Birêxistin bibe biafrîne Azadiya Rêber Apo misoger bike
Transkript
Birêxistin bibe biafrîne Azadiya Rêber Apo misoger bike
P STÊRKA CIWAN K o v a r a C i w a n a n a M e h a n e Birêxistin bibe biafrîne Azadiya Rêber Apo misoger bike Nîsan 2013 Hejmar:119 Üveyş ANA Nuda KARKER (Nazan BAYRAM) İçindekiler Editörden Türkiye’de demokratikleşme sorunları ve Kürdistan’da çözüm modelleri .................................................................................. 2 Abdullah ÖCALAN Merhaba Güneş’in genç yoldaşları! Nisan ayı, ağaçların yeşerdiği, tomurcukların açtığı, suların coşkuyla aktığı, toprağın suya doyduğu, en güzel çiçeklerin çıktığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü baharın, güzelliklerin ve doğanın yaşatma eğiliminin zirvesidir. Nisan Ayı Önderliğimizin doğduğu ay olmasından dolayı Kürt halkı ve kadınları olarak büyük anlam yüklediğimiz bir ay olmaktadır. Bu 4 Nisan’da Reber Apo, 64. yaşına girmektedir. İmralı’da esir tutuluşunun ise 14. yılı oldu. Ağır tecrit koşullarında, dünya kapitalist sisteminin yoğun baskı ve saldırıları altında, görülmemiş bir direnişle geçen 14 yıl. 8 Mart ve Newroz’u geride bıraktık. Kürt halkı tarafından her yıl büyük bir coşkuyla karşılanan Newroz’un bu ay farklı bir anlamı vardı. Önderlik yeni bir süreç başlatmış ve mücadeleyi daha geniş kapsamlı bir mecraya taşımıştır. Ortadoğuda demokratik uygarlığın inşası ve Kürt halkının özgürlüğü süreci başlamıştır. Bundan sonra bize düşen Önderliğin başlatmış olduğu süreci sahiplenmektir. Kürt gençleri olarak her alanda örgütlenmek, mücadeleyi yükseltmek Önderliğin başlatmış olduğu sürecin başarıya ulaşması, Kürt gençlerinin bundan sonraki süreçte de her alanda barışa hazır olduğu kadar savaşa da hazır olduğunu göstermesi gerekiyor. Süreç rehavete girme değil aksine daha fazla mücadele, çalışma ve örgütlenme dönemidir. Bu süreçte sorumluluklarımız her zamankinden daha fazla ve elzemdir. Kürt gençleri hem savaşa hem barışa hazır olmalıdır............................................................................................... 5 Ciwan AZAD Tarih bir kişilikte dile gelince..................................................................................... 10 Besî ŞİMAL Gençlik çağı................................................................................................................................................ 14 Stêrka CIWAN Şehit Beritan çizgisinde yürüyen genç kadınlar Saralaşarak özgürlüğü kazanacaktır........................................................... 20 Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu Apocu felsefe............................................................................................................................................. 28 Rojbîn AMED Bu mücadelenin dürüst bir militanı olmak istiyorum............................................................... 32 Nupelda ENGİN Di dema nû de nasnameya PKK’ê û maneya wê..................... 36 Abdullah Öcalan Qadro û ciwan....................................................................................................................................... 40 Aqademiya Zanistên Civakî Ya Abdullah Ocalan Ciwan û tevgera çandê li rojavayê Kurdistan................................................................................................................ 43 Mistefe REZAN Ahlaq bingeha civakbûnê ye ....................................................................................... 44 Akademiya Tev-Çand Pilingên Tamîl Elam .................................................................................................................. 46 Zagros TOLHİLDAN Çalakiya xweser li Botanê................................................................................................. 51 Sozdar AVESTA Cemato ehlaqî polîtîk................................................................................................................ 54 Sinan SÜTPAK Die Amazonen von Mesopotamien.................................................................... 56 Von Dilar DİRİK Ez Kurdim: « Briser le mur du silence »................................................. 60 Jules RONDEAU Amed’de buluşmak dileğiyle... Genç kalın... Mail adıesi; kovaraciwanan@gmail.com ÖNDERLİK STÊRKA CIWAN Türkiye’de demokratikleşme sorunları ve Kürdistan’da çözüm modelleri EYLEM PLANI Abdullah ÖCALAN “Çağdaş gelişmelerin de bu yönde olması, ABD ve AB’nin teşvikleri, medya, sivil toplum ve kamuoyunun büyük bölümü ile Kürtlerin tamamının bu yönde eğilim göstermesi, ilk defa demokratik çözüm planlarının uygulanabilirlik şansını artırmaktadır” Toplumsal sorunlarda önerilen her çözüm modeli pratik değer ifade etmedikçe zihin jimnastiği olmaktan öteye gitmez. Şüphesiz pratik adımlar da düşünceyle ilgilidir, yürüyen düşüncedir. Yine de başarılı çözümlemelerin değeri ancak pratikle yanıt bulabilir. Kendi adıma Kürt sorununun çözümü konusunda oldukça amatörce de olsa pratik adımlar atmayı tek taraflı eylem hareketlerinden daha çok önemsedim. Anlamlı diyaloglara her zaman öncelik verilmesi gerektiğine inanırım. Ama diyalog adına kendini kandırmanın da felaket getirdiğini bilirim. Tarafların müzakere pozisyonunu hiç küçümsememek gerekir. En küçük bir müzakere zemini, en gelişkin ve başarılı geçen güç eylemlerinden daha değerlidir. Kürtler konusunda 1970’lerde Nîsan 2013 PKK’nin doğuş sürecinde çok katı bir inkar politikası yürürlükteydi. Bu politikaya sözlü olarak karşı çıkmak bile en ağır cezalarla karşılık buluyordu. Daha o dönemde sol gruplarla ortak demokratik çözümlere öncelik tanındı. ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği -1975) Başkanlığı’na seçilmem bu amaçlaydı. Yürümediğinde PKK çıkışına yönelim kaçınılmazdı. 15 Ağustos Hamlesi’ne yönelim yine inkar ve imha politikasına karşı tek alternatifti. İstediğim gibi olmasa da, tüm gücümle yüklenmekten çekinmedim. Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın 1990’ların başında sunduğu diyalog ortamı geliştirilseydi, belki de Kürt sorunu bugün çok farklı konumlarda olurdu. Devlet kendi başkanına diyalog ve müzakere için fırsat tanımadı. Geleneksel inkarcı ve imhacı 2 pratik tüm gücüyle devredeydi. Cumhuriyet tarihinin en karanlık döneminden geçiliyordu. 1997-98’de siyasi ve askeri cepheden yaklaşılan diyalog denemesi de aynı akıbete uğradı. İç ve dış engelleyiciler, özcesi tüm siyasi ve askeri yapı üzerinde etkili olan gladio, en basit diyalog ve müzakere pozisyonuna bile olanak tanımıyordu. İmralı sorgulama sürecimi bir diyalog ve müzakere zemini olarak değerlendirme konusundaki tüm çabalarıma rağmen birileri hep bozdu. Tüm önerilerim cevapsız kaldı. Açık ki sonuna kadar hareketin tasfiyesi planlanıyordu. Müzakere ve diyalogu sonları gibi gören yapılar vardı. Bunlar müthiş palazlanmışlar, devlet içinde devlet olmuşlardı. Bulaşıcı iktidar hastalığını yaşayan kesimlerin en tehlikelisi ve en acımasız olanlarıydı. Tüm uyarılarıma rağmen, yine binlerce ölüm STÊRKA CIWAN ve hesapsız maddi kayıp gerçekleşti. Şahsen 1990’lardan beri savaşı sınırlı tutmayı tercih ediyordum. Fakat bu sonuç vermeyince, arzulanmadığı halde, Kürdistan ve Kürtler boyutunda ‘varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama’ amaçlı topyekun direnişin kaçınılmaz olduğu bir sürece hızla yaklaşıldığını son uyarı olarak belirtmek, açıklamak zorunda kaldım. Olası diyalog ve müzakere zemini bu yönlü olasılıkların gerçekleşebilirliği nedeniyle dile getirildi. Savaşın tarafları arasında planlar yok değildir. Eylem planları, üzerinde en çok durulan ve yapılan çalışmalardır. Kendi deneyimlerimden bu çalışmaların varlığını çok iyi bilmekteyim. Tek taraflı eylem planları iştiyakla yapılır. Zor olanı, tarafları buluşturacak eylem planları geliştirmektir. Karşılıklı empati olmadan bu tür planlar geliştirilemez. Tek taraflı olarak geliştirilen ve halen uygulanan eylem planları hakkında kısa bir değerlendirmeyle birlikte, iki tarafın uzlaşmasına yol açacak olası bir eylem planına ilişkin görüşlerimi sunmaya çalışacağım. Kendimi planın uygulanmasından sorumlu bir taraf olarak görmediğimi baştan belirtmeliyim. Çünkü içinde bulunduğum hükümlülük statüsü ve uygulanma koşulları taraf olmamı mümkün kılmaya elvermez. Sunduğum görüşler daha çok tarafların birbirini gerçekçi tanımalarını sağlamayı ve olası ortak bir eylem planına ilişkin olmazlarla olabilirler konusunda aydınlatıcı olmayı hedefliyor. Buna göre: 1- Geleneksel inkarcı ve imhacı çözüm planı: Bu çözüm doğrultusunda eskisi kadar yoğun olmasa da, halen geliştirilen ve uygulanan planlar söz konusudur. Sınıfsal temeli devlet rantına dayalı olarak oluşan orta sınıf burjuvazisi ve bürokrasisi olan bu kesimler, içte ve dışta oldukça teşhir ve tecrit olmalarına karşılık, imha planlarını tüm sinsi ve kaba yöntemlerle uygulamaktan çekinmemektedir. Geleneksel Kürt işbirlikçi kesimler dışındaki tüm Kürtler, bu planın uygulamasına tarihlerinin en kapsamlı direnişleriyle karşılık vermektedirler. Direnişin önderliği konumunda olan PKK, bu planlar uygulanmaya devam ettikçe, bundan sonra da kendi eylem planlarını kapsamlıca uygulayabilecek kapasite ve güce sahiptir. Pasif savunma planlarından aktif savunma ve topyekun direniş planlarına geçiş yapabilecek konumdadır. Önümüzdeki dönemde demokratik çözümde yaşanacak ciddi tıkanıklıklar karşısında topyekun savunma planına geçmesi beklenebilir. 2- Federalist, milliyetçi çözüm planı: Bu planlar da çeşitli boyutlarda ve alanlarda uygulanma durumundadır. Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’nce hayata geçirilen bu planların arkasında, bölgenin geleneksel sömürgeci ulus devletleriyle küresel hegemonik güçler durmaktadır. Hepsinin amaçları değişik de olsa, genel bir mutabakat söz konusudur. Kürtlerdeki devrimci demokratik potansiyeli çarpıtmak amacıyla bu plana destek vermektedirler. ABD, Kürt Federe Yönetimi’ni en açık destekleyen hegemonik güç konumundadır. Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi kontrol etmede Federe Yönetim stratejik rol oynamaktadır. Türkiye, İran ve Suriye yönetimleri, kendi Kürtlerinin direncini kırma ve Kürdistanlarını yok sayma pahasına, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Kuzey Irak’a sıkıştırılmış ‘Küçük Kürdistan’ planını çeşitli yöntemlerle desteklemektedirler. Kürtler kendilerine biçilmiş bu rolü aşmak istediklerinde, bu güçler hep birlikte karşı çıkmaktadırlar. 3 Böl yönet politikacılığı ve plancılığı en çok ‘Küçük Kürdistan’ projesiyle yürütülmektedir. Özellikle devrimci, radikal demokratlar ve sosyalistler bu yolla etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Planın temel hedeflerinden biri de PKK’nin izolasyonudur. ‘Küçük Kürdistan’ karşılığında PKK’nin izolasyonu ve tasfiyesine ilişkin çok kapsamlı bir gladio çalışması vardır. Ayrıca bu plan uluslararası diplomasi alanında da geniş bir destek bulmaktadır. Kürt Federe Yönetimi’ni de aralarına katan ABD-Türkiye-Irak yönetimi, bu plan çerçevesinde şimdilik PKK’yi silahlı mücadeleden vazgeçirmeye çabalamaktadır. Fakat bu plan tarafların farklı çıkarları nedeniyle yeterince işlememekte, uygulaması sınırlı kalmaktadır. Kürt toplumunun geniş kesimleri tarafından desteklenmediğinden fazla umut vermemektedir. Dar bir elit kesimin çıkarlarına hizmet ettiğinden, her geçen gün daha çok deşifre olmakta ve tecritle karşılaşmaktadır. PKK’nin bu plana karşı verdiği yanıt, ‘teslim olmama ve direnişe devam’ biçiminde olmuştur. Uzun süreden beri saflarında yer alan birçok kararsız, ahlaki ve ideolojik zayıflık içindeki kişiliğin kaçıp sığındığı bu plan sahipleri, yeni bir işbirlikçi hareket geliştirmek istemelerine rağmen, hemen deşifre olmaktan kurtulamamışlardır. Kürt milliyetçiliği geleneksel zayıflığı nedeniyle tutarlı bir ulus devletçi plan da geliştiremediğinden, yozlaşıp tasfiye olmak adeta kaderleri haline gelmiştir. Bu kesimler tüm umutlarını PKK direnişinin kırılmasına bağlamışlardır. Türkiye hükümetleri de umutlarını uzun süre aynı yönde kullanmışlardır. ‘Küçük Kürdistan’a dayalı Kürt milliyetçiliğinden medet ummuşlardır. Rumlara ve Ermenilere uygulanan planların bir benzerini ‘Küçük Kürdistan’ teNîsan 2013 STÊRKA CIWAN melinde Kürtlere uygulamak istemişlerdir. Fakat koşulların farklılığı ve PKK’nin konumu bu planın ters tepmesine yol açmakta, güçlenen PKK çizgisi olmaktadır. 3- Demokratik çözüm planı: İlk iki maddedeki planların fazla umut vermemesi ve her bakımdan çok pahalıya patlaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratikleşme projelerine yöneltmiştir. Çağdaş gelişmelerin de bu yönde olması, ABD ve AB’nin (uyum yönünde) teşvikleri, medya, sivil toplum ve kamuoyunun büyük bölümü ile Kürtlerin tamamının bu yönde eğilim göstermesi, ilk defa demokratik çözüm planlarının uygulanabilirlik şansını artırmaktadır. Oldukça azınlığa düşmüş ulusalcı milliyetçi faşist cephenin tüm karşı direnmesine rağmen, devletin temel kurumlarının da demokratik çözüm projelerine karşı çıkmamaları ve hatta altyapısının hazırlanmasında önemli rol oynamaları, çözüm planlarının gerçekleşme şansını artırmaktadır. Bu tarihi yeni durum karşısında taraflar arasında uygulanabilecek eylem planı birkaç aşamadan geçişi gerektirmektedir. Eğer demokratik çözüm planının ana hatları üzerinde devletin temel kurumlarıyla hükümetin mutabakatı oluşursa ve Kürt tarafıyla birlikte demokratik güçlerin de desteğini alırsa, muhtemel uygulamalar-aşamalar şu yönde gelişebilir: a- Birinci aşama: PKK’nin çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi. Bu aşamada tarafların provokasyonlara gelmemeye, güçleri üzerindeki kontrolü sıklaştırmaya ve kamuoyunu hazırlamaya devam etmeleri gerekir. b- İkinci aşama: Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayacağı önerilerle hukuki engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma KoNîsan 2013 misyonu’nun teşkil edilmesi. Komisyonun teşkilinde tüm taraflar arasında azami muvafakat aranacaktır. Bu komisyonda yapılacak itiraflar ve savunmalara bağlı olarak bir af müessesesi önerilerek TBMM’ne sunulacaktır. Yasal engellerin bu biçimde kaldırılması halinde, PKK yasadışı konumdaki varlığını ABD, AB, BM, Irak Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin içinde bulunacağı bir kurulun denetiminde Türkiye sınırlarının dışına çıkarabilecektir. Daha sonra bu güçlerini kontrollü olarak değişik alan ve ülkelerde üslendirebilecektir. Bu aşamada önemli olan kritik nokta, PKK siyasi tutuklu ve hükümlülerinin bırakılmasıyla PKK silahlı güçlerinin sınır dışına çekilmesinin birlikte planlanmasıdır. “Biri diğersiz olmaz” ilkesi geçerlidir. c- Üçüncü aşama: Demokratikleşmenin anayasal ve yasal adımları atıldıkça tekrar silahlara başvurmanın zemini kalmayacaktır. Başta PKK’de görev almış olanlar olmak üzere, uzun yıllardan beri sürgün yaşayan, vatandaşlıktan çıkarılmış ve mülteci konumuna düşmüş olanların peyderpey yurda dönmesi başlayacaktır. KCK faaliyetlerinin yasallık kazanmasıyla PKK’nin Türkiye sınırları dahilinde faaliyet göstermesine gerek kalmayacaktır. Her bakımdan legal demokratik siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel faaliyetler esas alınacaktır. Bu aşamalı planın hayata geçmesinde Abdullah Öcalan’ın konumu stratejik önem arz etmektedir. Planın Öcalansız yürüme şansı çok sınırlıdır. Dolayısıyla konumuna ilişkin makul çözümler geliştirilmek durumundadır. Konumuma ilişkin olası önerilerimi şu şekilde sunmam mümkündür: i- Hakikat ve Uzlaşı Komisyonu’nda geliştireceğim savunma te4 melinde özgür bırakılmam görev, iş gereğidir. ii- Özgürlük çerçevesinde ama yukarıda adı geçen ABD, AB, BM, Kürt Federe Yönetimi ve Türkiye Cumhuriyeti yetkilileriyle, gerekirse başka ülkeler ve güçlerin temsilcileriyle ittifak halinde, PKK başta olmak üzere Kürtlerle ilgili olan tüm çevreleri demokratik çözüme hazırlama ve planın gereklerine uyarlama konusunda görev yürütmem sağlanmalıdır. iii- İkamet başta olmak üzere çeşitli ihtiyaçlarımın giderilmesi için destek sağlanması gerekir. Türkiye kamuoyunda ve Kürtlerin ezici çoğunluğunda yoğunca tartışılan ve ortaya çıkması benden beklenen demokratik çözüm ve planlamasına ilişkin taslak halinde düşünce ve önerilerimi bu biçimde sunabilirim. Açık ki, taraflardan gelecek düşünce ve öneriler temelinde düşünce ve önerilerimi gözden geçirmek, değiştirmek ve geliştirmek durumunda olacağım. Bu taslak halindeki Rapor-Yol Haritası’nı hazırlamamdan sonra, kuşkusuz sorumluluğun en ağırı başta AKP hükümeti olmak üzere, TBMM ve devletin temel kurumlarının yetkililerine düşmektedir. Genel bir mutabakat oluşursa, hemen birinci aşamadan işe başlamak gerekecektir. Aksi olursa, tehdit anlamında değil, hiç arzulamadığım halde başta PKK ve KCK bundan sonra ‘Kürtlerin varlığını korumak ve özgür kılmak için topyekun direniş’ denilen aşamaya geçmek zorunda kalacaklardır. Ne pahasına olursa olsun buna yol açmamak için herhalde günlük politik hesaplara ve kariyerist çıkarlara hep birlikte engel olmak, demokratik açılım ve Kürt sorununu çözme model ve planımızı uygulamak durumundayız. *** STÊRKA CIWAN PERSPEKTİF Kürt gençleri hem savaşa hem barışa hazır olmalıdır Ciwan AZAD “Kürt gençleri olarak Kürt Halk Önderi’nin demokratik çözüm hamlesinin sonuca ulaşması için hiçbir dönemde olmadığı kadar duyarlı bir mücadele ve çalışma yürütülmesi gerekmektedir” Ortadoğu’da siyasal anlamda büyük bir alt üst yaşanıyor. Birçok devlet, siyasi güç bölgede koşullara uyarlanmış bir dünya savaşının yaşandığını kabul etmedir. Yina birçok aydın, yazar, uzman da tüm değerlendirmelerinde bu gerçeğe vurgu yapmaktadır. Bildiği gibi bu tespiti ilk olarak Kürt Halk Önderi yapmış ve kapsamlı olarak değerlendirmiş, demokrasi güçlerinin buna göre bir pozisyon alması için dönem görevlerini tespit etmiştir. Son yıllara damgasını vuran Kürt Halk Önderi’nin yaptığı tespitler olmuş, bölge siyasetinde başat bir güç olarak Kürt özgürlük hareketi bu ideolojik politik tespitler ışığında insiyatifli, atak yani belirleyici bir siyaseti yürütmeyi başarmıştır. Her ne kadar bölgedeki sömürgeci güçler tarafından itiraf edilmese de Ortadoğu bölgesel çatışma sürecinde gelinen aşamada başarılı çıkan esas güç Kürt özgürlük hareketi olmuştur. Bu gerçek bugün yaşanan tüm gerçeklerle daha iyi ortaya çıkmaktadır Özgürlük hareketi daha önce yaptığı tüm tespitlerde Suriye üzerinde yaşanan mücadelenin önemini vurgulamış, bölgenin siyasi haritasını ve sistemini oluşturacak temel alanın burası olduğunu kaydetmişti. Yaşanan gelişmeler gözönüne alındığında bu gerçek hala güncelliğini ve gerçekliğini korumaktadır. Bu alanda askeri, siyasi mücadelenin yanında diplomatik açıdan da bir yoğunluk vardır. Suriye’de siyasi islamcı güçlerin tek başına iktidar olduğu bir rejim, uluslararası sistemin çıkarları açısından da kabul görmemekte, hatta tehlikeli bulunmaktadır. Bu yönlü bir gelişme, İsrail ile Lübnan’da yaşayan hıristiyanlar açısından risk oluşturacağı gibi Suriye’nin bünyesinde bulunan çeşitli etnik ve dini topluluklar açısından da benzer bir kaygı yaratmaktadır. Küresel sistem yeşil kuşak projesini geliştirirken bunu kontrollü bir şekilde gerçekleştirmeye özen göstermektedir. Ortadoğu’nun tümünü siyasi islamcı güçlere teslim etmeyecektir. Yine bölgedeki Arap isyanlarını arkasına alarak yeni 5 Osmanlıcılık düşlerini canlandırmak isteyen bir güç de Türk devleti ve AKP hükümeti olmuştur. Ancak ne uluslararası güçlerin ne de bölgesel güçlerin ‘model ülke, model hükümet’ olarak propagandası yapılan Türkiye’ye bu temelde yaklaşmadığı açığa çıkmıştır. Özellikle Türkiye'nin Suriye üzerinde etkili olma temelinde Ortadoğu'da güçlenmesine kuşkuyla bakılmaktadır. Suriye açısından uluslararası güçlerin mevcut rejimle bir görüşme sürecini başlatacağı anlaşılmaktadır. ABD, Avrupa, Rusya ve diğer ülkelerin de içinde yer alacağı bu süreç sonucunda rejimin değişmesi ve yeni siyasal dengelerin oluşması üzerinden bir uzlaşma sürecinin yaşanacağı belirtilebilir. Uzlaşma, Esad rejiminin iktidarda kalması anlamına gelmemektedir. Ancak birçok örnekte yaşandığı gibi Suriye’deki değişim, savaşla ya da çok sert bir toplumsal devrimle yıkılması şeklinde de gelişmeyecektir. Elbette silahlarıyla kendisine yönelmiş güçlerin ve toplumsal muhalefetin etkisi ile değişim olacak, ancak tümden Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN sistemin dağılması üzerinden bir siyasal şekillenme de ortaya çıkmayacaktır. Ancak eski sisteme benzer bir sistemin inşa edilmesi de mümkün değildir. Çünkü geçen birkaç yıl güçlü demokratik devrim güçlerini de ortaya çıkarmıştır. Yeni bir rejim bu güçleri de içine alarak şekillenmek durumundadır. Bu çerçevede rejim değişimi bir müzakere ve geçiş süreci üzerinden gerçekleşecek, yeni toplumsal güç dengeleri oluşacaktır. Siyasi islamcı güçlerin hakim olmadığı ama onların da sistem içinde yer aldığı, bununla birlikte diğer toplumsal kesimlerin de varlığını ifade edeceği yeni bir Suriye ortaya çıkacaktır. Suriye’de oluşacak olan sistemin görece daha demokratik bir muhteva teşkil etmesi sistemin tercihlerinden çok, var olan toplumsal dinamiklerin çeşitliliğinden kaynağını alan bir zorunluluk olmaktadır. Demokratikleşen Suriye’nin ise bölgedeki şekillenecek olan sistemin karakteri üzerinde önemli bir baskı kuracağı da olumlu bir gelişme olarak göz önünde tutulmalıdır. Bu gelişmeleri; düz bir yaklaşımla‘Suriye mevcut jeopolitik ve stratejik konumu nedeniyle demokratik bir sisteme kavuşacaktır, Kürtler de bunun içinde haklarına kavuşacaktır’ gibi ele almak yanlış olur. Söz konusu Kürt halkının statüsü ve geleceği olduğunda Nîsan 2013 uluslararası güçlerin desteği ile bölgedeki hakim ulus devletlerin birbirleri ile savaşır konumda iken bile Kürt halkının inkarında uzlaştıklarını yakın tarih göstermektedir. Çünkü Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı coğrafyada kurulan ulus devletlerin var olma karakteri budur. Kuruluşlarında Kürtlerin inkarına dayalı bir ulus devlet karakteri temelinde oluştukları bilinmektedir. Hatta uluslararası güçlerin başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini ulus devlet karşılığında kendilerine bağlama stratejisini bir politik tarz olarak uyguladıkları görülmektedir. Bunun sonucu bölge devletlerinin karakteri de varlıklarını tamamen Kürt inkarına dayalı biçimde şekillenmiştir. Bu nedenle başta Kürtler olmak üzere demokratik modernite güçlerinin kazanımlarını ellerinde tutacak bir direniş çizgisi kadar, demokratik özerk yapılarını kurumlaştırarak kalıcı hale getirme yönünde geliştirdiği politikaları ustalıkla, zamana yaymadan hayata geçirmeleri gerekmektedir. 20. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır Suriye’de yaşanan değişim sürecinin genel karakterini ifade ettik. Devlet+demokrasi formülü çerçevesinde tüm 6 toplumsal kesimlerin varlığını ifade edeceği bir demokratik Suriye, özerk Kürdistan formülü üzerinde yoğunlaşmak gerektiği açıktır. Suriye devletinin asgari düzeyde de olsa özde bir demokratikleşme dışında farklı yöntemlerle varlığını sürdüremeyeceği açığa çıkmıştır. Suriye’yi oluşturan çeşitli dini, etnik gruplar ve toplumsal kesimler yaşanan geçiş sürecinde bir güç haline gelmiştir. Aleviler geçmişten beri etkinliği olan bir kesimdir, Kürtler ayaklanmış ve kendi kendilerini yönetecek bir özerk sisteme geçiş yapmıştır. Süryani, Ermeni gibi diğer azınlıkların belirli bir ağırlığı vardır. Suriye’de şekillenecek olan siyasi ve toplumsal sistemde bu kesimlerin yer alması, kendi özgün kimlikleriyle var olmaları Suriye açısından demokratikleşme anlamına gelmektedir. Suriye’nin siyasi sistemi değişiklik yaşarken şimdiye kadar bu devlet üzerinde çeşitli biçimlerde etkisini sürdüren ülkelerle de ilişkileri devam edecektir. Rusya, ABD ve Fransa’nın etkisi bir denge içinde oluşurken, Türkiye’nin ekonomik ilişkileri ve komşu ülke olmasından kaynaklı etkileri dışlanmayacaktır. Yine sistem içine çekilecek olan siyasi İslamcı güçler üzerinden bölgedeki diğer siyasal İslam etkili Arap dünyasıyla da ilişkilerin süreceği bir Suriye gerçekliği şekillenecektir. Şu anda böyle bir süreç yaşanıyor. Türkiye’nin Suriye üzerindeki hesapları tutmadı, evdeki hesap çarşıya uymadı. Türk devleti, Arap ve islam dünyasını doğru okuyamadığı gibi Kürt halkının Rojava’daki örgütlülüğünü ve gücünü kestiremedi. ABD gibi Türkiye de Rojava’da KDP’nin etkin olacağını sandı. Öte yandan uluslararası güçlerin bir taşeron gibi Türkiye’yi Ortadoğu savaşında kullandığını anlayamadı ve kendisine biçilen rolü abarttı. Bunun için genel anlamda bölge siyasetinde özelde ise Suriye’de boşluğa düştü, STÊRKA CIWAN geri adım atmak zorunda kaldı. Suriye’de Esad güçlerine karşı savaşan muhalefeti destekleyen bir pozisyonu aşamadığından çözüme katkı sunacak bir politik tutum ortaya koyamadı ve bu tutumuyla da bölge halkının gözünde etkisi önemli oranda azaldı. Gelinen aşamada Türkiye sınır komşusu olduğu için belirli bir ekonomik ilişkiyi sürdürebilir konumda olsa da Suriye siyasi olarak Türkiye’ye bağlı bir ülke konumunda olmayacaktır. Suriye’de hala devlet başkanı pozisyonunu sürdüren Esad’ın son günlerde yapmış olduğu ‘bir Kürt devleti kapıda, her an böyle bir gelişme yaşanabilir’ şeklindeki açıklaması dikkat çekicidir. Suriye’nin Türkiye’de gerçekleşen İmralı görüşmelerini de göz önünde tutarak böyle bir açıklama yaptığı düşünülebilir. Kürt sorununun demokratik temelde çözümü yönündeki gelişmeler 20. yüzyılda Kürt varlığının inkarına dayalı bölge statükosunun tümden aşılarak gerçek anlamda Kürtlerin yüzyılı diyebileceğimiz bir döneme giriş anlamına gelecek, eski dengelerin tümden aşılmasını getirecek ve ezilen, yok sayılan tüm toplulukları da kapsayan bir demokratik siyasal sistem bölgede gelişecektir. Kürt Halk Önderi’nin demokratik kurtuluş ve özgür toplumu inşa hamlesinin sonuçlarını Tanzimat’tan bugüne Türkiye'de gelişen tüm gelişmelerin toplamından katbekat demokratikleşme sonuçlarını ortaya çıkaracağını söylemesini de bu çerçevede anlamak gerekmektedir. Türkiye’nin yaklaşık yüz yıldır Kürtleri soykırım sistemi içerisinde tutarak yapay bir Türk devleti kurma hayali için içine girmediği macera, denemediği yöntem kalmamıştır. Bölgede etkili olmak isteyen güçlerin Türkiye’nin de zayıf karnı olan Kürt sorununu canlı tutarak ayakta kalmaya çalıştığı unutulmamalıdır. Yine çeşitli güçlerin TürkKürt çatışmasından yarar umması ve Türkiye'den taviz koparma yaklaşımı da Kürt sorununun çözümsüz kalmasının en temel etkenlerindendir. Kürt halk Önderi’nin ‘Kürt Gordion düğümü’ dediği şey de bu çerçevede anlaşılmalıdır. Bu nedenle Kürt sorununun çözümsüzlüğü bir yönüyle bölge devletlerinde oluşan zihniyet ve şekillenme nedeniyle sürerken, diğer yandan, hatta esas olarak da bu sorunun çözümünü kendi çıkarlarına görmeyenlerin tutumları nedeniyle sürdüğü de tarihsel bir gerçekliktir. Tedbirli olmak Kürtler açısından zorunludur Kürtlerin yeni siyasal sistem içinde nasıl yer alacağı belki de en fazla merak edilen, tartışılan, hesaplanan konu oluyor. Yakın siyasal durum açısından da Suriye Kürtlerinin sistem içinde nasıl yer alacağı temel bir merak konusudur. Bir halk olarak ‘yok’ olmadıklarını ortaya koymaları, ölümle yaşam çizgisinin kenarında tutulan toplumsal yaşamlarını koruyacaklarını 19 Temmuz devrimiyle ispatlamaları, bunu da aşarak ehveni şeri dayatmasında bulunan çağı da kendi demokratik ve özgür toplum örgütlenmesini gerçekleştirerek karşılamaları dünya toplumları açısından ilgiyle izlenen ve desteklenen bir gelişme durumundadır. Sömürgeci güçler açısından ise şaşkınlık ve toplumun demokratik örgütlenmesi karşısında çaresizlik durumu yaşanmaktadır. Kürt halkının hızla kendini her alanda örgütlemeye yönelmesi, her türlü saldırıyı karşılayacak bir öz savunmayı göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleştirmesi hayranlıkla karşılanıyor. Kendisi ile gurur duymaya layık bir halk haline geliyor. Herbiri hakkında sayfalarca şey söylenebilecek bu gelişmeler siyasal sisteme nasıl yansıyacaktır? Elbette Kürtlerin kendi kendini yönettiği bir süreç gelişecektir. Devlet olmayan ama Demokratik Özerklik te7 melinde, devletten de kopuk olmayan bir sistem olacağı düşünülebilir. Kürtlerin varlığının reddedilmediği, yerelde kendilerinin yönettikleri özerk demokratik yeni bir sistem oluşacaktır. Rojava Kürdistan’ın Suriye içindeki pozisyonu böyle bir sisteme elvermektedir. Devletten çok kopuk bir sistem Kürtlerin demografik konumlanmaları nedeniyle ne doğru olur ne de Kürtlerin çıkarınadır. Demokratik bir ortamda kendi kendini yönetecek, Kürt halkı kendisiyle ilgili kararları kendisi verecek, yerel meclisler üzerinden çalışmalarını yürütecek bir sistem olacaktır. Rojava Kürdistan’da dikkat edilmesi gereken bir diğer konu Cizre dışındaki yerlerin kopuk olmasıdır. Kobani ayrı, Afrin ayrı ve yine Halep’te önemli bir Kürt nüfusunun olduğu bölge ayrı durmaktadır. Kürtler kendi kendini yönetecektir. Buralarda da Kürtler kendi sistemlerini kuracaktır. Ancak bunu yaparken Arap halkından ve diğer halklardan kopuk olmayacak, onlarla çok iyi, birbirini tamamlayan bir demokratik ilişki sürdürecektir. Yoksa bu alanlarda ciddi sorunlar yaşamayla karşılaşacaktır. Bu açıdan bu alanlar için doğru yol uygulanabilir bir siyasal ve toplumsal model oluşturmak zorundadır. Demokratik Özerklik bu duruma da en iyi cevap verecek bir sistem konumundadır. Kuşkusuz devrim ortamı bir yönüyle ekonomik yıkımlar ve sorunlar getirir. Bir süre bu sıkıntılar yaşamak mümkündür. Çünkü devrim örgütlendiğinde ve etkisini ortaya koyduğunda her türlü soruna çözüm bulacak bir dinamizm ve potansiyeli ortaya çıkarır. Bu nedenle ilk dönemdeki zorlukları abartmamak gerekir. Yaşanan bazı sıkıntılar nedeniyle bir sorun olarak kamuoyuna yansıdı. Bu çerçevede tüm parçalardaki halk destek sunarak yardımcı olmaya çalıştı. Ancak devrim yapmış bir toplumun ekonomik sorunlarını çözmek için dışarıdan beklentili hale gelmesi kadar yanlış bir şey olamaz. Taşıma suyla Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN değirmen dönmez. Kaldı ki devrim demek her konuda örgütlü toplum haline gelip sorunları çözmek demektir. Bu çerçevededevrim öncesi sorunları çözmek de örgütlü olma imkanına kavuşmuş demokratik toplumun görevidir. Devrim demek budur. Eğer bir yerde gerçekleşen devrimin toplumu ortaya çıkan sorunların dışarıdan destekle çözülmesini beklerse gerçekleşen devrim ayakta kalmayacağı gibi, ön gördüğü toplumsal sistemi de inşa edemez. AKP hükümeti yükselen devrimci halk savaşı karşısında ciddi anlamda zorlanmıştır Bölge güçleri açısından Kürt halkının mücadelesi karşısındaki politikaların nasıl gelişeceği henüz netleşmemiştir. Türkiye’deki görüşmelerle birlikte İran ve Irak devletlerinin Kürt özgürlük hareketine karşı tutumlarında değişiklik olabilir. Türkiye ile mücadele eden PKK ile Türkiye ile uzlaşıp çözüm aramak isteyen PKK'ye karşı tutumları farklı olacaktır. Ya olası bir çözümü engellemeye ya da böyle bir yola giren PKK'yi tasfiye etmeye yönelmeleri de beklenebilir. Hatta böyle bir PKK'ye karşı eğer Türk devletinin çözüm değil tasfiye politikaları sürdürdüğü görülürse Kürt sorununun çözümünde değil de ezilmesi, tasfiye edilmesi yönünde de Türkiye ile bile ortak tutum geliştirebilirler.Bu seçenekler de sürekli olarak gözetilmesi gereken olası bir durum oluyor. Unutulmamalıdır ki birbirine düşman olan, çelişki ve rekabet yaşayan Türkiye-İran, Türkiye-Suriye gibi ülkeler bile Kürt sorunu söz konusu olduğunda birbirini gözetmişlerdir. Türkiye siyaseti bir bütün olarak İmralı’da Kürt Halk Önderi ile yapılan görüşmelere kilitlenmiş durumdadır. Türkiye’nin önümüzdeki günlerdeki siyasetini bu görüşmeler ve bu görüşmelerden çıkacak sonuçlar belirleyecektir. Nîsan 2013 Her iki taraf açısından da oldukça tarihi, tarihi olduğu kadar da hassas bir süreç olarak ifade edilen bu gelişmeleri dikkatli bir şekilde takip etmek ve topluma bu konuda doğru bilgilendirmek çok önemlidir. Kürt halkı açısından Kürt Halk Önderi’nin demokratik kurtuluş hamlesiyle önemli gelişmeler ortaya çıkarmak mümkün hale gelmiş bulunmakla birlikte, hala net bir çözüm projesi koymayan AKP ve Türk devleti düşünüldüğünde tedbirli ve dikkatli olunması gereken bir süreç olduğu da açıktır. Şimdiye kadar AKP hükümeti entegre strateji adı verilen bir tasfiye politikası izliyordu. Kuşkusuz bu politikalar 2012’deki başta Önderliğimiz olmak üzere çok boyutlu direnişle başarısızlığa uğratılmıştır. Bunun sonucu AKP hükümeti Kürt Halk Önderi’yle görüşmelere başlamıştır. Çünkü 2013 yılında 2012’deki gibi bir direnişle karşılaştığında iktidarını büyük ihtimalle kaybedeceğini, böylece şimdiye kadar elde ettiği pozisyonunun çok geriye düşeceğini görerek bu yolu seçmiştir. Ancak gerçek bir çözüm politikası olmadığından bu görüşmelerin bir çözümle mi sonuçlanacağı yoksa çok şiddetli yeni çatışmalı bir dönem mi başlayacağı hala belirsizliğini korumaktadır. Kürt Halk Önderi bu görüşmeler çerçevesinde ortaya koyduğu makul çözüm önerileriyle AKP devletine adım attırıp Türk devletini makul bir çözüm sürecine sokmak istemektedir. Özellikle AKP'nin ve Türk devletinin bölgesel gelişmeler çerçevesinde yaşadığı sıkışıklığı değerlendirerek AKP ve Türk devletini makul bir çözüm doğrultusunda attırmaya çalışmaktadır. Daha doğrusu böyle bir sürecin içine sokarak onları makul bir çözümü kabul edecek konuma getirmek istemektedir. Ancak bu bir olasılıkken Türk devletinin bu süreci de bir tasfiye arayışına dönüştürme ihtimali de bulunmaktadır. Nasıl ki görüşmelere mücadele sonucu yanaştılarsa,devleti bir 8 çözüm içine sokmak da yürütülecek mücadeleyle bağlantılı bir durumdur. Türk devleti ve AKP hükümeti Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünde yükselen devrimci halk savaşı karşısında ciddi anlamda bir zorlanmayı yaşamış, 2012 yılında içine girdiği Kürtlerle savaş, demokrasi güçleriyle savaş, toplumu bir bütünen manipüle etmeye dayalı özel savaş gerçekliği ile daha fazla ilerleyemeyeceğini fark etmiştir. Kürt Halk Önderi ile görüşmeseydi yüksek bir olasılıkla bir yıla varmadan ciddi bir dağılmayı yaşayacağı gerçeği vardı. AKP’nin Türkiye’de iktidara gelme sürecini sıklıkla değerlendirdiğimiz için yeniden kapsamlı bir şekilde açmayacağız. Ancak akıldan çıkarılmaması gereken bir tespite bir kez daha yer vermek gerekiyor. Bu da AKP’nin Türkiye’de kurmaya çalıştığı ideolojik hegemonyaya ilişkindir. Nitekim Önderlik BDP ile yapılan görüşmede bu durumu vurgulamaktadır.Bu siyasi oluşumun, Kürt özgürlük hareketinin sürdürdüğü otuz yıllık mücadele sonucunda Türkiye’de işlemez duruma gelen siyasi sistemi değiştirme iddiası ile iktidara geldiği, demokrasi söylemini fazlasıyla kullandığı bilinmektedir. Yani yürütülen mücadelenin Türkiye’yi bir değişimdönüşüm iklimine sürüklediği dönemde iktidar olmuştur. Toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel olarak ciddi bir dağılma ile karşı karşıya kalındığı bir dönemde demokratik söylemle Türkiye’nin yeniden yapılanmasını gerçekleştirme iddiası ile iktidara geldi. Bu noktada amacının ideolojik olduğu açıktı. İdeolojik duruşu ve geçmişi nedeniyle bu yapılanmayı demokratik karakterde mi gerçekleştireceği yoksa hegemonya mücadelesine girişerek diğer toplumsal kesimleri ve yapıları dışlayarak mı gerçekleştireceği merak ediliyordu. Türk siyasi geleneğinin temsil ettiği komplocu, darbeci ka- STÊRKA CIWAN rakteri ne kadar kıracağı yine sıklıkla sorulan bir soru durumundaydı. AKP'nin geçen on yıl boyunca bu beklentilere demokratik temelde cevap verme yerine, istismarcı yaklaştığı görülmüştür. Dahası kendisine verilen desteği koşulsuz ve süresiz sanmış, güçlendikçe antidemokratikleşmiş, toplumun çeşitli kesimlerinden aldığı desteği yitirmekle yüz yüze kalmıştır. İktidarını sağlamlaştırdıkça Türkiye’yi ele geçirme, muhalefeti dıştalama, demokratik kesimleri susturma ve öncelikle de Kürt sorununda beyaz Türkçülüğü geride bırakan bir yeşil faşizmi dayatmıştır. Özellikle son iki yıldır bütün gücünü Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeye ve demokrasi dinamiklerini ezmeye adamıştı. Ancak Kürt özgürlük hareketinin direnmesi sonucunda bu hegemonya hesaplarını gözden geçirmek zorunda kaldığı belirtilebilir. Çünkü mevcut politikalarla gittiği takdirde dimyata pirince giderken evdeki bulgudan da olma durumuyla karşılaşma olasılığı yüksekti. Gelinen aşamanın bir tercih ve AKP’de var olan bir demokratik öz ve karakterden değil yapılmak istenenin başarısızlığından kaynağını alan bir zorunluluk olduğu belirtilebilir. Bu nedenle bu süreç kırılgandır ve henüz masada tutulduğu söylenen tasfiye hesaplarının üzeri çizilmemiştir. İşte bu nedenle medya üzerinden yürütülen özel savaş alabildiğine sürdürülmektedir. Kürt Halk Önderi’ni PKK ile karşı karşıya getirme çabası gibi nafile girişimler kadar, en üst perdeden konuşularak olmazı dayatma bu gerçeklik içinde anlaşılabilir. Bir yandan çözüme dönük umut pompalanırken diğer taraftan süren operasyonlar yine aynı mantık içinde görülmelidir. Özcesi entegre siyaset kavramı her koşulda kazanmayı ön gören bir mantık yapısını taşımaktadır. Görüşmeleri ve Kürt Halk Önderi’nin demokratik çözüm inisiyatifini zorunluluk gereği kabul etmiş olan AKP, diğer yandan Kürt özgürlük hareketini, başta bu mücadeleye öncülük eden gerilla olmak üzere çeşitli düzeylerde mücadele eden tüm örgütlenmeleri terörize etmeyi sürdürüyor. Bir yandan operasyon ve tutuklamalar sürerken en büyük fedakarlığı kendilerinin yaptığından dem vuruyor. Aslında Kürt Halk Önderi’nin bir demokratik çözüm hamlesi olarak ortaya koyduğu inisiyatifi kendi kontrolündeymiş gibi gösterme, bu çerçevede sürecin bir çözüm çerçevesinde gelişmesini değil de kendi düşündüğü sınırlı bazı adımlarla bu süreci kotararak Kürtler üzerinde siyasi egemenliğin ve kültürel soykırımın sürdüğü bir AKP hegemonyasıyla sonuçlandırma çabası içindedir. Kürt Halk Önderi’nin inisiyatifiyle gelişen demokratik çözüm hamlesi sürecinde yürüttüğü psikolojik savaşı ve yaratmak istediği algıyı bu çerçevede ele almak gerekir. Ancak BDP heyetiyle yapılan görüşmenin basına yansımasında da görüldüğü gibi sürecin AKP'nin istediği biçimde ortaya çıkmadığı ve gelişmediği açıktır. Önümüzdeki süreç yoğun bir mücadele dönemi olacaktır Kürt Halk Önderi’nin mektubu Özgürlük hareketine ulaştırıldı. Özgürlük Hareketi'nin, BDP'nin ve Avrupa’daki Kürt demokratik yönetimin görüşleri Önderliğe ulaştırılmak üzere gönderilmiştir. Kürt Halk Önderi’nin demokratik çözüm hamlesinin Kürt Özgürlük Hareketi'nin tüm bileşenlerinin oy birliğiyle destek verdiği açıklanmıştır. Kürt Halk Önderi bu gelen mektuplar çerçevesinde kamuoyuna Amed’deki milyonların toplantığı tarihi Newroz kutlamasında açıklamıştır. 21 Mart’ta kamuoyuna açıklanan mektupla AKP'nin tüm tersyüz etme çabalarına rağmen Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümünden geçtiği, Kürt sorununun çö9 zümünde ise tek ve gerçek muhatabın Kürt Halk Önderi olduğu kamuoyuna deklere edilmiş ve onaylanmıştır. Her şeyden önce bunu önemli bir kazanım olarak görmek gerekir. Bu süreç nasıl ilerlerse ilerlesin 2013 yılına Kürt halk Önderi damgasını vurmuştur. Bu yıl ve bu yıl içerisindeki gelişmeler bu şekilde tarihe geçmiştir. Bununla birlikte sürecin Kürt halkına ve onun değerlerine zarar verecek bir sürece dönüştürülmemesi için Kürt Halk Önderinin demokratik çözüm hamlesini güçlendirecek duruş göstermek ve çalışmalar yapmak önemlidir. Kürt gençleri olarak Kürt Halk Önderi’nin demokratik çözüm hamlesinin sonuca ulaşması için hiçbir dönemde olmadığı kadar duyarlı bir mücadele ve çalışma yürütülmesi gerekmektedir. Kuşkusuz yeni süreçle birlikte demokratik çözüm de kendiliğinden gelmeyecektir. Kürt Halk Önderinin çabaları kendiliğinden başarılı olup sonuç getirmeyecektir. Önümüzdeki süreç yoğun bir mücadele dönemi olacaktır. Bu temelde toplumun gücünü örgütlenme ve demokratik mücadele temelinde ortaya koymak büyük önem taşımaktadır. Demokratikserhıldanları geliştirmek, bunu Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğü ve demokratik siyasal çözümü çerçevesinde toplumu motive edecek bir etkiye ulaştırmak Kürt genç-liğinin temel görev olmaktadır. Kürt toplumunu hem Kürt sorununun demokratik çözümüne destek veren bir tutum ve mücadele içine sokmak hem de gerektiğinde çok ciddi bir savaşın parçası olacak duruma getirmek çok önemlidir. Sürece böyle bir bütünlükle bakmak, hiçbir seçeneği zayıflatacak bir zihniyet, yaklaşım ve tutum içinde olmamak bu dönemin temel hassasiyeti ve görevi olmak durumundadır. *** Nîsan 2013 DEĞERLENDİRME STÊRKA CIWAN TARİH BİR KİŞİLİKTE DİLE GELİNCE Besê ŞİMAL “Halkın ve toplumun yüreğinde büyük yer açan her insanın, mutlaka o halk ve toplum için yarattığı çok büyük değerler, yaptığı çok büyük hizmetler vardır” İnsanlık tarihinde bazı anlar vardır ki, tarihi zamanların başlangıcını oluşturur. Bazı kişilikler de vardır ki, bir tarihi kendisinde dile getirir. Genellikle insanlık bu zamanları milad olarak tanımlar. Bu anlar o güne kadar yaşananlara koca bir nokta koyarak yaşama yeni bir akış kazandırır ve yeni-farklı bir sürecin önünü açar. İnsanlık nezdinde bu süreçlerin anlamı çok büyüktür. İnsan insan olurken ve insan olmaya devam ederken büyük bir emek ve anlam katarak yarattığı değerler, yeni anlamlarda derinleşerek öncekinden daha özgür bir yaşam doğurur. Yeni doğuşlar her zaman büyük heyecanlar, coşkular yaratır, daha derin anlamlara kapı aralar. Doğuşa giden yolda büyük bir emek harcanmış, emeğe sevgi ve acılar katık edilmiş, ortaya ise yaşamı yücelten bir değer çıkmıştır. İnsan kendi zihin ve el gücüne daNîsan 2013 yanarak yarattığı bu değere her zaman büyük bir saygı duymuş ve onu kutsamıştır. Esas olarak kutsadığı ise kendi emeği olmuştur. Yarattığı şey, yaşamının anlamını büyüttüğü, yaşamına katkı sunduğu onu güzelleştirdiği oranda onun kutsallık derecesi de o oranda artmış, kalıcılaşmıştır. İnsan ateşi bulmuş, ateş kendisini ısıttığı, birçok ihtiyacını karşıladığı için onu kutsamıştır. Tarımı geliştirmiş, tarım yaşamsal ihtiyacını karşıladığı için ona kutsallık atfetmiştir. Doğanın birçok nimetinden faydalanmayı öğrenmiş, doğa kendisinin ihtiyaçlarını karşıladığı ve kendisine özgür yaşam zemini sunduğu için onu kutsamıştır. Hayvanları evcilleştirmiş, evcileştirdiği hayvanların yaşamına katkısını kutsamıştır. İnsan, emeğine ve yarattıklarına anlam yükleyip onları kutsadıkça 10 toplumsallaşmıştır. Toplumsallığı ortaya çıkaran gerçeklik, esas olarak insanın emeğine yüklediği anlamdır. Emeğini kutsamasıdır. Anlam, toplumun ahlaki ve politik yapısını oluşturan temel güçtür. Anlam olmadan insanın insan olması mümkün değildir. İnsanı insan yapan insanın toplumsallaşmasıdır. İnsan toplumsallaştıkça insanlaşmıştır. Toplumsallık insanın yarattığı anlam ile gelişirken, insan ise yarattığı anlam oranında insanlaşmıştır. Anlamı ortaya çıkaran ise insanın, iyi, doğru, güzel yaşam arayışı, çabası ve mücadelesidir. Özünde insanın özgürlük arayışıdır. İlk insanın temel kaygısı, iyi, güzel ve doğru yaşam kaygısıdır. Uygarlığın ürettiği iktidar, mülkiyet, yalan, talan, baskı, şiddet vb kirliliklerden uzak olan bu insan ve toplumu, doğaya dost, komünal, eşit, özgür yaşamayı, yaşamının te- STÊRKA CIWAN mel anlam gücü haline getirmiş ve kendi yarattığı bu toplumsal değerleri kutsamıştır. İnsanın değeri ise toplumuna sunduğu katkı derecesinde ele alınmıştır. Kim daha çok katkı sunar, yaşamı geliştirir- güzelleştirir, korur ve savunuyorsa, O insan, aynı oranda saygı görmüş, değer bulmuş ve kutsanmıştır. Büyük bir yaratım ve emek gücüne sahip olan Ana Tanrıça gerçeği bu toplumsal realitenin bir sonucudur. Toplum düzenlediği ritüellerle yaratıcı ve emekçi insanı kutlayarak onun şahsında kendi toplumsal değerlerini kutsamıştır. Önder Apo’nun 4 Nisan doğuşu bu betonu çatlatarak gün yüzüne çıkma doğuşudur Kürt halkı bu özgür, anlamlı zamanların en eski halklarındandır. Tarım ve köy devriminin yaratıcı unsurudur. Ahlaki ve politik toplumun oluşturucu gücüdür. İnsanlığın temel değerleri olan demokratik, komünal değerleri yaratan, geliştiren, bunlara dayalı ana soylu bir toplumsal sistem kuran, insanlığın üzerinde yükseleceği yaşamın temellerini döşeyen özgür bir halktır. Devlete, iktidara göz dikmeden, her halk ve her halktan insan ile kardeşçe, dostça yaşamayı öngören, özgür, demokratik, komünal yaşamak isteyen, bu değerler elinden alındığı nokta da ise en büyük direnişleri ortaya koyan bir halktır. Devletçi uygarlığın ortaya çıkışıyla birlikte Kürt halkının tarihi çok büyük saldırılara ve direnişlere tanıklık etmiştir. Halkının değerlerine ters düşerek uygarlığın sahte şaşaasına koşan düşkün ihanetçileri olsa da direniş, her zaman Kürt halkının temel bir özelliği olmuştur. Hurrilerin ve kolları Gutilerin, Hititlerin, Mi- tanilerin, Nairilerin, Sümer- AkadAsur- Babil sömürgeciliğine karşı verdiği mücadele, geliştirdiği direniş, ardılları Med’ler ile sürmüş, Demirci Kawa şahsında somutlaşan direniş bir gelenek yaratmıştır. Kürtler tarihte büyük baskılar ve katliamlar yaşasalar da direnişçi özelliklerinden kaynaklı, parçalı ve zayıf da olsa günümüze kadar kendisini taşırmayı başarmışlardır. Dediğimiz gibi Kürtler uygarlık tarihi boyunca büyük işgaller ile karşı karşıya kalmış, baskı, savaş, şiddet görmüş, derin acılar yaşamıştır. Ancak belki de Kürtler hiçbir dönem Türk devletinin hakim olduğu süreç kadar acılı bir yaşama mahkum olmamışlardır. Tarihin hiçbir dönemi bu dönem kadar Kürt halkının öz değerlerine, diline, kültürüne, kimliğine, onuruna bu kadar ahlaksızca saldırmamış, onu inkar Sistematik bir biçimde kızıl ve beyaz katliam altında tutularak adeta kör, sağır, dilsiz ve belleksiz bir hale getirilmemiştir. En soylu değerlerin sahibi olan ve tüm insanlığa yetecek kadar değer yaratan bir halk, hiçbir dönem bu kadar her türlü hak ve hukuktan mahrum bırakılarak adeta kör bir kuyuya kapatılıp üzeri betonlanmamıştır. Önder Apo’nun 4 Nisan doğuşu bu betonu çatlatarak gün yüzüne çıkma doğuşudur. Düşünün; üzeri betonlu, kör bir kuyuda ölüme terk edilen bir halkın içinden bir insan betonu çatlatarak yeryüzüne doğuyor ve kendisi ile birlikte bir halkı da günyüzüne çıkarıyor. 4 Nisan’ın Kürt halkı açısından Milad değerinde anlam bulması bundandır. Bu an, ilk insanın ilk anlam damlalarıyla toplumu yarattığı an kadar değerlidir. 4 Nisan Kürt halkı açısından kendini etmemiş ve imha üzerine imha planı yapmamıştır. Hiçbir dönem Kürt halkı, bu dönem kadar kanlı bir katliam sürecinden geçmemiştir. tanıma, tanımlama, kendisini küllerinden yeniden yaratarak varlaşma günüdür. Hakikatin gün yüzüne çıktığı, kendini inkar eden uygarlık 11 Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN ile kıyasıya bir kavgaya girdiği zamanların başlangıç günüdür. Kürt halkının 4 Nisan’ı kendi doğuş günü olarak kutlamasının anlamı burada gizlidir. Her insan yarattıkları kadardır Hiçbir zaman halklar ve toplumlar kendiliğinden bireyleri yüceltip kutsamazlar. Ortada bir şey yokken ona büyük meziyetler yükleyerek büyütmezler. Halkın ve toplumun yüreğinde büyük yer açan her insanın, mutlaka o halk ve toplum için yarattığı çok büyük değerler, yaptığı çok büyük hizmetler vardır. Şüphesiz her insan yarattıkları kadardır. Bir insanın toplum için yarattıkları ne ise toplum için O insanın değeri de ancak o kadardır. Toplumların direniş tarihine şöyle bir göz atacak olursak şunu çok net göreceğiz; Eyüp, toplum karşısında yüreği taşlaşan, insanları canlı, acı duyacak varlıklar olarak dahi düşünmeyen zalim tanrı-krallara; insanların acı çektiğini gösNîsan 2013 termek için çürüyen bedenine aldırmadan direnmeseydi, Eyüp olamazdı. Toplumun belleğine bir direniş ve sabır abidesi olarak yerleşemezdi. İbrahim, -efsanevi deyimle-yakılmayı göze alarak kralların halk üzerindeki zulmüne isyan etmeseydi İbrahim olamazdı. Acı çeken toplumun özgürlük umudu olarak somutlaşamazdı. Zerdüşt, topluma kan kusturan zalim tanrı-kralların karşısına çıkarak; ‘’Söyle sen kimsin’’ diye haykırmasaydı Zerdüşt olamazdı. O, insana bilinç verip irade kazandırmasaydı, toplumun eşitlik, özgürlük, ekolojik değerlerini en mükemmel bir biçimde kurgulayıp bir inanç sistemine dönüştürmeseydi, aydınlık ve güneş ile özdeş kılınamazdı. Musa, kırk yıllık çileyi göze alarak kavmini kölelikten kurtarmasaydı Musa olamazdı. İsa, çarmıha gerilmeyi göze alıp Roma’ya baş kaldırmasaydı İsa olamazdı. Muhammed Bizans, Sasani zulmüne ve tüm Arap gericiliğine karşı savaşmayı göze almasaydı Muhammed olamazdı. Ortadoğu karanlığına bir 12 ışık gibi doğan Mani, gerici Kartir rahipleri tarafından öldürülmeyi göze almasaydı Mani olamazdı. Bu ve buna benzer çok sayıda örnek sıralayabiliriz. Bu örneklerde de çok net görüyoruz ki, halklar ve toplumlar, kendileri için büyük kavgalara girmiş, büyük acılar çekmiş, büyük bedeller vermiş her insana çok büyük değer vererek onu yüceltmiş ve kutsamıştır. İnsanlık tarihinde Peygamber olarak özel bir yer almış bu insanlar, dinlerin söylediği tarzda ilahi bir güce sahip değillerdi. Her insanda olmayıp da onlarda olan tek şey, özgürlüğe tutkulu olmaları, toplumun acılarını derinden hissetmeleri ve toplumun özgürlüğüne dair duydukları yüksek sorumluluk bilinciydi. Ezene duydukları nefret, köleliğe duydukları öfkeydi. Yüce olan bu duygularını çağın bilgi sınırlarına ulaşarak bilinçleriyle yoğurup toplumsal hakikate ulaştılar ve güçlü direnişlerin, mücadelelerin öncü kişilikleri haline geldiler. Toplumsal bilinçleri ve duyarlılıkları gelişkin bu seçkin kişilikler, uygarlığın anti-insan, anti-toplum ideolojisine karşı, insanı-toplumu merkez alan özgürlük ideolojileri geliştirerek, toplumun demokratik, komünal, ahlaki, politik değerlerini savunarak, toplumun sözcülüğünü yaparak, toplum nezdinde kurtarıcı görüldüler ve hak ettikleri değeri de buldular. Demek ki toplum, kendisinin ahlaki, politik, demokratik, komünal, özgürlük değerlerini savunan, onları yaşatmak ve geliştirmek için her türlü bedeli göze alan, tüm yaşamı-nı toplumun özgürlüğüne adayan her bir kişiliği yüceltmiştir. Bir nevi Onun şahsında kendi değerlerini yüceltmiştir. Ona verdiği değer özünde kendisine verdiği değer olmuştur. STÊRKA CIWAN Yaşadığımız tarih açısından bu gerçekliğe en iyi örnek Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Önder Apo, tarihte ortaya çıkan bütün insanlık mirasına sahip çıkarak, toplumun ideolojik kültür değerlerini savunarak, doğru savunmanın yeni ideolojik argümanlarını ve mücadele araçlarını geliştirerek muhalif değil, alternatif bir çizgi ortaya koymuştur. Önder Apo, toplumların üzeri kapatılan ve gizlenen direniş tarihini açığa çıkarmış, özgürlük sosyolojisine göre yorumlamış ve kirlikomplocu uygarlığın maskelerini bir bir düşürmüştür. Sistem karşıtı olarak ortaya çıkan peygamberler geleneğinin, etnisite direnişlerinin, reel sosyalizm, feminizm, anarşizm, ekolojik, kültürel, çok sayıda mezhep, tarikatlar gerçeğinin mücadele zihniyetini, anlayışını, tarzını ve yöntemini derinliğine analiz ederek devlet ve iktidar dışı bir paradigma ile “Hakikat Aşktır, Aşk Özgür Yaşamdır” gerçeğine ulaşmıştır. Ulaştığı bu sonuçları halkının özgürlük mücadelesinde temel bir yaşam ve mücadele ilkesi haline getirmiştir. Her nefes alış verişini de tümden bu çizginin başarıya ulaşması için kullanmıştır. Tüm yaşamını halkının ve insanlığın özgürlüğüne adayan bir Önder, elbette halkının gönlünde ve gözünde yüceltilecek ve kutsanacaktır. Yok oluşla yüz yüze bırakılan bir halkı tekrardan tarihle, yaşamla, kimlikle, özgürlükle buluşturmak O halkı hakikatle tanıştırmak ve kendini halkının değerleri içinde eritmek o halkın değerleri ile özdeş hale gelmektir. Kürt halkı; “Önder Apo’nun doğuşu, doğuşumuzdur. sağlığı, sağlığımızdır. Yaşamı, yaşamımızdır. Özgürlüğü, özgürlüğümüzdür. O, ölüm çukurundaysa biz de ölüm çukurundayız “ derken bu hakikati haykırmaktadır. Kürt halkının özgürlük ve demokratik değerlerini korumak ve savunmak için dünyayı karşısına alan, bedelini İmralı’da ölüm çukurunda direnerek ödeyen bir insan, elbette halkının sağlığı, yaşamı ve özgürlüğü ile özdeş hale gelecektir. Ve halkın tüm toplumsal değerleri o kişilikte en güzel ifadesine kavuşacaktır. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Kürtler 4 Nisan’ı kendi özgürlük doğuşu olarak kutluyor Kürt halkı 2000 yılından bu yana kitlesel bir biçimde Önder Apo’nun 4 Nisan doğum gününü kendi doğum günü olarak kutluyor. Her 4 Nisan’da büyük bir insan seli Amara’ya akıyor. Polisle çatışıyor, direniyor, özgürlüğü haykırıyor. Onu Amara’ya yakınlaştıran her adımda biraz daha Önder Apo’ya yakınlaş- tığı hissine kapılıyor. Amara ile buluşmayı Önder Apo ile buluşmak olarak algılıyor. Amara’nın toprağına adım basmayı, havasını solumayı, özgürlük mekanına adım atmak, özgürlüğü solumak olarak duyumsuyor. Önder Apo’nun doğduğu yere ayak basmayı, kendisinin özgür olarak doğduğu, özgür yaşamı yarattığı Verimli Hilal’e ayak basmak gibi anlamlandırıyor. Bu yüzdendir ki bu uğurda Mahsumlarını, Mustafalarını şehit vermekten çekinmiyor. Özgürlük yolunda döktüğü kan, 13 özgürlük direnişine yeni bir aşı olup özgürlük sesini yükseltiyor, özgürlük yürüyüşünü büyütüyor. Önder Apo’nun doğuşu Kürt halkı açısından nasıl bir anlam ifade ediyorsa kadın açısından da daha fazla bir anlamı ifade ediyor. 4 Nisan’ı kadın da kendi özgürlük doğuşu olarak kutluyor. Önder Apo’nun kadın özgürlüğü için erkeğin yarattığı kadın düşmanı kirli uygarlığa karşı verdiği mücadele, kadın özgürlüğü için harcadığı emek, yarattığı değerler sözle ifade edilemez düzeydedir. Geliştirdiği kadın ordulaşması, partileşmesi, Kadın Kurtuluş İdeolojisi erkek egemen uygarlık karşısında en güçlü özgürlük eğilimi olma özelliği taşımaktadır. Önder Apo, erkek egemen zihniyetin parçalanmasında, toplumsal cinsiyetçiliğin aşılmasında özgür, eşit, demokratik bir yaşamın inşa edilmesinde kadın özgürlüğünü eksen alan bir mücadelenin sahibi olmuş, kadın ile en güzel arkadaşlığı ve dostluğu geliştirmiştir. Kadın; “Önder Apo’nun Özgürlüğü Özgürlüğümüzdür” derken bu gerçeği dile getirmekte ve özgürlüğe olan tutkusunu haykırmaktadır. Kısacası 4 Nisan sadece Kürt halkı ve kadın açısından değil, tüm Ortadoğu halkları ve insanlık açısından da yeni bir doğuştur. Bir özgürlük doğuşudur. Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigma, insanlığın özgür yaşam paradigmasıdır. Önder Apo, insanlığa düşman bir sistemin zulmü altında insanlık değerlerini korumanın direnişini geliştirirken, ben insanım diyen herkese düşen görev ise, bu direnişe katılmak, kendi hakikatine sahip çıkmaktır. *** Nîsan 2013 YAZI DİZİSİ STÊRKA CIWAN TOPLUMSAL GELİŞMEDE GENÇLİĞİN YERİ VE ROLÜ GENÇLİK ÇAĞI Stêrka CIWAN “Gençlik insanın en dinamik çağıdır. Bu bakımdan gençliğin temel özelliği; hareketliliği ve dinamizmidir. Bu bakış açısıyla baktığımızda; gençliğin devrimci bir karakteri vardır. Yani devrimciliğe yatkın bir karaktere sahiptir” Gençlik hareketi, özellikle yeni mücadele süreci açısından, gündemimizde daha fazla yer alan bir konu. Kuşkusuz geçmişte de önemliydi, fakat yürüttüğümüz silahlı mücadele gereği, temel mücadele ile birleşmişti. Gerilla mücadelesi bir gençlik mücadelesi olarak gelişmişti. Toplumun değişik kesimlerinin daha aktif ve çok yönlü olarak mücadeleye girmesi gerektiği bu dönemde, gençliğin bir kesim olarak mücadele içerisinde nasıl yer alması gerektiği konusu gündemimize girdi. Gerilla varlığını korumakla birlikte yeni stratejik yaklaşım itibariyle gençliğe farklı bir misyon biçildi. Böyle olunca, gerilla dışında da bir gençlik hareketini öne çıkarmak, böyle bir hareketi öngörmek; onun gücünü, dayanaklarını ve sorunlarını gündemleştirip bunlara çözüm aramak önemli bir görev haline geldi. Nîsan 2013 Stratejik yaklaşım itibariyle de gençlik, demokratik halk hareketinin örgütlenme ve eylem alanına öncülük etme, onun kadrosal gücünü, yine en dinamik eylemci kitle gücünü oluşturma bakımından temel bir yer tutuyor. Geçmişte daha çok sınıf mücadelesi temelinde yürüttüğümüz mücadelenin şimdi geldiği demokratik halk hareketi düzeyi, stratejik yapılanma, öncü ve ittifakların belirlenmesi konularında da belli bir ayırımı ortaya çıkardı. Özgür Kadın Hareketi bu dönemde ideolojik ve örgütsel açılardan, yine bir eylem gücü olarak öne çıktı ve pratik gelişme sağladı. Kadın hareketine paralel olarak gençlik hareketi de benzer bir stratejik konum kazandı. Demokratik devrimin derinleştirilmesi mücadelesinde kadın ve gençlik hareketinin, halkın ortak demokratik eylemliliğine öncülük edecek düzeye getirilmesi, temel bir 14 çalışma haline geldi. Bu nedenle gençlik hareketini daha özgün ele almak ve tartışmak önem arz ediyor. Serhildan hareketi açısından öncülüğün iyi tanımlanması ve örgütlü kılınması, mücadelenin başarılı olması için bu gerekli. Halk hareketine bağlı olarak yaşadığı sorunları, görevleri ve yapılanmasını anlamak, sorunlarına çözüm üretmek için gençlik hareketini değerlendirmemiz gerekiyor. Gençlik hareketinin örgütsel ve kadrosal sorunlarını tartışmadan; genelde gençlik kitlesini aktifleştirme sorunlarını çözmeden, demokratik halk hareketini geliştiremeyiz. Bunu yapamazsak Özgür Kadın Hareketi de ittifaksız kalır. Bu da demokratik halk hareketini geliştirmeyi zorlar. Bu bakımdan gençlik hareketinin özgün tarzda ele alınıp tartışılması, örgüt ve eylemin bütünlüklü geliştirilmesinin esas alınması, demokratik STÊRKA CIWAN devrimi geliştirebilmek açısından zorunludur. Aksi halde köklü bir toplumsal demokrasi mücadelesi verilemez. Devrimci demokratik değişim motorsuz ve öncüsüz kalarak, kendiliğindenliğe sürüklenir; kaldı ki bu durumda olan gençlik, gericilik tarafından çarpıtabilir de. Bu bakımdan gençlik hareketi, dönemin önemli bir hareketi olarak gündeme geliyor. Aslında gerillayı geliştirerek kitleleri harekete geçirirken de gençlik hareketi gündeme gelmişti. Gerillanın güçlendirilmesi açısından da önem taşımıştı. Fakat gençliği artık eski konumuyla ele alamayız. Şöyle düşünülebilir; ne olursa olsun geçmişte de her şeyi yürüten gençlikti. Gerilla bir gençlik örgütüydü ve savaş gençliğin mücadelesiydi. Kitle mücadelesi içerisinde de gençlik önemli bir rol oynadı. Kitle örgütlenmesine dair ilk adımları atarken de üzerinde en çok durduğumuz çalışma yine gençlik çalışması oldu. Bunların hepsi doğru; gençler katıldılar, çalıştılar, kadro örgüt ve mücadele sorunlarını omuzladılar. Fakat mücadele içerisinde özgün özellikleriyle çok etkili, öncü ve aktif katılan bir gençlik hareketi oluşturulamadı. Tüm bu sebeplerden dolayı gençlik hareketini tartışmamız gerekiyor. Toplumsal gelişmede gençliğin yeri ve rolü Gençlerin mücadeleye katılması ve kendisini örgütleyerek yürütmesi ayrı bir olgu, bir gençlik hareketinin oluşturulması ise daha farklı bir olgu. Gençliğin kendi özgünlüğü içerisinde örgütlenerek, demokratik halk hareketine bir gençlik hareketi olarak katılması ayrı bir şeydir. Bu örgütlenme gençliğin bütün özelliklerini kapsar. Diğeri ise, gençliğin herhangi bir siyasal, askeri veya ideolojik mücadele içerisinde yer alarak, o mücadelenin görevlerini yerine getirmesini ifade eder. Bunlar ayrı şeyler. Bu nedenle gençlerin mücadeleye katılmasından ziyade, bir gençlik hareketi olarak katılması, demokratik serhildana gençliğin öncülük yapması üzerinde duruyoruz. Gençlik hareketi ile kastettiğimiz de budur. Böyle olmazsa demokratik devrim veya toplumsal özgürlükler gelişip derinleşemez. Toplumsal değişim köklü olmaz, ideolojik derinlik ve dinamizm kazanmaz. Yani örgütlü öncülük zayıf kalır. Bu, kadın hareketi açısından geçerli olduğu gibi, gençlik hareketi için de geçerlidir. Çünkü ideolojik öz burada saklıdır. Devrimci değişimin temel karakteri veya özellikleri, burada ifadesini buluyor. Ki bu da demokratik değişimin özelliklerini veriyor. Kadın özgürlük hareketi kendi ideolojik ölçülerini toplumu demokratikleştirmeye katmaz, yine Özgür Gençlik Hareketi kendi özelliklerini toplumun demokratik değişimine katmazsa, demokratik değişimin kökleşmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla demokratik değişimin yönü ve derinliği ortaya çıkmaz. Bunu özgür kadın hareketi ve gençlik hareketi sağlayacaktır. Zaten öncülük de burada ifadesini buluyor. Bir; ideolojik derinlik kazandırması, yön vermesi, değişimin ideolojik karakterini ortaya çıkarması. İki; örgüt ve eylemde motor gücü olması. Zaten serhildanın gelişimi, demokratik değişimi gerçekleştirmesi ve demokratik dönemin motor gücü olarak işlev görmesi de bu anlama geliyor. Gençlik hareketini kendi özgünlüğü içerisinde ele alma, ideolojik ve örgütsel sorunlarını gündemleştirip çözüme bağlama bizim için bu dönemin çalışmaları açısından birinci derecede önem taşıyor. Gençlik hareketini nasıl ele almalıyız? Nasıl tartışmalıyız? Bir hareket 15 olarak ne tür gelişme sorunları yaşıyor? Nerelerde, ne tür çözümler bulunabilir? Esas itibariyle bunları tartışacağız. Öncelikle gençliği tanımak ve tanımlamak önemli. Gençlik, bir sınıf özelliği taşımıyor. Ama toplumsal gelişmede temel bir kesimi ifade ediyor. Toplumsal hareketlilikte bu kesimin belirgin bir rolü var. Bir sınıf olmamakla birlikte kendine has özellikler taşıyan temel bir kesimdir. Gençlik basit veya ayırt edici özellikleri olmayan pasif bir kitle de değildir. Yaşam, düşünce ve duygu bakımından toplumun diğer kesimlerinden farklılıkları olan, kendine özgü özellikler taşıyan bir toplumsal kesimdir. Elbette bir yaş dilimini ifade ettiğini görmek gerekli. İnsanın, başkalarının bakımına muhtaç olmaktan çıktığı, büyük arayışlar içerisinde olduğu, çok fazla günlük yaşamla bağı olmadığı bir yaş kesitini ifade ediyor. İş yapabilecek düzeye geldiği, büyük umutlar ve gelecek arayışları içinde olduğu, yine çok fazla günceli yaşamadığı bir dönem. Gençlik; on beş ile otuz yaş arası dönemi kapsıyor. Bu yaş kesitinin taşıdığı temel özellikler var. Önemli olan da bu özellikleri bilmektir. Bunlar bilinmezse çok fazla genç de olunmaz. Nasıl ki hamal gibi çalışmak bir kişinin sınıf bilinci edinmesini sağlamıyorsa, nasıl ki toplumun en gerisine düşmüş köle kadını sadece kadın olması özgürlükçü yapmıyorsa, 18-20 yaşında olmak da bir insanı –eğer onun özelliklerini iyi hissetmezse– genç yapmaz. Bu bakımdan gençlik, bir yaş diliminin temel özelliklerini ifade eden duygu, düşünce ve davranış toplamı olarak değerlendirilmeli. Gençlik bu anlamda bir ruhtur. Gençlik ruhu ve özellikleri nelerdir? Gençliğin ayırt edici karakteri nedir? Bunları iyi anlamak, bilmek ve tanımlamak gerekiyor. Neden yaşamın Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN belli bir dilimine böyle bir tanım veriliyor? Gençlik çağı deniliyor. Neden gençlik çağı diğer çağlardan ayrılıyor? Kuşkusuz ayrı özelliklerinden dolayı. Peki, o özellikler nelerdir? Gençlik toplumsal değişim ve yenilenmenin vazgeçilmez gücüdür Bir insan, yirmi yaşında olduğu halde bir ihtiyar olabilir. Ama gençlik özelliklerine ve ideallerine bağlı olarak yaşayan biri, ömür boyu da genç kalabilir. Tabii eğer kendini canlı tutmayı başarabilirse, çünkü bu kendiliğinden olmaz. Bunlar üzerinde düşünmek gerekiyor. Gençliğin temel üç özelliği yukarda belirtildi. Gençlik insanın en dinamik çağıdır. Bu bakımdan gençliğin temel özelliği; hareketliliği ve dinamizmidir. Bu bakış açısıyla baktığımızda; gençliğin devrimci bir karakteri vardır. Yani devrimciliğe yatkın bir karaktere sahiptir. Şöyle deniliyor; “gençken solcu, yaşlıyken de sağcı olmayan akılsızdır.” Burada gençliğin taşıdığı dinamizm ile fiziksel olarak sağladığı gelişmenin önemini görmek lazım. Eğer bu dinamizmi; duyguda, düşüncede ve davranışta toplumsal harekete katabilirse, büyük bir eylem gücü ortaya çıkarır. Demek ki, paspal olanlar genç olamazlar. Gençliğin en önemli ve en temel özelliği; arayışçılığıdır. Bunun geleceğe dönük tavrı, bugüne fazla bağlanmaması gibi daha birçok özelliği sıralanabilir. Çıkara bulaşmamış olması, saf, temiz ve umutlu olması, geleceğe dönük ve günceli yaşamayan bir karaktere sahip olması kuşkusuz önemlidir. Bu özellikler devrimci, aynı zamanda da sosyalist bir karakter arz ediyor. “Gençler solcu olur” söylemi, buradan ileri geliyor. Günlük yaşama, güncele bulaşmamıştır; yani çıkar peşinde değildir. Daha çok eşitNîsan 2013 likten ve adaletten yanadır. Varolanı kabul etmez; dolayısıyla değişimden yanadır. Kendi gelişimini ve dinamizmini kullanmak ister. Yine özgürlükten yanadır. Bütün bu saydığım özellikler gençliğin, dolayısıyla gençlik hareketinin temel özelliklerini oluşturuyor. Söz konusu özellikler, sosyalizme denk düşüyor. Özgürlük ve eşitlik militanı olmaya denk düşüyor. Gençlik, sosyal karakterin en çok geliştiği bir dönemi ifade ediyor. Gençlik hareketi, sosyalist hareketin bir parçası, hem de öncü parçasıdır. En dinamik parçası olduğundan, motor gücüdür. O nedenle sosyalist hareketler her zaman gençlik hareketlerine önem vermişlerdir. Fakat geçmişte dar sınıfsal yaklaşımlar çok fazla olduğundan dolayı gençlik hareketleri, sosyalist hareketler içinde tam olarak yerlerini alamamışlardır. Geçmişte işçi abartması çok fazla oldu. Kadın özgürlüğü ve gençlik hareketi, söz konusu işçi abartmasının tamamlayıcıları oldular. Bu, sosyalist hareketlerin yetersizliğiydi. Şimdi bunu düzeltiyoruz. Önderlik savunmalarla, sosyalist harekete yeni bir tanım getirerek, açılım sağlattı. Çünkü işçi fetişizmine bağlanmış sosyalist hareketlerin, ekonomist ve dar çıkarlar peşinde koştuklarını gördük. Birçoğu ütopyadan koparak, sendikalist hareketler oldular. Oysa ütopya, gençlik hareketinde vardır. Gençlik, baştan başa bir ütopyadır. Geleceğin özlemi ve umududur. Kadın özgürlüğü de öyledir. Maddi yanından ziyade, toplum yaşamını dengeli ve düzenli kılma yanı vardır. Özgürlük ve eşitlik yanı fazladır. Kadın ve gençlik hareketi, işçi hareketi gibi dar, kaba ve maddi eşitçilik öngören bir yaklaşım içerisinde olamaz. Biz bunu küçük burjuva eğilim olarak tanımlıyoruz. Kuşkusuz bu, ideolojik bir yaklaşımı ifade ediyor. Özgür Kadın Hareketinin 16 özü ve esası, özgürlük ütopyasını dar çıkarlardan soyutlayarak, toplumsal yaşamın temel özelliklerine uygun kılınmasıdır. Bu, sosyalizmin özünün derinleştirilmesi oluyor. Gençlik hareketi açısından da benzer bir tanım yapmamız gerekiyor. Buradan baktığımızda, gençlik çağı insanın sosyalizme en yakın, özgürlük ve eşitlik idealleriyle dolu olduğu; yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma yönlerinin en güçlü olduğu bir çağdır. Çıkara bulaşmadığı, kar hırsına kapılmadığı, dolayısıyla hileye ve aldatmaya baş vurmadığı bir çağdır. En temiz ve en sade çağıdır. Dinamizmini en çok koruduğu, günü yaşayarak güncel yaşam içinde kaybolmak yerine, insanlık için özgür ve mutlu bir yaşam ortaya çıkartmak için kendini feda etmeye hazır olduğu, bu anlamda oldukça fedakar ve cesaretli olduğu bir çağdır. Gençlik, bu özellikleriyle kendisini ortaya koyuyor. Kendisini bu şekilde, diğer çağlardan ayırıyor. Gençlik hareketi de, bu özelliklerden oluşan bir hareket oluyor. Gençliğin bu özelliklerini kendi bünyesinde toplayan ve biriktiren bir harekettir. Demek ki, gençlik hareketi basit, dar ve geçici bir hareket değildir. Gençlik hareketleri toplumun değiştirici bir gücü olarak her zaman vardır. Böyle olmazsa, toplumun değişimi, ilerleyişi ve gelişimi olmaz. Bu, toplumsal değişim ve gelişim diyalektiğinin temel yasasıdır. İnsanın veya toplumun sürekli bir gelişmeyi yaşaması, değişim dinamiğine sahip oluşundan ileri geliyor. Öyle olmasaydı, toplumların hayvanlar aleminden fazla bir farkı kalmazdı. İnsanı hayvanlar aleminden ayıran, onun farklı bir tür olarak gelişmesine yol açan en önemli olgulardan birisi değişim dinamiğine sahip olmasıdır. Gençliğin karakterini ve özelliklerini iyi tanımlamamız ve anlamamız STÊRKA CIWAN gerekiyor. Tabii çok fazla idealize ederek, yaşamdan kopartmamalıyız. Yaşanması çok zor bir özellikler toplamı haline getirmemeliyiz. Ancak diğer yandan, gençliği tanımlayan ve var eden temel özellikleri ortaya çıkartmaktan ve görmekten de geri durmamalıyız. Söz konusu özelliklerin anlamını ve içeriğini doğru tanımaktan ve bilince çıkarmalıyız. Çünkü bu, toplumsal değişim, gelişim ve yenilenme açısından önemli bir durumu ifade ediyor. Gençlik olmazsa, –tabii maddi olarak her zaman varolacak– temel özellikleriyle tanımlanmazsa, bu özellikler toplum yaşamında bir işlev görmezse, o toplum hızlı ilerleyemez. Çok ağır adımlarla ilerler. Ona değişimde en zayıf toplum denilir. kadar zayıf olursa, gelişimi de o denli zayıf ve geri olur. Toplumsal değişimi sürdüren sınıf mücadelesidir. Cins mücadelesi, toplumsal değişimde özellikle de kapitalist aydınlanmanın gelişimiyle birlikte önemli bir mücadele haline geldi. 21. yüzyılda da öne çıkan bir mücadele oldu. Cins mücadelesi toplumsal değişimi hızlandırıyor. Ancak toplumun her döneminde varolan değişim dinamiği, gençlik dinamiğidir. Bu dinamik; toplumsal değişim ve yenilenmenin vazgeçilmez gücüdür. Onun işlevi toplumsal yaşamın özel- toplum bunun yolunu açtı. Gençlik, hareket olarak toplumun ilerleyişinde geçmişten çok daha fazla rol oynayan bir güç haline geldi. Gençlik her zaman toplumsal değişimde rol oynayan bir kesimdi. Ancak kapitalizmin yarattığı zemin, gençliğin kendini örgütlemesinde, temel özelliklerini örgüte ve eyleme dökmesinde güçlü bir zemin oluşturdu. Bu, son yüzyıllarda daha da belirgin görüldü. Sınıf, ulus ve cins hareketlerinde olduğu gibi, gençlik hareketi de böyle bir zemininin oluşmasıyla ortaya çıktı. Gençlik hareketlerini değerlendirirken, kapitalist toplumla ortaya çıkan bu durumu görmek lazım. Gençliğin değişiğim dinamiği nasıldır? Arayışçılığı nedir? Bu hususları Değişim dinamikleri zayıf olan toplumlara, ihtiyarlamış toplum deniliyor. Bu, gençliğe dair özellikleri kendi içinde yeterince taşımayan toplum anlamına geliyor. Bir toplum için en büyük güç, onun değişim dinamiğini temsil eden gençlik özelliklerinin diri ve canlı tutulmasıdır. Bir toplumda bu özellikler ne kadar diriyse, değişimi de o denli hızlı olur. Devrimci bir toplum olur. Fakat bu özellikler ne likleriyle belirlenir. Modern toplum, sınıf ve cins çelişkisinin değişim dinamiğinin gelişmesinde olduğu gibi, gençlik dinamizminin öne çıkmasında da bir temel teşkil etti. Diğer sınıf ve toplumsal kesimler için olduğu kadar, gençlik için de örgütlenme ve ortak eyleme geçme zeminini yarattı. Modern toplumlardaki gençlik hareketleri her zamankinden daha fazla örgütlü bir güç olarak gelişiyorlar. Kapitalist yaşamda gözlemlememiz gerekiyor. Dün ve bugün olgusu tanımlanırken; “bugün dünden ileri, yarından geriyiz” deniliyor. Bir çocuk; anne veya babasından ileri, çocuğundan geri olarak tanımlanır. Bu sözler, toplumsal yenilenmeyi ifade eden sözlerdir. Demek ki, insan ve toplum yaşamı bir tekerrürü ifade etmiyor. Nasıl ki yaşam bir tekerrürü ifade etmiyorsa, insan ve toplum ilerleyişi de bir tekerrürü Gençlik, kişilik devriminin yapıldığı çağ oluyor 17 Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN ifade etmiyor. Sürekli bir gelişimi ve değişimi içeriyor. Belirtilenler, metafizik ve diyalektik arasındaki bir tartışmayı ifade ediyor. Metafiziğe göre her şey bir öncekinin tekrarıdır. Diyalektik ise bunu reddediyor. Dıştan bakıldığında –yaşayan türler için– öyle gözüküyor olabilir, ama özüne inildiğine, bunun öyle olmadığı, yani bir tekrarı yaşamadığı görülecektir. Her şeyde olduğu gibi, insan ve toplum yaşamında da sürekli bir yenilenme, gelişim ve değişim söz konusudur. Bu değişimi, gelişimi ve yenilenmeyi topluma yaşatan da gençliktir. O nedenle gençlik demek, bir öncekini reddetmek, çelişmek, ona karşı mücadele etmek demektir. Bir öncekiyle çelişmeyen, onu reddederek aşmaya çalışmayan genç olamaz. Bu, sosyalist hareketler için de geçerlidir. Diyalektik herkes ve her şey için geçerlidir. Bütün canlılar, hareketler ve olgular için geçerlidir. Ama en fazla da değişim felsefesine, ideolojisine ve hareketine sahip sosyalist ve devrimci hareketler için geçerlidir. Gençliğin her zaman için yetişkin kuşakla bir çelişkisi ve çatışması olmak zorundadır. Bunu böyle görmemiz ve bir olgu olarak kabul etmemiz lazım. Eğer bir toplumda kuşaklar arasında çelişki ve çatışma yoksa, o toplumun değişim dinamiği zayıflamış Nîsan 2013 demektir. Kuşak çelişkisi ve çatışması ne kadar güçlü olursa, toplumsal değişimdeki altüst oluş ile yoğunluk da o denli güçlü olur. Gençlik, karakteri gereği varolanı kabul etmez. İyiyi, güzeli, eşit ve özgür olanı arar. Gençlik, bir yönüyle bireyin bir tür devrimi yaşamasıdır İnsan ve toplum yaşamı her dönem ciddi değişiklikler ve yenilikler içeriyor. Ruhta, bilinçte, düşüncede, örgütlülükte, maddi ve manevi yaşamın her alanında yeni bir şeyler ediniyor. Bu eski yaşamın bir tekrarı değildir. Toplumsal değişim ve gelişim düzeyi, bu farklılıkların açığa çıkartılarak görülmesindedir. Farklılık ne kadar fazla olursa, toplumdaki değişim ve gelişim düzeyi de o kadar ileri olur. Gençliğin yaklaşımları ve arayışları bir toplum açısından çok önemli. Günümüz dünyasında gençlik hareketine sahip olmayan bir toplum, güçlü bir gelişim içinde olamaz. Öyle bir toplum ağır aksak yürür. İlerleme gücünü ve umudunu kaybetmiş bir toplum haline gelir. Yaşam insanlar için zehir olur. Günümüzde bazı toplumlar böyle bir zorlanmayı yaşıyorlar. Örneğin Avrupa’da teknik çok gelişmiş olmasına rağmen, bazı toplumlar böyle bir durumu yaşıyorlar. Diğer yandan gen18 çliğin çok örgütlü olduğu veya yeni bilinçler edindiği, kendini örgütleyebildiği, dolayısıyla değişimde rol oynadığı, kendisinden önceki kuşakla çelişki ve çatışmaya girdiği toplumlarda ise her bakımdan büyük sarsıntılar yaşanıyor. Bu toplumlar, maddi ve manevi anlamda ciddi değişiklikler yaşıyorlar. Hem ruhsal, hem duygusal, hem de yaşamsal olarak çok ciddi değişiklikler yaşıyorlar. Bu tür toplumlarda sarsıntı, çelişki ve çatışma çok yoğun oluyor. Bu da bir zorlayıcılığı ifade ediyor. Değişimin yoğunluğu toplumun bütün iç dengelerini, yine insanın maddi manevi yaşamının dengelerini bozuyor. Eğer değişime yön verilmezse, bu bireyde ve toplumda ciddi tahribatlara yol açabilir. Ama eğer yön verilirse, birey ve toplum kendini yeniden şekillendirerek, büyük bir gelişmeyi ortaya çıkarır. Şimdi bütün bunlardan ne tür sonuçlar çıkarmalıyız? Bir defa gençliği tanımalıyız. Gençliğin toplumdaki rolünü doğru anlamalı ve o rolün oynanmasını sağlamalıyız. Tabii devrimci ve sosyalist hareket ile gençlik ilişkisini iyi tanımalıyız. Eğer kendimizi bu özelliklerle tanımlıyorsak, o zaman genç olmasını bileceğiz. Aksi taktirde sistemimizi yürütemeyiz ve çökeriz. Onun için kuşak çelişkisini, toplumun değişiminde gençliğin oynadığı rolü ve özellikleri göreceğiz. Bununla birlikte onun üzerinden geliştirilen ve yürütülen politikaları da göreceğiz. Gençlik arayışının hiç olmadığı veya zayıf olduğu dönem kadar, bireye ve topluma zarar veren başka bir dönem yoktur. O nedenle her şey çok mükemmel, doğru bir rotada, başarıyla yürütülüyormuş gibi bir değerlendirmeye gitmemek lazım. Gençlik dinamizmi örgütlü kılınmazsa, tahribatlar yaşanabilir. Ekonomik ve toplumsal çelişkilerden doğan aşırı ça- STÊRKA CIWAN tışma durumu tahribatlara yol açabilir. Olumlu role sahipken, zorlayıcı ve tahrip edici sonuçlara neden olabilir. Bütün bunları iyi görmemiz gerekiyor. Bu bakımdan, toplum içi çelişkileri ve mücadeleleri iyi anlamamız lazım. Sosyoloji bilimi ile psikoloji bilimi bunu inceliyor. Siyasi hareketler de, toplumdan destek alabilmeleri için bireyin ve toplumun yaşadığı çelişkileri doğru çözümlemeleri lazım. İnsan ve toplum psikolojisini bilmeleri gerekir. Toplumun sosyolojik yapısını, çelişkilerini ve çatışmalarını doğru tahlil etmeleri gerekir ki yön verebilsin, örgütlü kılabilsin, dolayısıyla desteğini alabilsin. Kuşkusuz bunu en fazla da; “sosyalist hareketim, özgürlük ve eşitlik hareketiyim” diyenler yapmalıdır. Bunu yapmazlarsa, kaybederler. Gençlik çağı, yeni insanın ortaya çıktığı çağdır Şimdi biz bunu devrim açısından nasıl tanımlayacağız? Gençlik, bir yönüyle bireyin bir tür devrimi yaşaması olarak da ele alınabilir. Eskiyi aşan, reddeden, onunla mücadeleye giren, toplumla olduğu kadar aile düzeniyle çelişen bir duruş içerisinde olur. Toplumsal değişimde öncü rolü oynayan gençlik, bir biçimde aile devrimini de yapmıştır. Bu, toplumun bünyesinde varolan eski yaşam özelliklerini kabul etmemeyi ifade ediyor. Yalnız bu, bazen sınırlı, yani pasifist olurken, bazen de çok etkili oluyor. Köylü yaşamında itiraz her zaman vardır. Yaşlılar gençlere güvenmezler. Yoğun arayışçılığından dolayı; “nereye gideceği belli olmaz” derler. Gençler de, kalıba girmiş yaşamı, bir tekerrürden ibaret olan insanı zayıf görürler, ona isyan ederler. Zaten çelişki de buradan doğuyor. Bu çelişki her zaman varoldu ve Kürt ulusal dirilişinde de, gelişiminde de etkili oldu. Aile devrimi adeta uluslaşmayı sağlayan, insanı birey haline getiren, aile, aşiret, kabile gibi dar bağları kırarak, özgür bağlılıkları geliştiren bir devrim oldu. Bizde, aile devrimi bir özgürlük dev- rimi olarak gelişti. Buna; “ulusal diriliş” de dedik. “Toplumsal demokrasinin ve özgürlüklerin gelişmesi” de diyoruz. Yeni insanın yaratılması, kişilik devriminin gerçekleşmesi çok önemli. Birey olma devrimi ile, aile ilişkilerini parçalama devrimi çok şiddetli oldu. Gençliğin varolanı reddetmesi sonucunda yaşanan çatışma yine öyle. Ancak bununla dar, eskiyi ifade eden, bireyin gelişimini engelleyen bağlar kırılabildi. Gençlik, kişilik devriminin yapıldığı çağ oluyor. Kişilik kazanma süreci oluyor. Çokça tartıştığımız kişilik özelliklerinin edinildiği süreçtir. Kuşkusuz aile, aşiret, okul ve sistem yeni oluşan kişiliğe kendi özelliklerini vermek istiyor. Tüm bunlara karşı bir de ulusal demokratik devriminin yaratmak istediği bir kişilik var. Ulusal demokratik harekete katılmak demek, bütün o alanların kişilik üzerindeki yönlendirmelerine karşı mücadele et19 mek demektir. Gençlik, bütün bu özelliklerin içerisinde bir mücadeleyi yaşar. Kişilik edinme, yoğun bir iç mücadele anlamına geliyor. Kişilik, kendi doğrularını benimsetmek isteyen ve değişik yönde etkide bulunmaya çalışan özelliklerle bir savaşımı yaşıyor. Gençlik çağı, yeni insanın ortaya çıktığı dönem oluyor. Bir önceki toplum yaşamından daha ileri bir toplumsal yaşama geçişi ifade ediyor. Bu anlamda gençlik, her zaman yenilikçidir. Örgütlü ve bilinçli kılınmış bir gençlik, toplumu hızlı ve köklü değişime uğratacak kişiliğin ortaya çıkması anlamına geliyor. Bu, büyük bir olay olduğu gibi sarsıcılığı da var. Örneğin bu, bizde oldukça yoğun ve etkili yaşanan bir olgu oldu. Kapitalizmin sanayi üretiminde sağlanan yoğunlaşma, toplumsal yaşamla bir iç içeliği ve yoğunlaşmayı getirdi. Toplumsal hareketler açısından da yeni süreçler başlattı. Ulusal mücadeleler, ulusal örgütlülükler ve ulusal devrimler gelişti. Yine sınıf mücadeleleri, sınıf hareketleri, kadın özgürlük mücadelesi ve gençlik hareketleri gelişti. Feodalizme karşı mücadelede gençlik önemli bir yer tuttu. Burjuva devrimlerine demokratik bir içerik vermede, emekçilerin yanı sıra kadın ve gençliğin de önemli bir rolü oldu. Fakat tam olarak ağırlığını koyduğu söylenemez. Güç ve destek veren olarak kaldı. Kapitalizmin ilerlemesi, 20. yüzyıl emperyalizminin gelişmesi, yani dünya uluslararası sisteminin oluşması, diğer hareketlerde olduğu gibi, gençlik hareketlerinde de bir gelişme yarattı. devam edecek... Nîsan 2013 GENÇ KADIN STÊRKA CIWAN Şehit Beritan çizgisinde örgütlenen ve zafere yürüyen genç kadınlar Saralaşarak özgürlüğü kazanacaktır Komalên Jinên Ciwan Koordinasyonu “Sömürgeci, işgalci sisteme karşı tam bir Apocu genç kadın ruhuyla dikilmeli ve hesap sorabilmeliyiz. Uçurumun kenarındayız. Ya kanatlanacağız ya da geriye kalan bedenlerimizi uçurumlara usulca bırakacağız” Apocu gençliğin ve Özgür Kadın Hareketi’mizin öncü gücü olan genç kadınlar olarak 20-22 Ekim ayı tarihleri arasında Komalên Jinên Ciwan kuruluş konferansımızı alanlardan gelen belli bir delege sayısıyla gerçekleştirdik. Daha önce Komalên Ciwan içerisinde özgün örgütlenen genç kadınlar kuruluş konferansıyla kendini Komalên Jinên Ciwan olarak adlandırmış ve konferansta önemli kararlaşmalara gitmişti. Birinci konferansla beraber genç kadın birliği yönetmeliğe kavuşturulmuş ve ilanı da yapılmıştı. Aynı zamanda konferans sonuç bildirgesi de yazılmış, yapılan planlama ve kararlar tüm alanlarımıza ulaştırılmıştı. Kurucu konferans olması itibariyle de ilk kez tüm alanların katılımıyla tek tek tüm alanlardaki özgün faaliyetlerimiz değerlendirilmiş ve çalışmalarımız yeni bir sisteme kavuştuNîsan 2013 rulmuştur. Önceki dönemlerde komite tarzında yürütülen çalışmalarımız üstte yürütme alanlarda ise komite tarzında netleştirilmiştir. Aynı zamanda Özgür Kadın Hareketimiz açısından da yeni bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Çünkü bu süreçte Komalên Jinên Ciwan, Kürdistanlı tüm genç kadınların bir çatı örgütü olmuştur. Yani gençlik sistemi içerisinde yer alan kadınlar, Komalên Ciwan içinde temsilini Komalên Jinên Ciwan olarak bulacaktır. Bu süreç itibariyle kimliksel açıdan ete kemiğe kavuşan genç kadın yapımız kendi adı ve kendi rengiyle alanlarda daha radikal mücadele etmeye hazır olduğunu da ortaya koymuştur. Aynı zamanda kendi rengini taşıyan bir bayrak belirlemiş ve bayrağıyla yapacağı her türlü eylem ve etkinliğe kendi imzasını koyacağını netleştirmiştir. Bu nedenle ilk konferansını yapmış, yönetmen20 liğiyle ilke ve çalışma prensiplerini belirlemiş ve amaçlarını ortaya koymuş olan genç kadın birliği somut planlamalarda çıkarmıştır. Tarihi ve hamlesel bir süreçte yapılan konferansımızın gündemleri ve tartışmaları da aynı paralelde geniş ve derin bir şekilde ele alınmıştır Binlerce özgür kadının kanıyla sulanan özgürlük dağlarında Berîtanların, Zeyneplerin ve Meryemlerin şahsında tüm Ekim ayı şehitlerinin çizgisinde yürüme temelinde “Şehit Beritan Çizgisinde Militanlaşalım, Örgütlenelim Zafere Yürüyelim” şiarıyla dönem yaklaşımını ve amaçlarını belirlemiştir. Bu amaç doğrultusunda toplumsal cinsiyetçilikle radikal mücadele, örgütlülüğünü büyütme temelinde her alanda her yerde genç kadın birliklerinin kurulması ve Özgürlük mücadelesine öncülük etme temelinde bir süreç başlatıldı. Bilin- STÊRKA CIWAN diği üzere Paris katliamı ile erkek egemenlikli sistem biz genç kadın birliğine de bir darbe vurmuştur. Özgür Kadın Hareketi’nin ve PKK’nin kurucu kadrolarından olan Sara yoldaşın katledilmesi, tüm Kürdistanlı kadınlara bir saldırı olmuştur. Yine Rojbîn arkadaş şahsında emekçi, siyaset yapan ve uluslar arası alanda diplomasi faaliyeti yürüten tüm kadınlar vurulmak istenmiştir. Ronahî arkadaş şahsında da tüm genç kadın kadrolar, savaşçılar ve çalışanlar katledilmek istenmiştir. Ronahî arkadaş belli bir süredir Komalên Jinên Ciwan kadrosu olarak çalışmalarda yer almaktaydı. Ali Çiçek akademisinde eğitim görmüş ve daha sonra Avrupa çalışmalarımıza düzenlenmişti. Saflığı, dürüstlüğü ve radikalliği ile tüm yapı içerisinde sevilen ve saygı gören bir yoldaşımızdı. Ronahî arkadaşımızın şehadeti hepimizin yüreğini acıttığı gibi mücadele azmimizi yükseltmiş ve düşmana olan kin-öfkemizi artırmıştır. Bertanların çizgisinde mücadeleyi radikalleştirip Saraların, Rojbînlerin ve Ronahîlerin izinde zafere ulaştıracağımız kesindir. Bin yıllardır katliam uygulayan erkek egemenlikli sistem, Paris katliamıyla katliamlarına bir yenisini eklemiş ve tüm dünya kadınlarının daha çok örgütlemesi gerektiğinin altını çizmiştir. Ulusal ve uluslar arası alanda demokratik, sosyalist ve özgürlükçü kadınların dayanışma ve birliktelik ruhunu canlandırmıştır. Komalên Jinên Ciwan olarak da Ronahîlerin mücadelesini radikalleştirme ve zafere taşımada öncü olacağımızı belirtmek istiyoruz. Değerli kadın yoldaşlar; Apocu gençlik mücadelemiz özlü bir biçimde yürütülürse elde edemeyeceğimiz zafer yoktur. Genç kadın kadrolarımızın Kürdistan devrimindeki yeri ve misyonu oldukça kayda değer ve oldukça dikkat çeken en önemli çalışmalarımızdan birisi olarak hem imkan dahiline girmiş hem de temel tarzını yakalamaya başlamaktadır. Hem içerisinden geçtiğimiz tarihi süreç açısından hem de kadının özgürlük mücadelesinin geldiği boyut açısından bunu rahatlıkla belirtebiliriz. Özellikle genç olan kadınların mücadelede edindikleri bilinç, Apocu gençliğin özgürlüğe olan tutkusu genç kadınlarda ifade kazanmakta ve anlamlaşmaktadır. Genç kadın kimdir? Genç kadın nasıl yaşar? Gibi soruların da sorulması gerekmektedir. Bugüne kadar gerçek anlamda çözümlemesi yapılmayan ve halende çözülmesi, tanımlanması gereken kadın gerçeğinin yanında genç kadın da vardır. Bu anlamda tanımlanmaya ve gün begün çözümlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Kendimizden, gerçeğimizden yola çıkarak bunu yapabiliriz. Genç kadın çalışmalarında nasıl bir genç kadın kadrosu mevcuttur? Mevcut genç kadın, toplum içindeki kadınların öncülüğünü yapabilecek düzeyde midir? Kendini çözemeyen tanımlamayan insan özgür kadın mücadelesinde nasıl başarılı olabilecektir? Devrim öncülüğü neyi gerektirmektedir? Önümüze hangi sorumlulukları koymaktadır? Ne yazık ki, ezici bir çoğunluğun bunu yapamadığı geçmiş dönem pratiklerimizden ortaya çıkmıştır. Kürdistansız bir Kürt nasıl mümkün değilse, özgürlüksüz bir kadın ve yaşam da mümkün değildir. Kürdistan olmadan Kürtler yaşayamamıştır. Ya bir efendinin kölesi olmuş ya da işbirlikçi bir ihanetçi olmuş yada sırtını dağlara dayayarak onurluca savaşmıştır. Bu gerçeklik kadın açısından daha acılı ve daha kanlı olmuştur. Kadın yerinden, vatanından edinildiği yetmiyormuş gibi bin yıllarca köle olarak yaşamaya mahkûm edilmiştir. 21 Başkaldırılar da hep olmuştur. Ancak bu başkaldırılar örgütlü olmadığı için bir güce dönüşememiş ve kadının acılı kaybıyla sonuçlanmıştır. Fakat kadın özgürlük mücadelesi, demokratik modernite çerçevesinde hep bir direniş hattı olarak aslında kapitalist moderniteye karşı direnmiştir. Kadının köleleştirilme tarihi daha eskidir. Bu da bir tarihsellik kazandırmaktadır. Kadının kölelik tarihi özgürlük tarihinden daha az bir zamanı kapsamaktadır. Fakat finans kapital süreciyle beraber kadın da içerisinde bulunduğu durumu kabul eder hale gelmiştir. Kadın, statüsüzlüğü kadınlığın bir gereği olarak görmektedir. Kırılacak, nazlanacak, korunacak bir nesne olarak yaşamda yerini almaktadır. Bu anlamda kadının kölelik düzeyini ve köleliğe biçtiği anlamı değerlendirmek, üzerinde ciddiyetle durmak gerekmektedir. Bir kadın olarak erkeksileştirilmiş, sistemin öncüsü haline getirilen kadına karşı da mücadele yürütmek gerekmektedir. Kendi cinsimizi özgür yaşama kazandıramazsak erkek egemen dünya her gün büyüyerek ve güçlenerek kazanmaya devam edecek ve kadın ölecektir. Bu çerçevede genç kadını analize tabi tutmak önem taşımaktadır. Kendini çözümlemeyen genç kadın kadrolarımız örgütsel konularda yetkinlik, ideolojik anlamda yetersiz ve pratik anlamda geride kalma durumuna düşmektedir. Kapitalist modern sistemin çarklarında paramparça edilmiş kişiliklerle mücadele etme elbette kolay değildir. Bunun için müthiş bir donanım gerekmektedir. Duyguda, düşüncede, hal ve hareketlerine kadar son derece körleşmiş ve doyumsuz bir kişilik yapısı oluşmuştur. Çarpık, kozmopolit bir yapıya sahip kişilikler formsuz, anlam gücünden yoksun ve pasiftirler. Bu nedenle devrim, zafer gibi önemli kutsal görevlerimiz vardır. Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN Kişiliğinde devrimi bölük pörçük yapan, ideolojik, felsefi yönüyle sığ kalmış bir yapı devrimle uğraşamaz. O ancak kendisiyle uğraşır. Amaç büyük ama çaba zayıf kalmaktadır. Hatta bazen amaçta bile zayıflığın olduğu ortaya çıkmıştır. Hedef net değilse yürüyüş olmaz. Nereye, nasıl, hangi tempoda yürüyeceğimizi amacın berraklığı belirlemektedir. Güneş kadar net değilsek yol ve yöntem bulamayız. Ne düz ne de engebeli yolda yürüyebiliriz. Öncelikli olarak yapılması gereken öncü olarak kendimizi ciddiye alıp tekrardan yapılandırmamızdır Nîsan 2013 Dönem itibariyle devrimci halk savaşı sürecindeyiz. Yani devrimi halk ile yapacağımız bir süreçtir. “Biz daha önce de halkla yapıyorduk” diyebilirsiniz. Evet, PKK bir halk isyanıdır. Dağların ve halkının müttefikidir. Ancak 40 yılı aşkındır süren mücadelemiz çok önemli kazanımlar elde etmiş ve belli bir özgürlük düzeyini çok acılı da olsa ortaya çıkarmasını bilmiştir. Bunun yanında Kürdistan’da halen bir işgal ve soykırım durumu vardır. Kadın mücadelesi hızından hiçbir şey kaybetmeden devam etmektedir. Kadının henüz devirmesi gereken binlerce mevzi vardır. Yani devrim hareketi ve devrim kadroları olarak biz henüz 22 özgür bir ülke ve özgür bir kişiliği ortaya koyamadığımız için mücadelemize hız kazandırarak, yenilik yaparak devam edeceğiz. Biz baştan itibaren kendini yeniden yeniden yapma hareketi olduk. Sağından solundan yapmaya çalıştığımız devrimin orta yerine girip yapma dönemi başlamış hatta bunda biz çok gecikmiş durumdayız. Alanlarımızda yaşadığımız kimi sorunlar bunun bir göstergesi durumundadır. Yine kadroların kendine göreliği, kendini harekete partiye dayatması, düzenlemesini alanını beğenmemesi, şikayetçiliği ve kendini çalışmasına adamaması da bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bir devrimcide bulunmaması gereken en önemli özellik kendini devrime dayatmasıdır. Ancak biz ilk önce kendimizi dayatmaktayız. Bu durum alan yönetimlerimiz bazında da ortaya çıkmıştır. Kadrosunu eğitecek, motive edecek, yoğunlaştıracak, örnek olacak kimi alan yönetimlerimiz yardıma muhtaç duruma gelmişlerdir. Sorunların çözümünde öncülük değil, sorunların ortaya çıkmasında öncülük yapmışlardır. Öncülüğü tersinden okumuşlardır. Süreci anlamamış, devrimci halk savaşı stratejisini kavramamış ve onun yönetim erki olamamıştır. Yapısını pratik güç kendisini sorunlu bir güç olmayı kabullenmemiştir. İçten içe bu durumu hazmetmiş ve kadrosunun da bu durumu kabul etmesini istemiştir. Devrimci bir genç kadın kadrosu ve yönetiminde bulunması gereken özelliklerin başında öncülük gelmektedir. Doğruya, kazandıran tarza yönteme öncülük etmelidir. Önderlik felsefesi doğrultusunda önder-öncü bir karaktere kavuşmak tarihi bir görev olmaktadır. Kendimizi misyonsuzlaştırarak, değersiz görerek kadın mücadelesinde rol sahibi olamayız. Öncelikli olarak yapılması STÊRKA CIWAN gereken öncü olarak kendimizi ciddiye alıp tekrardan yapılandırmamızdır. İdeolojik argümanlarımız derya kadardır. Özgür Kadın Hareketimizin tecrübe ve birikimi bize müthiş bir zemin sunmaktadır. Dersler çıkarabilir ve mücadelemizi daha radikal, daha aktif kılabiliriz. Önderliğin devrim yapma görevini üstlenen kadro için yaptığı bir çözümleme çok çarpıcıdır.” Devrim, düşüncede, duyguda bıçak gibi keskin, keskin olduğu kadar da adil olan insanların eseri olabilir. Son derece çocukça, toyca, son derece ölçüsüz veya serbest bırakıldığınızda, devrim adına nelerin olacağını da göz önüne getirdiğimizde, o zaman bu işin ciddiyetini varın düşünelim. Hala bu ciddiyeti kavratamıyoruz. O çocuk halinizle kendinize güldüğünüz gibi, aynen cüceliğe takılmış devrimin çocukları gibi kendinizi bize dayatıyorsunuz; gülmek veya güldürmek hiçbir şeyi çözmüyor. Devrim bu kadar problemli insanlarla yürüyecek bir sanat değildir. Devrim, kendini bu kadar enkaz gibi ortaya atanlarla yürüyecek bir olay, olgu değildir. Kudretli olduğu kadar güçlü bir iradenin amansız sahibidir ve bütünüyle yürütebilendir belirlemesinde bulunmaktadır. Devrim mücadelesinin kadroları olmak istiyorsak, kadın özgürlük mücadelemizi en öne alacak ve tüm sorumluluklarımızı bütünüyle yürüteceğiz. Bunu komple bir kadro gerçekliğine ulaşarak gerçekleştirebiliriz. Komple kadro olmakta kendini adamak ve yaratmakla mümkündür. Genç kadın kadrolarımız açısından bu durum kaçınılmazdır. Kadın çalışması tarihi önemde bir çalışmadır. Bunun farkında olunmadığı da kesindir. Eğer farkındaysak o zaman gereği neden yapılmıyor diyeceğiz. Farkında olmak demek birçok sorumluluğu üstlenmek de- mektir. Sorumluluğu üstleniyoruz deniliyorsa o zaman pratiğimiz neden böyle zayıf ve cılız? Hem farkında olmak hem sorumluluk üstlenmek hem de yapmamak başka bir şeydir. Bilinçli olduğunu düşünmüyoruz. Daha çok gücünün ve iradenin ne kadar büyük olduğunun bilinmemesiyle ilgilidir. Kendine güvensizlik, yeterli ideolojik birikime sahip olmama, eğitimsizlikle ilgili durumlardır. Kapitalist sistemin olumsuz faktörleriyle de değerlendirilebilir. Özgürlüğe en fazla ihtiyacı olan ve en fazla mücadele eden de yine bizleriz Kadın özgürlük mücadelemiz uzun yıllar sürecek bir mücadeledir. Çünkü biz bin yılların toplum zihniyetini değiştirmek istiyoruz. Toplumu gerçek özüyle komünal değerleriyle buluşturma göreviyle mükellef kılınmışız. Ancak kimi planlamalarımız ve kararlarımız bir ayda, bir yılda gerçekleşebilme potansiyeline sahiptir. Gerçekten iddiası olanlar ve kararında ısrarcı olanlar her şeyi başarabilir. Sistemimizin en radikal, en genç, en dinamik ve en özgürlüğe yakın kesimini ifade etmekteyiz. İstersek, başarma azmiyle dolup taşıyorsak genç kadın yapısı olarak Apocu gençliği harekete geçirebilir, eğitebilir ve tüm Kürdistanlı gençlerin lideri olabiliriz. Kendini muhatap durumuna koymak isteyen, iradesine saygı göstermesini isteyen bizleriz. Özgürlüğe en fazla ihtiyacı olan ve en fazla mücadele eden de yine bizleriz. O zaman neden karşımızdakinden ya da erkekten bekliyoruz ki? Neden hala şikâyetçiyiz ki? Zaten erkek kendini sorunun kaynağı olarak görmüyor, görmeyecek de. Çözüm isteyen, özgürlük isteyen, eşit yaklaşım isteyen ve bunun kavgasını veren biziz. Bu nedenle hakkın 23 verilmesini beklemek ya da mücadele etmeden sadece eleştirmek yanlıştır. Şu an Komalên Jinên Ciwan olarak yeni bir hamle sürecini yaşıyoruz. Aslında en büyük hamlemiz konferansın gerçekleşmesiydi. Konferansla irademizi ortaya koyduk. “Biz de varız” dedik. Ancak konferansa sahip çıkmadık. Toplumda üzerinde durulması çözümlenmesi gereken kesim genç kadınlardır. Çünkü toplumun dinamik gücünü oluşturan ve toplumda en fazla yer edinen, toplumu etkileme gücü olan; değiştirme ve geliştirme yönü ön planda olan bir kesimdir. Genç kadın aslında gençliğin ve kadının bileşkesidir. Hem genç hem kadın olmasından kaynaklı iki kimliğe sahiptir. Kadının toplumsal öncülüğüyle gençliğin yenilikçi, dinamik özelliklerinin toplandığı ve bu karakterlerin öncülüğünü yapan kesimdir de. Yani toplumdaki yeri ve konumu itibariyle öncülerin öncüsüdür. Sistemin toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlarının esas hedefinde olan ve jerontokrasinin üzerinde en fazla uygulandığı, kesim yine genç kadınlar olmaktadır. Genç kadınların özgün örgütlenmesi çok önemli bir husustur. Çünkü sistem, toplum içerisinde en fazla genç kadınlar üzerinde durmakta, kadının sömürüsü genç yaşta başlatılmaktadır. Kadın fiziği, emeği en fazla sömürü malzemesi yapılmakta, kapitalizm kadının fiziğini pazar haline getirip parça parça satmaktadır. Sınırsız kar hırsıyla gözü dönmüş kapital tekeller, tekstil atölyelerinde sağlıksız koşullarda ve hiçbir güvence olmadan sayısı çok fazla olan genç kadınları gece gündüz asgari bir ücret karşılığında çalıştırmaktadır. Aynı şekilde Kürdistan’dan, metropollere mevsimlik işçi olarak en fazla genç kadınlar gitmektedir. Fuhuş, uyuşturucu, çocuk yaşta evlilikler, namus Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN cinayetleri, tecavüz vb. politikalar kadını düşürme aracı olarak kullanılmakta ve kadının böylece toplum içinde etkisi kırdırılmaktadır. Özellikle genç kadınlar üzerinde oynanan oyunlar çok daha kapsamlıdır. Genç kadınlar sistem içileştirilerek, kendi özünden koparılarak pasifleştiriliyor. Devletin prototipi olarak nitelendirilen aile, genç kadınları erken yaşta evlendirerek, “büyürse sözümüzü dinlemez, başına buyruk olur, erken yaşta evlensin de daha sonra başkaldırmasın” diyerek kadını denetim altında tutmayı hedefler. Sistem de aynı şekilde kadına bazı olanaklar sunarak, kendi çarkına bir diş daha eklemeyi hedefler ve genç kadınları böyle etki altına alır. Sistemin politikası daha ince ve derinliklidir. Örneğin genç kadınları sistem içileştirmek ve asimilasyonu derinleştirmek için ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası başlatmış ve toplumda dinamik güç olan ve sisteme karşı yapacağı şeylerden korktuğu genç kadınları yanına çekerek onları pasifleştirmiştir. Çünkü bir insanı özünden koparmanın en etkili yolu onu değerlerinden uzaklaştırmaktır. Tıpkı Dersim katliamından sonra genç kızlar ailelerinden koparılarak yatılı okullarda ya da Türk bir ailenin yanında Türk dili öğretilerek Türkleştirilmesi politikası gibi bu kampanyada genç kadınlar üzerinde uygulanan incelikli bir politikadır. “Şark Islahat Planı” bu anlamda en fazla kadınları ve çocukları etkilemiştir denilebilir. İskan politikaları, zorla yatılı okullara öğrenci alma vs ile kız çocukları ana kucağından alınmış ve asimilasyon merkezlerinde eğitilmiş ve Türkleştirilmiştir. İşte devletin genç kadınlar üzerinde uyguladığı bu politikalar gösteriyor ki genç kadın toplum içinde değiştirici dönüştürücü ve kültür aktarıcı bir role sahiptir. Nîsan 2013 Kuruluş konferansı daha güçlü sahiplenilmeliydi Kürdistan’da, genç kadınlar üzerinde uygulanan bu politikaların boşa çıkarılması için genç kadınların özgün örgütlenmesi şarttır. Bu çerçevede kurulmuş olan Komalên Jinên Ciwan örgütü yapmış olduğu kuruluş konferansıyla Kürdistan’ın dört parçasında ve Avrupa’da yaşayan genç Kürt kadınları bir çatı altında tutmayı hedeflemiştir ve bunun için çalışmalarına başlamıştır. Fakat konferansta açığa çıkan genç kadının özgün örgütlenme bilinci, alanlarda tam olarak yansımasını bulmamıştır. Bunun öncülüğünü yapması gereken esas güç, genç kadın kadroları olması gerekirken, pratiklerden açığa çıkan sonuç, kadroların bu bilince tam olarak ulaşamadığıdır. Eğer genç kadın kadrolar bu bilinci tam olarak açığa çıkartamamışsa genel olarak Kürdistan’daki genç kadınların yaşamış olduğu sorunlara çözüm olamaz ve kadın bilincini ortaya çıkaramaz. Aynı zamanda düşmanın politikalarını boşa çıkaramaz ve bu politikaların engellenmesinde öncü rol oynayamaz. Genç kadın kadrolar, Komalên Jinên Ciwan örgütünün kurulduğu bu dönemde sömürgeci ve işgalci bu devletin genç Kürt kadınlar üzerinde uyguladığı bu politikaları boşa çıkarması için kendi özgün komitelerini oluşturması ve bu komitelerin işlerliğinin olması gerekmektedir. Sırf komite oluşturmak adına bir araya gelmek yerine, misyonunu oynayabilen, ihtiyaçlara cevap olabilen sorunları saptayıp anında cevap olabilen, inisiyatifli ve iradeli komitelerin oluşturulması gerekmektedir. Genç kadının inisiyatifli ve iradeli olabilmesi için genç kadın çalışmasının gerekliliğini anlayabilmesi kadının kendine ve genç 24 kadın yoldaşlarına inancının ve güveninin olması gerekir. Başta genç kadın olmak üzere tüm kadın yapılarımızda bu güvenin doğması, pasifliğin, inisiyatifsizliğin, inançsızlığın, ürkek yaklaşımların kırılması, kendinde bu yaklaşımların zerresini yaşatmaması gereklidir. Bir genç kadın kadromuz etrafındaki yoldaşlarına da güven verebilmeli, belirli bir moral motivasyonla bir mıknatıs gibi genç kadınları Komalên Jinên Ciwan örgütüne çekebilmelidir. Eğer biz kadına güvenimizi ortaya koyamazsak genç kadını özgür, mücadeleci yaşama çekmekte sıkıntılar yaşarız. Bu yaklaşımlarımızdan kaynaklı sürekli dillendirdiğimiz ama bir türlü aşamadığımız, genel çalışmaların içinde genç kadın çalışmalarının erimesi ve geri plana atılması sorununu gideremeyiz. Biz genç kadın kadro ve çalışanları olarak genç kadın çalışmalarını ne kadar gündemimize alıp önemsersek genel çalışmalar içinde de yansımasını bulacak ve geri planda olmaktan kurtulacaktır. Sürecin gerekliliklerini gerekçe yapıp rutin yapılması gereken özgün toplantı, tekmil ve eğitimlerimizi buna bağlı olarak özgün eylemselliklerimizi yapamadığımızı dile getiriyoruz, tekmillerimizi bile doğru düzgün almıyoruz. Genel kadro misyonunu yerine getirirken genç kadın kadro rolümüzü yerine getirmiyoruz. Alana özgün olarak genç kadın çalışması için konumlandırılan arkadaşlar bile genel kadro çalışması yürütüp, özgün çalışmalarını geri plana atıyor. Bu kadroların çoğunluğu da yılardır hareket içerisinde olan deneyimli kadrolar olmasına rağmen gençlik ruhuna uygun radikal çıkışlar getiremiyorlar. Rutin çalışmalar yapılsa bile farklı yöntemler, farklı tarzlar, sürece göre kendini güncelleyen eylemler olmuyor. Komiteler STÊRKA CIWAN güçlendirilmiyor, genişletilmiyor ve olanı korumakla yetiniliyor. Komiteler güçlendirilerek sürece göre konumlandırılmalı, sürecin ruhu onlara aktarılmalı, inisiyatifli kılınmalıdır. Yaşanan bu durumlar devrim süreci içinde kendi misyonumuzun farkına varamadığımızı gösteriyor. Hiçbir anlayış ve yaklaşım özgün çalışmalarımızı yürütmememizin gerekçesi olamaz ve hiçbir gerekçede bunu açıklayamaz. Örneğin kaç alanımızda 1. Komalên Jinên Ciwan kuruluş konferansının aktarımı ve bununla beraber yansıması olmuş ve Komalên Jinên Ciwan örgütü selamlanmıştır. Kuruluş konferansı olması nedeniyle daha güçlü bir yansıma ve sahiplenme olması gerekiyordu, fakat bu gerçekleşmedi. Örgütün elinde olan imkanlar değerlendirilmedi ve kurumsallaşma için sağlam bir adım atılmadı. Konferanstan sonra hedeflerimiz büyükken, ortaya çıkan tablo gösteriyor ki yapılanlar hedeflenenler için çok yetersiz kaldı. Bizler genç kadını toplumun dinamik gücü olarak görüp genç kadın örgütlenmesine giderken genç kadınlar kendini bu süreçte bu misyonun dışında tuttular. Önderlik kadın üzerinde fazlasıyla durmakta ve çözümlemelerini derinlikli yapmaktadır. Kadının kendi kimliğini tanıması, gerçekliğinin farkına varması, sistemin kendi üzerinde yaptığı hesaplar görebilmesi, tüm bunlar karşısında kendini yeniden kendi özüyle yaratması için çok çabalamış, büyük hedefleri olmuştur. Önderlik neredeyse bütün çözümlemelerinde kadının özgürleşmeden toplumun özgürleşemeyeceğini dile getirmiş ve neden kadınlar için özgür kadın kimliğinin gerekli olduğunun üzerinde ağırlıkla durmuştur. Sömürülen ve işgal altında olan halklar üzerinde sistemin en çok uyguladığı taktik kadının köleleştirilmesi olmuştur. Top- lumun aktif gücü ve doğal öncüsü olan kadının kendi gücünün, kendi varlığının bilincine varması ve bu temelde kendini yeniden var etmesi işgal altında olan ve köleleştirilen halkın da uyanışına öncülük edecektir. Yıllardır tespit edilen ve üzerinde en çok durulan kadın sorunu, sömürülen kadınlara aktarılmalı, kavratılmalı ve kadının eski konumunu elde etmesi için var olan tüm imkanlar kullanılmalıdır. Fakat hareket kadının aydınlatılması, bilince ulaşması için var olan imkanlarını seferber etmesine rağmen, kadrolar bu imkanları iyi değerlendirememektedir ve kadının kadın olma bilinci tam olarak açığa çıkartılamamaktadır. Kadın tarihi hafızalarda yeniden canlanırsa toplum tarihi de buna paralel olarak yaşam bulur Tarih geçmişle gelecek arasında köprü görevini gören, toplumun geçmişine ayna tutan ve yol gösteren bir göreve sahiptir. Toplumun kendi tarihinden uzaklaşması demek varlığından, kültüründen koparılması ve yaşam damarlarının kesilmesi anlamına gelmektedir. Kürt halkına bu on yıllardır uygulanıyor, kendi tarihlerinden uzaklaştırılarak ulusal hafızası yok edilmeye çalışılıyor. Bu, aynı zamanda kadının yarattığı toplumun yok edilmesi, kadının kendi tarihinin de hafızalardan silinmesi anlamına geliyor. Kadın tarihi hafızalarda yeniden canlanırsa toplum tarihi de buna paralel olarak yaşam bulur. Önderliğin üzerinde yoğunlukla durduğu kadın kimliği ve gerçekliğini anlayabilmek, kadının kendi tarihini bilmesinden, tanıyıp anlamasından geçmektedir. Yine gelişen politik süreçleri, günceli ve kadının devrimsel süreçlerde rolünü anlayabilmesi için bilince çıkarması gereken 25 birçok konu bulunmaktadır. Önderliğin yaratmaya çalıştığı güçlü, iradeli, mücadeleci kadını yaratmak için, ideolojik farkındalığın ve bilincin olması gerekir. Bu da özgün kadın eğitimleri ve buna denk pratiklerle mümkün olur. Özgür kadını açığa çıkarmak istiyorsak özgün kadın eğitimlerini gerçekleştirmeli ve eğitimlere daha ciddi yaklaşmalıyız. Örneğin; Rojava’da genç kadın akademimiz açılmış, bir iki devre de yapılmıştır. Akademinin açılıp devrelerin yapılması, gerçekten genç kadın eğitim faaliyetlerinin yapıldığı anlamını taşımıyor. Bu devrelere kaç genç kadın arkadaşın dahiliyeti için uğraşılıyor, kaç arkadaş kararlı çıkıyor, genç kadın özgün çalışmalarının geliştirilmesi ve genişletilmesi için ne kadar rol oynuyor gibi sorulara cevap aradığımızda, çıkan sonucun çok iyi ve nitelikli olmadığını görüyoruz. Mesela genel gençlik akademisine genç kadın arkadaşlar eğitim için gönderiliyor. Neden Genç Kadın Akademimize bu ciddiyetle yaklaşılmıyor ve yeterli sayıda arkadaş eğitime dâhil edemiyoruz? Yine genç kadın çalışmalarından sorumlu olan arkadaşlar akademi faaliyetlerini takip etmiyor ve arkadaşın gelişimiyle ilgilenmiyor. Örneğin; bir haftalık eğitimde hiçbir arkadaş kendini planlayıp orada sabit kalmıyor ve bu çerçevede eğitimi güçlü kılmıyor. Bu sadece Rojava alanının sorunu değildir. Bu yaklaşım birçok alanda yaşanmaktadır. Bu da eğitimlerimize ve genç kadın çalışmalarımıza yaklaşımımızın çok ciddi olmadığını böyle olsa bile pratiğe yansımadığını göstermektedir. Kadının eğitimi ve bilinçlenmesi konusunda kadrolarımızın daha fazla yoğunlaşması, özgün eğitimlere daha fazla yer verilmesi, kadın sorunlarının daha fazla tartışılması ve tartışmaların Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN alanın var olan sorunlarıyla daha fazla bütünleştirilmesi ve sorunların çözüme kavuşturulması için yöntemler üzerinde daha derinlikli durulması gerekmektedir. Ses getirebilecek, yankı uyandırabilecek, genç kadın kimliğini yansıtabilecek eylemsellikler yapılmıyor. Genel gençlik çalışmalarındaki kadrolardan beklentili ruh halimiz ,özgün faaliyetler içerisindeki eğitim çalışmalarımıza da yansıyor. Örneğin; hala “genel gençlik akademisine kadın arkadaş yollanıyor da, genç kadın akademisine neden kadın arkadaş yollanmıyor” diye sorabiliyorsak, bunun cevabını kendimiz vermemiz gerekir. Eğer kendi özgün örgütlenmemizi güçlendirseydik, özgün çalışmalarımızdan aktarılan kadın yoldaşları bu kurumlarda eğitebilir ve daha çok devre geliştirip sonuç alabilirdik. Örgütlülüğümüz oranında eğitimlerimiz güçlü olur. Genç kadın çalışmalarımızı genel çalışmaların gündemine alabildiğimiz oranda, bu çalışmalara olan yanlış yaklaşımları Nîsan 2013 kırabiliriz. Tüm alanlarda ortaya çıkan sorun, genç kadın özgün eylemselliklerinin olmaması olsa bile çok sınırlı ve dar kalmasıdır. Çalışmalar sürüncemede bırakılıp bir planlamaya kavuşturulamıyor. Yapılan tekmil ve toplantılar rutin çalışmalar iken, bunlar özgün eylemsellikler olarak algılanıp özgün kararlarla bir planlama çıkarılamıyor. Ses getirebilecek yankı uyandırabilecek, genç kadın kimliğini yansıtabilecek eylemsellikler yapılmıyor. Bir karar alınsa dahi bu bazen genel çalışmaların gölgesinde kalabiliyor. Hatta aldığımız kararları, özelde genel çalışmalardaki erkek arkadaşlara onaylatma ihtiyacı duyuyoruz ve bu konuda inisiyatif irade olamıyoruz. Bu kendimizdeki gücü fark edememe ve kendimize güvenmemeyle alakalı bir durumdur. İrademizin zayıf olduğunu düşünebiliyoruz ve bu durum bazı alanlarda bizi zorladığında sorumluluktan kaçmak adına istifayı örgütün gündemine koyuyoruz. Hiçbir mücadele kolay olmadığı gibi genç kadın çalışmalarına olan yaklaşımlarla mücadele etmek de tabii ki kolay değildir. Ancak mücadele 26 ,zorluklar karşısında verildiğinde anlamlıdır. Bilindiği gibi düşmanla mücadelemiz de sadece zihni değildir. Bu mücadele pratikte kendini özgün eylemsellikler ve düşmana karşı özgün öz savunma ile ifadesini bulacaktır. Bu pratiğin bir diğer adımı da; genç kadının gerillayı büyütmesidir. Bu çerçevede genç kadın öz savunmasını geliştirmeli, daha yaratıcı eylemsellikler üretebilmeli. Genç kadınları özgürlük saflarına yani gerillaya katabilmek için özgün çalışmalar yürütebilmelidir. Genç kadınlar olarak düşmana verilebilecek en güzel cevap, mücadeleyi genişletmek olacaktır. Gerilla saflarında genç kadınların sayısının artması hem düşmana hem de kadının gücüne inanmayan kesimlere anlamlı bir yanıt olacaktır. Bu nedenle amaçlarımızı ve bu çalışmalara ilişkin planlamalarımızı netleştirmeli ve bununla beraber çalışmalar güçlendirilmelidir. Özellikle genç kadın kadro ve komitelerine yönelik örgütleme çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Öz savunma varlığın tehlikeye girdiği süreçte ortaya girdiği bir durumdur. Genç kadınlar olarak varlığımızın kabul edilmediği çalışmalarda halen güç olarak görülmediğimiz, genel olarak erkek arkadaşların gölgesinde kaldığımız, genç kadınlar olarak adımızı duyurabildiğimiz eylemselliklerimizin olmadığı bir süreci yaşıyoruz. Fakat açığa çıkan sonuç; bizim de bu durumu kabul ettiğimizi gösteriyor. Halen bu konuda verdiğimiz mücadelenin yetersiz olması ve örgütlülüğümüzü geliştirememiş olmamız, var olan zihniyete ve tutumlara karşı yetersiz bir tepkidir. Değinilmesi aciliyet gerektiren diğer bir husus da kadına yönelik her türden şiddetin ayyuka çıkmış olması durumudur. Özellikle her gün artarak devam eden kadın ci- STÊRKA CIWAN nayetleri tam bir kadın kırım halini almış bulunmaktadır. Medyanın bunu çok az da olsa görünür kılması olayın vehametini gözler önüne seriyor. Ancak bu kadar yakıcı ve tarihi bir sorunun hala üçüncü sayfa haberi olarak yer bulması elbette sorunun çözümünde hiçbir şeyi ifade etmemektir, aksine durumu normalleştirmenin temel silahı haline gelmiştir. Uygarlık tarihi kadın eksenli kültürün yok ediliş tarihidir uygarlığın son hali olan kapitalist modernite girmiş olduğu krizli halden kadına karşı son darbelerini vurarak, intikamca saldırılara girerek çıkmak ister gibidir, son olarak kapitalist modernitenin merkezinde üç yoldaşımıza dönük geliştirilen acımasız saldırı da kesinlikle bu nedenledir. Apocu genç kadınlar olarak hiçbir saldırıyı, cinayeti yas havasında karşılama gibi bir gaflet içine giremeyiz. Bu direniş kültürünü Berîtan ve Saralardan alan Apocu hareketin iddia ve kararlığında olan biz kadın militanları ve fedaileri böylesi durumlar karşısında matem içinde olmamız demek, evet “ben bu saldırılar karşısında boyun eğiyorum” demek olur. Bu da asla kabul edilemez. Tarihin bu rezilliği karşısında. ‘Meryem Ana’nın gözü yaşlı kaderine razı gelişi, tanrıça İnanna’nın hani benim değerlerim” diye serzenişlerde bulunması gibi benzeri sayısız örnek bir çaresizliği gösterse de bugün bu çaresizlik, yerini Roza’lardan Sara’lara büyük çare ve inanışa bırakmıştır. Biz kesinlikle çaresizlik değil, bu değer üzerinden büyük direniş kültürü içerisinde yerimizi almalıyız. Örgütlü gücümüze dönük her türden saldırıya karşı ve içimizi gün gün acıtan kadın cinayetleri, tecavüz ve fuhuş gibi kadın üzerinde gerçekleştirilen politikalara karşı her alan kendi özgünlüğünde eylemler dü- zenleyebilmelidir. Ayrıca düşmana karşı fiziki eylemsellikler ve genelde yaşanan durumlara karşı genç kadınlar ola-rak tepki gösterip özgün eylemsellikler düzenlemeliyiz. Fakat şu ana kadar Komalên Jinên Ciwan adına herhangi bir eylem gerçekleştiril-medi. Genç kadın örgütü kuruluşumuzu selamlayacak ve kutlayacak herhangi bir eylem yapılmadı. Bu da kadına olan duyarlılığımızın ve özgün kadın bilincinin eksik olduğunun bir emaresidir. Bize özgürlüğü haram edenlere karşı mücadele etmekten başka şansımız yoktur Basın çalışmalarında öncelikle genç kadının belirleyici ve etkileyici bir konumunun olması gerekir. Örgütün basın alanındaki imkanı çok olmasına rağmen bu imkanlar doğru bir şekilde kullanılmamakta ve genç kadını yansıtmakta eksik kalmaktadır. Basın çalışmalarında genç kadına daha çok yer verilmesi ve işlenmesi için daha çok çabanın olması gerekir. Hem gençlik hem de genel basında genç kadına ilişkin özgün yazıların ve görsel programların geliştirilmesi gerekir. Genç kadın kadro ve çalışanlarının var olan gençlik basın çalışmalarına konumlandırılmaları konusunda daha hassas bir yaklaşım olmalı. Örneğin, radyo ve televizyon programlarında genç kadına dönük özgün programlar yapılmalı, çıkan gazete sayfasında genç kadına ilişkin yazılar yazılmalı. Özgün çalışmalar gündemleştirilip propaganda ayağı iyi kullanılmalı ve ihtiyaçlara cevap olunmalıdır. Genç kadınların toplumda yaşadığı sorun ve sıkıntılar (fuhuş, genç yaşta evlilik, taciz ve tecavüz) belirli programlarda işlenmelidir, gündem oluşturulabilmelidir. Komalên Jinên Ci27 wan örgütünün kuruluş amacı, ilkeleri yansıtılıp bu temelde propagandası yapılmalı, ayrıca dergilerde de bu iyi işlenebilmelidir. Tüm bunların yapılabilmesi için de yukarıda belirttiğimiz gibi genç kadın kadrolar basın çalışmalarına konumlandırılmalıdır. Genç kadın çalışmalarını hem gençlik hem de kadın sorunlarına cevap olabilecek bir düzeyde olduğu yansıtılabilmelidir. Şunu net bir biçimde ifade etmek gerekir; Özgür kadın mücadelesi ve cins mücadelesi o kadar geri ve iradesizlik o kadar derin boyutlarda yaşanmaktadır ki, ülkesizlik-vatansızlık ve özgürlüksüz yaşamak adeta temel yaşam formu haline getirilmektedir. Bize özgürlüğü haram edenlere karşı mücadele etmekten başka şansımız yoktur. Sömürgeci, işgalci sisteme karşı tam bir Apocu genç kadın ruhuyla dikilmeli ve hesap sorabilmeliyiz. Uçurumun kenarındayız. Ya kanatlanacağız ya da geriye kalan bedenlerimizi uçurumlara usulca bırakacağız. Daha çok örgütlülük, daha çok komite, daha çok birlik ve daha çok eylemle irademizi ortaya koymalıyız. Bu sürece tam da biz öncülük yapabilmeliyiz. Çalışma tempomuzu artırarak, kimlik ve bayrağımızı dalgalandırarak özgürlük mücadelesine yepyeni bir hayat katmalıyız. Başaracağımıza olan inanç ve kararlılıkla birinci kuruluş konferansımızın ruhuyla tüm mücadele yoldaşlarımızı selamlıyoruz. Ayrıca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü özgür dağların zafer havasıyla kutluyor ve özgür bir Önderlik şiarıyla başarıyı elde edeceğimizi belirtiyoruz. Çalışmalarınızda üstün başarılar! BIJÎ RÊBER APO! BIJÎ PAJK Û PKK! BIJÎ KOMALÊN JINÊN CIWAN! Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN FELSEFE APOCU FELSEFE Rojbîn AMED “Apocu felsefe varolanla yetinmeyen, hep bulup ortaya koyan ve onu zamanında, koşullara uygun düzeylerde sunan, aynı çabayı ve mücadeleyi yeniden yaratana kadar sürdüren bir gerçeğe sahiptir” Tarih sadece geçmiş midir? Anlaşılabilinse, yeniyi dokumak için kavranabilse... İşte o zaman tarih geçmiş değil, gelecektir denilebilse... Uçsuz bucaksız ovalar, çepeçevre yükseklikler... Geçmişle gelecek arasında bir kapı ve eşiğinde duran bizler... Birbirinden farklı olduğunu sandığımız, ama aynı şeyle dokunmuş olan yaşamımızla öylece duruyoruz. Sadece bir adım. Gelecek için ve geçmiş olanı bilmek için cesaret... Ve bir çağrı ulaştı bize. Öylece durmuşluğa, arada kalmışlığa son, silikliğe, yok olmaya red çağrısı. Alındı. Geçmişi geleceğe ekmeye gelmiş olduk. Hikaye sanılan, efsane olan her şey gerçek oldu. Zorlu ve acı dolu gerçeğe uzanan insanlar olduk. Hem ilkler hem tüm değişiklikler diyarı Mezapotamya’nın efsanelere nakşedilmiş, unutulmuş sanılan acımasız gerçeğine ve büyük yürüyüşüne katıldık. Neyi reddettiğini tam bilemeden, gerçeğin gücünün nasıl sarsıcı Nîsan 2013 ve nasıl dönüştürücü olduğunu kavrayamadan tercih ettik. Özgürlük ruhuyla dolu dolu, bu sonsuz uzanan ovalara, geniş geniş açılan ve daracık geçitlerle ardındakini gizleyen yüksek yüksek dağlara kendini bırakan öncüler olduk. İşte her şey öncülerin belirmesiyle başladı. Öyle bir iradeye çekiliyorduk ki, kesintisiz bir yürüyüşün Önderinin, "Apocu olmak her an yeni başlangıçlar yapabilmektir” dediği şeyin çağrılısı olduğumuzu, açılan her kapının ardındaki mekana korku ama merakla yönelmekten kaçınamadığımızı gördük. Neye çekiliyorduk? Nasıl bir güçtü? Her birimiz neyi kaybetmiştik ki Apocu akımla birleşmek istedik? Tanımlayamadığımız, ama en azından sezdiğimiz bir çelişkili kişilik gerçeğinin değişikliğe uğratılması, yeniden yaratılması eylemine nasıl katıldık? Niye katıldığımızı biliyor muyduk? Kaba bir ifadeyle belirtirsek, neydi çıkarımız? Maddi bir kazancımız olacak mıydı? Reddetti28 ğimiz ve adına düzen yaşamı dediğimiz yaşamdan gerçek anlamda maddi bir kazancımız var mıydı? Dünya hapishanesi. Sadece Kürtler değil, bütün insanlık bir sistem tarafından koşullandırılmış, ekonomik, toplumsal ve siyasal tüm biçimleri belirleyen güçlerce kurban edilmiş. Önceden belirlenmiş ve bildirilmiş kılık kıyafetler, yiyecek içecekler; görülmesi, duyulması ve kesinlikle anlaşılması, öğrenilmesi gereken şeylerle dolu yaşamlar. Bir kandırmaca demek doğru olur sanırım. Gerçekten düşündüğünü, duygu yüklü olduğunu, dolu dolu yaşadığını sanan insanların korkunç hapishanesi! Sınırlar, çerçeveler, güdümlenmeler, alışkanlıklarla dolu yaşamda bağımsız, özgür, tümüyle anlamlı bir yaşama sahip olduğuna inanan insanların dünyasındayız. Aslında çırıl çıplak olunduğu gerçeği nasıl da trajiktir değil mi? Tüm sözleri ezberletilmiş ‘uygar dünyamızın’ neferleri. Başarılar nasıl STÊRKA CIWAN da satılığa çıkarılmış. Dünya artık uçsuz bucaksız, her an keşfedilmeyi arzular bir büyüklükler dünyası olmaktan çıkarılmış. Yaşadığını zanneden aldatılmışlar toplumu ve halkları, kadınları ve erkekleri. Amaçtan sapan, ona bir türlü ulaşamayan, aynı sorunları, aynı çözümsüzlüğü tekrar tekrar yaşayan bir insan gerçeği böylece yaratılmış olur. Reddettiğimiz bu sistem gerçeği dünyayı tanımlamada, anlamada insanlığı ilerletmiş, hatta eyleminin böyle bir sonucu açığa çıkarttığı bilinciyle yaklaşmış, ama halkları aldatmayı kaçınılmaz görmüştür. Öyle bir çelişki yaşatır ki, felsefesi bulanık, karmaşık bir insan gerçeğini hemen ortaya çıkarır. İnsanlığın gelişme sağlatan dinamiklerinin bin yıllar öncesinden dondurulmuş olması ya da tüm insanlığın bilgisine, hizmetine sunulmayıp bir kesimin mülkü hali getirilmesi kayıp bir insan gerçeğine yol açmış olur. Tahlili zor bir gerçeklik. Çürütülmüş, çürütülmek istenmiş, üstü cilalanmış bir gerçeğin tamamen anlaşılması zordur artık. Tam bu noktada sade bir güzellik ve gerçek bir güç elde edilebilir. Ne kadar özgür toplum o kadar özgür birey Ve işte Apocu felsefe maddi güç arayışı içinde olamayacak kadar insanca olan özle birleşen, onu her şeyiyle açığa çıkartmak için mücadele ederek, koşullara uygun düzeyde hayat bulmasını sağlayan bir felsefedir. Apocu felsefe çelişkilerin tahlilinde yeni bir anlayış, bakış açısı ortaya çıkarmış bir düşünce gücüdür. İnsana ait her şeye bir duyarlılıktır. İnsanca bir yaşam için gerekli olana doğru katılımın gücüdür. Önderlik felsefesine ulaşmak değişim, dönüşüm gerçeğine yaklaşmış olmak anlamına gelmektedir. Onun gerektirdiği örgüte ve pratiğe katılmak olarak anlaşılmalıdır. O halde biz ne yapıyoruz, neyi düşünüyoruz, nasıl düşünüyoruz? Bütün bunlar bir sonuca götürüyor mu? Ya da bir yaratımı, üretimi ortaya çıkaracak bir amaca bağlı mı? Hayatın inkara gelmez bir gerçeğe sahip olduğunu tüm örgüt pratiğimiz boyunca anlamış olduk(!) Başarı, mevcut olanı inkar ederek ortaya çıkmıyor. Neden? Başarılar elde edilemediği halde kendi gerçeğine neden abartılı yaklaşılıyor? Yaşama bakış açımızda ve çelişkileri dönüştürmede uyguladığımız yöntemlerde belli bir inkarı yaşıyor olmamız gerçek bir başarıyı sağlatamıyor. Bu durum öncelikle kendi kişilik gerçeğimize yaklaşımda açığa çıkıyor. Kürt gerçekliğinin çözümlenmesi, tarihin tecrübelerinin güne doğru uyarlanması, kişilikteki cins, sınıf çelişkilerinin, karmaşanın belirlenip güzel olanı yaratmanın zemini haline getirilmesi çok önemli. Olumlu ya da olumsuz tüm verileri ele almaktan kaçınmak, korkmak, sanki kişiliğinden kaynaklı sorunlar yokmuş, zorluğu, acıyı, kırılmayı ortam yaratıyormuş gibi görmek daha başında yaşanan bir başarısızlık olmuyor mu? Birbirine benzer yaklaşımlarıyla örgüt militanları bu yaklaşım yetersizliği, yanlışlığı nedeniyle başarısızlığı, hani denir ya bir ‘kader’ gibi örgütün ve kendisinin başına örmüş olmuyor mu? Kürt gerçekliğinin bin yıllardır inkar ediliyor olmasına büyük bir karşı çıkış olarak Önderlik, sadece Kürtler için değil, insana ait olan ne varsa, tarihsel, güncel tüm birikimi tecrübe ederek gelişme zemini haline getiren bir gerçeklik oluyor. Ne cins gerçekliğini inkar, ne sınıf gerçeğini; ne ulus, ne kültür gerçeğini inkar etmemek, doğru başlangıçlar ve başarılı, güçlü sonuçlar için Önderlik yaklaşımında belirleyici olmaktadır. Ancak böyle bir insan ve toplum gerçeği yıkılmaz olabilir. En büyük savunma gücü, etrafına ördüğü yaşam ve tarih gerçeğine doğru yak29 laşarak geliştirilebilir. Yine bu yüzden en büyük savunma gücü, inkar etmeden, görmezden, anlamazdan gelmeden gerçeğe yaklaşmak oluyor. İnsanı insan yapanın içindeki gelişim ve değişim kuvveti olduğunu bilen sistem, insanda öncelikle bu kuvveti ortadan kaldıran bir ‘yaşam felsefesi’ yaratır. Gelişim her zaman için yeni yaşam ölçülerine, yaşam anlayışlarına kavuşturur. Hiç farkına varmadan aştığımız şeyler o kadar çoktur ki! Bize önceden anlamlı, güzel, ileri gibi gelen şeyler, şimdi ya da gelecekte yaşanılamayacak düzeyde geri gelebilir. O halde mutlak olan hiç bir şey yoktur. Bu anlamda sabitleyeceğimiz, mutlaklaştıracağımız bir bakış açısı da söz konusu olamıyor. Hep bir yenilik, hep bir değişim gerçeği kaçınılmaz oluyor. Bugün kabul ettiğimiz şey, giderek reddedilebilir ölçüler halini alabilir. Bu anlamda doğa ve evren kendi doğal gelişimiyle bir iradeye, gelişim gücüne ve değişim kuvvetine sahiptir. İnsan yaşamı da esasen bu dinamikler dahilinde ilerler. Önderlik “Evrene göreyim. Evren nasıl ise ben de öyleyim” derken felsefesinin bu değişim kuvvetiyle tanımlanması gerektiğini ifade etmiş oluyor. Kırılmayı, durmuşluğu, kuruluğu, dogmatikliği yaşayanlar esasında bir mahkumiyeti yaşadığının farkına varamadan iradeli olduğu yanılgısı içinde dönüp durmaktadırlar. Yaşamlarında değişiklikler yaratıyormuş ve bu noktada iradeliymiş gibi duran hayatın bir kara deliğe çekildiğinin farkında mıdır? Cüce iken dev olduğunu sananlar toplumu! İşte büyük bir çelişki. Bunu aşmak her şeyin önünü açacak. Önce bireyin, giderek tüm toplumun. O halde tanrıların olmadığını bildiği halde tanrıya tapınmanın öncülüğünü yapan güçlerin elinden tüm inanç sistemlerini de alarak manevi değerleri yaşatmakla yükümlü olduğumuzu bilmek gerekir. İradeleşme ve bunun için Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN gerekli bilinç düzeyinin bizlerde yaratılması, eskinin yıkılarak değişim ve dönüşüme uğratılması çok önemlidir. Bir sorumluluktur. Bir özgürlük düzeyidir. Bireyde özgürlük, toplumda özgürlük. Ne kadar özgür toplum, o kadar özgür birey. Çelişki neredeyse oraya yönelerek, onu hangi yöntemle, neye yönlendireceğini tespit etmek kaçınılmaz. Doğru bir bakış açısıyla esaslı bir kavrayış. Ardından dönüşüm neye, nereye ve nasıl sorularına güçlü cevaplar vermek. Ve sonsuz bir arayışla, giderek yöntemi doğrultmayı sağlamak. Bazı sonuçlar çıktıkça da bunları genele mal etme büyüklüğü. Elde edileni verebilme derinliği ile ‘hiçbir sorun bizi kendisine mahkum edemeyecek’ diyebilme iddiası ve emek gücü. Başarıların güçlü kıldığı bir kişilik, ama başarılarının onu daha ileriye, daha derinlikli yaklaşımlara, amaçlara, hayallere bağlayabileceği bir sonsuzluk. Bu anlamda Apocu felsefe, elde edileni topluma vererek, hatta onun nasıl ele alınacağını, neye uygulanacağını kavratarak bilinçlendirme ve yeniye, daha çelişkili olana, bilinmeze yönelerek sürekliliğini sağlayan bir felsefedir. Bireyciliklerin, bencilliklerin aşıldığı bir insanlık akımıdır. Sonsuzluk ve hayaller bu anlamda hiç de ütopik değil. Büyük arzular ve hayallere yönelme, ama onu hep somutlaştırarak güncel amaçlara da bağlama, yeniye ulaşmayı temsil etme gücüdür. Kendi bireyciliklerimizin nerede, ne karşısında geliştiğini bilmek önemli. Amaçları büyük insanların kendisinden uzak tutacağı, ‘benimdir’ diyerek mülkleştireceği bir şey kalmaz artık. Bir düşünce, ama özgür düşünce. Ve bunu gerçekleştirecek bir beden, bir can. Ama bedeni yere mıhlayacak bağlardan da kendini koparmış, bağımsız bir can. Her an uçmaya hazır. En olmaz alemlere ulaşma gücünü, arzusunu, heyecanını taşıyan bir can. Nîsan 2013 İşte emekli ve sonsuz bir yaşam gerçeği böyle yaratılamaz mı? Hep yeniden doğan insanlar toplumu haline gelinemez mi? En büyük engel bireyciliklerimiz değil mi? Küçük yaşam beklentilerimiz değil mi? Bu yüzden de bizi sıkıntıya sokan, daraltan, korku ve cesaretsizlik yaratan bu değil mi? Maddi şeylere bağlanan, hep bir şeyler yitireceğini sanan, bundan ürken bir gerçeklikle, aranan militan gerçeklik karşısında kendimizi bir çelişki haline getirmiş olmuyor muyuz? Bu yüzden, örgütle çeliştiğimiz, Apocu felsefeyle çeliştiğimiz bir gerçek değil midir? O halde maddiyat, bizi kendine bağımlı hale getirmemeli. Biz her an uçmaya hazır, hep tutkularına emekleriyle bağlanan insanlarız. “Bana göre doğal insan en büyük insandır” İnsan düşünme gücünü eyleme dönüştürdükçe yaratmış ve giderek değişikliğe, gelişmeye yol açmıştır. Gelişim, yaşama bütün yönleriyle hangi bakış açısı, yaklaşımı hakim olursa olsun değişmeyen bir gerçek olarak insanların üzerinde yürüdüğü sağlam bir zemin olmuştur. Gelişim zeminine bilinçli katkı sunan bir örgüt, bir insanlık mücadelesi içindeki bireyler olarak düşünce tarzımızı nasıl ele alabiliriz? Eleştiriyi, gelişim ve değişimin hizmetine koyan bir düzeyde sunabiliyor muyuz? Eleştiri düzeyimizle insanı, gelişmeye kışkırtıyor muyuz? Bu noktada kendimize yönelik doğru bir yaklaşımı gösteremememizin bir sonucu olarak eleştiri adına ifade ettiğimiz her şeyle kendi gerçeğimizi açığa vurduğumuzu bilmemiz gerekir. Soruna yaklaşımımızda, geçmişle olan bağlara uzanmadan, güncel etkilerle nasıl bir değişikliğe, belki de bozulmaya uğradığını hesaba katmadan ve amaca yönlendirilemeden geliştirildiğinden her eleştiri itici, dar30 altıcı, kabul edilemez şeyler oluveriyor. Burada söylenenin ne kadar doğru olduğu önemini yitiriyor. Doğru bir yöntem uygulanmadığından ilişkilerimiz birbirini geliştiren ilişkiler haline gelemiyor. Örgüt, bireylerin kollektif emeklerine dayanarak gelişir. Doğada her olay bir diğerini koşullar. Her biri öbürüne bağlıdır. Parça parça duran her şey köklü bağlar içindedir. Diyalektik, doğada ve toplumda işler haldedir. İnsan eylemi ve düşüncesinin doğayla uyumu, öncelikle kendi gerçeğinin çözümlenmesi, mevcut çelişkilerinin kaynağının, tüm bağlantılarının, ayrılıklarının iç ve dış tüm yönleriyle anlaşılmasından geçer. Kendisine böyle yaklaşma gücünü gösteren bir birey, olay ve olgular karşısında aynı keskinlikle yaklaşmaya cesaret eder. Uzlaşılacak, görmezden gelinecek, anlaşılması mümkün olmayan bir şey kalmayacak. Rastgele yaşayan, neye vurduğu belli olmayan, eyleminde, sözünde ve bir bütün olarak düşüncesinde isabetsiz bir militan gerçeğine girmemiş olacağız. Düşünce tarzında Önderlik yaklaşımını geliştiremeyen bireylerin, mücadele tarihi boyunca amaçtan kopuk, sanki büyük baskılar altında yaşıyor gibi duran, ölçüye, ilkeye gelmeyen, keyfi, kendiliğinden bir yaşam çizgisini tutturduğu kanıtlanmıştır. İlişki, tarafları netleştirmekten çoğunlukla uzak. Öyle bir düzey yaratılıyor ki her şey zamanla çıplaklaşacağına üzeri örtülebiliyor, maskeler takılıyor, yetkiler uzaklaştırıyor, güç olgusu araya mesafeler açıyor. Artık belirtilen farklılıklar geri felsefelere göre hayat bulduğu için, doğal, çıplak, ilerleten, bir ilişki düzeyine kavuşamıyor. Yetki yanlış ele alınıyor. Güç olgusu ters işletiliyor. Sevgi bilinmiyor. Eleştiri işlemiyor. Eleştiri işlese bile gerçeğe yakınlaştıracağına daha da uzağa düşürüyor. İtici bir görüş halinde dillendiriliyor. Oysa Önderliğin insan yak- STÊRKA CIWAN laşımında tüm örtüler kalkıyor. Fazladan konuşulacak hiçbir şey kalmıyor ve yakalanıveriyorsun. Aldatılamaz bir insan gerçeği karşısında durduğunu fark ettiğin zaman esasında kendini kandırıyor olduğun gerçeği tüm benliğini sarıyor. Bir bakıyorsun ki tüm süsler dökülmüş, boyalar birbirine karışmış, sözler eski etkisini yitirmiş. Belki bu bir boşluk anı. Kandırılamaz bir gerçeğin karşısında sen de kendi kandırılmışlığından çıkmak istiyorsan eğer, aslında iyi değerlendirilebilecek bir boşluk durumu. “Gerçeğin çölüne hoş geldiniz” diyordu bir film. Bu, gerçeğin acımasızlığı. Doğadan uzaklaşmış, yabancılaşmış insanın kuraklığı. Nasıl bir işleyişe, gelişme diyalektiğine sahip olduğunu bilmek yetmiyor. Onu kendisine, yitirileni kendisine yaklaştırmak, hatta bütünleştirmek gerekiyor. Bu, öyle mekanik bir yaklaşımla, kuru bir biçimde gereklilikler olarak algılanabilecek bir durum değil. Bu bir ihtiyaç. Bir ölüm ya da yaşam çelişkisi. Gereklilik, zorunluluk bizde bu düzeyde işlemekte. İnsanın gözlerine ‘senin gerçeğin tümüyle şudur ve ben bunu biliyorum, hissediyorum, anlıyorum’ diyebilecek güçte miyiz? Kandırma ve kandırılma gerçeği karşısında Önderliğin yalın gerçekliği. Apocu felsefe insanı düşünce gücüne kavuşturan tek yaklaşım. Düşüncenin dile getirilme gücünün ve yarattığı etkilerin Önderlik şahsında nasıl geliştiğini gerçekten anlamak gerek. Artık çok konuşan insanlar olduk. Ne düşünüyorsak bir şekilde ifade edebiliyoruz. Ama nasıl konuşuyoruz. Gerçeğe ne kadar yakın? Onu nasıl ifade ediyor? Doğallıktan ne kadar kopuksak, toplumun, doğanın gelişim ve değişim diyalektiğine ne kadar uzaksak o kadar karmaşa içindeyiz demektir. Önderlik “Bana göre doğal insan, en büyük insandır” diyor. Karmaşaya son vermek elimizde. Bir gerçeğe asılmak yeterli aslında. Sadece onun emrine girmek. Zorlu bir yola çekileceğimizi bilerek onaylamak yeterli. Silahları kuşanarak gerçeğin arayışçıları olmaya bütünüyle karar vermek yine. Sahte, süslenmiş, gizlenmiş olana, anlık bir hissedişe bir küçücük bakışla bile yönelmemek. Ya da tüm geri yönelimlerimizi büyük büyük sorgulamak, esasa çekilmeye hazır durmak. O zaman hayallerimiz hayat bulur, sözler ağırlığını bilir, yerini bulur. Apocu felsefe bu anlamda sonsuz bir arayıştır Yaşam nasıl bir işleyişe sahip? Tespitlerimiz onu her boyutuyla ele alabilecek bir düzeye sahip mi? Yoksa sadece bir şeyine asılıp her şeyi bununla mı tanımlıyoruz? Hatta her şeyin karşısına o kendimizce tespit ettiğimiz şeyi çıkarıp ‘belirledim, yargıladım, astım, kestim’ mi diyoruz? Ne kadar çözüm içeriyor? Bu halimizle çelişkimizi çözümleyecek, tıkanıklıkların önünü açarak yaşamın doğal akışını sağlayacak sabrı, yöntem çeşitliliğini, doğru bir yaklaşımı geliştiremiyoruz. Elimizin değdiği şey aydınlanmıyor. Kürt ve Ortadoğu gerçeği çoğunlukla değişim ve gelişim önünde bu bakış açısıyla kendisi engel olmuş durumdadır. İnsana yaklaşımlarımızda da bu ölüm-yaşam ikilemini yaratıyoruz. Kuraklaştırılmış, bozulmuş insan gerçeğini, biz bu akkara ikilemimizden dolayı sadece mahkum etmekle kaldık. Halbuki çağların yarattığı bu bozulmuş, ama kısmi gelişme dinamiği taşıyan bir insan gerçeğiydi. Ve Apocu felsefe bu insanın en olmaz denilen, gelişmez, değişmez denilen gerçeğini güzelleştirmek, özgürleştirmek için var. Demek ki kolay reddedilemez. Anlam verilip, tüm boyutlarıyla değerlendi31 rilip özü ortaya konulur. Çözüme götüren yöntemi doğru tespit edilir. Değişim önünde engel olanın nasıl bir tıkanıklığa yol açtığını artık anlamak gerekir. Önderliğin sadece bize değil, tüm insanlığa, hatta düşmanına da bu şekilde yönelip mücadele ederek bin bir emekle yarattığı yeni yaşam özelliklerini bilmek gerekmektedir. Bu noktada bir yüzeysellik, kolaycılık ortada ve bunun yaşamla ilgili olgu ve olaylara yaklaşımda yansımalarını görmemiz gerekir. Doğuşuna anlam veremeyenlerin tüm yaşamı boyunca güzelliklere, kısaca yeni yeni doğumları gerçekleştirecek ufka, tutkuya, çabaya sahip olması beklenemez. Neyi sorgulayabiliriz ki böyle bir durumda? Her şey yaşamda var, doğadan anlaşılabilir. Tüm verileri bir araya getirecek bir yaratıcı yaklaşım gerekir. Her an doğumunu gerçekleştiren, kendi kendisinin ebesi olma sabrına, becerikliliğine kavuşan bir insanlık gücü haline gelinir. Hayatı hep yeni doğuşlarla karşılama tutkusunu yaşayan insan yani sonu gelmez bir arayışa sahip olan insan olur. Apocu felsefe bu anlamda sonsuz bir arayıştır. Varolanla yetinmeyen, hep bulup ortaya koyan ve onu zamanında, koşullara uygun düzeylerde sunan, aynı çabayı ve mücadeleyi yeniden yaratana kadar sürdüren bir gerçeğe sahiptir. Bir insan, hele de bir militan küçük bile olsa yaşam imkanlarını ve yaşanılan çelişkileri kişiliğinde değişim dönüşüm potansiyeli haline getirecek düzeyde yoğunlaştıramaz mı? Ve bu insan hiçbir şeyi idare etmeden, sonsuz bir arayış ve çalışma tutkusu içerisinde, küçük bile olsa aşılması gereken şeyi gerçek anlamda bir kişilik değişimine götürecek güçte doğuşlar, patlamalar sağlayamaz mı? *** Nîsan 2013 GERİLLA ANISI STÊRKA CIWAN BU MÜCADELENİN DÜRÜST BİR MİLİTANI OLMAK İSTİYORUM Nupelda ENGİN “Ben bu süreçte bir şeyler yapılması gerektiği sonucunu çıkardım. Zilan arkadaş, Beritan arkadaş ve Slav arkadaşları okuyorum. İçimdeki kin, öfke, hırs ve heyecanım ‘hadi ne duruyorsun’ diye zorluyor beni. Benim kendimle hesaplaşmamın sonucunda bu sürece denk ve anlamlı bir eylem sahibi olmak istiyorum” Dündar arkadaş 1989 yılında Siirt’te doğar. Asıl adı Abdurrahman Enüştekin’dir. Gabar’ın Xursê köyünde doğan Dündar arkadaşın ilk yaşam anıları burada oluşur. Fakat 1993 yılında düşman köylerini yakar. Köylerine terk edip Siirt’e yerleşirler. Dündar arkadaş yurtsever bir aile içinde büyür. Ailesi orta halli bir ailedir. Dört erkek ve üçte kız olmak üzere yedi kardeştirler. Mensubu oldukları aşiretin ismide Boti olmaktadır. Heval Dündar’ın kendi ailesi yurtsever ailedir. Yerleştikleri Siirt’e okul okuyan heval Dündar lise birinci sınıfta okulu terk eder. Okul okumak istememektedir. Hatta okul okuduğu süreçte kendisinin deyimiyle “toplum dışı işlerle uğraşır.” Bunlarla birlikte okul okuduğu süreç içerisinde babası heval Dündar’a zanaatlar da öğretmeye çalışır. Çalışkan ve emeği karşılığı geçimini sağlayan Nîsan 2013 Gabar halkının özellikleri ailesinde de mevcuttur. Böylelikle heval Dündar’a babası arıcılık yapmayıda öğretir. Genç yaşta bir yandan sistemin Kürt halkına reva gördüğü asi avarelik bir yandan da Kürt insanın kendi toprağının emekçi, ketum yaşam ile iç içe büyür. Çünkü Gabar’ın insanı herhangi bir üretim aracına muhtaç olmadan geçimini emeği karşılığında sağlayandırda. Asi avare gruplar ilgisini çektiği için bunlarla hareket etmeye başlar. Böylece İstanbul, Van ve Tatvan illerinde kalır. Bu ilişkilerin içine girmesine neden olan etkenlerden bir diğeri ise arkadaşlık ilişkileri olmaktadır. Arkadaşlık ilişkisin de oluşan samimiyetten kaynaklı bu yaşamı biraz uzar. Sistemin yaşattıklarına da bir çok defa tanık olmuştur bu yönlü bir öfkesi vardır. Bir kini vardır. Ama bu kin ve öfkenin nasıl bir biçime kavuşacağı henüz belli 32 değildir. Bu yaşadığı çelişkileri ve örgüt içerisinde iken şöyle ifadeye kavuşturur; “Mevcut kişiliğimi aşmak istiyordum. Evden kaçmakla aile ve de çevreme karşı geliştirdiğim bir eylem ve isyandı. Ancak geri kalmışlığımdan kötü yollara girmeme neden olmuştu. Bu gün de içimi kemiren bir çok şeyin olduğunu söyleyebilirim. Öfkemi, kinimi kusmak istiyorum. İçimde ki o hırsa hakim olamıyorum. Nedenleri ise, en başta Önderliğin esareti, düşmanın her yönüyle Kürt halkına ve O’nun özgürlük hareketine amansız yönelimleridir. Buna karşı da hareketimizin içinde bulunduğu durumdur. Yaşamımızda ki olumsuzluklardır. Tatmin ediçi yaklaşımların olmaması ve bende ki çaresizlikte beni oludukça zorlamaktadır. Ben bu mücadelenin dürüst bir militanı olmak istiyorum. ” STÊRKA CIWAN Örgüt yaşamına katıldıktan sonra tüm bu yaşadıklarını güçlü bir sorgulamadan da geçirir. Çünkü güçlü militan özelliklerine olan bağlılığı oldukça artmıştır. Özellikle arkadaşlık ilişkileri ile taşındığı noktayı daha kuvvetli sorgular. Bu aynı zamanda heval Dündar’ın örgüte bağlılığını zamanla daha bir arttırır. Bu içinde bulunduğu yaşamdan dolayı çabuk sinirlenen çok tahammül etmeyen bir şekillenme oluşmuşsada. Zamanla bunları çözümledikçe kişiliğinde ki mütevazi, örgütleyici, olgun, sınırsız fedekarlık gösteren yanları daha bir ortaya çıkmaya başlayacaktır. Aynı zaman da bu arkadaşlık ilişkileri, samimiyete dayanan fakat bir ahlaki, insani yönü zayıflatan yaşam duruşuna karşı çözümleyici bir yapılanması gelişir. Bu tür yaşadığı dönüşümler ile kurduğu yoldaşlık ilişkilerinde insanlığa yetecek duyguları ve anlam gücünü adım adım yakalar. Ve asi avare ve çetevari grupların yaşamı içinde yer almasına etken olan arkdaşlıkları ve bu ilişkilerinde ki samimiyeti yol açmıştır. Bunda dolayı da parti yaşamı içinde hem kendine karşı hem de ortamda ki bu yönlü gelişebilecek eğilimlere karşı sıkı bir mücadeleci olarak öne çıkar. İyi bir gözlemci ve çabuk görüp anlam vermede de yeteneklidir. Arkadaşlık ilişkilerinin düşüşe doğru götürdüğü bir yaşamdan arkadaşı için canını vereceği bir yaşama çıkış yapacaktır. Bu öyle bir can vermedir ki bütün topluma mal olacak. Bir halk bu öncü kadro duruşunda kendi geleceğini yaratacak ahlaka ve ölçüye ulaşmaktadır. Bu çıkış öylesi bir sonuca ulaşacak ki toplum dışı olma durumuna düşmekten çıkıp bir toplumun bağrında ki ateşe dönüşecektir. Bir toplum böylesi yiğit gençleri olduğu için kendisine karşı güvenecek ve geleceği yaratan bu gençlerin onurlu duruşları ile ilerleyecektir. Elbette bu gençler olmasa bir toplum toplum olmaktan çıkıp sömürgecilerin filinta uşakları, nazlı fahişeleri olacaktı. Bu Gabar’ın yiğit genci gibileri olmasaydı bir toplum toplum olmayı unutmak zorunda kalacaktı. Sömürgeci ve egemen sistemin kendi eliyle bu tür toplum dışına düşmüş, asi avare grupları geliştirdiği bilinmektedir. Sistem kirli yüzünün mafyalarını böyle doğal bir örgütlülüğe kavuşturduğu bilinmektedir. Önder Apo “yaşam tüm değerlerin üstünde tutulmak durumundadır. Özgür yaşamak isteyenin esas görevi de yaşamı anlamaktır. Anlayabilmek yaşamaktır, yaşabilmek anlamak içindir”demektedir. Fakat sistem Kürt toplumunu öyle bir aşamaya getiriyor ki ölümü de yaşamı da bir anlam ifade etmiyor Kürt gençlerinin. Özelde Kürt toplumsal yapısını parçalayarak bunu daha rahat yapmaktadır. Böylelikle yaşamın anlam yitirdiği yerde elbette ki ölümde sadece bir bitiştir, sondur. Kürt halkı böylesi bir sefil düzeye düşürülmek için neler yaşamadı ki. Bu gün bu toplumsal geçmişimizi bilmemek bir yandan da toplumsal duyarlılığımızı da azaltmaktadır. Toplumsallığımız her türlü katliama, tecavüze uğratılırken bizler sistemin çarkı içinde dönen bireyler konumuna indirgeniyoruz. Elbette böylesi bir gerçeklikte yaşam anlamını yitirmiştir. Kıymeti kalmamıştır. Kıymeti harbiyesi kalmayan bir yaşam için yapılacak bir şey kalmamaktadır elbette. Tüm bunlar bütünün bir parçası olurken heval Dündar o sürecini şu ifadeler ile getirmektedir. “Kinimi, öfkemi nasıl ve kime nasıl kusacağımı bilmediğimden ve sürekli içimi kemiren bazı şeylerin olması beni sürekli birşeyle yapmaya zorluyordu.” Ayrıca içinde bulunduğu yaşam dışı yaşam ona çok fazlası ile maddi imkan da sunuyor olsa da tatmin olamamaktadır. Arada bir aklına köyde iken evlerine gelen gerillalar gelmemektedir. Elinde bulunan imkanlar onu tatmin etmez yine bir yandan arayışlar 33 heval Dündar’ın kolunu tutmuş kendisi ile sürüklemektedir. Ve heval Dündar küçükken köylerine gelen gerillaların yarattığı etki o yaşam içerisende de heval Dündar’ın peşini bırakmamıştır. Belleği hep birşeylere dokunup bir şeyler hatırlatmaktadır. Çünkü heval Dündar kendi duyguların da ki yurtseverliğe ihanet etmemiştir henüz. O süreçte gerillaları hatırlarken yaşadığı hislerini de şöyle ifade etmektedir; “duruşları, hal-hareketleri, konuşmaları bana çekici geliyordu. Ben sürekli bunun sevgisini içimde yaşıyordum”. Bir gün yine bir yerde kavga çıkartırlar. Heval Dündarların kavga ettikleri bu sefer yurtsever gençlikten olanlardır. Bu kavganın ardından kavga ettiği yurtsever bir gençle paylaşımları gelişir. “Bu gençle paylaşmamla bu mücadele için bir şeyleri yapma isteğim doğdu” biçiminde bunu sonrasında ifade edecektir. Sonrasında da bu ifadelerini şöyle sürdürür; “Bu istekle canlı kalkan eyleminin sıcaklığını hissetmemle gidip bu savaşı durduracağız havasıyla bu eylemliliğe giriştim. Bu eylemin gerçekleşmesinden sonra HPG saflarına katılmam ve bu mücadelenin bir militanı olma kararını aldım.” Böylelikle 2005 yılında gerçekleştirilen canlı kalkan eylemi ile dağa gelir ve özgürlük saflarına katılır. Katılımını gerçekleştirip henüz dağa gelmediği süreçte gençlik çalışmalarında faaliyet de yürütür. Tabi bunu fark eden ailesinde ki devletçi olanların ihbarı ile tutuklanır. Siirt’e parti faaliyetlerinde çalıştığı için devlet yanlısı olan akrabalarından sık sık ölüm tehditi almaya başlar. Saflara katıldıktan sonra heval Dündar ile beraber kalan silah arkadaşlarında biri beraber kaldıkları günleri şöyle değerlendirir. “Şehit Dündar arkadaşı 2006 yılında tanıdım. Daha önceki ismi Zınar’dı. Zap alanında ana karargaha Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN bağlı diş hastanesinde kalıyordu. Diş hastanesinin işlerini koordine etmekle ve gelen giden arkadaşlarla ilgilenmekle uğraşıyordu. O süreçte hastaneye geliş gidişlerde çok olmaktaydı. Dündar arkadaşın ilgilendiği bu yerde ki arkadaşlar küçük bir birimdiler. 2-3 kişilik birimdiler; ama bazen günde 30-40’a yakın arkadaş onların yanına gelip gidiyordu. Tabi Dündar arkadaş öyle bir emekçiliği, çabası vardı ki, arkadaşlara karşı insanları utandıran bir çabaydı bu. Dündar arkadaş genç bir arkadaştı. Aslen Gabar’ın bir köyündendi. Aynı zamanda doğduğu Gabar topraklarında gerilla olmak gibi bir isteği de vardı. Bunun üzerine çok yoğunlaşıyordu. Aslında Gabar halkı ve Gabar gerillasının da karakteristik bir özelliği olan emekçilik Dündar arkadaşta da çok belirgindi. Atalarının topraklarında, atalarının diyarlarında gerillacılık yapmak o alanları düşmandan temizlemek, sömürgeci güçlerden temizlemek gibi çok bir büyük istemi vardı” Heval Dündar ile yaklaşık olarak bir seneye yakın aynı alanda kaldık. Biz ekmek yapmak onların kampına gidiyorduk. Güzel bir fırınları vardı. Nîsan 2013 Her seferinde gittiğimizde onca misafirleri olmasına rağmen o misafirlerle uğraşıp aynı zamanda bizimle de oranın yabancısı olmamamıza rağmen bir misafir gibi ilgileniyordu. Büyük emek veriyordu. Bundan dolayı her zaman O’nun emekçiliği kalbimin ve zihnimin bir köşesinde dipdiri durmuştur. Tabi Dündar arkadaşı 2007’den sonraki süreçte görme gibi bir şansım olmadı. En son Şehit Çiçek Devrimci Harekâtı yani Çukurca eylemi sonrasında Türk faşist devletinin geliştirmiş olduğu saldırılar sonucunda şahadete ulaştı. Onu cihazdan duyduğumda çok üzüldüm; çünkü Gabar’a gitmek, Botan’a gitmeyi çok istiyordu; ama bu isteğine kavuşamadı. Ama kahramanca şehit düştü. Gerilla tarihinin en büyük eylemlerinden birisine katılma gibi bir şansı elde etmiş bir arkadaştır. O genç yüzlü, O genç yürekli, büyük emekçi bir kişilik olarak her zaman zihnimizde yer tuttu. Şimdi O’nun gitmek istediği Gabar dağlarında onlarca arkadaşı silah kuşanmış düşmanla çatışmaktadır. Ve biz O’nu her ne pahasına olursa olsun unutmayacağız ve de yaşatacağız.” Ve heval Dündar ile beraber kalmış bir arkadaşı da şunları dile getiriyor; 34 “Heval Dündar’ın önüne örgüt hangi işi verse yok demezdi. Sonuna kadar o işi başarılı yapardı. Ve kendini verirdi. Her zaman ön cephede ön yerlerde yer almak ve bu gerçekliğe göre rolünü oynamak istedi. İnsan O’nun katılımdan moral alıyordu. Zor koşullarda ve yerlerde heval Dündar çok büyük moral, güç, başarıya yatkın bir enerji oluştururdu. Katılımı ile çok büyük rol oynardı. Öyle bir katılımı vardı ki etrafında ki arkadaşlarda O’nda güç alıyorlardı, moral alıyorlardı. Yanındaki yoldaşlarına çok tecrübe veriyordu. Bunu yaşama katılımı ile günlük olarak üst düzeyde gerçekleştirdiği katılımı ile yapıyordu. Katılımı çok sınırsızdı. Hesapsız, kaygısızdı. Heval Dündar hiçbir zaman demezdi burası zahmettir, şurası zordur. Yapamayacağı hiçbir yer yoktu dağlarda ve başaramayacağı hiçbir görev yoktu. En zor yerlerde ve en zor koşullarda bile yapılacak bir şey vardı heval Dündar’a göre. Fedai bir ruhu vardı. En zor koşulları kendine esas alır ve en zor koşullara kendini hazırlardı. Zor koşullar ve olaylar karşısında bütün bunlar benim için en büyük tecrübedir derdi. Heval Dündar yoldaşlığında çok çok fedakardı. Çok farklı bir yoldaşlığı vardı, kendinden önce arkadaşını düşünürdü. Geliye Tiyare olayında bile önce kendisi kurtuluyor bir arkadaş ile beraber. Bir yere kadar gidiyor. Ama arkadaşlar gelmeyince çantasını tekrar bırakıyor ve arkadaşların yanına dönmeye çalışırken şehit düşüyor. Kendinden önce arkadaşlarını düşünürdü. Her zaman kuzeye gitmek istiyordu. Onun için ön alanları öneriyordu. Büyük bir eyleme katılmaktan keyif alıyordu. Onun için böylesi büyük bir eyleme katılmak büyük bir şeydi. Büyük bir eylem onun için normal bir şey değildi. Onun için eyleme gideceği zaman da bütün arkadaşların önünde yola düştü ve gitti. STÊRKA CIWAN Daha biz onu vedalaşmak için görmemiştik ki heval Dündar yola çıkmış ve gitmişti. Öyle çok büyük bir isteği vardı. Eylemde de gösterdiği ruhu her kim duyduysa çok çok etkilendi. Neden çünkü fedai bir ruhu vardı. Yoldaşına feda edecek bir canı vardı. Gerçekten de her arkadaş heval Dündar’ı seviyordu, yaşamda çok fedakârdı. Yaşamda yaptığı işi başararak yapardı. Bir işi her şeyini vererek katılırdı. İşini çok iyi yapardı. O yüzden arkadaşlar ona çok güvenirlerdi. Onun için her işte öncülük yapardı. Çünkü işini çok iyi yapardı. Arkadaşlarla ilişkilenmesi de çok iyiydi. Çünkü kendini ortak yaşamın gerekliliklerinden sorumlu görüyordu. Bu özellikleri etrafını da etkilemesine neden oluyordu. Kendi katılım biçimiyle insana yaşama katılımı teşvik ederdi. Sorumluluğa teşvik ederdi, heval Dündar da böylesi bir ruh vardı. İnsan moral alırdı. Ben diyordum bu arkadaş bu örgütte çok büyük şeyler yapacak kesin. Çünkü sorumluluk ruhu, yaşama fedaice katılım ruhu, her şey karşısında kendini sorumlu görme ruhu çok öndeydi. Örgüt çizgisini çok savunuyordu. Yaşamda her zaman örnekti gerçekten. Her zaman ön alanlara gitme önerisi vardı. Başarı ruhu ile böylesi alanlarda kalma ruhu vardı. Zorlu alanlarda kalarak daha fazla başarmayı öğrenme ruhu onda vardı. Her zaman başarma ruhunu kendinde yenilerdi.” Heval Dündar’ ı görünce bu arkadaş çalışa çalışa bir gün kendini öldürecek sanırdınız. Kendini aşan bir temposu vardı. Heval Dündar her geçen yıl yenilediği yönleri vardı. İlk başta daraldığı noktalar karşısında sonrada oldukça çözümleyici yaklaşabilen bir duruşa ulaşmıştı. Ama bu duruma ise yoğun emek vererek kendini aşan bir tempoyla katılarak ulaştığını hepimiz de çok iyi biliyorduk. Bundan dolayı da güvenilen, çok şey beklenen bir arkadaştı. Ölümsüzler taburuna önerisi vardı. Ve bir raporunda bu yoğunlaşmalarını şöyle yazmış; “Ben bu süreçte bir şeyler yapılması gerektiği sonucunu çıkardım. Zilan arkadaş, Beritan arkadaş ve Slav arkadaşları okuyorum. İçimdeki kin, öfke, hırs ve heyevanım ‘hadi ne duruyorsun’ diye zorluyor beni. Benim kendimle hesaplaşmamın sonucunda bu sürece denk ve anlamlı bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Bu eylemi bireysel ve daralma sonucu olmadığını belirtmek istiyorum. Bu eylem ulusal çıkarlar ve hareketin amacı doğrultusunda hamlesel çıkış yaratmayı hedefliyor” Ayrıca Gabar’a bir gerilla olarak gittiği zamanda çok şeyler katacağını düşünmekteydi. Ama adanmış bir yaşamın alevleri ile büyüyordu. Gabar’a ulaşamadı belki ama Zap’ta yaptıkları ve başardıkları ile Gabar’ı yaşadı. Ulaşamadı belki ama bir Gabar’ın yiğit bir evladı olarak Zap’ta efsaneleşerek sonsuzlaştı. Semedarlara ve Samuraylara Gabar’dan selam ulaştıran yürek yareni oldu. Heval Dündar uçakların vurduğu o ilk gece en önde olan grubun içindeydi. Ve vuruşlar esnasında vurulduğumuz vadiden kendisini bir yoldaşı ile çıkartabilmişti. Sağlam bir yere ulaştıktan sonra beklemişti. Biz iki sonra geri çekilirken bir taş altında çanta görmüştük. Neden orada olduğunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim ki oraya kadar gelip çantasını bırakıyorlar. O gece geliye Pire vadisinden çıkan ve oldukça da uzaklaşan heval Dündar arkadaşlardan hiç kimse gelmeyince tekrar dönüyor. Hem de düşmanın çok yoğun teknik kullandığını da gördüğü halde. Arkadaşlar için birşeyler yapabilmek için geri dönüyor. Daha Pire köyüne ulaşmadan köyün hemen yukarasında ki Xane ovasına doğru açılan yerinde bulunan köprüden aşağıya doğru inerken 35 fark edilip yoğun bir şekilde uçaklarla vuruluyorlar. İki gün sonra ben de yanımda ki arkadaşlar ile suyu geçmek için köprüyü arıyordum. Tahminen köprünün olduğu yeri arıyordum. Karanlığın çöktüğü bir geceydi. Köprünün olduğu yere geldiğimde köprünün etrafındaki bütün ağaçların yandığını fark ettim. İlerleyemedim, birilerinin orada vurulduğunu anlamıştım. Ama şahadet olmuş mu olmamış mı bilemiyordum. Etrafa bakınırken ne kadar yoğun vurulduğunu anladım. Acaba burada bir grup mu geçmiş arkadaşlar buraya yığılmış mı diye bakınıyordum. Ama taşlar, geçeceğimiz köprü, hele ağaçlar öylesine bir katliama uğramıştı ki. Ağaçlar karanlığın içinde simsiyah közler gibi parlıyordu. Kendimizi suya vurup geçmeye çalışırken eğilip su içmeye çalıştım; içtiğim bir avuç su ile adeta boğuldum. Olay yerinden çıktıktan bir süre sonra o köprüde arkadaşlara yardıma gelen iki arkadaşın şehit düşürüldüğünü öğrendim. İki arkadaş için düşman bu kadar felaket yaratmıştı. Arazinin bütün şeklini değiştirmiş, yakmıştı. Akan su bile içilemeyecek kadar kirlenmişti. Ne büyük bir hainlikle yüklenmişti. Saldırdığı sadece iki gerilla değildi, geri dönen yoldaşlarını bırakmayan iki Kürt gencinin ulaştağı bu ruhtu. En çok da bu ruhtan rahatsız olmuştu. En çok da bu büyüklük karşısında komplekse kapılmış, bütün aşağılık psikolojisinin verdiği hınçla iki gence bir şehir dolusu insana saldırır gibi saldırmıştı. Hem de keşfinin altında hem de görerek yapmıştı. Heval Dündar en yaman gerçek olan ölümsüzlüğü yüklenirken yoldaşlık çizgisinin ölçüsü ve yaşatanı oldu. Yoldaşlarına hiçbir zaman unutmayacakları ilke oldu. Bütün Kürt gençleri için onurlu yoldaşlığın ve bağlılığın yaşayan ve yaşatan bir emsali olarak kaldı. *** Nîsan 2013 SEROKATÎ STÊRKA CIWAN Di Dema Nû De Nasnameya PKK’ê û Maneya Wê Abdullah OCALAN “Di dema nû de erka bingehîn a PKK’ê ji ya berê cuda ye. PKK’ê di dema komê de bi bandora îdeolojîk şer û çalakî dikir bingehê xwe û rê li ber tesîra polîtîk vedikir. Divê tevî vê di dema nû de bi nasnameya Kurd a hatiye bidestxistin û bi xwesteka ji bo jiyana azad neteweya demokratîk ava bike” Bêguman qutbûna ji demên berê nedihat maneya nasnameyeke cuda, lê ne kopiyeke demên berê jî bû. Pêşketina çêdibû ne ji aliyê hejmar û çendayetiyê bû, pêşketina naverokê bû ango di warê kalîteyê de bi pêş diket. Ne bi tenê di warê nasnameya PKK’ê de pêşketin hebû, di civaka Kurd a xwenûkirî de jî veguherîneke naverokê ya bi kalîte pêk hat. Ango mirov niha dikare nasnameya PKK’ê ya hebûna xwe ya dema gihiştin û stewînê vebirrî û îspat kirî bi awayekî berbiçav bide naskirin û pêkan e ku xwe bigihîne hinek encamên gerdûnî. a- Serê pêşî bi giştî partî, nexasim jî PKK partiya dewletdariya netewe ya berê ya sosyalîzma pêkhatî nîne. Bi tevahî partiyên sosyalîst weke prensîb divê bi armanca dewlet avakirinê neyên damezrandin. Sosyalîzm nabe ku bi amûra dewletê ya modern bê avakirin. Amûra em Nîsan 2013 jêre dewlet dibêjin bi xwezaya sosyalîzmê re li hev nake. Dewleta netewe ya modernîteya kapîtalîst, stûna sereke ya pîvana kara herî zêde ya kapîtalîzmê ye. Sîstema karê ya kapîtalîzmê bêyî dewleta netewe pêk nayê. Her sîstema dewleta netewe têde hebe, bi pêkanîna kara kapîtalîst ve girêdayî ye. Rewş li cem sosyalîzma pêkhatî jî cuda nîne, heta hebûna kapîtalîzma burokratîk bêhtir hewcedarî dewleta netewe ye. Sosyalîzma pêkhatî nikarîbû bibe sosyalîzm û di vê de avahiya dewletdariya netewe bi roleke diyarker rabûye. Ji partiyê ber bi dewletê, ji dewletê ber bi partiyê her gava bê avêtin wê bi înkara sosyalîzma demokratîk bi encam bibe. Di teoriyê de ji bo xwe gihandina civaka kominîst a weke civaka bê dewlet tê tesewirkirin, li gorî sosyalîzmê û şêweyê wê divê di ti qonaxê de û bi ti sedemê 36 amûra dewletê neyê bikaranîn û ji bo xwe gihandina civaka kominîst divê mirov serî li amûra dewletê nede. Sosyalîzm kengî bi hemû aliyan demokrasiyê pêk bîne wê pêk bê; ew demokrasiya lîberalîzm wê bi awayekî durû bi kar tîne û bi rastî bi naveroka wê re li hev nake. Mirov nikare bêyî demokrasiyê li sosyalîzmê bifikire û li derveyî demokrasiyê jî bi riyeke din ti carî ava nabe. Bi tenê bi jiyaneke demokratîk a tevlîbûna wê herî berfireh mirov dikare sosyalîzmê ava bike. Ji lewra xisleta yekemîn a partiyên sosyalîst divê ew be ku xwe weke protîpeke demokrasiyê ava bikin. Partiyeke nikaribe xwe demokratîze bike ew nikare civakê demokratîk bike. Demokrasî bêotorîtetî nîne. Otorîteya demokratîk ji otorîteya dewletê cuda, dikare xwe di şert û mercên civaka siyasî STÊRKA CIWAN de pêk bîne. Dewlet civaka siyasî li derve dihêle û xwe pêk tîne, lê ji bo pêkhatina demokrasiyê hebûna civaka siyasî ferz e. Civaka siyasî jî ew civak e ku azadiya xwe pêk aniye. Diyardeya siyasetê maneya xwe ew e, civak di mijara berjewendiyên xwe yên heyatî de gihiştiye wê hêzê ku difikire, biryarê dide û dikeve nava çalakiyê. Civakên siyasî nebûne, nikarin çarenûsa xwe diyar bikin û di heman demê de nikarin xwe demokratîk bikin. Di navbera diyardeyên siyaset, azadî û demokrasiyê de têkiliyeke ji hev nabe heye. Yek bê yên din nabe. Lewma partiyên siyasî bi tenê weke protîpeke civaka siyasî ya azad û demokratîk karin bibin xwedî nasname. Ji lewra bi giştî modelên desthilatdariyê, bi taybetî jî desthilatdariya dewletê nikarin ji xwe re mînak bigirin. Desthilatdarî û dewlet, herçiqasî weke hebûn diyardeyên cuda bin jî bi awayekî bingehîn yekdestdariyên hêz û mêtingeriyê ne. Tevî ku hêmanên karûbarê civakê bi rê ve dibin hildigirin jî ev hêman bi rola talî radibin. Ji bo rewakirina yekdestdariyên hêz û mêtingeriyê yên bi rola diyarker radibin têne bikaranîn. Ev sedem hemû îspat dikin û têra xwe rave dikin ka divê çima partiyeke sosyalîst bi armancên desthilatdarî û dewletdariyê neyê avakirin. Dîsa têra xwe îspat dikin ka divê çima bi tenê bi awayê demokratîk bên damezrandin û sazkirin. b- Partiyên sosyalîst tevî ku saziyên modern in, ji aliyê dîrokî ve xwedî erk û berpirsiyarî ne ku li beramberî modernîteya kapîtalîst modernîteya alternatîf çêkin û biberidînin. Modernîte têgîneke bêalî û notr nîne; têgînek e ku bingehê wê yê çînî, siyasî û îdeolojîk heye. Modernîteya serdest, tevî ku xwedî karektera kapîtalîst e jî modernîteyên bi tîpên din jî hene. Modernîteya demokratîk di serê van tîpan de tê. Modernîte di nava xwe de demên civakî yên veguherînên bi kok û cuda îfade dikin. Avahiya îdeolojîk, siyasî, ekonomîk, teknîk û zanistî ya serdema her modernîteyê xweserî xwe ne. Serdema destpêkê, navîn û nêz, her yek ji wan li gorî xwe modernîteyekê temsîl dikin. Wekî din her modernîte li gorî xwe şêweyên xwe yên serdest ên çînî, teknîkî, îdeolojîk, siyasî û ekonomîk hene. Her yek ji wan li gorî van şêweyên serdest karekterîze dibe. Di serdema me de ji destpêkê ve li ser şert û mercên jiyana me ya modern mohra şêwazê daneheva kapîtalîst heye, lê tevî vê yekê mirov nikare vê serdemê bi her tiştî bike malê kapîtalîzmê. Eger sosyalîzma pêkhatî bi kapîtalîzmê bi encam nebûya, pêkan bû wê jî mohra xwe li modernîteyê bidaya. Jixwe demeke dirêj jî wisa hat fêhmkirin. Partiyên sosyalîst heta ji hêmanên sereke yên modernîteya kapîtalîst (şêwazê daneheva kapîtalîst, dewleta netewe û îndustriyalîzmê) nebihurin û li dijî wan tênekoşin nikarin mohra xwe li modernîteyê bidin. Sosyalîzma pêkhatî li dijî hêmanên modernîteya kapîtalîst tênekoşiya, berevajî ji ber ku bi qilifdûritina ji van hêmanan re mijûl bûbû bi kapîtalîzmê bi encam bû. Eger partiyên sosyalîst bi tenê hêmanên xwe yên modernîteyê (neteweya demokratîk, îndustriya ekolojîk û ekonomiya bazarê ya sosyalîst) bi pêş bixin karin ji modernîteya kapîtalîst bibihurin û karin modernîteya xwe bi rola sereke rakin. PKK nikare qîma xwe bi tenê bi bihurîna ji dewletdariya netewe bîne; di heman demê de bi xwea37 vakirina weke prototîpa hêmanên modernîteya demokratîk dikare bi rola pêşengiyê rabe. Di dema nasnameya nû ya PKK’ê de yek ji erkên wê yên sereke ew e, civaka Kurd weke neteweya demokratîk ava bike. Ji bo di vê erka xwe de bi ser bikeve, beriya her tiştî divê karibe xwe bike alternatîfa hêmanên sîstema modernîteya kapîtalîst. Di navbera xwebûn û bûyîna prototîpa modernîteya demokratîk de cudahiyeke girîng heye. Eger nebe prototîpa modernîteya demokratîk, zor e ku civakbûna xwe û serekbûna xwe bi dest bixe. Jixwe partî ji bo vê zoriyê ji holê rakin hene; kengî bibin kakilekî pêşeng dikarin vê zoriyê li paş bihêlin. Di navbera hêmanên modernîteyê de, di warê îdeolojîk, polîtîk û ekonomîk de, di her qadê de têkoşîneke zêde heye. Encama têkoşîna di navbera wan de wê diyar bike ka kîjan modernîte wê bi rola sereke rabe. Partî hêzên pêşeng ên vê têkoşînê ne. Ji ber ku di Marksîzmê de têkoşîn daxistin qada ekonomiyê bi tenê, encam negirtin. Marksîzmê yeqîn dikir ku modernîteyê û heta bi tevahî hêmanên din ên modernîteya kapîtalîzmê weke hene pêk bîne wê karibe xwe bigihîne kominîzmê. Lê têkoşîna modernîteyê ya tevî hêmanên kapîtalîzmê hemûyan encam diyar kirin. Ji ber vê sedema bingehîn hewcedarî bi modernîteya demokratîk heye. Eger têkoşîn di çarçoveya pêşdebirina alternatîfê de neyê meşandin, ne pêkan e ku têkoşîna li dijî kapîtalîzmê û tevahiya hêmanên wê serketî bibe. Divê mirov bi tenê qîma xwe bi analîza kapîtalîzmê neyîne, şertê pêşî ew e, divê mirov teoriya modernîteya demokratîk û di vê teoriyê de hêmanên alternatîf ên modernîteyê zelal bike û têbikoşe. Lewma parNîsan 2013 STÊRKA CIWAN tiyên sosyalîst bi awayekî bingehîn xwe bi teoriya modernîteya demokratîk zelal dikin û li dijî kapîtalîzmê têdikoşin. Bi tenê qîma xwe bi têkoşîna teorîk nayînin, tevî vê, amûrên pratîkbûnê jî pêşde dibin ango neteweya demokratîk pêk tînin, teknîkên îndustriyel ekolojîk pêşde dibin û diyardeya bazara sosyalîst pêk tînin. Kengî ev pêk anîn dikare li dijî hêmanên modernîteya kapîtalîst serketî be. Di nasnameya nûkirî ya PKK’ê de weke berê hûrik û perçikên agahiyan der barê mêtingeriya kapîtalîst de tinene, pêşbîniyeke têkûz a xwe disipêre bi tevahî analîzkirina modernîteya kapîtalîst û paradîgmaya wê ya nû ku xwe disipêre teoriya wê bi xwe ya modernîteya demokratîk, heye. Qîma xwe nayîne ku modernîteya kapîtalîst bi tenê tevî hemû hêmanên wê ji hev derxe; weke alternatîfa wê modernîteya demokratîk weke hêzeke pêşeng derdikeve holê, ev hêza pêşeng Nîsan 2013 xwedî wê erk û berpirsiyariyê ye ku tevî kokên xwe yên dîrokî bibe xwediyê wan hêmanên der barê îro de û bername, stratejî û taktîkên van hêmanan bi ser bixin çêke.. c- Herçiqasî gotina hêza pêşeng modelên partiyên klasîk bi bîra mirov bixe jî ji aliyê cewherî û naverokê ve cudahiyên xwe hene. Hêza nû ya pêşeng prototîpa civaka demokratîk e. Modela pêş a civaka neteweya demokratîk pêk tîne. Herçiqasî weke berê yekparebûna bername, stratejî û taktîkê îfade bike jî di warê naveroka van têgînan de veguherîneke girîng heye. Stratejiya wê hêmanên modernîteya demokratîk dike bingehê xwe. Bername, ji aliyê pîvanan ve diyar dike ka wê heman hêman çawa bêne avakirin. Taktîk jî nîşan dide ku pîvanên programatîk wê li ser xeta stratejîk bi kîjan hêz, amûr û şêweyên têkoşînê bêne bicihanîn. Bername li gorî paradîgma modernîteya demokratîk hedefên polîtîk, ekonomîk, 38 civakî, çandî, yên xweparastinê û yên dîplomatîk diyar dike, stratejî jî ji bo demên pêş diyar dike ka ev hedef wê li ser kîjan bingeh û hêzên taktîkî bêne pêkanîn. Ekonomiya civakan a li dora neteweya demokratîk, îndustriya ekolojîk û bazara sosyalîst ji hêmanên stratejîk ên sereke ne. Hêmanên taktîk ên bingehîn jî wê hedefên bingehîn û hêmanên stratejîk bi cih bînin û ji bo avakirina wan bi awayekî berbiçav şêweyên rêxistin û têkoşînê yên pêdivî bi wan heye, diyar dike. Dema ku behs bibe têkoşîn û rêxistin, pirsa kadro derdikeve pêş. Di civakên modern de girîngiya pêşeng û kadroyan kêm nabe. Berevajî, bi sedema ku civak tevlîhevtir û aloztir dibin rola wan bêhtir girîng dibe. Li vir a girîng ew e, ka dîsa kîjan perspektîfê dikin bingehê xwe. Eger kadro û pêşengiyên partiyê ji dinya modernîteya kapîtalîst nebihurin, çi zû çi dereng wê veguherin hêmanên desthilatdarî û STÊRKA CIWAN mêtingeriyê. Eger di hêmanên modernîteya demokratîk de israr bikin, wê kadro û pêşeng li gorî wê dirûvê xwe bigirin. Eger li şûna perspektîfa desthilatdarî û dewletê, ji perspektîfên otorîteya demokratîk, civaka exlaqî û polîtîk danegerin, li gorî nasnameya nû ya partiyê pêşeng û kadroyên demokratîk wê bigihîjin. Di dema nû de erka bingehîn a PKK’ê ji ya berê cuda ye. PKK’ê di dema komê de bi bandora îdeolojîk şer û çalakî dikir bingehê xwe û rê li ber tesîra polîtîk vedikir. Divê tevî vê di dema nû de bi nasnameya Kurd a hatiye bidestxistin û bi xwesteka ji bo jiyana azad neteweya demokratîk ava bike. Herdu qonaxên pêşî ji bo avakirina neteweya demokratîk gelek nirx bi ser hev de anîn. Lê avakirina neteweya demokratîk hê jî weke wezîfeyekê li pêşiya wê ye. Lewma di dema nû de yekparebûna bername, stratejî û taktîkê bi vê avakirinê berpirsiyar in. Em ê di babeta KCK’ê de rahêjin hûrguliyên vê mijarê û ji hev derxin. Di vir de têkiliya PKK û KCK’ê girîng dibe. Hêza PKK’ê ya îdeolojîk, polîtîk û rêxistinî di çarçoveya KCK’ê de divê ji bo bicihanîna wezîfeyên hewce têrê bike. d- Çawa ku wê ji van tiştên me gotî hemûyan bê fêhmkirin, kapasîteya îdeolojîk a PKK’ê bi rexnekirina sîstema sosyalîzma zanistî û sosyalîzma pêkhatî bi hêz bûye. Li şûna nêzîkatiya dogmatîk dikare nêzîkatiyeke dijwar a lêpirsînê nîşan bide. Di fikirkirina diyalektîk û ketina nava çalakiyê de pêşketin heye. Di nirxandina rewşa berbiçav û pêkanîna veguherînên hewceyî de li gorî berê bêhtir xwedî naverok e, û hêzê dide jiyana azad. Mesafeya di navbera îdeolojî û sosyolojiyê de kin bûye. Cudahiya di navbera sosyolojî û sosyalîzma zanistî de jî kêm bûye. Danûstendina di navbera fikra îdeolojîk, sosyolojîk û sosyalîzma zanistî de yekparebûnek çêbûye û her ku diçe ber bi zanisteke civakî ya hevgirtî ve diberide. Di vê babetê de PKK di serê wan partiyên bi îdeal de tê. Hêza bingehîn a partiyeke sosyalîst bi rêjeya lihevbûna wê ya bi zanista civakî re tê pîvan. Hêza wê ya diyarker ji girêdana wê ya bi zanista civakî ye. Di kapasîteya wê ya îdeolojîk û sosyolojîk de payeya zanistî çiqasî bi pêş bikeve, di rola pêşengiyê de jî wê ewqasî bi pêş bikeve. Asta polîtîk a PKK’ê li gorî berê di dema nû de têra xwe bi pêş ketiye. Ji ber ku kapasîteya polîtîk bêhtir bi ezmûn û tecrûbeyê tê bidestxistin, PKK di vî warî de li dinyayê yek ji partiyên sereke ye. Tevî ku modernîteya kapîtalîst di asta hegemonîk de dor lê girtiye û lê şidandiye jî tesfiye nabe û ev yek tecrûbeya polîtîk dide wê ango wê bi hêz dike. Polîtîkbûna civaka Kurd û polîtîkbûna PKK’ê di zikhev de û bi awayekî hevdu bi hêz bikin pêk hatiye. Gelê Kurd di dîroka xwe de di dema xwe ya herî bi hêz a polîtîk de ye û mirov vê rastiyê ji bo PKK’ê jî bîne ziman di cih de ye. Li cem PKK’ê polîtîka hundir û derve di zikhev de pêk tên. Asta polîtîka pêk tê hem têkiliya wê bi dîrokê re hem jî têkiliya wê bi rastiya rojane û gerdûnî re hatiye danîn. Herweha têkiliya di navbera exlaq û polîtîkayê de jî xurt û têkûz hatiye danîn. Di dizikhevdebûna civaka exlaqî û polîtîk de bingeh tê qebûlkirin. Di bingehê polîtîka PKK’ê de bi qasî hebûna îdeolojîk û sosyolojîk ango bi qasî hebûna hêmanên zanistî, hêmanên exlaqî û etîk jî hene. Têkiliya bi poetîkayê re jî ango têkiliya bi hunerê re jî paşguh nake û girîngiyê pê dide. Bi vî awayî, polîtîkayê bi tenê bi îdeolojî û exlaqê bi gewde nake, bi awayekî hunerî jî wê heyî û manedar dike. Bi vê, hewl dide xwe ji polîtîkayeke hişk û pûç bigihîne diyardeyeke polîtîkayê ya dewlemend û heqîqeta wê. Tevî ku di PKK’ê de ji aliyê hejmara kadroyan ve ti tengasî çênabe jî di tevahiya deman de pirsgirêka bingehîn ji ber kolektîfnebûnê derketiye holê. Ne ferd bi rola xwe radibin, ne jî hêza kolektîvîzmê têra xwe tê bikaranîn. Bi qasî ku rolên ferdî bi rolên xwe ranabin, reva ji kolektîvîzmê jî timûtim weke qelsiyekê xwe nîşan dide. Ji ber vê sedemê, ferd û rêxistinî gelekî ji taqetê dikevin. Pirsgirêka bingehîn a ku di rojevê de cihê xwe diparêze, kadroyê rêxistinkirî ye; ango rola ferdî bi rêxistinbûnê dibe û birêxistinbûn jî bi kadroyên bi însiyatîf dibe. *** 39 Nîsan 2013 CIWAK STÊRKA CIWAN QADRO Û CIVAK Aqademiya Zanistên Civakî Ya Abdullah Ocalan “Rêber APO, di parêznameya xwe de girîngiyeke mezin dide vê mijarê. Ji ber ku di kevneşopiya ku bi tekoşînên rizgariya netewî, femînîst, anarşîst û sosyalîzma pêkhatî zehf niqaş û hewldan derketin holê. Lê belê, ezezitiya har a ku kapîtalîzmê pêşxistiye li holê ye” Eger em rastiya qadro, hebûna qadro, pirsgirêka qadro, li ser bingeha pêwendiya qadro û heqîqetê binirxînin, em bikaribin vê mijarê vekin, em ê bikarin gelek mijaran bigrin dest, gelek xalan binirxînin û gotûbêjan bikin. Lê belê divê em pêwendiya di navbera heqîqet û qadro de bi zelalî diyar bikin. Biya min, nirxandineke bi vî awayî, hê baştir e û wê di cihê xwe de be. Dixwazim li ser heqîqet û qadro, nêrînên xwe diyar bikim. Heval dinirxînin, tê zanîn her nêrin, her bîrdozî, her tevger bi qadroyên xwe heye, bê qadro nabe. Vê çaxê, ev tê bîra mirov; qadro her hebû û divê her hebe. Pêdiviya qadro çawa derketiye holê; mirovatî çima pêwîstî bi hebûna qadro dît? Gelek navên cur be cur ên mîna pêxember, nûner, rizgarker, milîtan û geleke din didin. Em bi van navan pênaseya qadro dikin; ev yêk dike ku heçku qadro mirova/ê Nîsan 2013 bilind e. Em qala miroveke weha dikin ku, hemû taybetmendiyên baş, xweşik û bihêz a civakê di xwe de dihewîne. Ango em dibêjên qadro wiha ye. Em, qadro mîna rawêjkirina şênber a heqîqetê diyardikin. Dibêjin qadro heqîqeta rêxistinkiri û çalak e. Ev çêbûn, gelo çima û ji ku derkete holê. Ev pêwîstiya vi qadroyî kengê derketiye holê. Çi pêwendiya vê, bi parçekirin û berovajîkirina heqîqetê re heye. Ez dibêjim eger em ji vir bigrin û bînin; wê baştir be. Civakîbûna mirov, rastiya civaka exlaqî-polîtik, heqîqeta herî mezin a mirov e. Ev yek, dema li rastî dagirkerî, destavêtin, çewisandin û berovajîkirina hêzên deshilatdar û dagirker were, bi xwe re pirsgirêka azadiyê tîne. Girêdayî vê yekê, gelek pirsgirêkên din jî peyda dibin. Qadro, li hemberî vê berovajîkirin, ji rêderketinê, weke encama lêgerînên çareseriyê derdikeve holê. Bi vê ras40 tiyê ve diyar dibe ku, di hemû qonaxên dîrokê de çêbûna qadro nîn e. Bêguman mirovên ku pêşengî dikirin, mirovên ku bi tevlîbûn û çareseriyên xwe, bi afirînerî û desketiyên xwe ve rê nîşanî civakê didan, jiyan hêsantir dikirin, jiyana mirovatiyê pêşve dibirin hebûn. Lê belê ew mirov, di nava xwezabûna civak û demên xwe de derdiketin holê. Lê belê qadro, di encama tundewarî, zext, destavêtin, mêtingêrî û berovajîkirina ku ji derve ve li hemberî civakê dihatin kirin, derkete holê. Qadro, li hemberê istîsmarkirina heqîqetê, destavêtin; xirakirin û valakirina heqîqetê derket holê. Li hember wan êrîşên dewlet-deshiladariyê, wekî bersivekî derkete holê. Di vê watê de çi dike? Nirxên ku tên talankirin, li rastî destavêtinê tên û hatine xirakirin red dike; li şûna wan nirx û pîvanên ku tên xwestin, di kesayeta xwe de pêk tîne û nû- STÊRKA CIWAN nertiya wan dike. Bi awayekî giştî taybetmendiyên qadro ev bûn. Di vî warî de qadro, di nava civakan de, wek nirxên pîroz tên bi dest girtin. Civak nirxê wê/wî dizane. Lê belê li gel vê rastiyê, ji aliyekî din ve jî, biguman li nêzî qadro dibin. Ango ji aliyekê rêzgirtî û bibawerî; ji aliyekî ve jî biguman li qadro dinêrin. Bi guman nêzîk dibin, ji ber ku zexta deshilatdaran zêde zêde ye; dibêjin gelo wê qadro çiqas bikaribe li hemberî deshilatdariyê berxwe bide; bikaribe li ser piya bimîne. Ev fikareke her ku diçe kûr dibe û di roja me ya îro de digihîje asta herî jor. Ji aliyekî din ve jî herdem bendewariyekê ji qadro dike. Eger, qadro bikaribe xwe ispat bike, encax li pey wê/wî dimeşe. Eger bikaribe nûnertiya vê rastiyê bike, civak wê/wî dide jiyandin, girêdana xwe raber dike. Mirovên ku ji bo civakê erk û berpirsiyariyên xwe yên qadrotiyê bi cîh tînin, civak ti carî wan bîr nake. Civak kesayet, taybetmendî û nirxên van mirovan di çanda xwe, zihniy eta xwe, stran û folklorên xwe de dide jiyîn. Dema heqîqet û civakîbûn tê parçekirin, di heman demî de encameke din jî derdikeve holê. Zêmînê çêbûna ferd (takekes) jî parçe dike. Li ser vî esasî, divê em qadro hinek jî li gorî rastiya ferdbûnê binirxînin. Li cihê têgihîştina heqîqetê bêsînor tê pûçkirin takekes, radibe dibêje “ez takekes im” û dikeve pey ferdbunê. Dibêje “ez heme, vîneke min jî heye, nêrîn û nêzîkatiyeke min jî heye” û bi vî awayî dixwaze ferdbûna xwe raber bike. Eger mirov bala xwe bidiyê, taybetmendiya herî zêde ya ji aliyê pergala dewletparêz ve tê bikaranîn ev e. Lê belê ya rastî, heqîqeta wê/wî hatiye parçekirin, ti têgihîştina wî ya heqîqetê nîn e, li gorî ajo û pêdiviyên rojane tê birê- vebirin. Lê belê di rewşeke wiha de dibêje “ez heme, ez kes im.” Di çarçoveya heqîqetê de, rewşa ferdbûnê wiha ye. Rewşeke trajîkomîk heye. Eger em vê rastiyê nebînin û ji vir ve dest pê nekin, em ê nikaribin xwe bigihînin rastiya qadro. Li cîhekî ku heqîqet tê parçekirin, têgeheştina yêkpare ya civakîbûnê tê parçekirin, ne pêkan e takekes û miroveke/î bitendûristî jî derbikeve. Eger mirov vê rastiyê ji nêdîtî ve bê, ne pêkan e xwe bigihîne qadroyeke/î bitendûristî jî. Dema heqîqet tê parçekirin, zemîna ku takekes di nav de tevdigere jî tê lewazkirin û rûxandin. Ev rewş ne pêvajoyeke hêsan e; pêvajoyeke pênc hezar salan e. Di pêvajoyeke wiha de takekes û civak her tê helandin, parçekirin, berovajîkirin. Beriya her tiştî, qadro divê di despêkê de pênaseya civakê û pênaseya takekesbûnê bi awayekî rast bike. Ji ber vê yekê ji bo mirov bibe kes, bibe qadro, beriya her tiştî divê li hemberî ezezitiyê bi awayekî dijwar têbikoşe. Rêber APO dibêje; “ezezitî giyana kapîtalîzmê ye.” Eger “ez” zihniyeta wî be, ezezitî jî giyana wî ye. Ji bo mirov bibe takekes, divê ev zanebûna çewt ji holê were rakirin, divê li hemberî ezezitiyê têkoşîn were pêkanîn. Bêguman ev têkoşîn bi hêsanî pêk nayê. Dema heqîqet tê parçekirin, li şûne wê xwedê, pêxember, qral, xwedaqral, qasid û hwd. tên peydakirin. Bi vî awayî, heta qonaxa modernîteya kapîtalîzmê, zihniyeteke ku takekes dike hîç û pûç, dike qurbana civakê, civakê jî dixe bin xizmeta deshilatdaran, serdest bû. Ev têgihîştina heqîqetê li seranserî cîhanê û mirovatiyê serdest bû. Di qonaxên dewleta koledariyê û dewleta feodal de takekes nîn e, ango tiştekî bi navê takekesan nîn e. Eger mirov bala xwe bidiyê, hemû hewldanên di wan qonaxan de derketine holê, 41 bi tenê wek hewldanên azadiyê nayên nirxandin. Di feodalaliyê de kes nîn e, ango tiştekî bi navê takekes, takekesiyê nîn e. Ew hewldanan di heman demê de wek hewldanên lêgerîn û xwe afirandinê ya takekesan tên nirxandin. Bi van hewildanan ve dixwestin bandorên koledarî, feodalî, monarşî, paşayetî û yên din a ku li ser mirovatiyê bi navê heqîqetê hatine avakirin, ji holê rabikin. Dixwestin, mirovatiyê ji bandorên van deshilatdariyan rizgar bikin, xwe bigihînin mirova/ê azad, civaka azad. Ev armanc, di nava hemû serhildanên ku li qonaxên koledarî û feodalî de derketine holê de hene. Qadroyên di wan qonaxan de derketine holê, xwestine xwe bigîhînin têgihîştineke rast a heqîqetê, têgîhîştineke rast a civakîbûnê; bi vî awayî xwestine kesayeta xwe ava bikin, xwe bigîhînin rastiya xwe ya mirovbûnê, bibin pêşeng ji bo civakê. Ji bona vê armancê, xwe înziwayên dûrûdirêj dikin, li hemberî nefsa xwe têkoşîneke demdirêj didin. Jiyana heyî red dikin, qalibên zihniy etê yên hene red dikin. Di bingeh de, kevneşopiya pêxembertiyê, di rêya takekesbûnê de, mînakên gelek bihêz in. Takekesbûneke bi tendûristî, di heman demê de qadrobûneke bitendûristî jî derdixe holê. Takekesbûneke bitendûristî jî, encax bi kesayeteke azad, bi lihevhatina bi civakê re pêkan e. Takekesbûn û ezezitî ji hev cuda ne. Takekes, li beramberî civakê, erk û berpirsiyariyên xwe dizane, ji civaka xwe hez dike, li gel civaka xwe ye. Pêxember, bi redkirina jiyana heyî, qalibên zihniyetê yên hene û jiyana qaşo civakî ya heyî ve dibin takekes. Hemû hêzên xwe jî, ji wir digrin. Nirxên ku afirandine, ol û nêrînên wan, paşê ji aliyê hêzên dewletparêz û deshilatdar ve hatine bidestxistin. Mirovên ku di warê taNîsan 2013 STÊRKA CIWAN kekesbûnê de bûne mînak, li seranserê Rojhilata-Navîn zehf in. Ew kesayet, di heman demî de li hemberî qurbanîkirina takekes a bi navê xizmetkirina civakê jî têkoşiyane; li hemberê xizmetkirina civakê ya ji bo deshilatdaran jî têkoşiyane. Bi vê wateyê, lêhûrbûna li ser rêya takekesbûnê û xwe gihandina qadrobûnê zehf girîng e. Takekesbûn mîna destpêka hemû tiştan e, girîng e. Takekesbûn, destpêka qadrobûnê ye, destpêka hunermendiyê ye, destpêka zanyariyê ye jî. Her çi dibe bila bibe, lê belê beriya her tiştî divê takekes be. Ev jî encax bi xwe gihandina têgîhîştina heqîqet û têgîhîştina civakîbûnê ya yekpare ve pêkan e. Bi tenê xwe gihandina vê têgihîştinê jî nabe. Pê re girêdayî, hest, fikir û çalakvantî jî divê hebin. Di vî warî de, li seranserî dîrokê, têkoşîn û pevçûnên gelek dijwar; di heman demê de gelek afirandinên gelekî mezin jî derketine holê. Qadro, raberkirina yekparebûna fikir-zikir û çalakiyê ye. Têgihîştina heqîqetê, mirovbûna yekpare divê çawa be; di hizir-lêhûrbûn û çalakiya xwe de divê yekpare be. Civak, vê rastiyê paşê, bi wêje û gotinan ve hewldide mayînde bike. Em jî dixwazin vê mijarê, bi awayên felsefîk, wêjeyî, hestyarî, zanistî pênase bikin. Lê belê, ev cure pênasekirin tenê bi me re sînordar nîn e. Bi taybetî, di qonaxa reformasyon û ronakbîriyê de pênaseyên wiha gelek derketine holê. Di qonaxa ku wek çaxa navîn a tarî tê binavkirin de navê civakbûnê zêde hatiye bikaranîn; ev bi xwe berovajîkirin e. Têgîhîştina çewt a heqîqetê ya ku takekes dûr dixe û wî/ê dike qurbana civakê, hemû afirînêriya mirov kuştiye. Ji ber vê yekê dibêjin çaxa navîn a tarî. Ango takekes hate kuştin. Civakek heye, lê belê ew civak jî di bin xizmeta Nîsan 2013 xwedê de ye. Her wiha li şûna xwedê, dêr-mizgeft hene, keşîş an jî xelîfe hene; bi navê xwedê, ew birêvedibin. Di encamê de tiştek namîne. Afirînerî, cudahî, pirdengî, lêpirsîn; ew hemû tên kuştin. Hewldan û têkoşînên takekesbûnê, di bingeh de li hember van nêzîkatî û bûyeran wek serhildanekî derdikeve holê. Lê belê paşê, kapîtalîzm wan hewldan û têkoşînan dixe bin xizmeta xwe. Ew dijbertiyên takekesî yên ku bi hezaran salan komî ser hev bûne, li gorî xwe bikartîne; bayê vê têkoşîn û lêgerînê digre pişta xwe. Var têkoşînan heta dawiyê îstîsmar dike û bi vî awayî ezezitiya kapîtalîzmê ya ku ezezitiya roja me ya îro ye, peyda dike. Di qonaxên koledarî û feodalî de çawa bû; “civak her tişt e, takekes nîn e”. Ango takekes qurbanî civakê dihate kirin. Lê belê di roja me ya îro de, bi rêya ezezitiyê, ji civakê tol tê rakirin; ev jî bi navê takekesbûnê tê kirin. Di qonaxên berê de, takekes hîç bû, dihata perçiqandin, bê îrade dihate hiştin, înîsiyatîf jê re nedihate dayîn. Ev têgihîştin û helwest, di takekes de dijbertiyeke hezaran salan afirand. Niha jî ev takekesî, tola xwe ji civakê radike, hebûna xwe di tunêkirina civakê de dibîne. Bi vî awayî li hemberê mirovahiyê û xwezaya mirov, êrîşkariyeke zehf mezin pêktê. Kapîtalîzm vê yekê heta dawiyê bikartîne. Li pêşiya ezezitiyê, wê çawa were girtin, li ku derê were sekinandin, çawa ji asta zirardanê were derxistin? Çareserî çî ye û wê çawa pêk were, divê em di vir de bersivekê bidin û çareseriyê diyar bikin. Rêber APO, di parêznameya xwe de girîngiyeke mezin dide vê mijarê. Ji ber ku di kevneşopiya ku bi tekoşînên rizgariya netewî, femînîst, anarşîst û sosyalîzma pêkhatî zehf niqaş û hewldan derketin holê. Lê 42 belê, ezezitiya har a ku kapîtalîzmê pêşxistiye li holê ye. Divê li hemberî vê çi were kirin; di navbera civak û takekes de dengeyeke bitendûristî wê çawa were avakirin? Mirova/ê ku bi heqîqeta xwe re bûye yek û heqîqeta xwe pejirandiye wê çawa were avakirin? Li ser van mijaran zefh gotûbêj, lêgerîn û têkoşîn pêkhatine. Lê belê bersivên têrker nehatine peydakirin. Girêdayî vê rastiyê, ezmûna sosyalizma pêkhatî jî, li hemberî dewletê takekes û civak perçiqand; hem takekes û hem civak bêbandor hişt. Encamên vê rastiyê niha eşkere dibin. Bi awayekî herî xirab, bûye zibilxaneya modernîteya sermayedariyê. Ev jî nîşan dide ku sosyalîzma pêkhatî nebûye çareserî. Tevgerên anarşîstî û fêmînîstî li ser qadrobûnê zehf niqaş kirine, tesbîtên xurt kirine. Lê belê hewldanên wan negihiştiye asta rastiya civakî. Ji ber ku di têgihîştina wan a heqîqetê têrê nedikir, ev encam derketiye holê. Pirsgirêka qadro, li pêşiya me û tevgerên weke me de disekine û li benda çareseriyê ye. Takekesê/a bitendûristî, civakeke bitendûristî wê çawa were avakirin; dengeyeke bitendûristî ya pêwendiyê wê çawa were danîn, divê ev pirs werin bersivandin. Ji ber vê sedemê, eger em nikaribin di navbera civak û takekes de diyalektîka rast ava bikin, nikaribin bigihîne têgihîştina rast a qadrobûn û civakîbûnê; di vê mijarê de em nikaribin kûr bibin em ê encax li ser pêdîviyên pratîkî yên rojane qadro pênase bikin. Em dibe ku nirxendinên baş jî bikin, lê belê wê pênaseya me ji pêdiviyên pratîkî yên rojane derbas neke. Ango wê nirxendinên me û rastiya qadrotiya ku em dijîn û pêdihesin ji hev zehf cuda bin. *** STÊRKA CIWAN ROJAVA CIWAN Û TEVGERA ÇANDÊ LI ROJAVAYÊ KURDISTAN Mistefa RÊZAN Dema mirov bahsa çand û huner kîjan civak an netew bibe bila bibe bik, mirov hebûn û nasnameyên hişmendiyê tîne bîr û hişê xwe. Bi hezarên salan, netew û civeka kurd bûye xwedî çand û hunerek dewlemend tevî hemû zext û zordariya mêtîngeran. Xwezayî ye ku ciwan bi têgihştinek ji vê rastiyê re, cihên xwe di nava xebatên çand û hunerê de bigirin. Rojavayê kurdistan beşek ji kurdistana ku di bin nîrê zordarî û mêtingeriyê de jiya û hê jî derdê wê dikşîne. Lê mirov berî ku bahsa rola ciwanan di tevgera çand kurdî li rojava bike, pirsek wisa tê bîra mirov; gelo rewşa ciwanên di bin bandora rejîma Baas û Mordenîta kapîtalîst de çawa bû? Bêguman rejîma Baas xwest çand gelê kurd di bin bandora têgîna xwe ya çand û hunera erebî bifetsîne, çandek biyanî ji çanda gelê kurd biafrîne. Ciwan jî dema ji deryaya huner û mûzîka kurdî, berhemên xwe çêdikirin, çanda Arabêsk pir bi bandor bû. Lome bandora çanda Arabêsk pir neyinî bû li ser xebatên çand û hunerê ciwanên kurd. Ji ber ku çanda Arabêsk berî ku çand û hunerê gelekî xera bike, ruhê ciwanan dûrî hunera resen dikir. Baş e ji bo ku mirov karibe bahsa rola ciwanan di tevgera çand û hunera rojava bike, pêdîvî heye ku mirov bahsa danasandina bandora hunera Arabêsk ya neyinî bike. Çiye ev hunera Arabêsk? Ciwanek çawa diafirîne. Çanda Aarabêsk ciwanên bi vîn mirî, bê hest, bi qedera reş pir bawer û dûrî dînamîmza zanestî ya mirovan diafrîne. Evîn û bedeweyên ruh dibin dîlên hunera qederek reş. Hunera Arabêsk dibe girtîgeha ku ruhê mûzîka kurdî ya resen berbend dike. Hunera kurdî ji naveroka xwe ya resen dûr dikeve û dibe jêgirtina çanda mêtinger û dagirkeran. Îcar piştî ku çanda Aarabêsk hate zanîne, mirov dikare bahsa rewşa ciwanên ku di bin vê çandê de xebatên çand û huner bi rêve dibin bike. Şûna mûzîk û hunerek akademîk û zanestî derkeve, rejîma Baas xwest bi çand Aarabêsk ciwanek bê vîn û zanebûna ruhê mûzîka resen biafrîne. Şûna ku insterumantên wek saz, tenbûr, bilûr pêş bikevin, org bû emrazek alternatîv di çand û hunera kurdî de. Huner û filoklora kurd a resen, bi çanda orgê ya dawetan de êdî di bin metersiya windabûnê de ma. Ciwanên ku tekstên stranan dinvîsandin, li gorî çanda Arabêskê berhemên xwe derdixistin. Îcar gotin û hunermend kurdin, lê awaz û mûzîk bi ruhê çanda Arabêsk a Erebî bû. Ciwanên ku di vê şêwaza huner û çandê de kar dikirin huner û çanda kurdî belav û xera dikirin. Jêgirtina çanda Erebî ya dewletên serdest yên Ereb bû. Lê dema tevgera azadiya kurdistanê şaxên xwe li rojavayê kurdistanê berdida, komên çand û hunerê kurdî bi dizî ava bûn. Ciwan li ser instrumentên tenbûr, bilûr û sazan di nava van koman de perwerde dibûn. Lêgerînên li ser çanda resen a filoklora kurdî û nûjeniyêe destpê kirin. Gav bi gav ev pergala çanda Arabêskê ya bi destê rejîma Baasa dihat pêşxistin, ji hev dikeve. Êdî ciwan dest avêntin çand gelê xwe, stranên şoreşî gotin. Mîna gelek 43 ciwanên di koma Botan, Cûdî, Koma Botan ya Kobanê, Agirî ya Amûdê û Helebê, Engîzeka Efrîn. Her wiha gelek hûnermendên ku dixwesin li kaniya çanda kurdî vegerin, xebatê dikirin. Ciwan di dibîstanên Amadayî û zanîngehan pêşengiya vê çand û hunera şoreşgerî kirin. Stranên azadiyê û evîna şoreşê dihatin gotin. Hata radeyekê, çanda Aarabêsk paşket û çanda netewa kurd a şoreşger pêşket. Ev pêşengî piştî têkoşîna azadiya herêmên rojava ji bermahiyên rejîma Baas, gihişt lûtkeya xwe ya herî bilind. Ciwan li her derê, korsên mûzîkî li ser nota vedikin. Ev xebat bêtir di bin banê Tevgera çand û hunera rojava demeşiya. Korsên mûzîkê li malên gel, navêndên çand û huner ev kors tên pêşxistin. Ya pir hêvî didin ku şagirtên dibîstanan êdî berê xwe didin korsa saz, bilûr, filût, gîtar, def û her wekî din ji instrumentê mûzîk hatin vekirin. Ciwan hem pêşengiya van korsan dikin, hem jî li ser van emrazên mûzîkê. Ji bo ku çand û hunera gelê kurd pêşkeve û çand biyanî li ser çanda azadiya gelan têkbiçe, rola ciwan rola serekê. Ciwan dikare di warê zaneyî ya akademîk li hunera kurdî ya resen xwedî derkeve û çanda kurdî pêşbixe. Niha jî ciwan gav bi gav ber bi pêvajoyak girîng û nû ya tevgera çand û huner ve diçin. Pergala çand biyanî ya li ser çanda azadiya gelan têk diçe, huner û çanda azadiyê mîna gulên azadiyê bişkivin.... *** Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN ÇAND EHLAQ BİNGEHA CİVAKBÛNÊ YE Akademiya Tev-Çand “Cihê ku ehlaq lê nebe pergala desthiladar lê şintê û koka xwe ya bêehlaq bêvîjdan di nava civakêde belav dike” Ehlaq pênaseya çalekîyên civakî û şêwaza baş bi rêk û pêk kirina jiyanêye. Dibingeh de ji bo hemû pêwîstiyên civakî werin tanzîm kirin û werin meşandin weke rêbaz pêwîstî bi ehlaq heye. Diherikîna dîrokê de jî dema ehlaq baş hatiye bikar anîn bûye sedema ku civak biawayekî hevpar, wekhev û di xwezaya xwe de jiyan bike. Dema ku ji dervayê pîvan û wata ehlaq derketin çêbû ye we demê jî berovajî û çewtjiyan kirin serdest bûye. Ev feraset çawa ji hezaran sala berê ve di xwest diwarê wîjdanî an go diwarê ehlaqî de civakê têk bibe, di roja me ya îro de jî hîn dijwartir di xwaze civakê ji pîrozîyê wê an go ji ehlaqê wê qutbike û herwiha ji ehlaq an go ji wijdan û civakbûnê qut girseya çêbike. Wekeku têzanîn civak dihebûna xwe de herî zêde di watae hlaq de jiyan kiriye. Di roja me ya Nîsan 2013 îro de jî civak bivêrastiyaxwe liser lingadimîne û tekoşînê li hember desthilatiyê dide. Bi vê tekoşîna xwe berhemên ku di afirîne hemû civakîne. Hemû nirxên civakî jî ehlaqîne. Di civaka xwezayî de exlaq di asteke pir mezin de dihate jiyîn. Her wiha giredayî rêgezê ehlaq yê herî bingehîn jî baweriye. Berîya ku mirov biaxivin, bifikirin û şoreşa ziman pêşbikeve, bawerî jî ji pirtîştan re pêşengtî kiriye.Civak bê bawerî nabe.Ehlaq rêgeza civakê ya herî rexistinkîriye û însan bixwe jî hebunekî ehlaqiye. Ehlaq mejiyê civakê yê analatîk û hestiyarî dîke yek û hevsengîya civakî ava dîke. Ehlaq heza civake ya arişî ye. Hêzekî bi pîvan û rêxistinkiriye. Minak mirov bedeneki bifikire dema ku di bedenekîde organekî kem bibe ew beden zûbizû lî ser lîngan nikare bi44 mine, lê dema ku temam bibin ew beden di xwezaya xwe de dibe hêz. Ango rehên civakê yên xwînê û ya ku civakê bi tevger dike, civakê dide meşandin û ber bi wekheviyê ve dibe ehlaqe. Ehlaq nebe tu wateya civaka azad û wekhev jî nîne. Ev mijara herî bingehîne ku di civaka xwezayî de peşengtiya jiyana wekhev kiriye û wekhev jiyîn dibe bingeha jiyana biahlaq. An go yêku ferq û cudatî xistiye navbera mirov û sewala jî ehlaqe. Politika hîn betir roleki xwe yê roja ne afrînerî û sazî çêkirinê dileyîze. Lê ehlaq bingehê civakê ye. Ev jî hêştiye ku civak heyani rojame ya iro were. Dema em dibejin civaka xwezayî despekê tişta ku tê bîra mirov, di nav hevsengiyekî de jiyan ava kirin, bi pivan û rast jiyan kirin tê bira mirov. Dîsa bi nirxê xwe ve giredayî azad jiyîn te STÊRKA CIWAN bîra mirov, hevdû hiskirin, hevdû fikirandin tê bîra mirov. Mînak di gunda de ev weke çanda dayîkê tê jiyîn. An go rêgezên civakê yê herî esasîne ku li ser koka xwe şîn dibin û Rêber APO jî dibêje ‘her nebatek liser koka xwe şîn dibe’. Wexta ku kok xurt û esîl be li hember hemû bahoz û bagera heza berxwedanê dikare bide nîşandan. Ya ku dibe rûbarê herikandina mirovahiyê ehlaqê civakê ye. Civaka bêehlaq tu ferqa xwe ji koma sewala namîne. Lê bele di roja meya îro de pergala deshilatdar bê pîvantiyê bê çandbûnê bê ehlaqiyê liser civake bi awayek pir zirav bi teybetî jî birêya medyayê, dil û mejiyê mirovan dişo, nexweş dike û dîtevizîne cihê ku ehlaq lê nebe pergala desthiladar lê şintê û koka xwe ya bêehlaq bêvîjdan di nava civakêde belav dike. Disa bi kuştin, talan, metîngerî û hemû nirxên civakê yê herî pîroz ji xwere girtin û berovajî kirin, nirxen civakê yê herî piroz ”jinê“ di seride xistiye, destavetiyê û jinê kiriye bende. Her wiha qirîza çand û nasname di seride şexsê jinê de pêkaniye. Di roja me ya îro de çiqas hejmara mirov heye, ji wê hejmarê zedetir cihê fuhûşa hatiye çekirin. Pergala desthilatdar çiqas xurtbibe ehlaq jî ewqas kem dibe, lê ehlaq çiqas xurtbe ewqas jî pergal lewaz dibe. Dîsa mêjiyê mirov, hestê mirov hatiye vala kirin, ji civakê dûr hatiye hêştin ji heqîqetê qut hatiye dest girtin. Mirov dikare bêje ku ev ji rê derketine ku pergala deshilatdar di zihniyeta mirovahiyê de dixwaze bide avakirin. Derketina Rêber APO jinûve şinbûna nirxên civaka xwezayiye. An go civaka xwezayî çawaku ya yekem be, derketina Rebetijî ya duyeme. Jiber ku civaka ku hatiye berovajîkirin, hatiye binpêkirin Rêber APO ji nûve bigiyan û zindi kir. Bi ra- manên xwe yê civakparêzî şoreşa jiyanê, şoreşa fikrî peşxist. Neyênîyên ku pergala serdest bi civakê daye qebulkirin Rebertî her deqe her dem lêhûrbûnen kûr li ser daye çêkirin û nûbûnen nû daye ava kirin. Lê pergalê di civakêde hêza hizirandin, nûbûn û pêşveçûnê ji kokêde daye kuştin. Jiber ku cihê fikir ango lêhûrbûn lê hebe ji bo pergalê xeteriye. Weke ku di roja me ya îro de jî tê dîtin, pergala serdest di xwaze cihana robota bide ava kirin. Jiber ku pergala serdest di ehlaq an go wijdanê civakî de derze mezin daye çêkirin. Dîsa hinek kes bi birçîbûnê dimirin û hinekjî bi dewlemendiyê serxweş dibin. Di heman demê de ev serxweşbûn jî ev birçîhêştin jî qira civakê aniye. Pergala serdest bêçande, bêehlaqe, bêrastiye û bêdîroke. Jiber wê jî di xwaze her tiştekî wekî xwe bike. Rebertî dibêje “Dizê Malê” ango mirov ditevizîne û dikeve rihe mirov. Disa bi tekoşina PKK re mirovahî careke din xwe digêhîne heqiqetê û zihniyeta pergalêde rizandin dide çêkirin. Jiber vê di xwazin têkoşîna me tasfiye bikin. Lê nizanin ev têkoşîn têkoşîna gel û ya heqiqetê ye. Ev têkoşîn bi fikir u ramanê Apoyî hatiye hûnandin û tu caran neheqiyê be exlaqbûnê qebûl nake û van xalên ku pergal dixwaze bi civakê û cîhanê bide qebûl kirin têkoşîna me tu caran qebûl nekir û qebûl nake. Her wiha hiquq jî kirina şuna ehlaq heye. Pergala serdest bivî awayî dixwaze xwe rewa bike. Hiquq bi 45 zora devlete qanun û pîvanên gorxwe li ser civakê rewa dike. Tu qanûn û pîvanê devlete nakeve şuna ehlaq. Jiber ku ehlaq hêzeki girêdayî civakêye. Civakê bi şeklekî xwezayî rewa dike û civakê dihûne, diparêze, hemû rengên koman di nava xwe de digre. Şûna ku ferq û cûdatiyê bike navbera koman, her tim hêza yekîtiyê dide ava kirin. Lê hiqûqa devlete ya ku niha bi rêka qanûn û hinek pîvana dixwaze civakê bide meşandin mirovahiyê xistiye navbera çar dîwara. Jiber ku mirovahî bi devlete yan jî bi qanûn û hinek pîvanên devlete şîn nebûye. Hêzek tene heye, ew jî hêza ehlaqê. Ango ne ya hiqûqê ye ne jî ya dewletê ye. Lê wisa kirine wekî ku her tiştek hiqûqe û bêhiqûq civak nabe. Ev zihniyeta pir rengbûnê nîne, ya yek rengbûneye. Ango huqûq ji bo devlet bihêz bibe û ji bo civakê hilweşîne ev hiqûq daniye pêşiya xwe û dimeşe. Lê felsefe û bîrdoziya Rêber APO ya demokratîk li hember pergala serdest di xwaze civaka ehlaqî û polîtîk ava bike. Her wiha gihêştina heqîqetê jî hem dibe cewherê civakbûnê derxistina holê û hem jî dibe rastiya pergala serdest derxistina holê. *** Nîsan 2013 TEKOŞİN STÊRKA CIWAN PİLİNGÊN TAMÎL ELAM Zagros TOLHILDAN “Rêxistina Pilingên Tamîl jî wek hemû rêxistinên azadîxwaz ji aliyê hêzên serdest yên navnetewî ve wek rêxistinek terorist hat penasekirin” Gelê Tamîl jî wek gelê Kurd gelekî belave ye. ji ber sîyaseta Îngîlîzan bê statu beşekî wan li Hindê, beşekî wan jî li Srîlanka maye. Piştî bê statûbûna bi salan, 1972’yan dî pêşengtiya Vilademir Batabacaranê 18 salî de rêxistina Pilingên Rizgariya Tamil (Elam) hat avakirin. V.Barabacaran him damezrêner him jî Serokê rêxistinê ye. Demekî dirêj piştî kar û barên sîyasî 1983’an de şerê çekdarî dan destpêkirin. Li derveyê welat wek eniyekê xwe tevger dikin. Alîkariya maddî ji alîgirên xwe digirtin. Fedayiyên xwe wekî Pilingên Reş binavdikirin. Di nav mîlîtanên Tamîl de jinan jî cih digirtin. Bi vî awayî rêxistinekî di cihanê de herî bi disiplîn û xwedî 1520 hezar gerîlaya bûn. Di nav wan de bikaranîna maddeyên hisbir, heta cixare jî qedexe bû. Fermandarên Tamîlan ji bona ku bi saxî nekevin dest dijminê xwe heb yan jî dermanên jahrî bi xwe re digerandin. Pilingên Tamîl gelek çalakiyên bi bandor û fedaîyane pêşxistin. Ji kuştina şaredaran bigre heta Serokwezîrekî Srîlanka’yê. Dîsa serokê Hindê Raca Gandî Nîsan 2013 yê ku alîkarî dida hukumeta Srîlankayê para xwe ji van çalekîyan girt, di encama çalakiya jinek Tamîl de hat kuştin. Rêxistina Pilingên Tamîl jî wek hemû rêxistinên azadîxwaz ji aliyê hêzên serdest yên navnetewî ve wek rêxistinek terorist hat penasekirin. Li rixmê hemû astengiyan Tamîlan bi çalekî û pêkanînên xwe yên xurt dî sala 2006’an de hukumeta Srîlanka anî ser masê. Di encama hevdîtinên di bin çavdêriya netewên yekbûyî de Pilingên Tamîl ji lîsteya terorê hat derxistin û revebiriya heremên Bakur rojhilatê Srîlanka’yê ket destê Tamîlan. Tamîlên ku li gor pêvajoya nû xwe ne guhertin û nikaribûn di warê cîvakî û aborî de xwe pêşbixin û dîsa çepgirtiya klasîk û hişmendiya dewletparêz ya ku tevahî çepgeran nikarîbûn xwe jê rizgarbikin, Tamîlan jî xwe jê rizgar nekirin û pirsgirêkên xwe yên hundirîn çareser nekirin. Hukumeta Srilanka’yê dema ev nakokî dîtîn, di nav xwe de hevgirtineke çepgerên netewperest û nîjadperestan avakirin. Teknîkên nû ji derve anîn û dîsa dest avêtên nav Tamîlan, kesê dûyemîn di nav Tamîlan de Carola 46 û hin kesên wek wî bi dizî xistin nav planên xwe, 2009’an êrîşekî berfireh birin ser Tamîlan. Encama dorpeçkirin û êrîşa li ser navenda Tamîla û cîhê Barabacaran de gelek kuştî û birîndarê Tamîlan û taybet jî gelê sivil zerarekî mezin dît. Bi nokertiya îxanetkarên wek Carola dewletê êrîşên xwe berfirehkirin. Heta mecal neda ku rêxistin avakir, dijminên wî gelek jê ditirisiyan û dest û alîgerên wî pêbawerbûn, heya dawî pêve girêdayîbûn, yanî wek pilingê yekem dihat naskirin, hate kuştin û termê wî ket destê dewleta Srîlanka’yê. Piştî vê bûyerê Tamîlên ku darbeyên mezin xwarin, hîn bêtir bêbawer ketin û 6-7 hezar gerîlayên Tamîl cihê ku bi lehengî şer bikin, çekên xwe danîn û radestî dijminê xwe bûn. Di encamê de çend îxanetkaran li ser hesabê azadiya gelê xwe hin tiştên maddî û jiyanekî erzan bi destxistin. Rêxistina ku xwedî disiplîna ji hesin û hezaran gerîlaya bu tenê navê xwe di dîroka de hişt. *** STÊRKA CIWAN POLÎTİKA KAPÎTALÎZM Berîvan ŞAM “Lewra êdî di vê dema me de dixwazin çîroka mirov ji çavkaniyên wî yên jiyanê bibirin û bê kok û dîrok mirovan di kêliyên xweşiya jiyanê de defin bikin” Veke mirov her deme em li xweşikbun, rastî û xweşbiyê digerin. Heke ji şaneya yekemîn heya neha em timî li bedewî û rastî digerin, bi sekin em xwe fedayê wê dikin. Gelo çima lêgerîn û rêka me li dor hevdu dizivire ? Çima em tevî van derfetên heyî di cihê xwe de sekinî, yan jî êdî çav girtî di meşin? Pir li pey pirsê, di fikrên me deserhildêrîyekî bê ravestan dikin. Gelo ev çi astenge ku nahêle mejiyê me aram û bi awayekî têkûz li bêdawîbûna xweşikbûnê bigere? Ev Bekoyê ketîye nav bêhname û evîna heqîqetê de kîye? Ev dijminê wateyê dikuje çiye? Civaka me ya bêrawestan li mûmên heqîqetê di gere, bi kîjan nexweşîyê ketîye? Yan jî kîjan nexweşîyê xwe berdaye nav dil û hinavên civaka me? Emê çawa û bi çi awayî, xwe ji vê belaya mejiyê me parçe dike xilas bikin? Di roja me de serê xwe didin ser çi balgî, êşa wê û ne rehetîya wê bi dawî nabe? Dîroka mirovahîyê bi xelatiya û mizgînîya dayîka xwedavend bû xwediyê kombûn û bereketê. Lê, şahiya mirovahiyê dereng nema û beramberî dêwekî heft serî, qet têr nabe, bê rawestan xwîna mirovan vedixwe, civakê parçe dike û roj bi roj gewdê xwe mezin dike. Ev çîroka dêwê me ji Sumera heya niha tê hunandin, vegotin, vexwarin, xwarin, avêtin, pêlêkirin, tirsandin û nivîsandin. Ev çîroka ku zarok jê di tirsin, mezin serî di tewînin, zanayên me nabînin, zindîyan di perçiqînin, hîsên me di tepisînin û axa me di rizînin. Çîrok; bi kuştina kulîlkekê, windakirina dayîkê û parçekirina civakê dest pê dike. Dema di roja me de em li sîstema kapîtalîzmê temaşe dikin, em kombun 47 û hûnandina Sumera bi awayekî sîstematîk çawa pêk hatîye dibînin. Kapîtalîzma bi zêdebûna hilberînê sermaya xwe di roja me de ava kiriye û xwe bi navê ebed û ezel, dawî û seratayî li xwe dike. Di van 400-500 salên xwe bi gewde dike de weke nexweşîyekî her diçe derdora xwe daqurtîne. Ya ku kapîtalîzm me pê dixapîne, di serî de koka vê ye. Ango ji sedsala 16. ve digire dest û dîroka ji dayîk buyînê xwe na sipêre çaxa Sumeran. Ticarên ku her tiştî dikin bihayê kirîn û firotinê, dîroka me ya nayê kirîn û firotin jî di roja me ya îro de dikin nav bazarekî pir erzan û ji me digirin û difiroşine me. Bi rêka burjiwaziyê Ronesansa ku ji bo nirxên komunal û mirovheziyê bike bin xizmeta xwe û dewlet netewa ku bûye bela ava bike. Di sala 1600 dê de bi mezheba protestantiyê, ango tîcaran Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN bi ol jî karîbûn ticareta xwe rewa bikin. Her viha şoreşên gelêrî yên pîşesazîyê jî ku burjiwaziyê ji cewherê wan vala kir û kirin xizmeta xwe. Aborî, zanist û felsefe jî bernedan û girtin gel xwe. Kapîtalîzmê li derdora hemû pêşketinên mirovahîyê xwe rê ve bir. Di roja me ya îro her ku diçe tahakûma mirov li ser xwezayê, ya mirov li ser mirov her diçe weka çandeke qirkirinê pêş dikeve. Ango made li ser ruh hâkim dike û her ku diçe çanda desthilatiyê rewa dike. Ev cenawirê ku bi berdevkên xwe civakê ber bi robotbûyînê ve dibin û civakê ji hîmê wê yê bingehîn ê exlaqî qut dike. Me gotibû çanda ticaretê di roja me ya îro de di serî de maneviyatê dide ber firotinê. Ji ber vê yekê her legerînên zihnî dema di warê exlaqê civakî, siyaseta civakî û dîrokê kûr ne danîne û bihêz neke, wê xwe ji binkeftin û xefika şaristaniyê xelas neke. Da ku em bibînin, bibîhizin û bizanin ka kapîtalîzm çiqqasî kiret û lekeyekî ser exlaqê mirovahiyê divê em bixwazin bibînin. Çîroka lêgerîna me xweşibûn, rast û xweşbiyê bêrawestan asoyên me ber bi deryayên bêdawî ve dibe. Tim û tim ramanên me bi tîrêjên zanebûnê Nîsan 2013 ditemijîne. Çîroka lêgerîna me mejîyê me ber bi herikîneke bê sekin lepirsînê dike. Lê lêgerîna me bê ku têr bibe kêlî bi kêlî xwe li serpêhatiyên nû digere. Di mêjiyên me de lêpirsîn tevna xwe vedide. Bedewî wêneyên nipî nû nîşanî me dike. Çîroka hebûn û pêşveçûna me ya ku kapîtalîzm bi xedarî metînger kiriye. Rastiya me nav xetmîna xwe de tarûmar dike. Zanist û hunera ku bi ezmûn û hestên xwezaya dayîkê hatibû hûnandin, di roja me ya îro de kapîtalîzmê bi awayekî bêhempa dorpêç û bêrawestan kiriye bin berjewendiyên komeke kesên ji civakê dûr. Bi dogmayên reşbînî mejiyê insanan bisînor kirine. Me berê jî gotibû lêgerîn taybetmendiya mirov ya ku serê xwe li ser balîf datîne û ti demê jê nayê qut kirin. Bi taybetî vegotin û diyaloga mirovan ji hevdu û xwezayê qut kiriye. Zanist me gotibû taybetmendiya mirov e. Di roja me de weke sermayeya xwe ya taybet kiriye û li ser hukmekî mutleq li ser dide meşandin. Di heman demê de bi wî awayî dixwazin serhildêriya mirov li hemberî ji rêderketinê bişkînin û berê mirov ji ronahiya zanebûnê bidin ber tarîbûneke miriniyê. Lewra êdî di vê dema me de dixwazin çîroka mirov 48 ji çavkaniyên wî yên jiyanê bibirin û bê kok û dîrok mirovan di kêliyên xweşiya jiyanê de defin bikin. Mirovê ku bi berekî, kulîlkekê û darekî re şa dibû, di roja me ya îro de di nav civaka xwe de xemgîn û bêhêvî dijî. Mirovê ku hemû pirs, zanist, tecrûbe, kêfxweşî, bawerî, goman û lêger taybetmendîyên wan bûn. Îro di cih de sekinandin û xwe kirina pêşiya heqîqeta mirov û civakê de. Lewre di roja me ya îro de tirsa ji tirsê, şer li ser şer, cîhana me di bin van êrîşan de dinale. Ya din jî pir rengîniya mirovan ya di roja me de tê kuştin û vîn, azadî û edalet dikevin bin venêrîna madeyake bê ruh de. Kapîtalîzmê şêwazê çaxa xwe ya bi navê modernîta kapîtalîst, mirovan ji cewherê wan vala dike. Tenê ev nebes bû mirov di cîhana dirûvî de hiştin û bê taybetmendiyên mirovî hiştin. Teqlîd ku ti demî ne şêvazê mirov e, ji berk û mirov ti pêdiviya wî/ê pê tine ye. Mirov ku me gotibû dema ketiye ferqa xwe de dest bi fikirîn û afrîneriyê kiriye. Di roja me de em dibînin bûye ‘tiştekî’ nesneyekî herî erzan. Modernîta di serî de tîpekî mirov yê bêked, hinek mirov di ser xwe re dîtin û hinek biçûk dîtin diafirîne. Dema em dibêjin modernîta ku temsîla her tîşt û şêweyê jiyanekî dike wê demê kapîtalîzm dema mirovan weka qalikekî bêwate bike, wê demê çaxeke wisa jî mirov nikare navê modernîta kapîtalîzmê lê bike. Ji ber ki ewqasî tevlihevî pekaniye, bi têkoşînekî bêhempa divê li hember bê rawestandin. Tîpekî mirov yê ku dixapîne, derewan dike, komploger, tehekûmkar û derdora xwe dide xapandin çedike. Di dîroka mirovahiye de çaxekî bi qasî vî çaxê kapîtalê rezîl wê bibe yekemîn ji aliyê neyîniyê ve. *** STÊRKA CIWAN ANALÎZ Dayikbûna Mirovahiyê Zerya MARÎNA “Mirovahî, destpêkê di kesayeta jinê de, ji wê jiyana ku ked, heskirin, wekhevî, aşti û azadî tê de serdeste hatiye derxistin, bûye kole û serdemên ku di bin dogma zext, zor, perçiqandin, newekhevî û tund û tujiyê derbas dibin destpêkirye” Rojhilata Navîn, ku penc hezar sal, di pêşketinan de ji mirovahiyê re pêşengtî û rolê zayînê leyîstiye wê di ruxandina wê de jî ew cudahiya ku ev panzde hezar sele hîn jî mirov ji bin bandora wê derneketine û her tim bûye, xemila xeyalên wan û hêviyên wan. Ev taybetmendiya Rojhilata Navîn ji wê dîroka wê ya demdirêj û diyarkeriya wê ya li ser kesayeta mirovahiyê tê. Ji ber vê ye ku Serokatî dibêje; “Rojhilata Navîna kesayet e” dema ku mirov vê rastiyê bi awayekî berfereh bidest bigre kesayetî ku hemû pêşketin û aferînên xwe, xistiye bin hizmeta mirovahî û dîrokê. Ji bo vê yekê ye ku pergala şaristaniya ji bo gelên Rojhilata Navîn jiyanî ye. Lê belê ev rastiya pergala şaristaniya ji bo şaristaniyên Ewropî, Emerîkî û hwd. Ne bi heman rengî ye. Ew vê rastiyê mina kirisekî ku kevin dibe û pêwîste dem bi dem bêguhertin bê guhertin dibînin û wisa tevdigerin. Lê Serok Apo dibêje; “Rastiya Pergala Şaristaniyê ji bo Rojhilata Navîn, jiyan bi xwe ye:” Ji ber vê ye ku ji Serdema Dayik Salerî û vir de li hember pergalên deshilatdar ên li ser navê mirovahiyê hemû heyîn, bi dagirkirinê, talankirin, şewitandinê, perçiqandinê... û hwd. tev tunekirine û ev tunekirin heta roja me jî bi awayekî hoviyane her ku diçe dijwartir dibe. Lê Warên Heviyê li hember vê hovitiyê tu carî, bi tu awayî hêviya xwe wenda nekiriye û her dem li benda şinbûna Dara Berû ya Şaristaniyê ma ye. Di nava rastiyekî ewqasî dijwar ku êdî fikir, raman, hest û giyana mirovan tevî, taybetmendiyên xwe yê mirovî wendakiriye û nikare li hebûna xwe xwedî derbikeve û bi temamî di bin bandora pişaftin û dagirkirinê de mîna ku têkeve bin heft tebeqê erdê de, 4 ê Avrêlê sala 1949 a li warê pêxembera gundê Riha, Amara ku di orteya Hîla Zêrîn de cih digre de Dara Şaristaniyê carekî din zîl dide. 49 Taybetmendiya Amara ya herî berbiçav terzê jiyana mirova ku ayidê destpêka mirovahiyê yanî Şoreşa Neolîtîk, gelên cihêreng ku ji destpêka mirovahiyê de niştecihê van xakên pîrozin û wateya ku van gelan bi çanda xwe ya dewlemend û cihê rengiya xwe adeta ew kirine mozayiqa gelan e. Wekî ku ji wir vir jî diyar dibe, van xakên pîroz di dîrokê de her dem ji gelek pêxember, fîlozof... şaristanî, kralîyet û İmparotiriyan re rolê dayiktiyê leyîstiye carekî din wê vê rola xwe ya dîrokî bileyîze, lê vê carê wê, ev dayiktî ji yên din cûda be. Ji ber ku Dara Şaristaniyê bi salan bê rawestan, bi rikdariyek mezin li benda roja ku tola xwe ji pergala domdarê Rahîbên Sumerî, ku li “Warê Jiyanê” hemû jiyan ji wateya wê derxistine, tunekirine û anîne asta ku êdî mirov nikarin li siya xwe xwedî derbikevin, wê têkoşînekî bêhempa bimeşanda. Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN Belê di destpêkê de kesî nizanîbû ku ew dar, ji darên din cudaye ew koka ku nû zîl daye, dara Dara Şaristaniyê ya ku bi hezaran sale kokê wê hatine kolan û bi sale ye, bi hêviyekî mezin li benda şinbûna li ser kokê xwe û parêzvanê nirxên şaristaniya panzde hezar sal e. Belê zayîna ku 4 ê Avrêlê pêkhat parêzvanê nirxên mirovahiyê yê ku heta niha mirovahî û şaristanî bi hêviyekî mezin li bendewariya wî ne. Ji ber ve ye ku diyarkerî û cudahiya wî jî, wê mîna ya şaristiniyê li ser tevahiya mirovahiyê diyarker e. Jixwe ew diyarkeriya di hîn di dema zarokatiya xwe derbirî û destpêkê di nava jiyana gund de, li hemberî neheqî, paşverûtî û dabû nêrîtên heyî, newekheviya di navbera çîn û zayendan û hwd. her tim serî hildide. Û Li hemberî wê jiyana ku carî nepejirîne serî hildide, mîna teyrekî ku nû baskên wî çêbûne, dixwaze bifire û her deverê keşif bike, berê xwe dide deşt û newalan. Dema ku di nava wan re dimeşe û dibeze bi maraqekî pir mezin, di nava fikran de li derdora xwe mêze dike da ku li du tiştekî wendayî an ne hatiye keşîfkirin digere. Ew merap û serhilatdêriya wî her dem derbas dibe, dibe sedema ku têkeve nava lêgerîn û lêpirsînekî kûrî ku rê li ber têkoşînekî dîrokî ku heta niha niha mîsalekî bi vî rengî nehatiye dîtin. Ew lêkolîn û lêpirsîna ku bi taybet jî di kesayet û watedayîna hebûna xwe de destpêkiriye wê pişt re hem Ew, hem jî tevahiya derdor û cîhanê wate bidanayê da ku ew lêpirsîn, lêgerîn û tenêbûn ne taybetmendiyekî ku ya hemû mirovane, ew, taybetmendê ya pêxember, fîlozof ne. Lewma wê lêpirsîn û tenêbûne kir ku di kesayet û watedayîna hebûna xwe de gelekî ku êdî hebûn û tunebûna wan jî, nayê hesapkirin ji nû ve vejîne Nîsan 2013 û di kesayeta wî gelî de jî, tovên hêviyê li Rojhilata Navîn û tevahiya cîhanê reşand û ji bo şînbûna wî tovî kete nava têkoşînekî ji agir afirandinê. Di vê têkoşînê de gelekî ku kesayeta wan bûye girêka kor, mêjiyê wan bûye mîna axekî ziwa ku bi salan ne hatiye avdan û ne jî baranê lêkiriye ji têhna tev qelişîye, hestên wan hatine korkirin, guhên wan hatine kerkirin, çavên wan hatine korkirin û zimanê wan lal bûye, tiştê herî xedar û bi êş jî em dev ji zanebûna ku zarokên dayika ku, şaristanî welidandiye berdin ne di zanebûna hebûna xwe de ne. Jixwe di rewşekî bi wisa de mirov nikare li benda zanebûnekî wisa be jî. Belê, ji gelekî wisa gelekî têkoşer avakirin ne tenê ji bo gelê Kurd ji bo tevahiya cîhanê dihat gotin ku ev yek ne rastiye, ev tiştekî evsanewî ye. Lê ev ne evsane ye rastiyekî ku kokê wê digihêje çandekî kevna ya berî panze hezar sal bi xwe ye. Di vê wateyê de 4 ê Avrêlê, di kesayeta Serok Apo de, zayîna gelê Kurd e. Wekî ku tê zanîn gelê şerker têkoşeran pêwîst dike. Lê di rastiya Kurdistanê ya ku bi salan e Komara Tirkiyê bi pergala xwe ya olîgarşîk û polîtîkaya xwe ya tunekirin, tunehesibandin û pişaftinê li ser dimeşandiye û di encama van polîtîkayan de gelê Kurd, bi temamî ji rastiya wan dûr xistin ye, têkoşerên azadiyê afirandin têkoşîna herî dijwar û zahmet dixwest. Ji ber ku şikenandina ewqasî tabû, dogma û ji rastiya xwe dûrxistin wekî ku ewqasî hêsan pêk nehatiye, ewqasî zû jî ji holê nayê ranabe. Ji bo vê yekê jî, Serokatiyê her qada jiyanê kir zemînê perwerdê û bi têkoşînekî bê rawestan û bê navber saniye bi saniye, bi hemû hêza xwe têkoşîn kir û bi hezaran têkoşerên azadiyê yê ku têkoşîna azadiya gelan dimeşînin afirand. 50 Lê tiştê herî pêwîst ku di têkoşîna azadiya gelan û mirovahiyê de pêwiste bê gotin, têkoşîna şerê azadiya jinê û afirandina jina azad bû. Ji ber ku jin, di dîrokê de mîna zayend, netew, çîn û hwd... koleyên yekemin in. Mirovahî, destpêkê di kesayeta jinê de, ji wê jiyana ku ked, heskirin, wekhevî, aşti û azadî tê de serdeste hatiye derxistin, bûye kole û serdemên ku di bin dogma zext, zor, perçiqandin, newekhevî û tund û tujiyê derbas dibin destpêkirye. Ji ber vê yekê jî, çawa ku şaristanî û mirovahiyê di kesayeta jinê de wendakiriye û ji hemû warê jiyanê hatiye qutkirin, pêwîste qezençkirin û serkeftina mirovahî û şaristaniyê, carekî din di kesayeta jinê de ava bibe û ew hesreta mirovahiyê ku di cewherê Şoreşa Neolîtîk a hemdem de veşartiye li tevahiya mirovahiyê bê belav kirin... Ji xwe kongreya me KADEK, ku li ser nirxên têkoşîna sih salî ya PKK ê, di 4 Avrêlê de hatiye damezrandin û Bizava Azadiya Jinê ku dibin pêşengtiya Serok Apo de, têkoşîna ku dimeşîne cewherê stratejiya vê têkoşînê bi xwe ye. İro jî ast û berfirehiya ku têkoşîna gelê Kurd ya ku di kesayeta Serok Apo de destpêkiriye, Têkoşîna Azadiya Jinê û serhildanên wan ku li her deverê Kurdistanê, Rojhilata Navîn û her çar aliyê cîhanê belav bûye ispata vê rastiyê ye ku gelê Kurd û Jina Kurd, zayîna xwe di kesayeta Serok Apo û KADEKê de dibînin û bi vê zanebûne bidest digrin. Lewma ku di kesayeta xwe de, bi biryarbûn û baweriya ku ew tovên hêviyê yên li ser van xakên pîroz hatine reşandin wê carekî din jîndar bikin û li tevahiya cîhanê belav bikin. Ji dayikbûna mirovahiyê pîroz be... *** STÊRKA CIWAN BÎRANÎNA GERİLLA ÇALEKIYA XWESER A LI BOTANÊ Sozdar AVESTA “Di payîzê de hevalan bi giştî gundê van cerdevanan dorpêç kiribû. Ango berî ku em pilanê çêbikin û çalakî li ser wan bikin, dorpêç kirina Osiyanê pêk hatibû. Vê dorpêçê bi qasî deh rojan dewamkir” Sal 1994 bû. Em yekîneyeke hevalê jin li Botanêbûn û li herêma Bestayê diman. Jixwe di zivistana sala 199394 an de artêşa jinê yekemîn yekîniyên xwe didane avakirin. Di dawiya sala 1993’ yan de ji bona avakirina artêşa jinê fermana Sreokatiyê hat û her heremeke Botanê hêzên wê bi şiklê yekîneyan disekinîn. Ev yekîne hemû hatin komkirin û rêxistineke wisa hate çêkirin. Li Cûdî yekîniyek hebû, li Besta yekîneyek hebû û li Heftenînê jî du yekîneyên hevalên jin hebûn. Li Garisa yekîneyek, li Beytûşebabê jî yekîneyeke hevalê jin hebû. Di wê demê de hijmara yekîneyan pir zêde bûn. Hijmara yekîneya me ya herî biçûk bi qasî 80 ê kesî bûn. Di wê demê de li Besta yekîneyeke tabûra bi liv û lebat hebû. Em jî weke yekîneya bi tevger a Bestayê bûn. Di sala 1993’ yan de em taximeke hevalên jin hebûn. Di şer de tecrûbeyên me çêbibûn. Lewra taxima parestinê ya biryargeha Botanê û hevalê jin ji qadên dîtir jî hatibûn, me xwe weke yekîneyeke bi tevger birêxistin dikir. Me di zivistanê de zêdetir perwerde didît. Çi di hêla bîrdozî û jiyanî de be, çi jî di hêla rêxistinî de be. Piraniya xwe em li ser armencê avakirina artêşê disekinîn. Çima artêşa jinê hate avakirin? Armenc ji avakirina artêşê çi ye? Mirazê Serokatî ji avakirina artêşa jinê çi ye? Di çarçoveya dahûrandinên Serokatiyê yên li ser artêşbûna jinê, me perwerde didît. Em hemû hevalên jin bi coşeke mezin û bi heyecaneke mezin me xwest em fêhimbikin û di piratîkê de gavên saxlem bavêjin. Li ser vî esasî ji bo beharê me xwe amede kir. Li hemû qadan hevalên jin di mijara artêşbûna jinê de xwedî heyecan û kêfxweşiyekêbûn. Rexmê ku di derbarê artêşbûna jinê de fêhimkirineke zêde nebû û kêmahiyên me hebû jî lê dîsa ew heyecan dihate 51 jiyan kirin. Ji ber ku mijar ji me re nû bû, dihate gotin: Emê çawabikin? Di buharê de em çawa ketin piratîkê de, oparasyonên dijmin jî bi awayek pir berfereh destpêkirin. Li Gabarê oparesyonên dijmin destpêkirin. Ji ber wê jî ev yek ji bo me hevalên jin tecrûbeya yekem bû. Hêzên jin ji bo ku derbekê nexwin, me li hemû qadê hevalên jin bişiklê taximan bi cîhkirin. Berê şêwazê tevgerkirina me manga bûn. Lê belê di wê demê de me terzê tevgerkirina xwe guhart û me kirin taxim. Di şer de tecrûbeyên hevalên jin jî hebûn. Lewra yekîneyên xwe belav nekirin. Me jî weke sê taximan bi hev re tevger dikir. Taximeke me bi tabûra bi tevger re berbi erkekî ve çûbûn. Em du taximê mabûn jî, hijmara me 57 kes bûn. Em jî li herêma Besta diman. Ji cihê me re digotin Mêrgamar. Em li wê qadê disekinîn û tu hêz jî nêzî me nebûn. Tenê hêzên Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN jiyanê de be, çi di hêlê çalekiyan de be û çi jî di hêlê taktîkî de be her tim pêşengî ji yekîniyên bi tevger tê xwestin. Ev erk û misyon ji me dihate xwestin û pêwîst e em di qadê de vî erkê xwe bi cih bînin. Erkekî mezintir ji yekîniyên me yên hevalê jin dihate xwestin. Ji ber ku artêşbûna hevalê jin nû hatibû avakirin. Me çend caran komên keşfê derxistin. Piştre me dît ku du girê wan hene. Wan cerdevanan jî mîna me ji bo parastinê gir digirtin. biryargehê bi qasî çar demjimêran dûrî me bûn. Hêzên dîtir pir ji me dûrbûn. Lewra erkê me ew bû ku ji bo dijmin nekevê qadê de em parestina qadê bikin. Me xwe ji bo çalekiyên xweser jî amededikir. Cihê ku em lê diman hedefê dijmin ê herî nêzî me gundê cerdevananbû. Ji wan re digotin çetê Osiyan. Ew pir harbûn û erdîngariya qadê baş nasdikirin. Di payîzê de hevalan bi giştî gundê van cerdevanan dorpêç kiribû. Ango berî ku em pilanê çêbikin û çalakî li ser wan bikin, dorpêç kirina Osiyanê pêk hatibû. Vê dorpêçê bi qasî deh rojan dewamkir. Hevalên jin jî, di vê dorpêçkirinê de cîhê xwe digirtin. Ji ber vê yekê me digot: Pêwîst e em derbekê teqez li wan çetan bixin. Van cerdevanan li hemberî gerîla û şoreşgeran gelek bi xirabî tevdigeriyan. Ji ber wisa pêwîst e em derbekê li wan bixin. Em bi vê çalakiya xwe pir bi israr û bawerbûn. Di heman demê de hedefên nêzî me ew bû. Herêma Mêrgemarê devereke xwediyê daristanên pir geşbû. Te ji daran nikarîbû tevgerê bikî. Cihê ku em lê diman pir tarîbû ji lewra te nikarî di nav de bimeşî. Lê belê cihê ku ew lê diman wisa nebû û rûtbû. Pir caran hevalê biryargeha Botanê em şiyar Nîsan 2013 dikirin û digotin: Heval dibe ku ew çete carekî werin nobedarên we bidest bigrin û hûn qet bi xwe jî nehesin. Me jî dixwest ku berî ew werin derbê li me bidin em derbekê li çetê Osiyan bixin. Em rabûn me di nava xwe de nîqaşkir, me got ka emê bi çi awayî biçin ser wan. Ji ber ku çûyîna ser wan ewqasî hêsan nebû. Di payîzê de em weke 6 tabûran çûne ser wan de û çalakî lidarxist. Niha jî em yekîniyekî hevalê jinin, lewra pêwîst dike em baş keşif bikin û xwe amedebikin. Ji ber ku ev çalekiya me ya xweser a yekem e û pêwîst e em wendahiyan nedin. Pêre jî derdê me ew bû; yekîniyên hevalê jin yên xweser nû hatibûn avakirin. Ji ber wisa pêwîst e em bi serkeftî vê çalekiyê bikin. Çi di hêlê 52 Pezê wan jî hebû û dema ku dihatin bêriyê û pezên xwe didotin, ji tirsa re, berya her tiştî nobedarên xwe derdixistin. Bêrî jî bi wan re dihatin. Bêrîvana li wê derê pezên xwe didotin. Hişedarê wan jî BKC û MG-3 bi xwe re datanîn li serê gir û bi wî rengî paristina xwe dikirin. Heta ku şivanê wan cesaret dikin ku werin ber sewalê xwe. Me jî pîlan kir ku em êrîşê ser wan hişedarên ku têne parestina pezdikin, bikin. Du gir digirtin, yek jê dûrbû û nêzî gundbû, lê yek jî weke bereya pêşbû û henekî ji gund dûrbû. Girê ku digirtin biçûkbû, derdorê wê vekirîbû û zozanbû. Lê belê buharbû û giya digihişte bedena mirovan. Me keşfa xwe kir, carna hijmara wan zilamên ku dihatin ew gir digirtin STÊRKA CIWAN deh kesbûn û carnan jî kêmtirinbû. Me ji xwe re digot ev hedefekî baş e. Me ji nêz ve keşfa wî girî kirbû û me pîlankir ku em bi şev xwe têxin hindirê gir de û em xwe di cihê saxlem de veşêrin. Dema ku cerdevan hatin serê gir û ji beriya ku bighîjin serê gir, wê demê emê li wan bixin. Me pêre parestina hevala jî amedekiribû. Di berbanga sibehê de û di demjimêr 3’yan de me keşfa xwe temam kir. Mangekî hevalê jin ji bo çalakiyê hatibûn amade kirin. Yekîneyeke hevalên jin jî di parestina wan de bû. Me taximek danîbû parestina fereh û bi vê awayi heval ji cihê çalekiyê hetanî cihê me, di hindirê çeperan de birêzkirîbûn. Cihek hebû nêzî cihê çalakiyêbû, me jî li wir çalakî bi rê ve dibir. Heval çûn û cihê xwe girtin. Bi rêya bêtêlê danûstendina me bi hevalan re hebû. Hevalan ji me re digotin: Me cihê xwe girtiye. Em ketibûn nava tirsa ku çete wê rojê neyên. Eger ku neyên em nikarin lêbixin. Ji ber hedefê me ne sabitbû. Piştre me dît hîç hedefê xwe şaş nekirin û di demjimêr neh û nîvan de çete ber bi cîhê xwe ve hatin. Di pêş de heyanî ku nêzîkî girbûn bi maşînê hatin. Piştre peyabûn û çûn ku herin serê gir. Piştî wê maşînê maşînekî dîtir jî hat. Ew maşîn tijî bêrîvan bûn, ji bo dotina pez hatibûn. Hîna bêrîvan peya nekiribûn, me îşaret da hevalan. Me got: Di wê maşîneya dîtir de bêrîvan û bi tevê wan jî zarok hene, bila agahiya we he be, hişyar bin hûn li medeniyan nexin. Di destpêkê de wê çete werin serê gir. Ev rabûn ber bi tepa ve çûn, ewan jî mîna me diçûn çalekiye û wekî me tevdigeriyan. Wekî du baskan tevger dikirin, çar bi çar çûn û du kesan jî parestina wan dikirin. Li ser milê wan BKC hebû. Ew gava nêzî hevalan bûn, di navbera wan û hevalan de çar gav mabûn, wê kêliyê hevalan li wan xistin. Dema ku dengê çekan hat, ev çete wekî hovan, hema ketin nava tevgerê de. Heta jinên wan jî ji tiştekî neditirsiyan. Carekê dema ku heval çalekiyê li ser wan dikin, jinê van çetan jî bi çek û bi pêlavan êrîşî hevalan dikin û li pey hevala dikevin. Hevala dema ku li wan xistin du kesan parastin dikirin, van herduyan xwe teqle kirin û xwestin parestinê bikin. Pêre jî jin û zarokên wan hemû ketin nava tevgerê de. Qîreqîra wan bilindbû. Me rabû ji hevalan re got: Xwe bikşînin û neçin ser wan çekan û neyînin. Piştre me bi rêya cihazê ew guhdar dikirin, kuştî û birîndarê wan çêbibûn. Ango zerar dîtibûn. Lê belê ev çalakiya me ya xweser bi serkeftî derbasbû. Berê jî destê wan di xwîna hevalan de hebû. Di wê demê de derbekî wisa li Osiyan xistin, ji bo me serkeftinek bû û pêwîstbû ev çalekî werê kirin. Dema ku hevala xwe paş 53 de kişandin, ewan jî dane pey hevalan û bi rêya bêtêlê dizanîbûn hevalê jin birêve dibin û ê ku ev çalekî kirine tev de hevalên jin in. Ji ber wisa li ser bêtêlê pir gotinên xirab ji me re digotin. Van çeteyan bêtêla xwe dabûn jinên xwe û jinê wan digotin: Em werin emê xortê we bibin, behsa hevalê xort dikirin. Me jî bersiva wan ne dida. Piştî çalakiyê me kemîn avête pêşiya wan. Me jî dixwest ku ew werin û em derbekî dîtir jî li wan bixin. Pevçûnê hetanî êvarî dewamkir, heval jî bi wan re ketibûn nava pevçûnê de. Lê belê dema ku dîtin ji bin kontrolê de derketine vegeriyan. Bê ku dijmin derbikevê heremê, roja dîtir piştî çalakiyê, hêzên dijmin jî anîn û dest bi operasyonê kirin. Lê belê ji herema xwe derneketin û nêzî qada ku em lê diman nebûn. Ev çalakî ji bo me serkeftineke mezin bû, ji ber ev çalakiya xweser a yekem bû. Piştre ji rêveberiya qadêre tekmîl hate dayîn û hate gotin: Hevalên jin bi serê xwe li hemberî çetê Osiyan çalekî kirin e. Evî jî bandorekî mezin li ser heremê û li ser hemû hevalan kir û herkesî ji me re got: Em ditirsiyan ku ew çete derbekê li yekîneya we bixin, lê belê hûn berî wan ketin tevgerê û we çalakî kir. Hevalên jin ev çalakî bi serê xwe kirin. Ev çalakî di buhara sala 1994 ê de hate kirin û yekîneya şehîd Mizgîn ev çalakî kir. Hinek ji wan hevalan hîna saxin û hinek ji wan hevalan jî şehîd ketine. Hevala Rewşen hebû. Ev heval ji Rihanîkê bû. Hevala Rojda jî ji Şirnexê bû. Hinek ji wan hevalan niha cihê xwe di xebatê YJA STAR de digrin. Ev çalakî arîşen (moral), coş û baweriyeke pir mezin bi jinê da qezenc kirin. *** Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN KIRMANÇKÎ CEMATO EHLEQİ POLİTİK Sinan SUTPAK “Goreyê raştey da şaran dê rojakewten da miyanene projeyê netewdewlete xinçêrîyena zangarêna û moyane dê cemat dê rojakewten da miyanene de bi arizî ji şar de Kurdî danisnayene” Xo silasnayen/ naskerden de Merdimi ya cemat vijyo beyntar. Cemat bi têhetamyayene, kombiyayene ya merdimano bi gerar dê piya cuyaneviraziya. Nameyê na piya cuya yene ya tewr verêne cemato xozayi yo. Cemato xozayi bi bernameyên dê pêyz cıyzyene, pêpowitene, ray ü raybazan dê cu da cemathi ehlaq o, babetê viraşten da nê ray ci raybazan politika yo. Çirê piyz cuyene ray ü rêziki mazena. Ne ray ü rêziki bi mirageseyz yanê bi politikaya virazenê ü beni raybazê tu da ê cemati. Nê ray ü raybazê cemat dê xozayi nustey niyê, zey dê ehlaqiya werişten, ronişten, elege, têhili, xorzdayen xitab dê merdimi de roşenê ü benê çand- karitena merdim- cemati Nê ray ü raybazi hafıza da merdimi de yenê ronişten. Naneyê nê ray ü raybozan cemati miyon de zey ehlaqiya yenê silesnayene. Nîsan 2013 Rêberê şarê Kurdî paradigmaya şaristaniya demokratiik de nê babeti wina formule keno: "Ehlaq hafizaya merdimîya" Na hafiza xoriyey da mejû ra yena û bena keriten/çanda cematî. xorzdayene, şimitene, werdene, werişten û roniştene, uslup, têkîlî, eleqe yê merdiman nimnena. Hafizaya cemat dê ehlaqî polîtîkî ware dê babetan dê resnayen da endaman dê ê cematî de perwerdeyê domanan, müsnayen da gencan de zaf hassas tewgerena, haydar a. Bi perwerde û musnayen da nesil/girn de newi ya amyayena qewm dê xo misoger kena. Na kerdena cemat dê ehlaqî polîtîkî heman wext de politikayê ê cemati yo. Cemato ehlaqi cemato polîtîk o. Reyber Apo polîtîkayî wina biname keno "polîtîk pirgire/aloziyan dê rojaneyan seno minaqeşe kerden û çaregeyrayena cemati bixo ya" Erciyayenê ziwanardeno ki mer54 dim na jiwere zi vajo û hayr banco ser ki cemato wayîrê ehlaqî nê aloziyan sero pirsgireyan de xo emriyan dê xo û dost dê xo sero, zaf heydaro û zerritenik o. Ma nimuneyanê nînan senê rojane têkiliyan dê şar dê xo miyan de bivînîme. Şarê ma şarên do mazlûm o, bindest o. Peyra verdeya yo. Hetê demariya deme erjê welat dê ma ê sererd û binerdê ameyê telenkerdene. Na j^ü biya awantajên ki şarê ma xusletaneê xo yê ehlaqipolîtîkan vinî nêkero, nêbo xeribê nê hîna ji şar de ma miyan de yen^´ karardene. Ma do cêr de biyarê ziwan ki bi çi babet dek û dolaban a, desthildariya hegemonîke waşto ki na xozayîya şer dê ma cêser bifîno, şar dê ma miyan de xiltey bikaro ki hafizaya şar dê ma ya cematki de emelanê zexelan bica kero. Cemato ehlaqî-polîtîk miyan de STÊRKA CIWAN problemo ki di merdîman miyan de vijeno beyntar zey dê problem dê camatki gêrêno dest. Ê pirsgire dê di merdiman sero problemê ceematki yenê rojw, sewata çareserkerdene gêrênê dest, seweta çareserkerdene sere tewneyêno. Bi no babeta verniya probleman d^´ cematki hewna/hina ki nêbîyê girs gêrêno. Na rêbazê camat de xozayî ya dem de dayiksalari ya. Ewro na rêbaze hareketa tekoşin da şar dê Kurdî miyan de bi zanayene û bi verniyinayena yana ramitene û zey dê çand/karitena tevgere, heme rayvistenan dê hareketî miyan de ameya roniştene. Heman rêbaze hetani ewro, şar dê ma miyan zaneyene ki cemato esir ki cemato xozayî yo. Rêbaza esirtî ver de dem dê Neolitîkî ra dest kerdo pey. Şar dê ma kurdan miyan de no sosyalîte hewna estbiyayena xo rameno, paweno. Cemato ehlaqi-polîtîk de tewgeyrayenê şexsi zaf kemî yê û zey şerm yenê vînayênê. Ê ki problemen estibo o problem ê eşire pero yo, cematki yo. Çaregerayene ji lazimo cematki bo. Tewgêrayena şexsi qebûl nêvînena. No rival ra yo ki modernîteyo qapitalist rew rewi rêseno zîhnîyeta xo ya ferdpawitene defino nê cemat dê ehlaqi- polîtîkî miyan çirê ki cemat do ehlaqi polîtîk de qezenc û vînikerdenî şexsi niye zey qezenc û vînitkerdenê cematki gêênê dest. Boreyê qezenc û vğinikerdenan tedbîrî ji fina cematki yê, cu da cematki ya girêdaye. Modernîteya qapitalist û cemato ehlaqî polîtîk Modernîteyo qapitalist Ewropa de, bi vervîsten da Endustrîyalîzmî ya bi ser kewt. Bi na serkewtena qiwetê hegemonîkî ê newey goreyê modernîte dê qapitalistî vijyay beyntar û pergala modernîte dê kapîtalîstî ronê, goreyê raynisten da na pergale xeftiyay. Nê qiwetanê hegemonîkan bi arizî bi destê Agro-saksoniya pirênên do teliyên/strîyên şaran dê bindestan rê dest. No pirên bi destê Îngîlizana, bi ermaye û entellektueliya cihûnaya feslneya û bi dar dê zoriya, bi fen û fûtana, dek û dolabana deya şaran dê rojakewten da mîyanêne ra. Nameyê nê piran dê teliyênî ki beden dê şaran dê rojakewten da miyanên de dirbetê seserey akerde "Netewdewlete" bî. Mejuya modernîte dê Kapîtalîstî na jiwere ma çiman vero rakena ki nê modernîteyê bêyewmî tim û tim cemato cozayî xo rê kerdo hedef. Bi na tewgeyrayena xoya waşto ki cemato xozayî cêser bifîno, endamanê cematê xozayî erjan dê ci ra dûrî fîno û bikero xerîbê erjan de xo. Çirê ki modernîteyo qapitalistî bi îdeolojîyê xo lîberalîzma wazeno ki xîtabê ajoyan dê merdimî bikero, xo pawitenanê şexsi vejo vernî, bi no babeta cematê xozayî cêser bifîno ki bişo endaman goreyê berjewndiyan dê xo vejenê ê cematki, matemwiyatê ê camatî ji xo rê bikero sermiyan û bixeftno. Lejê dinyayî o yewmin de Nê modernîteyê yewmî imparatorîya cêservistena waşt ki xo rê qoloniyê newey akero. Seweta qolonî kerden da newê argûmanê neweyî lazimî bî ki pa dekewo şaran û cematan miyan, bixapêno, dekero xizmet de xo. Argûmanê modernîteyî kapitalistî Netewdewlet bî. Qîwetê hegemonîki reng virna bî. Na renge letekerdena Kurdistanî, parçekerdena şar dê Kurdî esas gerîyê bî. Bi na rengvirnayena şaren dê rojakewten da miyanene miyan de sînorê sûnî yê kî maseyan dê Îngilizan sero bi cetwelan dê cihûyana anciyay bi amey ronayenê. Polîtîkayê moder55 nîte dê kapîtalistî êdî belî bî. Bi arizî sewata şar dê Kurdî "Lete ki, ray a here û çinêbiyaye bihesibni" Şarê rojkewten da miyanêne zafreng û zafvengî yê. Hetê ol, mezheb, kamî, ziwan û kareteyî/kulturî ya babet baetî yê. Pirênê neteweya dewlete ji goreyê " jü al, jü ziwan, jü dewlet" ameyo reslnayene. Na resilnayen da pirên dê netewdewlete de hîleyên do zaf batî û nimite ert bî. Mareyêno ki tede zaf şarî, zaf ziwanî, zaf olî estibê de idarekerdene do senin jü ziwan, jü şar, jü ol û jü dewlete biro kerdene? Ne babet dê hîle modernîte de kapitalisthi sero rayber vina vano; "Bi viraşten da projeyê netewdewlet a probleên o ki do se serana biramo ame destpeykerdene. Projê netewdewlete şaran dê rojakewten da miyanêne miyan de îlan kerdene şerî ya" Goreyê raştey da şaran dê rojakewten da miyanene projeyê netewdewlete xinçêrîyena zangarêna û moyane dê cemat dê rojakewten da miyanene de bi arizî ji şar de Kurdî danisnayene. Na xinçêrî bi destê Îngilizana bi sermaye û entellektueliya cihûyane virajiyê. No sed sero ki na xinçerî ra zengênine cemat û şaren rojakewten da miyanêne miyan de nweşiyê cematkî, merdimayî vejenê, dirbeta cinçerî ra gûnîya ver şina. Bi versiyayen da na goniya dinamik/livdarê cemat dê rojakewten da miyanêne vejan/enerjiyê xo teşqeleyan dê xomiyanênî de xerc kenê. Nê şar û cematê ki qedimi yê emriyan û birayê pê yê bi no projeya bîyê dişmenê pê. Her roj gonîya pê fijnenê. Derd hewna ji giran o. Raya çareserey akewten da rojî de ra. pey ne nîvis eno... Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN FRAU Die Amazonen von Mesopotamien Von Dilar DİRİK “Der Feminismus ist heute eine Voraussetzung im kurdischen Widerstand gegen Unterdrückung geworden: Mit der PKK verbundene Kreise dulden keine Gewalt an Frauen und sind aktiv im Kampf gegen Kinderheirat, Polygamie, häusliche Gewalt, Ehrenmorde und die Vergewaltigungskultur” Militärkultur geht Hand in Hand mit dem Patriarchat. Der nationale Dienst in Form von militärischer Aktion gewährleistet Männern in allen Arten von Gesellschaften traditionell einen Anspruch auf Staatsbürgerschaft erster Klasse. In Armeen auf der ganzen Welt wird der ideale Soldat an seiner Fähigkeit, nach sozial implementierten Konzepten aggressiver Männlichkeit zu streben, gemessen. Indem sie sich auf idealisierte Konzepte von Maskulinität und die Feminisierung von Schwäche beziehen, gewinnen Militärs psychologische Bestätigung. Vergewaltigung und der sexuelle Missbrauch von Frauen werden oft als systematische Werkzeuge der Kriegsführung eingesetzt. Angriffe auf die Integrität von Frauen werden ausgeübt, um die eigene Macht über den Feind zu Nîsan 2013 behaupten und ihn psychisch zu schwächen. Das Patriarchat konstruiert Frauen als unterwürfige Teile des Eigentums, das Männer vor allem in Kriegszeiten schützen müssen. In den wenigen Fällen, in denen Frauen eine Rolle im Krieg spielen, werden sie erst für friedliche Versöhnungszwecke im Diskurs relevant, aber ihr Engagement wird nie als gleichermaßen bedeutsam oder aktiv wie das der Männer angesehen. Frauen, die zu Waffen greifen, um gegen das männerdominierte System zu kämpfen, werden als Bedrohung wahrgenommen. Und wenn Frauen aus traditionell konservativ-patriarchalischen Gesellschaften sich als aktive Kämpferinnen mobilisieren, werden die Dinge sogar noch interessanter... 56 Keine nationale Freiheit ohne Befreiung der Frau Die Bedeutung der Frau im Freiheitskampf wurde in der Ideologie der Arbeiterpartei Kurdistans (PKK) von Anfang an manifestiert. Anstatt sich als Nebenzweig der Partei-Ideologie zu entwickeln, ist die Befreiung der Frau immer ein zentraler Bestandteil in der Theorie und Praxis der PKK gewesen. Parteiführer Abdullah Öcalan bezeichnet die Versklavung von Frauen als den schlimmsten Zustand des Nahen Ostens und behauptet, dass nationale Freiheit ohne die Befreiung der Frau nicht möglich sein wird. Die kurdische Frau ist doppelter Unterdrückung ausgesetzt: das nationalistische, türkische System schließt sie in ethnischer und wirtschaftlicher Hinsicht STÊRKA CIWAN aus, während die patriarchalischen Strukturen der Gesellschaft sie auf der Basis von Geschlechterdiskriminierung unterdrücken. Der türkische Feminismus ignorierte die spezifischen Bedürfnisse von kurdischen Frauen und betrachtete alle Frauen als Türkinnen, während kurdische Nationalbewegungen, die der PKK vorausgingen, sexistische Strukturen durchsetzten, die die Stimme der Frauen im nationalen Kampf verstummen ließen. Zudem sind kurdische Männer in einer besseren Lage, um am türkischen System teilzunehmen, während Frauen nicht die gleiche soziale Mobilität genießen und weiterhin ausgeschlossen bleiben. Die übergreifende Diskriminierung auf mehreren Ebenen ist vielleicht der Auslöser für das Freiheitsmanifest der kurdischen Frau. Autonome Organisation der Frauen Die Ideologie der PKK geht von einem prähistorischen Matriarchat in Mesopotamien aus, in dem die Menschen weitgehend Göttinnen verehrten, und in dem Frauen starke Führungsrollen in der Gesellschaft besetzten. Historische Quellen außerhalb der PKK-Ideologie geben ebenfalls an, dass kurdische Frauen schon immer emanzipierter als ihre arabischen, türkischen und persischen Nachbarinnen waren. Die Wiederherstellung der Autoritätsposition von Frauen ist der PKK zufolge also eine Art Rückkehr zum Naturzustand. Frauen erhalten die gleiche Ausbildung und auch die gleichen Waffen wie die Männer, wenn sie sich den Parteireihen anschließen. Trotz des Widerstandes einiger feudal-gesinnter Männer, die der Guerilla aus den ländlichen Dörfern in den 1980er Jahren beitraten und die einen starken Kontrast zu der ursprünglichen intellektuellen Konstellation der PKK bildeten, setzten sich die Guerilla-Frauen selbst dafür ein, dass das parteiliche Ideal auch Realität werde. Heute begegnet die Bevölkerung den Frauen in der Guerilla mit großem Respekt; ihr Status als Kämpferinnen für nationale und geschlechtsspezifische Befreiung wird von vielen als ein revolutionärerer Schritt als der Kampf der kurdischen Männer angesehen. PAJK (Partei der freien Frauen in Kurdistan), die den unabhängig organisierten ideologischen Zweig der Frauen in der PKK darstellt, führt theoretische Diskussionen und Bildungsseminare zu Frauenfragen, im Rahmen des Faches "jineology" (kurd.: jin – Frau) durch, um Geschichte und gesellschaftliche Strukturen aus einer weiblicher Perspektive zu kritisieren. YJA Star (Union der Freien Frau) bildet die autonome militärische Organisation der Frauen in der PKK, um die militärische Unabhängigkeit von Frauen innerhalb der Partei zu etablieren - "Star" steht für die antike Göttin Ishtar. Radikaler Bruch mit Traditionen Türkische Soldaten haben Guerilla-Kämpferinnen oft vorsätzlich angegriffen und missbraucht, gerade weil sie Frauen sind. Der bereits aggressive und traumatisierende Krieg erreicht noch eine weitere unerträgliche Dimension für türkische Männer, wenn sie mit der Bedrohung durch bewaffnete kurdische Frauen konfrontiert sind. "Während der offizielle Nationalismus die Männer als "Terroristen" bezeichnete, reduzierte seine patriarchalische Politik die Frauen zu "Prostituierten"'(Mojab, 2001, S. 5). Die Vorstellung, dass Männer im57 mer die Täter und Frauen immer Opfer sind, erlebt eine peinliche Herausforderung, wenn Frauen die Aggressoren sind und verdeutlicht somit das sexualisierte Gesicht der Kriegsführung. Cynthia Enloe erklärt: "Männliche Krieger betrachten Amazonenfrauen als eine militärische Herausforderung und als eine sexuelle Herausforderung oder besser, als eine sexuelle Herausforderung, eben weil sie eine militärische Herausforderung darzustellen wagen" (Enloe, 1988, S.117). Was bedeutet also das Auftreten von starken, kämpfenden Frauen, die aus einer traditionell konservativen, patriarchalischen Kultur stammen, für die Gesellschaft? Der radikale Bruch der GuerillaFrauen mit Traditionen, die kurdische Frauen sonst in einem passiven Zustand halten, ist in vielerlei Hinsicht ein revolutionärer Schritt. Eine ehemalige Guerilla-Kämpferin, die Archäologie und Kunstgeschichte studierte, bevor sie der PKK beitrat, erklärt: "Kurdische Frauen äußerten der PKK gegenüber von Anfang an einen positiven Reflex. Die Frauen erkennen, dass sie nicht vom nationalistischen und patriarchalischen System des türkischen Staates profitieren können. Sie haben durch ihn bereits alles verloren". Durch die Kampfansage an das Patriarchat, konnten sich die Guerilla-Frauen nicht nur in ihren militanten Reihen emanzipieren, sie üben außerdem einen weitgehenden Einfluss auf die allgemeine kurdische Bevölkerung aus. Gesellschaftliche Transformation in Kurdistan Der Feminismus ist heute eine Voraussetzung im kurdischen Widerstand Nîsan 2013 STÊRKA CIWAN mur (Südkurdistan) schließt Männer, die ihre Frauen schlagen aus dem Lager aus. Kurdische feministische Organisationen sind zudem sehr fortschrittlich bezüglich sonst tabuisierter Themen wie Verhütung und den Rechten von LGBT Personen (Lesben, Schwule, Bisexuelle und Transgender). Progressive Gleichstellung gegen Unterdrückung geworden: Mit der PKK verbundene Kreise dulden keine Gewalt an Frauen und sind aktiv im Kampf gegen Kinderheirat, Polygamie, häusliche Gewalt, Ehrenmorde und die Vergewaltigungskultur. Selbst Personen, die nicht einmal Sympathie mit der kurdischen Bewegung haben, gestehen sich ein, dass kurdische Frauen die lebendigsten Kämpferinnen gegen das Patriarchat sind. Der türkische Mediendiskurs charakterisiert Kurden oft als ein rückständiges Volk und erweckt den Anschein, dass Ehrenmorde beispielsweise explizite Ausdrücke der kurdischen Kultur sind- tatsächlich wurde aber durch die Arbeit der kurdischen Frauenbewegung die Gewalt gegen Frauen ins öffentliche Bewusstsein gebracht und die Zahl der Ehrenmorde gesenkt (Anja Flach, 2007, S.40). In der lokalen und nationalen Verwaltung, gilt bei der pro-kurdischen Partei BDP in der Türkei eine Frauenquote von mindestens 40 Prozent, während gleichzeitig das Prinzip der Ko-Präsidentschaft einer Frau und einem Mann den Parteivorsitz zur Verfügung stellt. Die ersten Bilder der "Rojava-Revolte", der Befreiung von kurdischen Städten in Rojava, Nîsan 2013 Westkurdistan (Syrisch-Kurdistan), zeigten bewaffnete Frauen. Derzeit sind Frauen ebenfalls Sinnbild der kurdischen Freiheit, während sie gegen von der Türkei finanzierte Krieger in Serê Kaniyê, Westkurdistan, kämpfen. Die Ko-Präsidentin der PYD (Partei der Demokratischen Einheit), der volksvertretenden kurdischen Partei in Westkurdistan, Asya Abdullah, ist eine Frau, und vor ein paar Monaten entschied der kurdische Volksrat in Syrien, dass männliche Mitglieder des Rates keine zweite Frau heiraten dürfen, ohne vom Rat ausgeschlossen zu werden. Außerdem wurden Brauttausch, Kinderheirat und Zwangsehen verboten. Das Flüchtlingslager Max- 58 Die vielleicht bemerkenswerteste Errungenschaft des Geschlechterdiskurses der PKK besteht in der Herausforderung des männlichen Privilegs, welches die Gesellschaft als selbstverständlich empfindet. Arwa Damon, eine CNN-Reporterin, die mit Guerilla-Kämpfern in den Qandil-Bergen sprach, behauptet, dass "Macho", die größte Beleidigung für die männlichen Krieger ist, die "sanft, obwohl sie abgehärtete Kämpfer sind" (Damon, 2008). Ein männlicher Guerillakämpfer erzählt: "Früher hatte ich einmal gesehen, wie Männer Brot backten. Darüber war ich damals schockiert. Männer, die "Frauenarbeit" machten! Durch die PKK haben wir gelernt, dieses Tabu zu zerschmettern. Wir haben gelernt, unsere eigene Arbeit selber zu machen, für uns selber zu sorgen"(Flach, 2007, S.107). Anja Flach beschreibt weiterhin, dass in einigen Lagern der PKK Männer mehr Hausarbeit als Frauen erledigen mussten, damit Frauen sich auf ihre Ausbildung konzentrieren konnten und da diese in 5000 Jahren Patriarchat sowieso die ganze Hausarbeit übernommen hatten. Die progressive Gleichstellung der Geschlechter in der PKK fordert nicht nur die patriarchalischen Normen der kurdischen Gesellschaft heraus, sondern konstruiert ebenfalls eine Kritik an westlichen Formen des Feminis- STÊRKA CIWAN mus. Das bourgeoise Verständnis von Feminismus im Sinne des typischen „Second Wave“-Feminismus, der sich ausschließlich auf das Patriarchat konzentriert, wird hinterfragt. Ein ganzheitliches Konzept der sozialen Gerechtigkeit, in dem alle Menschen in Harmonie mit der Natur und gerecht verteilten Ressourcen leben, gilt als ein erstrebenswerteres Ziel für die Frauen und Männer in der PKK. Es ist daher auffallend, aber nicht überraschend, dass Frauen aus allen möglichen sozialen Schichten und Hintergründen, einschließlich Türkinnen, Araberinnen, Deutsche, Italienerinnen, Russinnen, Französinnen und viele mehr, sich der PKK anschließen. Viele außenstehende Beobachter sind zudem oft von der Weiblichkeit der Kämpferinnen in der PKK überrascht. Die Erwartung von kämpfenden Frauen enthält oft die Vorstellung von vermännlichten Frauen- aber eines der wichtigsten Ziele der PAJK ist es, voreingestellte Konzepte von Weiblichkeit und Männlichkeit abzulehnen, um eine freie Selbstbestimmung zu schaffen. Soziale Revolution in Kurdistan Unabhängig von Geschlecht, politischen Loyalitäten oder ethnischer Herkunft, ist es unbestreitbar, dass die Guerilla-Kämpferinnen der PKK revolutionäre Frauen sind, die einen Kampf an zwei Fronten führen: einen für den nationalen Widerstand, und einen für die Befreiung vom Patriarchat. Diese Frauen zwingen die patriarchalische Gesellschaft zur Einsicht, dass Frauen alles tun und sein können, und drängen somit die breitere Gemeinschaft, ihren Sexismus abzulegen und die Gleichstellung der Geschlechter als eine natürliche Tatsache zu akzeptieren. Wie Arshem Kurman er- klärt: "Wenn eine Frau ihr Haus verlässt und ein Gewehr in die Hand nimmt, ist das keine Kleinigkeit - das ist eine soziale Revolution" (AFP, 2006). Den Frauen in der PKK ist es gelungen, sich von ihrer passiven, objektivierten Rolle der Schweigsamen zu lösen und sich als autonome politische Akteure zu etablieren. Die Authentizität der Gleichberechtigung der Geschlechter in der PKK manifestiert sich in ihrer Ideologie und organisatorischer Praxis. Wären Frauen nur in der Ideologie als gleichberechtigt begriffen worden, ohne gleichermaßen am Krieg teilzuhaben, oder wären Frauen nur bewaffnet worden, ohne sich theoretisch mit dem Patriarchat, männlichen Privilegien, Frauenfeindlichkeit und Sexismus auseinanderzusetzen, wäre das Paradigma der Gleichstellung der Geschlechter ein bloßes Lippenbekenntnis. Amazonen Mesopotamiens: Sara, Rojbîn und Ronahî Am 9. Januar 2013 wurden drei Frauen, Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbîn) und Leyla Şaylemez (Ronahî), revolutionäre Aktivistinnen der kurdischen Freiheitsbewegung und der Frauenbewegung, kaltblütig in Paris ermordet. Sakine Cansız wurde bereits im türkischen Gefängnis sexualisierter Folter ausgesetzt: ihre Brust wurde verstümmelt. Die Hinrichtung von großen Persönlichkeiten wie Sakine Cansız, ein Symbol für das feministische Gesicht der kurdischen Freiheit, ist nicht nur ein hinterhältiger Angriff auf den kurdischen Freiheitskampf, sondern auch ein widerwärtiger patriarchalischer Mord, um die freie, unabhängige kurdische Frau zu töten: Feminizid. Allerdings zeigt die große Trauer und die Wut über diesen Verlust für die Menschheit, 59 dass die kurdische Frau eine Revolution im Bewusstsein ihrer Kultur versinnbildlicht, und dass die Ermordung dieser bewundernswerten Frauen den Kampf der kurdischen Frau und der kurdischen Freiheitsbewegung nur verstärken wird. In jedem Fall ist der Aktivismus von Frauen in der PKK, diesen Amazonen von Mesopotamien, die bewusst aus einer Sackgasse der Unterdrückung getreten sind, um Akteure für ihre eigene Autonomie zu werden und für die Gleichstellung der Geschlechter und für ihre nationale Befreiung zu kämpfen, ein Zeichen für eine radikale gesellschaftliche Herausforderung. Erst mit der gleichberechtigten Teilnahme von Frauen wird die nationale Befreiung möglich sein. Die Guerilla-Kämpferinnen in den Bergen von Kurdistan bilden somit eine Avantgarde für eine freie Gesellschaft. Quellen: Damon, Arwa, 2008, Female fighters: We won’t stand for male dominance. Available from: CNN Online http://articles.cnn.com/200810-06/world/iraq.pkk_1_turkishtroops-pkk- positions-turkishforces?_s=PM:WORLD. Enloe, Cynthia H., 1988, Does Khaki become you? The Militarization of Women’s Lives (London: Pandora). Flach, Anja, 2007, Frauen in der kurdischen Guerilla: Motivation, Identität und Geschlechterverhältnis in der Frauenarmee der PKK (Cologne: PapyRossa). Mojab, Shahrzad (ed.), 2001, Women of a Non-State Nation: The Kurds (Costa Mesa: Mazda Publishers). *** Nîsan 2013 POLİTİQUE STÊRKA CIWAN Ez Kurdim: « Briser le mur du silence » Jules RONDEAU “Un mois après les lâches assassinats de Paris, le visionnage de ce film s'impose. Il permet de mieux comprendre ce peuple en résistance depuis plusieurs dizaines d'années, qui en payent le prix fort” Après l'assassinat en plein Paris des militantes kurdes Sakine Cansiz, Fidan Dogan (Rojbîn) et Leyla Soylemez le 9 janvier dernier, les chaînes d'info en continu et les « spécialistes » ont semblé découvrir la question kurde. Cette dernière n'est en effet ni connue, ni médiatisée en France, malgré les dizaines de milliers de morts, de prisonniers politiques et de réfugiés causés par la répression de l'État turc depuis des années, avec l'aval de l'OTAN et de nombreux pays occidentaux. La Semaine anticoloniale fera la part belle à la lutte du peuple kurde avec en ouverture la projection de Ez Kurdim (Je suis kurde) le 15 février à l'espace Niemeyer, place du Colonel Fabien à Paris. Nous avons pu rencontrer les deux réalisateurs du film, Nicolas Bertrand et Antoine Laurent. Nîsan 2013 Ce film est un « outil pour informer les gens sur la situation des kurdes, et sur l'apartheid qui règne en Turquie. » Des outils pour informer, il y en a besoin, tant la question est passée sous silence en France : « En 2011 j'ai participé à une exposition à au siège du PCF à Colonel Fabien sur les enfants kurdes en prison. Cette année-là, près de 3 000 enfants avaient été emprisonnés pour des raisons similaires à Sevil [Sevimli] » nous raconte Antoine. « La question n'est en effet absolument pas connue en France, mais dès que tu commences à t'y intéresser, des évidences te sautent aux yeux : le peuple kurde est le plus grand peuple du monde sans droit ni état, et la répression qu'il subit est monstrueuse.» ajoute Nicolas. En effet, les exemples en sont nombreux : en Turquie, plus 60 de 10 000 personnes sont emprisonnés pour « appartenance à une organisation terroriste », comprenez pour délit d'opinion. Parmi eux, 6 députés, environ 80 journalistes, 45 avocats, des centaines de militants, d'étudiants, de syndicalistes dont une écrasante majorité de kurdes. « Revenir au fondement de l'engagement du mouvement kurde » Pourtant dans ce film, vous ne verrez pas d'images spectaculaires, pas de coup de feu ni d'explosion, mais une culture millénaire, riche et vivante. « On voulait revenir aux fondements de l'engagement des kurdes : pouvoir parler librement sa langue, faire vivre sa culture, sa cuisine traditionnelle. Il STÊRKA CIWAN fallait rester intemporel pour garder une portée dans le temps car la lutte des kurdes, c'est une lutte universelle. » nous dit Nico. Pour Antoine, « On voit constamment des images de guerre, au point qu'on ne fasse plus la différence entre les différents contextes. Nous avons voulu parler des gens, partir des gens, et montrer que la répression aussi violente soit-elle est vaine car la culture kurde continue d'exister. Ce film est une première étape, un outil pour contribuer à briser le mur en silence en présentant un peuple et son existence. » Le récit d'une culture, mais aussi de vies broyées et de familles brisées par l'appareil répressif turc, comme lorsqu'on voit des parents se réunir depuis des années avec les photographies de leurs proches disparus pour réclamer à l'État turc la vérité sur ces enlèvements politiques perpétrés par l'armée. Un tournage difficile « Paradoxalement, les difficultés ont commencé en France » nous explique Nico. « Le film commence sur la libération de Nedim Seven, un militant kurde emprisonné en France. A sa sortie, plusieurs personnes dont Rojbîn l'attendaient. Les policiers de la prison de la Santé nous ont emmerdés dès le début ! ». Car pour le gouvernement français la question kurde est épi- neuse. Laurent Fabius a ainsi achevé fin 2012 la ratification d'accords « antiterroristes » avec Ankara (accords discutés à l'initiative de Claude Guéant en 2011), qui prévoient l'extradition de certains réfugiés politiques ainsi que l'aide à la « gestion démocratique des foules ». Étant donné les milliers d'opposants politiques enfermés dans les prisons turques sous le prétexte de terrorisme (voir le cas de Sevil Sevimli), la signature de ces accords est plus que discutable. Sans surprise, les difficultés se sont poursuivis par la suite : « Chaque image prise en Turquie a été volée. On ne pouvait pas réaliser un tournage sans finir au poste de police. C'est une véritable situation d'apartheid, avec toute la censure, la surveillance policière et la tension que ça implique. Lorsque nous avons voulu suivre Leyla Zana [première femme député kurde, qui a purgé 10 ans de prison pour avoir prêté serment en kurde au Parlement] pour le Newroz, on a vraiment senti la pression qui pèse sur eux. Nous avons dû nous donner rendez-vous secrètement pour éviter la police. » 61 « On ne peut pas s'empêcher de faire le lien avec l'apartheid Sud-africain » Un mois après les lâches assassinats de Paris, le visionnage de ce film s'impose. Il permet de mieux comprendre ce peuple en résistance depuis plusieurs dizaines d'années, qui en payent le prix fort. Pour Nicolas « On ne peut pas s'empêcher de faire le lien avec l'apartheid Sudafricain, qu'on combattait à l'époque [Nicolas était membre de la JC]. Les points communs sont nombreux : les emprisonnements arbitraires, les lois liberticides, les manifestations réprimées, et maintenant les assassinats perpétrés à l'étranger. Quand j'ai appris le meurtre de Rojbîn Leyla et Sakine je me suis souvenu de Dulcie September, opposante sudafricaine abattue dans des conditions similaires en 1988. » Antoine conclut : « En mémoire à nos amies disparues, de nouveaux relais doivent être crées. Le peuple français a un rôle à jouer, il peut agir comme il l'a déjà fait à l'époque de la guerre du Vietnam ou de l'Apartheid en Afrique du Sud ! » *** Nîsan 2013 ŞİİR KÖŞESİ STÊRKA CIWAN Roj bi ruyek tima xwe nisan dida disa... Di rojek be deng de, Di xwelidanka bave min de xeyale min i fetisandi hebun, U me listike nu li hevdu parve dikir, Li ber tenura tefandi me ji hevdu re digot zarok, Le em ne zarok bun toba me qebul bibuna... Di rojek be deng de, Xıloriken tirse dibariyan, Demsal navber dixist ara xwe u seve ripures Kund u sevsevik li ser meyte gerikek gengesi dikirin. Edi tistek be tirs nema bu, Dibe ku xwede me di ve seve de dahibe U ez ji ditirsiyam Di rojek be deng de... Rojek Bê Deng Di rojek be deng de, Bahozek di kozika xwe de his wenda kiribu, Dara wek derguse dihejand. Her tist di berzike pele wesandi de dima, E lal, kilama xwe ji yeki ker digot U ji bo dengeki zelal heft perce ji xwe dikir... Di rojek be deng de Sterka xwe li gose heyve kom dikiri, Di xwezaya bekes de sih u car deng, Baperik destbend li emre xwe dixist, Edi peyv ne dibun yek, Demjimer nifir li xwe dikir, U di nav rupele salname de li mirine digeriya... Di rojek be deng de, Ji surete dayika kene wan hatibu qesartin. Tijmare di bin erde de xof digirt ku tuka xwe ji daqurtine. Zanibu we di gewriya wi de qesa bigre u bimre! Wek qaqlibazek fem dikir ji perce simite, U wek kormiskek ciqas qul dibin ruye erde de hebin, Xwe di gistuka de diceriband... Di rojek be deng de, Dojeh gunehkaran ji xwe re di afirand. Mire miran bun ku beri barane ewr dibun peyvdar Axe bincilke xwe ji xwe dikir. U ji bo barane amade dikir paxila xwe Nîsan 2013 Saffet ÇINAR Helbesta Xwîngirtî Bêdengî bi welatê min ketiye, Guh dengan nakin, ziman bêpeyv maye. Ezman sor bûye ji bêhna xwîna girtiyên azadiyê, Roj bûye dayîka janê, kedera wê li serê wê daye. Kulîlk êdî hew vedibin ji ber zilmên mirovan, Sêwî edî hew digirîn, bênanmayî ne pirsgirêk e. Mirîşk hew li çîçikên xwe xwedî derdikevin, Cotkar hew cot dikin... Teyrê xwînxwarî firîn ji bîr kiriye, Rowî bi derengmayî digihêje lîstikê mirîşkan, Gur bêyî goştê bizinan xwe xwedî dike... Welatê min di bin giriyên dayîkan de mezin dibe, Bi ewrên xwişkên nexweşdayî, Bi hêzên xortên li ser piyê xwe qurimayî... 62 STÊRKA CIWAN İnsanlığın doğuş günü Êdî welat dengên hemû xweşmahiyan ji bîr kiriye. Bê doz, bê law, bê keç, bê dê û bê bav maye... ji bo girtiyên li ber mirinê... Suskun bir çoğunluk çepeçevre karanlık ve sessizlikler içinde kayıp bir birey, bir kimlik ve bir halk beklenen günün doğuşu Dört Nisan gününde diriliş bir tohum, toprakta sabırsızca hareketlenen baharı selamlamak için bir tomurcuk, güllere dönüşen yaşama güneş rengi vermeye doğmuştur Dört Nisan günü insanlığın doğuşudur esaret zincirlerinin kırıldığı gün ayağa kalkış, diriliş günü... Berken Özgürlük Çıglıkları Ölümdü hayallerimizi mahkum eden, Bakamıyorduk ülkenin bahar yanlarına Göremiyorduk güneşin sarı saçlarını, ısıtmıyordu yüreğimizi... İliklerimizde hep acı şenleniyordu Kovmaya çalışıyorduk, gitmiyordu İnat etmişti bir kere, yayılacaktı tüm organlarımıza... Ya onunla yaşamaya alışacaktık ya da... Denedik olmadı Sadece organlarımız yetmiyordu, Daha fazlasını istiyordu; hayatımızı! İsyan ettik, haykırdık Dilimizde “berxwedan “ şiarıyla çığlık olup uzandık gökyüzüne... Madem hayatımızı istiyordu, “al” dedik, Bu hayatın içinde sen de varsın; yok olacaksa hayat, sen de olacaksın! Bedenlerimizi yatırdık ölüme... Kararlıydık, sabırlıydık Ya acı defolup gidecekti, ya da beraber ölecektik... Bizim için sorun yoktu, “o” içimize girdiğinden beri hergün ölüydük... Kendini düşünsün! Ey acı! Meydan okuyoruz şimdi, korkmuyoruz! Direneceğiz, kazanacağız, umut olup yükseleceğiz dağlara dağlara İnadına özgürlük inadına özgürlük çığlıklarıyla... İlk direniş çocukluğunda başladı ve derken büyüdü büyüdükçe yürek büyüdü köylerden şehirlere şehirlerden meydanlara taşındı, sığmamacasına kulaktan kulağa yayılan bir sözcükten bir dil oldu duygulara tercüman olan ve bir ruh oldu cansız bedenlere ölüm uykusundan uyanırcasına bir sevinçle birer birer çoğaldılar milyonlara dönüşen bir doğuştan nice doğuşlara yol aldılar bir damla, deniz oldu bir kıvılcımla binlerce yürek tutuşturdu Ey kutsal yüreklerin güneşi gerçeğin sesi seninle doğduk seninle öleceğiz lanetlendi şubat, kirli ellerle Güneş’e ulaşamadan eridiler sıcaklığında. Ey Yüce İnsan kadın seninle kendini buldu seninle olacak bu beklenen günde. Ezgî ÇELÎKEL Bermal HAKKARİ 63 Nîsan 2013 BİLİM&TEKNİK STÊRKA CIWAN TANRI PARÇACIĞI BULUNDU Parçacıklara kütlelerini verdiği düşünülen ve "Higgs Bozonu" adı verilen atomaltı parçacığının keşfedildiğinden emin olunduğu açıklandı. Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (Cern) bilim adamları, elde ettikleri verilerin, Higgs Bozonu'nun varlığını kanıtladığına artık emin olduklarını belirtti. 14 milyar yıl önce evrenin doğumuna yol açtığına inanılan Büyük Patlama ortamını yaratmayı amaçlayan 10 milyar dolar tutarındaki deney sırasında proton ışınları, 27 kilometrelik tüneli ışık hızıyla geçerek birbiriyle çarpıştırılıyordu. Proton ışınlarının birbiriyle büyük bir enerjiyle çarpışması sonucu kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi amaçlayan bilim adamları, çarpışma sırasında özellikle teorik fizikteki kütle mantığının temelini oluşturan veya kara maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacığı diye adlandırılan parçacıkların varlığını kanıtlamaya çalışıyordu. Fizikçi Peter Higgs'in, temel parçacıkların kütle kazanmasını açıklayan kuramından adını alan "Higgs Bozonu", 1993 yılında Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman tarafından "tanrı parçacığı" olarak da adlandırılmıştı. Bu “Higgs Bozonu” neden bu kadar önemli? Standart Model’in tutarlılığını sağlamak için. Yanıtlayamadığı bazı sorulara karşın bu model, dört temel doğa kuvvetinden üçünün etkileşimini başarıyla Nîsan 2013 açıklıyor. Bunlar, atom çekirdekleriyle çevrelerinde dolanan elektronları bir arada tutan elektromanyetizma, atom çekirdeklerindeki proton ve nötron adlı parçacıkları oluşturan kuark ve gluonları birbirine çok sıkı biçimde bağlayan şiddetli çekirdek kuvveti (bazı fizikçilerce “güçlü kuvvet” diye de adlandırılıyor) ve Atomların bozunarak kimlik değiştirmelerine neden olan zayıf çekirdek kuvveti. Atomaltı düzeylerde etkileşen bu üç kuvvet, “kuantum mekaniği” denen çok başarılı bir fizik kuramının konusu. (Standart Model şablonu, bu üç kuvvetle karşılaştırılamayacak kadar zayıf olan dördüncü temel doğa kuvvetini, yani kütleçekimini açıklayamıyor. Kütleçekimini açıklayan, Einstein’ın genel görelilik kuramı.) Fizikçiler, bu kuvvetlerin, evrenin hemen başlangcında ayrıştığını ve Büyük Patlamadan önce tüm doğayı açıklayan tek ve bütünsel bir kuramın farklı görünümleri olduğunu düşünüyorlar. Nitekim bir süre önce bilimciler aslında elektromanyetizma ile zayıf kuvvetin “elektrozayıf” adlı bir kuvvet olarak özdeşleştiğini gösterdiler. LHC’den milyonlarca kat daha büyük enerji düzey64 lerinde, bu dört kuvvetin bütünleşeceğine inanılıyor. Doğa kuvvetlerini özdeşleştirmenin önündeki kuramsal engel, bunların güç düzeyleri ve erimleri (menzilleri) arasındaki büyük farklılık. Örneğin, elektromanyetik kuvvetin parçacığı, kütlesiz ve (kütleçekiminin parçacığı olan graviton gibi) sınırsız erime sahip mi olan foton. Oysa, bu kuvvetin özdeşi olduğu gösterilmiş bulunan zayıf kuvvetin erimi, bir atomun çapını aşmıyor. Üstelik bu kuvveti taşıyan W ve Z adlı parçacıkların protondan çok daha büyük kütleleri var. Yine kü-tlesiz ve sınırsız erimli fotonun aksine Şiddetli çekirdek kuvvetini taşıyan gluonolarda kütleye sahip ve sınırları atomun çekirdeğinin çapıyla sınırlı, Bilimciler bu sorunu (hiyerarşi problemi) diye adlandırıyorlar. İskoçyalı fizikçi Peter Higgs tarafından bu soruna bulunan çözüm, onun adıyla “Higgs bozonu” diye adlandırılan bir parçacık. Bu açıklamaya göre evrenin her noktası, bu parçacıklardan oluşan bir alanla dolu. Higgs bozonu, içinden geçen öteki parçacıkların çevresinde bir sanal parçacıklar bulutu oluşturarak onları bir yapışkan sıvı içinde yol alıyormuşlar gibi yavaşlatıyor ve bu yavaşlamanın (atalet) derecesi, onlara farklı kütleler kazandırıyor. Bu kütle de parçacıkların sahip olduğu özellikleri (örneğin erimleri) belirliyor. Dolayısıyla Higgs parçacığının varlığının kanıtlanması, hiyerarşi problemini ortadan kaldıracak.