sayi 46 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 46 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Gelişim Yolunda Bir Adım Daha İleri Avrupa Patentli Pronutra Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir. *Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre. YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mücahit Öztürk Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi EDİTÖRDEN Acil Sağlık Hizmetleri ve İlk Yardım… Sağlık ve İnsan Dergimizin Ekim 2015 Kapak Dosyası genel anlamda ACİL ve İLK YARDIM konularına ayrıldı. Bu dosyada bir yandan 112 Acil Sağlık Hizmetlerinde geldiğimiz son noktayı ele alırken diğer yandan da Hastane Acilleri, Acil Tıp ve çeşitli İlk Yardım konularını dikkatinize sunuyoruz. Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve konusunun uzmanı bilim insanlarının katkıları ile zenginleşen kapak dosyamızı ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz. Sağlık ve özellikle de ilaç alanında günümüzün en önemli gelişmelerinden birisi Biyobenzer İlaçlar. Sağlık araştırmalarının üzerinde yoğunlaştığı bu konu alanın bütün paydaşlarını yakından ilgilendiriyor. Sektörün de yakından ilgilendiği ve ciddi bir biçimde takip ettiği Biyobenzer İlaç konusu Ekim sayımızın 2. önemli dosyası olarak sunuluyor. Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğünden konunun uzmanları sizler için önemli bir çalışma kaleme aldı. Biyobenzer İlaç konusunu her yönü ile ele almaya önümüzdeki sayılarda da devam edeceğiz. Teknolojik yenilikler ve dijital gelişmelerin en çok kullanıldığı ve muhatapların hizmetine sunulduğu alanların başında sağlık geliyor. Biz de Sağlık ve İnsan Dergisi olarak bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve her sayıda çeşitli örneklerini sizlerle paylaşıyoruz. Ekim sayımızda bu anlamda ilginç bir çalışma var: Tıbbi Fotoğrafçılık. Eylül 2015 Sağlık Gelişmelerinin ele alındığı Sağlık Gündemi, Hayatın İçinden, Analizler, Haberler, Kültür Sanat, Film ve Kitap gibi bölümlerimizi yine özgün çalışmalarla ilgi ve beğeninize sunuyoruz. EsasMedya Sağlık Yayın Grubu olarak önümüzdeki aydan itibaren sizlere bazı müjdelerimiz olacağını duyurmak istiyoruz. Tamamlanmak üzere olan çalışmalarımızın detaylarını Kasım sayımızda sizlerle paylaşmayı umuyoruz. Sağlığın İnsanı ve İnsanın Sağlığı İçin atacağımız adımlarda da sizleri yanımızda görmek ve samimi desteğinizden güç almayı arzuluyoruz. Ülke, toplum ve birey olarak sağlıklı, huzurlu ve mutlu yarınlarda hep birlikte olmak dileğimizle sevgi ve saygılar sunuyoruz. Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Ayşe Aydın AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 4 Sayı: 46 • EKİM 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Ekim 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 06 ‘Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü’ 08 Kalp ve Damar Hastalıklarında 30 Acil Durumlar 14 Acil Tıp Uzmanları 50 Dersimiz Tıbbi Fotoğrafçılık Acil Sağlık Hizmetlerinde Gelinen Son Nokta 68 Spor Yaralanmalarına Yaklaşım: Tanı ve Tedavide Son Gelişmeler 78 Film: Hayat Güzeldir haber SAĞLIKLI YAŞAM KÜLTÜRÜNÜ TEŞVİK PROJESİNİN TANITIMI YAPILDI Sağlık Bakanlığı himayesinde gerçekleştirilen “Sağlıklı Yaşam Kültürünü Teşvik” projesinin tanıtımında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne, milletin evine hoş geldiniz” diyerek sözlerine başladı. Projenin hayata geçirilmesinde ve uygulanmasında emeği geçenleri tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkemizdeki bireylerin yüzde 72’sinin düzenli fiziksel aktivite yapmadığının araştırmalarla ortaya çıktığı bir dönemde projenin önemli bir teşvik ve hatırlatma vesilesi olacağına inandığını söyledi. “Sporla sosyal ve siyasi çalışmalarımı birlikte devam ettiren bir kişiyim” Projenin özellikle 5, 6 ve 7’inci sınıf öğrencileriyle üniversite gençliğini hedefliyor olmasının kendisini ayrıca memnun ettiğini vurgulayan Er- 4 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 doğan, “Çünkü ben ilkokul yıllarında başladığım futbolu, ortaokul ve lise yıllarında da sürdürmüş, sporla sosyal ve siyasi çalışmalarımı birlikte devam ettirmiş bir kişiyim. Daha sonraki dönemlerde de vakit buldukça futbol oynamaya gayret gösterdim. Bugün de yoğun programıma rağmen fırsat buldukça evimdeki spor aletlerinde egzersiz çalışmalarını sürdürüyorum. Sporla bu derece içiçe yaşamış, bugünde aynı heyecanı devam ettiren biri olarak bu projeyi canıgönülden destekliyorum” ifadelerini kullandı. “Orada nikahı kıyıyoruz” Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İnsan sağlığına zararlı sigara, içki, uyuşturucu başta olmak üzere her kötü alışkanlığa karşı hassasiyetimi herhalde bilmeyen, duymayan yoktur. Mücadelemi şu anda da devam ettiriyorum. Kimi görürsem şöyle cebinde eğer sigara paketi varsa hemen orada kendisiyle nikahı kıyıyoruz, sigarayı bırakma sözünü almak üzere” dedi. Kanuni Sultan Süleyman’ın sözünü örnek gösterdi “Sağlıklı yaşam dediğimiz hadise bir hayat biçimi” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkemizde bu konuda yaygın ve köklü alışkanlık olmadığının farkındayız. Aslında tarihi ve kültürel olarak spora, sağlıklı yaşamın diğer unsurlarına yabancı bir millet değiliz. Kanuni Sultan Süleyman’ın o meşhur şiirini bilmeyen yoktur sanırım. ‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’ Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’yi bir sağlıklı nefese feda edebilecek bir inanış bizim kültürümüzde var. Halk içinde devletten daha itibarlı bir şey olmadığı gibi dünyada da sağlıklı bir nefes gibi, sağlıklı bir hayat gibi bir mutluluk yoktur” diye konuştu. “Hastalık gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmeliyiz” Peygamber Efendimizin kaybedilmeden önce ganimet bilinmesini tavsiye ettiği nimetlerden birisinin de sağlık olduğunu belirten Erdoğan, “Bu kadar önemli bu iş. Bu kutlu tavsiyeye uyarak hastalık gelmeden sağlığımızın kıymetini bilmeliyiz. Millet olarak günlük hayatımızda sıkça kullandığımız ‘sağlık olsun’, ‘her işin başı sağlık’ gibi çok güzel ifadeler vardır. Ecdadımız savaşta, düğünde, bayramda velhasıl her fırsatta güreşten cirite ve pek çok farklı yöresel oyuna kadar fiziksel aktivite gerektiren sporları, bir eğlence, bir gelenek anlayışıyla gerçekleştirmiştir. Yine nüfusunun çoğunluğunun kırsal kesimde meskun olduğu, teknolojik imkanların henüz bu kadar yaygınlaşmadığı dünün Türkiye’sinde insanlarımız bugün özenerek yad ettiğimiz pek çok fiziksel aktiviteyi günlük hayatının bir parçası olarak yaşıyordu. Bugün de Karadeniz’in yaylalarına, Toroslar’ın tepelerine, Doğu Anadolu’nun dağlarına, Ege’nin, Trakya’nın ovalarına gittiğinizde oralarda yaşayan insanlarımızın aynı hayat biçimini devam ettirdiğini görürsünüz. Ancak bugün nüfusumuzun yüzde 80’ne yakını şehirlerde yaşıyor. Şehir yaşantısı içinde düzenli spor yapma, fiziksel aktiviteleri bilinçli olarak hayatımızın bir parçası haline getirme alışkanlığımız ise çok zayıf” açıklamasında bulundu. “Projeler birer birer uygulanmaya başlandı” Cumhurbaşkanı Erdoğan, yapılan bir araştırma sonucuna göre ülkemizde 6-18 yaş grubu bireylerin neredeyse 4’te birinde kilo problemi olduğunu belirterek, “Daha ileri yaş gruplarında durum daha da vahim. İnşallah bu tür kampanyalarla hem yeni nesillerde hem de yetişkinlerde obezite sorununun daha ileri boyutlara ulaşmasını engelleyeceğiz” dedi. Söz konusu projenin 2010 yılından beri sürdürülen çalışmaların yeni bir safhası olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Başbakanlığım döneminde, 2010 yılında yayınladığım bir genelge ile sağlıklı beslenme, hareketli hayat, obezite ile mücadele, düzenli fiziksel aktivite çevresel faktörlerin iyileştirilmesi gibi başlıklar altında bu mücadeleyi başlatmıştık. Bu genelge doğrultusunda Sağlık Bakanlığımızın stratejik planlarımızda Kalkınma Bakanlığımızın kalkınma planlarında bu konu ayrıntılı olarak yer aldı. Projeler birer birer uygulanmaya başlandı” diye konuştu. Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi uluslararası kuruluşların da bu çerçevede önemli çalışmaları ve kampanyaları olduğuna dikkat çeken Erdoğan, Türkiye’nin bu kapsamda birçok ödül aldığını belirtti. “2018 yılına kadar 1 milyon bisiklet dağıtılacak” Sağlık Bakanlığı’nın sağlıklı yaşam kültürünü çocuklara ve yetişkinlere kazandırmak için bisiklet dağıtımı kampanyasını yürüttüğüne dikkat çeken Erdoğan, şunları kaydetti: “Bu yıl sonuna kadar 40 bin bisiklet 81 ilimizde, üniversitelerimizde, okullarımızda dağıtılmış olacak. Önümüzdeki yıl için hedeflenen rakam 300 bin. 2018 yılına kadar toplam 1 milyon bisikletin Sağlık Bakanlığı ile ülkemizde dağıtımı planlanmış vaziyette. Bununla birlikte toplumun her kesimini hareketli yaşam için kampanyalar yürütülecek. Burada sadece merkezi yönetim değil yerel yönetimlerin vücudunu taşın altına koyması büyük önem arz ediyor. Bu proje ile bugüne kadar yeterli fiziksel aktivite içinde olmayan nüfusun sıklığının yüzde 10 oranında azaltılması hedefleniyor. Hiç şüphesiz 1 milyon bisikletin dağıtılması bu konuda ciddi bir sirkülasyona yol açacaktır. Ancak bu dağıtılan bisikletlerin nerede kullanılacağını düşünmek, hesap etmek durumundayız. Ülkemizde belli bölgelerimiz haricinde köklü bir bisiklet kullanma kültürü olmadığı için bisiklet yolları konusunda kayda değer bir çalışma yapılmadığı bir gerçek. Bu konuda bilhassa belediyelerimizin çok büyük eksiklikleri olduğunu düşünüyorum. Artık bisikleti bir hobi aracı olarak görmekten vazgeçip bir ulaşım aracı olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Bu da bize ulaşımda ciddi rahatlıklar getirecektir. Bu yaklaşım beraberinde yaya ve araç yolu yanında bisiklet yolunu da zorunlu hale getiriyor. Bisiklet yollarını parkların, rekreasyon alanlarının içine sıkışmaktan kurtarıp günlük hayatın bir parçası haline dönüştürmeliyiz. Planlarda bisiklet yolu olarak ayrılan yerlerin başka amaçlarla kullanımına kesinlikle izin vermemeliyiz. Bunu başarmamız lazım. Mevcut yolları da bisikletli ulaşıma uygun hale dönüştürme çabalarına hız kazandırmalıyız. Buradan belediye başkanlarımıza sesleniyorum, bu konunun da bizzat takipçisi olacağım. Ziyaret ettiğim illerde, ilçelerde gözüm bisiklet yollarını arayacaktır. Şayet göremezsem oranın belediye başkanıyla bu meseleyi enine boyuna konuşmak gerektiği kanaatine varacağım.” Konuşmaların ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ve Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş’le beraber gençlere bisiklet dağıttı. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 5 haber 3-4 EKİM ‘DÜNYA YÜRÜYÜŞ VE HAREKET GÜNÜ’ DOLAYISIYLA DÜZENLENEN ETKİNLİKTE KONUŞAN SAĞLIK BAKANI DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU: İLK TERCİH SAĞLIK OLMALI Sağlık Bakanlığı tarafından, 3-4 Ekim Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü kapsamında Ankara’nın Gölbaşı İlçesindeki Eymir gölünde bisiklet dağıtım töreni düzenlendi. Törene, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Ankara Valisi 6 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Mehmet Kılıçlar, ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Çiğdem Erçelebi, Gölbaşı Kaymakamı Şahin Aslan ve çok sayıda öğrenci ile vatandaş katıldı. Programda Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)’ne 250 bisiklet dağıtıldı. Bisiklet dağıtım töreninden önce bir konuşma yapan Bakan Müezzinoğlu, sağlıklı bir yaşamın bireyler açısından çok önemli olduğuna vurgu yaparak şöyle konuştu: “Sağlıklı bir yaşam sürmenin başında hareketli bir yaşam geliyor. Dünya sağlık örgütü veya dünyanın değişik sağlık kuruluşlarının yaptığı araştırmalarda mutlu olmak için en çok neyi önemsersiniz? Neyi arzu edersiniz? sorusunun cevabı ülkemizde de, dünyanın gelişmiş ülkelerinde de yüzde 85 oranında ilk tercih sağlıklı olmak. En çok korktuğunuz şey nedir? Diye sorulduğunda cevap ‘Hasta olmak’. Korkulan hatalıklara en önemli çözüm adresi bireyin kendisidir. Bir bireyin korktuğu hastalıklara muhatap olmamak ve sağlıklı bir yaşamı sürdürebilmek adına üç temel koşula ihtiyacı var. Tütün, tütün ürünleri ve kötü alışkanlıklardan uzak durduğunda sağlıklı beslendiğinde, hareketli yaşamı benimsediğinde bu en çok korktuğu hastalıklardan büyük oranda korunmuş olacak.” “Örnek bir başarıya imza attık” Sağlık Bakanlığı olarak tütün ve tütün ile mücadelede dünyaya örnek olacak bir başarıya imza attıklarını anlatan Müezzinoğlu, tütün kullanımındaki oranın düşmesi ile özellikle akciğer kanserlerindeki bir duraksama ve aşağıya düşüşü yakalamaya başladıklarını söyledi. Sağlıklı beslenmenin okul kantinlerimiz ile birlikte bir kültüre dönüşmesiyle ilgili yoğun çalışmaları olduğunu anlatan Müezzinoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Günde yarım saat sağlıklı olmak ile ilgili kendimize zaman ayırmamız gerektiğine inanıyorum. Bu zamanı kendimize ayırmıyorsak kendimize saygı duymuyoruz demektir. Sevdiklerimize değer vermiyoruz demektir. Sağlıklı bir geleceği önemsemiyoruz demektir. Bu anlamda biz önümüzdeki 4 yılda 1 milyon bisiklet dağıtımıyla yerel yönetimlere şunu söylüyoruz. 1 metre bisiklet yolu yaparsanız size bir bisiklet vereceğiz. 10 bin kilometre bisiklet yolu yaparsanız, 10 bin bisikleti hibe edeceğiz. Yani dünya standartlarında bisiklet yollarına ihtiyacımız var. O yüzden yerel yöneticilerimize dünya standartlarına uygun bisiklet yolları yapın diyoruz. Biz de sizi teşvik ediyoruz. Çünkü bunun bir kültüre dönüşmesi lazım. Bir yaşam felsefesinin bir ayağı, bir unsuru olması lazım.” 2018 yılı sonunda 1 milyon bisiklet İlk dağıtımı, 2016 yılı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında yapacaklarını belirten Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Yalnız ilkokul çağındaki öğrencilerimize 70-75 bin bisikleti, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında da lise çağındaki gençlerimize bir o kadar daha bisikleti dağıtacağız. Haziran ayında bu projeye uygun bisiklet yollarını yapan yerel yöneticile- rimize 100 bin bisikleti dağıtacağız. Eylül sonu ve Ekim ayında da üniversitelerimize, rektörlerimize kampüslerindeki uygun alanlara istedikleri sayıda veya öğrencilerin oranlarına göre 70 bin bisiklet dağıtarak, 2016 da 250-300 bin arası bisiklet dağıtımı yapmayı planlıyoruz. 2017 ve 2018 yılı sonunda 1 milyon bisiklet dağıtımını ülke olarak başarmış olacağız. Buradaki temel amacımız birilerini bisiklet sahibi yapmak değil, topluma bir sağlıklı yaşam kültürünün farkındalığını oluşturabilmek. O farkındalık ile birlikte sağlıklı bireyler, sağlıklı aileler ve sağlıklı bir toplumun alt yapısına destek verebilmektir.” Yapılan konuşmaların ardından Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, temsili olarak ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Çiğdem Erçelebi’ye bisiklet takdim etti. Bisiklet dağıtım töreninin ardından Bakan Müezzinoğlu ve beraberindeki heyet Eymir gölünde birlikte bisiklet kullandı. Müezzinoğlu, 'Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü' Etkinliği Çerçevesinde Bursa’daydı Bursa’da ‘Dünya Yürüyüş ve Hareket Günü’ nedeniyle Mihraplı Parkı’nda düzenlenen bisiklet dağıtımı törenine katılan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu daha sonra Bursalılarla birlikte bisiklet kullandı. Etkinlikte konuşan Bakan Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Dolayısıyla sağlıklı olmayı bu kadar önemseyen insanlık, ‘sağlıksız olabilmek için de dünya kadar yanlışı nasıl yapıyorum’ cevabını, biz hekimlerin bulması lazım. Çünkü obezite her geçen gün artıyor. Kötü alışkanlıklar dediğimiz sigara, tütün ürünleri, alkol tüketimi ve uyuşturucu bu anlamda dünyayı ve insanlığı tehdit ediyor. Özellikle gençlerimizi daha yoğun bir şekilde tehdit ediyor. İnsanlara ‘en çok neden korkuyorsunuz? Ne olursa seni ürkütür’ diye sorulduğunda ise ‘hasta olmaktan’ cevabı veriliyor. ‘Hangi hastalıklardan’ diye sorduğu- muzda da ‘kanser, kriz geçirme ya da kronik bir hastalık.” İnsanların mutlu olmak için sağlıklı olmayı arzu ettiğini vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, hastalıkların belli olduğunu, çözümün de kişinin elinde olduğunu söyledi. Müezzinoğlu, “Bu korkumuzun başında kötü alışkanlıklar geliyor. İkincisi sağlıksız beslenme. Yani obeziteye altyapı oluşturan fast- food türü ayaküstü beslenme. Tuz ve şeker oranı yüksek gıdalar alma gibi sağlıksız beslenme. Üçün- cüsü ise hareketsiz yaşam. Bu üçü de birey olarak bizim elimizde. Kötü alışkanlıklardan uzak durmak, sağlıklı beslenmek ve hareketli yaşamak bizim elimizde” dedi. Konuşmasının ardından etkinliğe katılan öğrencilere bisiklet dağıtan Bakan Müezzinoğlu, daha sonra Bursa Valisi Münir Karaloğlu, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay ve bir grupla birlikte bisiklet kullandı. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 7 kapakkonusu ACİL SAĞLIK HİZMETLERİNDE GELİNEN SON NOKTA Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü; afet ve acil durumlarda sağlık hizmetlerini sağlamak, hastane öncesi acil sağlık hizmetleri konularında eğitim yapmak, yönetim ve destek süreçlerini planlamak, koordine etmek, yürütmek ve denetlemekle görevlidir. Ülkemiz başta depremler olmak üzere sel, toprak kayması, çığ düşmesi gibi doğal afetlere sıkça maruz kalmaktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile acil hastalık ve yaralanma hallerinde hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması öncelikli hedeflerimizdendir. 8 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 112 Acil Sağlık Hizmetleri Bu hizmet; vatandaşlarımızın herhangi bir acil hastalık veya yaralanma halinde, günün 24 saatinde ücretsiz 112 telefon numarasını çevirerek, her ilimizde bulunan komuta kontrol merkezine ulaşması, aciliyetine karar verilen başvuruların, olay yerine en yakın istasyondan tam donanımlı ambulans görevlendirilerek olay mahalline ulaşması ve hasta ya da yaralıya olay yerinde gerekli tıbbi müdahaleyi yaparak ihtiyaç varsa tedavi göreceği hastaneye nakledilmesi şeklinde verilmektedir. Acil sağlık sisteminin güçlendirilme- si amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri ülke geneline tüm kırsal bölgeleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmış, 2002 yılında 481 olan 112 istasyon sayısı 2.228 ’e çıkarılmıştır. Gelen acil çağrılarda vakaya ulaşma oranı, yaygın istasyon ağı ve profesyonel ekiplerle, kentlerde ilk 10 dakikada ve kırsal alanda ilk 30 dakikada % 90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş ülkelerdeki vakaya ulaşma süreleri yakalanmıştır. 2002 yılında 618 olan 112 acil sağlık hizmetlerinde kullanılan ambulans sayısı 4.272’ye çıkarılmıştır. Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında hastalara ulaşabilme, müdahale edebilme amacıyla kar üstünde gidebilen ambulanslar temin edilmiştir. Bu gün itibariyle 267 palet takılabilen ambulans ile 20 adet önünde kar bıçağı bulunan kombi paletli ambulans, 64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 91 adet Yoğun Bakım & İstanbul, Balıkesir Marmara Adası, Çanakkale ve Gökçeada’da vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuştur. Bunlara 2 deniz nakil aracı daha eklenmiştir. Deniz ambulanslarımızla hizmete girdiği 2007 yılından 2015 yılı ağustos ayına kadar 6.553 hasta taşınmıştır. Obez Ambulans ve 60 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir. 2015 yılında tahsis edilen 808 ambulansın (10’u UMKE aracı, 793 acil yardım ambulansı, 5 adet obez-yoğun bakım) dağıtımı yapılmıştır. Tüm illerimizde 112 komuta kontrol merkezlerinin dijital sistem altyapısı tamamlanmış ayrıca Bakanlık bünyesinde kurulan kriz merkezinde 24 saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile illerde gelen çağrıların dijital haritalar üzerinden yer tespiti, ses kayıtları, ambulans ve helikopterlerin takibi ile hastaneler- Adalardan ve sahil bölgelerimizden hasta naklini sağlamak amacıyla deniz ambulansları temin edilerek deki kritik yatak durumları izlenebilmektedir. 112 acil sağlık hizmetleri ile 2002 yılında 350.769, 2013 yılında 3.665.407, 2014 yılında 4.027.215, 2015 yılı 8 ay içerisinde 2.852.010 hastaya tahliye ve sağlık hizmeti sunmuştur. Ülkemizde eksikliği hissedilen ve acil sağlık hizmetlerinin dünyada örnek gösterilen bir düzeye ulaştıran hava ambulans hizmetleri ile uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı müdahale ile can kayıpları ve sakatlıkların önlenmesinde büyük aşama kaydedilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 9 kapakkonusu AFETLERDE BÜYÜK GÜCÜMÜZ 10 Afetlere hazırlıklı olmanın önemi 1999 Marmara Depreminde daha fazla anlaşılmıştır. Ancak bu kapsamda 2003 yılından itibaren ciddi çalışmalar başlatılmıştır. 2003 yılında Afetlerde Sağlık organizasyonu Projesi (ASOP) hazırlanmış olup, Bakanlıkça kabul edilerek uygulamaya konulmuştur. ASOP projesi özellikle acil sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi hedeflenmiş, ülke genelinde afetlere müdahale edecek gönüllü sağlık personellerinden oluşan medikal kurtarma hizmetleri başlatılmıştır. Birinci aşama UMKE timlerinin korunması başta olmak üzere afetlerde çevre sağlığı hizmetlerinin verilmesi, halk sağlığı hizmetlerinin verilmesi hastanelerin afetlere hazırlanması, daha sonra ulusal afet planlarının hazırlanması, en son aşama ise uluslararası afet çalışmalarının yürütülmesi planlanmıştır. UMKE’ler kısa sürede dünyada en fazla personele sahip olan medikal kurtarma ekibi olma unvanına kavuşmuştur. lemektedir. Bugün itibariyle yurt içi ve yurt dışında profesyonel anlamda medikal kurtarma ve müdahale hizmetlerinde görev alabilecek eğitim almış 7.557 adet UMKE personeli mevcuttur. Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri için alınan 152 adet UMKE aracı illere dağıtılmıştır. 2015 yılında 10 tane UMKE aracı tahsisi yapılacaktır. ASOP projesi ile birinci aşama tamamlanmış olup, 81 ilde UMKE timleri kurulmuş illerde ciddi hizmetler vermektedir. UMKE ekiplerimiz; başta deprem olmak üzere doğal afetlerden sonra oluşan enkazın içerisinde sıkışmış veya çıkarılması zaman alacak afetzedelerin medikal tedavilerini olay yerinde yapacak kapasitede bilgi ve malzeme ile donatılmıştır. Böylece; afetzedelere olay yerinde müdahale ederek, bilinçsiz kurtarmaya bağlı oluşabilecek ölüm ve sakatlıkları en aza indirmek hedef- 2014 yılında ulusal düzey afet planı olan Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) Bakanımız tarafından imzalanarak. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığına gönderilmiştir. Uluslararası afet planlaması çalışmaları da çeşitli aşamalarda devam ettirilmektedir. İllerin UMKE ve afet malzemeleri açısından standartları belirlenmiş olup, bütün illere malzeme alımı için kaynak aktarımı yapılmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 2008 yılında Hastane Afet Planları (HAP) çalışmaları başlatılarak, ilk Ankara ilinde eğitimler verilmeye başlanmıştır. 2009 yılı Temmuz sonunda eğitici eğitimleri tamamlamış olup, iki yıl içinde 81 ilde HAP uygulayıcı eğitimleri tamamlanmıştır. Hastanelerin HAP’larının yapılması sürecini girilmiş, tatbikatları İl Sağlık Müdürlükleri tarafından denetlenmektedir. 2001 yılında il sağlık afet planları eğitimleri başlamış, zaman içinde illerin il sağlık afet planlarını yapmaları istenmiştir. Bu süreç 2014 yılında tamamlanmıştır. Bakanlık Sağlık Afet ve Acil Durum UMKE Koordinasyon Merkezi (SAKOM) bünyesinde telli ve telsiz haberleşme sistemlerinin yanında uydu telefonu ve uydu internet yolu ile 81 il ve yurtdışındaki ekiplerle kesintisiz haberleşme sistemleri tesis edilmiştir. Diğer taraftan il-sağlık afet planlarını hazırlamak için kılavuz hazırlanmış ve tüm illerin uygulayıcılarına gerekli eğitimler verilmiştir. Ayrıca ülke genelinde 81 ilimizi kapsayan Hastane Afet Planları eğitimleri ülke genelinde tamamlanmıştır. Bu hastanelerden 2 set Pakistan’a, 1 set Libya’ya, 2 set Yemen’e tam donanımlı olarak hibe edilmiştir. Somali’de 2011 yılı Ağustos ayından itibaren devam eden insani yardım faaliyetleri kapsamında bölgeye kurulan iki set Sahra Hastanesi, Kızılay Cezire Kamp Polikliniği, Mobil Sağlık aracı ve 5 adet ambulansımız ile sağlık hizmeti verilmiştir. 19.08.2011 tarihinden günümüze kadar 365 sağlık personeli Somali’de görevlendirilmiştir. 02.06.2014 tarihine kadar toplam 343.162 poliklinik, 24.006 laboratuvar, 2.672 ameliyat yapılmış olup; 6.406 röntgen çekilmiştir. Suriye’den ülkemize sığınan Suriyeli vatandaşlar için; Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adana, Mardin, Malatya illerinde sahra hastaneleri, prefabrik yapılar ve kalıcı bina tipi hastanelerde sağlık hizmeti verilmektedir. Bölgedeki kamplarda kurulan sağlık tesislerinde bu güne kadar; 7.797.395 poliklinik(Kamplarda 4.443.273, hastanelerde 5.165.155 toplamda 9.608.428 poliklinik yapılmış), 313.476 yatan hasta tedavisi, 235.645 ameliyat, 50.297 doğum gerçekleşmiştir. 951 personel bu kamplarda görevlendirilmiştir. Kuzey Irakta meydana gelen iç savaş nedeniyle Derebune ve Bersevada AFAD tarafından kurulan çadırlarda barınan Iraklı vatandaşlar için Eylül 2014 tarihi ile sağlık hizmeti sunmak amacıyla ülkemizden 15 günlük periyotlarla sağlık personeli görevlendirilmiş ve bu görevlendirme 26 Mart 2015 tarihinde bitmiştir. Kurulan kamplarda 7.892poliklinik hizmeti verilmiştir. Ülkemizde bulunan Ezidilere Mardin, Şırnak, Batman, Ş.urfa, Siirt, Diyarbakır illerinde belediyenin kurduğu çadırlarda (Mardin hariç (kamp) sunulan sağlık hizmeti kapsamında 47.106 poliklinik, 605 yatan hasta tedavisi, 256 ameliyat, 111 doğum gerçekleşmiştir. Havadan hasta yaralı tahliyesi görevlerinde çalışmış olup, Irak’ın çeşitli şehirlerinden 2008 yılından itibaren 18 sefer yapılmış olup, 342 hasta-yaralının Ankara’ya transferi sağlanmıştır. Türkiye ilk olarak uluslararası afet müdahale operasyonlarına İran’ın Bam şehrinde meydana gelen deprem ile başlamıştır. İlk müdahale için 15 doktor 15 sağlık personeli gönderilmiştir. Daha sonra sırasıyla Endonezya’da meydana gelen tsunami sonrası sağlık yardımı için bölgeye gitmiştir. UMKE timleri ilk olarak 2008 yılında başlayan Irak’ın çeşitli şehirlerinden başlayan hasta ve yaralıların havadan transferleri sağlanmıştır. Irak’a çeşitli tarihlerde olmak üze- re 18 sefer yapılmış olup, 342 yaralı taşınmıştır. Libya’dan havadan asta yaralı getirilmesi 2011 yılında yapılmış olup, 12 seferle 600 yaralı transferi karşılıklı olarak yapılmıştır. Daha sonraki dönemlerde İsrail, Filistin, Somali, Yemen ve Suudi Arabistan’dan hasta-yaralı transferleri yapılmıştır. En son afet müdahale ise 10 kişilik bir UMKE timi Nepal’e gidip sağlık müdahalesinde ve yardımda bulunarak geri dönmüştür. UMKE’NİN BUGÜNE KADAR KATILDIĞI BAŞLICA ÖNEMLİ GÖREVLER: URTDIŞI: Y İran Bam Depremi (2003) Endonezya Tsunamisi (2004) Pakistan-Muzafferabad depremi (2005) (İlk giden, en son terk eden ekip) Sudan İnsani Yardım Organizasyonu(2006-2011) Afganistan Sel ve Toprak Kayması (2007) Irak’tan yaralı Transferleri (2008 - 2013) İsrail’den Yaralı Transferleri (2010) (Mavi Marmara Baskını) Pakistan-İndus sel felaketi (2010) Haiti-Portoprince Depremi (2010) Japonya-Sendai depremi-tusunami- Fukişima nükleer kazası (2011) Libya-iç savaş-kitlesel tahliye (2011) Somali kuraklık-açlık felaketi (2011), Irak iç savaş (2014) Filistin Gazze Yaralı getirilmesi(2014) Nepal Depremi (2015) Suudi Arabistan Hac Yaralanmaları (2015) URTİÇİ: Y Konya Zümrüt Apartmanı Çökmesi Bozcada –Gökçeada Depremi Diyarbakır Askeri Lojmanlarında Patlama Bursa İntam Binası Çökmesi İstanbul’da İki Katlı Bina Çökmesi Pamukova Tren Kazası Kütahya ve Sivas’ta tren kazası, Isparta Uçak Kazası Konya Balcılar’da Yurt Binasının Çökmesi, Kıbrısçık Helikopter Kazası, Kahramanmaraş Helikopter Kazası Rize Ovit dağında çığ kurtarma Ankara Ostim’deki patlamalar Kütahya Simav Depremi Van depremi Soma Maden Kazası Ermenek Maden Kazası Suriyeli vatandaşlar için kamp bölgelerine sağlık yardımı Soma Maden Kazası SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 11 kapakkonusu 112 ACİLİN YÜZ AKI HAVA AMBULANS HİZMETLERİ Ambulans Helikopterler; Helikopter ambulanslar ilk olarak 28.10.2008 tarihinde hizmete başlamış ve 15 ilde 17 adet helikopter ambulansla 11.08.2013 tarihine kadar hizmete devam edilmiş, bu tarihte sözleşmeleri sona ermiştir. İkinci dönem helikopter ambulanslar 12.08.2013 tarihinde 5 adet olarak göreve başlamış, şu an 16 ilde 17 helikopter ile Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Malatya, Samsun, Trabzon, 12 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Van illerinde hizmete devam etmektedir. Hizmetin başladığı tarihten bu güne kadar 21.680 hasta/yaralı ve 153 organ nakli amaçlı transfer sağlanmıştır. Ambulans Uçaklar; İlk ambulans uçak 16 Nisan 2010 tarihinde hizmete girmiştir. Bugün üç ambulans uçak hizmete devam etmektedir. Uçak ambulanslarımızdan biri aynı anda 4 hasta taşıma kapasitesine sahiptir. Ambulans uçaklar 24 saat esasına göre hizmet vermekte olup, bu güne kadar 7.970 hasta/yaralı ile540 organ nakli amaçlı transfer sağlanmıştır. Ambulans uçaklar yurt dışında bulunan vatandaşlarımız ile ülkemizde bulunan yabancı ülke vatandaşlarına da hizmet vermektedir. Bu güne kadar yurt dışından ülkemize 360 hasta/yaralı, ülkemizden yurtdışına 24 hasta/yaralı olmak üzere toplam 384 hasta/yaralı nakledilmiştir. kapakkonusu SAĞLIK ORDUSUNUN EN ÖN SAFTA ÇARPIŞAN İSİMSİZ KAHRAMANLARI: ACİL TIP UZMANLARI “Sağlık ordusunun en ön safta çarpışan isimsiz kahramanlarına mutlaka en üst düzeyde özlük hakları tanınmalı” diyen Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) Başkanı Prof. Dr. Başar Cander, “Hiçbir şekilde özel hasta bakamayan, bu fedakâr hekimlerimize her türlü teşvik çalışmasının yapılması gerekir” dedi. Hastanelerin en kalabalık ve genellikle karışık yeri olan acil servislerin kahramanları, Acil Tıp uzmanlarına sorularımızı yönelttik. Yaşadıkları sorunları, çalışmaları ve talepleri hakkında görüşlerini aldık. İlk olarak Acil Tıp Uzmanları Derneği (ATUDER) Başkanı Prof. Dr. Başar Cander, sorularımızı yanıtladı. Branşınızın oluşum tarihi ile ilgili bilgi verir misiniz? Tıp tarihi acısından ele alır mısınız? Bugünkü bilinen anlamıyla acil tıp ilk olarak 1960’larda başlamıştır. İlk olarak ABD’de ayrı bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkmış ve dünyadaki gelişimi de buna paralel olmuştur. 1966’da Amerikan Ulusal 14 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Bilimler Akademisi’nin yayınladığı “Kazalarda Ölüm ve Sakatlıklar: Modern Toplumun İhmal Edilmiş Hastalığı” yazısı çok ses getirmiştir, bu yazıda Vietnam’da yaralanan bir askerin New York’ta vurulan bir sivilden daha çok yaşama şansı olduğundan bahsedilmiştir. Bu yazıyla beraber acil tıp hizmetleri yeniden ele alındı ve otoyol güvenliği yasası çıktı. O zamana kadar acil servisleri personele ve ekipman bakımından yetersiz ve kontrolsüz birimlerdi. İlk kez Cincinnati Üniversitesinde 1970’de Acil Tıp Ana Bilim Dalı kuruldu ve birçok uzman yetiştirdi. Bu tarihten sonra acil servisler hastaların en çok uğradığı birimler haline gelmişlerdir. ABD’den sonra birçok ülkede de bu gelişim başladı. Tıp tarihi ülkemizde; 1990 yılında Dokuz Eylül Üniversitesinin davetiyle Türkiye›ye gelen ABD›li Acil Tıp Uzmanı Dr. John Fowler Dokuz Eylül Üniversitesi Acil Servisinde çalışmaya başladı. Dr. Fowler’ın çabalarıyla 1993 yılında Acil Tıp Uzmanlığı, ayrı bir uzmanlık olarak kabul edildi. Derneğin kuruluş hikayesini anlatır mısınız? Kaç üyesi var ve faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz? Acil Tıp Uzmanlığı Derneği (ATUDER) 1998 yılında Türkiye de ilk acil tıp uzmanının mezun olmasından kısa süre sonra 1999 yılında Bursa’da kurulmuştur. Diğer derneklerden farklı olarak kuruluş aşamasından itibaren ülkemizin her yöresinden değerli uz- man ve öğretim üyeleri tarafından kurulmuştur. • Rıfat Tokyay • Fettah Fevzi Ersoy • John Robert Fowler, JR • Hakan Güven • Ülkü Ergene • Metin Çakmakçı • Erdoğan Mütevelli Sözüer • Şevket Cumhur Yeğen Benden önceki başkanlar Prof. Dr. Levent Altıntop zamanında ilk kurumsal kimliği kazanmış, ilk ulusal kongrelerini yapmıştır, ilk bilimsel dergi de hazırlanmıştır. Daha sonra bayrağı Prof. Dr. Figen Coşkun devri almış ve dernek çalışmaları büyük bir ivme kazanarak ATUDER bir marka haline gelmeye başlamıştır. 2008 yılından sonra bu çalışmalar aratarak devam etmiş. ATUDER sağlık camiamızın parlayan bir yıldızı haline gelmiştir. Ulusal ve uluslararası camiada birçok organizasyon yapmaya başlamış ve yılda 50’yi aşan organizasyonlarla büyük bir yapı haline gelmiştir. Bir taraftan ulusal bazda mezuniyet sonrası eğitim ve kurslar verirken bir taraftan uluslararası alanlarda acil tıbbın dünyada öncüleri arasına girmiştir. Mekanik ventilasyon, ultrasonografi, ekokardiyografi bronkoskopi, kritik hasta bakım kursları onda bilimsel yazı yazma ve istatistik kurslarına kadar geniş bir yelpazede eğitim vermektedir. Azerbaycan, Makedonya, Kazakistan ve Suudi Arabistan’da acil tıp sempozyumları düzenledik ve adeta acil tıp uzmanlığı eğitimini ihraç eden bir konuma geldik. 7. Avrupa Acil Tıp Kongresini ülkemizde gerçekleştirdik ve o zamana kadar yapılan en büyük Avrupa Acil kongresi oldu. Şu ana kadar 20’den fazla ulusal sempozyum gerçekleştirdik. Büyük uluslararası acil tıp ve kritik bakım kongrelerini her yıl düzenliyoruz. Her yıl iki uluslararası sempozyum, iki ulusal sempozyum, iki uluslararası, bir ulusal kongre düzenlemekteyiz. Ayrıca her yıl yavru vatan Kıbrıs’ta düzenlediğimiz Acil Tıp Sempozyumu var. Yani ülkemizde alışılmışın dışında bir faaliyet çizelgesiyle dünya liderliğine aday bir yapıya kavuşmuş durumdayız. Acil TV adlı bir televizyonumuz PROF. DR. BAŞAR CANDER ACİL TIP UZMANLARI DERNEĞİ (ATUDER) BAŞKANI ve Gazete Acil Adında bir medya çalışmamız mevcut. Şu anda TV 24 sat web üzerinden yayın yapıyor. Ayrıca 2 akademik dergi çıkartıyoruz Birçok index tarafından taranan bu dergilerden biri yine uluslararası düzeyde ve İspanya’dan Dubai’ye Hindistan’dan Kanada’ya editörler grubunun çalışmasıyla yayın hayatına devam ediyor. Türkiye’de tıpta uzmanlık dernekleri misyonlarını yeterince yerine getirebiliyor mu? Değilse neden? Etkinliklerin amacı, uzmanlık derneklerinin eğitim, araştırma, sağlık hizmeti, toplum sağlığı ve etik alanındaki çalışmalarının iyileştirilmesi, teşvik edilmesi, desteklenmesi ve bu alanlarda uzmanlık dernekleri arasında bilgi ve deneyim alışverişine ilgi ve olanak sağlanması olarak özetlenebilir. Ana amaç ise; kuşkusuz, uzmanlık alanlarında düzenli etkin ve nitelikli sağlık hizmeti verilebilmesinin koşullarını oluşturmaktır. Ancak ülkemizde genelde amatör ruhla yapılan bu çalışmalar yeterli karşılık bulamıyor ve kısır çekişmelere heba ediliyor Ulusal müfredatınız hakkında düşünceniz nedir? Müfredatınızı yeterli buluyor musunuz? Acil tıp en geniş müfredata sahip aynı zamanda en genç branş, müfredat çalışmalarımızda ise çok daha fazla yol almamız gerekiyor. Ancak komisyonlarımızda standart müfredatlar belirlendi. 2 dönem boyunca TUKMOS başkanlığı yaptım ve bu dönemde müfredatın çoğu tamamlandı Eğitim veren kurumların müfredatınızı tam olarak uyguladığını düşünüyor musunuz? Maalesef bu konu en dramatik acil tıp konusu. Bunda bakanlığın bizimle yeterli iş birliği yapmaması ve alt yapı oluşturulmadan eğitime başlanması gibi konular yüzünden çok ciddi boyutta aksayarak devam ediyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı bizim gibi tecrübeli bir ekibe daha fazla kulak vermeli. Yeterlilik sınavlarını nasıl yapıyorsunuz? Uzmanlık eğitiminin sonunda tüm yeni mezunlar aynı standartta mezun olabiliyor mu? Ulusal kongremizde çok uygun bir şekilde 80 kişilik ilk Board sınavımızı yaptık, bu çalışmalarımız çok iyi gitmekte ancak TTB ile iletişimde yaşadığımız sıkıntılar ve bakış açımızdaki farklılıklar nedeniyle yavaş seyrediyor. Hayır. Tüm diğer branşlarda olduğu gibi bizim branşta da bu durum iç açıcı değil. Özellikle acil tıp gibi genç ve geniş branşlarda bu konu daha zor çözümleniyor Aslında bu konuda çok ciddi çalışmalara ihtiyaç var, hem bakanlık hem YÖK nezdinde SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 15 Tıbbiyeli ve doktorların bu branşı tercih etmeleri için neler önerirsiniz? Yurt dışındaki derneklerle ortak çalışmalar yapıyor musunuz? Bu branş insanlara hizmet etmenin tıptaki doruk noktalarından biridir. Heyecan, adrenalin ve hizmet aşkı sizin için bir şeyler ifade ediyorsa tercih etmeniz doğru, ancak acilde başarılı olmanın en önemli temel taşı acili sevmektir. Dünyanın en zor mesleklerinden birine aday olmanız için sıra dışı olmanız gerekir. Acil zaten kendi adamlarını bulur ancak, sağlık ordusunun en ön safta çarpışan bu isimsiz kahramanlarına mutlaka en üst düzeyde özlük hakları tanınmalı ve maddi açıdan çok farklı bir şekilde desteklenmelidir. Dikkat ederseniz hiçbir branş doktoru acilde çalışmak istemez ve tercih etmez. Hiçbir şekilde özel hasta bakamayan bu fedakâr hekimlerimize her türlü teşvik çalışmasının yapılması gerekir yoksa, acilde çalışacak uzman bulmak mümkün olmaz Bu konu bizim için en başarılı olduğumuz alanların başında ABD’den Kanday’a Japonya’dan Avustralya’ya dünyadaki 20-30 dernekle işbirliği içinde çalışmalar yapıyoruz ve bu konuda merkez konumundayız. Her yıl 4-5 organizasyonumuz oluyor. Kendileri de bizi davet ediyorlar. Bu konuda çok iddialıyız zaten web sitemizde yaptığımız kongre ve işbirliği çalışmalarını takip edebilirsiniz. Bu yıl ayrıca Macaristan ve Çin’de bir sempozyum organize ediyoruz. Yakında ilan edeceğiz. Bu branşın hekimleri, hasta ve hasta yakınlarından neler bekliyor? Bir defa acil hastalara bakmayı meslek olarak seçmiş bu insanların iyi insanlar olduğunu ve onlara güvenmeleri gerektiğini bilmeleri gerekiyor. Önce güven! Tabii bunun dışında diğer insanların yaşam hakkına saygı da bekliyoruz. Kanlar içinde hayata tutunmaya çalışan bir travma hastasını bırakıp, boğaz ağrısına ya da kas ağrısına bakmasını istememeli ve hayati olmayan durumlar için beklemeyi öğrenmeli. Doktor başka hastalara hizmet vermek için onu bekletiyor yoksa kimsenin beklemesinden zevk almaz. Bu branşın hekimlerinin yaşadığı en büyük sorunlar nelerdir? • Şiddet • Özlük haklarının iyi olmaması • Ekonomik sorunlar (özel muayene açamaması) • Diğer branşların dahi yeterince tanımaması • Her doktorun acil hakkında bilgisi olmadan fikir sahibi olması • Ve en önemlisi basiretsiz yöneticiler 16 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Yurt dışındaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce örnek alınacak çalışmalar var mı? Varsa nelerdir? Bence biz birçok konuda örnek durumdayız. Ancak bilimsel çalışmaların literatüre katkı ve kılavuz oluşturma konularında daha iyiye gitmeliyiz. Bir de en önemlisi Acil Tıp uzmanlığını teşvik için yaptıkları iyileştirmeler ve teşvikler örnek alınmalı. Bu tedbirler alınmazsa bu branşın vebali almayanların üstüne kalır. Derneğiniz genç hekimleri nasıl destekliyor? Bilimsel çalışmalar için teşvik veriyoruz. Sorunlarını takip etmeye çözmeye çalışıyoruz. Ayrıca genç hekimler için yaptığımız çalışma gruplarında mutlaka yer veriyoruz ve onlarla aktif çalışıyoruz Bu alanda yapılan yeni bilimsel çalışmalardan çarpıcı örnekler nelerdir? Değişik sütur atma teknikleri, Ecmo ile yapılan çalışmalar, eko ve ultrasonografinin cep boyutlarında muayenenin bir parçası olması, mekanik ventilasyon desteğinde gelişmeler sayılabilir. Kongreleri düzenlerken özellikle nelere dikkat ediyorsunuz? Yeni bir şeyler sunmaya ülkemizin adını dünyaya duyurmaya, acil çalışmaları için stresten uzak güzel bir zaman dilimi geçirmelerine dikkat ediyoruz. Kongrelerimiz uluslararası düzeyde oluyor. Uluslararası Altın Acil Tıp Ödülleri veriyoruz. Geçen yıl Gazi Yaşargil Hocamız takdim ettik. Acilin Öyküsü yarışmamız var. Öyküler yazılıyor, en iyilere ödüller veriliyor. Yılın yöneticilerini rektör ve dekanlarını seçip ödüller veriyoruz. Bilimsel açıdan en yeni, en doğru bilgilerin paylaşıldığı mükemmel bir kongre oluyor ve Acil TV’den canlı yayın aldık. Son kongremizi, Türkçe ve İngilizce çok faydalı bir çalışma. Sağlık haberleri hakkındaki düşünceniz nelerdir? Sağlık haberleri bir facia. Profesyonel sağlık haberciliği o kadar önemli ki tamamen yanlış bilgiler, yanlış anlaşılacak şekilde sunuluyor. Doktorlara güven kalmıyor ve şiddet olaylarını destekliyor Gazetecilerden branşınızla ilgili ne gibi konulara dikkat etmelerini bekliyorsunuz? Haberlerin etik kurallar çerçevesinde ve doktorlardan konunun içeriği hakkında doğru bilgiler alarak, dürüst haberler vermelerini isterim. Toplumda doktor-hasta iletişimine katkı sunmalarını, küçük hesaplarla az reyting için çok şeyi yıkmamalarını beklerim Sağlık iletişimi alanında çalışmalarınız var mı? Varsa detaylandırabilir misiniz? Her kongrede bu konuyla ilgili bir panelimiz oluyor. Ayrıca bu konuda eğitim verilmesi için de çabalarımız var. Sosyal sorumluluk projeleri hazırlıyor musunuz? Evet, kamu spotu şeklinde ancak daha bitmedi. Bekleyerek hasta kurtarabilir insanlar. Sosyal medyada ne gibi etkileşimde bulunuluyor? Bu alanda ne gibi planlarınız var? Dernek sekreterliği tarafından tüm sosyal medya bilgilendirme duyuru tebrik ve paylaşmak amaçlı kullanılmaktadır. 17 Bu ilan ücretsiz yayınlanmaktadır SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 kapakkonusu ÇOCUKLARDA EV KAZALARINA KARŞI ALINABİLECEK ÖNLEMLER VE İLK YARDIM Dr. Veysel BALCI Acıbadem Kadıköy Hastanesi Başhekim Yardımcısı Acil Servis Sorumlusu Ev kazaları, her annenin çocuğuyla ilgili endişe yaşadığı, büyük önem arz eden bir konudur. Düzenli istatistiklerin tutulduğu İngiltere’de kaza sonucu ölümlerin %40’ını ev kazaları oluşturmaktadır. Dünyada ve ülkemizde yapılan araştırmalarda çocuklarla ilgili kazanın oluş şekli ve tipleri yaşla değişiklik göstermiş ve bu değişikliğinde çocuğun yaşına uygun fizik, sosyal ve hareket gelişim düzeyi ile bağlantılı olduğu vurgulanmıştır. 18 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Unicef’in 2003 yılındaki araştırmasında kazaya uğrayan 0-6 yaş arası çocuklarda en fazla rastlanan kaza tipi; düşmeler (%63), yanıklar (%16), araba kazaları (%7) ve zehirlenmeler (%4.4) olarak sıralanmıştır. YANIKLAR Yanık; su buharı, su veya diğer sıcak sıvılar, ateş, sıcak cisim, elektrik, aşırı güneş ışını veya kimyasal maddelerin insan vücuduna temas etmesiyle vücutta meydana gelen doku harabiyetidir. Yanıklara karşı alınabilecek önlemler: • Çocuğun yiyecek ve içeceklerini sıcak olarak önüne koymayınız, yerken yanında bulununuz. • Soba ve ocak üzerindeki su dolu kapların saplarını çocukların erişemeyeceği şekilde içeriye dönük koyunuz. • Elektrikli aletlerinizi çalıştırırken, kabloların sarkmamasına dikkat ediniz. • Piknik tüplerini kullanırken çocuklardan uzak tutunuz. • Çocuğunuzu banyo yaptırırken banyo suyunun sıcaklığını mutlaka kontrol ediniz. • Yanıcı maddeleri çocukların erişemeyeceği kapalı yerlerde muhafaza ediniz. Yanıklarda yapılacak ilk müdahale: • Su kabarcıklarının oluşmadığı, de- rinin hafif kızardığı birinci derece yanıkları 5-10 dakika soğuk suyun altında tutunuz. Zehirlenmeye karşı alınabilecek önlemler: • Tarihi geçmiş, uygun koşullarda saklanmamış gıdaları tüketmeyin. Düşme ve çarpmalara karşı alınabilecek önlemler: • 5 Aylıktan itibaren bebekler yat- tıkları yerde dönebildiklerinden yüksek ve yanları çocuğun düşebileceği şekilde açık olan masa üzerinde, sedirde veya salıncakta uyutmayın ve yalnız bırakmayın. • Yanığın üzerini temiz bir bezle ka- • Tarihi geçmiş ilaçları atın. patınız. • Yaşlıların fazla ilaç almalarını önle• Yanan kişi çok heyecanlı olacağın- mek için önlem alın. demirlerini çocukların dan onu sakinleştiriniz. • Doktora danışmadan ilaç kullan- • Balkon sarkmayacağı yükseklikte ve ara• Yanan kişinin elbiselerini çıkarma- mayın. larından geçemeyeceği genişlikte nız gerekiyorsa, elbiselerini yanık • Tüm ilaçları, kimyasal maddeleri, yaptırın. etrafından keserek çıkarınız. temizlik maddelerini çocukların • Emekleyen ve yeni yürümeye baş• Hemen bir sağlık kuruluşuna gö- ulaşamayacağı yerlerde saklayın. layan çocukları balkon, duvar üstü, türünüz. başı veya dam üzerinde • Bu tür maddeleri kendi kaplarında merdiven tek başına bırakmayın. • Yanığın kabarcıklarını patlatmayı- tutun. nız. takılıp düşeceğinden, • İlaçları, kimyasal maddeleri, temiz- • Çocuklar odalarda halı uçlarının kıvrık ol• Yanık üzerine hiçbir şey sürmeyi- lik malzemelerini su ya da süt veya mamasına, zeminin ayağa takılaniz. KESİKLER Evlerde en çok karşılaşılan kazalardan biri de kesiklerdir. Kesikler, bıçak, makas, gibi kesici ve delici aletlerin deri üzerinde meydana getirdikleri hasarlardır. Kesiklere karşı alınabilecek önlemler: • Bıçak, makas gibi kesici aletleri çocukların erişemeyeceği şekilde yüksek yerlerde veya kapalı dolaplarda bulundurun. • Çocukların yiyecek ve içecek kaplarını plastik veya kırılmaz maddelerden oluşturun. • Konserve ve yağ tenekelerinin ka- paklarını kesiye sebep olmayacak şekilde açın. meşrubat şişesine, yoğurt kabına veya bir başka yiyecek kabına koymayın. • Böcek veya fare zehirlerini çocukların bulunmadığı zaman kullanın ve kullandıktan sonra yerleri iyice temizleyin. cak bir şeyler içermemesine dikkat edin. • Mutfak, tuvalet, banyo gibi kaygan zeminleri ıslak tutmayın. • Merdiven başları ve kapı girişlerini iyi ışıklandırın. küçük veya büyük • Evde zehirli bitki bulundurmayın. • Çocuğunuza olmayan, uygun ayakkabılar giy• Hava gazı ve soba zehirlenmeleri- dirin. ne karşı önlem alın. • Çocuğunuzun yatağının yanlarına yükseklikte, düşmesini ön• Soba borularını, bacanızı temiz tu- uygun leyecek parmaklık yaptırın. tun, her yıl temizletin. • Katı yakıt kullanıyorsanız, sobanızı çok doldurmayın. Zehirlenmelerde yapılacak ilk müdahale: Kimyasal zehirlenmelerinde • Kusturmayın • Kesiklerde yapılması gereken ilk • Ağızdan bir şey vermeyin. yardım, kanayan bölgenin üstüne temiz bir bezle bastırarak kanama- • Ağzını ve çevresini yıkayarak teyı durdurmaktır. mizleyin. na başvurulmalıdır. birlikte en yakın sağlık kurumuna ulaşın. Düşme ve çarpmalarda yapılacak ilk müdahale: • Kaza geçiren çocuk ağlamıyorsa, şuuru yerindeyse ve ellerini, kollarını normal hareket ettiriyorsa hiçbir müdahalede bulunmayın. Fakat 24 saat hareketlerini gözlemleyin. • Daha sonra en yakın sağlık kurulu- • Her türlü kazada ilk müdahale ile ZEHİRLENMELER Zehirlenmeler emekleme çağı ile 5 yaş arasındaki çocuklarda sık görülen ev kazalarıdır. Bu yaştaki çocuklarda fazla merak ve öğrenme tutkusu, buldukları her şeyi ağızlarına götürme isteğinden dolayı zehirlenme olaylarında artış görülür. DÜŞME VE ÇARPMALAR Çocuklarda emekleme ile okul dönemi arasında daha sık görülür. Bu tür kazalar iyi izlenmeli, hekime danışmadan kazanın önemsiz olduğuna karar verilmemelidir. Dr. Veysel BALCI SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 19 • Kazadan sonra 24 saat zarfında, eşyalar bulundurulmamalıdır. yarım saat, 2 ya da 1 saat içinde 3’ten fazla fışkırır tarzda kusma, dalgınlık, sürekli uyku hali, solunum sıkıntısı, karın ağrısı, renk solukluğu veya havale geçirme gibi bulgular olursa mutlaka bir sağlık kuruluşuna götürün. • Yüksekte olan alt değiştirme ma- düşmelerde yukarıda sayılan belirtiler olmasa bile kırık çıkık veya bir iç kanama ihtimali olacağından en yakın sağlık kuruluşuna götürün. • Sarkan kablolar, kablo kanalı içine • Yüksekten • Kaza sonucu vücutta şişlik veya morluk oluşmuşsa üzerine buz veya soğuk suyla ıslatılmış bez koyarak daha fazla şişmesini önleyiniz. Tüm ebeveynlerin doğru ve zamanında müdahale yapabilmesi için ilk yardım eğitimi almalıdırlar. Tüm bu riskleri minimum düzeye indirgemek için evlerimizde alacağımız bazı basit önlemler çok faydalı olacaktır. Çocuk odalarında alınması gereken önlemler; sası 1 yaşından sonra kullanılmamalıdır. • Yüksek dolaplar duvara sabitlenmelidir. • Çekmece ve dolap kapaklarına çocuk kilidi uygulanmalıdır. alınmalı ve prizler priz koruyucu ile güvenli hale getirilmelidir. • Çocuk karyolası; priz, elektrik düğmesi, perde, perde ipine uzanamayacak konumda olmalıdır. • Çocuk karyolası tekerlekli ise emniyet kilitli olarak sabitlenmelidir. • Aydınlatma tavandan veya duvar- dan yapılmalı, lambader kullanılmamalıdır. • Odada mevcut sivri köşe ve kenar- lar koruyucu ile kaplanmalı, kapılara menteşe ve her iki tarafına da parmak koruyucu uygulanmalıdır. • Sallanan koltuk gibi hareket eden 20 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 fırın için fırın kilidi kullanılmalı, mümkün olduğu kadar deterjan ve benzeri temizlik ürünleri dolapların alt gözlerine konulmamalı, konulmak zorunda ise mutlaka çocuk güvenlik kilidi kullanılmalıdır. • Çatal, bıçak ve benzeri mutfak eşyalarının bulunduğu dolap ve çekmeceler, çocuk güvenlik kilidi ile güvenli hale getirilmelidir. • Buzdolabı için buzdolabı kilidi kul- Çocuklar keşif dönemlerinde, evin bütün alanlarını keşfe çıkar, özellikle en çok eşyaların bulunduğu salon onlar için hazine gibidir. • Mutfak tezgâhı ve benzeri keskin • Eşyalar; çocuğun yaşına göre ko- numlandırılmalı, örneğin oturma grubu hiçbir zaman pencere önüne konulmamalıdır. • Mekânda bulunan sivri köşe ve keskin kenarlar güvenli hale getirilmeli, pencerelere çocuk güvenlik kilidi, kapıya parmak koruyucu takılmalıdır. ra sabitlenmeli, TV ve elektronik aletler de özel güvenlik ürünleri ile sabitlenmeli ve koruma altına alınmalıdır. • Büfe ve dolaplardaki çekmece ve dolap kapakları güvenlik kilitleri ile güvenli hale getirilmeli, varsa tüm cam yüzeyler güvenlik filmi ile kaplanmalıdır. • Keskin kenar ve köşeleri olmama- • Yutulabilecek boyuttaki objeler, lıdır. ulaşamayacağı yere ko• Korkuluk arasındaki mesafe 2.5 çocuğun yulmalıdır. santimden dar, 6 santimden geniş • Sabit ve uzatmalı prizler, priz koruolmamalıdır. ile kapatılmalıdır. • Çocuk odasının zemini toz tutucu • yucu Saksı ve süs bitkilerindeki toprakhalı vb. malzeme ile kaplanmamalıdır. Kolay temizlenen ve toz tutmayan malzemeler tercih edilmelidir. • Ocak ve fırın için ocak bariyeri ve Salon veya oturma odasında alınması gereken önlemler; • Çocuk karyolasının konumu çok • Kütüphane ve raflı dolaplar, duvaönemlidir. Örneğin; pencere ve klima önü gibi doğrudan hava hareketi olan yere koyulmamalıdır. dır. Burada alınabilecek önlemler ve dikkatli olunması gereken noktalar ise şunlardır; lar saksı toprak koruyucusu ile korunma altına alınmalıdır. • Etrafta zemini kaygan hale geti- recek magazin ve dergi yaprakları kayma sebebi olacağından bulundurulmamalıdır. Mutfakta alınması gereken önlemler; Kazaların çoğunun yaşandığı mutfaklar, bebek ve çocuklar için en çok tehlike arz eden mekânlar arasında- lanılmalı, buzdolabı kapağına mıknatıslı magnetler iliştirilmemelidir. köşe ve kenarlar; köşe ve kenar koruyucusu ile kapatılmalıdır. • Mutfakta masa varsa, uzun masa örtüsü kullanılmamalıdır. • Su sebili varsa sıcak su bölümü iptal edilmelidir. • Bulaşık makinesi için kilit kullanıl- malıdır. Bulaşık makinesine yerleştirilen çatal-bıçak gibi sivri ev aletleri sivri tarafı aşağı gelecek şekilde yerleştirilmelidir. • Mümkünse çocuk emniyetli ocak kullanılmalıdır. Balkon veya bahçede alınması gereken önlemler; • Balkon kapısına çocuk güvenlik kilidi konulmalı, ayrıca balkon parmaklık aralıklarının özelliklerine göre file veya pleksi koruyucu uygulaması yapılmalıdır. Ancak balkonda masa, sandalye gibi eşyalar var ise, çocuk yalnız bırakılmamalıdır. Üzerine çıkıp aşağıya sarkabilir. • Bahçede bitkilerin çocuğa zarar vermeyecek türleri seçilmeli, böceğe karşı ilaçlama yapıldıktan 48 saat sonra çocuk bahçeye çıkarılmalıdır. • Bahçe çiti çocuğun aşamayacağı şekilde olmalı, bahçe çitinin yanında çocuğun tırmanabileceği ağaç olmamalıdır. • Bahçede yüzme havuzu varsa, kesinlikle standartlara uygun havuz güvenlik bariyeri kullanılmalıdır. kapakkonusu ACİL SERVİS KALABALIĞI Doç. Dr. Cemil KAVALCI Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Acil servisler Yataklı tedavi kurumları işletme yönetmeliğine göre başhekimin teklifi ve Valilik onayı ile kurulur ve tescil için Sağlık Bakanlığına bildirilir. Acil servisler bilindiği gibi haftanın 7 günü 24 saat esasına göre kesintisiz hizmet vermektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre; 2014 yılının ilk 9 ayında acil serviste 80 milyon hasta bakılmıştır. Ülke nüfusunun 78 milyon olduğu göz önünde bulundurulursa; 80 milyon acil hasta başvurusunun abartılı olduğu daha rahat anlaşılacaktır. Acil servislere başvuran her hastanın acil olduğu kabul edilir. Ancak Ülkemizde Sağlık giderlerini karşılayan devlet kurumu olan Sosyal güvenlik 22 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 kurumunun yaptığı tanıma göre; Acil Hal ”Ani gelişen hastalık, kaza, yaralanma ve benzeri durumlarda olayın meydana gelmesini takip eden ilk 24 saat içinde tıbbi müdahale gerektiren durumlar ile ivedilikle tıbbi müdahale yapılmadığı veya başka bir sağlık kuruluşuna nakli halinde hayatın ve/veya sağlık bütünlüğünün kaybedilme riskinin doğacağı kabul edilen durumlardır” Bu nedenle sağlanan sağlık hizmetleri acil sağlık hizmeti olarak kabul edilir. Acil servis kalabalığının evrensel olarak kabul edilen bir tanımı yoktur, ancak Amerikan Acil Hekimler Birliğinin 2002 yılında yaptığı tanıma göre; Acil servis kalabalığı “acil hastaların temel ihtiyaçlarının mevcut kurumsal kaynaklarla karşılanmasındaki yetersizliktir.” 2013 yılı verilerine göre kamu hastanelerine günde 766 bin ayaktan hasta başvurusu, 232 binde acil hasta başvurusu olmaktadır. Yani hastaların yaklaşık 1/4’ü acil serviste bakılmaktadır. Acil servisler için genellikle hastane kapasitesin %10’u kadar kaynak ayrılmaktadır. Dolayısıyla %10’luk kapasite ile %25 oranında hasta acil serviste bakılmaktadır. Acil servis kalabalığının birçok nedeni vardır: Acil servis hizmetlerinden fark ücreti alınmaması, 24 saat acil servislerde kesintisiz hizmet verilmesi, polikliniklerin akşam 17.00 da kapanması ve hastaların hastaneye gelmek için çalışan yakınlarını beklemeleri, acil servislerde tetkiklerin daha hızlı yapılması, tahlil sonuçlarının daha kısa sürede çıkması, diğer branş hekimlerinin acil olmayan işlerini acil servislerde yaptırarak hastayı tüm işler bittikten sonra yatırmak istemeleri, acil servislerin randevusuz çalışması, hastaların polikliniklerden randevu alamaması, resmi bayram ve tatillerin birleştirilmesi, hastane deyince akla acil servisin gelmesi, hastaların hangi bölüme gideceklerini bilmemesi nedeniyle acil servisi danışma gibi kullanmaları, Bakanlığın kamuoyuna duyurduğu uygulamaların hizmet sunucular tarafından yeterince benimsenmemesi ve uygulanmaması, branş hekimlerinin tanısı konmuş hastaları yatırma konusundaki isteksizlikleri, insan ömrünün uzaması nedeniyle kronik hastalıkların artması, acil serviste çalışan sağlık personeli ve yardımcı sağlık personeli sayısındaki yetersizlik, acil serviste çalışan personelin bilgi ve deneyim eksikliği, sevk zincirinin olmaması vb nedenler ilk akla gelenlerdir. Acil servisin kalabalık olması beraberinde bir çok soruna yol açmaktadır. Bunlardan en önemlisi gerçekten acil bakıma ihtiyacı olan hastaların zamanında ve uygun bakımı alamamasıdır. Sonuçta hastalar sakat kalabilir veya ölebilirler. Acil servise hasta kabul edememe, koridorda hasta bakma, ambulans kabul etmeme ya da başka yere yönlendirme, yatak yokluğu nedeniyle acil serviste hasta birikmesi, hastalara uygun olmayan standartlarda bakım vermek demektir. Gerçekte acil olmayan hastaların acil servislere müracaat etmesi avantaj gibi görülen daha hızlı muayene olma ve tedavi alma, tetkiklerin daha hızlı sonuçlanması gibi işlemlerde gecikmeye yol açmaktadır. Basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu olan hastanın, ayağı burkulan bir hastanın acil servis yoğunluğuna göre saatlerce triajda beklemesi gerekebilmektedir. Uzun bekleme süreleri hastaların gerilmesine neden olmakta, kavga vb istenmeyen olaylar görülebilmektedir. Acil servis kalabalığını azaltmak için çeşitli çözüm önerileri sunulabilir: En etkili ve ucuz yöntem halka yönelik bilgilendirme kampanyaları yapılarak acil servislerin gerçek kullanım amaçlarının halka anlatılmasıdır. Böylelikle hasta yakınlarının suistimali önlenebilir. Sağlık Bakanlığı çıkarmış olduğu yönetmelikle tüm hastane yataklarının acil hastalar için kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak günlük pratikte bazı hekimlerin bu konuda isteksiz oldukları görülmekte, “servisimde yerim yok, hastayı sevk edin” gibi öneriler gelmektedir. Hastane yöneticileri acil servis yöneticileri ile daha etkili işbirliği içinde olurlarsa hastalar acil serviste yatış için daha kısa süre bekleyebilirler. Randevulu çalışan polikliniklerde randevusuz gelen hastalar için %10-15’lik bir kota uygulanması faydalı olacaktır. Yine acil serviste yatış için bekleyen hasta varken poliklinikten elektif hastaların yatışının önlenmesi acil servis kalabalığını engelleyecektir. Acil servise başvuran hastaların %70-80 kadarının yeşil triaj kodlu, 1. basamakta bakılabilecek hastalar olduğu görül- mektedir. Sevk zincirinin kurulması ve Aile hekimliği sisteminin daha etkili kullanılması, hastaların işinin 1. basamakta çözülmesi acil servis kalabalığını azaltacaktır. Yine yeşil triaj kodlu hastalardan alınan katılım paylarının artırılması, gereksiz kullanımı ve acil servis kalabalığını azaltacaktır. Hastanede yatan hastaların daha erken taburcu edilerek hasta turnover’ının hızlandırılması kalabalığı önleyecek diğer bir yöntem olabilir. Acil servislere hızlı bakım üniteleri kurularak hasta yoğunluğunun azaltılmasına katkı sağlanabilir. Acil olmayan hastaların bakılması için hastanelerde aile hekimliği poliklinikleri açılabilir. Hastanelerde vardiya polikliniklerinin açılması yine acil servis kalabalığının azalmasına yardımcı olacaktır. Acil servislerin raporlu ilaç yazdırma yeri olmadığı, geçerken uğranıp muayene olunacak bir yer olmadığı unutulmamalıdır. Acil servisler öncelikle durumu kritik olan hastalara hizmet için kurulan birimlerdir. Gereksiz yere kullanılıp meşgul edilmesi, gerçekten bakıma ihtiyacı olan bir hastanın yaşam hakkının elinden alınmasına, ölüm ve sakatlığa yol açabilir. Acil servis kalabalığını azaltmak için toplum ve çalışanlar üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 23 kapakkonusu KALP KRİZİ ESNASINDA NE YAPALIM? Yrd. Doç. Dr. Hasan YÜCEL Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Eğer daha önceden kalp hastalığı tanısı almış biriyseniz göğsünüzdeki ağrı beş on dakika sürünce hastaneye gitmeniz, en azından doktorunuza haber vermeniz gerektiğini bilirsiniz. Daha önce tanı almamış biriyseniz şunu bilin ki göğüs bölgesinde 15 dakikadan fazla süren bir ağrı, özellikle çeneye sol kola ve sırta yayılıyor ve eğer sıkıştırıcı, üstüne biri oturmuş, mengene ile sıkıştırıyorlar gibi rahatsız edici vasıfta ise “kalp kaynaklı ağrı “ olma ihtimali yüksektir. Aşağıda yapmanız gereken şeyleri maddeler halinde sıralamaya çalıştım: 24 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 1.Kalp krizi geçirdiğinizden şüphelenmeniz halinde ilk yapacağınız iş hemen bir aspirin çiğnemek olmalıdır. Normal aspirin veya bebek aspirini veya her gün aldığınız düşük doz aspirin tabletlerinden ikisini birden çiğneyebilirsiniz. 2.Yürümeniz, koşmanız doğru değildir. Ayaklarınız biraz yukarıda olarak uzanın ve istirahat edin. Bu esnada yakınlarınızın sizi daha önceden belirlediğiniz, 24 saat koroner anjiyografi ve balon/stent işlemi yapma kapasitesine sahip hastaneye bir an önce ulaştırmak için hazırlık yapması, örneğin bir ambulans çağırması iyi olur. 3.Ambulansın gecikeceğini düşünüyorsanız vakit kaybetmemek için bir arabayla hastaneye ulaşmayı deneyebilirsiniz. Ambulansın size ulaşmasının hele büyük şehirlerde oldukça uzun bir süre gerektireceğini unutmayın. Buna karşın, ambulans sirenlerini çalarak diğer araçlardan daha hızlı gidip bu açığı kapayabilir. Ambülanstaki doktorun müdahale imkânı da göz önünde tutulmalıdır. Yani evinizin bulunduğu konuma, trafiğin durumuna, hastaneye uzaklığınıza göre ambulans çağırma veya bir taksiye atlayıp hemen gitme kararını siz kendiniz vereceksiniz. Kalp krizinde zaman çok daha önemlidir. 4.Kalp krizi vakalarında, ağrı başladıktan sonraki ilk iki saat içinde hastaneye ulaşmanız halinde (ne kadar erken ulaşırsanız o kadar iyi olur) tıkanan damarın balon ve stent uygulanarak kalpte kalıcı hasar oluşmadan açılması mümkün olur kapakkonusu İLK YARDIM NEDİR, NE DEĞİLDİR? BİLMİYORSAK HASTAYA DOKUNMAYALIM Doç. Dr. Gürkan ERSOY Dokuz Eylül Hastanesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Öğretim Üyesi “Herkes İçin Acil Sağlık Derneği” Genel Sekreteri Peki, kızımıza ne olmuştu, ilk yardım uygulaması olarak ne yapmıştım, yapmasam oluşan bu görünmeyen kaza İpek’te ne gibi kötü sonuçlar doğurabilirdi? Kızım İpek, tahminen 7 yaşlarında. Evimizde otururken bir anda kulakları sağır eden ağlama sesini duyduk. Eşim ile birlikte, sesin geldiği banyoya koşarak gittik. Kızımız İpek, elinde annesinin en sevdiği parfüm şişesini tutuyor, hüngür hüngür ağlıyor ama neden ağladığını, ne olduğunu bir türlü ifade edemiyordu. Çok belli ki bir nedenle çok acı çekiyordu. Hayat çok zor. Her an her yerde yaralanma, kaza, hastalık ile karşılaşabiliyoruz. Ama her yerde doktor, hemşire, paramedik, ambulans yok. Bu zaten mümkün de değil. Peki, çözüm ne? İşte tek ama tek çözüm, ilk yardım uygulamak. Ilk yardımı (anlamı, kim uygulayabilir, nasıl uygulanır vs.) öğrenmek durumundayız. Çünkü unutmayalım ki yapılan çalışmalar göstermektedir ki, öğrendiğimiz ilk yardım uygulamalarını hayatımızın bir döneminde ve % 80 oranında bir yakınımız için kullanıyoruz. Olayın ne olduğunu çok kısa süre içinde kavradım, hepimizin uygulayabileceği, çok basit ilk yardım uygulamasından sonra kendisini eşim ile birlikte halen çalışmakta olduğum Dokuz Eylül Hastanesi acil servisine götürdük. Acil tıp uzmanı ve arkasından göz hekimi arkadaşımız muayenesini tamamlayıp kızımızın reçete- Değerli okurlarımız, işte saydığımız nedenlerle, bu yazımızda ilk yardımı konuşacağız. Ilk yardım nedir, ne zaman, nerede uygulanır, kimler uygulayabilir, uygularken nelere dikkat etmemiz ve neleri yapmamamız gerekir şeklinde bazı ana başlıkları gözden geçirecek ve konuyu özetleyerek bitireceğiz. Değerli okuyucularımız, isterseniz bu sayıda ki yazımıza yaşadığım acı ama gerçek olay ile başlayalım. 26 sini yazdıktan sonra, gönül rahatlığı içinde evimize geri döndük. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Peki, İpeğe ne olmuştu? Ne gibi ilk yardım uyguladım? Bunlar da yazımızın sonunda. Yazımızın başında ve sonunda ayni mesajı ısrarla vurgulamak istiyorum. Çok iyi niyetle dahi olsa, lütfen bilmiyorsak yaralanan/hastalanan/kaza geçiren kişiye dokunmayalım. Çünkü kendisine zarar verebilir, mevcut hastalık/yaralanmasının daha da ağırlaşmasına neden olabiliriz. Yapacağımız tek şey, 112 no’lu telefonu arayarak ambulans sistemini harekete geçirmek ve en kısa zamanda ilk yardım eğitimi almaktır, diyorum. Ilk yardım ne demektir? Ilk yardım bir kaza, yaralanma durumunda, kişinin daha fazla yaralanmasını, durumunun ağırlaşmasını, kalıcı sakatlıklar oluşmasını veya muhtemel bir ölümü engellemek amacıyla, olay yerindeki imkânlardan yararlanılarak yapılan, tıbbi olmayan tedavidir. Bu tedavinin (ilk yardım uygulamasının) mutlaka bir sağlık kuruluşunda tamamlanması gerekir. Ilk yardım uygulamasında ilaç kullanımı, hastaya serum takmak, iğne yapmak asla yoktur. Ilk yardım neden önemlidir? • Akrep Çünkü oluşabilecek sakatlıkları engeller ve belki daha da önemlisi hayat kurtarır. • Akrep Hangi durumlarda, kimler için ilk yardıma ihtiyaç duyarız? Ilk yardıma hepimiz doğduğumuz andan itibaren heran, her yerde ihtiyaç duyabiliriz. Araştırmalar ilk yardım bilgilerimizi %80 bir yakınımız için kullandığımızı göstermiştir. Yaralanma, kanama, kedi köpek ısırıkları, boğaza yabancı cisim kaçması (et, iğne, boncuk, bezelye, nohut vs), boğulmalar, zehirlenmeler, afetler, depremler, trafik kazaları gibi günlük hayatta hepimizin karşı karşıya kalabildiği, yani bir anda kendimizi çok çaresiz hissettiğimiz anlarda ihtiyaç duyulabilir. Ilk yardım uygulamasında neler çok önemlidir? Lütfen ilk yardımı bilmiyorsak, eğitimini almadıysak uygulamayalım, hastaya dokunmayalım. Çünkü öncelikli amacımız öncelikli olarak zarar vermemektir. Ilk yardımı bilmiyorsak bile kaza, yaralanma, ani hastalık durumunda sadece 112 no’ lup telefonu arayarak profesyonellerin (doktor, paramedik) ve acil yardım ambulansının olay yerine gelmesini sağlasak hasta/ yaralı için en iyisini yapmış oluruz. Unutmayalım ki: Ülkemizde acil durumlarda ambulans çağırmak için devlete ait tek telefon vardır o da 112 no’lu telefondur ve • • Ambulanslar çağrılmadan gelmez yani onlara kaza veya bir yaralının olduğu malum olmaz. Birimizin onları çağırması gerekir. • Ilk yardım uygulamalarında yapılan ne gibi hatalar var? • Yerde baygın yatan hastayı tam değerlendirmeden kalp masajı yapmak (yaşayan insanı öldürebiliriz), • Suda boğulmalarda kişiyi baş aşağı çevirerek sözde akciğerine kaçan suyu boşaltmaya çalışmak (bu şekilde hastanın akciğerindeki değil midesindeki su çıkar, ama bu su çıkarken akciğerlerine kaçıp, kişinin daha da boğulmasına neden olabilir) yılan, böcek ısırmasında/ sokmasında o bölgeyi dağlamak, emmek, turnike uygulamak vs yılan, böcek ısırmasında/ sokmasında o bölgeye amonyak sürmek, • Yanıklarda yanık alanına buz uygulamak, reçel, yoğurt, diş macunu, salça sürmek, • Kanayan yaraya tütün, kül basmak vs. (saydığım örnekleri daha çoğaltabiliriz). • İlk Yardımı Öğrenmek İçin Ne Yap- süre tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkûm olan Sayın merhum Aydın MENDERES geçirdiği trafik kazası sonrası, hatalı taşıma sonucu felçli kalmıştır. Bu kişiyi bilinen tanınan bir kişi olduğu için hatırlıyoruz. Ama bunun gibi isimleri bilinmeyen yüzlerce kişi bilinçsiz ilk yardım uygulamaları nedeni ile sakat kalmakta veya ölmektedir. Sonuç Ilk yardım ve uygulamaları uçsuz bucaksız bir konudur. Unutmayalım ki: • Ilk yardım hayat kurtarır, • Mutlaka profesyonel kuruluşlarca • Ambulans çağrılmadan mamız Gerekir? verilen ilk yardım eğitimi kurslarına katılmamız gerekir. Bu kursları alabileceğimiz adresler: • Herkes İçin Acil Sağlık Derneği, (http://www.hiasd.org) • Kızılay (http://www.kizilay.org.tr), • Tabip Odaları (http://www.izmirtabip.org.tr) ve, • Özel kurslar olarak özetleyebiliriz. • Kaza, yaralanma, hastalık durumunda ne yapmamız gerekir? Önce sakin olmaya çalışalım. Ilk yardım eğitimimiz ve/veya sertifikamız varsa hemen bildiklerimizi uygulayalım. Bu arada bir kişinin 112 no’ lu telefonu arayarak ambulans ve profesyonellerin olay yerine gelmesini sağlamalıdır. • Kaza, yaralanma, ani gelişen hastalık durumunda ilk aramamız gereken telefon numarası nedir? a. Devlete ait telefon numarası: 112 no’lu telefon. İlk tercihimiz bu olmalıdır. Türkiye’nin her yerinden, ev, işyeri, cep telefonu, ankesörlü telefonlarından ücretsiz aranabilmektedir. b. İzmir Belediyesine ait AKS 110: 110 no lu telefon. Bu telefon numarası sadece İzmir ili için geçerlidir ve özellikle sıkışmalı tipte ki kazalarda çok etkindir. Kimler ilk yardım uygulayabilir? Ilk yardım eğitimi almış herkes ilk yardım uygulayabilir. Bu başta bir insanlık görevidir ama ilk şart: Eğer bilmiyorsak uygulamayalım. Mesela uzun gelmez, onlara kaza veya bir hasta olduğu malum olmaz. Birimizin 112 no’lu telefonu arayarak gelmelerini sağlamamız gerekir. • Ilk yardımı bilmiyorsak uygulamayalım, biran önce öğrenelim, eğitimini alalım. Peki, tekrar başa dönelim. Kızım ipeğe ne olmuş ve ben ne yapmıştım? İpek annesinin parfümünü üstüne sıkmak isterken şişenin ağzını gözüne doğru tutmuş ve parfüm gözlerinin içine doğru püskürtmüştü. Tabii, parfüm içinde bulunan çeşitli kimyasal maddeler ve de özellikle alkol gözlerini yakmıştı. Burada yapılacak ilk yardım uygulaması, göze kaçan yabancı maddeyi (burada parfüm) ortamdan uzaklaştırmak ve de göz dokusunun daha fazla zarar görmesini engellemek amacı ile çeşme suyu ile 5-10 dakika bol su ile yıkamaktır. Biz de bol bol yıkadık ve hastamızı hastaneye götürdük. Orada tedavisi düzenlendi ve evimize geri döndük. Eğer bu ucuz, basit, uygulaması çok kolay, özel eğitim gerektirmeyen tedaviyi uygulamasaydık İpeğin gözü çok yanacak ve tahriş olacaktı. Nice afetsiz, kazasız, sağlıklı günlerde görüşebilmek ümidi ile sevgi ve saygılarımı sunarım. Kaynaklar: 1. Herkes için ilk yardım. Türkiye Acil Tıp Derneği Yayını. Editör: Uzm. Dr. Ülkümen RODOPLU.Om Yayınevi, 2003. 2. Temel Yaşam Desteği. Türkiye Acil Tıp Derneği Yayını, 1998. 3. İlk Yardım ve Sağlık Bilgisi Ders Notları. Öğr. Görev. Hülya ÜNALAN. İzmir, 1997. 4. The American Red Cross. First Aid and Safety Handbook. Elizabeth DOLE. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 27 kapakkonusu YOLUM ACİL’DEN GEÇTİ… Doç. Dr. Zeynep GÖKCAN ÇAKIR Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Güzel bir Mayıs, öğleden sonrasıydı yolumun Acil Tıp’la kesiştiğini öğrendiğim gün... Tam 15 yıl önce… Ben dâhil Acil Tıbbın ne olduğunu, ne yaptığını bilen yok gibiydi… Elimde kağıtlar, kayıt için gerekli sağlık raporunu almaya çalışırken aynı hastanede çalışacağım hekim arkadaşların bir çoğu hastanemizde böyle bir alanda ihtisas verildiğini bile bilmiyorlardı… Bilenler de ya önemsemiyor, ya da küçük görüyorlardı zaten… Neydi neyin nesiydi “Acil Tıp”… Annemi hafakanlar basıyordu beni acilde düşündükçe… Dostlar, akrabalar dudak büküyordu… Şöyle hastadan, hasta yakınından yani klinikten uzak, sakin, riski az bölümlerin suyu mu çıkmıştı, evli barklı, küçük çocuklu bir kadın doktor olarak? İlla hastalara uğraşacaksam kadın-doğum gibi havalı, paralı bir bölüm olsaydı bari… Aysen Teyze’nin kızı pediatri yapıyordu, zor ama çok faydalı bir ihtisastı hiç değilse… Neyse ki eşim, bir de içimdeki sesim “doğru yerdesin” diyorlardı… Bu havada ilk adımımı attım acilden içeriye… Ve anladım içimdeki ses doğru söylüyordu; bana göreydi tam acil, ya da ben acile göreydim… Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide dolaşan birisine “hayatta kal” 28 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 çağrısı yapmak ve o esnada yanında olmak tam bana göreydi mesela… ”İnsan organizması parçalanamaz bir bütündür ve hepsi beni ilgilendirir” demek de öyle… Hekimlik çok kutsal bir meslekti elbette ama acilde daha bir kutsaldı sanki… Trafik kazası geçirmiş bir çocuğun yardım çığlıklarına ilk kulak veren olmak, ilk tuttuğu el olmak mesela. “Kimdi, kimin nesiydi, vah zavallıydı?!..” faslının önüne “varlığın varlığıma emanettir” i koyabilmekti acil doktoru olmak… Bir de tüm bunları akademik olarak yapmak vardı ki, adı “Acil Tıp” tı işte… O da tüm bu güzelliklerin tadıydı tuzuydu… Gönlünüzle, aklınızla, mesleki becerilerinizle çıktığınız yola bilimin ışığından fener yapmaktı… Yeni neferler yetiştirmeye soyunmaktı… Tabii ki bu güzel yolda yürürken ayaklarım ne taşlara vurdu, ne bereler aldım bilseniz… “Acil Tıp mı? O da ne?”ciler mesela… Yıllarca bir doktor ve birkaç sağlıkçı ile dönen, bir çeşit kapı doktorluğu işlevi gören acil servislere alışmış, zinhar yenilik sevmemciler… En büyük, en önemli doktor benim, başka kimseyi tanımamcılar, yok sayıcılar… Yel değirmenleriyle savaşmak gibidir, kendi meslektaşlarının ördüğü duvarları aşmaya çalışmak. Ve yel değirmenleriyle savaşırken kendinizi yalnız, yorgun, üşümüş hissedersiniz çoğu zaman… “Acil servis bir hastanenin vitrinidir, sizler hastanemizin vitrininde çalı- şıyorsunuz” klişesini her gün tekrar edip sonra da “acil servis depodur, herkesin babasının çiftliğidir, sürgün yeridir” muamelesini size uygun gören, idarecilerle de uzlaşmak zorunda olmaktır acilci olmak. Sonra da, o sürgünlere sürgünde olduğunu unutturmak, hatta sürgününü sevdirmek, ben buralıyım dedirmek. Hekimin ve sağlıkçıların hızla itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı, hasta ve yakınlarıyla sağlıkçıların karşı karşıya getirildiği, adeta düşman yapıldığı sağlık sisteminde en öndeki fedailer olmak var bir de. Her an her şey olabilir hissinin vücut bulmuş haliyle koyulmak her gün işe… Eve dönerken, eğer o gün, tehdit, küfür hakaret işitmediysen, mesleki onur ve itibarın, yaşama ve çalışma şevkin incitilmediyse sevinmek ve hatta fiziksel şiddete maruz kalmadıysan diğerlerini şükürlük saymak… Olur da bir teşekkür, ya da iltifat işitirsen şaşırmak, umarsızca sevinmek ve herkese anlatmak istemek… En sıkkın anında doğru koyduğun bir tanıyı, ağrısını dindirdiğin bir hastanın gözündeki bir minneti hatırlayıp teselli bulmak… Zor olanı seviyor insan galiba… Ben Acil Tıbbı çok sevdim… Şimdi 15 yıl sonra geriye dönüp baktığımda, “bu zor fakat zevkli yolculuğa şimdi olsa yine çıkardım, aynı yolları aynı şevkle yürürdüm ve hiç bitmesin isterdim” diyorum. Biliyorum ben doğru yerdeyim, yola devam… kapakkonusu KALP VE DAMAR HASTALIKLARINDA ACİL DURUMLAR Prof. Dr. Mehmet Birhan YILMAZ 1-Kalp krizi (Akut koroner sendrom) Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp krizi, kalp kasını besleyen atardamarlarda, yani koroner arterlerde, pıhtı oluşumu nedeniyle ciddi damar darlığı ya da tıkanmasının olduğu durumdur. Pıhtı, genelde damarda daha önceden var olan ve bizim aterosklerotik plak adını verdiğimiz, içinde kolesterol partiküllerinin de bulunduğu yapının yırtılması sonucu, kanın plağın altındaki doku ile temas etmesiyle oluşur. Aslında gerçekleşen şey, vücudumuzun herhangi bir yerinde bir kesik meydana geldiğinde, kanamayı durduran ve aslında yaşam kurtaran (bu pıhtılaşma mekanizması olmasa ufak bir kanama Kardiyoloji Anabilim Dalı Kalp ve damar hastalıklarında acil durumları 5 başlık altında toplamak mümkündür. 1-Kalp krizi (akut koroner sendrom) 2-Akciğer embolisi 3-Aort yırtılması 4-Hipertansif aciller 5-Ritim bozuklukları 30 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 ölümcül olabilir) pıhtılaşma olayıdır. Ancak, bu pıhtılaşma kalp damarının içerisinde meydana geldiğinde sonuç, damar içinde bir tıkaç oluşması demektir. Bunun sonucu da, kalp kasına kan ve oksijen akışının engellenmesidir ki bu da dakikalar içinde o bölgedeki kalp kası hücrelerinin ölümüne sebep olur. Hasar gören kalp kası görevini yerine getiremez. Kalp krizinin tipik belirtisi göğüste sıkışma şeklinde tariflenen ağrıdır. Bazı hastalar nefes darlığı, midede şişkinlik hissi, boyun ağrısı, kol ağrısı gibi, direkt olarak kalbe yorulmayacak belirtiler de gösterebilir. Bu arada kalp krizlerinin önemli bir kısmı kişiyi aniden ölüme götürebilir. Hastaların hatırı sayılır bir kısmında ise hiçbir belirtiye rastlanmaz. Kalp krizi geçirdikleri tesadüfen yapılan tetkikler esnasında ortaya çıkar. Bu arada, damar tıkanıklığının sonuçları 6–12 saat içinde geri dönüşümsüz hale gelir. Bu süre içinde tıkalı damarın açılması ve kan sulandırıcı ilaçların verilmesi, kalbe tekrar kan gitmesine neden olur. Böylelikle hücre ölümü durdurulabilir. Kalp krizi şüphesi olan herkesin en yakın acile başvurması önemlidir. Kalp krizi şakaya gelmez, genç-yaşlı demeden herkesi etkiler. 2 ve 3- Akciğer embolisi ve Aort yırtılması Bu iki hastalık aslında kalp krizi ile karışan durumlardır. Belirti olarak göğüs ağrısı ve nefes darlığı bu iki durumda da gözlenebilir. Akciğer embolisi, çoğunlukla bacak toplardamarlarında oluşmuş bulunan bir pıhtının kalbe giden damarlar yoluyla kalbe, oradan da akciğer damarlarına ulaşması ve orada takılı kalması durumudur. Akciğer damarlarının aniden tıkanması, nispeten ince duvarlara sahip bulunan kalbimizin sağ ventrikülünü (sağ karıncık) zorlamaya başlar. En kısa sürede, bu pıhtının eritilmesi gereklidir. Daha çok, toplardamarlarında pıhtı oluşumuna yatkın durumlar (örneğin bacak ve alt karın bölgesi ameliyatları sonrası, gebelik, kalp yetersizliği) varlığında beklenmelidir. Acile gelen tüm göğüs ağrılı hastalarda, akılda tutulması gereken olasılıklardan birisi olmalıdır. Akciğer embolisi acilde genelikle tanısı atlanan bir durumdur. Aslında çok basit bir kan testiyle bu acil durumun olup olmadığını ekarte etmek mümkündür. Kronik tedavisi yeni pıhtı oluşumun engellenmesinden geçer. Tedavi başlanan hastalarda genelde bir sorun olmaz. Ölüm, daha ziyade tanısının atlanıp tedavisinin de başlanmadığı hastalarda meydana gelir. Özellikle uzun süreli yatak istirahatinde olan yaşlı hastalarda akılda tutulmalıdır. Son yıllarda, akciğer embolisine neden olan güncel bir durum da ortaya çıkmıştır. “Ekonomi sınıfı sendromu” adını almaktadır. Toplardamarlarında pıhtı oluşumuna meyilli kişilerin, sıkışık koltuklarda yaptığı uzun süreli uçak yolculukları sonrası tanımlanmış ve literatüre girmiştir. Öte yandan, aort yırtılması, göğüs ağrısı ve sırt ağrısı ile belirti veren oldukça ciddi diğer bir acil durumdur. Adından anlaşılacağı üzere, kalbimizden çıkan ana damar olan aortanın, farklı bölgelerinde yırtık (diseksiyon) diye isimlendirilen, aslında aortanın katmanlarının birbirinden ayrılması ile oluşan klinik durumdur. Aortayı birbirinin üstüne geçmiş 3 katlı boruya benzetebiliriz. Birbirinin üstüne geçen bu boruların her birinin önemli bir işlevi vardır. Bu borulardan en içteki ile ortadakinin birbirinden ayrılması aort yırtılmasını meydana getirir. Aort yırtılması esnasında, yırtılan bölgeyle uyumlu olacak şekilde kişi ağrı hisseder. Kalbe yakın bölgelerde meydana geldiyse, ön göğüs bölgesinde ağrı hissederken, diğer bölgelerde daha ziyade sırt ağrısı şeklinde belirti verir. Daha ziyade yaşlı ve kan basıncı yüksek kişilerde ve yatkınlığı bulunan (aortu genişleten hastalıklar) kişilerde oluşur. Aort yırtılması, bilinen en ölümcül hastalıklardan birisidir. Acil müdahale gerektirir. Acil müdahalede kan basıncının olabildiğince dikkatli bir biçimde çok aşağı değerlere doğru indirilmesi hayati derecede önemlidir. Damar yırtığının ilerlemesi bu şekilde durdurulabilir. Tedavi edilmezse ölümcüllük oranı çok yüksektir. 4-Hipertansif aciller Kan basıncının ani yükselmeleri acil servisleri en fazla meşgul eden acil durumlardandır. Aslında kan basıncının ani yükselmelerinde müdahale eşiği sanılanın aksine oldukça yüksektir. Sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) 180 mmHg (18 ve üzeri) üzerine çıkmadığı müddetçe, altta yatan başka bir rahatsızlık da yoksa, özel bir müdahaleye gerek de yoktur. Eşlik eden diğer rahatsızlıklar olması durumunda (örneğin kan basıncı yüksekliğinin böbreğe zarar verdiğinin ortaya çıkması veya beraberinde aort yırtılması) müdahale acil olarak, gerekirse damar içine müdahale ile yapılmalıdır. Yalnızca daha yüksek değerlerin varlığındaysa, ağızdan uygulanan tedaviler genelde yeterlidir. Kan basıncı yüksekliği yaşayan ve acile başvuran hastaların ertesi gün ya da günler içerisinde tekrar poliklinik kontrolünden geçmesi ve gerekli ilaç değişikliklerinin (gerekirse ilave) yapılması önem arz etmektedir. Prof. Dr. Mehmet Birhan YILMAZ 5-Ritim bozuklukları Kalp ritim bozukluğu tıp dilinde aritmi diye adlandırılmaktadır. Aritmi genel bir ifadedir. Kalbin çok hızlı atmasını gösterebileceği gibi (taşikardi) çok yavaş atmasını (bradikardi) veya düzensiz atmasını gösteriyor olabilir. Kalbimiz elektrik üreten ve elektrik akılmarı üzerinden normal çalışma temposunu düzenleyen bir organdır. Kalp ritim bozukluğunda kalbin her zamanki elektriksel akışında bir düzensizlik vardır. Aritmiler her yaşta ortaya çıkabilir. Hastalar, özellikle taşikardi varlığında genellikle çarpıntı hissi ile acile başvururlar. Bunun yanı sıra baş dönmesi, bayılma, tekleme hissi diğer belirtilerdir. Altta yatan yapısal bir kalp bozukluğu yoksa, ritm bozuklukları, özellikle gençlerde genellikle iyi huyludur. İyi huylu olması, sizi rahat ettireceği anlamına gelmez. İyi huylu olması sizi öldürmeyeceği anlamına gelir. İyi huylu bir ritim bozukluğu yaşam kalitenizi çok ciddi biçimde bozabilir. Alkol, uyarıcı ilaç ve gıdalar (kafein içerenler ve diğerleri) çarpıntıların sık olarak sebebidirler. Tiroid bezinin anormal çalışması, kansızlık da sık sebeplerdendir. Altta yatan bir kalp hastalığı varlığında (örneğin kalp yetersizliği, kapak hastalığı) senaryo olumsuza doğru evrilir. Bu durumda daha ciddi ritim bozuklukları söz konusudur. Uzmanlık gerektirir. Özellikle bayılma ve bilinç kaybına yol açabilen ritim bozuklukları uygun biçimde ve acilen tedavi edilmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 31 kapakkonusu DAMAR YARALANMASI OLAN HASTAYA YAKLAŞIM Yrd. Doç. Dr. Hakkı KAYA Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı 70 kilogram ağırlığı olan bir kişide 5-6 Litre kan bulunduğu varsayılmaktadır. %10 oranında kan kaybı oldukça tehlikelidir. Kaybedilen kan miktarına göre kişide oluşturduğu belirti ve bulgular değişebilir. Atardamar kanamaları parlak kırmızı renktedir ve kalp atımı ile eş zamanlı fışkırma şeklindedir. Atardamarlar vücudumuzda kol, el bileği, el, parmak, ayak bileği, ayak gibi organlarda cilt altında yüzeye yakın seyrederler. Dolayısıyla bu bölgelerdeki açık yaralanmalarda hayatı tehdit edici kanamalara yol açabilirler. Kanamalı bir hastada kanamayı durdurmak için parmakla lokal bası uygulanabilir ya da basınçlı sargılama yöntemleri uygulanabilir. Acil durumlarda temiz bir havlu, mendil ya da yaralanmanın büyüklüğüne göre kişinin kıyafetleri kullanılabilir. Büyük kanamaya yol açan bacak ve kol atardamar yaralanmalarında basınç direk olarak kanayan atardamarın köküne doğru yapılabilir. Kanayan kısım mümkün olduğunca kalp seviyesinin üzerinde tutulmaya çalışılmalıdır. Kanamanın çok fazla olduğu durumlarda üçgen sargı bezi, çorap, kravat veya herhangi bir enli kumaş parçası ile turnike yapılabilir. Ancak turnikenin sıkıldığı zaman not edilmeli ve basıncı çok dikkatli ayarlanmalıdır. Uzun süreli turnike uygulamalarının yara yeri uç kısmında doku beslenme bozuklukları ve doku ölümlerine (kangren) yol açabileceği unutulmamalıdır. Turnike en fazla iki saat uygulanabilir. Gevşetme süresi ilk bir saatte 10- 20 dakikada bir, sonraki bir saatte ise 5-10 dakikada bir olmalıdır. Kanamaya eşlik eden kemik kırığı var ise kırık olan vücut bölümünün bir atel ya da sert bir nesne ile desteklenmesi kanama miktarını azaltabilir. Bununla birlikte kanamalı bir hastayla karşılaşıldığında zaman kaybetmeden sağlık ekiplerine haber verilmelidir. durumundan ayırt edilmelidir. Kişinin nabız ve solunumundan emin olunduktan sonra beynin kanlanmasını ve dolayısıyla oksijenlenmesini arttırmak amacıyla sırtüstü yatırılarak ayakları kaldırılmalıdır. Eğer dışarıda bayılmışsa kafasının altına yumuşak ve fazla kalın olmayan bir şeyler konulabilir. Bayılan kişiye alkol, soğan sarımsak koklatmak sanılanın aksine faydasız ve gereksiz bir uygulamadır. Bayılan kişiye su içirmeye çalışmakta başlı başlına yanlış bir uygulamadır. Çünkü hastanın nefes yolları kapanacağından boğulmaya sebep olabilir. Eğer bayılan kişi 5-6 dk içerisinde kendisine gelmiyorsa başka bir sorun düşünülmeli en kısa sürede ambulans çağrılmalıdır. Bayılması Olan Hastaya Yaklaşım Bayılma; beyine giden kan ve dolayısıyla oksijenin azalması sonucu görülen geçici bilinç kaybıdır. Uzun süre aç kalmak, tansiyonun düşmesi, uzun süre güneş altında beklemek, ani bir sevinç, üzüntü ya da korku yaşamak sağlıklı bir insanda da bu duruma sebep olabilir. Ancak kalp hastalıkları ve nörolojik hastalıklar da bayılma ya yol açabilir. Bayılan bir kişiyle karşılaşıldığında öncelikle boyundaki karotis arter dediğimiz şah damarından nabzı, sonrasında solunumu kontrol edilerek bayılma kalp ve solunum durması Yrd. Doç. Dr. Hakkı KAYA 32 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 C M Y CM MY CY CMY K SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 33 haber DÜNYADA HER YIL 5 MİLYON ÇOCUK 5 YAŞINA GELMEDEN HAYATINI KAYBEDİYOR! Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof.Dr.Necmettin Ünal’dan uyarı: “Kalp krizi veya akciğermeme-prostat kanserlerinin toplamından daha fazla ölüme yol açan SEPSİS bilinmiyor.” Tüm dünya ülkeleri için ciddi bir halk sağlığı sorunu olan ve vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği kontrolsüz yanıt ile kendi doku ve organlarına zarar vermeye başlamasıyla ortaya çıkan SEPSİS, erken tanı konularak tedavi edilmemesi halinde birçok organda yetmezliğe, şok’a ve yüksek oranda ölüme yol açıyor. Her yıl dünyada yaklaşık 8 milyon kişinin ölümüne neden olan ve yalnız erişkin hastalarda değil çocuklarda da önemli ölüm nedenlerinden olan SEPSİS, yılda 5 milyondan fazla yenidoğan ve çocuk ölümüne de yol açıyor. Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal, her yıl 30 milyondan fazla kişide SEPSİS geliştiğini, SEPSİS gelişen hasta sayısında ise yine her yıl % 8-13 artış olduğunu belirtti. Prof. Dr. Ünal, SEPSİS gelişen hastaların, hastalığın şiddeti, tanı ve tedavi uygulamalarının zamanlaması, tedavinin yeterliliği gibi sebepler bağlı olarak %15-60’ı yaşamını kay34 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 betmektedir. Her yıl SEPSİS nedeni ile kalp krizi veya akciğer-meme-prostat kanserlerinin toplamından daha fazla ölüm gerçekleştiğini de vurguladı. Dünyanın birçok ülkesini harekete geçiren SEPSİS, İngiltere’de bu konuda özel bir yasanın çıkmasına zemin oluşturdu. SEPSİS’in Türkiye’de ne sıklıkta görüldüğü ve ne kadar ölüme yol açtığı ile ilgili resmi rakamlar ise mevcut değil. 2012 yılında Global Sepsis Alliance tarafından ilan edilen “Dünya Sepsis Günü” için yapılan çalışmalar, 3000’den fazla hastane ve 295 kar amacı gütmeyen organizasyonun desteği ile yürütülüyor. SEPSİS farkındalığını arttırmak ve bu sayede görülme sıklığını en aza indirmek üzere çalışmalar gerçekleştirmek için kurulan Global Sepsis Alliance, 2012 yılından bu yana her yıl 13 Eylül ‘Dünya Sepsis Günü’nde yıl boyunca sürdürdüğü faaliyetlerini en üst sevi- yeye çıkartıyor. “Dünya Sepsis Günü” için Türk Yoğun Bakım Derneği’de kamuoyunda farkındalık oluşturmak ve SEPSİS kaynaklı ölümlerin en aza indirilmesi için eğitim çalışmalarına ara vermeden devam ediyor. Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal; “Tanı ve tedavide yaşanacak her 1 saatlik gecikmenin SEPSİS’den ölme olasılığını %8 oranında arttırması, bu anlamdaki farkındalık çalışmalarının önemini ortaya koyuyor. SEPSİS’e bağlı ölümlerin azaltılabilmesi için en önemli nokta, erken evrede hastalığın tanınması ve tedaviye başlanmasıdır. Bu denli büyük sağlık problemi yaratan SEPSİS halk tarafından yeterince bilinmemekte veya yanlış bilinmektedir. Halktan kişilere sorulduğunda, Amerika Birleşik Devletlerin’de %46’sı, Almanya’da % 50’si, İngiltere’de % 60’ı, Kanada’da % 71’i, İsveç’de % 79’u ve Brezilya’da % 91’i SEPSİS terimini hiç duymadıklarını ifade etmiştir ” dedi. Antibiyotik Direnci Sepsis Tedavisini Sıkıntıya Sokabilir! Tedavide en önemli yaklaşımlardan birinin erkenden uygun antibiyotik tedavisine başlanması olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Necmettin Ünal; “Antibiyotik tedavisine ne kadar erken başlanırsa başarılı olma şansı o kadar fazladır. Ancak bu konuda da bazı problemler vardır. Günümüzde mikroorganizmaların önemli bir kısmı bazı antibiyotiklere karşı direnç geliştirmiştir ve birçok antibiyotikten SEPSİS tedavisinde yararlanılamamaktadır. Bunun en büyük nedeni uzun yıllar boyunca antibiyotiklerin bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımının yanı sıra veteriner hekimlikte antibiyotik kullanımı ile ilgili kısıtlamaların yetersiz olmasıdır. Konuyla ilgili olarak kısa önce uygulamaya sokulan reçetesiz antibiyotik satılmasının yasaklanması, yaklaşık 11 yıldır sürdürülmekte olan antibiyotik yazım ve kullanımının kısıtlanmasına yönelik tedbirler maalesef beklenilen sonucu vermemiştir ve antibiyotik direnci artarak devam etmektedir. Kısıtlama tedbirlerine rağmen ülkemizdeki yıllık antibiyotik tüketimi ve antibiyotik maliyetleri sürekli artmaktadır. Bu aşamadan sonra gereksiz ve reçetesiz antibiyotik kullanımının engellenmesi için her türlü çaba gösterilmelidir. Antibiyotik direncinin daha fazla artmaması için antibiyotik kullanımı ile ilgili mevcut kısıtlamaların revizyonu ve bu amaçla tüm sağlık kurumlarının işbirliği içerisinde çalışması gerekmektedir” dedi. SEPSİS’e bağlı ölümlerin azaltılmasına yönelik eylem planlarının açıklandığı basın toplantısında söz alan Türk Yoğun Bakım Derneği Başkanı Prof. Dr. Necmettin Ünal, “SEPSİS ile savaşta başarılı olabilmemiz için söz konusu eğitimlerin yalnız tıp fakültelerinde değil, hemşirelik okulları ve diğer sağlık personelinin yetiştirildiği okullarda da verilmesi veya güncellenmesi; tüm tıpta uzmanlık eğitimi müfredatlarında güncel hali ile yer alması gereklidir” dedi. Prof. Dr. Ünal, Tedavide en önemli yaklaşımlardan Prof. Dr. Necmettin Ünal birisi uygun antibiyotik tedavisinin erkenden başlanmasıdır. Antibiyotik tedavisine ne kadar erken başlanırsa başarılı olma şansı o kadar fazladır. Daha önceden de belirtildiği üzere SEPSİS’de antibiyotik tedavisine başlanılmasında her 1 saatlik gecikme ölüm olasılığını %8 oranında arttırmaktadır. Ancak bu konuda da bazı problemler vardır. Günümüzde Yoğun Bakımda mevcut olan mikroorganizmaların önemli bir kısmı bazı antibiyotiklere karşı direnç geliştirmiştir ve birçok antibiyotikten SEPSİS tedavisinde yararlanılamamaktadır. “Sağlık Bakanlığının ve SGK’nın hastalıklarla ilgili kayıt sistemlerinde SEPSİS için ayrı bir başlık açılarak, tanısal kriterlere uyan vakaların derlenmesi, dolayısı ile ülkemizde SEPSİS’in ne denli ciddi bir tehlike oluşturduğunun daha doğru istatistiklerle değerlendirilebilir hale getirilmesi gerekmektedir. Bu konuda Türk Yoğun Bakım Derneği gerekli her türlü işbirliğinde bulunmaya gönüllüdür. Özellikle SGK’nın medula sisteminde SEPSİS tanısının tanı kriterleri ile kaydedilebilir hale getirilmesi ve bu şekilde yapılan kayıtlar ile SEPSİS’in mali boyutlarının ne denli büyük olduğunun ortaya konulması da son derece önemlidir.” SEPSİS’in ulusal bütçelere getirmiş olduğu yük de oldukça yüksektir. Ülkemizde bu konuda ulaşılabilen ulusal bir veri olmamakla birlikte ABD’de her yıl 20 milyar dolardan fazla, Almanya’da 5 milyar Euro’dan fazla bir bütçe sadece SEPSİS’li hastaların hastane giderlerini karşılamak üzere ayrılmaktadır. SEPSİS için yapılan hastane giderlerinin her yıl %12 oranında arttığı bildirilmiştir. Hastaların hastaneden taburcu olduktan sonraki sağlık giderleri ve rehabilitasyon giderleri bu miktarlara dahil değildir. İnsan hayatını bu kadar ciddi şekilde tehdit etmesine ve ekonomik açıdan büyük harcamalara yol açmasına rağmen çok az bilinen SEPSİS’e, Türkiye’de Türk Yoğun Bakım Derneği’nin 2014 yılında Sağlık Bakanlığı işbirliği ile gerçekleştirdiği ve 2015 – 2016 yıllarında da devam edecek eğitim ve farkındalık çalışmaları ile dikkat çekiliyor. 20142015 döneminde Sağlık Bakanlığı organizasyonu ile Türk Yoğun Bakım Derneğinin 250’den fazla eğitmenince 25.000 den fazla sağlık çalışanına SEPSİS farkındalığı eğitimi verilmiştir. Bu çalışma yılında ise hekimler ile ilgili SEPSİS tanı eğitimi kampanyası yine Sağlık Bakanlığının katkıları ile 14.09.2015 tarihinde 11 ilimizdeki toplam 24 hastanede Türk Yoğun Bakım Derneği tarafından başlatılacak ve devam ettirilecektir. 13 Eylül dünya SEPSİS gününde GSA tarafından düzenlenerek tüm dünyadan 20 önemli bilim adamının katılımı ile gün boyunca sürecek SEPSİS başlıklı webinar’a Türk Yoğun Bakım Derneği adına Prof. Dr. Necmettin Ünal’da yapacağı konuşma ile katılarak ülkemize yönelik mesajlar verecektir. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 35 analiz BİYOBENZER İLAÇLAR Doç. Dr. Sema ZERGEROĞLU Uzm Ecz. Aslıhan Beyan Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü Giriş 19. yüzyılın ortalarına kadar ilk tıbbi ilaçlar; bitkisel droglar, çiçekler, kökler, mantarlar gibi doğal kaynaklardan elde edilmiştir. Takip eden dönemlerde kimyasal ilaçlar geliştirilerek birçok hastalığın tedavisi için kullanılmışlardır. Konvansiyonel diye adlandırılan, günümüzde de çeşitli farmasötik dozaj formları ile hazırlanan sentetik ve yarı-sentetik ilaçlar, düşük molekül ağırlığına sahip moleküllerdir. 1970 yılından itibaren geleneksel biyoteknolojik üretimin yanında 1980’lerde modern biyoteknoloji çağına geçişle birlikte özellikle ilaç biyoteknolojisi alanda çok büyük gelişmeler kaydedilerek yeni bir ilaç sınıfı meydana gelmiştir: Biyolojik 36 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 ürünler. Bu gelişmeye büyük ölçüde katkı sağlayan olay 1950 yıllarında DNA yapısının aydınlanması olmuştur(1). DNA çift heliks yapısının keşfinden sadece 20 yıl sonra Cohen ve Boyer 1973 yılında ilk rekombinant DNA teknolojisi denemelerini gerçekleştirmiştir. Teknolojideki bu büyük buluş, ilaçlarda yeni bir jenerasyonun gelişmesine yardımcı olmuş ve 1982 yılında rekombinant insan insulin’inin ruhsatlanabilmesini ve tedaviye girmesini sağlamıştır. Bu, pazara ulaşan ilk biyofarmasötik üründür. Bu gelişmelere paralel olarak biyomedikal araştırmalar sayesinde insan vücudundaki moleküler mekanizmaların aydınlatılmasında da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu araştırmalar sonucunda, küçük miktarlarda üretilen birçok proteinin önemli fonksiyonlara sahip oldukları anlaşılmış ve bunlar tedavide uygulanabilirlikleri bakımından ilginç adaylar durumuna gelmiştir (2). Biyolojik ilaç “etken maddesi niteliğinin ve kalitesinin belirlenmesi için imalat süreci ve kontrolü ile birlikte fizikokimyasal biyolojik testler kombinasyonu gerektiren ve biyolojik bir kaynaktan imal edilmiş ya da ekstre edilmiş üründür” diye tanımlanmaktadır. Bu ürünler; 1. İmmünolojik ürünler 2. Kan ürünleri 3. Rekombinant DNA teknolojisi prokaryotik ve ökaryotik hücrelerde, transforme memeli hücreleri de dâhil olmak üzere biyolojik olarak aktif proteinlerdeki kodlayan genlerin kontrollü ekspresyonu, hibridoma ve monoklonal antikor yöntemleri ile elde edilen ürünler, 4. İleri Tıbbi Tedavi Ürünleri, 5. Etkin maddenin doğrudan kendisinden türetilmediği reaktifler; kültür ortamı, dana fetüs serumu, katkı maddeleri, kromatografi vb (3) Biyolojik Ürün ve Üretim Süreci Biyolojik ilaç, etken maddesi niteliğinin ve kalitesinin belirlenmesi için imalat süreci ve kontrolü ile birlikte fizikokimyasal biyolojik testler kombinasyonu gerektiren ve biyolojik bir kaynaktan elde edilmiş ya da ekstre edilmiş üründür. DNA teknoloji ya da hibridoma tekniği ile elde edilmiş proteinleri içeren biyoteknolojik orijinli medikal ürünlerin (biyolojik, biyofarmasötik veya biyoteknolojik) üretilmesi için bitki ve hayvan hücreleri, bakteriler, virüsler ve levür (maya) gibi canlı organizmalardan yararlanılmaktadır. Biyolojik ilaçlar vücutta doğal olarak üretilen proteinin yerine geçerek/ destekleyerek etkililiğini göstermesi nedeniyle avantajlı olarak görülmektedirler ve giderek artan sayıda hastanın biyolojik ürünlerle tedavi edildiği bilinmektedir. Bu grup ilaçların modern tıbbın başlıca onkoloji, enfeksiyon ve otoimmün hastalıklarının tedavisi başta olmak üzere hemen her alanında kullanıldığı ve yeni keşiflerin hızla devam ettiği bilinmektedir. Biyoteknolojik ilaçlarla birlikte bilim insanları geçmişte tedavi edilemez denilen birçok hastalıkta tedavi şansı yakalayabilmektedirler. Biyolojik ilaçlara örnek olarak immünolojik ürünler, kan ürünleri, Rekombinant DNA teknolojisi (prokaryotik ve ökaryotik hücrelerde), transforme memeli hücreleri de dahil olmak üzere biyolojik olarak aktif proteinlerdeki kodlayan genlerin kontrollü ekspresyonu, hibridoma ve monoklonal antikor yöntemleri ile elde edilen ürünler, ileri tıbbi tedavi ürünleri, etkin maddenin doğrudan kendisinden türetilmediği reaktifler; kültür ortamı, dana fetüs serumu, katkı maddeleri gibi örnekleri verilebilir. lar mevcuttur (Tablo 1). Örneğin konvansiyonel ilaçlar tam olarak tanımlanmış bir yapıya sahipken, biyolojik ilaçlar kompleks ve heterojendirler. Konvansiyonel ilaçların standart formülleri olduğu için 3 boyutlu hale çevrilmelerindeki kolaylık üretimlerini kolaylaştırırken biyoteknolojik ürünler canlı hücreler ve farklı izoformların karışımından oluştuğu için karakterizasyonu zordur. Konvansiyonel ilaçlar canlı hücrede genellikle bir veya birkaç prosesi etkilerken, epoetin gibi bir biyolojik ilaç rekombinant interferon’un 100’e yakın genle etkileşime girerek etkisini gösterir. Boyut olarak tipik bir biyolojik ilaç konvansiyonel ilaçlardan 100-1000 kat daha fazla büyüklüktedir. Örneğin konvansiyonel bir ilaç olan Asprin 190 Da (Dalton)’a denk gelirken biyolojik ilaçlar 19,000 Da (interferon-B gibi) dan 20,000 kDa boyutuna kadar ulaşabilmektedir. Bu boyut farkı 1.80 m boyunda bir insanla 300 m uzunluğundaki Eyfel Kulesinin karşılaştırılmasıyla somutlaştırılabilinir (4). Konvansiyonel ilaçlar fiziksel koşullara karşı stabil iken biyolojik olanlar çok hassastırlar ve bu durum bu ilaçların gerek eczaneler ve ecza depolarında gerekse hastalarca saklanmasında ve muhafaza edildikten sonra yeniden kullanıma sunulmasında bir hayli güçlük bulunmaktadır. Biyolojik İlaçların Konvansiyonel İlaçlardan Farkları Konvansiyonel ve biyolojik ilaçlar arasında yapı, etki şekli, üretim metodu, şekil, boyut, vücuda alınım yolları, hatta fiyat ve stoklama koşulları dâhil birçok önemli noktada farklılık- Konvansiyonel ve biyolojik ilaç arasındaki diğer bir belirgin fark ise ilacın vücuda giriş yoludur. Konvansiyonel ilaçların çoğu oral olarak alınabilen kapsül veya tablet formundayken biyolojik ilaçlar enzimatik sindirime karşı olan hassasiyetinden dolayı enjeksiyon şeklinde veya inhalasyon yoluyla uygulanarak vücuda girer. Biyolojik ilaçların üretim prosedürü yukarıda sıraladığımız nedenlerden ötürü son derece kompleks, uzun süreli, pahalı ve oldukça zahmetli aşamaların bulunduğu bir takım süreçleri içerir. Biyolojik ürünler için karşımıza çıkan en önemli toksisite sorunu ise immü- Tablo 1. Konvansiyonel ve biyolojik ilaçlar arasındaki farklar Konvansiyonel İlaçlar Kimyasal sentezle üretilirler Düşük molekül ağırlığı Fizikokimyasal özellikleri tamamen karakterize edilebilir Stabil Saflık standartları mevcut Farklı uygulama yollarına yönelik dozaj şekilleri hazırlanabilir Kan damarları yolu ile hızla sistematik dolaşıma geçer Organ ve dokulara dağılır Genellikle toksisite spesifiktir Genellikle antijenik özellikte değildir Analitik yöntemlerle tamamen karakterizasyon Saflaştırılması kolay Kontaminasyondan korunması kolay Biyolojik İlaçlar Biyoteknolojik olarak üretilirler Yüksek molekül ağırlığı Kompleks fizikokimyasal özellik Isı ve çalkalamaya hassas (agregasyon) Değişken spesifikasyonlar Genellikle parenteral yol ile uygulanır Lenfatik sistem aracılığı ile sistemik dolaşıma ulaşıp uğrayabilir Plazma ve hücreler arası sıvı ile sınırlı dağılım Reseptör aracılı toksisite Genellikle antijenik özellikte Karakterizasyon zor Saflaştırma prosesi uzun ve karmaşık Kontaminasyon olasılığı çok yüksek SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 37 nojenisitedir. İmmünojenisite, spesifik bir maddenin insan vücudunda antikor oluşturma kapasitesi olarak tanımlanır. Alerji, anafilaksi gibi genel immün reaksiyonların yanı sıra etkinin azalması (insülin, interferon alfa, interferon beta) veya artması (büyüme hormonu) söz konusu olabilir. Dolayısıyla ürün geliştirilme sürecinde immün cevabın tipi ve şiddetindeki değişiklik toksisiteye neden olan önemli bir etkendir (5). Biyobenzer tanımı US Food and Drug Administration (FDA)ye göre biyobenzer ürün tanımı Biyobenzer ürünler (AB’de follow-on biologics olarak da adlandırılmaktadırlar) benzer biyolojik tıbbi ürünün kısaltmasıdır. Bunlar patentleri sona eren mevcut biyofarmasötik ürünlerin yeni versiyonlarıdır ve çoğunlukla proteinlerden oluşurlar. BPCI BPCI Act (Biologics Price Competition and Innovation Act) sağlık hizmeti reformunun (Affordable Care Act) bir parçasıdır (23.03.2010) kanununa göre biyobenzer veya biyobenzerlik kavramı tam anlamıyla bir biyolojik ürünün referans ürününe - klinik olarak inaktif komponentlerdeki minör farklılıklarına rağmen yüksek anlamda benzemesi demektir. Ayrıca biyolojik ürün ile referans ürün arasında klinik açıdan güvenlilik, saflık ve ürünün et- 38 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 kisi yönünden önem taşıyan farklılıklar olmamasını da kapsamaktadır (6). Biyobenzer ürünler geleneksel ilaçlara (küçük moleküllü ilaçlar) göre daha büyük ve kompleks moleküllerdir, bu yüzden ruhsat onayı almadan önce daha kapsamlı analitik, preklinik ve klinik testlerin yapılması gerekmektedir. Biyobenzer ürünler ölümcül alerjik reaksiyonlara neden olabilmektedirler (İmmünojenisite) ve bazı biyobenzer ürünler referanslarıyla ayni yan etkileri de göstermemektedirler. Ayrıca üretim sırasında ürün üzerinde oluşabilecek minör kabul edilebilecek değişiklikler son ürünün etkisinde veya yan etkisinde ciddi ve önemli farklılıklara neden olabilmektedir (7). European Medicines Agency (EMA)ya göre benzer biyolojik tıbbi ürün tanımı Avrupa Birliğine göre bir benzer biyolojik tıbbi ürün bir referans ürüne benzer olduğu karşılaştırılabilirlik çalışmaları ile kanıtlanmış bir tıbbi üründür. Bu ürünler ancak orijinal ‘referans’ biyolojik tıbbi ürünün patent süresi bittikten sonra ruhsatlandırılabilirler. Genellikle bu, bir referans biyolojik tıbbi ürünün en az 10 yıl ruhsatlandırılmış olması anlamına gelmektedir. Biyobenzer tıbbi ürünlerin ruhsatlandırılması için biyobenzer tıbbi ürün referans tıbbi ürüne benzer olmalı ve referans ürün ile arasında nitelik, güvenlik ve etkililik açısından önemli bir fark olmamalıdır. Referans tıbbi ürününbilgileri ulaşılabilir olduğu sürece, biyobenzer tıbbi ürünün ruhsatlandırılması için gereken güvenlik ve etkililik bilgileri bir orijinal biyolojik tıbbi ürünün ruhsatlandırılması için gereken bilgilerden daha azdır (8). Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna göre biyobenzer ürün tanımı Türkiye’de 2008 yılında “Biyobenzer tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz” yayımlanmıştır ve bu sayede biyobenzer ilaçların ruhsatlandırma kriterleri de belirlenmiştir. Ruhsatlı biyolojik referans bir biyolojik ilaca benzerlik gösteren ilaçlara verilen addır. Biyobenzer ürünlerin etkin maddeleri, ilgili biyolojik referans ilaçların etken maddelerinin moleküler ve biyolojik açıdan benzeridir. Biyobenzerler jenerik ürün olarak kabul edilemezler. Bunun nedeni biyoteknolojik ürünlerin canlı organizmalar tarafından üretilmekte olup, kimyasal ilaçlar gibi öngörülür olmamasıdır. Biyobenzer ve biyolojik referans ilaçlar genel olarak aynı güçte aynı hastalığı tedavi etmek amacıyla kullanılır ve farmasötik şekilleri, gücü (dozu) ve uygulama yolları referans ilaç ile aynıdır. Biyobenzer ilaçlar sadece ticari ismi, görünüş ve ambalajlama özellikleri açısından, biyolojik referans ilaçlardan farklılık gösterir (9). Biyobenzer Ürünlerin Ruhsatlandırılması Biyobenzerlerin ruhsatlandırma ve patent sürecinde ülkelerin kendine özel kılavuzları mevcuttur. EMA’nın, AB üyesi ülkeler için ilk biyobenzer regülatör onay yöntemi 2005 yılında yayınlanmıştır. Japonya, Kore, Kanada, Hindistan ve son olarak dünyanın en büyük ilaç pazarlarından olan Çin’in biyobenzerlerin üretimi ve onaylanması konusunda kendi devlet politikaları ve kılavuzları vardır. Türkiye’nin biyobenzer kılavuzu 2008 yılında, daha çok EMA referans alınarak; biyobenzer kavramını tanımlamak, başvuruların temel ana hatlarını ortaya koymak ve multiendikasyonal durumlarda, gerekirse her endikasyon için etkililik ve güvenilirliğin kanıtlanmasını içerecek şekilde yayınlanmıştır(10). Türkiye’de biyobenzer ürünlerin ruhsatlandırılma işlemleri Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü Yeni İlaç Şube Müdürlüğü tarafından yürütülmekteydi, ancak 02.11.2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sağlık Bakanlığının teşkilat yapısı yeniden düzenlenmiştir ve söz konusu ürünlerin ruhsatlandırma işlemleri hali hazırda Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Biyolojik ve Biyoteknolojik Ürünler Birimi tarafından gerçekleştirilmektedir(11). Bir biyobenzer ürün ruhsat dosyası hazırlarken dikkat edilmesi gerekenler aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Kalite Klinik öncesi Türkiye İlaç ve Tıbbi Kurumu’na yapılmış olan başvurular Ön Değerlendirme Birimi tarafından değerlendirilir ve uygun bulunması halinde Bilimsel ve Teknik Değerlendirme Daire Başkanlığı’na sevk edilir. Bu başkanlığa bağlı ilgili bilimsel komisyonlarca (Teknolojik Değerlendirme Birimi, BY/BE Değerlendirme Birimi, Klinik Değerlendirme Birimi ve Farmakolojik Değerlendirme Birimi) yapılacak değerlendirmelerin uygun bulunması halinde, ürünün son kontrolleri (ilgili birim tarafından onaylı risk yönetim planı, analiz uygunluğu, ambalaj bilgileri ve ruhsat harç makbuzu vs.) İlaç, Biyolojik ve Tıbbi Ürünler Koordinasyon Daire Başkanlığı Biyolojik ve Biyoteknolojik Ürünler Birimi tarafından yapılarak ruhsatlandırma işlemleri sonuçlandırılmaktadır (12). İlaç sektöründeki durum 1970’lerden itibaren üretilmeye başlanan biyolojik ilaçların patent sürelerinin sona ermesiyle birlikte 2000’li yıllarda referans ürünle kalite, güvence ve etkinlik bakımından benzerlik gösteren “biyobenzer” ilaçlar pazara giriş yapmıştır. Biyobenzer ilaçlar, referans biyolojik ürüne karşı rekabet yaratarak fiyatların gerilemesini sağlamakta ve hastaların biyoteknoloji ile üretilen ilaçlara erişimini arttırmaktadır. 2006 yılında Avrupa Komisyonu tarafından onaylanan ilk biyobenzer ilacın pazara girişinin ardından biyobenzer ilaç sektörü üçlü Gelecek senaryolarında biyobenzer ilaç pazarının toplam biyolojik ilaç pazarı içerisindeki ağırlığının önümüzdeki on yıl içerisinde yaklaşık on kat artması beklenmektedir. Zira tahminler 2011’de küresel biyolojik ilaç pazarının %1,1’ini oluşturan biyobenzer ilaçların 2022 senesinde toplam pazarın %11’inden fazlasını oluşturacağı yönündedir. 2011-2022 arasında küresel ilaç pazarının yıllık ortalama %6,4 oranında büyüyeceği tahmin edilirken, aynı süre içerisinde biyobenzer ilaç pazarının yıllık ortalama %31,5 oranında büyümesi beklenmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra Norveç ve İsviçre’deki biyolojik ilaç pazarının son dört yıllık performansını gösteren ikinci tabloda ise ilk biyobenzer ilacın ruhsatlandırılmasından sonraki 5 yıllık dönemde biyobenzer ilaç endüstrisinin toplam biyolojik ilaç pazarından %11lik bir pay almayı başardığı görülmektedir. Bu da gelecekte bi- Klasik eşdeğer ürün Biyobenzer ürün Yeni ürün (tam dosya) “Tam ve bağımsız dosya ürünün dosya bilgileri” referans ürün ile karşılaştırılması “Tam ve bağımsız ürünün dosya bilgileri” referans ürünle kapsamlı olarak karşılaştırılması Tam ve bağımsız ürünün dosya bilgileri ----- Kısaltılmış program, molekülün karmaşıklığına bağlı olarak subklinik toksisite çalışması (4 hafta), Lokal tolerans, PK/PD çalışması Klink öncesi tanı çalışması Faz I; PK/PD çalışması Faz I Faz II çalışması gerekmemektedir. Faz II Gerektiğinde her bir endikasyonda Faz III çalışması Tüm endikasyonlarda Faz III çalışması Risk Yönetim Planı Risk YönetimPlanı Biyoeşdeğerlilik çalışması Klinik bir büyüme sürecine girmiştir. 2011 yılı sonunda 1,3 milyar dolarlık bir büyüklüğe erişen küresel biyobenzer ilaç pazarı biyolojik ilaç endüstrisinin %1,1ini oluşturmaktadır. ABD’de ise Avrupa’daki görünümden farklı olarak 2012 yılı itibarı ile ruhsatlanmış bir tane biyobenzer ilaç bulunmaktadır. Günümüzde biyobenzer ilaç üretimi gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaşırken, Çin (%30), Hindistan (%15) ve Güney Kore (%4,5) küresel pazarın yaklaşık %50sini oluşturmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 39 yobenzer ilaç pazarının öneminin giderek artacağı yönündeki tahminleri desteklemektedir. Sağlık otoriteleri biyobenzer ilaçların geliştirilmesi ve üretimi ile ilgili hukuki ve idari altyapıları oluşturduktan sonra sektörde patent haklarının da sonlanması ile birlikte biyoteknoloji alanında hızlı bir büyüme öngörülmektedir. Türkiye’nin biyobenzer ilaç geliştirme konusunda kararlı adımlar atması, ülkemizin henüz yeni oluşmakta olan bu pazarda söz sahibi ülkelerden birisi olmasını sağlayabilecektir(13). Ülkemizde bu alanda yeni çalışmalar yapılmakta olup 2012 yılında Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü Proje ve Ar-Ge dairesi tarafından planlanıp başlatılan ve 2014 yılı sonunda tamamlanan ‘’ Türkiyede Biyoteknolojik Ürün Üretimi için Ar-Ge Alt Yapı Analizi ve Sağlık Ekonomisine Geri Dönüşümün Belirlenmesi’’ isimli proje (Proje sahibi SB Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü , Proje partneri Kırıkkale Üniversitesi Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Sema Zergeroğlu) önem arz etmektedir. Söz konusu proje kapsamında; ülkemizdeki mevcut durum analizi, ilaç sektörünün değerlendirilmesi, Biyoteknolojik ürün üretimi, Biyoteknoloji de ileri ülke modellerinin analiz edilmesi (Almanya, Güney Kore,İsrail ve Amerika Birleşik devletleri) ve ülkemizdeki mevcut potansiyelin uygulanabilirliliğinin değerlen- KDV İstisnası Gümrük Vergisi Muafiyeti Devletin Yatırıma Katkı Oranı % Teşvikten Faydalanma Dönemi (Yatırım/İşletme %) Kurumlar Vergisi İndirim Oranı % Sigorta Primi İşveren Hissesi Desteği (yıl) Yatırım Yeri Tahsisi KDV İadesi Gelir Vergisi Stopajı Desteği (yıl) 40 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 dirilmesi ayrıntılı olarak verilmiştir. Proje sonunda biyoteknolojik ürün üretimi için gerekli olan pilot tesis ve biyopark modeli çıktı olarak sunulmuştur (14). Ayrıca yeni yapılacak çalışmalara ışık tutabilecek teşvikler son derece önemlidir. Teşvik Yasası’nda (2012/3305) biyoteknoloji alanına özel atıfta bulunulması ve biyoteknolojik ürünlerin üretimine ilişkin yatırımların öncelikli alan olarak belirlenmesi önemli bir gelişmedir. Sağlık Bakanlığı’ndan onay alınması koşuluyla 20 milyon TL ve üzerindeki biyoteknoloji, onkoloji, kan ürünleri üretimi için yapılan yatırımlar öncelikli yatırımlar kapsamında aşağıdaki teşviklerden faydalanabilecektir. IV Bölge + + 40 50/50 80 7 + - VI Bölge + + 50 80/20 90 10 + 10 Türkiye’de biyoteknolojik ilaçların 2014’te toplam pazar büyüklüğü 2,6 milyar TL’ye ulaşmış olup, bu rakam toplam ilaç pazarının yaklaşık %20 ’sini oluşturmaktadır. Biyobenzer ilaçların biyoteknolojik ilaç pazarı içindeki payı değerde %1,9 gibi düşük bir rakam olsa da hızlı büyüme kaydettiği görülmektedir (15). KAYNAKLAR 1. Amgen. Biologics and Biosimilars Overview, http://www.amgen.com/pdfs/misc/ Biologics_and_Biosimilars_Overview.pdf ) 2.Biyobenzer (biosimilar) ilaçlar, Kanzık İ, TFD-KFÇG E-bülten; Sayı 59, Mayıs 2012, http://www.tfd.org.tr/kfcg/ebulten/59_1_ ilker_kanzik_makale.pdf ) 3.İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü. Biyobenzer tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz 07.08.2008, http://www.tisd.org.tr/mevzuatDetay.asp?yonid=79 4. Biyolojik İlaçlar ve Biyobenzerler, http:// www.farmakovijilansdernegi.org/UserFiles/File/Semra_Sardas.pdf 5.Türk Toksikoloji Derneği. Biyobenzer ürünlerle ilgili global toksisite sorunları, http://www.turktox.org.tr/index.php/ tr/makaleler-toplu-goeruenuem-2/44biyobenzer-ueruenlerle-ilgili-globaltoksisite-sorunlar 6. FDA. Therapeutic Biologic Applications (BLA). Biosimilars, http://www.fda.gov/ Drugs/DevelopmentApprovalProcess/ HowDrugsareDevelopedandApproved/ ApprovalApplications/TherapeuticBiologicApplications/Biosimilars/default.htm 7. HealthAffairs. Health Policy Briefs Article. Biosimilars, http://healthaffairs.org/healthpolicybriefs/brief_pdfs/healthpolicybrief_100.pdf ) 8.EMA. Biosimilars. Biosimilar medicinal products, http://www.ema.europa.eu/ ema/index.jsp?curl=pages/regulation/general/general_content_000408. jsp&mid=WC0b01ac058002958c 9.İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü. Biyobenzer tıbbi ürünlere ilişkin kılavuz 07.08.2008, http://www.tisd.org.tr/mevzu- atDetay.asp?yonid=79) 10. Türk Toksikoloji Derneği. Biyobenzer ürünlerle ilgili global toksisite sorunları, http://www.turktox.org.tr/index.php/ tr/makaleler-toplu-goeruenuem-2/44biyobenzer-ueruenlerle-ilgili-globaltoksisite-sorunlar 11.Nacak M, Sezer Z, Erenmemisoglu A. Biosimilar drugs. J Clin Anal Med 2012;3: 251-6) 12.Biyobenzerler: Kavramlar ve Ruhsatlandırma Süreçleri, Dal O.H, Karadoğan M, Sezer A. D, Marmara Pharmaceutical Journal, 19: 252-258, 2015) 13.TÜSİAD, Türkiye İlaç Sanayii: Sürdürülebilir Büyüme İçin Öneriler, Haziran 2014, Yayın No: TÜSİAD-T/2014-06/552, Sayfa: 51-53) 14. Türkiyede Biyoteknolojik Ürün Üretimi için Ar-Ge Alt Yapı Analizi ve Sağlık Ekonomisine Geri Dönüşümün Belirlenmesi’’ isimli proje (Proje sahibi SB Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü , Proje partneri Kırıkkale Üniversitesi Proje Yürütücüsü Doç. Dr. Sema Zergeroğlu) Sonuç Raporu 2014 15.İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Biyoteknolojik-Biyobenzer İlaçlar, http://www.ieis. org.tr/ieis/tr/biyobenzer_ilaclar ) Türkiye Pazarında Biyoteknolojik Ürünler Değişim 2010 2011 2012 2013 2014 2014/2013 Biyoteknolojik Ürün Pazarı (bin kutu) 11.605 13.390 15.566 18.398 20.522 %11,5 Biyoteknolojik Ürün Pazarı (mn TL) 1.504 1.575 1.736 2.136 2.573 %20,5 Türkiye Reçeteli İlaç Pazarı (bin kutu) 1.408.856 1.529.992 1.570.365 1.574.638 1.604.982 %1,9 Türkiye Reçeteli İlaç Pazarı (mn TL) 12.049 12.086 11.373 12.059 13.020 %8 Biyoteknolojik / Reçeteli Pazar ( Değer Pay) %12 %13 %15 %18 %20 Biyoteknolojik / Reçeteli Pazar ( Kutu Pay) %0,8 %0,9 %1 %1,2 %1,3 Biyobenzer Ürün Pazarı (bin kutu) 17,5 94,7 302 906 974,3 %7,5 Biyobenzer Ürün Pazarı (mn TL) 2,6 14,1 22,7 39,2 49,7 %26,8 Biyobenzer / Bioteknolojik ( Değer Pay) %0,2 %0,9 %1,3 %1,8 %1,9 Biyobenzer / Bioteknolojik (Kutu Pay) %0,2 %0,7 %1,9 %4,9 %4,7 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 41 haber DÜNYA’NIN EN İYİ KARDİYOLOGLARI İSTANBUL’DA BULUŞTU Avrupa’nın önde gelen kardiyologlarının kurduğu Euro CTO Club, İstanbul’da dünyanın en iyi kardiyologlarını bir araya getirdi. Kronik Total Oklüzyon (CTO) olarak tanımlanan, Tam Tıkalı Kalp Damarlarına müdahale yöntemlerinin konuşulduğu toplantının başkanlığını ise bir Türk doktor, Prof. Dr. Ömer Göktekin gerçekleştirdi. Avrupa çapında sadece 60 üyesi olan ve her yıl sınırlı sayıda Kardiyoloğu üye olarak kabul eden Euro CTO Club, İstanbu’da düzenlediği etkinlik ile dünyanın önde gelen kardiyologlarını buluşturdu. Euro CTO Club İstanbul Buluşması’nın koordinatörlüğünü üstlenen Prof. Dr. Ömer Göktekin, “Burada sadece Avrupa’dan değil Amerika ve Japonya dahil dünyanın pek çok ülkesinden hekim arkadaşlarımızla kalp hastalıklarının en radikal çözümlerini gerektiren tam tıkalı damarları yani Kronik Total Oklüzyon’u konuşacağız” dedi. Canlı olarak ameliyatların da yapılacağı etkinlikte genç hekimlere hastalığa müdahale yöntemlerinin gös42 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 terileceğini belirten Prof. Göktekin, “Son on yıla kadar CTO hastalarına yardımcı olmakta zorlanırdık. Fakat artık girişimsel kardiyolojinin, teknolojinin ve cesur hekimlerin sayesinde hastalarımız sağlığına kavuşuyor. Türkiye’de Kardiyoloji alanında dünyanın sayılı ülkeleri arasında adından söz ettiriyor” dedi. Kalp hastalığına yakalanma yaşının artık oldukça düştüğünü ve hasta sayısının büyük bir hızla arttığının altını çizen Prof. Dr. Göktekin, “Bu toplantılar sayesinde hastalıklara müdahale yeteneği gelişmiş hekim sayıları artmakta. Özellikle CTO’nun tedavisi için zorlu bir eğitim, disiplin ve uzun uygulama tecrübesi gerekmekte. Amacımız Türk hekimlerinde yeterliliği artırmak” diye konuştu. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... haber YAKIN GELECEKTE İLAÇLAR DAHA KISA SÜREDE DAHA UCUZA GELİŞTİRİLECEK Bu yıl 3.’sü düzenlenen Uluslararası BAU İlaç Tasarım Kongresi (BAU-Drug Design Congress 2015), BAU Beşiktaş Kampüsü’nde yapıldı. Kongrenin basın toplantısında konuşan bilim insanları, yeni nesil ilaçların bilgisayar destekli çalışmalarla araştırılıp geliştirildiğini, yakın bir gelecekte daha fazla ilacın daha kısa sürede üstelik daha ucuz maliyetle piyasada olabileceği müjdesini verdiler Araştırma ve geliştirmede son uygulamalar ve yeni yaklaşımların ele alındığı 3. Uluslarasası BAU İlaç ve Tasarım Kongresi’nde önemli hastalıkların tedavisinde alınan yollar açıklandı. Kongrenin basın toplantısında konuşan Kongre Başkanı, Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Durdağı, ilaç keşiflerini daha kısa sürede gerçekleştirmek için yapılan multifonksiyonel ilaç çalışmaları ve sanal taramaların yeni tedavilere ulaşmayı kolaylaştıracağını ifade etti. 44 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Bir Haftada 7 Milyon Molekül Taranabiliyor İlaç araştırmalarını ve keşiflerini hızlandıran bilgisayar destekli ilaç çalışmaları ve sanal taramalar sayesinde, geleneksel yöntemlerle yıllarca süren çalışmaların günümüzde birkaç haftaya indiğini anlatan Doç. Dr. Durdağı, “Normalde millyonlarca molekülün test edilebilmesi için bir insan ömrü yetmezsen artık bir haftada 7 milyon molekül taranabilir hale geldi” dedi. Yeni bir ilacın keşfi için 5-10 bin molekülün incelendiğini, bu sürenin 3-6 yıl sürdüğünü ve yaklaşık 330 milyon dolara mal olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Durdağı, şunları söyledi: “Bilindiği gibi ilaç endüstrisi yeni bir ilaç üzerinde çalışırken önce milyonlarca bileşiği tarıyor. Bu süreç hem çok uzun sürüyor hem de her zaman işe yarar bir molekül bulanamayabiliyor. Tüm bu nedenlerle özellikle son yıllarda, bilgisayar teknolojilerindeki ilerlemelere paralel olarak yeni ilaç keşfi ve yan etki mekanizmalarının kontrolünün sanal ortamda yapılması gündeme geldi. Bilgisayar üzerinden yapılan ilaç tasarımı çalışmaları ilaç Ar-Ge’sindeki bu zorlu süreçleri 2-3 haftaya düşürüyor. Aynı zamanda maliyeti önemli oranda azaltıyor. Söz konusu teknolojiler sayesinde yakın bir gelecekte daha fazla ilaç, daha kısa sürede ve daha ucuz maliyetle geliştirilebilecek.” Yan Etkiler İlaç Piyasaya Çıkmadan Saptanabiliyor Günümüzde piyasada bulunan pekçok yeni nesil hipertansiyon, kalp, grip ve göz ilacının keşfinde bilgisayar destekli ilaç tasarımında faydalanıldığını anlatan Doç. Dr. Durdağı,sanal taramaların aynı zamanda araştırılan ilaçların yan etkilerinin incelenmesinde de kullanıldığını belirtti. Doç. Dr. Durdağı, “Milyonlarca dolara mal olan mevcut ilaçların piyasadan çekilmesindeki en önemli sebeplerden biri, kalp damar sağlığı üzerindeki olumsuz etkileridir. Bilgisayar destekli ilaçtasarım çalışmaları ile yapılan sanal taramalarda aday ilaçların molekülleri, henüz ilaç haline gelmeden kardiyovasküler yanetkileraçısından da incelenerek kalp üzerinde olumsuz etki yapmayan ya da riski az olan bileşikler seçilebiliyor” diye konuştu. Nadir Görülen Yetim Hastalıklara Umut Olacak! ABD’de kanser üzerine araştırmalarını sürdüren Georgetown Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Departmanı’ndan Prof. Dr. Aykut Üren ise kemik tümörleri ve klinik çalışmalarını sürdürdüğü ilaç araştırmaları hakkında bilgi verdi. “Yetim hastalıklar” olarak adlandırılan nadir görülen kanser türlerine yönelik yürüttükleri ilaç geliştirme çalışmalarını anlatan Prof. Üren,çalışma arkadaşlarıyla birlikte geliştirdikleri ilaçlardan birinin önümüzdeki 6 ay içinde hastalar üzerinde denenmeye başlanacağını vurgulayarak, şöyle konuştu: “Bazı kanser türlerinde bulunan ve onları normal hücrelerden ayıran özelliklerini hedefleyen bu yeni nesil ilaç, öncelikle çocuklarda görülen bir tür kemik ve yumuşak doku tümöründe (Ewing Sarkomu) denenecek. Genellikle 10–25 yaş aralığında sık görülen bu kanser türünde sonuçların başarılı olması durumunda aynı ilacın prostat kanserinde de kullanıl- ması ve aynı yaklaşımın da diğer kanser türlerinde uygulanması mümkün olacak.” Alzheimer’ı Durduran İlaç Medipol Üniversitesi Tıbbi Farmakoloji ABD Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Güzel de halen tedavisi olmayan, herhangi bir ilaç geliştirilememiş kanser, Alzheimer, MS ve ALS gibi önemli hastalıklar üzerinde çalıştıklarını belirterek, bu hastalıklara karşı ilaç keşiflerinde gelinen nokta ve sürdürdüğü çalışmalarla ilgili önemli açıklamalar yaptı. Birçok kanser ilacının patentine imza atmış olan Yrd. Doç. Dr. Güzel, kanser vakalarının son yıllarda arttığını ve ülkemizde de artık kanser için yeni ilaç çalışmalarının yapılması gerektiğini vurguladı. Alzheimer’a karşı Faz 2 çalışmaları biten yeni bir ilaçtan da bahseden Güzel, 300 hastada denenen ilacın yüzde 66 oranında hastalığı durdurucu, belirtilerini geciktirici etkilerinin gözlendiğini kaydetti. Güzel, “Bu ilaç demansa neden olan plakların oluş- masını engelliyor. 1800 kişide sürdürülecek Faz 3 çalışmalarında ise daha da olumlu sonuçlar vermesi bekleniyor” dedi. “İnsanları Tehdit Eden Hastalıklar Değişti” Dünyada 2 milyar kişinin fazla kilolu olduğunu ve tüm dünyanın bir obezite tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirten Güzel, keşfinde ve geliştirilmesinde katkısının olduğu bir diyabet ilacı hakkında da bilgi verdi. Güzel, konuşmasında tüm dünyada giderek artan obeziteye bağlı sağlık sorunlarından ve insanlığı tehdit eden diğer hastalıklardan bahsetti. Geçmişle kıyaslandığında günümüzde insanları tehdit eden hastalıkların değiştiğini ifade eden Güzel, sözlerini şöyle sürdürdü: “20. yüzyılda insanları akciğer, tüberküloz, ishal ve mide bağırsak bozuklukları tehdit ediyordu. Günümüzde ise obeziteden kaynaklanan pek çok sağlık sorunu, kalp hastalıkları, çeşitli kanserler ve beyin kanamaları tehdit etmektedir. Dolayısıyla kısa sürede geliştirilen yeni ilaçlara ihtiyaç var.” Doç. Dr. Serdar Durdağı SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 45 hayatıniçinden “KML TANISI ALDIĞIM İÇİN ŞANSLIYIM” 31 yaşında yavaş seyirli bir tür kan kanseri olan KML tanısı alan Yaprak Dölek Aydan, yeni moleküllerin geliştirilmesiyle diyabet ya da tansiyon hastaları gibi günde bir ilaçla tedavi olduğu için kendini şanslı hissediyor. LLMBİR Derneği’nin toplantısında konuşan Aydan’a göre bu hastalık ona sağlığına özen göstermeyi öğretti. İlkokul öğretmeni Yaprak Dölek Aydan, 8 yıl önce hızla kilo vermeye başladığında doğum sonrası yaptığı diyetin çok etkili olduğunu düşündü. Yorgunluğunu yoğun iş temposuna ve yeni anne oluşuna, aşırı terlemesini de İzmir’in bunaltan sıcaklarına yordu. Diş etleri kanamaya hatta dalağı büyümeye başlamıştı ama hepsine bir bahanesi vardı. Fakat bedeninde morluklar belirince artık bir doktora gitmenin vakti geldi diye düşündü. On gün içinde tanısı netleşti: Yavaş seyirli bir kan kanseri olan KML (kronik miyelositer lösemi). Bugün kendini şanslı bir hasta olarak tanımlıyor: “Lösemi tanısını duyunca çok endişelendim ama araştırdıktan sonra hastalığım iyi ki KML imiş dedim! Kanser sözünü duyunca, insan başta çok korkuyor. Ama KML yavaş ilerleyen ve tedavisi olan bir kanser türü olduğu için şanslıyım.” Dünya KML Farkındalık Günü sebebiyle 29 Eylül’de Lösemi Lenfoma Miyelom Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği Derneği’nin (LLMBİR) Sheraton Otel’de düzenlediği toplantıda 46 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 konuşan uzmanlar da Yaprak Aydan Dölek’in “şanslı bir hasta” olduğunu düşünüyor. “Yaklaşık 15 yıl önce, bir yakınım KML nedeniyle hayatını kaybetmişti. Oysa günümüzde bu tanıyı alan bir hasta, doğru tanı ve tedavi yöntemleri sayesinde sadece bir hap alarak günlük yaşamına devam edebiliyor” diyor LLMBİR Genel Sekreteri Doç Dr. Selami Koçak Toprak. KML’nin nasıl oluştuğuna gelince... Vücudumuzdaki normal hücreler 23 çift kromozom içerir. KML’li hastaların çoğunda, 9. ve 22. kromozomların çarpışması sonucu, kromozomlar arasında çapraz bir taşınma gerçekleşiyor ve 22. kromozomda kalıtsal olmayan yapısal bir genetik anormallik ortaya çıkar ve bu anomali akyuvarlar veya lökositler olarak da adlandırılan beyaz kan hücrelerinin kontrolsüz çoğalmasına neden olur. Anormal yapıda olan ve sağlıklı akyuvarlar gibi davranmayan bu hücrelere lösemik hücreler denir. Lösemik hücreler sağlıklı beyaz hücrelere yer kalmayacak şekilde kemik iliği ve kanda artar. Normal beyaz kan hücrelerinin sayısı en fazla 10.000/mm3 civarında iken bu hastalarda 100.000’leri geçer. Böylece hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bu hücreler diğer dokularda özellikle dalakta artarlar ve dolayısıyla dalakta büyümeye yol açarlar. Doğru ve zamanında tedavi edilmezse KML, akut lösemiye dönüşebiliyor ve sonuçları çok daha ciddi boyutlara ulaşabiliyor. Doç. Dr. Selami Koçak Toprak, her yıl ülkemizde 1400 civarında yeni olgu ile karşılaşıldığını belirtiyor. Yeni bir araştırmaya göre ABD’de bu sene için 6660 yeni hasta bekleniyor. Doç. Dr. Koçak Toprak, hastalığın erken dönemlerinde hastaların genellikle şikâyetleri olmadığını belirtiyor. “Hastaların yaklaşık yüzde 50’ye yakını başka nedenlerle gittikleri hastanede kan testleri yapıldığında tesadüfen lökosit düzeyinin yüksek bulunması ile tanı konur.” Tabii, tanı ve tedavi sürecindeki deneyimlerini aktaran Yaprak Dölek Aydan gibi aşırı kilo kaybından gece terlemesine, ağır yorgunluktan dalak büyümesine kadar hastalığın tüm belirtilerini ya- şayanlar da yok değil. “Bu şikayetler başka hastalıkların da belirtisi olabilir. Ama hepsi bir arada görüldüğünde bir uzmana başvurmakta yarar var” diyor Doç. Dr. Toprak. Görülme sıklığının 50-60 yaş arası arttığı bilinse de genç yaşta tanı alanlar da olabiliyor. Örneğin Yaprak Dölek Aydan bu hastalıkla 31 yaşında tanıştığını dile getiriyor. Aydan’ın kendini şanslı hissetmesinin önemli bir sebebi de KML tedavisiyle ilgili yeni gelişmeler. “Tanıdan sonra kısa bir yoğun tedavinin ardından sadece bir ilaç kullanmaya başladım ve kan değerlerim normale döndü. Öyle ki bir buçuk yılın sonunda iyileştiğimi düşünüp, kritik bir hata yaptım. Doktoruma danışmadan ilacı kestim” diyor Aydan. Ne var ki ilacı düzenli kullandığında, hiç bir şikayeti kalmasa da bıraktıktan sonra hastalığı ilerliyor ve kan değerleri yeniden yükseliyor. Üstelik, ilacın dozunu artırsalar da bu kez fayda göremiyorlar. Ama KML tedavisiyle ilgili hızla ilerleyen bilim Aydan’ın elini bırakmıyor ve yepyeni bir molekül yetişiyor imdadına. “Gerçekten de KML konusunda bugün elimizde çok güncel ve etkili silahlarımız var” diyor toplantıda konuşan Prof. Dr. Sema Karakuş. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Karakuş, daha önce hastalığın durdurulmasındaki tek etkili yöntemin kök hücre nakli olabildiğini belirtiyor. 2000’li yıllarda geliştirilmeye başlayan ve doğrudan hedefe yönelen bu yeni nesil molekülleri hedefi tam 12’den vuran güdümlü mermilere benzetiyor. Bu ilaçların, hastalarda beklenen10 yıllık yaşam süresini yüzde 90’ların üzerine çıkardığını belirtiyor. “Bu arada hasta takibi moleküler düzeyde devam etmesi ve hastanın bilgilendirilmesi çok önemli. Örneğin bir hasta bir ayda 3 kez ilacını almayı unutursa, tedavi başarısı yüzde 90’lardan yüzde 20’lere düşüyor” diye vurguluyor Prof. Dr. Karakuş. Bazen verilen ilaç tedavisi de yanıtsız kalırsa, moleküler testler yapılıyor. YAPRAK DÖLEK AYDAN Hastalık da akıllı ve ilaçlara karşlı dirençli hale gelebiliyor. Bu durumlarda da yeni gelişmeler yeni ilaçları deneme şansı tanıyor. Örneğin gelişen mutasyon sonucu klasik tedaviler yanıtsız kaldığında yeni geliştirilen 3. kuşak moleküller devreye giriyor. Doç. Dr. Toprak bu yeni molekülleri, dağdaki vahşi-saldırgan aslanı evdeki uysal kediye çeviren tedaviler olarak tanımlıyor. Prof. Dr. Karakuş, SGK kapsamında olan hastaların da ilaca erişiminin mümkün olduğunu belirtiyor. Diğer tüm kanserlerde olduğu gibi KML ile mücadelede de belki de en önemli sorun, alternatif ya da tamamlayıcı tıp adı altında sunulan ve doğal olduğu için zararsız olduğu düşünülen ürünler. Prof. Karakuş, kanser hastaları üzerinden yaptıkları bir araştırmada hastaların yüzde 60’ının bilinçsiz bir şekilde ‘alternatif-tamamlayıcı’ adı verilen ilaç dışı maddelere başvurduklarını belirtiyor. “Oysa örneğin halk arasında sarı kantaron olarak bilinen ‘St John’ bitkisi Kronik Miyeloid Lösemi (KML) hastalığının ana ilacı olarak bilinen ‘imatihib’in etkisini azalttığı bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Yine greyfurt suyu ya da ekinezya çayı ne kadar zararsız görülse de kemoterapi ilaçlarının etkisini azaltıyor.” diyor. Yaprak Dölek Aydan da hastalığının ilk dönemlerinde bu tür ürünlerle ilgilendiğini ama daha sonra doktorlarına danışmadan bunları kullanmaması gerektiğini öğrendiğini anlatıyor. “Bugün bilmediğim bir bitki çayı bile olsa doktoruma danışmadan tüketmiyorum.” Doğru tedaviler, düzenli kontrolleri, dikkatli beslenmesi ve spor sayesinde Aydan artık kendini çok daha sağlıklı hissettiğini belirtiyor. “Bu hastalık gerçekten sağlığım açısından bana şans getirdi. Kendime dikkat etmeyi öğrendim. Önceden çok sık hastalanırdım. Oysa şimdi hayatımda olmadığım kadar bile daha sağlıklıyım!” SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 47 analiz haber TÜRKİYE’DEN YAPILAN BİLİMSEL YAYINLAR VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Prof. Dr. Metin AKGÜN Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi nal Journal of Hazardous Materials” dergisi. İki veriyi de dikkatli okumak ve rasyonel çıkarımlar yapmak gerekiyor. The Eurasian Journal of Medicine (Baş Editör) Ülkemizde bilimsel yayının temel dürtüsü akademik yükselme/yükseltilme kriterleri. Durum böyle olunca akademisyenler ister istemez çalışmalarını kolay kabul edip yayınlayacak olan “etki değeri düşük” dergilere yöneliyorlar. Ülkemizden indekse giren dergiler ise -editörlerine ulaşma imkanı da olduğundan- bu bağlamda en kolay ulaşılanlardan. Dolayısıyla yayın sayısının artışı ile kalite artışının bir arada yürü(ye)memesi gayet doğal bir sonuç. Objektif olarak bakılmayı hak eden bir alan da üniversite sıralamaları. Üniversitelerin yayın çıkarmadaki sayılarını büyük oranda öğretim üyesi sayılarının fazlalığıyla açıklamak mümkün. O yüzden -yayın sayısı açısından yapılacak değerlendirmelerde- en sağlıklı analizin, ya öğretim üyesi başına düşen yayın sayısı ile ya da tüm öğretim üyelerinin bir arada değerlendirildiği bir ortanca değer ile yapılabileceğini düşünüyorum. Aksi taktirde -az sayıda öğretim üyesi ilegörece daha çok sayıda yayın yapan çok etkin üniversitelerin veya yeni kurulan üniversitelerinin bu tür listelerde esamisinin okunması mümkün gözükmüyor. Turkish Thoracic Journal (Editör Yardımcısı) Geçen hafta katıldığım Thomson Reuters’un yeni oluşturduğu indeks olan ESCI’nin tanıtıldığı (detaylı bilgi için bkz.: Yeni Bir İndex Geliyor: “ESCI”) toplantıda Türkiye’den yapılan yayınlarla ilgili bazı bilgiler de verildi. Ülkemizden yapılan yayınların çok önemli kısmı Klinik Tıp alanında yapılıyor. Bunu sırasıyla Mühendislik ve Kimya alanları izliyor. Ülkemizde En Çok Yayın Yapılan Alanlar ve Yayın Sayıları: Klinik Tıp: 132.612 Mühendislik: 31.237 Kimya: 29.551 En fazla yayın yapılan üniversite İstanbul Üniversitesi ama en fazla atıf alan yayınlar İstanbul Teknik Üniversitesi’nden. Yayın yapılanatıf alan üniversite arasındaki tezat yayın yapılan dergilerde de söz konusu. En fazla yayın –açık ara farkla– Türkiye Klinikleri Dergisi’nde yapılmış ama en fazla atıf alınan dergi, ilginç bir şekilde “Internatio48 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Türkiye etiketiyle çıkan yayınlara bakıldığında Türkiye’den “Web of Science” veri tabanında kayıtlı 35.578 yazar gözüküyor. Yazar sayısı açısından -biraz önceki çıkarımı haklı çıkaracak şekilde- İstanbul Üniversitesi 2.336 yazar ile en önde. Çalıştığım kurum (Atatürk Üniversitesi) ise 869 kayıtlı yazar ile 12. sırada yer alıyor. Yazar ve yayın sayıları elbette birer ölçüt ama tek başlarına hiçbir anlam ifade etmiyorlar. Yayınların etkin olduğunu söyleyebilmek için -en azından- atıf almaları gerekiyor. İlginç bir nokta da atıf alan çalışmaların çoğunun içerisinde en az bir yabancı yazar olması. Yani tek başımıza çok etkin şeyler yaptığımız da söylenemez. İşbirliği yapılan ülkelere bakıldığında ilk üçte Amerika Birleşik Devletleri (19.471), Almanya (7.479) ve İngiltere (6.289) yer alıyor. Sonuç olarak niteliksiz ve çok sayıda yayın yapmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Yayınların kaliteli olmasının gerekli olması bir yana belirli bir amaç çerçevesinde yapılıyor olması daha önemli. Örneğin tıp alanında yapılan çalışmaların birçoğu amaçsızca yapılıyor; akademik yükseltilme kriterinin temel güdüleyici faktör olması nedeniyle (bkz. Akademigrafik) bir an önce yayın yapma telaşıyla yapılan gereksiz kit alımları, makale çevirileri ve “open access” dergilere ödenen paralar ne yazık ki bilimsel açıdan bizi geliştirmiyor. Tam tersine ülke ekonomisi açısından önemli bir kayıp. haber NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ AZİZ SANCAR OLDU 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü “DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Aziz Sancar kazandı. Sancar kanser konusundaki çalışmaları ve “ritmik saat” buluşu ile tanınıyor. Sancar ödülü hücrelerin hasar gören DNA’larını nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde kazandı. Sancar’ın söz konusu araştırmaları yeni kanser tedavilerinin geliştirilmesinde de kullanılıyor. 2015 Nobel Kimya Ödülüne 3 bilim insanı layık görüldü. Bu isimlerin arasında Prof. Dr. Aziz Sancar da yer aldı. Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan diğer isimler İsveçli Tomas Lindahl ve ABD’li Paul L. Modrich oldu. Sancar, Orhan Pamuk’tan sonra Nobel alan ikinci Türk oldu. İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, düzenlediği basın toplantısında, Lindahl, Modrich ve Sancar’ın “hücrelerin hasar gören DNA’yı nasıl onardığını ve genetik bilgiyi nasıl koruma altına aldığını” ortaya çıkardıkları için Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüklerini bildirdi. Açıklamada, “Üç bilim adamının çalışmaları, hücrelerin nasıl işlediğine yönelik son derece önemli bilgi sağlayarak yeni kanser tedavilerinin geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı. İnsan DNA’sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle zarar gördüğüne işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi: “Ancak bu tür dış saldırılar olmadan da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda değişiklik meydana gelir. Daha da ötesi insan vücudundaki hücreler her gün milyonlarca kez bölünür ve bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı izleyen ve meydana gelen hasarları onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu onarım sistemlerinin nasıl işlediğini moleküler düzeyde gözler önüne seren çalışmalarıyla alanlarında çığır açan üç bilim adamına verilmiştir.” AZİZ SANCAR KİMDİR? 1946 yılında Mardin’in Savur İlçesinde doğan Aziz Sancar, okuma yazma bilmeyen ancak eğitime önem veren sekiz çocuklu bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Yurtdışında yaptığı çalışmalarla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri oldu. 1977’de doktora çalışmaları için ABD’ye giden Sancar, çalışmalarını uzun yıllardır ABD’de sürdürüyor. Sancar, ‘DNA tamiri’ ve ‘hücre döngüsü kontrol noktası’ gibi konularda yaptığı çalışmalarla da adını duyurmuştu. 1982 yılında UNC Chapel Hill’de Biyokimya ve Biyofizik alanlarında çalıştı. Burada da DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve Biyolojik saat üzerinde çalıştı. 288 makale ve 33 kitap yayınladı. Prof. Sancar, ABD ‘de Ulusal Bilimler Akademisi ve Amerikan Sanat ve Bilimler Akademisi, Türk Bilimler Akademisi üyesi ve Vehbi Koç Vakfı’nda 2007 yılında ödül aldı. Sancar, Chapel Hill’de eşi Gwen Sancar ile yaşıyor. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 49 dijitalsağlık DERSİMİZ “TIBBİ FOTOĞRAFÇILIK” Sağlık çalışanlarının özellikle vakaları ile ilgili görüntüleri arşivlemesinin çok önem taşıdığını dile getiren Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika Programı Yürütücüsü Prof. Dr. Tamer Akça, “Türkiye’deki ilk ve tek tıbbi fotoğrafçılık sertifikası eğitimi veriyoruz” dedi. Fotoğraflar iletişimin görsel malzemeleridir. Özellikle sağlık alanında anlatılanların, görüntülenmesi ayrı bir önem taşır. Bu amaçla da tıbbi fotoğrafçılık, ülkemizde yeni yeni duyulmaya başlansa da, bu alanda Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öncülük ediyor. Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika Programı Yürütücüsü Prof. Dr. Tamer Akça, “Sayısal teknolojilerle bir cep telefonu ile bile fotoğrafı çekmek ve aynı anda internet üzerinden uzaktaki bir hekime göndererek görüş almak olasıdır. Bu konudaki en güncel örnek, acil serviste çalışan hekimlerin hasta geldiğinde, görüş almak için ilgili uzmana cep telefonu aracılığı ile gönderdiği fotoğraflardır” dedi. Tıbbi fotoğrafçılık hakkında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Meme ve Endokrin Birimi Öğretim Üyesi ve Tıbbi 50 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Fotoğrafçılık Sertifika Programı Yürütücüsü Prof. Dr. Tamer Akça, soruları yanıtladı. Tıbbi görsel dokümantasyon nedir? Kanıta dayalı tıbbın en önemli özelliği yapılan tedavi girişimlerinin bilim dünyasına sunulmasıdır. Bu nedenle tıbbi uygulamaların bütün unsurları ile kaydedilmesi gerekmektedir. Bu uygulamaların yayınlanmasında ise kayda geçirilen tüm verilerin eksiksiz, konu ile mantık bağlantısının sağlıklı ve anlaşılır olması gerekmektedir. Bu verilerin arasında sadece hastanın anamnez, fizik muayene, laboratuvar, görüntüleme ve diğer sonuçları bulunmaz. Konu ile ilgili tüm görseller de bu verilerin önemli bir parçasını oluşturur. Yapılan tıbbi uygulama- ların görsel olarak kayda geçirilmesi diğer tüm veriler gibi aynı özeni gerektirir. Görsel gereçler bilimsel bir makalenin kolaylıkla okunması ve anlaşılması için vazgeçilmez bir unsurdur. Bu nedenle hekimler yaptıkları tıbbi uygulamaları vasatın üzerinde bir beceriyle görsel olarak kaydedebilmeli, işleyebilmeli ve sunabilmelidirler. Bu amaca hizmet eden tıbbi görsel dokümantasyon sıklıkla sadece fotoğraf çekimi gibi algılansa da, konunun video, grafik, animasyon ve resimleme (illustrasyon) gibi olmazsa olmaz yapı taşları bulunmaktadır. Tanınmış tıbbi fotoğrafçılar kimlerdir? Bu konuda çok fazla bilinen isim olmamakla birlikte, tıbbi fotoğraf konusunda yazılmış iki önemli referans kitabın yazarları olan Lawrence B. Stack, Alan B. Storrow, Michael A. Morris, Dan R. Patton ve Peter Hansell otörlükleri tartışılmaz isimler olarak kabul edilmektedirler. Tıbbi fotoğrafçılığın önemi nedir? Diğer kurumlar bir yana bırakılacak olursa sağlık kurumlarında, özellikle de akademik ortamlarda çalışan hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının tıbbi fotoğrafçılık konusunda vasatın üzerinde bilgi sahibi olması gerekmektedir. Bu gerekliliğin sebepleri arasında; hastalığın ya da lezyonun tanısında ve tedavisinde kullanma, adli veya tıbbi nedenlerle kişisel arşiv oluşturma, eğitim malzemesi oluşturma, akademik yayın için görüntüleme sayılabilir. Tıbbi zorunluluk: Tıbbi fotoğraflar veya videolar bir hastalığın tanısını koymada yardımcı olabileceği gibi, tedavisinin takibinde de çok etkin olarak kullanılabilirler. Günümüz teknolojisi sayesinde; bir hastalığa ya da lezyona ait fotoğrafın birbirinden fiziksel olarak uzakta olan meslektaşlar arasında konsültasyon (görüş alışve- rişi) amacıyla kullanımı oldukça yaygındır. Sayısal teknolojilerle bir cep telefonu ile bile fotoğrafı çekmek ve aynı anda internet üzerinden uzaktaki bir hekime göndererek görüş almak olasıdır. Bu konudaki en güncel örnek, acil serviste çalışan hekimlerin hasta geldiğinde, görüş almak için ilgili uzmana cep telefonu aracılığı ile gönderdiği fotoğraflardır. Adli zorunluluk: Komplikasyonlar ve kötü meslek uygulamaları bir yana, özellikle estetik cerrahi örneğinde olduğu gibi sadece hasta memnuniyetsizliği nedeniyle bile dayanaksız şikâyetlerle karşı karşıya kalabilmektedir. Durum böyle olunca her hekimin kendisini adli işlemlerden koruyacak bilgi ve donanıma sahip olması gerekmektedir. Bu donanımın başında da yaptıklarını ve yapmadıklarını kanıtlamak gelmektedir. Yazılı kanıtların yanı sıra ameliyat videoları, hastalığın gidişatını belgeleyen fotoğraflar, olay yeri veya otopsi işlemlerinin kayda alınması gibi görsel dokümantasyon önemli bir kanıt nesnesi durumundadır. Kişisel arşiv oluşturma: Nadiren kullanılan bilgi ve beceriler ise tek- rarlama olanağı az olduğu için unutulmaya mahkûmdur. Ancak insan hayatına doğrudan etki eden bir meslek olarak hekimlik hata yapmayı kaldırmaz. Bu nedenle hekimler nadiren karşılaştıkları durumlarda ne yapacaklarına dair bilgiyi bir şekilde hatırlamak zorundadırlar. Hatırlamanın en kolay ve doğru yolu ise bu bilgi ve becerilerin uygun bir şekilde kaydedilmesidir. Bu kayıtlar sadece nadir kullanılan bilgileri değil, öğrenilen her yeni bilgiyi, edinilen her yeni beceriyi de içermelidir. Kişisel arşiv sadece hekimler için değil ama adli tıp çalışanları, laboratuvar görevlileri gibi sağlık alanında çalışan bütün profesyoneller için önemli bir başvuru kaynağıdır. Eğitim malzemesi oluşturma: Görsel iletişimin önem kazandığı çağdaş dünyada eğitimin de geleneksel yöntemlerle sürdürülmesi düşünülemez. Ancak unutulmamalıdır ki; bu tür görsel malzemeler, hastanın bizzat kendisini görerek edinilecek hareket, konuşma ve psikolojik durumu gibi faktörlere göre oldukça yetersiz olup, asıl olarak eğitimi destekleme amacıyla kullanılır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 51 Akademik zorunluluk: “Yayınla ya da yok ol” felsefesini benimseyen akademik dünyada ayakta kalabilmenin tek yolu çalışmaların bilim dünyasına sunulmasıdır. Çağdaş bilimin vazgeçilmez temeli olan kanıta dayalı tıp, tanıya ve tedaviye yönelik uygulamaların bütün unsurları ile kaydedilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Bu ihtiyacın karşılanmasında kayda geçirilen tüm verilerin eksiksiz, konu ile mantık bağlantısının sağlıklı ve anlaşılır olması gereklidir. Görsel gereçler bilimsel bir makalenin kolaylıkla okunması ve anlaşılması için vazgeçilmez unsurlardır. Bir tıbbi fotoğrafçı için geleneksel görüntülerin yanı sıra kızılötesi, ultraviyole veya floresan görüntüleme; endoskopi ve floroskopi; polarize ışık; ağız içi fotoğraf; stereo görüntüleme ve fotogrametri; kontur haritalama ve fotomikrografi gibi çok özel teknikleri görüntülemek durumunda kalabilir. Ayrıca tıbbi dersler, posterler, sunumlar ve yayınlar için hazırlanan fotoğrafik metinlerin, grafiklerin, tabloların, çizelgelerin ve radyolojik görüntülerin de fotoğraflanması söz konusu olabilir. Sayısal görüntüleme işlemlerinin gelişmesi ile bu alandaki etkinlikler önemli ölçüde değişime uğramıştır. Bu tür düzenleme işlemleri ve masa üstü yayıncılık sıklıkla evlerde ve bürolarda tıbbi fotoğrafçılar tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle tıbbi fotoğrafçılar tıbbi konferanslar için görsel ve işitsel hizmetleri yönetmek için mikrofonların özellikleri, ses amfilikasyonu, ses kaydı, projeksiyon malzemeleri ve ekran gereksinimleri gibi konuların temel ilkelerini de özümsemelidir. Çalışma alanları nelerdir? Tıbbi fotoğrafçılar hastanelerde, araştırma merkezlerinde, acil servislerde, kliniklerde veya tıbbi yayıncılık kuruluşlarında hastalıkların çeşitli aşamalarını (yaralar, lekeler, vücut deformasyonları), yaralanmaları, otopsileri, makroskopik veya mikroskobik materyalleri, radyolojik görüntüleri ve cerrahi işlemlerin öncesi, aşamaları ve sonrası gibi durumları belgelerler. Bunların yanı sıra tıbbi aletlerin ve cihazların fotoğraflanması; bazı grafik ve sanat yorumları; yayınlar ve sunumlar için yapılmış çizimleri de görüntülemek gerekebilir. Eğer sağlık alanında çalışıyorlarsa kendilerinin, başka alanlarda çalışıyorlarsa sağlık profesyonellerinin tedavi ve eğitim çalışmalarını kayda geçirirler. Bu çalışmalar; dermatoloji, oftalmoloji, plastik cerrahi, adli tıp veya diş klinikleri gibi alanlarda olabileceği gibi ameliyathanelerde, kliniklerde, patoloji, mikrobiyoloji, biyokimya, tıbbi genetik, biyoloji laboratuvarlarında veya radyoloji, nükleer tıp birimlerinde de yapılabilir. Fotoğrafın yanı sıra hareketli görüntü elde etmek ve sunmak amacıyla video-konferans veya tele-medicine (uzaktan tıbbi konsültasyon) alanlarında çalışma olanakları bulunmaktadır. Elbette bir tıbbi fotoğrafçının tüm bu konular hakkında ayrıntılı bilgi ve beceri sahibi olması beklenemez. Ancak tatmin edici sonuçlar için kısmen de olsa bu konulara aşinalığı olmalıdır. Bazen iç organları fotoğraflamak için endoskopik görüntüler kaydedilebilir. Bir ışık kaynağı içeren bir tüp ve bir lens, bir fotoğraf makinesi gövdesine bağlanarak çekim alınabilir, böylece hastanın yutak, mide veya kalın barsakları görüntülenebilir. Bazen de tıbbi fotoğrafçı hastane için halkla ilişkiler fotoğrafları çekmek durumunda kalabilir. Bu kapsamda özellikle hastane için düzenlenen ödül törenleri veya ünlü bir ziyaretçinin fotoğrafları çekilebilir. Türkiye’de henüz çok gelişmeyen bir dal olan tıbbi resimleme (illüstrasyon, çizim) alanında tıbbi sanatçılar ve tıbbi görsel-işitsel teknisyenleri ile çalışma olanağı da olabilir. Bu eğitimi kimler almalı, neden? Türkiye’de tamamen göz ardı edilen tıbbi fotoğrafçılık mevcut şartlarda bir meslek olarak algılanmamakta ve gerek resmi gerekse özel sağlık kurumlarında böyle bir kadro bulunmamaktadır. Bu durum profesyonel destek alma şansından uzak kalan sağlık çalışanlarının bizzat kendilerinin tıbbi fotoğrafçılık konusunda vasatın üzerinde bir yeterliliğe sahip olma zorunluluğunu getirmektedir. Tıbbi fotoğrafçılık sadece sağlık kuruluşlarında çalışanların değil, aynı zamanda otopsi ile iç içe olan adli kurumlarda (teknik personel, avukatlar, savcılar vb.) veya sağlık sigortası ile ilgilenen kurumlarda çalışanların da bilgi sahibi olması gereken bir konudur. Bu meslek gruplarında çalışanlar mesleklerini icra ederlerken gerekli olduğunda tıbbi görüntüleme işlem- 52 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 lerini profesyonel bir desteğe ihtiyaç duymadan yapabilmelidirler. Sağlık muhabirlerinin de bu konuda bilgi sahibi olmaları, kendileri tıbbi fotoğraf çekmeseler bile kullanacakları görsel malzemenin doğruluğunu ve özellikle de dürüstlüğünü kestirebilmeleri açısından son derece önemlidir. İlgili kurumlarda bu bilgi ve beceri birikimine sahip çalışanların olmadığı durumlarda ise tıbbi fotoğraflama için kurum dışından destek aranması zorunlu olacak ve tıbbi fotoğrafçılığın inceliklerini ve hassasiyetlerini bilen profesyonellerle çalışmak gerekecektir. Tıbbi görsel dokümantasyon eğitimini tıp doktorları, diş hekimleri ve veteriner hekimlerin yanı sıra tıp sektöründe çalışan hemşire, teknisyen gibi tüm sağlık profesyonelleri; savcılar, adli tıp teknisyenleri gibi hukuk profesyonelleri; sağlık sigortası çalışanları; tıbbi konularda yayın yapan dergi, gazete, sosyal medya çalışanları ve sağlık kuruluşlarının halkla ilişkiler birimlerinde çalışanlarının alması bu nedenle önemlidir. Tüm bu meslek gruplarının yanı sıra bu tür kurumlara tıbbi görsel dokümantasyon ürünü satmak isteyen herkes bu eğitimi almalıdır. Esasen savcı, sağlık muhabiri, fotoğrafçılık bölümü mezunu, foto muhabiri veya fotoğraf sanatçısı gibi sağlık profesyoneli olmayan bir bireyin görsel tıbbi belgeleme yapabilmesi için temel fotoğrafçılık becerisinin yanı sıra tıbbi terminoloji, anatomi, fizyoloji gibi bazı temel tıp bilgileri ile beraber ve halkla ilişkiler bilgilerini de edinmesi gerekmektedir. Ayrıca hasta mahremiyeti ve telif haklarını düzenleyen yasalar konusunda da bilgi sahibi olmalıdır. Temel tıp bilgileri ile birlikte insanlara ve onların sorunlarına incelikle yaklaşma becerisini tıp fakültelerinde ve devamında meslek hayatlarında edinen hekimlere sadece temel fotoğrafçılık bilgilerinin verilmesi ve görsel tıbbi belgelemenin bazı inceliklerinin aktarılması yeterlidir. verilen tıbbi fotoğrafçılık dersleri toplam 60 saati bulmaktadır. Bu programda öncelikle fotoğraf ve hareketli görüntünün tarihi anlatılmakta ve fotoğraf ile sinema tarihinden ustalar verdikleri ürünlerle birlikte tanıtılmaktadır. Daha sonra güncel yönelime paralel olarak sayısal fotoğrafa ait teknik bilgiler verilmektedir. Bunlar arasında; sayısal fotoğraf makinesi tipleri, sayısal fotoğraf makinelerinin başlıca öğeleri, video kameraların başlıca öğeleri, ışık ve renk, yardımcı malzemeler, sayısal fotoğrafçılıktaki temel kavramlar gibi konular bulunmaktadır. Bu bilgileri takiben çekim teknikleri, video kurgulama için ipuçları ve görsel kompozisyon prensipleri ile ilgili dersler verilmektedir. Konunun etik ve yasal yanları üzerinde durulduktan sonra tıbbi fotoğrafçılıkla ilgili temel bilgilere geçilmektedir. Bu bilgiler arasında; beden (baş, yüz, gövde, kollar, bacaklar, eller, ayaklar ve parmaklar) fotoğraflama, lezyon fotoğraflama, ameliyathanede fotoğraf çekimi, çıkarılan ameliyat materyallerinin fotoğraflaması, mikroskoptan görüntü alma, videodan görüntü alma ve adli tıpta fotoğraflama konuları bulunmaktadır. Prof. Dr. Tamer Akça Her grup teorik bilginin bitiminde öğrencilere konu ile ilgili uygulamalar yaptırılmakta ve öğretilen konular pekiştirilmektedir. Uygulamalarda çekilen fotoğraflar sonraki oturumlarda perdeye yansıtılarak kritik yapılmaktadır. Böylece doğrular ve yanlışlar ortaya konmaktadır. Dersler nasıl işleniyor? Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde seçmeli ders olarak ikinci sınıfta okuyanlara yönelik olarak bütün eğitim öğretim yılı boyunca SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 53 Tıbbi fotoğraf için verilen teorik derslerin ardından öğrenciler ikili gruplar halinde ve bir rotasyon dâhilinde Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi anatomi ve mikrobiyoloji laboratuvarlarında, yine Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ortopedi, dermatoloji, plastik ve rekonstrüktif cerrahi, adli tıp birimleri ile ameliyathanede pratik uygulamalar yapmaktadır. Temel fotoğraf eğitiminde olduğu gibi burada da çekilen fotoğraflar sonraki oturumlarda perdeye yansıtılarak doğru ve yanlışlar tartışılmaktadır. Bu eğitimi almak isteyenler için bir seçenek sunuyor musunuz? Biz bu programa başladığımızda tıbbi fotoğrafçılık seçmeli dersi Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Çağatay Barut tarafından zaten verilmekteydi. Ancak böylesine yoğun bir eğitimin sadece seçmeli ders kredisi ile karşılanmasının yeterli olmayacağı fikrinden hareketle, bu programa katılan öğrenciler yine Mersin Üniversitesi bünyesinde eğitim veren Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEM) tarafından ücretsiz olarak katılabildikleri bir sertifika programına dâhil edilmişlerdir. Tıbbi Fotoğrafçılık Sertifika Programı Türkiye’de bu konuda verilen tek kariyer programıdır. 2014-2015 eğitim ve öğretim yılında tıbbi fotoğrafçılık seçmeli dersini ve sertifika programını başarıyla tamamlayan ve Türkiye’nin tıbbi fotoğrafçılık konusundaki ilk ve tek sertifikasını almaya hak kazanan yedi öğrenciye belgeleri Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Çamsarı, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet İlvan, Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Gö- 54 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 nül Aslan, MEÜ Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Meltem Nass Duce ve MEÜ SEM Müdürü Prof. Dr. Ali Havare’nin katıldığı bir törenle verilmiştir. 2015-2016 Eğitim ve Öğretim Yılında bu program için açılan 12 kişilik kontenjan hemen dolmuş ve derslere başlamışlardır. Yurt dışında böyle eğitimler veriliyor mu? Bu konu henüz Türkiye’de ilgi görmüyor. Ancak yurt dışında dünyanın önemli üniversiteleri tıbbi fotoğrafçılığı bir akademik kariyer olanağı olarak sunmaktadır. Çarpıcı bir örnek olması açısından Westminster Üniversitesi’nin açtığı üç yıllık “Clinical Photography BSC Honours” programının 2014-2015 eğitim ve öğretim yılındaki ücretleri İngiltere’den başvurulara 9.000 pound, İngiltere dışından başvuranlara 11.750 pounddur. Sadece bu örnek bile konuya verilen önemi yeterince anlatmaktadır. Eğitimi alanlar ne diyor? Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi tıbbi fotoğrafçılık sertifikasına sahip olan Ecem Kahraman, şunları söyledi: “Fotograf çekmenin akıl almaz zevkini çok önceden tatmış biri olarak bu programı ilk gördüğümde fazlasıyla ilgimi çekti ve işin içinde olmam gerektiğini düşünerek başvurdum. Başlangıçta ne çekeceğimiz hakkında bir bilgim yoktu. Tıbbi fotoğrafçılığın sanılanın aksine sadece kadavra fotoğrafı çekmek olmadığını anladım. Şu an doğru fotoğrafı ayırt edebiliyor olmak inanılmaz. Tıbbi fotoğrafın tıp eğitimi için, hasta takibi için ne kadar önemli olduğunu, yanlış fotoğrafın ne gibi sorunlara yol açacağını bizzat görerek öğrenmemiz bizim ayrıcalığımız oldu. Ayrıca programın ikinci sınıfta olması nedeniyle hastane ortamını, poliklinikleri ve ameliyathaneyi tanımak, hocalarla ve diğer hastane ekibiyle tanışmak, onlarla iletişime geçmek bu programın bize katkılarından.” Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi tıbbi fotoğrafçılık sertifikasına sahip olan Bahri Polat ise şunları dile getirdi: “Tıbbi Fotoğrafçılık dersini ilk seçtiğim sırada fotoğrafçılıkla ilgili amatör seviyesinde dahi bir bilgim yoktu. Fotoğrafçılığa ilgi duyardım ve sadece hobi olarak kalmasındansa profesyonel bir amaç için çalışmayı istedim. Başta herkes gibi ben de kadavra fotoğrafı çekileceğini sanıyordum. Dersler işlendikçe önce temel fotoğraf tarihini, ardından da temel fotoğrafçılık bilgilerini öğrenerek hem teorik bilgi seviyesi hem de uygulama deneyimlerimle amatör fotoğrafçı seviyesine ulaştım. Sonrasında da aldığımız tıbbi fotoğrafçılık eğitimiyle tıbbi fotoğrafçının tüm çalışma alanlarını ve çalışma ilkelerini yine hem teorik hem de uygulamalı olarak öğrendim. Öğretilenlerin havada kalmaması adına önem taşıyan uygulamalarda edindiğim tıbbi bilgileri ve tıbbi fotoğrafa dair bilgileri günlük hayatımda, çalışmalarımda kullanıyorum. Cerrahlarımızın görüntülenmesini istedikleri nadir vaka ameliyatlarına yakından şahit olmak da ayrı bir güzelliği bu işin. Eğitimim devam ettikçe incelediğim dergilerde, yayınlarda, internet araştırmalarımda tıbbi görüntüleme açısından ne yazık ki çok hata buldum. Tıbbi fotoğrafçılık eğitiminin önemini zaman geçtikçe daha iyi anladım.” Dünyada yaklaşık 35 yıldan bu yana uygulanan tüp bebek tedavisi artık herkese uygulanan tedavi prensiplerinden “kişiye özel butik uygulamalar”a doğru değişkenlik gösteriyor. Üreme Sağlığı ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Hakan Özörnek her kadının, her anne adayının birbirinden çok farklı özelliklere kimi zaman sorunlara sahip olduğunu bu nedenle tüp bebek uygulamalarında “kişiye özel tedavi protokollerinin” çok daha başarılı sonuçlar verdiğini belirtti. Hastaların kimi zaman bir başka anne adayına yapılan tedavinin niçin kendilerine uygulanmadığını, bir anne adayının kullandığı ilacın kendilerine de uygulanmasını talep edebildiklerini ancak bunların doğru beklentiler olmadığını kaydetti. Her kadının farklı yumurtalık rezervi ve kalitesi olduğunu ve kadınların bağışıklık sisteminden daha pek çok etkene kadar çok değişiklik gösterdiğini anlatan Op. Dr. Hakan Özörnek bu noktada hasta ve doktor iletişimin önemli olduğunu vurguladı. Özörnek, anne adaylarına hangi tedavinin ne zaman nasıl uygulanacağının detaylı biçimde anlatılmasının ve kendi vücutları ve sorunları ile ilgili bilgilendirilmelerinin anne olma sürecindeki kadınlar için çok önemli olduğunu belirtti. İleri Yaştaki Anne Adaylarında “Altın Yumurta “ ile Tüp Bebek Şansı Üreme Sağlığı ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Hakan Özörnek’ten tüp bebek tedavilerinde biraz daha “zorlu hasta” grubuna giren ileri yaştaki anne adaylarına sevindirici haber. Hakan Özörnek dünyada da henüz yeni uygulanan bir tedavi ile anne adaylarından adeta “altın yumurta“ elde ettiklerini söyledi. Op. Dr. Hakan Özörnek Bir kadının yumurta rezervinin doğduğu anda belli olduğunu ve bunun hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini söyledi. Kadın kaç yaşında ise yumurtasının da aynı yaşta olduğunu ifade eden Op. Dr. Özörnek kadınla birlikte “ yaşlanan yumurta “ların gebelik şansını azalttığını söyledi. Özörnek, 20-30’lu yaşlardaki anne adaylarından 8-10 yumurta toplarken, 40’lı yaşlardaki hastalardan yumurta toplama sayısı 1-2’ye düştüğünü kaydetti. İleri yaştaki anne adayları için dünyada yeni bir uygulamaya gidildiğini anlatan Op. Dr. Özörnek, yeni uygulamaya ilişkin şu bilgileri verdi; “Anne adaylarında adetin başında 10 günlük bir tedavi ile yumurta topluyoruz bu yumurtaları donduruyoruz. Yumurta toplama işleminden 3-4 gün sonra bir kez daha aynı şekilde ilaç tedavisi uygulayarak ikinci kez yumurta topluyoruz. Bu şekilde elde ettiğimiz 4-5 yumurtayı genetik teste tabi tutuyoruz. Çünkü 40 Yaşın üzerindeki kadın- haber TÜP BEBEKTE “KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ TEDAVİ” BAŞARIYI ARTIRIYOR larda transfer edilen 2 yumurtadan 1’inin genetik olarak kusurlu olma ihtimali çok yüksek. Bu durumda gebe kalma şansı azalıyor ya da gebelik düşük ile sonuçlanıyor. Yani bir adet döngüsünde 2 defa yumurta topluyoruz. Bu şekilde daha fazla yumurta toplayarak sağlıklı ve kaliteli yumurta ve yüksek gebelik şansını aynı anda yakalamış oluyoruz. “ “Çifte uyarım” adı ile bilinen bu yöntemin yaklaşık 3 yıldan bu yana dünyada uygulandığına dikkat çeken Op. Dr. Hakan Özörnek, uygulama sonuçlarının başarılı ve güvenli olması sebebi ile artık kendisinin de hastalarına bu yöntemi uygulamaya başladığını bildirdi. Bu yöntemle bulunan yumurtaları “altın yumurta” olarak adlandırdıklarını söyleyen Op. Dr. Hakan Özörnek bu şekilde anne adaylarının hamile kalma şanslarının çok önemli oranlarda arttığını kaydetti. Op. Dr. Hakan Özörnek SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 55 hayatıniçinden MUTLU SONLARA OLAN İNANCINIZI SAĞLAMLAŞTIRMAYA GELDİM Başak ŞEKERPARE ntv.com.tr Hayatının o çok kıymetli ilk 31 yılını morbid obez geçiren kızdan hepinize merhaba! Ben Başak Şekerpare. Mutlu sonlara olan inancınızı sağlamlaştırmaya geldim. 1980 doğumlu mini mini bir bebecikken dahi xl zıbınlar, çifte kundaklar giydirilen, hani o çok söylenen “gürbüz” bebeklerden biriymişim ben. Büyüme dönemim de çok özet geçecek olursak kreşin en şişman bebeği, ilkokulun en şişman kızı, ortaokulun en şişman kızı, lisenin en şişman kızı, üniversitenin en şişman kızı şeklinde devam etti. Bu uzun süreçte elbette bazen içinde bulunduğum yaş grubundan farklı olmak hoşuma gitse de biliyordum ki; ben de herkes gibi olmak istiyor- 56 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 dum. Mağazadan önlük, üniforma almak, kantinden 3 simit bir ayran almadan da doyabilmek, herkes okulun o hoş çocuğundan bahsederken akşam yemeğini düşünmemek... Hayatımın tüm bu dönemlerinde asla sevgisiz, bir kenara itilmiş ya da horlanmış değildim ancak kendimi ait hissedemiyor, herkes gibi ya da normal hissedemiyordum hiç. Sokakta birileri size gülmeden dolaşabilmek bile benim için bir lükstü. Buna inat sosyal biri oldum. Nasıl oldum ben de bilemiyorum ama şu meşhur “şişman neşesi” buna büyük katkı sağladı diyebilirim. Hep neşeli, hep sosyal, hep birilerinin ağlama yastığı, hep güzel kızın yanındaki yancı kız klasmanındaydım. İşin sağlık boyutuna gelirsek ayrıntıya mümkün mertebe girmemeye çalışacağım zira hasta hikayesi dediğiniz şey bende 8 sayfa falan sürebilir. Aslında liseye kadar “tombul şirin sevimli” kontenjanıyla idare etmiş ve sağlık sorunlarımın çok da farkı- na varamamıştık. Lisede safra kesem yüzünden aniden hastaneye kaldırılmamla birlikte hastanede önce endokrin, sonra diyetisyen desteği ve ilaveten spor önerildi. Elbette safra kesem de acilen alınmak durumunda kaldı. O yaşlarda diyet yapmak gerçekten çok zordu. İki hafta ciddiyetle sarılsam üçüncü hafta bozuyordum. Sonuçta vermem gerekn kilo 3-5 kilo değildi. En ufak bir duraksama (plato evresi) bile moralimi bozmaya yetiyordu. Sonra da gelsin 5 kilo verdim 15 kilo geri aldım hikayeleri. Bu süre zarfında iki farklı diyetisyenle kilo verimim için uğraştık ancak ne yazık ki başarılı olamadım. Üniversiteyi kazanıp İstanbul’a geldiğimde ise hem şehir değişikliği, hem genç kızdan bir adım daha ileri gitme hissinden ötürü açıkçası kiloyla çok da uğraşamadım. Ta ki; ikinci yılımda okul muhitimde gerçekten çok, ama çok güzel kızlarla arkadaş olduğumu farkedene kadar. İşte yine olmuştu! Güzel kızın yanındaki yancı rolüm devam ediyordu. Sonradan arkadaşlarımı biri çok ünlü bir şarkıcı, diğeri de çok nlü bir manken ve oyuncu oldu. Çevremi güzel kuruyordum ama kendimi bir türlü düzeltemiyordum. Diyetisyen, spor arası mekik dokumaya bir süre daha devam ettim. En fazlası üç ay süren diyetler, kilo alıp vermekten gevşeyen beden. Rezalet giden ve hatta olmayan korkunç bir aşk hayatı (not: Tüm gençler üniversitede âşık olmak ister! ) derken hayatımın rezalet olduğuna karar vermiştim. Ta ki çok daha büyük sağlık sorunlarıyla karşılaşana kadar... Üniversitenin son yılında yine aniden hastaneye kaldırıldım. Bu seferki sağ yumurtalığıma yapışmış devasa bir kistti. Sağ yumurtalığımla beraber kist de alındı. Böylece polikistik over tanısı da konmuş oldu. Okul bitip çalışma hayatına atıldığımda ise garip sıkıntılar çekmeye başladım. Sabahları öksürme krizleri ve efes daralması, görmede ani kayıplar, bol su içme, sık idrara çıkma, gün içinde hatta öğlen tatilinde uyuklama. Bunu okuyan doktorların şıp diye anlayacağı üzere diyabet de yakama yapışmıştı ancak ben bunun o an farkında değildim. Kilom ise bana inat yapar gibi yuvarlana yuvarlana artıyordu. Bir sabah ayağımda yaklaşık gözlük ebadında bir morarma ile uyandım. Başlangıçta bir yere çarptığımı düşündüm. Sezonum bitmek üzereydi ve önemsemeyip günlerce işe gittim ve bir sabah o korkunç morluk açık yara haline gelmişti. Bunun üzerine apar topar sezonumu kapatıp İzmir’e bir üniversite hastanesine başvurdum. O kadar çok incelendim ki; artık fenalık geçirmek üzereyken hem teş- his, hem patoloji sonuçlarım gelmişti. Sonuç: regüle olmayan diyabet, polikistik over, karaciğer yağlanması, sonradan NLD teşhisi konulan dizden bileğe kadar kapanmayan açık yaralar, kilo kilo kilo... 69 gün hastanede yattım. Evet yaralarım biraz kontrol altında, biraz kilo vermiş (14 kg), biraz daha iyi hissediyordum ancak hem çok sıkılmış, hem maddi olarak daralmış, hem de tam olarak iyileşememiştim. Buna rağmen en azından yara pansumanı ve insülin kullanımı gibi kıymetli bilgiler edinmiştim. Bunlarla kör topal idare edeceğimi düşünerek tekrar İstanbul’a döndüm ve işe başladım. Bunlarla tam da tahmin ettiğim gibi iki sezon kadar idare ettikten sonra 135 kiloya ulaşmış, yaralarım enfekte olmuş ve hayattan yavaş yavaş ümidi kesmek üzereyken tekrar apar topar hastaneye yattım. Bu sefer ailem de sorunun kökten çözülmesini istiyordu ve İstanbul’un en köklü hastanelerinden birine (Cerrahpaşa) direk dermatoloji servisinden yattım. Kaderin büyük cilvesi de burada da ciddi bir diyet programı, pansumanlar, diyabet takibi ile regüle olmayan kan şekeri ile 96 gün yattım. Sonuç: Evet yaraların enfeksiyonu geçmişti ama yaralar duruyordu. Kan şekeri regüle olmamıştı. 3 küsur ayda 13 kilo verebilmiştim sadece ve ne yazık ki oradan da iyileşemeden çıktım. Nihayet tüm sorunların ortak noktası kilomla ilgili –kalıcı- bir müdahaleye muhtaç olduğumu anladım. Kilo kaybı ameliyatlarını ciddiyetle araştırdım. Başvurduğum hekimlerden ikisi açık yaralarım nedeniyle riskli bulup beni kabul etmedi. Biri de ben, içime sinmedi. Ortalama iki yıllık bir araştırma-test-tetkik süreci geçirdim. Nihayet “sen varsan ben de varım” diyen, sadece hekim değil, aynı zamanda yükümü omuzlayacak bir hekimle kesişti yolum; Doç.Dr.Halil Coşkun. 20 Nisan 2011 ikinci doğumgünüm oldu. Oldukça başarılı bir mini gastric bypass ameliyatı geçirdim. Ameliyatın ilk ayında bir ayağım, 3.ayında ise diğer ayağımdaki tüm açık yaralar geçti. Ameliyatın ertesi günü henüz hastanedeyken şekerim regüle oldu ve insülinleri bıraktım. Artık diyabetli değildim! Ameliyatın ilk yılı dolmadan ideal kiloma geldim. 135 kg – 1.71 boy ile başlayan maceramda şu an 69 kiloyum. Hiçbir rahatsızlığım kalmadığı gibi hayatımda, bebekkken bile olduğumdan daha sağlıklıyım. Ameliyatımın gerektirdiği tüm kurallara uyuyorum ve böyle de devam edeceğim. Ameliyatımdan bir yıl sonra evlendim, tüm hikayemi bilen muhteşem bir adamla. Her zaman istediğim gibi de ortalama 6 ay sonra mutluluğumuzun küçük meyvesini kollarımıza alacağız. Şayet son noktaya gelsiyseniz, kendi kendinize bu mücadeleyi veremediğinizi hissediyorsanız, ameliyata karar verme aşamasındaysanız... Çok iyi bir araştırma yapın, doktorunuzu seçin, tüm testlerinizi yaptırıp kaderinize güvenin. Size umut etmeyi bile kötü bir şeymiş gibi gösterenler olacak. Umutlarınızı küçümseyen, hayallerinize “amaaaaan” çekenler olacak. Tam zevkine varmışken birden yere düştüğünüz günler olacak ancak umut, ancak hayalleriniz hep ayakta olacak. Onlara sarılın, ayağa kalkın. Güneş açın. Adım atın. Mutlu sonlara inanın, lütfen... SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 57 gündem TKD “KALBİNİ DİNLE SEN” DİYOR Türkiye’de ölümlerin yüzde 40’ının sebebi olan kardiyovasküler hastalıkların büyük bir kısmının kontrol altına alınabileceğine dair farkındalık oluşturmak için Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), bir site kurarak sağlıklı beslenmeden, egzersize kadar farklı konular hakkında verecek. Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), Dünya Kalp Federasyonu (WHF) öncülüğünde kutlanan 29 Eylül Dünya Kalp Günü kapsamında kalp ve damar hastalıklarına dikkat çekmek amacıyla düzenlenen basın toplantısı düzenlendi. TKD Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, TKD Genel Sekreteri Prof. Dr. Adnan Abacı, TKD Yönetim Kurulu Üyeleri ve TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ve Sağlık 58 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kronik Hastalıklar, Yaşlı Sağlığı ve Özürlüler Daire Başkanı Dr. Banu Ekinci’nin katılımıyla gerçekleşen toplantıda kalp sağlığıyla ilgili güncel bilgiler paylaşıldı. Dünya genelinde her yıl 17,3 milyon kişi kalp ve damar hastalıkları sebebiyle yaşamını yitirdiğini belirten TKD Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, “Bu sayının 2030 yılında 23 milyona yükselmesi bekleniyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri ise Türkiye’de kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin 2013’te yüzde 39,6’dan, 2014 yılında yüzde 40,4’e yükseldiğini ortaya koyuyor. Durumun ciddiyetiyle harekete geçen Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü, 2025 yılına kadar tüm dünyada kalp hastalıklarından erken ölümlerin yüzde 25 oranında azaltılması hedefini ortaya koymuş. Bu yaklaşım, TKD’nin aktif katılımıyla hazırlanıp geçtiğimiz yıl Temmuz ayında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nca yayınlanan “Türkiye Kalp ve Damar Hastalıkları Önleme ve Kontrol Programı 2015-2020 Eylem Planı”nın da temelini oluşturuyor. Eylem Planı’na göre, büyük ölçüde insanların sağlıksız yaşam tarzı seçimlerinden kaynaklanan kalp ve damar hastalıklarını önleyebilmek için bilinçlendirme çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor” dedi. Bu çerçevede TKD olarak her yıl 29 Eylül Dünya Kalp Günü’nde yoğunlaşan ve tüm yıla yayılan bilinçlendirme aktiviteleri yürüttüklerine dikkat çeken Tokgözoğlu, bu yıl planladıkları aktiviteler hakkında bilgi verdi. Dünya Kalp Federasyonunun her yıl belirlediği temalar çerçevesinde bütün ülke Derneklerinin aktiviteler düzenlediğini kaydeden Tokgözoğlu, “Bu yıl ana sloganımızı ‘Sağlıklı kalp seçenekleri; herkes için, her yerde!’ olarak belirledik. Bu ana mesajın altında şu konulara dikkat çekiyoruz: Kalbin için sigarayı bırak: Sigarayı bırakmak ve sigara dumanlı ortamlardan (pasif içicilikten) uzaklaşmak, kalp hastalığı ve inme riskini azaltıyor. Kalbin için dengeli beslen: Sağlıksız beslenme alışkanlıkları, dünyada önde gelen 10 ölüm nedeninden 4’ü ile doğrudan bağlantılı. Meyve ve sebzeler açısından zengin olan kalp sağlığı dostu bir beslenme şekli, kalp hastalığı ve inmeden korunmaya yardımcı oluyor. Kalbin için tuzu azalt: Türkiye sağlıklı tuz tüketim sınırının 3 katını her gün yalnızca ekmekten alıyor. Bu tüketim düzeyi başta kan basıncı olmak üzere sağlık üzerinde bir dizi olumsuz gelişmeye yol açıyor. Kalbin için içkiyi ve şekerli, işlenmiş içecekleri azalt: Alkollü ya da alkolsüz, şekerli şişelenmiş, işlenmiş içecekler fazla kalori, fazla şeker içerir; bunlar kalp ve damar sağlığına düşmandır. Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu riskini azaltıyor. Kaslarınızı ve eklemlerinizi her gün yeterince hareket ettirin. Çocuklarınızın televizyon, bilgisayar ya da telefon başında geçirdikleri süreyi sınırlayın; onları fiziksel oyunlara ve spora yönlendirin” diye konuştu. Tokgözoğlu, ‘Durma, Hareket Et, Kalbin İçin Pedalla’ aktivitesi ile de Türkiye genelinde oluşmasına öncülük ettikleri bisiklet grubu ile hareketi ve sporu bir yaşam biçimine dönüştürmeye çalıştıklarını dile getirdi. Kalbini Dinle Sen! TKD Kalp Yetersizliği Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz ise şunları söyledi: “İskender Paydaş’ın aranjörlüğünde, İsra Gülümser’in sözleri ve şarkıcı Murat Dalkılıç’ın sesiyle hayat bulan “Kalbini Dinle Sen” isimli şarkı hazırlandı. Şarkıyla beraber aynı anda yayına giren ve kalp sağlığı hakkında önemli bilgiler içeren www.kalbinidinlesen. com isimli web sitesi ise herkesin kolaylıkla bilgiye erişebileceği bir sağlık portalı niteliği olma özelliği taşıyor.” Kalbin için belini incelt: Bu sonuç sağlıklı ve dengeli beslenme ile düzenli egzersizin bileşkesidir. Kalbin için stresten kurtul: Stresin tütün ve içki tüketimi, aşırı yeme gibi doğrudan risk faktörleriyle bağlantısı kesindir, kalp damar hastalıklarını da arttırdığını düşündüren çalışmalar vardır. Sağlıklı kalp için oyun oyna, spor yap, dans et: Haftada beş kez 30 dakika süreyle yapılan orta zorlukta aktiviteler, kalp hastalığı ve inme SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 59 gündem İŞ HAYATINDA İLETİŞİMİN GÜCÜ Esra ÖZ Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı “Ayna ayna söyle bana benden daha güzeli var mı bu dünyada?” sorusunu duyduğumuzda aklımıza hemen Pamuk Prenses’deki kötü kalpli Kraliçe gelir. Çocukken, bu masalı yaşardık sanki, Pamuk Prenses’in yerine geçer heyecanla olacakları dinlerdik. Kötü kraliçenin kaybettiğinde derin bir nefes alır, Pamuk Prensesin, prensine kavuşma sahnesindeki sevinci hissederdik. Yıllar geçtiğinde masallar yerini maçlara, film, dizi ve oyunlara bıraktı. Şimdilerde ise maç izlerken tuttuğunuz takımın oyuncuları ile birlikte aynı heyecanı hissediyor, film ve dizi izlerken sanki kahramanla birlikte aynı acıyı ve mutluluğu yaşıyorsunuz. İşte size bu duyguları yaşatan Parma’daki İtalyan araştırmacılar Giacomo Rizzolatti ve arkadaşları tarafından yapılan bir keşif olan ayna nöronlar. Rizzolatti ve ekibinin maymunlar üzerinde yaptığı deneyler sonucunda, karşınızdakinin yaptığı davranıştan etkilenerek, beyninizdeki aynı bölgelerin aktif hale geldiğini ortaya çıkardı. Yani biri dondurma yerken, siz ona baktığınızda beyninizdeki o bölgeler etkileniyor. Örnekleri çoğaltalım, neşeli birini gördüğünüzde neden gülümsediğinizi ya da acı çeken birini gördüğünüzde neden ürktüğünüzün açıklaması ayna nöronlardır. Biri esnediğinde sizin de esnemeye başlamanız, bir bebek düştüğünde yaşadığınız heyecan ve sanki size zarar verilmiş gibi hissetmeniz ayna nöronların marifetidir. 60 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Peki İş Dünyası Ayna Nöronları Nasıl Kullanıyor? Ayna nöronlar günlük hayatımızda bizleri çok etkiler. Ancak markalar bunların farkına vararak, hiç ihtiyacınız olmadığı halde bir ürünü almanızı sağlayabilir. Steve Jobs, ayna nöronları en iyi kullanan isimlerden biriydi. Çünkü, birinin kulağındaki kulaklık ve dinlediği müzik aleti ile insanlara prestij kazandığı algısını oluşturdu. Yani insanlara ürün değil prestij sattı. Ünlü markaların birçoğu bunu yapıyor. İletişimin inceliklerini öğrendikçe başarının tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Başlarda UGG botlarına herkes tepki gösterirken sonra trend haline geldi. Marka ilk yaygınlığı sağladığında satış oranlarını yükseltiyor. Ünlü mağazaların sattığı ürüne göre seçtiği mankenler ya da ünlü isimler aslında ürün değil, imaj ve tutum satmasından kaynaklanır. Mağazadaki satıcıların güler yüzlü olması öğütlenir. Çünkü ayna nöronlar size gülümseyen insanlara sempati duyulmasını sağlar. Ayna nöronların çalışmasına birde hormon katıldığında, “alışveriş terapisi” denilen durum ortaya çıkar. Dopamin adındaki hormon, ayna nöronları tetikledikçe alışveriş yapmak insanı mutlu hissettirir. Çünkü, bir imaj ya da tutum satın alınır. Sosyal statünüz arttığı için kendinizi o ürünü tanıtan kişinin yerinde görürsünüz. Yani filmlerdeki beğendiğiniz karakterin giydiği kıyafetleri giydiğinizde o kişi gibi olacağınızı düşünürsünüz. Hatırlayalım; Hürrem Sultan yüzükleri, Bihter elbiseleri gibi… Sosyal Medyada Ayna Nöronlar Nasıl Kullanılır? Film ve dizilerin dışında artık sosyal medya fenomenlerinin kullandığı ürünler rağbet görür hale geldi. Markalar en çok takip edilen Bloggerlar, Twitter ya da Facebook sayfa sahiplerinin aracılığıyla ayna nöronların etkisinden yararlanıyorlar. Her ne kadar yöneticilerin bir kısmı dijital dünyayı gereksiz gördüklerini ifade etse de “Dünya Düzdür” kitabında ünlü gazeteci Thomas Friedman, dünyanın “Küresel Köy” haline geldiğini söylüyor. Hedef kitlenizle iletişimde en etkili şekilde ve doğru mesajlarla ulaştığınızda kazanabilirsiniz. Sosyal medyanın etkisi ve payı gün geçtikçe artıyor. İş dünyası ayna nöronların etkisini doğru ve hedeflerine uygun şekilde kullanırken, sizlerde bir ürünü satın almadan önce kendinize hakim olup gerçekten o ürüne ihtiyacınız olup olmadığını sormalısınız. Ayna nöronların etkisine kapılmadan, bilinçli bir tüketici olduğunuzu hissetmeniz dileğiyle… sağlıkgündemi TÜRKİYE VE DÜNYADAN SAĞLIKTA EYLÜL 2015 Uzm. Dr. Fatih BATI Nükleer Tıp ve Sosyal Medya Uzmanı Stanford Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Paul Bollyky önderliğinde Tip 1 diyabetini önlemek amacıyla başlatılan araştırma olumlu sonuçlar verdi. Araştırmacılar ileride belirledikleri bir tarihte Tip 1 diyabet olacak şekilde ayarlanmış kobay farelere safra kesesi rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılan ve himekromon (Hymecromone) içeren ilacı verdi. Düzenli olarak bu ilacı alan farelerde, belirlenen tarihte Tip 1 Diyabet belirtisi kayboldu. Yine yapılan son araştırmalar ameliyathanede dinlenen müziğin yapılan ameliyatın ve cerrahın başarısını artırmanın yanında ameliyat süresini de kısalttığını ortaya koydu. *** Türk doktorlar tarafından yazılan ve enfeksiyon hastalıklarının anlatıldığı kitap, İngiliz Tabipler Birliğinin Yılın Tıp Kitabı Ödülleri’nde “halk sağlığı” dalında birinciliği elde etti. Üçü Türk, biri ABD’li 4 doktor tarafından hazırlanan “Yeni Enfeksiyon Hastalıkları: Klinik Çalışmalar” başlıklı kitap, İngiliz Tabipler Birliğinin (BMA) Yılın Tıp Kitabı Ödülleri’nde “halk sağlığı” kategorisinde birinci oldu. *** Amerika’da yaklaşık 10 bin kişi üstünde yapılan tansiyon tedavisi araştırmasında, büyük tansiyonun 140 mmHg altına düşürülmesi hedeflendiğinde risk 100 kabul edilirse, hedef 120 mmHg düzeyine çekildiğinde kalp krizi riskinin 70’e ölüm riskinin 75’e indiğini saptandı. *** Türk Cerrahi Derneği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Erbil, tıp tarihine geçen bir çalışmaya imza attı. Tiroid kanseri ameliyatı sonrası metastaz yapan lenf bezlerinin kolay bulunmasını sağlayan “İkincil girişimle metastatik kitlelerin çıkartılması” adını verdiği bir yöntem geliştirdi. *** ABD’deki Buffalo Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre ameliyat sırasında müzik dinlemek cerrahların stresini azaltıyor ve başarısını artırıyor. Ancak yalnızca cerrahların kendi seçtiği müzik bu etkiyi gösteriyor. Araştırmacıların seçtiği müziği dinleyen cerrahların performansında herhangi bir değişiklik görülmedi. 62 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 ‘Behçet Sendromu’yla literatürlerde yer alan ilk Türk bilim adamı Hulusi Behçet’ten sonra, Prof. Dr. Yahya Sağlıker de 2005 yılında, ‘Sağlıker Sendromu’nu tıp literatürüne geçirten Prof. Dr. Sağlıker, Rusya’nın St. Petersburg kentinde ‘nefroloji haftası’ nedeniyle yapılan kongrede kendi adını verdiği ‘Sağlıker Sendromu’ hastalığını anlattı. Türk bilim adamı Prof. Dr. Erdem Tezel tarafından burun estetiğinde geliştirilen ve “Burun ucu öncelikli kapalı rinoplasti (tip oriented closed rinoplasty)” ismi verilen yeni operasyon tekniği, Amerikan Plastik Cerrahi Dergisi “Annals Of Plastic Surgery”de yayımlanarak, dünya literatürüne girdi. *** Brezilya’ya özgü bir eşek arısında bulunan zehrin, kanserle mücadelede bir silah olarak kullanabileceği belirtildi. İngiltere Kanser Araştırmaları Vakfı’nan Dr. Aine McCarthy de “Araştırmanın bu ilk aşaması Brezilya eşek arısının zehrinin kanser hücrelerini laboratuvarda nasıl öldürdüğü konusundaki bilgimizi arttırıyor. Bulgular heyecan verici olsa da, bu araştırma temelinde üretilen ilaçların kanser hastalarına yararlı olup olmayacağını görmek için daha çok klinik araştırma ve deney yapılması gerekiyor” diye konuştu. *** 10 Eylül Dünya İntiharı Önleme Günü’nde yapılan açıklamada Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre, intihar nedeniyle yılda yaklaşık bir milyon kişi yaşamını kaybediyor. İntihar girişimi kadınlarda, tamamlanmış intihar oranları ise erkeklerde yüksek. *** Fransa ’da 10 yılı aşkın bir süredir yapılan çalışmalar sonucu, kısırlığı tedavi etmek için bir çözüm yolu bulundu. Lyon kentinde hükümete ait CNRS laboratuvarında yapay ortamda insan spermi üretilmeye başlandığı açıklandı. Kısırlık tedavisinde çığır açması beklenen uygulamanın patentinin Fransız hükümeti tarafından alındığı belirtildi. *** Uluslararası araştırma şirketi WIN/ Gallup International’ın 60 ülkede 61 binin üzerinde kişiyle görüşerek gerçekleştirdiği “Kime güveniyoruz” araştırmasının Türkiye ayağı sonuçları açıklandı. BAREM Araştırma’nın 1000 kişi ile yaptığı araştırmada, en çok güven duyulan meslekler; öğretmenler, sağlık çalışanları, askerler ve polis oldu. *** Türkiye Doktor Ayşenur Hoş’u konuştu. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görev yapan Dr. Ayşenur Hoş, vizit sırasında bir hastanın dosyasına yazdığı not ile bir anda Türkiye’nin en çok konuştuğu doktor oldu. Bir hastasının şehit annesi olduğunu öğrendiğinde, dosyasına “Şehit annesidir bir ‘Öf’ bile demeyiniz” yazan doktorun bu notu sosyal medyada paylaşıldıktan sonra bir anda gündeme oturdu, yazılı ve görsel ulusal basında da habere konu oldu. Dr. Hoş, bu kadar yoğun ilgi beklemediğini, çok şaşırdığını, gelen binlerce güzel yorumdan dolayı mutlu olduğunu ifade etti. Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından yayınlanan ‘İnsan Gücü Raporu’na göre Uzman Hekimlerin kadın erkek dağılımına bakıldığında; Erkek uzman hekimlerin sayıca en çok olduğu branşlar: Genel Cerrahi, İç Hastalıkları, Ortopedi, Üroloji ve Kadın Doğum olarak sıralandı. Kadın uzman hekimlerin ise sayıca en çok olduğu branşlar: Anesteziyoloji, Pediyatri, Dahiliye, Kadın Doğum ve Nöroloji olarak sıralandı. *** Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik Değişikliklerinin iptali için Türk Tabipleri Birliği tarafından açılan davada Danıştay 15.Dairesi altı madde yönünden iptal kararı verdi. Yan dal veya iki ayrı uzmanlığı bulunan hekimlerin kadrolu çalıştıkları uzmanlık dalı dışındaki uzmanlık dalında çalışmasının yasaklanması çalışma hakkını engellediğinden hukuka aykırı bulundu ve iptal edildi. Emekli olan hekimlere tıp merkezinde çalışma izni verilirken polikliniklerde kadro dışı çalışmalarının engellenmesi de iptal edildi. *** Kamu Hastane Birliklerinin ve yöneticilerinin kaynak kullanımının ve hizmet sunumunun etkinlik ve verimliliğini değerlendirmek üzere Verimlilik Karnesi düzenlendi. Buna göre 2015 yılı için en başarılı ilk 10 Kamu Hastaneleri Birliği sıralamasında şu şehirler yer aldı; Isparta, Kahramanmaraş, Elazığ, Eskişehir, Edirne, İstanbul Beyoğlu, Gaziantep, Samsun, Kütahya ve Burdur. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 63 Ankara Bölge İdari Mahkemesi tarafından alınan kararda; Şiddete uğrayan Doktorun hastayı Red Etme hakkına onay, aksi görüşteki idarenin Doktor hakkındaki soruşturma izni kararına ise iptal kararı verildi. Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abit Demircan, geçirdiği kalp krizinin ardından nakledilen kalp ile de yaşama tutunamadı ve hayatını kaybetti. Siirt Devlet Hastanesi’nde görevli kadın doktor Kübra Şeker, iki hasta yakını tarafından darp edildi. Durumu öğrenen sağlık çalışanları, bir saatlik iş bırakma eylemi yaparak, olayı protesto etti. *** *** *** Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, Sağlık Bakanlığı Doğu ve Güneydoğu illerinde mecburi hizmet süresi biten doktorlara “çakılı kadro” vererek, bu bölgelerde çalışmayı teşvike hazırlandıklarını ifade etti.. Bakanlığın bunun için 5 bin kadro ayırdığı açıklandı. Alanya Devlet Hastanesi Çocuk Hastalıkları Bölümü’nde görev yapan Uzman Dr. Mehmet Kesen, bir süredir tedavi gördüğü kalp rahatsızlığına bağlı olarak geçirdiği kalp krizi sonrası yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Ordu’nun Aybastı İlçesi Devlet Hastanesinde acil nöbeti tutan Dr. Ayça Töre Başer, hasta yakınları tarafından sözlü ve fiili saldırıya uğradı. 24 saatlik nöbeti esnasında yaklaşık olarak 600 hastaya baktığını ifade eden Dr. Başer, bu hastaya da aciliyeti olmadığı halde müdahale ettiğini ama karşılığında hakaret gördüğünü ve darp edildiğini söyledi. ***** Diyarbakır’da PKK’lıların yol kesip öldürdüğü Doktor Abdullah Biroğul için sosyal paylaşım sitesinde yorum yaparak ‘Kimse kusura bakmasın ama bir doktor olarak sevindim yazan Doktor S.K. hakkında soruşturma açıldı ve görevden uzaklaştırıldı. *** *** 29 Mayıs 2015 tarihinde Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybeden Göğüs Cerrahisi Uzmanı Dr. Kamil Furtun (56) cinayetinin ilk duruşması yapıldı. Katil İsmail Koyun (30) mahkemede “Benim eşek arılarım var. Hepinizi sokturacağım” diye açıklamada bulundu. İkinci duruşma 24 Kasım’da yapılacak. *** İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Suat Kaptaner, hekime yönelik saldırıların önlenmesi için caydırıcı yaptırımlar uygulanması gerektiğini belirterek, doktorların korunması amacıyla 4 maddeden oluşan bir eylem planı hazırladıklarını söyledi ve bu maddeleri şu şekilde sıraladı: 1-) Hekime yönelik şiddetle ilgili suçu sabitlenmiş veya hastane malına zarar vermekten ceza almış kişiler acil servisler dışında, bir yıl hizmet almasın. 2-) Şiddeti engellemek için hasta ile hekimin polikliniklerde bire bir kalmasının önüne geçilsin. 3-) Şiddete uğrayan hekimin ifadesini hastane polisi alsın. Hekim, bir daha karakola gitmek zorunda kalmasın. 4-) Doktora saldıran kişi, bir gün gözaltında tutulsun. *** Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde görev yapmakta olan Dr. Gözde Apaydın’ın hasta yakını tarafından darp edilmesi ve aynı klinikte bir öğretim üyesi tarafından mobbinge uğraması nedeniyle asistan hekimler ve bazı hocalar iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. 41 yaşındaki Kalp Damar Cerrahı Operatör Doktor Mehmet Susam, Fransa Alp Dağları’nda wingsuit olarak adlandırılan paraşüt atlayışı sırasında geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti. 64 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 *** Bağcılar Devlet Hastanesi’nde Kadın Doğum doktoru olarak görev yapan 27 yaşındaki Dr. Sevinç Ergün evinde ölü bulundu. İntihar ettiği öne sürülen doktorun cenazesi şüpheli olarak değerlendirilip Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. sağlığımıziçin ÇOCUKLARIMIZIN ÇANTASINDA NELER VAR? Uzm. Psk. İmran KEZER Bu hafta yeni öğrenim yılı başlarken çocuklarda da velilerde de tatlı bir telaş ve heyecan dikkati çekmektedir. Çok uzun bir yaz tatilinden sonra ziller! Çalmaya başladı. Acaba bu yıl başarılı olabilecek mi? Lise ve üniversiteye giriş sınavlarından istenilen puanları alabilecek mi? Öğretmenleri ve arkadaşları ile uyum ve iyi ilişkiler içinde olacak mı? Öğrenmeye karşı motivasyonları yeterli olacak mı? Sorularıyla çocuklarımızı okula gönderdik. Anne-babalar, acaba tüm bu soru işaretleri içinde çocuklarını okula yollarken onların çantalarına kitap, defter, kalem gibi okulda gerekli olan gereçlerle birlikte bazen gözle görülmeyen neler koyduğunu biliyor mu? Tüm yaz boyunca yaşananlar hatta çocuk doğduğundan beri çocuğun çevresinde olup bitenler onun gelişimini önemli derecede etkiler. Çoğu zaman boşanma, evden taşınma, işten ayrılma gibi önemli kararları çocuğun okul ya da sınavı bittikten sonra onlara açıklayıp gerekli değişiklikleri yaparlar. Yetişkinler bile bu durumlardan olumsuz etkilenirken çocuklarımızın o yaz tatilinde hangi kaygılar ve meraklar içinde olduğunu biliyor muyuz? Çocuk hayatında önemli yeri olan anne-baba ya da ailedeki diğer yetişkinlerle yaşadığı ilişkinin izleriyle sınıfa girer. Okuldaki uyumu, arkadaşlık ilişkileri, derslere olan dikkati ve ilgisi bu durumlardan fazlasıyla etkilenir. Çocuğun olumlu öz benlik gelişimi, duygusal, sosyal ve cinsel gelişiminde olumlu olmasını sağlarken onun olumlu öz benlik gelişiminde anne baba tutumlarının, eşlerin birbiri ile ilişkilerinin, çocuğa herhangi bir konuda yaklaşım biçimlerinin, ondan beklentilerinin hatta onlara hitap tarzlarının bile önemli etkisi vardır. Öncelikle çocuklarımızı yetiştirirken kendimizin ne kadar farkındayız, kişisel özelliklerimiz, eşimizden ve çocuğumuzdan beklentilerimiz, kendi çocukluğumuzdan çantamıza koyduklarımız ve yüklerimiz, farkındalıklarımız neler? Kendi ana babalarımızın bize yükledikleri, eğitimimiz, ihtiyaçlarımız neler? Bunların çocuğumuza etkileri neler? Çocuklarımızın duyarlı ve alt yazı okuma özelliklerini unutmadan onlara ne kadar önemli bir birey olarak davranıyoruz? Çocuk yetiştirirken referanslarımız neler? Ya da kimler? Tüm bu soruların cevabı için özellikle anne babalara çok iş düşüyor çocuklarını okula gönderirken Onların çantalarını sıklıkla kontrol etmelerini, görünmeyenleri de görmelerini öneriyorum. Uzm. Psk. İmran KEZER SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 65 röportaj DEDEKTİF DNA İŞ BAŞINDA! Adli bilimlerin ilginç dünyasında Dedektif DNA ile birlikte seyahat etmeye hazır mısınız? Birçok şaşırtıcı vaka hakkında bilgi edineceğiniz kitap ile yeni maceralara yelken açacaksınız. Kriminal içerikli filmlerin ve dizilerin büyük bir ilgi ile izlendiği günümüzde, farklı karakterlerle ve tarihte yaşanmış gerçek olaylarla adli bilimlerde gizemli bir seyahat sizi bekliyor. Dedektif DNA kitabı ile adli bilimlere yeni ve farklı bir bakış açısı kazandıran Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Kadir Demircan, kitabı ile ilgili soruları yanıtladı. Dedektif DNA kimdir? 1953 yılında keşfedilen ve kaşiflerine 10 yıl sonra Nobel kazandıran DNA, kriminal laboratuvarında bir S. Holmes olur. Yalan söylemez. Neyse odur. Suçluların korkulu rüyasıdır. Affetmez. Zaman onu eskitemez. Ergeç konuşur. 30 bin yıl öncesinden bile haber verir. Bu işler karşılığında para almaz gönüllü çalışır. Hücre çekirdeğinde yer alan DNA (riboz şekeri+kimyasal bazlar+fosfat) molekülü adli olayların çözümünde işe yarar. Suçluların yakalanmasında olay yerinde bulunan suçluya ve mağdura ait DNA örnekleri dedektif DNA olarak adlandırılabilir. Suçlu olay yerine DNA sını bırakırsa ağzı ne söylerse söylesin DNA doğruyu söyler. DNA bizim sırdaşımızdır. Bazen geçmişimiz bezen geleceğimizi ordan okuyabiliriz. DNA ya bakarak insanın yüz resmi bile çizilebilir. 66 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Neden Dedektif DNA ismini koydunuz? DNA molekülü bir Sherlock Holmes gibi davranarak adli bilimlerde 1987 yılından beri kullanılıyor. Örneğin; yıllarca hapis yatanlar uzun yıllar sonra DNA sayesinde masumiyetlerini ispat edebiliyorlar. İsim hem kısa hem çok şey anlatıyor. İlgi çekici buldum. Hem dedektif hem DNA, iki popüler isim bir araya geldi. Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir? Bu alanda bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Adli biyoloji ve adli genetik konularında popüler bilim kitapları çok az. Olanlar genelde roman tarzındalar ve çoğu da çeviri. Yerli yazarlarımızın kitap sayısı yeterli değil. CSI ve polisiye dizi ve filmler çok seviliyor ve izleniyor. Ama gerçek filmlerde olduğu gibi olmuyor bazen. Gerçek olaylardan çıkarak gerçek bilim insanları suç laboratuvarlarında nasıl çalışıyorlar bunu işin içine gerçek bilimi de sokarak anlatmak istedik. Bir de bildiklerimiz biz de saklı kalmasın. Paylaşalım değil mi? Genç nesiller ve meraklı okur severler böyle bir dünyadan haberdar olsunlar. Kitap kimlere yönelik hazırlandı? Kitap hemen her yaştan herkese uygun ve popüler bir bilim kitabıdır. Özellikle lise ve üniversite öğrencileri daha da çok sevecekler. Polis, savcı, hakim, avukat ve adli tıp-hukuk- kriminal üçgeninde çalışan uzmanlar için de faydalı bir eser. CSI sevenler ve kriminal dünyasını merak eden herkesi memnun edecek bir kitap. Biyoloji ve Kimya öğretmenleri okullarda öğrencilere tavsiye edebilirler. Kendileri derslerinde yardımcı kaynak olarak kullanabilirler. Adli bilimlerde ders veren hocalarımız, yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu kitapta kendilerinden çok şey bulacaklar. Bu vakaların öğrenilmesi neleri değiştirecek? Su içerken dudaklarımız ile DNA’mızı olay yerine bıraktığımızı düşüneceğiz. Bir saç telinin bile neleri aydınlattığını görünce heyecanlanacağız. Yüzyıllar geçse de gerçeklerin er geç ortaya çıktığını göreceksiniz. İzlediğimiz film ya da dizi sahnelerini daha iyi analiz edeceğiz. Uzmanından doğru bilgi sahibi olacaklar. Titanik ve Mona Lisa gibi tarihteki ilginç kişi ve vakaları bilimsel yönden de inceleme fırsatı bulacaklar. Kısaca pişman olmayacaklar çok şeyleri keşfe çıkacaklar. Kriminal vakaların olduğu konular ilgi çekiyor, sizce bu neden? Merak insanın DNA’sında var. Karşı konulamaz. İnsanlar özellikle ünlü insanların özel yaşantıları daha çok merak ediyorlar. Gizemli konular bir muamma olduğu için herkes bir Holmes kesilerek olayı çözmeyi istiyor. Herkes kapalı kutuyu açıp içini görmek istiyor. Biraz da aşk, heyecan ve entrika işin işine girince artık bağımlılık yapıyor. Mutlaka herkesin okuması gereken kitap, dinlemesini önereceğiniz müzik ve izlenmeli dediğiniz film sizce hangisi? DOÇ. DR. KADİR DEMİRCAN Sağlık haberciliği üzerine düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Sağlık haberlerinde nelere dikkat ediyorsunuz? Maalesef genelde iyi sayılmayız. Sizin gibi özel ve işinde uzmanlaşmış kişi sayısı çok az. Daha çok popülizme itibar ediliyor. Haberler kısa ve yüzeysel veriliyor. Analitik haber sayısı çok az. İyi haber bence kesilmeli ve yıllarca saklanmalı. Ve genelde çoğu zaman bilgi kirliliği ve insanları yanlış yönlendirme yapılıyor. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Düz bir bilim insanı ve bu yolda ilerlemeyi bir hayat tarzı olarak benimseyen bir akademisyenim galiba. Bilim yolu bir hedef değil bir seyahat. Tadını çıkarmak lazım. Bilimin eğlenceli ve insana karizmatik gelen bir yanı var. Bunun hakkını vermeyi umuyorum. Duyduğum heyecanı ve bu gizemli dünyayı merak eden insanlara anlatmak istiyorum. Bilim bilim için değil bilim toplum ve insanlar içindir. Sağlıklı iletişiminin olmazsa olmazı size göre nedir? Test edilmiş sağlıklı ve kaliteli bilgi ilk şart. Kulaktan dolma olmaz. Okuyucunun ruhunu anlayan ve nabza göre şerbet veren, korkutmayan, kendini okutturan, eğlenceli ve popüler bir tarzı herkes sever. Ve en önemlisi uzmanlarından teyit edilmiş bir metin. Biraz samimiyet, biraz empati biraz da şeffaflık. Film olarak; October Sky, müzik; Beethoven- 9. Senfoni, kitap; Grigory Petrov Beyaz Zambaklar Ülkesinde. http://www. imdb.com/title/ tt0132477/ SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 67 analiz SPOR YARALANMALARINA YAKLAŞIM: TANI VE TEDAVİDE SON GELİŞMELER Doç. Dr. Gazi Huri Hacettepe Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Günümüzde spor yapan insanların sayısının giderek artması spor yaralanmalarının daha sık görülmesine neden olmaktadır. Spor yaralanmaları terimi, vücudun tamamının veya bir bölgesinin normalden fazla bir kuvvetle karşılaşması sonucunda, dayanıklılık sınırlarının aşılmasıyla ortaya çıkan durumları kapsar. Daha sık olarak da profesyonel ve elit sporcularda görülme risk yüzdesi, amatör olarak veya hobi amaçlı yapılan spor sonrasında da ortaya çıkabilmektedir. Spor yaralanmasının sporcuyu sadece bedensel olarak değil ruhsal 68 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 olarak da etkilediği, bu sebeple sporcunun bir ekip tarafından değerlendirilip rehabilite edilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Spor yaralanmasına zemin hazırlayan faktörler başlıca “kişisel” ve “çevresel” nedenler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bu nedenlerin başında yor- Spor yaralanmaları direkt yani doğrudan travma (vurma, çarpma) şeklinde veya zaman içinde aşırı kullanma (sürekli zorlanma) şeklinde görülür. Bu yaralanmaların yüzde 65-75’i önemsiz ve sorun oluşturmayan, yüzde 3525’i ise kısa veya uzun süreli tedavi gerektiren yaralanmalardır. Spor şekline bağlı olarak değişmekle beraber spor yaralanmalarının görülme sıklığı yüzde 5-15’tir. Yapılan bir araştırmada spor yapan her 40 kişiden birinde ciddi spor yaralanması, 4000 kişiden birinde spor sakatlığı ve tüm önlemlerin alınmasına karşın 40 000 kişiden birinde ise ölüm görülmektedir. Doç. Dr. Gazi Huri gunluk ve aşırı yüklenme, önceden geçirilmiş ve tam tedavi edilmemiş yaralanmalar, soğuk, aşırı gerilme ve enfeksiyon gibi etkenlere bağlı gelişen kas ve eklem sertlikleri, geçirilmiş yaralanma veya eğitimsizlik nedeniyle oluşan kas zayıflıkları, kaslar arası güç dengesizliği, spor araç ve gereçlerinde yetersizlik, bedensel hazırlığın tam olmaması, ısınma eksikliği, spor dalının sporcuya uygun olmaması, yetersiz teknik, ruhsal yönden hazır olmama, aşırı rekabet, yarışmalı sporlar, diğer hastalıklar, spor alanlarının yetersizliği ve ailede eğitim eksikliği gibi etkenler sayılabilir. lar ise sürekli tekrarlayan hareketlere bağlı mikro travma ve zorlanma sonucu ortaya çıkan tendinopatiler ve stres kırkıları sonucu meydana gelmektedir. Bunun yanı sıra son yıllarda Amerika Ortopedik Cerrahlar Akademisi (AAOS) spor yaralanmalarını sporcunun yaşına göre pediatrik (çocuk), adolesan (ergen) ve adult (erişkin) Yukarıda sayılan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan spor yaralanmaları 2ye ayrılmaktadır: a) Akut (Ani) yaralanmalar b) Aşırı kullanıma bağlı yaralanmalar Akut yaralanmalar, düşme, darbe, dönme ile oluşan tarbe, kesi, zedelenme, burkulma, çıkık ve kırıklar sonucu oluşurken, aşırı kullanıma bağlı olarak ortaya çıkan yaralanma- Resim 1. Artroskopik ön çapraz bağ tamiri amelıyatı SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 69 olmak üzere 3 sınıfa ayırmış ve her grup için farklı tanı ve tedavi protokolleri belirlemiştir. Spor yaralanmaları vücudun birçok sistemini etkileyebilmektedir. Kas iskelet sistemi başta olmak üzere, merkezi sinir sistemi, solunum sistemi ve daha nadir olarak da dolaşım ve sindirim sistemi etkilenmektedir. Ancak, günümüzde yine de spor yaralanması denildiği zaman akla ilk gelen yaralanmalar büyük oranda kas iskelet sistemiyle ilgilidir. Bu yaralanmalar arasında özellikle kas, bağ, kıkırdak ve tendon (kiriş) yaralanmaları, menisküs yaralanmaları, kırık ve çıkıklar sıklıkla görülmektedir. Ayrıca yapılan sporun tipine ve sporcunun yaşına göre de değişkenlik göstermekle birlikte omuz, diz, dirsek, el bileği ve kalça eklemi en sık etkilenen bölgelerdir. Örneğin futbolcularda diz ekleminde, haltercilerde dirsek, bel ve sakroiliak eklemlerde, jimnastikçilerde el bileği, dirsek, bel ve kalça eklemlerinde, koşucularda diz ve ayak bileği eklemlerinde erken yıpranma ve dejenerasyon meydana gelme riski yüksektir. Sıklıkla Karşılaşılan Kas-İskelet Sistemi Sorunları ve Tedavi Yöntemleri İlk müdahale! Öncelikli olarak aktiviteyi durdurmak gerekir. İlgili bölge kısa sürede hızla şişiyorsa ciddi hasar söz konusu olabilir. Bu durumda yaralanan bölgenin korunmasına yönelik atelleme veya bandajlama gerekir. Takiben soğuk uygulamak, ilgili bölgeyi kalp hizasının üstüne kaldırmak kanamayı azaltacaktır. Atel ve/veya bandajlama, soğuk uygulama ve yükseltme yapıldıktan sonra tanı ve tedavinin tam yapılması için gerekli merkezlere başvurmak gerekir. Yaralanmış bölgeye masaj, sıcak uygulama ve zorlayıcı şekildeki muayene ile uygulamalar kesinlikle yapılmamalıdır. Özellikle eğitimsiz kimseler tarafından tanı/tedavi amaçlı hiçbir türlü uygulamaya izin verilmemelidir. Tüm tedavi yöntemlerinin başında “spor yaralanmalarından korunmanın” başlıca tedavi yöntemi olduğu unutulmamalıdır. Spor yapılan mekan ve zeminin, kullanılan mal70 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 zemelerin cins ve kalitesinin uygun olması, düzenli bir yaşam, düzenli sağlık kontrolleri, antrenman ve müsabakadan önce yeterince ısınma ve germelerin yapılması sporcunun yaralanma riskini düşüren faktörlerdir. Diz Sorunları Gerek profesyonel sporcularda gerekse hobi olarak spor yapanlarda spor yaralanmalarının en sık görüldüğü bölgedir. En fazla görülen diz spor yaralanmaları: osteokondral (özellikle ergen yaşlarda) lezyonlar, menisküs yırtıkları, ön çapraz bağ yırtıkları ve nadir görülse de diz eklemini ilgilendiren kırık ve çıkıklardır. Menisküs yırtıklarında diz içinde şişlik, ağrı, kilitlenme ve aktivite kısıtlanması görülür. Tanı muayene ve Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) ile konur. Menisküs yırtıkları lokalizasyona ve yırtığın tipine bağlı olarak, özellikle akut dönemde saptanırsa, tamir edilir. Aksi durumda, yırtık olan kısım artroskopik yöntemle kısmi olarak çıkarılır. Ön çapraz bağ yırtıklarında, erken dönemdeki ağrı, şişlik ve eklem hasssiyeti şikayetlerine yürürken boşalma ve instabilite bulguları eklenir. Özellikle profesyonel sporcularda olmak üzere, genç ve aktif hastalarda ön çapraz bağ tamiri yapılır (Resim 1). Bunların dışında medial ve lateral bağ yırtıkları da görülebilir. Genellikle düşük dereceli yırtıkların (Evre 1-2) tedavisinde ortezler ve sonrasında rahabilitasyon etkilidir. mial bursit) üzerindeki inflamasyonlarda ağrı ve hareket kısıtlılığı gibi benzer şikayetler görülebilir. Erken dönemde ekstremitenin dinlendirilmesi, buz ve ilaç tedavisi uygulanır. Ağrı azaldıktan sonra, ultrasonografi ve MRG gibi tetkiklerle esas tedavi yapılır. Tendonlarda yırtık varsa, fizik tedavi ve rehabilitasyon, artroskopik veya açık yöntemle tendon tamiri yapılır. Profesyonel sporcularda sıklıkla görülen diğer önemli bir sorun ise omuz çıkıklarıdır. Çıkıklar öne, arkaya ve aşağı olmak üzere 3 farklı yöne olabilir. Bunlar arasında %90-95 oranında en sık öne çıkılar görülür. Omuz çıkığı acil müdahale gerektiren önemli bir ortopedik omuz sorunudur. Yirmiye yakın omuz redüksiyon tekniği bulunmaktadır. Acil şartlarda omuz redüksiyonunu takiben hastaya omuzgövde bandajı uygulanır ve omuz eklemi hareketsiz kılınır. Sonrasında ağrı ve ödem kontrolü için buz uygulaması yapılır. 3 hafta sonrasında bandaj sonlandırılır ve rehabilitasyona başlanır. Bu dönemde eşlik eden omuz sorunlarını ortaya koymak adına manyetik rezonans görüntüleme (MRG) oldukça yararlıdır. Ancak özellikle genç sporcularda görülen omuz çıkıklarının yeniden çıkma ihtimalinin ciddi oranda yüksek olduğu akılda tutulmalıdır. Dirsek Sorunları Diz eklemine gelen travmanın şiddeti arttıkça, diz eklemi ve çevresinde çıkık ve kırıklar meydan gelebilir. Özellikle diz çıkıklarında, popliteal damar yaralanması görülebileceğinden ameliyat öncesi mutlaka damar durumu incelenmelidir. Gerek çıkıklarda gerekse kırıklarda tedavi genellikle cerrahidir. Özellikle tenis veya golf oynayan sporcularda görülür. Dirseğin iç veya dış bölgesinde ağrı ve hassasiyet şikayeti vardır. Fizik muayene ile tanı konur. US ve MRG ile tanı doğrulandıktan sonra, lokal enjeksiyonlar, bandajlar ve buz ile konservatif tedavi verilir. Hastaların büyük bir çoğunluğunda bu tedavi ile iyi sonuç alınır. Bu tedaviyle başarı sağlanamazsa, cerrahi tedavi uygulanır. Omuz sorunları El ve El Bileği Sorunları Genellikle basketbol, voleybol ve dövüş sporları gibi baş üstü spor yapanlarda görülür. Omuzun hareketini sağlayan tendonlarda ani yırtık veya tekrarlayan mikrotravmalarla oluşan tendinopatiler sonucu meydana gelir. Bundan başka bu tendonların üzerindeki koruyucu kese (subakro- Genellikle basketbol, voleybol, hentbol ve nadiren futbol oynayanlarda görülen hastalık grubudur. Tekrarlayan mikrotravmalara bağlı olarak tendinitler sık görülür. Ağrı ve ilgili bölgede fonksiyonlarda kısıtlılık görülür. Tedavisinde buz, istirahat, atelle ekstremitenin dinlendirilmesi ve ilaç tedavisi önerilir. Çok nadiren cerrahi tedavi gerektirir. Daha az sıklıkla, şiddetli travma sonucu el bileği ve el kemiklerinde kırıklar veya eklem çıkıkları görülebilir. Bu durumda çok şiddetli ani başlayan ağrı, fonksiyon kaybı ve şekil bozukluğu gözlenir. Tedavisi hemen ve mutlaka uzman hekim tarafından yapılmalıdır. Kalça ve Uyluk Sorunları Yük taşıyan önemli eklemlerden biri olduğundan, kalça ve çevresi kaslarda spor yaralanmaları sık görülür. Özellikle spora başlamadan önce yetersiz ısınma ve gerdirme sonucu uyluğun iç kısmında ve ön yüzdeki kaslarda aşırı zorlanma meydana gelir. Problemli bölgede şiddeti giderek artan ağrı bulunur. Genellikle spora devam etmek mümkün değildir. Zorlamayla devam edilirse kasta yırtık meydana gelebilir. Bu sebeple ilk bulgular başladığında spora hemen ara verilmelidir. Tedavide buz uygulama ve kompresyon tedavisi yapılır. Genellikle bir haftalık aradan sonra, düz koşularla spora tekrar başlanabilir. Ayak Bileği Sorunları Ayak bileği burkulmaları, spor yaralanmaları arasında en sık görülenidir. Basit bir burkulmadan, ayak bileği çıkık ve kırıklarına kadar çeşitli problemler görülebilir. En sık görülen yaralanma tipi ön talo-fibuler bağın yırtılmasıdır. Tedavisi erken dönemde ortezleme ve kompresyon bandajıdır. Ancak tekrarlayan burkulmalara bağlı olarak kronik lateral instabilite meydana geldiğinde, lateral yapıların rekonstrüksiyonu gerekebilir. Ayak bileği bölgesinde talusun kıkırdak lezyonları da akılda tutulmalı ve ayrıcı atlanmamalı; gerekli görüldüğü hallerde MRG ile görüntülenmelidir. Tedavisinde artroskopik yaklaşımlar oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Bunun yanısıra özellikle atletlerde tekrarlayan mikrotravmalara bağlı olarak aşil tendinopatileri sık görülür. Tedavisi istirahat, buz uygulama, ortezleme ve ilaç tedavisidir. Sporcularda görülen yaralanmalardan biri de aşil tendon kopmalarıdır. Aşırı zorlama sonucu ve altta yatan tendinozis gibi tetikleyici bir faktör var ise oluşur. Hasta ayak bileği arkasından “pop” sesinin geldiğini belirtir ve o ayağın parmak uçlarına kalkamaz. Tedavisinde günümüzde kapalı (endoskopik) tamir teknikleri de en az açık cerrahi teknileri kadar popülarize olmıuştur. Stres Kırıkları Genellikle aşırı zorlamalar ve tekrarlayıcı mikrotravmalara bağlı olarak meydana gelir. Genellikle el ve ayak kemiklerinde görülür. Sebebi açıklanamayan lokalize ağrı şikayetinde stres kırığı akla gelmelidir. Lezyon röntgen ile görülemezse, tanı sintigrafi ve MRG ile konur. Tedavi genellikle konservatiftir. Kırık ve Çıkıklar Kırıklar açık veya kapalı tipte olabilir. Kırık olan bölgede ağrı, şişlik, şekil bozukluğu ve anormal hareket vardır. Radyolojik değerlendirme ilk teşhis konulur. Erken dönemde stabilizasyon, daha sonra kırıklığın tipine göre alçılama veya cerrahi müdahale uygulanır. Çıkıklarda ise eklemin bütünlüğü bozulmuştur. En sık, omuz, dirsek, kalça ve ayak bileğinde görülür. Akut dönemde immobilizasyon, radyolojik değerlendirme sonucunda, redüksiyon ve bandajlama uygulanır. Sonuç olarak, yaralanmayı mümkün olduğunca önlemek sporcunun spor hayatını etkileyen kas-iskelet sistemi sorunlarınin tedavisinde ilk amaçtır. Herhangi bir yaralanma olduğunda ise hızla yoğun bir tedavi ve rehabilitasyon programı uygulayarak sporcuyu mümkün olan en kısa sürede ve en sağlıklı şekilde spor hayatına döndürmektir. Unutulmamalıdır ki, yetersiz tedavi ve erken spora dönüş bir sonraki travmayı kolaylaştıran en önemli sebeptir. Sporcunun yaralanmalardan korunma eğitimi ve çevreye uyumu başarısındaki gizemi oluşturacaktır, akıldan çıkarılmamalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 71 röportaj Dr. Hasan Kuş: DÜNYANIN EN BÜYÜK YATAK SAYISINA SAHİP HASTANE KAMPÜSLERİ OLUŞUYOR Uluslararası hastane yöneticileri, hukuk danışmanları, iletişim uzmanları ve hekimler 2. Annual Turkey Hospital Expansion Summit’te bir araya gelecek. Hastane kampüsleri nasıl yönetilecek, nasıl bir yönetim modeli oluşturulacak? Hastane yönetiminde dijitalin etkisi, medya yönetiminin etkisi gibi konu başlıkları Turkey Hospital Expansion Summit’te ele alınacak. 22-23 Ekim tarihinde Ankara Crown Plaza Hotel’de gerçekleştirilecek toplantının başkanlığını Dr. Hasan Kuş ya- pacak. Toplantının önemine değinen Kuş, soruları yanıtladı. 2nd Annual Turkey Hospital Expansion Summit 1. Annual Turkey Hospital Expansion Summit nedir? 2.Bu toplantı neden düzenlenmektedir? 3. Kimler katılabilir? 4. Bu toplantı ile uluslararası işbirlikleri sağlanabiliyor mu? 5. Hangi konular ele alınacak? 6. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Kendimi sağlık yöneticisi olarak tanımlayabilirim sanırım. Tıp doktoruyum, genel cerrahi uzmanlık eğitimi aldım. Uzun yıllar cerrah ve yönetici olarak çalıştıktan sonra 1998’de İngiltere’ye gidip Leeds 72 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Üniversitesi’nde Hastane Yönetimi yüksek lisansı yaptım. Amerikan Hastanesi’nde 2001 yılındaki bir proje ile özel sektöre geçtikten sonra, 2002 – 2007 arasında Acıbadem Sağlık Grubu’nda Kozyatağı Hastanesi Direktörlüğü ve Grup Tıbbi Direktör Yardımcılığı görevlerini yerine getirdim. 2007-2013 arasında çalıştığım Anadolu Grubu’nda, Johns Hopkins Medicine ile afiliye olan Anadolu Sağlık Merkezi Genel Müdürü (2007-2011), sonrasında Anadolu Grubu Sağlık Sektörü İş Geliştirme Başkanı ve Anadolu Sağlık Merkezi Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptım (2011-2013). 2013-2015 arasında ise Acıbadem Üniversitesi’nde Genel Sekter ve Acıbadem Sağlık Grubu’nda İcra Kurulu üyesi olarak çalıştım. Halen, kurucusu ve ortağı olduğum ValueHealth’te sağlık sektörüne yatırım yapmayı hedefleyen yatırımcılara ve halen sektörde faaliyet gösteren kurumlara sağlık sektöründeki kapsamlı tecrübemizi sunuyoruz. Sivil toplum kuruluşlarında da aktif olarak görev yapıyorum. DEİK Sağlık Turizmi İş Konseyi başkan vekili, Türkiye Kalite Derneği (KalDer) yönetim kurulu başkan yardımcısı, Sağlıkta Kalite İyileştirme Derneği (SKİD)’in kurucu yönetim kurulu başkanı ve Akredite Hastaneler Derneği yönetim kurulu üyesiyim. 2009-2013 arasında OECD üyesi ülkelerin iş dünyasını temsil eden ve merkezi Paris’te bulunan BIAC’ın (Business and Industry Advisory Committee) Sağlık Politikaları Çalışma Grubu’nda Başkan Yardımcısı olarak görev yaptım. 2007-2012 tarihleri arasında ise Joint Commission International (JCI) için ABD dışından ilk tetkikçilerden biri olarak uluslararası hastane tetkiki yaptım, halen JCI Avrupa Danışma Konseyi üyesiyim. Annual Turkey Hospital Expansion Summit nedir? Son 10 yıl Türkiye’de sağlık hizmetleri açısından oldukça hareketli geçti. Esas olarak var olan hastane yataklarının yenilenmesi, bir miktar da yeni yatak yaratılmasını hedefleyen Şehir Hastaneleri ise adım adım hayata geçiyor. Hastane bina stoğunun yenilenmesinin dışında, tıbbi cihaz, ekipman ve diğer ürünlerle hizmetler açısından sektörün müthiş bir hareketlilik yaşayacağı net olarak görülüyor. Geçen yıl ilki yapılan zirvenin ikincisinde bu yıl, PPP projeleriyle ilgili bürokratlar, inşaat firmaları, yönetim şirketleri, hastane sahipleri ve hekimlerin katılımı bekleniyor. Danışmanlar, mimarlar, tıbbi ekipman ve hizmet sunan firmaların da katkılarıyla tarafların süreçle ilgili öngörüleri, ihtiyaçları, çözüm getirilmesi beklenen başlıklar, bugüne dek gündeme gelmeyen konular ya da sona yaklaştıkça önem kazananlar tartışılacak. Bu toplantı neden düzenlenmektedir? Sağlık sektörünün yüzünü değiştirecek, dengeleri yeniden oluşturacak bir yapı oluşuyor. Şehir hastanelerinde ölçeğin büyüklüğü de çarpıcı. Listede en yukarıda yer alan Ankara’daki Etlik ve Bilkent hastanelerinin her biri 3 bin 500’ün üzerinde yatak sayısına sahip. Bu şu demek; dünyanın en büyük yatak sayısına sahip hastane kampüsleri oluşuyor. Bu projelerin hem hayata geçirilmesi aşamasıyla ilgili, hem de hastanelerin operasyonuyla ilgili çok sayıda kritik başlığın tartışılması gerekiyor. Bir örnek olarak; bu hastane kampüsleri nasıl yönetilecek, nasıl bir yönetim modeli oluşturulacak? Tüm bu konu başlıkları için Turkey Hospital Expansion Summit’in bir platform olarak fonksiyon görmesi hedeflendi ve geçen yıl bu hedefe doğru güzel bir ilk adım oldu. Süreç bir taraftan mesafe aldığı için, bu yıl daha olgun tartışmalar bekliyorum, ayrıca tarafların birbirinin sesini duyması da sağlanmış olacak. Tüm paydaşların bir arada olacağı bir ortamın yılda bir kez de olsa sunulması önemli bir fırsat. Toplantıda hangi konular ele alınacak? Program gün geçtikçe netleşiyor. Ana konular arasında; Sağlık Bakanlığımızın PPP projeleri hakkında güncel durum ve önümüzdeki dönem vizyonu hakkında bizleri bilgilendirmesiyle başlayacağız. Projelerle ilgili vaka tartışmaları; yatırımcıların üst düzey değerlendirmeleri; projelerin hayata geçmesini takiben başlayacak olan operasyon süreci; projelerin finansmanı konusundaki durum; klinik laboratuvarların projelerdeki pozisyonu; operasyon dönemi için kalite standartları ve maliyet yönetimi, insan kaynaklarının yönetimi ve gelişimi, yerel ve uluslararası yatırımcılar için riskler ve fırsatlar; sağlık iletişimi ve mobil sağlık konuları programda yer alıyor. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 73 sağlığımıziçin CİLDİNİZ SONBAHARA HAZIR MI? Doç. Dr. Alev EKEN Dermatolog Sıcak, güneşli yaz günlerinin ardından yapraklar sararmaya, kurumaya, iklim soğumaya başladı. Cildiniz bu hava değişiminden etkilenecektir. 1. Yazın sıcak ve rutubetli havası, ter ve yağ bezlerinin aşırı çalışması sonucu gözenekleriniz dolar, ölü cilt hücreleri birikir. Cilt tipinize uygun bir temizleyici kullanın. Gerekiyorsa profesyonel yardım alın. Cilt bakımı veya kimyasal peeling uygulatın. 2. Güneşin etkisiyle kuruyan cildinizi nemlendirin. Cilt tipinize uygun, hücresel onarımı & koruyucu bariyerini yenileyen, ultraviyole radyasyonundan koruyan nemlendiriciler kullanın. İyi nemlenmiş deri, kırışıklık gelişmesine karşı daha dirençlidir. Kuru ciltler mezolifting enjeksiyonlarından yararlanabilirler. 74 diyeti yapın. A, C ve E vitaminleri gibi “network” antioksidan serumlar ve maskeler kullanın. Böylece, dış ortamın etkilerine maruz kalan cildinizi onarın, renk farklılıklarını eşitleyin. 5.Sigarayı bırakın. Sigara kullanımının cildinize en çok zarar veren etkenlerden biri olduğunu unutmayın. Cildi yaşlandıran, nem ve yağ dengesini kaybetmesine neden olan, üstelik cildin rengini değiştirerek mat ve cansız hale getiren sigarayı hayatınızdan çıkarın. 6. Alkol, gazlı ve aşırı kafeinli içecekler tüketmeyin. Cildinizden su kaybına neden olurlar 3.Bol su için. Cildinizin nemini desteklemek ve biriken toksinlerden arınmak için en etkin yol bol su tüketmektir. 7.Beslenmenize dikkat edin. Yeterli, dengeli (az yağlı ve kalorili) ve doğal beslenin. Güzel bir cilde sahip olmak için vücudunuzun yeterli vitamin ve minerale sahip olması gerekir. Koyu yeşil, kırmızı, turuncu sebze ve meyve ağırlıklı beslenin. Meyve ve sebzelerin renginden sorumlu pek çok madde güçlü antioksidanlardır. En ideali diyetisyeninizden beslenme desteği almaktır. Gerekiyorsa antioksidan, mineral ve vitamin destekleri kullanın. 4. Ultraviyole ışınlarının cildinize verdiği zararlara karşı cildinize detoks 8.Vücut ağırlığınızı kontrol altında tutun. Aşırı kilo alıp, vermeyin… SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 Aşırı zayıflama diyetleri deride gevşeme ve sarkmalara; tersine aşırı şişmanlama durumu da deride aşırı gerilme ile elastik lif yapısında bozulmalara neden olur. 9.Mimik kaslarınızı aşırı kullanmayın. Yüz kaslarınızı gevşetin, daha relaks görünün…Kaş arası çatık çizgilerinize, alın yatay mimik çizgilerinize ve kaşlarınızı hafif kaldırmak için botox enjeksiyonları yaptırın. 10. Hayata gülümseyin… Gülümseme hareketi gıdık kaslarınızı çalıştırmanızın en ucuz, en hızlı ve en güvenli yoludur. Hedefinizi belirleyin… Uygun ürün/ yöntem seçimi için dermatologunuzdan yardım alın! Doç. Dr. Alev EKEN Tülay KARABAĞ ntv.com.tr Yüksek moral gücünün kanser tedavisinde başarıyı etkileyen en önemli unsurlardan biri olduğunu söyleyen Hematolog Doç. İsmail Sarı, sağlık çalışanlarının genellikle hastalığın birincil tedavisine odaklandığını ve psikolojik etkilerin göz ardı edildiğini vurguladı, “Bu hasta grubunda ihmal edilen nokta anksiyete ve depresyondur” dedi. Hematolojik Onkoloji Derneği’nin KKTC’de düzenlediği 2. Ulusal Kongresinde, hematolojideki son gelişmelerin yanı sıra hastaların kanser algısı ve tedavi sürecine verdikleri psikolojik tepkilere dikkat çekildi. Dernek tarafından düzenlenen ‘Hayata Tutunma Öyküleri’ yarışması ödül törenin de yapıldığı kongrede, kanser hastalarına yaklaşım ve psikolojik destek masaya yatırıldı. Dernek Genel Sekreteri Doç. Dr. İsmail Sarı, özellikle hematolojik kanserlerin tedavi sürecinde hastanın psikolojik sorunlarının ihmal edildiğini dile getirdi. Sarı, “Genelde hastalığın tedavisine ağırlık veriliyor, birincil tedaviye odaklanıldığında hastanın psikolojisinin göz ardı edildiği ve çok önemsenmediği görülüyor. Anksiyete ve depresyon durumunu gösteren ölçekleri psikologlarla birlikte değerlendirilip anksiyetesi yüksek hastalarda tedbir alınmalı, gerekirse ilaç ve terapi uygulanmalı” dedi. Prof. Çağırgan: Türkiye’de Kanser Psikoloğu Yetersiz Sarı, hastanın hastalığı hakkında iyi bilgilendirilmesinin, Kongre Başkanı Prof. Dr. Seçkin Çağırgan ise hastanın psikolojik olarak tedaviye hazırlanmasının önemine vurgu yaptı. Türkiye’de kanser psikoloğu sayısının yetersiz olduğuna dikkat çeken Çağırgan, “Moral gücü yüksek olanların tedavi süreci daha iyi geçiyor, motive olmayanların tedavi sonuçları olumsuz oluyor” tespitinde bulundu. haber “KANSERİN PSİKOLOJİK BOYUTU İHMAL EDİLİYOR” Prof. Altuntaş: İnanın ve Yenin “İnanmak yenmenin yarısıdır. Biz hastalarımıza, ‘İnanın ve yenin’ diyoruz” ifadesini kullanan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fevzi Altuntaş, doktorların tedavi sürecinde hastaların psikolojik yapısıyla ilgili bazı şeyleri göremediklerini ve bazen onların duygularını anlayamadıklarını söyledi. Tedavi sürecinde ve hasta takibinde duygu paylaşımının önemli olduğunu aktaran Altuntaş, “Bunun için bir şeyler yapmak istedik ve bu duyguyla yola çıkarak Hayata Tutunma Öyküleri yarışmasını düzenledik. Hastalarımızın duygularını, yaşadıklarını, sıkıntılarını paylaştıkları bu öyküleri hekimlik kimliği ile okumamaya gayret ettim ve çok duygulandım” dedi. Prof. Eser: Hastanın Hem Ömrü Hem de Yaşam Kalitesi Arttırılmalı Erciyes Üniversitesi’nden Prof. Dr. Bülent Eser de hasta takibinde uluslararası standardizasyonları yakalamak için çalıştıklarını ifade ederek, “Bizim temel amacımız; hastanın sağ kalım süresini uzatmak. Ama bunu yaparken yaşam kalitesini de artırmak gerekir” diye konuştu. SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 75 gezelimgörelim MEMLEKETİM İNCESU Evin TOKER Diş Hekimi İncesu. Memleketim. Bozkırın ortasında bir vaha. Belki, kendi gözüyle, bu çorak, yıkık, küçük Orta Anadolu kasabasını görenler için mizahi bir tanımlama… Ancak bu sefer, kasabamı, Bulgurcu Türkmenleri’nden Hacı Ömer Ağa’nın torununun yani benim gözümden görüp bilmenizi istedim. Bir küçük çorak toprağın nasıl da gözüme memleket nasıl da vaha göründüğünü anlatmak istedim. Dedem, Hacı Ömer Ağa’yı hiç tanımadım. Dedem, dört kızından sonra bulduğu tek erkek evladı olan babam askerdeyken vefat etmiş. Çiftçilik yapan, çok sert ama çalışanlarına karşı merhametli, çapkınlığıyla ünlü bir ‘’gişi’’ymiş. Bir de meşhur bulgur 76 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 çorbasını pek severmiş rahmetli. Adı üstünde Bulgurcu Türkmeni! Bulgurcu Türkmenleri, ekseriyetle çiftçilik ve küçükbaş hayvancılık yaparak geçimlerini sağlayan, bulgur ve un üreten bir halktır. Bağı olanlar üzüm yetiştirir ve pekmez de üretirler. Çocukluğumdan, babaannemin iki katlı evinin sofasını ve halalarımın karınca gibi çalışıp; bulgur, pekmez kaynattığını hatırlarım. Aralarında hiç durmamacasına konuşarak çalışmalarını… ’’Voo gadasını aldığım’’ diye başlayan konuşmaları. İncesu, aslında Ermenisinden, Türkmeninden Rumuna pek çok halka ev sahipliği yapar ancak, genelde dil özellikleri aynıdır. Oldukça temiz bir Türkçe konuşurlar. Sadece ‘‘e’’ harfleri genelde ‘‘i’’ harfine dönüşür, ‘’yetmişbeş’’ yerine ‘’yitmişbiş’’ gibi. ‘’k’’ ler ise ‘’g’’ olarak kullanılır. Bir de kendilerine özgü sözleri vardır. Birinden bahsederken ’’şirif’’ derler. Tatlı dilli, konuşkan insanlardır. Kısa bir süre önce, bu tatlı dilli çalışkan insanlardan, çok sevdiğim, birini kaybettim. En büyük halam Alzheimer hastasıydı ve vefat etti. Yeryüzünden bir melek göçtü. Cenazesi, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’nden kaldırıldı. İncesu’ya defalarca gittiğim halde farketmediğim bir yapı. Daha önce, Kapadokya’ya özgü evleri ve Derebağ’daki sülale boyu keyifli pikniklerinden başka bir şey ilgimi çekmemiş… Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii’ni görünce şöyle bir etrafı dolaştım. İncesu’nun asıl kurucusunun Merzifonlu Kara Mustafa Paşa olduğunu öğrendim. İncesu, Bağdat’a kadar giden tarihi Tuz Yolu’nun önemli bir kavşağıdır. Ürgüp üzerinden Bağdat’a ve bir taraftan da Konya’dan gelerek Kayseri ve Malatya üzerinden geçen yolların kesişim noktasıdır. Güneydoğu Anadolu’yu İç Anadolu’ya bağlayan en kısa yol üzerindeki ilk durak noktasıdır. İncesu, işte bu nedenle, Diyarbakır Sancak Beyliği döneminde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın dikkatini çekmiştir. Celali İsyanlarını bastırmak üzere harekete geçen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İncesu’nun olduğu yere gelmiş ve askerleriyle bölgede kamp kurmuştur. Etrafı dolaşan Paşa, on kilometrelik bir alanda çift tarafı dağlarla muhafazalı ve ortasından ince bir dere akan ve bir taraftan girişi kapatıldığında savunması da gayet kolay olan bu bölgenin hem askeri hem de sivil bir yerleşim yeri kurmak üzere çok uygun olduğuna karar vermiştir. Bu kararın üzerine 1670’te malzeme ikmaline ve imara başlanmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İncesu’ya kervansaray, cami, hamam, arasta, sübyan mektebi ve medresesiyle çok güzel bir merkez yerleşke kurmuştur. Külliyenin inşasının bitiminde yeni görevi nedeniyle kasabadan ayrılmıştır. Külliye, iki büyük avlu etrafında inşa edilmiştir. Mahkeme binası, bezirhane, tabakhane, fırın, su yolları, beş çeşme, meşruta evi ve ambar günümüze ulaşamamıştır. Yapılar, mimari süsleme yönünden oldukça sadedir. Kervansaray, külliyenin tüm doğu cephesini kaplamaktadır ve restorasyonlar sonrasında düğün salonu olarak kullanılmaktadır. Cami ve hamam ise İncesu Belediyesi’nin restorasyonundan sonra hizmet vermeye devam etmektedir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dır. Paşa İncesu’nun imarı ile olduğu kadar iskânıyla da ilgilenmiştir. Pek çok aile ve aşiretin bu bölgeye yerleşmesi sağlanmıştır. Bu sayede, İncesu köklü bir kasaba haline gelmiştir. Bugün, kasaba yerlilerinin bir kısmı okumak ya da çalışmak amacıyla farklı yerlere göç etmiştir. Kayseri’de doğmamış olan 2. Nesil İncesulular arasında iletişim devam etse de pek çoğunun memleketiyle organik bağı kalmamıştır. İşte bu bağını kaybedenler için bugün İncesu ne ifade eder bilinmez ama Kayseri’nin İncesu kazası, benim için, bağından yediğim bir salkım üzümü, tarladan getirip; o incecik deresine koyup çatlattığım karpuzu, geçmiş kokan kesme taşlı küçük evleri ve gadasını aldığım güzel yürekli insanıyla ‘’memleket’’tir. Yerleşiminin tarihi çok daha eskilere gitse de kimi zaman küçük bir köye kimi zamansa yerleşik bir kasabaya dönüşen İncesu’nun bugünkü halinin esas kurucusu Osmanlı’nın büyük devlet adamlarından biri olan SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 77 film Hayat Güzeldir La Vita é Bella Banu SALMAN Uzm. Diyetisyen Hayat Güzeldir, her şeye rağmen hayatın güzel olduğunu gösteren bir başyapıt … Arşiv filmler dolabımın en kıymetli parçalarından biri olan bu filmi, moralimin bozuk olduğu zamanlarda terapi için izliyorum. Roberto Benigni’nin 1997 yapımı La vita é bella (Hayat Güzeldir) filmi, zaman zaman tebessüm ettiren, zaman zaman ise hüzünlendiren hatta ağlatan muhteşem bir film.. Roberto Benigni, hem yönetmen hem de 78 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 oyuncu olarak çok başarılı.. Çocuk oyuncu ise bir harika.. II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen, Yahudi bir babanın ve peşinden giden İtalyan bir annenin, çocuğunu korumak için yaptığı sayısız özveriyi anlatıyor. Filmin ilk bölümünde sevgi, aşk, komedi işlenmiş. Çılgın bir aşığın sınırlarını nasıl zorladığını görüyorsunuz. İkinci bölümünde ise; fedakarlık, sevgi, aile bağları, korku, acı ve bir babanın çocuğuyla kurduğu olağanüstü bir iletişim ve hayattta kalma savaşının işlenmiş ve bu bölüm ilk bölümle birlikte harika bir uyum oluşturuyor. “Başımıza gelebilecek en kötü durumları iyiye çevirmek elimizde …” mesajı veren, hayatı o kadar da ciddiye almamak gerektiğini vurgulayan, “Hayat Güzeldir”, özellikle mutluluk kelimesinin anlamını kavrayamamış olanların ve hayatın ne kadar da zor olduğunu düşünenlerin en az bir kere izlemesi gereken harika bir başyapıt. 7 dalda Oscar’a aday gösterilerek En İyi Yabancı Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Müzik dallarında ödüllerini almanın yanında Akademi, BAFTA, César, Cannes ve daha birçok film töreninde farklı dallarda ödüllere layık görülmüş olan bu filmin, aldığı ödülleri sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum.. kitap DOĞA YAZARI CEREN KERİMOĞLU “Minik okurların papatya taçlı yazarı Ceren Kerimoğlu, doğa öyküleriyle kol kola girmiş, ormanların ta içinden bize doğru ilerliyor.” Diye yazılmış hakkımda. İlerlediğim sizden çok; çocuklar aslında... Çünkü sağlık gibi düşünüyorum doğayı da; kaybetmeden önemini anlayamayacağız. Bu yüzden ağaçlarım bulutlarla konuşur benim, deniz dibinden toprağın altına kadar değişimin yolculuğunu yazarım ben. Çocuklar “başkalaştırılmasın”, kendilerini diğerlerinden farklı hissetmesin, karşısındakini ötekileştirmesin diye, Sakız Ağacı’nın öyküsünü anlatırım. Bir orman ortasında onu kendilerine benzemediği için kabul etmeyen Kavak Ağaçlarının yanı başında yeşeren Sakız Ağacı der ki; kalabalık “aynı tip Kavak ağaçlarına”; “Evet sizden biri değilim; Sizden çok farklı benim cinsim. Ama kök saldığımız toprak aynı değil mi? Nefes aldığımız hava, içtiğimiz su değişik mi?” Çocuklarıma değişik olmanın güzelliğini anlatırım bu öyküde. Doğa doğurgandır üretkendir. Ama en önemlisi yerine konulmazdır. O 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 SAĞLIK ve İNSAN / EKİM 2015 yüzden Poşetto anlatır çocuklara geri dönüşüm hikâyesini kalemimden. Doğayı kaybetmemek için kullandıklarımızı geri dönüşümle, yeniden kazanmanın önemini. Bu hikâye; bir poşetin, doğada kaybolmadan, bambaşka bir forma geçişinin hikâyesidir. Bizler de doğanın parçası değil miyiz? E o halde, çocuklara anlatmam gereken bir konu da, hiçbirimizin yoktan var olmadığı ve elbette, varken de yok olmayacağımız öykülerdir. “Yaprağın Renkleri” işte tam da bunu anlatır. Küçücük bir yaprağa; yaşamın döngüsünü, sadece bir gün yaşayacak olan mutlu mu mutlu bir kelebek anlatır. Hayatın değerli oluşunu; yaşadığımız tek bir günün bile ne denli önemli olduğunu. Peki doğa bu kadar mı? Elbette değil. Kırmızı Denizyıldızı yani Alaz¸ gökyüzünden düştüğünü sandığı deniz dibinde, değişik türleri fark eder. Oldukça heyecanlı bir yolculuğa çıkar. Çocuklar Denizyıldızı’yla beraber yüzer, derinlere dalar. Bir kitabımdaysa, kanat takmak istedim okurlarıma. “Küçük Bulut Sirus” sıkılan küçücük bir buluttur. Karar veremiyordur, fırtına bulutu mu, yağmur bulutu; ne tür bir bulut ol- mak istediğine. Maceraya atılmadan önce; Ay Dede’ye yaklaşıp anlatır derdini. Derdi yeryüzünü görmektir, şekilden şekle girerek deneyimler bambaşka yerleri. Ve son kitabım –şimdilik- olan “İnatçı Tohum” kurak çölleri, orman yapabilecek inanç ve azimle var olan bir tohumun yeşillenme hikâyesidir. Rüzgâr Seli yetişir bu küçücük yaşadığı iklime kafa tutan tohuma. Çünkü tek istediği yemyeşil bir dünyadır. Doğa yazarıyım ben, çünkü doğa için savaşmak gerek, İnadına tutunmak hayata, vazgeçmeden inanmak gerek. Kalemimi çocuk okurlarım vazgeçmesin diye kullanırım. Asla üşenmesinler, yaşamaktan ve yaşatmaktan diye. Çok yakında, 7. kitabım çıkıyor. Elbette yine bir doğa öyküsü doğmak için gün bekliyor. Çünkü çocukların her biri birer kahramandır. Ve doğayı koruyarak, diğer nesillere bu sevgiyi aktarmalılar. Ben kazanmak için bu savaşı başlattım; sizler de kulaktan kulağa yayarak devam edin dilerim.