki değerinden mod elde etmek de mümkündür. Dağılma ölçüleri, verilerin ortalamadan uzaklıkları ile ilgili ölçülerdir. Dağılma ölçüleri büyüdükçe dağılışın şekli yayvanlaşır, küçüldükçe de sivrileşir. Bu çalışmada en küçük (Min.), en büyük (Max.) değerler ile varyans, standart sapma, standart hata ve varyasyon katsayısı incelenmiştir. Ayrıca dağılımın simetrik, sağa çarpık ya da sola çarpık olup olmadığını veren çarpıklık ölçüsü ile yükseklik ölçüsü incelenmiştir. Verilerin ortalamadan her iki yönde 1, 2, 3 standart sapma uzaklıktaki verilerin sayıları ve yüzde miktarları hesaplanmıştır. Çeşitli ölçülerin hesaplanmasında ve frekans dağılımlarının oluşturulmasında MS Excel tablolama programı ile makrolar oluşturulmuştur. BULGULAR VE TARTIŞMA Bitki Boyu Bitki boyu ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 3' de verilmiştir. Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların bitki boyu 94,12 ±1,015 cm’dir. Ortalama ile medyan (94 cm) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,331) çok hafif bir sağa çarpık dağılış bildirmesine rağmen sıfıra oldukça yakındır. Bu durum bitki boyu verilerinin normal dağılış gösterdiği anlamına gelmektedir. Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 279 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 3. Bitki boyu özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n 0,331727 0,75525 67 133 148,5384 144 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini ( c ) yuvarlayınız Şekil 1. s.sapma s.hata %VK Ortalama Medyan 12,18763 1,015636 12,9493 94,12 94,00 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 68 66 49 55 71 74 % 47,2 45,8 34,0 38,2 49,3 51,4 9 65 Min.= Max.= 67,00 133 10 c= 7,333333 Bitki boyu özelliğine ait frekans dağılımı Verilerin 9 sınıflı histogram grafiğinden de simetriğe yakın bir dağılım gözlenmektedir (Şekil1). Verilerin ortalama etrafındaki dağılma şekillerine bakılacak olur ise (Çizelge 3) ortalamanın sol tarafında biraz daha fazla veri toplandığı görülür. Örneğin ortalama (94,12cm) ile ortalamadan 1 standart sapma daha uzun (94,12+12,18=106,3 cm) aralıktaki bitkilerin miktarı 49 adet (%34) iken ortalamadan 1 standart sapma daha kısa (94,12-12,18=81,94 cm)aralıktaki bitkilerin miktarı 55 adet (%31,2) bulunmuştur. Aynı şekilde ortalama ile ortalamadan 2 standart sapma daha uzun aralıktaki (94,12+24,36=118,48) 66 adet (%45,8) bitki bulunmuştur. Ortalama ile ortalamadan 3 standart sapma daha uzun aralıktaki (94,12 cm ile 130,66 cm aralığındaki) bitkilerin miktarı 68 adet (%47,2) iken ortalamadan 3 standart sapma daha kısa aralıktaki (94,12 cm ile 57,58 cm aralığındaki) bitkilerin miktarı 74 adet (%51,4) bulunmuştur. Bitkilerin %72,2’si ±1S uzaklıktaki aralıkta, bitkilerin %95,1’i ±2S uzaklıktaki aralıkta ve %98,6’sı ±3S uzaklıktaki aralıkta yer almışlardır. Meyve Dalı Sayısı Kesikli tipte bir özellik olan meyve dalı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 4.'de verilmiştir. Medyan dikkate alındığında Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamuklar ortalama olarak 17 meyve dalına sahiptir. En az 8 en fazla 26 meyve dalı görülmüştür. 280 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 4. Meyve dalı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n 7,933807 81,93476 8 26 31,78253 143 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini (c) yuvarlayınız Şekil 2. s.sapma s.hata %VK Ortalama Medyan 5,63759943 0,47143975 34,0302541 16,57 16,00 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 58 58 57 82 84 4940 % 40,8 40,8 40,1 57,7 59,2 3478,9 20 8 Min. = Max. = 8 26 1 c= 3,35 Meyve dalı sayısı özelliğine ait frekans dağılımı Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların meyve dalı sayısı ortalaması (16,57) ile medyanı (16,00) birbirine yaklaşık çıkmış ancak çarpıklık katsayısı sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Nitekim frekans dağılımında mod=16 olup mod=medyan<ortalama’dır. bu da sağa çarpıklığın diğer bir göstergesidir. Verilerin frekans dağılımına ait histogram grafiğinde de sağa doğru bir çarpılma görülmektedir (Şekil 2). Bitki Başına Koza Sayısı Kesikli tipte bir özellik olan koza sayısı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 5’de verilmiştir. Medyan dikkate alındığında Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamuklar ortalama olarak 14 kozaya sahiptir. En az 1 en fazla 28 koza görülmüştür. Koza sayısı ortalaması (14,63) ile medyan (14,50) birbirine yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,178) bir miktar sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 281 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çizelge 5. Bitki başına koza sayısı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n 0,178166 1,306333 1 28 17,62063 144 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini (c) yuvarlayınız Şekil 3. s.sapma s.hata %VK Ortalama Medyan 4,19769334 0,34980778 28,7021767 14,63 14,50 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 71 67 50 50 70 70 % 50,4 47,5 35,5 35,5 49,6 49,6 20 8 Min.= Max.= 1 28 1 c= 1,35 Bitki başına koza sayısı özelliği için histogram grafiği Koza Kütlü Ağırlığı Koza kütlü ağırlığı ile ilgili çeşitli istatistikler Çizelge 6’da görülmektedir. Açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların koza kütlü ağırlığı 4,46±0,103g’dır. Ortalama ile medyan (4,40) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,434) hafif sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Çizelge 6. Koza kütlü ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n 0,43482 0,277636 1,399444 8,373684 1,532827 142 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini ( c ) yuvarlayınız 282 S.sapma S.hata %VK Ortalama Medyan 1,238074 0,103897 27,73575 4,46 4,40 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 66 61 46 55 73 75 % 46,5 43,0 32,4 38,7 51,4 52,8 10 1 Min.= Max. = 1,40 8,373684 1 c= 0,697424 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Şekil 4. Koza kütlü ağırlığı özelliğine ait frekans dağılımı Verilerin 10 sınıflı histogram grafiğine bakılacak olur ise ortalamanın sol tarafında biraz daha fazla veri toplandığı görülür (Şekil 4). Bitki Başına Kütlü Verimi Bitki başına kütlü verimi özelliği ile ilgili çeşitli istatistiklere bakıldığında, açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların kütlü veriminin 76,44±2,167 olduğu ve ortalama ile medyan (71,23) çarpıklık katsayısının (1,319) sağa çarpık dağılış bildirdiği görülmektedir (Çizelge 7). Verilerin 9 sınıflı frekans dağılımına ait histogram grafiğinde sağa doğru çarpıklık gözlenmektedir (Şekil 5). Çizelge 7. Bitki başına kütlü verimi özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n 1,319201 2,599968 29,01 178,52 676,6664 144 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini ( c ) yuvarlayınız Şekil 5. s.sapma s.hata %VK Ortalama Medyan 26,01281 2,167734 34,0325 76,44 71,23 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 56 53 37 67 85 4940 % 38,9 36,8 25,7 46,5 59,0 3430,6 9 25 Min. = Max. = 29,01 178,52 13 c= 16,61222 Bitki başına kütlü verimi özelliğine ait frekans dağılımı Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 283 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Çırçır Randımanı Çizelge 8 incelendiğinde, çırçır randımanı ile ilgili istatistiklerden açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların çırçır randımanının 34,47±0,327 olduğu dikkati çekmektedir. Ortalama ile medyan (34,53) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (-0,211) hafif sola çarpık dağılış bildirmesine rağmen sıfıra oldukça yakındır. Bu durum çırçır randımanı verilerinin normal dağılış gösterdiği anlamına gelmektedir. Çizelge 8. Çırçır randımanı özelliğine ait bazı tanımlayıcı özellikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. n -0,21177 -0,50203 25,4667 41,94605 15,42962 144 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini ( c ) yuvarlayınız s.sapma s.hata %VK Ortalama Medyan 3,928055 0,327338 11,39579 34,47 34,53 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s # 73 73 48 46 65 71 % 50,7 50,7 33,3 31,9 45,1 49,3 10 24 Min. = Max. = 25,47 41,94605 2 c= 1,647935 Verilerin 10 sınıflı frekans dağılışına ait histogram grafiğinde sola doğru bir çarpılma görülmektedir (Şekil 6 ). Şekil 6. Çırçır Randımanı Özelliğine Ait Frekans Dağılımı Verilerin 10 sınıflı frekans dağılışına ait histogram grafiğinde sola doğru bir çarpılma görülmektedir (Şekil 6 ). 100 Tohum Ağırlığı 100 tohum ağırlığı özelliği ile ilgili istatistikler Çizelge 9’da yer almaktadır. Çizelgeden açık devetüyü renkli pamuk popülasyonundan tek bitki seleksiyonu ile seçilmiş olan pamukların 100 tohum ağırlığının 12,10±0,097g olduğu görülmektedir. Ortalama ile medyan (12,02) birbirine çok yaklaşık çıkmış olup çarpıklık katsayısı (0,490) bir miktar sağa çarpık dağılış bildirmektedir. Verilerin 9 sınıflı frekans dağılışına ait histogram grafiğinde sağa doğru çarpıklık görülmektedir (Şekil 7). Bu karakterler için çarpıklık, basıklık katsayıları, ortalama, standart sapma, standart hata, varyans, varyasyon katsayısı hesaplanmış ve frekans dağılımları oluşturulmuştur. 284 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Buna göre incelenen özellikler için hesaplanan istatistikler Çizelge 10 ve 11' da verilmiştir. Çizelge 9. 100 tohum ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çarpıklık Basıklık Min. Max. Var. N 0,490071 0,699239 9,0525 15,8 1,373066 144 Sınıf sayısı (k) = Birinci Sınıf Limiti= Sınıf Genişliğini ( c ) yuvarlayınız Şekil 7. s. sapma s. hata %VK Ortalama Medyan 1,171779 0,097648 9,684194 12,10 12,02 ort+3s ort+2s ort+1s ort-1s ort-2s ort-3s 9 8 # 67 63 49 55 74 76 % 46,5 43,8 34,0 38,2 51,4 52,8 Min.= 9,05 Max.= 15,8 1 c= 0,749722 100 tohum ağırlığı özelliğine ait bazı tanımlayıcı istatistikler Çizelge 10. Bazı sürekli tip özellikler için hesaplanan istatistikler Ortalama Medyan Minimum Maksimum Varyans St. Sapma %VK Çarpıklık Basıklık Bitki Boyu (cm) 94,12 94,00 67 133 148,53 12,18 12,94 0,331 0,755 Çırçır Randımanı (%) 34,47 34,53 25,46 41,94 15,42 3,92 11,39 -0,211 -0,502 Koza Kütlü Verimi (g) 76,44 71,23 29,01 178,52 676,66 26,01 34,03 1,319 2,599 100 Tohum Ağırlığı (g) 12,10 12,02 9,05 15,8 1,37 1,17 9,68 0,490 0,699 Koza Kütlü Ağırlığı (g) 4,46 4,40 1,39 8,37 1,53 1,23 27,73 0,434 0,277 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 285 BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 Sonuç 2011 yılında Kahramanmaraş Tarımsal Araştırma Enstitüsü arazisinde yetiştirilen doğal krem renkli 60 adet döl sırası içerisinden başta lif rengi ve önemli agronomik özelliklere göre seçilen tek bitkilerde 5 adet sürekli ve 2 adet kesikli olmak üzere toplam 7 karakter için dağılım özellikleri belirlenmiştir. Buna göre; incelenen özelliklere ait verilerin normal dağılış gösterdiği, frekans dağılışına ait histogram grafiğinde bitki boyu ve çırçır randımanında sola, meyve dalı, bitki başına koza sayısı, koza kütlü ağırlığı, bitki başına kütlü verimi ve 100 tohum ağırlığında sağa doğru çarpıklık gösterdiği belirlenmiştir. Çizelge 11. Bazı kesikli tip özellikler için hesaplanan istatistikler Ortalama Medyan Minimum Maksimum Varyans St. Sapma %VK Çarpıklık Basıklık Koza Sayısı 14,63 14,50 1 28 17,62 4,19 28,70 0,178 1,306 Meyve Dalı Sayısı 16,57 16,00 8 75 31,78 5,63 34,03 7,933 81,934 Kaynaklar Anonim 2013 a. Tüik verileri www.tüik.gov.tr 18.09.2014 APODACA, J. K. 1990.Naturanla Colored Cotton: A New Niche in The Texas Natural Fibers Market. Working Paper Series, Bureau of Business Research, Paper Number 1990-2. Austin, TX: November. Bureau of Business Research. BEK, Y ve EFE, E. , 1995. Araştırma ve Deneme Metotları I. Ç.Ü. Ziraat Fak. Ders Kitabı Yay. No: 71, Adana. BROOKHART, B., 1991. Cotton's Little Red Hen. Farm Journal, pp. 8-9 April. DICKERSON, D. K., LANE, E. F., RODRIGUEZ, D. F., 1999. Evaluation of Selected Performance Characteristics of Naturally Colored Cotton Knit Fabrics. California Agricultural Technology Institute. October, 1999.Cati Pyblication: 990901. EFE, E. BEK, Y. ve ŞAHİN, M., 2000. SPSS'te Çözümleri ile İstatistik Yöntemler-II. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğü Yayın No: 10. EFE, L, MUSTAFAYEV, S.A, ve KILLI, F., 2010. Agronomic, Fiber and Seed Quality Traits of Naturally Coloured Cottons in East Mediterranean Region of Turkey, Pakistan Journal of Botany, 42(6), 3865-3873. EFE, L., KILLI, F. ve MUSTAFAYEV, S.A., 2009. An Evaluation of Eco-Friendly Naturally Coloured Cottons Regarding Seed Cotton Yield, Yield Components and Major Lint Quality Traits under Conditions of East Mediterranean Region of Turkey, Pakistan Journal of Biological Sciences, 12(20), 1346-1352. MAKSIMENKO, I., 1958. Tabii Renkli Pamuklar. Türkmenistan'da Pamuk Islahı, (Kitap). Türkmenistan Bilimler Akademisi Yayını. Aşkabat-Türkmenistan. 286 Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ BURSA TARIM KONGRESİ 16 – 17 – 18 Ekim 2014 MUSTAFAYEV, S., EFE L., GÖKKAYA, B. ve ALASKEROV, K., 1999. Naturally coloured cottons and their future perspectives. In Proceedings of 1st symposium on cotton production, fiber technology and textile in Turkish world, (Eds.: M. Oglakcı and B. Cicek), 28 September-01 October, 1999, KahramanmarasTurkey, Proceedings, p: 315-324. STRAUMAL, B., 1941. Lifi Tabii Renkli Pamuk Çeşitlerinin Islahı. Özbekistan Tarım Bakanlığı Dergisi No: 4, Taşkent-Özbekistan. WERBER, F. X., 1994. Agriculture Research Service, USDA. Personal Communications, 1-31-94. www.usda.gov. 07.06.2012. WILLIAMS, B., 1994. Foxfibre Naturally Colored Cotton, Green and Brown (Coyote): Resistance to Changes in Color When Exposed to Selected Stains and Fabric Care Chemicals. Unpublished Doctoral Dissertation. Texas Tech University, Lubbock, Texas. World Cotton Research Conference-2 “New Frontiers In Cotton Research”. September 6-12, Athens-Greece. Abstract Book, P:42. Açık Deve Tüyü Renkli Pamuklarda (Gossypium hirsutum L. ) Döl Kontrollü Teksel Seleksiyon Yöntemiyle Seçilen Tek Bitkilerin Agronomik Özelliklerinin İstatistiksel Dağılışları Zeynep GÖKÇE¹ Lale EFE² Ercan EFE³ 287 “ Ülkelerin, belirli aralıklarla ortaya çıkan küresel ekonomik krizlerden en az zararla kurtulabilmesinde en önemli sektörlerden biri olan tarım, ekonomik bağımsızlık ve kalkınmanın en temel yapı taşlarından biridir. Tarım, ülke insanının yeter ve güvenilir gıdaya ulaşma, kırsal nüfusun yerinde üreterek kazanma ve barınma, sanayiye hammadde sağlama, ihracat, dengeli ve sürdürülebilir kalkınma, sanayi ve hizmet sektörlerinde istihdam yaratma gücü gibi işlevleri nedeniyle stratejik bir sektördür. Son yıllarda dünyamızı, ülkemizi ve ilimizi her geçen gün daha fazla etkisi altına alan küresel ısınma ve buna bağlı gerçekleşen kuraklık tarım sektörünü tehdit eder duruma gelmiştir. Bu nedenle üçüncüsü düzenlenecek olan tarım kongresinin teması “kuraklık gölgesinde tarım ve kıtlık” olarak belirlenmiştir. ” ISBN- 978-605-01-0875-0