türkiye ve ırak kürtleri: çatışma mı işbirliği mi?
Transkript
türkiye ve ırak kürtleri: çatışma mı işbirliği mi?
TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? Orta Doğu Raporu N°81 – 13 Kasım 2008 İÇİNDEKİLER ÖZET ......................................................................................................................................... i I. GİRİŞ.................................................................................................................................. 1 II. PKK’NIN KUŞATILMASI .............................................................................................. 2 A. FARKLI BAKIŞ AÇILARI .......................................................................................................2 B. DİPLOMATİK STRATEJİ ........................................................................................................5 C. ASKERİ MÜDAHALE..............................................................................................................9 III. KBY’NİN DAHİL EDİLMESİ....................................................................................... 11 A. SİYASİ İLİŞKİLERDE YAKINLAŞMA ................................................................................11 B. EKONOMİK İLİŞKİLERDE DERİNLEŞME.........................................................................13 IV. KERKÜK ANLAŞMAZLIĞI......................................................................................... 16 A. KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK: TÜRKMEN FAKTÖRÜ.............................................................16 B. KERKÜK’ÜN IRAK’IN AYRILMAZ PARÇASI OLMASI..................................................19 V. SONUÇ ............................................................................................................................. 22 EKLER A. IRAK HARİTASI...........................................................................................................................24 B. KBY’NİN ÜZERİNDE HAK İDDİA ETTİĞİ TARTIŞMALI TOPRAKLAR .............................25 C. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA ..........................................................................26 D. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA RAPORLARI VE BRİFİNGLERİ .................................................................................27 E. ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ..........................................................29 Orta Doğu Raporu N°81 13 Kasım 2008 TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? ÖZET Yükselen Arap-Kürt geriliminin Irak’ın istikrarını yeniden tehdit ettiği bu zamanlarda komşu Türkiye’nin Irak Kürdistan’ı üzerine düşen gölgesi daha da büyümekte. Bu durum, karşıtlıkları içinde barındırıyor. Türkiye bir yandan jetleriyle, yasaklı PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi-Partiya Karkerên Kurdistan) kuzey Irak’taki mevzilerini düzenli olarak bombalarken ve Ankara, Kürtlerin bağımsızlığı olasılığından duyduğu derin kaygıyı dile getirirken bir yandan da Irak Kürt bölgesiyle ilişkilerini önemli ölçüde derinleştirmekte. Aşırı milliyetçiliği dizginlemek ve iki ülke arasındaki ilişkilere yatırım yapmaya devam etmek, hem Türkiye hem de (Türkiye’nin kullanmaktan özenle kaçındığı bir terim olan) Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) çıkarına olacaktır. Ankara’nın Irak politikası, iki temel ulusal çıkar doğrultusunda gelişiyor: Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve militanlarının sınıra yakın dağlık alanları sığınak olarak kullandığı ve Türkiye’ye saldırılar düzenlediği PKK ile mücadele edilmesi. Türkiye açısından Irak’ın parçalanması, İran’ın nüfuzu karşısında kritik önemi olan bir karşı ağırlığın ortadan kalkması ve daha da önemlisi, Kuzey Irak’ta Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği tutkusunu ateşleyecek bağımsız bir Kürt devletinin doğması anlamına geliyor. Sonuç olarak Türkiye, Irak’ın merkezindeki ayrılıkçı çatışmaların tırmanmasını, Irak Kürtleri’nin ayrılmasını ve PKK’nın güçlenmesini önlemeye çalışıyor. Türkiye’de bu hedefler konusunda geniş bir uzlaşı bulunuyor. Ancak bu hedeflerin nasıl gerçek-leştirileceği konusunda görüşler farklılaşıyor. Kemalist-milliyetçi kurulu düzen mensupları, Türk Silahlı Kuvvetleri, bürokrasinin güçlü bir kesimi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, KBY’yi ve onun temsil ettiği Kürt milli ideallerini varoluşsal bir tehdit olarak görmekteler. Onlara göre PKK’yı korumaktan vazgeçmeye zorlanması için KBY’ye karşı çok daha sert bir tavır sergilenmesi gerekiyor. Sonuç olarak bu çevreler, KBY’nin diplomatik olarak izole edilmesini, yetkilerinin 2003 öncesi oluşturulan hudutlarla sınırlandırılmasını ve ekonomik açıdan güçsüz bırakılmasını savunuyorlar. Avrupa yanlısı liberal çevreler, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ve Kürt elitlerse daha farklı bir görüşü dile getiriyorlar. Onlara göre, çevre ülkeler arasında sıkışmış bir Kürt federe bölgesi, savunmasız durumdadır ve örneğin güçlenen merkezi Irak hükümetinden korunmak ve iktisadi kalkınma açısından Türkiye’ye güvenmekten başka bir seçeneği yoktur. Liberal çevreler, bu bölgeyi Amerika’nın çekilmesi durumunda bir iç savaş tehlikesiyle yüz yüze kalabilecek olan Irak’ın geri kalanıyla Türkiye arasında bir tampon olarak görüyorlar ve PKK ile mücadelenin en iyi yolunun, KBY’yi mücadeleye ikna etmek olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin etkisinin genişletilmesi, Kürdistan federal bölgesini Irak’a daha sıkı bağlarla bağlanması ve PKK’ya karşı harekete geçilmesinin sağlanması için KBY ile daha güçlü diplomatik siyasi ve ekonomik bağların kurulması gerektiğini savunuyorlar. Fikir ayrılıkları bir ölçüde karışıklığa yol açsa da sonuç, AKP ile daha geleneksel kurulu düzen arasında askeri baskıyı, siyaseti, diplomasiyi ve ekonomik teşvikleri de kapsayan oldukça pragmatik ve son derece etkili bir uzlaşmaya varılması oldu. Irak’ın siyasi geleceğiyle ilgili olarak Türkiye, artık yanıtı aranan sorunun bu devletin bir federasyon mu yoksa üniter bir devlet mi olacağından ziyade ne tür bir federasyon ve ne ölçüde ademi merkeziyetçi olacağı sorusu olduğunu kabullenmeye başladı. Türkiye ayrıca Kürtler, Araplar, Türkmenler ve diğerleri arasında bir sorun olan Kerkük için verilen mücadelede bir orta yolun bulunmasına ön ayak oldu. Özellikle ana dayanak noktası olarak Türkmen nüfusuna güvenmekten vazgeçti. Bunun yerine Kerkük’ün çok etnili ve çok dinli dokusunun korunmasında ısrarcı oldu. Bu şekilde Türkiye, KBY’nin gerçek anlamda bağımsızlığı için gereksindiği ekonomik özerkliği sağlayan bu petrol zengini bölge üzerindeki Kürt iddialarının önüne geçebilir. Türkiye başka bazı konularda da başarılı oldu. Bir taraftan Kürt bölgesiyle ekonomik bağlarını güçlendirdi. Diğer taraftan Irak’ın toprak bütünlüğü açısından kritik önemde addettiği bir adım olduğu için Irak hükümeti federal bir petrol yasası kabul edene kadar Kürt bölgesinin enerji sektörüne maddi yardımda Türkite ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 bulunmadığı gibi, KBY’nin topraklarından petrol ve doğal gaz ihraç etmesine de müsaade etmedi. Son olarak Türkiye, Kürt hareketini yok etmek yerine KBY’ye harekete geçmesi yönünde baskı yapmak ve ABD’yi bölgedeki nüfuzunu kullanmaya teşvik etmek için PKK’ya karşı sınır ötesi, dar kapsamlı askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Sonuçta bu, geçici siyasi yararlar dışında askeri etkisi son derece tartışmalı olan seri bombardımanlardan çok daha etkili bir yöntem. Kısacası Türkiye, Iraklı Kürt otoritelere hem baskı yaptı hem de onlarla ilişkilerini geliştirdi. Bunun, PKK’yı kuşatma altına almanın, Irak’ta yeniden ulusal uzlaşmayı teşvik etmenin ve Kürtleri merkezi devlete daha sıkı bağlamanın en kestirme yolu olduğu sonucuna vardı. KBY de bu politikadan büyük yararlar sağlamaktadır. İlişkilerin yavaş da olsa ısınması, KBY’nin, ABD askerlerinin önümüzdeki iki yıl içinde önemli ölçüde çekileceğini ve böylelikle Kürtlerin federal hükümete ve Türkiye ve İran gibi komşu ülkelere daha bağımlı kalacağını kavramasından kaynaklanıyor. Bu senaryo içinde Türkiye, Kürtler için Bağdat ve Tahran’dan Sayfa ii daha yararlı bir ortaktır; zira Türkiye, Avrupa Birliğine erişim sağlama imkanına (ki bu, petrol zengini Irak’tan bile daha büyük bir ekonomik çekim alanı demektir), Kürt petrolü ve doğal gazı için transfer ülkesi olma kapasitesine, büyük altyapı projelerine yatırım yapma yeteneğine ve Irak’ın federal Kürt bölgesine daha kaliteli mallar satma imkanına sahip durumdadır. Sonuç, sınırın iki yakasında da pragmatizmin, aşırı milliyetçilik karşısındaki kırılgan zaferidir. Türkiye ile KBY arasında tesis edilen yakınlaşma ne tüm sorunları çözebilir ne de siyasi söylemi sık sık zehirleyen milliyetçi retoriğin yol açtığı spazmları yok edebilir. Kerkük sorununa barışçıl ve uzlaşmaya dayalı bir çözümü de kapsayan sürekli ve istikrarlı ilişkilerin temelini atmak için daha fazlası gerekmekte. Ancak Irak’ın karşı karşıya olduğu belirsizlikler göz önüne alındığında bu, olumlu karşılanması ve faydalanılması gereken bir gelişmedir. İstanbul/Brüksel, 13 Kasım 2008 Orta Doğu Raporu N°81 13 Kasım 2008 TÜRKİYE VE IRAK KÜRTLERİ: ÇATIŞMA MI İŞBİRLİĞİ Mİ? I. GİRİŞ Günümüzde resmi olarak Irak Kürdistan’ı olarak bilinen bölgenin dağları ve vadileri, 1926’ya dek dört asır boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaydı. Bu bölgenin büyük bölümü, idari sınırları sık sık değişen Musul Vilayeti içinde kalıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlıları yenilgiye uğratan Britanya ile Türkiye arasında varılan antlaşma uyarınca, bu bölge Irak’ın parçası oldu ve Türk yönetimiyle zaten zayıflamış olan bağları tümüyle koptu. 1926 sonrasında Türkiye, Irak Kürtleri ve Irak sınırının güvenliğiyle ilgili endişelerini yalnızca Bağdat’a olmak üzere dile getirdi. Kürt ayrılıkçılığına karşı ortak muhalefet, söz konusu iki ülke arasında çatışmadan ziyade işbirliğini teşvik etti. Şubat 1983’te Ankara ve Bağdat, birbirlerine diğerinin topraklarında silahlı gruplara karşı sıcak takip operasyonu yapma hakkını tanıyan bir Sınır Güvenliği ve İşbirliği Antlaşması imzaladılar.1 Ankara’nın, Irak kuvvetlerini Kuveyt’ten çıkarmak için kurulan uluslararası koalisyonu desteklediği 1990-1991 Körfez Krizi sırasında Türk-Irak işbirliği ortadan kalktı. Savaşı kendileri için fırsat olarak gören Kürtler, savaş sonrasında Bağdat’a karşı baş kaldırınca rejim, bir öç alma harekatına girişti ve dağlık sınır bölgelerine kaçan tahmini yarım milyon sığınmacı Kürt, buralarda çok zor koşullarda sıkışıp kaldı. ABD ve müttefikleri, bu sığınmacı krizini sona erdirmek için Kuzey Irak’ta bir güvenli bölge oluşturdular. Başta Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) olmak üzere isyancı Kürt grupları, sürgünden döndüler ve yeniden kontrolü ele aldılar. Batının sağladığı korumadan ve Ekim 1991’de Irak güçlerinin çekilmesinden yararlanan bu gruplar, nüfuz alanlarını 1974 özerk Kürt bölgesinin büyük bölümünü kapsayacak şekilde genişlettiler. Kendi isyancı Kürt grubu PKK’yla verdiği mücadelede müttefik arayan ve nüfuzunu arttırmayı amaçlayan Türk hükümeti, başlangıçta söz konusu Iraklı Kürt partilere kucak açtı. KDP lideri Mesut Barzani ve KYB 1 William Hale, Turkey, the US and Iraq (Londra, 2007), s. 32-37. lideri Celal Talabani’ye diplomatik pasaport verildi ve Ankara’da bugün hâlâ faal olan ofisler açmalarına izin verildi.2 Ne var ki kısa zamanda durum, iki ucu keskin bıçak denebilecek hale dönüştü. Bölgenin fiilen kurulmasıyla Kürt mülteciler Türk sınırından uzak tutulabilse de sınır bölgesinde ortaya çıkan iktidar boşluğu, PKK’ya güvenli bir barınak, ucuz silah kaynağı ve Türk topraklarına saldırılar düzenlemek için uygun bir bölge sundu. Türkiye, zamanla bölgedeki varlıklarını sağlamlaştıran, seçimler yapan ve bölgesel hükümet kuran KYB ve KDP’nin bağımsızlık istekleri konusunda gitgide artan bir endişe duymaya başladı. Kürt gruplarıyla kurulan samimi bağların mimarı Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 1993’te ölümü, Türkiye için bir strateji değişikliğini de beraberinde getirdi. Türkiye, İran ve Suriye’yle yakın işbirliği kurarak Kürt taleplerinin önüne geçme amacını güttü. Bu stratejiyi uygulamak, KYB ve KDP’nin sınır ticaretinin kontrolü için savaşa tutuştukları 1994 yılında kolay oldu.3 Kürt grupları arasındaki iç çatışma, hem bir Kürt devleti kurulması olasılığını zayıflatıyor, hem de Türkiye’nin nüfuzunu arttırıyordu. KYB, 1995’te, en büyük rakibi KDP’ye karşı PKK’yı desteklemeye başladığında dengeler yeniden değişti.4 Bunun üzerine KDP, Türkiye’yle ittifak kurdu ve iki Kürt grubu arasındaki mücadele, binlerce zayiatın verildiği gerçek bir iç savaş halini aldı.5 Eylül 1998’de 2 Åsa Lundgren, The Unwelcome Neighbour: Turkey’s Kurdish Policy (New York, 2007), s. 85-86. 3 Türkiye, Kürtler, Mayıs 1992’de Kürdistan ulusal meclisi seçimlerini organize ettiklerinde ve gelecekte bağımsız bir devletin olası temellerini atacak Kürdistan federe bölgesinin kurulduğunu aynı yılın Ekim ayında ilan ettiklerinde ilk kez endişeye kapıldı. Karşı önlem olarak Türkiye, Kasım ayında İran ve Suriye ile toplantı düzenleyerek ortak itirazlarını ortaya koydu. Bu, zamanla üçlü işbirliği mekanizmasına dönüştü ve KYB ile KDP Mayıs 1994’te birbirleriyle savaşmaya başlayana kadar devam etti. Çatışma, söz konusu bölgeyi ikiye, yönetimi de iki paralel yapıya böldü. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu raporu N°10, War in Iraq: What’s Next For the Kurds?, 19 Mart 2003. 4 KYB’nin PKK’nın tarafında savaştığı söylenemez. Ancak iki örgüt arasındaki saldırmazlık paktı, PKK’nın KYB’nin üslerine girmesini sağladı. Ümit Özdag, Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları (İstanbul, 2008). 5 Ümit Özdağ, Türk Ordusunun Kuzey Irak Operasyonları (İstanbul, 2008). KDP peşmergeleri, Türk ordusunun PKK’ya Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 ABD, çatışmayı sona erdirmek için arabuluculuğa soyundu. Türkiye de ateşkesi gözlemek istedi ve küçük bir askeri birliği bölgenin içlerine konuşlandırdı. Bu Türkiye’nin, PKK’ya karşı istihbarat toplamasına ve Irak Kürtlerinin siyasi amaçlarını dizginlemesine olanak tanıdı. Türk askerleri, Mayıs 1997’de 20.000 askerin katılımıyla düzenlenen de dahil olmak üzere 1990’lar boyunca hemen her istediklerinde PKK’ya karşı sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi.6 Bugün hâlâ Dohuk bölgesinde, üç ayrı yerde konuşlanmış 2000 kişilik bir daimi Türk askeri gücü bulunmaktadır.7 Türkiye, kuzey Irak’ta kazandığı nüfuzu, 2003 yılında Irak’ı işgal etmeye hazırlanan ABD kuvvetlerinin Turkiye’den geçmesine izin vermeyerek kaybetti.8 Bu nedenle Türkiye, Iraklı Kürt partiler Nisan ayında Amerikalılardan önce Kerkük’e akın ederken izleyici olarak kaldı. İki yıl sonraysa Türkiye, bir diğer kırmızı çizgisinin ihlal edilmesine engel olamadı ve Irak’ın üniter devlet yapısı federal hale getirildi. Irak Kürdistan’ı, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) adıyla federal bir bölge halini aldı ve Bağdat’tan büyük oranda özerklik kazandı. Aynı zamanda PKK, daha geniş bir manevra alanı kazandı ve Türkiye’nin mücadele yeteneği azaldı. ABD’nin Irak’ta fiili egemenliğe sahip olması ve Iraklı Kürtlerle yakın ilişkiler sürdürmesi nedeniyle Türkiye’nin PKK’yı sınır ötesinde izlemesi, diplomatik bir vakaya dönüşme olasılığı taşıyordu. Türkiye, Kürdistan bölgesinin federal statüsünü ve Kerkük’te Türkmenlerin ikinci planda olmasını gönülsüzce kabullenmek zorunda kaldı. Ancak 2007 yılının sonlarında PKK saldırıları arttığında Türkiye, örgütü sınır ötesinde takip etmek için ABD’den yeşil ışık almayı başardı. karşı yürüttüğü operasyonlarda rehber görevi yaptılar ve hatta KYB’ye karşı destek kazanmak amacıyla zaman zaman Türk askerleriyle birlikte savaştılar. 6 Bill Park, “Turkey’s Policy Towards Northern Iraq: Problems and Perspectives”, International Institute for Strategic Studies, Adelphi Paper no. 374 (2005). 7 Türk askerlerinin büyük çoğunluğu, Dohuk bölgesindeki Bamerni hava sahasının yakınlarındaki bir üste konuşlanmış bulunuyor. Bazılarıysa Bamerni’nin batısında, Batufa kasabasının yakınlarında, Kani Masi kasabasına yakın Amediye bölgesinin doğusunda bulunuyor. Aralarında özel kuvvetler ve bir zırhlı birlik bulunuyor. Bakınız Gareth Jenkins, “Unwelcome Guests: The Turkish Military Bases in Northern Iraq”, Terrorism Monitor, cilt 6, no 6 (24 Mart 2008). 8 “1990’larda Türkiye, bir nevi Türkiye’nin hamiliği altındaki kuzey Irak’a 24 kez müdahale etti. Ancak Irak’ın ABD liderliğinde işgal edilmesinden sonra Türkiye, PKK’ya karşı harekete geçmek konusunda ABD’ye ve Iraklı Kürt gruplara bağımlı hale geldi”. Londra’daki King’s College’da öğretim görevlisi Bill Park’ın Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından organize edilen Türkiye ve Orta Doğu konulu konferansta yaptığı yorum, İstanbul, 2 Mayıs 2008. Sayfa 2 II. PKK’NIN KUŞATILMASI PKK’nın 2004’te ilan ettiği ateşkesin sona ermesinden bu yana9 isyancı örgütün saldırılarına nasıl karşılık verileceği konusu, Türk siyasilerin kafasını kurcalamaya ve görüş ayrılıklarına neden olmaya devam etti. Hiç kuşku yok ki PKK, liderleri Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanmasıyla ciddi bir darbe almıştı. Ancak yine de önemli bir kuvveti elinde bulundurması, Kürdistan federal bölgesindeki liderleri ve Avrupa’daki Kürt diyasporasından aldığı ekonomik destek nedeniyle ayakta kalabildi ve Türkiye’deki saldırılarına devam edebildi. PKK, hâlâ Irak’ın İran sınırındaki Kandil sıradağlarında sahip olduğu askeri gücün yanında Türkiye’nin dağlık sınır bölgelerinde ileri üsler ve gizli cephanelikleri elinde bulunduruyor. Yönetici kadroları bölgede oldukça rahat hareket ederken silahsız örgüt üyeleri bölgedeki kasabalara direnişle karşılaşmadan girebiliyorlar. A. FARKLI BAKIŞ AÇILARI 2007 ve 2008 yıllarında Türkiye, PKK’ya karşı harekete geçmesini sağlamak için KDP’ye karşı havuç ve sopa politikası güttü. KDP’nin (Türkiye’nin gözünde) PKK’yı korumaya devam etmesi durumunda ekonomik ambargoyla ve hatta askeri müdahaleyle tehdit etti. Öte taraftan örgüte karşı işbirliğini kabul etmesi durumunda diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkileri 9 Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkerên Kurdistan, PKK) 1970’lerde kurulmuş ve 1984’te bağımsız bir Kürt devleti için gerilla mücadelesi başlatmıştı. İdeolojik açıdan MarksistLeninist olmakla birlikte siyasi yönelimini belirleyen milliyetçiliktir. Güçlü bir pan-Kürtçü ideoloji ve pan-Kürtçü üyelik hedefi benimsemiş olmasına karşın liderleri Abdullah Öcalan’ın 1999’da yakalanmasından sonra PKK, söylemini Kürtlerin Türkiye’de otonomiye sahip olması şeklinde değiştirdi. ABD ve AB, PKK’yı terörist örgüt olarak kabul etmektedir. Kürdistan Özgür Hayat Partisi (Partîya Jîyana Azadîya Kurdistanê, PJAK) adlı İranlı Kürt parti, PKK’nın kardeş örgütü olarak görülüyor ve PKK gibi o da Irak’ın Kandil sıradağlarında konuşlu bulunuyor. PKK’nın Türkiye’de sivil ve turistlere yönelik yapılan bazı saldırıları üstlenen Kürdistan Özgürlük Şahinleri (Teyrêbazên Azadiya Kurdistan, TAK) grubuyla ne derecede bağlantılı olduğuysa bilinemiyor. Bakınız Kriz Grubu Avrupa Raporu N°184, Türkiye ve Avrupa: Geleceğe Doğru, 17 Ağustos 2007, s. 12. PKK hakkındaki en iyi araştırmalar arasında şunlar sayılabilir: Ali Kemal Özcan, Turkey’s Kurds: A Theoretical Analysis of the PKK and Abdullah Öcalan (New York, 2006); Aliza Marcus, Blood and Belief: The PKK and the Kurdish Fight for Independence (New York, 2007); Nihat Ali Özcan, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) (Ankara, 1999); and Sabri Ciğerli and Didier Le Saout, Öcalan et le PKK: Les Mutations de la Question Kurde en Turquie et le Moyen-Orient (Paris, 2005). Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 geliştirme sözüne sadık kaldı. Bu yaklaşım, Türk siyasetinde rekabet halindeki iki akımın uzlaşması gibi görülebilir: bir tarafta orduyu ve güvenlik aygıtını denetiminde tutan ve bürokrasiye nüfuz etmiş Kemalistmilliyetçi kurulu düzen bulunurken diğer tarafta gerek liberal elitlerin gerekse Kürt siyasi güçlerin desteğini arkasına alabilen AKP hükümeti bulunuyor. Kemalist-milliyetçi kurulu düzen yanlıları10, PKK’nın kuzey Irak’ta barınamamasını sağlayarak hareket kabiliyetini azaltmayı istemekteler. Bir emekli generalin sözleriyle: “PKK’nın sevk ve idaresi kuzey Irak’tan yapılırken Türkiye’deki uzantılarına karşı başarılı bir mücadele yürütemezsiniz”.11 Bu grup, Kürtlerin hakları için verilen herhangi bir desteği terörizme verilen bir taviz olarak görmekte ve Kürtlere ülke içinde kültürel ve dilsel haklar tanımayı amaçlayan reformların ancak PKK’nın ortadan kaldırılmasından sonra yapılabileceğini savunmaktalar. Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi’nden bir milletvekili şunları söylüyor: PKK’nın kökü kazınmadan Türkiye’deki Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulunması demek, bu terör örgütüne tek taraflı tavizler vermek demektir. Teröristleri yatıştırmanın yollarını ararsanız terörizmi körüklemekten başka bir şey yapmazsınız. İzlenecek doğru yol bu olsaydı, ABD, El Kaide’yle mücadelesinde aynı stratejiyi kullanırdı. Türkiye’deki radikal Kürtler, bölünmeye zemin hazırlamak için soruna siyasi bir çözüm talep ediyorlar. PKK, Türkiye’ye karşı olan mücadelesini Kürtlerin sosyoekonomik ve kültürel durumlarını düzeltmek için başlatmadı. Eğer gerçek planlarını anlayamazsak Sayfa 3 büyük bir bedel ödemek zorunda kalacağız. O da Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür.12 Kemalist-milliyetçi kurulu düzen, PKK’yı Irak Kürdistan’ından çıkarmak amacıyla Türkiye’yi Irak Kürtlerinin self-determinasyon hakkını kabullenmeye zorlamak için silahlı Kürt hareketini destekleyen KBY’ye karşı diplomatik baskı ve askeri yöntemlerin kombinasyonundan oluşan bir politikayı tercih etmekte. Bir Türk analist şunları söylüyor: Eğer PKK, Kuzey Irak’ta üsler kurabiliyor, lojistik destek alabiliyor, serbestçe hareket edebiliyor ve kendisine yakın partiler aracılığıyla siyaset yapabiliyorsa tüm bunların bölgedeki 3.500 silahlı militanın varlığı yüzünden olduğunu söylemek büyük bir hata olur. Bölgesel hükümetin desteği olmaksızın, PKK’nın Kuzey Irak’ta bir etkisi olamaz. PKK, Türkiye’nin Kerkük ve Kürtlerin [Irak’tan] bağımsızlığı ile ilgili koyduğu çekinceleri kaldırması karşılığında sunulacak bir pazarlık unsuru olarak görülüyor.13 Bu açıdan bakıldığında, Amerikan desteğine sahip olan KBY, PKK’yı bu şekilde kullanmayı göze alabilir. PKK’yla Irak’ta mücadele etmek için kurulan ve Türkiye, Irak ve ABD’nin katılımıyla oluşan Terörizmle Mücadele Üçlü Komisyonu’nun Türkiye eski özel temsilcisi general Edip Başer, PKK’nın varlığını sürdürebilmesinden ABD’yi arkasına alan KBY desteğini sorumlu tutuyordu: ABD’nin varlığı sayesinde [KBY lideri Mesut] Barzani dönüp Türkiye’ye, bu terörist örgüte karşı hiçbir şey yapmayacağını ve bu işi yapmak için topraklarına girme planı olan tüm güçlere direneceğini söyleyebilmektedir. Geçmişin aksine Barzani, şu an bu tür açıklamalar yapabilmektedir. Daha güçlü bir ordusu mu var? Teknolojik olarak daha gelişmiş silahları mı var? Hayır. Sahip olduğu şey, güçlü ABD desteğidir.14 10 Türklerin büyük bir kesimi Kemalist ilkeler uyarınca eğitim aldığından ve kendilerini modern Türk ulusunun kurucusu olan Atatürk’ün destekleyicileri olarak gördüklerinden Kemalist’lerin tanımını vermek ve sayısını belirlemek oldukça güç. Ancak Temmuz 2007 seçimlerinde seçmenlerin yalnızca beşte biri, Kemalist bayrağı taşıdığını ileri süren ve Atatürk’ün kendisi tarafından kurulmuş Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) oy verdi. En katı Kemalist çizgiye sahip Cumhuriyet gazetesinin tirajıysa oldukça düşük. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) örneğinde olduğu gibi Kemalist fikirler ayrıca emekli askerler tarafından yönetilen bazı sivil toplum örgütlerince de savunulmakta. Yargıdaki en üst kademeler ise geleneksel olarak Kemalistlerin tekelinde bulunmakta. En güçlü, prestijli ve disiplinli Kemalist kesimi ise silahlı kuvvetlerin üyeleri oluşturmakta. Sözü edilen bu grupların oluşturduğu elit kesime Türkiye’de Kemalist kurulu düzen adı verilmekte. Kemalistler, genellikle güçlü milliyetçi fikirleri benimsemekteler. Pek çok milliyetçi, daha geleneksel ve din konusunda hassas bir parti olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) çatısında toplanmış durumda. Bakınız Kriz Grubu raporu, Türkiye ve Avrupa, a.g.e., s. 21. 11 Kriz Grubu’na verilen mülakat, (emekli) general Armağan Kuloğlu, Global Strateji Enstitüsü baş danışmanı, Ankara, 6 Şubat 2008. Bazıları daha da ileri gidiyor ve KBY’nin PKK’yı kendi amaçları için kullanmakla kalmadığını, aynı zamanda bazı Iraklı Kürt liderlerin, özellikle de Mesut Barzani’nin pan-Kürtçü emelleri olduğunu ve PKK’nın bu açıdan büyük önem taşıdığını ileri sürüyorlar. Bir Türk analist, şu yorumu yapıyor: 12 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Onur Öymen, CHP milletvekili ve Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı, Ankara, 4 Şubat 2008. 13 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. 14 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 30 Ekim 2007. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 4 Barzani, yalnızca Irak Kürtlerinin değil komşu ülkelerde yaşayan tüm Kürtlerin lideri olabilmek için pan-Kürtçü bir politika izliyor. Onun, Kürt kimliğini ve milliyetçiliğini vurgulayan ve bu temele dayanarak Türkiye’ye karşı askeri bir mücadele veren PKK’ya karşı hareket etmesini beklemek hiç de mantıklı olmaz.15 Denklemin diğer ucunda ise, seküler etnik-milliyetçiler ve dindar muhafazkârlar16 olarak bölünmüş ve PKK’yı Türkiye’nin çözümlenmemiş Kürt sorununun sonucu olarak gören Türkiye’li Kürt seçkinler bulunuyor. Demokratik Toplum Partisi’nden (DTP) bir Kürt milletvekili, şunları kaydediyor: Sorun, Irak Kürdistan’ında değil, burada Türkiye’ dedir. Biz kendi Kürt sorunumuzu çözemediğimiz için, bugün Irak Kürdistan’ını bir tehdit olarak görüyoruz. Türkiye, Irak Kürtlerinin bağımsızlık kazanmasının kendi içindeki ayrılıkçı duyguları kışkırtacağından korkuyor ve aslında bu durum da ülkedeki demokratik açılımların bastırılması için bir bahane işlevi görüyor.18 Bu görüşü paylaşanlar, KBY ile ilişkilerin güçlendirilmesini savunuyorlar. Bir DTP milletvekili KBY’nin Türkiye ve PKK arasında arabuluculuk yapmasını önerdi: KBY, Türkiye’de PKK sorununun çözümünde olumlu bir rol oynayabilir. Türkiye, Saddam Hüseyin rejimi süresince KDP ve KYB’yi direniş hareketleri olarak adlandırdı ve asla terörist örgütler olarak tanımlamadı. Bu iki partinin kurduğu hükümetin Irak’ta meşruiyeti tanınmaktadır. Bu da onun olumlu bir rol üstlenmesini mümkün kılacaktır. Barzani ve Talabani, 1990’lı yıllar boyunca Türkiye’nin verdiği kırmızı [diplomatik] pasaportu taşıdılar. Türkiye, onları meşru ortaklar olarak kabul etmişti, bugün de aynısını yapabilir. PKK’nın silahsızlandırılmasını amaçlayan görüşmeler, KBY aracılığıyla başlatılabilir. PKK’nın [güç yoluyla] ortadan kaldırılması, Türkiye’de Kürt sorununa uzun vadeli bir çözüm getirmeyecek.19 Kürt sorunu PKK’yla başlamadı. PKK, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana gerçekleşen 29’uncu Kürt isyanını temsil etmektedir. Eğer bu sorunu çözmezsek, PKK askeri yöntemlerle bastırılabilir, ancak gelecekte yeni isyanlar ortaya çıkacaktır.17 Liberal Türk entelijensiyanın bir bölümü tarafından da paylaşılan bu bakış açısı, PKK sorunuyla nasıl uğraşılacağı konusunda tamamen farklı bir yaklaşıma kapı aralamakta. Bu perspektif, salt Kürt hareketine yoğunlaşmak yerine, Türkiye’de Kürt sorununa daha geniş ve demokratik bir çözüm bulunmasını önermekte. AKP’nin Kürt kökenli bir milletvekiline göre: 15 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. Bazılarına göre KBY’nin pan-Kürtçü amaçları abartılıyor. Söz konusu gruplar, KBY’nin PKK’ya karşı hareket etmediği düşüncesini farklı yorumluyor. Emekli bir üst düzey istihbaratçının sözleriyle: “bazı insanlar durumu abartıyorlar ve pan-Kürtçülüğü en büyük tehdit olarak görüyorlar. Bu tür abartılar, KYB’ye karşı olan politikamızı etkiliyor, oysa algıların siyaseti etkilemesine izin vermemeliyiz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 29 Kasım 2007. Bir Türk gazeteci, madalyonun öteki yüzünü şöyle ifade ediyor: “Irak Kürt liderliği, Türkiye’nin gerçek niyetinin PKK’yı takip etmek değil, KBY’yi devre dışı bırakmak olduğu korkusuna takılıp kalmış durumda. Bu nedenle KBY, topraklarındaki PKK varlığı nedeniyle Türkiye’nin sürekli taleplerine şüpheyle yaklaşıyor ve Türkiye’yle işbirliği içinde PKK’ya karşı hareket etme konusunda isteksiz davranıyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Cengiz Çandar, Radikal gazetesi köşe yazarı, İstanbul, 23 Ocak 2008. 16 Seküler, etnik milliyetçi Kürtler, kendilerini PKK’yla ve onun siyasetteki sesi Demokratik Toplum Partisi’yle (DTP) özdeşleştirirken, dini-muhafazakâr Kürtler, son iki seçimde ağırlıklı olarak AKP’ye oy verdiler. Kürtler arasında birçok bağımsız da bulunuyor. Türkiye’deki Kürtlerin ayrıntılı bir analizi için bakınız M. Hakan Yavuz ve Nihat Ali Özcan, “The Kurdish Question and Turkey’s Justice and Development Party”, Middle East Policy, no.1 (2006), s. 106-107. 17 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Sırrı Sakık, DTP’li bir Kürt milletvekili, Ankara, 14 Şubat 2008. Bazı Kürt aydınları, Türkiye’de askeriyenin, PKK’nın Irak Kürdistan’ındaki varlığını hem ülkedeki ayrıcalıklı konumunu sürdürmek hem de Kuzey Irak’taki “sıcak takip” operasyonlarını meşrulaştırmak için kullandığını ve PKK’yı etkisiz hale getirmek için yaptıklarının aynı zamanda KBY’nin artan etkisini azaltmayı hedeflediğini savunmaktalar. Bir Kürt yazarın sözleriyle, “Türkiye’de askeriye, hem demokratikleşme ve sivilleşme süreçlerini tıkayarak vesayete dayalı rejimi sürdürmek hem de KBY’nin Irak Kürdistan’ındaki başarılarını bloke etmek için PKK’yı etkili bir araç olarak kullanmaktadır.”20 18 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İhsan Arslan, AKP’li Kürt milletvekili, Ankara, 14 Şubat 2008. 19 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Selahattin Demirtaş, Ankara, 3 Aralık 2007. 20 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Fırat, Türkçe yayımlanan Serbesti adlı Kürt siyasi derginin Kürt yazarı, İstanbul, 17 Nisan 2008. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 AKP hükümeti21, bu iki görüş arasında bir orta yol bulmuş durumda. AKP, amaçları ve yöntemleri itibariyle Türklerin çok büyük bir bölümünde nefret uyandıran PKK’yla mücadele etmek ile çoğu kendisine oy veren22 ve PKK’yı desteklemeseler bile ona karşı güç kullanmaya karşı çıkan Türkiye’li Kürtlerin desteğini sağlamak arasında bir denge tutturmaya çalışmakta. Hükümet, Türkiye’nin güney-doğusunda sosyo-ekonomik kalkınmayı ve AB normları doğrultusunda Kürtlerin kültürel ve dilsel haklarının tanınmasını savunurken Irak’ta da KBY’nin PKK’ya verdiğini düşündüğü desteğini sona erdirecek bir diplomasiden yana durmakta.23 B. DİPLOMATİK STRATEJİ AKP hükümetine göre 2006 ile 2007 sonu arasında PKK saldırılarında gözlemlenen ani artış, PKK’nın yeniden canlanmasından ziyade anayasal olarak gerçekleştirilmesi zorunlu Kerkük referandumu öncesinde KBY’nin elini güçlendirme çabalarına bağlanabilir. Bu görüş uyarınca Türkiye’deki PKK saldırılarını destekleyerek KBY, Türkiye’yi Kuzey Irak’a geniş ölçekli bir askeri operasyon düzenlemesi için kışkırtmayı ve böylece onu uluslararası toplumla karşı karşıya getirerek diplomatik açıdan izole edilmesini ummaktaydı. Bu durum Kerkük’te KBY’ye serbestçe hareket etme olanağı verecekti.24 Türk yetkililer, PKK’nın provokasyonlarına itidalle yanıt vererek ve güce başvurmadan önce PKK’ya karşı düzenlenecek bir askeri harekat için geniş uluslararası destek kazanmak amacıyla diplomatik gayretler göstererek bu senaryoyu boşa çıkardıklarını iddia etmekteler.25 21 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliği etrafında birleşmiş ve daha çok din konusunda hassas, muhafazakâr üyelerden oluşan merkez sağ bir parti olarak tanımlanabilen AKP, Sünni Müslüman siyasi hareketler arasında sayılabilir. Söz konusu hareketler, genellikle ulusdevleti kabul ederler, onun anayasal çerçevesi içinde hareket ederler, şiddetten çekinirler, devrimciden ziyade reformcu bir görüşü savunurlar ve evrensel demokratik normlar ile barışıktırlar. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°37, Understanding Islamism, 2 Mart 2005. 22 Temmuz 2007’de yapılan genel seçimlerde AKP, Kürtlerin ağırlıkta olduğu on iki ilde oyların yüzde 41’ini alırken PKK’ya yakın DTP’nin bu bölgedeki oyları yüzde 33’te kaldı. Bakınız Kemal Kirişçi, “The Kurdish Question and Turkey: Future Challenges and Prospects for a Solution”, Istituto Per Gli Studi Di Politica Internazionale (ISPI), Aralık 2007. 23 Ertan Efegil, “Turkey’s New Approaches toward the PKK, Iraqi Kurds and the Kurdish Question”, Insight Turkey, no. 3 (2008), s. 55-56. 24 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, no.1 (2008), s. 84-88. 25 Türkiye’nin kuzey Irak’ta tek taraflı askeri operasyon yürütmesi, AB’ye katılım çabalarına sekte vurabilir. Bakınız Sayfa 5 Bu destek Irak’tan kilit önemdeki bölge ülkelerine, Arap Ligi’nden maharetli bir strateji ile ABD’ye kadar uzanarak perçinleniyordu. Türkiye, amacı büyük ölçüde PKK’yla mücadele etmek olan terörizm karşıtı bir anlaşma imzalamak için uzun zamandır Irak’a baskı yapmaktaydı ve bu bağlamda Başbakan Nuri El Maliki’nin 7 Ağustos 2007’deki Ankara ziyareti bir dönüm noktası oluşturdu. El Maliki ve Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığına son vermek üzere prensipte güçlü ancak operasyonel açıdan zayıf kalan bir mutabakat antlaşması imzaladılar. 28 Eylül’de de Irak İçişleri Bakanı Cevat El Bulani ve Türk muhatabı Beşir Atalay, iki ülkenin de PKK’nın topraklarını barınma ve militan bulma faaliyetleri için kullanmasını engelleme sözü vermelerini öngören, PKK’ya mâli olduğu kadar dolaylı ya da doğrudan her türlü lojistik yardımı yasaklayan, medyanın terörist eylemleri teşvik etmesinin önüne geçilmesini ve PKK liderliğinin Irak’ta yargılanmasını veya Türkiye’ye iade edilmesini içeren bir terörizmle mücadele antlaşması imzaladılar.26 Ne var ki, Türk ordusunun Irak içlerinde PKK’ya karşı sıcak takip operasyonları düzenlemesine izin verecek madde üzerinde anlaşamadılar ve bu da Türkiye’de bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Bu anlaşmazlık büyük ölçüde, bu tür operasyonların Irak’ın egemenliğinin ihlali anlamına geleceğini savunan KBY’nin, şiddetli itirazlarından kaynaklandı.27 Türkiye, kilit önemdeki bölge ülkelerinden de diplomatik destek istedi ve aldı. 17 Ekim’de bir resmi ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşir Esat, Türkiye’nin Irak’ta yerleşik Kürt isyancılara karşı sınır ötesi saldırılar gerçekleştirme hakkı olduğunu açıkça savundu.28 Altı gün sonra Erdoğan ve İngiltere Başbakanı Gordon Brown, aralarında PKK’nın terörist faaliyetleri olarak tanımlanan faaliyetlere karşı ortak eylem kararının da bulunduğu bir dizi konuyu kapsayan bir stratejik ortaklık ve işbirliği anlaşması imzaladı.29 Gene aynı ay içinde Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Filistin, İsrail, Ürdün ve Suudi devlet başkanlarından PKK’yla mücadelede Türkiye’ye destek bildiren açıklamalar aldı. Babacan, 27 Ekim’deki Tahran ziyaretinde üst düzey İran’lı yetkililerle buluştu ve hemen ardından Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecat, “İran, Türkiye’nin terörizmle mücadelesini anlamaktadır ve onunla bu konuda işbirliğine hazırdır”30 açıklamasını yaptı. Son olarak Ali Babacan, 3 Kasım’da Arap Ligi Genel Sekreteri Aylin Ş. Görener, “Turkey and Northern Iraq on the Course of Rapprochement”, SETA Policy Brief, no.17 (2008), s. 5. 26 Milliyet, 28 Eylül 2007. 27 Turkish Daily News, 29 Eylül 2007. 28 Reuters, 17 Ekim 2007. 29 Today’s Zaman, 24 Ekim 2007. 30 Anadolu Agency, 28 Ekim 2007. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Amr Musa ile güvenlik, siyaset ve ekonomi alanlarında işbirliğini güçlendiren bir anlaşma imzaladı.31 Ancak en büyük ödül, Amerikan desteği oldu. 2003’teki Irak işgali öncesinde Türkiye, sınır ötesi operasyonlarla PKK’yı Kuzey Irak’ta kuşatmaya çalışmıştı. Ne var ki Türk parlamentosunun 1 Mart 2003 tarihli ve Amerikan askerlerinin Türk topraklarından transit geçişini engelleyen kararı32, aslında PKK’nın manevra alanını genişletti. ABD’yle temasta bulunan bir Türk yetkili şöyle diyordu: Türk parlamentosu, 1 Mart tezkeresini onaylasaydı, PKK silahlı çatışmayı yeniden başlatma olanağı bulamazdı. Türk askerleri, PKK’nın tüm ileri üslerinin sıralandığı bölgeye kadar Türk komutası altında ilerleyebilir ve PKK da dahil olmak üzere teröristlere karşı askeri müdahalede bulunma yetkisine sahip olabilirdi.33 31 TurkishPress.com, 4 Kasım 2007. O tarihte Türk halkının yaklaşık yüzde 90’ı ABD’nin Irak’a askeri müdahalede bulunmasına karşı çıkıyordu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, savaşın gayrimeşru ve gerekçesiz olduğunu açıkladı. Türk Silahlı Kuvvetleri, parlamentonun kararını etkileyebilecek yorumlar yapmaktan kaçındı. Ana muhalefet partisi CHP, transit geçişe izin veren tezkereye karşı çıktı ve Türkiye’nin bu şekilde savaşın içine çekileceğini ve bir cephe ülkesi haline geleceğini söyledi. İktidardaki AKP ise bu konuda bölündü ve liderler, parti disiplinini sağlamakta zorlandı. Sonunda 1 Mart 2003’te 264 milletvekili tezkere lehinde oy kullanırken 250 kişi ret oyu verdi, 19 kişi çekimser kaldı. Tezkerenin kabul edilmesi için oylamaya katılanların mutlak çoğunluğunun evet demesi gerekiyordu, ancak bu durumda üç oy eksik kaldı. 1 Mart 2003 olayları hakkında daha fazla bilgi için bakınız Deniz Bölükbaşı, 1 Mart Vakası: Irak Tezkeresi ve Sonrası (İstanbul, 2008); Turan Yavuz, Çuvallayan İttifak (Ankara, 2008); Fikret Bila, Ankara’da Irak Savaşları (İstanbul, 2007); ve Murat Yetkin, Tezkere (İstanbul, 2004). 33 Irak’ta Türkiye-ABD işbirliğine dair askeri memorandum müzakerelerinde Türk tarafının liderliğini yapmış olan ve halihazırda MHP milletvekili, emekli büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın yorumu, Haber Türk, 27 Mayıs 2007. Plan, Türk silahlı kuvvetlerinin dört birlik halinde (zırhlı birlik, mekanize birlik, komando birliği ve dağ komando birliği), özel kuvvetlerle (Akrep Görev Gücü) ve tank ve topçu taburunun desteğiyle toplam 31.000 askerle kuzey Irak’a girmesini öngörüyordu. Silopi’de Jandarma Asayiş Komutan yardımcısı General Erdal Suphi’nin komutasındaki bu kuvvetler, Türkiye’nin Irak sınırından 40 kilometre derinlikte, Suriye sınırında Fays Habur’dan başlayarak Habur’un güneyine, Zaho boğazına, Dohuk’un doğusuna, Atruş ve Barzan’ın güneyine uzanan, Türkiye-Irak-İran sınırına Hayat Vadisi’nde ulaşan ve Türkiye’de “Yağmur Hattı” olarak bilinen bölgeye kadar ilerleyecekti. Bakınız Deniz Bölükbaşı, a.g.e. 32 Sayfa 6 Parlamentonun ret kararı, ABD’de şok etkisi yarattı ve ikili ilişkilerde bozulmaya yol açtı.34 Artçı şoklar ise Temmuz 2003’te kuzey Irak’ta (Kürt) kenti Süleymaniye’de yaşanan ve Türkiye’nin özel kuvvetlerinin ele geçirildiği,35 ABD’nin PKK’ya karşı harekete geçmekten kaçındığı inancının36 ve PKK’ya silah sağladığı iddialarının dile getirildiği37 olaylarla geldi. Türkiye, 2003’ten itibaren, PKK sorununu kontrol altına almak amacıyla ABD ile ilişkilerini yeniden rayına oturtmak için hatırı sayılır bir çaba harcadı. Türkiye’nin PKK’ya karşı tek taraflı girişebileceği ve Irak Kürdistanı’nın göreli istikrarını bozabilecek bir 34 ABD-Türkiye ilişkilerinin yakın tarihi için bakınız Ian O. Lesser, “Beyond Suspicion: Rethinking U.S.-Turkish Relations”, Woodrow Wilson Center, Ekim 2007; John C. K. Daly, “U.S.Turkish Relations: A Strategic Relationship Under Stress”, Jamestown Foundation, Şubat 2008; Stephen J. Flanagan and Samuel J. Brannen, “Turkey’s Shifting Dynamics: Implications for U.S.-Turkey Relations”, Center for Strategic and International Studies, Haziran 2008; and F. Stephen Larrabee, “Turkey as a U.S. Security Partner”, RAND Corporation, 2008. 35 4 Temmuz 2003’te ABD askerleri, Kerkük valisine suikast yapacaklarından şüphelendikleri gerekçesiyle Süleymaniye’de Türk özel kuvvetlerinden bir grup askeri tutukladılar. Askerler, kafalarına geçirilen çuvallarla yerlerinden alındılar, ABD askerleri tarafından sorgulandılar ve 60 saat sonra serbest bırakıldılar. 36 ABD, Irak’ın merkezinde ve güneyindeki istikrarsızlıktan endişe duyuyordu. Bu bölgelerdeki kuvvetleri, gerilim altındaydı ve üstlenebileceklerinden fazlasını yerine getriyorlardı. Bu nedenle kuzeye asker göndermek onu zorlayacaktı. Güvenlik konusunda çalışan bir Türk araştırmacı, ABD’nin harekete geçmemesinin bir başka nedenini de şöyle açıklıyordu: “ABD, PKK aleyhine bir harekette bulunmak istemiyor. Irak’ta durumun kötüye gitmesi ihtimaline karşılık Kürt bölgesi, ABD’nin elinde tutabileceği yegâne bölge. Bu nedenle ABD, Iraklı Kürtlerle anlaşmazlığa düşeceği herhangi bir durumun ortaya çıkmasına asla izin vermez. ABD, [PKK’ya karşı] savaş açacak olsa bu, bir terör örgütüne karşı değil [Iraklı] Kürtlere karşı bir hareket olarak algılanır. Bunun sonucunda ABD, [KBY Başkanı Mesut] Barzani ve [Irak Cumhurbaşkanı Celal] Talabani üzerindeki nüfuzunu kaybedebilir. Üstelik ABD, [Iraklı Kürt asi grup] PJAK’ı İran’a karşı kullanıyor. PJAK, PKK’nın güvenlik şemsiyesi altında barınıyor, PKK’nın pek çok siyasi fikrini ve askeri stratejisini benimsemiş durumda ve Kandil dağlarındaki aynı imkan ve kaynakları kullanıyor. Bu nedenle ABD’nin sırf Türkiye’yi memnun etmek için İran’ı istikrarsızlığa sürükleyerek elindeki tek kartı kaybetmesini beklemek mantıksız olur”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. 37 Türkiye, PKK’nın elinde ABD tarafından sağlanmış çok sayıda silah ele geçirdiğini iddia etti. ABD savunma bakanlığının kendi içinde yaptığı soruşturmayla bazı fırsatçı Amerikan birliklerinin PKK’ya silah satışına karıştığı ortaya çıktı. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bakınız, Andrew McGregor, “PKK Arms Scandal Fuels Turkish Suspicions”, Terrorism Focus, cilt 4, sayı 27 (14 Ağustos 2007). Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 askeri harekattan korkan ABD, kendisiyle birlikte Türkiye ve Irak’ı kapsayan üçlü bir terörizmle mücadele mekanizmasının kurulmasını kabul etti. Ağustos 2006’da emekli Hava Kuvvetleri komutanı ve genelkurmay eski ikinci başkanı Joseph Ralston’ı PKK’ya karşı ortak eylemleri koordine etmesi için özel temsilcisi olarak atadı.38 Türkiye ve Irak, bu adımı izlediler. Sırasıyla kara kuvvetleri eski komutanı emekli general Edip Başer’i ve ulusal güvenlikten sorumlu Devlet Bakanı Sirwan al-Wa’ili’yi özel temsilcileri olarak atadılar. Türkiye’nin PKK’nın sadece kendisini değil ABD’yi ve tüm bölgeyi tehdit ettiğine Bush yönetimini ikna etmek için kullandığı strateji, ABD’nin terörle savaşın evrenselliği retoriğinden yararlanmaktı.39 Ankara’nın öncelikli amacı, kendisi yerine Irak hükümeti ve KBY’nin PKK’nın Irak topraklarından atılması için adım atmalarını sağlamak üzere ABD’nin bu yönetimlere baskı yapmasını sağlamaktı. Ancak sonuç, Türkiye için kesinlikle tatmin edici olmadı. Emekliliğinden sonra general Edip Başer, Türkiye’nin daha işin başından itibaren komisyonun bazı ivedi adımlar atması gerektiğini açıkça vurguladığını söylüyordu: Öncelikle biz, merkezi Irak hükümetinin PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımlaması ve Irak topraklarındaki tüm faaliyetlerini yasaklaması için çağrıda bulunduk. İkinci olarak, onlardan terörle mücadele için bir anlaşma imzalamalarını istedik. Son olarak da [Irak cumhurbaşkanı Celal] Talabani’den [Türkiye’den gelen Kürt sığınmacıların barındığı] Mahmur kampının kapatılması için BM’ye bir mektup yazmasını talep ettik.40 38 Turkish Daily News, 30 Ağustos 2006. “ABD’yi aynı amaç ve değerlere sahip, yakın bir müttefikimiz olarak görüyorduk. Ben sizin dostunuzum dersen, bizim hayati çıkarlarımıza bir saldırı olduğunda bizimle birlikte olman gerekir. Yoksa teröristlerin yanında yer almış olursun. Elinizden bir şey geliyorsa ve onu yapmıyorsanız, PKK’yı destekliyorsunuz demektir. ABD, akan kanı durdurmamıza yardımcı olmak için tek bir adım bile atmak istemiyor. ABD, bizim masaya oturmamızı, terör örgütüyle pazarlık yapmamızı ve bir anlaşmaya varmamızı istiyor. O halde Bush neden Usame Bin Ladin’le oturup görüşerek anlaşmaya varmıyor?” Kriz Grubu’na verilen mülakat, emekli general Edip Başer, Türkiye’nin Terörizmle Mücadele Üçlü Komisyonu’ndaki eski özel temsilcisi, İstanbul, 30 Ekim 2007. Mülakat, ABD’nin PKK’ya karşı kuzey Irak’taki askeri harekata destek verdiğini açıklamasından bir ay önce yapıldı. 40 General Başer, Kriz Grubu’na şunları söylüyordu: “Mahmur kampı, PKK tarafından eğitim ve üye toplama merkezi olarak kullanılıyor. Kamp, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin himayesi altında. Üçlü komisyon, PKK’nın kamptan çekilmesini 39 Sayfa 7 General Edip Başer’e göre, yeterince güçlü olmayan Iraklıların PKK’ya karşı bu adımları atmayacakları ve ABD’nin de KBY’yi zorlayarak kriz çıkması riskini göze almak istemeyeceği kısa süre içinde ortaya çıktı. Birçoklarının paylaştığı görüşü dile getiren bir Türk siyasetçi, durumu şöyle açıklıyordu: “Kuzey Irak’ta seçenekleri olsun isteyen ABD, KBY’ye baskı yapmaz. ABD, Kürt bölgesini nüfuz alanı içinde tutmak istiyor. [Irak’ta] her şey kötü giderse kuzey Irak’a yerleşmeyi planlıyor”.41 Hiçbir ilerleme kaydedilememesinden hayal kırıklığı duyan general Başer, komisyonun yararlılığını açıkça sorgulamaya başlayınca AKP hükümeti, 21 Mayıs 2007’de onu görevden aldı.42 Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Rafet Akgünay, yerini aldı; ancak komisyonun ABD’li üyesi Ralston ile hiçbir zaman bir araya gelmedi.43 Üst düzey bir Türk yetkili, durumdan şöyle yakınıyordu: Komisyonun hiçbir amacı gerçekleştirilemedi. Bunlar, PKK’nın kuzey Irak’taki ofislerinin kapatılması, PKK’yla ilişkili Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’nin (KDÇP) tüm siyasi ve medya faaliyetlerinin durdurulması, PKK’nın mülteci ve askeri kamplarının kapatılması, lojistik destek sağlamayı başardı. Bunun ardından PKK’nın kampa geri dönmesini engellemek için Bağdat’tan bir Iraklı askeri birim gönderildi, Iraklı güçlerin gözetimi için de bir Amerikan müfreze görevlendirildi. Küçük bir araştırma yapıldı. Kamptaki herkes kaydedildi ve kimlik kartları dağıtıldı. Ancak komisyondan ayrıldıktan sonra öğrendim ki sayıları yaklaşık 50 olan Iraklı güçlerin yetersiz olması yüzünden PKK, kampa geri dönmüş”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, emekli general Edip Başer, Türkiye’nin Terörizmle Mücadele Üçlü Komisyonu’ndaki eski özel temsilcisi, İstanbul, 30 Ekim 2007. Mahmur kampı, Türkiye’nn güneydoğu bölgesindeki şiddetten kaçan Kürtlerin sığınması için 1990’ların başında kurulmuştu. Bakınız Kriz Grubu’nun Orta Doğu Raporu N°64, Iraq and the Kurds: Resolving the Kirkuk Crisis, 19 Nisan 2007, s. 18. 41 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı ve şu anda ana muhalefet partisi CHP’den milletvekili, Ankara, 4 Aralık 2007. 42 Today’s Zaman, 22 Mayıs 2007. 43 “General Ralston, şimdiye kadar hiç temasta bulunmadıkları medyada yer aldıktan sonra ancak Büyükelçi Akgünay’ı arayarak onu yeni görevinden dolayı tebrik etti. Sonra Irak Başbakanı Türkiye’yi Ağustos 2007’de ziyaret ettiğinde Büyükelçi Akgünay, Iraklı meslektaşıyla buluşma fırsatı buldu ve bu görüşmeyi bir telefon konuşmasında general Ralston’a bildirdi. Daha sonra bir ziyaret için New York’a gittiğinde general Ralston ile görüşmek istedi; ancak Ralston Alaska’daki evinde olduğu için bu mümkün olmadı”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey bir Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 8 hatlarının kesilmesi ve liderlerinin yakalanarak sınır dışı edilmesidi idi.44 kılmak ve felce uğratmak”49 amacıyla ortak müdahalede bulunmaya karar verdi. 29 Ekim 2007’de45 Washington Türk Büyükelçiliği’nde verilen Cumhuriyet resepsiyonu sırasında Ralston istifasını açıkladı ve komisyon fiilen feshedilmiş oldu.46 ABD, Türkiye’nin PKK konusundaki görüşlerini paylaşmakla birlikte, öncelikle Irak’ın merkezinde istikrarı sağlamakla meşgul olduğundan ve gereken askeri birlikleri başka bölgelere göndermek istemediğinden askeri bir müdahaleye yanaşmıyordu. Ayrıca Irak’taki en güvenilir müttefiki KBY’yle arasını bozma riski yüzünden harekete geçmesi için ona baskı yapmak istemedi. İşbirliği, dört alanı kapsıyordu: ABD, operasyonel istihbaratını paylaşacak;50 PKK liderlerinin yakalanması ve Türkiye’ye iadesinde yardımcı olacak;51 lojistik desteğini kesmek için PKK kamplarının kapatılmasına çalışacak; Türkiye’nin kuzey Irak’taki askeri operasyonlarında işbirliği yapacaktı. İki ülke, tüm bu faaliyetleri gözlemek için Türkiye’nin Genelkurmay İkinci Başkanı General Ergin Saygun52, ABD’nin Genelkurmay İkinci Başkanı James E. Cartwright ve ABD’nin Irak’taki Çokuluslu Gücün Komutanı David Petraeus’tan oluşan bir komisyon kurdu. Üçlü Komisyonun çökmesi ve Ekim 2007’de PKK’nın saldırılarında meydana gelen ani artış,47 Türkiye ve ABD’yi büyük bir krizin eşiğine getirdi. Ülke içindeki baskı öylesine arttı ki Türkiye, tek taraflı, sınır ötesi operasyon yürütme tehdidini dile getirdi.48 Türkiye’yi yatıştırmak ve ilişkileri düzeltmek isteyen Başkan Bush, Başbakan Erdoğan’ı 5 Kasım’da Washington’a davet etti. Bu buluşma, 1 Mart 2003’teki siyasi çalkantıların ardından iki ülke ilişkilerinde yaşanan ilk kayda değer yumuşamaya işaret ediyordu. İki lider, bir gözlemcinin ifadesiyle PKK’yı “tasfiye etmek” değil “etkisiz Türkiye’nin üst düzey, eski bir istihbarat mensubuna göre, ABD’nin politikasındaki bu değişim, Türk halkında güçlü Amerika karşıtı izler taşıyan, artan öfkeye ve ABD’nin stratejik çıkarlarını Türkiye’nin aktif desteği olmaksızın koruyamayacağını fark etmesine bağlanmalıdır.53 Ne var ki bazı kaynaklara göre PKK’ya karşı sağladığı yardımın karşılığında ABD, Türkiye’den KBY’yle ilişklerini normalleştirmesini talep etti.54 Türk yetkililer, Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından gayet mutluydular. Bir yetkiliyse “[bu görüşme], Türkiye’nin PKK’yla mücadelesinde nihai aşama olacaktır” 55 diyecek kadar iddialı konuşuyordu. 44 A.g.e. Turkish Daily News, 11 Ekim 2007. 46 “Üçlü Komisyon artık öldü. Yeni durumda Genelkurmay İkinci Başkanı general Ergun Saygun, ABD’li meslektaşı Genelkurmay İkinci Başkanı James E. Cartwright ve ABD’nin Koalisyon Komutanı General David Petraeus, PKK’ya karşı yapılacak ortak müdahaleleri görüşmek üzere bir araya gelecekler. Şu andan itibaren PKK’ya karşı mücadelenin koordinasyonunu Türk ordusu yapacak. Artık kimse Üçlü Komisyon’dan söz etmiyor. Amerika’nın temsilcisi yok ve biz, diplomatik kanallarla Irak tarafıyla görüşüyoruz. Bu nedenle Üçlü Komisyon’a ihtiyaç yok”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. 47 45-50 kişiden oluşan bir grup PKK militanının 7 Ekim 2007’de Türkiye’nin güneydoğusundaki Gabar dağlarında bir Türk komando birliğini pusuya düşürmesi, halkta büyük bir öfke ve tepkinin oluşmasına yol açtı. 13 asker öldürüldü, üçü yaralandı. Bunun üzerine hükümet, meclisten sınır ötesi operasyon yürütmek için onay istemek zorunda kaldı. Gareth Jenkins, “Turkey Prepares For Cross-Border Military Operation”, Eurasia Daily Monitor, 10 Ekim 2007. Gabar’daki pusunun ardından 21 Ekimde Dağlıca köyü yakınlarındaki bir karakola 150-200 PKK militanı tarafından saldırı düzenlendi, on iki asker öldürüldü, on altısı yaralandı. Gareth Jenkins, “PKK Trying to Draw Turkish Military Into Northern Iraq”, Eurasia Daily Monitor, 22 Ekim 2007. 48 “PKK saldırıları, Türkiye ve ABD’yi büyük bir krizin eşiğine getirdi. Tek taraflı bir askeri müdahale yapmaya hazırdık”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Suat Kınıklıoğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili, Ankara, 6 Şubat 2008. 45 49 “ABD, kuzey Irak’ın içlerine girmeyi gerektiren oparasyonlara izin vermeyecektir. Demek ki sınırın çok uzağında konuşlanmış PKK güçleri güvende olacak. Anlaşma, PKK’nın tasfiyesini öngörmüyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili ve eski dışişleri bakanlığı müsteşarı, Ankara, 4 Aralık 2007. 50 İstihbarat paylaşımı yalnızca sınıra yakın bölgelerde yapılan PKK operasyonlarını kapsıyor. “PKK birliklerinin Irak’ın içlerinde konuşlandığı durumlarda ABD, bir şey yapma sözü vermedi. Amaç, PKK’nın Türkiye sınırından sızmasını engellemekti. ABD, PKK’ya örgütü yok etmeyeceği, ancak sınırı geçerek Türkiye’de saldırı düzenlememesi gerektiği mesajını veriyor”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Ankara, 4 Aralık 2007. 51 PKK’nın en üst düzey liderlerinden şu kişilerin adı geçiyordu: Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Süleyman Hüseyin. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Ankara, 4 Aralık 2007. 52 General Ergin Saygun, terfi etti ve Birinci Ordu komutanlığına atandı. General Hasan Iğsız, yeni genelkurmay ikinci başkanı olarak onun yerini aldı. 53 Kriz Gurbu’na verilen mülakat, Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) çalışmış eski bir üst düzey görevli, Ankara, 5 Şubat 2008. 54 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general Armağan Kuloğlu, Global Strateji Enstitüsü başdanışmanı, Ankara, 6 Şubat 2008. 55 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 9 ofisleri kapatılmalarına rağmen hemen yanıbaşında tekrar açıldılar. PKK ile bağlantısı olan bazı kişiler gözaltına alınsa da kısa sürede salıverildiler. Bu önlemleri göz boyamadan ibarettir. Hem az hem de çok geç!60 C. ASKERİ MÜDAHALE Irak hükümetiyle terörle mücadele antlaşmasının imzalamasından yalnızca bir hafta sonra Erdoğan, Irak’a harekat düzenlenmesi için meclisten izin isteyeceğini söyledi. Bu kararın nedeni olarak anlaşmanın koşulları gereği sıcak takibe izin vermemesi ve PKK saldırılarındaki ani artış belirtilebilir.56 Ankara, ayrıca bu şekilde PKK’yla mücadelede ABD, KBY ve Irak hükümeti üzerinde daha fazla baskı kurmayı da ümit etmiş olabilir.57 17 Ekim’de yapılan oylamada meclis, 19’a karşı 507 oyla Türk-Irak sınırındaki ve Kandil Dağları’ndaki PKK üslerine karşı sınır ötesi operasyon yapılmasına onay verdi.58 Asıl dönüm noktası, ABD’yle 5 Kasımda imzalanan anlaşma oldu. Bu tarihten itibaren ABD, Irak hava sahasını Türk jetlerine açarak ve orduya PKK’nın üsleri ve hareketlerine dair uydu istihbaratı sağlayarak Türkiye’ye aktif yardım vermeye başladı. Bu, başarılı bir saldırı için gereken iki asli unsuru oluşturuyordu. Üst düzey bir yetkili şunları söylüyordu: Yetkililer, bölgenin kendilerinin de payı olduğu ekonomik ilerlemesini sona erdirebilecek askeri müdahalelerin devam etmesiyle tehdit ettiler. Emekli bir yetkilinin sözleriyle, Kuzey Irak’ta mucize gerçekleşti. Bu, Türkiye’nin sayesinde oldu. Kuzey Irak’taki ekonomik duruma büyük katkımız oldu. Ancak durum tersine dönebilir. Türkiye, yıkıcı güç de olabilir. PKK’nın kuzey Irak’taki varlığı, Türkiye’nn Iraklı Kürt liderlere karşı olan tavrını değiştirebilir.61 İlk hava saldırılarını Ocak 2008’te dört saldırı daha izledi. Temel amaçları, KBY’nin üzerinde baskı kurarak esas olarak Türkiye’nin adına harekete geçmesini sağlamaktı: Barzani, geçmişte [1990’larda] PKK’yla savaştı. Aynı konuma tekrar gelmesi gerekiyor. Talabani, PKK’yı terör örgütü ilan etti. Barzani’nin de aynı şeyi yapmasını ve PKK’yla mücadelemizde gerçek anlamda işbirliği yapmasını bekliyoruz. Yani mücadeleyi kendileri yapabilirler, bizimle birlikte mücadele edebilirler veya bizim mücadele etmemize izin verebilirler.62 ABD’nin artı değeri, daha iyi teknolojiye sahip olmasında. PKK teröristleri sınıra doğru hareket ederken bazı bölgeleri atlama tahtası olarak kullanıyorlar. Bu nedenle anında haber alınması çok önemli. Bölgenin coğrafi özellikleri nedeniyle insan istihbaratı almak son derece güç. Bu nedenle anında ve [uydu yoluyla] eyleme geçirilebilir istihbarat gibi başka bazı yöntemlerle desteklenmesi gerekiyor.59 16 Aralık’ta Tük jetleri, PKK barınağı olduğundan şüphelenilen sınır bölgelerinin ilk bombardımanını gerçekleştirirken PKK savaşçılarının Irak Kürdistanı’nda hâlâ serbestçe dolaştıklarını iddia eden yetkililer, KBY’nin PKK’ya karşı somut adımlar atmaya çağırdı. Bir yetkilinin sözleriyle: KBY, kendi kontrolü altındaki topraklarda PKK varlığıyla ilgili üzerine düşeni yapmıyor. PKK için oluşturulan kontrol noktalarının medyada yer aldığını görüyoruz. PKK yanlısı Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’nin (KDÇP) bazı 56 Eurasia Insight, 11 Ekim 2007. The New York Times, 18 Ekim 2007. 58 International Herald Tribune, 17 Ekim 2007. PKK çizgisindeki Demokratik Toplum Partisi (DTP) ve sosyalist Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) haricinde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Demokratik Sol Parti (DSP) de dahil olmak üzere meclisteki tüm partiler, hükümetin meclisten onay istediği tezkereyi destekledi. 59 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. 57 60 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. KDÇP’den bir yetkili, KBY’nin partinin Süleymaniye ve Erbil’deki ofislerini de kapattığını ve toplantıların artık üyelerin evlerinde yapıldığını ileri sürüyor. Partinin ayrıca Kürdistan federal bölgesinin dışında, Bağdat, Musul ve Kerkük’te de ofisleri bulunuyor. Partinin şimdiki lideri Diar Gharib, Kerkük’te yaşıyor. Türk yetkili, aynı zamanda KBY’nin Zaho, Dohuk ve Ranya’da parti üyelerini tutukladığını ancak birkaç gün sonra serbest bıraktığını iddia etti. İfadesine göre liderler, bunun ardından Kerkük’e yani KBY’nin doğrudan denetiminin dışındaki bölgeye yerleştiler. KDÇP, dördüncü yıllık kongresini Kerkük’te 1-3 Mayıs 2008 tarihleri arasında yaptı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Faiq Golpy, KDÇP siyasi büro üyesi ve eski lideri, Süleymaniye, 26 Haziran 2008. 61 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. 62 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 13 Şubat 2008. Mesut Barzani’nin PKK’yla mücadele ettiği 1990’ların koşullarıyla 2003’ten bu yana yaşanan koşullar birbirinden son derece farklı. 1990’larda Barzani’nin KDP’si, PKK’ya askeri destek verilmesini savunan KYB ile öldürücü bir mücadele verirken şimdilerde KDP ve KYB, Irak’a dair ortak bir vizyona sahip görünüyor. Ayrıca 1990’larda Kürt partiler zayıftı ve güçlü Türkiye’nin Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Ancak bu saldırıların bir amacı da PKK’nın moralini çökertmekti. On yıl boyunca PKK’ya karşı mücadelede yer almış bir emekli generale göre operasyonların yarattığı psikolojik etki, neden olabilecekleri maddi zarara göre çok daha ağırdı: Bunlar, somut sonuçlar elde edebileceğiniz türde operasyonlar değildir. Militanların mücadele isteklerini kırmaya yönelik politikanın bir parçasıdır. Bunlar, PKK’ya kuzey Irak’ın onlar için güvenli bir barınak olmadığı ve ne zaman nerde olurlarsa olsunlar Türk devletinin onlara ulaşabileceği mesajını vermeyi amaçlıyor. PKK militanlarının sürekli olarak teyakkuzda olmalarını hedefliyor. Uzun süre bu şekilde beklemek onları yıpratır ve sonrasında yapılacak kara saldırısı karşısında savunmasız bırakır.63 Hava saldırılarının PKK üzerinde istenen sonucu yaratıp yaratmadığını kesin olarak söylemek zor. Buna rağmen Türk güçleri, 21 Şubat 2008’de Güneş Operasyonu’yla sınırdaki PKK üslerine karşı kara harekatı düzenledi. PKK’nın genellikle sıçrama noktası olarak kullandığı ve kuzey Irak’taki askeri operasyonlarının karargâhı olarak kullandığı Zap bölgesine yoğunlaşan operasyon64, dağların kar nedeniyle bilhassa ulaşılmaz olduğu kış aylarında yapıldı.65 Ordu, bir hafta süren operasyonun başarılı olduğunu öne sürdü, PKK üslerinin ve barınaklarının yok edildiğini ve 240 PKK’lının öldürüldüğünü açıkladı; ancak bu iddialar doğrulanamadı.66 Ayrıca çok sayıda Türk askerinin de öldüğü sanılıyor.67 yönlendirmesine açıktı. Bugünse Kürtler, Irak’ta en güçlü siyasi ittifaka ve ABD desteğine sahip grubu oluşturuyor. 63 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general Haldun Solmaztürk, İstanbul, 7 Temmuz 2008. 64 Kaynağını Türkiye’den alan, Irak Kürdistanı’ndan geçen ve Musul’un güneyinde Dicle Nehri’yle birleşen Büyük Zap Suyu’nun aktığı bölgeye Zap bölgesi denmektedir. Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’nden bir yetkiliye göre bu bölge, eskiden tıp öğrencisi olan Suriyeli Kürt Fahman Hüseyin’in (kod adıyla Bahoz Erdal) komutasındaki PKK askeri operasyonlar biriminin merkezi durumunda. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Faiq Golpy, Süleymaniye, 26 Haziran 2008. Bir gazetecinin tanıklığı için bakınız Joshua Partlow, “A Kurdish Society of Soldiers”, The Washington Post, 8 Mart 2008. 65 Bir emekli general bu zamanlamayı şöyle açıklıyor: “Eğer bir askeri operasyon yapılacaksa biraz da sürpriz olması gerekir. Askeri doktrine göre sonuç almanın tek yolu budur”. Kriz Grubu’na verilen mğlakat, emekli general Haldun Solmaztürk, İstanbul, 7 Temmuz 2008. 66 Türk silahlı kuvvetleri, kara harekatı süresince 126 mağara, 290 barınak, 12 komando merkezi, altı eğitim merkezi, 23 lojistik tesis, 18 sinyal ve iletişim tesisi, 13 uçaksavar mevzisini yok ettiğini ve 240 PKK’lıyı öldürdüğünü açıkladı. www.tsk.mil.tr sitesine gidiniz ve 29 Şubat basın açıklaması Sayfa 10 Operasyonun sınırlı boyutu, kapsamı ve süresi, dolayısıyla belki de sınırlı etkisi, AKP hükümeti, ordu ve Bush yönetimi arasında varılan uzlaşıyı yansıtıyordu. Hükümet, Kürt seçmenlerini partiden uzaklaştıracağı kaygısıyla ordunun sınır ötesi saldırılar yürütmesi taraftarı değildi.68 Ancak halkın beklentileri o kadar artmıştı ki69 orduya yeşil ışık yakmasaydı zayıf görünmüş olacaktı. Operasyonu milli güvenlik açısından meşrulaştırırken bir yandan da sınırlı olduğunu vurgulayarak partinin Kürt destekçilerini yatıştırmaya gayret ediyordu.70 Ordu içinse kara saldırısı, PKK’nın kamp ve üslerinin hava ve kara saldırısı karşısında ne kadar korunmasız olduğunu göstererek örgütün savunmaya kaymasını sağlama fırsatı ve örgüt üyelerini öldürüp alt yapısına zarar vererek PKK’nın baharda gerçekleştirmesi beklenen saldırılarını önleme fırsatı sağladı.71 ABD ise Türkiye’nin yapacağı ve Kürdistan federal bölgesini istikrarsızlaştırabilecek tek taraflı bir askeri operasyona karşı çıkıyordu. Operasyon aynı zamanda linkini takip ediniz. PKK’nın sarsıldığını, KBY’nin Türkiye’nin tarafında yer aldığına dair iğneleyici saldırılarından anlamak mümkün. Kurdish Globe, 31 Mayıs 2008. KBY, Türkiye’nin askeri harekatını öfkeyle kınamasına rağmen karşı adımlar atmadı ve aksine PKK faaliyetlerini engelledi. 67 Türk ordusu, kara harekatı sırasında 24 askerinin ve kendi tarafında mücadele eden üç Kürt “köy korucusunun” öldürüldüğünü duyurdu. Bakınız www.tsk.mil.tr, a.g.e. PKK ise 127 Türk askerini öldürdüğünü ve dokuz kayıp verdiğini iddia etti. France 24 (TV), 28 Mart 2008. 68 Başbakan Erdoğan şu soruyu soruyordu: “Türkiye’deki terörle mücadele bitti mi ki kuzey Irak’taki 500 kişiyle uğraşma safahatine gelinecek?” Başbakan daha sonra 500 rakamını rastgele zikrettiğini söyledi. Today’s Zaman, 13 Haziran 2007. Türk askeri kaynakları, kuzey Irak’taki PKK militanlarının sayısının 3000 civarında olduğunu belirtiyor. Haziran 2007’de kara kuvvetleri komutanı İlker Başbuğ, kuzey Irak’ta 2.800 ile 3.100 PKK militanı olduğunu söyledi. Radikal, 28 Haziran 2007. 69 “Medya, kuzey Irak’a girmemizi istedi, biz de girdik. Bu operasyonun hiçbir şeyi çözmeyeceğini çok iyi biliyorduk”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, AKP’li Kürt milletvekili, Ankara, 14 Şubat 2008. 70 “Türkiye’nin çıkarları, kuzey Irak’ta operasyon yapılmasını gerektiriyordu. Uluslararası camiayı operasyona hazırladık ve kaygılı Kürt vatandaşlarımıza Iraklı Kürtleri değil yalnızca teröristleri hedef aldığımızı açıkça belirttik”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Suat Kınıklıoğlu, AKP’li milletvekili, Ankara, 6 Şubat 2008. 71 Operasyonun askeri açıdan etkisinin değerlendirmesi için bakınız Gareth Jenkins, “A Military Analysis of Turkey’s Incursion into Northern Iraq”, Terrorism Monitor, cilt 6, sayı 5 (7 Mart 2008); ve Andrew McGregor, “Turkey’s Operation Güneş Attempts to Eliminate the PKK Threat”, Terrorism Focus, cilt 5, sayı 8 (27 Şubat 2008). PKK’nın Zap karargahından yapılan ve askeri etkinin sınırlı olduğuna dair bir yorum için bakınız Partlow, “A Kurdish Society of Soldiers”, a.g.e. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 KBY’ye örneğin Kerkük konusunda açık çeke sahip olmadığı, PKK’yla mücadelede işbirliği yaparak ve Kerkük konusunda benimsediği kışkırtıcı söylemi yumuşatarak Türkiye’yle uzlaşma yoluna gitmesi gerektiği mesajını verdi.72 29 Şubat’ta yani operasyonun başlamasından bir hafta, ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Ankara ziyaretinden sadece bir gün sonra Türk askerleri Irak’tan çekilmeye başladı. Hükümetin ısrarla reddetmesine karşın ülke içinde ABD’nin emrini yerine getirerek geri çekildiği eleştirilerine maruz kaldı.73 Sayfa 11 III. KBY’NİN DAHİL EDİLMESİ Türkiye’nin Aralık 2007, Şubat 2008 ve sonrasında PKK’ya karşı düzenlediği hava ve kara harekatları, Ankara’yla Irak Kürtleri arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açtı. Bu yeni dönemin önemli bir unsuru, PKK’nın Irak Kürdistanı’nda oynadığı rolle Kerkük sorununun birbirlerinden ayrılmasıydı. Nitekim Türkiye Kerkük sorununda herhangi bir ödün vermeden KBY, PKK’ya karşı harekete geçmeye zorlandı (aşağıdaki bölüme bakınız). Erdoğan’ın dış ilişkiler özel danışmanı Ahmet Davutoğlu, tüm bu gelişmeleri “onların [PKK ve Barzani] yanlış hesaplaması” olarak tanımlıyor. “Onlar Türkiye’yi marjinalize etmek istediler, ancak sonunda kendileri marjinalize oldular”.74 Aslında, KBY’nin PKK’nın hareket alanını75 sınırlamak için adımlar attığı yolundaki raporlar, hükümetin Kürt otoritelerle uzun zamandır istediği üst düzey görüşmeleri başlatması için gerekli olan fırsatı sağladı.76 Fakat hükümet, daha fazla açılım yapılmasının PKK konusunda işbirliğine bağlı olduğunu açıkça ortaya koydu: “Biz KBY’yle doğrudan ilişkiler kurulmasının gereğine inanıyoruz, ancak kendilerini ispatlamaları gerekecek. Bunun için bir listemiz var. İşbirliği yaparlarsa, biz diyaloğa açığız. Bize geldiklerinde temiz olmalılar. Nabız yokluyoruz. Bizimle işbirliği yaptıkları sürece aramızdaki işbirliği de gelişecek”.77 A. SİYASİ İLİŞKİLERDE YAKINLAŞMA 72 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İlnur Çevik, gazeteci, Ankara, 4 Haziran 2008. AKP’li bir milletvekili şöyle söylüyordu: “bu operasyonları, ABD’nin rızası ve işbirliğiyle yürütmeyi başardık. Bu da KDP’nin ve PKK liderliğinin ABD’nin Irak’taki varlığı nedeniyle kuzey Irak’a dokunulamayacağı fikrinin sarsılmasına neden oldu. Aynı zamanda uzun ve yoğun diplomatik kampanyanın bir ürünü olan uygun uluslararası ortama da büyük önem veriyoruz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Suat Kınıklıoğlu, Ankara, 6 Şubat 2008. 73 Muhalefetteki siyasi partilere göre Türkiye’nin kuzey Irak’tan erken çekilmesinin ve askerlerin yoğun olarak PKK’nın karargahının olduğu Kandil dağlık bölgesi yerine Zap’ta bulunmasının altında ABD’nin müdahalesi bulunuyordu. Genelkurmay Başkanı, hedefin doğru seçildiğini savundu ve Zap bölgesinin PKK’nın Türkiye’deki saldırıları için bir planlama merkezi olduğunu belirtti, hedeflere ulaşıldığından çekilmenin zamanlamasının doğru olduğunu ve zorlu hava koşullarında daha uzun bir askeri operasyonun riskler getirebileceğini söyledi. Bakınız Frank Hyland, “Turkey’s Generals and Government Deny U.S. Interference in Operation Güneş”, Terrorism Focus, cilt 5, sayı 10 (11 Mart 2008). Artık Türkiye, Irak’taki anayasa tartışmalarının bu ülkenin federal mi yoksa üniter bir devlet mi olacağından ziyade ne tür bir federasyon ve ne derece ademimerkeziyetçi olacağı konusunda yoğunlaştığını kabul etmektedir.78 Ekim 2006’da Temsilciler Meclisi, federal bölgelerin kurulması için bir mekanizma oluşturulmasını öngören bir yasa kabul etti ve yasa, Nisan 2008’de yürürlüğe girdi. Bir Türk akademisyen, 74 Davutoğlu, bu açıklamayı Türkiye’nin kara harekatını başlatmasından bir ayı geçkin bir süre önce yaptı. CNN TÜRK televizyonunda yayınlanan mülakat, 2 Ocak 2008. 75 David Romano, “Turkish and Iraqi Kurdish Rapprochement Ominous for the PKK”, Terrorism Focus, cilt 5, sayı 19 (13 Mayıs 2008). 76 Aylin Ş. Görener, “Turkey and Northern Iraq on the Course of Rapprochement”, SETA Policy Brief, no. 17 (2008), s. 4. 77 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Haziran 2008. Bir başka üst düzey yetkiliyse şunları söylüyordu: “Kürt yetkililerin PKK’ya karşı bazı önlemler aldıklarını gördük. Bu nedenle açıklamalarımızın tonunu değiştirdik. Henüz tatmin olmadık; ancak PKK’ya karşı adım attıkları sürece işbirliği yapmaya hazırız”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, 4 Temmuz 2008. 78 Åsa Lundgren, a.g.e., s. 108-112. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 “Türkiye’nin isteksizce de olsa Irak devlet yapısının tamamen Irak’ın iç meselesi olduğunu ve eğer bu salt Iraklı Kürtlerin değil, tüm Irak’lıların kararını yansıtıyorsa federal yapıya saygı duymayı kabullendiğini”79 söylüyordu. Türkiye’nin birçok Irak’lı grupla paylaştığı mevcut endişesi, Irak’ın mezheplere ve etnisiteye dayanan ve güçlü merkezkaç kuvvetlere karşı koymakta yetersiz kalacak zayıf bir merkezi hükümete sahip, gevşek bir konfederasyona dönüşme olasılığıdır. 80 Üst düzey bir yetkili Türkiye’nin duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getiriyordu: Kürt’lerin Irak Anayasası yoluyla ve ABD desteğiyle federal bir bölgeye sahip olmayı garantilemeleri her şeyin bittiği anlamına gelmez. Onlar bunu bağımsızlık yolunda bir adım olarak görme eğilimindeler. Birçok Irak’lı grup, federalizmin Irak’ın parçalanmasına yol açacağından endişe duymaktadır. 81 Böyle bir sonuç, Türkiye’yi de birçok açıdan kaygılandırmaktadır. İlk olarak, Irak’ın fiilen bölünmesi ve güneyde dokuz eyaletin birleşmesi ile oluşabilecek bir Şii “süper” bölgenin kurulması, muhtemelen İran’ın etkisini arttıracaktır. İkinci olarak, Kürtlerin Kürdistan Federal Bölgesini özellikle de petrol zengini Kerkük’ü içine alacak şekilde genişletme gayretleri, resmi bir bölünmeye kapıyı aralayabilir ve bu da Türkiye içindeki Kürt milliyetçiliğini ateşleyebilir. Aynı yetkili, Türkiye’nin federalizm yasasına ilişkin hasasiyetlerini de açıklıyordu: Bu federalizmin nasıl bir şekil alacağını zaman gösterecek. Federal sistemin, Irak’ın ulusal bütünlüğünü koruyacak ve güçlendirecek bir yapıya evrilmesi bizim için hayati bir önem taşımaktadır. Bu bizim, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasındaki stratejik çıkarımızla da örtüşmekte. Federalizm yasasının uygulanması, Irak’taki tüm taraflar için bir kazan-kazan durumu çerçevesinde olmalıdır.82 Bazı kaygılarına karşın Türkiye, en sonunda bunun, PKK’yı kuşatmanın, Irak’ta ulusal uzlaşıyı teşvik etmenin ve Kürtleri merkezi yönetime daha yakından bağlamanın en iyi yolu olduğu sonucuna vararak Iraklı Kürt otoritelerle ilişkiye geçti. Türk ordusunun Şubat 2008’de Kuzey Irak’a düzenlediği kara operasyonunun hemen ardından Ankara, Irak Cumhurbaşkanı ve KYB lideri Celal Talabani’yi davet etti. Talabani, KBY’yi değil, Irak federal hükümetini temsil etmiş olsa da Mart ayındaki bu ziyaret, bir Kürt liderle 2003’ten bu 79 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Kemal Kirişçi, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, İstanbul, 13 Eylül 2007. 80 Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili, 14 Şubat 2008. 81 A.g.e. 82 A.g.e. Sayfa 12 yana ilk temas anlamına geliyordu.83 Milli Güvenlik Kurulu’nun “Irak siyasetinin tüm unsurlarıyla diyaloğa girilmesi” gerekliliğini vurgulayan Nisan ayındaki kararının ardından 2 Mayıs’ta Türkiye’nin Irak özel temsilcisi Murat Özçelik ve Başbakanın dış politika özel danışmanı Davutoğlu, KBY Başbakanı Neçirvan Barzani’yle görüşmek üzere Bağdat’a gittiler. Kısa bir süre sonra Özçelik Barzani’yle Londra’da yeniden buluştu.84 Ne ki bu temaslar sınırlı bir çerçevede kaldı. Türkiye’nin ne cumhurbaşkanı ne de başbakanı, KBY başkanı Mesut Barzani’yle bir araya geldi. Türk yetkililer, Kürtleri cumhurbaşkanlığı ya da başbakanlık düzeyinde Erbil’de ziyaret de etmediler.85 KBY, PKK’yı bir terör örgütü olarak adlandırana ve kuzey Irak’taki operasyonlarına son verene kadar Türk yetlililer, Kürt otoritelerini tanımlamak üzere “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” terimi yerine “kuzeydeki yerel yönetim” terimini kullanmayı tercih ettiler.86 Ayrıca Türkiye, açıkça duyurulmayan bir politika uyarınca KBY’nin internet sitesi www.krg.org’a Türkiye içinden erişimi engellemeyi sürdürüyor. 87 Sonuçta bir akademisyenin söylediği gibi: 83 Turkish Daily News, 7 Mart 2008. Bu tür görüşmelerin artması bekleniyor. Bir Türk başbakanın 1990’dan beri Irak’a yaptığı ilk ziyaret olan ve Erdoğan’ın stratejik işbirliği anlaşması imzalamak üzere 10 Temmuz 2008’de gittiği Bağdat’ta Neçirvan Barzani ile de bir araya gelmesi bekleniyordu. Ancak güvenlik gerekçeleri nedeniyle Türk yetkililer buluşmayı yalnızca bir gün öncesinden duyurdukları için o sırada bir gezide olan Barzani, zamanında Bağdat’a ulaşamadı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, 21 Temmuz 2008. 85 Erdoğan’ın Temmuz 2008’deki Bağdat ziyareti, Mesut Barzani ile görüşmesi için bir fırsat olabilirdi. Ancak ziyaretin hemen öncesinde Barzani, İtalyan gazetesi Il Tempo’ya, şu demeci verdi: “PKK, bir terör örgütü değildir. Eğer PKK, Türkiye’nin görüşme taleplerini reddederse o zaman terör örgütü kategorisine girebilir”. Turkish Daily News, 25 Haziran 2008. Bu, Türk yetkilileri kızdırdı ve görüşmeyi engelledi. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, İstanbul, 21 Temmuz 2008. Ancak iki lider arasında medyaya yansımayan görüşmeler yapılmış olabilir. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Erbil, Ekim 2008. 86 Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili, 14 Şubat 2008. Türk medyasının “Kürdistan federe bölgesi” ve “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” terimlerini kullanmaktan kaçınması da son derece ilginç. Örneğin Iraklı Kürtlerle iletişim kurulmasından yana olan, etkili, liberal köşe yazarı Mehmet Ali Birand bile KBY’den söz ederken bir isim ve kısaltma icat etti: “Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi (KIBY)”. Örneğin şu yazısına bakınız: “Barzani missed an opportunity with Erdoğan”, Turkish Daily News, 12 Temmuz 2008. 87 Örneğin KDP veya KYB’ye ait olanlar da dahil diğer Kürt sitelerine kolayca ulaşılabiliyor. Bu nedenle KBY’nin sitesine 84 Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Türkiye-KBY yakınlaşması, iç politik dinamiklerin etkisinden bağımsız değildir. Irak Kürdistanı’yla kurulacak yakın bağlar, birilerince her zaman Türkiye’nin güvenliği ve istikrarına bir tehdit olarak görülecek ve bu insanlar, bunu her zaman bir iç politika malzemesi olarak kullanmaya hazır olacaklar. Ekonomik büyüme, çoğulcu demokrasinin yerleşmesi ve AB’ye tam üyelik perspektifinin güçlenmesi, ılımlıların bu süreci başarıyla yürütmelerine yardımcı olacaktır.88 Üst düzey bir Türk yetkili tedbiri elden bırakmıyor. “Türkiye’deki iç siyasetin durumuna baktığımızda, Irak’lı Kürtlerle kat ettiğimiz yol bir başarıdır. Bu yolun tıkanması hepimiz için kötü olacaktır. Ancak, [KBY karşıtı milliyetçiler gibi] bu kanalı çökertmek isteyen bazı karşı hareketler bulunuyor.”89 PKK, Kuzey Irak’taki üslerden Türk topraklarına saldırılar düzenlemeye devam ettikçe Ankara’daki KBY karşıtı milliyetçiler, bu olumlu gidişata zarar vermeyi başarabilirler. PKK’nın 3 Ekim 2008’de Irak sınırında bulunan Aktütün köyündeki karakola düzenlediği ve 17 askerin öldüğü saldırı90, PKK’ya toleransı nedeniyle KBY’nin hedef alınması gerektiğini savunanları destekler nitelikte oldu. Ancak şu an için hâlâ serin kanlı olanlar ön planda. 14 Ekim’de Murat Özçelik’in liderliğindeki bir heyet, Türkiye ile KBY arasındaki işbirliğinin nasıl geliştirileceğini görüşmek üzere Bağdat’ta Mesut Barzani’yle bir araya geldi.91 KBY liderliğine yakın bir gazeteciye göre, Kürtler bu toplantıyı, “can alıcı meselelerin konuşulduğu değil suya sabuna dokunmayan bir görüşme olarak nitelendirdiler”.92 erişimin yasaklanmasının nedeninin “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” isminden kaynaklandığı düşünülebilir. 88 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Kemal Kirişçi, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, İstanbul, 13 Eylül 2007. 89 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ankara, 3 Haziran 2008. 90 Eurasia Daily Monitor, 7 Ekim 2008. 91 Today’s Zaman, 15 Ekim 2008. 92 Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, 7 Kasım 2008. Sayfa 13 B. EKONOMİK İLİŞKİLERDE DERİNLEŞME Türkiye’nin İran-Irak savaşına belli bir mesafede kaldığı 1980’lerde Irak, Türk mal ve hizmetleri için büyük bir pazar haline geldi ve Kerkük-Ceyhan petrol boru hattı, Bağdat petrolünün en önemli ihraç yolu oldu.93 Buna karşın 1991 Körfez Savaşı ile 2003’teki Amerikan işgali arasındaki dönemde Türkiye, BM’nin Irak’a uyguladığı yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik kayıplar yaşadı. Önemli ölçüde rahatlama sağlayan 1995’teki petrol karşılığı gıda anlaşmasına kadar Türkiye’nin özellikle de fakir olan ve Kürtlerin yoğun olduğu güneydoğu bölgesi, sınır ticaretinin kesintiye uğraması nedeniyle ekonomik açıdan büyük zarara uğradı.94 ABD işgalinin ardından Ankara, AKP hükümetinin çabalarıyla güney komşusuyla ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için gayretlerine hız verdi. Bunun sonucunda yıllık ortalama 5 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşıldı.95 Kürdistan federe bölgesi, 93 1980’de Türkiye’nin Irak’a ihracatı 135 milyon dolardı (toplam ihracatın yüzde 4.6’sı). 1985’te bu rakam 961 milyon dolara ulaştı (yüzde 12). Bakınız Henri J. Barkey, “Hemmed in by Circumstances: Turkey and Iraq Since the Gulf War”, Middle East Policy, no. 4 (2000), s. 111. 94 1990’ların başında PKK, militanlarını daha çok BM ambargosu nedeniyle yüksek işsizlik oranının görüldüğü bölgelerden aldı. “Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin 300.000 kamyonluk filosu, Bağdat üzerinden Irak ve Körfez’e ulaşıyor ve her gün 5.000 kamyon, Irak sınırını geçiyordu. Tüm dünyanın Saddam Hüseyin’e karşı yaptırımlar uygulaması üzerine bu trafik durdu. Türkiye’nin güneydoğusundan geçen ‘eski İpek Yolu’ndan gelen bu zenginlik kaynağının ortadan kalkması, hayal kırıklığına uğrayan Kürt gençlerin Körfez savaşı’nın ardından dolgun kaynaklara sahip ve iyi örgütlenmiş PKK’nın saflarına katılmalarının nedenlerinden birini oluşturdu. Durumdan en çok etkilenen kamyon transfer noktalarından Silopi, Nusaybin ve özellikle Cizre’de Türk güvenlik güçlerine karşı en yoğun muhalefet yaşandı”. Bakınız Nicole Pope ve Hugh Pope, Turkey Unveiled: A History of Modern Turkey (New York, 2000), s. 240-241. 95 2003 sonrasında Türkiye’nin Irak’la olan ekonomik ilişkilerini etkileyen önemli sorunların arasında Ankara’nın “yasaya aykırı vergi” olarak tanımladığı ve KBY’nin (Türkçe’de Habur olarak bilinen) İbrahim el-Halil sınır kapısında Türk kamyonlarından aldığı geçiş ücreti yer alıyor. Söz konusu sınır, Türkiye ve Irak arasında açık olan tek geçiş noktasını ve fiili olarak da Türkiye ile Kürdistan federe bölgesi arasındaki sınırı oluşturuyor. Söz konusu geçiş ücreti yılda 200 milyon ile 250 milyon dolar arasında bir miktara tekabül ediyor. İkinci bir sorun da Türk şirketlerinin Bağdat’ta kontrat yaparken karşılaştıkları güçlükler. Son sorunu ise “geçici teminat” olarak adlandırılan ve Irak hükümetinin kendisiyle yapılan kontratlar için talep ettiği garanti mektubu oluşturuyor. “Irak’ta kontratlar bir günde sonuçlanmaz. Bir kontratın defalarca ertelenmesi mümkündür ve bir şirket geçici teminatını yıllarca alamayabilir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, Türk-Irak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 14 artan ekonomik ilişkilerden en çok yararlanan bölge oldu. Söz konusu ticaretin 1.5 milyar dolarlık bölümü, Kürdistan federe bölgesinde inşaat ve müteahitlik hizmetleri olarak gerçekleşti. Buna ek olarak Iraklı Kürtler, yaklaşık 1 milyar dolar değerinde Türk malı tüketmekteler.96 bölgesinin devreden çıkarılacağı yeni bir sınır kapısı açılmasını gündeme getirdiler.99 Türkler arasında Kürdistan federe bölgesiyle ekonomik bağların derinleştirilip derinleş-tirilmeyeceğı konusunda anlaşmazlık sürmekte. Milliyetçi çevreler, KBY’nin ekonomik olarak izole edilmesini savunmaktalar. Onlara göre bu bölgenin ekonomik kalkınmasını teşvik etmek, Kürtlerin bağımsız bir devletin temellerini atmalarına yardımcı olmakla eşanlamlıdır. Irak Kürdistanı’nda her türlü Türk ticaret ve yatırımın durdurulması çağrısı yaptılar. Milliyetçi bir politikacı şunları söylüyordu: Türk şirketleri Kürt bölgesine yatırım yapıyorlar. Bu gayet mantıklı. Tarih boyunca Erbil, kuzeyiyle (Van, Diyarbakır, Urfa) ve batısıyla (Halep) ticaret yapmıştır, güneyiyle (Basra) değil. Kuzey Mezopotamya bir bütündür. Bu nedenle Kürtlerin örneğin petrol ve gazını Türkiye üzerinden ihraç etmeleri son derece doğal. Üstelik Türkiye, Suriye ve [orta ve güney] Irak’la karşılaştırıldığında en istikrarlı kanalı oluşturuyor.100 Türkiye’nin KBY’nin devlete dönüşmesinden şikayet etmeye hakkı yoktur, çünkü kuzey Irak’ı özellikle ekonomik açıdan [Türkiye’nin Irak’la tek sınırı olan] Habur sınır kapısı yoluyla destekleyen Türkiye olmuştur. Türkiye’nin yapması gereken, kuzey Irak pazarının yüzde 80’ini oluşturan Türk ürünlerinin ihracını tamamen durdurmaktır.97 Ticareti yeni bir sınır kapısından yapmanın istenen sonucu getirmeyeceğini iddia eden Türk girişimcileri, bu fikri destekliyorlar. Biri şunları söylüyor: Bazılarıysa KBY, PKK’ya karşı adım atmaktan kaçındıkça Türkiye’nin en önemli ürünlerin geçişini yavaşlatarak ekonomik gücünü kullanması gerektiğini öne sürüyorlar. Bu görüşe yakın duran bir araştırmacı şunları söylüyor: Kuzey Irak’ta hayat büyük oranda Türkiye’ye bağımlı olduğu için hayati ürünlerin ihracının yavaşlatılmasının kuzey Irak’taki Kürt yönetimi PKK’ya kaşı harekete geçmeye ikna edeceği kanısındayım. Ancak bu politikanın Iraklı Kürtlere yönelik bir psikolojik operasyonla desteklenmesi gerekiyor. Türkiye, onlara temel ürünlerin sıkıntısını çekmelerinin nedeninin yolların zarar görmesi veya ihracatçı şirketin gecikmesi değil Türkiye’nin vanayı kapatması olduğunu anlatmak zorunda. Iraklı Kürtlerin kendi [bölgesel] hükümetlerine karşı harekete geçmelerini sağlamalıyız.98 Habur sınır kapısı Kürdistan federe bölgesinin hayat damarı olduğundan bazıları bu kapının kapatılmasını ve Suriye üzerinden Irak’a geçişin sağlanarak Kürdistan 96 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, İstanbul, 10 Ocak 2008. 97 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Özdağ, geçmişte milliyetçi MHP’de bulunmuş azimli siyasetçi ve 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nün kurucusu, İstanbul, 1 Kasım 2007. 98 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. Ne var ki şimdiye kadar Kürdistan bölgesinin Türkiye’ye olan bağımlılığını arttırmaktan yana olanlar tartışmayı kazanmış görünüyorlar. Üst düzey bir yetkiliye göre: Türkiye’den Irak’a geçtiğinizde nereye giderseniz gidin kaliteli Türk ürünlerinin reklamlarını görürsünüz. Iraklı Kürtlerin bu ürünlere alıştığı kesin. Ama Habur kapısını kapatmak gibi ekonomik önlemler, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek gibi çok sınırlı bir etki yaratacaktır. Onları aç bırakarak boyun eğmeye zorlayamazsınız.101 Türkiye için daha kötü sonuçlar da doğabilir. Suriye üzerinden yeni bir sınır kapısı açılması, Irak’la olan ticareti baltalayabilir. Aynı işadamı şunları ekliyor: “Dünyada parası olduğu halde açlık çeken bir ülke söyleyebilir misiniz bana? Diyelim ki sınırı kapattınız. Bu durumda Kürtler, aynı ürünleri İran, Suriye veya Ürdün’den alırlar”.102 Irak Kürdistan’ını izole etme 99 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ümit Özdağ, İstanbul, 1 Kasım 2007. 100 Kriz Grubu’na verilen mülakat, İstanbul, 21 Temmuz 2008. 101 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, TürkIrak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008. 102 Ercüment Aksoy, mevcut sınır kapısını devreden çıkarmanın iki soruna yol açacağını belirtiyor: “Öncelikle 2003 ve 2004’te ülkeye mal taşıyan 150’den fazla Türk kamyon şoförü Irak yollarında öldürüldü. Şimdi de Musul’un kuzeyine geçmek istemiyorlar. Halihazırda Türk kamyonları Zaho geçiş noktasına varıyorlar, ya kamyon ya da şoför değişimi yapıyorlar. Eğer Türkiye Suriye üzerinden başka bir sınır kapısı açarsa Türk kamyonlarının Kürdistan federe bölgesinden geçmeyeceği ve Musul yolunda Irak-Suriye sınırını geçerken gümrük vergisi ödemeyeceği doğru. Ancak Türk kamyon şoförleri Irak’ın içlerine girmeyi yine reddedecekleri için Türkiye, Zaho’da olduğu gibi Suriye-Irak sınırında bir geçiş noktası kurmak sorunda kalacak. İkincisi, Iraklı Kürtler yeni sınır kapısına şiddetle karşı çıkacaklardır. Irak’ın savaş sonrası iç siyasetinde sahip oldukları etki göz önünde bulundurulursa Iraklıların Kürt bölgesini devreden çıkaran bir sınır kapısı üzerinden Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 15 çabasının siyasi sonucu da olacaktır. Bir akademisyenin söylediği gibi “kuzey Irak’a ambargo uygulanması Barzani’ye diz çöktürtmeyecektir. Bu, ancak Türkiye için daha fazla sorun yaratır. Daha çok Kürtlerin bulunduğu güneydoğu olumsuz etkilenebilir ve bu, PKK’ya olan desteği arttırabilir”.103 KBY’yle daha fazla ilişki kurulmasını savunanlar ayrıca ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra ülkenin iç savaşa sürüklenmesi durumunda kuzey Irak’ın Türkiye ile ülkenin geri kalanı arasından bir tampon bölge işlevi göreceğini ileri sürüyorlar. Kürdistan federal bölgesi Türkiye’ye ekonomik açıdan ne kadar bağımlı olursa Ankara o kadar güçlü bir etkiye sahip olacaktır.104 Bunun getireceği diğer yararlar arasında AKP hükümeti, daha fazla gelir ve belki de güneydoğu bölgesi için daha fazla zenginlik görüyor. Bu nedenle Irak Kürdistanı’nda özellikle enerji alanında devlet ve özel sektör yatırımının artmasını destekliyor ve bunun Türkiye’nin Orta Asya’yla Avrupa arasında stratejik bir hidrokarbon merkezi olma rolünü güçlendireceğini düşünüyor. Şimdiye kadar iki Türk petrol arama şirketi, Pet Oil105 ve Genel Enerji106, Kürt federe bölgesinde yeni petrol çıkarma sahalarının bulunması için KBY’yle sözleşme imzaladılar. Pet Oil genel müdürü, bu yöndeki kararını siyasi ve ekonomik argümanlarla meşrulaştırdı: Türkiye’yle ticarete devam etmelerini beklemek gerçekçi olmaz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, Türk-Irak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008. 103 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Soli Özel, Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve Sabah gazetesinde köşe yazarı, İstanbul, 6 Eylül 2007. Türk milliyetçileriyse buna katılmıyorlar: “Eğer bir Kürt devletinin kurulması Türkiye için hayati bir meseleyse kuzey Irak’a uygulanan ekonomik ambargonun Türkiye’nin güneydoğusundaki olumsuz etkileri o kadar da önem arz etmeyebilir. Bütün için parçadan feragat edebilirsiniz. Ayrıca Türkiye’nin güneydoğusunun ekonomisinin tamemen kuzey Irak’taki ekonomik faaliyetlerine bağlı olduğunu söylemek abartı olur”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. 104 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercüment Aksoy, TürkIrak İş Konseyi Başkanı, İstanbul, 10 Ocak 2008. 105 2002’de imzalanan Üretim Paylaşma Anlaşmasının koşullarına göre Pet Holding grubunun üyesi olan Pet Oil’e Süleymaniye valiliğinde Kifri ve Kalar arasındaki Şakal havzası tahsis edildi. Daha sonra Pet Oil’e Erbil’in 50 km. kuzeydoğusunda bulunan Bina-Bawi havzası da verildi. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel müdürü, 14 Nisan 2008. 106 Genel Enerji, Çukurova holding grubu üyesidir. Kürdistan federe bölgesinde Kerkük’ün yaklaşık 60 km. kuzeybatısında bulunan Taq Taq geliştirme kuyusu ve Kewa Chirmila keşif kuyusundan oluşan Taq Taq lisans bölgesinde petrol çıkarmak üzere KBY ile 2003’te üretim paylaşma anlaşması imzaladı. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Orhan Duran, Genel Enerji genel müdürü, 14 Nisan 2008. Bu, Türkiye ve Türk-Kürt ilişkileri için siyasi açıdan gayet iyidir. Kuzey Irak’a yatırım yaptığınız zaman, bu orada yıllarca kalacaksınız demektir. Türk şirketleri para kazanacaklar ve Türkiye de boru hattı gelirlerinden yararlanacak. Ve yıllarca orada olacak birçok şirketiniz olursa, bu ülkenin siyasetinde sizin de söyleyecek bir sözünüz olacaktır.107 Petrol şirketlerinin karşı karşıya kaldıkları başlıca zorluk, Irak hükümetinin kapsamlı bir hidrokarbon yasası çıkaramamasıdır. Bu durumda ve Irak Petrol Bakanlığının sunduğu taslağı kabul edilemez bulduğundan KBY, Ağustos 2007’de kendi petrol ve gaz yasasını kabul etti.108 Irak Petrol Bakanı Hüseyin El Şehristani’nin, Kürt’lerin yaptığı tüm sözleşmeleri geçersiz ilan etmesi, KBY ve onun üretim paylaşma anlaşması imzaladığı yabancı şirketler tarafından kınandı.109 Türkiye federal düzeyde hirdokarbon yasasının çıkarılmasını bir başka nedenle de hayati buluyor. Böyle bir yasa eşit paylaşım ilkesini hukuka geçirerek, Kürt federe bölgesini Irak’a daha sıkı bağlayacak. Sonuç olarak Ankara, böyle bir yasa geçirilene dek 107 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel müdürü, 3 Haziran 2008. Türk milliyetçiler bu tür fikirleri yine reddediyorlar: “Kapsamlı bir hidrokarbon yasasına dayanan bir anlaşma imzalamadan önce kuzey Irak’ın enerji sektörüne yatırım yapan Türk petrol şirketleri, bölgesel yönetimin kendi ekonomik çıkarlarını savunmak üzere yaptığı yasadışı düzenlemeleri meşrulaştırıyor ve böylece dolaylı yoldan bölgenin gelecekte bölünmesini kolaylaştırıyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Necdet Pamir, enerji uzmanı, Ankara, 7 Şubat 2008. 108 Pet Oil ve Genel Enerji, daha sonra anlaşmalarında değişiklik yaparak yeni yasaya uygun hale getirmeye zorlandı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ali Ak, Pet Oil genel müdürü, Ankara, 3 Haziran 2008. Ayrıca bakınız, Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°80, Oil for Soil: Toward a Grand Bargain on Iraq and the Kurds, 28 Ekim 2008. 109 İddiaları, üç kısımdan oluşuyor. İlk olarak, Pet Oil ve Genel Enerji sırasıyla 2002 ve 2003’te KBY ile görüşerek üretim paylaşma anlaşması imzaladı. KBY’nin talebi üzerine bu anlaşmalar 2004’te gözden geçirildi. Irak petrol bakanının temsilcisinin Pet Oil ve Genel Enerji’yle 2004’te yaptığı toplantının tutanaklarında 2004 tarihli üretim paylaşma anlaşmalarına ve geçerli olduklarına açıkça gönderme yapılıyordu. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakatlar, Genel Enerji’den Orhan Duran ve Pet Oil’den Ali Ak, 14 Nisan 2008. 2005’te onaylanan Irak anayasasının 141. maddesine göre 1992’den bu yana Kürdistan bölgesinde kabul edilen tüm yasalar ve yapılan tüm anlaşmalar geçerlidir. İkinci olarak, 112(1) Maddesine göre federal yönetimle bölgesel yönetim, yalnızca mevcut petrol sahalarını yani halihazırda üretim yapanları ortak yönetiyorlar. Bu nedenle Kürdistan federe bölgesindeki yarı geliştirilmiş ve geliştirilmemiş petrol sahaları, KBY’nin yetkisi dahilindedir. Son olarak, 115. Maddeye göre bölgesel yasalarla federal yasalar arasında çelişki yaşanması durumunda bölgesel yasalar geçerlidir. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Kürt federe bölgesindeki enerji sektörüne yardım sağlamaya ve daha da önemlisi KBY’ye Türkiye toprakları üzerinden petrol ve gaz ihraç etmesi için izin vermeyi reddetti. Üst düzey bir Türk yetkili şunları söylüyordu: Kürtlerle merkezi hükümet arasında bir antlaşma oldukça, Türkiye Kürtlerin petrol çıkarma sahalarına sahip olmasına karşı değildir. Bu petrol sahalarının bulunması sürecine biz de dahil olmak istiyoruz. Sadece transit ülke olmak istemiyoruz. [Pet Oil ve Genel Enerji gibi şitketlerden] daha büyük Türk şirketleri yeşil ışık bekliyorlar. Kürtler, petrol ihraç yollarının Türkiye’den geçtiğini biliyorlar.110 Sayfa 16 IV. KERKÜK ANLAŞMAZLIĞI Türkiye ve Irak Kürtleri arasındaki işbirliğinin önündeki engellerden en başında Irak’ın kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 13’ünün bulunduğu, nüfusunu çeşitli unsurların oluşturduğu Kerkük vilayetinin statüsü hakkındaki anlaşmazlık geliyor. Tüm Iraklı Kürt partileri, Kerkük’ü miraslarının ve geleceklerinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlar. Türk yetkililerin gözündeyse Kerkük’ün ve petrolünün tamamen Kürtlerin kontrolünde olması, Kürtlerin bağımsızlığı için atılmış büyük bir adımdır ve ne pahasına olusa olsun engellenmesi gereken bir sonuçtur.111 Türkiye’nin Nisan 2003’ten bu yana sarf ettiği diplomatik çabalar, Irak devletinin güçlendirilmesi ve Kerkük ve Kürdistan federal bölgesinin Irak’ın devlet yapısı içinde ayrı entiteler olarak korunması konularına odaklandı. A. KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİK: TÜRKMEN FAKTÖRÜ Türkiye, 1990’larda Kerkük’teki Türkmen nüfusunu Iraklı Kürtlerin arzuları karşısında temel dayanak noktalarından biri olarak kullandı. Türkmenlerin soyu, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki askerler, tüccarlar ve memurlara dayanıyor.112 Ağırlıkla kentlerde yerleşik olan Türkmenler, Suriye sınırından İran sınırına uzanan, kuzey Irak’ın ana ticaret arterlerinin yakınında bulunan ve eski garnizon kentleri olan Telafer, Musul, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Hanakin ve Mandali gibi önemli şehirlerde yaşıyorlardı. Kerkük’te Türkmenler 1957 yılındaki nüfus sayımına göre Kürtleri ve Arapları geride bırakarak çoğunluğu oluşturuyorlardı.113 111 110 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Haziran 2008. Petrol ve gaz anlaşması ihalesine katılmak için Irak petrol bakanlığından onay alan 35 şirketin yeraldığı listeden Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) başlangıçta çıkarılması, Ankara’ya daha ulaşılabilir ekonomik çıkarlarının Kürdistan federe bölgesinde olduğunu düşündürttü. Erdoğan’ın Temmuz 2008’de Bağdat’a yaptığı ziyaret sırasında ise Irak hükümeti, uygun bir teklif veririse Türkiye’ye şirketlerden birine verilen kontrata katılma hakkı verdi. Kriz Grubu’na telefonda verilen mülakat, Cengiz Çandar, Erdoğan’ın ziyaretine katılan bir Türk gazeteci, 13 Temmuz 2008. Irak’ta petrol anlaşması imzalamak için ön elemeyi geçen şirketler listesinde İngiliz keşif ve üretim şirketi Premier Oil’in yerini devletin sahip olduğu TPAO aldı. Turkish Daily News, 29 Eylül 2008. “Iraklı Kürtler, Irak’taki mevcut federal yapıyı bağımsızlıkları yoluna bir adım olarak görüyorlar. Kerkük’ü topraklarına katarak bu amaca bir adım daha yaklaşmak istiyorlar. Temel ilkemiz olan Irak devletinin toprak bütünlüğünün korunmasıyla uyuşmadığı için bunu kabul edilemez addediyoruz”. Kriz Grubu’na gönderilen e-posta, üst düzey Türk yetkili, 14 Şubat 2008. 112 Monarşinin 1958’de yıkılmasından önce Irak’ta 1957’de yapılan en son, güvenilir nüfus sayımına göre ülkenin toplam nüfusu 6.300.000, Türkmenlerin nüfusuysa 567.000, yani toplam nüfusun yüzde 9’u idi. Tarık Oğuzlu, “The Turkomans of Iraq as a Factor in Turkish Foreign Policy: Socio-Political and Demographic Perspectives”, Dış Politika Enstitüsü, Ankara, 2001. 113 1957 sayımına göre Türkmenler, Kerkük’te çoğunluktaydı (45.306 Türkmene karşılık 40.047 Kürt ve 27.127 Arap bulunuyordu); ancak kırsal kesimde Kürt ve Arap nüfusunun gerisinde kalıyordu (38.065 Türkmene karşılık 147.546 Kürt ve 82.493 Arap bulunuyordu). Kerkük vilayetinin tamamı düşünüldüğünde en büyük grubu Kürtler (187.593), ikinciyi Araplar (109.620), üçüncü büyük grubuysa Türkmenler Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Baas rejiminin iktidara geldiği 1968’den 1991’deki Körfez Savaşı’na dek Irak’lı Türkmenlerin tıpkı Kürtler gibi rejimin Kerkük’ü Araplaştırma politikasının kurbanı olmasına rağmen Ankara, Türkmenlere özel bir önem göstermedi.114 Bu tavır, savaşın sona ermesinden sonra değişti. ABD ve Körkez Savaşı müttefiklerinin 36. paralelin kuzeyini uçuşa kapatması, KDP ve KYB’nin yönettiği özerk bir Kürt bölgesinin fiilen oluşmasına yol açtı. Söz konusu partiler için Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmesi, hem Kerkük’ün onlara göre tarihi açıdan (tanımı henüz belirlenememiş de olsa) Kürdistan’a ait olduğu hem de bağımsızlık yolunda kritik önemde bir adım olduğu için önceliğe sahipti. Baas rejimi iktidarda olduğu sürece Kerkük’ü denetimlerine almaları neredeyse imkansız olsa da Batının düşmanlığı ve BM yaptırımları Kürtlere bunun değişebileceğine dair umutlar aşıladı. Bağdat’ın Kürtleri artık kontrol altında tutamayacağından endişe duyan Ankara, 1991 Körfez Savaşı’nın ardından Irak’la ilişkilerinde yeni stratejisinin dayanak noktası olarak Türkmenlere özel bir ilgi göstermeye başladı. 1990’ların ortasından itibaren Türkmenleri, tek çatı altında yani Irak Türkmen Cephesi’nde (ITC) birleştirmeye çalıştı.115 ITC, Türkiye’nin Türkmen sorununu gündeme getirmesinin temel aracı ve yerel (83.371) oluşturuyordu. Irak Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, 1957 Nüfus Sayımı Kesin Sonuçları (Arapça) (Bağdat, 1958), s. 243. Sonrasında 1967, 1977, 1987 ve 1997’de yapılan sayımlar, rejimin yönlendirmesi olduğu şüphesi nedeniyle son derece sorunlu kabul ediliyor. Dahası son üç sayım Araplaştırma politikasının etkilerini taşıyordu, zira Iraklılar belirlenen yalnızca iki grup olan Arap ve Kürtlerden hangisine ait olduklarını belirtebiliyorlardı. Bu durumda (Saddam Hüseyin yönetiminde Kürtler istenen etnik grup olmadığından) Türkmenler kendilerini Arap olarak belirttiler ve böylece rakamların yanlış belirlenmesine neden oldular. Günümüzdeki sayılarına dair güvenilir bir kaynak olmamasına karşın Türkmenlerin genellikle Kürtlerden sonra Irak’ta en büyük azınlığı oluşturduğu düşünülmektedir. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°56, Iraq and the Kurds: The Brewing Battle over Kirkuk, 18 Temmuz 2006, s. 2. 114 Åsa Lundgren, Türkiye’nin Irak’taki Türkmenlere ilgi göstermemesini iki nedene bağlıyor: Türkiye’nin resmi politikası etnik kimliğe dayanmamaktadır ve geleneksel dış politikası, toprak konusunda statükoyu korumaya öncelik vermektedir. Lundgren, a.g.e., s. 89-93. Buna karşın birçok kişi, Türkiye’nin politikasının etnik kimliğe dayanmadığı iddiasına karşı çıkmaktadır. Örneğin bakınız, Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama (İstanbul, 2008). 115 ITC, 1995’te Türkiye’nin güvenlik servisleri tarafından kuruldu ve o zamandan bu yana hükümetten önemli miktarda yardım almaktadır. 26 Türkmen örgüt ve siyasi grubu aynı çatı altında birleştirmektedir. Ancak Türkiye’nin uydu partisi olduğu düşünüldüğünden Türkmen halkının tamamının desteğini almayı başaramadı. Bakınız Kriz Grubu raporu, War in Iraq, a.g.e. Sayfa 17 siyasete dahil olmasının ana giriş noktası oldu. ITC’ye verdiği desteğin derecesi, PKK’ya karşı verdiği mücadeledeki başarısına bağlıydı. PKK güçlü olduğu sürece Ankara, ITC’ye çok az ilgi gösteriyor ve daha ziyade örgütün kontrol altına alınması için KDP ve KYB’den yardım talep ediyor ve ABD’nin başını çektiği Huzur Operasyonu ve onun ardından gelen ve kuzeyde uçuşa kapalı bölgeyi belirleyen Kuzeyden Keşif Harekatı’na katılıyordu.116 1999’da liderleri Öcalan’ın yakalanmasınının ardından PKK’nın mücadele gücünün zayıflamasıyla Türkiye, daha geniş bir hareket özgürlüğüne kavuştu. Kuzey Irak’taki çıkarlarını korumak için Türkmenleri kullanma niyetini belli ederek onlarla olan ilişkilerini derinleştirdi ve “tehdit altında olan” soydaşlarını korumak zorunda olduğunu ileri sürdü.117 Türkiye’nin Türkmen politikasının bazı noksanları mevcuttu. İlk olarak Türkmenlerin arasındaki siyasi ve mezhep farklılıklarını görmezden geldi. Bir Türk akademisyen bunu şöyle anlatıyor: Bu politika, gerçeklik duvarına çarptı. Türkmen halkının homojen ve tek vücut olduğu düşüncesi bir mitten ibarettir. Sayıları çok azdır ve aralarında derin farkılıklar vardır. Pek çoğu için mezhep kimliği, etnik kimlikten daha önemlidir. Şii Türkmenler, kendilerini öncelikle Şii cemaatinin parçası olarak görürler ve Türkiye tarafından kurularak desteklenen Sünni Irak Türkmen Cephesi’ni desteklemezler. Sünni Türkmenlerin kendi arasında bile İslamcılar ve laikler ayrımı vardır. Üstelik çok sayıda Türkmen Kürtleştirildi ve Kürtlerle aralarında çatışma bulunmamaktadır.118 Güvenlik konusunda çalışan bir Türk araştırmacı ekliyor: “Türkiye, tüm Iraklı Türkmenleri kucaklamayı başaramadı ve bu yüzden ne onlar üzerinde hak iddia edebiliyor ne de onları başkalarına karşı koruyabiliyor. 116 Daha ayrıntılı bilgi için bakınız Baskın Oran, Kalkık Horoz: Çekiç Güç ve Kürt Devleti (Ankara, 1998). 117 Bakınız Tarık Oğuzlu, “Endangered Community: The Turkoman Identity in Iraq”, Journal of Muslim Minority Affairs, sayı 2 (2004). 118 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Soli Özel, Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi ve Sabah gazetesinde köşe yazarı, İstanbul, 6 Eylül 2007. Türkmenler, aralarında Sünniler ve Şiiler olmak üzere yarı yarıya bölünmüş görünüyorlar. Bazıları genel görünümüyle (Irak) milliyetçi(si), bazılarıysa dini ağırlıklı (Sünni veya Şii İslamcı) birçok parti kurdular. Irak Türkmen Cephesi, çoğunluğu laik, milliyetçi Türkmenler olmak üzere son derece dar bir tabana sahip. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Bu nedenle Türkiye, Türkmen kartını kullanabilecek durumda değildir”.119 İkinci olarak, Türkiye Türkmenleri destekleyerek kuzey Irak üzerinde hak iddia ettiğini gösterdi ve Osmanlı dönemi sonrası varılan toprak anlaşmasını sorguladığı endişelerini uyandırdı.120 Eski Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun bir demeci, aşırı milletçi çevrelerin sıcak baktığı bu görüşü destekler nitelikteydi: Kuzey Irak, Misak-ı Milli hudutlarımızda bize emanettir. O günün İstiklal Savaşı şartları içinde, egemen güçlerin Türkiye’nin o günkü şartlarını istismar ederek zorla koparttığı bir yerdir. Kerkük ve Musul’da Türkmenlerin olması bu iki şehrin Türk toprağı olması demektir. Kuzey Irak, öyle veya böyle, şu veya bu kimselerin hevesine kurban edeceğimiz bir bölge değildir.121 Sayfa 18 Bundan sonra Türkiye, Türkmenlerin Kerkük’te ikinci sınıf statüye sahip olmalarına razı olmak zorunda kaldı. Dahası Ocak ve Aralık 2005’te yapılan seçimlerde Türkmenler, kendilerinin veya Türkiye’nin tahmin edebileceğinden çok daha az oy toplayarak bir darbe daha aldılar.122 Seçim sonuçlarını yalnızca etnik gruplara göre değerlendirmek zor olsa da123 üst düzey yetkililerin belirttiğine göre Türkmenler sayı ve birlik açısından yetersiz olduklarından Türkiye’nin planlarını sadece bu gruba bağlaması yersiz olacaktır.124 Hatalarından ders alan Türkiye, geliştirdiği yeni politikasıyla Kerkük’ün statüsünü ve Türkmenlerin durumunu, komşusunun istikrarı ve toprak bütünlüğünü korumak olarak özetlenebilecek genel amacıyla ilişkilendirdi. Üst düzey bir yetkili şunları söylüyor: Türkiye’nin Kerkük konusundaki gerçek niyetleri yanlış anlaşılıyor. Türk diplomasisi revizyonist değildir. Türkiye, Musul Vilayeti sorununu Batıyla diplomatik yollarla çözmeyi yeğledi ve mesele, Milletler Cemiyeti’nin kararına bırakıldı. Musul Vilayeti’ni üniter bir devletin parçası olması için bıraktık. Iraklı Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddiaları, bu anlayışla çelişmektedir. Şimdilerde Türkiye, Arap toprağı olarak kabul edilen Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmesi çabalarının Filistin’de olduğu gibi burada da Arap köktenciliğine yol açmasından endişe etmektedir. Burada yalnızca toprak değil önemli kaynaklar da söz konusudur.125 Kamuoyunda sık sık dile getirilen bu duygular, gerek Irak’ta gerekse uluslararası toplumda Türkiye’nin yayılmacı emellerinin olduğuna dair kanıyı pekiştirmektedir. Bu nedenle Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddialarına Irak’ın ve Iraklıların iyiliği için karşı koyduğunu açıklaması inandırıcı olmadı. Daha önce belirtildiği gibi Türkiye’nin içine düştüğü durum, meclisin 1 Mart 2003’te Amerikan askerlerinin ülkeden transit geçişini reddetmesiyle daha da zor bir hal aldı. Bu, ABD’nin askeri planlarını karıştırmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin sınırın ötesinde meydana gelecek gelişmelerde etkisini çok büyük oranda azalttı. Bundan en çok yararlanan Kürtler oldu, zira ABD’nin Irak’taki en önemli ve güvenilir müttefiki oldular. Sonuç olarak Ankara, Kürt partiler ABD güçlerinden bile önce Kerkük’e hücum ettiklerinde uzaktan izlemek durumunda kaldı. AKP hükümetinin daha belirgin politikası, Irak’ın birlik ve istikrarının ön koşulu olarak belli başlı şehirlerinde çoğulculuğu yani farklı toplulukların barış içinde bir 122 119 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırma Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. 120 Türkiye ve Birleşik Krallık, 1926’da imzaladıkları ve Milletler Cemiyeti kararını kabul ettikleri anlaşmayla Türkiye’de Misak-ı Milli sınırları içinde kabul edilen ve içinde Kerkük’ün de bulunduğu Musul vilayetini (eski bir Osmanlı eyaleti) Irak’a verdiler. Osmanlı meclisinin en son kararlarından biri olarak İstanbul’da 12 Şubat 1920’de kabul edilen altı karara yani Misak-ı Milli’ye göre, 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı sırada İtilaf devletlerinin işgal etmediği ve Arap olmayan Müslüman halkın çoğunlukta olduğu topraklar, Türk ulusunun vatanı kabul ediliyordu. Buna göre Musul Vilayeti, Türkiye’ye aitti. Ancak Birleşik Krallık bunu reddetti ve konu, görüşülmek üzere Milletler Cemiyeti Uluslararası Araştırma Komisyonu’na havale edildi. Komisyon, 1925’te vardığı kararla Musul’u, o sırada Britanya mandası olan Irak’a verdi. Bakınız Bill Park, “Turkey’s Policy Towards Northern Iraq: Problems and Perspectives”, a.g.e, s. 13-16. 121 Milliyet, 22 Ağustos 2002. Türkiye ve müttefikleri, Türkmenlerin sayısının daha fazla olduğunu varsaymışlardı; bazı tahminlere göre Irak’ta 3 milyon Türkmen yaşamaktadır, bu da nüfusun yüzde 12’sine tekabül etmektedir. Kriz Grubu Raporu, The Brewing Battle over Kirkuk, a.g.e, s. 19-21. Seçimlerden sonra Türk yetkililer, Celal Talabani gibi Kürt liderlerle ilk ciddi temaslarını gerçekleştirmeye başladılar. 123 Şii Türkmenlerin çoğu, Arap, Kürt ve Türkmen Şii’lerden oluşan Birleşik Irak İttifakı’na oy verdiler. Dahası tüm Sünni ve laik Türkmenlerin seçim barajını geçen tek Türkmen listesi olan Irak Türkmen Cephesi’ne oy verdikleri de kesin değildir. Pek çoğu oy kullanmamış ya da Irak Komünist Partisi veya İyad Allawi’nin Ulusal Irak Listesi gibi laik listelere oy vermiş olabilirler. Türkmen siyasetçiler, Ocak 2005 seçimlerine özellikle Kerkük’te hile ve nüfus manipülasyonu karıştığı için itiraz ettiler. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Türkmen Adalet Partisi’nden Murad Abd-al-Wahed, Kerkük, 21 Mart 2007. 124 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, Haziran 2005 ve Cengiz Çandar, Türk gazeteci, İstanbul, 14 Haziran 2005. 125 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, 12 Şubat 2008. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 arada yaşamasını savunmaktır.126 Buna göre Türkiye, Kerkük’ün çok etnili ve çok dinli dokusunun korunmasını desteklemektedir. Başbakanın önde gelen kurmaylarından biri bu politikayı şöyle anlatıyor: Hiçbir emperyal amaçla hareket etmiyoruz. Irak’ın kendi ayakları üzerinde durabilmesi için Basra, Bağdat, Kerkük ve Musul gibi şehirlerin karma yapısını bir şekilde koruması gerekir. Tarih boyunca bu Irak şehirlerinin hiçbiri homojen bir etnik veya mezhep dokusuna sahip olmamıştır.127 Bu yaklaşım, Türkiye’nin çıkarlarına birkaç yönden hizmet etmektedir. Kerkük’ün heterojen bir yapıya sahip olması, Kürtlerin petrol zengini bu vilayet üzerindeki özel iddialarını zayıflatmakta ve böylece bu şehri Kürdistan federal bölgesine dahil etme planlarını bozmaktadır; Kerkük olmazsa bu bölge, bağımsızlık kazanmak için gereken kaynaklara büyük olasılıkla sahip olamayacaktır.128 Türkmenler, tarih boyunca kendilerine ait olduğunu düşündükleri bu şehir üzerindeki hak ve çıkarlarını koruyabileceklerdir. Türkiye’nin yaklaşımı, Kürtlerin ve Irak anayasasının “normalleştirme”129 126 Türk Dışişleri Bakanlığının ön ayak olduğu bir bildiride Irak’ın komşuları ve uluslararası toplumun diğer üyeleri, “Irak’ın çok kültürlü, çok mezhepli ve çok etnili yapısının sahip olduğu zenginliğin ve Irak’ın kimliğinin yanı sıra Irak’ın geleceği için tüm toplulukların barış içinde bir arada yaşamasının sağlanmasının ve buna saygı gösterilmesinin önemine dikkat çekmek” konusunda anlaştılar. Irak ve Bahreyn’e Komşu Ülkeler Bakanları, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ve G-8 üyelerinin katıldığı toplantının sonuç bildirisi, İstanbul, 3 Kasım 2007, www.mfa.gov.tr sitesine gidiniz ve ortak bildiriler linkini takip ediniz. Türkiye, bu fikri, Orta Doğu’da sahip olduğu vizyonu ve bu bölgedeki rolüyle birlikte ele almaktadır. Söz konusu vizyon dört ilkeye dayanmaktadır: herkes için güvenlik, siyasi diyalog, ekonomik açıdan birbirine bağımlılık ve şehirlerin çok kültürlü niteliği. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, İstanbul, 11 Şubat 2008. 127 Ahmet Davutoğlu’nun açıklaması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış ilişkiler özel danışmanı, CNN TÜRK Televizyonu, 2 Ocak 2008. 128 “Bağımsız bir Kürt devleti kurulur, Kerkük bunun parçaı olur ve petrol gelirleri sayesinde yaşam standartları artarsa, bu devlet, Türkiye’deki Kürtler için bir çekim merkezi haline gelebilir. Bu sorunu halletmek için ya Türkiye’nin güneydoğusundaki yaşam standardını yükseltebilirsiniz ya da kuzey Irak’ın bir çekim merkezi olmasını önleyebilirsiniz. Türkiye, güneydoğuyu Iraklı Kürtler için bir çekim merkezi haline getirmek için gereken kaynaklara sahip olmadığına göre tek seçenek ikincisi. Bunu yapmanın yolu da Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmesini önlemek. Kerkük’ün içinde olduğu bağımsız bir Kürt devleti, Türkiye’ye bağımlı olmaz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Ercan Çitlioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanı, İstanbul, 17 Aralık 2007. 129 “Normalleştirme”den kastedilen, önceki rejimin Araplaştırma politikasını sistemli şekilde tersine çevirmek. Wafidin’in (yeni gelenlerin) uzaklaştırılması, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Sayfa 19 olarak bahsettiği süreç dahilinde şehrin demografik yapısının Kürtler tarafından manipüle edilmesini protesto etmeye dayanmaktadır. Ne var ki son tahlilde Türkmen faktörü, Türkiye’nin Kerkük ve Kürdistan federe bölgesine karşı stratejisinin küçük bir parçasını oluşturmaktadır. B. KERKÜK’ÜN IRAK’IN AYRILMAZ PARÇASI OLMASI Türkiye, aşırı federal yapının Irak’ın parçalanmasına yol açacağından korkarak başlangıçta ülkenin 2005 anayasasından duyduğu derin endişeleri dile getirdi.130 Bu endişelerin bir kısmının 2006 ve 2007’deki iç savaşta doğrulandığına şahit oldu. ABD’nin askeri müdahalesi ve başka faktörlerin etkisiyle şiddetin azalması ve Bağdat’ta barışın bir derece de olsa yerleşmesiyle ancak rahat bir nefes alabildi. Bu noktada Ankara, gerek zorunluluktan gerekse Washington’ın Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklediğine dair güveni arttığından anayasayı benimsedi. Yetkililer ayrıca Iraklı liderlerle aralarını iyi tutmak için anayasayı ve hükümeti olduğu gibi kabul etmek zorunda olduklarını fark ettiler.131 Onlara göre Türkiye’nin üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadığı bir Irak yerine ciddi noksanları olan bir Irak’ı desteklemek daha yerinde olacaktı. Geçtiğimiz yıl içinde AKP hükümeti, güvenlik bürokrasisinin de desteğiyle Irak hükümetiyle olan ilişkilerini iyileştirmek için büyük gayret sarf etti. Bu çabaların sonucunda Temmuz 2008’de stratejik ortaklık anlaşması imzalandı. Bu anlaşma münasebetiyle yapılan ortak siyasi deklarasyonun ilk ilkesi uyarınca iki ülke, “Irak hükümetinin terörle mücadele ve Irak’ın bağımsızlığını, tam egemenliğini, toprak bütünlüğünü yerlerinden edilmiş Kerküklülerin geri dönmesini ve daha çok Türkmenleri ilgilendirecek bir önlem olan mülkiyet haklarının iadesi öngörülüyor. Bakınız Kriz Grubu raporu, The Brewing Battle over Kirkuk, a.g.e, s. 11-16. 130 “Irak’ı birlik içinde tutmak için merkezi hükümete bazı yetkiler verilmelidir. Daha fazla taviz istenmesi, Irak’ın geleceği açısından yararlı olmayacaktır. Tüm grupların kazançlarını gözden geçirmesinin ve Irak’ta ulusal uzlaşıya ulaşmak için gayret etmesinin zamanı gelmiştir”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. 131 “Türkiye olarak biz, Irak’ı ve mevcut anayasasını tanıyoruz. Coğrafi gerçeklerin farkındayız. Onlarla [Iraklı Kürtlerle] yaşamak zorundayız”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 13 Şubat 2008. Bir Türk gazeteci ekliyor: “Türkiye, özellikle de Türk ordusu tavrını değiştirdi. Yeni formül, KBY eksi Kerkük eksi PKK’dır. Başka deyişle KBY, topraklarında PKK’nın varlığına izin vermediği sürece ve Kerkük’ü topraklarına katmaya kalkışmadığı sürece Türkiye, Kürt bölgesinin federal (konfederal değil) yapıya sahip olmasını kabul ediyor. Bu durumda Barzani, tanınacaktır”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Murat Yetkin, Radikal’in Ankara temsilcisi, Ankara, 4 Aralık 2007. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 ve tehditler karşısında ulusal birliğini koruma çabalarını desteklemeyi” taahhüt etti.132 Ne var ki anayasanın desteklenmesi, Kerkük ve diğer “tartışmalı toprakların” durumunu belirleyecek sürecin anlatıldığı 140. Maddesinin de desteklenmesi demektir. Türk yetkililer, bu sürecin tam ve adil olarak uygulanması durumunda Kerkük’ün muhtemelen Kürdistan federe bölgesine dahil olacağını ve böylece bu vilayetin içindeki çeşitli gruplar arasında anlaşmazlığa yol açacağını çok iyi kavradı.133 Bu nedenle Türkiye, anayasadaki zaman sınırı olan 31 Aralık 2007’ye kadar 140. Maddenin (referandum da dahil) uygulanmamasını olumlu karşıladı.134 Üst düzey Iraklı liderlerin aynı ay içinde bu zaman sınırını altı ay daha erteleyerek 30 Haziran 2008’e almalarını da memnuniyetle karşıladı.135 Kerküklü Türkmen ve Arapların aleyhine yapıldığını Sayfa 20 düşündüğü nüfus değişimleri karşısında endişelerinin devam etmesine rağmen yeni belirlenen zaman sınırı da aşıldığında memnuniyeti devam etti.136 Ancak Kürtlerin yaşadıkları aksaklıklar, amaçlarında körelmeye yol açmadı. Kerkük’ün statüsünün karara bağlanması için anayasanın tek dayanak olması ısrarlarından da vazgeçmediler. Fakat BM de dahil uluslararası toplumun üyelerinin yanı sıra Türkiye’nin müzakere yoluyla çözüme ulaşılması için baskı yapmalarına izin verdi. Ankara’nın tercihi, Kerkük’ün kendi başına bir federe bölge olmasını sağlayacak bir anlaşmaya varılmasıdır;137 böylesi bir anlaşma, daha sonra 140. Maddenin (muğlak) gerekleri yerine getirilerek halk oylamasıyla onaylanabilir.138 Üst düzey bir Türk yetkili şunları söylüyor: Başlangıçta 2007’de yapılması planlanan Kerkük referandumu, bir çözüme götüremez. Tam tersine çatışmaya götürür. Alternatif, tüm taraflar arasında müzakereyle anlaşmaya varılmasıdır. Kürtler, Türkmenler, Şii Araplar, Sünni Araplar, Keldaniler/ Asuriler oturup özel statünün koşullarını görüşmeliler. Sonra da müzakereyle varılan çözümü referanduma sunabilirler. Bu şekilde 140. Madde uygulanmış olacak ve referandum özel statü üzerine yapılsa bile kimse itiraz etmeyecek. Aksi takdirde boykot edilecek ve asla uygulanmayacak.139 132 Dahası, beşinci ilkeye göre iki ülke, “Irak’ın çok kültürlü, çok mezhepli ve çok etnili yapısının sahip olduğu zenginliğe ve Irak’ın kimliğinin yanı sıra Irak’ın geleceği için tüm toplulukların barış içinde bir arada yaşamasınının sağlanmasının ve saygı gösterilmesinin önemine saygı göstermeyi” taahhüt etmektedir. Başka deyişle Irak hükümeti, Türkiye’nin Kerkük’ü Kürdistan federe bölgesinin dışında tutma çabasını dolaylı olarak desteklemiş oldu. Bakınız Kurdistan Digest, Washington Kurdish Institute, 14 Temmuz 2008. 133 “Referandum, kazansalar bile onların [Iraklı Kürtlerin] lehine olmaz. Yüzde 60’ını alsalar bile geri kalan yüzde 40 sonuca şiddetle karşı çıkacak ve onlara her yerde saldıracak. Uzlamaya dayanan çözüme ulaşmak ve sonrasında oyların yüzde 90’ını almak daha iyi olur. Kürtler ve Arap isyancılar da dahil herhangi bir grup Kerkük’te şiddete yol açabilir. Kaos ortaya çıkar. Böyle bir ortamda referandumun meşruiyeti olmaz”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, 11 Şubat 2008. 134 Kürtlerin Kerkük’ü hukuki yolardan ilhak etme isteği, Irak anayasasının 140. Maddesinin uygulanmasına dayanıyor. Bunun birbirini izleyen üç adımda gerçekleştirilmesi öngörülüyor: normalleştirme, nüfus sayımı ve referandum. Bakınız Kriz Grubu Raporu, Resolving the Kirkuk Crisis, a.g.e, s. 2-4. Aralık 2007’de Irak hükümeti ve Kürt liderliği, ortak kararla referandumu altı ay ertelediler. “Implementation of Article 140: Deadline of 31 December 2007”, 15 Aralık 2007, bakınız www.uniraq.org, basın açıklamaları linkine gidiniz. Haziran 2008’de BM’nin Irak Yardım Misyonu (UNAMI), Kürdistan federe bölgesinin sınırlarının belirlenmesi için atılacak ilk adımları belirleyen bir öneri sundu ve bu öneride referandumdan bahsetmedi. “UNAMI, tartışmalı iç sınırlar sorunlarını çözümlemek üzere Irak Hükümeti’ne ilk incelemesini sunmaktadır”, 5 Haziran 2008, a.g.e. Belirlenen yeni referandum tarihi de hiçbir girişim olmadan 30 Haziran 2008’de geçti. 135 “Erteleme önemli, çünkü taraflar zaman kazanıyor. Ertelemeyle birlikte Kürtler için fırsat kapısı kapanmış oldu. Kürt liderler de bu gerçeğin farkında. Ancak halklarına yerine getiremeyecekleri vaatler verdiler. Şu çok açık ki ne Irak’ın geri kalanı ne de Kerkük’te yaşayan Türkmen ve Araplar Kerkük’te bir oldu bittiyle karşılaşmak istiyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. 136 Kerkük’ün sorununa alternatif bir çözüm bulunmasından yana olan bir Türk yetkili şunları söylüyor: “Kerkük referandumunun ertelenmesi bizim açımızdan bir çözüm değildir. Çünkü bu, nüfus değişimlerinin devam etmesinden başka bir şeye yaramayacak”. Kriz Grubu’na verilen mülakat üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Haziran 2008. 137 Irak anayasası ve sonrasındaki değişiklikler bu tür bir çözüme izin veriyor. Türkiye Kerkük’ün doğrudan Bağdat’a bağlı olmasını tercih etse de bu seçenek, Kürtlerin Nisan 2003’te şehrin ve vilayetin fiili kontrolünü ele geçirmeleri ve sonrasında Kerkük’ü Kürdistan federal bölgesine bağlamak için siyasi ve anayasal mekanizmalar oluşturmaları nedeniyle gitgide gerçek dışı bir hal aldı. 138 140. Madde bir referandum öngörse de referandumun hangi konuda yapılacağını belirtmiyor. Yani referandum, Kerkük’ün muhtemel statüsünü, ilgili tarafların müzakere yoluyla varacağı çözüme evet/hayır oyu verilmesini veya başka birşeyi konu edinebilir. 139 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Aralık 2007. Kerkük’ten “bir Irak şehri” olarak söz eden muhalefetten bir siyasetçi, daha ileri giderek “eğer bir referandum yapılacaksa yalnızca Kerkük’te yaşayan halkı değil tüm Irak halkını kapsamalı” dedi. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Şükrü Elekdağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili ve eski Dışişleri Bakanlığı müsteşarı, Ankara, 4 Aralık 2007. (Irak anayasasının 140. Maddesi, referandumun Irak’ın tamamında değil “Kerkük ve diğer tartışmalı topraklarda yapılmasını öngörmektedir.) Bunun aksine Türkiye’de yaşayan Kürtler, Kerkük’ü coğrafi açıdan Irak Kürdistan’ının parçası Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Kerkük’ün nihai statüsüne dair bir çözüme yakın zamanda ulaşılamayacağı için Türkiye, çatışmayı önlemek ve olası bir uzlaşmanın temelini atmak üzere geçici bir yetki paylaşımı düzenlemesi yapılmasını önerdi. Üst düzey bir yetkili şunları söylüyordu: Nihai statüyü ileri bir tarihe bırakmalıyız. Bu süre zarfında Türkmenler ve Araplar, Kerkük’teki Kürtlerle daha yakından çalışmaya başlamalılar. Çatışmadan ziyade işbirliği olmalı. Türkiye ve KBY ve bu şehirdeki çeşitli gruplar arasındaki işbirliği, sonucu belirleyecek.140 Bu amaçla Ankara, Temmuz 2008 görüşmeleri sırasında Irak temsilciler meclisindeki Türkmenlere eyalet seçimlerine dair yasa taslağına bir madde eklemeleri için baskı yaptı. Bu maddeye göre (24. Madde) Kerkük, bu seferki eyalet meclisi seçimlerinin dışına tutulacaktı; bunun yerine geçici bir süre için yapılacak yetki paylaşımı düzenlemesiyle eyalet meclisindeki sandalyeler, Kürtler, Araplar ve Türkmenler arasında eşit olarak paylaşılacak (her biri yüzde 32), daha küçük azınlıklar ise (Keldo-Asuriler, Ermeniler, MandeanSabyanlar) geriye kalan yüzde dördü paylaşacaklardı.141 Bir Türk yetkili, Kriz Grubu’na şunları söylüyordu: “Yüzde 32-32-32-4 formülü tercih edilebilir, zira herhangi bir topluluğun diğeri üzerinde hakimiyet kurmasını önleyecektir”.142 olarak görmekte ve şehrin Kürdistan federal bölgesinin parçası olmasını desteklemekteler. Demokratik Toplum Partisi’nden (DTP) bir milletvekili ise bunu ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Kerkük petrol sahasından elde edeceği geliri federal hükümetle paylaşması koşuluyla kabul edebileceğini vurguladı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Selahattin Demirtaş, Ankara, 3 Aralık 2007. KBY, halihazırda gelir paylaşımı ilkesini kabul etti. Bunun kapsamlı bir hidrokarbon yasasıyla karara bağlanması bekleniyor. Bakınız Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°75, Iraq After the Surge II: The Need for a New Political Strategy, 30 Nisan 2008, s. 4-10. Emekli bir Türk general, başka bir öneride bulundu: Kerkük, etnik farklılıklara dayanarak kantonlara ayrılmalı, her kanton kendi meclisiyle iç işlerini yürütmeli; ancak savunma, dışişleri ve hazine konularında Irak federal hükümetine bağımlı olmalı. Dahası, petrol gelirleri paylaşılmalı. Kriz Grubu’na verilen mülakat, Emekli general Armağan Kuloğlu, Global Strateji Entitüsü başdanışmanı, Ankara, 6 Şubat 2008. Bazı Iraklı Kürtler, bu öneriyi KBY’nin Kerkük’ü Kürdistan federal bölgesine dahil etme girişimleri başarısız olursa yedek plan olarak görmekteler. Kriz Grubu’na verilen mülakatlar, Kürdistan Stratejik Çalışmalar Merkezi yetkilileri, Süleymaniye, 22 Ocak 2008. 140 Kriz Grubu’na verilen mülakat, üst düzey Türk yetkili, Ankara, 3 Haziran 2008. 141 A.g.e. 142 32-32-32-4 formülünün hayata geçmesi durumunda Kürtlerin Arap ve Türkmenlerin kendilerine karşı cephe alacaklarından korkup korkmadıkları sorusu üzerine şunları söyledi: “Kürtler, ya Türkmenlerle ya da Araplarla çalışmak zorunda kalacaklar. Sayfa 21 Öneri, Kerkük sorununu çözmek yerine temsilciler meclisini kilitledi. Meclis yasayı kabul etmeden Ağustos’ta yaz tatiline başladı143 ve böylelikle (yasaya göre 1 Ekim 2008’de yapılması gereken) eyalet seçimlerinin 2009’dan önce yapılması ihtimalini zora soktu. Parlamento komitesinin yerel düzeyde yetki paylaşımı konusunda öneriler verene dek Kerkük seçimlerinin ertelendiği bir metin üzerinde tarafların uzlaşmasıyla (söz konusu metin 23. Madde oldu) sorun, Eylül’de çözümlendi.144 Temsilciler meclisi, sonrasında Kürdistan federal bölgesi ve Kerkük’ün dışında kalan on dört vilayette 31 Ocak 2009’a kadar oy kullanılmasına onay veren eyalet seçimleri yasasını kabul etti. Türkiye’ye göre bu, riskler barındırıyordu. Kerkük’te taviz vermekten çekinen Ankara, bu şehirde Kürtlerin kontrolünde seçim yapılmasını istemiyordu. Ne var ki Irak’ın geri kalan bölgelerinde seçimin ertelenmesi, nüfusun karışık olduğu vilayetlerde Sünni Arap nüfuzunun artması ihtimalinin zayıflaması anlamına geliyordu. Bu da Türkiye’nin sahip olduğu ve gerçekleşmesi durumunda Kürtlerin Nineva, Kerkük, Selahattin and Diyala vilayetlerinin bir kısmının Kürdistan federal bölgesine dahil etme arzularını güçleştirecek önemli bir amaçtı.145 Türk yetkililer, bu ikilemin farkında olmalarına rağmen Kerkük’ü en önemli öncelikleri olarak gördüler ve bu yönde ilerlemeye devam ettiler.146 Yasanın kabul edilmesinin ardından Türkiye, Kerkük seçimlerinin süresiz olarak ertelenmesinin çıkarlarına uygun olduğunu gördü; ancak 23. Maddenin gereği olarak seçimler yapılana dek Kürtlerin hakimiyetindeki mevcut konseyin işlevini sürdürdüğü gerçeğiyle de yüz yüze kaldı. Kürtlerin arzularının önüne geçmek isteyen ve tercih ettiği sonuç olan Kerkük’ün doğrudan Bağdat’a bağlanmasının düşük bir ihtimal olduğunu bilen Ankara, Kerkük’ün Irak Kürdistanı’na dahil edilmesini önlemek için tehdit, ikna ve Kürtler dışındaki Iraklı Rasyonel aktörler olarak hareket etmeye teşvik edilmeliler. Belki ancak bu şekilde etnik kökene dayanmayan koalisyonlar kurulabilir. Dahası Kürtler Türkmen-Arap koalisyonundan korkuyorlarsa şunun da farkına varmalılar ki Türkmenler ve Araplar da Kürtlerin Kerkük’ü kontrolleri altına almalarından korkuyorlar”. Kriz Grubu’na verilen mülakat, üt düzey Türk yetkili, İstanbul, 21 Temmuz 2008. 143 Kürtlerin rest çekmesi üzerine Temsilciler Meclisi 22 Temmuz’da yasayı kabul etti. Ancak Başkanlık Konseyinin üç üyesinden ikisi yasanın “ulusal mutabakat ilkesine aykırı” olduğunu belirterek imzalamayı reddetti. International Herald Tribune, 23 Temmuz 2008. 144 Bakınız Kriz Grubu raporu, Oil for Soil, a.g.e, s. 3-4. 145 Bakınız Kriz Grubu raporu, Iraq After the Surge II, a.g.e, s. 15-16. 146 Kriz Grubu’na verilen mülakat, Milli Güvenlik Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Ankara, 3 ve 4 Haziran 2008. Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 aktörlerle yaptığı paktları kullanmaya devam edecektir. Aynı zamanda yeni çatışmaların çıkmasını önlemenin en iyi yolu olarak gördüğü, Kerkük’ün özel bir statüya sahip olması için uzlaşmaya varılmasını da destekleyecektir. Sayfa 22 V. SONUÇ Irak’ta Kürt nüfuzunun artmasını tehdit olarak algılayan Türkiye, çıkarlarını korumak üzere bir dizi diplomatik, askeri ve ekonomik strateji benimsedi. Bu stratejiler genel anlamıyla başarılı oldu ve Ankara, çok sınırlı etkisinin olduğu Irak realitelerini değiştirmeye gayret etti. Başta PKK direnişiyle nasıl baş edileceği konusu olmak üzere iktidar partisi ile ülkenin geleneksel kurulu düzeni arasındaki bölünmeler belirginken Türkiye’nin politikası ortaya çıktı. Kemalist-milliyetçi çevreler, PKK’nın Irak Kürdistanı’ndan kaynaklanan operasyonlarından KBY’nin sorumlu olduğunu düşünüyor ve bu nedenle daha güçlü baskıya maruz bırakılması gerektiğine inanıyorlar. İktidardaki AKP de dahil olmak üzere daha pragmatik çevrelerse, KBY ile işbirliği içinde PKK’yla mücadele etmeyi ve Kürdistan federal bölgesini ekonomik açıdan Türkiye’ye bağımlı hale getirerek Ankara’nın yaptırım gücünü arttırmayı amaçlıyorlar. Yaklaşımlardaki farklılıklar, daha ziyade Türkiye içinde Kürt sorununa bakış açılarının farklı olmasından kaynaklanıyor. AKP, söz konusu sorunun daha fazla siyasi, kültürel ve dilsel özgürlükler tanıyarak siyasi yöntemlerle çözülmesi gerektiğine inanıyor. Sonuç, hükümet ile daha geleneksel kurulu düzen arasında genel olarak etkili ve oldukça pragmatik bir uzlaşmaya varılması oldu. AKP hükümeti, komşusu Irak’ın geleceğine dair belirsizlikler düşünüldüğünde Arap Irak’la sınırında istikrarlı bir Kürt tampon bölgesi bulunmasının iyi bir yatırım olduğuna, ancak bu bölgenin Türkiye’ye bağımlı olması gerektiğine inanmaktadır. Aynı zamanda denize kıyısı olmayan bir Kürdistan federal bölgesinin dış dünyaya açılmak için Türkiye’ye ihtiyaç duyacağı gerçeğine bel bağlamaktadır. Dahası Türkiye, Kürtlerden gelen ham petrolün Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a aktarılmasından kazanacağı gelirin yanı sıra gitgide artan enerji ihtiyaçlarını gidermek üzere Kürt bölgesinden gelen petrol ve gazı kullanmak istemektedir. Amaçlarını gerçekleştirmek üzere hükümet, Kemalistmilliyetçi kurulu düzenin de desteğini alarak hem Iran’ın etkisini azaltmak hem de Kürdistan federal bölgesini Irak’a daha sıkı bağlamak için merkezi Irak hükümetiyle yeni bir ilişki geliştirdi; Kürt hareketini ezmek yerine daha ziyade Washington ve Bağdat’ı harekete geçirmek amacıyla PKK’ya karşı sınırlı askeri sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirdi ve KBY’ye karşı yaptığı yeni açılımların karşılığını gördü. Buradaki can alıcı nokta, Türkiye’nin bu ilişkiyi Kürtler için cazibeli hale getirmesi durumunda KBY, PKK’yı sıkıştırma konusunda Türkiye’nin taleplerine daha olumlu yanıt Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 verebilir, ki bunun da sorunun çözümünde Türk ordusunun yapabileceklerinden daha etkili olduğu açıktır. Gerek Irak içinde gerekse sınırlarında görülen çok sayıda belirsizlik ışığında Türkiye ile KBY arasındaki ilişkinin gelişmesi, istikrarsızlık riskini azaltmak veya iç savaşın yeniden patlak vermesi halinde bölgesel etkilerini azaltmak için önemli bir araç durumundadır. Bu nedenle ilişkinin sürdürülmesi ve derinleştirilmesi büyük önem taşımaktadır. İstanbul/Brüksel, 13 Kasım 2008 Sayfa 23 Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 24 EK A IRAK HARİTASI Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 25 EK B KBY’NİN ÜZERİNDE HAK İDDİA ETTİĞİ TARTIŞMALI TOPRAKLAR Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 26 EK C ULUSLARARASI KRİZ GRUBU HAKKINDA The International Crisis Group (Crisis Group) is an independent, non-profit, non-governmental organisation, with some 135 staff members on five continents, working through field-based analysis and high-level advocacy to prevent and resolve deadly conflict. Crisis Group’s approach is grounded in field research. Teams of political analysts are located within or close by countries at risk of outbreak, escalation or recurrence of violent conflict. Based on information and assessments from the field, it produces analytical reports containing practical recommendations targeted at key international decision-takers. Crisis Group also publishes CrisisWatch, a twelve-page monthly bulletin, providing a succinct regular update on the state of play in all the most significant situations of conflict or potential conflict around the world. Crisis Group’s reports and briefing papers are distributed widely by email and printed copy to officials in foreign ministries and international organisations and made available simultaneously on the website, www.crisisgroup.org. Crisis Group works closely with governments and those who influence them, including the media, to highlight its crisis analyses and to generate support for its policy prescriptions. The Crisis Group Board – which includes prominent figures from the fields of politics, diplomacy, business and the media – is directly involved in helping to bring the reports and recommendations to the attention of senior policy-makers around the world. Crisis Group is co-chaired by the former European Commissioner for External Relations Christopher Patten and former U.S. Ambassador Thomas Pickering. Its President and Chief Executive since January 2000 has been former Australian Foreign Minister Gareth Evans. Crisis Group’s international headquarters are in Brussels, with advocacy offices in Washington DC (where it is based as a legal entity), New York, London and Moscow. The organisation currently operates eleven regional offices (in Bishkek, Bogotá, Cairo, Dakar, Islamabad, Istanbul, Jakarta, Nairobi, Pristina, Seoul and Tbilisi) and has local field representation in sixteen additional locations (Abuja, Baku, Bangkok, Beirut, Belgrade, Colombo, Damascus, Dili, Dushanbe, Jerusalem, Kabul, Kathmandu, Kinshasa, Port-au-Prince, Pretoria and Tehran). Crisis Group currently covers some 60 areas of actual or potential conflict across four continents. In Africa, this includes Burundi, Central African Republic, Chad, Côte d’Ivoire, Democratic Republic of the Congo, Eritrea, Ethiopia, Guinea, Kenya, Liberia, Rwanda, Sierra Leone, Somalia, Sudan, Uganda and Zimbabwe; in Asia, Afghanistan, Bangladesh, Indonesia, Kashmir, Kazakhstan, Kyrgyzstan, Myanmar/ Burma, Nepal, North Korea, Pakistan, Philippines, Sri Lanka, Tajikistan, Thailand, Timor-Leste, Turkmenistan and Uzbekistan; in Europe, Armenia, Azerbaijan, Bosnia and Herzegovina, Cyprus, Georgia, Kosovo, Serbia and Turkey; in the Middle East, the whole region from North Africa to Iran; and in Latin America, Colombia, the rest of the Andean region and Haiti. Crisis Group raises funds from governments, charitable foundations, companies and individual donors. The following governmental departments and agencies currently provide funding: Australian Agency for International Development, Australian Department of Foreign Affairs and Trade, Austrian Development Agency, Belgian Ministry of Foreign Affairs, Canadian International Development Agency, Canadian International Development and Research Centre, Foreign Affairs and International Trade Canada, Czech Ministry of Foreign Affairs, Royal Danish Ministry of Foreign Affairs, Dutch Ministry of Foreign Affairs, Finnish Ministry of Foreign Affairs, French Ministry of Foreign Affairs, German Federal Foreign Office, Irish Aid, Principality of Liechtenstein, Luxembourg Ministry of Foreign Affairs, New Zealand Agency for International Development, Royal Norwegian Ministry of Foreign Affairs, Qatar, Swedish Ministry for Foreign Affairs, Swiss Federal Department of Foreign Affairs, Turkish Ministry of Foreign Affairs, United Arab Emirates Ministry of Foreign Affairs, United Kingdom Department for International Development, United Kingdom Economic and Social Research Council, U.S. Agency for International Development. Foundation and private sector donors, providing annual support and/or contributing to Crisis Group’s Securing the Future Fund, include Carnegie Corporation of New York, Fundación DARA Internacional, Iara Lee and George Gund III Foundation, William & Flora Hewlett Foundation, Hunt Alternatives Fund, Kimsey Foundation, Korea Foundation, John D. & Catherine T. MacArthur Foundation, Charles Stewart Mott Foundation, Open Society Institute, Pierre and Pamela Omidyar Fund, Victor Pinchuk Foundation, Ploughshares Fund, Provictimis Foundation, Radcliffe Foundation, Sigrid Rausing Trust and VIVA Trust. November 2008 Further information about Crisis Group can be obtained from our website: www.crisisgroup.org Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 27 EK D ULUSLARARASI KRİZ GRUBU ORTA DOĞU VE KUZEY AFRİKA RAPORLARI VE BRİFİNGLERİ ARAB-ISRAELI CONFLICT Disengagement and After: Where Next for Sharon and the Likud?, Middle East Report N°36, 1 March 2005 (also available in Arabic and Hebrew) Syria After Lebanon, Lebanon After Syria, Middle East Report N°39, 12 April 2005 (also available in Arabic) Mr Abbas Goes to Washington: Can He Still Succeed?, Middle East Briefing N°17, 24 May 2005 (also available in Arabic) Disengagement and Its Discontents: What Will the Israeli Settlers Do?, Middle East Report N°43, 7 July 2005 (also available in Arabic) The Jerusalem Powder Keg, Middle East Report N°44, 2 August 2005 (also available in Arabic) Lebanon: Managing the Gathering Storm, Middle East Report N°48, 5 December 2005 (also available in Arabic) Enter Hamas: The Challenges of Political Integration, Middle East Report N°49, 18 January 2006 (also available in Arabic and Hebrew) Palestinians, Israel and the Quartet: Pulling Back From the Brink, Middle East Report N°54, 13 June 2006 (also available in Arabic) Israel/Palestine/Lebanon: Climbing Out of the Abyss, Middle East Report N°57, 25 July 2006 (also available in Arabic) The Arab-Israeli Conflict: To Reach a Lasting Peace, Middle East Report N°58, 5 October 2006 Israel/Hizbollah/Lebanon: Avoiding Renewed Conflict, Middle East Report N°59, 1 November 2006 (also available in Arabic and French) Lebanon at a Tripwire, Middle East Briefing N°20, 21 December 2006 (also available in Arabic and Farsi) After Mecca: Engaging Hamas, Middle East Report N°62, 28 February 2007 (also available in Arabic) Restarting Israeli-Syrian Negotiations, Middle East Report N°63, 10 April 2007 (also available in Arabic) After Gaza, Middle East Report N°68, 2 August 2007 (also available in Arabic) Hizbollah and the Lebanese Crisis, Middle East Report N°69, 10 October 2007 (also available in Arabic and French) The Israeli-Palestinian Conflict: Annapolis and After, Middle East Briefing N°22, 20 November 2007 (also available in Arabic) Inside Gaza: The Challenge of Clans and Families, Middle East Report N°71, 20 December 2007 Ruling Palestine I: Gaza Under Hamas, Middle East Report N°73, 19 March 2008 (also available in Arabic) Lebanon: Hizbollah’s Weapons Turn Inward, Middle East Briefing N°23, 15 May 2008 (also available in Arabic) The New Lebanese Equation: The Christians’ Central Role, Middle East Report N°78, 15 July 2008 (also available in French) Ruling Palestine II: The West Bank Model?, Middle East Report N°79, 17 July 2008 (also available in Arabic) Round Two in Gaza, Middle East Briefing N°24, 11 September 2008 (also available in Arabic) NORTH AFRICA Understanding Islamism, Middle East/North Africa Report N°37, 2 March 2005 (also available in Arabic and French) Islamism in North Africa IV: The Islamist Challenge in Mauritania: Threat or Scapegoat?, Middle East/North Africa Report N°41, 10 May 2005 (only available in French) Reforming Egypt: In Search of a Strategy, Middle East/North Africa Report N°46, 4 October 2005 Political Transition in Mauritania: Assessment and Horizons, Middle East/North Africa Report N°53, 24 April 2006 (only available in French) Egypt’s Sinai Question, Middle East/North Africa Report N°61, 30 January 2007 (also available in Arabic) Western Sahara: The Cost of the Conflict, Middle East/North Africa Report N°65, 11 June 2007 (also available in Arabic and French) Western Sahara: Out of the Impasse, Middle East/North Africa Report N°66, 11 June 2007 (also available in Arabic and French) Egypt’s Muslim Brothers: Confrontation or Integration?, Middle East/North Africa Report N°76, 18 June 2008 (also available in Arabic) IRAQ/IRAN/GULF Iraq: Allaying Turkey’s Fears Over Kurdish Ambitions, Middle East Report N°35, 26 January 2005 (also available in Arabic) Iran in Iraq: How Much Influence?, Middle East Report N°38, 21 March 2005 (also available in Arabic) Bahrain’s Sectarian Challenge, Middle East Report N°40, 2 May 2005 (also available in Arabic) Iraq: Don’t Rush the Constitution, Middle East Report N°42, 8 June 2005 (also available in Arabic) Iran: What Does Ahmadi-Nejad’s Victory Mean?, Middle East Briefing N°18, 4 August 2005 The Shiite Question in Saudi Arabia, Middle East Report Nº45, 19 September 2005 Unmaking Iraq: A Constitutional Process Gone Awry, Middle East Briefing N°19, 26 September 2005 (also available in Arabic) Jordan’s 9/11: Dealing With Jihadi Islamism, Middle East Report N°47, 23 November 2005 (also available in Arabic) In their Own Words: Reading the Iraqi Insurgency, Middle East Report N°50, 15 February 2006 (also available in Arabic) Iran: Is There a Way Out of the Nuclear Impasse?, Middle East Report N°51, 23 February 2006 (also available in Arabic) The Next Iraqi War? Sectarianism and Civil Conflict, Middle East Report N°52, 27 February 2006 (also available in Arabic) Iraq’s Muqtada Al-Sadr: Spoiler or Stabiliser?, Middle East Report N°55, 11 July 2006 (also available in Arabic) Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Iraq and the Kurds: The Brewing Battle over Kirkuk, Middle East Report N°56, 18 July 2006 (also available in Arabic and Kurdish) After Baker-Hamilton: What to Do in Iraq, Middle East Report N°60, 18 December 2006 (also available in Arabic and Farsi) Iran: Ahmadi-Nejad’s Tumultuous Presidency, Middle East Briefing N°21, 6 February 2007 (also available in Arabic and Farsi) Iraq and the Kurds: Resolving the Kirkuk Crisis, Middle East Report N°64, 19 April 2007 (also available in Arabic) Where Is Iraq Heading? Lessons from Basra, Middle East Report N°67, 25 June 2007 (also available in Arabic) Shiite Politics in Iraq: The Role of the Supreme Council, Middle East Report N°70, 15 November 2007 (also available in Arabic) Iraq’s Civil War, the Sadrists and the Surge, Middle East Report N°72, 7 February 2008 (also available in Arabic) Iraq after the Surge I: The New Sunni Landscape, Middle East Report N°74, 30 April 2008 (also available in Arabic) Iraq after the Surge II: The Need for a New Political Strategy, Middle East Report N°75, 30 April 2008 (also available in Arabic) Sayfa 28 Failed Responsibility: Iraqi Refugees in Syria, Jordan and Lebanon, Middle East Report N°77, 10 July 2008 Oil for Soil: Toward a Grand Bargain on Iraq and the Kurds, Middle East Report N°80, 28 October 2008 OTHER REPORTS AND BRIEFINGS For Crisis Group reports and briefing papers on: • Africa • Asia • Europe • Latin America and Caribbean • Middle East and North Africa • Thematic Issues • CrisisWatch please visit our website www.crisisgroup.org Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 29 EK E ULUSLARARASI KRİZ GRUBU MÜTEVELLİ HEYETİ Co-Chairs Lord (Christopher) Patten Former European Commissioner for External Relations, Governor of Hong Kong and UK Cabinet Minister; Chancellor of Oxford and Newcastle University Thomas R Pickering Former U.S. Ambassador to the UN, Russia, India, Israel, Jordan, El Salvador and Nigeria; Vice Chairman of Hills & Company President & CEO Gareth Evans Former Foreign Minister of Australia Executive Committee Morton Abramowitz Former U.S. Ambassador and Director of the Arms Control and Disarmament Agency Joschka Fischer Ali Alatas Yegor Gaidar Former Foreign Minister of Indonesia HRH Prince Turki al-Faisal Former Ambassador of the Kingdom of Saudi Arabia to the U.S.; Chairman, King Faisal Centre for Research and Islamic Studies Kofi Annan Former Secretary-General of the United Nations; Nobel Peace Prize (2001) Louise Arbour Former UN High Commissioner for Human Rights and Chief Prosecutor for the International Criminal Tribunals for the former Yugoslavia and for Rwanda Richard Armitage Former U.S. Assistant Secretary of State and Ambassador to Turkey Former U.S. Deputy Secretary of State Emma Bonino* Former High Representative for Bosnia and Herzegovina and Leader of the Liberal Democrats, UK Former Minister of International Trade and European Affairs of Italy and European Commissioner for Humanitarian Aid Cheryl Carolus Former South African High Commissioner to the UK and Secretary-General of the ANC Maria Livanos Cattaui Member of the Board of Directors, Petroplus Holding AG, Switzerland; former Secretary-General, International Chamber of Commerce Yoichi Funabashi Editor-in-Chief & Columnist, The Asahi Shimbun, Japan Frank Giustra Chairman, Endeavour Financial, Canada Stephen Solarz Former U.S. Congressman George Soros Chairman, Open Society Institute Pär Stenbäck Former Foreign Minister of Finland *Vice-Chair Other Board Members Adnan Abu-Odeh Former Political Adviser to King Abdullah II and to King Hussein and Jordan Permanent Representative to the UN Kenneth Adelman Lord (Paddy) Ashdown Former Foreign Minister of Germany Former Prime Minister of Russia Leslie H. Gelb President Emeritus of Council on Foreign Relations, U.S. Carla Hills Former Secretary of Housing and U.S. Trade Representative Lena Hjelm-Wallén Former Deputy Prime Minister and Foreign Affairs Minister of Sweden Swanee Hunt Chair, The Initiative for Inclusive Security; President, Hunt Alternatives Fund; former U.S. Ambassador to Austria Anwar Ibrahim Former Deputy Prime Minister of Malaysia Asma Jahangir Shlomo Ben-Ami UN Special Rapporteur on the Freedom of Religion or Belief; Chairperson, Human Rights Commission of Pakistan Former Foreign Minister of Israel James V. Kimsey Lakhdar Brahimi Founder and Chairman Emeritus of America Online, Inc. Former Special Adviser to the UN Secretary-General and Foreign Minister of Algeria Wim Kok Former Prime Minister of the Netherlands Zbigniew Brzezinski Aleksander Kwaśniewski Former U.S. National Security Advisor to the President Former President of Poland Kim Campbell Former President of Chile Former Prime Minister of Canada Naresh Chandra Ricardo Lagos Joanne Leedom-Ackerman Former Indian Cabinet Secretary and Ambassador of India to the U.S. Novelist and journalist, U.S.; former International Secretary of International PEN Joaquim Alberto Chissano Jessica Tuchman Mathews Former President of Mozambique President, Carnegie Endowment for International Peace Wesley Clark Former NATO Supreme Allied Commander, Europe Pat Cox Former President of the European Parliament Uffe Ellemann-Jensen Moisés Naím Editor-in-chief, Foreign Policy; former Minister of Trade and Industry of Venezuela Ayo Obe Former Foreign Minister of Denmark Chair of Steering Committee of World Movement for Democracy, Nigeria Mark Eyskens Christine Ockrent Former Prime Minister of Belgium Journalist and author, France Victor Pinchuk Founder of Interpipe Scientific and Industrial Production Group, Ukraine Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi? Kriz Grubu Orta Doğu Raporu N°81, 13 Kasım 2008 Sayfa 30 Samantha Power Güler Sabancı Lawrence Summers Anna Lindh Professor of Practice of Global Leadership and Public Policy at the Carr Center for Human Rights, Harvard University Chairperson, Sabancı Holding, Turkey Former President of Harvard University and U.S. Secretary of the Treasury Ghassan Salamé Former Minister of Culture of Lebanon; Professor of International Relations, Paris Fidel V. Ramos Former President of the Philippines; Chairman, Boao Forum for Asia, Beijing Thorvald Stoltenberg Ernesto Zedillo Former President of Mexico; Director, Yale Center for the Study of Globalization Former Foreign Minister of Norway PRESIDENT’S COUNCIL Crisis Group’s President’s Council is a distinguished group of major individual and corporate donors providing essential support, time and expertise to Crisis Group in delivering its core mission. Khalid Alireza BHP Billiton Canaccord Adams Limited Equinox Partners Alan Griffiths Iara Lee & George Gund III Foundation Frank Holmes George Landegger Ford Nicholson Ian Telfer Guy Ullens de Schooten Neil Woodyer Don Xia INTERNATIONAL ADVISORY COUNCIL Crisis Group’s International Advisory Council comprises significant individual and corporate donors who contribute their advice and experience to Crisis Group on a regular basis. Rita E. Hauser (Co-Chair) Elliott Kulick (Co-Chair) Hamza al Kholi Anglo American PLC APCO Worldwide Inc. Ed Bachrach Patrick Benzie Stanley Bergman & Edward Bergman Harry Bookey & Pamela Bass-Bookey John Chapman Chester Chevron Richard Cooper Neil & Sandy DeFeo John Ehara Frontier Strategy Group Seth Ginns Alan Griffiths Charlotte & Fred Hubbell Khaled Juffali George Kellner Amed Khan Zelmira Koch Shiv Vikram Khemka Scott Lawlor Jean Manas Marco Marazzi McKinsey & Company Najib Mikati Harriet Mouchly-Weiss Donald Pels and Wendy Keys Anna Luisa Ponti & Geoffrey Hoguet Michael Riordan StatoilHydro ASA Tilleke & Gibbins Vale VIVATrust Yasuyo Yamazaki Yapı Merkezi Construction and Industry Inc. Shinji Yazaki SENIOR ADVISERS Crisis Group’s Senior Advisers are former Board Members (not presently holding national government executive office) who maintain an association with Crisis Group, and whose advice and support are called on from time to time. Martti Ahtisaari (Chairman Emeritus) Diego Arria Zainab Bangura Christoph Bertram Jorge Castañeda Alain Destexhe Marika Fahlén Stanley Fischer Malcolm Fraser I.K. Gujral Max Jakobson Todung Mulya Lubis Allan J. MacEachen Barbara McDougall Matthew McHugh George J. Mitchell (Chairman Emeritus) Surin Pitsuwan Cyril Ramaphosa George Robertson Michel Rocard Volker Ruehe Salim A. Salim Mohamed Sahnoun William Taylor Leo Tindemans Ed van Thijn Shirley Williams Grigory Yavlinski Uta Zapf