2008 Küresel Mali Krizinin Nedenleri ve Türkiye ile
Transkript
2008 Küresel Mali Krizinin Nedenleri ve Türkiye ile
ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 TÜRKİYE’DE GLOBAL MALİ KRİZİN ETKİLERİ KONUSUNDA HALKIN DÜŞÜNCESİ Hasan AKÇA* Harun YAKIŞIK** Özet: Literatürde küresel mali krizle ilgili halkın görüşlerini yansıtan çalışma sayısı yok denecek kadar azdır. Bu kapsamda, çalışmanın amacı; mali kriz hakkında bireylerin düşüncelerinin ne olduğunu, krizin oluşturabileceği olumsuz etkiyi bireylerin nasıl azalttıklarını veya krizi fırsatlara nasıl dönüştürdüklerini belirlemektir. Halkın krize bakış açısını öğrenmek için Ocak-Şubat 2010 tarihlerinde Türkiye’nin farklı illerinde yaşayan 250 kişi ile anket yapılmıştır. Bireyler Türkiye’de bankacılık ve sigortacılık sektörlerinin 2008 mali krizinden çok fazla etkilenmediğini ifade ederken; tekstil, tarım ve inşaat sektörlerinin olumsuz yönde etkilendiklerini belirtmişlerdir. Ankete cevap verenler, sağlık ve eğitim sektörlerinin krizden etkilenip etkilenmediği konusunda herhangi bir fikir beyan etmemiştir. Ki-kare sonucuna göre (χ2 = 15.345; Sd= 9; P = 0.082); bireylerin gelir durumu ile krizden etkilenme düzeyi arasında bir ilişki vardır. Anahtar Kelimeler: Küresel Mali Kriz, Ki-kare, Türkiye. OPINIONS OF PEOPLE ABOUT EFFECTS OF GLOBAL FINANCIAL CRISIS IN TURKEY Abstract: Number of studies related to global financial crisis reflecting opinions of people is very limited in the literature. In this context, aim of this study is to determine what opinions of individuals about financial crisis are, how they reduce negative effects of crisis to be emerged or how they convert crisis into opportunities. The questionnaire was carried out January-February 2010 in different provinces of Turkey with 250 people. According to respondents; sectors of banking and insurance in Turkey have been affected by 2008 financial crisis in positive way but sectors of textile, agriculture and building in negative way. They have no idea about effects of crisis on education and health sectors. According to chi-square result (χ2 = 15.345; Df= 9; P = 0.082); there is a relationship between income of individuals and level of being effected from crisis. Key Words: Global Financial Crisis, Chi-square, Turkey. * Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü; akcahasan@yahoo.com Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü; haruny@karatekin.edu.tr ** 1 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Giriş Dünya ekonomisi ilk olarak ABD’de Ağustos 2007 tarihinde ortaya çıkan ve Eylül 2008’den itibaren şiddeti giderek artan ve tüm dünyayı etkileyen küresel mali kriz ile karşı karşıyadır (Anonim 2009: 34). ABD’de Lehman Brothers Yatırım Bankası’nın iflası ve büyük şirketlerin zor durumlara düşmesi yaşanan mali krizin büyüklüğünü göstermektedir (Demir vd 2009: 2). Dünya ekonomisinin içinde bulunduğu krizi geçmiş deneyimlerden ayıran en önemli özellik; geçmiş krizlerin büyük oranda az gelişmiş ve yükselen piyasa ekonomilerini etkilemiş olmasına rağmen, hâlihazırdaki mali krizin önemli ölçüde gelişmiş ülkeler tarafından hissedilmekte oluşudur. Örneğin, 1994 Meksika krizi ile başlayan ve Türkiye’nin 2000-2001 deneyiminin de içinde bulunduğu, daha çok gelişen ekonomiler tarafından tecrübe edilen krizler, gelişmiş ülkelerin 1992 yılındaki kısa süreli döviz krizi deneyimleriyle karşılaştırıldığı zaman çok daha ağır sonuçlar doğurduğu bir gerçektir (Bleaney 2005). Son kriz döneminin en bariz sonuçlarından birisi de çok sayıda banka ve finansal kuruluşun iflas etmesi veya ciddi iflas riskiyle karşı karşıya kalmasıdır. Her büyük iflasla birlikte krizin derinliği artmış, iflas eden kurumun yakın finansal ilişkide olduğu diğer kurumlar da iflas riskiyle karşı karşıya kalmıştır (Özkan 2008: 82). Son yıllarda, sürekli olarak küresel mali krizin etkileri konusunda medya’da birçok haber yer almakta veya uzmanlar bilimsel toplantılarda mali krizle ilgili görüşlerini toplum ile paylaşmaktadır. Fakat krizin doğrudan etkileyeceği hedef kitle durumunda olan bireylerin küresel mali kriz konusunda fikirlerini aktaran çalışma sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle, çalışmanın amacı, mali kriz hakkında bireylerin düşüncelerinin ne olduğunu, krizin oluşturabileceği olumsuz etkiyi bireylerin nasıl azalttıklarını veya krizi fırsatlara nasıl dönüştürdüklerini belirlemektir. 2. Kriz Kavramı’nın Tanımı Literatür taraması göstermektedir ki; kriz kavramının bütün uzmanlar/araştırıcılar tarafından kabul edilmiş kesin bir tanımı bulunmamaktadır. Örneğin, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, kriz “bir ülkenin, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran” şeklinde tanımlanmaktadır. Mitroff ve Pearson (1993) krizi, “bir kuruluşun bütününü ve bütünlüğünü etkileme potansiyeli olan herhangi bir olay” olarak tanımlamaktadır. Dinçer (1988) krizi “bir işin, olayın geçtiği karışık safha”, “içinden çıkılması zor bir durum”, “birdenbire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki gelişmeler ve tehlikeli an” olarak tanımlamaktadır. Ekonomi bilimine göre kriz “bir ülkedeki arz-talep dengesinin bozulması, ekonomideki yapısal faktörlerle, ekonominin finansal kesimi arasındaki uyumsuzluk” olarak tanımlanmaktadır (Altuğ 1994, Zerenler ve İraz 2006: 249). 2 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3. Materyal ve Method Çalışmanın ana materyalini Türkiye’nin farklı illerinde (Ankara, Bayburt, Giresun, Hatay, İstanbul, İzmir, İzmit, Çankırı, Erzurum, Kütahya, Malatya, Nevşehir, Ordu, Sakarya, Samsun, Tekirdağ, Tokat, Zonguldak) yaşayan 250 kişi ile yapılan anket sonucu elde edilen veriler oluşturmaktadır. Çalışmanın konusu dikkate alınarak; deneklerin sosyo-ekonomik ve demografik özelliklerini, kriz kavramından ne anladığını, krizin kaynağını, krizin sektörleri nasıl etkilediğini, krize karşı önlem alıp almadığı gibi konuları kapsayan bir anket formu hazırlanmıştır. Anketler Ocak-Şubat 2010 tarihleri arasında konu uzmanı sayılacak kişiler tarafından bizzat gerçekleştirilmiştir. Anketlerde eksik cevap olmaması için katılımcıların bütün sorulara cevap vermeleri istenmiştir. Çalışmada bireylerin demografik ve sosyo-ekonomik özellikleri ile krizden etkilenme durumları arasındaki ilişki (sayısal olmayan değişkenler arasındaki ilişki) incelendiği için Ki-kare (χ2) kullanılmıştır. Ki-kare (χ2) ve Serbestlik derecesinin (Sd) formülleri aşağıda verilmiştir (Gujarati 1995, Mirer 1995): χ 2 = ∑ i =1 k (Oi − Ei ) 2 Ei Sd = (r – 1) (c – 1) Yukarıdaki formüllerde; Oi gözlenen frekansları, Ei beklenen frekansları, r satır sayısını, c sütun sayısını ifade eder. Eğer, Oi = Ei ise; χ2 = 0 demektir. Eğer, χ2(Hesaplanan) ≥ χ2(Tablo) ise H0 ret; χ2(Hesaplanan) < χ2(Tablo) ise H0 Kabul’dür. Eğer, H0 Kabul ise; gruplar arasında istatistiksel açıdan önemli fark yoktur. Eğer, H0 ret ise; hangi grubun/grupların diğerlerinden farklı olduğuna karar vermek gerekir. 4. Araştırma Bulguları Ankete katılan kişilere ait demografik ve sosyo-ekonomik veriler tablo 1’de görülmektedir. Ankete cevap veren bireylerin %50.4’ünü erkek, %49.6’sını kadın oluşturmaktadır. Bu oran Türkiye’deki nüfusun cinsiyet yapısı ile uyumludur. Deneklerin %25.6’sı 18-25 yaş, %23.2’si 26-35 yaş, %25.2’si 36-45 yaş, %18.0’i 46-55 yaş ve %8.0’i 56 ve üzeri yaş grubunda yer almaktadır. Ortaöğretim (lise ve dengi okul) mezunu bireyler ankete katılanların yarıdan fazlasını (%51.6) oluştururken, bunu sırasıyla üniversite (%24.4) ve ilköğretim mezunları (%24.0) izlemektedir. Ankete katılanların meslek grupları incelenirse memurlar %22.4 ile en büyük grubu, çiftçiler ise en düşük grubu (%2.4) oluşturmaktadır. Ankete katılan bireylerin %33.2’si 600 TL’den az, %37.6’sı 601-1500 TL arasında, %23.2’si 1501-2500 TL arasında ve %6.0’sı 2500 TL’den fazla gelire sahip oldukları belirlenmiştir. Yerleşim birimleri dikkate alınarak yapılan analizde bireylerin %69.2’sinin il merkezinde, %24.4’ünün ilçe merkezinde ve %6.4’ünün ise kırsal alanlarda yaşamaktadır. 3 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 1 Ankete Katılanların Demografik ve Sosyo-Ekonomik Özellikleri Cinsiyet Yaş (Yıl) Eğitim Meslek Aylık Gelir Yerleşim Yeri Adet 126 124 250 64 58 63 45 20 250 60 129 61 250 21 30 10 56 25 6 22 32 14 18 16 250 83 94 58 15 250 173 61 16 250 Erkek Kadın TOPLAM 18-25 26-35 36-45 46-55 56 ve üzeri TOPLAM İlköğretim Ortaöğretim Yükseköğretim TOPLAM Esnaf-Tüccar Serbest Meslek Akademisyen Memur İşçi Çiftçi Öğrenci Ev Kadını İşsiz Emekli Diğer TOPLAM 600 TL’den az 601-1 500 TL 1 501-2 500 TL 2 501 TL ve üzeri TOPLAM İl Merkezi İlçe Belde-Köy TOPLAM % 50.4 49.6 100.0 25.6 23.2 25.2 18.0 8.0 100.0 24.0 51.6 24.4 100.0 8.4 12.0 4.0 22.4 10.0 2.4 8.8 12.8 5.6 7.2 6.4 100.0 33.2 37.6 23.2 6.0 100.0 69.2 24.4 6.4 100.0 Ankete katılanlara krizin hangi sektörleri ve nasıl etkilediği sorulmuştur. Bu konuda halkın ortak kanaati, bankacılık (%22.0) ve sigortacılık (%20.8) sektörlerinin 2008 mali krizinden olumlu yönde etkilendikleri sonucu çıkmasıdır. Uluslararası kuruluşlarca Türkiye’nin kredi notunun yükseltilmesi, bankacılık sektörünün beklenenin aksine krizden güçlenerek çıktığı sonucunu verebilir. Halkın da bu yönde görüş bildirmesi yukarıdaki sonucu teyit eder niteliktedir. Tekstil (%79.2), tarım (%73.6) ve inşaat (%68.8) sektörlerinin ise küresel mali krizden olumsuz yönde etkilendiği sonucu çıkmaktadır. 4 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Diğer taraftan sağlık ve eğitim (%36) sökerlerinin krizden etkilenme durumu ile ilgili halk herhangi bir fikir beyan etmemiştir (Tablo 2). Küresel krizin etkisiyle AB ülkelerinde oluşan talep daralması Türkiye’deki otomotiv sektörünü olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin etkisini azaltmak için 16 Mart-30 Eylül 2009 tarihleri arasında hükümet iki kademeli olarak otomotiv sektöründe ÖTV indirimi yapmıştır. Bu uygulama ile otomotiv sektöründe talep canlı tutularak otomotiv sektörünün krizden diğer ülkelere oranla beklenenden az hasarla çıkması sağlanmaya çalışılmıştır. Tablo 2 Ankete Katılanlara Göre Krizin Sektörleri Etkileme Durumu Sektörler İnşaat Tarım Tekstil Turizm Bankacılık Sağlık Eğitim Otomotiv Sigorta Sektörlerin Etkilenme Durumu (%) Olumlu Etkilendi Olumsuz Etkilendi Etkilenmedi 14.4 68.8 0.4 5.2 73.6 0.4 6.0 79.2 0.0 15.6 51.6 1.2 22.0 49.2 1.2 16.0 46.4 1.6 14.4 47.6 2.0 16.0 62.4 0.4 20.8 44.4 0.4 Fikri Yok 16.4 20.8 14.8 31.6 27.6 36.0 36.0 21.2 34.4 Halkın 2008 mali krizinden etkilenme durumu araştırıldığında: ankete katılanların yaklaşık 1/3’ü krizden orta düzeyde ve %28.0’i yüksek düzeyde etkilendiklerini ifade etmişlerdir. Krizden az düzeyde etkilendim diyenlerin oranı 1/4’tür. Krizden etkilenmedikleri (%13.6) yönünde görüş bildirenlerin oranı ise %13.6’dır (Tablo 3). Tablo 3 Ankete Katılanların Küresel Mali Krizden Etkilenme Durumları Sonuçlar Hiç etkilenmedim Az düzeyde etkilendim Orta düzeyde etkilendim Yüksek düzeyde etkilendim TOPLAM Adet 34 63 83 70 250 % 13.6 25.2 33.2 28.0 100.0 “Kriz” kavramının kendilerine ne çağrıştırdığı sorusuna ankete katılan bireylerin 2/3’ünden fazlası işsizliğin artacağı cevabını vermişlerdir. Bunu, %62.0 ile bireylerin maddi sıkıntılarının artacağı, %59.2 ile sıkıntılı günlerin yakın olduğu, satın alma gücünün azalacağı (%58.4) ve tedbirli olmak gerektiği (%57.2) görüşü izlemektedir. Diğer taraftan halkın çok küçük bir kısmı (%14.8) kriz ile 5 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 birlikte Türkiye’den yabancı sermaye kaçışının olacağı (%14.8) şeklinde görüş bildirmişlerdir (Tablo 4). Bu değerlendirme, Türkiye’nin kredi notunun artması ile eş zamanlılık özelliği göstermektedir. Tablo 4 Ankete Katılanların Kriz Kavramından Ne Algıladıkları Adet 148 155 16 170 7 8 69 102 59 143 113 146 127 72 101 52 89 80 121 112 69 73 107 71 37 5 Sıkıntılı günlerin yakın olduğu Bireylerin maddi sıkıntısının artacağı Satın alma gücünün artacağı İşsizliğin artacağı Devlet yatırımlarının artacağı Vergilerin düşeceği Devlet kurumlarının satılacağı Devletin daha fazla borçlanacağı Borsada çöküş-dibe vurma Tedbirli olmak gerektirdiği Güvensizlik ortamının oluşabileceği Satın alma gücünün azalacağı Kredi kartı mağdurlarının azalacağı Devlet yatırımlarının azalacağı Vergilerin artacağı Ülke kredi notunun düşeceği IMF’den kredi kullanma mecburiyeti Karşılıksız çek-senet sayısının artacağı Firma iflaslarının artacağı Kriz fırsatçılarının çoğalacağı Banka iflaslarının artacağı Özel sektör yatırımlarının azalacağı Birçok ürüne zam yapılacağı Döviz ve altın fiyatlarının artacağı Ülkeden yabancı sermaye kaçışının olacağı Fikri yok % 59.2 62.0 6.4 68.0 2.8 3.2 27.6 40.8 23.6 57.2 45.2 58.4 50.8 28.8 40.4 20.8 35.6 32.0 48.4 44.8 27.6 29.2 42.8 28.4 14.8 2.0 Halkın krizin etkilerini en aza indirmek için aldıkları en yaygın önlem zorunlu olmayan harcamaları azaltma (%61.2) ve borçlanmamaya çalışma (%48.8) yönünde olmuştur. Krize karşı hiç önlem almayanların oranının %21.6 olarak çıkmasında halkın kadercilik anlayışının ve geleneksel alışkanlıklarının etkili olduğu söylenebilir (Tablo 5). 6 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5 Ankete Katılanların Küresel Mali Krize Karşı Aldıkları Önlem Şekli Adet 54 153 11 2 42 35 122 4 Hiç önlem almadım Zorunlu olmayan harcamalarımı azalttım Arabamı sattım Gayrimenkul sattım Tasarruflarımı kullanmak zorunda kaldım Araba kullanmayı azalttım Borçlanmamaya çalıştım Diğer % 21.6 61.2 4.4 0.8 16.8 14.0 48.8 1.6 Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı mali krizin kaynağı sorulmuş, ankete katılanların %68.8’i krizin dış kaynaklı olduğu yönünde cevap bildirmişlerdir. Mali krizin iç kaynaklı olduğunu belirtenlerin oranı sadece %18.4 civarındadır. Geriye kalan %12.8’lik kesim ise krizin kaynağı konusunda herhangi bir fikir beyan etmemiştir (Tablo 6). Fikrim yok diyenlerin çoğunluğunu ev hanımı ve işçiler oluşturmaktadır. Tablo 6 Ankete Katılanlara Göre Mali Krizin Kaynağı İç kaynaklıdır Dış kaynaklıdır Fikri yok TOPLAM Adet 46 172 32 250 % 18.4 68.8 12.8 100.0 Halka “2001” ve “2008” mali krizlerinden etkilenme durumları sorulmuş; ankete katılanların %44.4’ünün her iki mali krizden de etkilendikleri belirlenmiştir. Yaklaşık olarak 1/5’inden fazlası 2001 krizinden etkilenmediğini fakat 2008 krizinden etkilendiğini ifade etmişlerdir. Buna karşılık 2001 mali krizinden etkilenip, 2008 krizinden etkilenmeyenlerin oranı ise %10.8’dir. Her iki mali krizden etkilenmeyenler (genelde memurlar ve ev hanımlarından oluşmaktadır) %16.0’lık bir orana sahiptir. Geriye kalan %7.2 ise fikrim yok şeklinde cevap vermişlerdir (Tablo 7). 7 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 7 Ankete Katılanların “2001” ve “2008” Mali Krizlerinden Etkilenme Durumu Her ikisinden de etkilenmedim Her ikisinden de etkilendim 2001 krizinden etkilenmedim fakat 2008 krizinden etkilendim 2001 krizinden etkilendim fakat 2008 krizinden etkilenmedim Fikri yok TOPLAM Adet 40 111 54 27 18 250 % 16.0 44.4 21.6 10.8 7.2 100.0 Medyada uzun süre yankı bulan Başbakan’ın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” söylemi ile ilgili olarak bireylerin %69.2’si bu görüşe Katılmadıklarını, %21.4’ü Katıldıklarını ve %9.2’si ise bu konuda Kararsız olduklarını belirtmiştir (Tablo 8). Tablo 8 Başbakanın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” Sözü Hakkındaki Bireylerin Düşünceleri Hiç katılmıyorum Kısmen katılmıyorum Kararsızım Kısmen katılıyorum Tamamen katılıyorum TOPLAM Adet 138 35 23 41 13 250 % 55.2 14.0 9.2 16.4 5.2 100.0 Krizden etkilenme düzeyi ile bireylerin sosyo-ekonomik özellikleri (cinsiyet, eğitim, yaş, gelir) arasında bir ilişki olup olmadığı ki-kare analizi ile ortaya konulmaya çalışılmıştır. Ki-kare sonucuna göre (χ2=15.345, Sd= 9, P= 0.082) sadece bireylerin gelirleri ile krizden etkilenme düzeyi arasında ilişki olduğu söylenebilir (Tablo 9). 8 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 9 Bireylerin Sosyo-Ekonomik Özellikleri ile Krizden Etkilenme Düzeyleri Arasındaki İlişki Hiç Etkilenmedi Cinsiyet Erkek Kadın Eğitim İlköğretim Ortaöğretim Yükseköğretim Yaş Genç Yaşlı Gelir 600 TL’den az 601-1500 TL 1501-2500 TL 2501 ve üzeri Krizden Etkilenme Düzeyi Az Düzeyde Orta Düzeyde Yüksek Düzeyde Etkilendi Etkilendi Etkilendi Toplam 19 15 Sonuç: χ2= 0.763 30 33 SD=3 43 40 Olasılık Değeri = 0.858 34 36 126 124 6 19 9 Sonuç: χ2= 5.530 14 33 16 SD=6 20 38 25 Olasılık Değeri = 0.478 20 39 11 60 129 61 20 14 Sonuç: χ2= 4.984 34 29 SD=3 41 42 Olasılık Değeri = 0.173 27 43 122 128 13 9 8 4 Sonuç: χ2= 15.345 16 30 15 1 SD =9 27 25 23 8 Olasılık Değeri = 0.082 27 30 12 2 83 94 58 15 5. Sonuç Küresel mali krizin finans ve reel sektör üzerine yansımalarından ziyade; halkın görüşlerini yansıtan bu çalışmada elde edilen bulgular göstermektedir ki; küresel mali kriz ile mücadele de uygulamaya konulan politikalar halkın değerlendirmelerini dikkate aldığı zaman başarı oranın daha fazla olacağı söylenebilir. Çünkü ortaya konulan anket sonuçları ile gerçekleşen istatistikî trendlerin birbiri ile paralellik gösterdiğini aşağıdaki bulgular destekler durumdadır. • Ankete katılanlara göre Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı mali kriz dış kaynaklıdır. • Krizden etkilenmeyen bireylerin oranı oldukça düşük düzeyde olmasına karşın; ankete cevap verenlerin yaklaşık olarak 2/3’ü orta veya yüksek düzeyde krizden etkilenmiştir. • Kriz kelimesi bireylere işsizliğin ve maddi sıkıntılarının artacağı, sıkıntılı günlerin yakın olduğu, satın alma gücünün azalacağı veya tedbirli olmak gerektiği konularını çağrıştırmaktadır. • Halkın, kriz ile ilgili siyasi amaçlı söylemlere pek fazla itibar etmediği anlaşılmaktadır. • Bireyler, 2008 küresel mali krizinin eğitim ve sağlık sektörleri üzerine etkisi olup olmadığı konusunda herhangi bir fikir beyan etmemişlerdir. 9 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynaklar Altuğ, Osman (1994). Kriz Döneminde Şirket Yönetimi. İstanbul: Ekonomik Trend Dergisi Haziran. Anonim (2009). Türkiye Ekonomik Krizin Neresinde? Ekonomik Bakış No: 28. Bleaney, Michael (2005). The Aftermath of a Currency Collapse: How Different are Emerging Markets?. The World Economy 28(1): 79-89. Demir, Faruk, Ayşegül Karabıyık ve Murat Karakoyunlu (2009). Küresel Krizde İngiltere Tecrübesi. Ankara: BDDK Çalışma Tebliği Sayı: 4. Dinçer, Ömer (1988). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası. İstanbul: Beta Yayınları. Gujarati, Domador (1995). Basic Econometrics. New York: McGraw - Hill. Mirer, Thad W (1995). Economic Statistics and Econometrics. NJ: Prentice Hall. Mitroff, I.I. ve C.M. Pearson (1993). Crisis Management: A Diagnostic Guide for Improving your Organisation’s Crisis-preparedness. San Francisco CA: Jossey-Bass Publishers. Özkan, Gülçin (2008). Küresel Mali Kriz: Makroekonomik Bir Yaklaşım. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Özel Yayını. www.york.ac.uk/depts/econ/documents/misc/financial_crisis_macroeconomic_explanation.pdf (01.02.2010) Zerenler, Muammer ve Rifat İraz (2006). Kriz Dönemlerinde Ürün ve Süreç Esnekliğinin İşletme Performansına Etkileri: Küçük ve Orta Ölçekli Tekstil İşletmelerinde Bir Araştırma. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 21(2): 247-267. http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_21/15-%20(247-267.%20syf.).pdf (01.02.2010) 10 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FİNANSAL KRİZİN ENERJİ SEKTÖRÜNE ETKİLERİ VE TÜRK ENERJİ SEKTÖRÜNÜN FİNANSAL PERFORMANSININ ANALİZİ Yrd. Doç. Dr. İclal ATTİLA* Yrd. Doç. Dr. Yaşar KABATAŞ** ÖZET Enerji insan yaşamının vazgeçilmez bir kaynağı olarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünya ve Türkiye gündeminde tartışılan konuların başında yer almaktadır. Ülkelerin ekonomi yönetiminde kurumsal mekanizmaların yerine piyasa mekanizmalarının konulması ve verimliliğin bu yolla sağlanacağı yolundaki politikaların etkisi enerji sektörüne de yansımıştır. Bu çalışmada global mali krizin enerji sektörüne etkileri, Türk enerji sektörünün bu süreçte ve öncesinde gösterdiği finansal performansının ölçülmesi ve sektörün ileriye dönük performansının ortaya konulması amaçlanmıştır. İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmalar ele alınarak kriz öncesi ve kriz dönemindeki finansal performansları “veri zarflama analizi” yardımı ile ölçülmeye çalışılmıştır. Kriz öncesi dönemin ve kriz sürecinin analizi sonucunda firmaların finansal etkinliklerinde olumsuz bir değişme görülmemektedir. Anahtar Kelimeler: Finansal Kriz, Enerji Sektörü, Finansal Performans, Veri Zarflama Analizi ABSTRACT An indispensable source of energy in human life, as well as in the past, today the world and Turkey are included on the agenda at the beginning of the issues discussed. Institutional mechanisms in countries of economic management and efficiency of the market mechanisms put in this way the influence of politics on the way to the right will be reflected in the energy sector has. In this study, the effects of the energy sector of the global financial crisis, Turkey's energy sector in this process and before the show and the measurement of the financial performance of the sector's future performance is aimed to put forward. IMKB traded firms in the energy sector in the pre-crisis and crisis period are discussed in the financial performance "data envelopment analysis" is tried to be measured with the help. Pre-crisis and crisis of the period as a result of the process of analyzing the financial activities of companies is not seen in a negative change. Key Words: Financial Crisis, Energy Sector, Financial Performance, The Data Envelopment Analysis * Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO; iclal.attila@marmara.edu.tr. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO; yasarkabatas@marmara.edu.tr. ** 11 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. GİRİŞ Kısaca iş yapabilme yeteneği olarak tanımlanan enerji, potansiyel, kinetik, ısı, ışık, elektrik, kimyasal, nükleer ve ses enerjisi gibi çeşitlere ayrılır. Yapılan, üretilen, değiştirilen her şeyde ve her türlü eylemin, hareketin oluşumunda enerji vardır. Geçmişten günümüze bütün üretim faaliyetlerinde belli bir enerji kaynağı kullanılmaktadır. Bu enerji kaynakları yer altı zenginliğini ifade eden fosil kaynaklı enerji ve yenilenebilir enerji olmak üzere iki gruba ayrılır. Enerjide bağımsızlık tüm ülkeler için arzu edilen bir konu ise de, artık enerjide bağımsızlık yerine enerji güvenliği tanımı dünya ülkelerinin enerji politikalarında daha fazla kabul görmekte ve kullanılmaktadır.(Batman: 4.) Enerji insan yaşamının vazgeçilmez bir kaynağı olarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünya ve Türkiye gündeminde tartışılan konuların başında yer almaktadır. Enerjinin olmadığı bir üretim faaliyeti düşünmek mümkün değildir. Enerji sadece sanayi sektöründe değil, tarım, ulaştırma ve konut olmak üzere diğer sektörlerde de vazgeçilmez bir kaynaktır. Ülkelerin ekonomi yönetiminde kurumsal mekanizmaların yerine piyasa mekanizmalarının konulması ve verimliliğin bu yolla sağlanacağı yolundaki politikaların etkisi özellikle 1990 yıllardan itibaren enerji sektörüne de yansımıştır. Dünya için kritik öneme sahip olan enerji sektörü gerek üreticiler gerekse tüketiciler açısından göz ardı edilemez. Bu çalışmanın konusu global mali krizin enerji sektörüne etkileri, kriz öncesi dönemde ve bu süreçte Türk enerji sektörünün finansal performansının analizidir. Bu konuya uygun olarak çalışmada global mali krizin enerji sektörüne etkileri, Türk enerji sektörünün bu süreçte ve öncesinde gösterdiği finansal performansının ölçülmesi ve sektörün ileriye dönük performansının ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde “performans” kavramı giderek önem kazanmaktadır. En genel ifadesiyle performans, bir işletmenin belirli bir zaman diliminde elde ettiği başarı derecesi olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada doğrusal programlamanın özel bir uygulama şekli olan, aynı amaç ve hedeflere sahip işletmelerin göreceli olarak performansını ölçmede kullanılan “veri zarflama analizi” kullanılacaktır. Uygulamada, İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmalar incelenerek kriz öncesi ve kriz dönemlerindeki finansal performansları ölçülmeye çalışılacaktır. Veri zarflama yöntemi son yıllarda Lovell (1993), Ali vd. (1993), Charnes vd. (1995), Seiford (1996), Zaim vd. (1997), Coelli vd. (1998), Ertuğrul vd. (1999), Ulucan (2000), Cingi vd. (2000), Karsak vd. (2000), Tarım (2001), Ulucan (2002), Karacabey (2002), Deliktaş (2002), Kesbiç vd. (2004). Atan vd. (2004), Yayla vd. (2005) ve Sezen vd. (2005), Benli (2006), Yalama (2006) ve Kırkulak vd. (2009) tarafından çeşitli çalışmalarda kullanılmıştır. 12 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2. DÜNYA ENERJİ SEKTÖRÜ Enerji dünya ülkeleri arasında savaşlara neden olabilen, artan maliyetleriyle ülke ekonomilerini zora sokan, her geçen gün azalan ve yerine alternatifleri bulunmadığı sürece büyük krizler yaratacak olan bir kaynaktır. Bu nedenlerden dolayı sürekli devam eden doğal süreçlerde var olan enerji akışından elde edilen ve yenilenilebilen enerji diye tanımlanan kavramın önemi artmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen dünyada ihtiyaç duyulan enerjinin büyük bir kısmı bugün dahi fosil kaynaklardan (kömür, petrol, doğal gaz vb.) sağlanmaktadır (World Energy Outlook). Tablo 1. Dünya Fosil Yakıt Rezervleri (2005 sonu) Petrol D.Gaz Milyar Ton Trilyon m³ Taşkömürü Linyit 7,8 7,46 115,7 138,8 Orta ve Güney Amerika 14,8 7,02 7,7 12,2 Avrupa ve Avrasya 19,2 64,01 112,3 174,8 101,2 72,13 0,4 - 15,2 14,39 50,1 0,2 5,4 14,84 192,6 104,3 163,6 179,85 478,8 430,3 Bölge Kuzey Amerika Ortadoğu Afrika Asya Pasifik TOPLAM DÜNYA Kömür (Milyar Ton) Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, June 2006. Dünya fosil yakıt rezervlerinin bulunduğu bölgeleri gösteren 1 no’lu Tablo, petrolde ve doğal gaz da Orta Doğu’nun en büyük rezervlere sahip olduğunu göstermektedir. Kömür ve taşkömürü kaynakları ise dünyaya daha dengeli şekilde dağılmıştır. 2007 yılının ikinci yarısından itibaren göstergeleri olumsuzlaşan Dünya Enerji Pazarı, 2008 yılının son çeyreğinden itibaren bir kriz ortamına girmiştir. 2008 Ocak ayında ABD’de ham petrolün varili 100 dolara yükselmiştir. Giderek artan petrol fiyatları, Mart 2008 ayında varili 104 dolar, Temmuz 2008’de 147 dolar’a çıkarak, doğalgaz ve kömür fiyatlarının da artmasına neden olmuştur. Temmuz sonundan itibaren, AB’de ve ABD’de ekonomideki yavaşlamanın hissedilir bir seviyeye inmesinden sonra, ham petrol fiyatları düşme eğilimine girerek, Eylül 2008’de 95 dolar olmuş, Aralık 2008’de ise 38 doların altına inmiştir. Enerji gelişmelerinin anahtarını teşkil eden, petroldeki bu istikrarsız durumun ana nedenlerinden biri olarak, ABD ve AB’de başlayan finansal krizin enerji sektörüne kaçınılmaz yansıması gösterilebilir. Enerjide arz güvenirliği darboğazını yaşayan AB ve 13 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 diğer büyük ekonomiler için olduğu kadar, özellikle gelişmekte olan ülkeleri de içine alan finansal kriz, enerji yatırımlarında ertelemelere neden olacak ve uzun vadeli hedefler daha küçük değerler içinde kalacaktır. (2007-2008 Türkiye Enerji Raporu). 3.TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜ Türkiye’de enerjiye talep artmaktadır ve gelecekte de artmaya devam edecektir. Birçok kurum enerji talebinin projeksiyonları hakkında çalışmalar yapmaktadır. Ülkelerin jeopolitik durumları da o ülkenin enerji açılımı üzerinde de etkin olmaktadır. Burada enerji temini açısından üç önemli stratejik nokta; • Jeopolitik, • Yedeklilik, • Çeşitliliktir. Jeopolitik koşul coğrafyaya bağlı olarak, politika ve stratejilerin üretilmesini, yedeklilik koşulu aynı enerji kaynağının birden fazla yerden teminini ve çeşitlilik koşulu da enerjinin farklı tipte enerji kaynaklarından teminini ifade etmektedir. Bu durum, global enerji politikaları ve projeksiyonlarının geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye jeopolitiği itibariyle, dünyada odak olarak nitelenebilecek ve farklı açılımlara imkan verecek bir konumdadır. Türkiye çok çeşitli birincil enerji kaynaklarına sahip bir ülkedir. Türkiye’de, dünyada halen yoğun olarak kullanılan fosil kaynakları, özellikle akışkan fosil yakıtların görünür rezervleri yeterli düzeyde değildir. Fakat Türkiye birincil enerji kaynaklarına sahip bölgelere komşu durumundadır ve önemli bir geçiş yolu üzerindedir. Nitekim bu durum Türkiye’nin enerji politikalarını “enerji köprüsü” ve “enerji koridoru” nitelendirmeleriyle şekillendirmiştir. Türkiye hükümetleri için enerji güvenliğinin sağlanması öncelikli olarak ekonomik olduğu kadar ulusal güvenlik konusudur ve bu nedenle de stratejik özelliği vardır. Güvenli, temiz ve ulaşılabilir enerji arzı hedeftir. Fakat, enerjinin güvenli arzı gerçekleştirilirken oluşan çevre sorunları, iklim değişikliği, verimlilikteki sorunlar, arz sürecindeki iletim ve ulaştırma zorlukları gibi tüm sorunlar, istenmese de, katlanılır duruma gelmektedir. Enerji arzındaki sorunlar enerjiye ulaşmayı kritik duruma getirmektedir. Arzın azalması ise ekonomiyi olumsuz etkilemekte, yaşamı zorlaştırmakta, hükümetlerin arzu etmediği toplum tepkileri gündeme gelmektedir. (Batman: 4.) Küresel ekonomi Ağustos 2007 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve özellikle Eylül 2008’den bu yana daha da şiddetli hissedilen bir kriz ortamıyla karşı karşıya kalmıştır. 2008 yılında Türkiye’de etkileri görülmeye başlayan küresel kriz mali sektörden çok reel sektörü etkisi altına almıştır.(Ünal vd., 2009: 10). 14 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Türk özel sektörünün dünyada yaşanan krize yüksek miktarda döviz borcuna sahip olarak girmesi ve dış piyasalarda yaşanan talep daralmasının ihracat kapasitesini olumsuz etkilemesinden dolayı, reel sektör bu krizden asıl etkilenen kesimi oluşturmuştur. (Ünal vd., 2009: 9). Türkiye’de 2007 yılında ve 2008 yılının ilk yarısında, enerji tüketiminde artışlar yaşanmıştır. 2007 yılında %8 artmıştır. Bu artış dünya ülkeleri arasında kayda değer bir artıştır. Son beş yılda ise Türkiye’nin birincil enerji tüketimi %35 oranında, elektrik enerjisi tüketimi %43 artmıştır. Bu artış da yine dünya ülkeleri arasında en yüksek artışlardan biridir. Türkiye fosil kaynaklı enerji kaynakları bakımından büyük oranda dışa bağımlıdır. Türkiye’nin ithal enerji kaynaklarına bağımlılığının azaltılabilmesi, uluslar arası ilişkiler, ekonomi ve istihdam açısından büyük önem taşımaktadır. Aşağıdaki tabloda 2006 yılı itibari ile Türkiye’nin enerji sektöründeki yerli üretim ve ithalat oranları görülmektedir. Tablo 2. 2006’da Taşkömürü, Petrol ve Doğal Gaz Üretim ve İthalat Rakamları Kaynaklar Yerli Üretim % İthalat % Taşkömürü (ton) 17 83 Petrol (ton) 8 92 Doğal Gaz (m³) 3 97 Kaynak: Türkyılmaz, Oğuz; s: 72. Tablodan görüleceği üzere yerli üretimin payı doğal gazda %3, petrolde %8, taşkömüründe %17’dir. Geri kalan enerji arzı ise ithalat yolu ile karşılanmaktadır. Türkiye’de arz edilen enerjinin tüketiminin sektörler itibari ile dağılımı aşağıdaki grafikteki gibidir. 15 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grafik 1. Türkiye’de Nihai Tüketimin Sektörel Dağılımı Kaynak: Türkyılmaz, Oğuz; “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Sektörünün Durumu”, Mühendis ve Makine Dergisi, Cilt: 48, Sayı: 569, s: 73. 4. ÇALIŞMADA KULLANILAN YÖNTEM 4.1. Veri Zarflama Analizi Veri Zarflama Analizi (VAZ), birden fazla girdi ve çıktı değerlerine sahip birimlerin (birimler benzer iş kollarında yer alan işletmeleri ifade edebileceği gibi, aynı işletmenin farklı kanallarını da temsil edebilir) performanslarını ölçmek için kullanılan “veri odaklı” bir yaklaşımdır. VZA, araştırmaya konu olan tüm birimlerin performans değerlendirmeleri ile ilgili olarak, verinin değerlendirilmesinde kullanılan ve gözlem değerini bir sınır çerçevesinde ele alan parametrik olmayan bir yöntemdir (Yılmaz vd.) Parametrik olmayan yöntemler içinde en sık kullanılanı veri zarflama analizi yöntemidir. Farrell’in 1957’deki tek girdi/çıktı teknik etkinlik ölçümü, Charnes vd. (1978) tarafından çoklu girdi/çıktı göreceli etkinlik ölçümü olarak genişletilerek, veri zarflama analizi olarak literatüre girmiştir. Veri zarflama analizinde temel varsayım, tüm karar verme birimlerinin benzer stratejik hedeflere yönelmeleridir (Metters vd., 1999). Ürettikleri mal yada hizmet açısından birbirlerine benzer ekonomik karar birimlerinin “göreceli” etkinliklerinin ölçülmesi amacıyla geliştirilen bu yöntem, etkinlik analizinde karşılaşılan güçlükleri giderebilmek için ilk başta kar amacı gütmeyen işletmelerin karşılaştırmalı etkinliklerinin ölçülmesinde kullanılmış, daha sonra kar amaçlı üretim ve hizmet sektörlerinde işletmelerin karşılaştırmalı etkinliklerinin ölçülmesinde de yaygın kullanım alanı bulmuştur (Yolalan 1993: 27). 16 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Matematiksel programlama tekniğine dayanan veri zarflama analizi yöntemi, parametrik tahmine dayanmadığından işletmelerin göreli etkinliğinin ölçülmesinde uygulanan pratik ve yorumlanması kolay bir yöntemdir. Yöntemde, aynı piyasada faaliyet gösteren bir karar biriminin diğer bir karar birimine göre etkinliğinin ölçülmesi esastır. Bu çözümlemedeki kısıt bütün karar birimlerinin etkinlik sınırı üzerinde veya altında olmaları gerektiğidir. Diğer bir ifadeyle, bu teknikte doğrusal programlama kullanılarak en iyi davranan gözlemlerden oluşan etkinlik sınırı çizilmekte ve tüm gözlemlerin bu sınıra görece etkinliği ölçülmektedir. Dolayısıyla, etkin birimler “1” değeri alırken, etkin olmayan birimlerin değeri 1’den küçük olmaktadır. “1” ile etkinlik değeri arasındaki fark, aynı miktar çıktının fark nispetinde daha az girdiyle elde edilebileceğini göstermektedir (Yayla vd., 2005: 31). Veri zarflama analizinde karar verilecek husus girdi odaklı veya çıktı odaklı yaklaşımın seçimine ilişkindir. Girdi odaklı yaklaşımda, belirli bir çıktıyı üretmede kullanılacak en az girdi miktarı (girdi minimizasyonu); çıktı odaklı yaklaşımda ise, belirli bir girdiyle en fazla üretilecek çıktı miktarı (çıktı maksimizasyonu) baz alınmaktadır. Birbirinin duali olan iki opitimizasyon problemimin çözülmesi aynı etkin sınırı vermekte, ancak zaman zaman etkinsiz birimlerde farklılıklar oluşabilmektedir (Yayla vd. 2005: 31). Veri zarflama analizi ile; bir karar verme biriminin etkin olup olmadığına karar verilmektedir. Bir karar verme birimin yüzde yüz etkin olması ancak şu durumlarda söz konusu olabilecektir (Bayazıtlı vd. 2004): • Hiçbir çıktısı, bir yada birden fazla girdisinin artırılması veya diğer çıktılardan bazılarının azaltılması durumlarının dışında artırılamaz; • Hiçbir girdisi, çıktıların bazılarının azaltılması veya diğer bazı girdilerinin artırılması durumlarının dışında azaltılmaz. Veri zarflama analizinin kullanılmasının avantajı karar verme birimlerinin etkinliklerinin ölçülmesinde tüm performansı içeren bir birleşik endeks oluşturmasıdır. Bu durumda, veri zarflama analizi karar verme birimleri için bireysel performans ölçütü de oluşturmaktadır. Herhangi bir endüstri dalında etkinlik ölçümü yapabilmek için öncelikle o endüstriyi oluşturan çeşitli ekonomik karar birimlerinin kullandıkları girdi ve çıktı miktarlarının ölçümüne gereksinim duyulur (Yolalan 1993:7; Kılıçkaplan vd. 2004). Veri tabanlı bir etkinlik ölçüm tekniği olduğundan, veri zarflama analizi ile yapılacak ölçümün sağlıklı olabilmesi göz önüne alınan girdi ve çıktıların da anlamlı olması ile mümkündür. Bu aşamadaki amaç, üretim teknolojisini en iyi şekilde ifade edebilecek girdi ve çıktıların seçilmesidir 17 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 (Yolalan 1993: 66; Kılıçkaplan vd. 2004). Farklı girdi ve çıktı değişkenleri için yapılacak ölçümlerde her zaman farklı sonuçlar çıkma ihtimali vardır. Hangi sektörde olursa olsun, karlılık esas alındığından olaya etki eden etmenleri girdi bazında azaltma, çıktı bazında ise artırma yolunun verimlilik analizinin temelini oluşturması, işletmelerin olmazsa olmaz bir kavramı durumuna gelmiştir. Nitekim; sistemi oluşturan girdilerin ve çıktıların sayıları, o sistem üzerinde yapılan analizin türünü de ayrıştırmaktadır. Özetle; bir zincirin en zayıf halkası kadar sağlam olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, ölçümün verimlilik zinciri içindeki önemi daha da belirgin bir durum kazanır. Bu nedenledir ki; artık günümüz yöneticileri, işletmelerinin verimlik düzeylerini ölçebildikleri oranda işletmelerini yönetebilecekleri gerçeğini kabullenmişlerdir (Aydagün 2003). 4.1.1. Veri Zarflama Analizinde Kullanılan Yöntemler: Veri Zarflama Analizinde temel olarak üç yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemler, - CCR (Charnes-Cooper-Rhodes) Yöntemi - BCC (Banker-Chaenes-Cooper) Yöntemi - Toplamsal Yöntemdir. Bu üç yöntemde de girdi ya da çıktı odaklılık dikkate alınarak kullanılabilir. CCR Yöntemi: CCR yöntemi ölçeğe göre sabit getiri varsayımına dayanır. Eğer j. karar biriminin etkinliği h j ise amaç, bu değerin maksimizasyonu olmalıdır. Bu durumda amaç fonksiyonu girdi odaklılık varsayımı altında (1.1) formülündeki gibi ifade edilebilir (Tarım 2001) n Enbhj = ∑u y r =1 m r r (1.1) ∑v x i i i =1 18 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kısıtlar ise (1.2) formülündeki gibi gösterilebilir. n ∑u y r r =1 m r ∑v x ≤1 i i i =1 ur ≥ 0 (1.2) vi ≥ 0 Yukarıda da değinildiği gibi kesirli programlama setinin çözümü doğrusal programlamaya göre güçtür. (1.1) ve (1.2) formülleri doğrusal programlama mantığı ile ifade edildiğinde (1.3) ve (1.4) formülleri elde edilebilir. n Enbh j = ∑ u r yr (1.3) r =1 m ∑v x =1 i i i =1 n m r =1 i =1 ∑ ur yr − ∑ vi xi ≥ 0 (1.4) ur , vi ≥ 0 (1.3) ve (1.4) formülleri girdi odaklılık durumu için düzenlenmiştir. Eğer çıktı odaklılık durumu için CCR yöntemi kullanılacaksa bu durumda doğrusal programlama modeli (1.5) ve (1.6) formüllerindeki gibi olacaktır. Enkg j = n ∑u y r r =1 r m ∑v x i =1 (1.5) i i =1 n m r =1 i =1 − ∑ ur yr + ∑ vi xi ≥ 0 (1.6) ur , vi ≥ 0 İster girdi odaklı ister çıktı odaklı düşünülsün, bir karar verici karar noktalarının etkinliklerine CCR yöntemiyle karar vermek istiyorsa yukarıda tanımlanan modeli bütün karar noktaları için uygulamalıdır. Kurulan model her bir karar noktası için çözüldüğünde her bir karar noktası için toplam etkinlik ölçütleri elde edilecektir. Bu ölçütleri 1’ eşit olması karar noktaları için etkinliği, 1’ den küçük olmaları ise karar noktalarının etkinsizliğini gösterir. 19 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 BCC Yöntemi: CCR modelinin varsayımlarında değişiklik yapılarak elde edilmiş bir modeldir. Bu model temelde ölçeğe göre değişken getiri varsayımına dayanır. Banker-Charnes-Cooper tarafından geliştirilmiştir. BCC modelini kullanarak tüm karar birimleri için ölçeğe göre getiri tipi de belirlenebilir. BCC sınırı her zaman CCR sınırının altında yer alır. Bu yüzden CCR etkinlik skoru, BCC etkinlik skorundan küçük veya ona eşit olacaktır. BCC modelinin CCR modelinden tek farkı, ölçeğe göre değişken getiri varsayımı altında her bir karar birimi için çözülecek doğrusal program sonucu elde edilecek λ (etkin olmayan bir karar noktası için etkin olası girdi çıktı bileşimi oluşturmak için gereken bilgiyi sağlayan değer) değerlerinin toplamının 1’e eşit olmasıdır. BCC yönteminin modeli (1.7) formülünde verilmiştir. Amaç fonksiyonu, EnkΘ k Kısıtlar, N ∑y j =1 rj λ jk ≥ y rk (1.7) N Θ k xik − ∑ xij λ jk ≥ 0 j =1 N ∑λ j =1 j =1 Toplamsal Yöntem: CCR ve BCC modelleri girdiye ve çıktıya odaklı olarak değerlendirmektedir. Eğer bir model, bu iki çeşit odaklanmayı da beraber değerlendiriyorsa + − toplamsal modeldir. Burada asıl amaç, girdi fazlası ( s ) ve çıktı eksikliğini ( s ) eş zamanlı olarak ele alıp etkinlik sınırı üzerinde etkinsiz karar birimine en uzaktaki noktaya ulaşmaya çalışmaktır. Etkinsizlik ise (1-Etkinlik) ile bulunur. Bu model sonucunda bir etkinlik skoru değeri elde edilmez. Karar birimlerinin etkin olup olmadıkları aylak değişken değerlerine bakılarak belirlenir. Eğer her iki aylak değişkenin değeri de sıfır ise o karar birimi bu modele göre etkin olacaktır. 20 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4.1.2. Veri Zarflama Analizinin Avantajları, Dezavantajları Veri Zarflama Analizi, doğru şekilde kullanıldığı zaman çok etkin bir araçtır. Veri Zarflama Analizinin avantajları aşağıdaki gibi sıralanabilir: - Veri Zarflama Analizi, çok girdi ve çok çıktıyı işleyecek yetenektedir. - Veri Zarflama Analizi, doğrusal form dışında, girdi ve çıktıları ilişkilendiren bir fonksiyonel forma ihtiyaç duymaz. - Veri Zarflama Analizi ile etkinlikleri hesaplanan karar birimleri göreli olarak tam etkinliğe sahip olanlarla kıyaslanır. - Girdiler ve çıktılar çok farklı birimlere sahip olabilirler. Bu durumda, onları aynı biçimde ölçebilmek için çeşitli varsayımlar kullanmaya, dönüşümler yapmaya gerek yoktur. Veri Zarflama Analizinin dezavantajları ise aşağıdaki gibi sıralanabilir: - Veri Zarflama Analizi, ölçüm hatasına karşı çok duyarlıdır. - Veri Zarflama Analizi, karar noktalarının performansını ölçmek açısından yeterlidir, fakat bu değerlendirmenin mutlak etkinlik bazındaki yorumu ile ilgili ipucu vermez. - Veri Zarflama Analizi, parametrik olmayan bir teknik olduğu için, sonuçlara istatistiksel hipotez testlerinin uygulanması zordur. - Veri Zarflama Analizi, statik bir analiz şeklindedir, bir tek dönemdeki karar noktası verileri arasında bir kesit analizi yapar. Analiz sonucunda her karar noktası için tek bir etkinlik tahminleyicisi elde edilmektedir ve bu tahminleyicinin istatistiksel özelliklerinin elde edilmesi çok zordur. - Her karar noktası için ayrı bir doğrusal programlama modelinin çözümü gerektiğinden, büyük boyutlu problemlerin Veri Zarflama Analizi ile çözümü, hesaplama açısından zaman alıcı olabilir. 4.2. Çalışmanın Veri Seti İMKB’de enerj sektöründe faaliyet gösteren firmaların bilanço ve gelir tabloları bilgileri İMKB CD-Rom setinden alınmıştır. Bu çalışmanın amacı global finansal kriz öncesinde ve bu süreçte İMKB’de enerji sektöründe işlem gören firmaların finansal performansını ölçmek olduğu için örneklemin kullanıldığı zaman aralığı 2005 - 2009 olarak belirlenmiştir. Örneklemde kullanılan firma sayısı 6 olup her yıl aynı firmalar analizde kullanılmışlardır. Bu firmalar şunlardır: 21 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI • Ak Enerji • Aksu Enerji • Ayen Enerji • Aygaz • Tüpraş • Zorlu Enerji Bişkek 2010 4.3. Çalışmanın Kısıtları Seçilen girdi sayısı m, çıktı sayısı da p ise, en az (m + p + 1) tane karar birimi araştırmanın güvenirliliği açısından gerekli bir kısıttır. Değerlendirmeye alınan karar verme birim sayısının, değişken sayısının en az iki katı olması da diğer bir kısıttır (Boussofiane vd. 1991: 7-8). Buna göre; enerji sektörüne bakıldığında, İMKB’de işlem gören 6 işletme olduğu için karar verme birim sayısı 6’dır. Girdi ve çıktı sayısı da ilk kısıta göre en fazla 5 olmalıdır. Bu çerçevede girdi ve çıktı değişkenlerinin seçiminde 5 olarak belirlenen sayı, bu kısıt dikkate alınarak belirlenmiştir. Diğer bir kısıt ise, çalışmanın kapsamını, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların oluşturmasıdır. 4.4. Çalışmada Kullanılan Girdi ve Çıktıların Belirlenmesi Çalışmada kullanılan girdi ve çıktıların listesi, aşağıdaki tabloda verilmiştir. Veriler seçilirken enerji sektöründe faaliyet gösteren firmaların kriz sürecinde finansal performanslarının ölçülmesi esas alınmıştır. Tablo 3. Çalışmada Kullanılan Girdi ve Çıktı Değişkenlerinin Listesi GİRDİLER (X) ÇIKTILAR (Y) X1: Net İşletme Sermayesi Y1: Faaliyet Karı X2: Kısa Süreli Borç/Toplam Pasif Y2: Net Kar X3: Toplam Borç/Özsermaye Net İşletme Sermayesi: İşletme Sermayesi, işletmenin üretimini işleyiş kesimleri olmadan sürdürebilmesi, vadesi gelen borçlarını zamanında ödemesi; borçlanma olanaklarını arttırması, dalgalanma dönemlerinde finansal bir krize girmeden normal faaliyetlerini sürdürmesi ve işletmenin 22 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 hedeflerine başarılı bir biçimde ulaşmasında önemli bir işlevi vardır (Berk 1995: 93). İşletme sermayesi işletmenin dönen varlıklarını göstermektedir. Net İşletme sermayesi ise (Net İşletme Sermayesi = Dönen Varlıklar – Kısa Süreli Borçlar) dönen varlıkların kısa süreli borçlar ile finanse edilmeyen kısmını ifade eder. Kısa Süreli Borç/Toplam Pasif: Bu oran İşletmenin toplam kaynakları içindeki kısa süreli borçlarının oranını verir. İşletme faaliyetlerinin yüzde kaçının kısa süreli borç ile karşılandığını ifade etmektedir. Bu oran özellikle kriz Toplam Borç/Özsermaye: Bu oran, işletmenin borçlanma yoluyla sağladığı yabancı sermaye ile özsermayesi arasındaki ilişkiyi gösterir. Oran, aynı zamanda, işletmenin tasfiye edilmesi durumunda öz sermayesinin borçlarını karşılayıp karşılamayacağı konusunda da fikir verir. Faaliyet Karı: Bir işletmenin belli bir dönem itibariyle elde ettiği brüt satış karından, genel yönetim giderlerinin çıkarılması sonucu bulunan kazancını göstermektedir. Net Kar: İşletmenin vergi sonrası kazancını göstermektedir. Çalışmada yukarıda anlatılan VZA yöntemlerinden CCR modeli verilere uygulanarak, • Girdi Odaklı CCR Modeli • Çıktı Odaklı CCR Modeli olmak üzere 2 farklı model elde edilmiştir. Girdi odaklı yaklaşımda, belirli bir çıktıya ulaşmada kullanılacak en az girdi miktarı baz alınacaktır. Çıktı odaklı yaklaşımda da, belirli bir girdiyle en fazla üretilecek çıktı miktarı esas alınacaktır. Bu modeller DEAP (Data Envelopment Analysis Program) Version 2.1. paket programı kullanılarak çözülmüştür. 4.5. Bulgular ve Tartışma Girdi Odaklı CCR Modeli Bulguları İMKB’de işlem gören ve enerji sektöründe faaliyet gösteren altı firmanın analiz edilmesi sonucunda yıllar itibari ile elde edilen etkinlik değerleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. 23 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4. Yıllara göre firmaların etkinlik değerleri (Girdi Odaklı) Firm 2005 yılı te 1 (Ak Enerji) 0.002 2006 yılı te 0.178 2007 yılı te 0.030 2008 yılı te 1.000 2009 yılı te 0.944 2 (Aksu Enerji) 0.005 0.000 0.000 0.514 0.080 3 (Ayen Enerji) 1.000 0.373 1.000 0.782 0.286 4 (Aygaz Enerji) 1.000 1.000 1.000 1.000 1.000 5 (Tüpraş Enerji) 1.000 1.000 1.000 0.704 1.000 6 (Zorlu Enerji) 0.000 0.000 0.177 0.123 0.245 Tablo 5. Yıllar itibari ile firmaların etkinlik değerleri ortalamaları (Girdi Odaklı) 2005 yılı 2006 yılı 2007 yılı 2008 yılı 2009 yılı 0.501 0.425 0.534 0.501 0.590 Çıktı Odaklı CCR Modeli Bulguları İMKB’de işlem gören ve enerji sektöründe faaliyet gösteren altı firmanın analiz edilmesi sonucunda elde edilen etkinlik değerleri aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablo 6. Yıllara göre firmaların etkinlik değerleri (Çıktı Odaklı) Firm 2005 yılı te 1 (Ak Enerji) 0.002 2006 yılı Te 0.178 2007 yılı Te 0.030 2008 yılı te 1.000 2009 yılı te 0.944 2 (Aksu Enerji) 0.005 0.000 0.000 0.514 0.080 3 (Ayen Enerji) 1.000 0.373 1.000 0.782 0.286 4 (Aygaz Enerji) 1.000 1.000 1.000 1.000 1.000 5 (Tüpraş Enerji) 1.000 1.000 1.000 0.704 1.000 6 (Zorlu Enerji) 0.000 0.000 0.177 0.123 0.245 Tablo 7. Yıllar itibari ile firmaların etkinlik değerleri ortalamaları (Çıktı Odaklı) 2005 yılı 2006 yılı 2007 yılı 2008 yılı 2009 yılı 0.501 0.425 0.534 0.501 0.590 Her iki yaklaşımda da yıllar itibari ile aynı etkinlik değerlerine ulaşılmıştır. Enerji sektöründe, 2005 yılı için ortalama etkinlik, 0.501 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.501) 0.499 veya %49.9 olarak ifade 24 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 3, 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip, diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Enerji sektöründe, 2006 yılı için ortalama etkinlik, 0.425 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.425) 0.575 veya %57.5 olarak ifade edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip, diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Enerji sektöründe, 2007 yılı için ortalama etkinlik, 0.690 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.690) 0.310 veya %31 olarak ifade edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 3, 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip, diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Enerji sektöründe, 2008 yılı için ortalama etkinlik, 0.501 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.501) 0.499 veya %49.9 olarak ifade edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 1, 4 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip, diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Enerji sektöründe, 2009 yılı için ortalama etkinlik, 0.590 olarak bulunmuştur. Hesaplanan ortalama etkinlik endeksine göre, enerji sektöründe etkinsizlik oranı (1-0.590) 0.41 veya %41 olarak ifade edilebilir. Firmaların bazında baktığımız da ise 4, 5 kodlu firmaların tam etkinliğe (1.00) sahip, diğerlerinin ise düşük etkinliğe sahip olduğu söylenebilir. Sonuç olarak; enerji sektöründeki firmalardan 4 kodlu firma incelenen tüm yıllarda tam etkinlik düzeyini yakalamıştır. 5 kodlu firma 2005, 2006, 2007, 2009 yıllarında, 3 kodlu işletme 2005 ve 2007 yıllarında, 1 kodlu işletme de 2008 yılında tam etkinlik düzeyini yakalamıştır. İncelenen tüm yıllarda enerji sektöründeki firmaların ortalama etkinlik değeri 1’den küçüktür. Sektördeki en yüksek etkinlik değeri 2009 yılında, en düşük etkinlik değeri de 2006 yılında gerçekleşmiştir. 5. SONUÇ Dünya enerji sistemi, oldukça karmaşıklaşan ve öngörülerin sürekli alt üst olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Bu nedenle de, petrol ve doğal gazda dünyadaki kaynaklara yönelik arayışlar yoğunluk kazanırken, özellikle kömür ve nükleer enerjiye dönük beklentiler, önceki yıllara kıyasla önemli artış göstermiştir. Bu çalışmada, 2005-2009 dönemi İMKB de enerji sektöründeki faaliyet gösteren altı firma veri zarflama analizi yöntemiyle incelenerek bu yıllardaki finansal etkinlikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. 25 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Çalışmada kullanılan veri zarflama analizi yöntemi birbiriyle etkileşim halinde olan çok sayıda değişkeni birlikte inceleme imkanı vermektedir. Çok sayıda girdi ve çıktıyı herhangi bir fonksiyonel forma ihtiyaç duymaksızın işleyebilme özelliği yöntemin önemli bir üstünlüğüdür. VZA Yöntemi başlangıçta kar amacı gütmeyen sosyal amaçlı kuruluşlarda kullanılmış, ardından ekonomik işletmelere uygulanması kullanım alanını daha da yaygınlaştırmıştır. Küresel ekonomi Ağustos 2007 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan mali kriz ortamıyla karşı karşıya kalmıştır. 2008 yılında Türkiye’de etkileri görülmeye başlayan küresel kriz mali sektörden çok reel sektörü etkisi altına almıştır. Türkiye’de özellikle 2007 yılında ve 2008 yılının ilk yarısında, enerji tüketiminde artışlar yaşanmıştır. Enerji tüketimi 2007 yılında %8 artış göstermiştir. Son beş yılda ise Türkiye’nin birincil enerji tüketimi %35 oranında, elektrik enerjisi tüketimi %43 artmıştır. Bu artış da yine dünya ülkeleri arasında en yüksek artışlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak incelenen yıllar itibari ile enerji sektörü finansal açıdan tam etkinliğe ulaşamamakla birlikte Türk enerji sektörü bu krizin olumsuzluklarından diğer sektörlere göre daha az etkilenmiştir.. Firmalar en düşük etkinliğe 2006 yılında sahipken, 2009 yılı ilk 9 ayı itibari ile en yüksek etkinliğe ulaşmışlardır. Kriz öncesi dönemin ve kriz sürecinin analizi sonucunda firmaların finansal etkinliklerinde olumsuz bir değişme görülmemektedir. Bu olumlu gelişmenin 2010 yılında da devam etmesi beklenmektedir. 26 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA AYDAGÜN, Alper (2003). Veri Zarflama Analizi, İstanbul: Hava Harp Okulu Havacılık ve Uzay Teknolojileri Enstitüsü, Huten Yıl Sonu Semineri, Endüstri Mühendisliği Ana Bilim Dalı. BATMAN, A.: “Türkiye’nin Enerji Vizyonu”, http://mmo.org.tr/resimler/ekler/8188c7e9965c217_ek.pdf . BERK, Niyazi (1995). Finansal Yönetim. İstanbul: Türkmen Yayınevi BOUSSOFIANE, A., R. DYSON ve E. RHODES (1991). “Applied Data Envolopment Analysis”. European Journal of Operational Research, II (6): 1-15. BP Statistical Review of World Energy, June 2006. COELLİ, Tim (1996). A Guide to DEAP Version 2.1: A Data Envelopment Analysis (Computer) Program: University of New England, Armidale. KESKİN BENLİ, Yasemin (2006). İstanbul Menkul Kıymetler Borsası İmalat Sanayi İçin Etkinlik ve Toplam Faktör Verimliliği Analizi. Ankara: Seçkin Yayınları. KILIÇKAPLAN, Serdar., Murat ATAN ve Feride HAYIRSEVER (2004). Avrupa Birliği’nin Genişleme Sürecinde Türkiye Sigortacılık Sektöründe Hayat Dışı Alanda Faaliyet Gösteren Şirketlerin Verimliliklerinin Değerlendirilmesi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü ve Yüksekokulu, Geleneksel Finans Sempozyumu, “Uluslar arası Piyasalarda Finansal Entegrasyon”. METTERS, R.D., F.X. FREI ve V.A. VARGAS (1999). “Measurement of Multiple Sites in Service Firms With Data Envelopment Analysis”, Production and Operations Management, C.8, S.3: 264-281. TARIM, Armağan (2001). Veri Zarflama Analizi: Matematiksel Programlama Tabanlı Göreli Etkinlik Ölçüm Yaklaşımı. Ankara: Sayıştay Yayın İşleri Müdürlüğü, Araştırma/İnceleme/Çeviri Dizisi, No:15. TÜRKYILMAZ, Oğuz; “Dünyada ve Türkiye’de Enerji Sektörünün Durumu”, Mühendis ve Makine Dergisi, Cilt: 48, Sayı: 569. ULUCAN, Aydın (2000). “İSO 500 Şirketlerinin Etkinliklerinin Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi Yaklaşımı: Farklı Girdi Bileşenleri ve Ölçeğe Göre Getiri Yaklaşımları İle Değerlendirmeler”. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.57, S.2: 185-202. ULUCAN, Aydın (2000). “Şirket Performanslarının Ölçülmesinde Veri Zarflama Analizi Yaklaşımı: Genel ve Sektörel Bazda Değerlendirmeler”, Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, C.18, S.1: 405418. ÜNAL, Ali; KAYA, Hüseyin (2009). Küresel Kriz ve Türkiye. İstanbul: Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi. World Energy Outlook, Executive Summary, 2007. 27 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 YAYLA, Münür, KAYA TÜRKER, Yasemin ve EKMEN, İbrahim (2005/6). “Bankacılık Sektörüne Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler ve Türkiye”. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ARD Çalışma Raporları. YILMAZ, C., ÖZDİL, T., AKDOĞAN, G.:”Seçilmiş İşletmelerin Toplam Etkinliklerinin Veri Zarflama Yöntemi İle Ölçülmesi”, http://yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd4/sbd-4-13.pdf. YOLALAN, Reha (1993). İşletmelerarası Göreli Etkinlik Ölçümü. Ankara: Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları: 483. “2007-2008 Türkiye Enerji Raporu”, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, Aralık 2008, Yayın No: 0009/2009: 15-17. htpp:/.deu.edu.tr/userweb/k.../Veri%20%20Zarflama%20Analizi.doc 28 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KÜRESEL FİNANSAL KRİZ VE KAZAKİSTAN FİNANS SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİLERİ Yrd. Doç. Dr. Osman BARAK* Dr. Tayfun YAZICI** Özet 2007 yılında finansal piyasalarda başlayan ve 2008 yılında finansal ve reel piyasaları derinden sarsan küresel krizin, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin finans sistemi üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Bu çalışmada 2007 yılının ikinci yarısından itibaren ABD’de konut kredilerinin geri ödemelerinde yaşanan sıkıntılarla başlayan ve kısa bir sürede tüm dünyayı etkisi altına alan finansal krizin Kazakistan finans sistemi üzerindeki etkileri incelenmiştir. Kazakistan finans sisteminin söz konusu dönemine ait verileri analiz edildiğinde; Kazakistan da faaliyet gösteren ilk beş büyük bankanın, toplam aktif değişimleri, toplam öz kaynakları, kredileri, gecikmiş kredileri ve provizyon ayrılmış kredileri ile Kazakistan’ın mali bilanço, büyüme, dış borçlar, toplam devlet rezervleri gibi ana kalemlerde daha önceki yıllara göre bozulma meydana geldiği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Kriz, Küresel finansal kriz, Kazakistan finansal sistemi GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND THE IMPACT ON KAZAKHSTAN FINANCE SYSTEM Abstract Global crisis that started in the financial markets in 2007 and shocked both financial and real markets in 2008 has deeply affected the finance system of many developed and developing countries. This paper examines the impact on Kazakhstan finance system of the financial crisis which started in the second half of 2007 with the problems experienced in repayment of mortgage loans in USA and had a global effect in a short period of time. When the data of Kazakhstan financial system for the abovementioned period are examined, the five major banks operating in Kazakhstan, it is found out that main items including total assets changes, total equity, total loans, overdue loans and provision allocated credits with Kazakhstan’s financial balance sheet, economic growth, external depts., total government reserves etc. have undergone deterioration compared to previous years. Keyword: Crisis, Global financial crisis, Kazakhstan finance system * Ahmet Yesevi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi, Muhasebe Finansman Bölümü, osmanbarak@yahoo.com KZI Bank, Shimkent Şube Müdürü, tayfun_yazici@yahoo.com ** 29 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ Dünya ekonomisi muhtemel etkileri henüz tam olarak bilinmeyen, dolaysıyla son derece karmaşık ve zor bir küresel mali kriz surecini yaşıyor. Ülkeler de dünya ölçeğindeki payı nispetinde hiç şüphesiz küresel ekonomideki bu dalgalanmalardan etkileniyor. Küreselleşmenin bir sonucu olarak ülkeler dünya devletinin birer vilayeti konumuna gelmiş, herhangi bir bölgedeki olumlu ya da olumsuz değişimler bütünü etkileyici sonuçlar doğurmuştur. Bu etkileşimde bilgi teknolojilerindeki baş döndürücü yenilik ve gelişmeler tetikleyici rol oynamıştır. Bilgi teknolojisi destekli gelişmeler ülkeler arası sınırları tartışmalı hale getirmiştir. Ülkeler arasındaki sınırlar bir bir kalkmaya başlamış ve büyük çaplı ekonomik birlikler oluşturulmuştur. Dünyada her alanda meydana gelen değişim ve yenilikler finans sektörünü de doğrudan etkilemiştir. Bankacılık sektörü hayatın her alanına girmiş, finansal mühendisliklerle yeni finansal enstrümanlar geliştirilmiştir. Bilgi teknolojilerinin desteğiyle yeni finansal araçların çıkarımı ve kullanımı yaygın hale gelmiştir. Bu gelişmelerin sonucu olarak geleceğe ilişkin türev piyasalar oluşturulmuş ve gelecekte üretilecek değerler ve gelirler üzerine kağıtlar çıkartılarak pazarlanmış ve fon sağlanmıştır. Sağlanan fonlar büyük ölçüde tüketime yönlendirilmiş ve gelecekte sağlanması hedeflenen gelirler bu günden tüketilmiştir. Söz konusu değişim finansal balonların oluşmasını sağlamış ve piyasaların oynaklığını artırmıştır. ABD’de 2000 yılından itibaren uygulanan ekonomi politikaları üretim ile tüketim arasındaki dengenin bozulmasını sağlamıştır. Finansal araçlardaki çeşitlilik ve gelişmeler söz konusu dengesizliği daha da tetiklemiştir. İpotekli ev kredisi ödemelerinde yaşanan sorunlar küresel krizin başlamasına neden olmuştur. Kriz, kelime anlamı itibariyle; bir süreçte ani dönüşüm noktası, ekonomi ve politika alanında istikrarsız ve tehlikeli bir durumu ifade eden güç dönem olarak tanımlanmaktadır (Collins 1986:369). Başka bir deyişle kriz, herhangi bir mal, hizmet, faktör veya döviz piyasasındaki fiyat ya da miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının dışında gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar olarak tanımlanabilir (Kibritçioğlu 2000:5-6). Bu çalışmada, kriz ve küresel finansal kriz kavramı ele alınmış, krizin nedenleri boyutu, ABD ve Çin’e etkileri tartışılmıştır. Daha sonra küresel finansal krizin Kazakistan finans sistemi üzerine etkileri incelenmiştir. 30 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KÜRESEL FİNANSAL KRİZ Finansal kriz; finans piyasalarındaki (hisse senedi ve döviz piyasası gibi) şiddetli fiyat dalgalanmaları ya da bankacılık sisteminde bankalara geri dönmeyen batık kredilerin aşırı derecede artması sonucu yaşanan ciddi ekonomik sorunların bütünleşik adıdır (Kibritçioğlu 2000:3). Başka bir ifadeyle finansal kriz; finansal piyasaların, ahlaki tehlike ve yanlış tercihler nedeniyle gittikçe kötüleşmesi, fonların yatırımlara etkin bir şekilde yönlendirilememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmadır (Mishkin 1996:1-2). Küresel finansal kriz diye adlandırılan ve bütün dünyayı etkileyen kriz öncelikle Amerika Birleşik Devletleri’nde başlamıştır. ABD de yıllar itibariyle artan gayrimenkul fiyatlarındaki aşırı fiyat artışlarındaki sönme, 2006 yılından itibaren ipotekli konut kredilerinin geri ödemelerinde sorunlara yol açmıştır. Devam eden süreçte, kredi veren kuruluşlardan menkul kıymet ihraç edenlere, bir bütün olarak finansal sisteme, duyulan güven sarsılmıştır (Barak 2009:304; Gorton 2009:11; Taylor 2009:11). Kriz başlangıçta sadece gelişmiş ülkeleri etkileyen bir kredi krizi olarak algılanmakla birlikte, daha sonra gelişmekte olan ülkeleri de içine alarak, küresel likidite krizi haline dönüşmüştür (Barak 2009:304). Küresel finansal krizi tetikleyen olayların başında yüksek riskli konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi gelmektedir (Felton vd. 2008:1-2). Son 15 yılda dünyadaki dolar rezervlerinde ciddi artışlar olmuş, buna karşın ABD’de tasarruflar %17 seviyesinden %14 seviyelerine düşmüştür. Yatırımlar ise 1994-2005 döneminde milli gelirin %19’u seviyelerinde gerçekleşmiştir. Böylece yatırım-tasarruf dengesi bozulmuştur. Finansal enstrümanlardaki çeşitlilik ve bunların yarattığı fon fazlalığı borçlanma eğilimini de artırmıştır. Artan borçlanma eğilimi konut talebinin de artışa neden olmuş, maddi gücü yetersiz olanların dahi ipotekli mortgage kredileriyle ev sahibi olmasını sağlamıştır (Rivera-Batiz, 2008). Bu olguda ABD başkanının uyguladığı kredi faiz politikası da etkili olmuştur. Ekonomiyi canlandırma ve düşük gelirli insanların ev sahibi olmasını sağlama amaçlı başlayan süreçte kredi faiz oranları (3 yıllığına %5’lerden %1,5’lere) düşürülmüştür. Ancak, 2006’nın sonunda faiz oranları %1,5’lerden %5’lere çıkınca, çalışanların gelirleri aynı oranda artmayıp, hatta azalınca, alınan ev kredileri ödenmemeye başlamıştır. Bankalar tahsil edemedikleri kredileri ödeyebilmek için üzerlerine kalan ipotekli evleri (Ağustos 2007 itibariyle satışa arz edilen konut miktarı yaklaşık 4,6 milyon) satmak isteyip, ipotek değerinden müşteri bulamayınca, değerinin çok daha fazla altına satmak zorunda kalmışlar ve bu maliyeti de bilânçolarına zarar olarak yansıtmışlardır. Takip eden süreçte, alacaklarını tahsil edemeyen bankalar, borçlarını ödeyecek kaynak bulamamışlar. Bankaların ve Yatırım Fonlarının içindeki menkul kıymetlerin gerçek 31 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 değeri iyice belirsizleşmiş, aktifleri donuklaşan bankalar arasındaki para aktarımı (herkesin nakit’in üstüne yatması nedeniyle) yavaşlamıştır. Sonuç itibariyle sistem işlemez hale gelmiş ve finansal kriz başlamıştır (Barak 2009:305-306). Küresel mali kriz kaynaklı, uluslararası piyasalarda meydana gelen gelişmeleri iki dönemde değerlendirmek mümkündür. Birinci dönem, Temmuz 2007 ve 15 Eylül 2008 tarihleri arasında finansal piyasalarda yaşanan, şok dönem olarak ifade edebileceğimiz, çalkantılı dönemdir. İkinci dönem ise 2008 Eylül ayından itibaren banka ve finansal kurumların ve özellikle de yatırım bankası Lehman Brothers’ın iflasıyla başlayan dönemdir. Ekim 2008’de ABD Merkez Bankası ve diğer merkez bankaları piyasalara yaklaşık 2,5 trilyon dolar tutarında likidite sağlamışlardır. Bu uygulamanın, dünya tarihindeki en büyük parasal müdahale olduğu belirtilmektedir (Erdönmez 2009:85-99; Can vd. 2009:282). Küresel finansal kriz, her ne kadar başlangıçta bir mortgage krizi olarak ortaya çıksa da takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüştür. ABD’de 2007 yılında, finans-sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak üzere toplam dört sektörün büyüme hızının yavaşlamasına bağlı olarak genel ekonominin büyüme hızı da yavaşlamıştır. Ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olan reel sektör, mortgage krizinden olumsuz etkilenmiştir. Faiz oranlarındaki değişim kredi piyasasında daraltıcı etki yaparak, kredi piyasasının 2006 yılında yüzde 13,2 oranında genişlemesine neden olmuştur. 2007 yılındaysa bu artış yüzde 4,8 olarak devam etmiştir. Yatırımcıların, risk almadan kazanç elde etme isteği, maliyeti düşük kredilere yönelmelerine, buna bağlı olarak tüketicilerin aşırı borçlanmasına ve kontrolsüz kredi genişlemesine neden olmuştur. Bu da ekonomik sistemin kırılganlığını artırarak finansal krizin baş göstermesine yol açmıştır (Barak 2009:307). Kriz başlangıcından 2008’e gelindiğinde, ABD’de “mortgage” kaynaklı kredilerin büyüklüğü 10 trilyon doları bulmuştur. Kredilerin ödenmeme riski taşıyan miktarı 1,5 trilyon dolara ulaşmış ve sadece 2008 yılında ki batık “mortgage” kredisi toplamı 600 milyar doları aşmıştır. Kriz sürecinde, Ocak 2007’de piyasa değeri 20 Milyar Dolar olarak açıklanan Bear Stearns Bank, (defter değeri hisse başına 84 dolar) Mart 2007’de hisse başına 2 dolardan JP Morgan’a satılmıştır. Benzer şekilde, FED, ABD’nin en büyük iki yatırım bankası Goldman Sachs ve Morgan Stanley’yi desteklemek için her iki bankanın statüsünü değiştirmek zorunda kalmıştır. ABD’de, bankacılık sektörü bir bütün olarak ele alındında, Ağustos 2007’den 2009 başına, batan banka sayısı 13’e ulaşmıştır. Söz konusu 32 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 banka iflaslarının 11’i 2008 yılı içinde gerçekleşmiştir. Kriz kaynaklı batan bankaların aktif büyüklüğü toplamı yaklaşık 174 milyar dolar düzeyine çıkmıştır (www.vergiportali.com). Küresel finansal krizin ABD’ne maliyetinin 1,8 trilyon doları bulacağı tahmin edilmektedir. 2008 yılında Amerikan hükümeti, zor durumdaki şirketleri iflastan kurtarmak için Kongre’ye 700 milyar dolarlık bir paket önermiştir. Amerikan yönetiminin hazırladığı taslak plan, iki yıl içinde, herhangi bir mali kuruluşun ödenemeyen borçlarının devralınması için hükümete geniş yetkiler verildiğini göstermektedir. Bu planın, 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan bu yana en büyük mali kurtarma planı olduğu belirtilmektedir (Barak 2009:307-308 ). Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri olan ve ürünleriyle dünyanın her yerinde adını duyuran Çin’in finansal sistemi, gelişmiş ülkelerdeki etki kadar olmasa da, küresel finansal krizden etkilenmiştir. İhracata dayalı büyüme modeli ile gelişen Çin’in reel ekonomisi ihraç pazarlarındaki daralmaya paralel olarak değişim göstermiştir. Bu değişimin sebebi Çin ihracatının 4’de 1’inin ABD’ne, toplam ihracatın ise 4’de 3’ü ABD, Japonya ve AB ülkelerine olmasıdır. Söz konusu ihracat verileri (2007 yılı) Çin’in finansal krizden ne derece etkilenebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Çin hükümeti finansal piyasalardaki değişimden daha fazla etkilenmemek için 10 Kasım 2008’de 586 milyar dolar tutarındaki ekonomik destek paketini onaylamıştır. Ancak Çin ekonomisinin dış finansmana dayanmaması, bankacılık sistemindeki likidite bolluğu, 2 trilyon dolara yakın döviz rezervleri Çin hükümetine makro ekonomik hamleler yapabilmesi için oldukça geniş bir alan yaratmıştır. Ekonominin geleneksel olarak ifade edilebilecek kalıplar dahilinde işlemesi ve gelişmiş ekonomilerde çok değişik şekillerde kullanılan finansal enstrümanların yaygın olarak kullanılmıyor olması, Çin’in küresel krizden daha az etkilenmesine neden olmuştur. Çin finansal sisteminin küresel finansal krizden az etkilenmesinin bir diğer nedeni de Çin halkının tüketim ve tasarruf eğilimindeki farklılığıdır. Çin halkının tasarruf eğilimi çok yüksek, tüketim eğilimi ise batı ile kıyaslanmayacak kadar farklıdır. Çin toplumu Amerika’nın aksine tüketim değil, tasarruf toplumudur. Hane halkı ortalama harcanabilir gelirin, Amerika’da 3’te 2’si, Çin’de ise 3’te 1’i tüketim için kullanılmaktadır. Çin’de özel tüketim milli gelirin %35′i civarında seyrederken, ABD’de ve Türkiye’de aynı oran %70 civarında seyretmektedir. Çinli aileler kullanılabilir gelirlerinin % 25′ini tasarruf ayırmaktadır ve toplam tasarruf oranı ise %50′yi bulmaktadır (Kaymaz 2008a, 2008b, 2008c, 2009; Barak 2009:308). Reinhard vd. (2009a; 2009b)’un “Finansal Krizlerin Geride Bıraktıkları” başlıklı çalışmalarında, finansal krizlerin uzun süren etkileri olduğunu, krizden etkilenmenin ve sonuçlarının 33 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 gelişmiş ya da az gelişmiş ülkeler için farklı olmadığını ortaya koymuşlardır. Krizde; Konut fiyatlarında düşüş 6 yıl sürmektedir. Konut fiyatlarındaki bu düşüş, real anlamda, toplam 6 yıl da ortalama olarak %35'i bulmaktadır. Dünya ortalaması yüzde 35 iken, Finlandiya, Filipinler, Kolombiya ve Hong Kong krizlerinde söz konusu düşüşler ortalama % 60’a ulaştığı bulgulanmıştır. 2008 sonu itibariyle ABD'de ortalama düşüş %30'a ulaşmıştır. Hisse senedi fiyatlarındaki düşüş ortalama 3,5 yıl sürmektedir. Hisse senedi fiyatlarındaki toplam düşüş oranı ortalama %55'e ulaşmaktadır. Çeşitli ülkelerin incelendiği çalışmada örneğin, krizden en fazla etkilenen İzlanda'daki iki yıllık kaybın %90'a ulaştığı gözlenmiştir. Ayrıca Avusturya'da Hisse senetlerindeki bir yıllık kayıp %70'e ulaşmıştır. Asya krizinde Güney Kore ve Tayland'da hisse senetleri fiyat değişimi ve düşüşleri %70'i bulmuştur. İşsizlik artışı ortalama 4 yıl devam etmekte ve toplamda 7 puan kadar yükselmektedir. Üretimdeki düşüş ortalama 2 yıl sürmekte ve tepeden dibe toplamda % 9'u geçmektedir. Çalışmada, kriz sonrası en hızlı toparlanmanın, üretimde olduğu gözlemlenmiştir. Buna ilaveten üretimde, gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelere nazaran belirgin düzeyde daha iyi performans gösterdiği bulgulanmıştır. Kamu borçları Kriz sonrası ortalama %68 oranında büyümektedir (Candemir 2009) KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN KAZAKİSTAN FİNANS SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİLERİ Yaşamakta olduğumuz küresel kriz temelde bir finansal kriz olup olumsuz etkileri daha çok finans sektöründe görülmektedir. ABD başta olmak üzere tüm dünya finansal sistemi krizden son derece olumsuz etkilenmiştir. Bu etkileşimin yaşandığı finansal kurumların başında da hiç şüphesiz bankacılık yer almaktadır. Kriz ile doğru orantılı olarak dünyanın birçok ülkesinde köklü bankalar ve finansal kurumlar ya batmış ya da batmanın eşiğine gelmiştir. Bu gelişme tüm finans sistemi içinde köklü sorunları beraberinde getirmiştir. Bu değişim ve gelişmelerden hiç şüphesiz Kazakistan finans sistemi de payını almıştır. Kazakistan finans sistemi, kriz başlangıcından itibaren, küresel ekonomideki olumsuz gelişmelerden doğru orantılı olarak etkilenmiştir. Söz konusu etkileşim aratarak devam etmektedir. Küresel finans krizinin Kazakistan finans sistemi üzerine etkilerini incelemeyi amaçladığımız bu bölümde öncelikle Bankacılık sektörüne ait bazı temel veriler analiz edilerek yorumlanacak. Daha sonra da kriz sürecinde, mali bilânço, dış borçlar, büyüme oranları ve toplam devlet rezervlerindeki değişimler ele alınarak krizin finans sistemine etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır. 34 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kazakistan Bankacılık Sektörü Krizin etkilerini incelemeye çalıştığımız 2007 yılı itibariyle Kazakistan da faaliyette bulunan banka sayısı 35’dir. İlk beş büyük bankanın toplam bankalar içindeki oranı yaklaşık %75’dir (Tablo 1). Araştırmada bu olgu göz önünde tutularak faaliyette bulunan beş büyük bankanın verilerinden yararlanılmış ve küresel finansal krizin etkileri bankaların toplam aktif değişimleri, toplam öz kaynakları, kredileri, gecikmiş kredileri ve provizyon ayrılmış kredileri kapsamında analiz edilmiştir. Tablo 1: 5 Büyük Bankanın Toplam Aktifleri (Milyon$) AÇIKLAMA 31.12.2007 MİKTAR 28.02.2009 (%) MİKTAR (%) DEĞİŞİM (%) KAZKOM 22.569 23,2 18.575 20,9 -17,70 BTA 22.017 22,7 20.042 22,5 -8,97 HALYK 13.028 13,4 13.021 14,6 -0,05 ALYANS 9.911 10,2 7.616 8,6 -23,16 ATF 8.250 8,5 7.172 8,1 -13,07 DİĞ BANK 21.344 22,0 22.474 25,3 5,29 TÜM BANKALAR TOPLAMI 97.119 100 88.900 100 -8,46 75.775 78% 66.426 75% -12,59 5 Büyük Bankanın Toplam İçindeki Payı Tablo 1’de Kazakistan’da faaliyette bulunan bankaların aktif değişimleri yer almaktadır. Bu tablo incelendiğinde dikkat çeken en önemli sonuç Şubat 2009 itibariyle beş büyük bankanın aktiflerinin negatif değişim (%-12,59) göstermesidir. Kazakistan’ın en büyük iki bankasından biri olan Kazkom Bankın kriz sürecinde toplam aktifleri %-17,7 oranında düşüş göstermiştir. En büyük kayıp %-23,16 ile Alyans Bank da gerçekleşmiştir. Bir bütün olarak tüm bankaların toplam aktif değişimleri (%8,46) ele alındığında, küresel mali kriz sürecinde Kazakistan bankacılık sisteminin ciddi kayıplar yaşadığını gözlemlemekteyiz. 35 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 2: 5 Büyük Bankanın Öz Kaynakları (Milyon$) 31.12.2007 AÇIKLAMA MİKTAR 28.02.2009 (%) MİKTAR (%) DEĞİŞİM (%) KAZKOM 2233 18,8 1502 13,2 -32,7 BTA 3361 28,3 3031 26,5 -9,8 HALYK 1174 9,9 1344 11,8 14,5 ALYANS 1294 10,9 1316 11,5 1,7 655 5,5 636 5,6 -2,9 3143 26,5 3591 31,4 14,3 11860 100 11420 100 -3,7 8717 73% 7829 69% -5,85 ATF DİĞ BANK TÜM BANKALAR TOPLAMI 5 Büyük Bankanın Toplam İçindeki Payı Beş büyük bankanın öz kaynaklarına ilişkin verilerin yer aldığı Tablo 2’yi incelediğimizde bankaların öz kaynaklarında kriz ile doğru orantılı olarak azalışlar olduğu gözlenmiştir. Bankalar içinde en yüksek öz kaynak kaybı %-32,7 ile Kazkom Bank da gerçekleşmiştir. Kriz sürecinde beş büyük bankanın toplam içindeki öz kaynak oranları %73 den %69’lara gerilemiştir. Bu gelişmeler sonucunda devlet sisteme çeşitli şekillerde müdahale etmiş ve 28 Ekim 2008 tarihinde BTA, Kazkom, Halyk Bank ve Alyans Bank’ın %25 hissesinin devlet tarafından alınmasına kararlaştırılmıştır. Ayrıca söz konusu tarihte Halyk Bank ve Kazkom Bank’a fon desteği sağlanmıştır. Söz konusu müdahaleler bankacılık sisteminin krizden etkilenmesini engelleyememiş ve bankaların öz kaynakları erimeye devam etmiştir. Kazakistan hükümeti 2 Şubat 2009’da BTA (%78) ve Alyans Bank’ın (%76) hisselerinin alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda devlet her iki bankaya öz kaynak desteği sağlamıştır. 36 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 3: 5 Büyük Bankanın Toplam Kredileri (Milyon$) AÇIKLAMA 31.12.2007 MİKTAR 28.02.2009 (%) MİKTAR (%) DEĞİŞİM (%) KAZKOM 18756 25,4 16455 24,2 -12,3 BTA 17600 23,9 17323 25,4 -1,6 HALYK 8891 12,1 8843 13,0 -0,5 ALYANS 7096 9,6 4688 6,9 -33,9 ATF 6310 8,6 6067 8,9 -3,9 DİĞ BANK 15065 20,4 14720 21,6 -2,3 TÜM BANKALAR TOPLAMI 73718 100 68096 100 -7,6 58653 80% 53376 78% -10,43 5 Büyük Bankanın Toplam İçindeki Payı Bankacılık sektörü içinde toplam kredilere baktığımızda, 2007 yılından 2009 yılına, toplamda %-7,6 ve beş büyük bankada ise %-10,43 oranında azalma gerçekleşmiştir (Tablo 3). En yüksek oranda kredi azalması Alyans Bank’ta (%-33,9) görülmüş bu düşüşü %-12,3 oranla Kazkom Bank takip etmiştir. 37 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4: 5 Büyük Bankanın Gecikmiş Kredileri (Milyon$) AÇIKLAMA 31.12.2007 MİKTAR KAZKOM 31.12.2008 (%) MİKTAR (%) DEĞİŞİM (%) 1287 37,6 1680 20,7 30,5 BTA 257 7,5 1307 16,1 408,6 HALYK 312 9,1 1332 16,4 326,9 ALYANS 554 16,2 1142 14,1 106,1 ATF 261 7,6 787 9,7 201,5 DİĞ BANK 752 22,0 1863 23,0 147,7 3423 100 8111 100 137,0 2671 78% 6248 77% 214,74 TÜM BANKALAR TOPLAMI 5 Büyük Bankanın Toplam İçindeki Payı Küresel krizin Kazakistan bankacılık sektörüne etki ve boyutunu en bariz şekilde bankaların gecikmiş kredilerindeki büyüme oranlarında görüyoruz (Tablo 4). Tüm bankalar için gecikmiş kredilerdeki artış 2007’den 2008’e ortalama %137 olarak gerçekleşmiştir. Beş büyük bankanın gecikmiş kredi artışı ortalama %214,74 olurken en büyük artış %408,6 ile BTA Bank’ta görülmüştür. Bu veriler bankadan kredi kullananların krizden etkilenme oranını ve kriz ortamında kredi-borç ödeme davranışını ortaya koyması açısından ilgi çekicidir. 38 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5: 5 Büyük Bankanın Provizyon Ayrılmış Kredileri (Milyon$) AÇIKLAMA 31.12.2007 MİKTAR KAZKOM 31.12.2008 (%) MİKTAR (%) DEĞİŞİM (%) 1673 38,6 3348 39,4 100,1 BTA 923 21,3 1778 20,9 92,6 HALYK 564 13,0 1116 13,1 97,9 ALYANS 361 8,3 532 6,3 47,4 ATF 195 4,5 680 8,0 248,7 DİĞ BANK 621 14,3 1037 12,2 67,0 4337 100,0 8491 100,0 95,8 3716 86% 7454 88% 117,34 TÜM BANKALAR TOPLAMI 5 Büyük Bankanın Toplam İçindeki Payı Finansal kriz dönemlerinin en belirgin özelliklerinden birisi piyasadaki likidite darlığının bir sonucu olarak alacakların gecikme ya da tahsil edilememe riskidir. Bankalar söz konusu riski azaltma amacıyla gecikmiş ya da gecikmesi muhtemel alacaklarına provizyon ayırırlar. Tablo 5’de Kazakistan bankacılık sektöründe faaliyet gösteren beş büyük bankanın provizyon ayrılmış kredi toplamları ve diğer bankaların kredi toplamları yer almaktadır. Provizyon ayrılmış kredi toplamları ve bunların oransal artışı ve büyüklüğü küresel krizin Kazakistan bankacılık sistemine etkilerini açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bankalar 2007 yılına oranla 2008 yılında ortalama %95,8 daha fazla gecikmiş kredilerine provizyon ayırmışlardır. Bu oran beş büyük banka için %117,34 olarak gerçekleşmiştir. Kriz Sürecinde Kazakistan’da Mali Yapı Hiç şüphesiz Kazakistan’da en büyük etkiyi bankacılık alanında gösteren küresel finansal kriz hayatın her alanında etkili olmuştur. Kriz ile birlikte mali bilânçodaki gelir gider dengesi bozulmuş, ekonomideki büyüme oranı düşmüş, dış borç kalemlerinde artışlar olmuş ve bu ve benzeri gelişmeler sonucu toplam devlet rezervleri de azalmıştır. 39 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 1: Şekil 1’de görüldüğü üzere Kazakistan’ın mali bilânço yapısı 2007 yılı itibariyle gelir lehine bozulmuştur. Söz konusu bozulma 2008 yılında artarak devam etmiştir. Yıllar itibariyle gelir gider yapısını incelediğimizde Kazakistan’ın küresel finansal krizden doğru orantılı etkilendiği sonucuna ulaşılabilir. 40 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 2: Kazakistan’da büyüme oranları küresel mali kriz ile birlikte hızlı bir düşüş yaşamış bazı sektörlerde büyüme yerini daralma ya da küçülmeye bırakmıştır. Sonuç olarak 2003-2006 yılları arasında yıllar itibariyle devam eden ortalama %9,8 yıllık büyüme oranı 2007 yılında %8,9’a 2008 yılında ise %3,2’ye gerilemiştir (Şekil 2). Bu düşüşün takip eden yıllarda artarak devam edeceği ise beklenen bir sonuçtur. 41 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 3: Şekil 3’de de görüldüğü üzere, Kazakistan’ın yıllar itibariyle dış borç stoku, 2006 yılından itibaren hızlı bir artış trendine girmiş bu artış 2007 ve 2008 yıllarında artarak devam etmiştir. Kazakistan’da en dikkat çekici husus özel sektör borçlarındaki hızlı artıştır. 2003 yılında 20 milyar dolar civarında seyreden toplam borç stoku 2008 yılı sonunda 100 milyar dolarlık bir fark ile 120 milyar dolara ulaşmıştır. Özel sektörün dış borç yükündeki artış ile (Şekil 3) büyüme oranlarını karşılaştırdığımızda, yurt dışından sağlanan finansal kaynağın yatırıma gitmediği sonucuna ulaşıyoruz. 2006 yılından itibaren artış eğilimindeki büyüme rakamları tersine dönmüştür. 42 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 4: Şekil 4’de Aralık 2006 Mart 2009 itibariyle toplam devlet rezervlerini yer almaktadır. Kazakistan’da sağlanan petrol gelirleri belirli bir fonda tutulmakta ve tıpkı merkez bankası rezervleri gibi ekonomik dengenin sağlanmasında bir sibap olarak kullanılmaktadır. Petrol gelirleri ile de doğru orantılı olarak artan ve daha çok Milli petrol fonu rezervleri kaynaklı olan bu artış 2008 yılı3. çeyreğinden itibaren azalışa geçmiştir. Devletin sıkı kur politikası krizin etkilerine daha fazla dayanamamış ve yaklaşık %17 oranında yabancı para karşısında milli paranın değeri düşürülmüştür. Söz konusu bu devalüasyonun sonucu olarak da Tenge-Dolar dengesi değişmiş bu da toplam devlet rezervlerine olumsuz yansımıştır. Kazakistan’ın milli rezervleri ile dış borçları karşılaştırıldığında, kamu borçları açısından bir sıkıntısı bulunmamakla birlikte, özel sektör borç yükü kriz ile birlikte artmıştır. Özel sektördeki kriz ile doğru orantılı olumsuz gelişme kamu maliyesini de olumsuz etkilemektedir. 43 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 SONUÇ VE ÖNERİLER Kazandığından daha fazlasını harcamanın alışkanlık haline geldiği ve bu alışkanlığın da kaçınılmaz bir sonucu olduğunu söyleyebileceğimiz küresel ekonomik kriz tüm dünyayı olduğu gibi Kazakistan’ı da olumsuz etkilemiştir. Küresel finansal kriz Kazakistan da en büyük etkisini şüphesiz bankacılık sektöründe göstermiş ve bankaların mali yapılarının bozulmasına neden olmuştur. Kazakistan bankacılık sistemindeki olumsuz etkileşim ile küresel bazda yaşanan krizin başlangıcı olan ABD’deki bankaların kriz algılama ve etkileşimi arasında çok büyük benzerlik bulunmaktadır. Kazakistan’da da ABD ile doğru orantılı olarak en büyük sorun verilen kredilerin geri dönmeme sorunudur. Bankacılık sektörünün krizden en çok etkilenmesinin ana sebepleri arasında; kredi teminatlarındaki kolaylıklar ve sıradanlaşma, Reyting kuruluşlarının ve bağımsız denetim firmalarının bankaları doğru değerlendirmemeleri, yurtdışından kısa vadeli alınan kredilerin uzun vadeli plasmanı, kredi analizinde evrensel kredi ölçütlerine uymada karşılaşılan problemler, ekonominin hazmedemeyeceği hızda kredilendirme (2003’den 2008’e özel sektör borçlarındaki oransal artış), kredi gayrimenkul saadet zincirinin diğer sektörlere vurduğu darbe ve ekspertiz raporlarıyla bağlantılı ipoteklerin yetersiz kalması sayılabilir. Kazakistan’da kriz ile birlikte, bankaların aktif yapıları değişmiş ve olumsuz etkilenmiş, öz sermayeleri erimiş, geri dönmeyen krediler ve ödenmeyen kredilere bağlı olarak da bankaların provizyon ayrılmış kredileri artmıştır. Tüm bu olumsuz gelişmeler devletin sisteme müdahalesini zorunlu kılmış ve BTA, Kazkom, Halyk Bank ve Alyans Bank gibi en büyük bankaların bile hisselerinin devlet tarafından alınmasına karar verilmiştir. Küresel finansal krizin bir sonucu olarak Kazakistan’da mali yapı bozulmuş gelir gider dengesi gider lehine değişmiş, büyüme oranları düşmüş, dış borç stoku hızlı bir şekilde artmış ve ekonominin hızla küçülmesine neden olmuştur. Hiç şüphesiz söz konusu kriz Kazakistan’ın neden olduğu ve kendi ürettiği bir kriz değildir. Küresel ekonomideki olumsuz gelişmeden Kazakistan da kendine düşen payı almaktadır. Dünyada yaşanan bu kriz kaynağında tükenmediği sürece, Kazakistan da alınan önlemlerle bitirilmesi mümkün değildir. Alınan ya da alınacak önlemler sadece etkisini azaltacak ya da büyümesini engelleyecektir. Bu kapsamda; kriz öncesi refah seviyesinin yakalanması ve aynı büyüme ivmesinin 44 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 kazanılması kısa sürede mümkün olmayacaktır. Nihai çözüm için küresel ekonominin düzelmesiyle gerçekleşecektir. Küresel finansal krizden daha az etkilenmek ya da etkisini aza indirmek için, borçlu kurumkuruluşlar borç yapılandırmasına gitmelidirler. Yani kredibilitelerini kaybetmemeleri için önceden önlem almaları, borçlu bulundukları kurumlar ile uzun dönemli ve kalıcı anlaşmalar yapmaları gerekmektedir. Kazakistan hükümetinin ipotek kredileri sebebiyle mağdur olan hane halkı sorunlarını hafifletme amaçlı almış olduğu tedbirler isabetli olup işleyişinin takibi gereklilik arz etmektedir. İşletmeler vadeli satışlarda riski azami ölçülerde dikkate almalı, hangi para biriminden kaynak-stok temininde bulunuyorsa o para biriminden satış yapmalı ya da borçlanmalıdır. Spekülatif kazançlar yerine, sürekli ve istikrarlı kazanç düsturu benimsenmeli ve bu bağlamda işletmecilik kültürü oluşturulmalıdır. 45 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA Barak, Osman (2009). “Küresel Finansal Kriz”. Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesinin Habarşısı, 3(66): 304-311. Can, İsmail Akyüz ve Hakan Özkan (2009). , “Küresel Finansal Kriz ve Türk Bankacılık Sektörüne Etkileri”, 13. Ulusal Finans Sempozyumu, Afyonkarahisar: 271-285 Candemir, Baturalp (2009). “Finansal Krizlerin İzleri Üzerine Gözlemler”, Yorum Referans (19.01.2009). Collins, Cobuild (1996) Learner’s Dictionary. Londra:Harper Collins Publishers Erdönmez, Pelin A. (2009).“Küresel Kriz ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”, Bankacılar Dergisi, (68): 85-101. Felton, Andrew and Carmen Reinhart (2008).The First Global Financial Crisis of the 21st Century. London: AVoxEU.org Publication. Gorton, Gary (2009), “The Subprime Panic”, European Financial Management, 15(1): 10–46. http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=LeftMenuD&Id=60 Küresel Mali Kriz, Küresel Kriz Günlüğü. (15.02.2010) Kaymaz, Sadi (2008b).“Küresel Finans Krizi ve Çin-2”, 4 Kasım, http://www.dragonomi.com Kaymaz, Sadi (2009). “Çin Finansal Kriz Notları: 1-2”, 19 Mart, http://www.dragonomi.com Kaymaz, Sadi (2008a). “Küresel Finans Krizi ve Çin-1”, 25 Ekim, http://www.dragonomi.com Kaymaz, Sadi (2008c). “Küresel krizde Çin Ekonomisi”, 16 Aralık, http://www.dragonomi.com Kibritçioğlu, Bengi (2000).“Parasal Krizler”. Ankara: Hazine Müsteşarlığı Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi. Mishkin F. (1996).“Lessons From http://www.nber.org/papers/w7102 the Asian Crisis”, NBER Working Papers Reinhart, Carmen M. And Kenneth S. Rogoff (2009a), The Aftermath of Financial Crises, NBER Working Paper (14656): 1-13. Reinhart, Carmen M. And Kenneth S. Rogoff (2009b), “The Aftermath of Financial Crises” American Economic Review, American Economic Association, 99(2): 466-72. Rivera-Batiz, Luis (2008). “Global Finansal Kriz ve Türkiye’ye Etkileri Konferansı”. Bahçeşehir Ünivresitesi. (28.11.2008) Taylor John B. (2009), “The Financial Crisis and The Policy Responses: An Empirical Analysis of What Went Wrong”, NBER Working Paper, (14631): 1-32. 46 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 EKONOMİK KRİZLERİ FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEDE MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ Yrd. Doç. Dr. Mustafa BOZ* Yrd. Doç. Dr. Tuncer ÖZDİL** ÖZET Geleneksel olarak, ekonomik bir kriz sürecinde ilk olarak pazarlama bütçesi kesintiye uğrar. Oysa, ekonomik bir kriz sürecinde, pazarlama faaliyetlerinin azaltılmasına odaklanmamak gereklidir. Aksine, hem pazarlama faaliyetlerinde, hem de mevcut ve yeni müşteri tabanında kapsamlı bir yaklaşım hedeflenmelidir. Müşteri İlişkileri Yönetimi (MİY), firmanın müşterilerini daha iyi anlamasını öğrenmeye çalışan, çalışanların, teknolojinin ve süreçlerin bir birleşimidir. MİY müşteriyi elde tutma ve ilişkileri geliştirmeye odaklanan entegre bir ilişki yönetimidir. Kriz zamanında müşterilerine bağlılık gösteren şirketler, şartlar iyileştiği zaman pazar payını arttırarak ödüllendirilecekler ve varlıklarını sürdürmeyi garantileyeceklerdir. Şirketlerin müşterilerini dinlemeleri, müşteri ihtiyaçlarının nasıl değiştiğini ortaya çıkarmaları ve bunlar üzerinde düşünmeleri önemlidir. Hatırlanması gereken bir konu da, birçok rakibin büyük bir ihtimalle, pazarlama çabalarını azalttığı, çalışan kalitesinin düştüğü ve müşterilerinin hakettiği özeni göstermedikleridir. Bu çalışmada, ekonomik kriz ortamında bir pazarlama aracı olarak müşteri ilişkileri yönetiminin önemi açıklanmaya çalışılmakta, dünyadan ve Türkiye'den bazı örnekler verilmektedir. Müşteri ilişkileri yönetimi artık sadece girişimcilere rekabet avantajı sağlayan yeni moda olmuş bir eğilim değildir. O şimdi basit olarak, ekonomik krizde işletmelerin yaşamını sürdürebilmesi için gereksinim duyulan bir yönetim anlayışıdır. Anahtar Kelimeler: Ekonomik Krizde Pazarlama, Müşteri İlişkileri Yönetimi, Müşteri Sadakati * Çanakkale, 18 Mart Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu; m.b.istanbul@gmail.com Kırgızistan – Türkiye Manas Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; tozdil12@hotmail.com ** 47 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 CUSTOMER RELATIONSHIP MANAGEMENT TO CONVERT ECONOMIC CRISIS INTO OPPORTUNITY SUMMARY Traditionally, during a period of economic crisis, the marketing budget has been the first to suffer. On the contrary, during an economic crisis, the focus should not be on reducing the marketing activity but rather on extending a more targeted approach to both the marketing activity and the existing and new customer base. Customer Relationship Management (CRM) is a combination of people, technology and process that seeks a better understanding of the company’s customers. It is an integrated approach to managing relationships by focusing on customer retention and relationship development. The loyalty that companies show them now will be rewarded by extending market share and ensuring the viability of business when conditions improve. It's important that companies listen to their customers and find out how their needs have changed and address these concerns. It must be remembered that, it's highly likely that many competitors have cut their marketing efforts, reduced their quality staff and are failing to offer their customers the level of attention they deserve. In this paper, it is tried to explained the importance of CRM in economic crisis as a marketing tool, and some examples are given throughout the world. CRM is no longer a new fashionable trend that only leads enterprises to gain competitive advantage. It is now- simply put- a necessity for business survival in financial crisis. Keywords: Marketing in Economic Crisis, Customer Relationship Management, Customer Loyalty 48 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. GİRİŞ 1990’lı yıllardan başlayarak hızla yaygınlaşan küreselleşme olgusu, bilgi iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmelerle birleşerek özellikle ekonomi alanında hızlı ve zorunlu bir yapısal değişim sürecinin yaşanmasına yol açmıştır. Bu sürecin sonunda ortaya çıkan e-ekonomi, yeni ekonomi, bilgi ekonomisi gibi adlar verilen yeni ekonomik düzende ortaya çıkan değişikliklerden birisi de, günümüz işletmelerinin kalıplaşmış tek ve kaliteli ürün ilkesinin yerini üretim-pazarlama-satış-tüketim döngüsünde merkez odak olarak müşterinin alınmasıdır. Bu değişim süreci içerisinde, müşteri profili de değişerek, eskinin pazarda ne bulursa onu alan ve fazla sorgulamayan müşterisinin yerini teknoloji sayesinde kolaylıkla dünya pazarlarına erişen, farklı ürün ve hizmetler bekleyen bir müşteri kitlesi almıştır. Gelişen müşteri profilinin beklentileri; tüm pazarda yaygın ürün ve hizmet çeşitliliği, ürünlerin yüksek kullanım ömrüne sahip olmaları, küresel rekabet sonucu ortaya çıkan düşük fiyat politikasının her alanda uygulanması, kaliteli ve küresel standartlara uygun ürünlerin üretilmesi şeklinde belirtilebilir. Bu beklentilere uygun ürün ve hizmetleri üretme savaşına giren firmalar, piyasalarda yaşanan her evreye uygun bir pazarlama stratejisi geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bu gelişim, günümüz pazarlamasının ana unsurlarından biri olan müşteri ilişkileri yönetimi kavramını da beraberinde getirmiştir. Müşteri ilişkileri yönetiminin ana dayanağı, müşteri istek, ihtiyaç ve sezgilerini hesaplayarak karşılıklı bir ilişki içerisinde olabilmektir. Günümüzde işletmeler, küresel pazarda rakiplerinden farklı olabilmek için kime? nasıl? hizmet vereceklerini iyi hesaplamak bu konuda iyi çalışma yapmak zorundadırlar. Artık önemli olan sadece, neyin hangi fiyattan hangi kalitede üretilmesinin bilinmesi değil, müşterinin hangi ürünü hangi kalitede ve fiyatta satınalmak istediğidir. Küreselleşen dünyanın ayrılmaz bir parçası olan ve özellikle her türlü yeni teknolojinin çok çabuk kabullenildiği ve hızla eskitildiği bir süreçte gelişmiş ekonomiler gibi, gelişmekte olan ülkelerde faaliyet gösteren işletmelerin de ekonomi dünyasının bu yeni rüzgârından etkilenmesi kaçınılmazdır. Günümüzde hızla gelişen bilgi iletişim ve üretim teknolojileri, firmalar için yoğun bir rekabet ortamı yaratmıştır. Artan rekabetin bir unsuru olan müşteri, bu süreçte sürekli olarak uyarılmakta ve tüketime zorlanmaktadır. Her şeyden önce kendileri için birçok alternatifin bulunduğunun farkında olan bu yeni müşteri profili, küreselleşerek küçülen dünyamızda kendilerinin değerini bilen, güven veren işletmeleri tercih etmektedir. İşletmelerin ise müşterilerinin gereksinimlerini bilmeleri ve buna göre önlem almaları gerekmektedir. Bu noktada en büyük yardımcı Müşteri İlişkileri Yönetimi (MİY)dir. 49 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 MİY’in, zaman içinde gelişen pazar değişimi ile, satış döngüsünün kısaltılarak nakit artışı sağlama, daha iyi bir hizmete bağlı olarak artan müşteri memnuniyeti, müşteriye ulaşmak için teknolojik kanalların yerinde ve doğru kullanımı ve dağıtım kanalları ile üçüncü şahıslar arasındaki ilişki kontrolünü sağlaması gibi yararları vardır. Bu nedenle basitçe MİY, ilişkilere kâr getirmeyi hedefleyen bir süreç olarak ta tanımlanabilmektedir. Bu uygulama sayesinde, bir işletme için en kârlı müşteri profili belirlenerek, bu kitlenin işletmenin elinde tutulması için, müşteri ile ilgili bilgiler toplanarak, istenen değişiklikler yapılarak, ürün ya da hizmet çeşitliliği ve fiyat esnekliği sağlanmaya çalışılır. Burada amaç, işletme için müşteri odaklı bir stratejinin oluşturulmasıdır. Bir işletme için yeni bir müşteri edinmek eskisi ile olan ilişkileri devam ettirmekten çok daha zordur. MİY sayesinde, müşterilerine iyi hizmet sağlayabilen işletmeler ileride bu müşterilerini elde tutabilme açısından büyük şansa sahip olacaklardır. Teknolojinin işletme içerisine tam olarak entegre edilmesi ile müşteri memnuniyeti de hızla artacaktır. Bu noktadan bakıldığında, MİY’in müşterinin sürekli tatmin edilmesi amacını güden bir yönetim felsefesi olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle küresel rekabetin artması ve internetin klasik satış ve pazarlama yöntemlerine bir alternatif olarak doğması ile firmalar, müşterilerinin isteklerine karşılık verme alanında önemli yol katetmişlerdir. Özellikle bu yeni teknolojiler sayesinde kişiye özel pazarlama dediğimiz yeni çağın pazarlama olgusu ortaya çıkmıştır. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta MİY’in asıl olarak insanlar arasındaki ilişkileri odak almasıdır. Burada asıl önemli olan kullanılan teknoloji değil, müşterilerle olan birebir ilişkilerdir. Bunun yanısıra, küresel etkilerle çok sık yaşanan ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülke ekonomilerini doğrudan etkileyen ekonomik krizlerle ortaya çıkan kriz ekonomilerinde işletmeler iç verimliliklerini ve satışlarını arttırabilmek için MİY’in uygun bir yöntem olduğu görüşünde birleşmeye başlamışlardır. Uzun süredir MİY’i bir lüks olarak değerlendiren işletmeler kriz döneminde satış döngüsünü kısaltan, kaynak kullanımının optimizasyonunu sağlayan ve her şeyden önemlisi müşterinin işletmeye olan sadakati ile rekabet avantajı yaratan MİY’i krizi aşmada bir çözüm noktası olarak görmeye başlamışlardır. Bu çalışmada, küreselleşme ve gelişen bilgi iletişim teknolojilerinin yarattığı yeni ekonomide, stratejik yönetim teknikleri arasında yeralan müşteri ilişkileri yönetimi (MİY) incelenmekte, ekonomik krizleri enaz zararla atlatma ve krizi fırsata dönüştürmede MİY’in potansiyel etkileri tartışılmaktadır. 50 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2. GENEL OLARAK MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ YÖNETİMİ (MİY) KAVRAMI Literatürde, Müşteri ilişkileri yönetimi ile ilgili birçok farklı tanım bulunmaktadır. MİY’in çok farklı tanımlarının yapılması, kavramın uygulama alanına ve uygulayıcılarına bağlı olarak farklılaşması gerekliliğinin bir sonucudur. MİY; uygulayacak her şirkete uygun, tek bir tanımla özetlenemeyecek kadar geniş kapsamlı bir stratejiler bütünüdür. Kotler’e (2001:166) göre; Müşteri ilişkileri yönetimi, değer ve memnuniyet arttırma çerçevesinde, müşterilerle uzun dönemli ilişkiler kurmaya dayanan bir pazarlama anlayışı olarak tanımlanabilmektedir. Dereli’ye (2004) göre de; genel bir tanımla ifade edilecek olursa MİY, müşteri memnuniyetini kâr maksimizasyonuna dönüştürmek amacı taşıyan, istediği müşteriye istediği deneyimi yaşatabilecek kabiliyette bir kurum felsefesi ve bu hedefe ulaşmak için gerekli insan, proses (süreç), teknoloji yapılanmasıdır. Müşteri İlişkileri Yönetimi, disiplinler arası bir yaklaşımdır. MİY konusunda yeni çalışmaya başlamış kişiler, MİY'i "Müşteri Memnuniyeti" sanmaktadır; oysa, MİY'e "Müşteri mülkiyeti" demek daha doğru olur. Böyle olduğunda işin içine çok farklı disiplinler de girmeye başlar (Gel, 2001). MİY; hem ön ofis (pazarlama, satış ve müşteri hizmetleri) hem arka ofis (muhasebe, üretim ve lojistik) uygulaması olmakla kalmayıp aynı zamanda diğer tüm bölümler, müşteriler ve iş ortakları ile koordinasyonu ve işbirliğini sağlayan müşteri merkezli bir ilişki yönetimi felsefesidir (Bozgeyik, 2010). Taşpınar’da (2006) MİY uygulamalarının sadık müşteri yaratma ve müşteri memnuniyetini kâr ve değer maksimizasyonuna dönüştürme amacıyla hayata geçirilen uygulamaları kapsadığını belirtmektedir. İşletmelerin MİY’i tam olarak uygulayabilmeleri için her şeyden önce etkin bir müşteri ilişkileri yönetimi sistemi, işletme tarafından kurulmuş, belli hedeflere ulaşmak amacıyla bilgi teknolojilerinin yerinde kullanımının yanısıra belirli iş süreçlerinin yönetilmesi ve korunması için tasarlanmış olmalıdır. Başarılı bir MİY'in vazgeçilmez koşulu; işletme yönetiminin gözünde her bir müşterinin ayrı ayrı önem kazanmasıdır. Bu uygulamanın temelinde, doğru ürünün ve/ve ya hizmetin, doğru müşteriye, doğru zaman ve maliyetle sunulabilmesi yatmaktadır (Kopper ve Juanita, 2000: 105). MİY’in ana fonksiyonları, işletme içi otomasyon, satış ve pazarlamada bilgi kaynaklarının ve teknoloji çözümlerinin kullanılması, kurumsal kaynak planlaması (Enterprise Resource Planning - ERP) ve tedarik zinciri (Supply Chain Management - SCM) yönetimidir. Bu fonksiyonlardan sağlanacak her türlü etkileşim ve ilişkiden en üst seviyede verim alınarak, müşteri ile ilişkinin maksimum seviyeye ulaştırılması sağlanabilmektedir. 51 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bunun yanısıra, veri tabanlarında bulunan bilgiler analiz edilerek müşteri profilleri istatistiksel olarak incelenir. Son aşamada, elde edilen analiz sonuçlarına göre işletmenin, müşteri profili ve özel ürün veya hizmet hazırlama stratejisi ortaya konulmaktadır. Analiz edilen müşteri özelliklerine dayanarak, işletme için özel müşteri grupları oluşturulur ve çalışanlara, bu gruplara uygun özel kampanyalar sunulur. Kampanyalara verilen cevaplar yine veri tabanlarında önemli bilgiler olarak yerini alır. Bir bakıma bu sayede müşterilerin nabzı işletme tarafından tutulabilmektedir. Özel teklifler geliştirilerek, değerli müşteriler korunabilmekte; potansiyel olanlar ise, doğru yer ve zamanda doğru kampanya ile değerli müşteri haline getirilebilmektedir. Burada işletme için en büyük kazanç, tüketiciyi ürünün sadece kalitesi ve performansı ile etkilemek değil, tüketiciye özel hizmetler ve teklifler ile maksimum sayıda müşteri kazanarak, maksimum kârlılığa ulaşabilmektir. 2.1. Müşteri İlişkileri Yönetiminin Unsurları ve Boyutları MİY’in üç temel unsurunu insanlar (işgörenler), süreçler ve teknoloji oluşturmaktadır. İşgörenler, müşterinin beklentilerini anlayıp, standart prosedürlerin ötesinde çözümler üretirken; Süreçler, çalışanların ilettiği müşteri taleplerini hızlı süreç revizyonları ile müşteri odaklı yapılanmaya dönüştürür. Teknoloji ise müşteri bilgilerinin tüm temas noktalarından takip edilmesine ve farklı müşteri isteklerine hızlı çözüm üretilmesine imkan tanıyacak şirket içi otomasyonu sağlar. Aslında büyük bir takım oyunu olan MİY, asla tek bir bölümün ya da departmanın işi olmayıp, organizasyonun tüm birimlerinin katılımını gerektirmektedir (Dereli, 2004). International Systems Marketing (ISM, Inc.) kuruluşunun yaptığı bir araştırmada MİY uygulamalarındaki önemli rol dağılımları; insan % 50, süreç % 30 ve teknoloji % 20 olarak belirlenmiştir. Türkiye’de ise Müşteri İlişkileri Yönetimi Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada, insan katkısı % 45, teknoloji katkısı % 31 ve süreç katkısı % 24 olarak belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de hassas rol dağılımında teknoloji, sürecin üzerinde bir öneme sahip bulunmaktadır. Araştırma sonucundan anlaşıldığı kadarıyla, birçok işletme açısından MİY=Teknoloji olarak algılanmaktadır. MİY’in teknoloji olmadığı, bir strateji olduğu düşüncesi işletme tabanına yayılamazsa MİY sürdürülmesi gereken bir strateji olarak değil geçici bir moda olarak algılanacaktır (Sağel, 2010). Şekil 1’de de vurgulandığı gibi MİY anlayışının merkezinde ilgili kuruluş için büyük önem arzeden anahtar müşteriler yer almaktadır. MİY'e uygun organizasyon yapısı geliştirme (işgörenler), bilgi yönetimi (süreçler) ve teknoloji temelli MİY (teknoloji) başarılı bir Müşteri İlişkileri yönetiminin 52 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sac ayaklarını oluşturmaktadır. Sac ayaklarından birinin olmaması veya eksik olması durumunda başarı şansı ortadan kalkacak veya çok düşecektir. MİY etrafında organizasyon oluşturma (İşgörenler) Anahtar müşteri üzerinde odaklanma Bilgi Yönetimi Teknoloji Temelli MİY (Süreçler) Şekil 1: Müşteri lişkileri yönetimi yöneliminin dört boyutu Kaynak: Cheung, David ve Albert Kwong, (2004). Customer Relationship Management (CRM) for SME, Oracle Conference, Hong Kong. MİY uygulamalarında başlıca üç farklı süreç vardır. Bu süreçler; operasyonel MİY, Analitik MİY, İşbirliğine yönelik MİY. Operasyonel MİY; MİY’in bu biçimi aslında tipik iş fonksiyonlarının kapsandığı MİY çözümlerinden oluşur. Bu fonksiyonlara örnek olarak müşteri hizmetleri, sipariş yönetimi, faturalama, satış ve pazarlama otomasyonu gibi süreçleri verebiliriz. Bu çözümler daha çok kurumsal sistem içerisindeki finans, insan kaynakları gibi farklı iş fonksiyonlarının entegre bir yapıya kavuşturulması için kullanılır. 53 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Analitik MİY; burada kullanıcılara ait verilerin elde edilmesi, depolanması, işlenmesi, analiz ve tahminlere dönüştürülerek raporlanması işlemleri gerçekleştirilir. Böylelikle MİY’nin operasyonel ve entegrasyon özellikleri üzerine analiz ve raporlama özellikleri eklenir. İşbirliğine yönelik MİY; Bu MİY biçimi aslında diğerlerinin en uygun bileşiminden oluşur. Müşteriler ile şirketler arasında tam anlamıyla bir etkileşim ve koordinasyon ağının oluşmasına imkân veren bu çözümler, farklı iletişim kanallarından (web, telefon, e-posta vb) gelen bilgilerin değere dönüştürülmesini sağlar. İşbirliğine Yönelik MİY çözümleri müşteri ile etkileşime imkân veren tüm fonksiyonları içerir. Müşteri ilişkileri yönetiminin, ”Müşteride güven yaratmak, müşterilerin beklentilerini ve fırsatları keşfetmek, müşterilerin yararlanabileceği çözümler sunabilmek ve satışı takip ederek uzun vadeli ilişkileri sürdürmek” gibi temel ilkeleri bulunmaktadır. MİY’nin temeli veri tabanlarına ve veri tabanlı pazarlamaya dayanmaktadır. Bu çerçevede küresel rekabet bağlamında ortaya çıkan gelişmelerden biri olan veri tabanlı pazarlama ve veri tabanları, MİY’in olmazsa olmaz unsurlarındandır (Kurban, 2002: 81). 2.2. Geleneksel Pazarlama Anlayışı ve MİY Geleneksel pazarlama yaklaşımını benimseyen işletmeler ile müşteri ilişkileri yönetiminin benimsendiği işletmelerdeki pazarlama anlayışları arasında dikkat çekici farklılıkların olduğu görülmektedir (Tablo 1). Tablo 1. Geleneksel Pazarlamaya karşı MİY Geleneksel Pazarlama MİY İşlem Tabanlı İlişki Tabanlı Ürün Yönetimi Müşteri İlişkilerinin Yönetimi Ürün Farklılaştırması Müşteri Farklılaştırılması Pazar payı için rekabet Müşteri Payı İçin Rekabet Müşterilerle görüş, konuş ve sat Müşterilerle diyalog kur, dinle ve öğren Müşterilere eşit davranmak gerektiğine inanılır Müşterilere bireysel olarak farklı davranmak gerektiğine inanılır Kaynak: Cheung David ve Albert Kwong, (2004). Customer Relationship Management (CRM) for SME, Oracle Conference, Hong Kong 2004 MİY, pazarlama kampanyası yönetimi, satış ekibi otomasyonu, çağrı merkezi operasyonları gibi alanlarda son derece başarılı sonuç veren bir teknoloji olarak fırsat yönetimi konusunda sunduğu zengin bilgi hazinesi ile satış ekibini pazarlama departmanlarının en kârlı 54 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 müşteri segmentlerine yönlendirebilmektedir. Müşterinin ilişki sırasındaki deneyimini analiz edebildiği için müşterilerle uzun dönemi kapsayan verimli bir işbirliği sürdürülebilmesine de ortam hazırlamaktadır. MİY’in M’si yani müşteri kavramı son yıllarda büyük bir değişim yaşamıştır. Tarihsel süreç açısından bakıldığında, 1950’li yıllar “Ne bulursam onu alırım” yaklaşımıyla geçmiştir. Arz ekonomisinin ön planda olduğu bu dönemlerde pazarda yer alan ürün ve hizmetlerin çeşitliliğindeki sınırlamalar, tüketici tercihlerinin geri plana atılmasına zemin hazırlıyordu. Ardından 1970’li yıllarda, ürün ve hizmet çeşitliliği artmaya başlamıştır. Bu noktada müşterilerin genel eğilimi “Neyi alabilirsem onu alayım” biçiminde değişmiştir. 1990’larla birlikte ise artık, “Ne istersem onu alırım” dönemi başlamıştır. Küreselleşme ve bilgi iletişim teknolojilerinin şekillendirdiği içinde bulunduğumuz yeni dönemde, Ürün ve hizmet çeşitliliğinin önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar çok artması, müşterilerin tercih olanaklarının çoğalması, bilgi ve iletişim teknolojilerini etkin kullanan müşterilerin, bilgiye, rakibe ve eşdeğer ürünlere çok kolay erişebilir bir hale gelmeleri, teknolojik yapıların, ürün ve hizmetlerin pazarlanmasından dağıtım kanallarına dek iş süreçlerini değiştirmesiyle, müşterilere çok farklı kanallardan erişimin mümkün olması yoğun rekabet ortamında işletmeler için varlığını sürdürmede müşteri kavramını çok daha önemli ve stratejik hale getirmiştir. Tüm bu gelişmeler hemen hemen tüm unsurları olumlu etkilediyse de müşteri sadakatinin inanılmaz ölçüde düşmesini sağlamıştır. Örneğin konut kredisi ile ilgilenen bir müşteri eskiden çalıştığı bankadan başka bir tercihe kolaylıkla sıcak bakmaz iken bugün internet üzerinde bir arama motoruna “konut kredisi” yazarak 10 binden fazla sayfaya ve onlarca farklı teklife birkaç dakika içerisinde erişme şansına sahip olmaktadır. Bunun yanısıra, yapılan birçok araştırma, müşteriyi elde tutmanın, yeni müşteri kazanmaktan çok daha kârlı bir iş olduğunu ortaya koymaktadır. Loyalty Effect’in araştırmalarına göre 5 yılda bir müşterilerinin yaklaşık yarısını kaybeden şirketlerin buna acil bir çözüm bulması gerekiyor. Çünkü mevcut müşterileri elinde tutmanın maliyeti, yeni müşteri kazanmaya oranla 5-6 kat daha düşüktür. Dolayısıyla bu süreç, MİY’ni daha da önemli hale getirmektedir. Aslında MİY pek de yeni olmayan bir kavramdır. Yani bundan yıllar önce de, işletme sahipleri özellikle KOBİ’ler “müşteri velinimetimizdir” derken müşterinin önemini ve elde tutulması gerektiğini biliyordu. Örneğin geçmişin küçük mahalle bakkalı müşterileriyle ilgili her türlü bilgiyi topluyor, onu hafızasına alıyor ve müşterisini kendine bağlayabilmek, müşteri sadakatini arttırabilmek için çaba sarfediyordu. Bu durumda “yeni olan” ise, geçmişte mahalle bakkalımızla yapabildiğimizi şimdi olası kılan teknoloji, 55 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 o bakkalın az sayıda müşterisi ve herkesin tercihlerini aklında tutabilecek güçte hafızası vardı. Ama günümüzde her yönden, coğrafi olarak, tercihler olarak, psikolojik ve sosyal faktörler olarak sayıca hızla artan çeşitli müşteri özelliklerinin bir insan hafızasında ya da defterlerde kayıt altına alınması imkansızdır. Teknoloji, işte bu modelin gerçekleşmesini sağlamıştır. Bu da ürün ve hizmetlerin pazarlama sürecini doğrudan etkilemiştir. 2.3. Başarılı MİY Uygulamaları Nasıl Olmalıdır? MİY felsefesinin işletmede başarılı olabilmesi, tam olarak anlaşılmasına, benimsenmesine, gerekli uygulamaların yerine getirilmesine temel olarak uzun vadeli olarak planlanmasına bağlıdır. Yapılan bir araştırmaya göre, Amerika'da beklentileri karşılayan MİY projeleri %12 iken, karşılamayan projeler %60-75 civarındadır (Gel, 2001). Sağel (2010) MİY uygulamalarında yapılan yanlışlıkları “Teknoloji odaklı MİY projelerinde, işletmeler faaliyetlerini sahip oldukları teknolojiye göre uyumlaştırmaktadırlar. Halbuki MİY projelerinde önce strateji belirlenmeli, süreçler düzenlenmeli sonra bu süreci işletecek olan teknoloji seçilmelidir. Eğer MİY, sadece bir teknoloji uygulaması ya da bir yazılım paketi olsaydı rekabet silahı olamazdı. Çünkü bu pakete bütün işletmeler sahip olabilirdi. O zaman işletmeler arası farklılığı ne belirler? Farklılığı işletmelerin kurumsal zihniyetleri belirler. Müşteri odaklı kurum olmayı önce zihinlerde gerçekleştirebilen işletmeler için farklılık zaten oluşmaya başlar. Teknoloji sadece düşünceleri eyleme dönüştürmede bir araç olmalıdır.” şeklinde vurgulamaktadır. MİY çalışmaları, yönetimi veya koordinasyonu belirli bir bölüm veya kişide olsa da, sorumluluğu tüm bölümlere ait bir yönetim felsefesidir. MİY çalışanlar, müşteriler ve iş ortakları ile koordinasyonu ve işbirliğini sağlayan müşteri merkezli bir ilişki yönetimidir. Değişim önce düşüncede, olaylara bakış açısında başlamalıdır. Gerçek anlamda müşteri odaklı MİY çalışmalarına karar verilmesi, önce düşüncelerde, sonra uygulamalarda olmaz ve değişim tüm çalışanlarca kabul edilmezse, yapılacak hiçbir teknolojik veya operasyonel yatırım, MİY’inde başarılı sonuçlar elde edilmesini sağlayamaz (Kolay İletişim, 2010). Bu nedenle, bir MİY uygulamasının başarısında "fonksiyonellik", "çeviklik", "maliyet", "zaman", "tutarlılık", "uyumluluk" ve "bütünsellik" gibi başarı faktörlerinin yanısıra insan faktörü de çok önemlidir. MİY projesine tüm çalışanların inanması, katılması ve sahiplenmesi sağlanmalıdır. Çalışanlar planlama, eğitim, motivasyon ile etkin yönetilmeli ve teknoloji ile desteklenmelidir. MİY'in insan boyutu; başarının anahtarı veya başarısızlığın belki de en önemli nedenidir (Abas, 2010). Başarılı MİY çalışmaları gerçekleştirebilmek için göz önüne almamız gereken diğer konuları da şu şekilde sıralayabiliriz (Abas, 2010; Kolay İletişim, 2010; Erdoğan, 2010; Microsoft, 2010). 56 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI − Bişkek 2010 MİY uygulamasının başlangıç noktası öncelikle bir müşteri stratejisi geliştirmek olmalıdır. Bu strateji ile kurumun nasıl müşteriler istediği, bu müşterilerin nerede bulunacağı, müşteri hizmetlerinin nasıl sunulacağı ve hedef müşteri profili dışındaki müşterilere karşı ne yapılacağı belirlenmelidir. Stratejimizi müşteri taleplerine göre düzenlemeli, ürün değil müşteri odaklı olmalıyız. − Ürün odaklı yaklaşımdan uzaklaşarak müşteri odaklı yönetime geçmenin gerekli olduğu, müşterinin pazarda olmanızın olmazsa olmaz koşulu olduğu, düşüncesinden hareketle ürününüzü, hizmetinizi, organizasyonunuzu, yönetim şeklinizi ve insan kaynağı dâhil olmak üzere tüm kaynaklarımızı müşteriye göre düzenlemeli, bunu yaparken de çeşitli yönetim tekniklerinden, yazılımlardan ve teknolojiden yararlanmalıyız. − MİY projesinde başarılı olmanın ancak ciddi bir bilgi birikimi ile olabileceği de bir gerçektir. Bu konuyu biraz açacak olursak, MİY uygulamalarında “evreleri, nasıl uygulanacağı, uygulamada başarı için hangi faktörlerin önemli olduğu, aksiyon planı, dış kaynak kullanım yararı, proje maliyetini etkileyen faktörler, başarıya etkileri, kârlılık modelleri” gibi detaylara Türkiye ve dünyadaki model ve uygulamalara da hakim olunması gerekmektedir. − Anahtar müşterilerimizi, müşteri potansiyelimizi iyi tanımalı ve doğru değerlendirmeliyiz. “Müşteri içgörüsü”ne hakim olabilirseniz, rekabette farklılaşabilir ve rakiplerinizle fiyat savaşına girme zorunluluğundan kurtulabilirsiniz. Önemli olan, müşterinin “neyi almak istediği” değil, “neden almak istediği”dir. Bugün pazarlama dünyasında, farklılaşma savaşını iyi yöneten yöneticilere gereksinim duyulmaktadır. Bunun için de ihtiyacımız olan önemli vasıflardan birisi “Müşteri içgörüsü” ne sahip olmamızdır. − Teknoloji MİY'in bir parçasıdır. MİY plan ve projelerini hayata geçirecek teknoloji olmadan başarı elde etmek mümkün değildir. Müşterinin bir değer olarak görülmesi sürecinde strateji ve teknoloji, ortak bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Bu noktada stratejiye en uygun teknolojinin seçilmesi büyük önem kazanır. Bu yatırımın doğru yapılması için şu sorulara en doğru yanıtların bulunması gerekir: Şirketimin MİY amaçlarına en uygun teknolojiyi kim sağlayabilir? Yeni oluşturulan MİY sürecini karşılayan özellikler nelerdir? Mükerrer yatırımlar yapmaktan nasıl kaçınırım? Bu ve diğer birçok sorunun yanıtı, doğru MİY yatırımının açılım noktasını oluşturacaktır. Türkiye de küçük ve orta ölçekli işletmeler için 400 işletme üzerinde yapılan bir araştırmada müşteri edinmenin %35 ile en önemli MİY olgusu olarak görüldüğü anlaşılmıştır. İşletmeler için ikinci önemli MİY olgusu %31 ile varolan müşteri profilinin ve sayısının korunmasıdır. MİY felsefesinin ilk ve en önemli aşaması olarak kabul edilen müşteri seçimi ise Türk işletmeleri 57 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 tarafından satış kaygılarına bağlı olarak en az değer verilen MİY aşaması olarak kabul edilmiştir. Farklı MİY modellerinin değerlendirildiği bir diğer soruda da, 400 işletmenin %48’i kârlılık modeline yatırım yapmayı seçmişlerdir. MİY’in en önemli fonksiyonlarından sayılan ve uzun vadede işletmeye yarar sağlayacak müşteri bilgilerine yatırım ve müşteri etkileşimini yükseltmeye yatırım ise Türk işletmelerince fazlaca dikkate alınmamıştır (Güldemir, 2001:2). Bu araştırmada da görüldüğü gibi, işletmeler MİY’i sadece kısa vadede kârlılığı arttıracak teknolojik bir yöntem şeklinde görmektedirler. MİY’in bir yönetim felsefesi olduğu ve işletmeye yararının kısa dönemden çok uzun dönemde ortaya çıkacağı unutulmuş görünmektedir. Günümüzde işletmelerin MİY uygulamaları konusunda yaptıkları en büyük yanlışlık MİY yatırımının sadece bir bilgi teknolojileri yatırımı şeklinde olduğudur. Bu nedenle gerek iş süreçlerinde gerekse insan kaynaklarında yapılacak tüm iyileştirme yatırımları MİY’in dışında tutularak ihmal edilmiştir. Oysa bir işletme, MİY’in bir felsefe olduğunu anlayamadığı sürece dünyanın en başarılı otomasyon paketini uygulasa dahi yaptığı yatırımın kârlılığını göremeyecektir. Genel olarak gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir diğer sorun ise, özellikle kriz öncesi dönemde MİY uygulamalarının sadece bireysel müşteriye yönelik olarak kabul edilerek bir B2C (Business to Customer) olgusu olarak görülmesidir. Bu nedenle dünya pazarlarının yeni işletme olgusu kabul edilen B2B’ye (Business to Business) yani kurumsal müşteriye yönelik yatırımlar eksik olarak kalmıştır. Oysa kurumsal müşteriler işletmeler için en az bireysel müşteriler kadar önem taşımaktadır (Gültekin, 2001:20). MİY uygulamalarında kullanılan bilgisayar teknolojisi yatırımlarına bakılacak olunursa tanınmış yabancı yazılımların yanısıra pek çok yerli firmanın da kendi ülkelerindeki işletmeler için uygun yazılımlar geliştirdiği görülmektedir. Bu aşamada yazılım firmaları kendi satış ve kârlılıklarını arttırabilmek için entegre denen komple çözüm paketleri yerine basit noktasal çözüm paketlerini işletmelere sunmaktadırlar (Numan, 2001:26). Özellikle maliyeti düşüren bu yazılımlar küçük ve orta ölçekli işletmelerce tercih edilmektedir. Ancak, bu yazılımların birbirinden bağımsız oluşu nedeniyle müşteri ile ilişkiyi sağlayacak kanallar arasında kopukluklar oluşmaktadır. Bir işletmenin müşteriyle doğru şekilde ve zamanında ilişki kurması MİY felsefesinin ana noktalarından olmasına karşın pazarlama otomatizasyonunun bu entegrasyon bozukluğu müşterinin yanlış veya eksik bilgilendirilmesi nedeniyle işletmeye yarardan çok zarar sağlayabilmektedir. 3. KÜRESELLEŞEN DÜNYADA MİY’İN ÖNEMİ Müşteri ilişkileri yönetimi, günümüz pazar ortamında, işletmelerin küresel rekabet karşısında ayakta kalmasını sağlayan oldukça önemli bir başarı faktörüdür (Kotler, 2001). 58 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Günümüzün rekabet ortamında, on-yirmi yıl önce sattığımız ürün veya sunduğunuz hizmetle sadık müşteri yaratmanız neredeyse imkânsız. Üstelik rakiplerimiz sadece iş yaptığımız bölge veya ülke firmaları değil. Günümüz küresel ekonomi ortamında Brezilya, Çin gibi uzak ülke firmaları da rakibimiz. Bozgeyik'e göre de günümüzde iki trend MİY'in bu kadar öne çıkmasını sağlamıştır. Birinci trend, global rekabetin artması sonucu ürünlerin ayırt edilmesinin zorlaşması nedeniyle firmaların ürün merkezli olmaktan müşteri merkezli olmaya yönelmesi. İkincisi ise teknolojinin gelişmesi sonucu müşteri ile ilgili her şeyin takip edilebilir ve özellikle taleplerin ve bilginin tüm kurumca kullanılabilir, yönetilebilir olmasıdır. Son yıllarda iş dünyasında da bir çok nedenden dolayı MİY rüzgarı esmeye başlamıştır. Kitlesel pazarlamanın gittikçe pahalı bir müşteri kazanma yolu olması, pazar payının değil müşteri payının önemli hale gelmesi, müşteri memnuniyeti ve müşteri sadakati kavramlarının önem kazanması, yoğun rekabet ortamı gibi nedenlerle işletmeler süratle MİY uygulamalarını benimsemeye ve uygulamaya başlamış bulunmaktadırlar (Sağel, 2010). Yapılan araştırmalar, mevcut müşteriyi yitirmeme çabalarının, yeni müşteri kazanmaktan 5-6 kez daha az maliyetli olduğunu göstermektedir. MİY'inde en önemli amaç sadık müşteriler elde etmektir. Bozgeyik'e (2010) göre “firmanızı geleceğe taşımak istiyorsanız, sadık müşterilere ihtiyacınızın olduğunu unutmayın. Müşteri sadakatindeki küçük artışlar firmanız için büyük kazançlar sağlayabilir”. MİY çalışmalarında başarılı bir sonuca ulaşmak müşterilerin ihtiyaç ve beklentilerine ilişkin tam ve doğru bilgilere sahip olmak, bunları çok iyi analiz ederek farklı müşterilerin, farklı ihtiyaç ve beklentilerini, farklı yöntem ve yaklaşımlar kullanarak karşılayabilmekten geçmektedir. Pazarda sunulan birçok seçenek arasında farklı ve seçilebilir olmanız, müşterileriniz için yaptıklarınız ve geliştirebildiğiniz yeni stratejiler ile paralellik göstermektedir. Her bir müşteri bir birey olarak özel ilgi ve ihtimam beklemektedir. Buna paralel olarak müşteriniz ile kurduğunuz ve geliştirdiğiniz ilişki de müşteri sadakatinin artmasına yardımcı olmaktadır (Taşpınar, 2006). Kısaca; iş dünyasındaki rekabetin müşteriyi daha çok ön plana çıkarması, 1990’lı yıllarda ERP ile başlayan kurumsal verimlilik sürecinde arka ofis uygulamalarının olgunlaşmasıyla otomatik yapının dışa açılan yüzüne olan ihtiyacın daha da artması, ürünlerin pazarda kalma sürelerinin kısalması, yenilikçi ürünlerin sağladığı ilk olma avantajının azalması, müşteriler için seçenekler artarken üreticilerin aralarındaki rekabetin artması, internet başta olmak üzere iletişim teknolojilerinin, müşterilerin seçim alışkanlıklarını değiştirmesi, sadakat seviyelerini azaltması gibi unsurlar MİY’in öneminin giderek daha da artmasına yolaçmıştır. 59 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4. EKONOMİK KRİZ ORTAMINDA MİY Günümüzde uluslararası kısa vadeli sermaye akımları ve spekülatif işlemler sonucu sık sık finansal krizler yaşanmaktadır. Kriz, çeşitli bilim dallarında ve aynı zamanda günlük konuşma dilinde çok yaygın olarak kullanılan kavramlardan birisidir. Etimolojik kökeni Yunanca “krisis” kelimesine dayanır. Kriz, sosyal bilimler alanında çoğu kez “buhran” ve “bunalım” kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Ekonomik kriz, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin makro düzeyde devlet; mikro düzeyde ise firmaları ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarmasıdır. Sadece ani ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri kriz olarak adlandırmak doğrudur. Yoksa, normal süreç içerisinde ortaya çıkan her sorun kriz demek değildir. Kriz, bu açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan “ciddi bir sorun” olarak düşünülmelidir. Rutin gelişmeler ve sorunlar “kriz” değildir. Krizin en önemli özelliği önceden tahmin edilemeyen ya da bilinemeyen bir anda ortaya çıkmasıdır. Krizin bir diğer önemli özeliği, kişiler ve organizasyonlar için hem bir tehlike ve tehdit oluşturması, hem de yeni fırsatlar yaratmasıdır. Bu anlamda kriz, genellikle düşünüldüğü gibi tamamen “negatif” karakter taşıyan bir kavram değildir. Ekonomik krizler çok değişik şekillerde ortaya çıkabilir. Üretimde hızlı bir daralma, fiyatlarda ani düşme, iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, banka krizleri vs. ekonomik krizlerin başlıca örnekleridir. Ekonomik krize karşı etkin önlemler almak, mevcut tehlike ve tehditlerden en az zararla çıkmak ve kriz ortamındaki gelişmeleri fırsata çevirmek ancak etkin bir “kriz yönetimi” ile olur. Kriz yönetimi, adından da anlaşıldığı üzere krize karşı organizasyonlar yani işletmeler tarafından alınması gerekli önlemleri ifade eder. Krizlere karşı en etkin çözüm tedavi edici değil, koruyucu önlemlerdir. Bir hastalık ortaya çıktıktan sonra alınacak tedbirlerden önce, hastalığın ortaya çıkmasını önleyecek tedbirler almak daha doğrudur. Tedavi edici önlemlerden ziyade “koruyucu önlemler” daha etkin çözümdür. Aynı şekilde örneğin, ekonomide herhangi bir kriz ortaya çıkmadan önce krize daha dayanıklı bir örgüt yapısı, işletme oluşturmak son derece önem taşımaktadır. Bu çabalar kriz anında koruyucu ve krizin ilk etkilerini geciktirici etkiler gösterir. Krize dayanıklı bir işletmenin yani organizasyonun oluşturulmasında “değişim mühendisliği” (reengineering), toplam kalite yönetimi, stratejik yönetim adı verilen yeni yönetim tekniklerinin kullanılması önem taşımaktadır. MİY'de burada sözü edilen yeni yönetim teknikleri arasında yeralmaktadır. Ekonomik kriz dönemlerinde şirketler derhal çözüm getirmeyecek uzun dönemli girişim veya projeleri değil gündeme almak, kesinlikle akıllarından bile geçirmek istemezler. Öte yandan da 60 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ekonomideki tüm olumsuzluklara rağmen, MİY uygulamaları pek çok şirketin bütçelerinde ilk sırada yer almaktadır. Bunun üç temel nedeni vardır; 1. Müşteri İlişkilerini Yönetimi, etkin ve etkili olarak uygulandığında pazarlama ve operasyon giderlerini azaltarak kısa ve orta vadede kaynak optimizasyonu ve verimlilik artışı sağlayacağından ölçeğe uygun büyüme hedeflerine hizmet etmektedir. MİY’in bir iş disiplini olarak altını çizdiği en önemli nokta her müşterinin farklı olduğudur. Her müşterinin farklı ihtiyaçları vardır ve bu farklı ihtiyaçlar ürün/hizmet tedarikçisi tarafından karşılanırken müşterinin ilgili ürün/hizmet tedarikçisi için değeri de belirlenmektedir. Bazı müşteriler yüksek kârlılık/değer sergilerken bazı müşterilerin ürün/hizmet tedarikçilerine hiç kârı olmamaktadır. Kim olduğu belirsiz, tüketim alışkanlık ve kalıbı bilinmeyen dolayısı ile de analiz edilemeyen bir kitleyi hedefleyerek büyümeye çalışmakta ısrarcı olmak yerine müşterileri bireyselleştirerek birbirinden öğrenerek tanıma yoluna gitmek ve ilişkileri bu çerçevede düzenlemek müşteri kârlılığına olumlu yönde etki edecektir. Uygun büyüme, segmentasyon sonucu belirlenecek daha kârlı/değerli olan müşterilere yönelmek ve bu müşterilere yapılacak satışları artırmaktan geçmektedir. Müşterileri değerlerine göre ayrıştırmak ve tanımlamak hangi müşteriler üzerinde yoğunlaşılacağını gösterecek, öncelikleri belirleyecektir. Böylelikle de en kârlı/değerli müşterilere daha çok konsantre olmak üzere strateji geliştirilebilecektir. Üstelik ekonominin kötüye gittiği günlerde kâr getirmeyen müşterilerle ilgilenmek boşuna zaman kaybından başka bir şey değildir. Aslında bu durumu bir de tersinden düşünmekte fayda vardır. Ekonominin iyi olduğu zamanlarda da her müşterinin eşit derecelerde kârlı olamayacağı kabullenilmesi gereken bir gerçektir. Müşteri İlişkileri Yönetimini “dert” olarak gören şirketler tabii ki en değerli müşterilerine daha iyi hizmet etmek gibi bir hedef izleyemeyecektir. Müşterilerinin kendisi için değerini bilerek satış etkinliğini yükseltip, pazarlama giderlerini düşüreceğinin farkında olan ürün/hizmet tedarikçisi sadece parasal kaynak tasarrufunda bulunmayacak aynı zamanda müşteri memnuniyetini artıracak ve müşterileri de yerli yersiz ve de gereksiz pazarlama iletişimine muhatap olmayacaklardır. Maliyetleri düşürmek veya pazarlama etkinliğini artırmak “uygun büyüme” argümanının sadece bir yönüdür. Diğer taraftan müşteri ilişkileri üzerine yoğunlaşmak ürün/hizmet tedarikçisini fiyat rekabetinden kolaylıkla tecrit edecektir. Müşterisi neye ihtiyaç duyduğunu ve nasıl bir hizmet almak istediğini aktardığında, ticaret kapasitesini, hizmet şeklini müşterisinin ihtiyacına göre farklılaştırabilenler müşterisine özel olduğunu hissettirecektir. Müşteri nasıl ve ne şekilde hizmet almak istediği konusunda bilgilendirmiş, yol göstermiştir. Müşteri memnuniyeti sağlanmışsa müşteri “kazanılmış” demektir ve artık müşterinin rakibe gitmesi ancak ve ancak öncelikle kendisi ve istekleri hakkkında rakibi de bilgilendirmesi neticesinde mümkün olabilecektir. Aksi takdirde rekabet açısından fiyat rekabetinden 61 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 de tecrit olunmuş demektir ki ekonomik göstergeler düşüşteyken bu tür bir avantaj kesinlikle çok büyük önem arz etmektedir. 2. MİY süreçlerinde uygulamalar aşamalı olarak artırılarak yapılabilir. Diğer teknoloji gerektiren uygulamalardaki yatırım bütünlüğü göz önüne alınacak olursa, MİY uygulamalarındaki bu esneklik ürün/hizmet tedarikçisi açısından çok önemli bir yatırım kolaylığıdır. Müşteri ilişkileri yönetimini oluştururken kaynakların bu şekilde aşamalı kullanılması bir ürün/hizmet tedarikçisi için rekabet avantajı da sağlamaktadır. Ekonomik göstergeler iyiye giderken dahi pek çok firma BT değişiklikleri gerektirecek uygulamaları yapmak istemez. Çünkü bilgi sistemlerindeki değişiklikler sadece pahalı değil aynı zamanda gerçekten ciddi zaman isteyen süreçlerdir. Üstelik sert rekabet ortamında “dur, önce bir bilgi işlem sistemimizi yenileyelim de sonra işlere bakarız” diye kimse düşünmez. Ekonomik kriz içerisindeyken kısa vadede sonuç alıp ölçemeyeceği projeler ile ilgilenmeyi hiç istemez. MİY uygulamaları da bütünleşik olarak düşünüldüğünde gerek parasal gerek ise insan ve zaman kaynağı yatırım büyüklüğü ve ilgili yatırımın geri dönüşü açısından değerlendirildiğinde ciddi kaynak aktarımı gerektiren uygulamalardır. Ancak, MİY uygulamalarındaki en büyük avantaj ürün/hizmet tedarikçisinin öncelikli hedeflerine göre aşamalı olarak, ihtiyaç duyulan modüllerin sırasıyla uygulanabilmesine olanak tanımasıdır. 3. Müşteri İlişkileri Yönetimine kenetlenmek stratejik gerekliliktir. Müşteri İlişkileri Yönetiminin yeterliliği, ürün/hizmet tedarikçisinin rekabet performansını belirler. Müşteri İlişkileri Yönetimine ayrılmış kaynaklarda (zaman, finans, insan kaynağı, BT altyapısı…) yola çıkarken belirlenenden/planlanandan “kriz” nedeni ile kısıtlamaya gitmek, özellikle rekabet ortamında ciddi avantaj kayıplarına neden olacaktır. MİY, bir ürün/hizmet tedarikçisinin müşterileri ile süreklilik temelinde maksimum düzeyde karşılıklı etkileşimli iletişimde bulunması sürecinde birbirinden öğrenmesidir. Ürün/hizmet tedarikçisi; müşteri ihtiyaçlarının/ taleplerinin MİY uygulamaları aracılığı ile kolaylıkla farkına varır, planlarını müşterilerinin isteklerine göre gözden geçirir, revize eder ve rekabetçi avantaj hedefleyerek uygular. Forrester Research tarafından Kuzey Amerika'daki şirketlerin üst düzey yöneticileri ile yapılan bir anket çalışmasında, gelecek dönemde ekonomik düşüş bekleyen yöneticilerin %42'si, müşteri ilişkilerinin öneminin kriz döneminde daha artacağına inanırken, sadece %15'i bu önemin göreceli olarak azalacağını düşünmektedir (Telepati, 2010). McGraw-Hill'in 80'li yılların sonunda 600 firma üzerinde gerçekleştirdiği bir araştırmada da kriz dönemlerinde pazarlamaya yatırım yapan 62 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 firmaların sonraki beş yılda % 275 satış artışı yaşadığını, pazarlama bütçelerini kesenlerde ise bu oranın % 19’da kaldığını göstermektedir (Telepati, 2010). Ekonomik kriz dönemlerinde tüketici ihtiyaçlarında, davranışlarında ve alışkanlıklarında daha önceki dönemlere göre farklılıklar oluşmaktadır. Bazı pazar bölümlerinin pazar payları azalmakta, bazı pazar bölümlerinin pazar payları ise artmaktadır. Örneğin; insanlar dışarıya daha az çıkmakta, evlerinde daha fazla zaman harcamaktadırlar. Bu durumda, restoran, kafe ve eğlence yerlerinin satışları düşerken, evde kullanılan oyun konsolu, televizyon, müzik seti gibi eğlence araçları ile evde tüketilen cips, şekerleme, hazır gıda gibi ürünlerin satışları artmaktadır. MİY yeni müşteri eğilimlerini, isteklerini ve ihtiyaçlarını anlamamıza yardımcı olarak kriz dönemini en az zararla geçirmemizi hatta kriz döneminde büyümemizi sağlamaktadır. Ekonomik krize uyum sağlayabilmek için etkin MİY'nin beş temel odak noktası sözkonusudur. (Tablo.2) Tablo 2. Ekonomik Kriz Sürecinde MİY'nin Beş Temel Odak Noktası Krizin Odak Noktalarını Yönetmek Stratejilerinizi ve hedeflerinizi güncelleyin Krize özel yeni Operasyonel Kanal teklifler ihtiyaçlarda değişime desteğine özen geliştirin hazırlanın gösterin Müşterileri ve değişimlerini takip edin Kaynak: Ekonomik krizde müşteri yönetimi, http://www.telepati.com/aralik08/konu15.htm, (17.01.2010) Ekonomik kriz sürecinde işletmeler müşteri ilişkilerine daha fazla odaklanmalıdır. Anahtar müşteri tabanına sadık kalmalı, diğer mevcut ve yeni müşterilerle düzenli iletişim sürdürülmelidir. Kriz sürecinde müşterilere gösterilecek bağlılık, şartlar iyileştiği zaman işlerin sürdürülebilmesini garantileyecek ve pazar payının artmasını sağlayacaktır. Müşterileri dinlemek ve ihtiyaçlarının nasıl değiştiğini anlamak için bu konuların üzerinde düşünülmelidir. Maliyeti çok daha fazla ve hedef kitlesi belirsiz iletişim ve reklam araçlarından çok, anahtar ve potansiyel müşteri kitlesine yönelik ses, görüntü ve yazı içeren mesajlar blog, cep telefonu, MP3, internet ve sosyal paylaşım siteleri gibi maliyet etkin pazarlama iletişim araçlarından yararlanılarak iletilebilir. Böylelikle kriz enaz hasarla atlatılabileceği gibi bir fırsata da dönüştürülmüş olur. 5. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE YENİ EKONOMİDE MİY UYGULAMALARI Türkiye’de müşteri merkezli strateji üreten, şirket kültürlerini, çalışanlarını ve teknolojilerini yenileyen işletmeler 1990’lardan başlayarak dünya pazarları ile aynı anda bir rekabet avantajı olarak gördükleri MİY’ni uygulamaya başlamışlardır. Türkiye’de MİY, ilk olarak sayıları giderek artan çağrı merkezlerinin 444’lü ve 800’lü hatları ile tanınmaya başlanmıştır. Bu dönemde MİY 63 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 uygulamaları bireysel bankacılık başta olmak üzere borsa, internet ve kampanyalı hatlar olarak hayatımıza girmeye başlamıştır. Kolay erişilebilirlik, kullanılabilirlik ve genellikle sorunsuz oldukları için bu hizmetler hızla bağımlılık yaratmıştır (Özkan, 2001: 16). Bu uygulamalar içinde kulüp tipinde hazırlanan çalışmalar büyük önem kazanmıştır. Bir kulüp havasında bir çağrı merkezini arayan tüm müşterilerin ücretsiz üye olarak kabul edildikleri bu tip MİY uygulamalarında üyelere sağlık, psikolojik danışmanlık ve çeşitli konularda bilgi hizmetleri verilmektedir (Uylum, 2000: 6). Bir deterjan markası adına sadece kadınlara özgü olarak hazırlanan bu tip bir MİY uygulamasında, gruba üye olan müşteri sayısının hızla arttığı ve bu yolla sözkonusu deterjan firmasının müşteri tabanını genişletip özel promosyon ve kampanyalarını müşterilerine kolaylıkla duyurabilmesinin yanısıra uygulamanın aynı zamanda işletmeye olan güveni de arttırarak müşteri sadakatini de oluşturduğu belirtilmektedir (Özpeynirci, 2001:11). Günümüzde gelişen bilgi iletişim teknolojileriyle birlikte MİY uygulamaları daha da artmıştır. Özellikle nihai kullanıcılarla doğrudan ilişkide bulunan perakendecilik, bankacılık, otomotiv, tekstilkonfeksiyon ve sağlık gibi sektörlerde MİY’in kısmen de olsa uygulandığı söylenebilir. Bu alanda faaliyet gösteren birçok işletme müşterilerine dağıttıkları veya sattıkları elektronik kartlarla müşterileri hakkında hertürlü kişisel bilgiyi toplayarak elektronik olarak müşterilerini izlemekte ve her tür müşteriye özel fiyat indirimi, hediye, bonus puan gibi promosyonlarla ve müşterilerle ilgili özel veya bayram günlerinde posta, sms gibi ulaşım araçlarını kullanarak gönderdiği kutlama ve kampanyalarla ilgili bilgilendirme mektuplarıyla müşteri sadakatini ve satışlarını arttırmaya çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak Türkiye’de perakende gıda sektöründe faaliyet gösteren Migros marketler zincirinin Migroskart, ve sahip olduğu üye işletmelere, elindeki müşteri veri tabanıyla MİY uygulamaları sayesinde potansiyel müşteri kazandıran Tanı/Paro kart uygulaması örnek olarak verilebilir. Migros Club uygulamaları ve Müşteri İlişkileri Yönetimi konusunda öncü uygulamaları gerçekleştiren Migros, düzenlediği tüm kampanyalarda müşteri veritabanını en etkin şekilde kullanmaktadır. Türkiye’nin ilk sadakat kartı olan Migros Club Kart’ın, 2003 yılının sonu itibarıyla 3.8 milyon aktif müşterisi bulunmaktadır. Migros satışlarının %77’si Migros Club Kart üzerinden yapılmaktadır. 2003 yılında Koçbank kredi kart sahiplerinin kartları da Migros Club Kart özelliklerine sahip olmuştur. Bu sayede, 400,000 yeni kredi kart müşterisi de sadakat programına dahil edilmiştir. Migros Club Kart sahipleri, 2003 yılında mağazalarda genel indirimler yanında yaptıkları harcamalardan kazandıkları puanları anında bedava alışverişe dönüştürme şansına sahip olmuşlardır. Ayrıca, Migros, tüm iletişim kanallarından müşterisine ulaşmaya ve kişiye özel 64 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 avantajlar sunmaya devam etmektedir. Bu kapsamda, 200.000 müşterinin evlerine kişiye özel mektuplar ve satın alma alışkanlıklarına göre kuponlar gönderilmektedir. Evlere postalamayla birlikte toplam 375.000 müşteriye, genel kampanyalar yanısıra özel uygulamalar da yapılmıştır (ForumTR, 2010) Tanı/Paro kart uygulamasında, üye işyerleri, Paro ağı içinde bulunan müşteri profillerini daha yakından tanıma imkanı bulmaktadırlar. Paro, gerek 16 üye işyeri marka ve 7.000’i aşan satış/servis noktası, gerekse 7,7 milyon aktif kartlı kullanıcısı ile, üye işyerlerinin müşteri sayısını ve alışveriş hacimlerini artırarak ekonomik katma değer sağlıyor. Yılda 600’ün üzerinde kampanya düzenleyen Paro, üye işyerlerine 2007 yılında 247 milyon TL, 2008 yılında ise, bir önceki yılın 2 katından fazla, yani toplam 555 milyon TL ilave ciro yaratmıştır. 2008 yılında Parolu kartla işlem hacmi 6,9 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. İlk faaliyete geçtiğimiz 2006 yılından beri, parolu kartla işlem hacmi 17,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Paro, tüketicilerine ise 2008 yılında 127 milyon TL’nin üzerinde paropuan kazandırmıştır. 2009 yılındaki küresel krizin etkilerinin yaşanmasıyla birlikte, Türkiye’deki pek çok markanın pazarlama bütçelerinde ciddi değişimler oluşmaya başlamıştır. İşletmeler, müşteriyi elde tutucu ve etkilerini doğrudan görüp ölçümleyebileceği uygulamalara yönelmeye başlamışlardır. Bu uygulamaları gerçekleştirmek için pazarlama departmanlarının mevcut müşterilerine ait verilere ihtiyaçları oluşunca doğrudan BT departmanlarına yönelip, müşteri veri tabanlarını istemişlerdir. Sadece mevcut müşterileri ile hayatlarını devam ettiremeyeceklerini de fark edince, potansiyel müşterilerle ilgilenmeye başlamışlardır. Tüm bu arayışlarının sonucunda şirketler, büyük bütçeli prodüksiyonlar yerine MİY projelerine ve doğrudan pazarlama disiplinleri altında yer alan veri tabanına dayalı pazarlama, interaktif pazarlama, promosyonel pazarlama ve etkinliklere ağırlık vermişlerdir. Özellikle Perakende, Otomotiv, İnşaat-Emlak, Hızlı tüketim ürünleri (Fast Moving Consumer Goods), Boya Sanayi, Tekstil ve Sağlık sektörleri 2009 yılında MİY projelerine ciddi ağırlık verip, krize rağmen yatırım yapmışlardır. Müşteri sadakati için yapılan uygulamalar 2009 yılının ilk 10 ayında, 2008 yılındaki toplam yatırım miktarını %3 oranında aşmıştır. Türkiye MİY pazarındaki bu gelişmelerden dolayı, uluslararası MİY yazılım markaları da 2009 yılında Türk pazarına girmeye başlamışlardır. Ayrıca küresel krizin en zorlu dönemini geride bırakan Ortadoğu bölgesi, krizden çıkış stratejilerini müşterilerin talebini en iyi şekilde yanıtlamak üzerine kurmuştur. Ortadoğu ülkeleri, büyümeye geçişin beklendiği 2010 yılında, dünya pazarlarında rekabet avantajı kazanmak için müşteri ilişkileri yönetimi teknolojilerine yatırım yapmaya karar vermişlerdir. Sözkonusu MİY 65 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 teknolojilerinin, ağırlıklı olarak kampanya yönetimi, satış ekibi otomasyonu, çağrı merkezi yazılımları olacağı düşünülmektedir. 6. SONUÇ Günümüzde küresel etkilerle çok sık yaşanan ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülke ekonomilerini doğrudan etkileyen ekonomik krizlerle ortaya çıkan kriz ekonomilerinde işletmeler iç verimliliklerini ve satışlarını arttırabilmek için MİY’in uygun bir yöntem olduğu görüşünde birleşmeye başlamışlardır. Uzun süredir MİY’i bir lüks olarak değerlendiren işletmeler kriz döneminde satış döngüsünü kısaltan, kaynak kullanımının optimizasyonunu sağlayan ve her şeyden önemlisi müşterinin işletmeye olan sadakati ile rekabet avantajı yaratan MİY’i krizi aşmada bir çözüm noktası olarak görmeye başlamışlardır. Dünyada belki de tarihin en büyük ekonomik krizi yaşanırken, özellikle gelişmekte olan ülke işletmerince dikkate alınması gereken iki ana unsur vardır. Bunlar; i) üretilen mal ve hizmetlerin katma değeri yüksek ürünler olup olmaması, katma değeri yüksek ürünler üretilmedikçe bu ve benzer krizlerin her zaman yaşanacağı kaynağı ne olursa olsun potansiyel bir krizin yıkıcı etkilerinin çok daha fazla olacağı, ii) Müşterinin katma değer yaratma zincirinin ilk ve en önemli öğesi olduğu düşüncesidir. Böylelikle, müşterinin davranış ve eğilimlerini dikkate alan felsefelerin işletmelerce uygulanması, değer arttırmaya yönelik büyük bir güç oluşturmaktadır. İşte bu noktada da karşımıza krizi aşmak için gerekli yöntem olarak MİY çıkmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, B2B ye yönelik MİY uygulamalarını gerçekleştirebildiği takdirde diğer şartların da uygun olması halinde kolaylıkla etkinlik alanını genişletebilecek ve uluslararası pazarlarda kendilerini rahatlıkla kanıtlayabileceklerdir. Ancak çoğu işletmenin MİY’i duymuş olmalarına rağmen henüz tam anlamıyla uygulamıyor olmalarının nedeni, MİY’in bir felsefeden çok sadece teknolojiye yapılacak yüksek maliyetli yatırım olarak görülmesidir. Fakat MİY’i bir yönetim felsefesi olarak kabul edecek işletmeler, kriz ekonomisinde dahi başarıyı yakalayabileceklerini ve krizi fırsata dönüştürebileceklerini unutmamalıdırlar. MİY, krizden çıkış stratejisinde, firmaların en önemli silahı olmaktadır. MİY yazılımlarının iş akışı ve çalışan performansı hakkında ayrıntılı bilgilerin toplanmasını sağladığı, değişen müşteri gereksinimleri ile talep düzeylerini belirleyebildiği bunun da, kriz sonrası yeniden pazara çıkış aşamasında işletmeler için müthiş birer kaynak oluşturduğu düşünülmektedir. MİY projelerinin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için; üst yönetimin MİY faktörüne inanması, çalışanların MİY’in yararlı olacağına inanarak desteği, işletmenin özel şartlarına uygun doğru MİY uygulamasının seçimi ve doğru altyapının hazırlanması faktörlerinin tümünün bir arada sağlanabilmesi gereklidir. 66 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA Abas, (Abas Software Partner Türkiye)(2010), Başarının anahtarı: Müşteri İlişkileri Yönetimi, http://www.abasturk.com-/erp/makaleler/makaleler-basarinin-anahtari-musteri-iliskileri-yonetimi.htm (02.02.2010) Bozgeyik, Abdullah (2010), CRM Niçin Önemli, http://www.biymed.com/pages/makaleler- /makale25.htm (17.01.2010) David, Cheung ve Albert Kwong, (2004), Customer Relationship Management (CRM) for SME, Tung Hing Pacific Management Consulting Ltd, Oracle Conference Hong Kong 2004, Dereli, Figen Zekier, (2004), CRM NEDİR? http://www.-.biymed.com/pages/makaleler/ma-kale49.htm (17.01.2010) Erdoğan, Gökhan (2010), Müşteri İç Görüsü Olmadan Asla, www.marjinal.com.tr (20.01-.2010) ForumTR (2010), http://www.frmtr.com/halklailiskilerturizmveinsankaynaklariulastirma-/731768 crm-costumer-relationship -management.html (20.1.2010) Gel, Oğuz C. (2001), Müşteri İlişkileri yeni pazar koşullarında ne kadar etkili olacak? 14 Kasım 2001, Çırağan Oteli Beyin Fırtınaları http://www.crminturkey.org/crm/crmtalk- /default.asp?page=bf2001 Güldemir, Gültekin (2001), Türkiye'nin CRM Tarifleri, İnsan ve Proses ve Teknoloji Başarılı CRM Uygulamalarında Hassas Rol Dağılımı Konferans, CRM Institute Turkey, İstanbul, 28 Şubat 2001. Gültekin, Hasan (2001), “Türkiye’de Müşteri İlişkileri Yönetimi Hangi Noktada”. BT Vizyon, Sayı :6, Temmuz 2001. Kolay İletişim (2010), CRM Nedir? http://www.kobifinans.com.tr/tr/bilgi_merkezi-/020305/392 (17.01.2010) Kopper, Steffano ve Juanita Ellis (2000), The E-commerce book; building the E-empire, Academic Press, San Diego, CA. Kotler, Philip (2001), Kotler ve Pazarlama, Sistem Yayıncılık, İstanbul. Çev. Nilay Başok Yurdakul 67 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kurban, E. Pelin (2002), “Küresel Rekabet Aracı Olarak Muşteri İlişkileri Yonetimi ve Halkla İlişkilerin Rolü”, Ege Universitesi, Sosyal Bilimler Enstitusu, Yayımlanmamış Yuksek Lisans Tezi, İzmir. Microsoft (2010), CRM Projesinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir? www.microsoft-.com.tr Numan Nuray (2001), “Türkiye CRM’de geleceğe yatırım yapıyor”, BT Vizyon, Sayı :6, Temmuz. Özkan Salih (2001), Türkiye’de Müşteri İlişkileri Yönetimi Olgusu, BT Vizyon, Sayı : 6, Temmuz. Özpeynirci Emre(2001), “Omo Kadınlar Kulübüyle 1 milyon Üyeyi Hedefliyor”, Hürriyet Ekonomi, 14 Ağustos 2001. Sağel Nusret Oral (2010), Şimdi Moda CRM, Sıradaki... http://www.biymed.com/pages/makaleler/makale61.htm (17.01.2010) Taşpınar, Hasan (2006), Bilişim alt yapısıyla| crm teknik alt yapısı & işlevsellikleri, Seçkin Yayıncılık Telepati (2010), Ekonomik Krizde Müşteri Yönetimi, http://www.telepati.com-/aralik08- /konu15.htm (17.01.2010) Uylum Dikici Pınar, (2000), “CRM ve Call Center”, BT Haber, Say 256, 14 -20 Şubat 2000. 68 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 İŞLETMELERDE KRİZ YÖNETİMİ SÜRECİNDE STRATEJİK YÖNETİM ARACI OLARAK DENGELİ SONUÇ KARTI’NIN KULLANIMI Köksal BÜYÜK* Mahmut YAVAŞİ** Özet İşletmelerin kriz ortamında karşı karşıya kaldığı çok sayıdaki potansiyel olumsuzlukların etkilerini azaltmak için etkili stratejik yönetim uygulamalarına ihtiyaç vardır. Belirsizliği yüksek çevre koşulları işletmelerin varlıklarının sona ermesine neden olabilmektedir. Kriz ortamları, yöneticilerin geleceği tahmin edebilme kapasitelerini azaltması nedeniyle stratejik boyutlara daha hassas eğilmelerini gerekli kılmaktadır. Bu şartlar altında yöneticilerin çevresel koşulları daha etkin biçimde analiz etmesi ve ani tedbir alması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Zamanın kısıtlılığı kriz yönetimde hayati bir unsurdur. Üst yönetimin zaman kısıtları ve belirsizlik koşulları altında etkili kararlar alması krizin olumsuz etkilerini azaltacaktır. Çalışmamızın amacı bu kısa süre içerisinde etkin bir kriz yönetimi gerçekleştirebilmek için örgüt içindeki finansal olmayan faktörlerin de dikkate alınması gerekliliğini ortaya koymaktır. Kriz sürecinin aşılmasında stratejik yönetim aracı olarak Dengeli Sonuç Kartı’nın yapacağı katkıları tartışmaktır. Anahtar Kelimeler: Kriz Yönetimi, Stratejik Yönetim, Krizle Mücadele, Dengeli Sonuç Kartı USING OF BALANCED SCORECARD IN CRISIS MANAGEMENT AS AN INSTRUMENT OF STRATEGIC MANAGEMENT Abstract The firms that have been facing various obstacles due to crisis have to implement an affective strategic management. Since the uncertain environmental conditions may result to an end of those firms, managers of those firms have to deal more curiously with the strategic dimentions. Environmental conditions have to be more precisely analyzed and immediate precautions have to be taken. Insufficient time is a vital point in crisis management. Making decisions in limited period and uncertain conditions may overcome unwanted results of the crisis. The main objective of this study is to take into account of non-financial factors in managing crisis in that shortime. Balanced * Çankırı Karatekin Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü; koksal@karaketin.edu.tr. Çankırı Karatekin Üniversitesi, İİBF İşletme Bölümü; yavasi@karaketin.edu.tr. ** 69 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Scorecard’s, as an instrument of strategic management, contribution to overcoming of crisis will be discussed. Key Words: Crisis Management, Strategic Management, Overcoming with the crisis, Balanced scorecard. 70 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Giriş Bilgi toplumuna geçişle birlikte yaşanan değişim ve dönüşüm örgüt yapılarını ve yönetim biçimlerini de etkilemektedir. Artık örgütlerin faaliyetlerini sürdürmelerinde geleneksel yaklaşımlar yetersiz kaldığından etkinlik, verimlilik, kalite ve insan unsurları öne çıkarılarak örgüt sadece ekonomik yönüyle değil, bir bütün olarak ele alınmaktadır (Çukurçayır ve Eroğlu 2004:42). Buna bağlı olarak örgütün performansını izlemede sadece finansal göstergelerin değil bunun yanında finansal olmayan örgüt içi ve örgüt dışı bazı göstergelerin de dikkate alınması zorunluluğu doğmaktadır. Dengeli Sonuç Kartı, bir takım somut ve soyut ölçütler yoluyla örgütteki tüm çalışanlara bugün ve gelecekte hangi etkenlerin kendilerini başarıya götüreceği hakkında bilgi üretmeye çalışmaktadır. Bu ölçütler: Örgütün vizyon ve stratejisini tanımlamak, bunun örgüt geneline yayılıp doğru algılanmasına yardımcı olmak, bölümlerin faaliyetlerini ortak bir amaca yöneltmek ve birbirleri ile ahenk içinde çalışmasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır (Kaplan ve Norton 2003:32). Dengeli Sonuç Kartı’nı bir uçağın pilot kabininde bulunan gösterge paneline benzetmek mümkündür. Pilotlar uçuş gibi karmaşık bir eylemi gerçekleştirmek için yakıt durumu, yükseklik, seyir rotası gibi hâlihazırdaki durumu ve gelecekteki durumu gösteren bilgi setine ihtiyaç duyarlar. Pilotun tek bir göstergeye bakarak hareket etmesinin mümkün olmadığı gibi bir örgüt içinde de performans yönetimini tek bir göstergeye bağlı kalarak uygulamak arzu edilen sonuçlara ulaşmamızı zorlaştıracaktır (Kaplan ve Norton 1992:71). Kriz ortamında bu göstergelerde yer alan tüm değerler stratejik önem taşımaktadır. Kriz ortamlarında, örgütsel odaklanma genellikle finansal göstergelere doğru bir yönelim göstermektedir. Oysaki insan kaynaklarını krizin oluşturduğu olumsuz ortamda sağlıklı yönlendirebilmek için stratejik bilince ihtiyaç vardır. Bu aşamada stratejik bir performans ölçüm aracı olan Dengeli Sonuç Kartı hem stratejilerin ne denli başarılı hayata geçirildiğini kontrol eder hem de çalışanların kriz karşısındaki direncini ve karar vericilere olan güvenini arttırma da etkin bir rol üstlenebilir. Krizle Yönetiminde Dengeli Sonuç Kartı’nın Rolü Kriz yönetimini işletmenin krizden doğabilecek potansiyel zararı en aza indirmek, kriz durumunun oluşturduğu koşulları denetim altına alabilmek, krizden meydana gelebilecek fırsatlardan faydalanmayı sağlamak için yürütülen faaliyetler toplamı olarak görmek gerekir (Tüz 2004). Krizin temel özelliklerine stratejik açıdan bakıldığında, örgütün stratejik hedeflerini ve sürekliliğini tehdit etmesi, örgütün önleme ve öngörme mekanizmalarını zayıflatması, acil müdahaleye bağlı olarak baş gösteren zaman baskısı, iç ve dış çevrede beklenmedik ve ani değişikliklere yol açması, karar 71 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 mekanizmalarında riskin yükselmesine bağlı olarak gerilim yaratarak korku ve paniğe yol açması, örgütün imajını, insan kaynaklarını, finansal yapısını ya da doğal kaynaklarını tehdit etmesi ilk akla gelen unsurlardır (Özdemir 1994:17-18). Örgütlerde stratejik yönetim, örgütsel başarıyı etkileyen, amaçlara ulaşma düzeyini arttıran bir yönetsel yaklaşımdır. Kriz ortamında iç ve dış çevrenin değişkenliği stratejik yönetimin önemini daha da arttırmaktadır. Kriz dönemlerinde belirsizlikten doğan stratejik açıklık örgütün kriz ortamına daha hızlı sürüklenmesini beraberinde getirir. Dinçer’e (1998:391) göre çevrenin eksik ve yanlış analiz edilmesi, örgüt yapısının esnek olmayışı, yetersiz çevre desteği, kaynakların yeterli ve uygun olmaması, örgüt tarafından çevre etkisinin basite alınması, yetersiz uygulama ve yöntemden doğan yanlışlıklar, değişiklik gereğine yönelik sinyallerin dikkate alınmaması stratejik açıklığı doğuran başlıca sebeplerdir. Krizlere bir sınır çizebilmek oldukça zordur. Beklenmedik bir şekilde herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir örgütte ortaya çıkarak bir domino etkisi yaratması muhtemeldir (Klann 2003:3). Kriz önceden beklenmeyen ve sezilemeyen, örgüt tarafından hızlı cevap verilmesi gereken, örgütün önleme ve uyum mekanizmalarını zayıflatarak mevcut değerlerini, amaçlarını ve varsayımlarını tehdit eden gerilimli bir durumu ifade eder (Tağraf 2003:150). Bu gerilimli durumu anlayabilmek, doğru analiz edebilmek ve gerektiğinde doğru müdahalelerde bulunabilmek için çok boyutlu düşünme ihtiyacı doğmaktadır. Kriz ortamında örgütsel performansın normal ortamlara göre önemi artmaktadır. Ortaya çıkabilecek aksaklıklara hızlı müdahaleler ancak sağlıklı bir performans yönetiminin sonucunda gerçekleşebilir. Örgütlerdeki performans ölçümü, koordinasyon ve kontrol sağlanması amaçlarıyla hâlâ geniş şekilde finansal verilere odaklanmaktadır (Kloot ve Martin 2000). Finansal ölçütler geçmişte neler olduğuyla ilgili önemli veriler sağlamakla birlikte organizasyonun bugün ortaya çıkardığı gerçek değeri, bilgi ve ilişkiler ağı gibi somut olmayan varlıkları ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Dengeli Sonuç Kartı seçilen hedefler ve ölçütler yoluyla bir örgütün geçmişten geleceğe tüm hikayesini anlatan yeni bir çerçeve çizerek örgütün vizyon ve politikalarını dönüştürmesine imkan sağlamaktadır (Niven 2002:13). Örgütle çevresi arasındaki uyumsuzluğa (stratejik açıklığa) buna bağlı olarak da krize yol açan çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bu faktörleri Ataman (2002:243), dış çevre faktörleri ve iç çevre faktörleri şeklinde iki başlık altında değerlendirmektedir. Krize yol açan dış çevre faktörler arasında sosyo-kültürel çevre değişikliklerini, politik ve hukuki çevre değişikliklerini, teknolojik çevre değişikliklerini, rekabet koşullarındaki değişiklikleri ve tabii felaketleri ele almıştır. İç çevre faktörleri olarak da işletmenin büyüklüğünü, işletmenin içinde bulunduğu hayat safhasını, işin özelliklerini, iletişimin, koordinasyonun ve kontrolün yetersizliğini, katı örgüt yapısını, örgütün merkezileşme derecesini, yönetimin yetersizliğini saymaktadır. Dengeli Sonuç Kartı kısa ve uzun dönem hedefler, 72 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 finansal olan ve olmayan ölçütler, geri kalan ve ileri götüren göstergeler ile ve dışsal ve içsel performans boyutları arasındaki dengeyi yansıtmaktadır (Kloot ve Martin 2000). Dengeli Sonuç Kartı’nın örgütlerde kullanımının amacı çalışanların görevlerini kolayca anlamalarına ve örgüt stratejisini destekleyen performansla ilgili ölçütlerin dağıtımına odaklanmalarına katkı sağlamaktadır. Rollerin açıklığının, müşteri hizmetlerinin dağıtımını ilgilendiren amaçların ve örgütün hedeflerinin başarılmasında olumlu etkisi olduğu ifade edilmektedir (Greatbanks ve Tapp 2007:846). Krizlerin başarılı şekilde atlatılması, etkili bir kriz yönetim planlamasını zorunlu kılmaktadır. Kriz yönetim planlaması, örgütte muhtemel tüm kriz alanlarının sanal olarak belirlenmesini ve gerekli tedbirlerin oluşturulmasını sağlar. Potansiyel kriz durumlarının listelenmesi, kriz önleme politikalarının oluşturulması, her bir potansiyel kriz durumuyla baş etmede kullanılacak strateji ve taktiklerin formüle edilmesi, krizlerden kimlerin ne derece etkileneceğinin tahmini, örgütün uğrayacağı zararı en aza indirmek için krizlerden etkileneceklerle etkili iletişim kanallarının oluşturulması ve krizle ilgili mevcut her şeyin değerlendirilmesi krizle mücadelede bütünsel bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır (Regester ve Larkin 1997:173-174). Dengeli Sonuç Kartı’nın çıktıları örgütün stratejisinin ne ölçüde başarılı uygulandığını sorgulamada bir altyapı oluşturmaktadır (Niven 2002:19). Üst yönetim için düzenli olarak kayıt altına alınan veriler bilgi haline dönüştürülerek karar desteği sağlamak amacıyla kullanılır. Bu süreçte bazen rutin olan verilerden türetilen bilgiler de üst yönetime sunulabilir. Dengeli Sonuç Kartı ayrıca bu noktada bilgi işlemeyi kolaylaştırarak ve karar vericilerin değişik kaynaklardan gelen bilgi yükünü azaltarak strateji üzerinde yoğunlaşmalarına imkan sağlamaktadır (McWhorter 2003:23-27). Örgütlerin maruz kaldığı krizler genellikle finansal krizler olduğu için finansal göstergelere olan aşırı hassaslığı makul karşılamak gerekir. Krizle mücadele etmede tek boyutlu bir yaklaşımın yetersizliği de Kaplan ve Norton, (2003:27) şöyle açıklamaktadır: “Eğer örgütler bilgi çağında değişen şartlarla birlikte yaşamlarını devam ettirmek ve zenginleşmek istiyorlarsa, geleneksel yöntemleri terk edip kendi strateji ve yeteneklerine göre belirlenen ölçüm ve yönetim sistemlerini kullanmalıdırlar”. Fitzgerald vd. (1991) altı boyutlu bir performans modelini öne sürerek performans boyutlarından ikisi olan rekabet yeteneği ve finansal başarının stratejinin sonucu olarak ortaya çıktığını ifade etmektedirler. Kalan dört boyut ise bu stratejilerin başarılarının belirleyici faktörleri olan kalite, esneklik, kaynak kullanımı ve yeniliktir. Benzer şekilde Atkinson vd. (1997) ölçülebilir faktörlere odaklı olan ve bu faktörlerle ilgilenen birincil hedefler (ve sonuçlar) ile farklılaştırmalara gitmiştir. İçsel koşullara odaklı ikincil hedefler ise hizmetlerin nasıl ulaştırılacağıyla ilgilenmektedir. İşte bu modellere benzer bir model olan Dengeli Sonuç Kartı da Kaplan ve Norton performansın dört boyut 73 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 içerisinde ölçümünü tartışmaktadır (Kloot ve Martin 2000). Dengeli Sonuç Kartı, finansal kontrol araçlarına odaklanmak yerine stratejinin başarılmasında anahtar öğeleri tanımlayacak yeni bir dil olan ölçütleri kullanmaktadır (Niven 2002:13). Bu sistemle beraber kriz yönetiminde farklı boyutları dikkate alma özelliğiyle dar bakış açısından kurtulan örgütler kısa vadeli hedeflere odaklanmak yerine uzun dönemli stratejik sonuçlara odaklanmış olurlar ve sürdürülebilir bir büyümenin önündeki engelleri kaldırmış olurlar. Bu açıdan bakıldığında Dengeli Sonuç Kartı’nın öngördüğü dört boyutta kriz yönetiminin nasıl ele alınabileceğini boyutlar açısından değerlendirmek gerekmektedir. Finansal Boyut Finansal amaçlar, Dengeli Sonuç Kartı modelinde yer alan diğer boyutların amaç ve ölçüleri için odak noktası niteliğindedir (Kaplan ve Norton 2003:61). Bu amaçlar genellikle işletme geliri, sermayenin kârlılık oranı, ekonomik katma değer gibi ölçülebilen kârlılıkla ilgilidir (Kaplan ve Norton 2003:33). Seçilen her ölçünün finansal performansta bir gelişmeye yol açacak sebep-sonuç ilişkilerinin bir parçası olması gerekmektedir. Dengeli Sonuç Kartı uzun dönemli finansal amaçlardan başlayarak, bu amaçlara ulaşmak için uygulanacak çeşitli finansal işlemler, müşteriler, örgüt içi yöntemler ve son olarak da örgüt çalışanları ve sistemleri tanımlayarak örgütün stratejisini bütünsel olarak ele almalıdır (Kaplan ve Norton 2003:61). Tablo 1’de finansal boyutta kullanılabilecek göstergeler yer almaktadır. Tablo 1 Finansal Boyut Ölçütleri • • • • • • • • • • • • Toplam varlıklar Çalışan başına düşen toplam varlık Toplam varlığın yüzdesi olarak karlılık Gelirler/Toplam varlıklar Net gelir Satışların yüzdesi olarak karlılık Çalışan başına düşen kar Kâr payları Hisse senedi fiyatı Hissedar sadakati Toplam maliyetler Borçlar • • • • • • • • • • • Gelir Yeni ürünlerden elde edilen gelir Çalışan başına düşen gelir Yatırımın geri dönüş oranı Ekonomik katma değer Piyasa katma değeri Çalışan başına katma değer Piyasa değeri Hissedar karması Nakit akışı Kredi oranı Kaynak: Niven (2002:119) Kriz ortamlarında Tablo 1’de yer alan göstergelerden hangilerinin stratejik açıdan öncelikli olduğu tespit edilmelidir. Sürdürülebilir rekabet avantajının korunmasının yanında taktiksel olarak kısa 74 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 vadeli bazı göstergelerin ön plana çıkartılması ihtiyacı gündeme gelebilir. Bu durum örgüt açısından iç ve dış paydaşlar nezdinde imajının korunmasını ve yıpranmamasını sağlayabilir. Ayrıca kriz ortamının değişen koşulları dikkate alınarak bu hedeflerde bazı düzeltmelere gitmek de mümkündür. Örgütlerin yaptıkları hatalar çoğunlukla finansal hedefler ile finansal olmayan stratejiler arasındaki bağlantıyı kuramamalarından kaynaklanmaktadır (Nair 2004:21). Geçmiş dönemlerde yapılan işlemleri ve bu işlemlerle ilgili mevcut durumların ölçülebilen iktisadi sonuçları hakkında bilgi edinilmesinde finansal ölçütler oldukça faydalı olduğundan, Dengeli Sonuç Kartı modeli finansal boyutu olduğu şekliyle muhafaza etmektedir (Kaplan ve Norton 2003:33). Finansal ölçütler diğer boyutlarda ortaya koyulan ölçütlerle detaylandırılmış olan strateji uygulamasının örgütü gelişmiş sonuçlara götürüp götürmeyeceğini göstermektedir (Niven 2002:17). Kısacası bu ölçütler örgütün stratejisine yönelik uygulamaların örgütün gelişimine katkıda bulunup bulunmadığını ortaya çıkarır (Kaplan ve Norton 2003:33). Bütün var olan enerji ve yoğunlaşma, müşteri memnuniyeti, kalite, zamanında ulaştırma gibi farklı şeyler için harcanabilir fakat örgütün finansal getirilerinde bunların etkisi olduğuna dair bir gösterge olmadığında bunların değerleri sınırlı kalacaktır (Niven 2002:17). Müşteri Boyutu Dengeli Sonuç Kartı kriz ortamında örgütlerin müşteri ve paydaşları dikkate almasını sağlayarak kriz yönetimine dışsal bir boyut kazandırmaktadır. Hedefler müşteriler ve onların alışkanlıkları hakkında yapılan varsayımların bir doğal sonucudur. Örgütün hedefleri aşağıda listelenen sorular yoluyla sınırlandırılır veya çerçevelenir (Nair 2004:22-23). • Hedef kitlemiz nedir? • Müşteri ya da müşterilerimiz kimlerdir? • Müşterileri kazanmak için kime karşı rekabet ediyoruz? • Örgütün mevcut müşterisi hangi değeri algılar? • Eğer organizasyon yok olursa, bizi kaybeden kimlerdir? Ne yapacaklardır? Bu boyut müşterilerin gereksinimlerinin karşılanması amacını taşımasının yanında örgütün insan kaynaklarının değerlendirilmesinde hangi yollara başvurulacağı hakkında da bilgi verir. Sonuçta ele geçen veriler verimlilik, rekabet edebilme, istihdam, hizmetlerin yeterli düzeyde sağlanması, müşteri memnuniyetinin sağlanması gibi alanların hepsinde kullanılmaktadır (Çukurçayır ve Eroğlu 2004:46). Bu boyutla örgütün kaliteli mal/hizmet üretme kapasitesi, müşteriye mal ve hizmetin etkin bir ağ yoluyla ulaştırılması ve müşterilerin tatmini ölçülmektedir. Buradan çıkan sonuçlara 75 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 göre gelecek dönemler için stratejiler oluşturulmaktadır. Örgütün hedeflerine ulaşabilmesi müşteri ile yakın ilişkiler kurarak, müşterilerin değişen taleplerine rakip örgütlerden daha hızlı cevap vermesiyle mümkündür (Köseoğlu 2005:51). Kriz ortamında rakip örgütlerden daha hızlı şekilde müşteriye tepki verebilmek stratejik bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Tablo 2’de örnek olarak müşteri boyutunda kullanılabilecek bazı ölçütler verilmiştir. Tablo 2 Müşteri Boyutu Ölçütleri • • • • • • • • Müşteri tatmini Müşteri sadakati Müşteri şikâyetleri İlk görüşmede çözülen müşteri şikâyeti Dönüş oranı Müşteri isteklerine cevap verme süresi Müşteri ile ilişkinin ortalama süresi Ortalama müşteri boyutu • • • • • • • • Müşteri sayısı Müşterilerin örgütü ziyaret sayısı Reklâm sayısı Tanınırlık Cevap verme oranı Hedef müşteri harcamalarının payı Çalışan başına düşen müşteri sayısı Çalışan başına düşen müşteri harcaması hizmet Kaynak: Niven (2002:127) Tablo 2’de belirtilen göstergelerin hangilerinin kriz ortamında hassasiyetle ele alınacağı karar mekanizması tarafından belirlenmelidir. Kriz yönetiminde örgütün hedef kitle olarak ele alınan müşterileri ile sağlıklı ve sıkı bir ilişki kurmak gerekecektir. Bu konuda halkla ilişkiler faaliyetleri önem kazanmaktadır. Her hedef kitleyle değişik yol ve biçimlerde iletişim kurulabilir ancak onlara gönderilecek mesajların birbiriyle çelişmemesine, tutarlı olmasına özen göstermek ve dikkatli adımlar atmak gerekmektedir. Her krizin, gerek medya gerekse konuyla ilgili olan çevreler için önemli bir haber kaynağı özelliği taşıdığı unutulmamalıdır (Çamdereli 2000:125-126). Finansal boyut göz önünde bulundurularak reklâm ve tanıtım çabaları yeni oluşan kriz ortamına göre yeniden düzenlenmelidir. Ayrıca İletişim hatalarından oluşan her boşluk dedikodu, rivayet, yanlış anlamalarla doldurulacağından hedef kitlenin doğru yönlendirilmesinin önemi artacaktır (Göztaş 1997: 59-60). Kriz yönetiminde iletişim, kontrol, maliyet, kültür, düzenleme, durum planlaması, sistemlerin karmaşıklığı ve birbirine bağımlılığı gibi önemli faktörler göz önünde bulundurularak bir kriz reçetesi düzenlenmelidir. Örgütün değer ve inançları doğrultusunda krizlerin yönetilmesi olumlu sonuçlar almak açısından önemli bir husustur (Haşit 2000:67). İçsel İş Süreçler Boyutu İçsel süreçler, ahlak kuralları, kültürler, örgütün tüm bölümlerindeki prosedürler ve iş ünitelerindeki değerleri kapsamaktadır (Nair 2004:23). Bu 76 boyut, verimlilik artışından üretilecek ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ürün/hizmetlerdeki taleplere, üretim sürecinde ortaya çıkarılabilecek etkinliklere, ürün/hizmet sunumunda olabilecek hata oranlarında yapılması gereken iyileştirmelere, üretim ve sunum bölümlerinde faaliyet gösteren çalışanların iş tatmin seviyelerinin artırılmasına kadar içerisinde birçok faktörün ele alınabileceği bir boyuttur (Akın 2006:64). Bu boyut doğrultusunda örgütün müşteriler ve paydaşlarla ilgili amaçlarına ulaşmasında yöneticilerin en önemli ve kritik yöntemleri belirlerken çok dikkatli olmaları gerekmektedir (Kaplan ve Norton 2003:115). Bu boyutla ilgili olarak örgütün hizmet sağladığı müşterilere ve bununla beraber paydaşlara değer sağlamaya devam edebilmesi için iyileştirmesi gereken önemli süreçler bulunmaktadır (Niven 2002:15). Bu süreçlerde finansal hesap verebilirliği gösterme ihtiyacıyla tutarlılık gösterecek şekilde hizmetlerin maliyet açısından etkin ve yüksek kaliteye ulaştırılması anlayışı mevcuttur. Bu durum, maliyet içeren performans ölçütleri de dahil olmak üzere tüm maliyetleri azaltmak için süreçlerde ve sistemlerde belirgin reformlar yapmayı gerektirir (Kloot ve Martin 2000). Kriz ortamında Dengeli Sonuç Kartı örgütü çevresindeki değişkenlere göre değerlendirerek verilecek kararları ve izlenecek politikaları olması muhtemel değişimleri dikkate alarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Tablo 3’de örnek olarak içsel süreçler boyutunda kullanılabilecek ölçütler verilmiştir. Tablo 3 İçsel İş Süreçler Boyutu Ölçütleri • İşlem başına ortalama maliyet • Ortalama süreç zamanı • Zamanında teslimat/dağıtım • Araştırma geliştirme harcamaları • İşgücü kullanım oranı • Devir zamanı (süreç zamanı) gelişimi • Yer, mekân kullanımı • Doğruluk, kesinlik planlaması Kaynak: Niven (2002:134) • • • • • • • • Yeni hizmetlerin toplam arz içindeki oranı Müşteri isteklerine cevap verme süresi Çalışanların katılımı Müşteri veritabanına ulaşılabilirlik Hata oranları Sürekli gelişim Aksaklık süresi, çalışılmayan süre Yeni projelerin iç verimlilik oranı Bu boyut kapsamında birçok örgüt, daha iyi hizmet sağlama amacına yönelik olarak çoğunlukla tedarikçi ilişkileri ve diğer üçüncü kişi düzenlemelerine dayalı çalışmaktadırlar. Bu durumlarda bu tür ilişkilerin kritik öğelerini temsil etmesi amacıyla içsel süreç boyutunda kriz ortamlarında örgüt yapısına bağlı olarak yeni ölçütler geliştirilmesi mümkün olabilir. Örgütün müşterilerine daha iyi hizmet sağlayabilmesi ve değer üretmesi için belli içsel süreçlerin etkin şekilde işlem yapmaları zorunlu hale gelmektedir (Niven 2002:15). Eğer kriz ortamlarında içsel süreçler boyutunda uygun performans ölçütleri geliştirilirse süreç değişimi daha fazla strateji odaklı olacaktır (Kloot ve Martin 2000). 77 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Krizin yarattığı kaos ortamı kriz sonrasında örgüt için uzun bir oryantasyon sürecini gerekli kılmaktadır. Karar mekanizmalarında baş gösteren ve psikolojik bir süreç olarak ele alınan kriz sonrası durum beş aşamadan oluşmaktadır. Bu aşamalar; inkâr, tartışma, öfke, depresyon ve son olarak da kabul aşamalarıdır. Bu süreçlerden geçen bir örgüt karar mekanizmalarına direnç kazandırdığı için bu baskıyı olumlu etkileriyle de ele alabilir. Belirsizliğin doğurduğu baskı bazı zamanlarda karar vericilerin canlı ve üretken davranmalarını da sağlayabilir. Kriz yönetiminde karar vericilere düşen en önemli görevlerin başında önleyici doğru iletişimin kurulması gelmektedir. İletişim kanallarının güçlü ve hızlı çalışması yanlış anlamaları ortadan kaldırdığı gibi yatay ve dikey düzlemde doğru mesajların ilgili birim ya da kişilere ulaşmasına olanak sağlayacaktır (Goldsmith 2001:6). Kriz döneminde içsel süreçleri boyutunda çalışanların katılımı stratejik bir önem taşımaktadır. “Çalışanların fikirlerini söylemelerini teşvik etmek ve tepkilerini yargılamamak, telefon ve e-mail kullanımıyla ilgili kısıtlamalardan kaçınmak, dedikodu yollarını beslemek yerine bilgiye kaynağından ulaşmalarını sağlamak, anlayışlı olmak, iş konsantrasyonuna öncelik vermek, yardım etmek üzere beyin fırtınası yapabilecekleri ortamı yaratmak, planları tekrar gözden geçirmek, sabırlı olmak” yapılması gerekenler arasında sayılabilir (Melymuka vd. 2001:38). Bu bağlamda çalışanlarla birebir görüşme, çeşitli şekillerde bilgilendirme, çalışma atölyeleri, belirli zamanlarda bilgilendirme toplantıları ve kurum içi internet ağıyla kamu kurumlarının içsel ve dışsal iletişim sorunu önemli ölçüde fonksiyonel bir çözüme kavuşturulmaktadır. Bunun yanında bir diğer boyut çalışanların başarıya odaklandırılması ve motivasyonudur. Bu konuda da stratejilerin geliştirilmesi zorunludur (Çukurçayır ve Eroğlu 2004:51). Öğrenme ve Gelişme Boyutu Örgütün çalışma yaşamında yenilikler yaratabilme ve ortaya çıkan teknik yeniliklere ve yeni teknolojilere entegre olmada nasıl bir uyum süreci yaşadığı Dengeli Sonuç Kartı bakımından önemli bir ölçüm konusu olarak ele alınabilir. Yeniliklerin birim zamanda nasıl karşılandığını ve hangi sonuçlara yol açtığını iş süreçlerini ve sonuçlarını izleyerek değerlendirmek mümkündür (Çukurçayır ve Eroğlu 2004:46). Öğrenme ve gelişme boyutunun ölçütleri diğer üç boyutun oluşumunu mümkün kılar. Müşteri boyutunda ve içsel süreçler boyutunda ölçütler ve bunlarla ilgili olan diğer konular netleştirildikten sonra işgörenlerin yetenekleri, bilgi sistemleri ve sonuçları, başarmak için gerekli olan seviye gibi mevcut örgütsel altyapıdaki boşluklar keşfedilebilir. Bu boyutta tasarlanmış olan ölçütler tespit edilen boşluğu kapatmaya yardımcı olacaktır ve gelecekte sürdürülebilir bir performansa sahip olmayı garantileyecektir (Niven 2002:16). Tablo 4’de örnek olarak öğrenme ve gelişme boyutunda kullanılabilecek ölçütler verilmiştir. 78 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4 Öğrenme ve Gelişme Boyutu Ölçütleri • • • • • • • • • • İçsel iletişim oranı Devamsızlık Çalışan devir oranı Çalışan önerileri Çalışan tatmini Motivasyon indeksi Yetki indeksi (Yöneticilerin sayısı) Rapor edilen kazalar Stratejik bilgi oranı Bilgi yönetimi • • • • • • • • • • Çalışanların profesyonel kurumlara katılımı Müşteri başına düşen eğitim yatırımı Çalışma ortamının kalitesi İletişim planlaması Çalışan verimliliği Çalışan başına katma değer Eğitim saati Kişisel hedeflerin başarılması Performans değerlendirmelerin zamanlılığı Etik değerlerin ihlali Kaynak: Niven (2002:140) Süregelen örgütsel başarı bir örgütün öğrenme ve yenilikler yaratabilme yeteneğine bağlıdır (Senge 1990). Yenilik ve öğrenmenin önemi konusunda gün geçtikçe artan bir farkındalık mevcuttur (Kloot ve Martin 2000). Dolayısıyla kriz ile karşı karşıya kalan bir örgüt amaçlarını gerçekleştirebilmek için öğrenerek gelişme ilkelerine özel önem vermek durumundadır. Bir örgütün salt içinde bulunduğu performansını koruyabilmek için bile olsa devamlı bir gelişim içinde olması zorunludur. Hedef olarak eğer var olan performanslarının üzerine çıkma çabasında iseler sadece üst kademedeki yöneticilerin geliştirdiği yöntem ve operasyonlar yeterli olmayacaktır (Kaplan ve Norton 2003:155). Krizle mücadelede yazılı kriz planları hazırlanması ve rollerle sorumlulukların tespit edilmesi önemli bir konudur çünkü kriz oluştuğunda örgütün bütün üyeleri plansız biçimde duruma müdahale etmek istediklerinde karışıklık meydana gelecektir. Önleyici tedbirler alınarak krizin oluşmasının engellenmesi, örgüte para ve zaman kazandıracaktır. Planlama aşamasında, çalışanların eğitimi ve planın başarısızlığı durumunda alınacak tedbirler konuları ele alınmalıdır. İyi eğitimli bir ekibin varlığı stratejik bir öneme haizdir. Krizin ardından gelecek toparlanma aşamasında da örgütün normal düzene bir an önce geçebilmesi için yapılacaklar önem taşımaktadır (NyBlom vd. 2003:18). Zuzak (2005) kriz yönetiminde örgütlerin yerleşik kültürlerinin de başarı ya da başarısızlıkta önemli rol oynadığını ifade etmektedir. Yerleşik kültürü zayıf örgütlerde gizli bireysel çatışmaların ve değer yargılarının birdenbire su üstüne çıkabilme ihtimali vardır. Yerleşik kültüre sahip ve değerleri güçlü olan ve bireylerini gözeten örgütlerin kriz ortamlarında hazırlıksız yakalansalar bile ani tepkilere cevap vermede başarılı oldukları gözlenmiş ve ani tepki ekipleri oluşturulurken birbirlerini tanıyan bireylerin kolayca ve sakinliklerini koruyarak emir-komuta altına girebildikleri belirtilmiştir (James ve Wooten 2005). 79 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Sonuç Örgütler kriz ortamından en az kayıpla çıkabilmeleri için maddi varlıklarının yanında fiziki olmayan, entelektüel varlıklarını da etkin biçimde kullanmak ve değerlendirmek durumundadırlar. Eğer örgütler kaliteli ürün/hizmet, müşteri tatmini, örgütsel öğrenme ve gelişme, çalışanların becerileri, çabuk yanıt veren içsel süreçler, yeni ürün/hizmet geliştirme, müşteri sadakati gibi fiziksel olmayan varlıklarını dikkate almazlarsa kriz ortamında stratejik bilinçle hareket edemezler. Fiziksel olmayan bu varlıkların hesaba katılması uzun dönem için çok önemlidir. Sonuç olarak Dengeli Sonuç Kartı örgütlere şu konularda krizle mücadelede yardımcı olabilir: • Sürdürülebilir Büyümeyi Sağlamak: Kısa dönemli operasyonel kararların kriz ortamlarında uzun dönemli stratejik sonuçlarla bağlantısını sağlayarak sürdürülebilir büyümeye katkı sağlar. • Odaklanmayı Sağlamak: Krizle mücadelenin birden çok kritik stratejiye bağlı olduğu durumlarda Dengeli Sonuç Kartı, örgüt için öncelikli olan göstergeleri ele alarak stratejilere odaklanmayı sağlar. Örgütün önceliği olan ve sürekli olarak kontrol edilmesi gereken performans ölçütlerini işgörenlerin de katılımını sağlayarak net bir şekilde organizasyonun bütününe benimsetmekte aktif bir rol oynamaktadır. • Çalışanlarda eylem birliği sağlamak: Örgütlerin krizle mücadelede Dengeli Sonuç Kartı’nı kullanmaları çalışanların bireysel olarak stratejilere ne ölçüde katkı yaptıklarını anlamaya yardımcı olur. Tüm faaliyetlerin strateji doğrultusunda şekillenmesine yardımcı olur. Örgüt stratejisinin etkin olarak uygulanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırır. Dengeli Sonuç Kartı örgütün stratejilerini eyleme dönüştürmesine vurgu yapar. • Örgüt içi ve örgüt dışı paydaşlarla etkin bir iletişim sağlamak: Müşteri ve çalışanların sorunlarıyla görüş ve önerilerinin üst yönetime ulaştırılmasında Dengeli Sonuç Kartı katılımcılığı esas aldığından görüş ve önerilerin üst yönetime ulaştırılmasında iletişim kanalı rolü üstlenir. 80 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynaklar Akın, Onur (2006). “Kamu Sermayeli Şirketlerde Performans Ölçümü ve Türkiye Uygulaması Üzerine Bir İnceleme”. Uzmanlık Tezi. KİT Genel Müdürlüğü. Hazine Müsteşarlığı. Ankara. Ataman, G. (2002). İşletme Yönetimi Temel Kavramlar & Yeni Yaklaşımlar. 2. Baskı. İstanbul: Türkmen Kitabevi. Atkinson, A. Waterhouse, J. ve Wells, R. (1997). “A stakeholder approach to Strategic Performance Measurement”. Sloan Management Review. Spring. Vol.38-3. ss.25-37. Çamdereli, Mete (2000). Ana Çizgileriyle Halkla İlişkiler. Konya: Çizgi Kitabevi. Çukurçayır, M. Akif, H. Tuğba Eroğlu (2004). “Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanmaya Farklı Bir Yaklaşım: Verimlilik ve Başarı Karnesi”. Sayıştay Dergisi- S.53. Dinçer Ömer (1998). Stratejik Yönetim ve İşletme Politikaları. Beta yayınları: İstanbul. Fitzgerald, L., R. Johnston, T.J. Brignall, R. Sivestro ve C. Voss (1991). Performance Measurement in Service Businesses. London: Chartered Institute of Management Accountants. Goldsmith, Barton (2001). Dealing With The Chaos Of Crisis. Women in Business. 00437441. Vol. 53. Issue 6. Göztaş, Aylin (1997). Kriz Yönetimi ve Halkla İlişkiler. İzmir: Ege Yayıncılık. Greatbanks, Richard; Tapp David (2007). “The Impact of Balanced Scorecards in a Public Sector Environment. Empirical Evidence From Dunedin City Council”. New Zealand Department of Management. School of Business. University of Otago. Dunedin. International Journal of Operations & Production Management. Vol. 27. No: 8. ss. 846-873. Haşit, Gürkan (2000). İşletmelerde Kriz Yönetimi ve Türkiye’nin Büyük Sanayi İşletmeleri Üzerinde Yapılan Araştırma Çalışması. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayınları:616. James, Erica Hayes; Wooten, Lynn Perry (2004). “Leadership in Turbulent Times: Competencies for thriving amidst Crisis”. Working Paper Series.Paper No: 04-04. Darden Graduate School of Business Administration. University of Virginia. Kaplan, Robert ve David Norton (2003). Balanced Scorecard-Şirket Stratejisini Eyleme Dönüştürmek. İstanbul:Sistem Yayıncılık. Kaplan, Robert ve David Norton (1992). “The Balanced Scorecard – Measures That Drive Performance”. Harvard Business Review. January-February. Klann, Gene (2003). Crisis Leadership. CCL Pres. Kloot, Louise ve John Martin (2000). “Strategic Performance Management: A Balanced Approach to Performance Management İssues in Local Government”. Management Accounting Research. (231–251). Köseoğlu, Mehmet Akif (2005). Kamu İktisadi Teşebbüslerinde Performans Ölçümü. DPT Uzmanlık Tezi. Haziran. Ankara. 81 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Mcwhorter, Lauire Burney (2003). “Does the Balanced Scorecard Reduce Information Overload?”. Management Accounting Quarterly. C:IV. No:4. ss.23-27. Melymuka, Kathleen; Solomon, Melissa; Nash, Kim (2001). Helping Your Employees Through Times Of Crisis. Computerworld. 00104841. Vol. 35. Issue 38. Nair, Mohan (2004). Essentials of Balance Scorecard. New Jersey: John & Wiley Sons. Inc. Niven, Paul R. (2002). Balanced Scorecard, Step-By-Step, Maximizing Maintaining Results. London: Jhon Wiley and Sons Inc. Performance and NyBlom, Steven E; Reid, Janine; Coy, William J; Walter, Fred (2003). Understanding Crisis Management. Professional Safety. Mar. Vol. 48 Issue 3. p18. Özdemir, Aylin (1994). Kriz Yönetimi ve Halkla İlişkiler. İzmir: Ege Yayıncılık. Regester, Michael ve Larkin, Judy (1997). Risk Issues and Crisis Management. A Casebook of Best Practice. London: Kogan Page Limited. Senge, P. (1990). The Fifth Discipline, Sydney: Random House. Tağraf, H. ve Arslan, N.T.(2003). Kriz oluşum süreci ve kriz yönetiminde proaktif yönetim. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi.(4-1). Tüz, Vergiliel Melek ( 2004). Kriz Yönetimi. İstanbul: Alfa Yayınları Zuzak, Roman (2005). Corporate Culture as a Source of http://www.wccep.com/html/20051119155449-1.html (01.11.2010). 82 Crisis in Companies, ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KÜRESEL REKABET ORTAMINDA FİNANSAL KRİZLERİN KOBİLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE KOBİ YÖNETİCİLERİNİN KRİZ DÖNEMİNE YÖNELİK ANALİZLERİ Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇAM* ÖZET Dünyamız yeni bin yıla hızlanan küreselleşme olgusu yanında ekonomik ve sektörel krizlerin küçük işletmeler üzerinde birçok olumsuz etkileri ile birlikte adım atmıştır. Küresel ortamda firmalar arası rekabet her geçen gün artmakta ve iyi yönetilmeyen işletmelerin piyasada kalma şansları azalmaktadır. Piyasa koşulları başarılı kuruluşların yaşamasına olanak tanırken, başarısız kuruluşları iflasa kadar götürebilmektedir. Yapıları gereği küçük işletmelerin özellikle finansal kriz dönemlerinde karar sorumluluğunu üstüne almak durumunda olan Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme(KOBİ) yöneticilerin alacakları finansal kararların krizden çıkma noktasında hayatı öneme sahip olduğu açıktır. Bu çalışma, finansal krizlerin, Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin (KOBİ) finansal, yönetsel ve örgütsel yapıları üzerine etkilerini ortaya koyarak en azından finansal krizlerin olumsuz etkilerini minimum düzeye indirgemek açısından alacakların finansal kararların önemini ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: KOBİ, Finansal Kriz, Küresel Rekabet, Çözüm Önerileri. ABSTRACT The world has stepped into a new century not only with globalisation concept but also with the lots of negative effects of sectoral crisises over small businesses. The competition between business' is increasing day after day and the small businesses' chance of presence on the market is decreasing. While the market conditions give way to the existence of small business', it may even lead to bankrupcty of failed business'. It is quite obvious that the financial decisions taken by the KOBI managers managing small and middle scaled business' have vital importance during financial crisis' periods. This study introduces the effects of financial crisis' on the Small and Medium Sized Enterprises administrative and organisational structures and puts forward, at least, the importance * Mustafa Kemal Üniversitesi Turizm İşl. ve Otel. Yük. Ok.; Mustafacam01@hotmail.com. 83 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 of financial decisions aimed to decrease the negative effects of financial crisis' to minimum level. Key Words: KOBI, Financial Crisis, Global Competition, Solution Suggestions. 84 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Finansal Krizler 1.1. Finansal Krizin Tanımları ve Özellikleri Finansal krizlerin KOBİ’ler üzerinde önemli birçok olumsuz etkilerinin bulunması ve bu etkilerin de ülkeleri ekonomik, sosyal siyasi yönden etkilemesi krizlerin tanımlanmasını ve nedenlerinin açıklanmasını gerekli kılmıştır. Finansal krizler için yapılmış birçok tanım mevcuttur. Bunlardan Mishkin (1996:1-2) göre, “Finansal kriz, verimli yatırım olanaklarına sahip finansal piyasaların ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedenleriyle, fonları etkili biçimde kanalize edememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmadır” diye tanımlarken, İrvine (1987: 36-37) “Örgütün uzun ve kısa dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir” diye tanımlamaktadır. Bu anlamda, kriz “belirli bir anda veya son derece hayati önemi olan bir zamanda daha kötüye dönüş noktası”; “kritik bir devreye ulaşan durum” (Fink 1986:15), “çabuk uyum sağlamayı gerektiren değişiklikler” (Saraçoğlu 1995:196); “örgütlenmemiş ve planlanmamış bir olayın işletmenin bütününü etkileyecek sonuçları ve yansımaları” şekillerinde tanımlanabilmektedir. Öte yandan, Paul Krugman krizin belirli bir tanımının bulunmadığını öne sürerken, Edward ve Santanella ise krizleri paranın değerindeki belirgin bir düşüşe bağlamıştır. Bunların dışında kalanlar ise krizleri paranın değerindeki düşüşe ve uluslararası rezervlerin ciddi biçimde tükenmesine bağlamışlardır (Edwards 2001:29). Finansal krizlerin özelliklerden bazıları şunlardır (Haşit 2000:65): • Kriz yönetimi öncelikli olarak krizleri önceden görebilen, bunların çeşitlerini ayırt edebilen, bunlara göre gerekli önlemleri alabilen, bunlardan yeni şeyler öğrenebilen ve mümkün olan en kısa sürede toparlanabilen işletmeleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. • Krizleri önleme yöneticilerin krizleri algılama şekillerine göre değişmektedir. Yöneticiler krizleri tehdit olarak algıladıklarında krizi önlemede başarı olasılığı artmaktadır. 85 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 • Kriz yönetimi başı ve sonu olmayan, süreklilik gerektiren bir uygulamadır. • Kriz yönetimi krizlerin türüne göre oluşturulmaktadır. Her kriz türü kendine özgü işaretler ve çözümler içerdiğinden, kriz yönetimi kriz türlerine göre şekillenmektedir. • Kriz yönetiminde başarıya ulaşma yöneticilerin kendilerine olan güvenlerinin artmasına ve morallerinin yükselmesine yol açacaktır. • Kriz yönetimi önemli, gerekli, zor, karmaşık uzun zaman alan bir süreç olduğundan, esnek, yaratıcı, objektif, atak, cesaretli grup çalışmasını seven, harekete hazır, yeniliğe açık, beklenmeyen durumlarda bilinmeyene ya da istenmeyene de hazır olmayı gerektirir. • Kriz yönetiminde iletişim, düzenleme, kontrol, maliyet, kültür, durumsallık, planlama, sistemlerin karmaşıklığı ve birbirine bağlılığı gibi etkenler kriz yönetiminde önem arz etmektedir. • Kriz yönetimi bazı yetenekleri ve belirli bir toleransı gösterebilmeyi gerektirmektedir. • Krizler stratejik hedefleri de tehdit altına aldığından kriz yönetimi stratejik yönetim kapsamında yer almaktadır. • Kriz yönetim ekibi hem fiziksel hem de ruhsal açıdan eğitime tabi tutulmalıdır. 1.2. Finansal Krizin Nedenleri 1.2.1. Dış Çevre Etmenleri Krize sebep olan dış çevre etmenleri, işletmenin dışında kalan ve tamamıyla kontrol etmesi mümkün olmayan faktörlerdir. Çevrenin, sürekli değişim karşısında giderek daha karmaşık bir hal alması sebebiyle olayları önceden tahmin etmenin imkansız hale gelmesi, işletmelerde krizin alt yapısını oluşturmaktadır. Belirsizlik ve karmaşıklık arttıkça, finansal krizin ortaya çıkma ihtimali de artmaktadır. Değişimin gerisinde kalma, diğer bir deyişle gecikilen her an krizin şiddetinin artmasına neden olur. İşletmelerde krize neden olabilecek dış çevre faktörleri;doğal şartların, toplumsal ekonomik, teknolojik ve politik yapısının değişimidir(Vergiliel 2001: 5). 86 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ekonomik Sistem ve Durum: Örgütlerin içinde çalıştıkları ekonomik sistem örgütün karşılaşabileceği belirsizlik ve karmaşıklık derecesini etkilemektedir. Ayrıca ekonomik koşulların niteliği de örgütü etkiler. Ekonomik dalgalanmalar ve istikrarsızlık, arz-talep dengesini bozarak, örgütün kullanacağı girdilerin ve satacağı ürünlerin fiyat ve miktarını, yatırım kararlarını, kar marjlarını etkileyebilmektedir(www.izto.org.tr.:2009) Teknolojik Faktörler: Gelişen teknolojik değişikliklere uyum sağlamak, varlığını sürdürmek ve gelismek zorunda olan isletmeler için kosuldur. İsletmenin kullandığı teknik ve yöntemlerde hızlı bir değişme söz konusuysa, bunun isletmenin temel amaçlarını etkileyeceği açıktır. Krizin ortaya çıkmasında teknolojik değişikliklerin hızı, değişikliğe uyum süreci ve teknolojiye bağımlılığın oranı önemli ölçüde etkili olacaktır. Özellikle gelişen bir teknoloji, isletmenin arz ettiği mal ve hizmetin yerine ikame edilebilecek yeni mamuller ve faaliyet alanları ortaya çıkarmışsa örgüt için kriz kaçınılmaz olabilir (Dinçer 1998: 387). Sosyo-Kültürel Faktörler: belirli bir coğrafik alanda yaşayanların tutumları, değerleri, normları, inançları, davranışları ile görgü ve geleneklerinden oluşan sosyokültürel çevre örgütün hedeflerinin başarılmasında etkili olmaktadır(Gürüz vd. 998:89). Toplumun değer yargılarındaki zaman içerisindeki değişim, müşterilerin memnuniyetindeki değişim, sosyal karışıklık ve huzursuzluklar, işletmelerde krize sebep olabilir. Uluslararası Çevre Etmenleri: Dış pazarlarda oluşan fiyat dalgalanmaları, savaşlar, arztalep dengelerindeki değişiklikler işletmeyi krize götürebilir (Budak vd, 1988: 241).Özellikle büyük örgütler açısından uluslararası çevre koşulları büyük önem taşır. Uluslararası pazarlarda oluşan fiyat dalgalanmaları, savaş ve benzeri olaylar, arz talep değişiklikleri gibi benzeri olayları izlemekte başarısız kalan örgütler için her an kriz ortamı doğar. Hızla globalleşen dünyada bu gibi değişimlere çok dikkat edilmeli ve izlenmelidir. Güçlü Rekabet: KOBİ’lerin piyasadaki rakiplerinin, mamullerini farklılaştırarak ve teknolojik yeniliklerin avantajlarını kullanarak pazar payını artırma mücadelesine girmeleri, işletmeyi krize sürükleyebilir. Bunun için işletmeler rakiplerini yakından izlemeli ve rekabet stratejilerini bilmelidirler. Doğal Etmenler: Yönetimin kontrol edemediği yangın, sel, deprem gibi doğal felaketler, krizin en belirgin sebebidir. Beklenmedik felaketler ve doğal çevreyle ilgili bir çok faktör, işletmeleri krize yöneltebilir. 87 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1.2.2 İç Çevre Etmenleri DPT kılavuzuna göre (2006) iç çevre analizi; kuruluşun mevcut durumunu ve geleceğini etkileyebilecek, iç ortamdan kaynaklanan ve kuruluşun kontrol edebildiği koşulların ve eğilimlerin incelenerek güçlü ve zayıf yönlerin belirlenmesi ve değerlendirilmesidir. Güçlü yönler, kuruluşun amaçlarına ulaşması için yararlanabileceği olumlu hususlardır. Zayıf yönler ise, kuruluşun başarılı olmasına engel teşkil edebilecek eksiklikler, diğer bir ifadeyle, aşılması gereken olumsuz hususlardır. Belirlenecek güçlü yönler kuruluşun hedeflerine; zayıf yönler ise kuruluşun alacağı tedbirlere ışık tutacaktır. Faulkner ve Campbell, (2003:408) iç çevre faktörlerini, stratejik varlıklar olarak ele almakta ve krizden korunmak için strateji oluşturmada faktörlere özel önem verilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Örgüt İçi Faktörler ve Başarısız Yönetim İşletmelerde krizin ortaya çıkmasına yol açan ikinci önemli alan, örgüt içi yetersizlik ve problemlerdir. Gerçekte dış çevre tamamıyla kontrol edilemez ve tahmin edilemez değilse, başlangıçta dış çevreden kaynaklanıyor gibi görünse bile, işletmenin krize düşmesinde örgüt içi faktörlerin etkili olduğu iddia edilebilir. İç çevre faktörlerini altı grupta toplamak mümkündür(Özyazılım.com) a) Tepe yöneticilerin yetersizliği: İşletmelerin krize düşmelerinde en önemli faktör, üst kademe yöneticilerin kabiliyetsiz ve yetersiz olmalarıdır. Bunlar; - Yöneticinin tahmin etme ve sezgi gücünün zayıf olması, - Yeni problemlerin farklılığını kavramama ve eski çözümleri uygulama eğilimi, - Çevrenin aktif ve dinamik yapısı karşısında pasif ve yavaş kalma. Sistemi kusurlu bulma, krizi inkâr etme ve taktikleri tehir etme, - Kişilik. Kriz genellikle sübjektif bir özelliğe sahiptir. Yani bir kişiye göre kriz olan bir durum, başka bir kişi veya gruba göre kriz olarak nitelendirilmeyebilir. Bu açıdan karar verme durumundaki yöneticinin kişiliği krizi algılamada etkili olur. 88 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tepe yöneticisinin rolünü algılayışı: tepe yöneticilerinde kendilerini stratejist olarak göre eğilimi vardır. Halbuki, tepe yöneticilerinin moral, motivasyon, amaç oluşturma, inanç ve değerleri yerleştirme ve ideoloji aşılama gibi birçok özel sorumluluğu bulunmaktadır. b) Bilgi toplama ve tecrübe c) Yönetimin değerleri d) İşletmenin tarihi geçmişi ve tecrübeleri e) İşletmenin hayat safhası 2. KOBİ’lerin Kriz Dönemlerine Yönelik Yönetim Tarzları 2.1. KOBİ Yöneticilerinin Yönetim Tarzları Küçük işletme yöneticilerinin yönetim yaklaşımları; Geleneksel Yönetim, Kriz Yönetimi, Kantitatif Yönetim, Süreç (Sistem) Yönetimi ve Davranışsal Yönetim olmak üzere 5 gruba ayrılabilir; 2.1.1. Geleneksel Yönetim KOBİ yöneticilerinde en sık görülen bir yönetim tarzı olan geleneksel yönetim yaklaşımlarına göre işletmenin faaliyetleri o ana kadar nasıl yürütülüyorsa o andan snrada aynı şekilde sürdürülmelidir. İşletmenin karşı karşıya kaldığı avantajlar ve dezavantajlar bu durumu değiştirmemektedir. Buna göre işletmenin öncelikli amacı işletmeninin piyasadaki konumunun korunması olurken; işletme sahibinin veya yöneticisinin öncelikli hedefi ise kendisinin işletme içindeki konumunun korunması olmaktadır. Dolayısıyla işletmenin bütün karar ve faaliyetleri bu iki amaç çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda mecburiyetler olmadan stratejiler geliştirmek söz konusu olmamaktadır. 2.1.2. Kriz Yönetimi Kriz yönetimi kriz yokken bile sanki kriz olacakmış gibi gerçekleştirilen yönetim pratikleridir. Bu tür bir yönetim yaklaşımına sahip olan küçük işletme yöneticileri genellikle çok meşgul görünmektedirler. Kriz yönetimiyle ilgili plan yapmak, işletmenin yaşamını sürdürebilmesi için oldukça önemlidir. (Regester vd. 2005:197). Kriz yönetimi; erken uyarı sinyali toplama, hazırlık ve 89 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 önleyici tedbirler, hasarın sınırlanması, iyileşme, öğrenme ve değerlendirme mekanizmalarının planlanması ve uygulaması gibi seri faaliyetleri içeren bir süreçtir (Gordon 1993:696). Her kriz başarısızlığın kökleri kadar başarının tohumlarını da kendi içinde taşır. Bu potansiyel başarıyı saptamak, geliştirmek ve sonuçlarını almak kriz yönetiminin özünü teşkil eder. Kötü kriz yönetiminin temeli ise durumu kötü görme ve daha da kötüleştirme eğilimine kapılmaktır (Augustine 2000:13-14). Kriz yönetimini, örgütsel gelişim için bir engel değil, örgütsel gelişimi destekleyici bir araç olarak görmek mümkündür. Yöneticiler, problemleri kriz, tehdit veya fırsat olarak kabul ve kategorize edebilirler. Bu kategorileştirme sürecinin karakteristikleri problemin nasıl algılandığına bağlı olarak değişir. Yöneticiler problemi fırsat olarak algılandığında; derinlemesine değerlendirme, adem-i merkeziyetçilik, farklı fikirlerin değerlendirilmesi, uzun dönemli bakış açısı ortaya çıkar ve temel mantık “krizi fırsata çevirebilmektir (Papadakis vd. 1999:31) 2.1.3. Kantitatif Yönetim Kantitatif yönetim tarzında KOBİ sahipleri ve yöneticileri çoğu zaman mühendislik ve benzeri eğitim almış olan kişilerdir ve önemli ölçüde ölçülebilir kararlar vermeye çalışmaktadırlar. Bu anlamda herhangi bir faaliyete veya projeye başlanmadan önce bütün teknik araştırmalar yapılmakta ve planlar sadece üretim birimine yönelik olarak gerçekleştirilmektedir. Personel sadece bir üretim faktörü olarak ele alınmakta ve insan faktörünün küçük işletme için çok önemli bir stratejik kaynak olduğu fark edilmemektedir. 2.1.4. Davranışsal Yönetim: Bu yönetim tarzında ise işletme sahibi veya yöneticisi her şeyden önce çalışanları motive etmeyi amaçlar. Bu anlamda personelin karar verme süreçlerine katılımı bir ölçüde sağlanmakta ve tatmin edilmiş personelin işletmenin performansını ve verimliliğini artıracağı varsayılmaktadır. Stratejik düşünceye uygun ilk adımlar bu aşamada atılmaktadır. Fakat bu yönetim tarzında planlama, eşgüdüm, yapısal değişimler, bilgi ve iletişim gibi önemli kavramlar yönetim sürecine dahil edilmemiştir. 90 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2.1.5. Süreç (Sistem) Yönetimi Bu yaklaşıma göre yönetim amaçlara ulaşmak için kullanılan bir süreçtir. Bu çerçevede birçok rutin faaliyet çalışanlara devredilmekte; işletme sahibi veya yöneticisi rekabet üstünlüğü sağlamak, yeni pazarlar bulmak, ürünü veya hizmeti farklılaştıracak metotlar geliştirmek, yapısal değişiklikler yapmak gibi faaliyetlerle uğraşmaktadır (Sandeno 1985:266-267). 2.2. Kriz Yönetiminde Uygulanan Teknikler Bir işletmenin çeşitli içsel fonksiyonları dış çevresindeki küresel ve ahlaki faktörlere duyarlıdır. Bu duyarlılık gelecekteki krizleri ele almak ve değerlendirmek için gereklidir. Bu sürecin temelinde uygun bilgi sistemleri, planlama prosedürleri ve karar verme teknikleri yer almaktadır. Sağlam temelli bir bilgi sistemi çevreyi tarayacak, uygun verileri toplayacak, bu verileri fırsatlara ve meydan okumalara göre yorumlayacak ve krizleri önleme işlevi görebilecek stratejiler için somut bir çerçeve oluşturacaktır. Kriz yönetiminde kullanılan teknikleri genellikle stratejik tahmin, olasılık planlaması, sorun analizi ve senaryo analizi şeklinde sıralamak mümkündür (Kash vd. 1998:182183, 185). 2.2.1. Stratejik Tahmin Stratejik tahminden gelecekteki muhtemel olaylar için bu günden tahmin yapma anlaşılmaktadır. Bu tahminler işletmelerin yeni durumlara uyum sağlayacağı varsayımına dayanmaktadır. Bugün KOBİ yöneticilerinin tahmin yapmakta kullanabileceği pek çok töntem vardır. Ancak bu tahmin yöntemleri süreç içerisinde meydana gelebilecek beklenmedik olaylar karşısında yetersiz kalmaktadır. Bu teknikler niteliksel tahmin yöntemleri, ekstrapolasyon, simülasyon ve neden-sonuç metotlarından oluşmaktadır. Bu tahmin tekniklerinin özünü büyük veya geniş değişikliklerin etkisini doğru bir şekilde tahmin etme ve değerlendirme oluşturmaktadır. 2.2.2. Olasılık Planlaması Tahmin edilen olayların gerçekleşmemesi durumunda gerçekleşmeyen olayların yerine konulabilecek alternatif planlardır. Tahmin önceden hakkında bazı şeyler söylenen durumlara ve makul belirli olaylara dayandırılmakla beraber, bir örgütün hazırladığı olasılık planları daha belirli durumlar içindir. Havayolları şirketleri genellikle bir işçi grevi olayında idari ve büro personelini kullanmaktadır. İthalat kesildiğinde veya azaldığında, şirketler yurt içi tedarikçilerden satın alma 91 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yapma yönünde alternatif planlara sahiptir. Bu tür olasılık planları bir dereceye kadar tahmin edilebilir çevresel değişikliklere dayandırılmaktadır. Hazır olasılık planlarına sahip olma bir şirketin yalnızca krize karşı korunmasına değil, aynı zamanda ortaya çıktıkça kriz durumlarını çözmesine yardımcı olabilmektedir. 2.2.3. Sorun Analizi Bu yaklaşım olasılık planlamasına benzer. Burada amaç, işletmenin dış çevresindeki eğilimleri yavaş yavaş geliştirerek şirkette karar verenleri hazırda tutmaktır. Diğer taraftan, işletmenin gerçekleştireceği çabalar, sorunu avantaja döndürmeye yönelik olmaktadır. Örneğin, çevreyi koruma eğilimi bazı şirketlerin eninde sonunda üretim metotlarını, kullandığı enerji kaynaklarını ve ürettiği ürünleri değiştirmek zorunda kalacağını kanıtlamıştır. 2.2.4. Senaryo Analizi Senaryolar önceden belirlenmiş nihai bir duruma yol açabilen olayların sonucunu ayrıntılı olarak tanımlama veya alternatif olarak bugünkü tercihlerin sonuçlarını düşünme girişimleridir. Ayrıca, senaryo neden-sonuç süreçlerine ve karar noktalarına dikkat çekmek için tasarlanan olayların varsayımsal dizisidir. Senaryo analizi ortaya çıkabilen olumlu ve olumsuz durumlar ve bu durumların ortaya çıkmasına neden olan süreçleri önlemede, kolaylaştırmada veya engellemede işletmenin uygulamaya koyabileceği alternatifler çözümler hakkında düşünmeyi gerektirmektedir. 3. Finansal Krizleri Açıklamaya Yönelik Modeller 3.1. Birinci Nesil Modeller Kuramsal düzeyde az sayıda olmasına rağmen 1990’lı yıllardan önce ve sonra karşılaşılan finansal krizlerin farklı özellikler taşıyor olması nedeniyle, finansal krizleri açıklamaya yönelik olarak, birinci nesil ve ikinci nesil modeller geliştirilmiştir. Finansal krizlerini açıklamaya yönelik pek çok teorik model bulunmaktadır. Bu modellerin ortak noktaları bulunsa da modellerin her biri bütün krizleri açıklayabilecek nitelikte değildir. 1970’lerde ve 1980’lerin başında Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan krizleri açıklamak için Birinci nesil kriz modelleri ortaya atılmıştır. Fakat Şili (1982), 1992 Avrupa Para ve Meksika (1994), Asya (1997-1998) krizlerini açıklamada bu model yeterli gelmemiş, ikinci nesil para krizleri 92 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 teorisi literatüre girmiştir (Kibritçioğlu vd. 1999:3). Sonraki yıllarda finansal kriz modelleri konusundaki çalışmalar geliştirilmiş ve 3. nesil olmaya aday çeşitli kriz modelleri ortaya çıkarılmıştır. Finansal krizler iktisat literatüründe hem teorik hem de ampirik alanda geniş yer tutmaktadır. Fakat bu alanda hala çözüme gerçekleştirilememiş sorunlar bulunmaktadır. Her ortaya çıkan kriz yeni bir kriz modeli adayı olmaya namzettir Spekülatif Atak Krizleri de denilen, Meksika ve Arjantin ‘deki finansal krizleri açıklayabilmek adına ortaya çıkan bu geleneksel kriz modellerinin teorik temellerini atan Krugman, Flood ve Garber’e göre finansal krizler, uygulanan makro politikalar ve sabit kur rejimi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanır. Bu modele göre hükümetin verdiği bütçe açığı, iç borçlanma veya emisyon yardımıyla finanse edilmektedir. Bu durum da yani makro politikaların para arzının artırılması yoluyla finansmanı enflasyona, sermayenin kaçışına ve beklentilerin olumsuza dönmesine yol açmaktadır. Bu durum da ödemeler dengesinde bir açığın oluşması sonucunu doğurur. Sabit kur sisteminin devam ettirilmesi konusunda ısrarcı olan para otoritesi bu kez ödemeler dengesi açığını kapatmak için rezervlerini kullanmak durumunda kalır. Gelişmekte olan bir ülke ekonomisi açısından da bakıldığında sınırlı miktarda rezervlere sahip olunması nedeniyle sabit kur rejimi konusunda çok fazla ısrar edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bu noktada para ya devalüe edilir ya da dalgalanmaya bırakılır. Birinci nesil modele göre kriz, yanlış makro ekonomik politikaların bir sonucudur ve paranın reel olarak aşırı değerlenmesi, cari işlemler bilânçosundaki artan açık ve rezervlerdeki ciddi azalma ile birlikte öngörülebilir(Karaçor vd. 2006:36-56) 3.2. İkinci Nesil Modeller İkinci Nesil Modeller ile ilgili olarak Obstfeld bazı önemli katkılar yapmıştır. Obstfeld’e göre hükümetin, sabit döviz kurunun çökeceği beklentisine sahip olması üretimi azaltır çünkü bu beklenti, ücretlerin artmasına ve istihdamın azalmasına yol açar. Dolayısıyla üretim azalışlarını engellemek için devlet, sabit döviz kurundan vazgeçebilir29. Yine sabit döviz kurunun çökeceği beklentisi faiz oranlarının yükselmesine yol açarak kamu borcunun artmasına neden olabilir. Artan kamu borcu nedeniyle borç miktarının belli bir aralıkta bulunması, kendiliğinden gerekleşen bir spekülatif saldırıya yol açarak ekonominin krize girmesine neden olur. Bu nedenle Obstfeld, faiz oranlarındaki artışın, borçların artışına yol açarak finansal krizin oluşumunu tetiklediğini belirtmektedir. Bu şartlar altında eğer kamu borcunun kaynağı iç borçlanma ise banka sisteminin kısa dönem borç kompozisyonu, faiz oranı ve tahvil fiyatları artışları kriz göstergesi olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık kamu borçlarının kaynağı dış borçlanma ise yabancı sermaye 93 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 hareketlerinin vadelerindeki değişmeler, dünya faiz oranı ve ülke faiz oranı arasındaki farklar kriz göstergesi olarak kabul edilmektedir(Ayça 2008:183-208). 3.3. Üçüncü Nesil Modeller 1990’ların sonlarına kadar finansal krizler birinci ve ikinci nesil kriz modelleri ile açıklanırken Asya, Brezilya ve Rusya’da yaşanan krizler neticesinde üçüncü nesil diyebileceğimiz bir modele ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların bir kısmında krizlerle finansal piyasa ve bu piyasadaki şirketlerin bilançoları arasındaki ilişkileri incelenirken, bir kısmında da krizin bir ülkeden diğerine hangi yollarla yayıldığını ortaya çıkarmak amacı güdülmüştür (Akçağlayan 2005:118). Finansal piyasaların giderek bütünleştiği günümüz dünyasında, üçüncü nesil kriz modelleri, herhangi bir ülkenin finans piyasasında meydana gelen istikrarsızlıkların veya krizin bir başka yerde makroekonomik temellerle açıklanamayan bir krizi başlatabilmesi gerçeğinden hareket etmektedir. Bu modellerde, hükümetlerin ahlaki tehlikeye yol açan politikaları (özellikle finansal güvenlik ağları) krizi yaratan temel faktör olarak ele alınmaktadır. Bu modellerde farklı ülkelerde eşanlı olarak ortaya çıkan krizler açıklanırken ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıklar taşıdıkları ve bu yüzden ortak şoklarla sarsıldıkları öne sürülmektedir. Diğer taraftan bireylerin rasyonel olmayan davranışları veya parasal fon yöneticilerinin karşılaştıkları asimetrik güdüler nedeniyle yatırımcılarda oluşan rasyonel olmayan beklentilerin de krizlerin yayılmasını etkilediği kabul edilmektedir (Delice 2003:63). 3.4. Dışsal Faktörlere Vurgu Yapan Modeller Bu tür krizler, kredi verenlerin verdiği krediyi alacaklılarından tahsil edememe riski ortaya çıktığında kredi vermeyi bırakıp, mevcut kredileri geri almaya çabaladıklarında borç ortaya çıkmaktadır. Bu krizler özel veya kamu borcundan kaynaklanabilir. Kamu sektörünün geri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği şeklindeki risk algılamaları özel sermaye girişlerinde şiddetli bir düşüşe ve bir para krizine yol açabilmektedir. Bir ülkenin kamu ve özel kesimine ait dış borçlarını ödeyememe durumu dış borç krizi olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, hükümetlerin dış borçların çevrilmesi ve yeni dış kredi bulma konusunda sıkıntı yaşamaları nedeniyle dış borcun yeni ödeme planlarına bağlanması veya yükümlülüklerinin ertelenmesi şeklinde ortaya çıkmaktadırlar (Delice, 2003: 64). 94 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3.5. Sistemik Finansal Krizler Sistemik finansal krizler, finansal piyasaların ciddi biçimde hasara uğradığı krizlerdir. Ekonomik, politik ve sosyal yaşamın yapısından ve değişkenliğinden etkilenmektedir. Bütün sisteme etki eden sistemik finansal krizler, genel olarak makro ekonomik dengesizlikten ileri gelmektedir. Bu tür dengesizlikler sistemik krizleri başlatmakta, krizlerin tekrarlanması ve derinleşmesi ise sektörün kurumsal ve düzenleyici unsurlarınca belirlenmektedir (Bıçak vd. 2009:17) Finansal birkaç aşamada meydana gelmektedir. Finansal ve finansal olmayan bilânçolarda bozulmanın olduğu başlangıç aşamasının, ikinci aşamada bir para krizi takip etmektedir. Üçüncü aşama ise para krizinin bir sonucu olarak ortaya çıkan finansal ve finansal olmayan bilânçoların daha da bozulmasıdır. Bu aşamada ekonominin yıkıcı sonuçları olan sistemik bir finansal krize girme aşamasıdır. Genellikle gelişen piyasa ekonomilerinde, bir spekülatif atak başladığında ve paranın değerinde bir düşüş ortaya çıktığında borç piyasalarının kurumsal yapısı ile ulusal paranın devalüasyonu arasında karşılıklı bir etkileşim ortaya çıkmakta ve ekonomi sistemik finansal krize doğru sürüklenmektedir (Mishkin 2003). 4. Finansal Kriz Dönemlerinde Stratejik Analizlerin Önemi KOBİ’ler geleceğin belirsizliğinde hem küçük hem de büyük işletmelerle rekabet içerisinde olduğundan finansal krizlerle karşı karşıyadırlar. Geleceğin işletmeyi neyle karşı karşıya bırakacağını tam olarak bilmediklerinden KOBİ yöneticileri muhtemel sonuçlar için alternatif senaryolar üretmek durumundadırlar. Belisizliklerle mücadele edebilmenin en etkin yolu ise geleceği doğru okumaya özen gösterip içerisinde bulunduğu durumu en iyi şekilde analiz etmeye bağlıdır. KOBİ’lerin yöneticileri stratejik düşünebildiği ölçüde başarılı olacaktır. Stratejik analizlerin gerekliliğini gösteren ikinci önemli neden ise küçük işletmelerin çok şiddetli bir rekabet ortamında faaliyet göstermek zorunda olmaları ve bu ortamdan büyük işletmelere göre çok daha fazla etkilenmeleridir (Mount-.Zinger 1993:114). Çevrede meydana gelen değişikliklerin hiçbir şekilde kontrol edilemiyor oluşu da stratejik analizleri küçük işletmeler açısından gerekli hale getiren faktörlerden üçüncüsü olmaktadır. Stratejik yönetim; belirli rekabet çevresi içinde işletmelerin varlıklarını devam ettirmeleri ve etkinlik kazanmalarını sağlayan bir araç olarak tanımlandığında; bir işletme küçük veya büyük ölçekli olsun mutlaka stratejik analizler yapma ihtiyacı duymaktadır (Kuhn 1989:194). 95 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Yaşadığı çevre içinde kendi yönünü belirlemek ve olası krizlerden daha az etkilenmek amacında olan bir küçük işletme bu amacını sistematik ve planlı bir şekilde gerçekleştirirse etkinliği artabilmektedir (Foster 1993:124). Dolayısıyla; küçük işletme yöneticileri faaliyetlerini sürdürürken bir sonraki adımda ne yapacaklarına karar vermek için çevrede meydana gelen değişiklikleri sürekli gözlemlemek ve değişikliklere karşı aktif bir tutum takınmak zorundadırlar. Bu çerçevede stratejik analizler çevredeki değişimleri izlemeyi ve işletmelerin yapısal unsurlarını bu değişimlere göre geliştirmeyi ve değiştirmeyi öngördüğünden yöneticiler açısından doğru bir yaklaşım olarak görülmektedir (Scarborough- Zimmerer 1984:65-66). 4.1. KOBİ Yöneticilerinin Finansal Kriz Dönemlerine Yönelik Stratejik Analizleri Stratejik yönetim süreci, işletmelerin uzun dönemde faaliyetlerini sürdürebilmesine ve sürdürülebilir rekabet üstünlüğü sağlamasına yönelik olarak bilgi toplama, analiz, seçim, karar ve uygulama faaliyetlerinin tümünü ifade etmektedir. Bu anlamda süreç, stratejik bilinç oluşturulması ile başlamakta ve veri-bilgi toplama, analiz, stratejik analiz uygulama ve kontrol ile son bulmaktadır (Doğan vd. 2009:11). Bu aşamada küçük işletme yöneticisi analiz sürecinde öncelikli olarak işletmenin içerisinde bulunduğu çevrenin şartlarını yeniden gözden geçirerek amacını net bir şekilde ortaya koymalı, işletmenin finansal kriz karşısında güçlü ve zayıf yönlerini tespit etmeli, işletmenin yönetim yapısını ve işlevlerini incelemesi gerekir. Bu tür analizlerin yapılması küçük işletmelerini varlığını devam ettirebilmesi için son derece önemlidir. Diğer işletmelerle karşılaştırıldıklarında krizlerden çok daha fazla etkilenen küçük işletmelerin değişim, belirsizlikler ve rekabetle sürekli karşı karşıya oldukları iş dünyasında geleneksel yönetim tarzlarının dışında bir yönetim anlayışına sahip olmaları gerekmektedir. Bu çerçevede stratejik yönetim krizlerin sıkça yaşandığı iş dünyasında küçük işletmelerin daha rasyonel davranabilmelerine yardımcı olan bir yönetim yaklaşımı veya süreci olarak nitelendirilebilmektedir (Waalewijn-Senan 1993:24). 4.1.1. Çevre Analizi Çevre analizi, “kendi iş çevresi ve genel dış çevrelerin işletmeye sunduğu fırsat ve tehlikeli araştırma, gözleme ve yorumlama sürecidir.” Bu analiz yoluyla işletme teknolojideki ilerlemeleri, sosyal yapıdaki gelişmeleri, enerji ve hammadde piyasasındaki değişikliği ve mamulün piyasadaki yeri ve imajı hakkında bilgi toplayarak ve bu bilgileri inceleyerek, karşı karşıya bulunduğu fırsat ve 96 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 tehditleri belirler. Böylece işletmenin çevreye uyması ile ilgili planlar geliştirmesi mümkün olur (Dinçer 1995:44). Küçük işletmelerde çevresel analiz şu aşamalardan oluşabilmektedir:(ScarboroughZimmerer 1989:55). Gelecekte meydana gelebilecek ekonomik, politik, teknolojik ve sosyal olayların işletme üzerindeki etkilerinin belirlenmesi: Bu aşamada beş yıl içinde meydana gelmesi muhtemel olaylar ve bunların gerçekleşme olasılıkları belirlenmeye çalışılmakta ve bu olasılıklar yüksek, orta ve düşük şeklinde sınıflandırılmaktadır. Gerçekleşme olasılığı yüksek olarak değerlendirilen olayların karşılıklı etkileşim analizlerinin yapılması: Bu aşamada gerçekleşme olasılığı yüksek olan ekonomik, politik ve teknolojik değişim veya gelişimlerin işletme üzerindeki beklenen etkileri belirlenmektedir. Bütün bu beklentilere ve etkilere bağlı olarak alternatif senaryoların geliştirilmesi: Geliştirilecek senaryoların sayısı ne işletmenin hareket alanını daraltacak kadar az, ne de birbirine karıştırılacak kadar fazla olmalıdır. Pazar, rekabet ve müşteri analizlerinin yapılması: Bu aşamada pazarın genel özellikleri tekrar gözden geçirilmeli, rakip işletmelerin güçlü ve zayıf yönleri incelenmeli ve işletmenin müşterilerinin olası davranış değişiklikleri izlenmelidir 4.1.2. İçsel Analiz İçsel analizde küçük işletmeyi diğerlerinden ayıran işletmenin yönetim yapısı, pazarlama dağıtım ve satış yapısı, finansman yapısı gibi iç faktorleri gözden geçirilmekte, güçlü ve zayıf yapısı ortaya konmaktadır. Küçük işletmelerin kendi iç çevresi denildiğinde bundan işletmenin sahip ve yöneticilerinin, çalışanların, iş kültürünün analiz edilmesi anlaşılır. Faaliyet çevresi ise işletmenin faaliyette bulunduğu sektörde ilişkide bulunduğu kişi,kurum ve kurallar yer alır. Örneğin faaliyet çevresi dışında kalan alanı kapsar. Makro ekonomik ortam, uluslar arası çevre,kültürel çevre,teknolojik çevre, demografik çevre,dışsal çevrenin kapsamına girer(Aktan 2000:32) 97 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4.1.3. Yönetim Yapısı Sürecinin Analizi Stratejik yönetim süreci stratejinin seçimi ve planlamada sona ermekte, bunun uygulamalar için gerekli düzenlemeleri ve doğal olarak örgütsel yapının ayarlanmasını gerektirmektedir. Bir diğer deyişle, stratejinin etkili bir uygulama olmaksızın başarılı olamayacağı çok açık bir gerçektir. Strateji ne kadar iyi planlanmış ve seçilmiş olursa olsun iş gücü ve stratejiyi uygulamak için iyi biçimde organize etmediğimiz takdirde başarı şansımız olmayacaktır. O yapının içerisindeki, insanların, özellikleri, değerleri, beklentileri de strateji seçiminde etkili olmaktadır. Örgütsel yapı kurmanın ve strateji değiştirdikçe onu değiştirme ya da geliştirmenin ana nedeni, yönetimin örgütü gereğince kontrol edebilmesi için görev ve yetkileri yeniden dağıtmak ve denetlemektir. Yetki ile örgütsel kaynakların kimler tarafından ve ne ölçüde kullanılacağı ortaya konur. Böylece insanlar iş yaptırma emirleri verilirken, maddi kaynaklar nerelerde, kimin tarafından, ne ölçüde kullanılacağı açıklanmış olur. Sorumlu olan kimse yetki kullanırken keyfi davranmaz, amaçlar, stratejiler, planlar ve politikalar doğrultusunda hareket etmek zorunluluğunu taşır. Yetki ve sorumluluklar örgütün en üst kademesinden derece derece azalarak kademelere doğru dağılmaktadır. Bu dağılımda her strateji ve politika değişimi etkili olmakta, bazı etkileri arttırırken bazıları azalmakta, bazılarını da tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu arada da yeni örgütsel kaynaklar, yani yeni insanlar ve yöneticiler ile yeni maddi unsurlar örgüte katıldığında bunların kullanma izninin kimlere verileceği konusu gündeme gelmektedir(Kahveci 1999:59). 4.1.4. Örgütsel Yapının Analizi Krizden daha az zararla çıkmak isteyen küçük işletme yöneticilerinin örgütsel yapılarının getirdiği olumsuzlukların ve avantajların farkında olmaları gerekmektedir. Bu nedenle yapılması gereken içsel analizlerde ikinci aşamayı örgütsel yapının gözden geçirilmesi oluşturmaktadır. İşletme yöneticileri bu aşamada stratejik üstünlük sağlayabilen veya stratejik zayıflığa neden olabilen örgütsel özellikleri yeniden belirlemek durumundadırlar. Bu çerçevede küçük ölçekli bir işletme açısından her dönemde üstünlük sağlayabilecek bazı özellikler şunlardır(Titiz vd. 2001:214) - Esneklik, - Yenilikçilik, - Sınırlı Pazar ve Ürün Hatları - İnformal Yönetim ve Personel İlişkileri 98 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4.1.5. Finansman Yapısının Analizi Kriz dönemlerinde küçük işletmelerin üzerindeki en ciddi olumsuz sonuçlar finansal yapı ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede küçük işletme yöneticisinin finansal yapıyı yeniden analiz etmesi gerekmektedir. Küçük işletmeler açısından önceki dönemlerin finansal sonuçlarını değerlendirmenin en kullanışlı yollarından birisi oran analizi yapmaktır. Fakat oran analizi tek başına yeterli değildir. Sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için bu analizin yanında işletmenin analizi yapılan dönemlerde ne ürettiğinin, ürününü kimlere, hangi şartlarda sattığının ve piyasaların o dönemdeki durumunun da göz önüne alınması gerekmektedir (Brigham 1989:287). Kriz dönemlerinden küçük işletmelerin satışlarında önemli oranda azalma meydana geldiğinden işletmeler finansman sıkıntına düşmekte ve bu durumda en uygun şartlarda kredi temin etme ve temin edilen krediyi en uygun şekilde kullanma önem kazanmaktadır. Bu sorunun ise işletmenin güçlü bir finansal yapıya sahip olması ile çözülebilir. 4.2. Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri Finansal kriz KOBİ’ler açısından risklerin ve belirsizliklerin arttığı, normal faaliyetlerine devam edemediği ve krize acil cevap verme zorunluluğunun olduğu kritik dönemlerdir. Finansal kriz dönemlerinde KOBİ’ler kısa süre içerisinde hem mevcut sorunlara cevap vermek, hem de değişen koşullara ayak uydurmak gibi önemli zorunlulukları vardır. Dolayısıyla, finansal kriz dönemlerinin işletmeleri hem içsel hem de dışsal yönleriyle etkileyen birçok yönünden bahsedilebilir. Finansal kriz dönemlerinde bankaların kredi vermekte hem isteksiz davranmaları hem de daha yüksek faiz istemeleri, bankaların verdikleri kredileri geri çağırmaları, kredi yenilenmesi taleplerine olumsuz karşılık vermeleri, daha yüksek teminat istemeleri, kredi sözleşmelerine kendilerini daha çok garanti altına alacak maddeler koymaları KOBİ’lerin finansal açıdan zor duruma düşmelerine sebep olacaktır.(Ekşi 2007:77). Finansal kriz dönemlerinde, likidite sıkıntısı ve geleceğin belirsizliğinden dolayı tahmin yapmanın zorlaşması nedeni ile KOBİ’ler yatırım politikasında değişikliğe gitme ve bazı durumlarda yatırım kararlarını tamamen iptal etmek zorunda kalmaktadırlar. KOBİ’lerin kriz dönemlerinde maliyet düşürme anlamında uyguladıkları eylem-önlemlerle ilgili en temel faaliyet küçülme (downsizing) olacaktır. Küçülme, personel sayısının tekrar gözden 99 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 geçirilerek, sayının üretim hacmi ile orantılı hale getirilmesidir. Bu yöntem literatürdeki çalışmalarda incelenen KOBİ’lerin hemen hepsinde az veya çok görülen bir durumdur (Altan vd. 2001:461). SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Küreselleşme ile birlikte özellikle 1990’lı yıllardan itibaren artan kontrolsüz kısa dönemli sermaye akımları Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri yüksek finansal risklerle karşı karşıya getirmistir. İçinde bulunduğumuz dönemde etkisini yaşamakta olduğumuz finansal krizden en çok krizle mücadelede hala çok önemli eksiklikleri bulunan küçük işletmeler etkilenmektedir. Günümüzde KOBİ’lerin varlığını sürdürmesi, satışlarını arttırıp kar elde edebilmesi ve değişen şartların olumsuz etkisini en az şekilde yaşaması, büyümesi ve gelişmesini sağlayabilmesi için stratejik yönetimin kurallarını uygulanması gerekir. Stratejik yönetimi uygulamayan KOBİ’lerin artık günümüzde rekabet şansları giderek azalacak, devamlılıkları tehlikeye girecektir. Çünkü stratejik yönetime yer vermeyen KOBİ’ler değişikliklere uyum sağlama ve rekabette üstünlüğü ele geçirme şanslarını kaybetmiş olacaklardır. Finansal krizlerin ve bankacılık krizlerinin çözümü, ülkedeki makroekonomik iyileşme, banka problemlerinin hızlı ve gerçekçi bir yaklaşımla ele alınması, yeniden sermayelendirme ve borçların yeniden yapılandırılmasına ilişkin programların koordineli olarak yürütülebilmesi, mali bünyesi zayıf bankaların sistemden çıkarılması gibi birçok faktöre bağlı olarak işleyen bir süreçtir. Krizlerin çözümünde başarı elde edilmesi, hükümetlerin kriz yönetimindeki kurumsal kapasitesine, politikaların eş zamanlı olarak zamanında ve yerinde uygulanmasına, sisteme zarar veren uygulamaların değiştirilmesi konusunda alınacak kararlarda istekli olunmasına ve karar alıcıların sosyal ve politik açıdan karşı karşıya kalınılabilecek güçlüklerle mücadele yeteneğine bağlı olmaktadır. Bunun yanında ahlaki risk problemleri ortaya çıktığında piyasa mekanizması kendi kendisini düzenleyemediği için, etkin kamu düzenlemesi ve denetlemesi gerekli hale gelmektedir (Duman 2002:133-143) ‘‘Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu kriz, ne kısa dönemde ortaya çıkmış, ne de sırf ekonomik nedenlerden kaynaklanmıştır. Türkiye, ekonomik, siyasal ve insan kaynaklarını kapsayan ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu krizin atlatılmasına katkıda bulunacak birkaç öneri aşağıda yer almaktadır’’ (Toprak 2001:266): 1- Döviz gelirlerini arttırmalı, bunun için özellikle komşu ülkelerle olan ticareti canlandırmalıdır. 100 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2- Döviz kazandırıcı faaliyetlere doğrudan teşvik sistemi geliştirilmelidir. 3- Yurtdışındaki Türklerin tasarruflarının ülkeye getirilmesi sağlanmalıdır. 4- Bankalar desteklenmelidir. 5- Vergi oranları vergi tabanını yaygınlaştırmak için düşünülmeli, vergi sistemi şeffaf ve basit hale getirilmelidir. 6- İşlevini tamamlamış kamu kurumları tasfiye edilmelidir. 7- Eğitim, sağlık ve emeklilik sigortası gibi alanlarda özel sektörün yer almasındaki engeller kaldırılmalıdır. 8- Savunma harcamaları kısılmalıdır. 9- Kamu ihale sistemi şeffaflaştırılmalı, kamu mülkiyeti özelleştirilmelidir. 101 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR Akçağlayan, Anıl (2005), “Para Krizleri” İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Vol.20, Issue.230. Aktan, Coşkun, Can (1999)2000’li Yıllarda Yeni Yönetim Teknikleri,(2) Stratejik Yönetim, İstanbul: TÜGİAD Yayını. Altan, M., Bezirci, M. (2001), “Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerine Etkisi: Karaman Örneği”, I. OrtaAnadolu Kongresi, 18-21 Ekim, KOSGEB-Erciyes niversitesi, Nevşehir İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Augustıne, Norman R. (2000). Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek. Kriz Yönetimi. Harvard Business Review. Çev. Salim Atay. MESS. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası. İstanbul: BZD Yayıncılık. Brigham. Eugene. F. (1989), Fundemantals of Financial Management, 5. Edition, Drayden, Orlando Budak, Gönül ve Budak, Gülay (1998). Halkla İliskiler, 2.baskı, İzmir. Delice, Güven (2003). Finansal Krizler. Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif, Erciyes Ünv. İ.İ.B.F.Dergisi, Sayı.20, Dinçer, Ömer. (1995) Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul,Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş, Dinçer, Ömer (1998). Stratejik Yönetim ve İsletme Politikası. 5. Baskı, Beta Yayıncılık, İstanbul, 1998. Dinçer, Ömer (1989). Kriz Dönemlerinde Yönetim ve Plansız Değismenin Sorunları. 3. Ulusal İsletmecilik Kongresi (30 Kasım-3 Aralık 1989/Kapadokya), Gazi Üniversitesi, İİBF, Ertem Matbaacılık, Ankara, Doğan, Selen. Hatipoğlu, Celal (2009). Küçük ve Orta Boy İşletmelerde Vizyon Açıklamasının İşletmenin Performansına Etkisine İlişkin Bir Araştırma. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 2, Duman, Koray (2002). Finansal kriz ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması’’, Akdeniz Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı:4. Edwards, Sebastian (2001). Does the Current Account Matter?, National Bureau of Economic Research Working Papers, No:8275.. 102 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ekşi, H.İ. (2007), “Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri ve Başarılı- Başarısız KOBİ’lerin Kriz Dönemi Stratejileri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta Faulkner, David. O. ve Campbell, Andrew(2003). The Oxford Handbook of Strategy,Volume I:A Strategy Overview and Competetive Strategy. Oxford University Press, Great Britain. Fink, Steven (1986), Crisis Management, American Management Association. Flood, Robert. Marıon, Nancy (1998). Perspectives on the Recent Currency Crises Literature. National Bureau of Economic Research Working Papers, No:6380. Foster, M. John. (1993). Scenario Planning For Small Businesses. Long-Range Planning, 26 ISSN (print) 0024-6301 Gordon, Judith R. (1993). A Diagnostic Approach To Organizational Behavior (4th Edition), Boston: Allyn and Bacon Publishing. Haşit, Gürkan (2000). İşletmelerde Kriz Yönetimi ve Türkiye’nin Büyük Sanayi İşletmeleri Üzerinde Yapılan Araştırma Çalışması, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir. Irvine, Robert B. (1987). What’s a Crisis, Anyway. Midyear Special, 4.Edition Kash, J. T. ve R. J. Darling (1998). Crisis Management: Prevention, Diagnosis and Intervention. Leadership & Organisation Development Journal, Vol.19, No.4. Kibritçioğlu, Bengi. Köse, Bülent. Uğur, Gamze (1999). A Leading Indicators Approach to the Predictability of Currency Crises: The Case of Turkey. Kruger, Mark. Osakwe, N.Patrick (1998). Fundementals, Contagion, and Currency Crises: An Empirical Analysis. Bank of Canada Working Papers, No:10. Kahveci, Yusuf (1999). Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Stratejik Yönetim (Sakarya Örneği), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi) Karaçor, Z. Alptekin (2006). Finansal Krizlerin Önceden Tahmin Yolu ile Değerlendirilmesi: Türkiye Örneği, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı 13. Kuhn, Robert, Lawrence (1989). Creativity and Strategy in Mid-Sized Firms, Prentice-Hall, New Jersey. Mishkın, Frederic,S (2003). The Economics of Money, Banking and Financial Markets, Seventh Edition, Pearson Addison Wesley. 103 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Mishkın, Frederic, S (1996). Lessons From the Asian Crisis. NBER Working Papers, 1-2. Mount J. Zinger, Michael (1993), "Organizing for Development in Small Businesses", Long-Range Planning, 26 (5). Sandeno, Stanley (1985), Small Business Management Principles, Business Pub., Texas. Papadakis, Vassilis M. Kaloghirou, Yiannis ve Iatrelli, (1999). Strategic Desicion Making: From Crisis to Opportunity, Business Strategy Rewiev, Volume: 10, Issue: 1, 29-37. Pıçak, Murat. Yılmaz. Sema, Giray.Yavuz (2009). Küresel Ekonomik Sistemde Finansal Krizleri Önleme ve Yönetme Sorunsalı. Mevzuat Dergisi, Yıl:11, Sayı:137 Regester, Michael ve Judy Larkin (2005). Risk Issues and Crisis Management: A Casebook of Best Practice, 3rd Edition, Kogan Page: London. Saraçoğlu, Rüştü (1995). İstikrar Programı Üzerine Düşünceler, Türkiye İçin Yeni Bir Orta Orta Vadeli İstikrar Programına Doğru, TUSİAD. Yay. No:6-180, İstanbul, Scarborough, Normon. M. W.Zimmerer, Thomos (1984). Effective Small Business Management, Charles Merrill, Ohio. Şimşek, H. Ayça (2008). Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Maliye Politikaları: Teorik Bir Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. Sayı.13. Toprak, Metin (2001), Küreselleşme ve Kriz - Türkiye ve Dünya Deneyimi, Ankara: Siyasal Kitabevi Vergiliel, M. (2001) “Kriz ve İşletme Yönetimi”Alfa Yayınları Waalewijn, Philips, P. Senan (1993). Strategic Management: The Key to Profitability in Small Companies. Long-Range Planning, 26(2). www. dpt. gov. tr. (22.12.2009). www.econturk.org, (KrizYonetimi) (12-01-2010). www.ozyazilim.com/ozgur/marmara/ (15-01-2010) 104 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE GLOBAL MALİ KRİZLERİN AŞILMASINDA “TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ”NİN YERİ VE ÖNEMİ Dr. Osman DAĞDELEN* ÖZET 2008 yılında gerçekleşen global finansal kriz, başta ABD`leri olmak üzere, küresel finans piyasalarını ciddi boyutlarda etkilemiştir. Bu kriz, 1990 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla merkezi planlı ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçiş kararı alan Orta Asya Türk Devletleri ekonomilerini de derinden etkilemiş, olumlu ekonomik büyüme trendlerini tersine döndürmüştür. Çalışmada, bu krizden daha fazla zarar görmeden kurtulmak ve gelecekte olabilecek benzeri krizlere karşı alınabilecek önlemler arasında; 1973 dünya petrol krizinde, Japonların gösterdiği yüksek performansın arkasında yatan Toplam Kalite Yönetim Felsefesi olduğu gerçeğinden hareketle, günümüzde de TKY felsefesi başarıyla uygulandığında krizler aşılabilir. Bugüne kadar Türk Sanayi Sektörü, kaliteli üretim konusunda büyük tecrübe kazanmış ve çeşitli alanlarda firmalarımız uluslar arası kalite ödülleri kazanmışlardır. Bu birikimin Orta Asya geçiş ekonomilerine aktarılması her iki tarafın da yararına olacaktır. Yapılan çalışmalar sonucunda, Toplam Kalite Yönetiminin, yeterli koşullar yaratıldığında, bu ülkelerin işletme ve kurumlarında, günümüzdeki krize ve gelecekte olabilecek olası finansal krizlere karşı etkili bir çözüm yolu olabileceği değerlendirilmiştir. Toplam Kalite Yönetim ilkelerinin ne şekilde hayata geçirilebileceği üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Global Mali Kriz, Geçiş Ekonomileri, Toplam Kalite Yönetimi (TKY) ABSTRACT The last financial crisis that was realized in 2008 had detrimental effects on the global financial markets. Primarily economies of the US, Europe and also, on the economies of Central Asian Transformation Economies those have historical, socio-cultural and geographical ties with Turkey. * Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Ekonomi Fak., odagdelen@gmail.com 105 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 As a result of this global financial crisis, the positive economical growth rates of these transformation economies turned back to the negative. In 1973, world petroleum crisis, generally the whole world economies, affected badly, except Japan Economy that was stayed healthy and his growth rate was increased. The main reason behind this success was “Total Quality Management Philosophy”. In the west, in 1980`s, this philosophy was adopted as an antidote for the crisis. Turkish Industrial Sector was experienced with respect to the quality, and some of the Turkish organizations have won international quality awards in 1990`s. Turkey can transfer her quality experience to these countries. If suitable organizational climates are created in these countries, the principles of the Total Quality Management Philosophy can be applied successfully in any kind of organization. In this study, it was showed how to apply these principles to the organizations. It is concluded that if these principles are adopted and realized, organizations could be more competitive and also could be protected against probable future crises. Key words: Global Financial Crisis, Transformation Economies, Total Quality Management (TQM) 106 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ 1990 yılında SSCB’nin yıkılmasıyla bağımsızlığını kazanan, merkezi planlı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecini yaşamakta olan dönüşüm ekonomileri, ülkeleri tanımlamakta kullandığımız 1998 yılı Ağustos ayında gerçekleşen Rusya ekonomik krizinden etkilenmişlerdir. 2008 yılında ise tüm dünyayı etkisi altına alan global mali krize de hazırlıksız yakalandıklarından bu krizin etkilerini daha fazla hissetmişlerdir. Dünyada her gün 1,5 trilyon dolara yakın bir nakit sıcak para el değiştirmekte, getirisi hangi ülkede yüksek ise oraya yönelmekte bazen da çok kısa süreler için giriş yapıp çıktığı ülkeleri şiddetli depremler gibi sarsabilmektedir. Serbest piyasa ekonomilerinde arz talep dengesi sağlıklı bir şekilde kurulup istikrar sağlanıncaya kadar krizlerin çıkması doğal görünmektedir. Önemli olan, ülke dışında gerçekleşen krizleri önlemek değil, ki zaten hiçbir ülkenin gücü de buna yetmemektedir, krizlere karşı daha dayanıklı bir ekonomik yapının oluşturulmasıdır. 1973 ilk dünya petrol krizinden sonra, önce Japonya ve sonra diğer ülkelerde başarıyla uygulanan ‘Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi’ işletmelerin çalışanları, müşterileri, tedarikçileri ve diğer paydaşlarının çıkar ve beklentilerini optimal düzeyde karşılayabildiği için başarılı olmuştur. Günümüzde ilgili tüm paydaşlar için ‘kazan-kazan’ stratejisine göre kurgulanmayan oyunların başarı şansının kalmadığını bilmek zorundayız. Çalışmada, Toplam Kalite Yönetimi Felsefesinin içinde yaşadığımız coğrafyada nasıl uygulanabileceği, pazar yerindeki bir satıcıdan en üst düzey işletme yöneticilerine kadar çeşitli düzeydeki kişi ve yöneticilerle yapılan mülakatlar sonucu elde edilen veriler ışığında incelenmiş krizlere çözüm önerileri kapsamında TKY yaklaşımının da ele alınması gerektiği değerlendirilmiştir. NEDEN GLOBAL KRİZLERLE KARŞILAŞIYORUZ? Global finansal krizler kapsamında bugüne kadar yaşanan yüzlerce krizden üçünün etkisi, kapsamı ve süresi daha büyük olmuştur. Bu krizlerden ilki 1882 yılında vadeli hisse senetleri alım satımı yapan yatırımcıların neden olduğu ve Fransız Union Generale Bankasının iflasıyla sonuçlanan kriz, ikincisi 1929 yılında New York Menkul Kıymetler Borsasında hisse senetlerinin aşırı değer kaybetmesi ile kendini gösteren ve 107 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 tüm dünyada ekonomik sarsıntılar yaratan krizdir. Sonuncusu ise mortgage (ipotekli konut kredisi) kredilerinin aşırı speküle edilmesi sonucu, 2008 yılı başında Amerika`da başlayıp tüm dünyayı etkileyen ve hala sürmekte olan büyük finansal krizdir (Özerol 2009:131-139). Nasıl ki Newton Yer Çekim Yasasına göre atmosferde hiçbir nesne serbestçe duramayıp yere düşerse spekülasyon amacıyla elde tutulan nakit paralar da herhangi bir finansal enstrümana bağlı kalmadan uzun süre bekleyemezler. Nakit değerler için çekim gücünü faiz ve getiri oranlarının yüksekliği belirler. Bugün için internet veya TV’lerdeki finansal haberleri izleyenler görecektir ki globalleşen dünyamızda çok büyük bir nakit bolluğu vardır. Nerdeyse ortalama günlük 1.5 trilyon dolar civarındaki bir parasal kaynak dünyanın önemli finansal merkezleri arasında el değiştirmektedir. Bu kadar büyük para dünyada bir yılda gerçekleşen direkt yabancı yatırımlar tutarını bile aşmaktadır. Konumuz açısından son global mali krizin oluşum mekanizmasını açıklamanın yararlı olacağını değerlendiriyorum. 2005 yılından itibaren Amerika’daki bankalar müşterilerine genelde 10 yıldan 20 yıla kadar çok düşük faizli mortgage kredisi verirken tasarruf sahibi müşterilerinden bu kadar uzun vadeli mevduat toplama şansları yoktu. Genelde en fazla 2-3 yıllık emeklilik vb. fonlardan yararlanmaktaydılar. Bu durumda ortaya çıkan vade uyumsuzluk riskini gidermek için bankalar kullandırdıkları mortgage kredilerini manipüle ederek bunların karşılığında Varlığa Dayalı Menkul Kıymet (VDMK) fonları oluşturma yoluna gittiler. İşin ilginç yönü kullandırılan bir kredi karşılığında 3-4 yıl içinde talebe bağlı olarak 8-10 kez VDMK çıkarıldığı olmuştur. Global olarak işlem gören en güvenilir paranın dolar olması ve piyasalardaki dolar bolluğu, dolara bağlı finansal enstrümanlara olan talebi artırdıkça VDMK’lerin tüm dünyadaki satışını da artırmıştır. 2007 yılına gelindiğinde ABD’ndeki mortgage kredileri toplamının 10 trilyon dolara yaklaştığı, bunun 1.4 trilyon dolarının ise yüksek risk taşıyan konutlar için kullandırıldığı ortaya çıkmıştır (Özerol 2009:145). Örneğin, normal değeri 30 bin dolar olan konut aşırı spekülasyon nedeniyle fiyatı 100 bin dolara yükseldiği zaman kredi kullandırılan müşteri, fiyatlar düşme trendine girip vadesi gelen konut kredilerini geri ödeyemediğinde, mortgage yasası gereği bankaların alacağı sadece ipotekli evle sınırlı olduğundan verilen 100 bin dolarlık konut kredisi karşılığında bazen 40-50 bin dolar zarar etmeleri sonucunu doğurmuş ve bankalar iflas etmeye başlamışlardır. VDMK’lerin yarıya yakını İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde satılmıştır. Amerika’da bankalar iflas etmeye başlayınca tasarruf sahiplerinin vadesi gelen alacaklarına ve panik halinde bankalara hücum eden banka mudilerine ödeme yapabilmek için büyük miktarda acil paraya ihtiyaç doğdu. Bu kriz ortamında, öncelikle gelişmekte olan ülkelere ve dönüşüm 108 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ekonomilerine kredi veren bankalar ve finansal kuruluşlar krize girip paralarının bir kısmını geri çekmek istediklerinde, özellikle dış ödemeler dengesinde problemi olan ülkeler başta olmak üzere tüm dünya ülkeleri finansal krizle karşı karşıya kaldılar. Bu son finansal kriz geçiş veya dönüşüm ekonomilerinden Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini de büyük çapta etkilemiş ve bu ülkeler hala krizden tam olarak kurtulabilmiş değildirler. Örneğin, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik açıdan en büyüğü olan Kazakistan 2009 yılına gelindiğinde, ülkenin 2008 yılı ihracatı 72 milyar dolardan 2009 da 41.64 milyar dolara gerilerken sadece bankaların dış borçları 40 milyar dolara çıkıp vadesi gelen krediler, yıllık 4 milyar dolardan, global kriz nedeniyle 12 milyar dolara fırlayınca kriz kaçınılmaz olmuştur www.un.org/esa (09.11/2009). Fazla miktardaki yabancı krediler ülkeye giriş yapınca, halk bankaların vermeye başladığı ucuz kredileri, sanki hiç geri ödenmeyecek gibi, ihtiyaçlarının üzerinde kullanmış ve sonuçta konut fiyatları birkaç yılda katlanarak astronomik değerlere yükselmiştir. Konut sektörü yanında lüks oto alımları da akıl almaz düzeyde yükselerek ülkenin dış ödemeler dengesi açıkları ilk yıllarda alınan dış borçlarla kapatılmış fakat 2008 yılına gelindiğinde artık bu imkanın da maliyetinin katlanamaz boyutlara geldiği anlaşılınca Şubat 2008 yılında tenge yüzde 20 devalüe edilmiştir. 2008 yılında dış kredilerin ödeme zamanı geldiği halde global mali krizin de etkisiyle kredi kullanan halk ve bankalar geri ödemeleri zamanında gerçekleştiremeyerek krize girmiştir. Yatırımcılardan bir kısmının yüz binlerce dolara aldıkları konutları yarı fiyatından daha düşük bir bedelle satarak bankalara olan borçlarını ödemeleri yanında, hala bireysel kredi kullanıp ta bir tenge bile ödemede bulunmayan müşterilerle karşılaşıldığında halkın ve ekonomik sistemin tüm kural ve kuruluşlarıyla hala serbest piyasa ekonomisi gerekleri doğrultusunda organize edilemediği anlaşılmaktadır. Krizin başlangıcında zor durumdaki bankalar ya devletleştirilmiş ya da devlet müdahalesiyle iflastan kurtarılmış, fakat müşterilerine yeni kredi kullandırmalarına çok büyük sınırlamalar getirilmiştir. TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ VE KRİZLER Krizlerden korunmanın etkili bir yolu olarak değerlendirebileceğimiz Toplam Kalite Yönetimi yaklaşımı, II. Dünya savaşından harap olarak çıkan Japonya’da, Deming ve Juran gibi Amerika’dan gelen bilim adamları ile Japon Ishikawa öncülüğündeki özverili ve sabırlı çalışmalarıyla uygulama sahasına konmuş ve yıllar içinde müesseseleşmiştir (Sashkin 1992:5-22). Krizlerin panzehiri olabileceği konusunda TKY felsefesine Japonların genel olarak inancı tamdır. Amerika’nın dünyanın en büyük ekonomik ve siyası gücü olmasında onların organize etme yeteneklerinin ve dolayısıyla yönetim becerilerinin büyük etkisi ve katkısı olduğu genel kabul görmüş bir düşüncedir. 109 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 TKY, 1970’lerin sonları ve 1980’lerin başlarında Amerikan sanayinin Japonlarla rekabette güçlüklerle karşılaşması, Amerikalıları Japon mucizesinin arkasındaki nedenleri araştırmaya yöneltti. 1980’lerin başında Edwards Deming`in ismiyle birlikte TKY kavramı da gündemdeki yerini almış oldu (Şimşek, Hasan 2007:35). 1980’lerde sosyalist ülkeler hariç, ABD ve tüm dünya ülkelerin özel sektör işletmelerinde uygulanmaya başlanan TKY anlayışı 1990’larda kamu örgüt ve yöneticilerinin de dikkatini çekmiş ve kamu kurumlarında da uygulanabilirliği üzerinde çalışmalar başlatılmıştır. 1973 yılında OPEC ülkelerinin yarattığı dünya petrol kriziyle beraber artan üretim maliyetleri ve daralan talep nedeniyle dünya ekonomisi de durgunluğa girmiştir (Yüzbaşıoğlu 2008:155). 1973 petrol krizi, ürün kalitesi ve ürünle ilgili müşteri taleplerinden ziyade verimlilik, standardizasyon ve kütlesel üretim teknikleri üzerinde duran klasik yönetim anlayışında çözülmeye yol açan ve ezberleri bozan çok tipik bir tetikleyici olmuştur. Piore ve Sabel’e göre kitlesel üretim yöntemleriyle üretilen standardize ürünlerle piyasaların doygunluğa ulaşması ve sonuçta yeterli tüketici yaratılamadığından ekonomik bunalım ortaya çıkmıştır. Özellikle tüketicilerin alım gücünün göreceli olarak düştüğü dönemler kitlesel üretim için en sorunlu dönemler olmuştur (Bellek 1999:161). İşletme yönetimi, bilimsel bir disiplin ve asli çalışma alanı olarak 19’ncu yüzyılın sonları ile 20’nci yüzyılın başlarında kendini göstermiştir. Genel anlamda, 1970’lere kadar, işletme yönetiminde geçerli olan parametreleri kısaca ifade etmek istersek: maddi ödüllerle çalışma performansının artırılabileceğini varsayan ve insana materyalist bir yaklaşım, işletme ve örgütte aşırı uzmanlaşmanın öne çıkması ve sonuçta iş bütünlüğünün kaybolması, iş kalitesinin ve çalışanların motivasyonunun azalması, üretim süreçlerinde hala büyük ölçüde kol ve kas gücünün egemen olması, yaratıcılığı ve yenilikçiliği özendirmeyen baskıcı bir örgüt kültürü, hiyerarşik otorite dağılımı, kaliteden ziyade verimliliği ve çıktının hacim ve niceliğini her şeyin üstünde tutan bir işletme yönetim anlayışı hakim olmuştur (Şimşek H. 2007: 25). YENİ EKONOMİ DÖNEMİ VE TKY 1973 petrol krizi, sanayileşmiş ülkelerdeki kapitalist üretim biçiminin değişme zamanını göstermesi açısından bir dönüm noktasıdır. Örneğin, ekonomisi ile kapitalist üretim biçimine ve Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan siyasal bloğa öncülük eden ABD’nde yükselen petrol fiyatları ve uzayan benzin kuyrukları nedeniyle neredeyse duran otomobil talebi, Amerikan ekonomisinin lideri olan otomobil endüstrisini derinden etkilemişti. Elbette ki ekonominin bir sektöründeki kriz sadece o sektörle kalmayıp kısa sürede diğer sektörlere de sıçramıştır. Çok zaman geçmeden, başta Amerika olmak üzere hemen bütün Avrupa ülkeleri kendilerini derin bir krizin içinde bulmuşlardır. Tam bu 110 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sırada, daha önceleri Amerikan halkı tarafından pek kaliteli ve rahat bulunmayan küçük ve ekonomik Japon otomobillerine olan talep hızla artmaya başlamıştır. O zamana kadar, Amerikalıların yaşamının her alanına nüfuz etmiş olan (geniş otomobiller, gökdelenler, geniş ve lüks konutlar) “büyük iyidir” olarak ifade edilebilen endüstriyel paradigmasının geçersizliğini göstermiştir. Japon otomobillerinin ABD’nde yaygın kullanımı Amerikalıların değer yargılarını da değiştirmiş; geleneksel olarak israfçı olan ve ekonominin belli dinamizmini bu israfa borçlu olan Amerikalılar gittikçe daha tutumlu olmaya, kaliteye ve dayanıklılığa da önem vermeye başlamışlardır (Şimşek H.2007:25). 1973 krizi ve devamında Japon şirketleri daha da güçlenmiş, 1980’lerde ise özellikle Amerikan şirketleri, Japon şirketlerinin bunaltan rekabetiyle baş etmenin yollarını ararken Japon mucizesinin ardındaki gücün Toplam Kalite Yönetimi ilkelerinin sanayide başarıyla uygulanmasından kaynaklandığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Nitekim 1980 yılında Amerikan NBC Televizyonunda programcı Clair Crawford Mason tarafından hazırlanan “Eğer Japonya Yapıyorsa Biz Neden Yapamayalım?” adında bir belgesel film yaparak TKY felsefesi Amerika ve tüm dünyanın gündemine oturmuştur (Şimşek, H.2007:8) Paradigma (dünyayı belli bir açıdan algılayış veya anlayış biçimi) değişmesine neden olan krizden kurtulmak için serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu ülkelerin çoğunda ve bu arada Türkiye’de de TKY yaklaşımının çeşitli uygulama araçları kullanılmaya başlanmıştır. Batı ekonomilerinde en çok kullanılan TKY aracı olarak “Kalite Çemberleri” uygulamasından her işletmede beklenen performans artışı gerçekleşmemiştir. Başarısızlık nedenleri araştırıldığında, başarısız işletmelerin TKY felsefesinin altında yatan gerçekleri anlamadan sadece biçimsel olarak mekanik bir şekilde uygulamalarından kaynaklandığı anlaşılmıştır. (Şimşek, M.2007:190-203) Global finansal krizden olumsuz olarak etkilenen dönüşüm ekonomilerinden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri işletmelerinin mevcut krizin yaralarını etkili bir şekilde sarmak ve gelecekte olabilecek krizlere karşı daha dirençli ve güçlü olarak çıkabilmeleri için TKY yönetim yaklaşımının topyekün bir değişim felsefesi olarak benimsenip evrensel niteliklere sahip, her türlü zaman ve koşula adapte olabilen ilkelerinin etkili bir şekilde hayata geçirilmesiyle mümkün olabileceği değerlendirilmektedir. 111 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ (TKY) NEDİR? İkinci Dünya Savaşı sonunda, şehirleri atom bombalarına hedef olup yakılıp yıkılan, ekonomik koşulları son derece bozulan Japonya’da, normal şartlarda bile zaten kısıtlı olan doğal kaynaklara işgücü ve sermaye yetersizliği de eklenince, Japonya, ekonomik varlığını sürdürebilmek için kısıtlı olan kaynakları mümkün olan en düşük maliyetle kullanmayı ve Japon Mucizesini yaratmayı Deming ve arkadaşlarının planlı ve sabırlı çalışmalarıyla ABD kaynaklı TKY’ni önce öğrenip sonra da kendi kültürlerine adapte edip daha da geliştirerek evrensel uygulama olanağı kazandırmışlardır. Şimşek, M.(2007:95)`e göre: “TKY, klasik anlamdaki yönetim anlayışının alternatifi olarak doğan, gelişen ve günümüzde de gelişimini sürdüren bütüncül bir yönetim anlayışının adıdır. TKY, müşterinin en ekonomik düzeyde, tam olarak tatmin edilmesi için, şirket içindeki pazarlama, mühendislik, satın alma, üretim, kontrol, satış ve servis faaliyetlerinin organize edilerek, kalitenin oluşturulmasını, sürekliliğini, geliştirilmesi ve takibini temin edecek etkin bir sistemin gerçekleştirilmesidir”. Etkin bir Kalite Yönetim Sisteminin geliştirilebilmesi için ISO tarafından yayınlanan ISO 9000 kalite standartlarına uygunluğunun belirlenmesi önemli bir aşama olacaktır. Londra’da 1947 yılında kurulan ISO (Uluslar arası Standartlar Örgütü) üyesi olan ülkelerin ulusal standartlarla ilgili kurumlarını bir araya getirip onları yönlendiren bir kuruluştur.Merkezi İsviçre’nin Cenevre kentindedir. Amaç ülkelerarası mal ve hizmet alışverişini kolaylaştırmak ve akademik, bilimsel, ekonomik sahalarda işbirliği kurmak ve geliştirmektir (Özkan 2005:144). Halen bütün dünya devletlerinde kullanılan ve ülkemizde de benimsenen ISO 9000 standartlarını, Türk Standartları Enstitüsü (TSE)1987 yılında bire bir Türkçeye çevirmiş ve başına TS getirilerek TS-ISO 9000 olarak yayınlamıştır. Herhangi bir ISO 9000 Kalite Yönetim Sisteminin belgelendirilmesinin anlamı, ürün ve hizmetten ziyade, üretim veya hizmet süreçlerinin standardize edilerek sürekli aynı kalitede ürün ve hizmet üretilmesini güvenceye almaktır. ISO 9000:2000 Yönetim Sistemi, Toplam Kalite Yönetiminin 8 ilkesini benimsemiştir. Bu ilkeler, Avrupa Kalite Vakfı (EFQM)’nın Kalite Yönetimi İş Mükemmelliği modelinde de küçük isim farklılıklarıyla benzer nitelikte olup şunlardır (TSE 1996:22) : 1. Müşteri Odaklılık, 2. Liderlik, 3. Çalışanların Katılımı, 112 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4. Proses Yaklaşımı, 5. Yönetimde Sistem Yaklaşımı, 6. Sürekli İyileştirme, 7. Verilere Dayalı Karar Verme Yaklaşımı, ve 8. Tedarikçilerle Karşılıklı Faydaya Dayanan İlişkilerdir. Yukarıdaki ilkeler incelendiğinde görüleceği gibi TKY, yönetim olgusuna çoklu bir yaklaşım olup, yönetim anlayışının 20nci yüzyılın başından bugüne değin geçirdiği evrim sürecinde en son gelinen noktayı yansıtmaktadır. TKY anlayışı kendinden önceki yönetim yaklaşımlarını hepten reddetmemekte, yararlı gördüğü ilkelerini benimseyip bünyesine katmaktadır. Örneğin, Klasik Yönetim anlayışı olarak adlandırılan yaklaşımdan H. Fayol’un süreç yaklaşımını, Neo klasik yönetim anlayışı olarak da adlandırılan Davranışçı yaklaşımdan liderlik ve çalışanların katılımı ilkelerini, Modern Yönetim yaklaşımlarından biri olan Sayısalcı yaklaşımdan verilere dayalı karar verme ilkesini ve Sistem Teorisi yaklaşımından yönetime sistem yaklaşımı ilkelerini benimsemiş; müşteri odaklılık, sürekli iyileştirme (Kayzen) ve tedarikçilerle sürekli ve iyi ilişkiler kurulması ilkeleri TKY Yaklaşımı ile Yönetim Teorisi literatürüne kazandırılmıştır. TKY İLKELERİNİN GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE UYGULANMASI Bu sekiz uygulandığında bu ilke yardımıyla ülke işletme oluşturulan ve TKY sistem kurumlarının krizlere modeli geçiş dayanıklı ekonomilerinde ekonomik yapılara kavuşturulabileceği inancıyla bu ilkeler ışığında neler yapılması gerektiği sırasıyla açıklanmaktadır: 1. Müşteri Odaklılık İlkesi Bu ilke gereğince, işletmelerin varlık nedeni, kıt kaynakları kullanarak müşteri istek ve ihtiyaçlarını en ekonomik yoldan gidermektir. Türk kültüründeki ‘Müşteri Velinimettir’ düsturu, Japonlar tarafından TKY anlayışı ile yönetim literatürüne kazandırılmıştır. Bu ilke ile müşterinin ihtiyaç ve istekleri; pazar araştırmaları, anketler, görüşmeler ve diğer veri toplama araçlarıyla elde edilen veriler değerlendirilerek ürün ve hizmet tasarımı, üretim süreci ve satıştan sonraki hizmet aşamasında da göz önüne alınarak karşılanmalıdır. Bu ilkeye göre, ürün ve hizmetin ilk anda ve doğru olarak yapılmasını sağlamak için, üretim zinciri içinde yer alan he bölümün ve her kişinin satıcı-müşteri ilişkileri içerisinde çalışma 113 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 esasının getiren iç müşteri anlayışı ışığında ‘Bir Sonraki Proses Müşterinizdir’ sloganıyla kalıcılık kazanmıştır (Özkan 2005:28). Orta Asya Geçiş Ekonomilerinin mevcut işletmelerini göz önüne aldığımızda bu ilkenin kurumlar ve halkın kültüründe henüz yer almadığı gözlemlenmiştir. Bu coğrafyadaki işletmelerin genel yaklaşımı, müşteriye hizmeti ben veriyorum, onlar bana mahkümdür, ben ne istersem onu yaparım anlayışıdır. Çevresinde onlarca rakibi olsa da özellikle küçük işletmelerin, sanki bir monopol gibi davrandıkları sık görülmektedir. Bölge ülkelerinin Sovyet dönemi geçerli olan tabanda eşitlik pratiği bugün de geçerliliğini korumakta ve işletme sahiplerinin kültürel değerleri arasında aşırı kazanç hırsının yer almadığı yüz yüze yapılan görüşmelerden anlaşılmıştır. Diğer taraftan, yabancı firmaların daha rekabetçi yaklaşımları benimseyip uyguladıkları görülmektedir. 2. Liderlik İlkesi TKY bir yönüyle istatistiki hesaplama araçlarının günlük üretim süreçlerinde yaygın olarak kullanılması, üretim süreçlerinin sistematik ve nesnel yöntemlerle kontrol altına alınması, çeşitli kalite iyileştirme araçlarının çalışanlara öğretilmesi yoluyla sorunların kaynağında giderilmesi ve maliyetin düşürülmesi, bunlara ek olarak takım çalışması, katılımlı yönetim gibi ayırıcı özellikleri nedeniyle oldukça aşağıdan yukarı bir sistem ve süreç gibi algılansa da liderlik, TKY yaklaşımının çok önemli ilkelerinden biridir. TKY yaklaşımına göre liderlik, örgütün vizyon, misyon v stratejilerinin oluşturulması, çalışanların ortak amaçlar doğrultusunda motive edilip yönlendirilmesi ve sonuçların kontrol edilerek hedeften sapmaların düzeltilmesini sağlayan bir iletişim ve etkileşim sürecidir. TKY yaklaşımında hataların kaynaklarının belirlenmesinde Juran’ın kullandığı ’85/15’ kuralı geçerlidir. Juran, kalite sorunları ortaya çıktığında %85 sorumluluk yönetimin, %15 sorumlulukta çalışanların üzerinde olması gerektiğini ifade ederek TKY’nin yönetim ve liderlik boyutuna dikkatleri çekmiştir (Şimşek.H. 2007:151-154). Bağımsızlığını 1991 yılında elde eden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Sovyetler Birliği döneminde izlenen politikaların doğal sonucu olarak az gelişmiş birer ülke olarak ekonomik yarışa başlamışlardır. Dolayısıyla, 1990’lı yıllarda bölge ülkelerinde girişimciliği ve özel teşebbüste liderliği teşvik eden devlet politikaları, etik değerler, pazar ekonomisi bilinci, grup ve örgüt psikolojisi, adetgelenek ve aileden gelen liderlik ve girişimcilik kültürü gibi faktörlerin hiç birisi mevcut değildi (Kuloğlu 2008:241). 2010’lu yıllara gelindiğinde, yabancı ülke doğrudan yatırımları, ortak yatırımlar ve yabancı ülke lisansıyla üretim yapan yerli sanayicileri sayesinde bölge ülkelerinin, dünya ekonomisine 114 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 entegrasyonda oldukça başarılı oldukları fakat, gelişmiş birer ekonomi olabilmeleri için önlerinde aşılması gereken çok mesafenin olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Ekonomileri hala geri kalmış ülke özelliği gösteren; genelde tarım, hayvancılık, petrol ve doğal gaz kaynaklarına dayalı olan bölge ülkelerinde 2009 yılında kişi başına düşen milli gelirler gerçek dolar kuru üzerinden, Dünya ortalamasına 10.000 dolar dersek, Türkiye’nin 7.800 dolar, Kazakistan’ın 6.700 dolar, Türkmenistan’ın 6.100 dolar, Azerbaycan’ın 5.150 dolar, Özbekistan’ın 1.100 dolar, ve Kırgızistan’ın 860 dolardır (www.cia.gov/factbook/2009). Kişi başına düşen milli gelirin en çok Kazakistan`da olması, Kazakistan Lideri Nazarbayev tarafından üstün bir liderlik örneği gösterilip Kazakistan 2030 stratejisi gibi bir ekonomik kalkınma vizyon hedef ve planlarının ortaya konulup hayata geçirilmesiyle yakından ilgili olduğu değerlendirilmektedir. 3. Çalışanların Katılımı İlkesi Ishikawa’ya göre: yönetim, TKY’ne geçiş kararı aldığı zaman, bütün proses ve yöntemlerini standartlaştırmalı ve daha sonra bütün alt kademe çalışanlarına cesaretle yetki vermelidir. TKY’nin temel ilkesi her seviyedeki çalışanların kendilerini ilgilendirdiği kadarıyla işini planlama, sürecin kendi sorumluluğu altındaki bölümünde kalite kontrolü sağlama, kullandığı makine ve teçhizata koruyucu bakım uygulama ve kalite kontrole ilişkin istatistiki metod ve yöntemler üzerinde uygulama düzeyinde bilgi sahibi olarak bütün yetenekleriyle örgütsel faaliyetlere katılmalarına izin verildiğinde kuruluş amaçlarının gerçekleştirilmesi yolunda da olumlu katkı yapmalarının özendirilmesi sağlanmış olacaktır. Nitekim Kalite Kontrol Çemberleri (KKÇ) ve bu amaçla oluşturulan ekip çalışması, en önemli TKY araçlarından biridir (Özkan 2005: 28-29). Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde yaşayan halk, Sovyetler Birliği döneminde sovhozlarda, kolhozlarda ve üretim işletmelerinin alt düzeylerinde ekip halinde çalışma alışkanlığına sahip olmalarına rağmen bu uygulamalar modern TKY felsefesi ve başarıya odaklı bir örgütsel kültür anlayışından oldukca uzaktır. Diğer taraftan, Doğu kültür değerleri ve Japon kültürüne çok yabancı olmayan bölge halkı için TKY’nin bu ilkesinin hayata geçirilmesinde önemli zorluklarla karşılaşılmayacağı değerlendirilmektedir. 4. Süreç Yaklaşımı İlkesi Bir kurumda veya işletmede arzulanan performans veya sonuç; insan, materyal, üretim metodu ve makine gibi iş elemanlarının bir değer, bir çıktı oluşturacak şekilde sıralı entegrasyonu yoluyla, ölçülebilir girdilerin, ölçülebilir çıktılara dönüştürüldüğü bir süreç olarak yönetildiği zaman daha verimli olarak elde edilir (TSE 1996:26). 115 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ISO 900’e göre, bir mal veya hizmet üreten kuruluş, ilgili standardın öngördüğü şartlara uygun olarak bir kalite yönetim sistemi oluşturup, yapılan her türlü işi; örneğin satın alma, tedarik, üretim, pazarlama, finansman temini, personel yönetimi , ar-ge vb. İş ve görevlerin nasıl yapıldığı ayrıntılı olarak açıklanıp dokümante edildiğinde; o kurum veya işletmedeki mal ve hizmet üretim süreçleri de tanımlanmış olacaktır. İstenen standartlara uyumlaştırılan bu süreçler sürekli aynı şekilde uygulandığında mal ve hizmet kalitesi de kişilere bağlı kalmaksızın her zaman aynı kalitede olabilecektir. Bu ilkenin hayata geçirilmesinde danışmanlık kuruluşlarından bilgi ve teknik yardım almak mümkündür. Bu konuda TSE ile yapılacak protokollerle istenen sonuca en kısa zamanda ulaşılabilir. 5. Yönetimde Sistem Yaklaşımı İlkesi Birbirleri ile ilgili süreçlerin bir sistem olarak tanımlanması, anlaşılması ve yönetilmesi, hedeflerin başarılmasında kuruluşun etkinliğine ve verimliliğine olumlu katkı yapar (TSE 2005:27). TKY sistemi de her sistemde olduğu gibi; girdi, süreç, çıktı ve geri bildirimden meydana gelmektedir. Bu sistemin girdileri şunlardır: • Müşteri istek ve ihtiyaçları , • İşletme politikaları ve • Teknolojik imkânlar ve teknik bilgidir. Sistemin Süreç aşamasında: • Ürün tasarımı, • Üretim işlemleri, • Süreç kontrolü, ve • Muayene ve test unsurları yer alır. Sistemin çıktıları olarak: Tasarım faaliyetleri, ‘Tasarım Kalitesi’ni’, diğer süreç faaliyetleri de “Uygunluk Kalitesi”ni oluşturur. Tasarım ve uygunluk kalitesinin ikisi birden “Ürün kalitesi”ni meydana getirir (Özkan 2005:241-242). 116 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Sistemi geri bildirim döngüsünde ise ürün veya hizmet hakkındaki müşteri düşünceleri, istek, öneri ve şikâyetleri gibi bilgilerden yararlanılarak sistemin girdi aşamasında değerli bilgiler olarak kullanılır. Bu ilkenin işletme ve kurumlarda uygulanabilmesi için üst yönetimim değişim konusunda kararlı olması ve personelin bu konuda eğitilmesi gereklidir. 6. Sürekli İyileştirme (Kaizen) İlkesi Sürekli iyileştirme ve geliştirme TKY’nin en önemli öğelerinden biridir. Kuruluşun toplam performansının sürekli geliştirilmesi kalıcı bir hedef olarak üst yönetimce benimsenip örgüt kültürünün değişmez bir elemanı haline getirilmelidir. Ürün, proses ve sistemlerin sürekli geliştirilmesi kuruluştaki her bireyin hedefidir. Üst yönetimin liderliğinde, eğitilmiş personel, takımlar halinde organize olarak, ‘müşteri odaklılığın’ sonucu olarak belirlenen sürekli gelişme çalışmaları yapılacaktır. Günümüzde işletmelerin rekabet gücü, sürekli gelişmeleriyle doğru orantılıdır. Sürekli geliştirme çalışmalarının amacı müşteri memnuniyetini artırmak olduğundan, memnuniyet düzeyi sürekli ölçülerek izlenmeli ve elde edilen bulgular, sürekli iyileştirme sağlanacak şekilde geri bildirim döngüsünde kullanılmalıdır. Anlaşılacağı gibi, ‘ölçüm ve istatistik’ ve ‘grup çalışması’ olmadan ‘sürekli gelişmeyi’ anlamak mümkün değildir. Toplam Kalite Felsefesinin temelleri ‘hedeflerle yönetim’ çevrimine [ Planla Uygula Kontrol et Düzelt (PUKD) çevrimi] dayanır. Bu çevrimi ilk olarak Dr. W. A. Shewhart ortaya atmış; PUKD çevrimini özümseyerek 1950 yılında Japonlara aktaran, Dr. E. Deming olmuştur. Masaaki İMAİ’ de Japonya’da KAIZEN (Kai=Değişim, Zen=İyi) => ‘Sürekli İyiye Doğru Değişim’ felsefesini ortaya çıkarmıştır. Sürekli gelişme kavramının Japonların günlük hayatının bir parçası haline gelmesiyle işletmelerde neredeyse her bir faaliyet için KAİZEN grupları oluşturulmuştur (Şimşek M.2007:137138). Bu ilkenin hayata geçirilmesinde de üst yönetimin destek olması, ilkenin örgüt kültürünün bir parçası haline getirilmesi ve personelin konu hakkında uygulama düzeyinde uzunca bir süre eğitilmesi gerekir. Uygulamaya olabilecek örgütsel değişime direnç olgusunu gerekli özendiriciler kullanılarak ve değişimin personelin geleceği açısından gerekli olduğuna inandırılmasıyla aşılabilir. 117 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 7. Verilere Dayalı Karar Verme İlkesi Kuruluşta etkili kararlar veri ve bilgilerin analizine dayandırılmalıdır. Bu amaç doğrultusunda: • Hedeflerle ilgili ölçümler yapılması, her birimin çalışma performansını etkileyen olaylar ve nedenlerinin incelenmesi, • Uygun istatistik analiz tekniklerinin firmada her düzeyde çalışana öğretilmesi ve kullanılmasının sağlanması, • Veri ve bilgilerin yeterli doğrulukta, güvenilir araçlarla tam ve zamanında elde edilip güvenilir araçlarla analizinin yapılması, • Sezgi ve deneyimlerle dengelenmiş mantıksal analiz sonuçlarını temel alarak karar verme ve aksiyon başlatma amacıyla kullanılması TKY’nin problem çözme ve karar verme sürecinde bilimsel esaslardan yararlandığını göstermektedir (Özkan 2005:28, TSE1996:29). Bu ilkenin hayata geçirilmesi için yapılması gereken; her düzeyde personelin eğitilerek verilerin nasıl toplanacağı, ne tür yöntemlerle bilgi haline getirileceği, problem çözme sürecinde bunlardan nasıl yararlanılacağı uygulama düzeyinde öğretilmesidir. 8. Tedarikçilerle Karşılıklı Faydaya Dayanan İlişkiler İlkesi Kuruluş ve tedarikçileri birbirlerine karşılıklı bağlıdır ve karşılıklı faydaya dayanan uzun süreli bir ilişki her iki tarafın da değer yaratma yeteneğini artırır. Bu ilkenin gerçekleştirilebilmesi için: • Anahtar tedarikçilerin tanımlanması ve seçimi, • Kuruluş amaçları ve toplumsal sorumluluk anlayışı çerçevesinde kısa dönem kazançlar yerine uzun dönemli itibar ve gelişme potansiyelini hesaba katarak tedarikçi ilişkisini geliştirmek, • Tedarikçilerle iş etiğine uygun temiz ve düzgün bir iletişim kurulması, • Birlikte ürün proses iyileştirme çalışmaları yapılması, • Müşteri ihtiyaçlarının tedarikçiler tarafından çok iyi anlaşılmasının sağlanması, • Mümkün oldukça ortak bir bilgi sistem veri tabanı oluşturularak, geleceğe yönelik plan ve bilgilerin paylaşılması , ve 118 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI • Tedarikçileri Bişkek 2010 eğitip proseslerinin geliştirilmesini özendirmek ve başarılı olanları ödüllendirmek gerekir (TSE 1996:30). Dünyanın en büyük perakende satış mağazası olan Wal-Mart günümüzde bu ilkeyi en iyi uygulayan işletmedir. 100 milyar doların üstündeki yıllık karı ve çeşitli ülkelerde 4000’nin üzerindeki mağazası olan bir işletme olarak tedarikçileri yanında toptan alışveriş yapan müşterilerini de içine alan bir elektronik veri değişim (EVD) sistemi kurmuştur. Bu sistem bir bakıma ortak veri tabanından yararlanan kurum içi intranet şebekesine benzer. Tedarikçi-üretici-müşteri üçlüsü gerçek zamanlı olarak stoktaki veya süreçte işlem görmekte olan ürünler hakkında anında bilgi elde edebilmektedir. Örneğin, bir tedarikçi Wal-Martın hangi mağazasında, hangi üründen ne zaman ne kadar satıldığını, stoklarında ne kadar ürün bulunduğunu görüp, mal stokları belli düzeyin altına düştüğünde ekonomik sipariş miktarı kadar ürünü otomatik olarak Wal-Mart’a göndererek ikmal akışının sürekliliğini sağlamakta ve müşteri memnuniyetini maksimize ederek rekabette diğer rakiplerinden daha avantajlı konuma gelebilmektedirler (Dağdelen 2008:150) Aynı şekilde EVD sayesinde müşteri de anında ortak veri tabanına erişerek Wal-Mart’ın hangi mağazasından hangi üründen ne miktarda alabileceğini belirleyip, siparişini verip en kısa sürede ürünün kendisine teslim edilmesini sağlayabilmektedir. Bu uygulamasıyla Wal-Mart işlevsel alanlardan dağıtım ve yönetim bilgi sistemlerindeki üstünlüğü sayesinde global düzeyde ve ABD’nde rekabetçi üstünlüğe sahip olmuştur (Hill 2004:382) Günümüzde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri işletmelerinde de böyle sistemlerin uygulanması mümkün olup ülke çapında bilgi iletim ve haberleşme alt yapısına oldukça yüksek meblağlarda yatırım yapılması ve işletmeler arası ağ bağlantılarının oluşturulması gerekir. SONUÇ VE ÖNERİLER Daha önce de belirtildiği gibi, , özel işletmelere, resmi kurumlara, örgütte çalışan insana, amaçlara, diğer iç ve dış paydaşlara ilişkin topyekün bir değişim felsefesidir. Dönüşüm ekonomileri dediğimiz Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ve özelde Kazakistan örneğinde, bazı özel sektör işlemeleri ve kamu eğitim kurumları TKY felsefesini ülkede ve uluslar arası piyasada rekabetin bir gereği olarak benimsemişlerdir. Bu hedef istikametinde uluslar arası akreditasyon kurumlarına başvurarak, kalitelerinin uluslar arası kabul edilebilir düzeyde olduğunu belgelemek için sistemlerini ISO 9000 standartlarında geliştirmektedirler. 119 TKY ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bu alanda Uluslar arası HAY Türk-Kazak Üniversitesi 15 Haziran 2006 tarihinde öncü misyonu üstlenerek ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi Standartlara Uygunluk Belgesini almış, 2007’de ise KİMEP Üniversitesi uluslararası bir akreditasyon kurumuna başvurmuştur. Çeşitli eğitim kurumları yanında, başta gıda alanında faaliyet gösteren işletmeler olmak üzere iş hayatında kalite bilinci yerleşmeye başlamıştır. Bu gelişmelerde Türk resmi kurumları ile sanayici ve işadamlarının da katkısını vurgulamak gerekir. TKY felsefesinin, uzunca bir zamana yayılan ortak tarihleri, kültürleri, dilleri ve ekonomik gelişme düzeyleri benzerlik gösteren bu kardeş ülkelerin standartlar ile ilgili kuruluşları ile TSE’nin işbirliği içinde çalışabilir. Amerika’nın II. Dünya Savaşından sonra Japonya’da yaptığı gibi, belirli sektörlerde yapılacak pilot uygulamalarla, şartları yerine getiren başarılı işletmelere Kalite Yönetim Sistemi uygunluk belgeleri verilerek ve ödüllendirilerek bu toplumlarda kalite bilinci oluşturulmasına olumlu katkı verilebilir. Ülke içinde, TKY konusunda uluslar arası kalite belgeli eğitim kuruluşlarınca ortaklaşa oluşturulacak ekiplerle sanayi ve hizmet işletmelerinin ayağına gidilerek TKY sistemi konusunda uygulamaya dönük çalışma yapılması gereklidir. Böyle çabaların sonuçları kısa vadeden ziyade, 3-5 yıldan sonra görülebilir. Kaliteye yolculuğun başlangıçta çok zor fakat zaman içinde çok zevkli geçeceği konusunda üst yönetimler ve tüm işletme personeli bilgilendirilmelidir. TKY konusunda model ülke Türkiye’nin kazandığı deneyim ve işletmelerinin uluslar arası alanda aldığı kalite ödülleri, TKY konusunda kardeş ülke işletme yönetimlerini işbirliği ve ortak çalışma konusunda özendirebilecektir. Kaliteye doğru yolculuğun başlamasıyla, küreselleşen dünya ekonomisinde rakipleriyle ne şekilde yarışabileceğini öğrenen kardeş ülke işletmelerinin ülkemiz işletmeleri, bilimsel kurumlar, ilgili devlet kurumları ve Türk iş dünyası temsilcileriyle oluşturulacak çalışmalar sayesinde kazankazan oyun kuralı ilkesine göre her iki tarafın da bu bilgi alışverişi ve ortak girişimlerden karlı çıkacakları açıktır. Birlikten güç doğar veciz sözünün de ifade ettiği gibi, Türk ekonomisi için gerekli olan kaynakların bir kısmı Orta Asya Türk Devletlerinde vardır. Aynı şekilde bu cumhuriyetler için gerekli olan ürün ve teknik hizmetlerin çoğunluğu da Türkiye’de mevcuttur. TKY Sistemi yaklaşım penceresinde Türk Sanayicisi, bürokratı ve ilim adamlarının, kardeş ülkelerin benzeri kurumlarıyla işbirliğine giderek oluşturulacak sinerji sayesinde, gelecekte olabilecek krizlerden hep beraber güçlenerek çıkılabileceği değerlendirilmektedir. 120 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA BELEK, İlker (1999).”Post Kapitalist Paradigmalar”, Sorun Yayınları, İstanbul. DAĞDELEN, Osman (Temmuz-Ağustos 2008).” Wal-Mart’ın Rekabet Stratejisinin Kaynak-Temelli Teori Bağlamında Değerlendirilmesi”, HAY Türk-Kazak Üniv., Haberler Dergisi, Sayı 2(62).Türkistan, Kazakistan. HILL,C.W. ve J. GARETH ( 2004). “Strategic Management”, 6th ed., Houghton Mifflin Co.,N-York. http://www.un.org/esa/policy/wess (09.11.2009) http://www.cia.gov/publications/factbook,2009 (20.01.2010) KULOĞLU, Derya,” Eski Sovyetlerde İzlenen Politikaların Türkistan Cumhuriyetlerinde Girişim (Teşebbüs) Kültürü Üzerindeki İzleri ve Alınması Gereken Tedbirler”, HAY Üniv.Haberler Dergisi, Sayı 2(65) Türkistan, Kazakistan. ÖZEROL,Hakan (2009).” Kriz Geliyorum Der!: Dünden Bugüne Türkiye’de ve Dünya’da Finansal Krizler”, Elma Yayınevi, Ankara ŞİMŞEK, H. (2007).” Toplam Kalite Yönetimi”. Kuram,İlkeler,Uygulamalar, Seçkin Yay., Ankara. ŞİMŞEK, Muhittin (2007). “Toplam Kalite Yönetimi”, Alfa Yayıncılık, İstanbul. ÖZKAN,Yılmaz (2005), “Toplam Kalite”, Sakarya Kitabevi, Adapazarı. SASHKIN M. ve K.S.KISHER (1993). “Putting Total Quality Management to Work: How to Sustain It Over the Long Run”, San Francisco, C.A.Berrett-Koehler. TSE (1996). “TSE-İSO 9000 Kalite Güvencesi ve Yönetimi”, Eğitim Notları, Ankara. YÜZBAŞIOĞLU, N., M. BAY (Temmuz-Ağustos 2008). “Türk Otomotiv Sektörü 1973 Sonrası Paradigma Yardımıyla Değerlendirilmesi”, HAY. Üniv. Haberler Dergisi, Sayı:2(62), Türkistan, Kazakistan. 121 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 122 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FİNANSAL KRİZİN GELİŞMEKTE OLAN ÜLKE EKONOMİLERİNE ETKİ MEKANİZMALARI Prof. Dr. HÜSEYİN AVNİ EGELİ* Yrd. Doç. Dr. HAKAN KAHYAOĞLU** Öğr. Gör. PINAR EGELİ*** ÖZET Global finansal kriz, 1929 Büyük Bunalımından beri yaşanan en kötü finansal kriz olarak adlandırılmaktadır. Globalleşme, önemli miktarlarda paranın sınır ötesine gitmesine yol açmış ve bu da türev piyasalar, bankalar ve ülke ekonomileri üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. Ülkeler krize karşı ayni hızlı tepkileri gösterememişler, dolayısıyla krizin etkileri global bir sorun yaratmıştır. Krizden olumsuz etkilenen Amerika, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler şimdi finansal krizin olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışmaktadırlar. Bu çalışmada amaç Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan bankacılık krizinin dünya ekonomisine yayılması ve gelişmekte olan ülkelerin finansal ve parasal değişkenleri üzerindeki etkisini araştırmaktır. Bu etkilerin ekonomik büyüme üzerindeki yansıması, ülkelerin sanayi üretim endekslerinde ortaya çıkarmış olduğu değişikliklere göre analiz edilmektedir. Krizin yayılması reel ve finansal aktarım mekanizmaları altında tanımlanmaktadır. Reel aktarım mekanizması ticarete konu olan malların fiyatlarındaki değişimle, finansal aktarım mekanizmaları ise uluslararası likidite ve finansal risk göstergelerindeki gelişmelerle tanımlanmaktadır. Değişkenlerin frekans özelliği ve etkileşimi dikkate alındığında yöntem olarak dinamik panel yöntemi olan genelleştirilmiş momentler yöntemi (GMM) analiz aracı olarak seçilmiştir. Ele alınan ülke verilerinin yapısına göre ülkelerin uluslararası finansal değişkenlerle etkileşiminin ortaya konması amacıyla çok değişkenli gecikmesi dağıtılmış oynaklık (GARCH-genelleştirilmiş otoregresif koşullu değişen varyans modeli) tekniklerinden de yararlanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Finansal kriz, Gelişmekte olan ülkeler, Türev piyasalar, Genelleştirilmiş momentler yöntemi * Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF, avni.egeli@deu.edu.tr. Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF, hakan.kahyaoglu@gmail.com. *** Celal Bayar Üniversitesi, pegeli@yahoo.com ** 123 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 REFLECTİON MECHANISMS OF THE FINANCIAL CRISES OVER THE DEVELOPING COUNTRIES ECONOMIES ABSTRACT The Global Financial Crisis has been called the worst financial crisis since the Great Depression of the 1929. However, globalization, encourageously, evoked the handsome amount of money to move cross-border and this also incurred major impact on the derivative markets, banking system and national economies. The countries cold not response, simultaneously against the crisis so it rather caused serious impacts which leads to a global problem. Now, the contries like USA and other developed and underdeveloped countries try to be recovered from the negative effects of the financal crisis in USA. The purpose of this paper is to seek the spread of emerging US banking crisis to the world economy and its impact on financial and monetary variables of developing countries. The reflexion of these effects on economic growth have been analyzed to the changes emerging from industrial production indices of various countries. Spreading of crises are defined under reel and financial transfer mechanisms. Both the reel transfer mechanism is defined with changes in price of trading goods and the financial transfer mechanisms is also defined by the progresses of international liquidity and financial risk indicators As a dynamic panel process, generalized method of moments (GMM) had been chosen as a tool of analysis when the interaction and frequency traits of variables taken into consideration. For the reason to set forth the interaction, according to the structure of data of tackled country, of countries’ international financial variables, multivariate generalized autoregressive conditional heteroskedasticity (GARCH) techniques has also been utilized. Key Worlds: Globalization, Financial crisis, Developing countries, Derivative markets, Generalized method of moments 124 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 I- GİRİŞ Son çeyrek yüzyılda Doğu Bloğunun yıkılması ve olağanüstü gelişen iletişim olanakları ile dünyayı etkisi altına alan çok uluslu işletmelerdir. Küreselleşme sürecinin oluşturduğu yeni durumun temelinde, işletmelerin bütün bölgelerinde hiçbir kısıtlamaya maruz kalmadan tek bir Pazar gibi faaliyet gösterebilmesi çabası yatmaktadır. Bu çerçevede de Dünya Ticaret Örgütü kimi kurumların oluşturduğu uluslararası ticaretteki yeni düzenlemeler empoze edilmektedir. Uluslararası ticarette serbestlik düzeyinin artmasıyla mal, hizmet, bilgi ve sermaye hareketleri hızlanmıştır. Bu ise işletmelerin dünyanın değişik bölgelerinde daha kolay ticari faaliyet yapabilme olanağı sağlamaktadır. 2007 yılında Amerika’da başlayan ve 2008’de küresel hale gelerek dünyayı etkisi altına alan kriz, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerini resesyon içine sokmuştur. Başlangıçta finansal piyasalarla sınırlı kalacağı tahmin edilen kriz, bir süre sonra reel piyasalara da sıçramıştır. Çalışmanın ilk kısmında kısaca küreselleşme olgusu ele alınacak, ikinci bölümde 2008 krizinin nedenleri ve oluşum süreci tartışılacaktır. Son bölümde ise Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan finansal krizin dünya ekonomisine yayılması ve ülkeler üzerindeki etki kanalları GMM yöntemi ile tahmin edilmeye çalışılacak ve elde edilen sonuçlar değerlendirilecektir. II- KÜRESELLEŞME OLGUSU Kökeni çok eski dönemlere gitmesine karşılık, küreselleşmeyi yeni kılan, onun nitel ve nicel boyutlarındaki değişimdir. Niteliksel olarak sosyal, politik ve ekonomik süreçleri kapsayan küreselleşme, nicel olarak sermaye akımları, ticaret, yatırımlar ve insanların ülkeler arasındaki dolaşımındaki artışı belirtmektedir (Doğan 2009:17). Küreselleşme konusunda birbirine alternatif olabilecek çeşitli tanımlar yapılabilmektedir. Kavramı ilk kullanan R.Robertson’a göre küreselleşme, dünyanın küçülmesi ve bir dünya bilincinin oluşması olarak ifade edilmektedir (Robertson 1991:24). Bir başka tanıma göre ise küreselleşme, modernliğin sonucudur. Bu süreç salt bir finans etkinliği olmanın ötesinde siyasal, teknolojik ve kültürel bir olgu olarak bakılmalıdır. Bu yaklaşım ile tüm dünyayı birbiriyle bağlantılı, birbirini şekillendiren bir boyutta değerlendirmektedir (Durak 2009:3). Diğer bir tanıma göre küreselleşme; ülkeler arasında mal, hizmet, uluslararası sermaye akımları ve teknolojik gelişimini hızlı bir şekilde artmasını, serbestleşmesini ve bunlar sonucu ortaya çıkan ekonomik gelişmeyi ifade eder. (Yılmaz vd. 2002:240). Bu tanıma göre küreselleşme; ülkeler arasındaki mal işlemlerini, çeşitliliği, değer artışlarını, hizmetler ve uluslararası sermaye akımlarındaki artışları, teknolojinin çok hızlı, yaygın bir şekilde yükselmesini, ekonomik yönden gelişme ve bütünleşmeyi ifade etmektedir. Kimine göre küreselleşme, dünya güç dengesini ABD 125 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 lehine değiştirecek ve ABD’nin kontrolünde olacak bir sistemin yeni adıdır. Kimilerine göre ise; pazarların serbestleşmesi, kamu kurumlarının özelleştirilerek devletin küçültülmesi, devletlerin elini ekonomiden çekmesi, artan uluslararası yatırımlar sayesinde dünya mali pazarlarının küçülmesi anlamını taşımaktadır. Benzer tanımları çoğaltmak mümkün olmakla birlikte küreselleşme dünyadaki ekonomik ve sosyal yönden meydana gelen bir dizi değişimin doğal sonucu olarak karşımıza çıkan bir süreçtir. Bu süre geçmiş dönemlerde ortaya çıkan gelişmiş – az gelişmiş ülke, sanayileşmiş - sanayileşmekte olan ülke ve merkez çevre ülke ayrımlarını anlamsızlaştırmıştır. Emeğin iş bölümünü dünya ölçeğine yaymış, coğrafi anlamda iktisadi faaliyetleri yeniden organize etmiştir. Küreselleşmeyle sanayi iktisadi anlamda gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kaymış, dünya ürünleri ortaya çıkmış, finansal piyasalar sınırlar dışına taşmış, önemli sayıda insan ülkeler arasında hareket eder, aynı ürün farklı ülkelerde tükenebilir hale gelmiş, dünya üzerinde demokrasi ve insan haklarına ilişkin talepler artmıştır. 19.yüzyılın sonu kapitalizmin büyük ölçüde yerleştiği dönem olmuş, sanayileşme hareketinin ardından üretim ve yaşam biçiminde önemli değişiklikler ortaya çıkarken, I.Dünya Savaşı’na kadar olan sürede liberal kapitalizm giderek yaygınlaşmıştır. 1929 krizi sonucu ekonominin devlete müdahale etmesini savunan Keynesyen politikalar, II.Dünya Savaşı’ndan sonra genel kabul görmüş ve 1960’lara kadar hemen hemen tüm kapitalist ülkelerde uygulanmıştır. Savaş sonrasında hem merkezde hem de çevre ülkelerde devletin ekonomiye müdahalesi ve düzenlemeleri olağan sayılmıştır. Merkezde makro politikalar ile kamu harcamaları oldukça genişlemiş, çevrede ise kalkınma iktisadı okulu kuramlarından hareketle her türlü devlet müdahalesi kabul görür olmuştur (Kazgan 2005:84). Keynesyen ekonominin egemenliği 1960’lardan itibaren çeşitli ekonomi okullarının meydan okumasıyla sarsılmıştır. Bu akımlar arasında; M.Friedman’ın öncülüğünü yaptığı Monetarizm ile klasik ekonominin öngörülerini ve monetarizmin bazı görüşlerini rasyonel beklentiler teorisi bağlamında ele alarak piyasaların kendi haline bırakılması gerekliliğini vurgulayan yeni klasik iktisatçılar yer almaktadır. İktisat literatüründe “Yeni Dünya Düzeni” olarak da ifade edilen ve ikinci küreselleşme evresinin başlangıcı olan 1980 ve sonrasında, özelleştirme, mal-hizmet ve sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesi, serbest piyasa uygulamaları ile yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemde Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması ve SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla komünizm tehdidinin yok olarak tek kutuplu dünyanın ortaya çıkmasının ardından, Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) devamı olarak 1 Ocak 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (WTO) kurulmuş ve birçok ülke bu örgüte giriş anlaşmasını imzalamıştır. ABD ve diğer G-8 ülkeleri tarafından kabul edilen IMF, Dünya 126 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bankası ve WTO tarafından dayatılan ve başlıca kriterleri arasında; mali disiplin, kamu harcamalarının azaltılması, özelleştirme, ticaretin serbestleştirilmesi, finansal reform, uluslararası ticaretin önündeki engellerin kaldırılması ve sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesinin bulunduğu “Washington Konsensüsü” ile kar düşüşlerini engellemek ve karlılığı arttırmak amacıyla neo-liberal politikalar uygulamaya konmuştur. Dünyanın küreselleşme düzeyine bir dizi deneyim sonucu ulaştığı bilinmektedir. Ülkeler kapalı ekonomik yapıyı aşarak öncelikle karma ekonomik modele ulaşmış buradan da piyasa mekanizmasının geçerli olduğu serbest piyasa ekonomisine doğru ilerlemiştir. Bu süreçte ülkeler arasında sosyal, kültürel, ticari, ekonomik ve politik değişimler oluşmuş; serbest ticaret bölgeleri, ortak gümrük birliği, ortak ekonomik birlik anlaşmaları ve dolayısıyla ortak kurumsal ve kültürel yapılanma denen küreselleşme olgusu ortaya çıkmıştır. (Yılmaz vd 2002:241) III- 2008 KÜRESEL KRİZİNİN NEDENLERİ VE GELİŞİMİ Küresel finansal kriz, 1929 Büyük Bunalımından beri yaşanan en kötü finansal kriz olarak adlandırılmaktadır. Globalleşme, önemli miktarlarda paranın sınır ötesine gitmesine yol açmış ve bu da türev piyasalar, bankalar ve ülke ekonomileri üzerinde ciddi etkiler yaratmıştır. 1990’lı yıllarda başlayan piyasaların liberalleştirilmesi sonucu kontrol ve finansal denetimden uzaklaşan finansal sistemin yarattığı kriz olan 2008 krizi, tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Küresel ekonominin 2008 krizi, kapitalizmin finansallaşma sürecinin doğrudan bir ürünüdür (BSB 2009:59). Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) 2000’li yılların başındaki durgunluğunu engellemek için 2003 Haziran’ında faiz oranlarını son 45 yılın en düşük oranı olan %1’e indirmesi ve bunun da gayrimenkul köpüğünü teşvik ederek ABD’de yüzbinlerce aileye konut sahibi olma fırsatını sunması ile balon şişirildi. 2006 yılı sonunda ABD’de hane halklarının borç stoku 13 trilyon dolara yaklaşırken, bunun %75’i mortgage kredilerinden oluşuyordu (Sönmez 2009, 26). ABD’de para hacminin yüksek olması nedeniyle, bazı finansal kuruluşlar kredibilitesi zayıf olan kişilere de mortgage kredisi vererek geri dönüşü riskli bir mali yapıya girdiler. Sadece dar gelirlilerin kullandığı, değişken faizli ve subprime (eşik altı-vasıfsız krediler) olarak adlandırılan yüksek riskli kredilerin boyutu 1.5 trilyon dolara ulaştı. Kredi kullananların özellikle orta ve alt gelir grubunda yer alıp ödeme güçlüğüne düşecek profilde olmalarına ve bu bilinmesine karşın, konut kredisi verilenlerden alınan senetler hemen menkul değerlere dönüştürüldü. Bu senetler paketlenerek, fon adı altında diğer piyasalara satılmaya başlandı. Ancak FED faiz oranlarını arttırınca, kredi kullanan düşük gelirli gruplar kredileri geri ödeyemez duruma geldiler. ABD’de bankalar konut kredileri için gereken parayı yatırım bankalarında ihraç ettikleri tahviller ile borçlanarak sağladıklarından, kredilerin 127 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ödenmesi zora girince yatırım bankaları ve ABD mortgage piyasası için de tehlike başladı. Bankalar ve finansal kuruluşlar ellerinde çok önemli miktarlarda değersiz toksik kağıt olduğu gerçeğiyle karşılaştılar. Toksik kâğıtları satın alan kalmadığından, piyasa değerleri de sıfıra indi. Varlıklarının bir bölümü bu kağıtlardan oluşan banka bilançoları da olağanüstü bozuldu. Bankalar birbirine kredi vermeyi kestiler ve finansal sistem felce uğradı (Sönmez 2009:29). Başlangıç olarak 2007 Ağustosunda ABD’nin ipotekli emlak sektöründe patlak veren ve ilk etapta sadece emlak piyasası ile sınırlı gibi görünen kriz, tahminlerin çok ötesine geçerek kısa sürede likidite krizine dönüşmüştür. Finansal sektörde başlayan kriz, reel sektörü de etkileyerek ülkeleri resesyona sürüklemiş ve giderek artan işsizlik bunalımını da beraberinde getirmiştir. Ülkeler krize karşı ayni hızlı tepkileri gösterememişler, dolayısıyla krizin etkileri global bir sorun yaratmıştır. Krizin ana nedeni, finansal ekonominin reel ekonomiden kopması ve finansal sistemdeki aşırı şişkinliktir. Krizden olumsuz etkilenen ABD, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler şimdi finansal krizin olumsuz etkilerinden kurtulmaya çalışmaktadırlar. 15 trilyon dolarlık GSMH büyüklüğüyle dünya ekonomisinin yaklaşık %20’sini üreten ABD ekonomisinde başlayan kriz, yüksek küreselleşme düzeyiyle bir domino etkisi yaratarak bütün dünyayı etkisi altına almıştır. 2005’te bir duraklama içine giren dünya ekonomisi büyümesi, 2006’da %5.1 olurken, 2007’de %4.9 olarak gerçekleşmiştir. Dünya ekonomik krizinin başlangıç yılı olan 2008’in ilk yarısında küresel ekonomide yavaşlama ortaya çıkarken ikinci yarıda Amerikan finans piyasalarındaki saadet zincirinin kopması sonucu büyüme oranlarında ciddi gerilemeler yaşanmaktadır. Nisan 2008’de %3,7 olarak revize edilen dünya ekonomik büyümesi, yıl sonunda beklentilere uygun bir şekilde gerçekleşmiştir. 2009’da dünya ekonomisi büyüme tahmini önce %3,9 olarak açıklanmış, ancak ABD’de başlayan resesyonun önce finansal daha sonra da reel ekonomide hissedilmesiyle birlikte dünyaya yayılan dalga, dünya ekonomik büyümesinde de yeni ve daha düşük büyüme oranlarına doğru düzeltmelere yol açmış, Nisan 2009 tahminlere göre dünya ekonomisinin %-1,1 oranında daralacağı ifade edilmiştir. Dünya ekonomisinde kriz nedeniyle yaşanan resesyonun yol açtığı en önemli olumsuzluklar arasında işsizlik ile ticaret ve yatırım hacimlerindeki daralmalar yer almaktadır. 2007 yılında %7.3 ve 2008 yılında %2.9 artan dünya ticaret hacminin 2009 yılında yaklaşık %12 daralması beklenmektedir. Ekonomik büyümedeki daralmanın çeşitli gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerindeki etkisi aşağıdaki tabloda görülmektedir (Tablo:1). Tabloda yer alan 182 ülkenin satın alma gücü 128 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 paritesine göre toplam GSYİH’sı yaklaşık 69 trilyon dolar, nüfusu ise 6.5 milyar kişidir. Dünya üzerindeki 33 gelişmiş ekonomi, dünya nüfusunu %15’ini oluşturmakta ve dünya gelirinin %55’ini almakta; buna karşılık dünya nüfusunun %85’ini oluşturan 149 gelişmekte olan ekonomi dünya gelirinin sadece %45’ini almakta yani dünyada bir yılda yaratılan gelirin %45’ini gerçekleştirebilmektedir (www.imf.org). Ekonomik büyümedeki yavaşlamaya eşlik eden krizin beklenen etkilerinden biri dünya ticaret ve uluslararası yatırım hacimlerindeki daralmadır. 2007 yılında dünya ihracat hacmi %7.4 ve dünya ithalat hacmi %7.2 artarken, 2009’da ihracat hacminde %11.4, ithalat hacminde ise %12.4 oranında daralma beklenmektedir. Tablo 1 incelendiğinde, 2009 yılı itibariyle bölgelerin gerek ihracat gerekse de ithalat hacimlerinde daralmalar söz konusudur. Ekonomik büyüme açısından konuya bakıldığında; en büyük daralmanın gelişmiş ekonomilerde (%3.4) gerçekleştiği görülmektedir. Bu daralma Euro bölgesinde %4.2, G-7 ülkelerinde %3.7 ve Yeni Sanayileşmiş Asya ülkelerinde de %2.4 düzeyinde tahminlenmektedir. Buna karşılık özellikle gelişmekte olan Aya ülkelerinde büyüme hızları düşmekle birlikte, bir küçülme söz konusu olmamakta ve 2007’de %10.6 olan GSYİH artış hızının 2009 yılında %6.2 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Gelişmekte Olan Asya Ülkeleri içinde yer alan Çin’de 2008’de büyüme hızı %9 ve Hindistan’da %7.3 düzeyinde gerçekleşmiş, bu oranların adı geçen iki ülkede 2009 yılında beklenen oranları sırasıyla %8.5 ve %5.3’tür. BDT ülkelerinde de 2007 ve 2008 yıllarında büyümede daralma yaşanmazken, 2009’da başta Ermenistan (%15.6), Ukrayna (%14), Moldova (%9) ve Rusya’da (7.5) olmak üzere birçok ülkede negatif büyüme beklenmektedir. En iyi konumdaki iki ülke ise Azerbaycan ve Özbekistan’dır. Her iki ülkede de %7 dolayında büyüme görülmektedir. 129 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo:1 Bölgeler İtibariyle GSYİH, Yatırım, İstihdam ve Dış Ticaret Göstergeleri (%) BÖLGELER DÜNYA 2007 2008 2009 GELİŞMİŞ EKONOMİLER 2007 2008 2009 EURO BÖLGESİ 2007 2008 2009 G7 ÜLKELERİ 2007 2008 2009 YENİ SANAYİLEŞEN ASYA ÜLKELERİ 2007 2008 2009 G7 ve EURO BÖLGESİ DIŞINDA GELİŞMİŞ EKONOMİLER 2007 2008 2009 AVRUPA BİRLİĞİ 2007 2008 2009 GELİŞMEKTE OLAN EKONOMİLER 2007 2008 2009 AFRİKA 2007 2008 2009 AFRİKA (SAHRA ALTI) 2007 2008 2009 GSYİH Artışı Yatırım (GSYİH’nın yüzdesi) 5.1 3.0 - 1.1 23.9 24.0 21.9 2.7 0.5 - 3.4 21.5 20.9 18.0 2.7 0.7 - 4.2 22.1 22.1 19.3 2..2 0..2 - 3.7 5.6 1.5 - 2.4 25.9 27.6 22.0 4.5 1.6 - 2.0 İşsizlik Oranı İhracat Hacmi İthalat Hacmi 7.4 2.8 - 11.4 7.2 3.1 - 12.4 5.4 5.8 8.2 4.7 0.4 - 13.7 6.3 1.8 - 13.6 7.5 7.5 9.9 6.1 0..9 - 15.0 5..5 0.8 - 13.5 5.4 5.8 8.2 5.3 1.6 - 16.3 2.8 0..5 - 14.6 3.4 3.4 4.5 9.5 2.9 - 8.0 8.6 2.5 - 9.0 8.0 2.9 - 8.0 8.5 3.3 - 10.6 3.0 1.0 - 4.2 21.7 21.5 18.7 8.3 5.9 1.7 30.0 30.9 30.6 9.7 4.6 - 7.2 13.8 9.4 - 9.4 6.2 5.1 1.7 24.5 25.0 25.1 6.1 - 0.4 - 4.8 19.0 11.2 - 1.6 6.9 5.4 1.3 22.1 22.1 22.2 7.2 0.1 - 5.2 20.8 9.6 - 4.1 130 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 BÖLGELER İhracat Hacmi İthalat Hacmi 9.2 6.9 -12.6 13.7 4.3 - 17.1 8.5 - 0.5 - 8.9 23.6 15.8 - 26.0 14.6 6.5 - 8.1 11.3 6.9 - 6.7 6.7 4.3 - 8.1 11.3 6.9 - 6.7 4.1 5.7 - 1.8 13.6 20.3 2.5 5.8 3.0 - 6.6 12.4 7.4 - 11.2 GSYİH Artışı Yatırım (GSYİH’nın yüzdesi) İşsizlik Oranı ORTA VE DOĞU AVRUPA 2007 5.5 25.0 2008 3.0 24.9 2009 - 5.0 19.6 BDT ÜLKELERİ 2007 8.6 26.3 2008 5.5 26.2 2009 - 6.7 22.2 GELİŞMEKTE OLAN ASYA ÜLKELERİ 2007 10.6 39.8 2008 7.5 41.8 2009 6.2 42.1 ASEAN -5 2007 6.2 2008 4.7 2009 0.7 ORTA DOĞU 2007 6.1 23.8 2008 5.3 22.8 2009 2.0 25.4 BATI YARIKÜRE 2007 5.7 22.2 2008 4.1 22.9 2009 - 2.5 19.7 KAYNAK: IMF- World Economic Outlook Database, October 2009, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx Ekonomik büyümedeki yavaşlamanın ya da resesyonun en önemli olumsuz toplumsal yansıması işsizliktir. Tablo 1’deki verilere göre 2009 yılında Euro Bölgesinde işsizliğin %9.9, G-7 Ülkelerinde %8.2 ve Yeni Sanayileşmiş Asya ülkelerinde %4.5 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Aşağıdaki Tablo:2’de ise seçilmiş ülkelerdeki işsizlik oranları yer almaktadır. Tabloda yer alan ülkeler içinde işsizlik oranlarının en yüksek olduğu ve daha da yükselmesi beklenen ülke İspanya’dır. G-7 Ülkeleri içinde Japonya ve AB Ülkeleri içinde Hollanda ve Yeni Sanayileşmiş Asya Ülkeleri içinde de Singapur, işsizlik rakamları açısından en iyi konumda bulunan ülkeler olarak sıralanmaktadır. Finansal krizin dünya üzerinde görülen olumsuz etkilerinin yanı sıra gelişmekte olan ülke ekonomileri için de ağır sonuçlar doğurması ve ekonomik daralmanın özellikle ihracata dayalı ekonomilere sahip ülkelerin piyasalarını olumsuz etkilemesi söz konusudur. Özellikle gelişmiş 131 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ülkelerde büyümenin düşmesi, talebin de gerilemesine yol açınca gelişmekte olan ülkelerden yapılan ithalatta bir azalma ortaya çıkmasına, bu da gelişmekte olan ülkelerin dış ticaret gelirlerinin düşmesine ve ekonomilerinin küçülmeye başlamasına yol açmıştır. Bütün bu karşılıklı daralma eğiliminin sonucu olarak petrol ve metal fiyatları hızlı bir çöküş etkisine girmiş ve bu da ayrıca deflasyonist bir etki yaratmaya başlamıştır (Eğilmez 2009: 69). Önümüzdeki süreçte de özellikle hammadde ihraç eden azgelişmiş ülkeler, hammadde fiyatları talebindeki düşüşten olumsuz etkilenecek, finans sistemindeki belirsizlik, güven kaybı, likidite darlığı ve risk algısındaki değişim yüzünden uygun koşullarda borç alma sıkıntısı yaşayacak, gelişmiş ülkelerin mali pozisyonlarındaki bozulma gelişmekte olan ülkelere yönelik yardımları olumsuz etkileyecektir. Tablo:2 Seçilmiş Ülkelerde İşsizlik Oranları (%)* ÜLKELER Kanada Fransa Almanya İtalya Japonya İngiltere ABD İspanya Yunanistan İrlanda Finlandiya Hollanda İsveç Lüksemburg Hong Kong Kore Singapur Tayvan 2007 6.0 8.3 8.4 6.1 3.8 5.4 4.6 8.2 8.3 4.5 6.8 3.2 6.1 4.4 4.0 3.2 2.1 3.9 2008 6.1 7.9 7.4 6.8 4.0 5.5 5.8 11.3 7.6 6.1 6.3 2.7 6.1 4.3 3.5 3.2 2.2 4.1 2009** 8.3 9.5 8.0 9.1 5.4 7.6 9.2 18.2 9.5 12.0 8.7 3.7 8.4 6.7 6.0 3.7 3.6 6.0 2010** 8.6 10.2 10.7 10.5 6.1 9.3 10.1 20.2 10.5 15.5 9.7 6.6 8.2 6.0 6.4 3.6 3.7 5.9 * G7 Ülkeleri, seçilmiş AB Ülkeleri ve Yeni Sanayileşmiş Asya Ülkelerini kapsamaktadır. ** Tahmini KAYNAK: IMF- World Economic Outlook Database, October 2009 http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx Küresel kriz önemli ölçüde marjinal alanlara, kişi ve kurumlara verilmiş mortgage kredileriyle türev ürünler bileşiminin yarattığı bir finansal krizdir. 2000’li yıllardaki serbestleştirme, kuralları azaltma ve deregülasyon modası yani kısacası kuralların yetersizliği ve denetimin eksikliği, krizin bu kadar büyümesinin temel nedeni olarak ifade edilebilir. 132 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 IV- YÖNTEM, VERİ VE BULGULAR 2007-2008 Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ortaya çıkan finansal kriz, 2008 yılı itibariyle bir uluslararası finansal krize dönüşmüştür. Bu krizin etkisinin ABD’den diğer ülke ekonomilerine yayılmasında (transmission) iki önemli kanal vardır. Bu iki kanaldan ilki faiz ikincisi ise dış ticaret hadleri kanalıdır. Faiz kanalının etkisi konusunda finansal küreselleşmeyi savunanların ileri sürdükleri temel fikir; finansal küreselleşmenin ve bunun bir aşaması olan finansal bütünleşmenin ülkelerin iç tasarruflarının üstünde bir likidite kaynağına ulaşmalarının olanaklı hale gelecek olmasıdır. Böylece bu ülkelerde sermayenin maliyeti de düşecektir (Schmukler ve Vesperoni 2006:183-184). Schmukler ve Vesperoni’ye göre uluslararası finansal piyasalarda işlem yapan ekonomik birimlerin bilgi edinme maliyetleri var ve yüksek ise küreselleşme ülkelerin vade riskinin ve kısa vadeli borç birikiminin artmasına yol açmaktadır. Bu yukarıdaki düşünceye ters bir durumdur. Kısa vadeli borç birikiminin ekonominin karar birimleri arasında da hakim olması, ekonomik karar birimlerinin bilançolarında varlıklara göre daha yüksek bir yükümlülük artışını ortaya çıkarmaktır. Söz konusu bu durum finansal krizlerin temel nedenidir (Krugman 1999). Finansal bütünleşmenin kriz yaratıcı bir unsur olarak dikkate alınmamasının önemli nedeni arbitraj kavramının anlaşılmamış olmasıdır. Genel olarak finansal bütünleşmenin en önemli sonucu, bütünleşen kurum ve piyasalar için tek bir fiyatın geçerli olması gereklidir. Bu tek fiyat kanunu olarak tanımlanır. Tek fiyat kanunu demek arbitrajın olmaması anlamına da gelmektedir. Bu durumun pratikteki karşılığı ülkelerin finansal göstergelerinin arasında bir getiri farklılığının olmamasıdır. Bu açıdan ülkelerin finansal piyasalarındaki faiz oranları arasındaki farklılıklar bütünleşmenin olmadığını gösterecektir. Faiz oranlarının ekonomiler üzerindeki etkisinin büyüklüğü ve şiddetini belirleyecek olan ekonomik birimlerin bilanço durumları olacaktır. Makro ekonomik açıdan ekonomik birimlerin bilançosu hakkında temel göstergeler ödemeler bilançosu ve büyük finansal kurumların bilanço durumlarıdır (Kaminsky vd. 1999). Buna göre bir değerlendirilme yapıldığında faiz dışındaki diğer finansal araçların fiyatlarındaki ortaya çıkan değişimler de dikkate alınabilir. Ancak makro açıdan finansal kurumların ellerinde bulundurdukları finansal araçlar da vardır. Bunların getirileri genel olarak kısa dönemde ekonomideki faiz oranı tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle faiz oranları bir ekonomi için ortalama finansal getirilerin alternatif maliyetini gösterir. 133 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Finansal krizlerin iktisadi etkileri konusunda gelişen literatür genel olarak finansal değişkenlerin reel etkilerini ortaya koyan parasal veya finansal aktarım mekanizmalarına dayalı bir gelişim göstermiştir. Bu bağlamda bankacılık kanalı-kredi kanalı, finansal hızlandırıcı, döviz kuru kanalı ve faiz kanalı gibi yaklaşımlar geliştirilmiştir (Fisher 1933; Benanke vd. 1989;14-31; Kiyotaki vd 1997:211-248). Kiyotaki ve Moore tarafından geliştirilen model ABD’de ortaya çıkan finansal krizi genel olarak açıklarken ekonomide ortaya çıkabilecek bir kredi darlığının veya kısıtının ekonomideki dalgalanmayı nasıl artıracağını göstermektedir. Söz konusu yazarların çalışması gelişmiş ülke kaynaklı bir finansal krizin dünya ekonomisi üzerindeki etki kanalını ortaya koymasından dolayı bu çalışmaya temel oluşturmaktadır. Söz konusu yazarlara göre herhangi bir kredi daralması ülkelerin reel iş çevrimlerinde ortaya çıkan büyüme hızlarındaki düşmeden daha yüksek oranda bir küçülme ortaya çıkacaktır. Bu çalışmada Kredi daralmasını temsilen, ülkelerin iç ve dış faiz oranları arasındaki farklılık ile bu farklılığın dış borçlanma faiz oranın kullanılmasına karar verilmiştir. Burada iç ve dış faiz farklılığı hem kredi riskini hem de dışa açık bir ekonomi için uluslararası piyasalardan borçlanabilme olanağını temsil etmektedir. Ayrıca iç ve dış faiz oranlarındaki artış finansal piyasalar arasında bir ayrışmanın olduğu yönünde bir bilgi vermektedir. Bundan dolayı bu çalışmadaki ampirik bulguların bu açıdan yorumlanması önemli olmaktadır. Benanke ve Gertler bir ekonomide parasal değişkenlerin reel değişkenler üzerindeki etkisinin hangi mekanizmayla ortaya çıktığı konusunda bir model geliştirmişlerdir (Benanke vd. 1989:14-31). Yazarlar ortaya koyduğu mekanizmayı “finansal hızlandırıcı” olarak tanımlamışlardır. Finansal hızlandırıcı mekanizması firmaların iç ve dış fon kullanım maliyetleri arasındaki farka göre parasal değişkenlerin reel ekonomi üzerindeki etkisinin büyük ve şiddetli olacağını ifade etmektedir. Bu açıdan ülkelerin iç ve dış faiz oranları arasındaki farkın artması uluslararası finansal etkilerin ekonominin büyüme oranı üzerindeki etkisini artıracaktır. ABD’de ortaya çıkan finansal krizin gelişmekte olan ülkelere yayılmasında önemli bir etken de ticaret hadlerindeki değişimlerdir. Finansal krizin ülkelerin büyüme oranları üzerindeki negatif etkisi, ülkenin ticari açıklığına bağlı olarak, ticaret hadlerindeki aleyhe gelişme sonucunda artmaktadır (IMF 2009:139-172). Ticaret hadleri dışa açık bir ekonomide dış kaynaklı bir finansal şokun reel ekonomi üzerinde ortaya çıkacak etkilerin dolaylı kanalını göstermektedir. Bununla birlikte, ticaret hadleri ülkelerin ihraç mallarının fiyatındaki değişim etkilerine bağlı olarak da dış ticaret çarpanı yoluyla büyüme üzerindeki dolaysız etki kanalıdır( Presbitero 2009:4). Bu çalışmada dış ticaret hadlerini temsilen kullanılan değişkenler bu açıdan tercih edilmiştir. 134 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 A- YÖNTEM Bu çalışmada yöntem olarak Genelleştirilmiş Momentler Methodu (GMM) Kullanılmaktadır. Bu yöntemin seçilmesinin nedeni analizde kullanılan özellikle bağımsız değişkenlerin kendi aralarındaki ilişkilerin ortaya çıkardığı sapmalardır. Bununla birlikte uygulamada değişen varyans sorunuyla karşılaşılmasına rağmen analizler yapılabilmektedir. Çünkü GMM yönteminde değişkenlerin olasılık dağılımlarının dikkate alınmasına gerek yoktur(Zivot vd.2006:785). Bu nedenle bu çalışmanın kapsamındaki dinamik etkilerin tahmininde GMM etkin bir tahmincileri veren bir yöntem olmaktadır (Hansen 1982:1029-1054). Dinamik panel veri analizlerinde incelenen zaman aralığının kısalığı özellikle bağımlı değişken üzerinde başlangıç koşullarını etkili olmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı GMM yönteminde ele alınan serilerin başlangıç koşulları veya zamanı çok önemli olmaktadır. GMM Yönteminde Rastsal etkili dinamik panel yaklaşımıyla söz konusu başlangıç koşullara bağlılık sorunu ortadan kalkmaktadır. Panel Veri analizleri zaman boyutunun ve bu zaman boyutunda farklı grup, küme ve bireylere ait bilgilerin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Farklı her bir grup, küme veya birey yatay kesit olarak ifade edilmektedir. Yatay kesit verilere ait ortalama sabit bir eğim değerinin olması sabit etkiler olarak tanımlanır. Bu modellerde kesim noktaları grup, küme veya bireylere göre değişebilmektedir. Bununla birlikte eğim ile kesimi ifade eden parametre katsayıları grup, küme veya bireyler ile zamana göre de değişebilmektedir. Genel olarak sabit etkili modellerde grup, küme veya bireylerin bir eksiği ile ele alınan zaman döneminin bir eksiğinin toplamı kadar kukla değişken kullanılmaktadır. Bu kadar çok kukla değişken kullanımı ise serbestlik derecesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu eşitlikteki kukla değişkenlerin ve bağımsız değişkenlerin istatistiki olarak anlamlı olması sabit etkiler modelinin geçerli olduğunu göstermektedir. Ancak Panel veri çalışmalarında analizi yapılan iktisadi ilişkilerin ele alındığı zaman aralığının kısa olması başlangıç koşullarının etkili olamamasına yol açan önemli bir faktördür. Bu durumda dinamik panel çalışmalarında rastsal etkiler yaklaşımı daha etkin tahmin sonuçlar verir. Bir panel veri analizinde rastsal etki, gözlenen ve gözlenmeyen açıklayıcı değişkenler arsında bir korelasyonun olmaması durumunu ifade etmektedir (Woolddrigge 2002:252). Sabit veya rastsal etkiler yaklaşımları panel veri analizinde bağımsız değişkenlerin dışsal olduğu varsayımına dayanmaktadır. Eğer dışsal olduğu varsayılan bağımsız değişkenler hata terimi ile ilişkiliyse o durumda bu değişkenler içsel özelliğe sahiptirler. Bu durumda bağımlı değişkenin 135 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI gecikmesi bağımlı değişken olarak kullanılmalıdır. Panel veri Bişkek 2010 analizlerinde değişkenlerin gecikmelerinin bağımsız değişken olarak kullanılması durumunda ele edilecek tahmin sonuçları sapmalı olmaktadır (Baltagi 2001:130-132). Bu sorunun ortadan kaldırılmasına yönelik olarak değişkenlerin birinci farkları ile modellerin kurularak, bağımlı değişkenin gecikmeli değerinin araç değişken olarak kullanılması önerilmektedir (Arellano vd.1991:277-297) GMM yönteminin uygulanmasında belirlenme hatalarının etkisini gidermek için iki farklı teknikten yararlanılmaktadır. Bu tekniklerden ilki fark alma diğeri ise dikey sapmalar yaklaşımlarıdır. Söz konusu tekniklerden ilki literatürde Arellano Bond diğeri ise Arellano-Bover yaklaşımı olarak bilinmektedir. Arellano-Bover yaklaşımı gruplardan ortaya çıkan sapmaları ortadan kaldırmaktır. Bu yaklaşımlar gruplar arası ilişkilerin güçlü olmasına bağlı olarak sapmalı sonuçlara neden olabilmektedir. Böyle bir sorunun varlığında GMM’in uygulanmasında ağırlıklandırma yöntemi kullanılmaktadır. Genel olarak sorun yatay kesit verilerden kaynaklanıyorsa White yatay kesit ağırlandırma tekniği kullanılmalıdır. Arellano-Bond yaklaşımının bu çalışma da temel uygulama tekniği olarak seçilmesindeki en önemli neden, değişen varyansın varlığı ile normal dağılım olmaması varsayımları altında bile söz konusu yaklaşımların etkin olabileceği yönündeki eğilimdir. Arellano-Bond yaklaşımı yukarıdaki eşitlikteki gibi bağımlı değişkenin gecikmesinin bağımsız değişken olarak yer aldığı modellerde etkindir. Ayrıca N yatay kesit ve T zaman boyutunda oluşturulan kukla değişkenler matrisinin bağımlı değişkenin gecikmeli değeriyle arasında bir ilişki olması durumunda da bu yöntem daha etkin tahmincilerin elde edilmesini sağlamaktadır (Baltagi 2001). Bu amaçla Arellano Bond bu denklemdeki değişkenlerin birinci farkının alınması durumunda söz konusu sorunun ortadan kalkacağını belirterek aşağıdaki denklemin kullanılmasını önermektedir. Bu denklem yoluyla ele alınan ilişkiler dinamik panel yöntemiyle analiz edilmiş olmaktadır. B. VERİLER Bu çalışmada kullanılan veriler çeyrekli olup 1995-2008 aralığındaki döneme aittir. Söz konusu veriler IMF International Financial Statistics veri dağıtım sisteminden alınmıştır. Bu 136 veriler ele ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 alınan ülkelerin hacim olarak GSMH’sı, dış ticaret hadleri ve risk göstergesi olarak tanımlanan bankalararası (interbank) faiz oranları ile tahvil faiz oranları arasındaki farkın gösterge niteliğindeki uluslararası faiz oranına bölünmesiyle elde edilmiş serilerden oluşmaktadır. Risk göstergesi faiz oranı tarafımızdan oluşturulmuş olup, ülke içindeki finansal serbestleşmeyle, ülkenin dış finansal piyasalarla bütünleşmesinin derecesini göstermesi açısından tercih edilmiştir. Üç farklı değişkenin bir değişken olarak kullanılması yoluyla modelin cimri özelliğe sahip olması sağlanmıştır. Dış ticaret hadleri, ihracat birim fiyatlarının ithalat birim fiyatlarına bölünmesi yoluyla oluşturulmuştur. Söz konusu veriye, ele alınan bütün ülkeler için ulaşılmamıştır. Bu nedenle ihracat fiyat endeksinin ithalat fiyat endeksine bölümü yoluyla eksik veriler tamamlanmıştır. Analize ilk olarak 35 ülkeyle başlanmıştır. Ancak söz konusu ülkelere ait veriler farklı kaynaktan alındığında önemli sapmalar göstermiştir. Bundan dolayı aynı kaynaktan alınmış ve teknik olarak aynı kısıtlara göre hazırlanmış verilerden yararlanmak amacıyla, bu veri kısıtı kapsamında ülke sayısı azaltılmıştır. Böylece analizin ve kurulan modelin sağlıklı olması amacıyla verilerinin özelliği aynı nitelikte olan ülkelerin seçilmesine karar verilmiştir. Bu ülkeler, İsrail, Japonya, İtalya, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri, Yeni Zelanda, Türkiye, İspanya, İsveç, İngiltere dir. C. BULGULAR Bu çalışmada uygulanan yöntemin neden seçildiğiyle ilgili bilgiler daha önce verilmiştir. Yapılan analiz sonucunda aşağıdaki bulguya ulaşılmıştır. Arellano-Bond testine ait sonuçlara göre değişkenlere ait katsayılar anlamlıdır. Bu katsayıların yorumlanabilir olması konusunda bilgi veren tanı istatistiği Wald testidir. Tabloda görülen Wald testinin sonucuna göre olasılık değeri 0.05’den küçük olduğu için söz konusu değişkenler ve kasayılar model için geçerli kabul edilebilir. Ulaşılan bulgulara göre GSMH hacmindeki bir önceki dönemdeki artış GSMH’sının cari dönem içinde düşürmektedir. Bu durumun nedeni baz yıl etkisidir. Genel olarak yüksek oranlı büyüme dönemlerini düşük oranlı büyüme dönemleri izlemektedir. Dış ticaret hadleri ihraç mallarının fiyatlarındaki değişmeyi ifade eden endeksin, ithal mallarının fiyatlarındaki değişmeyi gösteren endekse bölünmesiyle elde edildiği dikkate alındığında, dış ticaret hadleri ülkeler lehine geliştiğinde büyüme üzerinde negatif etki yaratmaktadır. Bu aynı zamanda dışa kaynak aktarıldığının da önemli bir göstergesidir. Bu modelde GSYİH’nın miktar cinsinden olduğu dikkate alındığında ihracat artışının azaltıcı bir etkisi olduğu yönündeki bulgu beklenmektedir. Artan ihracat fiyatlarına bağlı olarak üreticilerin daha çok yurt dışına mal satmak isteğinde olmaları iç mal arzını düşürmektedir. 137 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 DEĞİŞKENLER KATSAYILAR STANDART HATALAR t İSTATİSTİKLERİ ANLAMLILIK DÜZEYİ ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------DBO(-1) 7.06e-007 1.5e-007 4.61 0.000 DTH 7.37e-006 1.6e-006 4.61 0.000 DFO -2.022e-007 4.3e-008 -4.61 0.000 Sabit -0.00144 0.00032 -4.61 0.000 ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------Wald (ortak): Ki-Kare (3) = 21.25 [0.000] ** Wald (kukla): Ki-Kare (1) = 21.25 [0.000] ** AR (1) test: N (0,1) = -0.9464 [0.344] AR (2) test: N (0,1) = 1.693 [0.090] ** Modelin anlamlığını gösteren olasılık değerleri Bundan dolayı dış ticaret hadlerinde lehe gelişme, fiyat etkisine karşın miktar etkisi açısından büyüme üzerinde negatif etki ortaya çıkarmaktadır. Risk göstergesi olarak kullanılan iç ve dış faiz oranının katsayısı da negatif çıkmıştır. İç faiz oranlarındaki farkın uluslararasındaki gösterge niteliğinde olan LİBOR faiz oranına, oranı artarsa ülkelerin büyüme oranlarında bir düşme ortaya çıkmaktadır. Bunun anlamı, ülkelerin ödediği risk primlerin GSMH üzerinde etkisinin negatif olduğudur. Yani ülke risk priminin düşmesi ekonomik büyümeyi artırmaktadır. IV- SONUÇ Ulaşılan bulguların sonuçlarına göre dışa açık bir ekonomide ekonomik şokların ülkelere yayılması iki yolla olmaktadır. Bunlardan ilki reel kanal olarak tanımlanan dış ticaret hadleri, ikincisi ise finansal kanal olarak tanımlana bilecek olan faiz oranlarındaki değişimlerdir. Bu çalışmada ulaşılan sonuçlara göre söz konusu iki kanalda 1995-2008 dönemi içinde ele alınan ülkeler üzerindeki etkisi negatif olmuştur. Ele alınan ülkelerin içinde gelişmiş ülkelerin olduğu dikkate alındığında söz konusu ülkeler üzerinde ortaya çıkan olumsuz etkinin daha büyüğünün gelişmekte olan ülkeler üzerinde daha yoğun olacağı söylenebilir. Bu çalışmadan ortaya çıkan en önemli sonuç ülkelerin borçlanma yoluyla ödeyecekleri risk primlerinin büyüme üzerinde negatif etkileri olacağıdır. Bu durumu ülkelerin borçluluk oranlarının yüksekliğiyle ve daralan finansal sistemdeki likidite düşüyle birlikte yorumlarsak, gelecek dönem içinde finansal etki kanalı olan faiz oranlarının büyüme üzerindeki negatif etkisi devam edecektir. Bu çerçevede ülkelerin çok hızlı bir şekilde borçlarını azaltmaları ve küçülmeleri söz konusu olacaktır. Ayrıca finansal piyasalarda arbitraj olanağının artmasına yol açacak bir gelişme büyüme üzerinde negatif etkiler ortaya çıkaracaktır. 138 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA Arellano, Manuel ve Bond Stephan, (1991), “Some Test of Specification For Panel Data: Monte Carlo Evidence An Application ToEmployment Equtions”, The Review of Economic Studies, Vol:58. Bağımsız Sosyal Bilimciler (2009), Türkiye’de ve Dünyada Ekonomik Bunalım 2008-2009, Yordam Kitap, İstanbul. Baltagi, H. Badi, Econometric Analysis of Panel Data, Wiley, 2001. Bernanke, Ben ve Gertler, Mark, (1989) “Agency Cost Net Worth, ve Business Fluctuations”, American Economic Review, 79, (1). Doğan, Seyhun (2009), “Küreselleşme, Finansal Kriz Olgusu ve İstikrar”, Güncel Ekonomik Sorunlar:Global Kriz (içinde), (Ed.)Sadi Uzunoğlu, Literatür Yayınları, İstanbul . Dönmez, Mustafa (2009), Küresel Kriz ve Türkiye, Alan Yayıncılık No:206, İstanbul. Durak, Nejdet (2009), “Küreselleşme Evrensel Bir Etik İmkanı Sağlar mı?”, Uluslararası Davraz Kongresi 24-27 Eylül 2009, Isparta , Türkiye. Eğilmez, Mahfi (2009), Küresel Finans Krizi, 3.Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul. Fisher, Irvin, (1933), The Debt_Deflation Theory Of Great Depressions, Econometrica” 1. Hansen, L. Peter, (1982) “Large Sample Properties of Generalized Method of Moments Ertimator”, Econometrica, Vol:50. IMF- World Economic Outlook Database, October 2009, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/02/weodata/index.aspx IMF, Global Stability Report, April, 2009, http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/01/pdf/c4.pdf Kaminsky, Garcia ve Karmen Reinhart, (1999) “The Twin Crises: The Causes of Banking Balance of Payments Problems, Ameriac Economic Review, 89. Kazgan, Gülten (2002), Küreselleşme ve Ulus Devlet-Yeni Ekonomik Düzen, 4.Baskı, Bilgi Üniversitesi Yayınları:3, İstanbul. Kiyotaki, Nobuhiro & Moore, John (1997), "Credit Cycles", Journal of Political Economy 105 (2) Krugman, Paul, (1999),”Balance Sheets, The Transfer Problem, And Financial Crisis”, http://web.mit.edu/krugman/www/FLOOD.pdf 139 and ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Robertson, Roland. (1991), "The Globalization Paradigm: Thinking Globally." Pp. 207-24 in Religion and Social Order. Greenwich: JAI Press. Rodrik, Dani (1997), Küreselleşme Sınırı Aştı mı? (çev.) İzzet Akyol-Fatma Ünsal, Kızılelma Yayıncılık, İstanbul. Presbitero, Andrea F.(2009) “The 2008-2009 Financial Crisis And The HIPCs: Another Debt Crisis?” MOFİR, Working Papers, http://www.mofir.univpm.it/files/working%20paper/Mofir_29.pdf Vardareri, A. Demet ve Gülten Dursun (2009), “Finansal Kriz, Yansımaları ve Değişimin Zorunluluğu”, EconAnadolu:2009: Anadolu International Conference In Economics, June 17-19, Eskişehir, Turkey. Schmukler L. Sergio ve Vesperoni, Esteban,(2007), “Financial Globalization And Debt Maturity in Emerging Economics”, Journal of Development Economics, 79. Wooldridge, M. Jeffrey, Econometric Analysis of Cross Section and Panel Data, MIT Press, 2002. Yılmaz, Cengiz, Naci Muter ve Tuncer Özdil (2002), “Globalleşmenin Gelişmekte Olan Ülkeler Üzerine Etkileri”, Küreselleşme ve Geçiş Ekonomileri Uluslararası Sempozyumu, KTMÜ Yayın No:29, Kongre Dizisi:3, Bişkek, Kırgızistan, Zivot Eric ve Wang, Jiahui, Modeling Financial Time Series with S-Plus, 2006, 140 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 İNOVASYON, KRİZDEN KURTULMANIN BİR YOLU OLABİLİR Mİ?: OTEL İŞLETMELERİ EKSENİNDE KAVRAMSAL BİR İNCELEME Yrd. Doç. Dr. Barış ERDEM* Özet Ulusal ekonomide oldukça önemli bir role sahip olan otel endüstrisi, son yıllarda gittikçe artan bir sosyal ve ekonomik değişim süreciyle karşı karşıyadır. Bu durum, otel işletmelerini rekabet açısından derinden etkilemektedir. Söz konusu değişime konu olan olgulardan biri, küresel ölçekte yaşanan krizlerdir. Kriz dönemleri değişimin en hızlı yaşandığı dönemlerdir ve bu süreçte kendilerini yenilemeyen oteller, deyim yerindeyse yaşamını yitirmek zorunda kalmaktadır. Otel işletmelerinde değişime uyum sağlamanın en etkili yollarından biri, inovasyon yapmaktır. İnovasyon ya da Türkçe yazındaki karşılığı ile yenilikçilik, otellerin son yıllarda bu amaçla kullandığı en önemli araçlardan biri olarak kabul edilmektedir. Bu araştırmada, otel işletmelerinde krizden kurtulmada bir araç olarak inovasyon olgusunun önemi tartışılmaktadır. Çalışmada, otel endüstrisindeki günümüz yenilikleri geniş bir yazın taraması ile incelenmektedir. Böylece bu çalışma, otel yöneticilerine, kriz ortamından kurtulmaya ilişkin olarak inovasyonlardan nasıl yararlanabilecekleri yönünde bir dizi öneride amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: İnovasyon, Otel İşletmeleri, Kriz. * Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Turizm ve Otelcilik Yüksekokulu, berdem20@yahoo.com 141 bulunmayı ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Giriş Küreselleşmeyle birlikte daha sık kullanılmaya başlanan kriz kelimesi, günümüzde birçok örgütü derinden etkileyen bir olgu olarak kabul edilmektedir. Özellikle hizmet odaklı faaliyet gösteren otel işletmeleri ulusal ve uluslararası boyutta birçok krizden olumsuz etkilenmiş, faaliyetlerine ara vermiş ve hatta bu işletmelerin bir kısmı kapanmak zorunda kalmıştır. Gün geçtikçe daha da çeşitlenen kriz durumları, otel işletmelerinin faaliyetlerini ciddi biçimde tehdit eden noktalara ulaşmaktadır. Bu yüzden otel işletmelerinin krizlere karşı hazırlıklı olmaları, krizin olumsuz etkilerini azaltmada ve örgütsel faaliyetlerin devamlılığını sağlamada önemli olmaktadır (Öztürk ve Türkmen 2006: 75). Öte yandan, küreselleşmeyle birlikte üretimin uluslararası boyuta ulaşması, örgütlerin dünya ekonomisini bütün bir pazar olarak görmelerine ve rekabet stratejilerini buna göre belirlemelerine neden olmuştur. Böylece tüketici seçenekleri çoğalmış ve yoğun araştırma-geliştirme faaliyetleri gerektiren pazarlar ortaya çıkmıştır (Kayalı ve Aktaş 2003: 32). Bu bağlamda küresel rekabet, işletmecilik disiplininde pek çok yeni kavramın kullanılmaya başlamasına neden olmuştur. Bu kavramların özündeki temel düşünce, daha rekabetçi ortamda ve değişen ekonomik koşullar altında, örgütlerin uzun süre varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlamaktır. Söz konusu kavramlardan biri de inovasyondur. İnovasyon, son zamanlarda gerek akademisyenler gerekse uygulayıcılar tarafından üzerinde sıklıkla tartışılan bir konu haline gelmiştir. Özellikle küresel krizler, örgütlerin inovasyon yapma gerekliliğini artırmaktadır (Toraman vd. 2009: 92–95). Örneğin yakın bir zamanda Europe INNOVA (Avrupa İnovasyon Topluluğu), yaşanan ekonomik krizden çıkabilmek için inovasyondan nasıl yararlanılabileceğini tartışmak üzere bir araya gelmiştir. Bu toplantıda, mevcut ekonomik krizin ülkeler ve endüstriler üzerinde yadsınamayacak yansımalarının bulunduğu ve inovasyonun bu noktada en önemli çözüm aracı olduğu (http://www.inovasyon.com/2009/01/07avrupada-inovasyon-zamani/). üzerinde Şüphesiz durulmuştur dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmelerin turizm üzerindeki etkileri de artmaktadır. ABD’nin finans sektöründen başlayarak tüm dünyaya yayılan ve diğer sektörleri de etkisi altına almaya başlayan küresel kriz, otel endüstrisini de yakından etkilemektedir. Otellerin doluluk oranlarının düşmesiyle birlikte oda fiyatlarının da iazalması öngörülmektedir. Bu açıdan otel yöneticilerinin yenilikçiliğe odaklanmaları ve inovasyonu ön plana çıkaran bir yönetimi benimsemeleri önerilmektedir (http://www.euractiv.com.tr/turizm/article/sector-krizin-etkilerini-inovasyon-ile-silecek). Bu araştırmada, kriz ve inovasyon ilişkisi otel işletmeleri perspektifinden analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın temel amacı, otel yöneticilerinin kriz dönemlerinde inovasyondan nasıl 142 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yararlanabileceklerini tartışmaktır. Çalışma dört kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda kriz kavramı, türleri, nedenleri ve krizin muhtemel etkileri üzerinde durulmuştur. İkinci kısımda inovasyon olgusunun tanımı, önemi ve türleri irdelenmektedir. Üçüncü kısımda, kriz ve inovasyon ilişkisi tartışılmaktadır. Çalışmanın dördüncü ve son bölümünde ise, otel işletmelerinde inovasyon örnekleri incelenmektedir. 1. Kriz Kavramı, Türleri, Nedenleri ve Etkileri İlgili yazında kriz kavramına yönelik pek çok tanıma rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Çelik ve Özdevecioğlu’na (2002: 56–57) göre kriz; örgütün amacına ulaşmasını ve işleyiş düzenini tehdit eden, örgütün yaşamını tehlikeye sokan ve acil olarak tepki gösterilmesini gerektiren bir durumu ifade eder. Tağraf ve Aslan (2003: 150) ise, krizi; önceden beklenilmeyen ve sezilemeyen, örgüt tarafından acele cevap verilmesi gereken, örgütün önleme ve uyum mekanizmalarını yetersiz hale getirerek, mevcut değerlerini, amaçlarını ve varsayımlarını tehdit eden bir gerilim durumu, olarak tanımlamaktadır. Diğer bir tanımlamaya göre ise kriz; örgütün kısa ve uzun dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren, yanıt için karar verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi, varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtarak kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir (Titiz ve Çarıkçı 2001: 204). Kriz, örgütte sadece devam eden faaliyetleri değil, aynı zamanda örgütün yaşamını da tehdit eder ve üretim kapasitesini kullanılamaz duruma getirir (Öztürk ve Türkmen 2006: 75). İşletmelerde krize neden olan faktörler iki grupta toplanabilir. Bunlar işletme dışı (doğal faktörler, makro düzeyde ekonomik belirsizlik ve dalgalanmalar, hukuki ve politik düzenlemeler, sosyo-kültürel faktörler, teknolojik gelişmeler, terörizm vb.) ve işletme içi (tepe yöneticilerle ilgili sorunlar, örgütsel belirsizlikler, teknik donanım ve tecrübe yetersizliği vb.) faktörlerdir (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 57; Öztürk ve Türkmen 2006: 75). Özellikle ekonomik krizler, son yıllarda her ülkenin sıklıkla karşılaştığı durumlardır. 1997’de Güney Doğu Asya Krizi, 1999’da Rusya Krizi, 2001’de Türkiye’de finans piyasalarından kaynaklanan ekonomik kriz ve son olarak 2007 sonlarında tüm dünyada finans sektöründen özel sektörün tamamına yayılan ekonomik kriz, örgütler açısından önemli değişiklikleri beraberinde getirmiştir (Ener 2009: 28; Kumcu 2008: 5, Titiz ve Çarıkçı 2001: 203). Doğal afetler dışındaki bütün sorunlar, diğer bir ifadeyle bütün ekonomik ve sosyal gelişmeler işletmelere çeşitli belirtilerle kriz sinyalleri verebilir (Titiz ve Çarıkçı 2001: 204). Bu sinyallerin doğru değerlendirilmesi ve gerekli önlemlerin alınması durumunda, işletme ister krize girmiş, isterse kriz 143 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 oluşum sürecinin başlangıcında olsun, mevcut durumdan en avantajlı şekilde çıkmayı başarabilir. Bu yüzden, krize karşı geliştirilecek strateji ve teknikler oldukça önem taşır (Tağraf ve Arslan 2003: 152). Krizlerin işletmeler üzerindeki olumsuz etkilerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 58-59; Titiz ve Çarıkçı 2001: 205): • İşletme nakit sıkıntısına girer, • Örgüt üyeleri arasında korku ve panik artar, • Örgüt içinde beklenmeyen maliyetler ortaya çıkar, • Yönetim üzerinde hızlı karar verme baskısı oluşur, • Örgütte küçülme çalışmaları başlar ve buna bağlı olarak işgören azaltımı gündeme gelir, • Örgütsel imaj zedelenir, • Örgütün iç ve dış gelişmelere karşı uyum yeteneği zayıflar. Öte yandan, günümüz küreselleşme sürecinde işletmeler eskiye nazaran daha yoğun bir rekabet ortamında faaliyetlerini sürdürmektedirler. Özellikle turizm endüstrisinin, günümüzde çeşitli küresel risklerle karşılaşması kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir. Dünya Turizm Örgütü, turizm endüstrisindeki krizi; beklenmedik anlarda ortaya çıkan, turistlerin destinasyona olan güvenini azaltan ve turizm işletmelerinin olağan faaliyetlerini engelleyen olaylar bütünü, olarak tanımlamaktadır (Öztürk ve Türkmen 2005: 172–173). Köroğlu (2004: 70) ise, turizmde krizi; turizm işletmelerinin olağan faaliyetlerini tehdit eden, turistik bölgenin güvenli olmadığı izlenimi yaratan, turistleri yörenin turistik çekicilikleri ve rahatlığı konusunda olumsuz etkileyen ve bölgeye yönelik turizm talebinin ve harcamaların azalması nedeniyle yöresel turizm işletmelerinin faaliyetlerini yerine getirememeleri ya da varlıklarını devam ettiremedikleri, bölgesel, ekonomik ve turizm talebinin azalmasına neden olan olaylar, şeklinde tanımlamaktadır. Turizm endüstrisinde yaşanan krizler, doğal olarak turizmin en önemli unsurlarından biri olan otel işletmelerini de yakından etkilemektedir. Türksoy (2007: 105–108), otel işletmelerine gelen yabancı turistlerin, kendi ülkelerinin iç dinamiklerinden kaynaklanan ekonomik ve politik istikrarsızlıklar, bu ülkelerle yaşanan ikili sorunlar, bölgeye has olaylar (körfez krizi, terör gibi), rakip ülkelerin anti propagandaları, kuş gribi ve domuz gribi gibi salgın hastalıkların, işletmenin bulunduğu yöreye yönelik talebi olumsuz yönde etkileyerek krize neden olabildiğini ifade etmektedir. Yazar ayrıca, özellikle Türkiye’deki otel yöneticilerinin kriz dönemlerine ilişkin yeterince bilgi ve tecrübeye sahip olmamalarının, bu dönemlerin aşılmasında güçlüklerle karşılaşılmasına neden olduğunu öne sürmektedir. Türkiye’de Nevşehir ve İçel illerinde faaliyet gösteren 83 otel 144 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 işletmesi üzerinde yapılan bir araştırmada; Nevşehir’deki otellerin % 58’inin, İçel’deki otellerin ise % 76’sının daha önceki krizlerden olumsuz etkilendikleri belirlenmiştir (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 65). Marmara Bölgesi’nde faaliyet gösteren A, AG, B ve C grubu seyahat acentaları ile 3, 4 ve 5 yıldızlı otelleri kapsayan toplam 364 işletme üzerinde yapılan bir başka araştırmada; işletmelerin % 86’sının daha önceki dönemlerde herhangi bir krizden etkilendikleri tespit edilmiştir. İşletmelerin karşılaştıkları kriz türlerinden en önemlileri; ülke ekonomisindeki dalgalanmalar, savaş ve fiyat dalgalanmaları gibi uluslararası boyutta yaşanan olumsuzluklar, çevresel tahribat ve terörizm, olarak belirlenmiştir (Öztürk ve Türkmen 2005: 183–186). Benzer şekilde, İstanbul’da faaliyet gösteren 86 A grubu seyahat acentası üzerinde yapılan diğer bir araştırmada ise, işletmelerin % 92’sinin daha önce kriz durumu ile karşılaştıkları belirlenmiştir. Araştırmada, krize neden olan en önemli faktörler; ekonomik (% 96), doğal (% 49), ve yasal ve politik (% 38), faktörler olarak tespit edilmiştir. İşletmelerin, kriz dönemlerinde izlediği stratejilerde öne çıkan bulgular ise; müşteriye cazip teklifler ve tatil alternatiflerinin sunulması (% 83,5), işletmede kaynak tasarrufuna gidilmesi (% 82,3) ve farklı satış tekniklerinin ve dağıtım kanallarının kullanılması (% 57), şeklinde belirlenmiştir (Köroğlu 2004: 77–79). Otel işletmelerinin sahip olduğu bazı ortak özellikler, krizlerin bu işletmeler üzerindeki etkinliğini artırmaktadır. Kriz dönemleri ve krizden etkilenme şartları dikkate alındığında, otel işletmelerinin ayırt edici özellikleri şu şekilde özetlenebilir (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 60): Mevsimsellik Özelliği: Oteller genellikle (şehir otelleri hariç) belirli dönemlerde yoğun olarak hizmet verirler. Otel işletmelerinde düşük sezon olarak adlandırılan dönemlerde doluluk oranları önemli ölçüde azalır. Talebin yoğun olduğu dönemlerde yaşanabilecek olası bir kriz, otel işletmelerinin tüm yıl atıl kapasiteyle çalışmasına neden olabilir. Kriz Dönemlerinde Tüketiciler Tarafından Kolay Terk Edilebilmesi: Otel işletmelerinde üretilen hizmet, lüks tüketim olarak görüldüğünden, ekonomik kriz dönemlerinde tüketiciler tarafından ilk terk edilen unsurlardan biri olmaktadır. Otel Hizmetlerinin Depolanamaması: Otel işletmelerinde üretim ve tüketim eş zamanlı gerçekleşmektedir. Bir otel odasının depolanıp gelecek bir zaman diliminde satılması mümkün olmadığından, satılamayan her oda o gün için işletmeye zarar olarak geri dönmektedir. Özellikle Bazı Bölgelerde Rekabetin Şiddetli Olması: Yoğun turist trafiğinin bulunduğu bölgelerde çok sayıda otelin olması, bu işletmeler arasındaki rekabeti artırmaktadır. Kriz, rekabetçi kalamayan otelleri daha olumsuz etkilemektedir. 145 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2. İnovasyon Kavramı, Önemi ve Türleri Günümüzün hızla değişen rekabet ortamında, örgütlerin ayakta kalabilmek için ürünlerini, hizmetlerini ve üretim yöntemlerini sürekli yenilemeleri gerekmektedir. Söz konusu değişim süreci “inovasyon” olarak adlandırılmaktadır (Devecioğlu 2008). Porter (1998), ucuz işgücü ve ölçek ekonomisi sayesinde rekabet üstünlüğü elde etmenin geçmişte kaldığını, günümüzde en önemli üstünlük sağlama yollarından birinin inovasyon olduğunu öne sürmektedir. Makridakis (1998) ise, mevcut eğilimlerin artarak devam edeceği düşünüldüğünde, önümüzdeki 15 yılın sonunda arz fazlası vermeyecek ürün ve hizmetlerin yalnızca yeni ya da özgün ürün/hizmetler olacağını belirtmektedir. Yazar bu açıdan, bu tür ürün ve hizmetleri pazara sunma yeteneğinin, örgütsel başarıya ulaşmada en önemli faktör olacağını öne sürmektedir (Porter, 1998 ve Makridakis, 1998’den aktaran Güleş ve Bülbül 2004: 115–116). İnovasyon, yeni ve değişik bir şey yapmak anlamındaki Latince ‘innovane’ kelimesinden türetilmiştir. Türkçe’de yenilenme, yenilik veya yenilikçilik gibi kelimelerin karşılığı olarak kullanılmakla birlikte (Eraslan vd. 2008: 24), bu kavramın anlamı tek bir sözcükle ifade edilemeyecek kadar geniştir. İnovasyonun özünde, ticari bir başarı elde etme ve katma değer yaratma vardır. Birçok yenilik, ticari bir gelir elde etme başarısı gösteremeden yok olmak zorunda kalmaktadır. Bu yüzden, önemli bir iktisadi katma değer yaratmayan yenilikler inovasyon olarak kabul edilmemektedir (İnsel ve Sarıdoğan 2009). İlgili yazında inovasyon olgusuna yönelik çok sayıda tanıma rastlanmaktadır. Tüm bu tanımlardaki ortak nokta, inovasyonun; birey ya da grupların ürettiği ve uyguladığı fikirlerin bir sonucu olmasıdır. Bu anlamda, ortaya çıkan sonuç ister soyut ister somut bir olgu olsun, aynı zamanda bir inovasyondur (Yeloğlu 2007: 147). Literatürde inovasyon ile ilgili olarak yapılan tanımlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir: İrmiş ve Akça (2003: 778), inovasyonu en basit şekliyle, “yeni ve yararlı ürünlerin yaratılması ve bu ürünlerin pazara sunulması ile ilgili bilginin kullanımını kapsayan süreç”, olarak tanımlamaktadır. Sarıkaya’ya (2002: 89) göre ise inovasyon; iç ve dış çevrelerden kaynaklanan her türlü baskı, tehdit, istek ve olanaklara; teknoloji, ürünler, hizmetler, yöntemler ve politikalar açısından başarılı olarak cevap verebilmek için yapılan değişimleri içeren yaratıcı bir süreci, ifade etmektedir. Güleş ve Bülbül’e (2004) göre örgütsel açıdan yenilik; “işletme tarafından bir düşüncenin, aracın, sistemin, politikanın, programın, ürünün, hizmetin veya sürecin ilk kez 146 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sunulması ya da kullanılması”, anlamına gelmektedir (Güleş ve Bülbül, 2004’den aktaran Öğüt vd. 2007: 414). Bununla birlikte bazı yazarlara göre inovasyon, hem bir süreci hem de bir sonucu içermektedir. Bir süreç olarak inovasyon; “bir fikri pazarlanabilir bir ürün/hizmete, yeni ya da geliştirilmiş bir imalat ya da dağıtım yöntemine, veya toplumsal hizmet yöntemine dönüştürmeyi ifade eder. Bu dönüştürme süreci sonunda ortaya çıkan ise, yeni ve/veya geliştirilmiş ürün, yöntem ya da hizmettir (Eraslan vd. 2008: 25). Diğer taraftan, bazen icat ve inovasyon kavramları birbiriyle karıştırılmakta ve aynı anlamları içerdikleri belirtilmektedir (Başer 2002: 46). Ne var ki, bu iki olgu birbirinden farklı anlamlar taşımaktadır. İcat, bilimsel ve teknik olarak bir ürünün ilk defa ortaya çıkarılmasıdır. Ancak çoğu icat, inovasyon aşamasına geçememektedir. İnovasyon aşaması ise, ürünün ticari olarak satışa sunulmasını da içermektedir. Bir başka deyişle, bir işletme daha önce başkaları tarafından ortaya konulmuş bir icadı ticari hale getirerek inovasyon yapabilmektedir. İcat ile inovasyon arasındaki farkı basit bir örnekle şu şekilde açıklamak mümkündür (Oğuztürk 2003: 255–256): “Aslında tahmin edilenin aksine, Isaac Singer, dikiş makinesini icat eden ve dolayısıyla adını veren kişi değildir. Dikiş makinesini 1846 yılında Boston’lu bir mucit olan Elias Howe icat etmiştir. Ancak, icadını yeniliğe dönüştürme imkanını elde edemeyen Howe, hem icat ettiği makineye adını verme hem de bundan milyarlarca dolar kazanma şansını kaybetmiştir. Bu işi başaran Singer, dünyanın her yerinde dikiş makinesi denince akla gelen marka ve isim olma başarısını elde etmiştir”. Singer’in bunu nasıl başardığı, işletmeciler için önemli bir ipucu niteliği taşımaktadır. Günümüzde örgütlerin rekabetçi kalabilmeleri için kendi alanlarındaki yeni ürün/hizmet ve üretim yöntemlerini sürekli iyileştirerek bu alanda patentler geliştirmeleri büyük yarar sağlar. Bu bağlamda girişimciden beklenen, icad değil, inovasyon yapmasıdır. Örgütler ancak inovasyon sayesinde pazar payını ve kârlılığını yükseltip rekabetçi kalmayı başarabilmektedir (Yamaç, http://www.genbilim.com/content/view/831/86/). Diğer taraftan, inovasyon olgusu ile karıştırılan kavramlardan bir diğeri, taklittir. Manofield (1963), inovasyonun; bir ürün, hizmet, süreç veya fikrin ilk kullanımı olduğunu, sonraki kullanımların taklit kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmektedir (Manofield, 1963’ten aktaran Eryılmaz 2005: 81). İnovasyon genellikle bir veya birkaç işletme tarafından başlatılmakta, diğer birçok örgüt, yeniliğin öncülüğünü yapan bu işletmelerin uygulamalarından faydalanmaktadır. 147 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Dolayısıyla, bu tür işletmelerin yapmış oldukları değişimleri inovasyon olarak nitelemek mümkün olamamaktadır (Güleç, http://www.geocities.com/ceteris_tr2/hbg3.doc). Bir işletme inovasyona kapalıysa, zamanın ve çevrenin gerektirdiği koşullara uymakta güçlük çeker, değişim ve uyum sağlama yeteneği azalır ve dolayısıyla gelişme ve yaşama gücünü önemli ölçüde yitirir. Böylece inovasyon, bir örgütün yeni gereksinimlere ve çevresel koşullara uyum sağlayabilmesinin önemli bir kıstasını oluşturur (Zerenler vd. 2007: 661). Porter (1992: 578) bu bağlamda, küresel rekabet ortamında inovasyonun önemini şu şekilde vurgulamaktadır: “Rekabet üstünlüğü, temel olarak, gelişme, yenilik yapma ve değişimden kaynaklanmaktadır. Birçok işletme için üstesinden gelinmesi gereken, gelişme ve yenilik yapma yeteneklerini artırmaktır”. Higgins’e (1999) göre inovasyon; bir işletmeye rakiplerine kıyasla bir farklılık, göreli bir düşük maliyet ya da her ikisinin belirli bir düzeyde başarılması sayesinde rekabetçi üstünlük olanağı sunmaktadır (Higgins, 1999’dan aktaran Güleş ve Bülbül 2004: 117). İnovasyon, bir örgütün daha yüksek kar marjı elde etmesine olanak sağlamakla birlikte, bu olumlu durumun ne kadar süreceğini tahmin etmek oldukça güç olmaktadır. Günümüzde müşteri istekleri ile ilgili bilgilere ve gelişen teknolojiye kolaylıkla erişebilen rakiplerin inovasyonu taklit etme becerilerinin olabileceği düşünüldüğünde, tek bir inovasyonla elde edilen rekabet avantajının kısa sürebileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır. Bu nedenle, işletmede inovasyonu sürekli kılacak bir örgüt kültürü oluşturmak oldukça önemlidir (Devecioğlu 2008). Örgütler açısından başarı, rakiplere göre fark yaratmakta gizlidir. Piyasada, birbirine benzer nitelikte çok sayıda mal ve hizmet bulunmaktadır. Müşteriler, bu kadar bol seçenek arasından, öncelikle kendi ihtiyacını bunlardan hangisinin karşılayacağını irdeler. Bunlar arasından ihtiyacını en iyi karşılayan, en ucuz ve en kolay ödeme şartları olanları tercih eder. Bu ise, örgütlerin kar elde etmesini ve büyümesini kolaylaştırır. İşte bu noktada inovasyon gündeme gelir (Gemlik vd., http://www.idc.sdu.edu.tr/tammetinler/yonetim/yonetim50.pdf). Örgütler açısından inovasyonun önemi basit bir örnekle şu şekilde açıklanabilir (Aksoy, http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizde-inovasyon-nasil-yapilir/): “Para verilip satın alınan her ürün veya hizmet, müşteriye bir değer ifade eder. İyi bir lokantanın sunduğu değer; kuşkusuz sunduğu yemektir, ama aynı zamanda hangi semtte olduğu, atmosferi, müziği, garsonların hizmeti, lokantaya kimlerin geldiği ve hakkında ne konuşulduğudur. Bir lokanta açıp başarılı olan bir girişimci, başarı nedenlerini analiz etme ihtiyacı duymayabilir. Ancak işler yavaşladığında, lokantayı yeniden tercih edilen bir yer haline getirmek için, yenilik yapmak gerekir. Genellikle bir müşteri ne istediğini bilmez ve dolayısıyla da bilmediği bir şeyi ifade 148 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 edemez. Bu yüzden, işletmenin müşteriyi mutlaka araştırması, beklentilerini keşfetmesi ve deyim yerindeyse onun hayatının içine girmesi gerekir. Yenilikçiliğin hayati önemi burada yatar”. Jong ve Vermeulen’e (2003: 845) göre, inovasyon için gerekli olan temel koşul, bir fikir üretmektir. Ancak, tek başına fikir üretmek de inovasyon sayılamamaktadır. Önemli olan yararlı fikrin uygulamaya konup kullanılabilmesidir. Diğer bir ifadeyle, örgüt içinde girişilen bir faaliyet, ticari hale gelebildiği oranda başarılıdır ve yenilikçidir (Zerenler vd. 2007: 660). Son yıllarda işletmelerin inovasyon konusunda yeterli bir gelişme gösteremediği yönünde bir görüş hâkim olmasına rağmen; Toyota Motor, Apple, Procter&Gamble gibi bu süreci iyi yöneten örgütlere de rastlanmaktadır. Bu işletmelerin ortak özelliği, çoğu girişimin başarısız olabileceği varsayımını düşünmelerine rağmen, inovasyon adına çalışmalarını sürekli sürdürmeleri ve denemekten vazgeçmemeleridir. Bu nedenle, günümüzde riske girip, yeni fikirler üretmek ve bu fikirleri iyi yönetmek, ayakta kalabilmenin yeni kuralı olmaktadır. Son dönemlerde teknoloji alanında çığır açan iPod’un yaratıcısı Apple, bunu en iyi başaran örneklerdendir. Apple şirketi, 2001 yılında Sony firmasının Walkman’ine karşı yeni bir ürün üretmek üzere başlattığı çalışmalarını, iPod’u piyasaya sürmeyi başararak sonlandırmıştır (Bayıksel 2005). Diğer bir örnekle, ‘amazon.com’, interneti yeni bir dağıtım kanalı aracı olarak kullanarak son on yılın en önemli ürün yeniliklerinden birini yaratmayı başarmıştır. Benzer şekilde Japon işletmeleri, ileri imalat teknolojilerini üretim süreçlerine entegre ederek dünyanın sayılı şirketleri arasında yerlerini almıştır. Ürün ve hizmet yenilikleri, müşteri ihtiyaç ve beklentilerini karşıladığı sürece, işletmeler için her zaman en önemli stratejik araçlardan biri olmaktadır (Güleş ve Bülbül 2004: 115). İşletme literatüründe buna benzer birçok başarılı inovasyon örneklerine rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür (Aksoy, http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizde-inovasyon-nasil-yapilir/): Emporia Telecom: Yaşlıların, standart cep telefonlarının gelişmiş fonksiyonlarını kullanamamalarından esinlenerek, ‘kolay arama’ kavramı üzerine geliştirilmiş basit cep telefonları üreterek bir değer inovasyonu yaratmıştır. Fiat 500: Bu yüzyılın en modern arabası, en yeni tasarımını yaratmak yerine, ‘temel değerlere dönerek’ eski bir konsepti, nostaljik bir ürünü, yeni bir yüzle pazara sunmayı başarmıştır. Toyota: Basitlik kavramını en iyi şekilde uygulayabilmek için, tüm süreçlerini yalınlaştırmış ve yalın yönetim felsefesini iş dünyasının gündemine sokmuştur. 149 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 HIP Otelleri: Yapıların, çevrenin ve hizmetlerin monotonlaştığı bir dönemde turizm sektöründe; mimari tasarım, hizmet ve otelcilik anlayışını yeniden tarif ederek otelcilik alanında başlı başına bir inovasyon olmuştur. Günümüzde farklı endüstrilerde faaliyet gösteren çok sayıda işletmede pek çok inovasyon örneğine rastlanmaktadır. Burada fikir oluşturması bakımından yukarıdaki inovasyon örnekleri ile yetinilmek durumunda kalınmıştır. Çalışmanın son kısmında ise, otel işletmelerinde karşılaşılan inovasyonlar detaylı bir incelemeye konu olmaktadır. İnovasyon olgusunu farklı şekillerde sınıflandırabilmek mümkün olmakla birlikte, ilgili yazında rastlanılan en yaygın iki sınıflama, yeniliğin derecesine (radikal ve kademeli) ve odağına (ürün ve süreç) göredir (Güleş ve Bülbül 2004: 116). Radikal yenilikler, henüz bilinmeyen ya da tanınmayan ve işletme ya da endüstri için tamamen yeni olan ürün/hizmetlerdir. Kademeli yenilikler ise; şu anda mevcut olan ürün/hizmetlerin ya da süreçlerin geliştirilmesini ifade etmektedir (Mole ve Worrall 2001: 354). Örneğin, bilgisayarla haberleşme sistemine sahip bir işletme için internet, kademeli bir yenilik iken; elektronik posta uygulaması ile yeni tanışan ve örgütün iletişim kanallarını bu yönde değiştiren işletme için internet, radikal bir yeniliktir (Güleş ve Bülbül 2004: 116). Öte yandan ürün yeniliği; mevcut özellikleri ve öngörülen kullanımlarına göre yeni ya da önemli derecede iyileştirilmiş bir mal ya da hizmetin ortaya konulmasını ifade ederken; süreç yeniliği, yeni veya önemli derecede iyileştirilmiş bir üretim veya teslim yönteminin gerçekleştirilmesi, anlamına gelmektedir (Zerenler vd. 2007: 661–662). Good Year’ın ‘patlasa da gidebilen lastiği’ ve Colin’s Jeans’in ‘iki tarafı da giyilebilen pantolonu’ ürün yeniliklerine örnek olarak gösterilebilirken; tam zamanında üretim ve toplam kalite yönetimi gibi örgütsel uygulamalar günümüzde işletmelerde süreç yeniliklerinin ideal örneklerini oluşturmaktadır (Elçi 2008). 3. Kriz ve İnovasyon İlişkisi Örgütlerin çevresinde birçok kaynak bulunmaktadır. Önemli olan, örgütlerin bunların farkında olabilmesidir. Kriz gibi problemler bile, eğer olaya inovasyon perspektifinden bakılırsa önemli bir kaynak olabilmektedir (Özözer 2009). Diğer bir ifadeyle, kriz, beklenmedik olağan dışı bir durumu ifade ettiğinden, krizin çözümünü de olağan dışı yöntemlerle aramak gerekmektedir. Bu durum, örgütün yenilikçi bir karaktere sahip olmasını gerektirmektedir (Filiz, http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44). Örgütler, önceden almış oldukları sinyallere göre, krize karşı bir takım strateji ve teknikler geliştirebilirler. Ancak bu stratejilerin hazırlanması, gerçekte bir öngörü becerisi gerektirir. Çünkü 150 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 her şey olağan giderken, genellikle kriz için hazırlık yapmak pek düşünülmez (Tağraf ve Arslan 2003: 152–153). Oysa yenilikçiliği sürekli kılacak bir kurum kültürü yaratmak bu aşamada oldukça önem taşır. Bu durum, örgütün krize karşı hazırlıklı olmasına ve krizin örgüte neden olabileceği olası zararların önceden önlenmesine imkân verebilir. İlgili yazında sıklıkla, krizin hem bir ‘tehlike’, hem de ‘fırsat’ içeren bir durum olduğu ifade edilmektedir. Tehlike, bir girişimcinin her an yaşayabileceği bir durumdur. Fırsat ise, krizden sonra ortaya çıkacak olaylara hazırlıklı olmak anlamına gelmektedir. Bunun yolu ise, inovasyondan geçmektedir (Müftüoğlu, http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf). Kriz dönemlerinde işletmelerin yürütmekte olduğu alışılagelmiş faaliyetler yeterliliğini yitirir. Başlangıçta olumsuz gibi görünse de, kriz dönemleri iyi değerlendirildiğinde inovasyonla birlikte bir fırsata dönüşebilir (Özgenç 2009). Kriz dönemlerinde örgütler açısından önemli olan nokta, karamsarlık ve durağanlık yerine, dinamik bir şekilde yeni fikirlere yönelmek ve bunlar içinden en iyilerini seçerek uygulamaya koyabilmektir. Çünkü kriz dönemlerinde rakiplerin çoğu, yolu açmak yerine bir kenara çekilip yolun açılmasını beklemeyi tercih ederler. Bu da, kriz ile birlikte bir fırsatın doğması anlamına gelir (Özten 2008). Başka bir ifadeyle kriz, işletmelerin kendilerini yeniden keşfetmeye başladığı dönemler olup; bu yönüyle işletmelere inovasyon geliştirmek için önemli bir fırsat sunmaktadır. Kriz, eski dönemdeki faaliyetlerin yeni düzene uygun olup olmadığının sorgulanmasını sağlayarak işletmelerde inovasyona bir zemin hazırlamaktadır (Kadıbeşegil 2009). Tüketici davranışları, kriz sonrasında, önceki döneme göre değişiklik gösterir. Her kriz dönemi sonrasında, kriz sırasında ertelenmiş olan talebin bir anda canlanmaya başladığı görülür. Yenilikçi ürün ve hizmetlerle bu duruma hazırlıklı olan örgütler, müşterilerin taleplerini karşılayarak kriz ortamından en avantajlı şekilde çıkmayı başarabilirler (Özgenç 2009). Genelde kriz dönemlerinde yöneticiler, durağan bir yapıya bürünüp, küçülerek bu yapıyı atlatmayı hedeflerler. Böyle bir davranış içinde olan yönetici, maliyet azaltarak kendi işletmesinin rekabet konusunda daha başarılı olacağını ve müşterilerinin daha sadık kalacağını varsayar. Buna göre, maliyetlerin ve fiyatların aşağı çekilmesiyle deyim yerindeyse örgüt korunaklı bir limana çekilecek ve sadık müşteriler sayesinde olumsuz durum güven içinde atlatılacaktır. Ne var ki, rekabetçi bir ortamda işletmenin maliyetlerini daha iyi yönetebileceği tartışmalı bir konudur. Maliyet düşürme teknikleri herkes tarafından bilinen bir yöntemdir ve rakiplerin de benzer stratejiyi izlemesi muhtemel bir durumdur. İkinci olarak ise, kriz dönemlerinde kaliteyi daha ucuza alabilen, standartları yüksek, seçeneği çok müşterinin markaya sadık kalacağını beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Bu dönemde müşteri, hiç olmadığı kadar akılcı davranarak kendi çıkarlarını korumaya 151 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çalışmaktadır. Bu süreçte yöneticinin rolü, tüketicinin beklentisini anlamaya çalışıp, ona uygun inovasyonlar geliştirmektir (Aksoy, http://www.temelaksoy.com/2008/12/krize-care- inovasyondur/). Görüldüğü gibi, örgütlerin kriz dönemlerinde en kolay ve çabuk başvurdukları yol, ‘tasarruf etmek’ olmaktadır. Ancak bu, herkes tarafından bilinen ve kolay uygulanabilen bir yöntemdir. Kriz dönemlerinde, örneğin tanıtım bütçesini kısmak gibi bir yola başvurmak gereksizdir. Bu dönemde yenilikçi ve fark yaratan düşünceler yaratmak, önemli bir çözüm yolu olmaktadır (Filiz, http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44). Ne var ki, İstanbul’daki seyahat acentaları üzerinde yapılan bir araştırmada, kriz dönemlerinde işletmelerin % 82,3’ünün kaynak tasarrufuna gittikleri tespit edilmiştir (Köroğlu 2004: 77). Diğer yandan, tasarrufun örgütte ehil olmayan kişiler tarafından yönetilmesi de son derece tehlikeli sonuçlara neden olabilmektedir. Her düzeyde çalışanın, geleceği ile ilgili kaygı duyduğu bir ortamda tasarruf, işgörenler açısından endişe dolu bir bekleyişe yol açabilmektedir (Kadıbeşegil 2009: 89). Nitekim Nevşehir’deki otel işletmeleri üzerinde yapılan bir araştırmada, işletmelerin % 58’inin kriz döneminde işgören azaltımına gittikleri saptanmıştır (Çelik ve Özdevecioğlu 2002: 68). Kriz dönemlerinde inovasyon, örgütler açısından en önemli çözüm yollarından biri olarak görülmekle birlikte; günümüzde hükümet ve devlet organlarının da teşvik edici politikalarla inovasyona destek olması önemli bir konuyu oluşturur. Örneğin Güney Kore hükümeti, 1990’lı yılların sonunda yaşanan ekonomik krizde özel sektörün inovasyon faaliyetlerine hızla ve artan miktarlarda destek sağlamıştır. Ekonomik kriz sona erdiğinde, Güney Koreli işletmeler rakiplerinin önünde yarışa devam etmeyi başarabilmişlerdir. Benzer şekilde, Finlandiya’nın 1990’larda karşı karşıya kaldığı kriz döneminde işsizlik % 20’ler, bütçe açığı ise, GSYİH’nın % 70’leri düzeyindeydi. Devletin o dönemde geliştirdiği ilk çözüm; inovasyon, eğitim ve araştırma-geliştirmeye hızla kaynak ayırmak olmuştur. Bunun sonucunda günümüzde Finlandiya, dünyanın en yenilikçi ve rekabetçi ülkelerinden biri olmayı başarmıştır (Yuzar 2009). Bilim ve teknoloji politikalarının da merkezinde yer alan inovasyon, bir ülkenin ekonomik büyüme ve toplumsal gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bu bağlamda, gerek Avrupa Birliği ülkeleri gerekse ABD’de inovasyonun gelişmesi maddi ve manevi olarak desteklenmektedir. Örneğin Avrupa Komisyonu, ‘Hayal Et, Yarat, İnovasyon Yap’ sloganıyla 2009’u Avrupa Yaratıcılık ve İnovasyon Yılı, olarak ilan etmiştir (Keskin 2009). 152 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kriz dönemleri tüm sektörleri olduğu gibi turizm endüstrisini de derinden etkiler. Zira özellikle ekonomik kriz dönemlerinde insanlar öncelikle lüks tüketim ürünlerinden ve seyahat harcamalarından kısıntıya giderler. Buna rağmen, turizm işletmelerinin krizi geçici bir dönem olarak görüp, kriz sonrasına hazırlıklı olmaları gerekir. Nitekim turizm işletmelerinin kriz dönemlerinde uyguladıkları stratejilere yönelik Marmara Bölgesi’nde yapılan bir araştırmada, araştırmaya katılan işletmelerin; “müşteri ihtiyaçlarına yönelik yeni ürünlerin geliştirilmesi”, “diğer işletmelerden daha farklı ve özgün ürünler sunulması”, “farklı ürünlerin sunumu yoluna gidilmesi” ve “ürünlerde yenilik yapılarak kalitenin artırılması”, konularında yüksek bir katılım oranına sahip oldukları saptanmıştır (Öztürk ve Türkmen 2006: 84–86). Benzer şekilde, İstanbul’da faaliyet gösteren seyahat acentaları üzerinde yapılan diğer bir araştırmada; “turizm piyasasını ve seyahat işletmesini etkileyecek çevresel koşulların sürekli gözden geçirilmesi (%80,2)”, “stratejik ortaklıklar oluşturma (%59,3)” ve “işletmede yeni yönetim teknikleri kullanarak esnek ve yaratıcı örgüt yapısının oluşturulması (%51,2)”, işletmelerin krizleri önlemeye yönelik yaptıkları en önemli çalışmalar olarak tespit edilmiştir (Köroğlu 2004: 80). Bilindiği gibi dünya turizm hareketlerinden Avrupa kıtasının aldığı pay her geçen yıl azalmakta ve Asya-Pasifik ülkelerinin cazibesi giderek artmaktadır. Nitekim dünya turizm hareketlerinin geleceğe yönelik projeksiyonlarında da benzer trendlerden bahsedilmektedir (Emekli vd. 2006: 1–16; Çeken ve Ateşoğlu 2008: 136–151; Bozok ve Köroğlu 2007: 156). Son yıllarda Avrupa ülkeleri turizminde yaşanan düşüş sonucu, Lizbon Stratejisi’ni hazırlayan Avrupa Birliği ülkeleri, “inovasyonu”, söz konusu krizden kurtulmada en önemli araç olarak kabul etmişlerdir. Bu yönde verilen kararın en güzel uygulayıcılarından biri, İsveç olmuştur. İsveç, “Ice Hotel” adını verdiği ve her şeyin buzdan oluşturulduğu işletmeyi tüm dünyaya tanıtarak önemli bir merak uyandırmayı başarmıştır (Mutlu, http://www.yenilesim.org/). Otel endüstrisinde, günümüzde buna benzer çok sayıda inovasyon örneğine rastlamak mümkündür. 4. Otel İşletmelerinde İnovasyon Örnekleri Otel işletmelerinde inovasyon geliştirme ve uygulamaya koymaya ilişkin çalışmalar günümüzde hala az sayıda olmakla birlikte (Jong ve Vermeulen 2003: 846); otel, motel, tatil köyü gibi işletmeler, hizmetlerde yenilik geliştirmenin önem arz ettiği alana ideal bir örnek teşkil eder. Victorino vd. (2005: 556) bunu 3 temel nedene dayandırmaktadır. Birincisi; bir müşteri bakış açısıyla ağırlama piyasası, çok sayıda birbirine benzer ürün/hizmetlerin sunulduğu bir endüstridir. Bu durum, otel yöneticilerini rakip otellerle rekabette güç bir durumda bırakabilmektedir. Böyle bir ortamla karşı karşıya kalan oteller için çözüm yollarından birisi, müşterilerine yeni ve farklı bir 153 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI özelliği olan ürün/hizmet sunmaktır. İkincisi; ağırlama endüstrisi, Bişkek 2010 bilgi teknolojilerindeki ilerlemelerden dolayı hızla değişmektedir. Yöneticilerin, dinamik/hızla değişen bir çevrede rekabetçi kalabilmek için müşteri tercihleri, kalite ve teknoloji gibi gittikçe daha fazla öneme sahip alanlarda değişiklik yapmaya ihtiyacı vardır. Üçüncüsü ise; günümüz seyahatçileri, geçen son on yıldaki gibi sadık müşteri davranışı göstermemektedir. Seyahatçiler bunun yerine, bütçelerini zorlamayacak, ancak en iyi öneriyi sunacak otelleri tercih etmektedir. Bu açıdan otel yöneticileri, müşteri değeri yaratabilmek için, müşterilerinin tercih ettikleri hizmetleri belirleyip, sunmuş oldukları hizmetleri onların bu beklentileriyle buluşturmak zorundadır. Ne var ki, otel işletmelerinde, hizmet unsurunun kendine has özellikleri nedeniyle, inovasyon geliştirmek oldukça zordur. Zirâ bu işletmelerde üretim ve tüketim aynı anda gerçekleşmekte ve deyim yerindeyse, tüketici (yani turistler) çoğu zaman üretim sürecinin içinde olmaktadır. Bir başka deyişle, konaklama işletmelerinde, hizmeti satın alan kişi, hizmetin üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Bu işletmelerde, hizmeti talep eden kişi, söz konusu hizmetten ne beklediğini açıkça belirtmek ve çalışanı bu konuda yönlendirmek zorundadır. Restorana giden bir kişinin, ısmarladığı bifteğin ne kadar pişirilmesini istemesi veya bir müşterinin, barda, bilinmeyen bir kokteyli yapması konusunda hangi içkilerin ne oranda karıştırılması gerektiğini barmene anlatması, bu duruma iyi bir örnek oluşturmaktadır (Birgan 1994: 35). Buna rağmen, otel endüstrisinde rekabetin giderek artması, işletmeleri, daha fazla müşteri çekebilme adına, farklı ve benzersiz hizmet sunma arayışlarına itmektedir. Bu çerçevede, farklı tür ve büyüklükteki otellerde yeni hizmet anlayışları geliştirilmektedir. Örneğin Cruz (1998: 40–41), resort otelleri tercih eden turistlere yönelik hazırlanan tatil paketlerinin, eskiye özgü olan ‘havuz kenarında alınacak bir içki’ veya ‘tenis dersleri’ gibi klasik hizmetlerin ötesine geçerek, maceracı insanlara hitap eden öğeler içerdiğini belirtmektedir. Bu çerçevede Hilton Hawaiian Village yönetimi, tesisin fiziksel yapısında büyük bir değişikliğe gitmiştir. İşletmede, yirmi bine yakın balık türünün gezineceği yapay bir göl, yapay şelaleler, yürüyüş güzergâhları ve denizaltı mağaraları inşa edilmiştir. Bu tesis, günümüz resortlarının sadece seyirlik manzaralarla değil, interaktif aktivitelerle ayakta durabileceklerinin önemli bir kanıtını oluşturmaktadır. Florida’daki Daytona Beach Hilton ise inovasyon geliştirmede farklı bir yöntem seçmiştir. İşletme yöneticisi Randy Newby, kendi kişisel hobisiyle bağlantılı ilginç bir paket yaratmıştır. Newby’in çarpışan otomobil sürme hobisi bulunmaktadır. Otelin hazırlamış olduğu bir hafta sonu paketinde; tesisin yakınlarındaki New Symrna pistinde, ziyaretçilere çarpışan otomobillerde mürettebat olma fırsatı tanınmaktadır. Eğer otel yöneticisi yarışta birinci veya ikinci olursa, kabinde mürettebattan biri olarak yarışmış olan 154 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ziyaretçi, parasını geri almakta veya bir gecelik ücretsiz konaklama hakkı kazanmaktadır (Cruz 1998: 42). Otel endüstrisinin geleceği ile ilgili bir başka trend, geleceğin seyahatçilerinin kolay yaşamak isteyenlerden oluşacağı ile ilgilidir. Bu öngörüye göre geleceğin turistleri; giyim, ayakkabı ve diğer gereksinimlerinden; yatak, yiyecek-içecek ve yeni ürün ve hizmetlere kadar her ihtiyaçlarını bulabilecekleri “ev otelleri”ni tercih edeceklerdir. Ancak, insanları kendi evlerindeki rahat ortamdan ayırıp bu ev otellerine gelmeyi teşvik etmek için, farklı bir hizmet sunmak gerekecektir. Bu yüzden, tipik bir evden farklı olarak, onların ihtiyaçlarını daha iyi tatmin edecek eşsiz bir atmosfer ve farklı ürün ve hizmetler sunmak gerekecektir (Holjevac 2003: 133). Otel işletmelerindeki inovasyonlar kuşkusuz yalnızca bu örneklerle sınırlı değildir. Son yıllarda farklı türdeki otellerde birçok inovasyon örneğine rastlanmaktadır. Örneğin, İstanbul’daki Four Seasons Hotel zincirinde, sürekli gelen misafirlerin özel eşyaları (yastık, bornoz, kıyafet vb. gibi) otel bünyesi içinde saklanmakta ve misafir otele gelmeden önce bunlar kontrol edilerek her şey odasında hazır konuma getirilmektedir (Seçer 2003: 63–64). İstanbul’daki The Ritz-Carlton Hotel zinciri bunun daha da ötesine geçmiştir. Bu otelde konuk hakkındaki tüm bilgiler en ince detayına kadar veritabanına işlenmekte ve tekrar gelişlerinde bir takım düzenlemeler yapılmaktadır. Örneğin, bir misafir geldiğinde odasının başucunda kızının veya uzun zamandır görmediği oğlunun resmini görebilmektedir. Veya balayı çiftleri odaya girdiklerinde başuçlarında fotoğraflarını görebilmektedir (Güngör 2003: 66–68). İstanbul’daki Hyatt Regency otelinde ise, yeni hizmet anlayışı gerçekleştirme çerçevesinde “Guest History” sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem, misafirlerin otelde kaç kez kaldığının, ne kadar para harcadığının, en son hangi odada konakladığının ve bu sırada neleri kullandığının bilgisayarlara kaydedilmesini içermektedir. Bu sistem sayesinde, otelde daha önce konaklayan konuklara, tercihlerine göre aynı oda tahsis edilebilmekte, fiziksel rahatsızlıkları olan müşterilerin odalarına özel eşyalar konabilmektedir (örneğin boynunda bir rahatsızlığı olan konuk odasına ortopedik yastık konması gibi). Hatta bu işletmede müşteriler henüz otele gelmeden önce, kişisel seçimlerine bakarak, kullandığı parfüm, içtiği sigara, okuduğu gazete vb. odalarında hazır bulundurulmaktadır (Eren 2003: 72). Öte yandan, İstanbul’daki Point Hotel, farklı tasarımı ve hizmet yaklaşımıyla yenilikçiliğe önemli bir örnektir. Otelde ‘Voiceover IP’ sistemiyle yurt içi ve yurt dışı telefon konuşmalarında çok düşük ücretli bir hizmet sunulmaktadır. Tüm müşteri odalarında bulunan kablolu ve interaktif TV’ler sayesinde ve kablosuz bir klavye yardımıyla, müşterilerin ek bir ücret ödemeden internet hizmeti almaları sağlanmaktadır. Müşterilerin tüm istek ve ihtiyaçları, ‘Guest Ware’ sistemine bağlı olarak 155 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çalışan çağrı cihazları sayesinde gerekli birimlere iletilmekte ve sonucu kontrol edilebilmektedir. Otelin genel alanları ve odalarında toplam 220 adet eski İstanbul fotoğraflarından oluşan tablolar kullanılarak kalıcı bir ‘fotoğraf müzesi’ oluşturulmuş ve böylece farklı bir atmosfer yaratılmıştır. Otelin genel müdürü, deyim yerindeyse çalışanların ‘inovasyonla uyuduğunu ve inovasyonla uyandığını’ belirtmektedir. Böylece bu otelde örgüt çalışanları, yenilikçiliğin en önemli unsuru olarak görülmektedir. Çalışanlardan gelen ilginç öneriler arasında; ülkelere göre oda konsepti yaratılması ve tuvaletlerde kuş sesi duyulması gibi uygulamalar bulunmaktadır (http://www.morfikirler.com/yazi/hizmet-sektorunde_bir_inovasyon_ornegi). Ankara’daki Sheraton oteli de sunmuş olduğu yenilikçi hizmetlerle inovasyona güzel bir örnek oluşturmaktadır. Oteldeki ‘Business Center’ uygulaması kapsamında, özellikle iş amaçlı konaklayan misafirlere idari asistan, kişisel bilgisayar, özel çalışma masası, fotokopi makinesi ve yüksek hızlı internet erişimi gibi hizmetler sunulmaktadır. Öte yandan bu otelde, Club, Deluxe ve Suit odalarda konaklayan konuklara özel olarak ‘Lounge’ hizmetleri sunulmaktadır. Otelde Lounge olarak adlandırılan alanlarda çay, kahve ve meyve suyu hizmetleri tüm gün devam ederken, 18.00– 21.00 saatleri arası ise ‘Happy Hour’ olarak belirlenmiştir. Bu dönemde günlük gazeteler, magazinler, LCD TV gibi hizmetler tüm Club misafirlerine ücretsiz olarak sunulmaktadır. Böylece ‘Happy Hour’ hizmeti, misafirler için dinlenme ve rahatlama dönemi olarak tasarlanmıştır. Oteldeki en ilginç yenilikçi uygulamalardan bir diğeri ise, ‘Luggage Liaison’ olarak adlandırılan ‘Bagaj Hizmetleri’dir. Bu hizmet sayesinde misafirlerin bagajları henüz otele gelmeden alınmakta ve böylece misafirler, havaalanında bagaj taşıma, check-in sırasında uzun süre bekleme ya da kayıp bagaj konusunda endişelenme gibi durumlarla karşılaşmamaktadır. Böylece otel misafirleri, bagajlarını otele geldiklerinde bulacakları güvencesiyle rahat bir yolculuk yapmaktadır (http://www.sheratonankara.com/o_f.asp?id=1). 5. Sonuç Günümüzde işletmeler, oldukça dinamik ve belirsizliklerle dolu bir çevrede faaliyet göstermektedirler. Böyle bir ortamda, işletme yöneticileri için en önemli konulardan biri, çevresel belirsizliklerin kaynaklarının ne olduğunu anlamak ve bunlarla mücadele etmenin yollarını aramaktır. Diğer bir deyişle, gerçekleştirebilmesini günümüzde ve yaşanan yaşamlarını hızlı değişim sürdürebilmesini, ortamı, büyük örgütlerin ölçüde amaçlarını çevreye uyum sağlayabilmelerine bağlı hale getirmektedir. İşletmenin türü ve faaliyet alanı ne olursa olsun, örgütler hızlı ve sürekli değişen bir çevre içinde yer almaktadırlar. Bu durum, örgütleri çok çeşitli tehlikelerle karşı karşıya bırakmaktadır. Örgütlerin hayatta kalmaları, bu tehlikelere karşı 156 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 göstereceği duyarlılık, öngörü ve tedbirlere bağlıdır. Şüphesiz kriz dönemleri de örgütler açısından bir tehlike içermektedir. Ne var ki bu dönemlerde uygulanan klasik ve sıradan yöntemler çoğu zaman bir çözüm yolu olamamaktadır (Öztürk ve Türkmen 2005: 168). Bu yüzden, günümüzde örgütlerin yenilikçi bir karaktere sahip olmaları, rekabetçi kalabilmede önemli bir rol oynamaktadır. Kriz dönemlerinde, otel işletmeleri sahip oldukları kaynakları en verimli şekilde kullanmak zorundadırlar. Özellikle, otellerin en önemli kaynağı durumunda olan işgörenlerin yaratıcılığından en üst düzeyde yararlanmak temel hedef olmalıdır. Bu durum, otel işletmelerinde üst yönetimin, inovasyonu teşvik eden bir ortam yaratmasına bağlıdır. İnovasyon sürecinin başarıya ulaşmasındaki ön koşullardan biri, üst yönetimin bu süreçteki desteği ve aktif rol oynamasıdır. Bu yüzden otel işletmelerinde, örgütsel yapı içinde daha fazla özgürleştirilmiş ve müşteri beklentilerini karşılayabilmeye yönelik daha fazla yetki ve kaynakla donatılmış işgörenlere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bağlamda, örgütlerde inovasyonun başlıca ön şartının, ‘fikir özgürlüğü’ olduğu söylenebilir. Nitekim söz konusu konu, günümüz bilgi toplumunda sanayi toplumuna göre büyük farklılıklar göstermektedir. Henry Ford’un 1910’lu yıllarda konu ile ilgili değerlendirmesi oldukça dikkat çekicidir: “Ben bu işçileri iki elleri için alıyorum, ama kafalarıyla geliyorlar, üretimi berbat ediyorlar, kafalarıyla düşünüyorlar, hayal kuruyorlar, iki saniyede yapacakları bir işi üç saniyede yapıyorlar ve sistem alt üst oluyor”. Dolayısıyla, sanayi toplumunda Ford’un ifadesiyle, ‘baş belası’ olan fikir özgürlüğü, günümüzde ekonomik değerler yaratmada en önemli unsur haline gelmiştir (Müftüoğlu, http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf). Günümüzde işletmelerin rekabetçi kalabilmeleri, öncelikle kendilerini tamamen farklı biçimde tanımlayabilmelerine, temel stratejilerini yeniden yaratabilmelerine, içinde bulunduğu sektörü yeniden keşfetmelerine ve ürün ve hizmetlerinde fark yaratabilme yeteneklerine bağlıdır. Bu açıdan, uzun vadede bir örgütü başarılı kılan en önemli unsur, yenilikçi olmaktır (Zerenler, 2007: 661). İnovasyon, bu yönüyle özellikle kriz dönemlerinde anahtar unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kriz dönemi gibi zorlanmalar olmadan bir örgütün yapmayı düşündüğü yenilikçi yaklaşımlar uzun zaman alabilecekken; bu fırsatı iyi kullanan yöneticiler, inovasyondan değer yaratmayı başarabilmektedir (Filiz, http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44). Bu araştırmanın en önemli kısıtı, konunun kavramsal çerçevede incelenmiş olmasıdır. Bu çalışmanın bir sonraki aşaması, örgütlerde kriz ve inovasyon arasında hangi yönde bir ilişki olduğunu görgül bir çalışma ile incelemek olmalıdır. Araştırmanın diğer bir kısıtı, konunun otel işletmeleri ile sınırlı olmasıdır. Yapılacak ileriki çalışmalarda, turizm endüstrisinin kapsamına giren diğer işletmelerdeki yenilikçi uygulamaların da irdelenmesi yararlı olabilir. 157 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynakça Aksoy, Temel. “Krizde İnovasyon Nasıl Yapılır?”. http://www.temelaksoy.com/2008/12/23/krizdeinovasyon-nasil-yapilir/ (erişim tarihi: 20.11.2009). Aksoy, Temel. “Krize Çare İnovasyondur”. http://www.temelaksoy.com/2008/12/krize-care- inovasyondur/ (erişim tarihi: 20.11.2009). Başer, Serhan (2002). “İnovasyon (Yenilikçilik)”. İstanbul Sanayi Odası Dergisi, Sayı: 430, Ocak. Bayıksel, Şeyma Öncel (2005). “Hızlı Büyümenin Sırrı ‘Yenilik Yönetiminde’ ”. http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=3015 (erişim tarihi: 08.02.2010). Birgan, İbrahim (1994). “Bir Hizmet Sektörü Olarak Turizm”. Anatolia Turizm ve Çevre Kültürü Dergisi, Aralık: 34–38. Bozok, Düriye ve Ahmet Köroğlu (2007). “Akdeniz Ülkelerine Yönelik Uluslararası Turizm Hareketleri”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi 2007 (1): 146– 157. Cruz, Tony Dela (1998). “Resortlar Dinlenme Değil Yorulma Yerleri Oldu”. Hotel Dergisi, Türkiye Otelciler Birliği Yayın Organı, Eylül (9): 40–42. Çeken, Hüseyin ve Levent Ateşoğlu (2008). “Küreselleşme Sürecinde Turizm Endüstrisinin Avrupa Birliği ve Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi 2008 (1): 136–151. Çelik, Cemile ve Mahmut Özdevecioğlu (2002). “Otel İşletmelerinin Ekonomik Krizden Etkilenme Düzeyleri ve Kriz Dönemlerinde Uyguladıkları Politikalara İlişkin Bir Araştırma”. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 9 (9): 56–74. Devecioğlu, Sebahattin (2008). “Spor Klüplerinde İnovasyon Yönetimi”. Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi (FESAM). http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_9/9_46967.pdf (erişim tarihi: 01.03.2010). Elçi, Şirin (2008). “İnovasyon, İnovasyon Stratejileri ve Sistemleri”. http://www.trabzonticaret.net/resimler/haber/Inovasyon_SE_Technopolis.pdf tarihi: 18.02.2010). 158 Technopolis. (erişim ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Emekli, Gözde, Aydın İbrahimov ve Füsun Soykan (2006). “Turizmde Küreselleşmeye Coğrafi Yaklaşımlar ve Türkiye”. Ege Coğrafya Dergisi 15 (2006): 1–16. Ener, Hakan (2009). “Şirketlerin Kriz Sonrası Görünümü”. Leaders, Kasım: 28–31. Eraslan, Hakkı, Melih Bulu ve İsmail Bakan (2008). “Kümelenmeler ve İnovasyona Etkisi: Turizm Sektöründe Uygulamalar”. SOİD Seyahat ve Otel İşletmeciliği Dergisi, Ağustos-Eylül 5 (3): 15–50. Eren, Gözde Savaş (2003). “Teknolojiyi Misafirperverliğe Entegre Ettik”. Gastronomi Otel Ekipmanları ve Yiyecek İçecek Dergisi. Aralık (45): 70–72. Eryılmaz, Mehmet (2005). “Bireylerin Bölüm Bazlı Bolluk Algılarının Yüksek Düzeyde Olduğu Durumlarda, Örgütsel Yapı Unsurlarının Yenilik Süreci Üzerine Etkileri”. Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi (9): 79–92. Filiz, Atilla. “İnovasyon İle Krizi Aşmak”. http://www.atillafiliz.com/makale.php?id=44 (erişim tarihi: 03.02.2010). Gemlik, Nilay, Fatma Ayanoğlu Şişman ve Nur Şişman. “Yenilik Yönetiminde Stratejinin Rolü ve Önemi”. http://www.idc.sdu.edu.tr/tammetinler/yonetim/yonetim50.pdf (erişim tarihi: 01.02.2010). Güleç, Hüseyin Başol. “İşletmelerde Yenilik Politikası ve Malatya’da Tekstil Sektöründe Uygulaması”. http://www.geocities.com/ceteris_tr2/hbg3.doc (erişim tarihi: 07.01.2010) Güleş, Hasan Kürşat ve Hasan Bülbül (2004). “Toplam Kalite Yönetiminin İşletmelerde Yenilik Çalışmalarına Katkıları”. Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 1 (2004): 115–129. Güngör, Başak (2003). “Biz Misafire Bakmıyoruz, Görüyoruz”. Gastronomi Otel Ekipmanları ve Yiyecek İçecek Dergisi. Aralık (45): 66–68. “Hizmet Sektöründe Bir İnovasyon Örneği”. http://www.morfikirler.com/yazi/hizmet- sektorunde_bir_inovasyon_ornegi (erişim tarihi: 22.11.2009). Holjevac, Ivanka Avelini (2003). “A Vision of Tourism and the Hotel Industry in the 21st Century”. Hospitality Management (22): 129–134. 159 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 http://www.euractiv.com.tr/turizm/article/sector-krizin-etkilerini-inovasyon-ile-silecek (erişim tarihi: 07.02.2010). http://www.inovasyon.com/2009/01/07avrupada-inovasyon-zamani/ (erişim tarihi: 15.02.2010). http://www.sheratonankara.com/o_f.asp?id=1 (erişim tarihi: 25.02.2010). İnsel, Aysu ve Ercan Sarıdoğan (2009). “İktisat Denizinde Fırtına: Yaratıcı Yıkım ve İnovasyon Dalgaları”. Vira Dergisi, Haziran. http://www.mimoza.marmara.edu.tr/~ainsel/Vira_July_2009.pdf (erişim tarihi: 01.03.2010). İrmiş, Ayşe ve Bilge Akça (2003). “Sektörlerin Araştırma-Geliştirme ve Yenilik Yaratma Eğilimleri: Denizli Örneği”. 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F., 22-24 Mayıs, Afyon.. Jong, P. J. De ve Patrick A. M. Vermeulen (2003). “Organizing Successful New Service Development: A Literature Review”. Management Decision 41 (9): 844–858. Kadıbeşegil, Salim (2009). “Titanik Neden 2 Kere Battı”. İnfomag, Ocak. http://www.salimkadibesegil.blogspot.com/.../titanik-neden-2-kere-batti.html (erişim tarihi: 01.03.2010). Kayalı, Cevdet A. ve Hüseyin Aktaş (2003). “Türkiye’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Yönetim Krizi ve Toplam Kalite Yönetimi”. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. 2003 (2): 31–48. Keskin, Ekin (2009). “Ekonomik Krizden Çıkışta Kaçırdığımız Nokta: İnovasyon”. http://www.21yyte.org/tr/yazararsiv.aspx?yazar=140 (erişim tarihi: 17.02.2010). Köroğlu, Ahmet (2004). “Turizm İşletmelerinin Muhtemel Krizlere Yönelik Hazırlık Çalışmaları ve Seyahat Acentalarında Bir Uygulama”. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 7 (12): 69–87. Kumcu, Ercan (2008). “Küresel Mali Kriz ve Türkiye”. Leaders, Aralık: 4–9. 160 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Mole, Kevin ve Les Worrall (2001). “Innovation, Business Bişkek 2010 Performance and Regional Competitiveness in the West Midlands: Evidence from the West Midlands Business Survey”. European Business Review 13 (6): 353–364. Mutlu, Arda. “Turizmde İnovatif Açılımlar-Turizm İnovasyonu”. http://www.yenilesim.org/index.php?...turizmde-inovatif-acilimlar-turizminovasyonu...inovasyonmakale... (erişim tarihi: 15.02.2010). Müftüoğlu, Tamer. “Global Rekabet ve Türk Kobileri”. Perşembe http://www.rekabet.gov.tr/dosyalar/perskonfyyn/perskonfyyn99.pdf Konferansları. (erişim tarihi: 01.03.2010) Oğuztürk, Bekir Sami (2003). “Yenilik Kavramı ve Teorik Temelleri”. Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 8 (2): 253–273. Öğüt, Adem, Tahir Akgemci, Emrah Şahin ve Ayşe Kocabacak (2007). “İşletmelerde Düşünce Aşamasından Patent Aşamasına Uzanan Süreçte Yenilik Stratejileri ve Buluş Yönetimi”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (17): 413–425. Özgenç, Ali (2009). “Krizin Panzehiri İnovasyon”. http://aliozgenc.typepad.com/ali_ozgenc/2009/04/krizin-panzehiri-inovasyon.html (erişim tarihi: 08.02.2010). Özözer, Yekta Ö (2009). “Şirketler İçin Kriz Yönetimi ve Pratik Öneriler”, http://www.gazeteparc.com/h37293-sirketler-icin-kriz-yonetimi-ve-pratik-oneriler.html (erişim tarihi: 17.02.2010). Özten, Erdem (2008). “Kobiler İçin Krizi Fırsata Dönüştürmenin Yolu: İnovasyon ve Kararlılık”. http://www.morfikirler.com/yazi/kobiler-icin-krizi-firsata-donusturmenin-yolu-inovasyon-vekararlilik (erişim tarihi: 12.02.2010). Öztürk, Yüksel ve Fatih Türkmen (2005). “Turizm İşletmelerinin Krizden Etkilenme Düzeylerine İlişkin Bir Araştırma”. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 8 (14): 167–198. Öztürk, Yüksel ve Fatih Türkmen (2006). “Turizm İşletmelerinin Kriz Dönemlerinde Uyguladıkları Pazarlama Stratejilerine Yönelik Bir Araştırma”. Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi 2006 (1): 74–95. 161 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Porter, M. E. (1992). The Competitive Advantage of Nations. Hong Kong: The Macmillan Press Ltd. Sarıkaya, Nilgün (2002). “Kalite İyileştirme Faaliyetlerinin Algılanmasının İşletme Performansı Üzerindeki Etkilerinin İncelenmesi ve Türkiye Uygulaması”. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya. Seçer, Ebru (2003). “Bizde ‘Hayır’ Sözcüğü Yoktur”. Gastronomi Otel Ekipmanları ve Yiyecek İçecek Dergisi. Aralık (45): 62–64. Tağraf, Hasan ve N. Talat Arslan (2003). “Kriz Oluşum Süreci ve Kriz Yönetiminde Proaktif Yaklaşım”. Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 4 (1): 149–160. Titiz, İsmet ve H. İlker Çarıkçı (2001). “Krizlerin İşletmeler Üzerindeki Etkileri ve Küçük İşletme Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”. Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 2 (1): 203–218. Toraman, Cengiz, Abdioğlu, Hasan ve Burcu İşgüden (2009). İşletmelerde İnovasyon Sürecinde Entelektüel Sermaye ve Yönetim Muhasebesi Kapsamında Değerlendirilmesi”. Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 11 (1): 91–120. Türksoy, Adnan (2007). “Konaklama İşletmelerinde Mali Başarısızlığa Yol Açan Etmenler”. Ege Akademik Bakış, Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 7 (1): 99–115. Victorino, Liana, Rohit Verma, Gerhard Plaschka ve Chekitan Dev (2005). “Service Innovation and Customer Choices in the Hospitality Industry”. Managing Service Quality 15 (6): 555–576. Yamaç, Kadir. “Nedir Bu İnovasyon”. http://www.genbilim.com/content/view/831/86/ (erişim tarihi: 20.02.2010). Yeloğlu, Hakkı Okan (2007). “Örgüt, Birey, Grup Bağlamında Yenilik ve Yaratıcılık Tartışmaları”. Ege Akademik Bakış, Ege Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 7 (1): 133–152. Yuzar, Özlem (2009). “Kriz Ortamında İnovasyon”. http://www.yapi.com.tr/sektorden/krizortaminda-inovasyon_65781.html (erişim tarihi: 12.01.2010). Zerenler, Muammer, Necdet Türker ve Esen Şahin (2007). “Küresel Teknoloji, Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) ve Yenilik İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (17): 653– 667. 162 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER: LATİN AMERİKA, GÜNEYDOĞU ASYA VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ Prof. Dr. Ekrem Erdem* Araş. Gör. Cüneyt Dumrul** Özet: 1980’li yıllardan itibaren gelişmekte olan ülkelerin iktisat politikaları, uluslararası ekonomik düzene intibak yönünde ve serbestleşme içerikli uygulanmıştır. Belirtilen intibak çabası, ekonominin reel kesiminde olduğu kadar finansal kesiminde de sürdürülmüş; 1980’li yıllardan günümüze birçok gelişmekte olan ülkenin finans sistemi dışa dönük bir şekilde serbestleştirilmiştir. Aynı dönemde finans sisteminden kaynaklanan ulusal ve küresel çapta meydana gelen krizler artmaya başlamış; şiddet ve sıklık bakımından da gelişmekte olan ülkeleri daha derinden etkilemiştir. Dolayısıyla, belirtilen finansal serbestleşmeye yönelik intibak sürecine ve son dönemde yaşanan küresel finansal krize yöneltilen eleştiriler de bu çerçevede artmaya başlamıştır. Belirtilenler doğrultusunda bu çalışmanın temel amacı, birbirleri ile benzer özelliklere sahip Latin Amerika, Güneydoğu Asya ülkeleri ile Türkiye’de uygulanan finansal serbestleşme politikaları ve finansal krizler arasındaki ilişkilerin ortaya konmasıdır. Söz konusu amaç doğrultusunda ilgili ülkelerde uygulanan finansal serbestleşme politikaları ve finansal krizler ele alınacak; belirtilen kavramlara ilişkin değişkenlerden yararlanılarak bir uygulama yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Finansal Sistem, Finansal Serbestleşme, Finansal Krizler, Latin Amerika, Güneydoğu Asya, Türkiye * Erciyes Üniversitesi, İİBF İktisat Bölümü Melikgazi/Kayseri, ekremerdem@erciyes.edu.tr Erciyes Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Melikgazi/Kayseri, cdumrul@erciyes.edu.tr ** 163 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FINANCIAL LIBERALIZATION POLICIES AND FINANCIAL CRISIS: EVIDENCE FROM LATIN AMERICA, SOUTH EAST ASIA AND TURKEY Abstract: Since the beginning of the 1980s, many developing countries have moved towards liberalization of their financial system and real economic activities. These policies aimed to provide the adoptation to new international economic order in developing countries as well as developed countries. During the same period, developing countries suffered from the financial crisis. which become a worldwide phenomenon in the last three decades. Economic problems, which emerged as a result of financial crises, have led to an increase in academic studies about the link betwen financial crises and financial liberalization policies. The latest global financial crisis has aroused scepticism about the benefits of financial liberalization policies. This paper attempts to examine the linkage between financial liberalization and financial crisis in Latin America, Southeast Asia and Turkey. These countries shared various features in the pattern and process of financial liberalization and financial crisis. In order to ensure this aim, we will test the effects of financial liberalization policies on financial crisis. Key Words: Financial System, Financial Liberalization, Financial Crisis, Latin America, Southeast Asia, Turkey. 164 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Giriş 1970’li yıllardaki petrol krizlerinin ve dünya genelindeki stagflasyonun etkisiyle gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) Keynesyen içerikli finansal baskı politikaları terk edilmiş ve finans sistemleri dışa dönük olarak serbestleştirilmiştir. Finansal küreselleşme olarak adlandırılan bu süreçle birlikte, özellikle 1990’lı yıllardan itibaren GOÜ’lerde finans sisteminden kaynaklanan krizlerin şiddeti, yayılma hızı ve sıklığı artmıştır. Bu krizler, finans sisteminin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için katlanılan maliyetlerin yanında, hâsıla ve işgücü kayıplarına da yol açmıştır. Nitekim, gelişmiş ülkelerde (GÜ) finansal kriz dönemlerinde kümülâtif hâsıla kaybının GSYİH’nin %10-15’ine ulaştığı görülmekte; GOÜ’lerde ise, finansal krizlerden kaynaklanan hâsıla kaybı GÜ’lere göre daha yüksek olmaktadır. Örneğin Şili, Arjantin, Kore ve Endonezya’da yaşanan finansal krizlerinin maliyeti sırasıyla GSYİH’nin %41, %55, %60 ve %80’ine ulaşmıştır (Ulusoy vd. 2001: 89; Delice vd. 2004, 114). Son yıllarda gelişen literatürde belirtilen durumun sebebini 1980’lerden sonra GOÜ’lerde, uygulanan dışa dönük finansal serbestleşmeye (veya McKinnon-Shaw hipotezi önerilerine dayanan politika uygulamalarına) bağlayan görüşler ağırlık kazanmıştır (Kar vd. 2004: 184; 186; Singh 2002: 3; Onur 2005: 149; Atamtürk 2007: 80). Uygulamalı ve teorik literatürde finansal serbestleşme politikaları ile finansal krizler arasında ilişki kuran birçok çalışma mevcuttur. Söz konusu ilişkiye dair literatürde iki hipotez sorgulanmaktadır. Bunlardan birincisi, finansal serbestleşme politikalarının ardından finansal krizlerin kaçınılmaz bir şekilde yaşanmasıdır. İkincisi ise, finansal serbestleşme politikalarından vazgeçmenin finansal krizlere yol açmasıdır. Bu çalışmanın amacı finansal krizlere ilişkin teorilerden yola çıkılarak, belirtilen iki hipoteze dair bulgular elde edilmesidir. Bu amacı gerçekleştirmek için ilk olarak finansal kriz ve finansal serbestleşme kavramları açıklanacak; daha sonra, ele alınan ülkelerde uygulanan finansal serbestleşme politikaları ile yaşanan krizler incelenecek; son olarak da, finansal krizlere ve finansal serbestleşmeye ilişkin göstergelerden yararlanılarak belirtilen iki hipoteze ilişkin çıkarımlar yapılacaktır. Çalışmanın uygulama kısmında 1980’li yıllardan sonra finansal serbestleşme politikaları uygulayan ve finansal krizlere maruz kalan yedi ülke (Meksika, Brezilya, Arjantin, Güney Kore, Malezya, Endonezya ve Tayland) ve Türkiye ele alınacaktır. Bu ülkelerin ele alınma sebebi, 1980 yıllardan sonra finansal serbestleşme politikalarını uygulayan ve önemli finansal krizler yaşayan belli başlı GOÜ’ler olmaları ve ekonomik açıdan birbirlerine olan benzerlikleridir. 165 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 I. FİNANSAL KRİZLERİN VE FİNANSAL SERBESTLEŞMENİN TANIMI Finansal krizler, bir iktisadî kriz türüdür ve nihaî olarak iktisadî krize neden olmaktadır. Bu nedenle tanımlanması gereken ilk kavram iktisadî krizdir. En genel anlamda iktisadî kriz konjonktür hareketlerinin bir evresi olarak daralmanın “alışılmış seviyenin” ötesinde ve daha derin bir dip noktasında yaşanmasıdır (Eroğlu vd. 2002: 90–94). İktisadî kriz, “herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya döviz/para piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda, kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmalar” olarak da tanımlanabilir. İktisadî krizler, genellikle krizin oluştuğu piyasalara göre sınıflandırılmaktadır. Buna göre, ekonominin reel sektör ve finans sektöründen oluştuğu düşünülürse; ekonomik krizlerin de başlıca iki türünün olduğu ileri sürebilir. Bunlar, reel sektör ve finans sektörü krizleridir. Reel sektör krizleri, mal-hizmet ve işgücü piyasalarındaki “miktar”larda, yani üretimde ve/veya istihdamda ciddi daralmalar (durgunluk ve/veya işsizlik krizi) biçiminde ortaya çıkmaktadır (Kibritçioğlu 2001: 1). Finansal krizler ise, finans piyasalarında işlem gören döviz kurları, bono ve hisse senetleri gibi finansal araçların fiyatlarındaki ve/veya miktarlarındaki anî ve sert düşüşler (veya değişmeler) olarak tanımlanabilir (Kibritçioğlu vd. 1999: 2). Başka bir tanımlamaya göre, finansal krizler finans sisteminde ortaya çıkan ve sistemin varlık değerlemesi, kredi tahsisi ve ödemelerin gerçekleştirilmesi gibi önemli işlevlerini kesintiye uğratan bir şok biçiminde tanımlanır (Crockett 1997: 2; Işık vd. 2004: 46). Finans krizleri, iktisadî kayıplara yol açabilecek fiyat dalgalanmalarının gerçekleşmesine ve finans kurumlarının ve bu kurumların muhataplarının sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirememelerine neden olur. Ayrıca, döviz kurlarındaki aşırı yükselme, dolaylı yabancı sermayenin ülkeden anî ve hızlı bir şekilde geri çekilmesi ve ülkelerin yoğun ödeme güçlüklerine düşmeleri finansal krizlerin diğer önemli sonuçlarıdır. Tüm bunlar, finans piyasalarının işlevlerini yerine getiremeyerek ekonominin genel bir krize girmesine yol açmaktadır (Ulusoy vd. 2001: 89; Eroğlu vd. 2002: 98; 103). Finansal krizler tasnif edilirken krizin ilk olarak ortaya çıktığı piyasalar dikkate alınmaktadır. Buna göre bir finansal kriz bankacılık krizinden, dış borç krizinden, borsa krizinden veya bir para/döviz krizinden kaynaklanabilir (Kibritçioğlu 2001: 9; Erdem 2008: 120). Finansal serbestleşme ise, finans piyasalarında (özellikle de bankacılık kesiminde) iktisadî birimlerin faaliyetlerini, kurumsal yapıyı ve araçları kontrol etmeye yönelik idarî ve teknik kısıtlamaların ve düzenlemelerin gevşetilmesinde veya tamamen yürürlükten kaldırılmasında uygulanan politika sürecidir. Bu süreç finansal deregülasyonun gerçekleştirilmesini, finansal baskı politikalarının ve çoklu döviz kuru uygulamalarının terk edilmesini, firmaların yurt dışından borçlanmasını ve yurt 166 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 dışına borç verebilmesini; özetle, piyasa kurallarının finans sisteminde geçerlilik kazanmasını içermektedir (Shaw 1973: 12; Ghosh 2005: 2; Galindo vd. 2002: 3; Mangır 2006: 460). Finansal serbestleşmenin finansal krizler açısından en önemli yönü finansal küreselleşmedir. Finansal küreselleşme ise, deregülasyon ve serbestleşme politikaları ile ulusal finans piyasaları arasındaki sınırların kalkması ve sınır ötesi sermaye akımlarının serbestleştirilmesi anlamına gelmekte ve literatürde belirtilen üç küreselleşme dalgasının sonuncu ve en önemli bileşeni olarak görülmektedir (Bakırtaş vd. 2004: 93; Das 2006: 1; Çıtak 2007: 200). II. FİNANSAL KRİZLERİN NEDENLERİ Finans sistemindeki krizler 1970’li yıllardan beri farklı nedenlerle ve modellerle açıklanmaktadır. Böylesi bir durumun nedeni, dünya ekonomisindeki gelişmelerdir. 1970’li yıllardan itibaren oluşan finansal krizlerin nedenlerini açıklayan modeller için beşli bir sınıflandırma yapılabilir (Delice 2003: 64): • Birinci kuşak modeller (spekülatif atak modelleri), • İkinci kuşak modeller (çoklu denge modelleri), • Üçüncü kuşak modeller (yayılma/bulaşma etkilerine ilişkin modeller) • Dışsal faktörlere dayalı modeller, • Diğer modeller. Belirtilen beş modelin birbirinden bağımsız olduğu söylenemez. Başka bir deyişle, bir finansal krizin oluşumu bu modellerden biri veya birkaçı ile açıklanabilir. Nitekim, ülke örneklerinde görüleceği üzere, finans krizlerinin oluşmasında birçok faktör birlikte etkili olmaktadır. Finansal krizlerin nedenlerinin açıklanmasında ilk olarak arz ve talepteki anî dalgalanmalar, ekonomideki belirsizliklerin artışı ve firma bilançolarının bozulması gibi makro ekonomik temellerdeki sorunlar dikkate alınabilir (Erdem 2008: 114). Böylesi durumlardan yola çıkılarak 1970’li yılların sonunda sabit döviz kuru sisteminde bütçe açıklarının para basma yoluyla giderilmesinin para krizi vasıtasıyla finans krizine yol açtığını gösteren modeller geliştirilmiştir. Bu modeller birinci kuşak para krizi modelleri (BKM) olarak adlandırılmaktadır. BKM’de bir para krizine ilişkin nedensellik ilişkileri, Krugman (1979), Flood vd. (1984), Obstfeld (1984), Agenor vd. (1992) ve Dooley (1998) gibi çalışmalarda geliştirilmiştir. BKM’de bir para krizi ve ardından gelen finans krizinde temel nedensellik ilişkisi makro ekonomik dengesizlikler ve spekülatif ataklar ile kurulmaktadır. Spekülatif ataklar ise, hükümetin bütçe açıklarını emisyon hacmini artırma suretiyle kapatmaya çalışmasından; bu nedenle, döviz fiyatlarının merkez bankası hedeflerinin dışında 167 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 oluşmasından ve oluşan fiyatın yükselme yönünde ivme kazanmasından kaynaklanmaktadır. Bu eğilime rağmen merkez bankasının döviz kurunu hedeflenen düzeyde tutmak istemesi, rezervleri kullanarak serbest piyasada sürekli biçimde döviz alım-satımı yapmasını gerektirmektedir. Bu alımsatım işlemleri, merkez bankasının rezervlerindeki aşırı dalgalanmayı artırmakta; merkez bankasının rezerv kontrolünde güç kaybetmesine de yol açmakta ve spekülatif atakların başlamasında bir sinyal oluşturmaktadır. 1980’li yılların ortalarında makro ekonomik dengesizlikler yaşamayan gelişmiş ülkelerdeki para krizlerine bağlı finans krizleri ise, ikinci kuşak kriz modellerinin (İKM) ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu modellerde BKM’nin basitleştirici varsayımları giderilmeye çalışılmış ve BKM’de belirtilen temel kriz sebeplerine ilaveten birçok olası durum ele alınmıştır. İKM’nin teorik çatısı, Obstfeld (1986; 1994)’de oluşturulmuştur. İKM’de bir finans krizi sabit döviz kuru politikası uygulayan bir ekonomide önemli bir dengesizlik olmasa bile, spekülatörlerin dövize doğru spekülatif atakları karşısında yetkili birimlerin döviz rezervlerini korumak adına yeterince önlem alamamasından kaynaklanmaktadır. (Obstfeld 1986: 72-73). İKM’de bir finans krizinin ortaya çıkmasında bankacılık sisteminin yaşadığı sorunların da etkili olduğu iddia edilmektedir. Bu modellere göre, 1990’larda yaşanan finans krizlerini anlamak için, bankacılık sistemindeki zayıflıkları da göz önünde tutmak gerekmektedir. Nitekim, 1982 yılında Şili’de, 1992 yılında Finlandiya ile İsveç’te ve 1997 yılında Güneydoğu Asya Ülkelerinde ortaya çıkan bankacılık krizleri ardından finans krizleri oluşmuştur. Literatürde ikiz krizler olarak adlandırılan bu durumda bir banka paniğinin finans krizine yol açtığı iddia edilmektedir (Erdem 2008: 132). Üçüncü kuşak kriz modelleri (ÜKM), 1997–1998 yıllarında Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan krizlerden sonra ortaya konulmuştur. Bu modellerin teorik temelleri Krugman (1997) ve Kruger vd. (1998) tarafından atılmıştır. ÜKM’de krizler konusunda teorik literatürdeki bazı kavramlar ve bazı kriz unsurları biraz daha ön plana çıkarılmıştır. Bu modellerde de ekonomik temeller göz önünde tutulmakta; ancak, finans krizlerinin oluşmasında küçük bir pay verilmektedir. Ayrıca, ÜKM’de çoklu denge analizleri ile de finansal krizlerin oluşumunun ve nedenlerinin açıklanabileceği iddia edilmektedir. Ancak, bu modellerde beklenti unsuru, İKM’de olduğu gibi, biraz daha ön plana çıkarılmaktadır. Öte yandan, finansal krizler konusunda dikkatler, bankacılık kesimi üzerine daha fazla çekilmektedir (Kaminsky vd. 1997: 3). Ayrıca, ÜKM’de uluslararası finans sisteminin işleyişindeki sorunlar ile finansal krizler arasında da bağ kurulmaktadır. Bu çerçevede finansal krizlere yol açabilecek üç etkene dikkat çekilmektedir. Bunlardan ilki, yükselen piyasalarda yatırımlara göre daha az risk belirlenmesine yol açan asimetrik bilgi ve bu soruna bağlı olarak ahlâkî tehlike ve ters seçim problemleridir. İkincisi ise, bankerlerin veya portföy yöneticilerinin grup 168 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 hareketleridir. Sonuncusu da, ülkeler arasındaki finansal veya ticarî bağlantılar gibi bazı aktarım kanallarının yol açtığı uluslararası yayılma (bulaşma) etkileridir (Kibritcioğlu vd. 1999: 5). Dışsal faktörleri esas alan modellerde ise, uluslararası ekonomik gelişmelerin krizlerin oluşmasında etken olabileceği iddia edilmektedir. Esasında yayılma/bulaşma etkileri ile ilişkilendirilebilecek bu modellerde, gelişmiş ülkelerin faiz oranları, döviz kurları veya dış ticaret hadleri gibi değişkenlerindeki aşırı dalgalanmaların GOÜ’lerde finansal krizlere yol açabileceği ileri sürülmektedir (Delice 2003: 65). Böylesi bir nedenselliğin oluşmasında etken faktör ise, dünya ekonomisindeki küreselleşmenin ve serbestleşmenin gerçekleşmesidir. Finans krizlerinin ortaya çıkmasında etken olan başka bir neden de, enflasyonu düşürmek adına uygulanan yanlış kur politikaları ve bu politikaların devalüasyonlara veya kurlarda aşırı dalgalanmalara yol açmasıdır (Erdem 2008: 114). Esasında, dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkede enflasyonu düşürmek adına uygulanan ve sabit döviz döviz kuruna dayalı bir stratejinin krizlerle sonuçlanacağı Türkiye’de dâhil olmak üzere birçok ülkede tecrübe edilmiştir. Nitekim, 1990’lı yıllardan sonra GOÜ’lerde uygulanan döviz kuru hedeflemesine veya para kuruluna dayalı enflasyonla mücadele stratejilerinin büyük bir çoğunluğu finansal krizlerle sonuçlanmıştır. Neo-klasik iktisadın alt ekollerinden olan monetaristlerin bakış açısından finansal krizlerin sebebi, para politikasındaki yanlış uygulamalardır. Bu nedenle, monetaristler finansal istikrar ile parasal istikrar arasında yakın bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler (Crockett 1997: 2–3). Monetaristlerin belirtilen görüşü, her ne kadar 1980’li yıllardan sonra uygulanan serbestleşme politikalarını savunmak adına ileri sürülse de, GOÜ’lerde 1980’li yılların ardından ortaya çıkan çoğu finansal krizin temel nedenlerine uyarlanabilir. Nitekim, söz konusu ülkelerde uluslararası finans kuruluşlarının da telkinleriyle uygulanan para politikası stratejilerinin finansal istikrarsızlıklarla birlikte finansal krizler ile sonuçlandığı görülmektedir. Başka bir deyişle, finansal krizlerin nedeni monetaristlerin iddia ettiği gibi doğru olmayan para politikası stratejileri olabilir; ancak, doğru olmayan para politikası stratejileri zaten monetarist yaklaşımı esas alan uluslararası finans kuruluşları (özellikle de IMF) tarafından telkin edilebilmiştir. III. FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER Finansal serbestleşmeye yönelik politika uygulamalarından sonra özel finans sermayesinin uluslararası düzeyde hareketlilik kazanmasının, ülkelerdeki finansal krizlerin temel kaynaklarından biri ve hatta en önemlisi olabileceği literatürde sıkça vurgulanmaktadır. Finansal sermayenin aşırı ve/veya kontrolsüz akışı ile finansal krizlerin daha fazla sorun teşkil etmesi, 1980’li yıllarda birlikte görülen iki vak’adır. Nitekim, belirtilen akımlar döviz kurunda istikrarsızlıklar yaşanmasına neden 169 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olabilmektedir. Döviz kurunda belirtilen sebeplerle yaşanan istikrarsızlıklar karşısında GOÜ’ler iktisadî istikrarın tesisi için kurlara doğrudan müdahale etmişlerdir. Böylesi bir durumda, hem firmalar hem de finansal aracılar açıklanan kur politikasına güvenerek döviz cinsinden borçlanma düzeylerini artırmaktadır. Ancak, herhangi bir devalüasyon veya ulusal paranın yabancı paralar karşısında değer kaybetmesi, finans piyasalarında şiddetli bir istikrarsızlığa ve ardından krizlere neden olmaktadır (Tobin 1978: 153; Ulusoy vd. 2001: 89). Nitekim, borç işlemlerinin yabancı paralarla yapılabildiği bir finans sisteminde “döviz kuru riski” borç alanlar açısından önemli bir tehdittir ve bu tehdit döviz kurlarının kısa bir süre içerisinde yüksek dalgalanma gösterebileceği GOÜ’lerde daha da yıkıcı hale gelmektedir. Dışa dönük finansal serbestleşme politikalarının uygulanmasından sonra, GOÜ’lerde ulusal merkez bankaların nihaî ödünç mercii olma işlevleri de zayıflamıştır. Bu durum finansal serbestleşme ile finansal krizler arasındaki ilişki açısından önem arz etmektedir. Nitekim, bir ulusal ekonomi finansal açıdan ne kadar dışa kapalı ise, merkez bankalarının belirtilen işlevi yerine getirmesi de o kadar kolaylaşmaktadır. Merkez bankalarının belirtilen işlevi özellikle bankacılık sistemindeki istikrarsızlıklara müdahale etmede önem kazanmaktadır. Dışa dönük finansal serbestleşme sonrasında GOÜ’lerdeki merkez bankalarının belirtilen işlevlerinin zayıflaması, bu ülkelerin bankacılık sistemindeki istikrarsızlıklar karşısında bir uluslararası nihaî ödünç merciiye ihtiyaçlarını da artırmıştır. Bu ihtiyacı doğrudan karşılaması beklenen ve akla ilk gelen kurum, IMF’dir. Ancak, IMF kuruluş felsefesi dâhilinde 1990’lı yıllara kadar ülkelerin sadece ödemeler bilançosuna ilişkin sorunlarıyla ilgilenmiş ve bir nihaî ödünç mercii işlevi görmemiştir. IMF’nin ulusal bankacılık sistemlerine yönelik müdahaleleri ise, daha ziyade uluslararası yatırımcıların kaybını önlemeye yönelik bir istihbarat birimi şeklindedir. Nihaî ödünç mercii olma dışında IMF uluslararası finans sisteminin, tıpkı bir merkez bankası gibi, koruyucusu ve gözetleyicisi olabilir. Ancak, IMF bir merkez bankasının tersine kredi veren kurumları ve ülkeleri değil krediyi alan kurumları ve ülkeleri gözetlemekte ve koruma işlevini daha ziyade kredi verenler üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu strateji dâhilinde kriz dönemlerinde GOÜ’lerin makro ekonomik performanslarını düzeltmek adına önerdiği politikalar ise, krizlerin ağırlığını artırabilmektedir (White 2003: 252–253, 255; Seyidoğlu 2003: 144; Arın 1998: 13). Yeni Keynesyen ve Post-Keynesyen iktisatta da GOÜ’lerin ve bunların finans piyasalarının kendilerine has özellikleri itibariyle serbestleşmenin ve küreselleşmenin finansal krizlerin kaçınılmaz sebebi olduğu iddia edilmektedir. Finansal serbestleşme-kriz ilişkilerini belirtilen temelde ele alan çalışmalardan Mishkin (2004)’e göre, asimetrik bilgiden kaynaklanan ters seçim ve ahlâkî tehlike sorunları finansal krizlerin sebeplerini görmede önemli unsurlardır. Çalışmaya göre, finansal krizlerin 170 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olası ve önemli beş sebebi vardır. Bunlar; faiz oranlarındaki artış, belirsizliklerdeki artış, bilançolar üzerindeki varlık piyasalarının etkisi, bankacılık sistemindeki sorunlar ve kamunun malî dengesizlikleridir (Mishkin 2004: 189). Belirtilen nedenler 1980’li yıllardan sonra finans sistemine uygulanan politikaların sonuçları ile özdeşleştirilebilir. Başka bir deyişle, MacKinnon-Shaw yaklaşımının telkinleri ile uygulanan finansal serbestleşme ve küreselleşme politikalarının sonuçları finansal krizlerin sebepleri olmuştur. Her ne kadar finansal serbestleşmenin finansal krizlerin önemli bir nedeni olduğu literatürde daha çok iddia edilse de, neo-klasik literatüre yakın iktisatçılar serbestleşme yönündeki politikalardan uygulama sonrası hemen geri adım atılmasının ve ülkelerin finansal baskı politikalarına geri dönmelerinin finansal krizlerin nedeni olduğunu iddia etmektedirler. 1997–1998 yıllarında Malezya’da yaşanan krizler bu duruma örnek olarak gösterilmektedir (Ang vd. 2005: 6). Ayrıca, ekonomi üzerinde krizler yoluyla olumsuz etkilere yol açabilmesine karşın finansal serbestleşmeden kaçınmanın doğru olmayacağı; finansal serbestleşmeden kaçınmak yerine, geçiş dönemlerinde daha şeffaf bir finans sisteminin tesisi gereği de literatürde iddia edilmektedir (Mehrez vd. 1999; Bakırtaş vd. 2004: 98). Sonuç olarak, finansal krizlerin GOÜ’lerdeki finansal serbestleşme uygulamaları ile artması, daha önce belirtildiği gibi, birçok şekilde yorumlanabilir. Örneğin, GOÜ’lerdeki finansal serbestleşme sonrasında kaçınılmaz bir biçimde istikrarsızlıklar yaşandığı ve bunun da krizlere yol açtığı iddia edilebilir. Diğer taraftan, finansal serbestleşmenin yanı sıra ekonominin tam rekabet koşullarına göre yetkin bir şekilde düzenlenmemesinin, böylesi krizlerin önemli bir nedeni olduğu da iddia edilebilir. Böylesi bir bakış açısından, finansal serbestleşme sonrasında kötü politika uygulamalarının olumsuz etkilerini hemen göstermesi ekonomi açısından bir avantaj olarak da değerlendirilebilir (Singh 2002: 9; 11; Onur 2005: 130). Sebebi her ne olursa olsun, literatürde finansal serbestleşme politikaları ile finansal krizler arasında tutarlı ilişkiler kurulmaktadır. Bu noktada, söz konusu ilişkilerin doğru bir şekilde açıklanması ve farklı olasılıklara göre finansal serbestleşme politikalarının uygulanması, krizlerin olumsuz etkilerinden sakınmak için gereklidir. IV. FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER: LATİN AMERİKA ÜLKELERİ, GÜNEYDOĞU ASYA ÜLKELERİ VE TÜRKİYE Bu alt bölümde finansal serbestleşme ve finansal krizler konusunda benzer süreçleri yaşamış ülkeler ele alınacaktır. Bölümün alt kısımlarında her bir ülkenin finansal serbestleşme aşamalarından ve finans krizlerinin oluşum mekanizmalarından bahsedilecektir. 171 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 IV.1. Latin Amerika Ülkelerinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: 1980’li yılların başında Latin Amerika ülkelerinde birçok GOÜ’de görüldüğü gibi önemli derecede makro ekonomik sorunlar söz konusuydu ve bu ülkelerin finans sistemleri gelişmiş bir yapı arz etmediği gibi yeterli denetim ve düzenlemeden de yoksun olmuştur. Latin Amerika ülkelerinde bu yıllarda yaşanan borç krizlerinin çözümünde birçok GOÜ’de olduğu gibi finansal serbestleşme politikaları tercih edilmiştir (Güloğlu vd. 2002: 115). Latin Amerika ülkelerinden Arjantin’de finansal serbestleşmenin ilk adımı olarak 1977 yılında kredi kontrolleri kaldırılmış ve 1980 yılında dolaylı yabancı sermaye hareketlerine yönelik kısıtlamalar gevşetilmiştir. Arjantin’de finansal serbestleşme politikalarının çok kısa zaman içerisinde gerçekleşmesi sonrasında 1981 yılında bankacılık krizleri yaşanmış ve finansal baskı politikaları tekrar uygulanmıştır. 1987 yılında finansal serbestleşme politikalarına yeniden dönülmüş ve mevduat faiz oranları serbest bırakılmıştır. 1993 yılında ise, kredi kontrolleri önemli ölçüde azaltılmıştır (Levine vd. 1998: 1175; Mehrez vd. 1999: 24; Güloğlu vd. 2002: 116). Brezilya’da ise, finansal serbestleşme politikaları ilk olarak 1976 yılında faiz oranlarına ilişkin tavanların kaldırılmasıyla uygulansa da 1979 yılında faiz tavanları tekrar getirilmiştir. 1980’li yılların başında yaşanan borç krizlerinin etkisiyle finansal serbestleşme politikalarına tekrar dönülmüş; 1987 yılından itibaren finans sisteminde serbestleşme ve deregülasyon içerikli politikalar uygulanmaya başlamış ve 1989 yılında mevduat faizlerine ilişkin tavan politikası yine kaldırılmıştır. 1990’lı yılların ilk yarısında da dolaylı yabancı sermaye hareketlerine serbestlik sağlanmıştır (Mehrez vd. 1999: 25; Hermann 2002: 72; 91). Meksika’da da finansal serbestleşmeye yönelik adımlar 1972 yılında atılmış ve bu yılda yabancı doğrudan yatırımlar üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmıştır. Meksika 1980’lerin ortalarından itibaren tüm ekonomisini Washington Uzlaşısı’na göre düzenlemeye başlamış ve 1989 yılında mevduat ve kredi faiz oranlarının yanı sıra dolaylı yabancı sermaye akımları serbestleştirmiştir. Finansal serbestleşmeye yönelik ciddi adımların başlangıç tarihi de bu yıl olarak kabul edilmektedir. Bu politikanın ardından 1992 yılında ulusal bankalar özelleştirilmiş ve yeni bankaların sisteme girişini kolaylaştıran düzenlemeler yapılmıştır (Mehrez vd. 1999: 25; Krugman 2001: 43). 1990’lı yılların başından itibaren ekonominin her alanında hızlı bir serbestleşme stratejisi izleyen ve bu strateji dâhilinde bankalarını özelleştiren Meksika 1994 yılının sonunda para piyasalarında yaşanan panik ile bir finansal krize maruz kalmıştır. Meksika’da yaşanan kriz öncesinde makro ekonomik dengesizlikler ve siyasal istikrarsızlıklar söz konusu olmuştur. Bunların yanında, zayıf finans sistemini korumak için yurt içi faiz oranları düşük tutulmuş ve kriz öncesinde parasal genişlemeye tezat bir şekilde döviz kurları belli bant aralığında tutulmuştur. Söz konusu kur politikasının neden olduğu dış ticaret açığı ise, kısa vadeli yabancı sermaye hareketleri ile finanse 172 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 edilmiştir. Krizi tetikleyen olay ise, piyasalarda döviz kurunun aşırı değerlendiğinin düşünülmesi, aşırı düzeyde bir devalüasyon olacağı beklentisi ve merkez bankasının rezervlerinin çok yetersiz olduğunun görülmesidir. Oluşan baskı sonucunda ulusal para dalgalanmaya bırakılmış ve bir krizin tipik göstergesi olarak ulusal paranın değeri yarı yarıya azalmıştır (Boughton 2000: 274–275). Ancak, krizin diğer Latin Amerika ülkelerine ve dolayısıyla kendisine bulaşacağından endişelenen ABD’nin de yardımıyla bu kriz az bir kayıpla atlatılmıştır. Brezilya 1994 yılında enflasyonu kontrol altında tutmak için para politikalarında önemli bir reform yaparak ulusal parasını ABD Dolar’ına bağlamış ve kur sistemini de belli bir band aralığında yönetimli dalgalanmaya tâbi tutmuştur. 1990 yılların sonuna doğru Güneydoğu Asya ülkeleri ile Rusya’da yaşanan krizler Brezilya’da ulusal paranın aşırı değerlenmesinde bir etken olmuştur. Böylesi bir durum 1999 yılına kadar ulusal paranın reel değer kazanmasına ve uluslararası rekabet gücünün düşerek dış ticaret açığına yol açmıştır. Dış ticaret açığının borçlanmayla sürdürülemez hale gelmesiyle Ocak 1999’da belirlenen bantlar genişletilmiştir. Ancak, bu politika da yeterli olmayınca kurlar bant belirlenmeksizin dalgalanmaya bırakılmış ve ardından önemli bir finansal kriz yaşanmıştır. Özetle, Brezilya krizi döviz kurunun çapa kabul edildiği ve enflasyonu azaltmaya yönelik bir istikrar programının ardından yaşanmıştır. Başka bir deyişle, İKM’de ve ÜKM’de belirtilen finansal krizlerin yayılma etkileri Brezilya krizinde de etken olmuştur. Literatürde Brezilya’nın finans sisteminin Güneydoğu Asya ülkelerine göre daha sağlam temellerde olduğu ve bu yüzden krizin bir etkeni olmadığı da iddia edilmektedir (Ferreira vd. 2002: 143–144; 160). Arjantin ise, 1990’lı yıllara kadar hiper-enflasyon sorununu gideremeyen ve bu sebeple ekonomisinde önemli yapısal sorunlar yaşayan bir Latin Amerika ülkesidir. 1991 yılında enflasyonla mücadele için para kurulu benzeri bir politika uygulanmaya başlanmış ve ulusal paranın değeri Brezilya’da olduğu gibi ABD Dolar’ına bağlanmıştır. Bu politika Brezilya ve Türkiye’de yaşanan krizlere benzer bir duruma yol açmış; ulusal para aşırı değerlenmiş ve dış ticaret açığının artması ile bir finansal kriz yaşanmıştır. Krizin başka bir tetikleyicisi ise, Arjantin’in yakın ticaret ortaklarından Brezilya’da 1999 yılında yapılan devalüsyondur. Bu devalüasyon ile Arjantin’deki bazı sektörler olumsuz etkilenmiştir. Ayrıca, literatürde kriz öncesinde Arjantin’in malî disiplinini sağlayamaması da krizin oluşmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra, krize doğru dolaylı yabancı sermaye hareketlerindeki anî düşüş krizin ortaya çıkmasında önemli bir etken olmuş ve 2001 yılında finans krizi yaşanmıştır (Kehoe 2002: 609–610; 621–624). IV.2. Güneydoğu Asya Ülkelerinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: 1980’li yılların ardından GOÜ’lerde yaşanan finansal krizlerin bir kısmında kriz öncesinde temel makro iktisadî verilerde ciddi bir bozukluk görülmemiştir. Belirtilen duruma en önemli örnek 173 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olarak 1990’lı yılların sonunda ciddi finansal krizler yaşayan Güneydoğu Asya ülkeleri gösterilmektedir (Mishkin 1999: 10; Eroğlu vd. 2002: 171; 106–107). Böylesi bir durum MacKinnonShaw yaklaşımı taraftarlarının ve serbestleşme yönünde politikaları savunanların finansal krizlere getirdikleri açıklamalar ile tezat teşkil etmektedir. Nitekim, belirtilen yaklaşımlara göre finansal krizlerin nedeni esasında finansal serbestleşme ve küreselleşme uygulamaları değil; ekonomi politikalarının müdahaleci bir anlayışta yürütülmesi ve bunların da temel makro dengelerde yarattığı bozukluklardır. Belirtilenlerden hareketle, finansal serbestleşme ile finansal kriz ilişkisinin teyit edilmesinde Güneydoğu Asya ülkelerinin incelenmesi gerekmektedir. Güneydoğu Asya ülkelerinden Endonezya’da finansal serbestleşme politikalarına birçok GOÜ’de olduğu gibi 1980’li yıllarda başlanmış ve 1983 yılında faiz oranları serbest bırakılmıştır. 1988 yılında yabancı bankaların ortak girişimler tesis etmelerine izin verilmiş; 1989 yılında ise, kamu girişimlerine ait mevduatların tutulmasına ilişkin kamu bankalarının tekeli kaldırılmıştır. Yine 1989 yılında dolaylı yabancı sermaye hareketlerine ilişkin kısıtlamalar kaldırılmıştır (Mehrez vd.1999: 26; Kar vd. 2004: 185; Sharma 2001: 83). Malezya’da ise, finansal serbestleşme politikalarının uygulanmasına 1970’li yıllarda başlanmıştır. 1978 yılında faiz oranlarının piyasada belirlenmesi ve sermaye hesabının tam anlamıyla serbestleşmesi bu politikaların ilk ve önemli adımıdır. Faiz oranlarına yönelik bu serbestlik 1985 yılındaki dünya resesyonu nedeniyle bir süre terk edilmiştir. 1986 yılında Malezya ekonomisinde doğrudan ve dolaylı yabancı yatırımlara ilişkin serbestleşme uygulamaları doruk noktasına ulaşmıştır. 1991 yılında da faiz oranlarının piyasada belirlenmesi sağlanmıştır (Ang vd. 2005: 6; Mehrez vd. 1999: 26; Levine vd. 1998: 1175). 1990’lı yıllardan kriz yıllarına kadar Malezya ekonomisi yıllık ortalama %8 oranında büyümüştür. Ancak, bu yıllarda finansal sistemin kırılganlığı göze çarpan bir zafiyet olmuştur. Uygulanan bu politikalarla Melezya’nın Asya krizinde, krize karşı en zayıf ülke olmasına yol açtığı iddia edilmektedir (Ang vd. 2005: 6). Tayland’da da 1980’li yılların ardından finansal serbestleşme politikaları uygulanmaya başlanmış ve kredi kontrolleri aşamalı olarak kaldırılmıştır. 1985 yılında yurt içine yönelik yabancı yatırımlar üzerindeki kısıtlamalar azaltılmıştır. 1988 yılında ise, dolaylı yabancı sermayenin anapara ve faiz kazançlarının ana ülkeye geri dönmesine ilişkin kısıtlamalar da kaldırılmıştır. Bu yıllardan itibaren finansal serbestleşme politikaları yürürlüğe tam anlamıyla konulmuştur. 1990 yılında yabancı bankaların faaliyet göstermesine izin verilmiş ve 1992 yılında kredi faizlerine uygulanan tavanlar kaldırılmıştır (Levine vd. 1998: 1175; Mehrez vd. 1999: 26). Son olarak Güneydoğu Asya ülkelerinden Güney Kore’de ise, dolaylı yabancı sermaye hareketleri 1983 yılından itibaren aşamalı olarak kaldırılmıştır. Ayrıca, 1990’lı yılların başından itibaren Güney Kore’nin bankacılık sistemi uluslararası finans sistemi ile bütünleşmeye başlamıştır (Demetriades vd. 1999: 788; Mehrez vd. 1999: 26). 174 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tayland 2 Temmuz 1997’de bir devalüasyon yapmış ve bu devalüasyon, bölgede rekabetçi devalüasyonlara yol açmıştır. Devalüasyon dalgası ve bu devalüasyonun sonucunda finans piyasalarının kötü durumunun ortaya çıkması, yabancı yatırımcılarda bir panik dalgası yaratmıştır. Bu panik sonucunda, kısa vadeli yabancı sermaye akışı tüm şiddeti ülkeden geri çekilmiş ve kriz de aynı şiddette patlak vermiştir (Aslantaş vd. 1998). Literatürde Güneydoğu Asya krizinin sebeplerine ilişkin neo-klasik ve neo-Weberci olmak üzere iki yaklaşım söz konusudur. Neo-klasik yaklaşım kriz sebeplerinin içsel olduğunu; neo-Weberci yaklaşım da dışsal olduğunu iddia etmektedir. Krizin içsel sebepleri BKM’de olduğu gibi makro ekonomik dengesizliklere bağlanırken; dışsal sebeplerin ise, kendi kendini besleyen beklentilerin olduğu ve bunların da spekülatif ataklarla krizlere yol açtığı iddia edilmektedir (Demetriades vd. 1999: 781; Glassman 2001: 122). Belirtilen dışsal sebeplere zemin hazırlayan durum ise, kriz yaşayan ülkelerin finans sistemlerindeki zayıflıklar ve bozukluklardır. Zira, kriz öncesinde temel makro ekonomik değişkenlerde çok büyük olumsuzluklar görülmezken; özellikle, söz konusu ekonomilerin finans sistemlerine ilişkin göstergelerdeki olumsuzluklar artmıştır. Bu durum kendini, bankacılık bilançolarındaki kötüleşme ve likidite sıkıntısı ile göstermiştir. Finans sistemindeki bozuklukların veya zayıflığın temel nedeni ise, finans sistemine yönelik gerekli bir gözetimin ve denetiminin olmaması veya mevcut kuralların yeterince uygulanmamasıdır. Bu denetim eksikliğinin yanında finansal serbestleşmeye şeffaflık eksikliği ile birlikte girilmesi, bu ülkelerin finans sistemlerinin zayıflığını artıran başka bir faktördür (Eğilmez vd 2002: 260–261; Delice vd. 2004: 116). Güneydoğu Asya krizinde finans sistemindeki sorunların başka bir kaynağı ise, hükümetlerin getirmiş olduğu zımnî veya açık mevduat garantileridir. Özellikle bu ülkeler arasında Güney Kore’de bankalara hükümet tarafından sağlanan zımnî ve açık garantiler, bankacılık sisteminde iki soruna yol açmıştır. Bunlardan birincisi, durumları ne olursa olsun bankaların dışarıdan borçlanma imkânına kavuşmasıdır. İkincisi ise, hükümetin sağladığı bu güvencenin, politikacılar tarafından istismar edilmesidir. Bu surette kredilerin dağılımı bankacılık gereklerine göre değil, politikacıların eş-dost kapitalizmi anlayışına göre gerçekleşmiştir (Gong 2003: 163). Güneydoğu Asya krizine gösterilen başka bir sebep de, aşırı boyutlara varan kısa vadeli yabancı sermaye girişleridir. Kriz öncesinde uygulanan sabit kur sistemi, dolaylı yabancı sermaye akımları için kur riskini büyük ölçüde gidermiştir. Kur riskinin ortadan kalkması, bu ülkelere yönelen kısa vadeli yabancı sermaye hareketlerinin boyutunu artırmıştır. Ancak, kısa vadeli yabancı sermaye hareketlerini belirleyen tek etken döviz kurlarındaki istikrar değildir. Herhangi bir ekonomik istikrarsızlık veya irrasyonel sebep (özellikle grup hareketleri) kısa vadeli yabancı sermayenin ülkeden hızla geri çekilmesine yol açabilir. Kriz yaşayan ülkelerde özellikle finansal göstergelerin 175 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olumsuz sinyaller vermesi, kısa vadeli yabancı sermaye bu ekonomilerden hızla geri çekilmesine yol açmıştır. Hükümetler, politikaları gereği dolayı yabancı sermaye akımlarındaki bu tersine hareketi önlemede sabit kur politikasına fazlaca güvenmişler ve bu nedenle rezervlerini kullanmak suretiyle sistemi korumaya devam etmişlerdir. Ancak, rezerv azalışı yabancı yatırımcıların beklentilerini daha da kötüleştirmiş ve sonuçta kısa vadeli yabancı sermayenin yurt dışına kaçışı, rasyonel sebeplere dayalı olarak, daha fazla şiddet kazanmıştır (Larrson 2003: 143–144). IV.3. Türk Ekonomisinde Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: 1980’li yıllara kadar Türk finans sistemine Keynesyen içerikli baskı politikaları uygulanmıştır. 1970’lerin sonunda yaşanan ekonomik ve siyasal kriz sonucunda küresel ekonomideki konjonktüre uygun olarak Türk ekonomisinde finansal serbestleşme politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Bu amaçla, 1980 yılında kredi faizleriyle tasarruf mevduat faizlerinin piyasa koşullarında belirlenmense izin verilmiştir. Belirtilen yıldan itibaren hem sermaye piyasalarının hem de bankacılık sisteminin gelişmesinde gerekli altyapının tesisi için çaba gösterilmiştir. Finansal serbestleşme politikaları ile bir yandan finans sisteminin kendi içerisinde daha rekabetçi bir yapı kazanması hedeflenmiş; diğer yandan da, dışa dönük finansal serbestleşme ile yurt dışı fon olanakları artırılmaya çalışılmıştır. Türk ekonomisinde dışa dönük finansal serbestleşmenin milâdı ise, 1989 yılıdır. Bu yıldan itibaren dolaylı yabancı sermaye hareketlerine yönelik tüm kısıtlamalar kaldırılmış ve aynı zamanda finans sisteminden kaynaklanan irili ufaklı birçok kriz 1990’lı yılların önemli bir ekonomik sorunu olmuştur. Bu alt bölümde finansal serbestleşme politikalarının ardından Türk ekonomisinde yaşanan iki büyük kriz nedenleri itibariyle ele alınacaktır. IV.3.1. 1994 Finans Krizi: 24 Ocak kararlarından 1990’lı yıllara kadar dış finansman olanaklarının artması ve siyasal istikrarın etkisi ile ekonomide olumlu bir hava oluşmuş ve belirtilen dönem, bazen dalgalanmalar yaşansa da, hızlı büyümenin yaşandığı yıllar olmuştur. Ancak, söz konusu olumlu hava 1989 yılından itibaren sona ermiştir. Literatürde dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının, bankacılık sektöründeki aşırı genişlemenin, döviz-tahvil-para piyasalarındaki hızlı değişmelerin ve bu piyasaların spekülatif ataklara karşı zayıf yapısının 1989 yılına kadar Türk ekonomisinde büyüme konusunda yaşanan olumlu havanın sona ermesinde ve iki büyük finans krizinin oluşmasında temel etkenler olduğu iddia edilmektedir (Karluk 1999: 409; Kansu 2004: 154; Onur 2005: 141). 1980 sonrası dış borçlanma imkânlarının artması ile birlikte gerek siyasal otoritenin gerekse finans sisteminin giderek artan bir şekilde ülkenin dış borç stokunu artırması, yeni bir yapısal bozukluğa yol açmıştır. Belirtilen yapısal bozukluk, kamu maliyesinde çöküş, dış borcun çevrilmesinde güçlük ve dış ticaret açıklarında kontrolsüz artış olmak üzere üç boyutta gelişmiştir (Toprak 1996: 151– 152; Kansu 2004: 158; 167; Onur 2005: 141). Dış ticaret açığındaki artışa mukabil kamu açıklarını giderme adına dış borçlanma konusunda siyasal iktidarın hoyrat tavrı, dış borç stokunu da 176 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 artırmıştır. Ayrıca, dış borçlanma imkânlarının artması ödemeler bilançosunun sağlıksız bir şekilde dengelenmesine neden olmuş ve söz konusu durum önemli bir yapısal bozukluk olarak finans sistemini de olumsuz etkilemiş; kriz boyutuna ulaşmasa da 1994 yılına kadar bu piyasalarda dalgalanmalar yaşanmıştır. 1994 yılından önce finans piyasalarında yaşanan ve kriz boyutuna ulaşmayan dalgalanmalar kendisini Türk Lirası’na olan talebin azalması ve bütçe-cari işlemler açığının artışı şeklinde göstermiştir. Belirtilen sıkıntıların aşılması için iç piyasadan borçlanma yoluna gidilmiş; kamu kesimi borçlanma gereği ve yurtiçi faiz oranları artmış; sene başında TL kısmen devalüe edilmiş; ancak, bu politikalar da geçici ve hatta ileride sıkıntı yaratıcı çözümler olmuştur. Kaldı ki, borçlanma politikası iyi bir şekilde yürütülmediği için kamu borç ödemeleri, etkisini önce finans sisteminde; sonra da, tüm ekonomide gösterecek bir biçimde, sıkıntılara sebep olmuştur. Zira, finansal serbestleşme ile artan faiz oranları kamu borçlanmasının ve ardından da özel kesim borçlanmasının maliyetini artıran bir faktör haline gelmiştir. Yükselen faiz oranlarının başka bir etkisi ise, tasarruf yerine spekülatif özellikle sahip dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin artması olmuştur. Tüm bu gelişmelere rağmen para politikasının iyi bir şekilde yönlendirilmemesi ve maliye politikasında da aynı durumun söz konusu olması, krizi kaçınılmaz hale getirmiştir (Toprak 1996: 152–153; 169; Eroğlu vd. 2002: 192; Kansu 2004: 160; Onur 2005: 141). 1994 yılı başında önceki dönemlerde iç fiyat düzeyini düşük tutma adına döviz kurunun baskı altına alınması ve sonuçta TL’nin değerlenmesi, dış ticaret ve cari işlemler açığının sürdürülemez boyuta ulaşmasına yol açmıştır. Batı ekonomilerinin durgunluğa girmesi ve Moody’s ve Standart and Poors kredi derecelendirme şirketlerinin Türk ekonomisinin kredi notunu düşürmesi ile dış borçlanmanın daha maliyetli hale gelmesi, krize giriş sürecini daha da hızlandırmıştır. Bütün bunların üstüne bankacılık sisteminin oligopolistik yapısı ve kur riskinin düşük olmasından dolayı sistemdeki açık pozisyonların artması; dönem sonunda ise, açık pozisyonlarını kapatmak isteyen bankaların Merkez Bankası rezervlerini eritecek denli talepte bulunmaları, finansal paniği ve ardından krizi tetiklemiştir (Toprak 1996: 153; 168–169; Karluk 1999: 409; Kansu 2004: 160). IV.3.2. 2000–2001 Finans Krizi: 5 Nisan Kararları ile enflasyonu hızla düşürme, ulusal paraya istikrar kazandırma, ihracatı artırma, iç ve dış dengeyi sağlama, sürdürülebilir ve istikrarlı büyümeyi tesis etme gibi temel makro hedeflerin sağlanması amaçlanmıştır. Belirtilen makro hedeflerle uyumlu bir şekilde finans piyasalarının daha etkin işlemesi için merkez bankasının özerklik kazandırılmaya çalışılmış ve sermaye piyasasındaki bazı finansal aracılara yönelik düzenleyici esaslar getirilmiştir. 1994 krizi sonrasında finans sistemine yönelik bir güvensizlik oluşmaması için de 177 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 mevduatlara devlet tarafından sınırsız güvence getirilmiştir (Ulusoy vd. 2001: 90; Eroğlu vd. 2002: 193; 196). 1994 yılından sonra belirtilen hedefler doğrultusunda bazı reformlar gerçekleştirilmeye çalışılsa da, uzun vadede giderilecek yapısal sorunlar için sonuç alınamamıştır. Krizden sonra kronik enflasyon sorunu devam etmiş; dolaylı yabancı sermayeyi cezp etmek adına yüksek faiz politikası uygulanmış; yurt içi borçlanma hacmi sürekli yükselmiş ve tüm bunların sonucunda ekonominin yapısal kırılganlığı artmıştır (Kansu 2004: 168). Nitekim, 1997 Asya ve 1998 Rusya krizlerinin olumsuz etkilerinin Türk ekonomisine kolayca sirayet etmesi, yapısal önlemlerin uygulanamadığını; uygulansa da henüz sonuç alınamadığını göstermiştir. Belirtilenlerin yanı sıra, 1999 Marmara Depremi de ekonomideki dengeleri önemli ölçüde sarsmış ve iktisadî göstergeler (özellikle büyüme ve enflasyon) 2000 yılına girilirken oldukça karamsar bir tablo ortaya koymuştur. 2000 yılından önce kronik hale gelen enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmek için IMF destekli bir programın ön adımları atılmıştır. Enflasyonun temel nedeni olarak yapışkan nitelikli beklentiler ve maliyetler (özellikle de ithalat maliyetleri) olduğu varsayılmıştır. Bu varsayım doğrultusunda 2000 yılından itibaren kur sistemi önceden açıklanmış belli bantlar içerisinde dalgalanan ve büyük ölçüde sabit kur sistemi çerçevesinde oluşturulmuştur. Bu politika döviz kuru hedeflemesine dayalı üç yıl vadeli enflasyonla mücadele stratejisiydi ve bu stratejinin 2000 yılı için %25, 2001 yılı için %12 ve 2002 yılı için de %7 gibi oldukça iddialı enflasyon hedefleri bulunmaktaydı. Programda döviz kuru çapa olarak kullanıldığından faiz oranlarının oluşumu piyasalara bırakılmıştır. Böylesi bir stratejinin ve kur sisteminin uygulanmasından beklenen fayda ise, döviz kuru konusundaki belirsizlikleri gidererek iktisadî birimlerin kur riskine ilişkin algılamalarını olumlu yönde etkilemek olmuştur. Belirtilenlerin yanında, programda reel faiz oranlarının makul seviyelere düşürülmesi, potansiyel büyüme hızının artırılması, kaynakların etkin ve verimli kullanımı, yapısal dönüşümler ve kamu maliyesinde reformlar da hedeflenmekteydi (Ulusoy vd. 2001: 94; Celasun 2002: 175; Eroğlu vd. 2002: 199; Yeldan 2002: 190; Kansu 2004: 155–156; 171; 173–174). Başlangıçta bazı akademik çevrelerden de destek alan ve hedeflere yakın bir düzeyde dezenflasyon sağlayan strateji 2000 yılının sonuna doğru finans piyasalarında olumsuz sinyaller vererek 2001 Şubatında ağır bir kriz ile sonlanmıştır. 2000–2001 krizi finans sistemindeki likidite ve döviz talebindeki dalgalanmalar nedeniyle oluşan dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin geri çekilmesi ile şiddet kazanan tipik bir finansal krizdir (Onur 2005: 141–142). Kriz öncesinde ve 2000 yılının başında programın kısmen yarattığı olumlu hava ile net dolaylı yabancı sermaye girişi hızla artmış; ancak, 2000 yılının ikinci yarısında programa olan güvenin sarsılması ile dolaylı yabancı sermaye girişi azalmış ve 2001 yılının şubat ayına doğru sermaye hareketlerinde belirgin bir geri çekilme görülmüştür. Belirtilen durum krizin ortaya 178 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çıkmasında finansal küreselleşmenin; yani, dolaylı yabancı sermaye akımlarına getirilen uluslararası serbestliğin etkisini ortaya koymaktadır. Zaten, Boratav (2001)’e göre 1980 sonrasında dolaylı yabancı sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, büyümenin sermaye hareketleri ile bağını kuvvetlendirmiştir. Nitekim, çalışmaya göre net dolaylı yabancı sermaye hareketi pozitif olduğunda büyüme hızı artarken; tam tersi durumda, büyüme hızı yavaşlamaktadır (Boratav 2001: 11; 13; 15). Boratav (2001)’e paralel bir şekilde Yeldan (2002)’de de 1980 sonrası denetimsiz, yönlendirilmemiş ve başıboş dolaylı yabancı sermayenin piyasalarda istikrarsızlığa neden olduğu iddia edilmektedir. Nitekim, kriz öncesinde büyüme ve istikrar son derece istikrarsız olduğu bilinen dolaylı sermaye hareketlerine bağlanmıştır (Yeldan 2002: 191; 193). Bunların yanında 2000–2001 finansal krizinin ortaya çıkmasında etken faktörlerin, uygulanan istikrar politikasının özellikleri ve bu politikanın gerekli altyapı tesis edilmeden uygulanması olduğu iddia edilebilir. Krizin çıkmasında etken olan bir diğer faktör de, finans sisteminde (özellikle de bankacılık sisteminde) gerekli düzenlemelerin ve denetlemelerin yetersiz olmasıdır. Gerçi, program uygulamaya geçirilmeden önce finans sistemine yönelik bazı tedbirler alınmıştır. Bu tedbirler beş bankanın TMSF’ye devredilmesi ve bankaların zorunlu karşılık oranlarında indirime gidilmesidir. Ancak, finans sistemindeki asıl sorunlar görülememiş ve/veya giderilememiştir (Kansu 2004: 179; 184; Yıldırım 2004: 2). Nitekim, 1980 sonrası tüm finansal serbestleşme ve küreselleşme uygulamalarına karşın özellikle bankacılık sistemini denetleyecek bir üst kurul ancak 2000 yılında tesis edilmiştir. Tabi ki bu kadar geç bir politikanın krizi önleyebilecek gücü ve zamanı olmamıştır. Program süresince de finans sistemine yönelik herhangi bir reform ne öngörülmüş ne de uygulanmıştır. Hatta, 1994 krizinin ardından getirilen mevduata sınırsız güvence sistemi, sektördeki asimetrik bilgiden kaynaklanan zaafları artıran ve krizin oluşmasında etken olan bir faktör haline gelmiştir. Zayıf denetim ve düzenleme altında, bankaların yurt dışı borçlanmasının kısa vadeli olması, bunların sterilize edilememesi ve para arzının yurt dışı borçlanmaya bağlanması yaşanan dalgalanmaların önemli bir kaynağı olmuştur (Celasun 2002: 170; Eroğlu vd. 2002: 202; Kansu 2004: 168; 178; 182–184). Program süresince bankacılık sisteminde rekabet koşullarına ve risk yönetimine uymayan kurumların varlığı ve söz konusu kurumların aktif-pasif dengesizliği, açık pozisyonlarda bir artışa yol açmış ve yıl sonunda açık pozisyondan kaynaklanan sorunlar giderilememiştir. Zira, Merkez Bankası piyasanın artan likidite ihtiyacını uygulanan enflasyonla mücadele stratejisi gereği karşılamamış ve 2000 Kasımında bir bankanın likidite ihtiyacının karşılanmaması ani bir likidite krizine yol açmıştır. Söz konusu dalgalanma çok kısa bir süre içerisinde ortaya çıkmış ve büyük ölçüde bankacılık sisteminden kaynaklanmıştır (Celasun 2002: 176; Mangır 2006: 468–469; Eroğlu vd. 2002: 209–210; Yeldan 2002: 194; Kansu 2004: 177; 179 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 178). Kasım ayında yaşanan dalgalanma IMF’nin ek desteği ile atlatılsa da, artık programın başarısına olan inanç çok zayıflamıştır. Kasım dalgalanmasının ardından dokuz bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmesi de krizin finans piyasalarından kaynaklandığının açık bir göstergesidir. Kasım ayından sonra da Merkez Bankası’nın piyasanın likidite ihtiyacını karşılamayacağını açıklaması, faiz oranlarında %1000’leri aşan rakamlara ulaşılmasına yol açmış ve tabi ki bu durum da birçok bankanın krize girmesine neden olmuştur (Kansu 2004: 178–179; 191– 197). Belirtilen gelişmeler iç ve dış iktisadî birimlerin programa olan güvenlerini daha da sarsmış, yurt içi ve yurt dışı fon olanakları artan risk primi nedeni ile azalmış ve piyasalarda kriz beklentisini doğurmuştur. 2001 yılı şubat ayında siyasal istikrarsızlığı bahane edinen dövize yönelik spekülatif saldırılar sonucunda tipik bir finans krizinin mekanizmaları işlemiş; istikrarsız canlanma (büyüme), finansal kargaşa ve finansal kriz sarmalı işlemiş (Boratav 2001: 16; Kansu 2004: 198) ve Cumhuriyet tarihinin finans sektöründen kaynaklanan en şiddetli krizlerinden biri yaşanmıştır. Yukarıda belirtilenler ışığında finans sistemindeki sorunların 2000–2001 krizinin ortaya çıkmasında en etken faktör olduğu iddia edilebilir. Söz konusu sorunlar esasında 1990’lı yıllar boyunca sürmüş ve özellikle bankacılık sisteminin aslî fonksiyonlarını yerine getirmemesi ile kendini göstermiştir. Bu durumun sebebi, daha önce değinildiği üzere, bankaların reel sektörü değil kamu açıklarını finanse eder bir role bürünmeleri ve hükümetin zımnî/açık mevduat güvencelerinin asimetrik bilgiden kaynaklanan finansal sistem sorunlarını artırmasıdır (Kansu 2004: 170; 204). V. Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Ülke Uygulamaları: Önceki bölümlerden görüleceği üzere finansal serbestleşme politikalarını uygulayan ele alınan GOÜ’lerin tümünde finansal krizler yaşanmıştır. Teorik açıklamalarda belirtildiği üzere, finansal serbestleşme politikalarının erken veya ekonomideki yapısal sorunların giderilmeden uygulanmas finansal krizlerin nedeni olabilmektedir. Bu bölümde çalışmanın amacı doğrultusunda ele alınan tüm ülkeler için finansal baskı endeksi (FBE) kullanılarak finans piyasalarındaki dalgalanmaların boyutu ortaya konulacaktır. Ardından finansal serbestleşme açısından ilgili ülkelerin durumu ele alınacaktır. Böylece, finansal krizlerin sıklığı ve şiddeti ile finansal serbestleşme derecesi arasında ilişki kurulmaya çalışılacaktır. Finansal krizlerin ölçümü için uygulamalı çalışmalarda çoğunlukla kukla değişkenler kullanılmaktadır. Ancak, son dönem uygulamalı literatürde hem finansal krizlerin tahmininde hem de bir ülkede gerçekleşen finansal kriz sayısının ve şiddetinin belirlenmesinde finansal baskı endeksinden yararlanılmaktadır. Bu indekste faiz oranlarının yüzde değişimi (YFO), döviz kurlarının yüzde 180 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 değişimi (YDK) ve merkez bankasının döviz rezervlerindeki yüzde değişimi (YDR) yer almaktadır. Endekste yer alan verilerin birim farklılığından doğabilecek sıkıntıların giderilmesi için de her bir xi , − µ formülü ile standartlaştırılmaktadır. Buna göre, FBE belirlenen eşik değerleri σ değişken geçtiğinde ülkede bir finans krizinin yaşandığı veya bir krizin yaklaştığı kabul edilmektedir. Aşağıdaki denklem bu endeksi göstermektedir (Uygur 2001: 7; 9; Kaya vd. 2006: 138; Ural vd. 2007: 52-53): (YFO ) − µ YFO (YDK ) − µYDK (YDR ) − µ YDR FBE = + − σ YFO σ YDK σ YDR FBE dâhilinde krizlerin tahmini, tespiti ve şiddeti belli bir eşik değere göre yapılmaktadır. Eşik değerlerin belirlenmesinde farklı ölçütler söz konusudur. Bunlardan en yaygın kullanılanı ele alınan dönem itibariyle FBE’nin standart hatasının 1,5 katına göre kriz eşiğinin belirlenmesidir. Herhangi bir dönem içerisinde FBE’nin değeri geçmiş değerlerine ilişkin standart sapmanın 1,5 katını geçtiğinde krizin yaklaştığı veya oluştuğu söylenebilir. Tablo 1’de üç dönem itibariyle ele alınan sekiz ülke için FBE hesaplanmış ve FBE’nin standart sapmaları ile kriz eşikleri sunulmuştur. FBE’nin elde edilmesinde kullanılan değişkenler için IMF-IFS 2008 Veri CD’sinden yararlanılmıştır. İlgili değişkenler, “mevduat faiz oranları”, “merkez bankasının döviz rezervleri” ve “nominal döviz kurlarına” ilişkin üç aylık frekanstaki verilerdir. Tablo 1’den görüleceği üzere, tüm ülkeler için FBE’ye ilişkin standart sapmalar finansal serbestleşme politikalarının uygulanmaya başlandığı 1980’li ve 1990’lı yıllarda yüksek düzeylerde iken, 2000’li yıllardan sonra düşmüştür. Bu durumun anlamı, finansal baskının 2000’li yıllardan sonra daha az dalgalanma gösterdiğidir. Ayrıca, 2000’li yıllardan sonra Latin Amerika ülkelerinde FBE’ye ilişkin standart sapmalar diğer ülkelere göre daha düşük değerler alırken Güneydoğu Asya ülkelerinde daha yüksek değerler söz konusu olmuştur. Tablo 1’deki ilginç bulgulardan biri de Türk ekonomisi ile ilgilidir. Nitekim, ele alınan ülkeler içerisinde dönemler itibariyle en yüksek standart sapma Türk ekonomisinde görülmektedir. Böylesi bir durum, ele alınan değişkenler itibariyle en yüksek dalgalanmanın Türk ekonomisinde yaşandığını göstermektedir. 181 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 1. 1980–2008 Yılları Arasında Dönemler ve Ülkeler İtibariyle FBE Endeksinin Standart Sapmaları ve Kriz Eşikleri Ülkeler Arjantin 1980–1990 1990–2000 2000 ve Sonrası 3,80 1,01 0,52 (5,7) (1,51) (0,78) Brezilya 2,30 2,37 0,69 (3,45) (3,55) (1,03) Endonezya 1,84 2,08 0,93 (2,76) (3,12) (1,39) Kore 1,87 2,55 0,97 (2,80) (3,82) (1,45) Malezya 2,27 2,77 0,99 (3,40) (4,15) (1,48) Meksika 2,25 2,22 0,58 (3,37) (3,40) (0,87) Tayland 1,56 2,37 1,85 (2,34) (3,55) (2,77) Türkiye 67,78 34,38 26,65 (101,67) (51,57) (39,97) Not: Tablo içerisinde yer alan parantez içerisindeki rakamlar hesaplanan standart sapmaların 1,5 katı olup finansal kriz eşiklerini göstermektedir. Tablo 2’de ise, Tablo 1’deki kriz eşiklerinden yararlanılarak tüm ülkeler için elde edilen kriz dönemleri gösterilmektedir. Tablo 2’den görüleceği üzere, ülkeler için literatürde belirtilen kriz yılları genel olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, finansal baskı endeksinin finansal krizleri ve istikrarsızlıkları ortaya koymada ve tahmin etmede etkin bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. Tablo 2’de bazı kriz dönemlerinde FBE üst üste iki dönem eşik değerlerin üzerine çıkmıştır. Böylesi bir durum, ilgili krizin son derece şiddetli yaşandığını göstermektedir. Türkiye’de 1994 ve 2000–2001 yıllarında, Güneydoğu Asya ülkelerinde de 1997 yılında yaşanan krizler bu duruma örnektir. Tablo 1 ve Tablo 2 birlikte değerlendirildiğinde, FBE’nin standart sapması düştükçe finansal krizlerin şiddetinin ve sayısının azaldığı iddia edilebilir. Bu duruma karşın 2000’li yılların ardından özellikle de 2008 yılında Güneydoğu Asya ülkelerinde FBE kriz sinyali vermiştir. Başka bir deyişle, küresel finans piyasalarında yaşanan kriz bu ülkeleri daha fazla etkilemiştir. Güneydoğu Asya ülkelerinin göze çarpan başka bir özelliği de, herhangi finansal krizi veya istikrarsızlığı hep birlikte yaşamalarıdır. Nitekim, hem 1997 krizinde hem de 2008 yılındaki küresel krizde bu ülkelerin FBE değerleri belirlenen eşik değerleri eş-anlı olarak aşmıştır. Belirtilenlere ilave olarak Kore’de 1996 yılının sonlarına doğru FBE’nin eşik değeri aşması krizin ilk sinyali olmuştur. Tablo 2’de göze çarpan başka bir durum da, 2008 yılında ortaya çıkan küresel finans krizinin Latin Amerika ve Türkiye’deki finans sistemini çok olumsuz etkilememesidir. Nitekim, Latin Amerika ülkelerinde ve Türkiye’de FBE 182 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çerçevesinde kriz eşikleri aşılmamıştır. Bu durum ülkeler itibariyle küresel krizin etkilerinin farklılaştığını göstermektedir. Tablo 2. Dönemler ve Ülkeler İtibariyle FBE Endeksine Göre Kriz Sayıları ve Dönemleri (1980–2008) Ülkeler Arjantin Brezilya Endonezya Kore 1980–1990 1989:Q2 (22,26) 1986:Q4 1987:Q1 1989:Q3 1989:Q4 1984:Q1 1984:Q2 1986:Q3 (3,43) (6,71) (6,12) (8,64) (3,08) (4,17) (3,50) 1988:Q1 (4,09) 1989:Q1 (4,35) Meksika 1982:Q1 (6,49) 1982:Q2 (3,54) 1982:Q4 (7,21) 1985:Q3 (3,48) 1987:Q4 (3,69) 1980:Q4 (3,08) 1981:Q3 (2,81) 1982:Q1 (3,49) 1981:Q3 (400,76) Türkiye 1990:Q1 (7,75) 1990:Q4 (3,64) 1991:Q4 (4,28) 1984:Q1 (2,52)* Malezya Tayland 1990–2000 1990:Q1 (2,18) 2000 ve Sonrası 2001:Q4 (0,74) 2002:Q1 (1,50) 2002:Q2 (1,23) - 1997:Q3 (4,24) 1997:Q4 (5,67) 1998:Q1 (5,71) 1998:Q2 (6,78) 1996:Q3 (5,20) 1997:Q4 (13,01) 1997:Q3 (8,65) 1997:Q4 (7,68) 1998:Q2 (4,31) 1994:Q2 (6,20) 1995:Q1 (7,96) 2005:Q3 (1,95) 2008:Q3 (1,31)* 1997:Q3 (10,09) 1997:Q4 (6,22) 2005:Q2 (5,32) 2008:Q2 (2,49)* 2008:Q3 (3,25) 2005:Q4 (1,45) 2008:Q3 (2,83) - 1994:Q1 (125,05) 2000:Q4 (76,32) 1994:Q2 (73,71) 2001:Q1 (97,32) 1995:Q4 (57,16) Not: Tabloda yer alan koyultulmuş dönemler literatürde de belirtilen kriz dönemlerini göstermektedir. Parantez içerisindeki rakamlar ise, FBE’nin ilgili dönemde almış olduğu değeri göstermektedir. (*) işaretleri de, FBE’nin eşik değere çok yakın olduğu dönemleri belirtmek için kullanılmıştır. Tablo 3’de ise, Haritage Vakfı’nın ele alınan ülkeler için hesaplamış olduğu finansal serbestleşme indeksleri gösterilmektedir. Bu indeks sıfır ile 100 arasında değerler almakta ve 100 değerine yaklaştıkça ilgili ülkede finansal serbestleşmenin arttığını göstermektedir. Tablodan görüleceği üzere, finansal krizlerin ardından neredeyse tüm ülkelerde finansal serbestleşmeden geri adım atılmıştır. Başka bir deyişle, ele alınan ülkelerde krizlerden önce daha serbest bir finans sistemi söz konusu iken; krizlerin yaşanması ile sistem baskı altına alınmaktadır. Bu bulgu finansal 183 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 serbestleşme politikalarından vazgeçmenin finansal krizlere yol açtığı yönündeki hipotezin geçerli olmadığını göstermektedir. Ayrıca, finansal krizlerin finansal serbestleşme endeksinin göreli olarak yüksek olduğu dönemlerde ortaya çıkması da finansal serbestleşmenin bir kriz nedeni olabileceğini ima etmektedir. Tablo 3. Finansal Serbestleşmenin Ülkeler İtibariyle Gelişimi (1995-2009) Yıllar Arjantin Brezilya Endonezya Kore 1995 50.0 50.0 50.0 1996 70.0 50.0 50.0 70.0 50.0 30.0 50.0 70.0 1997 70.0 50.0 50.0 70.0 50.0 30.0 50.0 70.0 1998 70.0 50.0 50.0 70.0 50.0 30.0 50.0 70.0 1999 70.0 50.0 30.0 50.0 50.0 30.0 50.0 70.0 2000 70.0 50.0 30.0 50.0 50.0 30.0 50.0 70.0 2001 70.0 50.0 30.0 50.0 30.0 50.0 50.0 50.0 2002 70.0 50.0 30.0 50.0 30.0 70.0 50.0 50.0 2003 30.0 50.0 30.0 50.0 30.0 70.0 50.0 50.0 2004 30.0 50.0 30.0 50.0 30.0 70.0 50.0 50.0 2005 30.0 50.0 30.0 50.0 30.0 70.0 50.0 30.0 2006 30.0 50.0 30.0 50.0 30.0 70.0 50.0 50.0 2007 40.0 40.0 40.0 50.0 40.0 60.0 50.0 50.0 2008 40.0 40.0 40.0 60.0 40.0 60.0 50.0 50.0 2009 40.0 50.0 40.0 60.0 40.0 60.0 60.0 50.0 70.0 Malezya Meksika Tayland Türkiye 50.0 30.0 50.0 70.0 Kaynak: Haritage Vakfı, http://www.heritage.org/ Not: Tabloda koyultulmuş rakamlar krizlerin yaşandığı yılları göstermektedir. Tablo 4’de ise, ele alınan ülkelerin FBE değerlerinin 2000’li yıllardan sonra gelişimi sunulmaktadır. Finansal serbestleşmeye yönelik politika uygulamalarının durağan olduğu bu dönemde 2008 küresel finans krizinden özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinin olumsuz etkilendiği görülmektedir. Bu ülkelerde FBE’ye ilişkin değerler eşik değerleri aşacak şekilde bir sıçrama göstermiştir. Diğer taraftan, 2008 küresel finans krizinden Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye FBE itibariyle Güneydoğu Asya ülkelerinde olduğu kadar olumsuz etkilenmemişler ve finansal istikrarlarını korumuşlardır. Bu durum Güneydoğu Asya ülkelerindeki finans sistemlerinin Latin Amerika ve Türkiye’ye göre daha kırılgan olduğunu göstermektedir. 184 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4. Finansal Baskı Endeksinin 2000 Yılından Sonraki Gelişimi (Latin Amerika, Güneydoğu Asya Ülkeleri ve Türkiye 2 2.0 1.5 1 1.0 0 0.5 -1 0.0 -0.5 -2 -1.0 -3 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 ARJANTIN BREZILYA 2 4 3 1 2 1 0 0 -1 -1 -2 -2 -3 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 ENDONEZYA KORE 3 1.0 2 0.5 1 0.0 0 -0.5 -1 -1.0 -2 -1.5 -2.0 -3 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 MEKSIKA MALEZYA 100 6 80 4 60 2 40 20 0 0 -2 -20 -40 -4 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 TURKIYE TAYLAND 185 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Sonuç 1980’li yıllardan itibaren Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkeleri ile Türkiye’de finansal serbestleşme politikaları kısa bir dönem zarfında uygulanmıştır. Uygulanan bu politikalar esasen yapısal bir reform olarak değerlendirilebilir. Söz konusu yapısal reformlardan beklenenler ise, ekonomilerin dış borçlanma olanaklarından yararlanması ve finans sisteminin daha rekabetçi ve etkin işlemesi olmuştur. Belirtilen amaçlarla uygulanan finansal serbestleşme politikaları ile birlikte ilgili ülkelerin finans piyasalarındaki istikrarsızlıklar da artmıştır. Bu nedenle finansal serbestleşmenin faydaları hakkında hem akademik çevrelerde hem de politika uygulayıcılarda bir şüphe uyanmıştır. Çalışmanın ilgili bölümlerinde görüleceği üzere ele alınan ülkelerde krizler birbirine benzer ilişkilerle ortaya çıkmıştır. Türkiye’de yaşanan 1994 krizinin ortaya çıkmasında makro ekonomik bozukluklar (özellikle de kamu finansmanındaki sağlıksız yapı) etken faktör olmuş ve söz konusu özelliği ile bu kriz daha çok Latin Amerika ülkelerindeki krizlerle benzerlik arz etmiştir. Diğer yandan, 2000–2001 yıllarında Türkiye’de yaşanan finansal kriz de döviz çapasına dayalı enflasyon hedeflemesi politikasının ardından meydana gelmiş; bu yönüyle de Latin Amerika ülkelerinde yaşanan krizlerle benzerlik göstermiştir. Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan krizler ise, bu ülkelerin kendilerine has özelliklerinden kaynaklanmış ve bir ölçüde Türkiye ile Latin Amerika ülkelerindeki krizlerden farklılaşmıştır. Böylesi bir durum, finans krizlerinin finansal serbestleşme de dâhil olmak üzere tek bir faktörle açıklanamayacağını göstermektedir. Finansal krizler ile finansal serbestleşme politikaları arasında ilişki kuran iki temel yaklaşımın varlığından bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, finansal serbestleşmeye ilişkin politikaların yeterli altyapı oluşturmadan uygulanmasının krizlere yol açacağıdır. Bu yaklaşımda yapısal sorunlarını gidermeyen, gerekli düzenleme ve denetleme kurumlarını yetkin bir şekilde ihdas etmeyen GOÜ’lerde finansal krizlerin ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğunu ima etmektedir. Bu yaklaşıma göre, finansal serbestleşme ve küreselleşme politikalarını temel amaç olarak değil; iktisadî kalkınmanın farklı aşamalarını destekleyen bir araç olarak gerekli altyapının tesisi ile aşamalı bir şekilde uygulamak daha doğrudur. Aksi takdirde, finansal krizler ekonominin kaçınılmaz vak’ası olmakta ve büyümenin istikrarı bozulup uzun dönem trend değeri düşebilmektedir. Bu çalışmada elde edilen FBE değerlerine göre finansal serbestleşmenin başlangıç ve yoğun uygulama aşamalarında finans sistemlerinin tüm ülkeler için daha istikrarsız bir yapı arz ettiği görülmüştür. 186 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Böylesi bir durum, finansal serbestleşme politikalarının uzun döneme yayılacak bir şekilde ve gerekli altyapının tesisi ile uygulanması gerektiğini ima etmektedir. Finansal krizler ile finansal serbestleşme arasındaki ilişkiye dair ikinci yaklaşımda ise, finansal serbestleşme politikalarından geri adım atılmasının veya dirayetli bir şekilde bu politikaların uygulanmamasının krizlere yol açtığı iddia edilmektedir. Gerçekten de, hem Türkiye’de hem Latin Amerika ülkelerinde 1980’li yıllardan itibaren finansal serbestleşme politikalarında bir dur-kalk paterni izlenmiştir. Ancak, böyle bir durumun sebebi finansal krizler ve istikrarsızlıklardır. Nitekim, kriz yıllarına dek ele alınan ülkelerin tümünde finansal serbestleşme indeksi kriz sonrasına göre daha yüksek değerlere sahiptir. Başka bir deyişle, finansal serbestleşme politikalarından geri adım atılmasında krizler etken iken; tam tersi yönde bir bulgu bu çalışmada tespit edilmemiştir. Belirtilenler itibariyle literatürde ileri sürülen “finansal serbestleşme politikalarının ardından finansal krizlerin oluştuğuna” yönelik hipotezi doğrulayacak bulgular elde edilmiştir. Sonuç olarak küresel şartların etkisi altında finansal serbestleşme politikalarından vazgeçmek doğru bir politika olmayacaktır. Ancak, finansal serbestleşmenin olumsuz etkilerinin de politika yapıcı tarafından dikkate alınması; makro ekonomik dengesizliklerin giderilmesi ve ülke ve dünya şartlarına göre etkin finansal düzenleme ve denetleme politikaları uygulanması gerekmektedir. Böylece, bir yandan finans sistemi sağlıklı bir şekilde gelişme gösterecek; diğer yandan da, olası finansal krizlerin sayısı ve şiddeti asgari düzeye inecektir. 187 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynaklar Agenor, Pierre.-Richard, Jagdeep S. Bhandari ve Robert P. Flood (1992). “Speculative Attacks and Models of Balance of Payments Crises”. IMF Staff Papers 39(2): 357–394. Aizenman, Joshua (2004a). “Financial Opening and Development: Evidence and Policy Controversies”. American Economic Review 92(2): 65–70. Ang, James B. ve Warwick J. McKibbin (2005). “Financial Liberalization, Financial Sector Development and Growth: Evidence From Malaysia”. CAMA Working Paper Series. 5. Arın, Tülay (1998). “Asya Krizi ve Kriz Yönetiminde Hegemonya”. İktisat Dergisi, 375: 5–20. Aslantaş, Mesut ve Necmi Odyakmaz (1998). “Para Krizleri”. İnternet Adresi: (http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/mart98/parakr.htm), Erişim Tarihi: 25.07.2002. Atamtürk, Burak (2007). “Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Finansal Serbestleşmenin İç Tasarruflar Üzerine Etkisi”. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi 23(2): 75–89. Bakırtaş, Tahsin ve Sohbet Karbuz (2004). “Finansal Küreselleşme ve Çevre Ülkelerin Durumu”. İktisat, İşletme ve Finans Yıl 19, Sayı 215: 92–108. Boratav, Korkut (2001). “2000–2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”. İktisat, İşletme ve Finans Yıl 16, Sayı 186: 7–17. Boughton, James M. (2000). “From Suez to Tequila: The IMF as Crisis Manager”. The Economic Journal 110(460): 273–291. Bulutay, Tuncer (2004). “Kalkınma ve Büyüme”. İktisat, İşletme ve Finans 214: 5-91. Celasun, Merih (2002). “Gelişen Ekonomilerin Dış Kaynak Kullanımı, Finansal Krizler ve Türkiye Örneği, 2001”. Doğu Batı Dergisi 17: 161–180. Crockett, Andrew (1997). “The Theory and Practice of Financial Stability”. Essays in International Finance, 203. Çıtak, Levent (2007). “Değişen Global Finansal Piyasalar ve Türk Sermaye Piyasasının Geleceğine Dönük Beklentiler”. iç. Türkiye’nin Jeoekonomisi ve Jeopolitikası, -Türkiye Geleceğin Neresinde?, ed. Nejat Doğan, Ferit Kula, Mehmet Öcal, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. 188 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Das, Dilip K. (2006). “Globalization in the World of Finance: An Analytical History”. Global Economy Journal, 6(1): 1-22. Delice, Güven (2003). “Finansal Krizler: Teorik Ve Tarihsel Bir Perspektif”. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20: 57-81. Demetriades, Panicos O. ve Bassam A. Fattouh (1999). “The South Korean Financial Crisis: Competing Explanations and Policy Lessons for Financial Liberalization”. International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944), 75 (4): 779–792. Delice, Güven, Adem Doğan ve A. Meral Uzun (2004). “Finansal Regülasyon ve Piyasa Disiplini”. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1): 101-130. Dooley, Micheal P. (1998). “A Model of Crises in Emerging Markets”. Board of Governors of the Federal Reserve System, International Finance Discussion Papers, Number 630, pp. İnternet Adresi: http://www.papers.nber.org/papers/W6300, Erişim Tarihi: 09.08.2002. Eğilmez, Mahfi ve Ercan Kumcu (2002). Ekonomi Politikası: Teori ve Türkiye Uygulaması. İstanbul: Om Yay. Erdem, Ekrem (2008). Para ve Banka ve Finansal Sistem. Ankara: Detay Yay. Eroğlu, Ömer ve Mesut Albeni (2002). Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve Türkiye. Isparta: Bilim Kitabevi Yay. Eser, Kadir (1996). "Finansal Liberalizasyon Politikalarının Makroekonomik Performans Üzerindeki Etkileri". Hazine Dergisi, 1: 21–40. Ferreira, Afonso (2002). “Giuseppe Tullio The Brazilian Exchange Rate Crisis of January 1999”. Journal of Latin American Studies, 34(1):143–164. Flood, P Robert ve Peter M. Garber (1984). “Collapsing Exchange Rate Regimes: Some Linear Examples”. Journal of International Economics, 17: 1–17. Fry, Maxwell J. (1997). “In Favour of Financial Liberalization”. The Economic Journal, 107: 754– 770. Galindo, Arturo, Alejandro Micco ve Guillermo Ordonez (2002). “Financial Liberalization and Growth: Empirical Evidence”. Inter American Development Bank, pp. İnternet Adresi: www.worldbank.org, Erişim Tarihi: 27.07.2005. 189 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ghosh, Jayati (2005). “The Economic and Social Effects of Financial Liberalization: A Primer for Developing Countries”. DESA Working Paper No. 4. Glassman, Jim (2001). “Economic Crisis in Asia: The Case of Thailand”. Economic Geography, 77(2): 122–147. Gong, Byeong-Ho (2003). “Kore’nin Tercihi: Yaratıcı Yıkım veya Yıkıcı Reform”. iç. Kapitalizm ve Küresel Refah: Kapitalizm Kendini Savunuyor, Ed. Ian Vasquez, Çev. Murat Doğanlar, Ankara: Liberte Yay. Güloğlu, Bülent ve Ender Altunoğlu (2002). “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri”. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi 21: 111–140. Haritage Vakfı, http://www.heritage.org/ Hermann, Jennifer (2002). “Financial Structure and Financing Models: The Brazilian Experience over the 1964-1997 Period”. Journal of Latin American Studies 34(1): 71-114. Işık, Sayım, Koray Duman ve Adil Korkmaz (2004). “Türkiye Ekonomisinde Finansal Krizler: Bir Faktör Analizi Uygulaması”. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 19(1): 45–69. Kaminsky, Graciela L. ve Carmen M. Reinhart (1998). “Financial Crises in Asia and Latin America: Then and Now Source”. The American Economic Review 88 (2): 444-448. Kaminsky, Graciela, Saul Lizondo ve Carmen M. Reinhart (1998). “Leading Indicators of Currency Crises”. IMF Staff Papers 45(1). Kansu, Aydan (2004). Döviz Kuru Sistemleri Döviz Krizleri Türkiye 1994 ve 2001 Krizleri. İstanbul: Derin Yay. Kar, Muhsin (2001a). “A Critical Review of The Theory of Financial Liberalization”. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 15 (3-4): 81-96. Kar, Muhsin ve Seyhan Taş (2004). “İktisadi Kalkınmada Para ve Sermayenin Yeri”. iç.: Kalkınma Ekonomisi: Seçme Konular, Ed. Sami Taban; Muhsin Kar, Bursa: Ekin Kitabevi. Karluk, Rıdvan (1999). Türkiye Ekonomisi (Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal Değişim). İstanbul: Beta Yay. 190 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaya; Vedat ve Ömer Yılmaz (2006). “Para Krizleri Öngörüsünde Sinyal Yaklaşımı: Türkiye Örneği, 1990–2002”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 61 (2): 129–155. Kehoe, Timothy J. (2003). “What Can We Learn From The Current Crisis in Argentina?”. Scottish Journal of Political Economy 50(5): 609–633. Kibritçioğlu, Aykut (2001). “Türkiye'de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969–2001”. Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı 1(7): İnternet Adresi: http://www.dialup.ankara.edu.tr/~kibritci/publications.html), Erişim Tarihi: 06.09.2007 Kibritçioğlu, Bengi, Bülent Köse ve Gamze Uğur (1999). “A Leading Indicator Approach to the Predictability of Currency Crises: The Case of Turkey”. General Directorate of Economic Research the Undersecretariat of Treasury, Ankara. Kruger, Mark, Patrick N. Osakwe ve Jennifer Page (1998). “Fundamentals, Contagion and Currency Crises: An Empirical Analysis”. Bank of Canada Working Papers No. 98/10. Krugman, Paul (1979). “A Model of Balance-of-Payments Crises”. Journal of Money, Credit and Banking 11 (3): 311–325. Krugman, Paul (1997). “Currency Crisis”. NBER Conference, 1997, http://www.web.mit.edu/krugman/www/crises.html, erişim tarihi: 29.07.2002. Krugman, Paul (2001). “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü”. çev. Neşenur Domaniç, Literatür Yayınları: 60, 1. Basım. Larsson, Tomas (2003). “Doğu Asya’da Başarısızlık ve Gelişme”. iç. Kapitalizm ve Küresel Refah: Kapitalizm Kendini Savunuyor, 1. Baskı, ed. Ian Vasquez, çev. Metin Toprak, Ankara: Liberte Yay. Laurence, Henry (1999). “Financial System Reform and the Currency Crisis in East Asia”. Asian Survey 39 (2): 348–373. Levine, Ross ve Sara Zervos (1998). “Capital Control Liberalization and Stock Market Development”. World Development 26 (7): 1169–1183. Mangır, Fatih (2006). “Finansal Deregülasyonun (1989–2001) Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkileri: Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri”. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 16: 459–472. 191 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Mehrez, Gil ve Daniel Kaufmann (1999). “Transparency, Liberalization and Financial Crises”. Mimeo, The World Bank, İnternet Adresi: http://129.3.20.41/eps/fin/papers/0308/ 0308008.pdf, Erişim Tarihi: 09.11.2007 Mishkin, Frederic S. (1999). “Global Financial Instability; Framework, Events, Issues”. Journal of Economic Perspectives 13(4): 3–20. Mishkin, Frederic S. (2004). The Economics of Money, Banking, and Financial Markets. Seventh Edition, The Addison-Wesley Series in Economics. Obstfeld, Maurice (1984). “Balance-of-Payments Crises and Devaluation”. Journal of Money, Credit and Banking 16: 208–217. Obstfeld, Maurice (1986). “Rational and Self-Fulfilling Balance-of-Payments Crises”. The American Economic Review 76 (1): 72–81. Onur, Sara (2005). “Finansal Liberalizasyon ve GSMH Büyümesi Arasındaki İlişki”. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1(1): 127–152. Pamuk, Şevket (2007). “1820–2005: İktisadi Büyümede Dünya Nereye Geldi? Türkiye Nereye?”. Cumhuriyet Bilim-Teknoloji, Yıl 20, Sayı 1040: 12-15. Quinn, Dennis (1997). “The Correlates of Change in International Financial Regulation”. American Political Science Review 91: 531–551. Seyidoğlu, Halil (2003). “Uluslararası Mali Krizler, IMF Politikaları, Az Gelişmiş Ülkeler, Türkiye ve Dönüşüm Ekonomileri”. Doğuş Üniversitesi Dergisi 4(2): 141–156. Sharma, Shalendra D. (2001). “The Indonesian Financial Crisis: From Banking Crisis to Financial Sector Reforms, 1997–2000”. Indonesia 71: 79-110. Shaw, Edward S. (1973). Financial Deepening in Economic Development. London and New York: Oxford University Press. Singh, Ajit (2002). “Capital Account Liberalization, Free Long-Term Capital Flows, Financial Crises and Economic Development”. ESRC Centre For Business Research University of Cambridge Working Paper No. 245, İnternet Adresi: http://www.cbr.cam.ac.uk/pdf/WP245.pdf, Erişim Tarihi: 03.08.2003. 192 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tobin, James (1978). “A Proposal for International Monetary Reform”. The Eastern Economic Journal 4(3–4): 153–159. Toprak, Metin (1996). Türk Ekonomisinde Yapısal Dönüşümler: 1980–1995, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar. Ankara: Turhan Kitabevi. Ulusoy, Ahmet ve Birol Karakurt (2001). “Finansal İstikrarın Korunması ve Önemi”. İktisat, İşletme ve Finans, Yıl l6, Sayı 188: 88–98. Ural, Mert ve Nilgün Acar Balaylar (2007). “Bankacılık Sektöründe Yüksek Risk Alımı ve Baskı İndeksleri”. Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar 44(509): 47-57. Uygur, Ercan (2001). “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”. Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1, İnternet Adresi: http://www.tek.org.tr., Erişim Tarihi: 05.03. 2007 White, Lawrance H. (2003). “Küresel Finansal Piyasalar ve Uluslararası Para Fonu”. iç. Kapitalizm ve Küresel Refah: Kapitalizm Kendini Savunuyor, Ed. Ian Vasquez, Çev. Ekrem Erdem, Liberte Yayınları. Yeldan, Erinç (2002). “Türkiye Ekonomisi'nde 2000–2001 Krizinin Yapısal Kaynakları Üzerine”. Doğu Batı: Düşünce Dergisi 4 (17): 187–195. Yıldırım, Oğuz (2004). “Türk Bankacılık Sektörünün Temel Sorunları ve Sektörde Yaşanan Mali Riskler”. Dış Ticaret Dergisi, Sayı 30, İnternet www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/oguzbanka.doc, Erişim Tarihi: 15.12.2006. 193 Adresi: ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 194 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KÜRESEL KRİZİN KAMU MALİYESİNE ETKİLERİ VE MALİ POLİTİKALARIN ETKİNLİĞİ: AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ ÜZERİNE BİR ANALİZ Prof. Dr. Ekrem ERDEM* Yrd. Doç. Dr. Tekin AKDEMİR** Araş. Gör. Miraç Fatih İLGÜN*** ÖZET Dünya 2008 yılının ikinci yarısından itibaren, 1929 buhranı sonrasında yaşanan en büyük finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır. ABD kaynaklı bu kriz dış kredi kanallarının tıkanması, iç ve dış talepteki daralmalar, olumsuz beklentiler vb. nedeniyle üretim, istihdam ve ticaret hacminde gerilemelere yol açmıştır. Krizin olumsuz etkilerini gidermek amacıyla parasal ve mali önlemler uygulamaya konulmuştur. Ancak, gerek bu önlemler gerekse otomatik stabilizatörler ve diğer iradi olmayan faktörlerin etkisiyle kamu maliyesi önemli bozulmalarla karşı karşıya kalmıştır. “Küresel Krizin Kamu Maliyesine Etkileri ve Mali Politikaların Etkinliği: Avrupa Birliği Ülkeleri Üzerine Bir Analiz” başlığını taşıyan bu çalışmada, kriz, krize karşı alınan önlemlerin kamu maliyesine etkileri ve mali politikaların etkinliği değerlendirilmiştir. Çalışmada krize karşı alınan önlemlerin AB ülkelerinin ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağladığı, bununla birlikte bu ülkelerin kamu maliyesi üzerinde önemli maliyetlere neden olduğu sonucuna da ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Küresel Krizin Etkileri, Mali Canlandırma Paketleri, Avrupa Kurtarma Planı, Glbal Krizin Mali Etkileri, Mali Politikaların Etkinliği THE EFFECTS OF GLOBAL CRISIS ON PUBLIC FINANCE AND EFFECTIVENESS OF FISCAL POLICY: AN ANALYSIS OF EUROPEAN UNION COUNTRIES ABSTRACT Starting in the summer of 2008, the world has faced the biggest global financial crisis since 1929. This crisis originating US has been leed to decline on production, employment and trade volume, * Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, ekremerdem@erciyes.edu.tr Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, takdemir@erciyes.edu.tr *** Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye Bölümü, mfilgun@erciyes.edu.tr ** 195 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 because of the fact that tightening external credit conditions, the contraction of domestic and external demand, negative expectations, etc.. In order to eliminate the negative effects of Crisis has been implemented monetary and fiscal measures However public finances have been negatively influenced because of the fact that, discretionary measures, automatic stabilizers and another nondiscretionary factors. In this study called “The Effects of Global Crisis on Public Finance and Effectiveness of Fiscal Policy: An Analysis Of European Union Countries " attempts to have been evaluated the crisis, the effects of public finance measures taken against to ease the crisis and the effectiveness of fiscal policies. Study was concluded that, measures against the crisis in the economies of EU countries has made relative recovery, but also have led to significant cost on public finances of these countries Key Words: Global Crises, Effects of Global Crises, Fiscal Stimulus Packages, European Recovery Plan, Fiscal Implications of Global Crisis, Effectiveness of Fiscal Policy 196 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ 2008 yazında dünya 1929 ekonomik buhranından bugüne dek yaşanan en büyük küresel finansal krizle karşı karşıya kalmıştır. Kriz pek çok ülkede resesyona yol açmış; finansal piyasalar, reel çıktı, işgücü piyasası ve kamu maliyesini olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin etkisinin 2009 yılının sonlarından itibaren etkisinin azaldığı ve gelişmiş ülke ekonomilerinde krizden çıkış yönünde önemli sinyaller alındığı bir gerçek olmakla birlikte, etkilerinin daha ne kadar devam edeceği henüz tam olarak bilinmemektedir. Birçok ülke krizden çıkış amacıyla; toplam talebi artırmak, finansal sektörü desteklemek ve ekonomide güveni tekrar tesis etmeye yönelik mali teşvik paketleri uygulamaya koymuşlardır. Bu paketlerin ülke kamu maliyeleri üzerine getirdiği ilave maliyetin yanı sıra, mal fiyatları, varlık fiyatları ve ekonomik faaliyetlerin hacminde meydana gelen düşüş nedeniyle vergi gelirleri önemli ölçüde azalmıştır. Bu etkiler; bir taraftan kamu harcamalarında artışa yol açarken, diğer taraftan kamu gelirlerinin azalmasına ve kamu kesimi açıklarının ve dolayısıyla kamu borç yükünün artmasına neden olmuştur. Yaşanan süreçte, bir çok ülke, küresel finansal krizin olumsuz etkilerini bertaraf etmek için, mali teşvik paketlerini uygulamaya koymuştur. Bu kapsamda bir taraftan harcama artırıcı politikalar uygulamaya konulmuş ve diğer taraftan gelir ve harcamalar üzerinden alınan vergilerle, sosyal güvenlik primlerinde indirimlere gidilmiştir. Ancak, krizin etkileri ve krize karşı alınan önlemler ve bunların kamu maliyesi üzerindeki etkileri ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir. Örneğin para ve sermaye piyasaları dünya ile entegre olmamış ülkelerde kriz, finansal kesimi ve bu ekonomileri diğer ülkelere oranla daha az etkilemiştir. Krize karşı uygulanan ekonomi politikalarında büyük bir asimetri söz konusudur. Örneğin; İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler konjonktür karşıtı politikalar uygularken, Romanya, Letonya, İrlanda gibi ülkeler ise konjonktür yanlısı politikalar uygulamıştır. Bugün, gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkeler gibi, AB ülkeleri de krizin getirdiği maliyetler nedeniyle, yüksek kamu açıkları ve borçlanma sorunuyla karşı karşıyadır. Ayrıca, kriz dolayısıyla uygulamaya konulan paketlerin gelecekte harcama artışı baskısı doğurması söz konusudur. Bu durumun özellikle AB üyesi ülkelerde kamu kesimi finansman dengesinde bozulmalara yol açması ve sağlam kamu maliyesinin oluşturulmasına yönelik çabaları sekteye uğratacağı açıktır. 197 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Krize karşı çözüm arayışlarında; faiz oranlarında yapılacak ilave indirimlerin sınırlı olması ve parasal aktarım mekanizmasındaki bozulmalar (piyasalarda yaşanan likidite sıkıntısı) nedeniyle para politikası önlemleri sınırlı kalmıştır. Bu durum, maliye politikasının ekonomik krizden çıkış için uygulanabilecek önemli bir politika aracı olarak ön plana çıkmasına yol açmıştır. Bu bağlamda maliye politikasının kısa vadede ve zaman içinde ekonomik büyümeyi desteklemede ne ölçüde başarılı olacağı hususu ile mali politikaların etkinliği, kriz ve krize karşı alınan önlemlerin kamu maliyesine etkileri tartışma konusu olmuştur. “Küresel Krizin Kamu Maliyesine Etkileri ve Mali Politikaların Etkinliği” başlığını taşıyan bu çalışmada, kriz, krize karşı alınan önlemlerin kamu maliyesine etkileri ve mali politikaların etkinliği değerlendirilmiştir. Bu amaçla, çalışmada öncelikle, küresel krizin nedenleri ve etkileri ele alınmıştır. Daha sonra, krizin yol açtığı etkilerle mali önlemlerin kamu maliyesine yansıması incelenmiştir. Çalışmada son olarak, alınan mali önlemlerin etkinliği konusu değerlendirilmiştir. 1. KÜRESEL KRİZİN NEDENLERİ 1980’lerin sonlarından itibaren dünya genelinde finansal serbestleşme dalgası başlamıştır. Bu kapsamda özellikle bankalar arasında rekabetin artması, finansal denetimin azaltılması, finansal araçların çeşitlenmesi finans sektöründeki kırılganlığı artırmıştır. Bu durum sonraki yıllarda ülke veya bölge bazında görülen finansal krizlerin sıklığını da önemli ölçüde artırmıştır. Bu dönemde 1994 Meksika, 1998 Rusya, 1999 Brezilya, 2000/2001 Türkiye, 2001 Arjantin krizlerinin büyük yıkıcı etkileri olmuştur. 2000’li yılların başından itibaren yükselen piyasa ekonomilerinde yaşanan hızlı büyümenin etkisiyle küresel anlamda bir likidite bolluğu yaşanmıştır. Bu durum emlak ve diğer varlık fiyatlarında önemi artışları beraberinde getirmiştir. ABD’de bu gelişmelerin etkisiyle mortgage piyasasında yüksek riskli kredilerin payında son altı yılda büyük bir artış yaşanmıştır. Ancak başlangıçta finansal piyasalarda para hacmi yüksek olduğundan düşük faizlerin de etkisiyle değişken faizli kredi kullanan düşük gelirlilerin, son iki yılda faiz oranlarındaki artışların ardından kullandıkları kredilerin geri ödemesi sekteye uğramıştır. Zira, yapılan ampirik çalışmalar kredi genişlemesi ile borç kalitesi ve borçların geri ödenmesi arasında güçlü ve negatif yönlü bir ilişkinin varlığına işaret etmektedir (Dell’Ariccia vd. 2008: 18). Bu durum başta konut kredisi sağlayan bankalar olmak üzere, onların fon temin ettiği yatırım bankaları ile birlikte tüm mortgage piyasasında ciddi bir kırılganlığa yol açmıştır. İpotekli konut finansman sistemi krizi şeklinde etkilerini göstermeye başlayan durum 2007’den itibaren boyut değiştirerek likidite krizine dönüşmüş, ABD’de genel ekonominin büyüme hızı önemli 198 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ölçüde yavaşlamıştır. Söz konusu durgunluk boyut değiştirerek Ağustos 2007’den sonra dünyaya yayılmış, öncelikle gelişmiş ülkeleri, Kasım 2008’den itibaren de gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan küresel bir mali kriz haline gelmiştir. Mortgage krizinin nedenleri; mortgage kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut fiyatlarındaki spekülatif artışlar, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık, kredi türev piyasalarının genişlemesi, kredi derecelendirme surecindeki sorunlar şeklinde özetlenebilir (BDDK 2008: 45). Söz konusu krizi daha öncekilerden ayıran temel faktör krediye dayalı finansal varlıkların yoğun olarak kullanıldığı gelişmiş ekonomilerde ortaya çıkmasıdır. Finansal türev ürünlerin çeşitliliğinin az olduğu az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler ise durgunluktan bir sonraki aşamada etkilenmeye başlamışlardır. Krizin derinleşmesinde ve likidite sıkıntısının yayılmasında kredi derecelendirme kuruluşlarının önceleri olumlu not verdiği ipotekli konut kredilerine dayalı tahvillerin notunu düşürmesinin de önemli bir etkisi olmuştur. Bu ortamda bankalar kredi politikalarını değiştirmiş, gelişmekte olan ülkelerden büyük çaplı sermaye çıkışları yaşanmıştır. Tüketim ve yatırım imkanları azalmış ve sonuçta küresel çapta bir durgunluk meydana gelmiştir. G20 ülkelerinin 8-9 Kasım 2008’de düzenledikleri toplantının sonuç bildirgesinde, yaşanmakta olan krizin en olumsuz etkisinin “kredi ve hisse senedi piyasalarında görülen daralma ile sermayenin krizin kaynağı olan ülkeye dönme eğilimi göstermesi” olduğu vurgulanmıştır. Tablo-1’de tek başına etkisi sınırlı olmakla beraber bir araya geldiğinde krizin temelini oluşturan faktörler üç grup altında toplanmıştır. Bu faktörler, politika başarısızlıkları, düzenlemedeki aksaklıklar ve piyasa başarısızlıklardır. Tablo 1 genel olarak değerlendirildiğinde, kriz bir piyasa başarısızlığıdır. Piyasanın denetim dışı bırakılması (düzenleme ve denetimlerin yokluğu) ve onun her şeyin üstünde tutulması, krizi öngörememiş ve önleyememiştir. Gölge finansal sektörün denetlenmesi savı, yani sistem (piyasa) kriz üreten mekanizmaları yakalar, denetler, sistemin dışına iter söylemi geçersiz kalmış ve piyasa temelli bir kriz yaşanmıştır. 199 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 1 Krizin Kaynağını Açıklayan Temel Aksaklıklar Politika Başarısızlıkları Düzenlemede Aksaklıklar Piyasa Başarısızlıkları - Finansal piyasalardaki gelişmelere hızla adapte olan para politikası - Basel sermaye gerekliliklerinin bazı olumsuz özellikleri - Topluluk psikolojisi ve irrasyonel davranışlar - Bazı yükselen piyasalardaki sabit kur rejimi - Ticari bankaların bilanço dışı faaliyetleri ve yatırım bankalarının düzenlemelere karşı dokunulmazlığı - Temsilci vekil problemi - Finansal sistemin önemli sektörlerinin düzenleme kapsamı dışında kalması - Originate-to-distributea modelinin şeffaf olmaması a Originate-to-distribute modeli bankaların kredilerini paket halinde diğer yatırımcılara ve aracılara satması, bu şekilde hem kredilerin daha karmaşık finansal ürünlere dönüşmesi, hem de riskin ekonominin geneline yayılmasıdır. Kaynak: Furceri vd. 2009: 17 2. KRİZE KARŞI ÖNLEMLER Finansal krizlerin diğer kriz türlerine göre daha şiddetli ve uzun sürdüğü, krizden çıkışın ise daha yavaş gerçekleştiği yapılan ampirik çalışmalarla ortaya konmuştur. Küresel finansal kriz durumunda ise, krizin daraltıcı etkilerinin giderilmesi için ülkelerarası işbirliği ve alınan önlemler daha önemli hale gelmektedir. Bu çerçevede önlem paketleri uluslararası ve ulusal ölçekli olarak değerlendirilebilir. Aşağıda, küresel finansal krize karşı alınan para ve maliye politikası önlemleri AB’ye üye ülkeler bazında değerlendirilmiştir. 2.1. Parasal Önlem Paketleri Bankacılık krizleri diğer tüm sektörleri etkileyecek sonuçlar doğurmaktadır. Küresel finansal kriz birçok büyük bankanın iflasına yol açmıştır. Bu ise diğer bankaların kredi verme standartlarını önemli ölçüde yükseltmiştir. Bankaların kredi verme eğilimini kısıtlayan faktörlerin başında; kredi kullananların geri ödeme riskinin artması ve bankaların fon kaynaklarına ilişkin kısıtlar gelmektedir. Sıkı kredi koşulları nedeniyle ABD ve Euro bölgesinde faaliyet gösteren bankaların kullandırdığı kredilerin yıllık artış oranı 2008 yılından itibaren yavaşlamış, 2009 yılı içerisinde ise negatife düşmüştür (TCMB 2009a: 6). Diğer yandan, banka ve yatırım fonlarının gelişmekte olan ülkelerden 200 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 fonlarını çekmeleri bu ülkelerin finansal piyasalarını olumsuz etkilemiştir. Bankaların fon çekişlerinin arkasında sadece söz konusu ülkelerin taşıdığı riskler bulunmamaktadır. Buna ek olarak, yatırımlarında zarar eden bankalar yatırımcılarına ödeme yapmak için dünya çapındaki varlıklarını satmak zorunda kalmışlardır. Küresel krizin etkisinin hissedilmeye başlandığı ilk zamanlarda Avrupa Birliği bünyesinde krize yönelik olarak ulusal düzeyde tedbirlerin alınması fikri öne çıkmıştır. Bankaların kurtarılmasına yönelik olarak Avrupa çapında bir fon oluşturulması fikri reddedilmiş, devlet tarafından müdahale edilmesi durumunda da müdahalenin belli bir süreyle sınırlı olması önerilmiştir. Ancak krizin derinleşmeye başlamasıyla birlikte işbirliği içerisinde hareket etme fikri ağır basmıştır. 12 Ekim 2008’de Euro Bölgesi ülkeleri ve İngiltere’nin öncülüğünde AB kapsamında krize karşı uygulanması önerilen ortak politikalara ilişkin bir deklerasyon yayınlanmıştır*. Bu kapsamda; bankaların sermaye yapısının yeniden düzenlenmesi, bankaların bir kısım hissesinin kamu mülkiyetine geçirilmesi, bankalar arası piyasadan sağlanan kredilerde garanti uygulaması, regülasyonların iyileştirilmesi, Avrupa Merkez bankası tarafından bankacılık sistemine nakit para enjekte edilmesi, sıkıntıdaki bankalara devletler tarafından para aktarılması gibi tedbirler benimsenmiştir. Diğer yandan Avrupa Merkez Bankası banka sistemine sabit faiz oranı ile önemli miktarda borç vermiştir. Bütün dünyada dolar likiditesinde yaşanan problemler nedeniyle en çok sıkıntı yaşanan bölge Avrupa olduğundan Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa’daki diğer merkez bankaları ile FED arasında swap anlaşmaları yapılmıştır. Devlet garantisi kapsamındaki mevduatın asgari tutarı yükseltilmiştir. Avrupa Birliği Komisyonu devlet yardımlarıyla ilgili olarak değişik üye devletlerin bankaları arasındaki rekabeti koruyabilmek için birtakım kurallar da koymuştur (Tezcan 2009: 2). Avrupa Birliği’nde merkez bankaları ve Avrupa Merkez Bankası Kasım 2008’in başlarından itibaren borçlanma maliyetlerini düşürerek, para piyasasındaki yüksek tansiyonu kontrol altına almaya çalışmışlardır. Faiz indirimleri 2009’un yaz aylarına kadar devam etmiştir. Ayrıca merkez bankaları, bankaların kısa dönem likidite ihtiyacını karşılamak amacıyla döviz için likidite sağlanması, faiz oranı aralığının genişletilmesi, haftalık işlemlerde sabit faiz oranı uygulaması gibi önlemlere başvurmuştur. Bunların dışında finansal piyasalara destek olmak amacıyla, Avrupa Merkez Bankası 60 milyar Euro değerinde Euro cinsinden tahvil alımını içeren önlem paketini uygulamaya koymuştur (EC 2009b: 65-66). Diğer yandan, 2009’da AB kapsamında menkul kıymet alım satımı, bankacılık faaliyetleri ve kredi derecelendirme başta olmak üzere, finans piyasalarındaki birçok * Summit of the Euro Area Countries: Declaration on a Concerted European Action Plan of the Euro Area Countries, Avrupa Birliği, 12 Ekim 2008. 201 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 konuda koordinasyon ve denetimin sağlanmasına yönelik yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Ocak 2009’da Avrupa Menkul Kıymet Düzenleme Komitesi, Avrupa Bankacılık Düzenleme Komitesi ile Avrupa Sigorta ve Emeklilik Sistemi Denetim Komitesi’nin güçlendirilmesine yönelik düzenlemeler, 23 Nisan 2009’da kredi derecelendirme kuruluşlarının şeffaflığı ve kalitesini yükseltmeye yönelik yasal düzenlemelerin onaylanması bunlardan bazılarıdır (Nanto 2009: 57). Ülke bazında ise Avrupa Birliği bünyesinde krize karşı farklı uygulamalar ortaya çıkmıştır. Her ülke kendi öncelikleri çerçevesinde bankacılık sisteminin güçlendirilmesine yönelik tedbir paketlerini uygulamaya koymuştur. Örneğin Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler bankalardaki varlıkları daha likit olanlarla değiştirmiştir. İtalya ve Avusturya gibi ülkelerde para piyasası işlemleri için altyapı güçlendirilmiş, Danimarka, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde ise finansal kurumlara danışmanlık desteği sağlanması yoluna gidilmiştir. Ayrıca Avusturya, Almanya, İrlanda, Danimarka, Yunanistan gibi ülkeler mevduatlara uygulanan garantiyi sınırsız hale getirmiştir. Belçika, Estonya, Fransa, Macaristan, Hollanda, İngiltere, İsveç, Portekiz, İspanya gibi ülkeler ise sigorta limitini önemli ölçüde yükseltmişlerdir. Para politikası önlemleri krize öncelikli müdahale aracı olarak değerlendirildiğinden, ülkeler krize karşı ilk olarak bu yönde tedbirleri uygulamaya koymuşlardır. Maliye politikasına ise daha ihtiyatlımesafeli yaklaşmışlardır. Fakat, nihai anlamda para politikasının esneklik ve etkinliği maliye politikasının başarısına bağlıdır. Nitekim, özellikle AB parasal birliği gibi uygulamalarda, parasal birliğin başarısında, mali politikaların uyumlaştırılması ve bütçe disiplininin sağlanmasının önemli bir payı vardır. Özellikle kriz dönemlerinde kamu kesimi dengesinde yaşanan bozulmalar dikkate alındığında; ülkelerin, verimli harcamaları artırıcı verimsiz harcamaları ise azaltıcı mali politikarı uygulamalarının, mali disiplini ve büyümeyi olumlu yönde etkileyeceği ifade edilebilir. 2.2. Mali Önlem Paketleri Son 20-30 yılda para politikasının makroekonomik istikrarı sağlamadaki rolü daha ön plana çıkmıştır. İradi maliye politikası uygulamalarında yaşanan gecikmeler ve politik suistimaller nedeniyle, maliye politikası uygulamalarında otomatik istikrar sağlayıcı politikaların rolü ön plana çıkmıştır. Ancak küresel ekonomide son 20 yılda yaşanan gelişmeler, maliye politikası uygulamalarıyla ilgili olarak yeni bir bakış açısını ortaya çıkarmıştır. Bu bakış açısı, ekonomilerde yaşanabilecek uzun dönemli yavaşlama karşısında, iradi maliye politikası uygulamalarının para politikası önlemlerini tamamlayıcı rol oynayabileceği şeklindedir. Ekonomilerde şiddetli daralmaların yaşandığı durumlarda, iradi maliye politikası uygulamaları daha öngörülebilir ve güçlüdür. İradi 202 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 maliye politikası aynı zamanda finansal şokların ekonomik aktivitelerde daralmaya yol açtığı ve kısa dönem faiz oranlarının sıfıra yaklaştığı dönemlerde daha yararlıdır (Ray 2009: 1). Keynesyen teoriye göre, bir ekonomideki çıktı düzeyi ve istihdam üzerinde harcamaların belirleyici etkisi vardır. Kamu kesiminin sahip olduğu mali araçlarla toplam harcamalar üzerinde önemli etkide bulunabileceği dikkate alındığında, istikrarsızlık dönemlerinde devletin bu araçları kullanarak toplam talebin seviyesini değiştirebileceği ve ekonomide yaşanan dalgalanmaları giderebileceği ifade edilmektedir. Bugün devletin toplam talebi etkilemede kullanabileceği harcamalar ve vergilerden oluşan iki temel araç vardır (Bontas vd. 2009: 3). Ancak genellikle ekonominin daralma dönemlerinde, kamu yatırım ve tüketim harcamalarından oluşan harcama artırıcı politikaların, vergi indirimleri ve hane halklarına transferlerden daha büyük olumlu etkisi olduğu kabul görmektedir (EC 2009b:70). Bugün, para politikası makro ekonomik istikrarı sağlamada temel araç olma özelliğini korumakla birlikte, maliye politikası uygulamaları kaybettiği cazibesini tekrar kazanmaya başlamıştır. Öyle ki, küresel kriz sonrasında toplam talebi canlandırmak ve ekonomik büyümenin yavaşlamasını önlemek amacıyla pek çok ülkede iradi mali önlemler uygulamaya konulmuştur. 2009 ve 2010 yıllarında AB üyesi ülkeler tarafından ilan edilen mali canlandırma paketlerinin toplam büyüklüğü GSYH’nin %1,8’i olup, bu önlemlerin %1’i gelir önlemlerini %0,8’i ise harcama önlemlerini içermektedir (EC 2009a: 1,14)*. Krize karşı alınan önlemlerin harcama ya da gelir ağırlığı ülkeler itibariyle değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin Avusturya, İrlanda, İspanya ve İsveç’te gelir ağırlıklı önlemler ön plana çıkarken, Almanya, Macaristan ve Malta’da ise harcama ağırlıklı önlemler ön plana çıkmaktadır. AB üyesi ülkelerde krize karşı alınan gelir önlemlerinin gösterildiği Tablo 2’den de görüleceği üzere, krizin neden olduğu ekonomik daralmanın üstesinden gelebilmek için üye ülkelerin en fazla başvurduğu yöntem; gelir üzerinden alınan vergilerde (kişisel gelir + kurum gelirleri), ücretler üzerinden alınan vergilerde ve sosyal güvenlik katkı paylarında indirimdir. Üye ülkelerde ayrıca, özel sektör yatırımlarının teşviki ve özel sektöre likidite sağlamak amacıyla yatırım indirimi uygulaması, hızlandırılmış amortisman, vergilerin ödeme zamanı, dilimleri ve vergi iadesine ilişkin süreçte * AB ülkelerinin ekonomiyi canlandırmak amacıyla uygulamaya koyduğu, ancak bütçeyle doğrudan bağlantısı olmayan bir takım mali önlemler de söz konusudur. Bütçeye doğrudan etkisi olmayan bu önlemler; Özel sektörün bankalara olan borçlarına verilen garantiler, KDV iadelerinin hızlandırılması ve ihracata yönelik şirketlerin desteklenmesi gibi önlemleri içermektedir (EC 2009a: 148). 203 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 değişiklikler yapılması gibi uygulamalarda hayata geçirilmiştir. İlave olarak, sağlık, turizm ve konut sektörlerine yönelik vergi indirimleri de söz konusudur. Genişletici maliye politikası uygulamalarına örnek teşkil eden bu önlemlerin yanı sıra, özellikle kamu kesimi dengesi önemli ölçüde bozulan va düşük mali alana sahip olan İrlanda, Yunanistan, Macaristan, Romanya ve Litvanya gibi ülkelerde; KDV oranının artırılması (İrlanda, Litvanya), benzin, tütün ve alkollü içecekler üzerinden alınan harcama vergilerinin artırılması (Yunanistan, İrlanda, Litvanya, Romanya), kurum kazancı ve sermaye kazancı üzerinden alınan vergilerin artırılması (İrlanda, Yunanistan, Litvanya), yıllık geliri öngörülen tutarı aşanlardan bir seferlik vergi alınması (Yunanistan), enerji firmalarının geliri üzerine 2009 ve 2010 yıllarını kapsayan tek seferlik geçici vergi konulması (Macaristan), sigara elektrik, kömür ve gazyağı üzerindeki vergi oranlarının artırılması (Bulgaristan), sosyal güvenlik katkı paylarının artırılması (Romanya) ve sağlık hizmeti katkısının artırılması (İrlanda, Bulgaristan) gibi kamu kesimi dengesindeki bozulmanın daha da kötüleşmesini önlemeye yönelik tedbirler de söz konusudur. Tablo 2 AB Üyesi Ülkelerde Krize Karşı Alınan Gelir Önlemleri Ülke Gelir Önlemleri Belçika - Konut inşaatlarında KDV indirimi, Kişisel gelir vergisinde indirim Bulgaristan - Emeklilik sosyal güvenlik katkısında %4 indirim, Minimum zorunlu sigorta geliri sınırının yükseltilmesi, Sağlık hizmeti katkısının %2 artırılması, Sigara, elektrik, kömür ve gazyağı üzerindeki vergi oranlarının artırılması, Yerel varlık vergilerine konu varlıkların değerlerinin artırılması - Sosyal güvenlik katkı payında indirim, Sermaye mallarının nominal değerlerinin düşürülmesi - Şirketler için vergi indirimi, Gelir vergisi kesintisi Çek Cum. Danimarka Almanya Estonya İrlanda - Sosyal güvenlik kaklı payında indirim, Gelir desteği, Uygun amortisman kurallarını da kapsayan özel yatırım teşvikleri, Abonman haklarının yeniden tanımlanması - Sosyal güvenlik minimum vergi katkı tabanının yükseltilmesi, Zorunlu emeklilik katkı planının ertelenmesi, İşsizlik sigortası katkı payında artış - Damga vergisi üst sınırında indirim, Standart vergi oranı aralığının genişletilmesi, Gelir üzerinden alınan yeni bir verginin uygulamaya konulması, Sağlık katkı paylarında sosyal güvenlik ödemeleriyle orantılı değişiklik, Faizlerle ilgili vergi indiriminde katı kurallar, Standart KDV oranında artış, Tüketim vergisinde artış, Kurum ve sermaye geliri vergi ödemelerinin ileri alınması, Sermaye kazancı vergi oranında artış, Emeklilik fonu varlıklarının transferi 204 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Ülke Yunanistan İspanya Fransa İtalya G.Kıbrıs Letonya Litvanya Lüksemburg Macaristan Malta Hollanda Avusturya Polonya İngiltere İsveç Finlandiya Bişkek 2010 Gelir Önlemleri - Tütün ve alkolden alınan tüketim vergilerinde artış, Girişimlere ödenen avans oranlarında yükseltme, Kar payı üzerine %10 vergi uygulaması, Hisse senetleri üzerine ücret gelirleriyle uyumlu vergi uygulamasına başlama,Vergi barışı, Yıllık geliri 60 bin Euro’yu aşanlardan bir seferlik ek vergi alımı - Mortgage mükellefleri için stopaj indirimi, KDV hasılat sisteminde değişim, Kişisel gelir vergisinde indirim, Servet vergisinin yürürlükten kaldırılması - Devletin şirketlere yaptığı ödemlerini hızlandırılması, Ecza ve sigorta devir şirketleri üzerindeki vergilerin artırılması, Sermaye kazançları üzerine yeni vergiler, Mali program, Kar payı vergilendirmesinde değişiklik - Kurumlar vergisi indirimi, Şirket aktiflerinin yeniden değerlemesi üzerinden bir defaya mahsus vergi alınması, Vergi kaçırma ve vergiden kaçınma ile şiddetli mücadele, Enerji, bankacılık ve sigortacılık sektörleri üzerine yeni vergiler - 1.4.2009-31.12.2009 döneminde havayolu şirketlerinden havaalanı iniş harçlarında indirim vb.,Oteller için bazı vergi indirimleri, Petrol üzerindeki tüketim vergisinin yükseltilmesi, Yarı kamusal organizasyonlardan kar payı alınmaması, Özel teşebbüslerle uyumlu hale getirilmesi amacıyla yarı kamusal organizasyonların kurumlar vergisi oranında indirim, Faiz geliri üzerinden alınan stopajın %10’dan %3’e indirilmesi - Standart KDV oranının %18’den %21’e, indirimli oranın %5’ten %21’e çıkarılması, Alkol ve alkollü içecekler, petrol, türün üzerinden alınan tüketim vergilerinin artırılması, Minimum emeklilik ücretlerinin yükseltilmesi, Kişisel gelir vergisinde indirim, asgari ücrette artış, gelir vergisi alt sınırının yükseltilmesi - Kişisel gelir vergisinde indirim %24’ten %21’e, Kurumlar vergisinde artış ve kar payı üzerinden alınan verginin %15’ten %20’ye çıkarılması, KDV artışı, Bazı iş sahalarının sosyal güvenlik sistemine dahil edilmesi, Benzin, tütün ve alkol üzerindeki tüketim vergilerinin yükseltilmesi, Emeklilik reformunun yürürlüğe konulması - Vergi dilimlerinin ayarlanması, Çocuklar için vergi indiriminin değiştirilmesi, Sermeye artışı vergi payının yürürlükten kaldırılması - 2009 ve 2010’da enerji firmalarının kazançları üzerine %8 geçici vergi, - Kişisel gelir vergisi dilimlerinde genişletme, Motorlu araç ehliyetlerinde reform, Tüketim vergisinde artış, Çevresel önlemler - Sosyal yardımlarda indirim, Yatırımlar için hızlandırılmış amortisman uygulaması, Sağlık hizmetleri priminde indirim, Tüketim vergilerinde artış - Gelir vergisi indirimi, Çocuklarla ilgili vergi indirimde artış, Üniversite harçlarının kaldırılması, Vergi muafiyetleri, Eczacılık sektöründe KDV indirimi, İşsizlik sigortası katkı payında indirim - Kişisel gelir vergisi düzenlemeleri, Ticari vergilerde düzenlemeler, Tüketim vergisi düzenlemeleri - KDV oranının düşürülmesi, Gelir vergisinin düşürülmesi, Tütün ve alkol vergileri, İşletme vergisi oranındaki artışın ertelenmesi - Kazanılmış gelire daha düşük vergi oranı uygulaması, Konutun iyileştirilmesine yönelik hizmetlerin vergiden indirilmesi, Kurumlar vergisi oranının düşürülmesi, Emeklilere düşük vergi uygulaması, Sosyal güvenlik katkı paylarının düşürülmesi, Belirli şirketlere yönelik düşük fiyatlama kurallarının değiştirilmesi, Şirketlerin faiz maliyetini indirmesine yönelik düzenlemelerde değişiklik - Gelir vergisi indirimi, Emeklilik gelirlerine daha düşük vergi uygulanması, Çeşitli vergi indirimlerinin artırılması , Alkol ve tütün vergilerinin artırılması 205 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Ülke Slovakya Slovenya Romanya Portekiz Bişkek 2010 Gelir Önlemleri - Gelir vergisi indirimi, Tütün mamüllerinden alınan ÖTV’de artış , Sosyal güvenlik katkı paylarında ve ikinci kademe emeklilik sisteminden yapılan sermaye transferlerin de değişiklikler - Ücretlilerden alınan verginin elemine edilmesi, Kurumlar vergisi oranının %22’den %21’e düşürülmesi, Şirketler için ilave yatırım indirimi, ilave yatırım indirimleri, Özel tüketim vergilerinde artış - Sosyal güvenlik katkı payının artırılması, Tüketim vergilerini artıracak bir tarifenin uygulanması , Yerel emlak vergisinin matrahını güncelleyerek piyasa değerine yaklaştırma - Seçilmiş bazı grupların sosyal güvenlik primi ödemlerinde geçici indirim, Bazı vergilerin ödeme zamanını ve prosedürünü değiştirerek firmalara likidite desteği sağlanması, KDV’nin standart oranının Haziran 2008’den itibaren 1 puan düşürülmesi Konut varlıklarına daha düşük vergi uygulanması Kaynak: European Commission (2009a)’dan yararlanılarak derlenmiştir. Maliye politikası önlemlerinin harcama ayağında ise, sosyal koruma programlarına yönelik harcamaların artırılması (istisnalar olmakla birlikte), bireyler ve hane halklarına yönelik destekler ile özel sektör yatırımları için uyarıcı nitelikte olan; eğitim, konut, altyapı, turizm, telekominikasyon ve enerji gibi alanlara yapılan yatırımların desteklenmesi gibi önlemler ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, stratejik sektörlerin gelişimi için ödenek ayrılması (İspanya) ve çevresel önlemler ile çevreye duyarlı kalkınmanın teşvik edilmesi gibi önlemler de söz konusudur. İlave olarak, yenileme yatırımları ve istihdamı teşvik için firmalara yönelik mali destekler de uygulamaya konulmuştur (Tablo 3). Gelir önlemlerinde olduğu gibi, harcama önlemlerinde de daraltıcı maliye politikasına örnek teşkil eden tedbirler söz konusudur. Bu tür tedbirlere; sosyal transferlerde tasarruflar ( İrlanda, Yunanistan ve Macaristan), personel harcamalarında kesintiler (Romanya, Litvanya, Yunanistan), kamu kesiminin personel harcamaları dışındaki diğer cari harcamalarında kesintiler (Litvanya, Romanya), kamu yatırımlarının tekrar önceliklendirilmesi (İrlanda), çevre koruma, ulaşım gibi bazı programlarda kesintiler (Macaristan), bütçesel kurumların operasyonel maliyetlerinde geniş kapsamlı kesintiler (Macaristan) ve yerel yönetimlere yapılan transferlerde indirim (Litvanya) örnek olarak verilebilir (Tablo 3). 206 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 3 AB Üyesi Ülkelerde Krize Karşı Alınan Harcama Önlemleri Ülke Belçika Bulgaristan Çek Cum. Danimarka Almanya Estonya İrlanda Yunanistan İspanya Fransa İtalya G.Kıbrıs Letonya Litvanya Lüksemburg Harcama Önlemleri - Sübvansiyonlar yoluyla emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması, Ödemelerin hızlandırılması - Sosyal yardımların artırılması - Bütçe gelir sonuçlarının öngörülenden kötü olması durumunda, sosyal güvenlik transferleri dışındaki, faiz dışı harcamaların bütçe ödeneğinin %902ı ile sınırlandırılması, Yatırım harcamalarının yükseltilmesi, 1 nisan ve sonrasında emekli olacaklar için tarihin 1 temmuz 2009’a çekilmesi, Bütçeden ücretlere ayrılan ödeneklerin %10 oranında artırılması - Altyapı yatırımları, Kamu tüketimi ve ücretlerde artış, Emeklilik ödemelerinin endekse bağlanması - İnşaat bakım onarım, Çevreye duyarlı ulaşım altyapısı - Altyapıyı da kapsayan yatırım harcamaları, Çevresel primler, Endüstri destekleri, Emek piyasasına destekler,Sağlık hizmet harcamalarının yükseltilmesi - Yeni iş kanunu uygulaması, Emekli maaşlarında artış - Sosyal hizmetler paketi, Kamu yatırımlarının tekrar önceliklendirilmesi, Sosyal transferlerde tasarruf - Kamu sektörü ücretlerinde zorunlu emeklilik kesintisi, Kamu hizmeti kadrolarında azaltmalar - Personel ücretlerinde kararlaştırılan artışların ertelenmesi, Denizaşırı ülkelere sağlanan yardımlarda indirim) - Düşük gelirli emekli ve işsizlere bir defalık sosyal dayanışma yardımı, Kayıtlı işsizlere mortgage yoluyla konut sağlanması, Kayıtlı işsizlere iki kat fazla paskalya primi, Kamu sektöründe istihdam artışının engellenmesi, Kamu sektöründe yüksek seviyeli memurların ödemelerinde azaltma, Esnek kamu harcama kalemlerinde %10 indirim, Kamu ücretlerinin 2009’da dondurulması - Yerel kamu yatırımları için merkezi yönetim desteği, Stratejik sektörlerin gelişimi için ödenek - Konut ve otomotiv endüstrilerine sektörel destekler, Düşük gelirli hane halkı için sosyal önlemler - Ek kamu yatırımları, Düşük ücretle çalışanlardan yapılan vergi indirimlerinin azaltılması yoluyla çalışanların durumlarının iyileştirilmesine yönelik önlemler - Hane halkına tek seferlik gelir desteği, Kamu kaynaklarının rasyonel hale getirilmesi - Turizmin canlandırılması, Kamu altyapı yatırımlarının artırılması, Petrol tüketim vergisi artışının etkisini dengeleyici önlemler, İnşaat alanı üzerindeki KDV’nin minimuma indirilmesi - Sosyal harcamaların artırılması - Sosyal transferlerin artırılması, Emeklilik kesintisinde indirim, Yerel yönetimlere yapılan transferlerde indirim, Kamu sektörü ücretlerinde kesinti, Cari kamu harcamalarında kesinti - Kamu yatırımlarında artış, Emekli maaşlarında %2 artış, İşsizlik başvurularının teşvik edilmesi 207 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Ülke Macaristan Bişkek 2010 Harcama Önlemleri Hollanda - Merkezi ısıtma sisteminin modernizasyonu, emekli maaşlarının ortalama emekli maaşı ile sınırlandırılması, Bütçesel kurumların operasyonel maliyetlerinde geniş kapsamlı kesinti, Çevre koruma, ulaşım gibi bazı programlarda kesinti, Sosyal transferlerde tasarruf - Turizme destek, Altyapı tesislerine yönelik harcamalar, Eğitim harcamaları, Endüstriler için yatırım projeleri, Yatırım teşviklerinin artırılması, Eğitim kurumlarına yatırımlar, Yerel düzeyde sürdürülebilir gelişme, Çevresel önlemler, Enerji ve diğer alanlardaki sübvansiyonlarda indirim - Altyapı projelerinde artış, Emek piyasasında önlemler, Eğitim harcamalarında artış Avusturya - Emek piyasasına yönelik önlem paketi, Polonya - Yatırımların artırılması, Devlet yardımlarının azaltılması, Ara tüketimin azaltılması İngiltere - Sermaye harcamalarını öne alma, İşletmeler ve sanayi sektörünün desteklenmesi, Sosyal harcamalar ve konut harcamaları - Altyapı ve altyapı bakım harcamalarında artış, Eğitim ve Ar-Ge harcamalarının artışı, İşgücünün eğitimi ve beceri kazandırılmasına yönelik harcamalarda artış - İşletmelerin finansman sağlamasının kolaylaştırılması, Altyapı yatırımlarının artırılması, Kiralık konut inşaatının artırılması, Belediye birleşmelerine finansman sağlanması - Yeni satın alınan araçlara teşvik, Refah tedbirlerinde değişiklikler Malta İsveç Finlandiya Slovakya Slovenya Romanya Portekiz - Kısa süreli çalışanlar için ücret desteği, Küçük ve orta ölçekli işletmeler ile yeni işe başlayan işletmelere yönelik teşvikler, Yeni teknolojiler ve Ar-Ge yatırımlarına yönelik teşvikler, Kamu sektörü çalışanlarına ücret artışı (ücret farklılıklarının kaldırılmasına yönelik kararın uygulanması) ücret faturasındaki artış alınan bazı önlemlerle kısmen önlendi), Belirli türde transferlerin artırılması - Kamu yatırım harcamalarının artırılması, Mal ve hizmetlere yönelik harcamaların azaltılması, Personel harcamalarında kesintiler - Okul binalarının yenilenmesi, Enerji ve telekomünikasyon alanına yapılan yatırımların artırılması ve bu alanda yapılacak yatırımların desteklenmesi, İhracat ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin, desteklenmesine yönelik özel teşvikler, Hane halkı gelirini artırmaya yönelik teşvikler, Firmalara yönelik teşvikler Kaynak: European Commission (2009a)’dan yararlanılarak derlenmiştir. Tablo 2 ve 3 birlikte değerlendirildiğinde AB ülkelerinin krize karşı aldığı önlemlerin; krizin ilgili ülkeyi etkileme derecesi, ülkelerin makro makroekonomik koşulları ve ihtiyaçlarına bağlı olarak daraltıcı ya da genişletici nitelikte olabildiği görülmektedir. Örneğin; Almanya, İngiltere, Danimarka, Belçika genişletici harcama ve gelir poltikaları uygularken, Macaristan, Romanya, İrlanda gibi ülkeler krize karşı daraltıcı gelir ve harcama politikaları, Yunanistan, Letonya ve Estonya ise gelir açısından daraltıcı mali politikalar, harcamalar açısından ise genişletici politikalar uygulamaya koymuştur (Tablo 2,3). 208 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Alınan önlemler AB ülkelerinin finansal krize karşı uygulamaya koyduğu maliye politikasının temelde; toplam talebi artırmak ve ekonomik faaliyet hacmindeki daralmayı önlemek amacına odaklandığını göstermektedir. Ancak, maliye politikası önlemleri, ekonomiyi canlandırma özelliğinin yanı sıra, kaynak tahsisi ve gelir dağılımı üzerinde de etkili olabilmektedir. Özellikle, kriz sonrasında istihdam hacmindeki daralmalar, maliye politikası uygulamalarının diğer amaçlarının da göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir. 3. KÜRESEL KRİZE KARŞI ALINAN ÖNLEMLERİN MALİYETİ Küresel kriz farklı kanallar aracılığıyla kamu maliyesini etkilemektedir. Birinci etki, ülkelerin finansal sektörü desteklemeye yönelik doğrudan müdahalelerinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, büyüme hızının düşmesi, varlık ve mal fiyatlarındaki düşüşün kamu gelirlerinde (bazı durumlarda kamu harcamalarında) azalmaya yol açmasıdır. Üçüncüsü ise, toplam talebi artırmaya yönelik mali canlandırma paketlerinden kaynaklanmaktadır. Bunun yanı sıra, emeklilik fonlarının varlıklarındaki kayıplar da hükümetlerin koşullu yükümlülüklerini artırabilecek niteliktedir (IMF 2009a: 1-2)*. Çalışmanın bundan sonraki kısmında söz konusu müdahaleler ve bunların kamu maliyesine etkileri değerlendirilmiştir. 3.1. Finansal Sektörü Desteklemeye Yönelik Adımların Maliyeti Finansal sektörü desteklemeye yönelik adımlar, hükümetlerin varlıklarını ve yükümlülüklerini etkilemektedir. Söz konusu müdahaleler; finansal sektöre sermaye enjeksiyonu, hazine tarafından doğrudan borç verilmesi yada varlık satın alımı (özellikle de likit olmayan varlıkların satın alınması), finansal sektörün yükümlülüklerine verilen garantiler ya da merkez bankası desteklerinden (kredi limitlerinin artırılması, ticari senetlerin satın alınması vb.) oluşmaktadır. Bu müdahaleler, hükümetlerin koşullu yükümlülüklerini artırmaktadır (elde edilen varlıkların elden çıkarılması sonrasında katlanılan maliyet karşılanamayabilir ya da finansal sektörün borcunu ödeyememesi durumunda devlet bu borcu üstlenmek zorunda kalabilir) (IMF 2009a: 2). AB üyesi ülkelerde finansal sektörü desteklemeye yönelik önlemler ve bu önlemlerin boyutunun GSYH’ye oranının gösterildiği Tablo 4’ten de görüleceği üzere, Mayıs 2009 itibariyle, finansal * Özellikle bazı ülkelerde demografik değişiklikler nedeniyle sosyal güvenlik kurumlarının aktif pasif yapısındaki bozulmaya bir de kriz dolayısıyla sosyal güvenlik kurumlarının kayıpları ve artan işsizlik oranlarının ve işgücüne katılım oranının düşmesinin sisteminin aktif-pasif dengesine yansımaları düşünüldüğünde gelecekte sosyal güvenlik açıklarının kamu maliyesi üzerinde önemli bir baskı aracı olacağı söylenebilir (Bkz: IMF 2009: 2). 209 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sektörü desteklemek amacıyla 23 plan onaylanmıştır. Bu planlardan 11 tanesi bankaların yükümlülüklerine yönelik garantiler, 5 tanesi yeniden sermayelendirmeye yönelik planlar, 5 tanesi birden fazla önlemi içeren planlar, bir tanesi finansal varlıkların satın alınmasına yönelik plan, bir tanesi de likidite desteğini içeren plandır. Onaylanan planların büyüklüğü AB ülkelerinin GSYH’sinin %36,5’ine denk gelmekte olup, gerçekleşme ise %11,1 düzeyindedir (Tablo 3). Finansal sektörü desteklemeye yönelik önlemler çerçevesinde bankalara 310 milyar Euro (GSYH’ye oranı %2,6) sermaye enjekte edilmesi öngörülmüş ve bunun 170 milyarı (GSYH’ye oranı %1,5) realize edilmiştir. Finansal sektörü desteklemeye yönelik önlem paketlerinden en büyük payı, banka yükümlülüklerine verilen garantiler almıştır. Öyle ki, bankaların yükümlülüklerine karşı verilen garantileri içeren önlemlerin boyutu 2 trilyon 9 milyar Euro olup (GSYH’ye oranı %24,7), bunun 920 milyar Euro’su (GSYH’ye oranı %7,8) verilen garantiler kapsamında alacaklılara ödenmiştir (EC 2009a: 145,146). 210 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4 AB Üyesi Ülkelerde Finansal Sektörü Desteklemeye Yönelik Önlemler (Mart 2009 itibariyle GSYH’nin yüzdesi olarak)* Sermaye Enjeksiyonu Avusturya Belçika Bulgaristan G.Kıbrıs Çek Cum. Danimarka Estonya Finlandiya Fransa Almanya Yunanistan Macaristan İrlanda İtalya Letonya Litvanya Lüksemburg Malta Hollanda Polonya Portekiz Romanya Slovakya Slovenya İspanya İsveç İngiltere Toplam AB Toplam Euro Bölgesi 1 5,0 4,2 0,0 0,0 0,0 6,1 0,0 0,0 1,2 4,2 2,0 1,1 5,1 1,3 1,4 0,0 6,9 0,0 7,9 0,0 2,4 0,0 0,0 0,0 0,0 1,6 3,5 2,6 2,6 2 1,7 5,7 0,0 0,0 0,0 0,3 0,0 0,0 0,8 1,6 0,0 0,1 2,1 0,0 0,0 0,0 7,9 0,0 7,9 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,2 2,6 1,5 1,4 Banka yükümlüklerine garantiler 1 27,3 70,8 0,0 0,0 0,0 253,0 0,0 27,7 16,6 18,6 6,1 5,9 225,2 NA 10,9 0,0 12,4 0,0 34,3 0,0 12,5 0,0 0,0 32,8 9,3 48,5 21,7 24,7 20,6 2 5,1 16,3 0,0 0,0 0,0 NR 0,0 0,0 3,1 7,3 0,4 0,0 225,2 0,0 2,8 0,0 NR 0,0 5,7 0,0 3,0 0,0 0,0 0,0 2,8 8,8 9,5 7,8 8,3 Hasarlı varlıklara güvence 1 0,4 5,7 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 2,3 3,6 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 12,0 12,0 2 0,4 5,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,3 0,4 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 4,9 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,5 0,7 Likidite ve banka finansman desteği 1 2 27,3 1,5 NA NR 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 NA NR 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 NR 3,3 1,7 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 10,9 6,1 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 5,8 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 0,0 2,8 1,8 0,1 0,0 25,1 18,7 4,3 3,0 1,3 0,7 Toplam 1 60,1 74,6 0,0 0,0 0,0 243,8 0,0 27,7 20,2 26,4 11,4 7,0 230,3 1,2 23,1 0,0 19,3 0,2 42,2 0,0 14,9 0,0 0,0 32,8 12,1 50,2 50,3 43,6 36,5 2 8,7 35,3 0,0 0,0 0,0 0,5 0,0 0,0 4,2 6,3 2,2 0,1 227,3 0,0 8,9 0,0 18,5 0,0 24,4 0,0 3,0 0,0 0,0 0,0 4,6 8,9 30,8 12,8 11,1 Mevduat garanti planı* %100 100000 50000 100000 50000 %100 50000 50000 70000 %100 %100 %100 %100 CA.103000 50000 100000 100000 100000 100000 50000 100000 50000 %100 %100 100000 50000 CA.57000 --- Not : Veriler 08.05.2009 tarihi itibariyledir. GSYH verileri Komisyonun 2009 bahar tahminlerine dayalıdır. * : Aksi belirtilmedikçe Euro NA : Veri yok NR : EFC anketinde üye ülke tarafından rapor edilmeyen 1 : Onaylanan 2 : Gerçekleşen Kaynak : EC, 2009a:147. 3.2. Otomatik Stabilizatörler ve Diğer İhtiyari Olmayan Unsurların Maliyeti Otomatik stabilizatörlerin etkisi, ekonomik koşullar kötüye gittiğinde hızla artmaktadır. 2009 yılında AB ülkelerinde GSYH’nin %2,9’u kadar çıktı açığı (output gap) olacağı ve 2010’da çıktı açığının GSYH’nin %3,7’sine yükseleceği tahmin edilmektedir (EC 2009a: 148). Çıktı açığının mali açıklar üzerindeki etkisini ölçmeye yönelik duyarlılık analizinde; 2009 yılı itibariyle çıktı açığındaki bir 211 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 birimlik kötüleşmenin (artışın), mali açıkların GSYH’ye oranında, İngiltere’de %2, Fransa’da %1,9, İspanya’da %1,8, Almanya’da %1,7 ve İtalya’da %1,4’lük bir artışa yol açacağı tahmin edilmiştir (IMF 2009a: 7). Bu çerçevede kriz dolayısıyla, AB ülkelerinde büyüme oranlarında yaşanan gerilemelerin, bu ülkelerin kamu kesimi açıklarını artırıcı etkide bulunabileceği söylenebilir. İhtiyari olmayan faktörlerin etkisi otomatik stabilizatörlerle sınırlı değildir. Hisse senedi fiyatlarında, konut fiyatlarında, finansal sektörün karlarındaki, mal fiyatlarındaki düşüşler ile risk primlerindeki artışlarla, döviz kurlarındaki artışların yabancı para cinsi yükümlülükler ve dış borçlanmanın maliyetini artırması da kamu maliyesini olumsuz yönde etkilemektedir (IMF 2009b, 14-15). 3.3. İhtiyari (İradi) Politikaların Maliyeti Kriz dolayısıyla uygulamaya konulan iradi politikalar büyük ölçüde mali canlandırma paketleri çerçevesinde şekillenmektedir. Mali canlandırma paketleri kapsamında alınan önlemler üç ana başlıkta ele alınabilir. Bunlar; Kamu mal ve hizmetlerine yönelik harcamaların artırılması, tüketicileri hedef alan nakit transferleri ile vergi indirimleri ve firmalara yönelik vergisel önlemleri içermektedir (Khatiwada 2009: 15). Mali canlandırma paketlerinin içeriği ve boyutu ülkelerin ihtiyaçları, imkanları, krizden etkilenme derecesi vb. faktörlere bağlı olarak önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Nitekim AB üyesi ülkelerden İngiltere, Fransa, ve Portekiz, gibi ülkeler genellikle harcama bileşeni ağırlıklı, politika çeşitlendirilmesine dayalı önlemleri uygulamaya koymuşlar, bu kapsamda alt yapı harcamalarını artırmışlar ve düşük gelirli korumasız gruplara yapılan transferleri artırmışlardır (Horton vd. 2009: 1-2; EC 2009a: 14). İrlanda, Romanya ve Macaristan gibi ülkelerde ise sıkı maliye politikası uygulamaları söz konusu olmuştur (tablo 3). Kriz dolayısıyla uygulamaya konulan mali canlandırma paketlerinin içerdiği maliyetlerin bir kısmı geçici, bir kısmı sürekli, diğer bir kısmı ise geri döndürülebilir niteliktedir (IMF 2009b: 14). Geçici Maliyetler: Kamu kesimi tarafından uygulamaya konulan çoğu mali canlandırma paketinin özellikle harcamalarla ilgili kısmı belirli bir süre için (altyapı harcamaları gibi bazı harcama programlarının tekrarlanan maliyetleri -yeni altyapı harcamalarının bakım masrafları gibi- söz konusu olabilir) yürürlüğe konulmuştur. Geçici nitelikteki bu önlemler kamu kesimi açıkları üzerinde geçici etkiler meydana getirirken, borç stoku üzerinde kalıcı etkilere yol açabilecektir (IMF 2009b:15). 212 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Sürekli (Kalıcı) Maliyetler: Krize karşı uygulamaya konulan çoğu mali canlandırma önleminin kamu gelirleri ile ilgili olanları sürekli niteliktedir. Bu önlemlerin, kamu gelirlerinde azalmaya yol açarak, mali açıkları artıracağı ve kamu borç stokunda da kümülatif artışa yol açacağı söylenebilir (IMF 2009b:15). Geri Döndürülebilir (Kendi Kendini Finanse Edebilecek) Maliyetler: Bu tür önlemler kamu kesimi açıkları ve borç stoku üzerinde geçici etkilere yol açabilmektedir. Bazı yatırım harcamalarının kendi kendini finanse etmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Bazı önlemler ise uzun dönemde hiçbir etki doğurmayan niteliktedir. İngiltere’de KDV oranındaki kesintinin yol açacağı gelir kaybının, 2010 yılında uygulamaya konulacak gelir artışı önlemleriyle denkleştirilmesi öngörülmektedir (IMF 2009b:16). AB üyesi ülkeler tarafından ilan edilen iradi mali önlem paketlerinin toplamının GSYH’ye oranı 2009 yılında AB GSYH’sinin %1,1’i, 2010’da ise %0,7’sidir. İlan edilen mali canlandırma paketlerinin %1’i gelir önlemlerini %0,8’i ise harcama önlemlerini içermektedir. AB üyesi ülkelerde 2009 yılında krize karşı açıklanan iradi mali önlem paketlerinin GSYH’ye oranının gösterildiği Grafik1’den de görüleceği üzere, iradi mali önlemlerin boyutunun GSYH’ye oranı esas alındığında; AB’de parasal birliğe dahil ülkelerde en büyük iradi mali önlem paketini İspanya açıklamıştır. Bu ülkeyi, Avusturya, Finlandiya, Malta, Almanya ve Lüksemburg izlemiştir. Parasal birliğe dahil olmayan AB üyesi ülkelerde ise İngiltere ve İsveç en büyük mali önlem paketini açıklayan ülkeler olmuştur (EC 2009a: 1,14; Grafik 1). Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts). 213 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4. KÜRESEL KRİZİN KAMU MALİYESİNE YANSIMALARI Küresel krizin kamu maliyesine yansımaları kamu gelirlerine, kamu harcamalarına, bütçe dengesine ve borçlanmaya yansımalar başlıkları altında ele alınabilir. Çalışmanın ilerleyen bölümünde krizin AB üyesi ülkelerin kamu maliyesine yansımaları bu başlıklar çerçevesinde ele alınmıştır. 4.1. Krizin Kamu Gelirlerine Yansımaları Küresel krizin kamu gelirlerine yansımaları; vergi oranlarındaki indirim ve muafiyetler, vergi tabanının aşınması ve vergiye gönüllü uyumun azalması gibi çeşitli kanallar aracılığıyla gerçekleşmektedir (IMF 2009c: 14). Vergi indirimleri ve muafiyetler: Küresel krize karşı bir önlem olarak, pek çok ülkede vergi idarelerinin mükelleflerin yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için ilave yardım ve destek sağlaması istenmektedir. Bugün AB üyesi birçok ülke ekonomilerindeki daralmanın önüne geçebilmek ve toplam talebi artırabilmek için vergi oranlarında indirime gitmiş ve yeni vergi muafiyetleri uygulamaya koymuştur. Bu uygulamalardan vergi gelirleri olumsuz yönde etkilenmiştir (Brondolo 2009: 4; IMF 2009a: 14). Vergi matrahındaki aşınmalar: Ekonomik koşulların kötüleşmesi ve dış ticaret hacmindeki daralma nedeniyle, dış ticaretten alınan vergi gelirlerinde bir azalma meydana gelirken, mal ve hizmet fiyatlarının düşmesi, tüketim vergisi gelirlerinde azalmaya neden olmaktadır. Ayrıca, istihdamdaki daralma kaynakta kesilen vergileri azaltmaktadır. Ülke ekonomilerinin resesyona girmesi nedeniyle kar hacminde ve üretim miktarında dolayısıyla da GSMH’deki küçülme, vergilendirilebilir kapasitede daralmaya yol açmaktadır (Minassian 2009: 19-21). Özellikle tüketim hacmindeki daralmalar harcamalar üzerinden alınan vergilerde düşüşe yol açarken, kişisel gelir vergilerinin artan oranlı tarifeye dayalı olması ise, kriz nedeniyle azalan gelirlerden dolayı kişisel gelir vergisi gelirlerinde düşüşe yol açmıştır. Vergiye gönüllü uyumdaki düşüş: Küresel kriz vergi mükelleflerinin vergiye gönüllü uyumunda da azalmaya yol açmaktadır. Vergi mükellefleri özellikle vergi idaresinin zayıf olduğu ülkelerde finansal kurumlar aracılığıyla ya da diğer finansman yöntemleriyle sağladıkları fonlarda bir azalma meydana geldiğinde, vergiden daha fazla kaçınma eğilimindedirler (IMF 2009a: 14). Buna ilaveten, nakit ekonomisinin artması ve işletme faaliyetlerinin eksik bildirimi gibi nedenlerle vergiye gönüllü uyum azalmaktadır. Bu ise vergi kayıp ve kaçaklarını artırmaktadır. Bunun sonucunda, vergi 214 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 idareleri önemli gelir kayıpları ile karşı karşıya kalmaktadır. Ayrıca, bu idareler artan mali baskılar nedeniyle gelecekte bütçe kesintisi riski ile karşı karşıyadır (Brondolo 2009: 4). AB ülkelerinde kamu gelirlerinin GSYH’ye oranının 2006 yılının son çeyreği ile 2009 yılının üçüncü çeyreğini kapsayan dönemde gelişiminin gösterildiği Grafik 3’ten de görüleceği üzere, Romanya, Polonya, Lüksemburg, Finlandiya, Estonya ve Danimarka'da kamu gelirlerinde %0,17 ile %7,78 arasındaki oranlarda artış görülürken, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Güney Kıbrıs, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Letonya, Macaristan Portekiz, Yunanistan vb. gibi ülkelerde ise kamu gelirleri %0,42 ile %15,96 oranında azalma göstermiştir. Bu dönemde kamu gelirlerinde ortalama düşüş %2,73 olarak gerçekleşirken, kamu gelirlerindeki en yüksek artış, %7,78 ile Estonya'da, en yüksek düşüş ise, %15,96 ile İrlanda'da gerçekleşmiştir. Kaynak: Eurostat, Quarterly Financial http://epp.eurostat.ec.europa.eu (11.012.2009) Accounts for General Government, 4.2. Krizin Kamu Harcamalarına Yansımaları Küresel krizin etkilerini gidermek amacıyla birçok ülke finansal sektörü desteklemeye yönelik paketler açıklamış ve mali canlandırma paketlerini uygulamaya koymuştur. Ülkelerin uygulamaya koyduğu birinci grup önlemler, finansal dalgalanmaları önlemeye yönelik olarak krizin ilk aşamasında ortaya çıkmıştır. Bu paketlerin temel hedefi, likidite problemi yaşayan veya iflasın eşiğinde olan finans kuruluşlarına yardım edilmesidir. İkinci grup paketler ise, krizin finans sektöründen reel kesime yayılmaya başlaması ile ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar, ekonomik 215 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 küçülmeyi azaltmaya yönelik olarak kamu harcamalarının artırılması veya reel sektöre kredi desteği sağlanması gibi önlemleri içermektedir. Finans sektörünün şiddetli bir kredi daralmasına gitmesi ve varlık fiyatlarının düşmesi yurt içi talep üzerinde kuvvetli bir baskı yaratmaktadır. Bu tür paketler ile özel sektörün tüketim ve yatırım harcamalarını kısması sonucunda ortaya çıkan talep açığının, kamu harcamaları ve vergi indirimleri ile kapanması planlanmaktadır (Yılmaz 2008: 9). AB üyesi ülkelerde krize karşı alınan mali önlemlerin %45’i harcamalara ilişkin önlemleri içermektedir. Örneğin, İtalya, Belçika, Litvanya, Letonya, Avusturya ve’da Estonya’da emek piyasasına yönelik harcamalar ve sosyal harcamalar ön plana çıkarken, Almanya, Malta ve İsveç’te eğitim, sağlık ve altyapı harcamaları ön plana çıkmıştır. Ayrıca, Danimarka’da çevreye duyarlı ulaşım altyapısı harcamaları, Finlandiya’da kiralık konut inşaatının artırılması ve belediye birleşimlerine mali destek sağlanması, İspanya’da yerel kamu yatırımlarına destek sağlanması, Fransa’da konut ve otomotiv sektörüne yönelik destekler, Malta ve Güney Kıbrıs’da turizmi desteklemeye yönelik harcamaların artırılması vb gibi uygulamalar da söz konusudur (Tablo 2). AB ülkelerinde kamu harcamalarının GSYH'ye oranının gösterildiği Grafik 4'ten de görüleceği üzere, ele alınan dönemde, Bulgaristan, Güney Kıbrıs, İspanya, İtalya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya ve Slovakya'da kamu harcamalarının GSYH' ye oranı %0,18 ile %10,46 arasında azalma gösterirken, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İsveç, Lüksemburg, Norveç, Slovenya ve Yunanistan'da ise kamu harcamaları GSYH oranı, %0,12 ile % 8,85 oranında artış göstermiştir. Bu dönemde AB genelinde harcama artırıcı politika uygulayan ülkeler ağırlıkta olmakla birlikte, krize karşı daraltıcı önlem uygulayan ülkelerin kamu harcamaları/GSYH oranında yaşanan düşüşler, genişletici politika uygulayan ülkelerin kamu harcamaları/GSYH oranına nispeten daha büyük olduğu için AB 27 ülkeleri esas alındığında kamu harcamaları/GSYH oranında %0,16’lık bir azalma söz konusudur. Ancak, harcama daraltıcı politika uygulayan ülkelerin AB’nin toplam GSYH’sı içinde aldıkları paylar nispeten düşük olduğundan, AB genelinde kamu harcamaları/GSYH oranı %0,16 düşüş göstermekle birlikte, toplam rakam olarak kamu harcamalarında bir artış vardır. Ayrıca, kamu harcamalarının GSYH oranında da, 2009 yılından itibaren bir artış eğilimi söz konusudur. 216 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Kaynak: Eurostat, Quarterly Financial http://epp.eurostat.ec.europa.eu (11.012.2009) Accounts for Bişkek 2010 General Government, Küresel krizden etkilenen birçok ülkede olduğu gibi AB ülkelerinde de, kamu harcamalarının küresel kriz nedeniyle ertelenmiş özel sektör yatırım harcamaları üzerinde uyarıcı etki yapması öngörülmektedir. Bu sebeple kamunun mal ve hizmet alımına yönelik harcamaları ile özellikle altyapı yatırımlarına yönelik harcamaları artırılmaktadır. Artan kamu harcamalarının ilave talep oluşturarak ekonomik daralmayı önleyici işlev görmesi beklenmektedir. Ancak, artan harcamalar beraberinde kamu mali dengesinin bozulması sorununu da getirmektedir. Mali krizin yıkıcı etkileri ve borçlanma rasyolarının daha da kötüleşmesinin önüne geçilmesi ihtiyacı göz önüne alındığında, kriz sonrasında pek çok ülkenin kamu altyapı harcamalarına ve sosyal harcamalara daha az kaynak ayıracağı söylenebilir. Bu durum büyüme oranında gelecekte meydana gelmesi muhtemel artışları sınırlayabilecektir. Ayrıca, kriz süresince kişi başına düşen gelirin azalması nedeniyle, bir çok ülke yoksulluğun artması gibi sorunla karşı karşıya kalabilecektir (UN 2009: 4). 4.3. Krizin Bütçe Dengesine Yansımaları Krizin kamu bütçesi üzerindeki etkisi önemli boyutlarda olmuştur. Potansiyel büyüme oranlarındaki düşüş kamu maliyesi üzerinde ilave maliyetlere yol açmıştır. Finansal sektörü desteklemeye yönelik adımlar koşullu yükümlülükleri artırmıştır. İlave olarak pek çok ülke mali canlandırma paketleri 217 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 uygulamaya koymuştur. Bu paketlerin içerdiği gelir azaltıcı ve gider artırıcı önlemler kamu bütçesi üzerinde önemli maliyetlere yol açmıştır (EC 2009b:41). AB üyesi ülkelerde kamu gelir gider dengesinin gösterildiği Grafik 5’ten de görüleceği üzere, 2007 yılı sonunda %0,9 olan bütçe açıkları GSYH'ye oranının 2010 yılında %7,3’e çıkacağı tahmin edilmektedir. Ele alınan dönemde, Lüksemburg, Güney Kıbrıs, Bulgaristan, Danimarka, İsveç, İspanya, Finlandiya, İrlanda, Slovenya, Hollanda ve Estonya’da kriz öncesindeki bütçe fazlaları yerini açığa bırakırken, Litvanya, İngiltere, Polonya, Letonya, Fransa, Portekiz, Yunanistan, Avusturya, Romanya ve İtalya’da ise bütçe açıkları daha da artmıştır (Grafik 5). Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts). Küresel krizin neden olduğu bütçe açığındaki artış, uzun dönemde sürdürülebilirlik tartışmalarını gündeme getirmektedir. Bu nedenle, krize karşı alınan önlemlerin bütçe açığının sürdürülebilirliğini tehlikeye atmaması için IMF, OECD ve AB gibi uluslararası kuruluşlar sürekli vergi indirimi ve harcama artışı yerine, belli bir süreliğine uygulanan canlandırma paketleri olmasını önermektedirler. Yunanistan’ın bütçe açığı ve kamu borcu GSYH oranının yüksekliğinden dolayı yaşadığı krizde bu tehlikeyi açıkça ortaya koymaktadır. 4.4. Krizin Kamu Borçlanmasına Yansımaları Küresel krizle birlikte ülkelerin karşı karşıya kaldıkları önemli sorunlardan biri de kamu borç stokunun artmasıdır. Borç stokundaki artış yalnızca bütçe açıklarındaki artışlardan kaynaklanmamaktadır. Aynı zamanda mali stres altındaki bankalara hükümetlerin uyguladığı 218 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sermaye enjeksiyonu ve borç olarak sağlanan fonlara verdikleri garantilerden de kaynaklanmaktadır (EC 2009b: 41). Kriz, dünya ticaret hacminin daralması ve mal ve hizmetlerin ihraç fiyatlarındaki düşme nedeniyle birçok ülkede ödemeler bilançosu açıklarına ve mevcut açıkların artmasına neden olmuştur. Aynı dönemde net özel sermaye akımlarında da %50 daralma meydana gelmiştir (UNCTAD 2009: 5). Kriz sonrasında, bir taraftan artan ödemeler bilançosu açıkları diğer taraftan doğrudan ve dolaylı sermaye hareketlerindeki azalma ve krizin ekonomik maliyetleri (finansal maliyetler, iradi ve iradi olmayan maliyetler vb. gibi) nedeniyle, borçlanmanın sürdürülebilirliği konusu gündeme gelmiştir. Öyle ki, AB üyesi ülkelerde kamu borç stokunun GSYH’ye oranının gösterildiği, Grafik 6’dan da görüleceği üzere, 2007-2010 döneminde AB ülkelerinde kamu borç stokunun GSYH'ye oranının %20,7 oranında artış göstereceği öngörülmektedir. Ele alınan dönemde Bulgaristan ve Güney Kıbrıs’ta borç stokunun GSYH'ye oranında bir azalma söz konusu iken, diğer ülkelerde borç stoku GSYH oranının %4,3 ile %54,7 oranında artış göstereceği tahmin edilmektedir. Bu dönemde özellikle Fransa, İngiltere, İspanya, Litvanya ve İrlanda’da, kamu borç stoku GSYH oranında meydana gelen artışın %20'nin üzerinde olması beklenmektedir. Borç stokunun GSYH'ye oranının, Belçika, Yunanistan ve İtalya’da %100’ün üzerine çıkması, İspanya, Hollanda, Malta, Avusturya, Almanya, İrlanda, Portekiz, İngiltere, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İtalya’da Maastricht kriterlerinde öngörülen %60 oranını aşması beklenmektedir. Kaynak: EC, 2009a (Annex Charts). 219 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kriz sonrasında, özellikle ülkelerin daha fazla dış borçlanma ihtiyacı borç yükünü artırdığı gibi, artan borç yükü ve borçların sürdürülebilirliği yönündeki endişeler de risk algılamasında değişime yol açmakta ve ülkelerin dış borçlanma maliyetini artırmaktadır. Borçlanma maliyetindeki bu artış; özellikle Yunanistan, İtalya, İrlanda ve İspanya gibi ülkelerde, vadesi gelen borçların geri ödenmesinde sorun oluşturabilecektir (UN 2009:4). Son beş yılda uygulanan ihtiyatlı politikalar sayesinde, AB üyesi ülkelerin önemli bir bölümü döviz rezervlerini artırmıştır. Döviz rezervlerindeki bu artış sayesinde özellikle AB’nin yüksek gelirli ülkelerinin 2 ya da 3 yıl daha sermaye piyasalarında yaşanan sorunlara karşı donanımlı olduğu söylenebilir. Ancak bu durum AB’nin düşük gelirli ülkeleri için böyle değildir. Söz konusu ülkeler krizin bu şekilde sürmesi ya da şiddetini artırması durumunda döviz rezervlerini önemli ölçüde tüketebilecektir*. Bu durum anılan ülkelerin likidite sorunu ve borçlarını geri ödeyememe riski ile karşı karşıya kalmalarına yol açabilecektir. Yani, küresel krizin doğrudan etkisinin görece düşük kaldığı ülkeler dahi, artan uluslararası likidite sıkışıklığından dolayı önemli maliyetlerle karşı karşıyadırlar ve bu durum onları borçların geri ödenmesinde önemli güçlüklerle karşı karşıya bırakabilir. Böyle bir durumda ülke ekonomilerindeki daralmaların gelecekte daha da yüksek olması muhtemeldir. 5. KÜRESEL KRİZE KARŞI ALINAN MALİ ÖNLEMLERİN ETKİNLİĞİ Maliye politikalarının istikrar fonksiyonu 1970’lerden itibaren tartışılmaktadır. Bu tartışmalar iradi politikaların istikrar sağlayıcı etkisinin olup olmadığı ve otomatik istikrarlandırıcıların etki düzeyi olmak üzere iki temel noktada odaklanmaktadır. Mevcut krizin iki temel özelliği standart kriz karşıtı politikaların etkin olamayacağını göstermektedir. Öyle ki resesyonun küresel nitelikte olması büyük ekonomiler için devalüasyon gibi ihracatı teşvik politikalarının işe yaramayacağını göstermektedir. Krizin kaynaklarının politika faiz oranı ile banka kredileri arasındaki bağı zayıflatması ise geleneksel parasal iletim mekanizmalarının etkinliği azalmaktadır. Bu durumda maliye politikası en iyi politika tercihi haline gelmektedir (Spilimbergo vd. 2008: 4). Maliye politikasının etkisi, otomatik istikrarlandırıcılar ve iradi önlemlerin etkilerinin toplamından oluşmaktadır. Otomatik istikrarlandırıcıların etkisi bütçenin milli gelir içerisindeki payına, bütçe bileşenlerinin konjonktürel dalgalanmalara karşı duyarlılığına ve ekonomik şokun türüne bağlıdır * Dünya Bankasına göre, 16 ülkenin döviz rezervi 4 aylık ithalatının finanse edebilecek düzeyde, 18 ülke ise, 2008 Eylülünden beri uluslar arası rezervlerinin %20 ya da daha fazlasını tüketmiş durumda (WB, 2009,den aktaran, UN, 2009, s.6). 220 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 (Köhler-Töglhofer vd. 2009: 84). İradi mali politikalar konusunda genel kabul gören görüş ise, bu tip politikaların normal zamanlara kıyasla kriz dönemlerinde etkisinin daha büyük olduğu şeklindedir. Bu nedenle örneğin Avrupa Ekonomik Canlanma Raporu’nda iradi politikaların kullanımı özellikle tavsiye edilmektedir*. Gelişmiş ülkelerde iradi maliye politikaları genellikle konjonktür karşıtı iken, gelişmekte olan ülkelerde bu tür politikalar canlanma dönemlerinde teşviklerin artması, daralma dönemlerinde azalması şeklinde konjonktür yönlü hareketler sergileyebilmektedir (IMF 2008: 160). Bugün küresel krize karşı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gibi, AB ülkeleri de finansal piyasaları desteklemeye yönelik önlemlerin yanı sıra, mali canlandırma paketlerini uygulamaya koymuşlardır. Mali canlanma paketlerinin içeriği etkinlik açısında önemli bir faktördür. Yatırım çarpanının değeri mal ve hizmet alımına yönelik harcama çarpanından büyüktür. Transfer harcamaları çarpanının etkisi de küçüktür. Emek geliri üzerinden alınan vergilerdeki geçici azalmalarda çarpan etkisi zayıftır. Tüketim vergilerindeki geçici azalma durumundaki çarpan ise nispeten daha büyüktür (EC 2009a: 143). Mali önlemlerin ekonomik faaliyetler ve istihdam özerindeki etkisi, bu önlemlerin daha yüksek harcama ya da daha düşük vergi içerip içermediğine de bağlıdır. Ayrıca, Mali önlemlerin etkisi, yaşanan şokun geçici yada kalıcı olarak algılanıp algılanmamasına bağlıdır. Eğer kriz kalıcı olarak algılanırsa ekonomik birimler gelecekte daha fazla vergi ödeyeceklerini düşünerek tasarrufa yöneleceklerdir (EC 2009b: 70). Örneğin, ilave olarak önlemlerin etkinliği, toplam talep ve üretimdeki düşüşü kontrol edip etmediğine de bağlıdır. Vergi indirimi ve yatırım teşviklerinin ekonomide istikrarlandırıcı olabilmesi vergi indirimlerinin tüketici harcamalarına destek vermesine ve istihdamı teşvik etmesine bağlıdır (CEA, 2008:2). Kamu tüketim harcamalarının artışı ve/veya tüketim üzerinden alınan vergilerde yapılan indirim, krizden çıkış açısından kamu yatırımları ve gelir vergisi indiriminden daha etkili olmakla birlikte, kriz sonrası büyümenin desteklenmesi açısından tersi durum geçerlidir (Baldacci vd. 2009: 27). Tedbir paketlerinin harcama bileşimlerinin büyük kısmı geciçi önlemlerden oluşmaktadır. Ancak vergisel tedbirlerin yarıdan fazlası kalıcı niteliktedir. Gelişmiş ülkelerde kalıcı tedbirlerin oranın daha yüksek olduğu görülmektedir (IMF 2009a: 13). Mali teşvik paketlerinin etkinliğini belirleyen diğer bir faktör * AB genelinde mali canlanma paketlerinin 2009 yılında milli gelirin yüzde 1’i, 2010 yılında ise yüzde 0,5’ine ulaşacağı tahmin edilmektedir (EC 2008: 15-16). 221 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ülkelerin dışa açıklık düzeyleridir. Bir yandan açıklık arttıkça önlem paketlerinin etkinliği azalırken, diğer yandan dışa açıklık ile paketlerin büyüklüğü arasında negatif ilişki vardır. Krize karşı alınan mali önlemlerin etkinliğini şu aşamada değerlendirmek zor olsa da, AB komisyonunun AB ülkelerinde kamu maliyesindeki gelişmeleri değerlendiren 2009 tarihli raporundan yola çıkarak, mali canlandırma paketlerinin etkinliği hususunda bir takım çıkarımlar yapmak mümkündür. Örneğin, AB komisyonun bu raporunda AB üyesi ülkeler tarafından açıklanan mali önlem paketlerinin ekonomiye etkilerini gösteren similasyon analizinin sonuçları verilmiştir. Analiz sonuçlarına göre, mali canlandırma paketlerinin hane halkının satın alma gücünü 2009’da %0,5 ve 2010’da %0,2 oranında artırması beklenmektedir. Aynı dönemde mali önlemlerin yatırımları sırasıyla %1 ve %0,5 oranında artırması tahmin edilmektedir. Ayrıca, GSYH’nin’de 2009’de %0,8, 2010’da ise %0,3 artacağı öngörülmektedir (Tablo 5)*. Tablo 5 AB’de Mali Canlandırma Paketlerinin Etkisine Yönelik Simulasyon Modeli Mali önlemlerin GSYH’ye oranı Hane halkının satın alma gücüne etkisi İigücü piyasasına etkisi Şirketlere etkisi (yatırım güdüsü vb.) Yatırımlara etkisi Toplam GSYH büyümesine etkisi Kaynak: EC, 2009a: 27. 2009 0,5 0,1 0,2 0,3 1,0 0,8 2010 0,2 0,0 0,1 0,1 0,5 0,3 Küresel krize karşı alınan önlemler ülke ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağlamakla birlikte, kamu kesimi dengesi üzerinde önemli maliyetlere yol açmaktadır. Nitekim finansal krizler büyük çaplı talep şoklarına yol açmakta ve hükümetler teşvikleri kısa dönemde talebin desteklenmesi ve uzun dönemde potansiyel hasılanın yükseltilmesi arasında ayarlamak durumunda kalmaktadır. Ancak finansal piyasaların temizlenmesi, mevduat sahiplerinin korunması vb. için uygulanan bu * İradi mali önlemlerin yanı sıra, AB ülkelerinde otomatik stabilizatörlerin etkisiyle de bir toparlanma beklenmektedir. Özellikle bu ülkelerde devletin ekonomideki ağırlığının fazla olması ve kamu harcamalarında sosyal güvenlilk harcamalarının ağırlıklı olması krizden çıkışta, otomatik stabilizatölerin etkisinin büyük olması yönünde katkı yapabilecektir. Nitekim AB Komisyonu da 2009.. tarihli raporunda, AB üyesi ülkelerde 2009 ve 2010 yılında iradi ve otomatik istikrar sağlayıcı mali önlemlerin GSYH büyümesine toplamda %5 etkisi olacağını ve bunun %1,8’inin iradi önlemlerden, %3,2’sinin ise otomatik stabilizatörlerden kaynaklanacağını öngörmüştür (EC 2009a: 2,15). 222 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 tedbirlerin, küresel krizin olumsuz etkilerini gidermek (belirsizlikleri önlemek, toplam talebi canlandırmak vb) isteyen birçok ülkeye olduğu gibi AB ülkelerine de önemli maliyetleri vardır*. Nitekim AB üyesi ülkelerin kamu kesimi dengesi ve borç stoğuna ilişkin veriler, genel olarak mali durumun kötüleşmekte olduğunu ve sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. Şöyle ki, kamu kesimi açıkları 2007 yılında bir önceki yıla göre GSYH’nin %1’i oranında artmışken, 2010 yılında GSYH’nin %7’si oranında artması beklenmektedir. Kamu mali dengesindeki bu bozulmanın nüfusun yaşlanmasının (sağlık ve emeklilik harcamaları nedeniyle) bütçe üzerindeki etkisi, uzun dönem büyüme oranlarındaki düşüş ve mali canlandırma paketleri kapsamındaki devlet garantileri nedeniyle daha da artması söz konusu olabilir (EC 2009a: 11). Kamu kesimi dengesindeki bu bozulmanın borç stoku artışı üzerinde önemli etkisi olacaktır. Nitekim AB ülkelerinde kamu borç stokunun GSYH’ye oranının 2007–2010 döneminde %20 oranında artması beklenmektedir (EC 2009a: 43). SONUÇ 2007 yılının ikinci yarısıyla birlikte, ABD’de önce konut piyasasında çöküşe yol açan gelişmelerin negatif etkisi finansal piyasalara sıçramıştır. İpotekli konut finansman sistemi krizi şeklinde etkilerini göstermeye başlayan durum 2007 yılının sonlarına doğru boyut değiştirerek likidite krizine dönüşmüştür. Eylül 2008’de Lehman Brothers’ın batmasıyla bir çok ülkede finansal piyasalarda istikrarsızlıklar baş göstermiştir. ABD kaynaklı bu kriz, Kasım 2008’den itibaren de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alan küresel bir mali kriz haline gelmiştir. Finansal bağlımlılığın (iç içe geçmişliğin) krizin yayılmasının hızlı olmasına ve aynı şekilde yıkıcılığının da yüksek olmasına neden olduğunu gösteren bu kriz, aynı zamanda, finansal olarak dışa açık ekonomilerde pek çok kırılganlık olduğunu da ortaya koymuştur. Küresel kriz Başta ABD olmak üzere, bir çok ülke ekonomisini ve Avrupa Birliği ülkelerini önemli ölçüde etkilemiştir. Kredi kanallarının daralması, konut fiyatlarının ve borsaların düşmesi, tüketici güvenini ve beklentileri olumsuz yönde etkileyerek, yatırımlar ve toplam talepte daralmaya neden * Reinhart vd. (2008) 1945-2007 yılları arasında ele aldıkları 66 bankacılık krizinin bütçe üzerindeki etkisiyle ilgili olarak; bu krizlerin vergi gelirlerinde sert düşüşlere, kamu harcamalarında ise önemli artışlara neden olduğunu, krizi takip eden üç yıl içerisinde kamu borçlarının ortalamada toplam yüzde 86 yükseldiğini hesaplamışlardır. Laeven vd. (2008) ise aynı dönem içerisinde gerçekleşen 124 bankacılık krizini ele almışlar ve bu krizlerin giderilmesine yönelik politikaların bütçe üzerindeki yükünün ortalamada milli gelirin yüzde 13’ü seviyesine ulaştığını tahmin etmişlerdir. 223 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olmuştur. Yaşanan bu olumsuz gelişmelerin etkisiyle bir çok ülkede büyüme oranları negatif eğilim sergilemiş ve işsizlik oranlarında artış meydana gelmiştir. Küresel kriz kamu maliyesini de olumsuz yönde etkilemiştir. Krizin kamu maliyesi üzerindeki etkileri 3 farklı kanal aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki, ülkelerin finansal sektörü desteklemeye yönelik doğrudan müdahalelerinden kaynaklanmaktadır. İkincisi, büyüme hızının düşmesi, varlık ve mal fiyatlarındaki düşüşün kamu gelirlerinde (bazı durumlarda kamu harcamalarında) azalmaya yol açmasıdır. Üçüncüsü ise, toplam talebi artırmaya yönelik mali canlandırma paketlerinden kaynaklanmaktadır. Krize karşı alınan mali önlemlerin etkinliği konusunda şu aşamada kesin değerlendirmeler yapmak güçtür. Ancak, AB Komisyonu’nun 2009 tarihli kamu maliyesi raporunda yer alan similasyon analizi sonuçlarına göre, mali canlandırma paketlerinin hane halkının satın alma gücünü 2009’da % 0,5 ve 2010’da % 0,2 oranında artırması beklenmektedir. Aynı dönemde mali önlemlerin yatırımları sırasıyla % 1 ve % 0,5 oranında artırması beklenmektedir. Ayrıca, GSYH’nin’de 2009’de % 0,8, 2010’da ise % 0,3 artacağı öngörülmektedir. Küresel krize karşı alınan önlemler ülke ekonomilerinde nispi bir toparlanma sağlamakla birlikte, kamu kesimi dengesi üzerinde önemli maliyetlere yol açmaktadır. Nitekim, AB ülkelerinin kamu maliyesine ilişkin göstergeleri gerek iradi gerekse iradı olmayan faktörlerin etkisiyle, kamu kesimi dengesinde önemli bozulmalar meydana geldiğini göstermektedir. Ayrıca, 2007-2010 dönemine ilişkin kamu kesimi açıkları ve borç stoğuna ilişkin beklentiler de bu yöndedir. Şöyle ki, AB Komisyonu’nun 2009 kamu maliyesi raporunda AB üyesi ülkelerde, 2007 yılı sonunda % 0,9 olan bütçe açıkları GSYH oranının 2010 yılında % 7,3’e, yükselmesi ve aynı dönemde kamu borç stokunun GSYH'ye oranının % 20,7 oranında artış göstereceği öngörülmektedir. Özellikle kriz sonrasında ekonomilerde yaşanacak olumlu gelişmelerle birlikte, enflasyon ve faiz oranlarında yaşanacak artışların, borç stoğu Maastricht kriterlerinde öngörülen eşik değeri önemli ölçüde aşan, Yunanistan, Belçika, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde bir borç krizine yol açabilecektir. Bu durum AB’nin diğer ülkelerinin ekonomilerinde negatif dışsallıklara yol açacaktır. Negatif dışsallıkların önlenebilmesi ve kamu maliyelerindeki bozulmaların daha da kötüye gitmesinin önlenebilmesi için, uygulanan iradi politikaların koordinasyonunun sağlanması ve sürekli nitelikte etkilere yol açabilecek maliye politikası önlemlerinden ziyade, geçici etkiler doğurabilecek önlemlere ağırlık verilmesi büyük önem taşımaktadır. 224 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA Baldacci E., S. Gupta, C.Mulas-Granados (2009). How Effective is Fiscal Policy Response in Systemic Banking Crises?. International Monetary Fund Working Paper WP/09/160 BDDK (2008). ABD Mortgage Krizi. Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı Çalışma Tebliği, Sayı: 3. Brondolo John (2009), Collecting Taxes During an Economic Crisis: Challenges and Policy Options, IMF, Staff Position Note, SPN/09/17. Bunea-Bontas, Cristina Aurora and Petre, Mihaela Cosmina, Fiscal Policy During the Current Crisis, MPRA Paper No. 18676, November 2009, S.3, http://mpra.ub.uni-muenchen.de/18676, (Erişim:13.01.2010). CEA (2008), “The Case for Fiscal Policy to Forestall Economic Slowdown”, Executive Office of The President Council of Economic Advisers, Washington D.C. Dell’Ariccia, Giovanni, Deniz Igan, Luc Laeven (2008). Credit Booms and Lending Standards: Evidence from the Subprime Mortgage Market, IMF Working Paper No. 08/106. European Commission (2008). A European Economic Recovery Plan. Commission Of The European Communities, Brüksel. EC (2009a). Public finances in EMU – 2009. European Commission, 5/2009, Luxembourg EC (2009b). Economic Crisis in Europe: Causes, Consequences and Responses European Economy, European Commission, 7/2009, Luxembourg. Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu Furceri, D. ve A. Mourougane (2009). "Financial Crises: Past lessons and Policy Implications". OECD Economics Department Working Papers, No. 668 Horton, Mark ve Ivanova Anna (2009). The Size of the Fiscal Expansion: An Analysis for the Largest Countries. IMF Fiscal Affairs Department, February 2009. IMF (2008). “World Economic Outlook October 2008: Financial Stress, Downturns, and Recoveries”. World Economic and Financial Surveys. 225 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 IMF (2009a). The State of Public Finances Cross-Country Fiscal Monitor: November 2009. Staff of the Fiscal Affairs Department, SPN/09/25 IMF (2009b). Fiscal Implications of the Global Economic and Financial Crisis. Occasional Paper, No:269, International Monetary Fund Fiscal Affairs Department, SPN/09/13. Washington DC. IMF (2009c). State of Public Finance, Outlook and Medium-Term Policies After the 2008 Crisis, IMF Fiscal Affairs Department, March 2009, s.53. Khatiwada, Sameer (2009). Stimulus Packages to Counter Global Economic Crisis: A review. International Institute for Labour Studies Geneva, Discussion Papers, No: 196. Köhler-Töglhofer W. ve L. Reiss (2009). “The Effectiveness of Fiscal Stimulus Packages in Times of Crisis”. Journal of Monetary Policy & the E conomy, OeNB’s publication, Vol. 2009/01. Laeven L. ve F. Valencia (2008). Systemic Banking Crises: A New Database. IMF Working Paper WP/08/224. Minassian, Teresa Ter (2009). “Effects of the Global Financial Crisis on LAC’s, Public Finances”, 21st Regional Fiscal Policy Seminar, ECLAC, Santiago, January 26-29, 2009 Nanto, Dick K. (2009). The Global Financial Crisis: Analysis and Policy Implications. Congressional Research Service Report for Congress. OECD (2009), Economic Outlook, Interim Report No: 86. Kasım 2009 www.oecd.org/oecdeconomicoutlook (Erişim Tarihi: 25.01.2010) Ray, Nigel (2009). “The Role of Fiscal Policy in the Current Enviroment”, Keynote Address to the Finance Professionals Forum, Sydney, 31 March 2009. Reinhart C.M. ve K. S. Rogoff (2008). This Time is Different: A Panoramic View of Eight Centuries of Financial Crises. NBER Working Paper No. 13882. Spilimbergo A., S. Symansky, O. Blanchard, C. Cottarelli (2008). Fiscal Policy for the Crisis. IMF Staff Position Note SPN/08/01. TCMB (2009a). Finansal İstikrar Raporu - Kasım 2009. Sayı: 9 http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/ yayin/finist/ Fir_TamMetin9.pdf (Erişim 11.01.2010) 226 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI TCMB (2009b). Enflasyon Raporu. Bişkek 2010 Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Ekim 2009. Sayı: IV. www.tcmb.gov.tr/research/parapol/enf-temmuz2009.php (Erişim 03.01.2010) Tezcan, Ercüment (2009). “Küresel Kriz ve Avrupa Birliği”. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu. http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=1006 (erişim tarihi 09.01.2010) UN (2009). Towards a Durable Solution To The Debt Problems Of Developing Countries. Report of the Secretary-General. United Nations, A/64/167. UNCTAD (2009). The Impact Of The Financial And Economic Crisis On Debt Sustainability In Developing Countries September 2009. http://www.unctad.org/en/docs/ gdsdmfasmisc20091_en.pdf. Yılmaz, Durmuş (2008). “Küresel Mali Kriz ve Türkiye Ekonomisine Etkileri: Nasıl Başladı, Hangi Aşamadayız?”. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Ankara, 27 Aralık 2008. 227 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 228 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KRİZ DÖNEMLERİNDE KOBİ’LERİN FİNANSMAN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: İZMİR TEKSTİL SANAYİİ ÖRNEĞİ Araş. Gör. Hilal Hümeyra ERDOĞAN* ÖZET İşletmelerin içinde bulundukları çevre koşulları günden güne değişmekte ve bu değişimler onları çeşitli riskler ve belirsizlikler ile karşı karşıya getirmektedir. Karşılaşılan bu gibi olumsuzluklar, krizlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu krizlerin etkileri, kendi iç dinamiklerine göre, ülkeden ülkeye veya işletmeden işletmeye farklılık gösterebilmektedir. Bu noktadan hareketle yapılan bu çalışmada, finansal krizlerin, ekonomide önemli bir yer tutan küçük ve orta ölçekli işletmeler üzerindeki etkileri araştırılmakta, kriz dönemlerinde KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların belirlenmesi ve bu sorunlara yönelik, işletmelerin finansal yönetim uygulamalarının tespiti amaçlanmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle, krizlerle ilgili literatür özetlenmekte ve KOBİ’ler hakkında gerekli teorik bilgiler verildikten sonra krizlerin KOBİ’lere olası etkilerine değinilmektedir. Daha sonra bu çerçevede son dönemde yaşanan global mali kriz incelenmekte ve Türkiye Ege Bölgesi İzmir ilindeki küçük ve orta ölçekli tekstil işletmelerinin sahipleri veya üst kademe yöneticileri üzerinde bir araştırma anketi uygulanmaktadır. Bu sayede, KOBİ’lerin kriz sürecinde karşılaştığı sorunlar ve uyguladıkları finansal eylem ve önlemleri ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kriz, KOBİ, Finansal Yönetim Uygulamaları THE FINANCIAL PROBLEMS OF SME’ AND RECOMENDATIONS FOR SOLUTION: İZMİR TEXTILE INDUSTRY CASE ABSTRACT Environmental conditions which enterprises come in changes day by day and these changes face them with various risks and ambiguities. Like these complications encountered, cause to appear of crises. The effects of these crises, according to their own internal dynamics, may vary country to country or business to business. From this point, the effects of financial crises are being * Gediz Üniversitesi, İzmir, İİBF, İşletme Bölümü, (+90 232 484 34 34), hilal.erdogan@gediz.edu 229 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 researched on SME’s those performing very important function in economy, are being aimed to determine problems which SME encounter in crisis periods and financial management applications of enterprises. In this context, firstly, literature about crises are being abridged and after necessary theoretical knowledges about SME are being given, are being touched upon the potential effects of crises on SME. Later, in this context, the last global financial crisis are being analysed and are being implemented a research survey on business owners and upper-level managers of small and medium sized textile enterprises in Izmir, Aegean Region, Turkey. So, the problems of SME which encounter in crisis process and financial actions and cautions are being worked to display. Keywords: Crisis, SME, Financial Management Applications 230 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. GİRİŞ Bilindiği üzere KOBİ’ler, özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ekonomilerde gün geçtikçe artan öneme sahip bir duruma gelmektedirler. Artık devleşmiş endüstriler yerine, hızlı karar verme kabiliyeti yüksek olan KOBİ'ler, az sermaye kullanımı yanında daha çok el emeği ile çalışan, düşük düzeyde yönetim giderleri ile çalışan ve ucuz bir üretim gerçekleştiren iktisadi teşebbüsler olmaları ile tercih sebebi haline gelmişlerdir. Yeri ve önemi her geçen gün artan KOBİ’lerin de her kar amacı güden işletme gibi ödemeleri gereken borçları, almaları gereken mali sorumlulukları, işini devam ettirebilmesi için yaptığı sabit ve değişken giderleri söz konusu olmaktadır. Bunları karşılarken zaman zaman finansman desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Kriz dönemlerinde ise ülke ekonomisinde vazgeçilmez bir konumda bulunan KOBİ’lerin bu ihtiyacı hızla artmakta ve KOBİ’ler yönetsel ve finansal sorunlarla başa çıkmaya çalışmaktadırlar. Bu sorunların çözümü de ekonominin geleceği açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde 1980’li yıllarda dünya borç krizi ile başlayıp, ERM Krizi, Güney Doğu Asya Krizi, Rusya Krizi ve Türkiye’nin yaşadığı 2000, 2001 ve 2008 krizleri, gerek krizin yaşandığı ülkeyi ve gerekse diğer ülkeleri birçok alanda etkilemiş ve büyük problemlere neden olmuştur. Bu çalışma içeriği itibari ile kriz dönemlerinde KOBİ’lerin ihtiyaçlarını karşılamakta gerekli olan desteği ne şekilde ve nereden temin edebileceklerine, finansman ile ilgili problemlerini nasıl çözebileceklerine yönelik olarak hazırlanmıştır. 2. KRİZ KAVRAMI 2.1. Krizin Tanımı ve Önemi İşletmelerin amaçlarını gerçekleştirebilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri, alt sistemlerinin birbirleriyle etkileşimlerini organize etmelerinin yanı sıra çevrelerine uyum gösterebilmelerine ve davranışlarını çevrenin gereksinimleri çerçevesinde yönlendirebilmelerine bağlıdır. Dünyada yaşanan hızlı, stratejik ve teknolojik gelişmeler ve değişimler, işletmeleri derinden etkilemiştir. İşletmelerin sürekli ve hızlı değişimlerle karşı karşıya kalmaları onları çeşitli riskler, belirsizlikler, tehlikeler ve kaos ile karşı karşıya getirmektedir. Karşılaşılan bu gibi durumlar, krizleri gündeme getirmektedir. Kriz dendiğinde, neyin anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliği yoktur. Günümüzde kriz dendiğinde, ilk akla gelen ekonomik ve finansal sebepler olsa da, birçok faktör krize yol açabilmektedir. Siyasi ve sosyal olaylar, çevre faktörleri, üretim ve ürün sorunları, yönetim 231 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sorunları, yolsuzluklar, adaletsiz vergi sistemi, yabancı yatırımcı ile yurt dışına kaçan yerli yatırımcı kaynakların israfı, dış borç ve iç borç yükü, riskli ülke sayılma, yatırım yapmadan yüksek kazanç peşinde olma, kazalar ve hatta bazen gaflar bile krize dönüşebilmektedir. Görüldüğü gibi, hemen her konuda krizlerle karşılaşma olasılığı vardır. Bu yüzden, kriz konusunda yapılmış birçok da tanım bulunmaktadır. Ancak, en basit anlamıyla kriz; işletme örgütünün normal aktivitelerini tahrip eden önemli bir dengesizlik durumudur. Örgütün uzun ve kısa dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir (Titiz 2001: 204). Ancak her zaman kriz gibi belirsizlik dönemlerinin tehlikeler getirdiği düşünülmemelidir. Aksine işletmeyi başarıya ulaştıracak bir köprü olarak düşülmelidir. Bu yüzden, işletmelerin krizin gelmekte olduğunu görebilmeleri, krizin getirdiği tehlikeleri fırsatlar haline dönüştürebilmeleri ve kriz durumlarında işletmeyi tehlikelerden korumak için etkili bir yönetim anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. İşletmelerin hedeflerine ulaşabilmeleri amacıyla; sürekliliklerini sağlayabilmek ve krizden karlı çıkabilmelerinin yaşamsal önemi, işletmelerde “kriz yönetimi” kavramını öne çıkarmakta ve gerekli kılmaktadır. 2.2. Kriz Yönetimi Kriz yönetim, olası kriz durumlarına karşılık, karşılaşılabilecek sorunları önceden tahmin etmek ve planlamak suretiyle, söz konusu riskin gerçekleşmesi durumunda olumsuz etkiyi azaltmak ya da kontrol edilebilir duruma getirmek için kullanılacak iletişim yöntemlerinin planlanması, gerekli önlemlerin alınması ve uygulanması sürecidir (Filiz 2007: 18-19). Bu kapsamda kriz yönetimi sürecinde krizle ilgili ilk sinyaller ortaya çıktıktan sonra, krize karşı hazırlık ve önlemler alabilmesine yardımcı olan mekanizmaları kurması gereklidir. Ancak bazı durumlarda erken uyarı sistemleri ile önleme ve koruma mekanizmaları etkili biçimde çalışsa da kriz durumundan tamamen kurtulmak olanaklı olmayabilir. Bu nedenle, üst yönetimin, kriz yönetiminin ilk iki aşamasında elde ettiği verileri kullanarak krizin seyrini izleyerek gerekli önlemleri alması gerekmektedir (Sumer vd. 2009: 46). Kriz kontrol altına alınıp atlatıldıktan sonra, işletmenin istikrarlı duruma getirilmesi gerekmektedir. Durumun en kısa zamanda eski verimli haline getirilmesi ve bozulan örgütsel mekanizmanın yeniden işletilmesi sağlanarak (Sumer vd. 2009: 46) krizin yarattığı olumsuz etkilerin giderilmesine çalışılmalıdır. Son olarak, Kriz yönetimi sürecinin son aşaması, kriz döneminde alınan karar, önlem ve uygulamaların gözden geçirilmesi ve kriz dönemindeki fırsatları yakalayabilme faaliyetlerini içermektedir (Can 2005: 398-400). 232 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2.3. Yaşanan Bazı Mali Krizler 2.3.1. 1997 Asya Krizi: Bugün dünya pazarları ülke ekonomilerine büyük olanaklar sunduğu kadar, aynı zamanda tehlikeler de taşımaktadır. İkinci dünya savaşı sonrasındaki döneme göre, krizler giderek sıklaşmaktadır. Bunun en önemli örneklerinden biri de Asya Mali Krizidir. 1997 yılında ortaya çıkan ve dünya ekonomisini ve özellikle finansal piyasaları etkileyen bu kriz, Tayland’da başlayarak kısa sürede tüm Asya’yı etkilemiştir (Karluk 2003: vd. :1). Küresel boyutta düşündüğümüzde ufak tefek sarsıntılar olsa da dünya 1997 yılının ortasına kadar olumlu gelişmeler yaşamıştır. Kriz ülkeleri dünyanın en büyük pazarını oluşturmaya başlamışlardır (Eroğlu vd. 2002: 106). Ekonomide her şey yolunda giderken, 1996’da ihracatın ve GSMH büyümesinin yavaşlaması ile erken uyarı sinyalleri gelmiş, bölge faizleri yükselmiş ve başta Tayland olmak üzere paraları dolara bağlı olan ülkeler ekonomik büyüme sorununa yol açan para problemi ile karşı karşıya kalmışlardır. Kredilerde anormal şişkinlik, yabancı sermayeye aşırı bağlılık, yanlış ve verimsiz yatırımlar, altyapı sorunlarının üzerine gidilmemesi, ihracatta rekabetin zayıflaması, lüks tüketim malları ithalatındaki büyüme bölgede bir ekonomik krizin habercisi olmuştur (Karluk vd.2003: 2). Bu ülkelerde artan sermaye rizikosu ve bilhassa Tayland’da artan ölçüde yeni işyeri binasının boş durduğunun ve gayrimenkul fiyatlarının gerilemekte oluşunun fark edilmesiyle 1997 yılında Asya krizi diye nitelendirilen kriz ortaya çıkmış olmuştur. Bu krizle birlikte gayrimenkul sektöründe sorunlar çıkmış, menkul kıymetler borsasında keskin düşüşler ve mali dengeler bozulmaya başlamıştır (Kınaytürk 2006: 34). 2.3.2. Şubat 2001 Krizi: Siyasal alanda meydana gelen bir tartışmayla ortaya çıkan kriz, toplumda siyasi istikrarsızlık olarak değerlendirilmiş ve bu sebepten dolayı piyasalarda yaşanan sıkıntılar 2001 döviz krizinin temelini oluşturmaktadır. Bu krizin etkisiyle büyük ölçekli dövize karşı yabancı yatırımcıların yanında yerli yatırımcılardan özellikle bankalardan spekülatif talep artışı başlamıştır. Şubat 2001 yılında başlayan kriz, TL’nin önemli ölçüde değer kaybetmesine yol açmıştır (Kınaytürk 2006: 64). Hükümet siyasi istikrarsızlığın ortadan kalkması ve siyasi aktörlerin kendi aralarında uzlaşması halinde ekonominin düzeleceği kanaatini taşıyordu. Bu yüzden bir revizyona ihtiyaç duyulmamıştı. Ancak krizle beraber ekonomide yeni bir dönem başlamış ve eski program tümüyle yürürlükten kalkmıştı. IMF ile anlaşma sağlanarak güçlü ekonomiye geçiş programı uygulanmaya başlamıştır. Fakat programın, uygulanan politikalar ve ortaya çıkan sonuçlar sonrasında etkin bir program 233 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olmadığı söylenebilir. Bu sebeple kriz sonrasında birçok banka tasfiye edilmiştir. Yıllık büyüme oranı büyük oranda küçülme göstermiştir. Enflasyonda bir önceki yıla göre artış meydana gelmiştir. Mali kesimde başlayan bu sarsıntı kısa süre sonra reel sektör üzerindeki olumsuz etkilerini de göstermeye başlamıştır. Piyasada ortaya çıkan faiz dalgalanmaları talep canlılığını birdenbire kesivermiş, talepte ortaya çıkan bu ani sarsıntı, reel kesimin satışlarının daralmasına ve dolayısıyla stoklarının hızla yükselmeye başlamasına yol açmıştır (Eğilmez, 2008: 78). Ekonomide yaşanan bu belirsizlikler yatırımları da durdurmuş, döviz üzerinden borçlanan firmalar iflas ile karşı karşıya kalmışlardır (Kınaytürk 2006: 64). İşsizlik oranı yükselmiş, ödemeler dengesi üzerinde yarattığı etkide ise dış ticaret açığının en çok yaşandığı dönem olmuştur. Sermaye hareketleri de olumsuz yönde bir boyut kazanmış sermaye çıkışı gerçekleşmiştir. Sonuç olarak, ekonomik istikrarı tekrar sağlamak için izlenen yanlış politikalar ve kötü yönetim neticesinde de faizler çok fazla yükselmiş ve ekonomiye büyük maliyetler yüklemiştir. 2.3.3. 2008 Küresel Krizi ve Türkiye: 2008 ekonomik krizi, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve dünyanın birçok ülkesini olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir.Bu küresel krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatmaktadır. Başlangıçta mortgage kredilerinin büyük ağırlığı, yüksek kaliteli müşterilere verilen kredilerden oluşuyordu. Zaman içinde krediler daha düşük kaliteli müşterilere de yönelmeye başladı. Bu kişiler de aldıkları kredileri geri ödeyememiş ve bu kişilerin iflas etmelerine ve hatta konutlarına el konmasına neden olmuştur. Ayrıca bankalar bu tüketicilere kredi vermemeye başlamıştır. Neticede, konut fiyatları düşmüş ve kredi sağlayamayan tüketicilerin harcamaları azalmış, ürerimden tüketime tüm piyasa daralmaya girmiştir. (www.finzoom.com) ABD’deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu tutulu satışlardaki kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği düşünülmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki büyümenin düşmesi, talebin de gerilemesi, gelişme yolundaki ülkelerden yapılan ithalatın azalmasına neden olmuştur. Bu durum gelişme yolundaki ülkelerin dış ticaret gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla ekonomilerinin küçülmeye başlamasına yol açmıştır. 2008 krizinin diğer krizlerden farkı bunun tam anlamıyla küresel bir kriz olması ve dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olmasıdır. Bu kadar büyümesinin temel nedeni ise, kuralların yetersizliği ve denetimin eksikliğidir (Demir vd. 2008:109). 234 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3. KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ İŞLETMELER KOBİ’ler dünya ekonomisinde olduğu gibi, Türkiye ekonomisinin de dinamik ve sürükleyici unsurlarından biri olup, ülkemizin sosyo - ekonomik gelişmesi açısından çok büyük öneme sahiptirler. Genel olarak, az sermaye kullanımı yanında emek-yoğun teknoloji kullanan, çabuk karar verme yeteneğine sahip, düşük düzeyde yönetim giderleri ile çalışan ve ucuz bir üretim gerçekleştiren iktisadi teşebbüslerdir (Uludağ vd. 1990: 14). Bu tür işletmeler dinamik, yenilikçi, fırsatları zamanında değerlendirebilen işletmelerdir (Oktay vd. 2002: 2). Bütün ekonomilerin temel dinamiğini oluşturmalarına rağmen yine de KOBİ’lerle ilgili kabul görmüş ortak bir tanım yoktur. Bunun nedeni ise, ölçekle ilgili kriterlerin göreceli bir özellik taşımasıdır. Büyüklük ölçüsü olarak hangi kriterlerin alınacağı ve bunların miktarı konusunda ülkemizde çeşitli görüşler bulunmaktadır (Oktay vd. 2002: 2). Bazı kurumlara göre çalışan sayısı önemli olurken, diğer bazı kurumlara göre ise, firmaların ciroları baz alınarak bir takım tanımlamalar yapılmıştır (Türköz 2008: 6). Ancak KOBİ’lerin devlet desteği alabilmek, kredi avantajlarından yararlanabilmek, ilgili danışmanlık kuruluşlarından destek alabilmek ve sözleşmeler yapabilmek için firma ölçeğinin belirlenmesi gerekmektedir (Türköz 2008: 4). Aşağıdaki tabloda KOBİ’lerin ülke ekonomilerindeki paylarına ve Türkiye’deki KOBİ tanımları ile AB ve ABD tanımlarına yer verilmiştir. Tablo 1 KOBİ Tanımlamaları ve Ülke Ekonomilerindeki Payları Toplam İşletmeler İçindeki Payı Tanım Kriteri Küçük ve Orta Ölçekli İşletme TÜRKİYE 99,5 İş gören Sayısı 250 Kişiye Kadar Yıllık Net Satış Hasılatı 50 Milyon Euro AB 99,7 İş gören Sayısı 250 Kişiye Kadar Yıllık Net Satış Hasılatı 25 Milyon TL ABD 97,2 İş gören Sayısı 1500 Kişiye Kadar Görüldüğü gibi, tanımlardaki sınırlar, genellikle ülkelerin ekonomilerinin büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir. Örneğin, ülkemizde KOBİ sayılan herhangi bir işletme Amerika’da küçük bir işletme 235 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olabilmektedir. Ayrıca tablo serbest piyasa sisteminin büyük ölçüde geçerli olduğu ülke ekonomilerindeki faaliyetler boyutuyla önem arz eden işletmelerin büyüklüğü hakkında önemli bir fikir vermektedir. Buna göre bu işletmelerin yaklaşık % 98’ini KOBİ’ler oluşturmaktadır. Bu da KOBİ’lerin önemini ve ülke ekonomilerine olan katkılarını açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye için düşündüğümüzde KOBİ literatürü açısından oldukça önemli olan KOSGEB tanımlaması ile Türkiye Halk Bankası’nın KOBİ sınıflandırması öncelikli olarak ele alınmıştır. KOSGEB, istihdam desteğinden yararlanmak isteyen işletmelerden; “1 -150 arası işçi çalıştırmak, imalat sanayinde faaliyet göstermek ve gerçek usulde defter tutmak” koşullarını istemektedir (Türköz 2008: 6). Türkiye Halk Bankası ise, normal KOBİ’lerde iş gören sayısı 1 – 250 arası olup, toplam makine ve ekipmanlarının kayıtlı net değeri 400 Milyar TL’yi aşmayanları KOBİ olarak değerlendirmektedir. (www.halkbank.gov.tr) Bakanlar Kurulu’nun 2005/9617 satılı kararı ile kabul edilen “Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılması Hakkında Yönetmelik”, 18 Kasım 2005 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu tanıma göre KOBİ’ler; mikro işletme, 10 kişiden az çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı ya da bilançosu 1 milyon YTL’yi aşmayan çok küçük ölçekli işletmeler, küçük işletme, 50 kişiden az çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı 5 milyon YTL’yi aşmayan işletmeler orta büyüklükteki işletmeler; 250 kişiden az çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hasılatı 25 milyon YTL’yi aşmayan işletmeler olarak tanımlanmıştır (Kınaytürk 2006: 75). 3.1 KOBİ’lerin Ülke Ekonomilerine Katkıları Özellikle son yıllarda oldukça önem kazanan KOBİ’ler, bir ülkenin sosyo - ekonomik yapısı çerçevesinde endüstrileşmenin, sağlıklı kentleşmenin, optimum dağıtım ve ticaret uygulamalarının vazgeçilmez faktörü konumuna gelmişlerdir. Teknolojinin gelişmesi, kişi ve toplumlardaki bağımsızlık eğiliminin artması, krizlerden daha az etkilenmeleri ve bilgi toplumuna geçiş gibi nedenlerden dolayı da KOBİ’ler daha önemli hale gelmiş bulunmaktadırlar (Dinçer 1995: 2). Sayısal verilere de baktığımızda KOBİ’lerin faaliyette bulundukları ülke ekonomilerine olan katkılarını ve sahip oldukları önemi anlayabiliriz. 236 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 2 KOBİ’lerin Ülke Ekonomilerine Katkıları* Toplam İşletmeler İçindeki Payı (%) Toplam İstihdam İçindeki Payı (%) Toplam Yatırım İçindeki Payı (%) Katma Değer İçindeki Yeri (%) Toplam İhracat İçindeki Payı (%) Toplam Kredilerden Aldığı Pay (%) TÜRKİYE 99.5 61.1 56.5 37.7 8.0 – 10.0 3.0 – 4.0 AB 99.7 65.0 40.0 50.0 25.0 40.0 ABD 97.2 50.4 38 36.2 32 42.7 Günümüzde, KOBİ’ler ekonomide, istihdam ettikleri işgücünden yatırım hacmine, oluşturdukları katma değerden, üretim değerine ve ödedikleri vergilere kadar pek çok açıdan büyük bir ağırlığa sahiptirler. Gelişmiş ülkelere de bakarak, Dünya genelinde toplam işletmelerin yaklaşık % 98’ini KOBİ’ler oluşturmaktadır. Bu da KOBİ’lerin önemini ve ülke ekonomilerine olan katkılarını açıkça ortaya koymaktadır. Ülkemizde ise, bu oran %99.5 civarındadır. Ayrıca, KOBİ’ler ülkemizdeki toplam istihdamın %61.1’ini oluşturmaktadır. KOBİ yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı %56.5’tir. Toplam katma değerin %37.7’si KOBİ’ler tarafından sağlanmaktadır. Toplam ihracat içindeki KOBİ payı ortalama %8-%10 arasında gerçekleşirken, bu kesimin topla banka kredilerinden aldığı pay %4 civarındadır. Diğer ülkelere baktığımızda, KOBİ’lerin toplam yatırımlar içindeki payı ile katma değer içindeki payı ABD ve diğer AB ülkeleriyle büyük farklılıklar göstermezken, toplam ihracat içindeki payı ile toplam kredilerden almış oldukları pay diğer ülkelere göre çok düşüktür. Bu da ülkemizdeki KOBİ’lerin büyük çoğunluğunun dışa açılma derecesinin düşük olduğunu ve küreselleşme sürecine giremediklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca bankaların KOBİ’lere kredi verirken çekimser davranmalarının bir sebebi de, KOBİ’lerin miktar, vade, faiz oranı, teminat açısından zorlu kredi koşullarına maruz kalarak ödemelerde zorlanmalarıdır (Yılmaz 2003). KOBİ’lerin kredilerden aldığı pay artırılıp, ihracat olanakları konusunda desteklenirse, Türkiye’nin dış ticaret hacminin iyileşmesine ciddi katkılar sağlayabilirler (Çelik 2007: 18). Katma değerin de istihdama oranla biraz düşük olmasının sebebi ise, KOBİ‘lerin emek yoğun çalışmaları ve teknolojilerinin yenileyememeleridir (Yılmaz 2004). * Yılmaz, Beytullah, “KOBİ’lerin Finansman Sorunlarına Bir Çözüm Önerisi: Risk Sermayesi Finansman Modeli” isimli makaleden yararlanılmıştır. 237 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 İstihdam ve üretime katkıları, değişen pazar koşullarına hızla uyum sağlama esneklikleri, büyük işletmeleri tamamlama yetenekleri, bölgelerarası dengeli büyüme ve çevre korumasına olumlu etkileri ve gelirin daha adil dağılımı açısından oldukça önemli roller üstlenmektedirler (Gafuroğlu 2007: 42). Ayrıca iç göçün önlenerek sağlıksız kentleşmenin önüne geçilmesinde ve kalifiye eleman yetiştirilmesinde de (Yücel 2004: 107) göz ardı edilemeyecek katkıları bulunmaktadır. Ayrıca girişimciliğe teşvik edilmesinde, tam rekabetin sağlanmasında, sosyal barışın korunmasında ve toplumsal hayatın canlı tutulmasında önemli katkılar sağlamaktadırlar. KOBİ’lerin ülke ekonomilerine olan katkılarını daha da artırmak için KOBİ’lerin güçlendirilerek rekabet koşullarına uygun çağdaş işletme koşullarına kavuşturulması gerekmektedir. 4. KRİZ DÖNEMLERİNDE KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ TEKSTİL İŞLETMELERİNİN FİNANSMAN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA 4.1. Araştırmanın Amacı Bu çalışması ile yaşanan son global mali krizin tekstil sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’ler üzerindeki etkileri belirlenmeye çalışılmıştır. KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların belirlenmesi ve bu sorunlara yönelik, işletmelerin uyguladıkları finansal eylem ve önlemlerinin tespiti amaçlanmaktadır. 4.2. Araştırmanın Yöntemi Araştırmada veri toplamak amacıyla Türkiye Ege Bölgesi İzmir ilindeki küçük ve orta ölçekli tekstil işletmelerinin sahipleri veya üst kademe yöneticileri üzerinde bir araştırma anketi uygulanmıştır. Bu amaçla EBSO’ ya kayıtlı ve İzmir şehir merkezinde dış giyim üzerine faaliyet gösteren 200 hazır giyim işletmesine yüz yüze anket uygulanmıştır. 93 tane elverişli anket formu elde edilmiştir. Anket formlarının uygulanması sonucu elde edilen verilerin değerlendirilmesinde, SPSS 15.0 (Statistical Package for Social Sciences) paket programından yararlanılarak frekans ve yüzde dağılımlarının bulunduğu tablolar hazırlanmıştır. 4.3. Elde Edilen Bulgular İşletme İle İlgili Genel Sorular: Anket sonuçlarına göre, KOBİ yöneticilerinin büyük bir bölümünün 35 yaş ve yukarısı olduğu gözlemlenmektedir. Bunun sebebi, KOBİ’lerde yönetici olarak çalışan kişilerin genellikle işletme sahibi olması veya işletmede çok uzun süredir çalışan, işletmeyi sahiplenmiş kişiler olarak değerlendirilebilecektir. 238 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Araştırmaya katılan işletmeler, personel sayıları baz alınarak incelenmiş ve yapılan analiz sonuçlarına göre işletmelerin büyük bir çoğunluğunun (% 80) 50 kişiye kadar personel çalıştırdığı, gözlemlenmiştir. 2007 yılıyla karşılaştırdığımızda ise, işletmelerin personeli işten çıkarma eğilimi söz konusudur. Araştırmaya katılan işletmelerin %62’si 10 yıldan daha uzun süredir faaliyetlerine devam ettiklerini belirtmiştir. Görüşme yapılan isletmelerin %84’ünde ayrı bir finansman departmanının bulunmaması henüz yeterince kurumsallaşılmadığı ve geleneksel yönetim organizasyonunun devam ettiği ve dolayısıyla etkin bir finansal planlamanın yapılamadığı izlenimini vermektedir. Görüşülen 93 işletmeden 70 adetinin (% 75.3) yönetimi bizzat sermayedarlar tarafından üstlenilmiştir. Sermayedarlardan sonra gelen 23 adeti (%24.7) profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmektedir. Sermayedar ağırlıklı yönetim bicimi, çalışan sayılarına bakılarak yorumlandığında, ticari işletmelerin büyük bir bölümünün sahibi tarafından (%86) tek basına ya da 1-2 çalışanla islerini yürütmekte oldukları belirtilebilir. İşletme sahiplerinin de genel olarak aile üyelerinden oluştuğu da elde edilen bulgular arasındadır. Görüşme yapılan isletmelerin sahiplerinin veya yöneticilerinin %23’ü ilkokul ve ortaokul, %38.3’ü lise ve %35.6’sı lisans mezunudur. % 1.1’i ise lisansüstü eğitimlerini tamamlamışlardır. Üniversite mezunu işletme sahiplerinin sayısı beklenenin üzerindedir. KOBİ’lerin kuruluş sermayelerini temin şeklinin dağılımına bakıldığında; %84’lük gibi büyük bir çoğunluğunun kuruluş sermayelerinin kendi öz sermayeleri olduğu görülmektedir. %8’i yakınlarından borç alarak, % 6.7’si işletmeye ortak alarak ve % 1.3’ü banka kredisi kullanarak kuruluş sermayelerini temin ettiklerini belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi, kobiler banka kredileri pahalı oldukları için, kredi temininde zorluk çekmekte ve bu imkandan yararlanamamaktadırlar. Genel olarak işletme sahipleri daha çok ev, arsa gibi gayrimenkullerini satarak iş kurduklarını belirtmektedirler. Katılımcı işletmelerin hukuki yapılarının %61’i limited şirket, %33’ü anonim şirket ve % 6’lık kısmı ise şahıs şirketi olarak dağılmıştır. Limited şirketlerin anonim şirketlere göre sayılarının yaklaşık iki katı olması ise bize şirketlerin hukukî anlamda kurumsallaşma çabası içinde olsa da henüz bunun yetersiz olduğunun bir göstergesi olabilir. 239 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kriz Dönemlerinde KOBİ’lerde Karşılaşılan Finansal Sorunlara İlişkin Sorular: Tablo 3 Son Global Mali Krizin İşletmeye Etkileri Frekans 68 43 62 57 36 59 Yatırımlarda Azalma Üretim Kapasitesinde Düşüş Satışlarda Azalma Alacak Tahsilinde Gecikmeler Hammadde Fiyatlarında Artış Kredi Almada Zorluklar % 73.1 46.2 66.7 61.2 38.7 63.4 Ankette ulaşılan veriler, ekonomik kriz dönemlerinde yatırımların büyük ölçüde azaldığını göstermektedir. Buna göre katılımcı işletmelerin % 73.1’inde yatırımlarda azalma olduğu ifade edilmiştir. Bunun dışında işletmelerin % 66.7’ sinin satışlarında azalma olduğu, %63.4’ünün kredi almada zorluklar çektiği, %61.2’sinin alacak tahsilinde gecikmelerden kaynaklanan sıkıntılar yaşadığı, %46.2’sinin üretim kapasitesinin düştüğü ve %38.7’sinin hammadde fiyatlarında artış olduğu gözlemlenmiştir. “Yatırımlarda azalma”, “satışlarda azalma”, “kredi almada zorluklar”, “alacak tahsilinde gecikmeler” faktörlerine bakıldığında ekonomik kriz sürecinde en çok etkilenen alanlar olarak görülürken, diğer faktörlere bakıldığında ise, krizin “üretim kapasitesinde düşüş” ve “hammadde fiyatlarında artış” faktörlerini daha az etkilediği görülmektedir. Tablo 4 Alınan Önlem ve Uygulamalar Öz kaynakla finansmana ağırlık verdik Üretim miktarını azalttık Maliyet düşürücü tedbirler aldık Personele ilişkin bazı tedbirler aldık Yatırımları azalttık Yeni yatırımlara yöneldik Eldeki stoklarla üretimi devam ettirdik Özvarlıkları satarak nakde çevirdik (arsa, makine, tesis satışı gibi vb.) Faiz, repo, borsa, döviz gibi yatırım alanlarına yönelerek faaliyet dışı gelirlerini artırmak Frekans 25 36 51 56 59 10 55 21 39 % 26.9 38.7 54.8 60.2 63.4 10.8 59.1 22.6 41.9 Katılımcıların % 26.9’ si kriz sürecinde, ekonomik krizin etkilerini minimize etmeye yönelik olarak üretim içerisindeki pahalı hammaddelerin miktarını azaltma politikası uygulamışlardır. Maliyetleri azaltmaya yönelik bu tedbir satın alma gücünün azaldığı kriz dönemlerinde, maliyetler boyutu ile 240 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ürünün fiyatını düşürmeye yöneliktir. Bu noktada işletmeler, fiyatları düşürerek talebin canlanmasına yönelik çaba göstermektedirler. Kriz dönemi göz önüne alındığında, işletmelerin çoğunluğunun (%59,1) bu süreç içerisinde eldeki stoklarla üretimlerini devam ettirerek, stok miktarlarını tükettiklerini ifade etmişlerdir. Ayrıca, işletmelerin % 22.6’ sı atıl durumda olan makine – teçhizatlarını ve arsa gibi gayrimenkullerini satarak nakit elde etmişlerdir. Ankete katılan işletmelerin (%38,7’si) krizlere yönelik olarak üretim miktarlarını azaltma stratejisini kullandıklarını ifade etmişlerdir. Bu stratejinin kullanılmasındaki amaç, işletmelerin likit sıkıntılarını giderebilmek için maliyetleri kısma yoluna gitmesi şeklinde açıklanabilecektir. İşletmelerin % 63.4’ ü yatırımlarını azalttıklarını, % 10.8’ i ise, yeni yatırımlara yöneldiğini kaydetmektedir. Yeni yatırımlara yönelen işletmelerin yöneticileri göz önüne alındığında ise, daha çok genç girişimcilerin bu kararı aldıkları söylenebilir. Katılımcı işletmelerin % 60.2’ si personele ilişkin tedbirler almıştır. Bunun büyük çoğunluğu çalışan personel sayısını azaltmak şeklindedir. Çalışılan süreyi azaltmak, personele geçici ücretli izin vermek alınan diğer tedbirler arasındadır. Katılımcı işletmelerin % 41.9’ u faiz, repo, borsa, döviz gibi yatırım alanlarına yönelerek faaliyet dışı gelirlerini artırma stratejisini kullandıklarını ifade etmişlerdir. Kriz dönemlerinde ortaya çıkan temel sıkıntılar belirsizlik ve piyasaların dengesizliğidir. Bu noktadan hareketle işletmeler portföy çantalarındaki ürünlerini çeşitlendirerek riski azaltma ve yüksek getiri elde etme çabası içine girebileceklerdir. Bunların yanında, satış vadelerini uzatan ya da vade farklarını düşüren, yatırım projelerini erteleyen, eldeki fonlarını yüksek getirili menkul kıymetlere yatıran, yabancı kaynaklara yönelen, satışlarını yurt dışına yönelten, nakit giriş veya çıkışı olmadan takas yoluyla alışverişini yapan, sermaye artırımına giden ve bazı işletme süreçlerinde çekilerek taşeronlaşmaya giden, leasing yoluyla mamulleri ya da teçhizatları satın almak yerine kiralayan işletmelerimiz de olmuştur. 241 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5 Finansal Sorunların Kaynağı Öz kaynak yetersizliği Çalışma sermayesindeki ihtiyacının hızla artması Kredi alımında karşılaşılan güçlükler Sermaye piyasasından yararlanma olanaklarının kısıtlı olması Teşviklerden yararlanamama Finansal yönetimde bilgi eksikliği Diğer Frekans 36 34 32 25 10 15 28 % 38.7 36.6 34.4 26.9 10.8 16.1 30.1 Anket sonuçlarına göre, işletmelerin yaşadığı finansal sorunlara neden olan etkenlerin başında öz kaynak yetersizliği gelmektedir. Katılımcıların %38.7’si bu fikirde olduklarını belirtmişlerdir. Ancak sonuçlara baktığımızda, çalışma sermayesi ihtiyacının hızla artması (%36.6) ve kredi alımında karşılaşılan güçlükler (%34.4) de finansal sorunların en büyük sebeplerinden oldukları gözlemlenmektedir. Katılımcıların bir kısmı (%26.9) sermaye piyasasından yararlanma olanaklarının kısıtlı olmasının da finansal sorunlarda önemli bir rolünün olduğunu düşünmektedirler. Katılımcıların % 16.1 ‘i finansal yönetimde bilgi eksikliğine sahip olduklarını belirtmişlerdir. Bunun sebebi KOBİ’lerin genel olarak uzman eleman istihdam edememeleri olabilir. Ayrıca teşviklerden yararlanamayan ve bu yüzden finansal sorun yaşayan işletmeler (%10.8) de bulunmaktadır. Ek olarak, işletmeler maliyet artışlarından, teminat şartlarının ağır olmasından, döviz kurlarının yüksek olmasından satış karlılığının düşüklüğünden ya da alacak tahsilindeki gecikmelerden kaynaklanan bazı finansal sorunlar yaşadıklarını da ifade etmişlerdir. Ankete katılan işletmeler, yaşanan bu finansal sorunların çözümü için yapılması gereken düzenlemeler için “uzun vadeli ve düşük faizli kredi sağlanmalı, KOBİ’lerin gelişimi için yeni teşvikler oluşturulmalı, kredi teminatları azaltılmalı, KOBİ’lerin sermaye piyasasından yararlanabilmeleri için yeni düzenlemeler yapılmalı” gibi önerilerde bulunmuşlardır. Kredi Kullanımına İlişkin Sorular: Anket sonuçlarına göre, katılımcı işletmelerin 74 tanesi (% 79.6), kredi kullanmakta, geriye kalan 19 tanesi (% 20.4) kredi kullanmamaktadır. Kredi kullananların kredi alırken karşılaştığı güçlükler tabloda belirtilmiştir. 242 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 6 Kredi Alırken Karşılaşılan Güçlükler Frekans 20 22 18 14 15 34 Kredi faizlerinin yüksek olması Teminat göstermedeki zorluklar Kredi miktarının azlığı Kredi kullanımında teşviklerin yetersiz olması Kredi vadelerinin kısa olması Bürokratik İşlemlerin Çokluğu % 27 29.7 24.3 18.9 20.3 46 Tabloya baktığımızda, kredi alırken KOBİ’lerin karşılaştıkları sorunların başında bürokratik işlemlerin fazla olması gelmektedir. Bunu teminat göstermedeki zorluklar ve kredi faizlerinin yüksek olması, kredi miktarının azlığı ve kredi vadelerinin kısa olması takip etmektedir. KOBİ’ler kredi kullanımında teşviklerin yetersiz olmasının diğerlerine göre daha az güçlük yarattığını belirtmişlerdir. Tablo 7 Kredi Maliyetlerinin Yüksekliği Karşısında Uygulanan Politikalar Frekans 21 32 28 22 Stok azaltıldı Öz kaynaklar artırıldı Yatırım projeleri kısıldı Personel azaltıldı % 28.4 43.2 37.8 29.7 Ankete katılan işletmeler kredi maliyetlerinin yüksekliği karşısında öncelikle öz kaynakları artırma yoluna gitmişlerdir. Daha sonra işletmeler yatırım projelerini kıstıklarını ve personel sayılarını azalttıklarını belirtmişlerdir. En az uyguladıkları politika ise stokları azaltmak olmuştur. Tablo 8 Kredi Kullanmama Nedenleri Frekans 2 9 10 7 4 2 Sermayemizin yeterli olması Kredi faizlerinin yüksek olması Teminat şartlarının ağır olması Kredi veren kuruluşların çekimser davranması Kredi vadelerinin kısa olması Bürokratik İşlemlerin Fazla Olması % 10.5 47.3 52.6 36.8 21.1 10.5 Kredi kullanmayan 19 işletmenin 10 tanesi (%52.6), teminat şartları ağır olduğu için kredi kullanmadıklarını belirtmiştir. Ankete katılan diğer işletmelerden 9 tanesi (%47.3) kredi faizlerinin 243 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yüksek olmasından dolayı, 7 tanesi (%36.8) kredi veren kuruluşların çekimser davranmasından dolayı, 4 tanesi ise kredi vadelerinin kısa olmasından dolayı kredi kullanmadıklarını ifade etmişlerdir. %10.5’lik bir kısmın bürokratik işlemler fazla olduğu için, bir diğer %10.5’lik kısmın ise, sermayelerinin yeterli olduğunu düşündükleri için krediye başvurmadıkları gözlemlenmiştir. Bankaların KOBİ’lere kredi verirken çekimser davranmalarının sebebi, KOBİ’lerin miktar, vade, faiz oranı, teminat açısından zorlu kredi koşullarına maruz kalarak ödemelerde zorlanmalarıdır. Tablolardan da görüldüğü gibi, ankete katılan işletmelerin büyük çoğunluğu kredi işlemlerinde aynı unsurları göz önüne almaktadırlar. Ancak sadece kredi kullananların büyük bir çoğunluğu bürokratik işlemlerin fazla olduğunu düşünürken, kredi kullanmayanlar bunu pek önemsememektedirler. Buradan hareketle, kredi kullanmayanların bürokratik işlemler öncesinde düşünmesi gereken başka etkenleri olduğu veya bu konuda bilgi yetersizliğine sahip oldukları söylenebilir. Teminat, kredi faizleri, kredi vadeleri gibi unsurları dikkate almadan kredi çekmeye karar veren işletmeler, bu süreci başlattığında bürokratik işlemlerin fazla olduğunu görebileceklerdir. Devlet Destekleri ve Kurum Teşviklerine İlişkin Sorular: Anketten elde edilen veriler çerçevesinde katılımcı işletmelerin %66.7‘si devlet destekleri ve kurum teşviklerinden yararlandığını, % 33.3‘ü yararlanmadığını kaydetmiştir. Sağlanan destekler arasında hangilerinden yararlanıldığına dair bilgiler tabloda yer almaktadır. Tablo 9 Yararlanılan Destek Türleri Frekans 32 26 23 12 15 7 3 KOSGEB Destekleri Halk Bankası Kredileri Yatırım Teşvikleri İhracat Teşvikleri Vergi Teşvikleri Üretim Teşviği AB Destekleri Destek ve teşviklerden yararlanan 62 katılımcının büyük % 51.6 42 37.1 19.3 24.2 11.3 4.8 çoğunluğu KOSGEB’in teknik desteklerinden yararlanmakta, ikinci önemli yararlanılan destek türü ise %42 ile Halk Bankası Kredileri olarak karsımıza çıkmaktadır. Özellikle AB’ye entegrasyon döneminde, örneklem içinde ankete katılan ve desteklerden yararlandığını belirten 62 KOBİ’nin sadece 3 tanesinin AB desteklerinden yararlanıyor olması, ilgili kurumlarca dikkat çekilmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. KOBİ’lerin AB’ye uyumu, onların rekabet seviyesine ulaşıp ayakta 244 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 kalabilmeleri, ancak bu tür desteklerden yararlanmaları ile mümkün olabilecektir. Bunlar dışında anket sonuçlarına göre Eximbank Kredilerinden ve Kredi Garanti Fonu’ndan yararlanan KOBİ’ler de bulunmaktadır. Ancak destek ve teşviklerden yararlanan katılımcılardan %70.2 ‘si destek ve teşvikleri yetersiz bulduklarını ifade etmişlerdir. Katılımcıların büyük çoğunluğu, yapılan yatırım indirimlerinin yetersiz olduğu görüşündedir. Yine desteklerden yararlanmak için destek kuruluşlarının tarafından aranan şartların ağır olduğunu düşünen katılımcılar da bulunmaktadır. Teşvikte sağlanan kredinin maliyetinin yüksek olması ve kredilere ulaşmakta yaşanılan bürokratik engeller de olduğu gibi desteklerin zamanında sağlanılamıyor olması da bir diğer şikâyet sebebidir. KOBİ’lerin Türkiye ekonomisindeki önemleri göz önüne alındığında, verilen desteklerin yetersiz olduğu söylenebilir. Bu durumun temelinde kaynak yetersizliğinin olduğu bilinmektedir. Ayrıca söz konusu desteklerin birden çok kurulusun onayına bağlı olması dolayısıyla prosedürlerin fazlalığı ve bu tür destekleri takip edecek nitelikte eleman istihdam etmeyen KOBİ’lere kaynakların aktarılmasında büyük problemlerle karşılaşılmaktadır. 5. SONUÇ Gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde, gün geçtikçe önemleri artan KOBİ’ler geçen zaman ve değişen ekonomik koşullar ile birlikte, fırsatlarla olduğu kadar tehditlerle de karşı karşıyadır. Tüketici tercihlerine daha esnek olarak yaklaşabilme, yeniliklere açık olmaları, çalışanlarla daha yakın ilişkiler, büyük firmaların tamamlayıcısı konumunda olmak, rekabet edilebilirlik, daha az yönetim maliyeti, ferdi tasarrufların teşvik edilmesi, devlet teşvik ve yardımlarının olması gibi olumlu özelliklerinin yanında; olumsuz rekabet, genel yönetim yetersizlikleri, uzman bir finansman ekibinin olmaması, sermaye yetersizliği, sermaye piyasalarından yeterince yararlanamama, banka ve diğer finans kurumlarından yeterli desteği görememe, modern pazarlama etkinliklerini sürdürememe, kalifiye eleman istihdamında yetersizlik, üretim ve satış alanlarındaki yetersizlik ve bunun gibi birçok soruna da maruz kalmaktadırlar. Sorunların kaynağına baktığımızda, finansmanın en önemli kalemlerden birini oluşturduğu görülmektedir. Türkiye’nin çoğu yerinde olduğu gibi, İzmir’deki KOBİ’ler de birçok sorunla karşı karşıya bulunmakta ve yaşanan krizlerden olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu çalışmada, yaşanan 2008 krizinin KOBİ’ler üzerindeki etkisi esas alınmış ve KOBİ’lerin uyguladıkları politika ve aldıkları önlemlerin ne derece yeterli ve faydalı olduğu İzmir ili içerisinde uygulanan anket çalışması ile açıklanmıştır. 245 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Yapılan anket çalışması sonuçlarına göre, İzmir’de tekstil sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin 2008 Şubat Krizi’nden etkilendikleri, bu süreçte birçok sorunla karşılaştıkları ortaya çıkmaktadır. Yine araştırma sonuçlarına göre krizin etkisinin hala devam ettiği, buna rağmen işletmelerin yaşanan finansal sorunlara karşı gerekli önlemleri almadıkları ve kriz yönetimi konusunda bilgilerinin yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Aynı zamanda işletmeler, KOBİ’ler için devlet ve çeşitli kurumlar tarafından sağlanan destek ve teşvikleri yetersiz olduğunu düşünmektedirler. KOBİ’lerin gelişimi için yeni teşvikler oluşturulmalı ve işletmelerin sermaye ve para piyasalarından yararlanabilmeleri için yeni düzenlemeler getirilmelidir. Bu sayede sorunların aşılması kolaylaşacak ve KOBİ’lerin ekonomimize katkıları artmış olacaktır. 246 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR Akdiş, Muhammet ve Bayrak Sabahat (2000), “Türkiye’de KOBİ’lerin Genel Görünümü ve Finansal Krizlere Dayanıklılığı:5 İli Kapsayan Bir Araştırma”, İktisat ve Yönetim Dergisi, Celal Bayar Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 6, s.13-44. Akgemici, Tahir (2007), Stratejik Yönetim, Ankara:Gazi Kitabevi Ataman, G. (2001), İşletme Yönetimi, İstanbul:Türkmen Kitabevi Can, Halil (2005), Organizasyon ve Yönetim, Ankara:Siyasal Kitabevi Ceylan, Ali (2001), İşletmelerde Finansal Yönetim, Bursa:Ekin Kitabevi Çelik, İsmail (2007), Basel II Bağlamında KOBİ’lerin Finansman Sorunları Tekstil Sektöründe Bir Uygulama, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Çolakoğlu, Mustafa (2002), KOBİ Rehberi Demirdöğen, Osman (1996), Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler, (Problemleri ve Çözüm Önerileri) Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası, Yayın No:1996-1, Erzurum Dinçer, Ömer(1998), Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul:Beta Yayınları Eğilmez, Mahfi ve Kumcu, Ercan (2002), Ekonomi Politikası, İstanbul:Om Yayınevi Eğilmez, Mahfi (2008), Küresel Finans Krizi, Piyasa Sisteminin Eleştirisi, İstanbul:Remzi Kitabevi, 2. Basım Ekşi, İbrahim Halil (2007), Finansal Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri ve Başarılı – Başarısız KOBİ’lerin Kriz Dönemi Stratejileri, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Eroğlu, Ömer ve Albeni, Mesut (2002), Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve Türkiye, Isparta:Bilim Kitabevi Yayınları Gafuroğlu, Şahin (2007), Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkilerini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma, Adana:Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Gençtürk, Mehmet (2008), İşletmelerin Finansman Kararlarına Finansal Krizlerin Etkileri, Bursa:Ekin Basım Yayın Dağıtım Karacibioğlu, Serkan Reşit (2007), KOBİ’lerin Finansman Sorunları ve Çözüm Önerileri:Muğla Örneği, Aydın: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Karluk, Rıdvan ve Tonus, Özgür ve Çatalbaş Nazım (2003), “Güneydoğu Asya ve Rusya Krizi Karşısında Türkiye” Kazgan, Gülten (2008), Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929 - 2001), İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı 247 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kınaytürk, Zuhal (2006), 1990 Yılından Sonra Yaşanan Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Murat, Güven ve Mısırlı, Kamuran (2005), “KOBİ’lerde Kriz Yönetimi:Çaycuma Örneği”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1 Sayı 1 Özdemir, Aylin (2004), Kriz Yönetiminde İletişim, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Sabahat, Bayrak ve Akdiş, Muhammet (2001), “Küresel Finansal Krizlerin Türkiye’ye Yansımaları ve KOBİ’ler Üzerindeki Etkileri”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Mart, s.1-22. Sarıaslan, Halil (2001), “Avrasya ve Türkiye'de KOBİ'lerin Ekonomik Kalkınmadaki Yeri ve Önemi”. I. Avrasya Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Kongresi bildiriler kitabı içinde, (TİKA Yayını), BişkekKırgızistan Sumer, Haluk ve Pernsteiner, Helmut (2009), Kriz Yönetimi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Titiz, İsmet ve Çarıkçı İlker (2001), “Krizlerin İşletmeler Üzerine Etkileri ve Küçük İşletme Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”. Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2 Sayı 1 Türköz, Perihan (2008), KOBİ’lerin Finansman Sorunu ve Bankaların KOBİ’lere Yaklaşımı:Isparta Alan Araştırması, Isparta: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Usta, Öcal(1996), İşletme Finansı ve Finansal Yönetim, İzmir:Anadolu Matbaa Vergiliel, Tüz, (2001), Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul:Alfa Yayınları www.finzoom.com (25.09.2009) http://www.tek.org.tr/dosyalar/calistay2009/2008.Kuresel.Krizi.ve.Turkiye.pdf (11.11.2009) www.kosgeb.gov.tr (03.01.2010) www.halkbank.gov.tr (03.01.2010) Yılmaz, Figen (2003), “Türkiye’de KOBİ’ler” Yılmaz, Beytullah (2004), “KOBİ’lerin Finansman Sorunlarına Bir Çözüm Önerisi: Risk Sermayesi Finansman Modeli” Yücel, H., (2004) “Uluslararası Pazarlara Açılmada Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelerin Rolü”. İGEME’den Bakış Yıl: 8, Sayı: 26, Ankara Zerenler, Muammer ve İraz, Rıfat (2006/2), “ Kriz Dönemlerinde Ürün ve Süreç Esnekliğinin İşletme Performansına Etkileri: Küçük ve Orta Ölçekli Tekstil İşletmelerinde Bir Araştırma”. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 21 247-267 248 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 EKONOMİK KRİZİN DIŞ TİCARET ŞİRKETLERİNE ETKİLERİ VE ALINAN ÖNLEMLER ÜZERİNE BİR ALAN ARAŞTIRMASI Murat KOÇSOY* Murat DOĞANAY** ÖZET Dış Ticaret Şirketleri, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından ekonominin temel dinamiklerini oluşturmaktadır. Bu yapıdaki şirketler, gerek içsel gerekse de dışsal dinamiklerden kaynaklanan tüm kriz süreçlerinde en çok etkilenen işletmelerdir. 2008 Küresel Krizi’nin dünya genelinde hızlı bir şekilde yayılması ve zincirleme bir etki olarak nitelendirebileceğimiz bir şekilde başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünya ülkelerinin ticaret hadleri üzerindeki olumsuz etkileri son derece büyük olmuştur. Özellikle Türk ekonomisinin ihracatında Dış Ticaret Sermaye Şirketleri’nin payı göz önünde bulundurulduğunda (%25-30) ülke ekonomisi açısından önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, ülke ekonomisinin omurgasını oluşturan mevcut 56 dış ticaret sermaye şirketlerimizin yükselen küresel krizle birlikte artan sorunlarına çözüm getirilebilmesini sağlamak amacıyla, bu şirketler üzerinde bir anket araştırması yapılmıştır. Yapılan anket çalışmasıyla, küresel ekonomik krizin şirketler üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle finansal ve muhasebe uygulamaları açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejiler ile bunların başarı düzeyinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Ekonomik Kriz, Dış Ticaret Sermaye Şirketleri, Muhasebe Uygulamaları, Finansal Yönetim. A FIELD STUDY ON THE ECONOMIC CRISIS’ EFFECTS ON INTERNATIONAL TRADING COMPANIES AND THE MEASURES TAKEN ABSTRACT Foreign Trade Companies are the driving force of the economies of especially developing countries. These companies are those most affected by the crises caused by both internal and external factors. Rapid worldwide spread of the 2008 Global crisis has produced enormous successive * İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Bozok Üniversitesi, Yozgat, Türkiye, muratkocsoy@yahoo.com Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara Üniversitesi, Ankara, Türkiye, doganaymurat@gmail.com ** 249 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 effects on the countries’ foreign trade rates. When the share of Foreign Trade Capital Companies (30%) in total exports of Turkey is taken into consideration, these companies’ importance for the Country’s economy is better understood. In this study, a survey study is carried out on 56 Foreign Trade Capital Companies which are the backbone of Turkish economy. Doing this, it is intended to provide a solution for these companies’ increasing problems caused by the ongoing crisis. With the survey study, the effects of the crisis on these companies and their crisis countermeasures especially in terms of accounting and finance applications were intended to be determined. It was also measured whether these companies are successful in coping with the crisis. Keywords: Economic Crisis, International Trading Companies, Accounting Applications, Financial Management. 250 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. GİRİŞ Dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeler rekabet şartlarını giderek zorlaştırırken işletmelerin ayakta kalabilmesi için büyük işletmeler haline gelmelerini de gerekli kılmıştır. Küresel işletmelerin faaliyet gösterdiği ülkelerde rekabeti arttırması, birçok KOBİ’nin de ortadan kalkmasına ya da bu işletmelerin bir araya gelmesine yol açmıştır. Ülkemiz açısından KOBİ’ler hızlı gelişen ekonomik şartlara karşı koymakta zorlansa da özellikle esnek yapıları, girişimcilikleri, varlığını sürdürebilme becerileri en önemli avantajları olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak zaman içinde işletmelerin varlığını sürdürebilmeleri, sürdürülebilir büyümelerini sağlayabilmeleri için başta finans olmak üzere pazarlama, yönetim, araştırma-geliştirme ve ortak iş yapma kültürü gibi konularda kurumsal bir dönüşüme gereksinimleri bulunmaktadır. Ülkemizdeki işletmelerin %99 gibi önemli bir kısmının KOBİ olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu yapısal değişimin sağlanması doğal olarak ülke ekonomisinin rekabetçi avantajını da arttıracaktır. Küreselleşmenin etkili olduğu günümüzde, uluslar arası ticaretin geliştirilmesi, işletmelerin daha yoğun dış ticaret işlemleri yapması, yapısal dönüşümde etkili olmaktadır. Bu doğrultuda başta KOBİ’ler olmak üzere işletmelerin ihracat yapmalarını sağlamak, kurumsallaşmasına yardım etmek ve küresel ölçekte marka olmalarını sağlamaya yönelik çeşitli teşvik mekanizmaları geliştirilmiştir. Dış ticaret alanında geliştirilen teşvik mekanizmalardan birisi de “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” olmaktadır. Bu yapı, Türkiye'de 24 Ocak 1980 yılında İhracata Yönelik Kalkınma Stratejisinin benimsenmesiyle birlikte teşvik sisteminde de köklü değişiklikler yapılmış ve sistem yeni bir yapıya kavuşturulmuştur. Özellikle Japonya, Güney Kore, Tayland, Brezilya ve ABD’de uygulanan “Genel Ticaret Şirketleri” modeli, 18.07.1980 tarihli 8/1173 sayılı ihracatçı sermaye şirketlerini teşvik Kararı ile Türkiye'de uygulamaya konulmuştur (Dış Ticaret Müsteşarlığı 2009). “İhracata Dayalı Büyüme” politikası çerçevesinde ekonominin dinamikleri arasında önemli bir yer tutan KOBİ’lerin ihracata yönelmelerini sağlamak üzere geliştirilen bu model, işletmelerin ihracat alanında bir araya gelmelerine yönelik uygun ortamın hazırlanmasını hedeflemektedir. 24 Ocak 1980 kararları doğrultusunda ihracatın geliştirilmesi hedefinin hızlı şekilde gerçekleşebilmesi için daha önceden ihracat potansiyelleri bulunan işletmelerin desteklenmesi benimsenmiştir. Bu amaçla, özellikle 251 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Japonya’da* başarıyla uygulanan ve daha sonra Kore’de büyük başarı kazanan “Genel Ticaret Şirketleri” modeli örnek alınarak, “İhracatçı Sermaye Şirketleri” (daha sonra yapılan değişiklikle dış ticaret sermaye şirketleri) adı altında bir şirket modeli uygulamaya başlanmıştır (Hatipağaoğlu 2007:1). 2. DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİ Bütün ülkeler dünya ticaretinden daha büyük bir pay alabilmek için bir yarış ve rekabet içerisindedirler. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki büyük işletmeler cirolarının ve karlarının büyük bölümünü ülke dışındaki üretimlerinden ve pazarlama faaliyetlerinden elde etmektedirler. İç pazarda talebin azalması, çeşitli nedenlerle atıl kapasite ortaya çıkması, iç pazardaki rekabetten kurtulmak ve riski azaltmak, mamul hayat eğrisini uzatmak, dış pazarlardaki vergi ve teşvik avantajlarından yararlanmak, döviz girdisi sağlamak, iç pazarda daha güçlü hale gelebilmek, işletmenin etkinliğini artırmak isteyen işletmeler dış pazarlara açılmak istemektedir (Özdemir vd. 2007:4-5). Dünya ekonomisinde zaman zaman ortaya çıkan ekonomik krizler ve son 30 yıldır globalleşme sürecinde yaşanan yoğun rekabet, işletmelerin ihracatta başarılı olabilmeleri için, yeterli sayı ve kalitede mal üretebilmelerinin yanında, iyi bir organizasyon, bilgi, deneyim, sermaye ve kadroya sahip olmalarını ve modern pazarlama yöntem ve tekniklerinden yararlanmalarını zorunlu hale getirmiştir. Doğal olarak, bu yöntem ve tekniklerin kullanımı, işletmeler açısından oldukça pahalı ve güç bir iş olarak algılanmaktadır. Çoğu zaman bu olanaklara sahip olmayan KOBİ'lerin ise tek başlarına bunların üstesinden gelmeleri imkansız görünmektedir (Çelikkol 2001:376). Bu nedenle, küresel ekonomik krizin ve belirsizliğin hakim olduğu bir ortamda, işletmelerin tek başlarına dış pazarlara açılarak rekabete girişmesi yerine başka işletmelerle dayanışma içinde olmaları başarı şanslarını yükseltmektedir (Koçel 2003:426). (Özdemir vd. 2007:4-5). 1970’li yıllardan itibaren birçok ülke, işletmelerin (özellikle KOBİ’lerin) güçlerini ve deneyimlerini bir araya getirip ihracatlarını tek elden yürüterek, küresel rekabette daha başarılı olunabileneceğinin farkına varmışlardır. Nitekim, gelişen ülkelerin ihracat performanslarını kısa sürede geliştirmede "ortak ihracat grupları" şeklindeki organizasyonların etkili olduğu, dolayısıyla bu tür düzenlemelerin dış pazarlara açılan küçük işletmeler için son derece yararlı olduğu görülmüştür. Japonya, İtalya, * Kanada’da bulunan Saskatchewan Üniversitesi Uluslararası İş Çalışmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırmada; Japon ticaret (özellikle dış ticaret) firmalarının, uluslararası ticarete çok önemli katkılar sağladıklarını, kendi ürünleri için ihraç pazarları bulmanın yanısıra, Japonya’ ya yönelik ithalatı da özendirdikleri belirtilmektedir. 252 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Amerika, G. Kore, Finlandiya, Arjantin, Hindistan, Kenya, Singapur, İsrail, Brezilya, İsveç bu konudaki başarılı örnekler olarak gösterilmektedir (Alagöz vd:118: Çelikkol 2001:377). İhracata yönelik etkin örgütlenme modellerinin en başarılı örnekleri Japonya ve G. Kore'den verilebilir. Makro temele dayalı ve devletin desteği ile ihracatçılara yardımcı olan ve planlama altyapısını oluşturan JETRO ve KOTRA gibi organizasyonlar Japonya ve G. Kore'nin bugünkü başarılı ihracat performanslarının en önemli faktörleridir, JETRO, Japonya ve diğer ülkeler arasında karşılıklı ticaretin tesis edilmesi ve geliştirilmesi amacıyla kurulmuş, kar amacı gütmeyen devlet destekli bir organizasyondur (Çelikkol 2001:377). JETRO tarafından 30 yıldan fazla bir süredir Dünya'daki değişen koşullar doğrultusunda desteklenen Japon Küçük ve Orta Boy İşletmelerin yapısı genel olarak diğer ülkelerden farklı bir şekilde dev işletmelerin altında, kaliteli ve yenilik taşıyan parçaları üreten yan sanayi şeklinde oluşmuş olsa da ihracatta örgütlenmenin iyi bir örneğini vermektedir (Alagöz vd:118). Kore Ticareti Geliştirme Şirketi (KOTRA)'nın 1962 yılında kurulması ile de G. Kore, ihracat pazarlaması programlarını izlemeye başlamıştır. Bu iki ülkede ihracatı desteklemeye yönelik ikinci önemli örgütlenme ise, işletmeler düzeyindeki ortak girişimler ile ihracatın yönetimi ve ihracat pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesidir Japon Dış Ticaret Şirketleri (Sogo Şoşa) ve G Kore Genel Ticaret Şirketleri'nin uluslararası pazarlama yönetimi bilgi ve deneyimine sahip olmayan bireysel ihracat organizasyonları ve işletmelerinin dünya pazarlarında daha etkin bir güç ve sinerjik potansiyel elde edebilmeleri yönünde bu ülkelere çok önemli avantajlar sağladıkları görülmüştür (Çelikkol 2001:377). G. Kore ekonomide baskın olan büyük şirketlerin ekonomik krizler sırasında daha fazla etkilenmesinden dolayı, ekonomideki ağırlıklarını ve güçlerini artırmak için planlı bir ekonomik destek programı uygulamıştır. Uyguladığı ekonomik programlar sayesinde KOBİ niteliğindeki işletmeleri örgütleyerek değişen teknolojik yeniliklere ve bilgiye kendilerini hızlı bir şekilde adapte edebilen şirketler haline dönüştürerek, ekonominin büyük şirketlere bağımlığını azaltarak 21. yüzyılın başlarında bu şirketleri ekonomik kalkınmanın en önemli itici gücü haline getirmiştir (Gregory vd. 2002:10-15). 1970’li yıllardan sonra G. Kore, ABD, İtalya, Brezilya ve benzeri ülkeler literatüre “Sogo Shosha” olarak geçen Japon dış ticaret şirketleri modelini uygulamaya başlamışlardır. Bu model sayesinde İtalya 1974, G. Kore 1975, Brezilya 1982 ve ABD 1982 yılında uygulamaya koyduğu “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” yardımıyla KOBİ’lerin dış ticarette örgütlenmesini gerçekleştirmişlerdir. (Alagöz 2002:73). Diğer taraftan Amerika’daki "Webb-Pomerene Associations" organizasyonları ile başarılı bir ihracat uygulaması gerçekleştirilerek, ABD KOBİ'leri ihracata yönlendirilmiştir. Yine, daha çok ABD'de 253 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yaygın olan ve genellikle rakip olmayan sınırlı sayıdaki üretici işletmeler için komisyoncu-temsilci veya distribütör olarak ihracat pazarlaması hizmetleri sunan, belirli mallarda uzmanlaşmış "İhracat Yönetim Şirketleri" (Export Management Companies) de, bulunmaktadır. (Alagöz vd. :118), (Çelikkol 2001:377). İhracatta örgütlenme modellerinden İtalyan Federexport Modelinde ise; küçük sanayi işletmelerinin ihracat birlikleri ve konsorsiyumlar şeklinde toplanan küçük sanayi işletmelerinin uluslararası pazarlara girmelerine imkan verilerek, ülke ihracat performansı artırılmıştır (Alagöz vd. : 118). Ayrıca, Arjantin'de şarap üreticilerinin kurdukları "Winos Argentinos", Kolombiya'da kadın konfeksiyoncuların kurdukları "Consexport", İsrail'de hassas tezgah, hazır giyim alanlarında kurulan ihracat şirketleri ile Avusturya'da "Eta", Fransa'da "Beta", İsviçre'de "Delta" ve İtalya'da kurulan "Federexport" grubu bu tip organizasyonlara örnek oluşturmaktadır (Çelikkol 2001:377). Türk ekonomisinde yaşanan yapısal sorunlar ve değişimler ile ihracatın ithalatı karşılama oranının her geçen yıla göre hızla ülke aleyhine gelişmesi (Alagöz vd. : 118) sonucu Türkiye, 1980’den itibaren dışa açık bir ekonomi politikası ile ihracata dayalı büyümeye yönelmiş ve bu amaca uygun olarak işletmelerin dışa açılmasına katkı yapabilmek amacıyla arayış içine girmiştir. Birçok ülkede başarıyla uygulanan modeller incelenerek (Öz vd. 2007:20) özellikle Japonya, Güney Kore, Tayland, Brezilya ve hatta A.B.D."de uygulanan Genel Ticaret Şirketleri modeli esas alınarak, 18/07/1980 tarihli 8/1173 sayılı İhracatçı Sermaye Şirketlerini Teşvik Kararı ile DTSŞ’leri Türkiye'de uygulamaya konulmuştur. (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR) (20.01.2010). Dış Ticaret Sermaye Şirketleri (DTSŞ), dış ticaretin büyük ölçekli şirketler eliyle yürütülmesini öngören ve ihracatta belirli mal ile pazarlar konusunda uzmanlaşmayı amaçlayan bir modeldir (Alagöz vd. : 118). DTSŞ’lerin ilk şekli olan “İhracatçı Sermaye Şirketleri” tanımı 18.07.1980 tarih ve 17051 nolu Resmi Gazetede yayımlanan “İhracatçı Şirketleri Teşvik Kararı” ile imalatçı olmayan fakat dış pazarlamada uzmanlaşmış ihracatçı sermaye şirketleri tarafından ihracatın geliştirilmesi ve artırılması amaçlanmıştır. Bu şirketlere zamanla sağlanan mali kaynaklar ve statüsünden dolayı elde ettiği avantajlardan dolayı DTSŞ sayıları hızla artmıştır (Öz vd. 2007:20). 08 Aralık 2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “Dış Ticaret Sermaye Şirketi Statüsüne İlişkin Tebliğ”de yapılan ve 18 Eylül 2009 Resmi Gazetede yayımlanan son değişikliğe göre Dış Ticaret Sermaye Şirketleri (DTSŞ): Ödenmiş sermayeleri en az 2 milyon TL olan ve bir önceki takvim 254 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yılında gümrük beyannamesi bazında; en az (FOB) 100 milyon ABD doları veya eş değerdeki fiili ihracatı gerçekleştiren (transit ve bedelsiz ihracat hariç) anonim şirketlere, her yılın Ocak ayının son gününe kadar başvurulması kaydıyla "Dış Ticaret Sermaye Şirketi" statüsü verilebilir veya halihazırda Dış Ticaret Sermaye Şirketi Statüsünü haiz firmalar için söz konusu statü yenilenebilir. (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR) (20.01.2010). 2009 yılı sonu itibariyle 56 adet DTSŞ faaliyettedir. DTSŞ’lerden 36 tanesi İstanbul’da, 4 tanesi İzmir’de, 3’er tanesi Ankara ve Bursa’da, 2 tanesi Denizli’de, 1’er tanesi ise Hatay, İçel, Gaziantep, Kayseri, Adana, Mersin, Manisa ve Zonguldak’da kurulmuştur. (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR) (20.01.2010). 3. DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİNİN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ YERİ 24 Ocak 1980 kararları doğrultusunda İhracata Dayalı Büyüme” politikası çerçevesinde ekonominin dinamikleri arasında önemli bir yer tutan KOBİ’lerin ihracata yönelmelerini sağlamak üzere geliştirilen “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” sayesinde, ihracatta hızlı bir ivme yakalanmıştır. 1980’li yıllarda oluşturan “Dış Ticaret Sermaye Şirketleri” modeli kapsamında faaliyette bulunan ülkemiz ihracatçı firmaları büyük gayret göstererek, kendilerine sağlanan teşviklerinde önemli katkısıyla, 1980 yılı itibariyle yaklaşık 3 milyar ABD doları olan ülkemiz ihracatının 1990 yılında 13 milyar ABD dolarına çıkmasını sağlamışlardır (Hatipağaoğlu 2007:1), (Alagöz 2002:68). 1980-1990 döneminde ülkemiz ihracatının dört kattan fazla artışında çok önemli katkıları bulunan ve o dönem itibarıyla ihracatın lokomotif gücü olarak adlandırılan DTSŞ’leri, geçtiğimiz beş yıl içerisinde de ülkemiz ihracatının yakalamış olduğu ivmeye önemli katkı sağlamışlardır. 255 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3.1. Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin Türkiye’nin İhracatı İçindeki Yeri Grafik 1 ve 2’de DTSŞ’nin yıllar itibarıyla toplam ihracat içerisindeki payları görülmektedir. Grafik 1: Türkiye’nin Toplam İhracatı ve DTSŞ’nin İhracatı Grafik 2: DTSŞ’nin İhracatının Toplam İhracat İçindeki Payı Grafik 1’de görüldüğü gibi, toplam ihracat artışı ile dış ticaret sermaye şirketlerinin ihracat artışları paralellik arz etmektedir. Bu şirketlerin Grafik 2’deki toplam ihracat içindeki payları incelendiğinde ise 1988 yılı hariç olmak üzere, 1995 yılına kadar sürekli bir azalma eğiliminde olduğu, 1995-1999 arası dönemde ise aşağı yukarı sabit kaldığı, 2000-2008 yılları itibarıyla yukarı yönlü bir istikrarın 256 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 devam ettiği, ancak, 2008 yılının sonlarına doğru tüm dünyayı etkilemeye başlayan küresel ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında tekrar azalma eğilimi içinde olduğu görülmektedir. 1980 -1991 döneminde DTSŞnin genel ihracat içindeki payları ortalama % 40 olarak gerçekleşmiş, 1988 yılında ise % 50 ile en yüksek seviyesine ulaşmıştır. (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR) (20.02.2010). 1992-1999 yılları arasında toplam ihracat içindeki payları ortalama %25’e düşmüştür. 2007 ve 2009 yılları hariç son 10 yıllık dönemde performanslarına bakıldığında ise, genel ihracatımızın içerisindeki paylarının % 30 seviyelerinde olduğu gözlemlenmektedir. DTSŞ’nin 1990 yılından sonraki dönemde toplam ihracat içindeki paylarının azalmış olmasında, diğer ihracatçı firma sayılarının giderek artması, ihracat yapan diğer işletmelerin ihracatında görülen artışlarla birlikte DTSŞ’nin ihracat artış hızının genel ihracat artış hızının gerisinde kalması da etkili olmuştur. 1980 sonrası dönemde hemen uygulamaya konulmuş olan ihracata dayalı büyüme modelinin sonuçlarına DTSŞ’nin etkisini aşağıdaki Grafik 3 ve 4’de açıkça görebiliriz. Grafik 3: Toplam İhracatın ve DTSŞ’nin GSMH İçindeki Payı Grafik 3’de, 1980-2009 yılları arasında gerçekleşen toplam ihracatın ve aynı dönemde 1987 yılından başlamak üzere DTSŞ’nin gerçekleştirdikleri ihracatın GSMH içindeki oranları gösterilmektedir. 257 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grafik 4: DTSŞ, Toplam İhracat ve GSMH Artış Oranları Grafik 4’de, 1980-2009 yılları arasında gerçekleşen toplam ihracat artışı oranı, aynı dönemde 1987 yılından başlamak üzere DTSŞ’nin gerçekleştirdikleri ihracat artış oranı ve GSMH artış oranı gösterilmektedir. İhracatın, GSMH içindeki payının 1980 yılı sonrasında artarak devam ettiği açık bir şekilde görülmektedir. 1980 yılında %3,5 düzeyinde olan oran DTSŞ’lerin de önemli katkısıyla 1985 yılında %9’a ve 1988 yılında DTSŞ’lerin yaklaşık %5’lik katkısıyla %10’a yükselmiştir. 1989-2000 yılları arasında GSMH artış hızının gerek toplam ihracat artış hızından daha fazla olması gerekse DTSŞ’nin ihracatının toplam ihracat artış hızından daha düşük olması toplam ihracatın GSMH içindeki payının artmamasına neden olmuştur. Bu 10 yıllık dönemde toplam ihracatın GSMH içindeki payı ortalama olarak yaklaşık %9,6 olarak gerçekleşmiştir. 2001-2009 yılları arasında her iki oranında GSMH içindeki payları hızla artarak 2008 yılında DTSŞ’lerin %5’lik katkısıyla toplam ihracatın en yüksek seviyesi olan %18’e ulaşmıştır. Bu artışın temel nedeni, bu dönemde toplam ihracatın ve DTSŞ’nin ihracat artış hızlarının GSMH’nın artış hızından genel olarak daha yüksek olmasıdır. Özellikle 2008 yılında en yüksek paya ulaşılmasında DTSŞ’nin %63lük ihracat artış oranı çok büyük katkı sağlamıştır. Bununla birlikte, bu şirketlerin yıllar itibariyle gerçekleştirdikleri ihracat artışı oranının toplam ihracattaki artış oranından çok daha değişken olduğunu ve oranların üst ve alt limitlerinin her zaman için toplam ihracat oranlarından daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum dış ticaret sermaye şirketlerinin ihracatının ekonomik durgunluk ve krizlere karşı çok daha kırılgan olduğunu göstermektedir. Özellikle 1990, 1991, 1998 ve 2009 yıllarında DTSŞ’nin ihracatındaki negatif büyümenin temel nedeninin dünyada yaşanan ekonomik krizler olduğu söylenebilir. 258 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 90'lı yılların başında dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk ve 1991 yılındaki “Körfez Krizi” ile 1997 yılı ortalarından itibaren, önce Uzakdoğu ülkelerinde mali piyasalarda başlayan küresel krizin 1998 yılı Ağustos ayında Rusya'ya sıçraması ülkemiz ihracatında beklenen artışın gerçekleşmesini engellediği gibi DTSŞ’nin ihracatlarının daha fazla azalmasına neden olmuştur. (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR) (20.02.2010). Benzer şekilde 2008 yılında Amerikan finansal piyasalarında başlayan 2009 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan küresel ekonomik kriz DTSŞ’nin ihracatında 2009 yılında %38’lik azalmaya neden olmuştur. Türkiye’nin toplam ihracattaki azalması ise %23 olarak gerçekleşmiştir. 1980 sonrası uygulanan ihracata dayalı sanayileşme stratejisinin bir sonucu olarak 1980-2009 döneminde DTSŞ’nin de katkısıyla ihracatın kompozisyonu da değişmiştir. İhracatımız içinde tarım ürünleri payı hızla gerilerken sanayi mallarının payı önemli oranda artış göstermiştir. Nitekim 1980 yılında % 36 olan sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı 1990 yılına gelindiğinde % 80’e, 2000 yılında %91’e ve 2008 yılında ise %87’e ulaşmıştır (http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR) (20.02.2010). 2008 yılı itibariyle DTSŞ’lerinin gerçekleştirmiş olduğu 36,6 milyar dolarlık ihracatın yaklaşık %90’ı sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. 4. DIŞ TİCARET SERMAYE ŞİRKETLERİ VE İHRACAT TEŞVİKLERİ 1980 sonrası ihracat hamlesinin başarısı uygulanan teşvik mekanizmasına ve teşviklerin ihracatçılara doğrudan kanalize edilmiş olmasına bağlıdır. 1980 sonrasında yoğun bir şekilde uygulanan ihracat performansına dayalı doğrudan ve nakdi teşvikler kaldırılarak, uluslararası yükümlülüklerimize uygun olarak hazırlanan "İhracata Yönelik Devlet Yardımları" programları ve tanıtım faaliyetleri uygulamaya konulmuştur. Yürürlükteki Devlet Yardımları* sistemi incelendiğinde, dış ticaret sermaye şirketlerinin, i-Araştırma ve Geliştirme Yardımı ii-Yurtdışında Ofis-Mağaza Açma, İşletme ve Marka Tanıtım Yardımı, * Devlet Yardımları konusunda ayrıntılı bilgi için; http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=76&icerikID=58&dil=TR adresine bakınız. 259 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 iii-Türk Ürünlerinin Yurtdışında Markalaşması ve Türk Malı İmajının Yerleştirilmesine Yönelik Faaliyetlerin Desteklenmesi, iv-Uluslararası Nitelikteki Yurtiçi İhtisas Fuarları Yardımı, v-Yurtdışı Fuar Yardımı, vi-Yurt Dışında Düzenlenen Fuar ve Sergilere Milli Düzeyde veya Bireysel Katılımın Desteklenmesi gibi devlet yardımlarından yararlanabildiği görülmektedir. Sağlanan devlet yardımlarından DTSŞ’nin son yıllarda yararlandıkları destek türleri itibariyle aşağıdaki Tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1 DTSŞ’lerin Devlet Yardımlarından Yararlanma Miktarları Destek Türü Ofis/Mağaza Desteği Turquality (Marka) Desteği 2004 2005 2006 2007 2008 2009 Tebliğ Bazlı Toplam Destek Tutarı 53.555 82.392 221.594 174.006 103.037 39.642 674.226 457.531 0 97.815 1.028.892 4.107.295 5.323.877 11.015.410 4.261.730 1.452.366 1.581.132 1.829.122 3.010.464 1.156.172 13.290.986 E-Ticaret Desteği 0 0 0 0 0 2.188 2.188 Çevre Desteği 0 0 0 0 6426 25655 32.081 4.772.816 1.534.758 1.900.541 3.032.020 7.227.222 6.547.534 25.014.891 76.868.233 75.461.327 80.342.492 120.285.740 121.423.204 179.156.914 653.537.910 2,37% 2,52% 5,95% 3,65% 3,83% Ar-Ge Desteği DTSŞ'nin Aldığı Tutar Toplam Destek Tutarı Toplam İçindeki Pay 6,21% 2,03% Son altı yıllık dönem itibarıyla dış ticaret sermaye şirketlerinin yararlanmış oldukları devlet yardımları miktarı incelendiğinde, söz konusu şirketlerin devlet yardımlarından aldıkları toplam payın (%3,83) oldukça düşük olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte; - e-ticaret ve çevre desteğinden hemen hemen hiç yararlanılmadığı, - ofis-mağaza yardımından yararlanma oranının ise çok düşük düzeyde (%2,7) kaldığı, 260 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 - ar-ge yardımından yararlanma oranının yıllar itibarıyla dalgalanmalar göstermekle birlikte toplam yararlanılan yardımlar arasında en fazla paya (%53) sahip olduğu, - marka yardımından yararlanma oranının özellikle son iki yılda ciddi ölçüde artarak toplamda ikinci (%44) en fazla yararlanılan destek türü olduğu, görülmektedir. Genel olarak dış ticaret sermaye şirketi modeli gözönüne alındığında, bu tespitlerin dış ticarette profesyonel pazarlama yapma amacıyla oluşturulan modele uygun olduğu düşünülebilir. Ancak, halihazırda bu statüyü elinde bulunduran firmaların durumları incelendiğinde, 56 firmadan 32’sinin imalatçı-ihracatçı, 18’sinin bir grup veya holdingin dış ticaret şirketi, geri kalan 6’sının ise Sektörel Dış Ticaret Şirketi veya Çok Ortaklı Dış Ticaret Şirketi olarak kurulmuş, ancak daha sonra Dış ticaret sermaye şirketi statüsü almış firmalar oldukları görülmektedir. Bu durum çerçevesinde, Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin yarısından fazlasının ya imalatçı ya da imalatla iştigal eden bir grup ya da holdingin bünyesinde kuruldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu firmaların e-ticaret, çevre ve ofis-mağaza açma desteği gibi devlet yardımlarından istenen düzeyde yararlanmadıkları, özellikle de e-ticaret, çevre desteği yardımlarından nerdeyse hiç pay almadıkları söylenebilir. Bunda, e-ticaret ve çevre yardımının son yıllarda destek kapsamına alınmasının da payı olduğu söylenebilir. En fazla yararlanılan destek türü ar-ge olmasına rağmen şirketlerin çoğunluğunun imalatçı-ihracatçı olma nitelikleri dikkate alındığında, ya ar-ge yatırımlarına pek yönelmedikleri ya da ar-ge yatırımlarını tamamen kendilerinin finanse ettikleri düşünülebilir. Bunun yanında, kendi markalarıyla ihracat yapma noktasında, uygulanan devlet yardımlarından hiç yararlanmama durumunda oldukları, ancak her ne kadar yetersiz olsa da son iki yılda ki artışa bakarak markalaşmaya yönelik çalışmalar başlattıkları söylenebilir. Diğer taraftan, pazarlama faaliyetlerinin yoğun bir şekilde ve doğrudan müşteri odaklı yapılması amacıyla desteklenen ofismağaza yardımından çok az faydalandıkları tablodan görülmektedir. DTSŞ’nin devlet yardımlarından yeterince yararlanmamalarının bir nedenleri olarak, bürokratik işlemlerin çokluğu ve bu şirketlerin daha çok büyük şirketlerden oluşması nedeniyle bu ihtiyaçlarını kendilerinin finanse edebildiği söylenebilir. Avrupa Birliği komisyonu tarafından yapılan son araştırmaya göre, Avrupa Birliği’nde faaliyet gösteren KOBİ’lerin yaklaşık %25’nin ihracat yapabildiği ve devlet desteklerinden yararlanmanın ve bu yardımlar hakkındaki farkındalığın düşük olduğu belirtilmektedir. KOBİ’lerin %37’sinin bu yardımlardan yararlanabildiği ve bu yardımlarında işletmelerin dış ticaret işlemlerini gerek 261 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 hızlandırması gerekse artırması bakımından çok fazla etkili olmadığı da ifade edilmektedir. Gerek ihracatçı olmayan mevcut KOBİ’lerin dış pazarlara açılmasında gerekse hali hazırda ihracat yapan KOBİ’lerin dış ticaretlerini kısıtlayan en büyük engeller olarak, ihracata ilişkin bürokratik işlemlerin zorluğu ve maliyeti, yeterli devlet desteğinin olmayışı, sermaye yetersizliği ve yüksek ihracat maliyetleri görülmektedir (http://www.euractiv.com/en/enterprise-jobs/eu-export-support-schemes-dead-weight-loss- news-304932) (05.02.2010). Türk işletmelerinin de benzer sorunlara sahip olduğu yapılan araştırmalarda sık sık dile getirilmektedir. Bu nedenle, bir an önce gerek DTSŞ’lerin gerekse ihracat potansiyeline sahip KOBİ’lerimizin ihracata katkılarını artırabilmek için bu tür sorunlarına acil çözüm bulunması gerekir. İşletmelerimizi daha fazla uluslararasılaşmaya teşvik etmede büyük etkisi olacak özellikle bürokratik işlemlerin azaltılması, devlet yardımlarının kapsamının genişletilmesi ve işletmeler arasındaki farkındalığının artırılması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Türk DTSŞ’nin statülerinden dolayı devlet tarafından sağlanan diğer avantajlar ise şunladır: • KDV iadelerinde teminat kolaylığı • Dâhilde İşleme Rejiminde teminat kolaylığı • Eximbank TL. ve döviz kredilerinde indirimli faiz uygulaması, kredi temininde indirimli teminat kolaylığı • İhracatta bazı devlet yardımlarından yararlanma • Onaylanmış Kişi Statüsü edinmek yoluyla, gümrük işlemlerinde sürat ve kolaylık 5. EKONOMİK KRİZLERİN İŞLETMELER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ VE ALINAN ÖNLEMLER Küresel ekonomik krizler; alıcı ve satıcı sarmalı içinde adeta bir domino etkisi ile yavaş yavaş şirketlerin alım, satım, üretim, tahsilat, ödeme, istihdam güçlerini, imkanlarını, piyasa konumlarını, karlılıklarını, mali/nakit durumlarını, rekabet güçlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Hiç şüphesiz, ekonomik krizlerin şirketler üzerindeki en ciddi olumsuz sonuçları finansal yapı ve muhasebe uygulamaları ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, krizle birlikte ortaya çıkan döviz kuru artışları, para ve sermaye piyasasındaki gelişmeler, değişken faizli borçlanmadan kaynaklanan 262 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 finansman giderleri, düşük kapasite kullanımından doğan boş kapasite maliyetleri işletmenin finansal yapısını ve muhasebe uygulamalarını da doğrudan etkilemektedir (Tenekecioğlu 2009). 2008 yılında ABD finansal piyasalarında ortaya çıkan ve hızla tüm dünyaya yayılan küresel ekonomik krizin boyutu ve şiddeti henüz tam olarak bilinmemesine rağmen tüm işletmeleri derinden sarsmıştır. Finansal piyasalarda ortaya çıkmasına rağmen asıl etkisi reel sektör üzerinde olmuştur. Zayıf talep ve sıkı kredi politikaları tüm şirketlerin karşı karşıya kaldığı temel sıkıntılardır (Vandenberg 2009:4). Ekonomik kriz sürecinde, işletmelerin uzun vadeli borç bulmadaki sıkıntıdan dolayı borçların özkaynaklara oranı ve uzun vadeli yabancı kaynakların toplam yabancı kaynaklara oranı azaldığından finansman yapıları bozulmakta, talebin azalmasından dolayı kapasite kullanım oranları düşmektedir (Berry vd. 2001:3-4). 19 Latin Amerika ülkesinde KOBİ niteliğindeki işletmelere sağlanan banka kredileri 2008 yılında %58 azaltılmıştır. Kriz sürecinde maliyetleri arttığı ve siparişleri azaldığından artan çalışma sermayesi ihtiyaçlarını karşılamak için kredi bulmakta zorlanan şirketler kapanmaya başlamıştır. Bu yüzden İngiltere’de 2009’un başlarında günde ortalama 85 şirket kapanmıştır (Vandenberg 2009:11-12). 1998’de Asya’da başlayan ekonomik krizde ise, Kore’de 1998’in ilk iki ayında kapanan şirket sayısı yaklaşık 6.700 olmuştur (Gregory vd. 2002:3). Hemen hemen tüm dünyada ülkeler tarafından işletmeler için vergilendirme, borçların yeniden yapılandırılması, devlet garantisindeki kredi programlarının uygulanması veya mevcut olanların kapsamının genişletilmesi, istihdamın korunması yönelik sübvansiyonlar ve devlet alımları gibi teşvik paketleri uygulamaya konulmuştur. (Paul Vandenberg 2009:4-5). Alınan önlemlerin (nakdi ve gayri nakdi ödemelerin, vergi indirimlerinin, ayrılan fonlar vd.) mali büyüklüğünün 15 trilyon dolar düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu önlemlerin 10 trilyon dolarlık kısmı mali sektöre 5 trilyon dolarlık kısmı ise reel sektöre yapılan yardımlardan oluşmaktadır (Arslan vd. 2009:2). Şirketlerin bu uygulamalardan haberdar olması ve bürokratik engeller ve süreci uzatan gereksiz işlemler olmaksızın bunlardan faydalanabilmeleri önemlidir. İhracat yapan endüstrilerde faaliyet gösteren işletmeler, iharacat yaptıkları pazarlarında ekonomik krizden etkilenmesinden dolayı büyük sıkıntı yaşamaktadırlar. İhracatçı şirketlerin azalan sipariş miktarları nedeniyle satış ve kazançlarında meydana gelen keskin düşüşler bu şirketleri zor durumda bırakmaktadır. (Vandenberg 2009:6). 263 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bu krizden en az etkilenen şirketler ise bir birleriyle işbirliği yapan KOBİ niteliğindeki şirketler olmuştur (Vandenberg 2009:4-5). Aynı zamanda kriz zamanlarında tekstil imalatı gibi sektörlerde faaliyet gösteren KOBİ’lerin makine imalatı gibi ağır sanayi sektörlerinde faaliyet gösteren KOBİ’lerden daha fazla etkilendiği belirtilmektedir (Gregory vd. 2002:8) Küresel krize karşı şirket yönetim politikalarının dünya uygulamalarına baktığımızda ise; kriz dönemlerinde işletmeler daha çok, çalışanları geçici olarak işten çıkarmayı, çalışanların verimliliğini artırmaya yönelik eğitim vermeyi, çalışanların çalışma sürelerinin azaltılmasını, geçici olarak işyerlerini kapatmayı (Vandenberg 2009:5), (Berry vd. 2001:3-4) tercih etmektedirler. Ayrıca şirketlerin işletme sermayelerini artırmayı, genel yönetim giderlerini azaltmayı, üretim maliyetlerini düşürmeyi de tercih ettikleri görülmektedir. Bununla birlikte, iş süreçlerini iyileştirmek ve verimliliği sağlamak, alım-satım sözleşmelerini gözden geçirmek, yatırımları durdurmak, çevre ve sosyal sorumluluklarla ilgili maliyetlerini azaltmak, Ar-Ge çalışmalarını nispeten yavaşlatmak, borçları yeniden yapılandırmak, faaliyetleri geçici olarak durdurmak, kapasite ve stok ayarlamaları yapmak, rasyonel hareket etmek, yeniden yapılandırma sürecini başlatmak, hükümetlerin sağladıkları her türden destek ve teşviklerden en iyi biçimde yararlanmak gibi politikalar da izlenmektedir. Diğer taraftan bazı şirketlerin de krizden karlı çıkmak gibi iyimser bir beklenti içinde oldukları gözlemlenmektedir (Tenekecioğlu 2009). Etkinin büyüklüğü ve yönü şirketlerin krizle mücadeledeki uyum yeteneğine bağlıdır. Kriz dönemlerinde en az zararla çıkabilen işletmeler, en güçlü işletmeler değil uyum yeteneği en fazla olan işletmelerdir. Bu çerçevede, krizle mücadelede uyum yeteneğinin geliştirilmesinin ve krizin finansal açıdan olumsuz etkilerini asgari düzeyde tutabilmenin en iyi yolu kriz eğilimli stratejik finansal planların ve muhasebe politikalarının oluşturulmasıdır (Tenekecioğlu 2009). Buna yönelik olarak, ekonomik kriz sürecinde işletmelerin, konusunda uzman danışmanlık şirketlerinden profesyonel yardım almaları krizin etkilerini en az zararla atlatmaları için hayati öneme sahiptir (Apec 2009). 6. ARAŞTIRMANIN AMACI, KAPSAMI VE SINIRLILIKLARI 6.1. Araştırmanın Amacı Son küresel ekonomik krizin, Türkiye’nin ihracatında oldukça önemli bir yere sahip Türk Dış Ticaret Sermaye Şirketleri (DTSŞ) üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle finansal ve muhasebe uygulamaları açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejilerin belirlenmesi 264 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 amaçlanmıştır. Bu sayede, yapılacak çalışmayla, son küresel ekonomik krize karşı alınan önlemlerin yeterli olup olmadığı belirlenmeye çalışılmıştır. 6.2. Araştırmanın Ana Kütlesi, Kapsamı ve Sınırlılıkları Araştırmanın ana kütlesi, Dış Ticaret Müşteşarlığı’nca belirlenen Türk Dış Ticaret Sermaye Şirketleri’nden oluşmaktadır. 2010 yılında faaliyette bulunan 56 Dış Ticaret Sermaye Şirketi araştırmanın ana kütlesini oluşturmuştur. 7. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ 7.1. Örneklem Seçimi, Veri Toplama Tekniği ve Anket Formunun Hazırlanması Araştırmada kullanılan veriler, Dış Ticaret Sermaye Şirketi’ne uygulanan anket sonucu elde edilen bilgilerden oluşmaktadır. Anket söz konusu işletmelerin üst düzey bölüm yöneticilerine uygulanmıştır. Hazırlanan anket formu, araştırma kapsamındaki 56 DTSŞ’ye öncelikle elektronik posta yoluyla ulaştırılmış ve ayrıca geri dönüş yapan 20’si ile telefonla bilgi alınmıştır. DTSŞ’ler sayıca az olmasında dolayı küçük kitle kategorisinde değerlendirilmektedir. Bu kitlelerde posta yoluyla yapılan anket çalışmalarında beklenilen geri dönme oranı %20-30 arasında olması yüksek kabul edilmektedir (Peterson 1982:210). Yapılan çalışmada, örneklem oranı %36 olarak gerçekleşmiştir. Hazırlanan anket sorularının bir kısmı çoktan seçmeli, açık uçlu sorulardan, bir kısmı ise 5’li likert ölçeğinde hazırlanan sorulardan oluşmaktadır. Araştırmanın amaçları ve kapsamı doğrultusunda anket sorularının ve ölçeklerinin belirlenmesinde ilgili literatürde ve çeşitli kuruluşlarca krizlerin işletmeler üzerindeki etkilerini tespit etmeye yönelik yapılmış daha önceki çalışmalar (Alıç vd. 2009:51-52), (TİM 2009:1-33), (Özdemir 2007: 7-17), (Tenekecioğlu 2009), (Dodi 2009), (http://www.w3.org/1999/xhtml) dikkate alınarak anket formu oluşturulmuştur. 7.2. Analiz Yöntemi Ekonomik krizlerin Türk Dış Ticaret Sermaye Şirketleri üzerindeki etkileri ve şirketlerin özellikle finansal ve muhasebe uygulamaları açısından krize karşı aldıkları önlemler ve izledikleri stratejilerin belirlenmesine yönelik olarak ülkemizde daha önce hiçbir araştırma yapılmamıştır. Özellikle bu şirketlerin krizden korunmak için finansal ve muhasebe uygulamaları hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir. Bu nedenle, son ekonomik krizin bu işletmeler üzerindeki etkilerini ve alınan önlemleri 265 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 belirlemeye yönelik durum tespitinde bulunmak amacıyla yapılan anket çalışması sonucunda elde edilen verilerin tanımlayıcı istatistik yöntemleri kullanılmıştır. Anket verilerinin değerlendirilmesinde istatistiksel paket program olan SPSS-13 (Statistical Package for Social Sciences) kullanılmıştır. 8. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ 8.1. İşletme Profili Katılımcıların sektörlerdeki faaliyet sürelerine bakıldığında 3 ile 56 yıl arasında oldukları görülmektedir. Katılımcıların faaliyet süresi ortalaması ise 23.6 yıl olarak görülmektedir. Grafik 5: Firmaların Faaliyet Süreleri Ankete katılan 20 firmanın 9’u ortaklarla yöneticilerin farklı olduğunu, 9’u da profesyonel yönetime sahip olduklarını belirtmiştir. 2 firma ise yanıt vermemiştir. Tablo 2 İşletmelerin Ticaret Yapısı Firma Sayısı % Yalnızca ihracat 5 25 İhracat ve İthalat 3 15 İhracat ve yurtiçi 1 5 İhracat, ithalat ve yurtiçi 11 55 266 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grafik 6: DTSŞ’lerin Faaliyet Alanları Firmaların iç ve dış ticaret dağılımına bakıldığında ağırlık olarak ihracat ve ithalatın yanı sıra yurt içine de yönelik faaliyet gösterdikleri görülmektedir. Bu yapı firmaların olası kriz dönemlerinde etkilenmelerini de azaltabilmektedir. Ancak “Krizin DTSŞ’ler üzerindeki etkisi diğer büyük ölçekli şirketlere göre daha fazla olmuştur” ifadesine verilen cevaplar değerlendirildiğinde yalnızca dış ticaretle ilgilenen 8 firmanın 4’ü, dış ticaretle birlikte yurtiçi satış yapan 12 firmanın 9’u, dış ticaret şirketlerinin diğer firmalara kıyasla krizden daha fazla etkilendiklerini belirtmiştir. Anketi yanıtlayan firmaların %65’i dış ticaret şirketleri üzerindeki kriz etkisinin daha fazla olduğu kanaatindedir. 8.2 İşletmelerin Üretim Teknolojisi ve Girdi Tedarik Yapısı Katılımcıların üretim teknolojileri büyük ölçüde modern olarak değerlendirilmektedir. Soruya yanıt veren 13 firmanın 10’u üretim teknolojisini modern, 3’ü yeni sayılabileceğini ifade etmiştir. Bu itibarla DTSŞ’lerin üretim teknolojilerin çağın gereklerini taşıyacak ölçüde modern olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Kriz dönemlerinde pazarda oluşan değişimlere ayak uydurabilmenin de bir göstergesi olan esnek üretim sürecinin varlığı katılımcılara sorulduğunda 12 firmanın yanıtladığı ve bunlardan 9’u esnek üretim sürecinin uygulandığını belirtmiştir. Buna karşın cevap veren 14 firmadan 12’sinde toplam kalite yönetimine sahip oldukları ortaya çıkmaktadır. Benzer şekilde faaliyet tabanlı maliyet sisteminin, cevaplayan 11 firmadan 9’u; sürekli iyileştirme sisteminin uygulanmasının ise 12 firmadan 8’inde uygulandığı görülmektedir. 267 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 DTSŞ’lerin temel hammadde ve ara malı ithal dağılımına bakıldığında 20 katılımcının 15’nin yanıt verdiği görülmektedir. Buna göre 5 firma yalnızca yurtiçinden bu girdileri temin ederken, 10 firma hem yurt içi hem de yurtdışından temin etmektedir. Yurtiçinde girdi kullananların toplam girdi dağılımı %17 ile %100 arasında değişmektedir. Buna karşılık yurtdışından girdi kullananların ağırlığı %10 ile %83 arasında değişmektedir. Yalnızca bu oranlara bakıldığında yerli girdilerin ortalama %57 olduğu ve daha fazla kullanıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Tablo 3 İşletmelerin Üretim Girdisi Tedarik Yapısı Katılıyorum Katılmıyorum Toplam Yurtiçi fiyatların pahalı olması 7 5 12 Yurtiçi kalitenin yetersizliği 4 8 12 Yurtiçi üretimin olmaması 5 7 12 Yurtiçi üretimin yetersizliği 6 6 12 Yabancı ortaklığın varlığı 1 8 12 Yurtdışı cazip kredi imkânı 1 11 12 Katılımcıların yurtdışından temel hammadde veya ara malını yurt dışından temin etme nedenlerine bakıldığında yurtdışı cazip kredi imkânlarının, yabancı ortak varlığının ve yurtiçi kalitenin yetersizliğinin çok fazla etkili olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan katılımcılar, yurtiçi fiyatlarının pahalı olmasını önemsedikleri görülmektedir. 8.3. Krizin İşletmeler Üzerindeki Etkileri Katılımcıların son ekonomik kriz döneminde hangi unsurlardan ne ölçüde etkilendiklerini ortaya çıkarmak amacıyla 25 farklı soru yöneltilmiştir. Belirgin bir yargıya ulaşabilmek amacıyla yanıtlar 3’lü yapıda (arttı, azaldı, aynı kaldı) yöneltilmiştir. Buna göre en dikkat çekici olanlar örneklemin DTSŞ olması nedeniyle doğal olarak ihracat düzeyi olmaktadır. Bu unsuru, ithal girdi kullanım oranı, hammadde ithalat birim fiyatı, ihracat karlılık düzeyi, genel karlılık düzeyi, alacakların vadesi, alacakların tahsil oranı, şüpheli ticari alacaklar, finansman ihtiyacı, kısa ve uzun vadeli borçlar izlemektedir. 268 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4 Krizin İşletmelerin İşletmelerin Aktif-Pasif ve Karlılık Yapısına Etkileri Üretim düzeyi Stoklar İhracat düzeyi Birim ihracat fiyatı İthal girdi kullanım oranı Hammadde ithalat birim fiyatı İhracat karlılık düzeyi Genel karlılık düzeyi Alacakların vadesi Alacakların tahsil oranı Şüpheli ticari alacaklar Finansman gereksinimi Kısa vadeli yabancı kaynaklar Uzun vadeli yabancı kaynaklar Özkaynaklar Arttı 1 6 5 2 1 7 1 1 7 1 11 8 8 7 4 Azaldı 10 4 13 7 2 2 10 13 1 7 1 3 6 3 6 Aynı kaldı 3 1 5 8 2 5 4 6 6 4 8 5 7 7 Toplam 11 13 19 14 11 11 16 18 14 14 16 19 19 17 17 Son dönemde gelişmiş ülkelerde görülen talep daralmasının en önemli sonuçların başında ihracat düzeyinin ve ihracat karlılık düzeyinin gerilemesi olmaktadır. Nitekim DTSŞ’lerde bu değişim belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Kriz döneminde döviz kurlarında görülen hareketlilik ve TL’nin değer kazanması DTSŞ’lerin ithal girdi kullanım oranı üzerinde çok fazla etkili olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Krizin yapısından bağımsız olarak karşılaşılan sorunlardan biri de genel karlılık düzeyinin düşmesi, alacakların vadesinin artması, alacakların tahsil oranın azalması ve şüpheli ticari alacakların artması olmaktadır. Bu dörtlü sorun bileşeni, finansman gereksinimini de beraberinde getirebilmektedir. Ancak DTSŞ’lerde finansman gereksiniminin belirgin bir yöne sahip olmadığı görülmektedir. Finansman gereksinimi, firmaları yurtiçi satışlarının bulunmasına göre veya ihracat düzeylerinde değişime göre de değerlendirildiğinde belirgin bir ağırlık görülmemektedir. Dolayısıyla DTSŞ’lerin finans gereksinimleri açısından belirgin bir şekilde etkilenmedikleri görülmektedir. 269 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5 Krizin İşletmelerin Üretim Maliyetleri ve Giderlerine Etkileri Hammadde maliyetleri İşçilik maliyetleri Genel üretim gideri Pazarlama satış ve dağıtım giderleri Genel yönetim giderleri Finansman giderleri Enerji giderleri Ar-Ge giderleri Arttı 3 4 5 7 8 6 9 1 Azaldı 5 3 3 4 4 3 3 1 Aynı kaldı 3 6 5 5 6 6 2 8 Toplam 11 13 13 16 18 15 14 10 Kriz döneminde DTSŞ’lerin giderlerindeki değişime bakıldığında ise belirgin şekilde enerji giderlerinde önemli bir artış görülmektedir. DTSŞ’ler kriz döneminde yurtdışında yaşanan gelişmelere olan yaklaşımlarına bakıldığında, müşteri veya pazar kaybı yaşan firmaların yeni pazarlara yöneldikleri görülmektedir. Anketi yanıtlayan 20 firmanın 13’ü kriz döneminde hem müşteri veya pazar kaybı yaşadıklarını hem de yeni pazarlara girdiklerini belirtmiştir. Buna karşın 19 firmanın yalnızca 5’i tamamen pazar kaybettiklerini belirtmiştir. Ortaya çıkan bu tablo, DTSŞ’lerin kriz döneminde pazarlarını tamamen kaybetmek yerine belirli düzeyde müşteri veya pazar payının azaldığını göstermektedir. Pazar kaybının görüldüğü ülkelere bakıldığında ise Avrupa ülkelerinin önemli bir paya sahip olduğu görülmektedir. Dış pazarlarda görülen bu daralma ile birlikte, DTSŞ’ler bu açığı kapatmak üzere yeni pazarlara yönelmişlerdir. Bu gelişme uzun dönemde firmalarımızın yeni pazarlarda da tutunmalarını, krizin etkilerinin ortadan kalkmasıyla mevcut pazarlardaki payların yeniden artabileceğini ve gelecekte çeşitlendirilmiş pazarlarda daha yüksek ihracatın yapılabileceğini işaret etmektedir. Kriz döneminde DTSŞ’lerin dış finansman gereksinimleri incelendiğinde ise cevap veren 18 firmanın 10’u dış finansman ihtiyacının olduğunu belirtirken 8’i dış finansman gereksinimin bulunmadığını belirtmişlerdir. Dış finansman gereksinimi duyan 10 firmanın 8’inin yeni pazarlara yöneldikleri görülmektedir. Bu doğrultuda DTSŞ’lerin yeni pazarlara yönelmelerini ve bu pazarlarda başarılı olmalarına yönelik finansman imkanlarının sağlanması, kolaylaştırılması gibi çözüm geliştirilmesi faydalı olabilecektir. Firmaların bu dönemde ortaya çıkan finansman gereksinimlerinin büyük ölçüde karşılandığı sonucuna ulaşılmaktadır. 17 firmadan 10’u tamamen, 2’si de büyük ölçüde ve 4’ü de kısmen 270 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 karşılanabildiğini belirtmiştir. Ortaya çıkan bu sonuç, finansman gereksinimlerinin karşılanmasında özellikle bankacılık sektörünün daha önce görülen krizlerden farklı olarak reel sektöre kredi kanalını kesmediğini yansıtmaktadır. DTSŞ’lerin kriz dönemde finansman gereksinimlerinin kaynağına bakıldığında işletme sermayesi ihtiyacının hızla artması öne çıkmaktadır. Cevap veren 12 firmanın 5’i işletme sermayesi ihtiyacının artmasını neden olarak gösterirken yalnızca 2’si bu ifadeye katılmadıklarını belirtmişlerdir. Cevap veren 11 DTSŞ’nin 5’i kredi maliyetlerinin yüksek olduğunu belirtirken 4’ü kredi maliyetlerinin yüksek olmadığını belirtmişlerdir. Finansman gereksinimlerinin bileşenlerinde öne çıkan bir diğer unsur ise krediye erişim düzeyidir. Cevap veren 10 DTSŞ’nin 7’si kredinin bulunamaması görüşüne katılmamaktadır. Yalnızca 1 firma kredinin bulunamadığını belirtmiştir. Öne çıkan bu sonuçlara göre kriz döneminde DTSŞ’lerin çoğunlukla, işletme sermayesi gereksinimleri arttığı için finansman aradıkları, kısmen de olsa kredi maliyetlerinin yüksek olduğu ancak krediye erişimin de mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. DTSŞ’lerin finansman kaynaklarına bakıldığında özel bankaların kullanımı dikkate çekmektedir. Kriz öncesi dönemde ve kriz döneminde en yaygın kullanılan finansman kaynağı özel bankalar olmuştur. Finansman kaynaklarının kriz dönemindeki tercih değişimine bakıldığında Türk Eximbank’tan yaralanma düzeyinin belirgin bir şekilde değiştiği dikkat çekmektedir. Özellikle kriz dönemlerinde ihracatçıların daha fazla kullanması beklenen Eximbank’tan yararlanma düzeyi kriz döneminde azalmıştır. Tablo 6 İşletmelerin Yararlandıkları Finansman Kaynakları Kısmen Çok az / hiç Çoğunlukla Kısmen Çok az / hiç Kriz Dönemi Çoğunlukla Kriz Öncesi Dönem Özel Bankalar 13 1 2 11 4 1 Eximbank 6 5 3 4 3 8 Kamu Bankaları 4 2 3 5 2 4 Leasing 2 - 5 1 - 6 271 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 DTSŞ’lerin türev araçlardan büyük ölçüde yararlanmadıkları görülmektedir. Cevap veren 14 firmadan 11’i vadeli işlem sözleşmelerinden, 12 firmadan 10’u opsiyon sözleşmelerinden, 12 firmadan 8’i swap işlemlerinden hiçbir şekilde yararlanmadıklarını belirtmiştir. Ortaya bu tablo, DTSŞ’lerin finansal risk yönetim araçlarından yeterince yararlanmadıklarını yansıtmaktadır. Ancak bu firmaların döviz kuru riskini daha çok bilanço içi unsurlarla yönettikleri sonucuna ulaştırmaktadır. Faaliyetlerini ağırlıkla ihracatla sürdüren DTSŞ’lerin kriz döneminde diğer büyük ölçekli şirketlere göre daha fazla etkilendikleri görülmektedir. Buna göre 20 DTSŞ’den yalnızca 5’i diğer büyük ölçekli şirketlere göre daha fazla etkilenmediklerini belirtmiştir. Kriz sürecinin önceden tahmin edilebilirliği ile ilgili olarak DTSŞ’lerin acil eylem planlarının varlığı değerlendirildiğinde bu firmaların hazırlıklı oldukları, olası gelişmelere göre planlanan uygulamaların hayata geçirildiği görülmektedir. 20 DTSŞ’nin 11’inin acil eylem planının olduğu, 2’sinin herhangi bir eylem planının olmadığı ve 7’sinin ise belirgin bir planının olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan kriz çıktıktan sonra acil eylem planının hazırlanması ve hayata geçirilmesi sorulduğunda 20 firmadan 14’ü eylem planlarının hazırlayarak hayata geçirdikleri görülmektedir. Buna karşın yalnızca 5 DTSŞ’nin kriz döneminde herhangi bir eylem planı olmadığı ve 1 firmanın da kararsız kaldığı sonucuna ulaşılmaktadır. DTSŞ’lerin faaliyet gösterdiği alandaki yasala düzenlemelerden yeterince bilgi sahibi oldukları görülmektedir. 20 katılımcının 18’i bu doğrultuda görüş bildirirken 2 firmanın kararsız oldukları görülmektedir. Katılımcıların aynı dağılım oranında DTSŞ’lerle ilgili gerek ulusal gerekse uluslar arası basında yer alan gelişmeleri yakından izledikleri görülmektedir. Yöneltilen sorular arasında öne çıkan sonuçlardan birisi de muhasebe bilgi sisteminin kriz yönetiminde gerekli finansal bilgileri sağlamada başarıl olduğu aynı zamanda muhasebe ve finansman bölümlerinin kriz döneminde çözüm üretme noktasında başarılı olduklarıdır. Buna göre 20 katılımcının 18’i bu doğrultuda görüş bildirirken 2 firmanın kararsız oldukları görülmektedir. Kriz döneminin fırsata çevrilmesi noktasında DTSŞ’lerin belirgin bir yöne sahip olmadıkları görülmektedir. Buna göre 20 firmanın 8’i krizi fırsata çeviremediklerini, 7’sinin bu konuda başarılı oldukları ve 5 firmanın ise kararsız oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Kriz döneminde ortaya çıkan finansman gereksinimin sermaye yapısı üzerindeki etkileri değerlendirildiğinde, DTSŞ’lerin ortaklık yapısında güçlendirilmesini yönelmedikleri görülmektedir. değişiklik yaparak sermaye yapısının Cevap veren 17 firmadan hiçbiri bu dönemde 272 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ortaklık yapısında değişiklik olduğunu belirtmemiştir. Benzer şekilde kaynak sağlamak amacıyla hisse satışının olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla kriz döneminde DTSŞ’lerin ortaklık yapısında değişiklik olmadığı ve finansman açısından değişikliğin düşünülmediği görülmektedir. Ayrıca aralarında İMKB’de faaliyet gösteren şirketlerin büyüklüğüne sahip firmaların da yer aldığı DTSŞ’lerin kaynak sağlanmasına yönelik olarak halka arzı düşünmedikleri görülmektedir. Kriz dönemlerinin işletmeler üzerindeki en önemli etkilerinden birisi daha esnek üretim ile müşteri odaklı üretim yapılmasıdır. DTSŞ’lerin de bu dönemde müşteri odaklı üretim yaptıkları görülmektedir. 14 firmadan 9’u müşteri odaklı üretim yapılmaya başlandığını ifade ederken yalnızca 2 firmanın bu üretim modelini hayata geçirmediklerini belirtmişlerdir. Kriz dönemlerinde işletmeler daha agresif yapı içerisinde riskli pazarlara veya riskli müşterilere de yönelebilmektedirler ancak bu durumun DTSŞ’lerde olmadığı dikkate değerdir. 16 firmadan 13’ü riskli pazarlardan ve riskli müşterilerden uzak durduklarını, 2 firma riskli pazarlara ve müşteri gruplarına yöneldiklerini belirtmiştir. Kriz dönemlerinde işletmelerin maliyetlerini kısma eğilimine yönelmeleri ürün kalitelerinin azalmasına neden olabilmektedir. DTSŞ’lerin kriz döneminde üretim kalitesini düşürmediği, cevap veren 14 katılımcıdan 13’ü bu yönde cevap verirken yalnızca 1 firma kararsız görüş ifade etmiştir. Kriz döneminde üretim kalitesinde ortaya çıkan bu belirgin yapının kriz sürecinde rekabet gücünün azalmasına neden olmadığı görülmektedir. 16 firmanın 8’i kriz döneminde rekabet gücünün azalmadığını, 3’ü azaldığını ve 5’i de kararsız olduklarını belirtmişlerdir. Kriz döneminde alanında deneyimli uzman yöneticilerin bulunması kriz sürecinin yönetilmesine katkı sağladığı görülmektedir. Cevap veren firmalarının tamamının bu yönde görüş bildirmiştir. Diğer taraftan kriz sürecinde yardımcı bir danışmanlık şirketinden yardım alınmasında karışık bir yapı ortaya çıkmaktadır. Cevap veren 15 firmanın 5’i bu girişimin yardımcı olduğunu, 6’sı faydalı olmadığını ve 4’ü de kararsız olduğunu belirtmiştir. 8.4. İşletmelerin İhracatta Karşılaştıkları Sorunlar DTSŞ’lerin ihracat sektörünün sorunları açısından değerlendirmeleri istendiğinde hem kriz öncesi dönem hem de kriz döneminde finansman maliyetleri, vergi maliyetleri ile hammadde ve aramalı maliyetleri öne çıkan ve çözülmesi gereken sorunların başında yer almaktadır. Şirketlerin ihracat yaptıkları sektörlerin sorunlarına bakıldığında, döviz kurları, finansman maliyetleri, istihdam maliyetleri ve enerji maliyetleri ilk sıralarda yer almaktadır. Kriz döneminde karşılaşılan 273 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 başlıca sorunların kriz öncesine göre anlamlı bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Ancak kriz öncesi dönemde 16 firmadan 3’ü teşviklerin yetersizliğini önemli kabul ederken kriz döneminde 16 firmadan 8’i teşviklerin yetersizliğinin önemli bir sorun olduğunu belirtmiştir. Öte yandan ihracat yapılan sektörün vergi maliyetleri ile ilgili sorunlarına bakıldığında, kriz öncesi dönem ve kriz dönemi arasında anlamlı bir farklılık bulunmaktadır. Kriz öncesi dönemde 15 firmadan 9’u vergi maliyetlerini önemli bir sorun olarak kabul ederken, kriz döneminde 15 firmadan 13’nün vergi maliyetlerini önemli bir sorun olarak gördükleri sonucuna ulaşılmaktadır. DTSŞ’ler büyük çoğunlukla 2010 yılı ilk ayları itibariyle küresel kriz etkilerinin tamamen ortadan kalkmadığını ancak kısmen azalmanın olduğunu belirtmişlerdir. 18 firmanın 9’u kısmen azalmanın olduğunu, 4’ü krizin normal seyrinin sürdüğü, 3’ü etkilerin az da olsa artarak devam ettiğini ve 2’si hiçbir şekilde azalmanın olmadığını belirtmiştir. DTSŞ’lere yöneltilen açık uçlu soruya ise krizin etkilerinin tamamen ortadan kalkmasını 2010 yılı sonunda ve 2011 yılı ortalarında cevap verdikleri görülmektedir. 9. SONUÇ VE ÖNERİLER Özellikle gelişmekte olan ülkelerin büyümesinin motoru ihracat olarak değerlendirilmektedir. Türkiye gibi son dönemde önemli dönüşüm sürecinde içinde bulunan ülkeler için ihracat daha da önemli hale gelmektedir. Son yıllarda Türkiye ekonomisinin dış ticaret yapısı kapsamlı bir dönüşüm geçirmiştir. 2003 yılında ihracat yapan firma 35587 iken bu sayının 2009 yılında 48550 olarak gerçekleşmiştir. Sadece ihracat yapan firma sayısının artmasının yanında ihracatı yapılan ürünlerin bileşiminde önemli değişimler olduğu görülmektedir. Katma değeri yüksek ürünlere, giderek teknoloji ağırlıklı ürünlerin ihracatının arttığı, nitelikli ihracat yapıldığı görülmektedir. Bu süreçte Türkiye ihracatının yaklaşık dörtte birini yalnızca 50 civarındaki DTSŞ’ler gerçekleştirmiştir. Bu gerçekten hareketle Türkiye’nin ihracatında önemli bir paya sahip DTSŞ’lerin kriz dönemindeki yapıları ve etkilenme düzeyleri önem arz etmektedir. Yapılan çalışma sonucunda, DTSŞ’lerin faaliyet gösterdiği alanda az sayılmayacak tecrübeye sahip oldukları görülmektedir. Bu itibarla DTSŞ’lerin edindiği tecrübeler krizden etkilenme düzeylerinde, yönetim başarılarında diğer firmalara göre avantaj sağlamaktadır. Ancak son dönemde ortaya çıkan küresel krizin talep daralmasından kaynaklandığı dikkate alındığından ihracat ağırlıklı firmaların diğerlerine göre daha fazla etkilendikleri göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Özellikle 2009 yılında ihracatta görülen yaklaşık 31” milyar dolarlık azalmanın %70’nin yani 21 milyar dolarının Avrupa bölgesindeki ülkelerden kaynaklandığı dikkate alındığında ihracatında bu bölgelerin 274 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ağırlığı olan firmaların etkilenme düzeyleri daha yüksek olmuştur. Nitekim ankete katılan DTSŞ’lerin %65’i diğer firmalara göre daha fazla etkilendiklerini belirtmiştir. Kullanılan girdilerin dağılımında yerli girdilerin ithal girdilerden daha yüksek olduğu görülmektedir. Ortaya çıkan bu veriler genel bir yaklaşım sergilemekle birlikte, ithal girdilerin kullanılmasında yurtiçi girdilerin fiyatının yüksek olması ön plana çıkmaktadır. Mevcut durumda yerli girdi fiyatlarının yüksekliği uluslar arası rekabet gücünün azalmasında etkili olmaktadır. Buna karşın DTSŞ’ler ithal girdi kullanılmasında yerli girdilerin kalite düzeyinin yetersizliği gerekçesine katılmadıkları görülmektedir. Türkiye’deki firmaların, özellikle KOBİ’lerin en önemli avantajlarından birisi olan esnek üretim modelinin DTSŞ’lerce de uygulandığı soncuna ulaşılmaktadır. Diğer taraftan kriz sürecinde ihracat ve üretim düzeylerinde, ihracat ve genel karlılık düzeyinde düşüşler görülürken, şüpheli ticari alacaklarda belirgin artışlar görülmüştür. Ayrıca Kriz döneminde DTSŞ’lerin giderlerindeki değişime bakıldığında ise belirgin şekilde enerji giderlerinde önemli bir artış görülmektedir. DTSŞ’lerin kriz döneminde pazarlarını tamamen kaybetmek yerine belirli düzeyde müşteri veya pazar payının azaldığını göstermektedir. Dış pazarlarda görülen bu daralma ile birlikte, DTSŞ’ler bu açığı kapatmak üzere yeni pazarlara yönelmişlerdir. Bu gelişme uzun dönemde firmalarımızın yeni pazarlarda da tutunmalarını, krizin etkilerinin ortadan kalkmasıyla mevcut pazarlardaki payların yeniden artabileceğini ve gelecekte çeşitlendirilmiş pazarlarda daha yüksek ihracatın yapılabileceğini işaret etmektedir. Bu doğrultuda DTSŞ’lerin yeni pazarlara yönelmelerini ve bu pazarlarda başarılı olmalarına yönelik finansman imkanlarının sağlanması, kolaylaştırılması gibi çözüm geliştirilmesi faydalı olabilecektir. Kriz dönemlerinde yaygın şekilde görülen finansman kanalının kesilmesi bu dönemde görülmemiştir. Buna göre, DTSŞ’lerin kriz döneminde finansman gereksinimlerinin karşılanabildiği görülmektedir. Buna karşın DTSŞ’lerin, ihracatçıların en önemli finansman kaynaklarının başında gelen Eximbank’tan yeterince yararlanamadıkları ortaya çıkmaktadır. Kriz döneminde DTSŞ’lerin riskli pazarlardan ve riskli müşteri gruplarından uzak durdukları, bu süreçte danışmanlık firmalarından yararlanmadıkları sonuçlarına da ulaşılmıştır. Kriz sürecinde DTSŞ’ler ihracatın geliştirilmesindeki engeller arasında vergi maliyetlerini kriz öncesi döneme göre daha önemli bulmaktadır. Dolayısıyla özellikle kriz döneminde buna yönelik politikaların hayata geçirilmesi önem kazanmaktadır. 275 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 DTSŞ’ler krizin etkilerinin tamamen ortadan kalkmasını genel itibariyle 2010 yılı sonunda ve 2011 yılı ilk yarısında beklemektedir. Sonuç olarak, Türkiye ihracatının önemli bir kısmını az sayıdaki DTSŞ’lerin yaptığı gerçeğinden hareketle, bu firmalara sağlanan avantajların, ihracat performanslarını arttıracak şekilde yeniden yapılandırılması; performansa düzeyine göre farklı kategorilerin oluşturulması; ithalat bağımlılığının giderilerek daha fazla katma değerin oluşturulması ve küresel ticarette rekabet avantajı sağlayacak şekilde bu firmalar üzerinden diğer KOBİ’lerin yeni pazarlara erişimine yönelik yapılanmaların gerçekleştirilmesi faydalı olacaktır. 276 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA Alıç, Ali Burak, Bediha Akboğa, Ayten Aslan ve Gizem Kayabaşı (2009): “Küresel Krizin Kobilerin İhracatlarına Etkileri Ve Kobilerde Kriz Yönetimi: Eskisehir İli Kobiler Üzerine Bir Arastırma”, XII. Uluslararası İktisat Öğrencileri Kongresi 7-8 Mayıs, İzmir, Ege Üniversitesi İİBF:1-52 Alagöz, Mehmet (2002). “Türkiye’deki Dış Ticaret Şirketlerinin Yapılanması”, S.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 7: 61-78. Alagöz, Selda ve Mehmet Alagöz. “İhracatta Bir Örgütlenme Modeli: Sektörel Dış Ticaret Şirketleri ve Dış Ticaretteki Performansı”:117-131. Apec (2009). “Helping Smes Access Global Markets And Overcome Trade Barriers”, Small And Medium Enterprises Ministerial Meeting, 8-9 October, Singapore:1-4, http://www.apec.org/apec/ministerial_statements/sectoral_ministerial/small___medium_enterprise s/2009_small_and_medium_html.html Arslan, Halil Bader ve Murat Doğanay (2009). “Dünyada Kurtarma, Canlandırma ve Yardım Paketleri”, T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Sektörel İzleme Ve Değerlendirme Merkezi, Kurum İçi Rapor, Ankara:1-31. Berry, A. and Edgard R. (2001). “Dynamics of Small and Medium Enterprises in a Slow-Growth Economy: The Philippines in the 1990s”, World Bank Institute, Washington, D.C, USA: 1-21. Çelikkol, Hakan (2001). “Küçük ve Orta Ölçekli Mermer İşletmelerinde İhracata Yönelik Bir İşbirliği Stratejisi: Sektörel Dış Ticaret Şirketleri”, Türkiye III. Mermer Sempozyumu (MERSEM '2001) Bildiriler Kitabı, 3-5 Mayıs, Afyon: 369-384. Dış Ticaret Müsteşarlığı (2009) Dodi, Kadir (2009). “Krizin Muhasebesi Olurmu”, MuhasebeNet, Ocak, www.muhasebenet.net/makale_kadir%20dodi%20smmm_krizin%20muhasebesi%20olur%20mu.h tml (27.11.2009) EurActiv (2010). “EU export support schemes a 'dead weight loss”, Published: 04 March. http://www.euractiv.com/en/enterprise-jobs/eu-export-support-schemes-dead-weight-loss-news304932 (05.02.2010) Gregory, Gary, Charles Harvie and Hyun-Hoon Lee (2002). “Korean SMEs in the Wake of the Financial Crisis: Strategies, Constraints, and Performance in a Global Economy”, University of Wollongong, Department of Economics, Working Paper Series:1-19. 277 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Hatipağaoğlu, Aziz (2007). Dış Ticaret Sermaye Şirketlerinin Dünü ve Bugünü, Dış Ticaret Müşteşarlığı Kurum İçi Rapor: 1-10. http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=13&icerikID=103&dil=TR (20.01.2010) http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=169&icerikID=88&dil=TR (20.02.2010). http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm?action=detay&yayinID=76&icerikID=58&dil=TR (23.02.2010). Koçel, Tamer (2003). İşletme Yöneticiliği, Genişletilmiş 9. Bası, İstanbul: Beta Yay. Öz, Ersan ve Beytullah Yılmaz (2007) “Kobi’lerin Dış Ticarete Açılımında Dış Ticaret Şirketlerinin Rolü”, Çimento İşveren Dergisi, Kasım: 12-31. Özdan, Vedat (2009). “Kriz Dönemlerinde Dikkat Etmemiz Gereken Muhasebe İşlemleri”, Muhasebe Dergisi, Ekim, www.muhasebedergisi.com (12.12.2009). Özdemir, Şuayip ve Yusuf Karaca (2007). “Kobiler İçin Dış Ticaret Yöntemleri Ve İhracat Problemleri: Afyon İli Doğal Taş Sektöründe Bir Araştırma”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 8 (1): 1-19. Peterson, Robert A. (1982). Marketing Research, Business Publications, Inc., Texas. Tenekecioğlu, Murat (2009). “Küresel Kriz ve Şirket Yönetim Politikaları”, Mart, www.w3.org/1999/xhtml, (27.11.2009) TİM (2009). “İhracat Eğilim Anketi”, Kurum İçi Rapor:1-33. TÜGİK (2008). Kriz Beklenti Anketi Sonuçları, http://www.w3.org/1999/xhtml (27.11.2009). Vandenberg, Paul (2009). “Micro, Small and Medium-sized Enterprises and the Global Economic Crisis: Impacts and Policy Responses”, International Labour Organization, ISSN 1999-2947 (web pdf): 1-42. 278 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KRİZ DÖNEMLERİNDE TÜRKİYE’NİN DÖRT İMALAT SANAYİİNDE ENDÜSTRİ İÇİ TİCARET Öğr. Gör. Bige KÜÇÜKEFE* ÖZET Mal üretiminden daha fazla artan günümüz ticareti, özellikleri açısından, geleneksel ticaret teorileriyle açıklanamayacak kadar karmaşık bir yapıdadır. Günümüz ticaretini açıklamakta kullanılan yeni dış ticaret teorilerinin içinde endüstri içi dış ticaret (EİT) dikkat çekmektedir. EİT, ülkelerin aynı endüstriye ait malları hem ihraç hem de ithal etmesinin nedenleri üzerinde durur. Bu makalede Türk İmalat Sanayi ile ilgili ampirik sonuçlara ulaşılmış ve EİT ölçümleri yapılmıştır. Bu ölçümlerde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) istatistiki verileri içeren Elektronik Veri Dağıtım Sisteminde (EVDS) bulunan 1982-2008 yıllarını kapsayan verilerden yararlanılmıştır. Bu veriler, anametal sanayi, deri ve ayakkabı sanayi, kağıt sanayi, taşıt araçları sanayinin ithalatihracata ait olan verilerdir. Bu verilerle MATLAB programı kullanılarak Grubel Lloyd endeksi hesaplanmıştır. Bu çalışmanın amacı Türkiye’deki ticaret yapısının incelenmesi, 1982-2008 yılları arasında EİT’in hangi sanayi sektöründe ne oranda yapıldığının araştırılması ve 2001 ve 2009 krizlerinin etkilerinin ortaya konulmasıdır. Çalışmanın sonucunda 2001 krizinden sonra özelleştirmeler ve yabancı doğrudan yatırımların etkisiyle ticaret yapısında değişme ve EİT’de bir artış görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Endüstri içi ticaret, Finansal krizler INTRA INDUSTRY TRADE IN FOUR MANUFACTURING INDUSTRIES OF TURKEY DURING CRISES ABSTRACT With an increase exceeding the goods production, today’s trade is so complex that it can’t be explained for traditional trade theories. Intra-industry trade (IIT) draws attention among the new * Namık Kemal Üniversitesi Marmara Ereğlisi MYO, bigekucukefe@gmail.com. 279 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 trade theories to explain today’s trade. IIT deals with the causes of both export and import of the goods in the same industry by countries. This article presents the empirical results of an intra-industry trade analysis of the four sectors of Turkish industry and EIT measurements are performed. The statistical data used in the measurements belong to the years from 1982 to 2008 and have been obtained from the electronic data distribution system of the Central Bank of Turkey. The industries for which the IIT measurements have been presented are main metal industry, leather and shoe industry, paper industry, motorized vehicles industry. Grubel Lloyd index have been calculated by using MATLAB software. The purpose of this article is to analyze trade structure in Turkey and to investigate the portion of IIT in the studied industries for the period 1982-2008 and conceive the impacts of the 2001 and 2009 crisis. As a conclusion of this study, changes in the trade structure and increases in IIT have been observed because of the foreign direct investment following 2001 crisis and 2009 global financial crisis. Key Words: Turkey, Intra-Industry Trade, Financial Crisis 280 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. GİRİŞ Paul Krugman uluslar arası iktisat teorisindeki en önemli fikirlerin aşağıdaki gibi sıralanabileceğini söyler (Krugman vd. 2005:53): - Karşılaştırmalı üstünlükler, - Ticaret hadlerinin karşılıklı talep ile belirlenmesi, - Faktör bolluğu ve yoğunluğu arasındaki ilişki, - Yurt içi aksaklıklar ve ticaret politikası arasındaki ilişki, - Artan getiriler ve uzmanlaşma. Bu fikirlerin ilk üçü modern uluslararası iktisat teorisinin temelini oluşturur. Son ikisi ise yeni dış ticaret teorilerinde incelenen konulardır. Endüstri-içi ticaret de günümüz ticareti açıklayabilen yönleriyle yeni dış ticaret teorilerinde önemli bir yer edindi. Klasik iktisatçılar ve Ricardo emek-değer teorisini kullandılar. Günümüzde artık Ricardo’nun emekdeğer teorisinin eksik yönleri fark edilmiş ve dış ticareti tamamıyla açıklamaktan uzak olduğu görülmüştür. Neoklasiklerin fayda teorisi ise ekonomide kullanışlı miktar olarak belirlenmesi zor olduğu için kullanışlı değildir. Geleneksel Dış Ticaret Teorilerinden olan, hem Ricardo’nun karşılaştırmalı avantajlar teorisinde hem de Heckscher-Ohlin teoremlerinde ülkeler ne kadar az benzerse o kadar fazla ticaret olacağını gösterdikleri halde, dünya ticaretinin büyük bir oranını gelişmiş ülkelerin kendi aralarında yaptıkları ticaretin oluşturduğu görülmektedir. Sermayenin daha bol bulunduğu gelişmiş ülkeler, emeğin bol ve ucuz olduğu gelişmekte olan ülkelerle ticareti tercih etmemektedirler. Ayrıca 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalara göre belli mal ya da mal gruplarında uzmanlaşma yerine aynı endüstriler içindeki malları ihraç ve ithal ettiği gözlemlenmiştir. Bu durum sanayi sektöründe daha da belirgindir. Faktör donanımları benzerlikleri gelişmekte olan ülkelere göre daha fazla olan gelişmiş ülkeler arasındaki ticaret incelendiğinde Endüstri-içi Ticaret’in (EİT) Endüstriler-arası Ticaret’e (EAT)’e göre çok daha yaygın olduğu görülmüştür. Geleneksel dış ticaret teorilerinin açıklayamadığı bu durum, EİT’le açıklanmaya çalışılmış ve bu çalışmalar büyük ilgi görmüştür. 281 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 EİT’in tanımı birkaç şekilde yapılabilir, - Yakın ikame olan farklılaştırılmış ürünlerin dış ticareti, - Bir endüstrinin, ithalat değerine karşılık olarak çakışan ihracat değeri veya ihracat değeri kadar yapılan ithalat, - Aynı endüstriye ait ürünlerin ihracat ve ithalatı. Daha önce bazı çalışmaların yapılmasına karşın asıl 1960’lardan sonra bu konuya önemli katkılar gerçekleşmiştir. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulduktan sonra bu topluluğa katılan ülkelerde tarifelerin ve dış ticaret engelleri kaldırıldığında hangi endüstrilerin karşılaştırmalı üstünlüğünün artacağı ya da azalacağı, karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadıkları endüstrilerinin sonunun ne olacağına dair endişeler ortaya çıkmaya başladı. Fakat yapılan çalışmalarla ticaretteki büyümenin EAT’den değil daha çok EİT’den kaynaklandığı ortaya çıktı. Örneğin Fransa’da elektrik makineleri endüstrisinde çalışanlar kaybederken Almanya’daki aynı endüstride çalışanlar kazandı gibi bir durum yerine artan verimlilik sayesinde her iki endüstride çalışanlar da kazançlı çıktılar.(Krugman vd. 2005:140) Grubel ve Lloyd’un 1975 yılı çalışmasında da EİT’in sadece AET’ye özgü bir durum olmadığı gösterilmiş ve son yıllarda da bu konuyla ilgili, EİT’nin ekonometrik olarak ölçülmesini de kapsayan çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu ilginin büyük bir kısmı daha çok gelişmiş ülkelerarası ticareti (kuzey-kuzey) açıklamaya çalışır. EİT’nin daha çok gelişmiş ülkelerde ortaya çıktığını söyleyen çalışmalarla birlikte, gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki ticarette EİT’nin varlığını ortaya koyan çalışmalar da mevcuttur.(Şimşek 2005:140) 2. Endüstri-içi Dış Ticareti Ölçme Yöntemleri Dış ticaret literatüründe EİT’i ölçmek amacıyla çok çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Hangisinin EİT’i en doğru şekilde ölçtüğü konusu oldukça tartışmalıdır. Her biri EİT’yi farklı yönleriyle olan özelliklerine göre ölçmüşlerdir. Bu alanda daha sonra da sıkça kullanılan çalışmalardan olan Balassa’nın 1966 yılında ortaya attığı Balassa endeksi ve Grubel ve Lloyd tarafından geliştirilen hala, yine kendi adlarının verildiği Grubel-Lloyd endeksleridir. Grubel ve Lloyd 1971 yılında yayınladığı çalışmasında i endüstrisi için endüstri-içi ticareti, herhangi bir toplulaştırma seviyesinde, tamamen aynı endüstrinin ithalatına karşılık gelen bir endüstrinin ihracat değeri olarak tanımlamıştır.(Grubel vd. 1971:494) 282 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grubel ve Lloyd’un EİT’i tanımladığı endeksin formülasyonu aşağıdaki gibidir: (7) Burada ve değeridir. EİT yerli ülke para biri cinsinden sırasıyla aynı endüstrideki ihracat ve ithalat ile ifade edilmektedir. Bu eşitlik kullanılarak ev sahibi ülkenin, bir grup ülke ya da tüm dünya ile EİT’i ölçülebilir. EİT hesaplanırken kullanılan yöntem bir endüstrinin toplam ticaretinden net ihracat ve net ithalat değerlerinin çıkarılmasından elde edilen kalanın bulunması şeklindedir. EAT ise: (8) formülü ile hesaplanır. Grubel ve Lloyd, EAT ve EİT’nin farklı endüstriler ve farklı ülkelerde karşılaştırma yapılabilecek şekilde ölçülebilmesi amacıyla aşağıdaki endekslerin kullanılmasını önermişlerdir: (9) (10) Yukarıdaki ve endeksleri birleştirilerek aşağıdaki şekilde de geliştirilebilir: (11) Burada yine değeridir. ve EAT’nin, yerli ülke para biri cinsinden sırasıyla aynı endüstrideki ihracat ve ithalat ise EİT’nin toplam ticaret içindeki yüzdesel paylarını göstermektedir. Bu iki endeks 0 ile 100 değerleri arasında değişir. Bir endüstride ihracat ithalata eşit ise , ve , değerlerini alır. Bunun anlamı ise EAT’nin hiç olmadığı, EİT’nin ise tam olduğudur. Tersi durumda, yani EAT’nin tam olduğu, EİT’nin ise hiç olmadığını belirten endeks rakamları, 283 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI , ve Bişkek 2010 ile gösterilir. Endeks bu değerleri alırken endüstri ihracat yaparken ithalat hiç yapmıyordur. İhracat ve ithalat rakamları birbirine yakınlaştığında EİT artarken ’nin endeks değeri de 100’e yaklaşır. Grubel ve Lloyd, bireysel ölçümlerin dağılımını özetlediğini söylediği aşağıdaki endekste, n sayıda endüstrinin toplam ithalat ve ihracat değeri içerisindeki her bir endüstrinin ihracat artı ithalat değerlerinin ağırlıklandırılmış hali kullanılarak hesaplanan ortalama EİT’ye ulaşılmıştır: (12) Temelde farklı toplulaştırma seviyelerinde EİT’in ölçümünü mümkün kılan Grubel ve Lloyd endeksi bulunan bu ölçümlerin karşılaştırılabilmesi için kullanılan formül aşağıdaki gibidir: (13) j gibi alt kategorilerden oluşan i endüstrisinin ihracat ve ithalat toplamı yukarıdaki formülde ve olarak hesaplanır. Bu formülün elde edilmesindeki amaç belirli bir toplulaştırma düzeyinde i’ninci endüstri için ve , sırasıyla ve olarak belirtilen daha ayrıştırılmış düzeydeki endüstrilerin ihracatlarının ve ithalatlarının her birinin toplamıyla elde edilir. Bu toplulaştırma düzeyinden çıkarılacak bir sonuç da şöyle belirtilmektedir: (14) Bi’nin paydası toplulaştırmada aynı kaldığı için daha çok toplulaştırmaya dayalı endüstrilerde EİT yüksek ya da aynı seviyede çıkacaktır. Bu toplulaştırma etkisi ülkeler arası toplulaştırma yapıldığında da geçerlidir. Bir ülkenin ticaret yaptığı ülkelerle olan ağırlıklandırılmış EİT ortalaması, bu ülkenin söz konusu ülkelerle bir bütün olarak hesaplanan EİT’ten genelde daha düşük çıkar.(Grubel vd. 1971:251) Grubel ve Lloyd endeksinin EİT’nin mutlak miktarını değil, daha çok EİT oranını ölçtüğünü belirten Greenaway ve Milner, dış ticaret yazınında bu endeksin EİT’nin her iki yönünü de ölçüyormuş gibi kullanılmasını eleştirmiştir.(Greenaway 1987:44) 284 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3. TÜRKİYE İMALAT SANAYİİ SEKTÖRLERİNİN ENDÜSTRİ İÇİ TİCARET AÇISINDAN İNCELENMESİ Bu bölümde buraya kadar yapılan teorik çerçeve içinde ticaret ortaklarıyla EİT oranları hesaplanacak ve sonuçlar yorumlanacaktır. Öncelikle dış ticaretimizde önemli olduğu düşünülen imalat sanayi kapsamına giren on dört sektör hakkında genel bir bilgi verilecek ve hesaplanan EİT endekslerinin bu sektörler için ne anlama geldiği üzerinde durulacaktır. Burada EİT endekslerini hesaplamak kendi başına bir amaç değildir. Amacımız Türkiye’deki dış ticaretin hangi etkenlerle oluştuğunu, imalat sanayiinin dış ticaret yapısını araştırmaktır. Türkiye İmalat Sanayii’nin EİT saikiyle mi yoksa EAT saikiyle mi hareket ettiğini araştırmak bize dış ticaret yapısı hakkında önemli ipuçları vermektedir. Türkiye için dış ticareti ve EİT katsayıları etkileyen önemli olayları bilerek analize başlamak gerekir. Analizlerimizde göz önünde bulunduracağımız olaylar aşağıdaki gibi sıralanabilir: • 1996 yılı Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesi, • 1997 yılı Ağustos ayında başlayan Asya krizi, • 1998 yılı Temmuz ayında başlayan Rusya krizi, • 1999 yılı Ağustos ve Kasım aylarında meydana gelen depremler, • 2000 yılında uygulamaya konulan döviz kuruna dayalı istikrar programı, • 2000 yılı Kasım ve 2001 yılı Şubat ayında meydana gelen krizler 3.1. Anametal Sanayi Anametal sanayi endüstrisine giren mal grupları; demir, çelik ve diğer adi metaller olarak ele alınmış fasılların ihracat ve ithalat rakamları kullanılarak EİT değerlerine ulaşılmıştır 285 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır. Anametal sanayinin EİT endekslerine baktığımızda da dış ticaret dengesi fazlası verdiğimiz 1989 yılına kadar düşük seyretmektedir. İthalatın arttığı ve dış ticaret açıklarının oluştuğu 1989 yılından sonra EİT endeks değerleri de artmaktadır. 2000 yılından kriz yılı 2001 yılına kadar olan kriz öncesi dönemde EİT’in arttığını görüyoruz. 2001 yılından sonra ise düşüşe geçmiştir. Anametal sanayi sektöründe EİT endekslerindeki düşüşleri giderek artan dış ticaret açıkları izlemiştir. 0.5 değerinin üzerine 2001 ve 2002 yılları dışında çıkmayan EİT değeri bu sektörde genel olarak EİT’in çok yoğun olmadığını, karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin geçerli olduğu bir sektör olduğunu bize gösterir. Teknoloji açısından orta grupta yer alan bu sektörde dış ticaret açığı giderek artmaktadır. 286 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 3.2. Deri ve Ayakkabı Sanayi Deri sanayini ele alırken: 1-Deri eşya, 2-Ham postlar ve deriler, 3-Postlar, kürkler ve taklit kürkler fasıllarının ihracat ve ithalat rakamları kullanılarak EİT endeks rakamlarına ulaşılmıştır. Bu sanayinin kapsamını derinin tabaklanması ve işlenmesi; bavul, el çantası, saraçlık, koşum takımı ve ayakkabı imalatıdır. ISIC Rev3.1 sınıflandırma sistemine göre sektör üçlü basamakta iki ana grubu içerir. Birinci grup, derinin tabaklanması ve işlenmesi ile bavul, el çantası ve benzerleri ile saraçlık ve koşum takımı imalatıdır. Bu grup, dörtlü ayırımda derinin tabaklanması ve işlenmesi ile deriden yapılan imalat olarak ikiye ayrılır. İkinci grupta ise ayakkabı imalatı yer alır. Özel kesim dikkate alındığında bu iki gruptan ayakkabı üretimi daha büyük bir paya sahiptir.(DPT 2007) Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır 287 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Deri ve ayakkabı sanayi 1994 yılına kadar dış ticaret fazlası verdiğimiz bir sektör olmasına rağmen 1995 yılından itibaren sadece 1999 yılı dışında ithalatçı bir sektör konumuna gelmiştir. Deri sektöründe Rusya önemli bir alıcı ülke durumundadır. 1998 yılı Rusya krizinden sonra önemli ölçüde düşen ihracat rakamları 2008 yılında bile 1990’lardaki seviyesine erişememiştir. Deri ve ayakkabı sanayinde EİT katsayısının giderek artan bir seyir izlediği görülmektedir. 1996 yılı sonrası 1999 yılına kadar olan dönemde görülen dış ticaret açıklarında azalma ve EİT oranlarındaki artmayı Gümrük Birliği’nin bu sektördeki olumlu etkisine bağlamak mümkündür. 2000- 2001 yılları arasında yine bu sektör EİT rakamlarında artma sonrasında azalma eğilimi görmekteyiz. 3.3. Kağıt Sanayi Kağıt sanayini ele alırken: 1- Basılı kitaplar, gazeteler ve resimler 2- Kâğıt ve karton fasıllarının ihracat ve ithalat rakamlarından EİT değerlerine ulaşılmıştır. Kağıt ve kağıt ürünleri imalatı kağıt hamuru, kağıt ve mukavva; oluklu karton ve mukavva ile kağıt ve mukavvadan yapılan ambalajlar ile diğer kağıt ve mukavva ürünleri imalatları olarak sınıflandırılmaktadır. Diğer kağıt ve mukavva ürünleri, ISIC Rev3 sınıflamasında tek bir başlık altında gösterilmektedir (Doğruel vd. 2008:167) Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır 288 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Dış ticaret açığı devamlı olarak artan bu sektörde EİT değerleri çok dalgalı bir seyir izlemektedir. Burada da 2000-2001 yılları arasında EİT değerlerinde bir artış sonrasında ise bir azalma görülmektedir. 3.4. Taşıt Araçları Sanayi Taşıt araçları sanayi ele alınırken motorlu kara taşıtları, bunların aksam ve parçaları faslı ithalat ve ihracat rakamları kullanılarak EİT değerlerine ulaşılmıştır. Bu sektör motorlu kara taşıtlarının imalatı; motorlu kara taşıtları karoseri imalatı; römork ve yarırömork imalatı; motorlu kara taşıtları ve bunların motorlarıyla ilgili parça ve aksesuarların imalatını kapsamaktadır. Kaynak: www.tcmb.gov.tr.’den alınan verilerle tarafımızdan hesaplanmıştır. OECD’nin teknoloji sınıflandırmasında orta-üst seviyede yer alan taşıt araçları sanayi, ülkemizin hem teknolojisi yüksek, hem de dış ticaret fazlası verdiğimiz önemli, bir sektörümüzdür. Bu sektörde 1996 Gümrük Birliği anlaşması ile ihracatımız çok artmıştır. 2001 krizi öncesi görülen EİT değerlerinin artması 2001 yılından sonra yerini kısmi bir düşüşe sonra yine artışa bırakmıştır. 289 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4. SONUÇ Anametal, Deri ve ayakkabı, Kağıt, Taşıt Sektörlerinin ticaret yapısının araştırıldığı bu çalışmada aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır: Anametal sanayi’nin EİT endekslerine baktığımızda dış ticaret dengesi fazlası verdiğimiz 1989 yılına kadar düşük seyretmektedir. İthalatın arttığı ve dış ticaret açıklarının oluştuğu 1989 yılından sonra EİT endeks değerleri de artmaktadır. Dış ticaret açıklarının hızlandığı 2002 yılından sonra EİT değerlerinin artış yönünü azalışa çevirmiştir. 1989 yılının iktisat hayatımızdaki önemi dış mali liberalleşme reformunun gerçekleştirildiği yıl olmasıdır. 2001 krizinin Anametal sanayi üretimine etkisi ithalatlaşmanın çok artması şeklinde olmuştur. Deri ve ayakkabı sanayi 1994 yılına kadar dış ticaret fazlası verdiğimiz bir sektör olmasına rağmen 1995 yılından itibaren sadece 1999 yılı dışında ithalatçı bir sektör konumuna gelmiştir. Bu durumda Rusya Krizi etkilidir. Deri ve ayakkabı sanayinde EİT katsayısının giderek artan bir seyir izlediği görülmektedir. 1982-2008 yılları arası EİT endeksine genel olarak baktığımızda sürekli artan EİT’in 2008’de 0.72’lere çıkması endüstri yapısının EİT’e göre olduğunu gösterir. Kağıt sektöründe 2000 yılından sonra EİT 0,5, 0.6 seviyesindedir. Çok dalgalı seyreden EİT değerlerinin yanında giderek artan dış ticaret açıkları söz konusudur. 2001 krizinden sonra EİT’de bir artış gözlemlenmiştir. Taşıt araçları sanayi yüksek teknolojisi ile yarattığı katma değer ve ihracat kapasitesiyle Türkiye’nin önemli bir sektörüdür. 1982’den 2000 yılına kadar 0.2 ile 0.6 arasında dalgalanarak düşük seviyelerde seyreden EİT endeksi 2000 yılından sonra 0.8 ile 0.9 arasında yüksek bir seviyede seyretmiştir. Otomotiv sektöründe ürün sayısı çok çeşitlenmiştir. Ayrıca üretimimiz çok arttığı için otomotiv sektörü ölçek ekonomilerinden yararlanır hale gelmiştir. Yabancı doğrudan yatırımlar artmasıyla teknoloji transferi gerçekleşmiştir. Teknolojinin ülkemizde gelişimini sağlayabilmek önemlidir. 2001 krizi sonrası yabancı doğrudan yatırımlar ve özelleştirme nedeniyle anametal sanayi dışında EİT değerlerinin arttığı gözlemlenmiştir. EİT’nin sağladığı ek kazanımlardan daha çok yararlanabilmek ve uluslararası rekabetin yoğun olduğu piyasalarda daha çok var olabilmek için daha yüksek kalitede mal ihraç edebilmemiz gereklidir. Emek yoğun mallarda rekabet daha çok kalitede değil fiyatta olabilmektedir. Emek yoğun mallar bu sebeple kalitesi yüksek olmayan 290 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 mallardan oluşur. Katma değeri yüksek olan ileri teknoloji ürünlerinde uzmanlaşabilmemiz ve ticaretin rantından gelişmiş ülkeler gibi daha çok faydalanabilmemiz için teknoloji de gelişmeyi sağlayabilmemiz gereklidir. Bunun için yenilik, yaratıcılık ve ar-ge çalışmaları desteklenmeli, ileri teknolojili mal üretimi teşvik edilmelidir. 291 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR Dogruel, Suut ve Dogruel, Fatma. (2008): Türkiye Sanayi’ne Sektörel Bakış, İstanbul, Tüsiad Yayınları, Yayın no: TÜSİAD-T/2008-05/466. DPT (2007): 9. Kalkınma Planı, Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Deri ve Deri Ürünleri Alt Komisyonu Raporu, Ankara, 2007. Greenaway, David ve Milner, Chris (1987). “Intra Industry Trade:Current Perspectives and Unresolved Issues”, Weltwirtschaftliches Archiv, 123. Greenaway, David ve Milner, Chris (2003): What have we learned from a generation’s research on intra industry trade?, Leverhulme Centre For Research On Globalization And Economic Policy (ed.): GEP Research Paper 2002/44. Grubel,Herbert G. ve Lloyd, Peter J.(1971). “The Empirical Measurement of Intra-Industry Trade”, The Economic Record, 47. Krugman, Paul R.ve Obstfeld, Maurica (2005). İnternational Economics: Theory and Policy, Boston: Pearson Addison-Wesley. Şimşek, Nevzat (2007). Türkiye’nin Endüstri-İçi Dış Ticaretinin Analizi, İstanbul: Beta Yayınevi. 292 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2008 GLOBAL MALİ KRİZİN TÜRKİYE’DE ÖZEL SAĞLIK İŞLETMELERİ ÜZERİNE ETKİSİ: BİR ALAN ARAŞTIRMASI Prof. Dr. Dilaver TENGİLİMOĞLU* Prof. Dr. Rıfat ORTAÇ** K.Gökben ÇETİN, Şerife KIBRIS*** Elmira İMATAYEVA**** ÖZET Türkiye ekonomisi 1980 öncesinde çeşitli boyutlarda ve farklı yapılarda kriz yaşamış bunlardan bir kısmı kendi dışındaki gelişmelerden kaynaklanmıştır. İlk olarak Amerika’da ortaya çıkan daha sonra dalga dalga tüm dünya ekonomilerini etkisine alan 2008 global mali kriz Türk ekonomisini ve sağlık sektörünü de etkilemiştir. 1980’li yıllardan sonra izlenen liberal politikaların etkisi sonucunda özel sağlık kuruluşları sağlık hizmetleri sunumunda artan bir oranda yer almaya başlamıştır. Son on yıl içerisinde özel sağlık kuruluşu sayısında hızlı bir artış gözlenmiştir. Nitekim Türkiye`de son beş yılda, 222 özel hastane açılmıştır. Ancak 2008 Global Mali krizin ortaya çıkmasından bu yana 95 özel hastane açılmış olmasına karşın, 9 özel hastane, 294 tıp merkezi kapanmıştır. Bu çalışmada dünyada yaşanan Global Mali Krizin Türk özel sağlık işletmeleri üzerindeki etkisi 123 özel sağlık işletmesi yöneticisi ile yapılan anket çalışması sonucunda belirlenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: 2008 Global Mali Kriz, Sağlık sektörü, Özel sağlık işletmeleri. * Gazi Üniversitesi, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi, dilaver.tengilimoglu@gmail.com. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, rifatortac@gazi.edu.tr. *** Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hastane İşletmeciliği Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencileri, g_gokben@hotmail.com; serifekibris@hotmail.com **** A.Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi, İşletme Bölümü, G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sağlık Kurumları Yönetimi Doktora Öğrencisi, elmira.usen@mail.ru. ** 293 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 THE EFFECTS OF GLOBAL FINANCIAL CRISIS (2008) ON THE PRIVATE HEALTH SECTOR IN TURKEY: A FIELD RESEARCH ABSTRACT Turkish economy experienced crises that differ in the dimension and the structure before 1980, and some of them derived from the situations that were shaped by external power, not by the country itself. The 2008 Global Financial Crisis, which rose in the United States and affected the economies of the countries throughout the world, has also affected Turkish economy and health sector. As a result of the liberal policies that have been pursued after 1980s, private health institutions have had an increasing share from the health services sector. In parallel to this, 222 private hospitals have been established and 95 private hospitals have been closed in Turkey in the past five years. On the other hand, 95 private hospitals and 294 medical centres have been closed since the emergence of 2008 Global Financial Crisis. In this study, the effects of Global Financial Crisis on the private health institutions are tried to be determined by the help of the outcomes of a survey carried out with the directors of 123 private health institutions. Keywords: 2008 Global Financial Crisis, Health Sector, Private Health Institutions. 294 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ Kriz, bir organizasyonun tamamını etkileyen, organizasyonun yapısını bozma eğilimi gösteren bir olaydır. Ekonomik kriz ise enflasyon ya da deflasyona sebep olurken ülke sakinlerinin yaşam standartlarını düşürmektedir. Dünya; 2007 son çeyreğinde başlayan ve ABD subprime (yüksek riskli) konut kredilerinden kaynaklanan ve özellikle Avrupa (başta İngiltere) Kanada ve Japonya’daki finansal piyasa ve kurumlara yansıyan bir ekonomik bunalım ve istikrarsızlık yaşamaktadır. Bu krizin temel ekonomik göstergeleri; 2008 ve 2009 yıllarında düşen büyüme hızları ve toplam talep yetersizliği ile enerji ve gıda fiyatlarının yükselmesi sonucu artan enflasyonist eğilimlerdir. Küreselleşmeye bağlı olarak ülkeler arasındaki sınırların kalkmasıyla birlikte, herhangi bir ülkede ortaya çıkan ekonomik kriz kolaylıkla diğer ülkeleri de etkileyebilmektedir. Ülkelerin üretim yapısı, büyüme oranları, fiyat istikrarı, istihdam yapısı, ödemeler dengesi gibi değişkenler küresel krizden etkilenerek ülkelerin ekonomik performanslarını düşürmektedir. Ekonomik krizler Türkiye’de çok sık karşı karşıya kalınan ve hatta olağan görülmeye başlanan durumlardır. Kriz durumu ortaya çıktığında genellikle beklenilmeyen bir anda ortaya çıkan ve işletmelerde-kurumlarda-ülkelerde önemli kayıplara sebep olan bir durumdan bahsedilir. Aslında durum öyle değildir. Çoğu zaman krizler sinyaller göndermekte ve yöneticiler bu sinyalleri dikkate almamakta ve kaçınılmaz olarak krize girilmektedir. Bu açıdan krizi önlemeye yönelik olarak geliştirilen teknikler işletmenin-kurumun- devlet ekonomisinin devamını sağlaması için önemlidir. 2008 Global Ekonomik Kriz, tüm alanlarda olduğu gibi sağlık sektörünü de etkilemiştir. Ekonomide yaşanan dalgalanmalar ve yeni tedbirlerin odağında kaçınılmaz olarak sağlık sektörü de olmaktadır. Krizle birlikte sağlık hizmetleri yoksul ve savunmasız gruplar için daha fazla ihtiyaç haline gelmektedir. Ekonomik krizlerin yüksek oranlı işsizliğe sebep olması, dolayısıyla da işsizliğin de insan sağlığını bozma ihtimali mevcuttur. Sağlığını kaybeden insanlar eski sağlıklarına kavuşmak için sağlık kuruluşlarından hizmet alamaya yönelecektir. Sağlık hizmetlerine olan bu talep artışı devletin sağlık harcamalarındaki artışını da beraberinde getirmektedir. Bu artış normal ekonomik büyümenin önüne geçmemesi gerekmektedir. 2009’da sağlık hizmetlerinin finansmanında ciddi zorluklar yaşanmıştır ve 2010’da da hızlı bir şekilde artmaya devam edeceği hesaplanan sağlık harcamalarından ötürü sağlık hizmetleri finansmanında olası sıkıntılar yaşanacağı beklenmektedir. 295 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bu çalışmada; yaşanan global ekonomik krizin Türkiye’de sağlık hizmetlerinde önemli bir yere sahip olan özel sağlık işletmeleri üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla özel sağlık işletmesi yöneticilerinin görüşleri belirlenmeye çalışılmıştır. 1. EKONOMİK KRİZ VE KAPSAMI 1.1.Kriz Tanımı Kriz sözcüğü Türk Dil Kurumunca; ‘Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem, bunalım, buhran’ olarak tanımlanmaktadır (Türk Dil Kurumu, 2010). Lerbinger (1997:4) krizi, bir organizasyonun gelecekteki karlılığını, büyümesini ve yaşamını tehlikeye atan ya da atma potansiyeline sahip bir olay olarak tanımlamıştır. Kriz, en basit anlamıyla işletme örgütünün normal aktivitelerini tahrip eden önemli bir dengesizlik durumudur. Örgütün uzun ve kısa dönemli amaçlarını tehdit eden, acil tepkiler gerektiren ve bununla birlikte yanıt için karar verme süresini kısıtlayan ve en önemlisi varlığıyla karar verme birimlerini şaşırtan ve kararsızlığa sürükleyen bir süreçtir (Irvine 1987: 36-37). Rosental ve Pijenburg (1991:3) ise kriz kavramının üç ana boyutuna dikkat çekmişler ve bu boyutları bir tehdidin varlığı, belirsizlik ve aciliyet olarak ifade etmişlerdir. Ekonomik kriz konusunda ise bir görüş birliği yoktur. Bazen karşımıza resesyon (durgunluk); ekonomik faaliyetin yavaşlaması, bazen enflasyon; fiyat endeksinin sürekli yükselmesi, bazense deflasyon; fiyatlar genel seviyesinin sürekli bir şekilde düşmesi, olarak karşımıza çıkabilmektedir. Ekonomik kriz genel olarak; piyasada bulunan mallarda, hizmetlerde, bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan üretim faktörleri ile, farklı piyasalarda oluşan fiyatlarda meydana gelen ekonomik faaliyetlere göre normal olmayan aşırı dalgalamaları ifade eder. Tüm bu tanımlarından hareketle “ekonomik kriz”i, tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş, yüksek oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi olarak nitelendirilebilir (Eğilmez 2009:48). Finansal kriz ise, Mishkin’e göre (1996:1-2) verimli yatırım olanaklarına sahip finansal piyasaların ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedeniyle, fonları etkili biçimde kanalize edememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmalardır. Çünkü finansal kriz ortamında finansal piyasalar en verimli yatırım fırsatlarına sahip fon kanallarına ulaşamamakta, işlevlerini etkin bir şekilde yerine getirememektedir. Sonuçta finansal kriz, ekonomiyi yüksek bir 296 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 üretimin var olduğu dengeden, hızla azalan bir üretimin var olduğu bir noktaya doğru sürüklemektedir. Günümüzde finansal sistem içerisinde, finansal krizler farklılık göstermektedir. Bütün krizlerin kendine has bir takım özellikleri olmasına karşın bazı ayırt edici özellikleri vardır. Literatürde çok sayıda ekonomik ya da finansal kriz türünden söz edilmektedir. Bunların en önemlileri para krizleri, bankacılık krizleri, sistematik finansal krizler ve dış borç krizleridir. 1.2.Krizlerin Özellikleri Yöneticilerin karşılaştığı her olay kriz değildir. Krizin kendine özgü nitelikleri vardır. Farklı kriz türleri olsa da bu kriz türlerinin ortak birçok özelliği tespit edilebilir. Ortaya çıkabilecek krizlerin özelliklerini aşağıdaki gibi belirlemek mümkündür (Tağraf vd, 2003:150): • Krizler, aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar. • Kriz belirsiz ve karmaşıktır. Duygusallığı yüksektir ve güven duygusunu sarsar. • Yüksek oranda stres oluşturur. • Kişinin bilgi aktarma kapasitesini ve yöneticinin yeteneklerini kısıtlar. • Önceden önlem alınabilmekle birlikte tümüyle engellemek çok zordur. • Kriz iyi yönetildiğinde fırsata dönüştürülebilir. 1.3. Kriz Türleri ve Krizin Nedenleri Krizler, çok farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Bunlardan birinci sınıflama oluşum biçimleri bakımından yapılan sınıflamadır. Oluşum biçimleri bakımından krizler; ani krizler ve yavaş yavaş oluşan krizler şeklinde gruplandırılmaktadır. İşletmeyi beklenmeyen bir durumda etkileyen krizler ani krizler, aşama aşama oluşan ve kat ettiği aşamalarda işletmeyi bir öncekine göre daha da etkileyen krizler ise yavaş oluşan krizlerdir. İşletme yönetiminin krizi öngörme becerisine göre tahmin edilebilir krizler ve tahmin edilemeyen krizler olarak sınıflandırılabilir (Eğilmez, 2009:50). İkinci sınıflama ise kapsamı açısından krizlerin sınıflandırılmasıdır. Çünkü krizlerin kapsamı krizin etkilediği ya da etkileyeceği alanlara göre farklılık göstermektedir. Kapsam açısından krizler yerel, bölgesel ve küresel kriz şeklinde sınıflandırılabilir. Örneğin, krizin çıktığı ülke göreli olarak küçük bir ekonomiye ve dünya ticaretinde küçük bir paya sahipse kriz o ülke ve yakın çevresiyle sınırlı kalabilir. Bu tür krizler daha çok kapitalizm öncesinde görülmekteydi (Eğilmez 2009:52-53). Bazen bir ekonomik kriz ilişkili ekonomilere yansıyarak bir bölgesel kriz haline dönüşebilmektedir (Örneğin 1997 yılı Asya krizi). Bu tür krizlerin ortaya çıkmasındaki en önemli neden; yatırımcıların bölgeleri 297 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ayrı ayrı ülkeler değil de bir bütün halinde görmeleridir. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve küreselleşmeyle beraber büyük ekonomilerde çıkan krizler küresel alana kolaylıkla ve hızla yayılabilir. Bu krize örnek olarak 1929 ekonomik kriz verilebilir. Küresel ekonomik krizlerde ülkelerin krize duyarlılığı oldukça zayıftır. Krizler yönetim hataları veya çevresel faktörler gibi kaynaklandıkları etmenler çerçevesinde pek çok şekilde kategorize edilebilir. Bunlar (Baran 2008:27); Endüstriyel kazalar, Çevresel ve Finansal problemler, El değiştirmeler, Yoğun dedikodular, Grev, Ürün toplatılması, Yasal değişimler, Bilgi sistemlerindeki bozukluk, Doğal afetler, İflas, Hizmet aksaklıkları şeklinde sıralanmaktadır. Sonuç olarak kriz türleri teknik, ekonomik, insan kaynakları, toplumsal, hukuki, yönetsel ve iletişimsel kökenli olmaktadır. 1.4.Krizlerin Oluşumu ve Yönetimi Regester ve Larkin (2000:67-69) krizin oluşumunu bir zincir reaksiyon olarak ele almaktadır. Bu reaksiyonun ilk aşaması önemli bir olayın ortaya çıkmasıyla başlar. Devamında söz konusu olay hız, etkinlik ve ağırlık kazanır. Zincirin üçüncü aşamasında kriz tüm boyutlarıyla ortaya çıkmış ve etkinliğini göstermiştir. Dördüncü aşamada işletmelerin krize gösterdikleri tepkiler, davranışlar ve önlemler vardır. Son aşama ise krizin sona ermesiyle oluşan durumdur. Kriz dönemlerinde krize karşı etkin önlemler almak, mevcut tehlike ve tehditlerden en az zararla çıkmak ve kriz ortamındaki gelişmeleri fırsata çevirmek ancak etkin bir “kriz yönetimi” ile olur. Firmaların ölçeği büyüdükçe, krize hazırlık dereceleri artmakta, gerek kriz yönetim planları gerekse kriz yönetim takımları ile kendilerini ileride karşılaşmaları muhtemel krizlere karşı hazırlamaktadır. Daha küçük firmalar ise, kriz yönetimini kriz yöneticileri olarak bilinen yöneticilere bırakmanın daha doğru olacağı kanısındadırlar. Kriz yönetiminin temel amacı krizi oluşmadan önlemek ve krizden mümkün olduğunca çabuk çıkarak krizin etkilerini süratle ortadan kaldırmaktır (Korkmazyürek 2009:24). Rosental ve Pijnenbudrg`a göre etkili bir kriz yönetiminde (1991:3) şu çabaların olması gerekir; • Krizlerin oluşumunu engellemek, • Krizin etkilerine karşı koruma sağlayacak hazırlıklar yapmak, • Kriz oluştuğunda ona karşı etkili bir tepki göstermek, • Krizin sona ermesiyle, yeniden toparlanma ve iyileştirme için gerekli planlamayı ve kaynak tahlillerini yapmak. 298 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kriz için hazırlığın temelinde yatan amaç, daha etkin bir kriz yönetimi için bu tecrübelerin örgütsel yapılara ve yönetsel süreçlere dönüştürülmesidir. Fakat burada işletmenin yaşadığı geçmiş krizlerin, yaşanacak krizlere karşı her zaman etkili olmayacağı göz önüne alınmalı ve bu nedenle etkin kriz yönetim politikaları oluşturulmalıdır. Krize hazırlık çalışmalarının amacı oluşacak muhtemel krizlerin oluşmadan önlenmesi ve oluşması durumunda ise işletmeyi etkileme derecesini minimum düzeye indirgemektir (Korkamazyürek 2009:30). Kriz, iyi durumda olan, borcu az, likiditesi yüksek olan işletmeler için bir fırsattır. Daha açık bir anlatımla, firmaların yapmayı tasarlayıp yapamadıkları, örneğin maliyet kalemlerinin yeniden kontrol edilmesi, yeni ortaklar veya iş kolu geliştirilmesi gibi, birçok işi yapmak ve önlemek amacıyla büyük bir fırsat yaratmaktadır. Krizi önleme çabalarının yetersiz kalması durumunda işletme etkilendiği krizden mümkün olan en az hasarla çıkmak ve kayıpları önlemek için çaba sarf edecektir. Bu nedenle yönetimin süratle şu çalışmaları yapması beklenir; • Krizin tanımlanması, • Krizin işe devamlılığı üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, • Krizden etkilenecek muhtemel hedef kitlenin ve etkilenme derecesinin belirlenmesi ve işe devam planının uygulamaya konulması, • Kriz yönetim planının uygulamaya konulması, • Kriz iletişim planının hazırlanması ve kriz yönetim takımının kurulması. Kriz sonrasında işletmenin yapması gereken yaşanmış olan krizden ders çıkarmaktır. Bunun için kriz yönetim takımından beklenen en önemli çalışma iş etki analizinin yapılmasını sağlamaktır. İşletmenin kırılganlıklarının ve işin devamı ile müşteriler için hangi iş fonksiyonlarının yaşamsal öneme sahip olduğunun belirlenmesi gerekir 1.5. Geçmişten Bugüne Türkiye’de Oluşan Krizler Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye giderek sıklaşan ve şiddeti artan ekonomik krizlere sahne olmuştur. Tanık olunan altı adet çok ciddi (1929-31, 1958-61, 1978-81, 1988-89, 1994, 1998-2002 ) ekonomiyi derinden sarsan ve büyük ekonomi politikası dönüşümlerine yol açan bu krizlerin yanında, daha kısa süreli ve etkileri daha sınırlı dört adet (1947, 1969, 1982, 1991) kriz de yaşanmıştır. Şiddetli ve göreli daha hafif krizlerin kapsadığı yılların toplamı yirmidir ve cumhuriyet tarihinin dörtte birine tekabül etmektedir. Türkiye, son 85 yıldır ortalama her sekiz yılda bir, ekonomik krizle sarsılmaktadır. Her kriz borç yükünü arttırmakta, milli geliri azaltmakta ve işsizliğin 299 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalar (Han, 2009:3) 1980–2008 yılları arasında yaşanan ekonomik darboğazların, 1923–1980 arasındaki döneme göre 4 kat daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. 1950–1957 döneminde dış açıktaki aşırı büyüme beraberinde 1958 istikrar tedbirlerinin yürürlüğe konulmasına neden olmuştur. 1960 sonrası Türk Ekonomisi planlı döneme geçmiş, planlı dönemde dış açıklardaki aşırı büyümeyi kapatmaya dönük ilk devalüasyon 1970 yılında yapılmıştır. 1977 yılında ekonomik dengeler tümüyle ortadan kalkmış, Nisan 1978 ve Mart 1979 tarihlerinde birbirinin benzeri iki istikrar paketi yürürlüğe konulmasına rağmen siyasal istikrarsızlık yüzünden bu programlar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1990 sonrası görülen krizlerin temelinde finansal gerekçeler bulunmaktadır. Finansal alandaki krizler sonucu 5 Nisan 1994 kararları alınmış, fakat yeterli sonuçlar elde edilemeden Asya ve Rusya krizleri, beraberinde ise 1999 Marmara Depremi Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş, arkasından 1999 Aralık ayıda IMF ile Stand-by anlaşması imzalanmıştır. 2000 yılının başında yürürlüğe giren "Enflasyonu Düşürme Programı" 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleri ile birlikte başarısızlıkla sonuçlanmıştır (Turan 2005:1). Türkiye’de yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin bankacılık sektörünün kırılgan yapısından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bankacılık sisteminin artan açık pozisyonları ile kamu bankacılığının artan görev zararları, faiz oranlarının artmasına neden olmuş ve borçların sürdürülebilirliği üzerindeki kuşkuları arttırmıştır. Şubat 2001 kriz döneminde IMF’in baş ekonomisti olan Fischer ise “cari açığın en önde gelen kriz kaynağı-göstergesi olduğu ve Türkiye’deki Kasım krizine bankacılık kesimi ile birlikte yüksek cari açığın neden olduğunu” ileri sürmektedir (Erdil 2000: 20). Türkiye, kriz yılları dışında, yıllık ortalama yüzde 7.8 gibi çok yüksek bir büyüme oranı tutturmuştur. 1954'ten 1979 yılına kadar 24 yıl kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisi, 1979 yılında yeniden krize girmiş, ekonomi yüzde 0.5 küçülerek, 1980 yılında da yüzde 2.8 gerilemiştir. Bu tarihten itibaren yeniden büyüme trendi yakalayan Türkiye, 1990'lı yıllarda birbiri ardına gelen krizlerle sarsılmış, 1994 yılında yüzde 6.1, 1999 yılında yüzde 6.1, 2001 yılında da yüzde 9.5 küçülmüştür (ATO 2005:1). 2. 2008 GLOBAL MALİ KRİZ ve SEKTÖREL ETKİLERİ Globalleşme kelimesi; genişleyen uluslararası ticaret, sınırları aşan finansal kaynak aktarımı yaratan, artan dış yatırımlar, büyüyen çok uluslu işletmeler ve ortak girişimler anlamına gelmektedir. 300 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Globalleşme, gelişmekte olan ülke ekonomilerinin gelişmiş ülke standartlarına uyum gösterebilmek için rekabet yeteneklerini süratle geliştirmelerini gerektirmektedir. ABD’de 2007 yılının yaz ayında ortaya çıkan kriz, ABD’nin en büyük yatırım bankalarından biri olan ve 158 yıllık bir geçmişe sahip bulunan Lehman Brothers’in çok yüksek düzeye çıkan borçlarını ödeyememesine bağlı olarak 2008 yılının Eylül ayında iflasını açıklamasıyla tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Ortaya çıkan bu kriz ekonomistler tarafından 1929 Büyük Buhranından sonra, dünyanın yaşadığı en büyük kriz olarak kabul edilmektedir. Yine bu krizin ne zaman sonlanacağı konusunda da tam bir görüş birliği bulunmamaktadır. Krizi ortaya çıkaran nedenler arasında, son dönemlerde ABD’nin gayrimenkul piyasasında ortaya çıkan aşırı fiyat artışları, konut kredisi alan riskli kişilerin bu kredileri geri ödememesi ve bunları önlemek amacıyla kullanılan finansal araçların etkin bir şekilde işletilememesi sonucu piyasaya çıkarılan milyar dolarlar sayılmaktadır (Ünal ve Kaya 2009: 4). Mortgage krizi olarak ortaya çıkan durum takip eden süreçte bir likidite krizine dönüşmüştür. ABD’de 2007 yılında, finans ve sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak üzere toplam dört sektörün büyüme hızının yavaşlamasıyla genel ekonominin büyüme hızı da yavaşlamıştır. Yatırımcıların risk almadan kazanç elde etme isteği maliyeti düşük, kolay kredi imkânlarına bağlı olarak tüketicilerin aşırı borçlanmasına ve kontrolsüz kredi genişlemesine neden olarak sistemin risk durumunu arttırmıştır (www.ntvmsnbc.com). Finansal kriz gelişmiş ülkelerde başlamış olmakla birlikte Kasım 2008 ortalarından itibaren gelişmekte olan ülkeleri de etkilemeye başlamıştır. Birçok gelişmekte olan ülke borsalarında ciddi değer kayıpları olmuş, ülke paraları değer yitirmiş, ülke tahvilleri ve ticari bonolarda risk primleri artmış, aynı zamanda bu ülkelere olan yabancı sermaye akımları ve banka borçlanmaları önemli oranda düşmüştür. Uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmeler karşısında finansal sisteme olan güvenin tekrar artırılması için ABD ve Avrupa’da merkez bankaları ve hükümetleri tarafından çok sayıda önlem alınmış ve trilyon dolarları bulan kurtarma paketleri açıklanmıştır (Erdönmez 2009: 85). Dünyanın en büyük ekonomisi ABD`de 2008 Ocak ayında %1,8 gerileyen sanayi üretimi, aynı ay sonu itibariyle yıllık %10 düşmüştür. AB`de ortak para euro kullanan 16 ülkede sanayi üretimi ise Aralık ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre %12 gerilemiştir. AB istatistik kurumu Eurostat`ın verilerine göre, 27 üyeli AB`nin sanayi üretimindeki yıllık gerilemesinin Aralık ayı itibari ile 11,5 olduğu belirlenmiştir. Eurostat’ın verilerine göre sanayi üretimi en sert gerileyen ülkeler sırasıyla %20,7`yle Estonya, %19,6`yla İspanya, % 18,4`le İsveç, % 17,5`le Romanya ve Slovenya 301 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 şeklinde belirlenmiştir. Aralık ayında sanayi üretimindeki düşüş, AB`nin büyük ekonomileri Almanya`da % 12,4, Fransa`da % 10,7, İngiltere`de %8,8 ve İtalya`da %14,3`e ulaşmış, Ocak ayında ise Fransa`da sanayi üretimi bir önceki aya göre % 3,1, İngiltere`de % 2,6 ve İsveç`te % 2,5 olarak gerçekleşmiştir. Küresel krizin ihraç mallarına olan talebin azalması nedeniyle ihracatı önemli oranda düşen dünyanın ikinci büyük ekonomisi Japonya`da ise sanayi üretimi ocak ayında %10 düşmüştür. Küresel krizle birlikte petrol gelirlerinin azaldığı Rusya`da ocak ayında sanayi üretimi Aralık ayına göre % 19,9, geçen yılın aynı dönemine göre de % 16 azalmıştır. Gelişmekte olan ülkelerden Hindistan`da toplam sanayi üretimi 2008 yılında 2007 yılına göre yüzde 0,4, 2008 Aralık ayında ise Aralık 2007`ye göre yüzde 11,9 oranında gerilemiştir. Güney Amerika`nın en büyük ekonomisi Brezilya`da sanayi üretimi Ocak ayında bir yıl önce aynı aya göre yüzde 17,2 düşmüştür (www.tumgazeteler.com). Küresel kriz başta gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere işsizliğin artması ve ekonomilerde daralmaya neden olmaktadır. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Ekonomik ve Sektörel Analiz Dairesi 14.09.2009 tarihli haftalık ekonomi raporuna göre (2009:8) ABD`de 2008 Ocak ayında işsizlik oranı % 7,6`ya, AB bölgesinde % 8,2`ye, OECD bölgesinde %6,9`a çıkmıştır. Türkiye’de ise 2006 ve 2007 yıllarında yüzde 10’ların altına düşen işsizlik oranları tekrar yüzde 10 un üzerinde seyretmeye başlamıştır (www.sgb.gov.tr). Şekil 1. Yıllara Göre İşsizlik Oranları Kaynak: www.sgb.gov.tr, erişim tarihi 15.11.2009. 302 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Aynı raporda OECD bölgesinde GSYH 2008 yılının son çeyreğinde % 1,5 daralarak, OECD`de kayıtların tutulmaya başladığı 1960 yılından bu yana en büyük düşüş olarak meydana geldiği belirtilmektedir. AB bölgesi ise aynı dönemde % 1,5, G-7 ülkeleri %1,9 küçülmüştür. ABD 2008`in son çeyreğinde %1,6, Japonya %3,3 ve İngiltere %1,5 daralmıştır. 2009’da Türkiye’yi de etkisi altına alan küresel ekonomik krizden etkilenen sektörlerden birisi de sağlık sektörüdür. Sağlık sektörü üzerindeki etkisi kısaca aşağıda verilmeye çalışılmıştır. 3. TÜRK SAĞLIK SİSTEMİ, ÖZEL SAĞLIK KURULUŞLARININ GELİŞİMİ ve KRİZLERİN ETKİLERİ Sağlık sistemi; amacı doğrudan sağlığı geliştirmek olan her türlü hizmeti bünyesinde barındıran girdi, çıktı ve sonuç (etki) unsurlarından oluşan bir bütündür. Sağlık sistemleri, yalnızca insanların sağlığını yükseltme sorumluluğuna değil, aynı zamanda da onları hastalığın finansal risklerine karşı korumak ve onları saygınlıkla tedavi etmek sorumluluklarına da sahiptirler. Sağlık sistemleri belli başlı üç önemli amaca sahiptir. Bunlar; Hizmet sunulan nüfusun sağlığını korumak ve yükseltmek, insanların beklentilerine yanıt vermek ve hastalık ya da sağlığın maliyetlerine karşı finansal koruma sağlamaktır. Sağlık sistemlerini bu temel amaçlara ulaştırmak için bazı hedeflerin gerçekleştirilmesi gerekir. Bunlar; nüfusun sağlık durumunu iyileştirmek, nüfus sağlık durumunun hakkaniyetini geliştirmek, bireyler, sosyal gruplar, bölgeler vs. arasında sağlık konusundaki adil olmayan farklılıkları azaltmak ve fakirlerin sağlık durumunu geliştirmektir (Uğurluoğlu ve Çelik 2005:8). Türkiye’de sağlık sektörü kamu ve özel sektör kuruluşlarından oluşmaktadır. Kamu sağlık kuruluşları tedavi edici sağlık hizmeti sunması yanında, koruyucu sağlık hizmetlerini de vermektedir. Ayrıca üniversite hastaneleri ve Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde tedavi hizmetleri yanı sıra, eğitim ve araştırma faaliyetleri de yürütülmektedir. Özel sağlık kuruluşları ise daha ziyade tedavi edici sağlık hizmeti sunmaktadır. Hizmet sunumunda özel sağlık kuruluşlarının payı son yıllarda büyük oranda artış göstermiştir. Sağlık bakanlığı verilerine göre Türkiye’deki toplam hastanelerin %27,7’si ve yatak sayılarının %9’ı özel sektöre aittir (Tengilimoğlu vd. 2009: 107-108). Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2009 yılı verilerine göre Türkiye’de 450 özel hastane, 596 tıp merkezi, 602 dal merkezi, 432 poliklinik bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinin finansmanı ise sosyal güvenlik kurumu fonları, özel sigorta şirketleri ve cepten ödemler ile karşılanmaktadır. Türkiye’de toplam sağlık harcamalarının (kamu+özel) 2000 yılında GSYİH’ya oranı %4,9 düzeyindeyken, 2006 yılında özellikle kamu sektöründeki reel artışın etkisiyle % 5,7 oranına 303 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çıkmıştır (OECD 2008). 2008 yılında ise bu oranın % 6 düzeyine yükseldiği tahmin edilmektedir (Yılmaz, 2007:3). Kamu sağlık harcamaları bu gelişmeler çerçevesinde, 2000-2009 döneminde sabit fiyatlarla yüzde 40, GSYH’ya oran olarak ise % 65 oranında oranında artmış ve eğitim harcamalarının üzerine çıkmıştır ( Yılmaz 2009:5). 4,50 4,30 4,10 3,90 3,70 3,50 3,30 3,10 2,90 2,70 Sağlık 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 2,50 Eğitim Şekil 2. Sağlık ve Eğitim Harcamalarının GSYH’ya Oranı Kaynak: Yılmaz H. Hakan (2009) “Son dönem Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Kamu Sağlık Harcamalarının Sürdürülebilirliliği: Muhtemel Riskler Belirleyiciliğinde Bir Değerlendirme”, TC Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Seminer Sunumu, 24 Haziran 2009, Ankara. 2003 yılında, devletin tüm sağlık harcamaları 13,87 milyar lira iken bu rakam 2009 yılında 40 milyar lirayı aşacak hale gelmiştir. Yani altı yılda sağlık harcamaları 3 kattan fazla artmıştır. Bu artışta özel hastanelerin artış oranı ise genel artış oranından daha fazla olmuştur. 2003 yılında özel hastanelere sadece yarım milyon lira ödenmişken, 2009 yılında bu rakam 11 kat artarak 5,7 milyon TL’ye ulaştığı tahmin edilmektedir. 2008 yılında SGK tarafından hastanelere 18.968 milyon TL. ödenmiştir. Hastanelere yapılan ödemelerin kurumlara göre dağılımı ise (Teksöz vd 2009: 3); - 10.214 Milyon TL’yi devlet hastaneleri - 3.048 Milyon TL’yi üniversite hastaneleri - 5.706 Milyon TL’yi özel hastaneler almıştır. 304 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 3: SGK Tarafından Kamu Yapılan Tedavi Ödemelerinin Sağlık Kuruluşlarına Göre Dağılımı Kaynak: Teksöz Tuncay, Kaya Yalçın ve Helvacıoğlu Kerem (2009) “Sağlık Reformunun sonuçları İtibariyle Değerlendirilmesi”, Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (Tepav) Raporu, s.3. Bu artışta en önemli etken, 19 Şubat 2005 tarihinden itibaren SSK ya bağlı hastanelerin ve diğer tüm kamu hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesi ve bunun sonucunda tüm SSK’lıların devlet hastanesine gitmelerinin önünün açılması ve tüm özel eczanelerin SSK’lılara hizmet vermeye başlamasıdır. İkinci önemli etken ise 2007 yılından itibaren Resmi Gazetede yayınlanan SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) ile tüm SSK ve Bağ-Kur’lulara özel hastanelerden yararlanma imkanının tanınmasıdır. Son yıllarda SGK’nın ve kamunun sağlığa harcadığı para artarken, Hazinenin SGK’ya aktardığı para da büyümektedir. Ekonomik daralmayla hızlanan vergi ve prim gelirlerindeki reel düşme bütçenin ve SGK’nın mali riskini artırmaktadır. Sağlık sistemine aktarılan para artınca kamu ekonomisi yöneticileri “Global Bütçe” uygulamasını getirmiştir. Bu uygulamaya öncelikle Sağlık Bakanlığı hastaneleri ile başlanmış ve önümüzdeki günlerde üniversite ve özel hastanelere yaygınlaştırılması planlanmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının bir TV programında yaptığı açıklamaya göre 2010 yılında özel hastanelere de önceden belli edilen bir rakam verilecektir (yaklaşık 6 milyar lira).Bu uygulamaya karşılık özel hastane yöneticileri vatandaşlardan aldıkları yüzde 30 oranının artırılmasını istemektedir. 305 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Her krizde olduğu gibi 2008 global mali krizde de sağlık sektörü olumsuz olarak etkilenmiştir. Ekonomik krizlerin sağlık üzerinde en önemli etkisi “gelirin düşmesi” üzerinden olmaktadır. Milyonlarca ailenin yoksullaşması temel besin maddelerini bile satın almalarına engel olmakta, toplumdaki beslenme bozuklukları giderek artarken sınıflar arasındaki eşitsizlik artmakta ve enfeksiyon hastalıkları nedeniyle oluşan salgınlara sebep olmaktadır. 1990’dan sonra Rusya’da yaşanan özellikle tüberküloz ve difteri salgınları, Küba’da ambargo sonrasında çocukluk çağı pnömonilerinde artış ekonomik krizin sağlık üzerine en net olarak tanımlanmış sonuçlarıdır (Lodahl 2000:255-262; Garfield 1997:15-21; Tulchinsky & Varavikova 1996:313:320). Türkiye’de yaşanan 2001 krizinin sağlığa yansıması da rakamlarla belirlenmiş ve birinci basamak sağlık hizmetleri ile aşılama oranlarının önemli oranlarda gerilediği görülmüştür. Difteri aşılama oranları, aşılanan hedef kitle olarak 2000 yılında yüzde 92 iken, 2003 yılında yüzde 76 ya düşmüştür (Dünya Sağlık Örgütü -DSÖ- istatistik verileri 2007). Krizlerin halkın sağlık hakkına, toplum sağlığına yönelik öngörülebilir etkileri şunlardır(Ato 2005). 1. Sağlık hizmeti kullanımında eşitsizlik artırması, 2. İlaç fiyatlarının artması ile birlikte ilaca erişimde zorlukların yaşanması, 3. Tüm sağlık göstergelerinde bozulmalar (kısa ya da uzun vadede), 4. Hem fiziksel hastalıklarda, hem de depresyon, panik atak, anksiyete, madde bağımlılığı gibi ruhsal problemlerde artışlar, 5. Çalışma sürelerinin uzaması ve ağırlaşması yeni sağlık sorunlarına yol açması, 6. Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemli bir başlığını oluşturan aşılama programının aşıda dışa bağımlılık, döviz fiyatlarındaki aşırı yükselme vb. nedenlerle önemli aksamalar yaşanması, 7. Özellikle tüberküloz ve diğer bulaşıcı hastalıklarda artışlar 8. Uzun dönemde beklenen yaşam sürelerinde görülecek kısalmalar. Dünya ile birlikte ülkemizde yaşanan kriz için sağlık alanında herhangi bir tedbirin gündeme bile gelmediği görülmektedir. IMF ile yapılacak anlaşmada harcamaların azaltılması gündeme geldiğinde ilk kısılan sağlık harcamaları olmaktadır. İşsizliğin ve yoksulluğun baş döndürücü bir hızla arttığı Türkiye ‘de krizden her zaman olduğu gibi alt gelir düzeyinde olanlar en çok etkileneceklerdir. Bu kesimlerin sağlığının korunması sosyal devletin en önemli görevleri arasındadır. Global kriz ile birlikte ekonomik daralmayla hızlanan vergi ve prim gelirlerindeki reel düşme bütçenin ve SGK’nın mali riskini artırmaktadır. Sağlık harcamaları artarken sağlık hizmetini sunan kurumların mali yapılarındaki bozulma ve ödeme güçlüğü içine düşmesi bir bütün olarak sağlık 306 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sektörünü olumsuz etkilemektedir. Ekonomide yaşanacak olan dalgalanmalar ve yeni tedbirlerin odağında kaçınılmaz olarak sağlık sektörü olacaktır. Global bütçe çalışmalarını sürdüren Hükümet, Sağlık Bakanlığının 2010 yılı bütçesini 12 milyar 700 milyon TL olarak belirlemiştir. Özel sağlık ve ilaç sektörü bütçeleri henüz netleşmemiştir. Ekonomik kriz nedeniyle diş hekimleri muayenehanelerinden hizmet alınamayacağı düşünülmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Sağlık alanında tedbir almak zorunda olduklarını belirterek Dinçer, son dönemde yapılan iyileştirmelerin devletin maliyetini arttırdığını işaret etmektedir. Bakan, yapılan tüm harcamaların sürdürülebilir nitelik taşımadığını, harcamaların kısılacağını, bu noktada gerekirse radikal tedbirlerin alınacağını bildirmiştir (www.ntvmsnbc.com/news). Küresel kriz sebebiyle bütçe gelirlerinin, prim gelirlerinin düştüğünü buna karşılık harcamaların azalmadığına dikkat çeken Dinçer, şunları ifade etmektedir: “2007–2008 yıllarında %52–53 civarında sağlık harcamalarımızı öz gelirlerimizle karşılayabiliyorduk. Ama bugün sağlık harcamalarının sadece %43’ünü öz gelirlerimizle karşılayabiliyoruz. Bu bizde ciddi açık meydana getirdi. Fakat sektöre baktığımızda ciddi gelişme sağlamışlar. Mesela, ilaç sektörü 2002 yılından bugüne 4 katı büyümüş. 2002’de sektörün toplam hacmi 5 milyar 230 milyon TL civarındayken 2009’da tahmini 15 milyar 586 TL’ye yakın harcama gözüküyor. Tedavide ise 4 milyar 200 milyon TL’den yaklaşık 20 milyar 196 milyon TL’ye yakın harcama gözüküyor. Toplamda 9 milyar 900 milyondan 36 milyar 400 milyona yakın. Ortalama 4 katına yakın bir büyüme söz konusu.” Bakan, sektörlere ne kadar global bütçe ayrılacağı yönündeki soruyu şöyle yanıtlamıştır (www.ntvmsnbc.com/news/460082.asp): “Özel sektörün, ilaç sanayinin global bütçe rakamlarını belirlemedik. Sağlık Bakanlığına 2010 yılı için 12 milyar 700 milyon TL kaynak ayırdık. 2010’da verebileceğimiz nihai rakam bu. Bu rakam her 4-6 ayda gözden geçirilecek. Harcamalar bu rakamı aştığı takdirde, ne kadar aşıyorsa o orandaki miktarı ödemelerden kısmaya başlayacağız. Yılsonuna gittiğimizde belki birkaç aylık geri ödeme haricinde planladığımız rakamda harcamaları tutmayı umuyoruz.” Ayrılan bütçenin yılsonuna kadar özel hastaneye yetmemesi durumunda çözümün çok kolay olacağını ifade eden Dinçer, “Her bir hastaneyle sözleşme imzalıyoruz. Hastane bizimle sözleşme imzalamak zorunda değil. Ama sözleşme şartlarına uymak zorunda” dedi. Bakan, özel hastanelerin 307 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2009’da % 12 büyümüş göründüğünü belirterek tüm dünyada ve Türkiye’de yılsonu itibariyle % 6 küçülme olacağını bildirdi. Radikal tedbirler konusuna açıklık getiren Dinçer, önümüzdeki yıl global bütçe uygulamasına geçileceğini kaydetti. Dinçer şöyle ifade etmiştir: “Global bütçe sisteminde önümüzdeki yıl hükümet olarak ilaç için ne kadar para harcayabileceğimizi belirleyeceğiz, özel hastanelere verebileceğimiz parayı açıklayacağız. Mutabakata varmaya çalışıyoruz. Uzlaşamazsak çok radikal tedbirler alarak özel önlemler alacağız. İlaç fiyat uygulaması, Bütçe Uygulama Talimatı, Sağlık Uygulama Tebliğini gözden geçirerek tedbirler alacağız.” Gerek kamu ve gerekse özel sağlık hizmetleri için en önemli finans kaynağı durumunda olan Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK) nun sağlık giderlerini daha etkin bir şekilde kontrol altında tutma politikası özel sağlık işletmelerinin gelirlerini önemli ölçüde etkileyeceği bir gerçektir. İki yıl önce özel kuruluşlardan hizmet alma eğilimine girmiş kişilerin kriz nedeni ile fark ücret ödememek için belirli bir oranı yine devlet hastanelerine döndüğü ve cebinden para harcamamayı seçtiği görülmektedir. Bu durumun özel sağlık işletmelerine olan talepte genel olarak bir azalmaya yol açtığı söylenebilir. Diğer açıdan sağlık sektörüne malzeme olarak girdi sağlayan firmaların gerek ithal gerek yurt içi üretimlerinde finansal krizin muhasebe sistemlerinde borç/alacak dengesini etkilemesinden dolayı taahhüt etmiş oldukları mal ve/veya malzemeyi zamanında teslimat ile ilgili gecikmeler yaşanmış olup stok takip işleri sağlık bakanlığınca üç aya indirilmesi ile sağlık sektöründe hizmet veren hastane ve tedavi merkezleri ciddi anlamda sıkıntılar yaşamaktadırlar. 4. ARAŞTIRMA 4.1. Yöntem: Araştırma bir betimleyici araştırma niteliğindedir. Özel sağlık işletmelerinin 2008 global mali krizden etkilenme durumlarını belirlemek için alan araştırması yapılmıştır. Elde edilen veriler İstatistiksel paket programlarla değerlendirilmiştir. Veri analizinde ki-kare testi kullanılmış anketin güvenirliliği için Cronbach –Alpha testi yapılmıştır. Hipotezlerin test edilmesinde istatistiksel olarak anlamlılık düzeyi p: 0.05 alınmıştır. 4.2. Amaç: Bu araştırmanın temel amacı, özel sağlık kuruluşu yöneticilerinin krize bakış açılarını, özel sağlık işletmelerinin etkilenme düzeylerini ortaya koymak, bu kurumların krize karşı duyarlılığını değerlendirmektir. 4.3. Varsayım ve Hipotezler: Araştırmaya katılan sağlık işletmesi yöneticilerin ankette sorulan sorulara doğru cevap verdikleri varsayılmıştır. Araştırmada, özel sağlık kurumu yöneticilerinin etkilenme derecesi, demografik özelliklere göre, hastane yatak kapasitesine göre ve hastanenin hizmet alanına göre değişip değişmediğini 308 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 belirlemeye yönelik hipotezlere yer verilmiştir. Araştırmada sınanmak istenen temel hipotezler aşağıda verilmiştir. H1: Özel sağlık işletmelerinin faaliyet alanları ile krize karşı hazırlık durumları arasında ilişki vardır. H2: Özel sağlık işletmelerinin türü ile krizden etkilenme durumları arasında ilişki vardır. H3: Özel sağlık işletmesi türü ile krizden etkilenme düzeyleri arasında ilişki vardır. H4: Özel sağlık işletmesinin faaliyet süresi ile krizden etkilenme durumu arasında ilişki vardır. H5: Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin unvanları ile kriz sürecinde maliyetlerin değişmesi arasında ilişki vardır. H6: Yöneticilerin unvanları ile krizi algılama biçimleri arasında ilişki vardır. H7: Sağlık işletmelerinin çalıştırdıkları personel sayısı ile sağlık işletmelerinin ekonomik krizinden etkilenme durumları arasında ilişki vardır. H8: Sağlık işletmelerinin çalıştırdıkları personel sayısı ile krize karşı verdikleri eğitim arasında ilişki vardır. H9: Sağlık işletmelerinin faaliyet alanı ile personele verilen eğitim türü arasında ilişki vardır. H10: Özel sağlık işletmelerinin yatak sayısı ile uygulanan kriz yönetim politikalarının etkili sonuç verme durumu arasında ilişki vardır. H11: Yöneticilerin unvanları ile krizi algılama şekilleri arasında anlamlı bir ilişki vardır. H12: Özel sağlık işletmelerinin yatak kapasitesi ile krizin olumlu etkileri arasında ilişki vardır. H13: Özel sağlık işletmelerinin yatak kapasitesi ile kriz esnasında maliyetlerde değişim arasında İlişki vardır. H14 Yöneticilerin unvanları ile krizin devam etme süresi arasında ilişki vardır. H15: Yöneticilerin unvanı ile göre krizden çıkmak için devletten beklentiler arasında ilişki vardır. 4.4. Evren ve Örneklem: Araştırma Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlı tutulup, Türkiye’de ki tüm özel sağlık işletmelerin üst düzey yöneticileri araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. 2009 yılı Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye genelinde özel sağlık kurumlarının sayısı 1648 (Genel hastane, Dal 309 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Hastanesi, Tıp Merkezi) dir. Araştırmada örneklem seçilmemiş olup her hastaneden bir üst yöneticiye anket gönderilmiştir. Anketler Ankara ilinde yüz yüze anket yöntemi ile uygulanmış, diğer illerde ise e-mail yolu ile gönderilmiş ancak hatırlatma yazılarına rağmen 123 hastane yöneticisinden geri dönüşüm sağlanabilmiştir. Zaman ve maliyet kısıtlılığından dolayı istenilen sayıya ulaşılamamıştır. Anket uygulaması 15 Ekim 2009 ile 28 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş olup, veriler 32 yöneticiden internet üzerinden, 91 yönetici ile yüz yüze görüşerek elde edilmiştir. 4.5. Veri Toplama Yöntemi: Daha önce de belirtildiği üzere araştırmada veri toplama yöntemi olarak, anket tekniği uygulanmıştır. Anket sorularının oluşturulmasında uzman görüşlerinden yararlanılmıştır. Anket toplamı 33 sorudan oluşmaktadır. İki bölümden oluşan anket formunun birinci bölümünde yöneticilerin kişisel bilgileri ve hastanelere ait tanımlayıcı sorulara yer verilmiştir. İkinci bölümde ise, 2008 mali krizin hastaneler üzerine etkisini belirlemeye ilişkin ifadeler ve sorulara yer verilmiştir. Bu sorular kapalı uçlu sorular olup, yöneticilerin kriz hakkındaki düşünceleri ölçülmeye çalışılmıştır. Araştırma ki kare yöntemi kullanılarak anlamlandırılmaya çalışılmıştır. 4.6. Bulgular: Araştırmada verilerin analizi sonucunda elde edilen temel bulgular iki grupta verilmiştir. Birinci grupta araştırmaya katılan yönetici ve bunların görev yaptıkları hastanenin özelliklerine yönelik bulgulara yer verilmiştir. Anketin güvenirliliği için uygulanan Cronbach’s Alpha testine göre güvenirlilik 0,624 bulunmuştur. 310 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo.1 Katılımcıların Kişisel Özellikleri ve Özel Sağlık İşletmelerine Ait Bulgular Değişkenler 1. Cinsiyet 2. Eğitim Düzeyi 3. Yaş 4. Unvan 5. İşletmenin Faaliyet Süresi 6. Kapasite 7. İstihdam 8. Bölge 9. Faaliyet Alanı Kategoriler N % 1. Bayan 88 71.5 2. Erkek 35 28.5 1. 2. 3. 1. 2. 3. 1. 2. 3. 4. 1. 2. 3. 4. Lisans Yüksek Lisans Doktora 35 Yas Ve Altı 36-45 46 Yas Ve Üzeri İşletme Sahibi Genel Müdürü Bölüm Müdürü Diğer 1-5 Yıl 6-10 Yıl 11-15 Yıl 16 Yıl Ve Üzeri 76 23 24 46 49 28 23 33 43 24 33 30 29 61.8 18.7 19.5 37.4 39.8 22.8 18.7 26.8 35.0 19.5 26.8 24.4 23.6 31 25.2 1. 2. 3. 4. 1. 2. 3. 4. 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 1-50 51-100 101-150 151yatak Ve Üzeri 1-100 101-200 201-300 301 Ve Üzeri Marmara Ege Akdeniz Karadeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güneydoğu 1. 2. 3. Dal Genel Tıp Merkezi 67 28 10 18 38 47 13 25 21 6 14 9 64 5 4 20 86 17 123 54.5 22.8 8.1 14.6 30.9 38.2 10.6 20.3 17.1 4.9 11.4 7.3 52.0 4.1 3.3 16.3 69.9 13.8 100 Toplam Tablo 1 den de görüleceği üzere, araştırmaya katılan özel sağlık işletmesi yöneticilerinin büyük bir bölümü (%71.5) bayan katılımcılardan oluşmaktadır. Katılımcıların tamamının lisans veya lisansüstü düzeyde eğitime sahip oldukları görülmektedir. Bu dağılım Türkiye’de özel sağlık işletmelerinde görev yapan yöneticilerin eğitim düzeyinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Katılımcıların 311 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 büyük bir kısmının İç Anadolu bölgesinde (%52.0) ve 45 yaş altındaki yöneticiler olduğu, yarıya yakın kısmının 10 yıl altında deneyim sahibi olduğu ve sağlık işletmesi yatak sayısının büyük bir çoğunun ise (%77.3 ) 100 yataktan küçük ve genel hastane (%69.9) olduğu görülmektedir. Tablo 2 Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Alanlarına Göre Kriz Öncesi Hazırlık Durumları Kriz Oluştuğunda Örgütlenme ve Yönetim Açısından Yeterince Hazırlıklı mıydınız? Evet Hayır 11 9 8,9 7,3 45 41 36,6 33,3 3 14 2,4 11,4 59 64 48 52 Alan Dal N % N % N % N % Genel Tıp Merkezi Toplam χ2=7,313 p=,026 Toplam 20 16,3 86 69,9 17 13,8 123 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz oluştuğunda örgütlenme ve yönetim açısından yeterince hazırlıklı mıydınız?” sorusuna verdikleri yanıtların ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları özel sağlık kurumlarının faaliyet alanları ile arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki kare testi yapılmıştır. Ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları sağlık işletmesinin faaliyet alanları ile krize karşı hazırlıklı olup olmamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur [χ2=7,313p<0,5]. Bu durumda H1 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablodan da görüleceği üzere, tıp merkezlerinin diğer sağlık işletmelerine göre daha az hazırlıklı oldukları görülmüştür. Genel anlamda ise işletmelerin %52’si krize karşı yeterince hazırlıklı olmadıkları, %48’sinin ise hazırlıklı oldukları belirtilmiştir. Tablo 3. Özel Sağlık İşletmelerinin Türüne Göre Krizden Etkilenme Durumları Alan Dal Genel Tıp Merkezi Toplam N % N % N % N % 2008 Yılın Ekonomik Krizi Sizi Etkiledi Mi? Evet Hayır 16 4 80 20 74 12 86 14 15 2 89 11 107 16 87 13 X2 = 3.474 SD= 2, p= .176 312 Toplam 20 100 86 100 17 100 123 100 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 ekonomik krizi sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri yanıtların görev yaptıkları sağlık işletmesinin faaliyet alanı ile arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki-kare testi yapılmıştır. Tablo 3’de görüldüğü gibi, özel dal hastanelerinde çalışan yöneticilerin diğer işletmelerde çalışanlara göre krizden daha az etkilendiği görülmektedir. Ancak aradaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır [x2(3)= 2.468, p>05]. Bu bulgu hem dal hastanelerinde hem de genel hastanelerde ve tıp merkezlerinde krizin benzer şekillerde algılandığını göstermektedir. Yani sağlık işletmesi yöneticilerinin %87 si krizden etkilendiğini belirtmiştir. Bu burumda H2 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablo 4 Özel Sağlık İşletmesi Yöneticilerinin Çalıştıkları Sağlık İşletmesi Türüne Göre Krizden Etkilenme Düzeyi Alan Dal Genel Tıp Merkezi Toplam N % N % N % N % Hasta Sayısı Azaldı 7 35 27 32.5 7 41.2 44 36.7 Kriz Sizi Ne Ölçüde Kredi Gelirler Şartları Azaldı Zor 10 1 50 5 36 6 43.4 7.2 7 1 41.2 5.9 54 7 45.0 5.8 Etkiledi Ödeme Güçlüğü Mevcut 1 5 10 12 1 5.9 11 9.2 X2 =8.06, SD= 8, p=.425 Malzeme Alımı Zor 1 5 4 4.8 2 11.8 4 3.3 Toplam 20 100 83 100 17 10 120 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz sizi ne ölçüde etkiledi” sorusuna verdikleri yanıtların görev yaptıkları işletme türü ile ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki -kare testi sonucunda (Tablo 4) krizden etkilenme dereceleri ile işletme türleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı görülmüştür ( p>0.05). Bu durumda hipotez 3 reddedilmiştir. Ancak dal hastanelerinde çalışan yöneticiler gelirlerinin diğer hastanelere göre biraz daha az olduğunu, tıp merkezlerini ise malzeme alımlarında daha fazla güçlüklerle karşılaştıklarını ifade ettikleri görülmektedir. Bu bulgu hem dal hastanelerinde hem genel hastanelerde hem de tıp merkezlerinde krizin etkisisin hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir. Bu durumda H3 hipotezi reddedilmiştir. 313 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5 Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Süresine Göre Krizden Etkilenme Durumları Faaliyet Süresi 1-5 Yıl N % N % N % N % N % 6-10 Yıl 11-15 Yıl 16 Yıl Ve Üzeri Toplam 2008 Yılı Global Mali Kriz Sizi Etkiledi Mi? Evet Hayır 30 3 90.9 9.1 25 5 83.3 16.7 22 7 75.9 24.1 30 1 96.8 3.2 107 16 87.0 13.0 X2 = 6.598, SD= 3, p= .086 Toplam 33 100 30 100 29 100 31 100 123 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 yılı Global Mali kriz sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri yanıtlara baktığımızda, sağlık işletmesinin faaliyet süresi ile krizden etkilenme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı görülmektedir (p>0.05)(Tablo 5). Bu durumda hipotez 4 reddedilmiştir. Faaliyet süresinde fark gözetilmeksizin yaşanan ekonomik krizden bütün sağlık işletmeleri etkilenmişlerdir. Tabloda da görüldüğü gibi 11–15 yıl arasında faaliyette bulunan özel sağlık işletmelerinde görev yapan yöneticiler yaşanan krizden işletmelerinin daha az etkilendiklerini ifade etmişlerdir. Tablo 6 Özel Sağlık İşletmelerin Yöneticilerinin Unvanlarına Göre Kriz Süresince Maliyetlerinin Değişme Durumu Unvan İsletme Sahibi Genel Müdür Bölüm Müdürü Diğer Toplam N % N % N % N % N % Kriz Süresince Maliyetleriniz Ne Yönde Değişti Aynı Arttı Azaldı Kaldı 15 6 2 65.2 26.1 8.7 18 5 9 56.3 15.6 28.1 23 11 9 53.5 25.6 20.9 13 5 6 54.2 20.8 25.0 69 27 26 56.6 22.1 21.3 X2 = 3.997 SD= 6, p= .677 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin Toplam 23 100 32 100 43 100 24 100 122 100 “Kriz süresince maliyetleriniz ne yönde değişti” sorusuna verdikleri yanıtların unvanları ile kriz sürecinin maliyetleri etkileme düzeyleri arasında ilişki olup 314 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olmadığını belirlemek amacıyla ki kare testi yapılmıştır. Tablo 6’dan da görüldüğü gibi, işletme sahipleri diğer kademe yöneticilerine göre maliyetlerinin arttığını düşünmektedirler. Aralarında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. [x2 = 3.997, p>05]. 5 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablo 7 Yönetici Unvanına Göre Özel Sağlık İşletmesi Yöneticilerinin Krizi Algılama Biçimi Unvan İsletme sahibi Genel müdür Bolum müdürü Diğer Toplam N % N % N % N % N % Tehdit 6 27.3 9 28.1 15 36.6 12 50.0 44 37.0 Hastaneniz krizi nasıl algılar? Devlet Profesyonel Fırsat Desteği Yönetim Desteği 2 10 4 9.1 45.5 18.2 7 7 9 21.9 21.9 28.1 3 14 9 7.3 34.1 22.0 6 4 2 25.0 16.7 8.3 16 35 24 13.4 29.4 20.2 X2 = 16.921 SD= 9, p= .050 Toplam 22 100 32 100 41 100 24 100 119 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerin “Hastanenizin krizi nasıl algılar” sorusuna verdikleri yanıtların yönetici unvanlar ile algılama biçimleri arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki-kare testi yapılmıştır. Tablo 7’den de görüldüğü üzere, araştırmaya katılan başhekim ve başhemşirelerin %50 si krizi bir tehdit olarak algılarken, %25’i krizin bir fırsat olduğu görüşündedirler. Ancak unvanlarla kıyaslama yapılınca kriz algılama biçimi ile yönetici unvanları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur [x2 = 16.921, p<05]. Bu durumda H6 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablodan da görüleceği üzere genel olarak kriz algısı tehdit olarak görülürken işletme sahiplerinde bu durum devlet desteğinin sağlanması şeklinde görülmektedir. 315 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 8 Özel Sağlık İşletmelerinin Çalıştırdıkları Personel Sayısına Göre İşletmelerin 2008 Ekonomik Krizinden Etkilenme Durumları İstihdam 1–100 101–200 201–300 301 Ve Üzeri Toplam N % N % N % N % N % 2008 Ekonomik Krizi Sizi Etkiledi Mi? Evet Hayır 33 5 86.8 13.2 41 6 87.2 12.8 11 2 84.6 15.4 22 3 88.0 12.0 107 16 87.0 13.0 X2 = 0.91, SD= 3 p= .993 Toplam 38 100 47 100 13 100 25 100 123 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “2008 ekonomik krizi sizi etkiledi mi” sorusuna verdikleri yanıtların istihdam ettikleri personel sayısı ile arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki kare testi yapılmıştır. Tablo 8’de görüldüğü gibi, araştırmaya katılan 301 ve daha fazla personele sahip olan yöneticilerin birçoğu 2008 global mali krizinden etkilendikleri görülmüştür. İstihdam edilen personele sayısı ile krizden etkilenme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır [x2 = 0.91, p>05]. 7 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablo 9 Özel Sağlık İşletmelerinin Çalıştırdıkları Personel Sayısına Göre İşletmelerin Krize Karşı Personele Eğitim Verme Durumu İstihdam 1–100 101–200 201–300 301 Ve Üzeri Toplam N % N % N % N % N % Kriz İçin Personelinize Verdiğiniz Herhangi Bir Eğitim Var Mı? Evet Hayır 13 25 34.2 65.8 24 23 51.1 48.9 1 12 7.7 92.3 12 13 48.0 52.0 50 73 40.7 59.3 X2 = 9.179, SD= 3 p= .027 Toplam 38 100 47 100 13 100 25 100 123 100 Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz için personelinize verdiğiniz herhangi bir eğitim var mı” sorusuna verdikleri yanıtlar ile istihdam ettikleri personel sayısı arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda istihdam edilen personel sayısı ile kriz eğitimi 316 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 verme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur [x2 =9.179, p<05]. Bu bulgular ışığında H8 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tablo 9’dan da görüldüğü üzere, araştırmaya katılan 201-300 arası personel istihdam eden sağlık işletmelerinin diğer işletmelere göre daha az eğitim verdikleri görülmektedir. Tablo 10 Özel Sağlık İşletmelerinin Faaliyet Alanlarına Göre Personele Verilen Eğitim Konusu Personelinize Verdiğiniz Eğitim Konusu Hangisidir Alan Dal Genel Tıp Merkezi Toplam N % N % N % N % Temel Kriz Bilgisi 3 5,4 13 23,2 3 5,4 19 33,9 İş Güvenliği 3 5,4 9 16,1 0 0 12 21,4 X2=3,644, p=,456 Toplam Psikolojik Hazırlık 4 7,1 15 26,8 6 10,7 25 44,6 10 17,9 57 66,1 9 16,1 56 100 Personellerine krize karşı eğitim verdiklerini belirten yöneticilerin “Personelinize verdiğiniz eğitim konusu hangisidir?” sorusuna verdikleri yanıtların ankete katılan yöneticilerin çalıştıkları özel sağlık işletmelerin faaliyet alanları ile arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda sağlık işletmelerinin faaliyet alanları ile kriz için personele verilen eğitimin konusu arasında bir ilişki bulunmamıştır [χ2=1,643 p>0,5]. 9 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablodan da görüleceği üzere, ankete katılan yöneticilerinin yaklaşık %45’i personellerine krize karşı psikolojik eğitimin verildiğini, % 34’ü temel kriz bilgisi eğitiminin verildiğini belirtmiştir. Tablo 11 Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitesine Göre Kriz Politikalarının Sonuç Verme Durumu Kriz Yönetim Politikanız Etkili Sonuç Verdimi? Kapasite 1-50 51-100 101-150 151 Yatak Ve Üzeri Toplam N % N % N % N % N % Evet 14 15,6 9 10 6 6,7 8 8,9 37 41,1 Hayır 4 4,4 3 3,3 2 2,2 1 1,1 10 11,1 Henüz Uygulanıyor 30 33,3 8 8,9 2 2,2 3 3,3 43 47,8 X2=11,262, p=,081 317 Toplam 48 53,3 20 22,2 10 11,1 12 13,3 90 100 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz yönetim politikanız etkili sonuç verdi mi?” sorusuna verdikleri yanıtların ile sağlık işletmesi yatak kapasitesi arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki- kare testi sonucunda, yatak kapasitesi ile politika belirleme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır [χ2=11,262 p>0,5]. Bu durumda H10 nolu hipotez reddedilmiştir. Tablo 11’den de görüleceği üzere, hastanelerin büyük bir bölümü kriz yönetim politikalarını uygulamaya devam etmekte veya politikalarının etkili sonuç verdiğini düşünmektedirler. Tablodan da görüleceği üzere 50 yataktan daha küçük işletmelerde kriz politikalarının diğer işletmelere nazaran daha etkili olduğu söylenebilir. Tablo 12 Yönetici Unvanlarına Göre Sağlık İşletmelerinin Krizi Algılama Durumları İşletmeniz Krizi Nasıl Algılamakta? Devlet Prof.Yön. Tehdit Fırsat Desteği Desteği Unvan İşletme Sahibi Gn. Müdür/Mesul M. Bölüm Müdürü Başhek./Baş Hemş. Toplam N % N % N % N % N % Toplam 8 0 10 4 22 6,7 9 7,6 15 12,6 12 10,1 44 37 0 7 5,9 3 2,5 6 5 16 13,4 8,4 7 5,9 14 11,8 4 3,4 35 29,4 3,4 9 7,6 9 7,6 2 1,7 24 20,2 18,5 32 26,9 41 34,5 24 20,2 119 100 X2=16.921, p=,05 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Hastaneniz krizi nasıl algılar?” sorusuna verdikleri yanıtlarına bakıldığında, krizi algılama ile sağlık yöneticilerinin unvanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu görülmüştür [χ2=16.921 p<0,5]. Bu durumda H11 nolu hipotez kabul edilmiştir. Tabloda da görüldüğü gibi ankete katılan sağlık kurumları yöneticilerinin %37’si krizi bir tehdit olarak görürken, %29,4’ü devlet desteğinin gerekliliğini düşünmüşlerdir. Ancak unvanlar açısından özel işletme de görevli hastane müdürleri, başhekimler ve başhemşirelerin krizi tehdit olarak algılama yüzdesi işletme sahiplerine ve mesul müdürlere göre fazla olduğu görülmektedir 318 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 13 Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitesine Göre Krizin Olumlu Etkileri Kapasite 1-50 Yatak 51-100 Yatak 101-150 Yatak 151 ve Üzeri Toplam N % N % N % N % N % Krizin Hangi Konularda Olumlu Etkisi Oldu Yeni Şube Ar-Ge Özkaynaklar Kalite Önem Önem Önem Açmaya Kazandı Kazandı Kazandı fırsat verdi 23 39 3 1 18,9 32 2,5 0,8 16 10 2 0 13,1 8,2 1,6 0 4 5 1 0 3,3 4,1 0,8 0 6 9 2 1 4,9 7,4 1,6 0,8 49 63 8 2 40,2 51,6 6,2 1,6 X2=3,644, p=,456 Toplam 66 54,1 28 23 10 8,2 18 14,8 122 100 Özel Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Krizin hangi konularda olumlu etkisi oldu?” sorusuna verdikleri yanıtların özel sağlık işletmesi yatak kapasitesi arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda, hastane kapasiteleri ile krizin işletmeleri etkisi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır [χ2=3,644 p>0,5]. H12 nolu hipotez reddedilmiştir Tabloda da görüldüğü gibi krizin hastanelerde öz kaynağın ve kalitenin öneminin anlaşılması konularında olumlu etkisi olmuştur. Ancak. Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin krizde özkaynaların ve kalitenin daha da önem kazandığı fikrine daha fazla katıldıkları görülmektedir (%91.8). Tablo 14 Özel Sağlık İşletmelerinin Yatak Kapasitelerine Göre Kriz Maliyetlerindeki Değişim Durumu Kriz Süresince Maliyetleriniz Ne Yönde Değişti Kapasite 1-50 51-100 101-150 151 Yatak ve Üzeri Toplam N % N % N % N % N % Arttı 41 33,6 14 11,5 5 4,1 9 7,4 69 56,6 Azaldı 12 9,8 7 5,7 2 1,6 6 4,9 27 22,1 X2=3,843, p=,698 Aynı Kaldı 14 11,5 7 5,7 3 2,5 2 1,6 26 21,3 Toplam 67 54,9 28 23 10 8,2 17 13,9 122 100 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Kriz süresince maliyetleriniz ne yönde değişti?” sorusuna verdikleri yanıtların hastane yatak kapasitesi ile arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda, maliyetler ile sağlık işletmesinin yatak kapasitesi arasında anlamlı 319 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 bir ilişki bulunmamıştır [χ2=3,843 p>0,5]. Bu durumda H13 nolu hipotez reddedilmiştir. Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin büyük çoğunluğu (%56.6) maliyetlerin arttığını ifade etmiştir. Tablo 15 Yöneticilerin Unvanlarına Göre Krizin Etki Süresi Toplam Sizce Krizin Etkileri Daha Ne Kadar Sürer Unvan İşletme Sahibi N % N % N % N % N % Gn.Müd./Mesul Müd. Bölüm Müdürü Başhekim/Başhemş. Toplam 6 Ay 5 4,1 2 1,6 3 2,4 0 0 10 8,1 1yıl 4 3,3 8 6,5 14 11,4 5 4,1 31 25,2 2 Yıl 9 7,3 13 10,6 15 12,2 6 4,9 43 35 X2=15,803, p=,200 3yıl 3 2,4 4 3,3 6 5 6 4,9 19 15,4 3 Yıldan Fazla 2 1,6 6 4,9 5 4,1 7 5,7 20 16,3 23 18,7 33 26,8 43 35 24 19,5 123 100 Sağlık işletmesi yöneticilerinin “Sizce krizin etkileri daha ne kadar sürer?” sorusuna verdikleri yanıtların yöneticilerin unvanları arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonunda, yönetici unvanları ile krizin süresi hakkında verdikleri cevaplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). H 14 nolu hipotez reddedilmiştir. Tabloda da görüldüğü gibi ankete katılan sağlık kurumları yöneticilerinin %8 i krizin 6ay süreceğini düşünürken, %66.7 si 2 ve üstü bir zamanda krizin daha fazla devam edeceğini ifade ettikleri görülmüştür. Tablo 16 Yöneticilerin Unvanına Göre Krizden Çıkmak İçin Devletten Beklentileri Krizden Çıkmak İçin Devlet Ne Yapmalı Unvan İş. Sahibi Gn.Müd./Mes.Md. Bölüm.Müd. Başhek./Başhemş. Toplam N % N % N % N % N % Düşük Faizli Kredi 1 0,8 1 0,8 2 1,6 0 0 4 3,3 Hizmet Teşvik Edilmeli 3 2,4 13 10,6 17 13,8 13 10,6 46 37,4 Ödemeler Ertelenmeli 1 0,8 1 0,8 5 4,1 2 1,6 9 7,3 X2=14,417, p=,275 320 Enerji Maliyetleri Düşürülmeli 2 1,6 1 0,8 3 2,4 1 0,8 7 5,7 Vergi ve Sigorta Borçları Ertelenmeli 16 13 17 13,8 16 13 8 6,5 57 46,3 Top. 23 18,7 33 26,8 43 35 24 19,5 123 100 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Özel sağlık işletmesi yöneticilerinin “Krizden çıkmak için devlet ne yapmalı?” sorusuna verdikleri yanıtların ankete katılan yöneticiler unvanları arasında bir ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan ki-kare testi sonucunda, yöneticilerin unvanları ile krize karşı devletin yapması gerekenler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadığı görülmüştür [χ2=14,417p>0,5]. Bu sonuçta H15 nolu Hipotez reddedilmiştir. Tabloda da görüldüğü gibi ankete katılan sağlık işletmesi yöneticilerinin %46 sı krize karşı devletin sağlık işletmelerinin vergi ve sigorta borçlarının ertelenmesi konusunda destek olmasını, %37 si hizmetin her türlü koşulda yerine getirilmesi için devletin teşvik vermesi gerektiğini düşünmektedirler. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Araştırma sonucu elde edilen önemli bulgular aşağıda kısaca özetlenmiştir. Elde edilen bulgulara göre araştırmaya katılan yöneticilerin çoğunlukla orta yaş grubu, yatak kapasitesi düşük olan genel hastanelerde ve bünyesinde 100 den fazla personel istihdam eden sağlık işletmelerinde çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca katılımcıların faaliyet gösterdikleri kurumlarda genel müdür ve bölüm müdür (hastane müdürü, hasta ilişkileri müdürü vb.) olarak görev yaptıkları görülmüştür. Araştırma sonuçlarına göre; yöneticilerin büyük bir kısmı daha önce bir kriz yaşadığını ifade etmiştir. Araştırmaya katılan yöneticilerin çoğunluğu görev yaptıkları hastanelerin kapasitesi altında hizmet verdiğini ve polikliniğe gelen hasta sayıları azalırken acile gelen hasta sayılarının arttığını, krizin maliyetlerini arttırdığını, malzeme alımlarında herhangi bir değişikliğin olmadığını düşünmektedirler. Yöneticilerin %56.6 ‘sı krizin maliyetlerini artırdığını ifade etmiştir. Ayrıca yöneticilerin % 37 ‘si krizi tehdit, % 13’ü ise fırsat olarak algılamıştır. Ayrıca, yapılan görüşmelerde kriz süresinde personel alımlarını durdurduklarını, personel azaltılması yoluna gittiklerini ve mevcut personele herhangi bir ücret artışı yapmadıklarını ifade etmişlerdir. Yöneticilerin % 87’si krizden etkilendiklerini ifade etmişlerdir. % 45 ‘i gelirlerinin azaldığını, % 36.7 ‘si hasta sayısının azaldığını, % 9.2 ‘si ise ödeme güçlüğü çektiklerini ifade etmişlerdir. Ençok krizden etkilenen sağlık işletmesi ise % 89’ luk oran ile tıp merkezleridir. 321 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Önemli bir diğer bulgu da yöneticilerin % 48”i krize hazırlıklı olduğunu ve % 41.1 ‘i krize karşı geliştirdikleri politikada başarılı olduğunu ifade etmiştir. Yöneticilerin % 40 ‘ı kriz konusunda personeline eğitim verdiğini (bu eğitimlerin personelin krizi tanıması ve krizin çalışanlarında yarattığı korku ve endişenin giderilmesi amacıyla verildiğini) ifade etmiştir. Ayrıca yöneticilerin büyük çoğunluğu krizi önlemeye yönelik bir çalışma yapmamış, yapanlar ise aylık rasyo analizleri ve rakip kurumlarla karşılaştırmalarla eksiklerini görmeyi amaçladıklarını ifade etmiştir. Araştırmaya katılan yöneticilerin % 66.7 ‘si krizin 2 yıldan daha fazla süreceği görüşünde olduğu, krizle mücadelede % 46 ‘sı vergi ve sigorta ödemelerinin bir yıl ertelenmesini, % 37 ‘si hizmetlerini kesintisiz sunabilmeleri için devletin destek vermesini, % 5.7 si enerji fiyatlarının düşürülmesini istemektedir. Araştırmaya katılan yöneticiler krizin 1–2 yıl daha süreceği kanısındadırlar. Kriz süresince yöneticiler hizmetin her türlü imkânla teşvik edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Ayrıca yöneticilerin çoğu devletin özel sağlık kurumlarına destek vermesini istediklerini belirtmişlerdir. Bu çalışma sonucunda, dünyada yaşanan 2008 Global Ekonomik krizin tüm sektörleri etkilediği gibi özel sağlık kurumlarını da etkilediği bir kez daha anlaşılmıştır. Özel sağlık kurumlarında alan ayırımı yapılmadan, tüm sağlık personeline ve tüm kademe yöneticilerine gerekli eğitimler verilmelidir. Kriz oluşmadan önce kurumun muhtemel krizlerden etkilenmemesi için gerekli ön çalışmalar yapılarak, özel sağlık işletmelerinde iç müşteri olarak nitelendirilen çalışanların ve dış müşteri olarak nitelendirilen sağlık hizmeti alıcılarının, kriz dönemlerinde kaybı minimum tutulmalıdır. Araştırma sonuçlarından hareketle oluşturulan öneriler aşağıda sıralanmıştır; - Özel sağlık kurumları geçmişte yaşanan krizlerden ders çıkarmalıdır. - Sağlık işletmeleri yöneticileri Kriz Yönetim Politikası oluşturmalıdır. - Kurum içi iletişim arttırılmalıdır Sadece üst yönetim değil sağlık kurumunda çalışan tüm personelin kararlara katılması sağlanmalıdır. - Yetiştirilmiş nitelikli personelin istihdamı sağlanmalıdır. - Sağlık işletmeleri tüm yönleriyle incelenerek varsa eksilikler ve hatalar giderilmelidir. - Hizmet alıcılarına değer verildiğini göstermek için, şikayetler, görüşler ve beklentiler dinlenmelidir. - Devlet özel sağlık işletmelerine destek olmalı, zor durumda olan sağlık işletmelerine uygun koşullarda kaynak sağlanmalıdır. 322 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Krizler; Akılcı yöntemlerle, planlama, eğitim, motivasyon, esnek yönetim politikaları, uzun vadeli stratejiler, etkili iletişim, birliktelik ve öngörü ile kolay atlatılabilir. Son beş yıllık reform döneminde toplam sağlık harcamaları genel olarak iyi yönetilmiş olmasına rağmen, 2008 global finansal krizin etkisi ile, istihdam ve ücretler genel seviyesinde yaşanan düşüşün yol açtığı prim geliri kaybı, Genel Sağlık Sigortasının mali sürdürülebilirliğini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Bunun sonucunda GSS Kurumu tarafından hizmet alıcılarına yönelik olarak katkı payları alınmaya başlanmıştır. 2008 yılı Ekim ayında başlayan muayene katkı payı alınması ile sağlık harcamalarını radikal olarak baskılayacak önlemlerle sosyal güvenlik sisteminin bütçeye yükünün azaltılması hedeflenmiştir. Katkı paylarının özellikle özel hastanelere başvuruyu olumsuz yönde etkilediği belirtilmektedir. Muayene ücretleri yanında özel hastaneler tarafından hastalardan alınacak katkı paylarının (% 30 70 arasında hastanelerin ait oldukları sınıflara göre değişmektedir) da özel hastanelere başvuruyu kriz döneminde daha da etkileyeceği söylenebilir. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Avrupa Bölge Direktörü Dr. Marc Danzon; "Bütçede kesinti yapmak yerine sistemin iyileştirilmesi yaklaşımının benimsenmesi kamuoyunun moralini de yükseltecektir. Küresel bir kriz anında sağlık hemen olumsuz etkilenir. Kısa bir süre önce bir sağlık bakanı bana kriz nedeniyle sağlık bütçesinde kesinti yapıldığını söyledi. Bu tür bütçe kısıtlamalarından en olumsuz etkilenecek kimseler yoksullardır. Tüm ülkelerin sağlık bütçelerinin etkileneceğini, kaynakları kısıtlı olan ülkelerin ise daha da fazla etkileneceğini düşünüyorum." ifadesinde bulunmaktadır (www.bianet.org). Özel sağlık işletmeleri yanında kamu sağlık işletmelerinin de krizden olumsuz etkilendiği görülmektedir. Nitekim Sağlık Bakanlığı 2009 yılı sonunda yayınladığı bir genelge ile hastanelerin tasarruflu olmasını istemektedir. Söz konusu genelgede sağlık kuruluşlarının döner sermayeli işletmeler olduğu, dengeli nakit giriş/çıkışının önemli olduğu, istikrarlı, dengeli ve etkin bir sağlık hizmetini devam ettirebilmek için kurum ve kuruluşların güçlü bir mali bünyeye sahip olmaları gerektiği ve bu doğrultuda her kademede ve bütün alanlarda gerekli önemin gösterilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Genelgede; elektrik, su, telefon, yakıt gibi sabit tesis giderlerinin azaltılması noktasında gerekli tedbirlerin alınması, maliyet düşürücü alternatif uygulamaların araştırılması istenmektedir. Bu çerçevede, özel telefon görüşmelerinin kişilerden tahsil edilmesi, görüşmelerin dakika ile sınırlandırılması, şehirlerarası ve GSM operatörlerine yönelik aramaların belli hatlarla sınırlandırılması, Elektrik, su, telefon gibi giderlere ilişkin faturaların çok iyi incelenerek, gerçek kullanım miktarı ile faturaya yansıtılan miktar arasında itiraz edilmesi gereken bir husus varsa, ilgili kurum ve kuruluşlarla irtibata geçilmesi gerektiği kaydedilmektedir. 323 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Genelgede, bazı kurum ve kuruluşların kurumlarını tanıtıcı basılı yayımlar hazırlatarak, bu yayımları başta Bakanlık olmak üzere çeşitli kurumlara gönderdiklerine dikkat çekilmektedir. Bu tür tanıtım araçlarının sınırlandırılması istenmektedir. Ayrıca, ileri teknolojiye dayalı tıbbi cihaz ve diğer donanımlar ile laboratuar gibi ünitelerin, yapılacak protokoller ile diğer kurum ve kuruluşlara kullandırılarak gelir artışı sağlanabileceği aktarılmaktadır. Özetle; Sağlık işletmeleri krize karşı uyarı amaçlı mekanizmalar geliştirmeli ve sağlıklı veriler elde etmeli ve bu verileri yorumlayabilmelidir. Ayrıca hastanelerin dış çevre üzerindeki kontrolleri kısıtlı olmakla birlikte dış çevredeki gelişmeler yakından takip edilmeli, bu değişimlere uyum sağlama kapasiteleri hastanelerinin finansal durumu için de olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Vizyon sahibi bir yönetim dış çevrede oluşabilecek şoklara karsı daima reaktif bir yol değil de proaktif yöntemler izleyerek olumsuzlukları en aza indirgeyebilir, sonuçta çoğu zaman bu dışsal şokların önlenmesi mümkün olmayan olaylar olduğunu bilmesi de gerekmektedir. Hizmet sunulan bölgenin pazar şartlarını ve bölge nüfusunun hizmet ihtiyacını kapsayan ayrıntılı bir pazarlama planı hazırlanmalıdır. (Rakipler ne durumda, nüfusun yapısı nasıl, hangi hizmetlere daha çok talep olması mümkün bu ve benzeri soruların muhtemel cevaplarının yer aldığı bir plan). Borçlanma oranları özel bir dikkatle izlenmelidir. Yüksek düzeyde maliyet gerektiren teknolojik altyapı veya bina yatırımlarının giderleri gelirlerle finanse edilmelidir. Bu tip yatırımları tamamıyla borçla finanse edilmemelidir. Yatak doluluk oranı, ortalama yatış süresi, hasta yoğunluğu, yatak başına düşen personel sayısı, hasta gün maliyeti, birim hizmet maliyetleri ve hasta dağılımı gibi hastane istatistikleri kullanılarak hastanenin yönetsel süreçleri ve verimliliği değerlendirilmelidir. Hastanede yürütülen faaliyetlerin maliyet kontrolü sağlanmalıdır. Özellikle de yatak sayısı ve sunulan hizmet kapsamında bu değerlendirmeye gidilerek, yatak basına elde edilen net gelir hesaplanarak hastanenin ölçek ekonomisi geliştirebilecektir. Ölçek ekonomisinin sağlanabilmesi, maliyetlerin düşürülmesi, kapsamlı, verimli ve daha üretken hizmet sunumunun sağlanabilmesi için coğrafi olarak birbirine yakın bölgelerde faaliyet gösteren hastanelerin birleşmesi yakın gelecekte ihtimal dâhilinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Sağlık işletmeleri arasında dikey birleşmelere gidilebileceği gibi, malzeme ve personel alımları ortak merkezi bir örgüt tarafından gerçekleştirilerek verimlilikte artış sağlanabilecektir. 324 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR ATO (2005). Ato Raporları: Krizler Tarihi Raporu. Ankara. 16.10.2009). (www.ato.org.tr Erişim tarihi: Baran Hitay (2008). İşletmelerde Kriz Yönetimi. Araştırma ve Meslekleri Geliştirme Müdürlüğü. A&G Bülten.(2):26-32. Eğilmez Mahfi (2009). Küresel Finans Krizi. Remzi Kitabevi. İstanbul. Erdil U. (2001) “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım Ve 2001 Şubat Krizleri”. Türkiye Ekonomi Kurumu. Tartışma Metni. Nisan: 1-36. S.20. Erdönmez. P. A. (2009). “Küresel Kriz Ve Ülkeler Tarafından Alınan Önlemler Kronolojisi”. Bankacılar Dergisi. Sayı 68. S.85-101. Garfield R. Santana S. (1997) The İmpact Of The Economic Crisis And The Us Embargo On Health İn Cuba. American Journal Of Public Health. 87(1):15-21. Han Ercan (2009). Türkiye’de Kriz Ve Çıkışın Yol Haritası Ekonomide Milli Mütabakat Programı. Türkiye Kamu-Sen Ar-Ge Merkezi. Irvine. Robert B. (1987). What’s A Crisis, Anyway. Midyear Special 4:36-37. Kokmazyürek Haluk Ve Basım Nejat (2009). İş Modeli Ve Kriz Yönetimi. Siyasal Kitabevi. İstanbul. Lerbinger Otto. (1997) The Crisis Manager:Facing Risks and Responsibility, Mahwah. Lea. Lodahl Nicol (2000). Russia: Demographic Trends Pose Economic Problems. Economic Bulletin 8:255-262. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Ekonomik ve Sektörel Analiz Dairesi. Haftalık Ekonomi Raporu. 2009 (81): 1-8. www.sgb.gov.tr. Erişim 15.11.2009. Mishkin Frederic (1996). Understanding Financial Crises: A Devoloping Country Perspective. Nber Woorking paper Series.(5600):1-49. Regester Michael. Larkin Judy (2000). Risk Issues And Crisis Management. The Institute Of Public Relations. Kogan Page. London. Rosenthal Uriel. Pıjnenburg Bert (1991). Simulation-Oriented Scenarios. Dordrecht. Acadamic Publishes. Tağraf Hasan Ve Arslan N.Talat (2003). Kriz Oluşum Süreci Ve Kriz Yönetiminde Proaktif Yöntemler. C.Ü.İİBF Dergisi. 4(1):149-160. 325 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Teksöz Tuncay, Kaya Yalçın ve Helvacıoğlu Kerem (2009). Sağlık Reformunun sonuçları İtibariyle Değerlendirilmesi, Türkiye Ekonomik Araştırmalar Vakfı (Tepav) Raporu, s.3. Tengilimoğlu. Dilaver. Oğuz Işık ve Mahmut Akpolat (2009). Sağlık İşletmeleri Yönetimi. Nobel Basımevi. Ankara. Tulchinsky Th. Varavikova Ea (1996). Addressing The Epidemiologic Transition İn The Former Soviet Union: Strategies For Health System And Public Health Reform İn Russia. American Journal Of Public Health. 86(3):313-320. Turan Zübeyir (2005). Türkiye Ekonomisinde Kasım 2000- Şubat 2001 Krizleri. Türk Dil Kurumu (2010). Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü. TDK. Ankara Uğurluoğlu Ömer. Yusuf Çelik (2005).“Sağlık Sistemleri Performans Ölçümü. Önemi Ve Dünya Sağlık Örgütü Yaklaşımı”, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 8 (1):2- 8 Ünal. A. Kaya. H.. (2009). Küresel Kriz Ve Türkiye. Ekonomi Ve Politika Araştırmaları Merkezi. İstanbul. Who (2000). World Health Report 2000: Health Systems-Improving Performance. Geneva. Switzerland. Yılmaz. H. Hakan (2007). İstikrar Programlarında Mali Uyumda Kalite Sorunu: 2000 Sonrası Dönem Türkiye Deneyimi. Tepav Yayını. Yılmaz H. Hakan (2009) “ Son dönem Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Kamu Sağlık Harcamalarının Sürdürülebilirliliği: Muhtemel Riskler Belirleyiciliğinde Bir Değerlendirme”, TC Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Seminer Sunumu, 24 Haziran 2009, Ankara. http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/TEPAV_saglik_reformunun_sonuclari_dn.pdf (Erişim, 24.02.2010). http://www.tumgazeteler.com/?a=4796794 mali krizin dünyadaki etkileri ekonomik-krizin-salk-alanuezerinden-deerlendirmesi&catid=15:ato-rap. (Erişim, 22.2.2010). http://bianet.org/bianet/kriz/111264-krizde-saglik-saglikta-kriz. (Erişim.23.02.2010). www.ntvmsnbc.com/news/460082.asp. (Erişim, 23.02.2010). 326 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KOBİ’LERDE KRİZ YÖNETİMİ: ÇANKIRI İLİ ÖRNEĞİ - TÜRKİYE Harun YAKIŞIK* Hasan AKÇA** Özet Ekonomilerin açık ve karşılıklı etkileşim içerisinde olduğu günümüzde global mali krizin tüm ülkeleri etkiler hale geldiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Ülke ekonomilerinde KOBİ’ler, yarattığı istihdam kapasitesi ve üretim hacmi bakımından çok önemli paya sahiptir. Fakat kriz yönetimi ve finansal kaynak bulmada yeterli donanıma sahip olmayan KOBİ’lerin krizden etkilenmesi beklenen bir gerçektir. Bu çalışmada global mali krizin Türkiye‘deki KOBİ’lere yaptığı olumlu ve olumsuz etkiler Çankırı ili örneği ele alınarak anket yöntemi ile elde edilen veriler analiz edilmiştir. Çalışmanın popülasyonunu Çankırı ilinde faaliyet gösteren yaklaşık 450 KOBİ oluşturmaktadır. Gayeli örneklem yöntemi kullanılarak belirlenen 106 adet KOBİ’ye, kriz yönetimiyle ilgili sorular yöneltilmiştir. Anket yöntemiyle elde edilen veriler Çankırı’da faaliyette bulunan KOBİ’lerin mali kriz karşısındaki reaksiyonlarını değerlendirmek için kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: KOBİ, Global Mali Kriz, Kriz Yönetimi, Türkiye CRISES MANAGEMENT IN SMES: CASE OF CANKIRI PROVINCE-TURKEY Abstract It is known that global financial crises affect all countries since economies are open and influence each other. SMEs have very important role in creating employment capacity and production in countries’ economies. But, it is expected that especially SMEs which do not have sufficient ability in crises management and to reach financial resources have been affected mostly from crises.In this study, positive and negative effects of global financial crises on SMEs were analyzed via case study of Cankiri province in Turkey. About 450 SMEs in Cankiri province constitutes population of the study. Integrated survey method was used to determine 106 SMEs which are subject to questions about crisis management. Data collected via survey were used to evaluate reaction of the SMEs to the financial crisis in Cankiri province. Key Words: SMEs, Global Financial Crises, Crisis Management, Turkey. * Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, haruny@karatekin.edu.tr. Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü, akcahasan@yahoo.com. ** 327 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Giriş Krizlerin daha sıklıkla yaşanmaya başladığı 1990 sonrası, ülke istihdamına ve üretimine yaptıkları önemli katkılardan dolayı KOBİ’lerin krize karşı aldığı tedbirlerin önemi ve oluşturdukları kriz yönetimi politikaları önem kazanmaya başlamıştır. Mali krizlerin en önemli özelliği gerçekleşme anından önce güvenilir teşhis konulup tedbirlerin ivedilikle uygulanamayışı ve krizin sektörleri olumsuz etkileme sürecinin hızlı yayılmasıdır. Bu bağlamda kriz algılaması ve kriz yönetimi zayıf olan ve ilgisiz olan işletmelerin krizle başa çıkmaları zor hale gelecektir. Dolayısıyla krizlerin olumsuz etkilerinin yanında işletme faaliyetlerini çeşitlendirme açısından krizlerin işletmeler üzerine olumlu etkilerinden de bahsetmek mümkündür. Geçmişte yapılan ampirik çalışmalar göstermiştir ki; krizlerin fırsata dönüştürülmesi muhtemeldir. Literatür taraması göstermektedir ki; KOBİ’lerin kriz yönetimi konusunu kapsayan alan çalışması oldukça yetersizdir. Bu nedenle, bu çalışmadan elde edilebilecek bulgular gerek politika yapıcılara, gerek konu uzmanlarına/araştırmacılara ve gerekse gelecekte kriz yönetimi konusunda başarılı olmak isteyen KOBİ yöneticilerine bir yönlendirici bilgi olabilecektir. Bu bilgiler ışığında; Çankırı il genelinde faaliyet gösteren KOBİ’lerin kriz deyince ne algıladıkları, kriz yönetimi konusunda nasıl bir uygulama yaptıkları ve ekonomi yönetiminden birinci derecede sorumlu ilgili kurum/kuruluşlara güven dereceleri bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. 2. KOBİ’lerin Sınıflandırılması İnsanlık tarihiyle yaşıt olan ekonomik faaliyetler, tarih öncesi toplumlarda daha çok temel fizyolojik ihtiyaçları karşılama merkezli gerçekleşmiştir. Bölgenin coğrafik özellikleri ve toplumsal yapısından doğrudan etkilenen bu faaliyetler, zamanla çeşitlenmiş ve daha karmaşık hale gelmiştir. Küçük işletmelerle başlayan bu faaliyetler, sermaye, bilgi ve teknoloji düzeylerindeki ilerlemelere paralel olarak büyük ölçekteki işletmelerin doğmasına zemin hazırlamıştır. Hem yarattığı istihdam hem de ürün yelpazesinde meydana getirdiği çeşitlenmeyle KOBİ’lerin önemi yadsınamaz. Yüklendiği önemine rağmen, KOBİ kavramının ekonomi literatüründe kapsamlı ve Avrupa Birliği’ne (AB) uyumlu tanımı ancak 2005 yılında yapılabilmiştir. KOBİ’lerle ilgili, 8.1.1985 tarih ve 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun, 15.03.2005’te kapsamı genişletilmiştir. Bu sınıflandırmaya göre; net satış hâsılatları, malî bilânço tutarları ve çalışan eleman sayıları dikkate alınarak Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler “KOBİ” olarak adlandırılıp, 16.04.2005 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Anonim 2009a). Bu kapsamlı tanıma göre; KOBİ’ler istihdam yapılarına, net satış hâsılatı ya da yıllık mali bilânçolarına 328 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 göre mikro ölçekli işletmeler, küçük işletmeler ve orta ölçekli işletmeler olarak üç sınıfta toplanmıştır. Diğer bir KOBİ tanımlamasında, küçük ve orta ölçekli işletme; sahibi tarafından yönetilen, daha çok yöresel faaliyette bulunan ve büyümesini büyük ölçüde iç kaynaklarla finanse eden işletmeler şeklinde tanımlanmaktadır (Özdemir 1996:31). Tablo 1 KOBİ Sınıflandırması KOBİ Ölçeği (Yıllık) KOBİ Grubu İstihdam Açısından Net Satış Hâsılatı – Mali Bilânço Mikro Ölçekli İşletmeler 10 kişiden az 1 milyon TL’yi aşmayan Küçük Ölçekli İşletmeler 50 kişiden az 5 milyon TL’yi aşmayan Orta Ölçekli İşletmeler 250 kişiden az 25 milyon TL’yi aşmayan Kaynak: Anonim (2009b) 3. KOBİ’lerin Ülke Ekonomisindeki Önemi Gerçekleştirdikleri ve üstlendikleri fonksiyonlar açısından KOBİ’lerin ülke ekonomisindeki önemi daha iyi anlaşılabilir. Seçilmiş bazı ülkelerde KOBİ’lerin istihdam, yatırım, üretim ve ihracattaki payları Tablo 2’de verilmiştir. Bu veriler, KOBİ’lerin ülke ekonomilerinde üstlendikleri fonksiyonlarını gösterme açısından önemlidir. Tablo 2 Türkiye ve Seçilmiş Ülke Ekonomilerinde KOBİ’lerin Önemi (%) İstihdam Oranı Yatırım Payları Üretimdeki Payları İhracat Payları ABD 50.4 38.0 36.2 32.0 Almanya 64.0 44.0 49.0 40.0 Japonya 81.4 40.0 52.0 38.0 İngiltere 36.0 29.5 25.1 25.5 Fransa 49.4 45.0 54.0 23.0 Türkiye 45.6 6.5 37.7 8.0 Kaynak: Yüksel, Ayhan (2009). KOBİ’lerin dünya ekonomilerinde yarattığı istihdam başta Japonya olmak üzere diğer gelişmiş batı ekonomilerinde de önem arz etmektedir. KOBİ’ler Japonya’da %81.4’lük bir pay ile en yüksek istihdam payına sahiptirler. Bunu %64.0 ile Almanya izlemektedir. Türkiye’de KOBİ’lerin istihdamdaki payı %45.6 düzeyindedir. Bu tabloda dikkati çeken husus, bu çalışmanın konusu olan KOBİ’lerin Türkiye’de yüksek istihdam oluşturmasına rağmen diğer ülke verilerine göre daha düşük bir ihracat hacmine sahip olmaları (%8.0) ve finansal kaynak bulmada karşılaştıkları güçlüklerin yatırım seviyelerini olumsuz etkilediği (%6.5) gerçeğidir. Gelişmiş ülkelerde KOBİ’lere sağlanan desteklerin daha fazla olduğu ve bunların her türlü olumsuz gelişmelere karşı korunduğu anlaşılmaktadır (Anonim 2000:82). Eğer Türkiye’de acil önlem alınmazsa, AB Uyum Yasaları 329 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 çerçevesinde oluşturan Basel II kriterleriyle birlikte KOBİ’lerin finansal destek bulma ve bunları yatırıma dönüştürme konusunda daha da sıkıntı çekebilecekleri önemini korumaktadır (Yüksel 2009). 4. Finansal Krizler ve KOBİ’lerde Kriz Yönetimi Finansal piyasaların liberalizasyonu ve daha esnek hale gelmeleriyle birlikte işlem hacimleri artmış bunun yanında çeşitlenen enstrümanlarıyla piyasalar daha kırılgan hale gelmiştir. Bu gelişmeler krizlerin daha sık yaşanmasına ve dünya piyasalarının daha istikrarsız hale gelmesine yol açmaktadır. Yaşanan 2008 mali kriziyle dikkatleri çeken konu, liberal ekonominin ısrarlı bekçisi pozisyonunda olmaya çalışan ABD’nin ekonomi karar otoriteleri, merkezin piyasalara müdahale ve kurtarma operasyonlarıyla etkilemesi liberal ekonomi mantığına ters düşeceği yanılgısı olmuş ve müdahalede geç kalınmıştır. Daha önce yaşanan krizlerin çıkış noktası gelişmekte ülkeler iken; 2008 mali krizinin çıkış merkezi ABD olmuştur. ABD krizinin etki alanının finansal piyasalar başta olmak üzere zaman içerisinde reel sektörü de etkiler hale gelmesi krizi derinleştirmiştir. Krizin reel sektör üzerine olumsuz etkisi durgun suya atılan taşın dalga boyu etkisi gibi artarak devam etmektedir. Dolayısıyla dalga boylarının yayılan etkisi halen devam etmekte ve ülke ekonomilerinde krizden daha derin etkilenen işletmelerin KOBİ’lerden ziyade yönetim ve üretim yapıları itibariyle esnek olmayan büyük işletmeler olduğu görülmektedir (Erçel 2000:16). Kriz yönetimi, krizin olumsuz etkilerini en aza indirmek açısından özellikle KOBİ’ler için öncelikli politikalardandır. En genel anlamıyla, Kriz Yönetimi “tahmin edilen kriz durumuna karşılık, olası etkileri değerlendirilerek önlemlerin alınması ve uygulanması süreci olarak tanımlanmaktadır” (Şimşek 1998: 312). Literatür bilgisi, üretim ve yönetim açısından daha esnek yapıya sahip olan KOBİ’lerin kriz yönetiminde daha başarılı oldukları ve olumsuz sonuçları avantajlara çevirebildikleri yönündedir. Krizi iyi yönetebilmek ve muhtemel olumsuz etkilerini en aza indirmek işletmenin çok uzun geçmişe sahip veya rakipleri arasında en tanınmış olması gibi faktörlerin kriz yönetiminde her zaman geçerli bir iddia olmadığı, batışına kayıtsız kalınan ABD’deki Lehman Brothers Yatırım Bankası örneğinde yaşanmıştır. Önemli olan krizi iyi değerlendirip uygulama aşamalarının hayata zamanında geçirilmesi ile ilgili olduğu genel kabul gören yaklaşımlardandır. Augustine (2000:1739)’ye göre; işletmelerde kriz yönetiminin altı aşaması bulunmaktadır. Bunlar: • Krizden kaçınmak (Krizi önlemek), • Krizi yönetmeye hazırlanmak, • Krizi saptamak (Kriz olduğunu kabul etmek), 330 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI • Krizi dondurmak, • Krizi çözmek, • Krizden yarar sağlamaktır. Bişkek 2010 KOBİ’lerin krize karşı kayıtsız kalmaları düşünülemez. Özellikle geleneksel işletme yöntemlerinin yürütüldüğü ve kaderci yaklaşımların yaygın olduğu KOBİ’ler, krizi beklenenden daha farklı uygulamalarla yönettikleri beklenen bir gelişmedir. Çünkü kriz dönemleri hem tehditlerin hem de fırsatların bir arada oluştuğu dönemlerdir. Bu hususta Ram Charon’un krizi fırsatlara dönüştürebilmek için geliştirdiği yöntemler önem taşımaktadır. Bunlar (Altan ve Bezirci 2001): • Kriz işaretlerini iyi yorumlamak, • İstatistikler temkinli yaklaşmak, • Krizi iyi yönetebilmek için yetersiz yöneticilerin işine son vermek, • İşletmeyi yeniden yapılandırmak, • İç iletişimi etkin hale getirmek, • Yeni fırsatları değerlendirmektir. 5. Materyal ve Metod Çankırı Ticaret ve Sanayi Odası ile yapılan görüşmelerde, il genelinde 450 adet KOBİ’nin faaliyet gösterdiği belirlenmiştir. KOBİ’lere ait bilgiye erişim, yöneticilerin anket sorularına doğru cevap verme ve halen aktif olarak faaliyetlerini sürdürme durumları gibi faktörler dikkate alınarak ana populasyondan gayeli örneklem yöntemi ile 106 adet KOBİ anket yapılmak için belirlenmiştir. Anket formunda; işletme sahibi/yöneticiye ait sosyo-demografik özellikler, işletmelerin faaliyet alanı, kriz öncesi ve sonrası istihdam yapılarındaki değişimler, hukuki statüleri, krizden etkilenme durumları, krize karşı aldıkları önlemler, ülke ekonomisini yönlendiren kurum/kuruluşlara olan güven durumları gibi sorular yer almıştır. Anket sonucunda elde edilen veriler çalışmanın ana materyalini oluşturmuştur. Anket verileri Excel ortamına aktarılmış ve yapılan analiz sonucunda elde edilen veriler tablo halinde sunularak gerekli yorumlar yapılmıştır. 6. Araştırma Bulguları Örneğe çıkan KOBİ’lerden anket sonucu elde edilen bazı veriler Tablo 3’de özetlenmiştir. 331 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 3 Anket Yapılan KOBİ’lere ait Genel Bilgiler İşletmecinin Yaşı (Yıl) İşletmecinin Eğitim Durumu Firmanın Hukuki Statüsü Firmanın Faaliyet Yeri Firmanın Faaliyette Bulunduğu Sektör Firmanın Faaliyet Gösterdiği Alan Teknolojik Düzeyi 18-25 26-35 36-45 46-55 56 ve üzeri TOPLAM İlköğretim Ortaöğretim Üniversite TOPLAM Özel Kişi İşletmesi Adi Ortaklık Anonim Şirket Limited Şirket Kollektif Şirket TOPLAM Şehir merkezi İlçe Organize Sanayi Bölgesi Sanayi Sitesi TOPLAM Gıda Tekstil Turizm Tarıma Bağlı Sanayi Sağlık Mobilya İnşaat Malzemesi Beyaz Eşya Satışı Akaryakıt Diğer TOPLAM Hammadde olarak üretim Hammaddeyi işleme Paketleme Yurt İçi Pazarlama Diğer TOPLAM Modern teknoloji Modern teknolojiye geçiş aşaması Geleneksel klasik teknoloji TOPLAM 332 Adet 11 35 31 11 18 106 20 59 27 106 58 5 11 30 2 106 70 33 2 1 106 26 11 3 9 3 6 13 4 2 29 106 6 15 3 52 30 106 55 15 36 106 % 10.4 33.0 29.2 10.4 17.0 100.0 18.9 55.7 25.4 100.0 54.7 4.7 10.4 28.3 1.9 100.0 66.1 31.1 1.9 0.9 100.0 24.5 10.4 2.8 8.5 2.7 5.7 12.3 3.8 1.9 27.4 100.0 5.6 14.2 2.8 49.1 28.3 100.0 51.8 14.2 34.0 100.0 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ankete katılan KOBİ’lerin sahiplerinin/yöneticilerinin yaklaşık olarak ¾’ünün genç (18-45 yaş arası) olduğu belirlenmiştir. İşletmecilerin yarısından fazlası (%55.7’si) lise mezunu, 25.4’ü üniversite mezunu ve %18.9’unun ilköğretim mezunu olduğu anlaşılmaktadır. KOBİ’ler hukuki statüleri açısından değerlendirildiğinde; anket yapılan KOBİ’lerin %54.7’si özel kişi işletmesidir. Diğerleri ise Limited Şirket (%28.3), Anonim Şirket (%10.4), Adi Ortaklık (%4.7) ve Kolektif Şirket (%1.9) olarak sıralanmaktadır. KOBİ’lerin %66.1’i şehir merkezinde, %31.1’i ilçede, geri kalan kısmı ise Organize Sanayi Bölgesi (%1.9) ve Sanayi Sitesinde (%0.9) faaliyetlerine devam etmektedir. KOBİ’lerin yoğunlaştığı faaliyet alanı olarak, gıda (pazarlama ve işleme), tekstil (pazarlama ve üretim) ve inşaat malzemeleri pazarlaması dikkat çekmektedir. Anket sonucunda, KOBİ’lerin faaliyetlerine üretimden ziyade yurt içi pazarlama şeklinde yoğunlaştıkları belirlenmiştir. KOBİ’lerin teknoloji düzeyleri modern yapıda (%51.8) olmakla birlikte %34’lık bir kesimin geleneksel teknolojiyle faaliyetlerini sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Çalışmada en dikkat çekici bulgu, 2006 yılında kalkınmada öncelikli illerde uygulamaya konulan teşvik politikalarının yansımaları Çankırı’da kriz sonrası dönemde görülmeye başlamasıdır. Özellikle KOBİ’lerde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’na kayıtlı daimi işçi sayılarındaki dikkat çekici artış kriz öncesi ve sonrası değişim miktarı 257 kişidir (Tablo 4). Bu artışı sağlayan diğer faktörler ise Çankırı’da faaliyette bulunan KOBİ’lerin faaliyet alanı gıda işleme-pazarlama alanında olması ve iç talebinde sürekli artan bir trend izlemesi üretim kapasitelerinin artmasına ve 2006 yılında uygulamaya konulan teşviklerin en yüksek seviyeye ulaşmasıyla istihdam artışı üzerine olumlu yansımaları şeklinde değerlendirilebilir (Anonim 2009c) Tablo 4 Firmada İstihdam Edilen Kişi Sayısı (SGK’ya Kayıtlı) Yönetici Sayısı Teknik Personel Sayısı İdari Personel Sayısı Daimi İşçi Sayısı Geçici İşçi Sayısı Kriz Öncesi 163 88 125 688 97 Kriz Sonrası 151 80 109 945 59 Değişim -12 -8 -16 +257 -28 Araştırma sonuçlarına göre küresel mali krizden her düzeyde etkilenen KOBİ’lerin olması dikkat çekicidir. Az ve orta düzeyde etkilenen KOBİ’ler ankete katılan toplam KOBİ’lerin %60.4’ünü oluşturmaktadır. Krizden yüksek düzeyde etkilenme oranı %39.6’dır (Tablo 5). 333 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 5 Firmaların Küresel Mali Krizden Etkilenme Durumu Sonuçlar Az düzeyde etkilendim Orta düzeyde etkilendim Yüksek düzeyde etkilendim TOPLAM Adet 32 32 42 106 % 30.2 30.2 39.6 100.0 KOBİ’lerin kriz kelimesini nasıl algıladıklarını ölçmeye yönelik soruda, dikkat çeken en önemli bulgu, KOBİ’lerin kriz algısının banka iflaslarının olmayacağı yönündedir. Diğer bir algılama ise, KOBİ’lerin ülkenin kredi notunun düşmeyeceği yöndedir (Tablo 6). Tablo 6 Kriz Denince Deneklerin Ne Algıladıkları Kriz Kelimesinin Algılanışı (*) Ülke kredi notunun düşeceği Güvensizlik ortamının oluşabileceği Karşılıksız çek-senet sayısının artacağı Bireylerin maddi sıkıntısının artacağı IMF’den kredi kullanma mecburiyeti Döviz ve altın fiyatlarının artacağı Kredi kartı mağdurlarının azalacağı Devletin daha fazla borçlanacağı Ülkeden yabancı sermaye kaçışının olacağı Sıkıntılı günlerin yakın olduğu Devlet kurumlarının satılacağı Kriz fırsatçılarının çoğalacağı Firma iflaslarının artacağı Birçok ürüne zam yapılacağı Satın alma gücünün azalacağı Devlet yatırımlarının azalacağı Özel sektör yatırımlarının azalacağı İşsizliğin artacağı Vergilerin düşeceği Vergilerin artacağı Tedbirli olmak gerektirdiği Borsada çöküş-dibe vurma Satın alma gücünün artacağı Devlet yatırımlarının artacağı Banka iflaslarının artacağı Fikri yok Diğer (*) Birden fazla seçenek işaretlenmiştir. Adet 20 66 67 60 23 38 69 44 32 67 25 60 63 47 65 32 51 74 11 50 43 26 6 4 18 4 6 334 % 18.9 62.3 63.2 56.6 21.7 35.9 65.1 41.5 30.2 63.2 23.6 56.6 59.4 44.3 61.3 30.2 48.1 69.8 10.4 47.2 40.6 24.5 5.7 3.8 17.0 3.8 5.7 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ekonomi yönetiminden birinci derecede sorumlu kurum ve kuruluşlara güvenme derecesi, ülkede banka iflaslarının olmayacağı beklentisiyle paralellik göstermektedir. BDDK’ya güvenen ve kararsızların oranı %70.8’dir. Hiç güvenmeyenler ise ankete katılanların %29.2’sini oluşturmaktadır (Tablo 7). Tablo 7 KOBİ’lerin Ekonomi Yönetimi ile İlgili Kurum ve Kuruluşlara Güvenme Derecesi İlgili Kurumlara Güvenme Durumu (%) MB BDDK HM TMSF Hiç Güvenmiyorum 18.9 29.2 17.9 25.5 Az Güveniyorum 19.8 17.9 19.9 15.1 Kararsızım 20.8 32.1 33.0 38.7 Güveniyorum 35.8 18.9 28.3 19.8 Çok Güveniyorum 4.7 1.9 0.9 0.9 TOPLAM 100.0 100.0 100.0 100.0 MB: Merkez Bankası, BDDK: Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, HM: Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, TMSF: Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu Anket yapılan KOBİ sahibi/yöneticilerinin yaklaşık olarak yarısı (%49.1) Başbakan’ın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecektir” sözüne katılmadıkları belirlenmiştir. Kısmen katılmayanların oranı %9.4’tür. Kararsızların oranı ise %9.4’tür. Başbakan’ın yorumuna katılanların oranı ise sadece %32.1 düzeyindedir (Tablo 8). Ankete katılan KOBİ’ler çoğunlukla krizin kendilerini derinden etkilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdir. Tablo 8 Başbakanın “Kriz Türkiye’yi Teğet Geçecek” Sözü Hakkında Deneklerin Düşüncesi Hiç katılmıyorum Kısmen katılmıyorum Kararsızım Kısmen katılıyorum Tamamen katılıyorum Toplam % 49.1 9.4 9.4 20.8 11.3 100.0 KOBİ’lerin krizi nasıl yönettikleri sorusu ise, ankete katılanların %57.5’inin tasarruf tedbirlerine ağırlık verdiği, %41.5’inin kriz süresince stoklarını eriterek nakite dönüştürmeye çalıştığı, %37.7’sinin alternatif pazarlar aradığı, %32.1’inin vadeli mal satışı yerine peşin ödemeye indirimli mal satışına ağırlık verdiği, %22.6’sının kısa vadeli ve döviz bazlı banka kredilerinden kaçındıkları, sadece %23.6’sının işçi çıkardığı belirlenmiştir. Ankete katılan KOBİ’lerin sosyo-demografik verilerinden elde edilen bulgularla da paralellik arz eden geleneksel ve kurumsal yapıları gereği, 335 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 düşük bir oranla kriz yönetim birimi oluşturma (%6.6) ve eğitim ve danışmanlık hizmetleri desteği alma (%4.7) faaliyetlerini yürüttükleri anlaşılmaktadır (Tablo 9). Tablo 9 KOBİ’lerin Küresel Mali Krize Karşı Aldığı Önlemler Önlemler (*) Bankalarla yeni kredi ilişkilerine ara verilmesi Eğitim ve danışmanlık hizmetleri için destek alınması Kriz Yönetim Birimi oluşturma Alternatif pazarlar arama Yeni işçi istihdam ederek devletin istihdam teşviklerinden yararlanma Kalite ve rekabet gücü yüksek ürünlerin tercih edilmesi Vadeli mal satımı yerine peşin ödemeye indirimli satış uygulaması Üretime ara verilmesi Ödemelerin ertelenmesi Ürün çeşitlendirme İşçi çıkarma Karlılığı düşük ya da zarardaki bölümlerin kapatılması Tasarruf tedbirleri uygulama Karlılığı düşük ürünlerin üretimden vazgeçilmesi İşletme sermayelerinin arttırılması Büyümenin öz kaynaklarla finanse edilmesi Kısa vadeli borçlardan ve döviz bazlı banka kredilerinden kaçınma TL’ye dayalı uzun vadeli borçlanma olanaklarından yararlanılması Kriz süresince, stokların eritilerek nakit’e dönüştürülmesi Diğer (*) Birden fazla seçenek işaretlenmiştir. Adet 20 5 7 40 15 24 34 6 33 20 25 15 61 10 5 14 24 21 44 6 % 18.9 4.7 6.6 37.7 14.2 22.6 32.1 5.7 31.1 18.9 23.6 14.2 57.5 9.4 4.7 13.2 22.6 19.8 41.5 5.7 7. Sonuç ve Öneriler KOBİ’lerin olası krizleri en az hasarla atlatabilmeleri ve krizi fırsatlara dönüştürebilmeleri açısından, örgütsel ve yönetsel anlamda kurumsallaşmalarını gerçekleştirmeleri önem arz etmektedir. Esnek ve sürdürülebilir kriz yönetimi KOBİ’ler için yadsınamaz öneme sahip bir gerçektir. Araştırmada, KOBİ’lerin sahip/yöneticilerinin kriz durumunda tasarruf tedbirleri uyguladıkları, alternatif pazarlar aradıkları ve vadeli satışlar yerine peşine indirimli satış politikası yürüttükleri tespit edilmiştir. Bunun yanında kriz dönemlerinde ilk beklenen tepkinin işçi çıkarma olasılığı gibi görünürken, 2006 yılında kalkınmada öncelikli bölgeler için uygulamaya konulan SGK’lı işçi çalıştırma teşvik politikalarının yansımalarının gecikmeli olarak Çankırı’da KOBİ istihdam politikalarını da olumlu etkilediği görülmüştür. Geçici işçi sayıları azalırken daimi işçi sayılarındaki artış miktarları SGK verileri ile de doğrulanmış olması teşviklerin istihdam üzerine olumlu yansıdığı gözlemlenmiştir. Fakat bu teşvik süresinin sona ermesiyle muhtemel yansımalarının nasıl 336 gerçekleşeceğini kestirmek güç ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 görünmektedir. Teşvik süresinin 2012 yılına kadar uzatılması ani şokların yaşanmasını minimize etme bağlamında dikkat çekicidir. Çalışmada dikkat çeken diğer bir bulgu ise KOBİ’lerin finansal destek bulmada karşılaştıkları zorluklar olduğudur. Bu sonuç, ankete katılan kişilere kriz hakkında başka belirtmek istedikleri düşüncelerinin olup olmadığı sorusundan elde edilmiştir. Genel anlamda ortak kanaatler, finansal kaynaklara ulaşmadaki zorluklar, iç pazardan dış pazarlara yönelmede karşılaştıkları örgüt yapısı oluşturma güçlükleri ve krizin dış kaynaklı olmasından KOBİ’lerin kriz öngörülerini güçleştirdiği yönündedir. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde KOBİ’lere uygulanan korumacı politikaların hayata geçirilmesi, kurumsal yapılarının iyileştirilmesi, AR & GE ve yenilik konusunda daha aktif olunmalı ve sürdürülebilir büyüme için iç piyasadaki daralmaları ve krizin olumsuz etkilerini aşmak için ihracata yönelik politikalara ağırlık verilmelidir. 337 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR Altan, Mikail ve Muhammet Bezirci (2001). “Ekonomik Krizlerin KOBİ’ler Üzerine Etkisi: Karaman Örneği”. I. Orta Anadolu Kongresi - KOBİ’lerin Finansman ve Pazarlama Sorunları. Nevşehir: KOSGEB. Anonim (2009a). http://www.resmi-gazete.org/25788+say+gazete (29.11.2009). Anonim (2009b). http://www.ikv.org.tr/icerik.asp?konu=haberler (11.10.2009). Anonim (2009c). http://www.cankiri.gov.tr/default_B0.aspx?content=298 (14.10.2009). Anonim (2000). Sanayi Politikaları. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Sanayi Politikaları Özel İhtisas Komisyonu KOBİ Alt Komisyonu Raporu. Ankara: DPT Yayını. Augustine, R. Norman (2000). Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek. Çev. Salim Atay, Kriz Yönetimi. Harward Business Review, MESS Yayın No: 328. Erçel, Gazi (2000). “Enflasyonu Düşürme Programı ve Küçük ve Orta Boy İşletmeler”. Ekonomik Forum Dergisi 7: 9. Özdemir, Hülya (1996). “Gümrük Birliği Kapsamında Türkiye’deki KOBİ’ler İçin İhracatı Teşvik Olanakları”. İzmir Ticaret Odası Dergisi Ekonomik Vizyon 6: 23. Şimşek, M. Şerif (1998). Yönetim ve Organizasyon. Konya: Damla Ofset Matbaacılık ve Ticaret A.Ş. Yüksel, Ayhan (2009). Basel II’nin KOBİ Kredilerine Muhtemel Etkileri. http://www.bddk.org.tr/websitesi/turkce/raporlar/calisma-raporları/pdf (01.03.2010). 338 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 BASEL II KRİTERLERİNİN BANKA SERMAYE YAPISINA ETKİSİ H.Serdar YALÇINKAYA* ÖZET Fon fazlası olan kişilerle il fon eksiği olan kişiler arasında fon hareketliliğini sağlayan finansal kurumların en önemlisi günümüzde bankalar oluşturmaktadır. Bu açıdan ekonomilerin finansal dinamiklerini ve bunların sonucunda reel sektör dinamiklerini etkileyen en temel kurumsal yapı olarak bankalardır. Bankalar fonksiyonlarını gerçekleştirirken; fon fazlası verenlerin sermayelerini kullanmak ve bunları fon eksikliği yaşayanlara aktarmakla oldukça büyük riskleri tespit etmek ve bunları yönetmekle karşı karşıya kalmaktadır. Günümüz ekonomisi içerisinde yaşanan krizlerin finansal piyasalardan başlayıp diğer sektörlere zincirleme olarak sirayet ettiği görülmektedir. Bu olguya bağlı olarak, finansal piyasa aktörlerinin ve özellikle bankaların sistemdeki muhtemel risklerin tespiti, ölçülmesi ve kontrol edilmesi ihtiyacı artmaktadır. Bu ihtiyaca bağlı olarak Basel II Uzlaşısı olarak adlandırılan risk yönetimi uzlaşısı ortaya çıkmıştır. Basel II Uzlaşısı ilk bakışta finansal kurumlara risk yönetimi açısından tavsiyeler olarak algılanmasına karşın, Basel II Uzlaşısı belirli bir takvime bağlı olarak kademeli bir biçimde geçilmesi gereken risk yönetim kurallarıdır. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayarak tüm dünyaya yayılan finansal kriz, finansal piyasalarda risk yönetimin ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Basel II Uzlaşısı içerisinde finansal kurumların yönetmesi gereken üç farklı risk grubu bulunmaktadır. Bunlar kredi riski, piyasa riski ve operasyonel risk olarak tanımlanmaktadır. Basel II Uzlaşısında temel kavram olarak Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) üzerinde durulmakta ve bu oranın %8 olması gerektiği saptanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Basel II, Sermaye Yeterlilik Oranı, Kriz, Risk * Selçuk Üniversitesi Ereğili K.A. MYO., hsy3@mynet.com. 339 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 BASEL II CRITERIA EFFECT OF BANK CAPITAL STRUCTURE ABSTRACT Funds with more people who are lacking in funds to people with mobility between funds that provide financial institutions, banks constitute the most important today. In this respect, the financial dynamics of the economy as a result of which the most basic institutional structures that affect the dynamics of the real sector as banks are out of our face. Performing functions of banks to use capital funds and those who give them more than a lack of funds banks have to transfer those to detect and manage risk quite large, but is facing. The crises in today's economy and other sectors of the financial markets began to spread that could be seen as a chain. This case depending on the financial market actors, and especially the detection of the possible risk of banks in the system, the need to measure and control is increasing. Depending on the needs of this so-called Basel II risk management consensus of consensus has emerged. Basel II consensus first glance, the financial institutions in terms of risk management advice to be perceived as a compromise, but the Basel II risk management principles based on a specific calendar, as late-stage risk management rules to be as a whole stands out against us. Finally, starting from the United States financial crisis spread to the whole world how much of risk management in financial markets suggests the need. Basel II consensus within the financial institutions required to manage three different risk groups. These credit risk, market risk and operational risk is defined as. Basel II Capital Adequacy Ratio of reconciliation as the basic concepts (CAR) and focus on this ratio is 8% was supposed to be determined. This rate calculation formula given below, we will be seen that financial institutions may face in the markets according to the above-mentioned three risk capital base will remain in a position to regulate Keywords: Basel II, Capital Adequacy Ratio, Crisis, Risk 340 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ Bankaların ve diğer finansal aracı kuruluşların temel çalışma prensipleri piyasadan fon temin etmek ve bu fonları fon eksiği olan kişilere sunmak ve arada spread denilen karlarını sağlamaktır. Ancak bankacılık ve diğer finansal işlemlerinde öteden beri olan ve günümüzde daha da artmış riskler mevcuttur. Bankalar bu riskleri doğru yönettiği sürece problem yaşamayacaklar fakat yanlış yönettiklerinde büyük zararlar ile karşılaşacakları bir gerçektir. Basel Komitesi bu doğrultuda Basel kriterlerini bankaların risk yönetimlerinin standartlaşması amacı ile oluşturmuş fakat gelişen finansal piyasalar ve finansal riskler karşısında yetersiz kalmıştır. Buna bağlı olarak komite Basel II kriterlerini oluşturmuş bankalara bu kriterler başlangıç olarak belli bir süre için tavsiye niteliğinde olmasına karşılık bir çok ülke bu kriterleri kendi standartları olarak benimsemiştir. Bu konuda, Türkiye’de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) kademeli olarak bankaların uygulamaya geçmesini istemiş ve bu konuda bir uygulamaya geçiş takvimi belirlemiştir. Türkiye’de bankalar Basel II kriterlerine bağlı olarak Sermaye Yeterlilik Oranı (SYO) standartlarını 2003 yılından itibaren ölçmeye başlamışlardır. Bu doğrultuda çalışmada bankaların SYO verilerinde değişimler incelenmiş ve bu rasyoya bağlı olarak karlılıkları ve takipteki kredilerine göre pozisyonları incelenmiştir. 1. Basel Uzlaşısı ve Tarihsel Gelişimi Basel Uzalaşılarının tarihsel gelişimini inceleme noktasında Bank of International Settlements (BIS) kuruluşunu önce irdelemek gerekmektedir. BIS, 17 Mayıs 1930’da, uluslararası ödemeler sistemini düzenlemek amacıyla kurulmuştur. BIS, 1960’larda, Bretton Woods sisteminin işlerliğini sağlamak için önemli çalışmalar yapmıştır. 1980’lerdeki petrol krizlerinin arkasından da ödemeler sisteminin aksamamasına çalışmıştır. Merkez bankaları için bir işbirliği forumu oluşturma çabalarının yanı sıra, uluslararası piyasalarda istikrarı sağlamaya yönelik araştırmalar yapmak ve öneriler getirmek (örneğin sermaye yeterlilik rasyosu) gibi görevleri de olan BIS, merkez bankası müşterileri ve uluslararası organizasyonlar için temel bankacılık faaliyetleri de yapmaktadır. BIS yönetim kurulunun 17 üyesi bulunmaktadır. 6 temel üye (Belçika, Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere Merkez Bankaları Başkanları ve ABD Merkez Bankaları Kurulu Başkanı) ve bu üyelerin 341 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 kendi ülkelerinden seçecekleri 6 üyenin yanı sıra, seçimle iş başına gelmiş 5 üyesi (Kanada, Japonya, Hollanda, İsveç ve İsviçre) bulunmaktadır (Babuscu 2003:187). Bankhaus I.D. Herstatt'ın, Almanya'da 1974 yılındaki iflası uluslararası para ve bankacılık alanlarında ciddi problemlerin yaşanmasına neden olmuş ve aynı yıl G-10 ülkelerinin Merkez Bankası Başkanları tarafından, bankacılık düzenlemeleri ve gözetimi konusunda çalışacak uluslararası bir komite olan Basel Komitesi kurulmuştur. Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, İsveç, İngiltere ve ABD'nin üyesi olduğu komite ilk toplantısını 1975 yılı Şubat ayında gerçekleştirmiştir. Bu tarihten itibaren Komite yılda 3-4 defa düzenlenen toplantılar yoluyla çalışmalarını sürdürmektedir. Komitenin 1975 yılında yayınladığı “Basel Concordat”ı bankacılık düzenlemeleri ve denetimi konusunda gerçekleştirilen işbirliğinin ilk resmi belgesidir. Bu doküman, uluslararası bir bankanın merkezinin bulunduğu ülke ile şubesinin yer aldığı ülkenin düzenleme ve denetim otoriteleri arasındaki ilişkileri ve her bir otoritenin hak ve sorumluluklarını açık bir şekilde tanımlamaktadır. 1983 yılının Mayıs ayında, bu belgenin bankacılık alanında yaşanan değişikliklere paralel olarak güncelleştirilmiş ve geliştirilmiş formu, "Yabancı Banka Şubelerinin Gözetim Prensipleri" adı altında yayınlanmıştır (BIS1997). 1.1. Basel I Düzenlemeleri 1980’li yılların basında uluslararası aktif bankaların ağır borç yükü altındaki ülkelerden kaynaklanan risklerindeki artısın bu bankaların sermaye yeterliliklerini düşürdüğü yönündeki endişeler sonucu, G–10 ülkeleri Merkez Bankası Başkanlarının talebi üzerine Basel Komitesi bankacılık sistemlerinde geçerli sermaye standartlarındaki erozyonun durdurulması ve sermaye yeterliliği ölçümlerinin uyumlaştırılmasını sağlamak üzere çalışmaya başlamıştır. Komite uluslararası bir sermaye uzlaşısının uluslararası bankacılık sistemindeki istikrarı artıracağı, ayrıca ulusal düzeydeki farklı sermaye yeterliliği düzenlemelerinden kaynaklanan rekabet eşitsizliğini de ortadan kaldıracağı kanaatini taşımaktadır(Altıntaş 2006: 62). Bankacılıkta uluslararası düzeyde ilk riske dayalı sermaye yeterliliği düzenlemesini, 1988 yılında yürürlüğe konulan Basel I oluşturmaktadır. İlk kez bu düzenlemede “Cook Rasyosu” olarak ifade edilen sermaye yeterliliği oranına yer verilmiştir. Sermaye uzlaşısında sermaye yeterlilik oranı yalnızca kredi riskine duyarlı bir şekilde oluşturulmuştur. “Sermaye Uzlaşısı” başlangıçta uluslararası faaliyet gösteren bankalar için önerilmiş bir yaklaşım iken, zaman içerisinde beklenenin üzerinde kabul görmüş ve 100’den fazla ülkede kabul edilip uygulanmıştır. 342 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 G–10 ülkelerinde bile uygulanmasına yönelik hiçbir yaptırım gücü olmayan bu Düzenleme’nin neticede bu kadar geniş bir uygulama alanı bulmuş olması bir tesadüf değildir. 1996 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan “Dokuzuncu Uluslararası Bankacılık Denetimi Konferansı’na katılan 129 ülkenin temsilcileri arasında yapılan bir ankette bu ülkelerin %90’ının Basel Sermaye Düzenlemesi benzeri risk ağırlıklandırılmış sermaye tabanı yaklaşımını uyguladıkları görülmüştür (Coşkun vd. 1999: 74). Basel Sermaye Yeterlilik Oranı = Sermaye / Kredi Riski≥%8 (Cook Rasyosu) 1.2. Basel II Düzenlemeleri Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel-II), bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesine ve değerlendirilmesine ilişkin olarak Basel Bankacılık Denetim Komitesi ( Basel Committee on Banking Supervision-BCBS) tarafından yayımlanan ve yakın bir tarihte birçok ülkede yürürlüğe girmesi beklenen standartlar bütünüdür (BDDK 2005). Uluslararası piyasalardaki gelişmeler, mevcut düzenlemenin değişen koşullar karşısında yetersiz kalması, risk çeşitlerinin artması gibi unsurlar yeni sermaye standartları oluşturmayı gerektirmiştir. Bu açıdan bakıldığında Basel I ortaya çıktığı dönemdeki ihtiyaçları karşılayan, ancak günümüzde risk ölçme yapısının yetersizliği nedeniyle eksik kalan bir uygulama haline gelmiştir. Bu çerçevede Haziran 1999’da ilk taslak metni yayımlanan “Basel II Yeni Sermaye Uzlaşısı”, daha hassas risk ölçümüne ulaşma amacı taşıyan bir düzenleme olarak ortaya konulmuştur. Bankaların kredi riski taşıyan aktiflerini, yeni bir karşı taraf sınıflandırmasına tabi tutan düzenleme ile, karşı tarafların kredi değerliliği ön plana çıkarılmış, ulusal denetim otoritelerinin denetimlerinin önemi vurgulanmış ve kamuyu aydınlatma gereklilikleri belirlenerek şeffaflık sağlama yolunda adımlar atılmıştır (BDDK 2005:15). Düzenleme’nin taslaklar halinde farklı zamanlarda kamuoyunun bilgisine sunularak tartışılması sağlanmış ve en son Haziran 2004’de en son şekli verilerek “Basel II, 2.Sermaye Uzlaşısı” adı altında kesinleşmiş metin olarak yayınlanmıştır. Basel düzenlemelerinin sermaye yeterliliği hesaplamasına yönelik gibi görünmesine karşın, gerektirdiği çok detaylı veriler ve bunların analizi bankanın sağlıklı bir risk profilini çıkarmak ve yasal gerekliliklerin ötesine risk yönetimini etkinleştirmek açısından gerekli görülmektedir (Babuşcu 2003:264). Düzenlemeler temel olarak yönetime, banka faaliyetlerinin risklerini etkin olarak yönetmek ve kötü şartlara karşı yeterli finansal kaynakları sağlamak ödevlerini yüklemektedir. Bu nedenle kurumlarda 343 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 risk kültürünün yerleşmesi açısından yeni düzenlemelerin zorlayıcı etkileri olacaktır. Düzenlemelerde yer alan farklı yaklaşımların basit ve kapsamlı seçenekleri bulunmaktadır. Basit yaklaşım ve seçenekler, ortalama bir banka düşünülerek hazırlanmış standart kuralları içerdiğinden, yaklaşım veya seçenek olarak basit yöntemleri seçen bankalar, ellerindeki avantajları tam olarak değerlendiremeyecekleri için gerekenden fazla sermaye tutmak durumunda kalabileceklerdir. Kredi riski ölçümünde kullanılacak risk ağırlıkları için dış ve/veya iç derecelendirme (rating) notları esas alınacağından, reel sektör firmalarını kredi değerliliklerini tespit ettirmeleri bir zorunluluk haline gelecek, bunun sonucunda da ülkede derecelendirme şirketlerinin faaliyetleri yaygınlaşacak ve şeffaflık artacaktır. Bankaların risk yönetiminin etkinleştirilmesi ile mevduat sahipleri de korunmuş olmaktadır. Ayrıca, kamuyu aydınlatma ilkelerinin yerine getirilmesiyle de yatırımcının sağlıklı karar alması yönünde aşama kaydedilmiş olacaktır. Vurgulanması gereken önemli bir nokta da OECD ülkesi olmanın avantajının kaybolmasıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan OECD ülkeleri bu noktada olumsuz etkilenecektir. Bunların yanı sıra, rating kültürü yerleşmemiş ülkelerde ve reel sektörü küçük işletme yoğun bir profile sahip ülkelerde Basel II gerekliliklerini yerine getirmek, çok sıkıntılı bir süreç haline gelebilecektir. Firmaların önemli bir kısmının ratingi çok yüksek olmayan ülkelerin bankaları için sermaye gereksinimi doğacaktır. 1.2.1. Basel II’ nin Temel Kriterleri Basel II düzenlemesi kendi içinde 3 ana bölümden (yapısal blok) oluşmaktadır (BDDK, 2005:18). Bunlar; • Birinci Yapısal Blok: Asgari sermaye gereksinimi (bankaların risk türlerine göre sermaye gereksinimlerini hesaplama sistemleri anlatılmaktadır). • İkinci Yapısal Blok: Denetim otoritesinin gözden geçirilmesi (denetim otoritelerinin risk bazlı denetim yaparken dikkate alacakları hususlar belirtilmektedir. Bu aynı zamanda denetime yönelik bankaların yapması gereken faaliyetleri göstermesi bakımından önemlidir). • Üçüncü Yapısal Blok: Piyasa disiplini (bankaların şeffaflığını sağlamak amacıyla kamuya açıklamaları gereken bilgilere ilişkin asgari unsurların belirlendiği bölümdür). 2. Basel-II Uzlaşısında Bankacılık Riskleri Basel-II Uzlaşısı, hem yalın hem de oldukça kapsayıcı bir kavramsal açılımla bankacılık risklerini üç ana baslık altında ele almış; gerek risklerin tanımlanması gerekse de ölçümlenmesi konusunda 344 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 uluslararası birliktelik oluşmasına olanak vererek bankacılıkta risk yönetimi işlevine çok önemli bir katkı sağlamıştır. Kredi riski, piyasa riski ve operasyonel riskten oluşan söz konusu risk türleri, kapsamlarının genişliği ve taşıdıkları yüksek önem dolayısıyla gerek kuramsal alanda gerekse uygulamada ayrı birer uzmanlık dalı haline gelmiştir. Bunda, risk türlerinin kapsamlarının genişliğinin yanında, ölçümlemede kullanılan içsel modellerin karmaşık yapısının etkisi de büyüktür. Bankacılığın ortaya çıktığı ilk zamanlardan beri var olmasına karşın, bahsedilen risklerin ölçümüne dönük ileri yöntemlerin geliştirilmesindeki asıl hızlanma ancak 90’lı yılların baslarından itibaren söz konusu olabilmiştir. Bunda en önemli etken, özellikle karmaşık ve geniş kapsamlı yaklaşımlar için gereksinilen çok sayıdaki verinin biriktirilmesi ve izlenmesine olanak sağlayan bilgisayar teknolojisindeki gelişmelerdir(Matten 2000; 185). 2.1. Piyasa Riski 1990’lı yıllara kadar bankacılık alanında kredi riskine oranla çok daha geri planda olan ve Basel-I Uzlaşısı’nın ilk halinde göz ardı edilmiş olan piyasa riski, finansal piyasalardaki bütünleşmenin hız kazandığı o yıllardan itibaren Komitenin de gündemine girmiştir. İlk Uzlaşı’ya dönük yoğun eleştirilerin ve sunulan önerilerin de etkisiyle gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda, piyasa riski için de sermaye ayrılmasını öngören taslak, 1993 yılında ilgili çevrelerin görüşleri alınmak üzere yayınlanmıştır. Söz konusu taslakta bankalarca gerçekleştirilen işlemler ‘bankacılık işlemleri’ ve ‘alım satım işlemleri’ olarak ikiye ayrılmış ve alım satım işlemlerinden kaynaklanan piyasa riski için sermaye yükümlülüğü öngörülmüştür(Basel Committee 1993). 1988 yılındaki Uzlaşı’ya ek olarak hazırlanan ve piyasa riskini de sermaye yeterliliği hesaplamalarına ekleyen yeni düzenleme, 1996’da son halini alarak (1997 yılı sonunda yürürlüğe girmek üzere) yayınlanmıştır. Piyasa riski, fiyatlardaki değişmelere bağlı olarak bankaların bilanço içi ve bilanço dışı pozisyonlarında ortaya çıkan zarar etme olasılığıdır(Basel Committee 1996). Bir başka tanımlamayla piyasa riski, risk faktörlerindeki(etkenlerindeki) değişimlerden kaynaklanan olası kayıpları ifade etmektedir(Chance 2001:690). Komite söz konusu riskin kaynağını oluşturan etkenleri, faiz oranı riski, kur riski, pay senedi fiyat riski, ticari mal(emtia) fiyat riski ve opsiyon riski olmak üzere 5 ayrı baslık altında toplamıştır. Yaşanan bankacılık krizlerinin de gösterdiği gibi Türk bankacılık sektörü bu risk gruplarından özellikle kur riski ve faiz oranı riskinin etkisi altındadır. Pay senedi riskinin, bu alana yönelik yapılan 345 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yatırımların boyutlarına koşut olarak oldukça düşük olduğu gözlemlenmektedir. Organize borsalarda işlem gören fiziksel ürünlerdeki fiyat değişim olasılıklarını yansıtan emtia riski ise, yine işlem boyutu ekseninde, henüz Türk bankacılık sektörünü etkileyebilecek büyüklükte bir risk unsuru olarak değerlendirilmemektedir. Gerçekte tüm bankacılık işlemleri piyasa riski içermektedir. Ancak söz konusu yeni düzenleme, fiyatların günlük olarak pazara uyarlanabilmesi ve böylece hesaplamaların doğru bir biçimde yapılmasının olanaklı hale gelmesi gerekçesiyle özellikle alım satım portföyleri üzerine odaklanmaktadır(Hendricks vd. 1997: 2). Basel-I Uzlaşına yönelik olarak gerçekleştirilen bu ek düzenleme, alım satım işlemlerinden kaynaklanan fiyat risklerine karsı bankalara güvenli bir sermaye koruması sağlamayı amaçlamaktadır. Kredi riskine oranla daha yeni bir risk unsuru olan piyasa riskinin ölçümüne dönük çalışmalar, finansal piyasalarda ve özellikle bankacılık sektöründe krizlere karsı duyarlılığın gittikçe artmasının da etkisiyle oldukça yoğun biçimde gerçekleşmiş; bu çerçevede, yeni istatistiksel ölçüm yöntemlerini de içeren çok önemli gelişmeler sağlanmıştır. İleri istatistiksel yöntemler ilk defa bu risk türünün ölçümünde kullanılmıştır. Komite tarafından piyasa riskinin ölçümüne dönük olarak standart yaklaşım ve içsel ölçüm yaklaşımı olmak üzere iki ayrı seçenek sunulmaktadır(Hendricks vd. 1997:2). Basel-II Uzlaşısı’nda piyasa riski ölçümünde, 1996 düzenlemesine ek olarak önemli bir değişiklik yapılmasına gerek duyulmamıştır. 2.2. Kredi Riski Kredi riski genel olarak, banka müşterisinin (ya da anlaşmanın karsı tarafının) yükümlülüklerini sözleşmede belirtilen koşullar doğrultusunda yerine getirememe olasılığı olarak tanımlanmaktadır. Bankalar tarafından verilen krediler, kredi riskinin en önemli unsuru olmakla birlikte özellikle son yıllarda artan bankalar arası para piyasası işlemleri, döviz işlemleri, garanti ve kefaletler, türev piyasa işlemleri ve bono yatırımları gibi işlemler, bankaların karsı karsıya kaldıkları diğer önemli kredi riski kaynaklarıdır (Basel Committee On Banking Supervision Report 2000: 1). Yaşanan iflaslar çerçevesinde ele alındığında da, kredi riskinin sermaye piyasalarındaki en temel risk olduğu görülmektedir (Deventer 2003: 5). Banka bilançolarının çok önemli bir kısmının bu risk unsuruyla karsı karsıya olması nedeniyle, kredi riski yönetimi bankalar açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Bankalar hem bütün olarak kredi portföyünün hem de tekil olarak her kredinin taşıdığı riski yönetmek durumundadırlar. Kredi riski yönetimi bankanın kredi riskini kabul edilebilir düzeylerde tutarak, risk ayarlı getirisinin en yükseğe çıkarılmasını amaçlamaktır. Bu çerçevede, etkin bir risk yönetimi şu işlevleri içermelidir: 346 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 - Kredi riskiyle ilgili uygun ortamın oluşturulması, - Kredilendirme sürecinin etkin bir biçimde sürdürülmesi, - Doğru bir kredi riski ölçümü ve izlemesi sürecinin sağlanması, - Kredi riskinin kontrolünün sağlanması. Kredi riski ölçümüyle ilgili olarak son yıllarda çok önemli gelimseler sağlanmıştır. Banka iflaslarının artması, kredi derecesi düşük olan orta ve küçük ölçekli firma sayısının artması, kredi faiz oranlarının oldukça rekabetçi hale gelmesi, taşınmaz değerlerin ve dolayısıyla teminatların değerindeki düşüş ve dalgalanmalar, hızla artan bilanço dışı işlemler, bilgisayar sistemlerinde büyük ilerlemeler sağlayan teknolojik gelişmeler gibi etkenler kredi riski ölçümüne dönük yeniliklerin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. Anılan tüm bu etkenlerin yanında, bankaları yeni ölçüm yöntemleri kullanmaya yönelten bir diğer önemli unsur ise, iflas etmek üzere olan bir firmayla en yüksek kredi notuna sahip bir firmayı aynı risk düzeyinde değerlendiren ve aynı sermaye gereksinimini öngören Basel-I Uzlaşısı’nın ölçüm konusundaki yetersizliği olmuştur (Saunders 1999: 4). Yıllar boyunca sürdürülen çalışmalar ve sağlanan gelişmeler sonucunda oluşturulan ölçüm yaklaşımlarının bankalar tarafından belirli koşullarla kullanılmasını öngören yeni Basel Uzlaşısı’ndaki kredi riski ölçüm yöntemleri, önceki Uzlaşı’ya göre neredeyse tamamen değiştirilerek pazar koşullarına ve gereksinimlerine uygun hale getirilmiştir. 2.3. Operasyonel Risk Diğer bankacılık risklerine göre finans yazınında çok daha yakın zamanda ele alınmaya başlanan operasyonel risk, genel olarak ‘piyasa riski ve kredi riski dışında kalan riskler’ olarak tanımlanmaktadır. Bazı çalışmalarda operasyonel risk temsil kuramıyla (agency theory) ilişkilendirilmektedir. Temsil riski, işletme sahiplerinin yönetim yetkisini yöneticilere devretmesiyle ortaya çıkmaktadır. Tarafların çıkarlarının her zaman uyuşmaması, sorunun kökenini oluşturmaktadır (Sheedy 1999: 8). Taraflar arasındaki çıkar farklılığı dolayısıyla zamanla oluşan bilgi asimetrisi (bilginin orantısız dağılımı), operasyonel riskin çok önemli bir kaynağını oluşturmaktadır. Operasyonel risk, kredilendirme ya da piyasada pozisyon alma süreçlerinde ortaya çıkan bir risk olduğundan, aslında bankaların karşı karşıya kaldıkları ilk risk türü olarak kabul edilmektedir (Gieger 2000: 1). 347 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 İlk olarak, büyük ölçekteki birçok finansal kurumun özellikle yönetim aşamasındaki yetersizliklerden kaynaklanan nedenlerle çok büyük boyutlu kayıplarla karsı karsıya kaldığı 90’lı yıllarda ele alınmaya başlanan operasyonel risk, anılan sorunların etkisini gün geçtikçe arttırması sonucu zamanla ayrı bir risk türü olarak kabul edilmiş ve risk yönetimi süreçleri kapsamına alınmıştır. Söz konusu süreçte ilgili birçok kurum tarafından ele alınarak çeşitli tanımlamaları yapılan operasyonel risk, sermaye yeterliliği kapsamına ilk olarak Basel Komitesi tarafından 1999 yılında yayınlanan ‘Yeni Sermaye Yeterliliği Çerçevesi’ isimli raporla alınmış ve böylelikle ayrı bir önem kazanmıştır. Komite tarafından 2001 yılında yayınlanan raporda söz konusu risk, ‘yetersiz veya başarısız içsel süreçler, çalışanlar, sistem ya da dışsal olaylardan kaynaklanan doğrudan ya da dolaylı kayıp riski’ olarak tanımlanmıştır (Basel Committee On Banking Supervision 2001: 2). Tanımlamadaki ‘dolaylı kayıp’ ifadesine karşın, hesaplamalarda stratejik risk ve itibar riski gibi dolaylı etkenlerin kapsam dışında tutulması, daha sonra önemli eleştirilere neden olmuştur. Bunun üzerine Komitece yayınlanan bir sonraki rapordaki ‘doğrudan ve dolaylı’ ifadesi kaldırılmış ve tanım son seklini almıştır: Operasyonel risk, yetersiz veya başarısız içsel süreçler, personel ve sistem ya da dışsal olaylardan kaynaklanan kayıp riskidir (Basel Committee On Banking Supervision 2001: 2). BDDK tarafından 2001 yılında yayınlanan ilgili yönetmelikte ise operasyonel risk, banka içi kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka yönetimi ve personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden, banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın, sel gibi felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplar ya da zarara uğrama ihtimali’ olarak tanımlanmıştır(BDDK, 2001; 16). Personel riski, çalışanların bilinçli yanlışlarından; süreç riski, kurumun isleyişiyle ilgili kurallardaki eksikliklerden; sistem riski, kullanılan teknolojik sistemlerdeki istem dışı aksaklıklardan; dışsal risk ise kurumun etkisi dışında gelişen doğal olaylardan ve isletme dışındaki üçüncü kişilerden kaynaklanabilecek kayıpları ifade etmektedir(Harmantsiz 2004:2). 348 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo.1 Operasyonel Risk Kaynakları 1.Dolandırıcılık; Hırsızlık, banka çalışanlarının kendi aralarında ya da banka çalışanlarıyla müşteriler arasındaki gizli işbirlikleri, para aklama 2.İnsan Kaynakları; Çalışanların yetenek kişilik ve psikolojik yapılarına dönük ölçümlemelerin yetersiz olması, 3. Yetki Asımı; Döviz ticareti, teminatsız kredi verilmesi 4. İşlem Süreçleri; Hatalı veri girişi 5. Teknoloji; Yanlış teknoloji yatırımları, sistemin eskimiş olması 6. Dış çevre; Ekonomik darboğaz 7. Yönetim süreçleri; (Bilinçli veya bilinçsiz) denetçilerin anlaşmazlığı, yönetime eksik bilgi sunulması 8. Satış uygulamaları; Finansal tabloları hatalı olması, nitelik yerine rakamsal büyüklüklerin ödüllendirilmesi 9. Felaketler; Sel, yangın, terörist saldırılar Kaynak: Carolyn V. Currie, Basel-II And Operational Risk - Overview Of Key Concerns, IQPC Operational Risk Forum, University Of Technology, Sydney, 2004, s.8. Diğer risk türlerine göre çok daha yeni bir çalışma alanı olan operasyonel risk çözümlemesi, isletme başarısında stratejik kararların öneminin çok daha belirleyici hale gelmesinin de etkisiyle, gelişime ve yeniliğe son derece açık bir nitelik taşımaktadır. Basel Komitesi tarafından operasyonel risklerin ölçümüne dönük olarak, temel gösterge yaklaşımı, standart yaklaşım ve gelişmiş ölçüm yaklaşımları olmak üzere 3 ayrı yaklaşım önerilmektedir. UYGULAMA Çalışmamızda Türkiye Bankalar Birliği 2009 yılı çalışmasında bankacılık sektörü gerçek verileri kullanılmış olup bu veriler 2001- 2008 yıllarına aittir. Bankacılık sektöründe bulunan ve verileri kullanılan bankalar Tablo 3 de verilmiştir. Ayrıca, bankaların kümülatif SYO verileri, dönem net karı / özkaynak ve takipteki krediler / toplam krediler oranları da kullanılmıştır. Dönem net karı / özkaynak ve takipteki krediler / toplam krediler verileri ayrı, ayrı SYO verileri ile korelasyon analizine ve regresyon analizine tabi tutulmuştur. Bankaların SYO verilerinin değişimine karşılık karlılıkları ve takipteki kredilerinin arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır. 349 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 2 Türkiye’deki Bankaların Dönem Net Karları Dönem Net Karı-Zararı ( Bin TL) Türk Bankacılık Sistemi 2003 2004 2005 2006 2007 2008 % Kümülatif % 5.590.686 6.391.220 5.648.912 11.101.115 14.565.266 12.986.576 100 5.028 Mevduat Bankaları 5.105.613 5.988.643 4.793.319 10.242.578 13.466.696 11.851.867 93 2.776 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları 1.790.361 2.682.316 2.869.057 3.733.230 4.512.830 3.905.772 31 166 Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş. 1.072.487 1.530.665 1.802.120 2.100.002 2.351.091 2.134.259 16,71 16,71 Türkiye Halk Bankası A.Ş. 485.885 527.723 531.767 863.498 1.131.039 1.018.315 7,97 71,70 Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. 231.989 623.928 535.170 769.730 1.030.700 753.198 5,90 77,60 2.339.913 2.174.115 283.380 4.543.043 7.154.752 6.480.777 51 872 -43.670 -12.755 1.552 865 2.765 0,02 100,13 1.324.524 1.020.528 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları Adabank A.Ş. Akbank T.A.Ş. -21.612 1.438.294 1.600.192 1.994.294 1.704.553 13,34 43,76 Alternatif Bank A.Ş. 12.483 5.134 20.765 29.654 63.320 53.016 0,42 97,78 Anadolubank A.Ş. 16.184 43.165 39.528 47.995 72.554 86.852 0,68 96,10 Şekerbank T.A.Ş. 59.216 82.375 37.030 52.001 122.861 144.307 1,13 93,39 Tekstil Bankası A.Ş. 6.310 4.275 10.135 15.068 42.457 12.579 0,10 99,75 Turkish Bank A.Ş. 5.019 1.375 3.918 5.761 1.507 10.010 0,08 99,92 Türk Ekonomi Bankası A.Ş. 50.902 33.800 78.717 105.700 130.286 164.198 1,29 91,13 Türkiye Garanti Bankası A.Ş. 301.502 450.549 708.394 1.063.663 2.315.616 1.750.488 13,70 30,41 Türkiye İş Bankası A.Ş. 423.106 635.455 955.628 1.109.218 1.701.807 1.509.408 11,82 55,57 Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. 162.279 -58.871 -2.996.274 512.239 709.185 1.042.601 8,16 63,73 Birleşik Fon Bankası A.Ş. 281.344 386.341 259.445 391.503 104.305 80.450 0,63 97,36 Yabancı Bankalar 693.995 745.871 1.381.437 1.574.802 1.694.809 1.384.868 11 1.641 Türkiye´de Kurulmuş Yabancı Bankalar 656.838 721.366 1.322.789 1.571.099 1.637.512 1.309.136 10 1.044 6.268 6.025 4.455 5.006 2.745 2.710 0,02 100,15 Citibank A.Ş. 38.082 28.860 113.927 60.115 165.462 81.361 0,64 96,73 Denizbank A.Ş. 94.761 122.711 200.714 276.344 211.250 278.090 2,18 87,89 Deutsche Bank A.Ş. 42.119 44.349 24.767 45.286 40.511 33.849 0,26 98,95 7.642 5.021 2.164 12.386 18.498 12.367 0,10 99,84 Finans Bank A.Ş. 153.075 191.560 350.441 740.972 552.726 362.648 2,84 83,34 Fortis Bank A.Ş. 171.656 107.171 80.864 75.413 150.080 144.671 1,13 92,26 HSBC Bank A.Ş. 94.727 108.106 237.454 280.618 364.140 249.686 1,95 89,84 Tasarruf Mevduatı Sig. Fon. Devr. B. Arap Türk Bankası A.Ş. Eurobank Tekfen A.Ş. ING Bank A.Ş. Millennium Bank A.Ş. Turkland Bank A.Ş. 63.118 115.170 307.796 104.583 135.282 140.053 1,10 94,48 -18.140 -12.518 -7.369 -27.053 -3.784 2.865 0,02 100,11 3.530 4.911 7.576 -2.571 602 836 0,01 100,18 350 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Dönem Net Karı-Zararı ( Bin TL) 2003 2004 2005 Türkiye´de Şube Açan Yabancı Bankalar 2006 Bişkek 2010 2007 2008 % Kümülatif % 37.157 24.505 58.648 3.703 57.297 75.732 1 597 ABN AMRO Bank N.V. 4.792 13.728 23.281 10.194 26.966 33.931 0,27 98,68 Bank Mellat 4.665 3.090 4.552 4.575 8.444 14.002 0,11 99,65 Habib Bank Limited 1.242 451 -531 -691 2.249 4.451 0,03 100,09 JPMorgan Chase Bank N.A. 10.719 823 16.803 5.226 21.916 21.019 0,16 99,38 Société Générale (SA) 13.814 6.029 8.352 -15.753 -15.003 -18.521 - 0,14 100,00 1.925 384 6.191 152 12.725 20.850 0,16 99,54 WestLB AG Kalkınma ve Yatırım Bankaları 400.495 315.145 682.624 738.646 863.539 922.198 7 1.258 Kamusal Sermayeli Bankalar 315.917 227.713 509.655 618.755 628.508 709.687 6 265 121.290 159.675 198.126 301.977 2,36 85,71 209.673 361.839 302.931 387.294 371.031 2,90 80,51 43.088 36.679 0,29 98,42 123.385 208.477 İller Bankası 158.946 Türk Eximbank 234.217 Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. -77.246 17.886 26.526 Özel Sermayeli Bankalar 154 156.149 80.652 86.920 149.515 183.815 1 594 Aktif Yatırım Bankası A.Ş. 6.622 3.317 4.296 5.198 2.670 1.599 0,01 100,16 Diler Yatırım Bankası A.Ş. -710 -1.133 155 353 4.265 7.088 0,06 100,05 100,00 GSD Yatırım Bankası A.Ş. 3.867 5.524 4.215 4.383 8.175 9.346 0,07 İMKB Takas ve Saklama Bankası A.Ş. 34.228 30.940 42.955 32.561 39.020 45.208 0,35 98,13 Nurol Yatırım Bankası A.Ş. -4.205 1.135 -2.131 -25.512 6.866 1.593 0,01 100,18 Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. 40.850 47.137 100.025 106.402 147.481 118.981 0,93 95,42 3.926 512 23.454 0 400 Yabancı Bankalar BankPozitif Kredi ve Kalkınma Bankası A.Ş Calyon Yatırım Bankası Türk A.Ş. Merrill Lynch Yatırım Bank A.Ş. Taib Yatırım Bank A.Ş. -3.494 26.554 28.696 8.322 10.848 15.677 8.217 27.034 33.515 0,26 99,21 -1.494 -7.144 7.799 -3.561 1.022 -469 - 0,00 100,18 -773 -1.368 23 -7.462 -1.353 -1.259 - 0,01 100,17 -2.129 -1.824 -45 -688 -149 -3.091 - 0,02 100,14 Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr Tablo 3 Türkiye’deki Bankaların Kümülatif SYO Verileri Özkaynaklar / (Kredi + Piyasa + Operasyonel Riske Esas Tutar) 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 Türk Bankacılık Sistemi 24,2 30,9 28,8 24,2 22,0 19,1 18,1 Mevduat Bankaları 23,1 28,1 26,2 21,6 19,8 17,4 16,5 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları 50,2 56,3 37,1 37,7 29,1 20,1 16,4 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları 19,7 23,5 22,3 17,2 17,5 17,2 16,4 Yabancı Bankalar 32,6 36,2 26,9 17,4 16,0 14,5 16,7 40,2 78,4 90,4 104,3 86,2 66,7 59,4 Kalkınma ve Yatırım Bankaları Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr 351 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 4 Türkiye’deki Bankaların Kümülatif Dönem Net Karı / Özkaynak Verileri Net Dönem Karı (Zararı) / Özkaynaklar Karlılık, % 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 Türk Bankacılık Sistemi 15,4 19,5 18,9 10,6 14,0 15,8 Mevduat Bankaları 2001 9,2 -76,5 -83,6 16,4 20,9 20,3 10,6 15,0 16,5 8,3 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları 22,5 26,8 25,1 21,6 26,6 18,7 15,7 -33,5 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları 15,8 19,9 16,9 4,7 10,3 13,9 16,0 -103,8 Yabancı Bankalar 10,5 15,2 20,5 15,5 11,9 11,2 5,9 3,2 8,7 9,6 9,8 10,9 6,1 10,6 15,5 -25,4 Kalkınma ve Yatırım Bankaları Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr Tablo 5 Türkiye’deki Bankaların Kümülatif Takipteki Krediler/ Toplam Krediler Verileri Aktif Kalitesi, % Takipteki Krediler (brüt) / Toplam Krediler 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 Türk Bankacılık Sistemi 3,6 3,5 3,8 4,9 6,2 12,3 18,5 37,4 Mevduat Bankaları 3,7 3,6 3,8 5,0 6,4 13,3 20,4 42,5 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları 3,8 4,1 5,1 8,0 11,1 33,8 48,6 55,7 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları 3,5 3,6 3,6 4,2 5,0 6,8 9,1 36,4 Yabancı Bankalar 4,1 2,9 2,7 3,9 3,2 4,4 5,0 5,7 1,4 1,4 1,9 2,0 2,5 2,7 2,9 7,6 Kalkınma ve Yatırım Bankaları Kaynak: TBB ( Türkiye Bankalar Birliği) 2010 www.tbb.org.tr BULGULAR Bankaların dönem net kar ve SYO verileri arasında gerçekleştirilen regresyon ve korelasyon analizleri sonucunda veriler arası anlamlılık düzeyi yüksek çıkmış ve aralarındaki ilişki ise oldukça yüksek ve ters çıkmıştır. Buna göre tüm bankacılık sektör toplam verilerine göre korelasyon sayısı 0,88332489 olarak ters ve oldukça yüksek bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Bu dönemler arasında bankaların SYO ları düşerken, karlılıkları artmıştır. 352 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 6 Dönem Net Karı ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları Türk Bankacılık Sistemi Eğim -684049,095 Std. Hata 181504,98 R2 0,78026286 F Stat 14,2035679 SSxy 6,2475E+13 T İstatistiği -3,76876212 Korelasyon -0,88332489 25690114,46 4411431,984 2097272,387 4 1,75942E+13 5,823531803 Mevduat Bankaları Eğim -677176 Std. Hata 211590,7 R2 0,719152 F Stat 10,2426 SSxy 5,07E+13 T İstatistiği -3,20041 Korelasyon -0,84803 23207643 4661501 2224441 4 1,98E+13 4,978578 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları Eğim -64732,2769 5371495,097 Std. Hata 11098,0048 392061,8702 R2 0,89479604 357383,7168 F Stat 34,0213819 4 SSxy 4,3453E+12 5,10892E+11 T İstatistiği -5,83278509 13,70063121 Korelasyon -0,94593659 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları Eğim -426014 11927381 Std. Hata 385905,6 7413860 R2 0,233521 2631196 F Stat 1,21867 4 SSxy 8,44E+12 2,77E+13 T İstatistiği -1,10393 1,608795 Korelasyon -0,48324 Yabancı Bankalar Eğim -46571,5932 Std. Hata 8648,8342 R2 0,87877048 F Stat 28,9952627 SSxy 7,9266E+11 T İstatistiği -5,38472494 Korelasyon -0,93742758 Kalkınma ve Yatırım Bankaları Eğim -7640 1271954 Std. Hata 6473,743 532674,3 R2 0,258265 237000,8 F Stat 1,39276 4 SSxy 7,82E+10 2,25E+11 T İstatistiği -1,18015 2,387864 Korelasyon -0,5082 2237591,98 196136,6847 165340,4029 4 1,0935E+11 11,40832977 Dönem net karı / Özkaynak oranları ve SYO ile gerçekleştirilen analiz sonuçları aşağıdadır. Buna göre veriler arası anlamlılık ilişkisi zayıflamakla birlikte toplam sektörde veriler arası ilişki negatif yönlü olup zayıflamaktadır. Özellikle özel sermayeli mevduat bankalarında ilişki oldukça zayıftır. Bunun nedeni SYO göre karlılığa ve risklere karşılık özkaynakların da arttırılma zorunluluğu düşünülmektedir. Yinede SYO düştükçe net dönem karı / özkaynak oranlarında artış olduğu tespit edilmiştir. 353 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 7 Dönem Net Karı/ Özkaynak ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları Türk Bankacılık Sistemi Eğim -0,25313 Std. Hata 0,349667 R2 0,094869 F Stat 0,524062 SSxy 8,561385 T İstatistiği -0,72392 Korelasyon -0,30801 20,83753 8,492415 4,041855 5 81,68297 2,453663 Mevduat Bankaları Eğim -0,38089 Std. Hata 0,448435 R2 0,126096 F Stat 0,721455 SSxy 16,32584 T İstatistiği -0,84939 Korelasyon -0,3551 23,75618 9,951877 4,756999 5 113,1452 2,387106 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları Eğim -0,20001 29,50747 Std. Hata 0,090298 3,415051 2 R 0,495258 3,253325 F Stat 4,906058 5 SSxy 51,92634 52,92063 T İstatistiği -2,21496 8,640418 Korelasyon -0,70375 Özel Sermayeli Mevduat Bankaları Eğim -0,30345 19,7445 Std. Hata 0,789177 15,21875 R2 0,02872 5,405485 F Stat 0,147848 5 SSxy 4,320021 146,0963 T İstatistiği -0,38451 1,29738 Korelasyon -0,16947 Yabancı Bankalar Eğim Std. Hata R2 F Stat SSxy T İstatistiği Korelasyon Kalkınma ve Yatırım Bankaları Eğim -0,07309 15,66067 Std. Hata 0,04923 3,824087 R2 0,305988 2,587301 F Stat 2,204482 5 SSxy 14,75709 33,47064 T İstatistiği -1,48475 4,095271 Korelasyon -0,55316 -0,35033 0,172595 0,451753 4,119984 58,36338 -2,02977 -0,67213 20,99077 4,20251 3,763764 5 70,82961 4,994818 Yapılan çalışma takipteki krediler / toplam krediler oranları ve SYO arasında ilişkinin aranması olarak yapılmış anlamlılık oranları özellikle kamu bankalarında yüksek çıkmıştır. Ayrıca veriler arasında en çok ilişki kamu bankalarında ortaya çıkmış en düşük ilişki ise özel bankalar ve kalkınma bankalarında ortaya çıkmıştır. Buna göre bankalar genel olarak SYO düşmesine karşılık kredi risklerini azaltmışlardır. Bu da risk yönetimi sistemi ve Basel kriterleri bankacılık sektörünü olumlu etkilemiştir denilebilmektedir. 354 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo 8 Takipteki Krediler / Toplam Krediler ve SYO Arasındaki Regresyon Korelasyon Sonuçları Türk Bankacılık Sistemi Eğim 0,589087 Std. Hata 0,476637 2 R 0,234011 F Stat 1,52751 SSxy 46,36726 T İstatistiği 1,235925 Korelasyon 0,483747 -6,53928 11,57615 5,509518 5 151,7739 -0,56489 Mevduat Bankaları Eğim 0,840013 Std. Hata 0,547352 2 R 0,320214 F Stat 2,355258 SSxy 79,40351 T İstatistiği 1,534685 Korelasyon 0,565875 -10,2889 12,1471 5,806316 5 168,5665 -0,84702 Kamusal Sermayeli Mevduat Bankaları Eğim 1,009835 -19,286 Std. Hata 0,291095 11,00917 R2 0,706479 10,48782 F Stat 12,03457 5 SSxy 1323,733 549,9714 T İstatistiği 3,469087 -1,75181 Korelasyon 0,840523 Özel Sermayeli Mevduat Bankalar ı Eğim 0,451121 -3,50902 Std. Hata 0,269499 5,197109 R2 0,359141 1,845939 F Stat 2,802029 5 SSxy 9,547889 17,03746 T İstatistiği 1,673926 -0,67519 Korelasyon 0,599284 Yabancı Bankalar Eğim 0,064058 Std. Hata 0,031151 R2 0,458211 F Stat 4,228679 SSxy 1,951333 T İstatistiği 2,056375 Korelasyon 0,676913 Kalkınma ve Yatırım Bankaları Eğim -0,0033 2,361648 Std. Hata 0,012861 0,999013 R2 0,012959 0,675913 F Stat 0,065648 5 SSxy 0,029992 2,28429 T İstatistiği -0,25622 2,36398 Korelasyon -0,11384 2,26564 0,75849 0,679303 5 2,307261 2,987041 Sonuç Yapılan çalışmada Türkiye’deki bankalara Basel kriterlerinin, özellikle SYO (sermaye yeterlilik oranı)’nın nasıl bir etki yaptığı araştırılmıştır. Bu doğrultuda, SYO’nın bankaların karlılık oranlarına etkisinin olumlu olduğu tespit edilmiştir. Bankaların SYO düşerken, bankaların karlılık oranları yükselmiştir. Böylece bankalar öz kaynak kullanımlarını risklere göre daha verimli kullanmışlardır. SYO ve takipteki krediler / toplam krediler oranı arasında negatif ilişki tespit edilmiş olup, bu doğrultuda bankaların SYO düşerken, takipteki krediler / toplam krediler oranları da düşmüştür ve aralarında yüksek sayılabilecek pozitif ilişki tespit edilmiştir. Risk yönetimine geçişle bankaların kredi riskleri azalmıştır. 355 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Genel olarak Basel uzlaşısının prensipleri Türk Bankacılık sektörüne olumlu bir etki yapmıştır. Buna bağlı olarak 2008 krizine karşılık Türk bankacılık sektörü hazırlıklı ve donanımlı girmiş ve krizi sorun yaşamadan atlatmıştır. 356 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKÇA ALTINTAŞ, M. Ayhan (2006) “Bankacılıkta Risk Yönetimi ve Sermaye Yeterliliği” Turhan Kitapevi BABUSCU, Ş.(2003) “Türk Bankacılık Sektöründe Beklentiler ve Gelişmeler”, Halkbankası, Eğitim Daire Başkanlığı, Ankara Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, (2005) “Bankacılık Sektörü Risk Degerlendirme Raporu” (http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/yayinlarveraporlar.htm#5, 20.09.2005) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (2001). “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı” (http://www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/yapilandirmaprogrami/bank _yapilandirma_prog.doc, 20.09.2005) Basel Committee On Banking Supervision, (1993). “The Supervisory Treatment Of Market Risks” Basel Committee On Banking Supervision Report, (2000). “Basel Committee On Banking Supervision ‘Principles For The Management Of Credit Risk” CAROLYN V. Currie, (2004) “Basel-II And Operational Risk” - Overview Of Key Concerns, IQPC Operational Risk Forum, University Of Technology, Sydney, DARRYLL Hendricks, BEVERLY, Hirtle (1997). “Bank Capital Requirements For Market Risk: The Internal Models Approach”, Federal Reserve Bank of NewYork Economic Policy Review, DON, M. Chance (2001). “An Introduction To Derivatives And Risk Management” Harcourt College Publishers, Texas, GIEGER Hans, (2000). “Regulating And Supervising Operational Risk For Banks”, Working Paper, University Of Zurich HARMANTZİS, Fotios C.(2003). “Operational Risk Management” February . http:// www.lionhtrpub.com/orms/orms-2_03/ frrisk.html, KÜÇÜKÖZMEN, Coşkun (1999). “Bankacılıkta Risk Yönetimi Ve Sermaye Yeterliliği Value At Risk Uygulamaları” Iktisat Isletme ve Finans 14, (156), 71-87 357 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 MATTEN, Chris (2000). “Managing Bank Capital: Capital Allocation And Performance Measurement” John Wiley, New York SAUNDRRS, A. ve M. M. CORNET, (2003). “Financial Inslihıtions Managemen”, McGraw-Hill, US. SHEEDY Elizabeth, (1999). “Applying An Agency Framework To Operationalrisk Management”, CMBF Papers, No:22, VAN DEVENTER, Donald R., K. İMAI (2003). “Credit Risk Models & the Basel Accords” Wiley Fİnance, US. 358 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2008 KÜRESEL MALİ KRİZİNİN NEDENLERİ VE TÜRKİYE İLE KIRGIZİSTAN EKONOMİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN ANALİZİ Prof. Dr. Ahmet Burçin YERELİ* Özet Küresel mali kriz 2009 yılında dünya ekonomisinde ciddi bir daralmaya yol açmıştır. ABD ve ticari ortaklarının ticaret hacminde ve milli hasılalarında bir düşüş beklenirken, Çin, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinin dış ticaretlerinde ve ekonomilerindeki büyüme beklentisi devam etmektedir. Genelde bu ülkelerin ve özelde Kırgızistan ekonomisinin küresel krizlere karşı performanslarını artıran etkenler bu çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Bu ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları, kriz psikolojisinden uzak olmaları, tüketim kalıpları, üretim kültürleri ve kayıt dışı ekonomilerinin büyüklüğü gibi etkenler çerçevesinde konu ele alınacaktır. Kırgızistan ve Türkiye birbirine mesafe olarak çok uzak ama kültürel yapı ve gelenek olarak bir o kadar yakındır. Krizler ve büyüme üzerinde beşer faktörünün etkisini görebilmek açısından iki ülkenin mukayesesi kayda değer sonuçlar ortaya koyabilecek niteliktedir. O nedenle her iki ülkeninin ekonomi sosyolojisi bağlamında bir değerlendirmesi yapıldıktan sonra gelecekte iki ülke arasında karşılıklı çıkarı artırmaya yönelik olarak ne gibi politikalar izlenebileceği tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Küresel Mali Kriz, Reel Ekonomik Büyüme, Kayıt Dışı Ekonomi, Yoksulluk, Ekonomik İstikrarsızlık. CAUSES OF 2008 GLOBAL FINANCIAL CRISIS AND ANALYSIS OF ITS EFFECTS ON TURKISH AND KYRGYZ ECONOMY Abstract Global finance crisis cause a curicial decline on world economics in 2009. The below expectations for foreign trade volume and gross national product of USA and its trade partners are still exist. On the other hand, real economic growth keeps going in China, India and Central Asian countries. In this paper, the economic performance of these countries in general and privately Krgyzstan economy against economic crises are considered. These issues will be studie around the socio-economic structure of these countries, being free from psychological effects of crises, * Hacettepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Maliye Bölümü Başkanı, aby@hacettepe.edu.tr 359 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 consuming powers and patterns, production strategies and the size of shadow economy. Kyrgyzstan and Turkey are a long distance from each other, but very near in terms of culture and tradition. Comparatively analyzing the human factor of these two countries on economic growth and economic crisis will display significant results. So, these two countries will be sociologically and economically evaluated first and then will argue the selective policies which increase the comparative benefits between them. Key Words: Global Finance Crisis, Real Econoic Growth, Shadow Economy, Poverty, Economic Instability, Inflation. 360 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Giriş Küresel ölçekte felaket senaryolarının üretildiği 2000’li yılların ilk küresel felaketi 26 Aralık 2004 tarihinde meydana gelen ve tahminen 300.000 kişinin hayatını kaybettiği Endonezya ya da Sumatra Depremi olmuştu. İklime dayalı felaket senaryoları ve deprem tahminleri ile gündem meşgul iken ciddi ve etkili bir felaket haberi A.B.D.’den geldi. 2007 yılının Aralık ayında A.B.D.’de başlayan iktisadi durgunluk, giderek hızlandı ve 2008 yılının sonunda etkisini derinleştirerek küresel bir mali krize dönüştü. Küresel mali kriz, A.B.D.’de 2000’li yıllar boyunca içi boş bir genişlemeye sahne olan finansal piyasaların birden likidite darlığına düşmesi sonucunda patlak verdi. Değerinin çok üzerine çıkan konut fiyatları, piyasadaki nakit darlığına bağlı olarak ekonominin ana atardamarları konumundaki bazı büyük mali kurumların iflasına varan ölçüde şiddetli bir krizi tetikledi. A.B.D.’de yaşanan ekonomik durgunluk nedeniyle, bu ülke ekonomisi ile bütünleşik diğer ülke ekonomileri de kısa sürede krizin etki alanına girdiler. Bu çalışmada küresel mali krizin ortaya çıkışı ve Türkiye ile Kırgızistan ekonomileri üzerindeki etkisi karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Çalışmada mümkün olduğu ölçüde 2008 ile 2009 yıllarına ait veriler ekseninde değerlendirme yapılacaktır. 2. Küresel Mali Krizin Nedenleri ve Etkileri Ekonomik krizler farklı nedenlere dayanmakta ve zamana ve mekana göre farklı etkilere yol açmaktadırlar. Krizler ekonomik büyüme, istihdam, enflasyon ve faiz oranlarında hissedilir derecede etki yaparlar. Üretim miktarının azalması, enflasyon ve işsizlik oranlarının artması, gelir dağılımının bozulması krizlerin ortaya çıkarmış olduğu etkilere birer örnektir (Altuntepe, 2009: 131). A.B.D.’nde 2000’li yıllara kadar ve hatta 2000’li yıllar boyunca finansal piyasalarda yaşanan spekülatif genişleme ve değer artışlarına karşın kağıt para arzı aynı ölçüde büyümedi. Bu durum mali piyasalarda yatırımcılar tarafından baştan öngörülemeyen sonuçları da beraberinde getirdi. Aslında, kâğıt üzerinde büyüyen kazançların ve kayıtlarda yer alan ama kasada olmayan dolarların bir noktadan sonra, Keynes tarafından yıllar önce tanımlanan “Likidite Tuzağı” etkisine neden olacağı, Amerikalı iktisatçılar tarafından zaman zaman dile getiriliyordu. Ama Amerikan ekonomisinin muazzam gücüne ve Amerikan siyasetinin küresel dinamiklerine güvenen yatırımcılar 361 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 mali piyasalardaki olağanüstü kazanç beklentilerini (Hedge Fonlar marifetiyle) inadına sürdürdüler. Bu süreç devam ederken, küresel ölçekte üretim yapan bazı kuruluşların mali yolsuzluklara yönelmesi ve bazı bağımsız denetim kuruluşlarını da bu işe ortak etmeleri aslında sistemdeki ilk çatlak olarak ortaya çıktı. Ardından asırlık mali kurumların bir kısmı likidite yetersizliği nedeniyle faaliyetlerini durdurdu ve hatta bazıları faaliyetlerine son verdi. İşte bu noktada mali kriz artık küresel bir boyut kazanmaya başlamıştı. Çünkü bu mali kurumlarda eriyen sermaye sadece A.B.D.’nin tasarrufları değil aynı zamanda diğer bazı zengin ülkelerin de birikimleriydi. A.B.D.’de krizin odaklandığı sektör konut sektörü oldu. Düşük faiz politikalarına bağlı olarak spekülatif amaçlı yükselen konut fiyatları ve bu fiyatlar üzerinden uzun vadeli olarak finanse edilen konut satışları (Mortgage Sistemi) nedeniyle oluşan yüksek aylık ödeme tutarlarının, durgunluk döneminde geri ödenememesi bu sektöre fon sağlayan kurumların mali sıkıntıya düşmesine yol açtı (Şimşek ve Altay, 2009: 13–14; Soylu, 2009: 255–256). Varlık fiyatlarında yaşanan hızlı düşüş finansal kuruluşların sermayelerini eriterek bilançolarında ağır hasar yarattı (Togan, 2009: 7). Mali piyasalarda görev yapan kurumların birbirleri ile olan mali ilişkilerinin bozulmasının bir domino etkisi yapmasından korkan Amerikan yönetimi ise mali tabloları kötüleşen kurumları nakden desteklemek (bir bakıma onları kurtarmak) suretiyle sisteme müdahale etmek zorunda kaldı. Uluslararası Para Fonu (I.M.F.) tarafından yayınlanan Küresel Mali İstikrar Raporu, 2009 yılı başında toksik varlıkların toplam tutarını 4,1 trilyon Amerikan doları olarak tahmin etmiştir. Bunun 2,7 trilyon dolarlık kısmının A.B.D.’de, 1,2 trilyon dolarlık kısmının ise Avrupa’da olduğu düşünülmektedir. Japon finansal kurumlarının elinde ise 150 milyar dolarlık bir toksik yapının varlığından söz edilmektedir (I.M.F., 2009a). Böyle bir yapının tamamen bilançolara zarar olarak yansıması ise bir seferde olmayacaktır. Nitekim aynı rapor sadece zararın üçte birinin bilançolara yansıdığına dikkat çekmektedir. Dolayısıyla küresel mali krizin kaydî etkisinin önümüzdeki birkaç bilanço dönemine yayılabileceği beklentisi mevcuttur. Amerikan ekonomisinin temel dinamiğini özel sektör yatırımları oluşturmaktadır. Amerikan özel sektörünü oluşturan büyük kuruluşların önemli bir kısmı kurumsallaşmış bir yönetim anlayışına sahiptir. Dolayısıyla, A.B.D.’de özel sektörün kazançları azalınca reel sektör yatırımları da azalmakta ve ekonomideki toplam yatırım düzeyi de hızla düşmektedir. Yatırımların azalması ve giderek işsizliğin artması ise sistemin sosyal güvenlik dengesini bozmaktadır. Kamunun ekonomide yatırım yapmak suretiyle piyasaya müdahale etmesi ise A.B.D.’nde pek rastlanan bir tercih değildir. 362 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Krizler ilk önce ortaya çıktığı ülke ekonomisini etkilemekle birlikte aynı zamanda krizin ortaya çıktığı ülke ile ekonomik ilişki içerisinde olan diğer ülkeleri de etkisi altına almaktadır. Ortaya çıkan kriz ülkenin ihracatının azalmasına yol açarken, uluslararası finans piyasalarında ortaya çıkan olumsuz hava krizin hızlı bir şekilde yayılmasına neden olmaktadır (Altuntepe, 2009: 131). 2008 yılında A.B.D.’nde bu sıkıntılar yaşanırken, ekonomide giderek ağırlaşan durgunluk ve daralma, A.B.D.’nin ticari ortaklarına da yansımış ve Amerikan piyasalarına üretim yapan ülkelerin de krizden etkilenmesine yol açmıştır. Aşağıdaki tabloda krize bağlı olarak A.B.D. dış ticaretinin gelişimi görülmektedir. Tablo: 1 A.B.D.’de Küresel Mali Kriz Boyunca Aylar İtibariyle Dış Ticaretin Gelişimi Toplam İhracat (Milyar U.S.D.) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 2007 86 85 100 92 98 99 92 101 98 107 2008 99 106 112 111 114 119 116 118 107 112 2009 78 81 88 81 84 87 86 Toplam İthalat (Milyar U.S.D.) 2007 150 140 161 156 164 164 167 170 162 182 2008 166 166 170 181 182 189 202 190 181 187 2009 122 109 121 119 117 127 135 Kaynak: A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu, <http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010. 11 12 Toplam 103 102 1.163 97 90 1.300 584 175 162 147 138 - 1.954 2.100 850 A.B.D.’nin 2007 yılında toplam ihracatı 1.163 milyar dolardan 2008 yılında 1.300 milyar dolara yükselmiştir. 2009 yılının 7 aylık verilerine baktığımız zaman ise 2008 yılının ilk 7 ayında 776 milyar dolar olan ihracat bir sonraki yılın aynı döneminde 584 milyar dolara gerilemiştir. Yaklaşık %25’lik bir düşüş olarak ifade edilebilecek bu durum Amerikan ekonomisi açısından son derece önemlidir. İthalatta 2008 ve 2009 yıllarının ilk altı aylık verilerine dayalı olarak yapılan bir tespitte söz konusu dönemdeki azalma %32,3’tür. 363 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 2 A.B.D.’nin Ülkelere Göre Dış Ticaretinin Değişimi ABD'nin En Çok İthalat Yaptığı İlk 10 Ülke 2007 2008 2008/7 2009/7 2008 – 2009 Ülke Milyon dolar (%) Çin 321.508 337.790 185.468 159.131 -14,2 Kanada 313.111 335.555 205.792 123.272 -40,1 Meksika 210.799 215.915 128.939 93.893 -27,2 Japonya 145.464 139.248 85.677 50.740 -40,8 Almanya 94.364 97.553 59.997 39.226 -34,6 İngiltere 56.893 58.619 34.763 25.847 -25,6 Suudi Arabistan 35.626 54.786 34.141 11.746 -65,6 Venezüella 39.897 51.401 32.176 15.010 -53,3 Güney Kore 47.566 48.076 28.860 22.641 -21,5 Fransa 41.589 43.997 26.130 19.871 -24,0 Ara Toplam 1.306.817 1.382.941 821.943 561.379 -31,7 Diğerleri 646.882 717.200 434.618 289.016 -33,5 Toplam 1.953.699 2.100.141 1.256.561 850.395 -32,3 ABD'nin En Çok İhracat Yaptığı İlk 10 Ülke 2007 2008 2008/7 2009/7 2008 – 2009 Ülke Milyon dolar (%) Kanada 248.437 260.914 158.435 112.528 -29,0 Meksika 136.541 151.539 87.781 69.786 -20,5 Çin 65.238 71.457 43.129 35.663 -17,3 Japonya 62.665 66.579 39.655 28.903 -27,1 Almanya 49.652 54.732 32.704 24.465 -25,2 İngiltere 50.296 53.775 33.975 26.667 -21,5 Hollanda 32.986 40.223 23.853 19.041 -20,2 Güney Kore 34.703 34.807 21.564 14.998 -30,4 Brezilya 24.628 32.910 17.826 14.119 -20,8 Fransa 27.407 29.187 17.393 15.721 -9,6 Ara Toplam 732.554 796.124 476.317 361.891 -24,0 Diğerleri 430.154 504.012 300.121 222.028 -26,0 Toplam 1.162.708 1.300.136 776.437 583.920 -24,8 Kaynak: A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu, <http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010. Krizin etkisi A.B.D. ile ticareti yoğun olan bazı ülkelerde daha şiddetli hissedilmiştir. Bu etkiyi bir deprem olayı gibi düşünebiliriz. Depremin merkez üssünde sarsıntı şiddetli hissedilmekle birlikte yıkım sarsıntının dalgalarının ilk yayılmaya başladığı alandan başlayarak son halkaya doğru zayıflamaktadır. Aynı depreme dayanıklı olarak inşa edilen binalarda olduğu gibi krizlere dayanıklı bir mali sisteme sahip olan ülkelerde krizin yıkıcı etkisi daha zayıf olmaktadır. Krizin merkez üssünü A.B.D. olarak kabul edersek bu ülkede kriz şiddetli hissedilmiş ama hasar riski ikinci halkadaki ülkelerde biraz daha fazla olmuştur. İkinci halkadaki ülkeler arasında Kanada, Venezüella, Japonya 364 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ve Körfez Ülkeleri (Suudi Arabistan) sayılabilir. Üçüncü halkada ise Bağımsız Devletler Topluluğu ile Türkiye yer almaktadır. Son halkada yer alan Avrupa Birliği, Çin ve Hindistan ise krizden daha uzaktan etkilenen ülkeler konumundadır. İkinci halkada yer alan ama ekonomik yapısı daha güçlü olan Kanada krizden pek fazla etkilenmemiştir. Japonya, Körfez Ülkeleri, İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya Federasyonu ise krizden daha fazla etkilenmişlerdir. Uluslararası Para Fonu (I.M.F.) tarafından yayınlanan bir başka raporda ise 2009 yılında dünya ekonomisinin %1,3 küçüleceği tahmin edilmektedir. Küçülme Japonya’da %6,2 iken Euro bölgesinde %4,2 şeklinde öngörülmektedir. A.B.D.’de ise küçülme beklentisi %2,8 olarak düşünülmüştür (I.M.F., 2009b). Dolayısıyla söz konusu beklentilere ve Amerikan dış ticaretinin yapısına bağlı olarak Şekil: 1’de konu deprem benzetmesi ile açıklanmaya çalışılmıştır. Şekil: 1 Küresel Mali Krizin Etki Alanı Avrupa Birliği Bağımsız Devletler Topluluğu Körfez Ülkeleri Çin Kanada A.B.D. Venezüella Türkiye Hindistan 365 Japonya ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Aslında Şekil: 1’e bir halka daha eklenmek suretiyle Hindistan ve Çin en son halkaya alınabilir. Çünkü Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin bir kısmı, küresel mali kriz döneminde, ciddi bir ekonomik büyüme performansı yakalamış iken Rusya Federasyonu ve Kırgızistan gibi bazıları ise 2009 yılını ekonomik açıdan küçülerek kapatmışlardır. Ancak bu durum deprem benzetmesinin anlaşılabilirliği üzerinde fazla bir etki yapmadığı için şekil mevcut halka sayısı ile de yeterli görülmüştür. Krizin şiddetli olması beklenen ülkelerin bir kısmı da aşırı borçlu ülkelerdir. Bu ülkeler ürettiklerinin çok çok üzerinde borçlanmış durumdadırlar. Cnbc-e tarafından hazırlanan ve çeşitli basın kuruluşlarında yer alan bir araştırmaya göre gayrisafi yurtiçi hâsılası içinde toplam dış borç yükü ciddi bir baskı unsuru haline gelen ülkeler Tablo: 3’te görülmektedir. Tablo: 3 Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla İçindeki Toplam Dış Borç Yükü Açısından En Riskli Ülkeler 2009 (9 Aylık Veriler) (Milyon USD) Toplam Dış Borcun Ülkeler Toplam Dış Borç GSYİH GSYİH’ya Oranı İrlanda 2.390.000.177.300.1.352,0 İngiltere 9.260.000.- 2.170.000.427,6 Hollanda 2.580.000.652.000.395,6 İsviçre 1.230.000.316.000.390,0 Belçika 1.320.000.381.400.345,6 Danimarka 627.600.199.100.315,2 İsveç 916.420.333.200.275,0 Avusturya 869.130.323.200.268,9 Fransa 5.220.000.- 2.110.000.247,2 Portekiz 538.100.232.400.231,5 Hong Kong 659.270.301.300.218,8 Norveç 577.800.276.500.208,9 Finlandiya 376.800.183.100.205,7 Almanya 5.330.000.- 2.810.000.189,4 İspanya 2.530.000.- 1.370.000.184,7 Yunanistan 594.600.339.200.175,3 İtalya 2.710.000.- 1.760.000.154,6 Macaristan 231.330.186.300.124,2 Avustralya 891.260.819.000.108,8 A.B.D. 13.670.000.- 14.250.000.95,9 (Hürriyet, 2010) Borç yükü açısından bakıldığında Euro Bölgesi ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler oransal büyüklükleri ile başı çekmektedirler. A.B.D. ise toplam borç büyüklüğü açısından ilk sıradadır. Yeryüzündeki tasarrufların önemli bir kısmına sahip olan bu ülkelerin aynı zamanda bu 366 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 tasarruflardan da fazlasıyla yararlandıkları görülmektedir. Küresel mali kriz bu alandaki tasarrufların alan dışına çıkmasına yol açarsa, işte o zaman yeryüzünün diğer bölgelerinde de ekonomik dinamikler harekete geçebilecektir. Nitekim yukarıda sayılan ülkeler arasında dolaşan sermaye yavaş yavaş diğer ülkelere doğru hareket etmeye; yeni ve kârlı alanları finanse etmeye başlamıştır. 3. Küresel Mali Kriz ve Sonrasında Türkiye Ekonomisi Durgunluğa dayalı ekonomik krizlerin ilk etkisi işsizliktir. Nitekim Türkiye’de de krizin etkisi öncelikle işsizlik şeklinde kendisini hissettirmiştir. 2008 yılının dördüncü çeyreğinde dış ticarette çok sert bir düşüş yaşanmıştır. İthalattaki düşüş çok daha hızlı olmuştur. İthalattaki düşüşe bağlı olarak cari açık da azalmıştır. İthal girdiye dayalı ihracatta da tıkanmalar baş göstermiştir. Otomotiv ve tekstil sektöründeki tahribat diğer sektörlerden daha ağır olmuştur. Yabancı sermaye girişleri aynı dönemde çıkışa dönüşmüş ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Endeksi 20.000 puanın altına inmiştir*. 2009 yılına gelindiğinde ise işsizlik oranı %16 gibi oldukça yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Türkiye’de krizle mücadeleye yönelik tartışmalar krizin küresel bir tehdit riski taşıdığının anlaşılması üzerine başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında krizle mücadeleye diğer ülkelere nazaran daha ciddi yaklaşıldığı ve daha erken başlandığı söylenebilir. Ancak krizin beklenen etkisi Türkiye’ye çabuk ulaşmıştır. Bunun en önemli nedeni Türkiye’nin dış ticaret yapısıdır. İthal girdiye dayalı ihracat kapasitesi dünya piyasalarındaki en ufak dalgalanmadan anında etkilenmektedir. Nitekim dünyanın önemli ekonomik güçlerinden olan ve yeryüzündeki tasarrufların ciddi bir kısmını kullanan A.B.D. ve İngiltere gibi iki ülkenin mali piyasalarının bozulması bir anda küresel durgunluğu tetikleyebilecek riskler taşımaktadır ve gelişmeler de bu yönde olmuştur. Türkiye’nin dış ticareti daha çok Avrupa’daki durgunluğa bağlı olarak tıkanmıştır. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’nin dışa açık büyüme modellerini tercih etmesinin doğal bir sonucu olarak küresel kriz dönemlerinin Türkiye üzerindeki etkisi daha hızlı ortaya çıkmaktadır. Aşağıdaki tabloda bu durum daha net bir şekilde gözlemlenmektedir. * 1 Mart 2010 tarihi itibariyle aynı endeks yaklaşık olarak 51.200 düzeyindedir. 367 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 4 Türkiye’de Dışa Açık Büyüme Döneminde Dış Ticaretin Gelişimi Dış Ticaret (Milyon USD) İhracat/İthalat İhracat Değişim (%) İthalat Değişim (%) Denge Hacim (%) 1990 12.959 11,5 22.302 41,2 -9.343 35.261 58,1 1991 13.593 4,9 21.047 -5,6 -7.454 34.640 64,6 1992 14.715 8,2 22.871 8,7 -8.156 37.586 64,3 1993 15.345 4,3 29.428 28,7 -14.083 44.773 52,1 1994 18.106 18,0 23.270 -20,9 -5.164 41.376 77,8 1995 21.637 19,5 35.709 53,5 -14.072 57.346 60,6 1996 23.224 7,3 43.627 22,2 -20.402 66.851 53,2 1997 26.261 13,1 48.559 11,3 -22.298 74.820 54,1 1998 26.974 2,7 45.921 -5,4 -18.947 72.895 58,7 1999 26.587 -1,4 40.671 -11,4 -14.084 67.258 65,4 2000 27.775 4,5 54.503 34,0 -26.728 82.278 51,0 2001 31.334 12,8 41.399 -24,0 -10.065 72.733 75,7 2002 36.059 15,1 51.554 24,5 -15.495 87.613 69,9 2003 47.253 31,0 69.340 34,5 -22.087 116.593 68,1 2004 63.167 33,7 97.540 40,7 -34.373 160.707 64,8 2005 73.476 16,3 116.774 19,7 -43.298 190.251 62,9 2006 85.535 16,4 139.576 19,5 -54.041 225.111 61,3 2007 107.272 25,4 170.063 21,8 -62.791 277.334 63,1 2008 132.027 23,1 201.964 18,8 -69.936 333.991 65,4 2009 102.165 -22,6 140.775 -30,3 -38.611 242.940 72,6 Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 17.02.2010 tarihinde güncellenen verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. Yıllar Tablodan da çok açık bir şekilde görüldüğü üzere 1994, 1999, 2001 ve 2009 yıllarında dış ticaret hacminde yaşanan düşüşler dönemin kriz koşullarına bağlı olarak gelişen süreçler şeklinde açıklanabilir. Son küresel mali kriz döneminin aylık değişimleri dikkate alındığında ise kriz etkisinin hızla şiddetlendiği ve daha sonra bu etkinin azalmaya başladığı aşağıdaki tabloda görülmektedir. 368 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 5 Küresel Mali Kriz Döneminde Türkiye’de Dış Ticaretin Gelişimi 2008 2009 (2) Aylar İthalat İhracat (1) İthalat İhracat (1) Ocak 16.339 10.632 65,1 9.282 7.886 85,0 Şubat 16.027 11.078 69,1 9.075 8.436 93,0 Mart 16.812 11.429 68,0 10.525 8.160 77,5 Nisan 17.889 11.364 63,5 10.121 7.564 74,7 Mayıs 19.306 12.478 64,6 10.839 7.346 67,8 Haziran 19.477 11.771 60,4 12.500 8.336 66,7 Temmuz 20.557 12.595 61,3 12.815 9.058 70,7 Ağustos 19.251 11.047 57,4 12.812 7.828 61,1 Eylül 17.885 12.793 71,5 12.471 8.486 68,0 Ekim 14.942 9.723 65,1 12.731 10.098 79,3 Kasım 12.074 9.396 77,8 12.616 8.906 70,6 Aralık 11.405 7.722 67,7 14.989 10.062 67,1 Ocak-Aralık 201.964 132.027 65,4 140.775 102.165 72,6 Program 182,000 117,000 64,3 138,000 104,000 75,4 Gerçekleşme (%) 110.969 112.844 102.011 98.235 Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın 29.01.2010 tarihinde güncellenen verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. (1) İhracatın ithalatı karşılama oranı. (2) Katılım öncesi programda yapılan revize Nisan 2009. 2008 yılının Ekim ayından itibaren etkisini hissettirmeye başlayan kriz 2009 yılının Eylül ayından sonra etkisini yitirmeye başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında yaklaşık 12 aylık bir süre Türkiye’de krizin etkisinin net bir biçimde hissedildiği dönem olarak değerlendirilebilir. 2009 yılının Ekim ayından itibaren dış ticarette başlayan canlanma ise küresel durgunluğun etkisinin azalmaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Her şeye rağmen ekonominin iyileşmesinin en belirgin ölçütü işsizlik rakamlarıdır. Bu noktada rakamlara göz attığımızda 2009 başında %15,9 olan işsizlik 2010 yılı Mart ayı başında ancak %14 düzeyine gerilemiştir ki, kriz öncesindeki yaklaşık %10 oranındaki bir işsizlik düzeyinin kısa vadede yakalanması pek mümkün görünmemektedir. Dışa açık ekonomik büyüme modelinin tercih edildiği son yirmi yılın makroekonomik göstergelerine baktığımızda da 1994, 1999, 2001 ve nihayet 2009 yılları küçülme dönemleri olarak göze çarpmaktadır. Tamamen iç dinamiklere bağlı olarak gelişen 1994 krizinde ve 2001 krizinde yaşanan küçülmelerin 2009 krizinden daha yüksek olduğu izlenmekle birlikte 2009 krizinin küresel ölçekte etki meydana getirmesi, krizin etkilerinden kurtulmanın daha uzun bir zamana yayılacağı şeklinde düşünülebilir. 369 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 6 1990 Sonrasında Türkiye’de Makro Göstergeleri Değişimi Yıllar 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 Döviz Paritesi TEFE Kapasite GSYH $/TL Değ. (%) Euro/TL Değ. (%) EURO/$ (%) Kullanım Oranı Büyüme (%) 0,0026 24,3 49,2 74,4 9,4 0,0042 60,2 59,2 75,6 0,3 0,0069 64,8 61,4 77,3 6,4 0,0111 60,5 60,3 80,5 8,1 0,0299 169,9 149,6 72,9 -6,1 0,0460 53,9 64,9 78,5 8.0 0,0818 78,0 84,9 78,0 7,1 0,1528 86,8 91,0 79,4 8,3 0,2622 71,6 54,3 76,5 3,9 0,4222 61,0 0,4478 1,06 62,9 72,4 -3,4 0,6267 48,5 0,5767 28,8 0,92 32,7 75,9 6,8 1,2313 96,5 1,0990 90,6 0,89 88,6 70,9 -5,7 1,5131 22,9 1,4367 30,7 0,95 30,8 75,4 6,2 1,5003 -0,8 1,6934 17,9 1,13 13,9 78,4 5,3 1,4292 -4,7 1,7762 4,9 1,24 13,8 81,7 9,4 1,3473 -5,7 1,6776 -5,6 1,25 2,7 80,7 8,4 1,4380 6,7 1,8087 7,8 1,26 11,6 81,7 6,9 1,3078 -9,1 1,7868 -1,2 1,37 5,9 81,1 4,7 1,2992 -0,7 1,9049 6,6 1,47 8,1 64,7 0,9 1,5545 19,7 2,1609 13,4 1,39 5,9 69,7 (1) -3,3 Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu’nun 17.02.2010 tarihinde güncellenen verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. (1) İlk 9 aylık büyümeyi ifade etmektedir. 2000’li yıllarda alternatif pazar arayışlarına giren Türk sermayesi ve tüccarları son yıllarda elde ettikleri başarılarla aslında krizin daha az hasarla atlatılmasında ciddi pay sahibi olmuşlardır. Kuzey Afrika ülkeleri ve EFTA ülkelerine yönelik olarak ihracatın kriz döneminde artış gösterdiği görülmektedir. Bu tür pazar arayışları özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından kriz dönemlerinde ayakta kalabilmenin temel koşullarından biri haline gelmiştir. 370 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 7 Küresel Mali Kriz Döneminde Türkiye’de Dış Ticaretin Uluslararası Pazarlara Göre Değişimi İhracat (Milyon USD) İthalat (Milyon USD) 2008 (%) 2009 (%) Değ. 2008 (%) 2009 (%) Değ. TOPLAM 132.027 100,0 102.165 100,0 -22,6 201.964 100,0 140.775 100,0 -30,3 A- A.B. (27) 63.390 48,0 47.014 46,0 -25,8 74.802 37,0 56.513 40,1 -24,4 B- Türkiye Serbest Bölgeleri 3.008 2,3 1.956 1,9 -35,0 1.334 0,7 965 0,7 -27,7 C- Diğer Ülkeler 65.629 49,7 53.195 52,1 -18,9 125.827 62,3 83.297 59,2 -33,8 1. Diğer Avrupa 15.678 11,9 11.359 11,1 -27,5 44.196 21,9 26.142 18,6 -40,8 2. Afrika 9.063 6,9 10.182 10,0 12,3 7.770 3,8 5.699 4,0 -26,7 Kuzey Afrika 5.850 4,4 7.449 7,3 27,3 5.267 2,6 3.542 2,5 -32,8 Diğer Afrika 3.212 2,4 2.733 2,7 -14,9 2.503 1,2 2.157 1,5 -13,8 3. Amerika 6.532 4,9 4.838 4,7 -25,9 17.224 8,5 12.266 8,7 -28,8 Kuzey Amerika 4.802 3,6 3.564 3,5 -25,8 13.404 6,6 9.505 6,8 -29,1 Orta Amerika ve Karayıp 829 0,6 597 0,6 -28,0 560 0,3 476 0,3 -15,2 Güney Amerika 901 0,7 678 0,7 -24,8 3.260 1,6 2.286 1,6 -29,9 4. Asya 32.505 24,6 25.895 25,3 -20,3 55.715 27,6 38.409 27,3 -31,1 Yakın ve Ortadoğu 25.430 19,3 19.190 18,8 -24,5 17.628 8,7 9.590 6,8 -45,6 Diğer Asya 7.074 5,4 6.705 6,6 -5,2 38.087 18,9 28.820 20,5 -24,3 5. Avustralya ve Yeni Zelanda 435 0,3 360 0,4 -17,3 876 0,4 648 0,5 -26,1 6. Diğer Ülke ve Bölgeler 1.417 1,1 561 0,5 -60,4 45 0,0 133 0,1 196,4 Seçilmiş Ülke Grupları 1. OECD Ülkeleri 70.472 53,4 54.256 53,1 -23,0 102.902 51,0 75.054 53,3 -27,1 2. İslam Konferansı Teşkilatı 32.597 24,7 28.669 28,1 -12,1 45.632 22,6 28.554 20,3 -37,4 3. Karadeniz Ekonomik İşbirliği 20.867 15,8 12.316 12,1 -41,0 42.614 21,1 26.032 18,5 -38,9 4. Bağımsız Devletler Topluluğu 13.938 10,6 8.743 8,6 -37,3 29.179 14,4 17.696 12,6 -39,4 5. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı 6.248 4,7 5.945 5,8 -4,8 13.221 6,5 6.736 4,8 -49,1 6. Türk Cumhuriyetleri 3.749 2,8 3.397 3,3 -9,4 6.218 3,1 2.778 2,0 -55,3 7. EFTA Ülkeleri 3.262 2,5 4.327 4,2 32,7 4.279 2,1 2.603 1,8 -39,2 Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. Ülkeler itibariyle bakıldığında ise Türkiye ihracatı küresel mali krizden en çok etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye için kriz yılı olarak ele alabileceğimiz 2009 yılında en çok ihracat yapılan ilk 40 ülkenin bir önceki yıla göre değerlendirmesinin yapıldığı aşağıdaki tabloda durum daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. 371 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 8 2009 Yılında Türkiye’nin En Çok İhracat Yaptığı İlk 40 Ülkenin Bir Önceki Yıla Göre Değerlendirilmesi Ülkeler 2008 (%) 2009 (%) Değişim (%) Almanya 12.952 9,8 9.800 9,6 -24,3 İngiltere 8.159 6,2 5.923 5,8 -27,4 Fransa 6.618 5,0 6.212 6,1 -6,1 İtalya 7.819 5,9 5.893 5,8 -24,6 Irak 3.917 3,0 5.126 5,0 30,9 Birleşik Arap Emirlikleri 7.975 6,0 2.899 2,8 -63,7 Rusya Federasyonu 6.483 4,9 3.203 3,1 -50,6 A.B.D. 4.300 3,3 3.225 3,2 -25,0 İsviçre 2.857 2,2 3.932 3,8 37,6 İspanya 4.047 3,1 2.826 2,8 -30,2 Çin 1.437 1,1 1.599 1,6 11,3 İran 2.030 1,5 2.025 2,0 -0,2 Belçika 2.122 1,6 1.796 1,8 -15,4 Romanya 3.987 3,0 2.215 2,2 -44,4 Hollanda 3.144 2,4 2.124 2,1 -32,4 Libya 1.074 0,8 1.800 1,8 67,6 İsrail 1.935 1,5 1.529 1,5 -21,0 Suudi Arabistan 2.202 1,7 1.771 1,7 -19,6 Cezayir 1.614 1,2 1.782 1,7 10,4 Mısır 1.426 1,1 2.618 2,6 83,6 Azerbaycan 1.667 1,3 1.399 1,4 -16,1 Suriye 1.115 0,8 1.425 1,4 27,8 Yunanistan 2.430 1,8 1.634 1,6 -32,7 Polonya 1.587 1,2 1.321 1,3 -16,7 Bulgaristan 2.152 1,6 1.388 1,4 -35,5 Ukrayna 2.188 1,7 1.034 1,0 -52,8 Türkmenistan 663 0,5 945 0,9 42,6 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1.072 0,8 771 0,8 -28,1 Malta 956 0,7 655 0,6 -31,5 İsveç 919 0,7 750 0,7 -18,3 Danimarka 953 0,7 680 0,7 -28,7 Tunus 778 0,6 647 0,6 -16,8 Fas 958 0,7 601 0,6 -37,3 Gürcistan 998 0,8 746 0,7 -25,2 Avusturya 991 0,8 807 0,8 -18,5 İngiliz Virjin Adaları 82 0,1 194 0,2 137,9 Lübnan 665 0,5 687 0,7 3,2 Yemen 354 0,3 379 0,4 7,3 Kazakistan 891 0,7 634 0,6 -28,8 Macaristan 684 0,5 446 0,4 -34,8 Listedeki Ülkeler Toplamı 108.200 82,0 85.441 83,6 -21,0 Diğer Ülkeler Toplamı 23.827 18,0 16.723 16,4 -29,8 Genel Toplam 132.027 100,0 102.165 100,0 -22,6 Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. Irak, İsviçre, Çin, Suriye, Türkmenistan, Lübnan, Yemen, Mısır ve Libya’ ya olan ihracatımız artarken Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelere olan ihracatımızda ciddi düşüler 372 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yaşanmıştır ki bu ülkeler Türkiye’nin önemli dış ticaret ortaklarıdır. Aynı durum ithalat rakamlarında da kendini göstermektedir. Tablo: 9 2009 Yılında Türkiye’nin En Çok İthalat Yaptığı İlk 40 Ülkenin Bir Önceki Yıla Göre Değerlendirilmesi Ülkeler 2008 (%) 2009 (%) Değişim (%) Rusya Federasyonu 31.364 15,5 19.710 14,0 -37,2 Almanya 18.687 9,3 14.076 10,0 -24,7 Çin 15.658 7,8 12.655 9,0 -19,2 A.B.D. 11.976 5,9 8.568 6,1 -28,5 İtalya 11.012 5,5 7.666 5,4 -30,4 Fransa 9.022 4,5 7.084 5,0 -21,5 İngiltere 5.324 2,6 3.465 2,5 -34,9 İspanya 4.548 2,3 3.774 2,7 -17,0 Güney Kore 4.092 2,0 3.116 2,2 -23,9 Ukrayna 6.106 3,0 3.155 2,2 -48,3 Japonya 4.027 2,0 2.779 2,0 -31,0 İran 8.200 4,1 3.402 2,4 -58,5 Hollanda 3.056 1,5 2.539 1,8 -16,9 Romanya 3.548 1,8 2.257 1,6 -36,4 Belçika 3.151 1,6 2.370 1,7 -24,8 Polonya 1.978 1,0 1.816 1,3 -8,2 Hindistan 2.458 1,2 1.891 1,3 -23,1 İsveç 1.909 0,9 1.887 1,3 -1,2 Norveç 623 0,3 771 0,5 23,9 Cezayir 3.262 1,6 2.028 1,4 -37,8 Suudi Arabistan 3.322 1,6 1.692 1,2 -49,1 İsviçre 5.588 2,8 1.997 1,4 -64,3 Brezilya 1.424 0,7 1.106 0,8 -22,3 Tayvan 1.684 0,8 1.339 1,0 -20,5 Yunanistan 1.151 0,6 1.129 0,8 -1,9 Macaristan 1.286 0,6 986 0,7 -23,3 Bulgaristan 1.840 0,9 1.116 0,8 -39,4 Avusturya 1.526 0,8 1.203 0,9 -21,2 Kanada 1.428 0,7 937 0,7 -34,4 Endonezya 1.409 0,7 1.016 0,7 -27,9 İsrail 1.448 0,7 1.070 0,8 -26,1 Tayland 1.473 0,7 956 0,7 -35,1 Çek Cumhuriyeti 1.304 0,6 1.027 0,7 -21,2 Kazakistan 2.332 1,2 1.077 0,8 -53,8 Irak 1.321 0,7 952 0,7 -27,9 Malezya 1.512 0,7 960 0,7 -36,5 Güney Afrika 1.502 0,7 1.102 0,8 -26,6 İrlanda 973 0,5 814 0,6 -16,4 Slovakya 904 0,4 812 0,6 -10,2 Finlandiya 1.181 0,6 795 0,6 -32,7 Listedeki Ülkeler Toplamı 184.609 91,4 127.094 90,3 -31,2 Diğer Ülkeler Toplamı 17.354 8,6 13.682 9,7 -21,2 Genel Toplam 201.964 100,0 140.775 100,0 -30,3 Kaynak: T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerine dayanılarak hazırlanmıştır. 373 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Türkiye küresel kriz ile mücadelede çok hızlı hareket etmiş ve acil önlemler paketini büyük bir hızla yürürlüğe koymuştur. 2001 krizi sonrasında bankacılık sisteminde yaşanan yapısal dönüşüm sayesinde bankaların krizden diğer ülkelerde olduğu gibi etkilenmesi söz konusu olmamıştır. Türkiye’deki bankalar kredi işlemlerinde daha sıkı davranmaktadırlar. Merkez Bankası özerkleştirildikten sonra para piyasalarındaki işleyiş daha rasyonel bir yapıya kavuşmuştur. Bankacılık sisteminin sağlam duruşu krizin tahrip gücünü azaltmıştır. Kriz döneminde bankaların nakit yapılarının güçlü olması bir bakıma Türk bankacılık sisteminin şansı olarak kabul edilebilir. Yaşanan tüm bu olumsuzluklara rağmen kriz döneminde Türkiye’de yaşanan en olumlu gelişme reel faizlerdeki düşüştür. Enflasyon oranı ile faiz oranı arasındaki makas kapanmıştır. Kriz öncesinde bu makasın yaklaşık bire iki olduğu ve neredeyse %10 reel faiz elde edilebildiği düşünülürse krizin bu olumlu etkisinin de göz ardı edilmemesi gerektiği anlaşılabilir. Nitekim düşen faizin etkisiyle sektörel yatırımlara kaynak aktarılması sayesinde yatırımların daha da düşmesinin önüne geçilmiştir. Ayrıca konut sektörü ve otomotiv sektörü başta olmak üzere düşük faizli ve uzun vadeli tüketici kredisi uygulamaları da durgunluğun daha da şiddetlenmesini engellemiştir. 2009 yılında turizm sektöründe beklenen durgunluk ise hiç gerçekleşmemiş ve turizm sektöründeki canlılık sayesinde 2009 yılına ait 12 aylık küçülme beklentisi ilk dokuz ayda öngörülenin yarısı düzeyinde gerçekleşmiştir. İspanya ve Yunanistan gibi turistik ülkelerde ise küresel durgunluğa bağlı olarak yaşanan turizm gelirlerindeki düşüş yılsonunda bu ülkelerin risk düzeylerinin yükselmesine yol açmıştır. Dolayısıyla sözü edilen ülkelerin kredi notları 2010 yılı başından itibaren düşürülmüştür. Türkiye kriz döneminde de mali disiplinden taviz vermemiştir. I.M.F. ile Stand-By antlaşması baskılarına rağmen krizle mücadele politikasını bağımsız ekonomi yönetimi ile yürütmeyi başarabilmiştir. Kriz döneminde milli geliri artırma amacına yönelik harcamalardan ziyade, toplumsal beklentileri karşılama hedefine yönelik harcamalara ağırlık verilmiştir. Yani, kamu harcamaları, cari milli gelir düzeyinde oluşan, toplumsal beklentileri gerçekleştirecek alanlara yönelik planlanmıştır. Aslında Türkiye, 2003 yılından beri, performans bütçe uygulamalarıyla kamu harcamalarını bu doğrultuda planlamaktadır. 2003 sonrası dönemde kara yolu ve enerji yatırımlarına yönelik harcamalar ile kısmen bu sağlanmıştır (Selen ve Eryiğit, 2009: 195). Kriz döneminde yerel seçimlerin de yapıldığı düşünülürse, Türkiye 2009 yılını en az hasarla atlatmıştır. 374 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 4. Küresel Mali Kriz ve Sonrasında Kırgızistan Ekonomisi Kırgızistan ekonomisi 2000’li yıllar boyunca düzenli bir büyüme trendi yakalayamamıştır. Ülkede zaman zaman yaşanan siyasi çalkantılar ve yolsuzluğa dayalı bir ekonomik yapı ülkenin temel dinamiklerini harekete geçirebilmenin önündeki en büyük engeldir. Kırgızistan ekonomisi 2007 yılında %8,5 büyümesine rağmen 2008 yılında bu oran %7,6 olarak gerçekleşmiştir (N.B.K.R., 2009: 6). 2009 yılında ise %1 oranında bir küçülmeden söz edilmektedir (C.I.A., 2009). Kırgızistan’ın dış ticareti dalgalı bir seyir izlemektedir. Uzun dönemli analizlerde 2009 yılı değerlendirme dışı bırakılırsa, dış ticaret hacminin arttığı ve ihracatın ithalatı karşılama oranının düştüğü görülmektedir. Aşağıdaki tabloda Kırgızistan dış ticaretinin izlediği değişim yer almaktadır. Tablo: 10 Kırgızistan’da Dış Ticaretin Gelişimi İhracat İthalat Dış Ticaret Açığı İhracat/İthalat (Milyon $) (Milyon $) (Milyon $) (%) 1998 514 842 -328 0,61 1999 454 600 -146 0,76 2000 505 554 -49 0,91 2001 476 467 9 1,02 2002 486 587 -101 0,83 2003 582 717 -135 0,81 2004 719 941 -222 0,76 2005 672 1.102 -430 0,61 2006 794 1.718 -924 0,46 2007 1.135 2.417 -1.282 0,47 2008 1.642 4.072 -2.430 0,40 2009* 1.334 2.379 -1.045 0,56 Yıllar Kaynak: World Trade Organization, International Trade Statistics 2009. * Tahmini. 2009 yılında yaşanan küresel mali krizin Kırgızistan’ın dış ticareti üzerindeki etkisi net bir biçimde görülmektedir. Kırgızistan’ın dış ticaret ortaklarının yapısına baktığımızda kriz etkisinin nedenleri daha rahat anlaşılabilmektedir. 375 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo: 11 Kırgızistan’ın Dış Ticaret Ortakları İhracat Ülkeler 2008/10 2009/10 İsviçre Fransa Rusya Özbekistan Kazakistan B.A.E. Türkiye A.B.D. Çin Afganistan 377.196,2 5.200,0 300.155,1 215.795,8 175.488,1 49.289,8 41.298,5 4.291,7 42.355,9 44.932,6 271.401,2 177.700,0 172.112,8 152.106,5 120.435,7 98.292,2 30.943,9 19.389,6 17.737,8 16.996,6 İthalat Değişim (%) -28,0 3.317,3 -42,7 -29,5 -31,4 99,4 -25,1 351,8 -58,1 -62,2 Ülkeler 2008/10 2009/10 Rusya 1.392.259,6 979.736,9 Çin 631.322,6 520.863,2 Kazakistan 341.733,0 301.068,0 Özbekistan 144.756,5 104.946,4 A.B.D. 105.824,7 95.033,2 Almanya 284.026,6 89.914,0 Ukrayna 86.612,8 81.891,0 Türkiye 80.750,0 65.189,0 Belarus 40.349,2 62.544,7 Japonya 116.827,4 56.884,5 Değişim (%) -29,6 -17,5 -11,9 -27,5 -10,2 -68,3 -5,5 -19,3 55,0 -51,3 Kaynak: Kırgızistan Cumhuriyeti, Milli İstatistik Komitesi verilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur. Krizin etkisinde olan ülkelerde yaşanan daralmalara bağlı olarak Kırgızistan’ın dış ticaretinde de gerilemeler yaşanmıştır. Özellikle B.D.T. ülkeleri ile ortak bir pazar haline gelen Kırgızistan, bu pazarda yaşanan daralmadan da doğrudan etkilenmiştir. Satın alma gücü paritesine göre hesaplanan milli gelir düzeyi 2008 ve 2009 yıllarında pek fazla değişmeyen Kırgızistan’ın uluslararası istatistiklere göre yaklaşık 11,1 milyar dolar düzeyinde bir gayrisafi yurtiçi hâsılası bulunmaktadır. Kişi başına milli gelir düzeyi ise 2.100 dolar civarındadır. Ancak cari fiyatlarla yapılan hesaplamalarda bulunan gayrisafi yurtiçi hâsıla tutarı yaklaşık olarak 4,7 milyar dolardır. Bu da neredeyse kişi başına 840 dolarlık bir gelir dağılımını ifade etmektedir. Nüfusun %40’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. İşsizlik tahminleri ise %20’nin üzerindedir. Kırgızistan’ın en önemli sorunlarından biri olan kayıt dışılık, küresel mali krizin Kırgızistan ekonomisi üzerindeki etkisinin de tam olarak anlaşılamamasına neden olmaktadır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin ikili hatta üçlü muhasebe tekniklerini kullanmaları* nedeniyle işletmelerin krizden kaynaklanan sorunlarının kamu marifetiyle anlaşılabilmesi mümkün değildir. Bu tip sorunların tespiti için işletmelerle birebir görüşmeler yapılmak suretiyle araştırma yapılması daha sağlıklı sonuçlar vermektedir. * Genelde bu tip uygulamalarda işletmeler kendi muhasebelerinden ayrı maliye ve sigorta idareleri için ayrı ayrı defterler tutarlar. Gerçek muhasebelerini resmi birimlerden gizlerler. Kırgızistan’ın bazı bölgelerinde ve hatta Bişkek’te yaygın olarak ikili muhasebe uygulamalarına rastlamak mümkündür. 376 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kırgızistan’ın sermaye birikimi son derece zayıf ve yetersizdir. Gelir akımlarının düşük ve cılız olması nedeniyle daha çok tüketim ağırlıklı bir ekonomik görünüm hâkimdir. Ekonomide yatırımları artırabilmek için yurtdışı tasarrufların ülkeye girişini teşvik edecek uygulamalara ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak son yıllarda B.D.T. ile ortak pazar olma ideali uğruna diğer ülkelerden yabancı sermaye girişinin önü neredeyse tıkanmış ve serbest bölgelerde faaliyet gösteren B.D.T. dışı firmalar çok zor durumda bırakılmıştır. Kırgızistan daha çok tarım ve hayvancılık ağırlıklı bir ekonomik yapıdan gelmektedir. Sanayileşme çabalarına rağmen bu görünüm hala geçerliliğini korumaktadır. Küresel mali kriz çoğu fakir Kırgız çiftçisinin elindeki ürününü ya da hayvanını yok pahasına satmaya zorlamıştır (Trilling, 2009). Bu tür sonuçlara yol açmaması için özellikle ve öncelikle tarım kesiminin desteklenmesi gerekmektedir. Kırgızistan’da özel sektör tam anlamıyla kurumsallaşamamıştır. Bunun etkisi her alanda görülmektedir. Ekonomik özgürlüklerin garanti edilmediği, sermaye hareketlerinin kontrol altında tutulduğu, sözleşme hukukunun tam anlamıyla yargı garantisinde olmadığı ve rüşvetin yaygınlığı düşünüldüğünde yabancı kurumsal işletmelerin Kırgızistan’ı tercih etmemelerinin nedeni daha kolay anlaşılmaktadır. 5. Reel Büyüme Hedefi İçin Türkiye ve Kırgızistan Açısından Genel Bir Değerlendirme Ekonomik durgunluğa dayalı krizlerde izlenecek ilk politika toplumun psikolojik direncinin kırılmamasına yönelik olmalıdır. İnsanların tüketimden vazgeçmelerinin en önemli nedeni gelecek ile ilgili endişelerinin artmasıdır. Böyle bir süreç kişileri iddihara kadar sürükler. İddihar ise en ekonomik olmayan tercihtir. Dolayısıyla bireylere kendilerinin işleyen bir ekonominin parçası oldukları her daim hatırlatılmalıdır. Günümüz refah toplumunun temel dayanağı bireydir. Rasyonel ve özgür bir biçimde üretim ve tüketim kararı veren birey refah toplumunun temel dinamiğidir. İşte bu nedenle siyasi gücü elinde bulunduran otoriteler öncelikle krizin psikolojik baskısına karşı önlem almaya çalışmalıdırlar. Nitekim Türkiye’de de siyasi iktidar krizin “teğet geçtiği” söylemi ile bu tedbiri en baştan almıştır. Durgunluk dönemlerinde çarpan ve hızlandıran etkisi nedeniyle kamu harcamaları iyi kullanılmalıdır. Yatırım harcamalarının çarpan etkisi ve tüketim harcamalarının hızlandıran etkisi düşünülerek kamu bütçelerine en uygun harcama bileşeni konulmalıdır. 377 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Performans bütçe hedeflerinin belirlenmesinde konjonktürel duyarlılık önemli bir faktördür. Bu noktada kamu harcamalarının hedef milli gelirle tutarlı olabilmesi için hedef milli gelirin konjonktürel değişikliklere duyarlı ve esnek bir biçimde belirlenmesi kaçınılmazdır. 2008 yılında görülen küresel ekonomik kriz ortamında, tüm dünyada, genişletici maliye politikaları izlenmiştir. Hedef milli gelir tahminlerini ve kamu harcamalarını konjonktüre duyarlı planlamayı başaran ülkeler, şiddetli bir yapısal kırılmaya uğramadan gelişimlerini sürdüreceklerdir. Diğer taraftan yapısal kırılmanın şiddetine ve yönüne bağlı olarak, milli gelirdeki değişim kamu harcama büyüklüklerini belirleyecektir. (Selen ve Eryiğit, 2009: 195) Ekonomi yönetimini para politikalarına endeksleyen ve maliye politikalarını göz ardı eden anlayış küresel mali kriz ile birlikte terk edilmeye başlamıştır. Ekonomi politikasının hem para politikası ve hem de maliye politikasının bir bütünü olduğu küresel mali kriz sonrasında tekrardan öne çıkmıştır. Kamu harcamaları, vergiler ve borç yönetimi çerçevesinde ele alınan maliye politikası O.E.C.D. ülkelerinde ekonomik performansı artırarak sıçrama etkisi meydana getirecek popüler araçlar haline gelmiştir (Dayton-Johnson, 2009). Piyasa faizlerinde yaşanan düşüşün de ekonomiyi durgunluktan çıkarmaya yönelik bir etkisi olacaktır. Bankacılık sistemi güçlü olursa tüketici kredileri marifetiyle yatırımlarda bir hızlandıran etkisi meydana getirilebilecektir. Gerek Türkiye ve gerekse Kırgızistan açısından konut sektörü kilit sektörlerdir. Her iki ülkede de ciddi bir konut açığı bulunmaktadır. Ancak Türkiye kamu sektörü marifetiyle konut yatırımlarını düzenleyebilmektedir. Piyasa ekonomisinin doğal işleyişiyle uyuşmayan bu süreç kriz döneminde işe yaramıştır. Konut üretiminin devam etmesi piyasaları canlı tutmuştur. Kırgızistan’da ise yerel yönetimlerin arsa karşılığı konut yaptırma imkânları bulunmaktadır. Ancak bu sürecin sağlıklı işletilebilmesi için tarafların sözleşme ile garanti edilmiş haklarını koruyan adil bir yargı sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. Özel sektör yatırımlarının devam ettirilebilmesi açısından, durgunluk dönemlerinde can suyu projelerine de ağırlık verilmelidir. İşletmelere uzun vadeli ve düşük faizli yatırım kredileri ya da işletme sermayesi için kısmi hibe destekleri sağlanmalıdır. Bu uygulamalar özel işletmelerin durgunluk dönemlerini atlatabilmeleri açısından önem taşımakla birlikte, eğer gereğinden fazla miktarda ve sürede uygulanırsa işletmelerde atalete sebep olma gibi bir riski de bünyelerinde taşımaktadırlar. 378 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Durgunluk dönemlerinde yaşanan en ciddi sıkıntı ise işsizlik olmaktadır. Özel işletmeler uzun dönemli nakit tehdidi algıladıklarında ilk önce işgücü yapılarını ayarlamayı düşünmektedirler. Bu nedenle durgunluk dönemlerinde uygulanacak esnek çalışma yöntemleri de kriz ile mücadelede etkin bir politika olabilir. Türkiye kısa çalışma ödeneği uygulaması ile belli bir dönemdeki işsizlik baskısını hafifletmeyi başarabilmiştir. Daha önce de söylendiği üzere durgunluk dönemlerinde kamu maliyesi milli geliri artırıcı politikalar yerine sosyal beklentileri karşılayacak politikalara öncelik vermektedir. Bu nedenle uzun dönemde milli geliri artırıcı ancak kısa dönemde sosyal riskleri karşılayacak politikalar ön plana çıkmaktadır. Bu uygulamaların en belirgin olanı dönemsel vergi indirimleridir. Durgunluğun şiddetine göre zaman zaman oldukça keskin bir şekilde yapılan vergi indirimleri, daha sonra belli bir zaman dilimine yayılarak tekrar eski seviyesine çekilmektedir. Gelişmekte olan ülke ekonomileri açısından en önemli sorunlardan bir tanesi de dış ticarette belli ülkelere ve belli ürünlere bağımlılıktır. Dış ticaret ortaklarının ve dış ticaret ürünlerinin sayısı mümkün olduğunca artırılmalıdır. Türkiye’nin otomotiv ve tekstil ya da Kırgızistan’ın altın ihracına dayalı yapısı kriz dönemlerinde her zaman olumlu sonuç vermeyebilir. Alternatif ürünlerle de dış ticaret devam ettirilebilmelidir. Ancak bu noktada Kırgızistan için ayrı bir tespit yapmakta da fayda vardır. Zaman zaman kriz dönemlerinde altın fiyatlarında yaşanan şok yükselişler krizin tahripkâr etkisini tersine çevirebilir. Son dönemde altın fiyatlarında yaşanan sert yükselişler de bunu doğrular mahiyettedir. Dolaysısıyla Kırgızistan açısından kriz yönetimi giderek daha önemli bir konu haline gelmektedir. Türkiye’nin toplam ithalatı ve toplam ihracatı yıllar itibariyle artış gösterirken Orta Asya ülkeleri ile olan dış ticaret rakamları bu değişimin üzerinde bir gelişim sergilemiştir. Hiç şüphesiz en ciddi dış ticaret artışı Azerbaycan ile olmuştur. Bu ülke ile olan coğrafi yakınlık ticaret potansiyelinin gelişiminde önemli bir role sahiptir. Ancak, Türkiye’ye coğrafi olarak en uzak mesafede bulunan Kırgızistan ile olan ticari ilişkilerin de hızla geliştiği düşünülürse, aradaki kültürel bağların ticaret etkisi meydana getirdiğine dair bir yaklaşımda bulunmak yanlış olmayacaktır. Çünkü Kırgızistan ile olan mesafe uzaklığından ziyade aradaki ülkelerin birbirleri ile olan kara ve demiryolu alt yapısının yetersizliği de ticaret üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır. Mesafe engeli ve ulaşım alt yapısının yetersizliğine rağmen her geçen gün artan dış ticaret hacmi Kırgızistan ile olan kültürel bağların önemini ortaya koymaktadır. 379 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kırgızistan ekonomisinde yaşanan gelişmeler gelecekte bu ülkede hizmetler sektörünün daha fazla büyüyeceğini göstermektedir. Türkiye özellikle bankacılık ve turizm sektörlerinde daha ciddi yatırımlarla bölgeye ağırlık verebilecek güçtedir. Bugüne kadar özellikle inşaat ve gıda sektörü ağırlıklı olarak bölgede faaliyette bulunan Türkiye kökenli firmaların yanına yakında finans ve turizm firmalarının katılması kaçınılmaz olacaktır. Kırgızistan’ın bir diğer mukayeseli üstünlüğü ise enerji ve madencilik sektörleridir. Türkiye kendi bölgesinde gerek enerji ve gerekse madencilik konularında önemli gelişmeler kaydetmiştir. Bu birikimlerini gelecekte Orta Asya bölgesine de aktarmak durumundadır. Tacikistan ve Kırgızistan’ın sahip olduğu hidroelektrik potansiyeli Türkiye’nin uzman olduğu alanlardan biridir ve bu ülkeler Türkiye’deki gibi konunun uzmanı firmaların projelerini beklemektedirler. Kırgızistan’ın turizm, madencilik ve enerji sektörlerinde sahip olduğu mukayeseli üstünlük nedeniyle, gelecek yıllarda bölgeye yabancı sermaye girişinde de artışlar olması muhtemeldir. Ancak, bu sürecin iyi yönetilmesi gerekmektedir. Bu sektörlerde yaratılan katma değerin bölgede kalabilmesi açısından çok ciddi planlama ve programlama politikalarına ihtiyaç bulunmaktadır. 6. Türkiye ve Kırgızistan Açısından Sonuç Reel büyümenin sağlanabilmesi, işsizliğin azaltılması ile hız kazanacaktır. 2009 yılında krizin daraltıcı etkisi her iki ülkede de hissedilmiştir. Türkiye durgunlukla mücadelede izlediği sosyal ve mali politikalarla krizden en kısa sürede çıkan ülkelerden biri konumuna gelmiştir. 2010 yılından itibaren ekonomik büyümesini devam ettirmeyi hedeflemektedir. Kırgızistan ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve birbirlerinin pazarlarının bütünleşmesi her iki ülkenin de ortak çıkarları açısından son derece önemlidir. Geleceğe yönelik tüm olumlu beklentilere rağmen ülkenin mevcut yapısından kaynaklanan engeller nedeniyle Kırgızistan pazarı aynı zamanda ciddi riskler taşıyan bir pazardır. Bu riskleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: - Kırgızistan’da rüşvet ve yolsuzluk önemli bir sorundur. - Kırgızistan Bağımsız Devletler Topluluğu ile ortak bir dış ticaret rejimi izlemektedir. - Serbest Bölge rejimi daha çok Bağımsız Devletler Topluluğu üyelerini destekler mahiyettedir. - Kayıt dışı ekonomi ve ikili muhasebe sistemi ülkeyle ticareti zorlaştırmaktadır. 380 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tüm mücadelelere rağmen rüşvet ve yolsuzluk Kırgızistan’ın en belirgin özelliğidir. Gümrük memurluğu, vergi memurluğu, mali polislik, trafik polisliği gibi meslekler en gözde meslekler arasındadır. Bu mesleklere girebilmek için ciddi bedeller ödenmektedir. Bu meslek kollarında çalışan ara kademe yöneticiler ve hatta üst düzey yöneticiler çok sık değişmektedirler. Rüşvet ve yolsuzluk bu süreci kullanabilen firmalar açısından çok ciddi avantajlar sağlasa da, eşit koşullarda rekabeti engellemekte ve ülke ekonomisine olan rağbeti azaltmaktadır. Dağılan Sovyetler Birliği’nin ardından tekrar toparlanma sürecine giren Rusya Federasyonu, bu sefer Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında farklı bir siyasi kimlikle nüfuz gücünü kullanmaya başlamıştır. Son yıllarda bölgede giderek güçlenen Bağımsız Devletler Topluluğu kurallarına bakılacak olursa, Topluluk Avrupa Birliği’ne alternatif olma idealini daha fazla ön plana çıkarmaya başlamıştır. Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkeler ile birlikte ortak bir dış ticaret politikası izlemektedir. Bu politika Türkiye’yi ticari anlamda giderek daha da bölgenin dışına itmeye başlamıştır. Şu an için rüşvet ve yolsuzluğa dayalı dış ticaret kurallarını kullanarak bölgede ayakta kalmaya çalışan Türk firmaları, yakın gelecekte yeni pazarlara yönelerek bölgeyi terk edebileceklerdir. Serbest bölgelerde faaliyette bulunan Türk firmaları serbest bölgelerin daha çok Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelerin firmalarını kayıran bir rejime dönüşmesi neticesinde çok zor duruma kalmışlardır. Türkiye’den işlenmek üzere bir Bağımsız Devletler Topluluğu ülkesindeki serbest bölgeye getirilen ürünlerin işlendikten sonra bir başka Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkeye satılması halinde vergi destekleri uygulanmamaktadır. Oysa aynı ürün Rusya Federasyonu’ndan satın alınıp serbest bölgede işlendikten sonra satıldığında serbest bölgelere tanınan tüm vergisel teşviklerden yararlanılabilmektedir. Türkiye ve Kırgızistan birbirlerine derin kültürel bağlarla bağlı olan ve ortak bir kültürün uzantılarını oluşturan iki ülkedir. Son yirmi yıldır kültürün ticaret yaratıcı etkisi her iki ülkede de olumlu yönde seyretmiştir. Bundan sonra da ticarete ivme kandıracak politikalara ağırlık vermek gerekmektedir. Türkiye ve Kırgızistan arasında geleceğe yönelik olarak nasıl bir ekonomik ve ticari işbirliği süreci işletilmelidir sorusuna en akılcı cevabı verebilmek için aşağıdaki hususlara öncelikle dikkat etmek gerekecektir: - Ülkelerin kendi para birimleri ile ticaret yapmalarının önü açılmalıdır. 381 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI - Bişkek 2010 Kırgızistan ile Türkiye arasında Bağımsız Devletler Topluluğu benzeri bir ticaret bölgesi oluşturulmalıdır. - Ülkeleri birbirine bağlayan ticaret yolları en kısa sürede inşa edilmeli ve bu yollarda en süratli şekilde taşımacılık hizmetini sağlayacak bir alt yapı tesis edilmelidir. - Kırgızistan ile Türkiye arasında ortak sanayi, ortak tarım, ortak enerji ve ortak turizm politikaları geliştirilmeli ve ciddiyetle uygulanmalıdır. - Teknoloji geliştirmeye yönelik olarak her türlü işbirliği imkânları geliştirilmelidir. 382 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynakça A.B.D. Uluslararası Ticaret Komisyonu (U.S.I.T.C.), <http://dataweb.usitc.gov>, 28.02.2010. Altuntepe, Nihat (2009), “2008 Küresel Krizinin Ülkelerin İstihdam Yapısı Üzerine Etkilerinin Dinamik Bir Analizi”, SDÜ Vizyoner, E-Dergi, Cilt: 1, S. 1, 129–145. C.I.A. (2009), World Fact Book, <https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/kg.html>, 02.03.2010. Dayton-Johnson, Jeff (2009), “Is Fiscal Policy Back? An Emerging Markets Perspective”, OECD Observer, No 270/271 December 2008 - January 2009, <http://www.oecdobserver.org/news/fullstory.php/aid/2781/>, 26.02.2010. Hürriyet, (2010), “Borçlarıyla Korkutan Ülkeler”, <http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?P=1&cid=32807&rid=4369>, 20.02.2010. I.M.F. (2009a), Global Financial Stability Report, January <http://www.imf.org/external/pubs/ft/gfsr/2009/01/pdf/text.pdf>, 25.12.2009. I.M.F. (2009b), World Economic Outlook, April, <www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2009/01/index.htm >, 28.11.2009. N.B.K.R. - National Bank of The Kyrgyz Republic (2009), Annual Report, Bishkek. Selen, Ufuk ve Kadir Eryiğit (2009), “Yapısal Kırılmaların Varlığında, Wagner Kanunu Türkiye İçin Geçerli Mi?”, Maliye Dergisi, T.C. Maliye Bakanlığı, (156), Ocak-Haziran, 177–198. Soylu, Hülya (2009), “Global Krize Karşı Politika Önlemleri ve Türkiye”, Maliye Dergisi, T.C. Maliye Bakanlığı, (157), Temmuz-Aralık, 251–266. Şimşek, Hayal Ayça ve Asuman Altay (2009), “Küresel Kriz Ortamında Türkiye’de Maliye Politikalarının Değerlendirilmesi”, Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar, (528), Şubat, 11–23. Togan, Sübidey (2009), “Küresel Kriz ve Türkiye”, TİSK Akademi, Cilt: 4, Özel Sayı: 2, 6–25. Trilling, David (2009), “Kyrgyzstan: Farmers in Distress Turn to Selling Livestocks”, EurasiaNet Business & Economics, <http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav012309.shtml>, 23.10.2009. W.T.O. - World Trade Organization (2009), International Trade Statistics. 383 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 384 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ’NE ETKİLERİ Emel YURT∗ Senem ÇAKMAK ŞAHİN∗∗ Özet ABD’de yüksek riskli konut kredilerinin toplam krediler içindeki payının artması ve kredi geri ödemelerinde yaşanan sorunlar sonucunda ortaya çıkan kriz, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke ekonomilerine hızla yayılmıştır. Krizin ülke ekonomileri üzerindeki etkileri ekonomik ve sosyal göstergeler üzerinden izlenebilmektedir. Ülkelerin büyüme hızları düşmüş, ABD ve AB’de işsizlik oranları son 30 yılın en yüksek düzeylerine çıkmış, uluslararası ticaret hacmi daralmıştır. Krizden en çok zarar gören ülkelerden biri de Türkiye’dir. 2007-2008 küresel krizi, Türkiye’nin yaşadığı en büyük kriz sayılabilecek 2001 krizinden daha etkili olmuştur. İnşaat, otomotiv ve tekstil sektörleri başta olmak üzere, doğrudan üretim ve talep daralması olarak reel kesimde büyük kayıplar yaşanmış, işsizlik oranı aşırı derecede yükselmiştir. Bu çalışmada, küresel krizin ortaya çıkışının arkasında yatan nedenler belirtilerek, krizin Türkiye ekonomisini hangi kanallar üzerinden etkilediği ele alınacaktır. Krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri; büyüme oranı, ticaret hacmi, işsizlik oranı vb. makroekonomik göstergeler üzerinden açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Türkiye Ekonomisi, Makroekonomik Göstergeler GLOBAL CRISIS AND ITS IMPACTS ON TURKISH ECONOMY Abstract The global crisis occured as a result of increasing share of subprime mortgage credits in total credits and the problems in repayment of credits has quickly expanded into economies of both developed and developing countries. The effects of the crisis on the nations’ economies can be monitored through economic and social indicators. Growth rates have declined, uemployment rates in the USA and EU have climbed to the highest level of past thirty years and the volume of international trade has decreased. Turkey is one of the countries crucially affected by the global ∗ Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fak. İktisat Bölümü, yurt@yildiz.edu.tr Yıldız Teknik Üniversitesi, İktisadi Ve İdari Bilimler Fak. İktisat Bölümü, cakmaks@yildiz.edu.tr ∗∗ 385 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 crisis. Global crisis of 2007-2008 has been more powerful than the crisis of 2001 which can be considered as the most acute one Turkey has encountered. Directly as contradictions in production and demand, important losses has been experienced in real economy, especially in the sectors of construction, automotive and textile, and the unemployment rate has mounted. Indicating the reasons behind global crisis, the question of through which channels Turkish economy has been affected will be undertaken in this study. The impacts of the crisis on Turkish economy is intended to be explained in the frame of macroeconomic indicators such as growth rate, trade volume, unemploymet rate etc. Key Words: Global Crisis, Turkish Economy, Macroeconomic Indicators 386 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Giriş Ülke ekonomilerinin artan oranda birbirine bağımlı olduğu bir ortamda, küresel finans piyasalarında ortaya çıkan kriz hem çıktığı gelişmiş ülkeleri hem de gelişmekte olan ülkeleri hızlı ve yıkıcı bir biçimde etkilemiştir. Kriz başlangıçta finansal kuruluşlar arasındaki borçlanma piyasalarında likidite krizi olarak ortaya çıkmış, ancak süreç içerisinde finansal kuruluşlara güvensizlik sorununa dönüşmüştür. Yaşanan küresel kriz nedeniyle gelişmiş ülkeler finansal istikrarı sağlamak amacıyla finansal kuruluşlara likidite desteği sağlamışlar, mevduat ve diğer yükümlülüklerine çeşitli derecelerde garanti vermişler, para ve maliye politikalarını gevşetmişlerdir. Bu önlemler sayesinde kredi piyasalarının işleyişinde belirli ölçüde bir düzelme sağlansa da piyasalardaki oynaklık halen yüksek düzeydedir ve küresel ekonomik faaliyetlere ilişkin göstergeler olumsuz seyretmektedir. Ekonomilerde artan belirsizlik ortamı kredi mekanizmasının işleyişini engelleyerek, reel kesimin borçlanma olanaklarını sınırlamış ve borçlanma maliyetlerini de artırmıştır. Ülke ekonomilerinin büyüme oranlarında sert düşüşler yaşanmış, işsizlik oranları yükselmiş, gerek iç talepte gerekse dış talepte belirgin düşüşler yaşanmıştır. Dünya ticaret hacmi daralmıştır. Uluslararası finans piyasalarındaki sorunlar, yurtiçi ekonomik faaliyette daralma, tüketici güvenindeki azalış yurtiçi kredi hacminin de daralmasına neden olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde kriz 2008 yılının ikinci yarısından itibaren etkisini göstermeye başlamıştır. Bu çalışmada, küresel krizin ortaya çıkışının arkasında yatan nedenler belirtilerek, krizin Türkiye ekonomisini hangi kanallar üzerinden etkilediği ele alınmaktadır. 2001 krizinden sonra yapılan düzenlemeler sayesinde krizin Türk bankacılık sektörü üzerindeki etkileri sınırlı olduğundan çalışmada, krizin Türkiye ekonomisini nasıl etkilediği mali sektörden daha çok reel sektör üzerinden incelenmiştir. Ancak, reel sektördeki sıkıntıların süreç içerisinde mali sektörü etkilemesinin kaçınılmaz olacağı da bir gerçektir. 2. Küresel Krizin Ortaya Çıkışı Küresel krizin ilk olarak 2007 yılının şubat ayında ortaya çıktığı söylenebilirse de krize yol açan sürecin çok daha önce başladığı bilinmektedir. Tüm dünyayı etkisi altına alan krizin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için kriz öncesi dönemde ABD ekonomisinde yaşananların ele alınması gerekmektedir. 387 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Bazı çalışmalar krizi hazırlayan koşulları 1970’lere kadar götürmektedir. Buna göre, 1970’lerde borsa simsarlarına ödenen komisyonların düzenlemelere tabi olmaktan çıkarılması ve 1990’larda ticari bankacılık ve yatırım bankacılığı faaliyetleri arasındaki kısıtların ortadan kaldırılması 2007-2008 küresel krizinin ortaya çıkışını hazırlamıştır. Ayrıca, geleneksel bankacılık sisteminin “gölge bankacılık sistemi” ne göre daha fazla düzenlenmesinin ve denetlenmesinin bu sektörü daha az kârlı hale getirmesi ve bu durumun normal bankaları daha riskli türev ürünlere yöneltmesi de krizin ortaya çıkmasına katkıda bulunmuştur. (Tepav 2008:2) 2001 yılının ilk çeyreğinde ABD ekonomisinin durgunluğa girmesi ve aynı yılın 11 Eylül’ünde meydana gelen saldırının ekonomiye duyulan güveni olumsuz yönde etkileyerek finansal bir çöküşe yol açabileceği korkusu FED’in kısa vadeli faiz oranlarını %6.5 civarından %1.75’e kadar düşürmesine yol açmıştır. Ekonomide bir durgunluğun yaşanması ihtimaline karşı önlem olarak indirilen faiz oranları, kolay borçlanmanın da önünü açmıştır. Borçlanma (ya da kredilerde artış) aracılığıyla, tüketim ve yatırım harcamaları arttırılarak toplam talebin canlandırılması ve dolayısıyla durgunluğun önlenmesi, reel sektördeki kâr sıkışıklığı aşılarak sermayenin finansal sektör üzerinden yeniden değerlenmesi ve sermayenin aşırı kâr hırsının tatmini hedeflenmekteydi. Bu dönemde borsada fiyatlar çökerken, para konut piyasasına yönelmiştir. (Durmuş 2009:57-58) ABD konut sektöründeki gelişmelerin izlenmesi için kullanılan, on eyaletteki konut fiyatlarının ağırlıklı ortalamasından oluşan Case-Shiller endeksi incelendiğinde, 1996 yılından itibaren endekste yükselme olduğu, 2002 yılından sonra bu yükselişin hızlandığı, 1996-2006 döneminde reel artışın %86 düzeyinde olduğu görülmektedir. Konut fiyatlarında ortaya çıkan artış, konutların iktisadi temeller tarafından belirlenen değerlerinden giderek uzaklaşmalarına yol açmıştır. Konut fiyatlarındaki yükseliş sürdüğü müddetçe kredi alanlar açısından herhangi bir sorun söz konusu değildi. Çünkü konutların değeri yükseldikçe hem borçların ödenmesiyle ilgili bir sorun ortaya çıkmamaktaydı, hem de konutların değerinin teminatı aşan kısmı yeni kredilerin alınmasını kolaylaştırmaktaydı. Ancak zamanla borçların geri ödenmesinde yaşanan sorunlar, FED’in faiz artırımları, el konulan ev sayısının giderek artması ve kredi vermede azalma sonucunda konut arzı artarken konut talebi de düşmüştür. Bu gelişme ile bağlantılı olarak da 2006 yılının başından itibaren önce konut fiyatlarının artış hızı, sonra da fiyatların kendisi düşme eğilimine girmiş ve satın aldıkları konutları teminat göstererek ipotekli konut kredisi alanlar zor duruma düşmüşlerdir. (Özatay 2009:105-106) Kredileri ödeyemeyenler evleri terk etmeye başlayınca, evlere el koyan kurumlar evleri satmaya çalışmışlar, ancak arz arttığı için fiyatlar daha da düşmüştür. Kredilerin geri dönmemesi sadece krediyi kullananları etkilememiş, ipotekli konut kredileri ile başlayan saadet 388 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 zincirinin diğer halkalarında yer alan kesimler açısından da sorunlar yaratmıştır. Krizin etkisinin büyüklüğü bu saadet zincirinin yapısından kaynaklanmaktadır. Özatay (2009:112-116), ABD ipotekli konut kredisi piyasasının gelişimini dört aşamada ele almaktadır. 1938’e kadarki dönemi içeren birinci aşamada, düzenlemeye ve denetlemeye tabi olan bankalar sahip oldukları mevduatın bir bölümünü konut kredisi olarak vermektedirler. Bu geleneksel yöntemde kredi riski bankada kalmaktadır. İkinci aşamada konut piyasasını büyütmek ve düşük gelirlileri konut sahibi yapabilmek için ABD devleti 1938’de Fannie Mae’yi (Federal National Mortgage Association) kurmuştur. Fannie Mae, ipotekli konut kredisi satan çok sayıda finansal kurumdan bu kredileri satın almakta, bunu yapabilmesi için de ABD Hazinesi, Fannie Mae’ye kaynak aktarmaktaydı. Böylece konut kredisi açan finansal kurum, yeni krediler açabileceği bir nakte sahip olmaktaydı. Fanni Mae, bu aşamada sadece kredi notu yüksek olan kesime (prime kesim) açılan konut kredilerini satın alabilmekteydi. Üçüncü aşama, 1968’de Fannie Mae’nin ikiye bölünmesini, yeniden düzenlenmesini, özelleştirilmesini ve Ginnie Mae (Government National Mortgage Association) ve Freddie Mac’in (Federal Home Loan Mortgage Corporation) kurulmasını içermektedir. Ginnie Mae, savaş gazilerine ve benzeri gruplara devlet garantisiyle konut kredisi açmak üzere kurulurken, devlet Fannie Mae’yi desteklemeye de devam etmekteydi. Freddie Mac ise eski usül ipotekli konut kredilerini menkul kıymete dönüştürüp yeniden pazarlamak ve piyasada rekabeti geliştirmek amacıyla 1970’te kurulmuştur. 1970’ten itibaren bu kurumlar, konut kredisi açan finansal kurumlardan aldıkları konut kredilerini yeni bir varlık haline dönüştürüp, ipotekli konut kredisine dayalı menkul kıymet çıkarmaya başlamışlardır. Çıkardıkları ipotekli konut kredisine dayalı menkul kıymetleri de tasarruf sahiplerine satmışlardır. Böylece konut kredisi riski, zincirin diğer halkalarına da yayılmış ve risk bu kurumlarla birlikte bu menkul kıymetleri alanların da üzerinde kalmıştır. Bu arada piyasaya da yeni konut kredisi yaratmak için daha fazla nakit girişi sağlanmıştır. Yani, Fannie Mae, konut kredisini, yatırım şirketlerine satmakta, karşılığında bu şirketlerden nakit almaktaydı. Şirketler Fannie Mae’den konut kredisi ödenmezse, Fannie Mae’nin ödeyeceğine dair garanti almaktaydılar. Yatırım şirketleri de konut kredisine dayalı menkul kıymeti tasarruf sahiplerine satmaktaydılar. Risk, daha geniş bir kesime dağılmakla birlikte, prime kesime açılan kredilere dayanan menkul kıymetler satıldığı için yüksek düzeyde değildi. Dördüncü aşamada, sistemin içine yeni finansal kurumlar dahil olmuştur. Bu yeni kurumlar “özel etiketli” menkul kıymetleri ihraç etmekteydiler. 2006 yılında varlığa dayalı menkul kıymet pazarının %43’ü Fannie Mae ve Freddie Mac’in elindeyken, Wall Street şirketlerinin payı %57’ye çıkmıştır. Wall Street şirketlerinin sisteme dahil olmasıyla artık sadece prime kesime verilen krediler değil, ikinci (Alt-A) ve üçüncü gruptakilere (eşik altı) verilen yüksek riskli krediler de menkul kıymetleştirilmişlerdir. 389 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2006’nın ilk altı ayında açılan ipotekli konut kredilerinin %30’u eşik altı kredilerden oluşurken, sadece %26’sı prime kesime yönelik kredilerden oluşmaktaydı. Wyplosz (2008:17-18), konut kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi sürecinin tüm dünyaya yayıldığına ve kayıpların nerede başladığını kimsenin bilmediğine işaret etmektedir. Riskin seyreltilmesinin doğru bir yaklaşım olduğunu ifade ederken sorunun hiçkimsenin bu kötü kredilerin ne kadarını elinde tuttuğunu bilmemesi olduğunu vurgulamaktadır. İşler iyi gittiğinde herkes birbirine güvenmektedir, ama durum kötüleştiğinde herkes bir diğerinin daha kötü durumda olduğundan kuşkulanmaktadır. Böylece bankalararası piyasa donmuştur. Menkul kıymetleştirme, teoride riski dağıtarak azaltmayı amaçlarken kredi riskinin potansiyel bir sistemik risk halini almasına da neden olmuştur. Bu süreç aynı zamanda NINJA (no income, no job, no asset) kredilerine de yol açmıştır. (BSB 2008:46-47) Menkul kıymet haline getirilen ipotek kredilerinin riski, yeni finansal araçların yaratılması yoluyla dağıtılmıştır. Bu yeni finansal araçlar yoluyla “yarat-paketle-dağıt” biçiminde işleyen finansal aracılık ticari modeli güçlenirken, bu model de söz konusu araçların genişlemesini sağlamıştır. Bu süreçte özellikle yatırım fonları, hedge fonlar ve sigorta şirketleri rol almışlardır. Krediler yeniden paketlenerek, ambalajlanarak yeni türev ürünler şeklinde finansal piyasalarda satılmışlardır. Türev araçlar ve menkul kıymetleştirme süreci, daha az düzenlenen ve denetlenen ya da hiç düzenlenmeyen ve denetlenmeyen finansal kurumlardan oluşan “gölge bankacılık sistemi” ni de yaratmıştır. Bu süreçte yaratılan ve krizin ortaya çıkmasında büyük rol oynayan araçların başında CDO’lar (Teminatlandırılmış Borç Yükümlülüğü, Collateralized Debt Obligation), yani devlet tahvilleri, özel sektör tahvilleri, banka kredileri, yapılandırılmış menkul kıymetler ve diğer borçlanma araçlarından oluşan bir varlık havuzuna dayanarak ihraç edilen varlığa dayalı menkul kıymetler gelmektedir. CDO’lara yatırım yapanlar daha çok hedge fonlardır. Dolayısıyla CDO’lar eşik altı kredilerin riskini üstlenmiş ve menkul kıymetleştirme süreciyle bu riski hedge fonlara transfer etmişlerdir. (Durmuş 2009:63-68) Bu süreçte ortaya çıkan borçlanmanın düzeyinin görülmesi açısından Goldman Sachs’ın durumu çarpıcı niteliktedir. 20 Eylül tarihi itibariyle Goldman Sachs’ın 42 milyar dolar özsermayesi varken, 1.1 trilyon dolarlık pozisyonu söz konusuydu. (Gürsoy 2009:191) İpotek kredilerinin menkul kıymetleştirildiği, türev ürünlerin ortaya çıktığı süreci oluşturan ilişkiler incelendiğinde, neredeyse dünyadaki bütün uluslararası çapta işlem yapan bankaların birbirlerine kefil oldukları ve bu ilişkilerin en fazla toplandığı bankanın da Lehman Brothers olduğu görülmektedir. (Eğilmez 2008:68) 2007’de hedge fonların ödeme güçlüğüne girerek CDO’ları satın 390 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 alamamaları, CDO pazarlayanların varlığa dayalı menkul kıymet satın almamaları, yeni kredilerin açılmaması, el konulan evlerin sayısının artması, CDO’ların fiyatlanamaması nedeniyle hedge fonların ellerindeki CDO’ları satarak likidite sağlayamamaları vb. gelişmeler sonucunda kriz patlak vermiştir. Mali kurumlar arasında bir güven sorunu ortaya çıkmış ve bu kurumlar birbirlerine borç vermemeye başlamışlardır. Dünyanın pek çok ülkesinde, eşik altı ipotekli kredilerine bir şekilde bulaşmış olan bankalar ardarda zarar etmişlerdir. Krize ilişkin genel açıklamalar, finansal sektördeki krizin reel sektöre yansıması biçimindedir. Ancak bu görüşe karşı görüşler de mevcuttur. Örneğin Marksist yaklaşıma göre kriz, kapitalist sistemin yarattığı bir durumdur. Kapitalist sistemde üretim kapasitesinin hızla artması, buna karşın gelir dağılımındaki bozukluğun etkisiyle talebin aynı hızla artmaması krizlere yol açmaktadır. Kriz, kapitalist sisteme içkin bir olgudur. Ayrıca, Akgüç’e (2009:8) göre finans sektörünün tek başına bir krizin sebebi olmasının da bir açıklaması yoktur. Finans sektörü krizi tetikleyebilir, derinleştirebilir, şiddetlendirebilir, ancak kendisi tek başına bir krize yol açamaz. 3. Krizin Gelişmekte Olan Ülkeleri Etkileme Kanalları Te Velde’ye (2008: 4) göre, finansal krizler gelişmekte olan ülkeleri iki yoldan etkilerler. Birincisi, yükselen ekonomilerin hisse senedi piyasalarına ilişkin finansal bulaşma ve yayılmanın söz konusu olması durumudur. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin hisse senedi piyasalarında mayıs 2008’den beri bir düşüş söz konusudur. İkincisi, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik düşüşün gelişmekte olan ülkeler üzerinde de etkisi olacağıdır. Te Velde’nin ve IMF’nin (2009) çalışmasına göre, gelişmekte olan ülkelerin etkilenme kanalları; doğrudan finansal kanallar, yurtiçi bankalar ve finans-dışı kuruluşlar üzerindeki etkiler, uluslararası piyasalara giriş, finansmanın maliyeti, ticaret ve ticari fiyatlar, para transferi (işçi dövizleri), doğrudan yabancı yatırım ve özsermaye yatırımı, ticari borç verme, yardımlar ve diğer resmi akımları içerir. Bu değişkenler büyüme ve gelişme üzerinde doğrudan sonuçlara sahip oldukları için, söz konusu kanallar dikkatle izlenmelidir. Krizin gelişmekte olan ülkeler üzerinde yaratacağı etkiler, gelişmiş ülkelerde finansal krize ve yavaşlamaya verilecek yanıta ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik karakteristiklerine ve politika yanıtlarına bağlı olarak farklılaşabilecektir. Bir başka çalışma (Naude 2009: 4-5) ise küresel krizin gelişmekte olan ülkeleri etkileme kanallarını üç başlık altında toplamaktadır. Bu kanallar; banka iflasları ve yurtiçi borç vermede azalma, ihracat gelirlerinde azalma ve gelişmekte olan ülkelere yönelik finansal akımlarda azalmadır. ABD’de ortaya çıkan küresel krizin ardından diğer ülkelerin yaşadığı ilk korku finansal bulaşma idi. Bu, gelişmekte olan ülkelerdeki finansal kurumların hem doğrudan hem de dolaylı olarak negatif yönde 391 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 etkileneceklerine ilişkin bir tehlikeyi ifade etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerdeki bankalar, doğrudan, sahip oldukları varlıkların yüksek riskli konut kredileri tarafından kirlenmesi ölçüsünde etkilenebilirler. Ancak, hisse senedi piyasası fiyatlarında ve konut fiyatlarında düşüşler yoluyla ortaya çıkan daha ciddi bir dolaylı etki de söz konusudur. Bu etki, özellikle sermayelerinin yeterli bir düzeyini nakit olarak tutmayan bankaların ve diğer büyük şirketlerin sermayelerinin azalmasına neden olur. Bu durumda, bankalar sermayelerini desteklemek için borç vermeyi azaltacaklardır. Borç vermede böyle bir azalma; yatırımların düşmesi, büyümenin daralması ve işsizlikte artış gibi etkiler yaratacaktır. İşsizlikte artış, talepte düşmeye yol açacak, bu da ekonomik büyümeyi daha da azaltacaktır. Devlet gelirinin büyümeye dayandığı göz önünde bulundurulduğunda, bu durum daha az devlet gelirine ve sonuç olarak da yoksullukla mücadele etmek için devletin daha az olanağa sahip olmasına yol açacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin kendi finansal sistemleri önemli ölçüde zarar görmese bile, gelişmiş ülkelerin durgunluğa girmesi onlara zarar verecektir. Son yıllarda çoğu gelişmekte olan ülke ekonomik gelişmesini ihracata dayandırmaktadır. Kriz, ülkelerin ihracat gelirlerinde önemli bir düşüşe yol açacaktır. Beklenen düşüşler, mal fiyatlarındaki düşüş, gelişmiş ekonomilerin gelişmekte olan ülkelerin mallarına yönelik taleplerinde düşüş ve turizmde düşüşün bir bileşimi yoluyla ortaya çıkacaktır. Mal fiyatlarındaki düşüşler başlıca mal ihracatçısı birçok ülkenin ihracat gelirlerine zarar verecektir. Gelişmekte olan ülkeler ekonomik büyümeyi, ticareti ve gelişmeyi kolaylaştırmak ve hızlandırmak için dünyanın geri kalanından finansal girişlere gereksinim duyarlar. Bu finansal akımlar, resmi kalkınma yardımlarını (official development assistance, ODA), portföy ve doğrudan yabancı yatırımları içeren yatırım akımlarını, ticari kredileri ve para transferlerini (işçi dövizlerini) içermektedir. Tüm bu değişkenler kriz sırasında olumsuz yönde etkilenirler. Resmi kalkınma yardımları konusunda, pek çok gelişmiş ülkenin Uluslararası Kalkınmanın Finansmanı Konferansı’nda (2002) kabul edilen Monterrey Konsensüsü ile GSMH’larının en az % 0.7’sini gelişmekte olan ülkelere yardım olarak vermeyi taahhüt etmelerine rağmen, 2004 yılı sonu itibariyle sadece beş ülkenin gelişmekte olan ülkelere yaptıkları resmi kalkınma yardımlarını GSMH’ larının binde 7’sine ulaştırdıkları (DPT 2005: 72), Aralık 2008’de de az sayıda ülkenin bu taahhütü yerine getirdiği görülmüştür. Ayrıca, gelişmiş ülkeler yardım katkısı olarak GSMH’larının payını korusalar bile, düşen GSMH’larıyla birlikte mutlak yardım miktarı da düşecektir. Riskten kaçınan çok sayıda yatırımcının fonlarını ‘daha güvenli’ limanlar olarak algıladıkları yerlere götürmeleriyle, gelişmekte olan ve yükselen ekonomilere giren özel yatırım akımları da azalacaktır. Bu azalma, hem portföy yatırımlarını hem de doğrudan yabancı yatırımları içerecektir. Azalan portföy akımları devlet borçlanmasını da etkileyecektir. Gelişmekte olan ülke devletleri için önemli finansman kaynakları 392 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olan devlet tahvillerinin maliyeti ve ticari borçlar yoğun bir şekilde artmıştır. Uluslararası ticaret, ticari kredilerin genişlemesine dayanır; ticaretin %90’ı geleneksel olarak kısa dönemli kredilerle finanse edilir. Kredi daralmasının etkisini göstermesiyle, bankaların karşı karşıya kaldıkları riskleri sınırlamaları durumunda ticari finansman da azalır. Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerin ticaretleri üzerinde ikili bir baskı oluşur: ihraç ettikleri malların talebinde ve ticari kredilerde düşüş. Göçmen işçilere sahip ülkelerin göstergelerinden, para transferlerinde (işçi dövizlerinde) de düşüş olduğu anlaşılmaktadır. (Naude 2009, 6-7) Te Velde’ye (2008: 4) göre, ülkeden ülkeye farklılaşabilmekle beraber krizin yaratacağı etkiler; daha az ihracat geliri, cari işlemler ve ödemeler dengesi üzerinde daha fazla baskı, daha düşük yatırım ve büyüme oranları, istihdamın azalması gibi makroekeonomik etkileri ve daha yüksek bir yoksulluğa dönüşen daha düşük büyüme, daha fazla suç, daha zayıf sağlık sistemleri gibi sosyal etkileri içerebilecektir. Ayrıca, krizin ülkeleri etkileme kanalları şu tür ülkelerin daha büyük olasılıkla risk altında olduğunu göstermektedir: • ABD ve AB ülkeleri gibi krizin etkilediği ülkelere büyük ölçüde ihracat yapan ülkeler. Meksika bu tür ülkelerdendir. • Fiyatları krizden etkilenen ya da yüksek gelir esnekliğine sahip olan ürünleri ihraç eden ülkeler. Afrika ülkeleri buna örnek verilebilir. • Para havalelerine (işçi dövizlerine) bağlı ülkeler. Örneğin, durum daha da zorlaştıkça ve iş fırsatları kıtlaştıkça, İngiltere’ye ve diğer gelişmiş ülkelere daha az göçmen gelecektir. • Cari hesaplarına ilişkin problemlerini çözmek üzere aşırı dercede doğrudan yabancı yatırımlara ve portföy yatırımlarına bağımlı olan ülkeler. Güney Afrika bu konuda örnek olarak verilebilir. • Zayıf bir şekilde düzenlenen menkul kıymetler piyasasına sahip, karmaşık bir borsa ve bankacılık sektörü olan ülkeler. • Döviz kurları ve enflasyon oranları üzerinde baskıya yol açan yüksek bir cari hesap açığı olan ülkeler. Güney Afrika böyle bir ülke olarak kabul edilebilir. • Yüksek bütçe açığına sahip ülkeler. Hindistan bu duruma örnek gösterilebilir. • Yardımlara bağımlı ülkeler. 4. Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri 2008 yılının üçüncü ve dördüncü çeyreğinde ülkemizde yoğun biçimde hissedilen krizin etkisi daha çok ihracat ve iç talepte daralma biçimindedir. GSYİH daralmış, işsizlik oranı yükselmiş, imalat 393 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sanayi ve dış ticarette gerileme ortaya çıkmıştır. Döviz kurları ve faiz oranları hızla yükselirken, TCMB’nin döviz ve likiditeye ilişkin aldığı önlemler, faiz oranını düşürme yönündeki politikalarıyla birlikte bu hızlı yükseliş geriletilmiştir. Uluslararası mal fiyatlarındaki hızlı düşüş, yurtiçi ve dışı talepteki daralma enflasyonun artış hızında gerilemeye neden olmuştur. 2009 yılı için hedeflenen enflasyon %7,5 iken gerçekleşen enflasyon %6,5 olmuştur. Süreç içerisinde 2009 yılının son iki çeyreğinde göstergelerde iyileşme sözkonusu olmakla birlikte üretimde, özellikle sanayi sektörü üretiminde düşüş devam etmektedir. Aşağıda Türkiye ekonomisine ilişkin çeşitli makroekonomik değişkenlerde krizin etkileri yorumlanmaya çalışılmıştır. GSYİH ve Bileşenleri: Türkiye ekonomisinin hem piyasa göstergeleri hem de reel ekonomik büyüklükleri küresel krizden 2008 yılının ikinci yarısından itibaren olumsuz olarak etkilenmeye başlamıştır. GSYİH reel olarak, 2008 yılında yıllık sabit rakamlarla % 0,89 artabilmiştir. GSYİH reel olarak bir önceki yılın aynı dönemine göre 2008’in ilk çeyreğinde %7,3 artmış, son çeyreğinde % 6,5, 2009 yılının ilk dokuz ayında ise % -8,4 oranında Şekil 1. Sabit fiyatlarla (1998) GSYİH ve % değişim daralmıştır. 2008 yılının dördüncü çeyreğinden 2009’un dördüncü çeyreğine kadar sırasıyla %-6,5, %-14,7, %-7,9, %-3,3 olarak ekonomide üst üste dört çeyrek daralma yaşanmıştır. Sanayinin büyüme hızı 2008’in dördüncü çeyreğinde %-9,6’ya düşmüş, en düşük büyüme hızı da 2009’un ikinci çeyreğinde (%-20,6) yaşanmıştır. Yılın üçüncü çeyreğinde ekonomideki daralma önemli ölçüde yavaşlamıştır. 2009’un üçüncü çeyreğinde sanayi ve hizmetler sektörlerinde daralmada yılın 394 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ilk yarısına göre önemli miktarda nispi gerileme vardır. 2007 yılında sanayi sektörü katma değeri yıllık %5,8, hizmetler sektörü katma değeri % 6,0 ve tarım sektörünün katma değeri %-6,9 iken, 2008 yılında tarım sektörünün katma değeri % 3,5’a çıkmış, sanayi sektörü ve hizmetler sektörünün katma değerleri sırasıyla %1,1, %0,4’e düşmüştür. 2009 yılının üçüncü çeyreğinde ise sanayi sektörü katma değeri %4 azalmış, Şekil 2. GSYİH’nın bileşenlerinde % değişme (sabit fiyatlarla) tarım sektöründe katma değer %2,8 oranında artmış, hizmetler katma değerindeki daralma %-4,5 olmuştur. Hizmetler sektörü genelinde katma değerde kaydedilen gerileme yurtiçi talepteki gerilemeyi göstermektedir. Hizmetler sektöründe daralmanın 2009’un ikinci çeyreğinden itibaren gerilediği görülmektedir. Bu gerilemenin nedeni krize karşı uygulanan vergi indirimleridir. Tarım sektöründe beklentiler doğrultusunda üretim artışı GSYİH büyümesine katkıda bulunmuştur. TÜİK’e göre 2009 yılının ilk yarısı için GSYİH’daki artış oranı %-11,2’dir. 2008 yılında sanayi sektörünün büyüme hızının düşmesinde özellikle son çeyrekte %10,8 oranında gerileyen imalat sanayi etkili olmuştur. İmalat sanayi katma değeri kriz öncesi 2007 yılında yıllık % 5,6, 2008 yılında ise yıllık %0,8 oranındadır. İmalat sanayi katma değerindeki azalma, 2009 yılının birinci çeyreğinde %-21,8, ikinci çeyreğinde %-11,2, üçüncü çeyreğinde ise %-3,9’dur. 2009’un üçüncü çeyreğinde imalat sanayinde yatırım malları üretiminde %-19,1, ara malları üretiminde %-8,4 oranında azalma, dayanıklı tüketim malları üretiminde ise %8,4 oranında artış kaydedilmiştir. 2009 yılının ilk yarısında imalat sanayindeki daralma %-16,4 olarak belirlenmiştir. 395 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil 3. İmalat sanayinde gelişme İnşaat sektöründe katma değer 2007 yılında yıllık %5,7 oranında artmıştır. 2008 yılının dört çeyreğinde de üretim maliyetlerindeki hızlı artış, mali piyasalarda gözlenen dalgalanma ile birlikte ortaya çıkan belirsizlik ortamında konut satışlarındaki durgunluk nedeniyle sektörde önemli ölçüde daralmayı beraberinde getirmiştir. 2008 yılında inşaat sektörü yıllık %-8,2 oranında daralmıştır. 2009 yılının ilk çeyreğinde % 18,9, ikinci çeyrekte %21,4, üçüncü çeyrekte ise %-18,1 oranında daralma gerçekleşmiştir. Bu sektörün imalat sanayinde alt sektörlerle olan girdi bağlantıları göz önüne alındığında daralmanın boyutu artmaktadır. Şekil 4’ten de anlaşılacağı gibi inşaat sektöründeki daralma küresel krizin ülkemize etkimeye başladığı 2008 ikinci çeyreğinden önce başlamıştır. Şekil 4. İnşaat sektöründe gelişme 396 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2009 yılının ilk yarısında en çok küçülme yaşanan sektör %20’yi geçen bir oranla toptan ve perakende ticaret olmuştur. 2007 yılında toptan ve perakende ticaret sektörü yıllık % 5,3 oranında artmış, 2008’in üçüncü çeyreğinde %-1,5, dördüncü çeyreğinde %-15,9 oranında azalarak, yıllık %1,1 oranında azalış sergilemiştir. 2009 yılında söz konusu sektörde katma değer birinci çeyrekte %26,3, ikinci çeyrekte %-15,4 üçüncü çeyrekte ise %-7,2 oranında azalmıştır. Bununla birlikte üçüncü çeyrekte beyaz eşya satışları ortalama %-4 oranında azalmış, otomobil satışları ise ortalama %16,1 oranında artmıştır. Ulaştırma ve haberleşmede katma değer 2007 yılında yıllık %7,1, 2008’de yıllık %1,3 olarak gerçekleşmiştir. Bu sektörde krizin etkisi kendisini 2008’in dördüncü çeyreğinde göstermiş, 2008 dördüncü çeyrekte katma değeri % 7,4 azalmıştır. Ulaştırma ve haberleşmede katma değer 2009 yılında birinci çeyrekte %-17,7, ikinci çeyrekte %-12,2, üçüncü çeyrekteyse %-6,9 oranında azalmıştır. Konut sahipliğinde katma değer 2007’de yıllık %2,1, 2008’de %2,3 ve 2009’da üçüncü çeyrekte %3,8 artış göstermiştir. Tekstil ve hazır giyim sektöründe en önemli pazarımız olan AB ülkelerinin Çin’e uyguladığı kotalar 2008 yılı başında kaldırılmıştır. Buna 2008 yılı son çeyreğinden itibaren küresel ekonomik krizin de olumsuz etkilerinin eklenmesiyle tekstil ve hazır giyim sektörünün üretimi Tablo1 İmalat Sanayinde Önemli Sektörlerde Değişmeler SEKTÖRLER İmalat Sanayi Toplamı Gıda ve İçecek Tekstil Giyim Deri Kok ve Petrol Ürünleri Kimya Plastik ve Kauçuk Toprağa Dayalı Sanayiler Ana Metal Makine Elektrikli Makineler Elektronik Otomotiv ÜRETİM (1) 2008 2009(3) -1,8 -17,7 4,1 -3,2 -10,7 -16,6 -12,0 -13,0 -5,3 -11,3 -2,4 -28,3 -0,3 -5,0 -3,3 -16,3 -1,8 -17,6 -2,0 -22,0 -4,8 -17,0 0,5 -22,2 -26,1 -22,7 5,9 -43,8 İHRACAT (2) İTHALAT(2) % (3) 2008 2009 2008 2009(3) 23,8 -30,9 12,2 -36,7 25,4 -9,0 41,4 -24,0 4,8 -24,2 -4,2 -28,4 -2,4 -23,5 40,1 -9,7 8,6 -26,1 9,7 -36,2 48,8 -59,3 45,7 -34,7 23,1 -23,2 14,3 -31,6 20,9 -22,8 10,8 -35,0 27,2 -18,9 0,5 -39,1 82,8 -32,9 14,8 -59,4 21,6 -24,6 -0,5 -33,6 21,2 -25,7 16,3 -22,8 -17,7 -23,0 -8,6 -24,3 13,8 -47,7 2,8 -45,3 Kaynak: ASO (1)Aylık Sanayi Üretim Endeksi (2005=100) (2)Cari Fiyatlarla ABD Doları (3)İlk 8 ay 397 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ve ihracatı önemli oranda azalmıştır. Ancak, kriz etkilerinin azalmaya başlamasıyla 2009 yılı nisan ayından itibaren bir önceki aya göre sektör üretiminde artış gözlenmeye başlanmıştır. Buna karşın üretim düzeyi bir önceki yılın altında seyretmektedir. Benzer biçimde sektör ihracatı 2009 yılında bir önceki yıla göre azalmakla birlikte son aylarda ihracattaki düşüş hızı nispi olarak gerilemektedir. Ancak, 2009 yılı ağustos ayında sektör üretim ve ihracatında toparlanmanın sürdürülemediği görülmektedir. 2009 yılı ilk sekiz ayında hazır giyim ithalatındaki azalma hızı imalat sanayindeki azalma hızına göre daha düşük olmuştur. Bu durum ithalat karşısında sektörün rekabette zorlanmasının bir göstergesidir. Otomotiv sanayinde, geçmiş yıllarda ihracatta önemli gelişmeler sağlanmıştır. Otomotiv sanayi ihracatı, 2000-2008 döneminde yıllık ortalama %31,8 artmıştır. 2008 yılında ihracatın da etkisiyle 1.147.110 adet araç üretilmiştir. Son dönemde iç ve dış talepteki daralma nedeniyle sektörün krizden önemli boyutta etkilendiği görülmektedir. Uygulanan ÖTV indirimlerinin özellikle otomobilde iç pazarın canlanmasına olumlu katkısı olmasına rağmen, 2009 yılı ilk 8 ayında adet olarak otomotiv ana sanayi üretimi %39,2, ihracatı % 45,7, ithalatı % 9,2 düşmüş ve yurtiçi pazarı % 6 oranında daralmıştır. Yurtiçi pazarda ithalatın payı %55,7, ihracatın üretimdeki payı %70,9 olmuştur (ASO 2009:159). Vergiler (eksi sübvansiyonlar) 2007 yılında %5,9’dur. 2001 krizinden sonra ilk kez 2008’in ikinci çeyreğinde %-2,6 ve dördüncü çeyreğinde %-10,1 azalarak, 2008 yılında %-0,3 oranında daralma göstermiştir. Bu azalma 2009 yılının ilk yarısında %14’e ulaşmıştır. 2009’un üçüncü çeyreğinde vergiler-sübvansiyonlar %-8,4 oranında azalmıştır. Toplam Talepteki Gelişmeler: GSYİH büyümesi, 1999 yılı depremi ve 2001 yılı krizinden sonra ilk defa 2008 yılında % 1’in altında gerçekleşmiştir. Bu gelişmede; uluslararası piyasalarda başlayan finansal krizin ülkemize yansımalarının etkili olduğu düşünülmektedir. GSYİH büyümesi, 2007 yılında yıllık %4,7, 2008 yılında % 0,89, 2009’un üçüncü çeyreğinde de %-3,3 oranında gerçekleşmiştir. Toplam nihai yurtiçi talep 2007 yılında % 5 oranında artmış, 2008’de %-1,1, 2009’un üçüncü çeyreğinde %-4,2 oranında düşmüştür. Özel tüketim 2007’de %4,6 artmış, 2008’de %-0,1, oranında, 2009 yılının ilk çeyreğinde %-10 oranında, üçüncü çeyreğinde ise %-0,9 oranında gerilemiştir. 2009’un üçüncü üç aylık döneminde özel tüketim harcamalarının GSYİH büyümesine katkısı %-0,6 oranında olurken, özel kesim sabit sermaye yatırımlarının büyümeye katkısı %-3,5 oranında 398 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde kamu tüketiminin büyümeye katkısı %0,5, kamu sabit yatırımlarının katkısı da %-0,4 oranında gerçekleşmiştir (DPT, 2009:2). Krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri, ekonomiye duyulan güvende azalma şeklinde de kendisini göstermektedir. Özel sektör yatırım harcamaları üreticilerin, özel kesim tüketim harcamaları da tüketicilerin ekonomiye duydukları güven tarafından belirlenmektedir. Üretici ve tüketicilerin ekonominin geleceğine ilişkin beklentileri, kaygıları tüketici güven endeksi ve reel kesim güven endeksi üzerinden incelenebilmektedir. Yıllık olarak bakıldığında, tüketici güven endeksinin 2007 yılında 94,4 iken 2008 yılında 78,2’ye düştüğü görülmektedir. Çeyrek Tablo 2 Toplam Talepteki Değişmeler 2007 2008 2009 1.Ç 2.Ç 3.Ç 4.Ç 1.Ç 2.Ç 4,3 3 6,5 5,6 5,7 5,6 -0,8 Kamu 7 13,5 4,2 2,7 5,5 -3,4 Özel 4 1,6 6,8 6,1 5,7 1,2 4,9 3,6 4,4 8,5 8,7 3,2 7,8 12,8 1,8 18,3 14,9 5,1 3,1 3,2 9,8 7,7 2,5 -0,4 -0,1 1 4,5 3,2 6 7 2,8 5,6 Toplam Tüketim S.Sermaye Yatırımı Kamu Özel Stok Değişimi 1 T.Nihai Yurtiçi Talep Toplam Yurtiçi Talep 1 4.Ç 1.Ç 2.Ç 3.Ç -4,1 -8,3 -1,2 -0,2 2,6 3,4 5,2 0,5 5,2 -1,3 -5,3 -10 -1,5 -0,9 -1 -7,5 -17,7 -27,5 -24,3 -18 5,3 15,9 24,5 5,4 -10,6 -3,3 -9,6 -23,9 -33,5 -29,4 -19,4 1,3 2,2 1,7 -3,7 -7,8 6,3 6,4 0,2 -2,4 7,5 7,7 2,4 -0,7 -11,1 -20,3 0,8 -2,4 -3,5 -0,9 0,4 1,7 5,2 6,7 3,5 2 -10,1 -4,6 Net Mal ve Hizmet İhr. 0,7 Mal ve Hizmet İhracatı 13,3 9,8 Mal ve Hizmet İthalatı 8,2 5,1 8,1 3,8 GSYİH 3.Ç 4,6 -7,4 -12,9 3,3 13 3,6 3 -8,5 -11,2 14 15,5 14 1,8 -3,4 -23,7 -31 7,2 2,8 1 3,2 4,2 -6,5 -14,7 -4,3 -1,3 -6,8 -4,2 -10,9 -5,2 -20,4 -11,9 -7,9 -3,3 1 GSYİH Büyümesine katkı dönemler itibariyle tüketici güven endeksi incelendiğinde ise 2008’in üçüncü çeyreğinde 79,2 iken dördüncü çeyrekte 71,0’a düştüğü ve 2009 yılında ise sırasıyla 73,4, 83,1, 81,9 ve 79,2 değerlerini aldığı gözlemlenmektedir. Yıllık olarak bakıldığında reel kesim güven endeksinin ise 2007 yılında 110,3 iken 2008 yılında 88,9’a düştüğü görülmektedir. Çeyrek dönemler itibariyle incelendiğinde reel kesim güven endeksinin 2008’in üçüncü çeyreğinde 92,0 iken dördüncü çeyrekte 58,7’e düştüğü, 2009 yılında ise sırasıyla 63,3, 93,8, 98,8 ve 92,5 değerlerini aldığı gözlemlenmektedir. 2009’un üçüncü çeyreğinde Tüketici Güven Endeksinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 2,7 puan, Reel Kesim Güven Endeksinde de 6,9 puan iyileşme kaydedilmiştir. Reel kesim güven 399 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 endeksindeki ve tüketici güven endeksindeki düşüşlere paralel olarak özel sektör yatırım harcamaları ve özel kesim tüketim harcamalarında da azalmalar söz konusu olmuştur. Özel kesimin sabit sermaye yatırımları 2007 yılında %5,3 artmışken, 2008’de%-7,7 azalmıştır. 2009 yılında da özel kesimin sabit sermaye yatırımlarında gerilemeler artarak sürmüş, 2009’un üçüncü çeyreğinde %-19,4 gerilemiştir. Dış talebin bir göstergesi olarak ihracatta 2008’in birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemlerine göre değişim sırasıyla% 41,2, %31,2, %36,2 ve %-12,3’tür. 2009 yılının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü çeyreğinde 2008 yılının aynı dönemlerine göre değişim sırasıyla %-25,8, %-32,9, %-30,2 ve %7,2’dir. Bu veriler dış talepteki düşüşün 2008 yılının son çeyreğinde başladığını ve 2009’un son çeyreğinde artarak sürdüğünü göstermektedir. Yıllık bazda bakıldığında ise ihracat 2007’de %23,2, 2008’de %22 artmış, 2009’da ise % 22,1 oranında düşmüştür. Net mal ve hizmet ihracatı 2007 yılında yıllık %-1,2 oranında düşmüş, 2008 yılında %1,7 oranında artmış, 2009 yılının üçüncü çeyreğinde, mal ve hizmet ihracatının %4,6, mal ve hizmet ithalatının %11,9 oranında azalması nedeniyle, net mal ve hizmet ihracatının GSYİH’nın büyümesine katkısı % 2 puandır. 2009 yılının üçüncü çeyreğinde talep açısından GSYİH büyümesine pozitif katkılar, kamu tüketimi ile net mal ve hizmet ihracatından gelmiştir. Emek Piyasasında Gelişmeler: 2007 yılında işsizlik oranı yıllık %10,3 iken, 2008 yılında oran %11’e yükselmiştir. Krizin etkisini hissettirdiği 2008 üçüncü ve dördüncü çeyreğinde sırasıyla %10,2 ve %12,6’dır. 2009 yılının birinci, ikinci ve üçüncü çeyreğinde işsizlik oranı sırasıyla %16,1, %13,6 ve %13,4’tür. 2007 yılında tarım dışı işsizlik yıllık %12,6, genç nüfustaki işsizlik oranı %20’dir. 2008’de söz konusu oranlar sırasıyla %13,6 ve %20,5 olarak gerçekleşmiştir. 2008’in ikinci ve üçüncü çeyreğinde tarım dışı işsizlik oranı sırasıyla %12,9 ve %15,5’tir. Yine 2008’in ikinci ve üçüncü çeyreğinde genç nüfustaki işsizlik oranı sırasıyla %19,7 ve %24’tür. 2009 yılının birinci, ikinci ve üçüncü çeyreklerinde tarım dışı işsizlik oranları sırasıyla, % 19,3, %17, %17 ve genç nüfustaki işsizlik oranları %28,6, %24,9, %23,5 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılında tarım kesiminde istihdam 2007 yılına göre %3 oranında artmış, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in üçüncü çeyreğine göre artış oranı %4,1 olmuştur. Sanayi kesiminde 2008 yılında istihdam 2007’ye göre yıllık olarak %-19,9, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in üçüncü çeyreğine göre %-8,1 oranında azalmıştır. Hizmetler kesiminde 2008 yılında istihdam 2007’ye göre yıllık olarak %13,7 artmış, 2009’un üçüncü çeyreğinde, 2008’in üçüncü çeyreğine göre %1,5 oranında artış gerçekleşmiştir. Hizmetler sektöründeki istihdam artışında mali kurumlar alt sektöründe kaydedilen yükseliş etkili olmuştur. Ayrıca, önceki yılların aksine tarım sektöründe gözlenen istihdam artışının 400 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 kriz nedeniyle daha önceleri tarımda çalışan bireylerin bir bölümünün yeniden tarımsal faaliyetlerle uğraşmaya başlamasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Şekil 5: İşsizlik oranları 2009 yılında işsizlik oranının %14,8, 2010 yılında ise %14,6 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir (ASO,2009:12). Dış Borçlar: Dış borç stoku 2002 yılından itibaren sürekli artış eğiliminde olmakla birlikte küresel krizin etkisiyle, 2009 yılında az da olsa bir gerileme göstermiştir. Şekil 6. Dış Borç Stoku 401 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2001 krizinden sonra bankacılık kesiminin bilançoları daha yakından denetlenmekte ve borçlanmaları yakından takip edilmektedir. Oysa finansal olmayan kuruluşların ve şirketlerin dış borçlanması üzerinde herhangi bir denetim mekanizması mevcut değildir. Şirketler döviz kurunun düşüklüğünü fırsat bilerek aşırı risk almaya heveslenmekte ve bunun sonucunda da dış borçlarını hızla arttırmaktadır. Şekil 6’dan da görüldüğü gibi özel sektör içerisinde finansal olmayan kuruluşların ve şirketlerin borçlanması hızla artmış ancak 2008’deki 126,7 milyar dolardan krizin etkisiyle üçüncü çeyrek itibariyle 117 milyar dolara düşmüştür. Şirket dış borç stokundaki bu denetimsiz artışlar ulusal ekonominin kırılganlığını arttırıcı tehlikeli ögeleri de beraberinde taşımaktadır. Hem ticari bankaların hem de şirketlerin önemli miktarda dış borçlarının olması nedeniyle bu borçların vadesi gelenlerini ödemeye yetecek kadar yeni dış borç bulmakta zorlanmaları söz konusudur, dolayısıyla bir kısmını kendi kaynaklarıyla ödemektedirler. Bu da bilançolarını küçültücü, hem üretimi hem de istihdamı azaltıcı yönde bir etki yapmaktadır. Aşırı dış borç içine sürüklenmiş bulunan şirketlerin reel sektör krizini derinleştirmesi kaçınılmazdır. Yurtiçi Krediler: 2008 yılının dördüncü çeyreğinden 2009 yılının dördüncü çeyreğine kadar olan süreçte bankaların yurtiçi kredilerinde, özellikle KOBİ kredilerindeki gerilemenin Şekil 7. Bankacılık Sektörü Yurtiçi Kredi Hacmi (Bin TL) (Mevduat ve Kalkınma Yatırım Bankaları) etkisiyle daralma gerçekleşmiştir. Bu gelişmede, küresel krizin etkisiyle bankaların daha az riskli yatırımlara yönelmesi, kredi standartlarının yükselmesi ve ekonomideki daralma nedeniyle kredi 402 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 talebinin daralması etkili olmuştur. Bankaların kredi hacmindeki en düşük artış 2009 yılının ikinci çeyreği ve üçüncü çeyreğinde yaşanmıştır. İkinci çeyrekte kredi hacmi bir önceki yılın aynı dönemine göre %4,5, üçüncü çeyrekte ise ancak %1 oranında artmıştır. 2009 yılının dördüncü çeyreğinde yurtiçi kredi hacminde %10,3, 2010 (12 Şubat) yılında ise %15,4 oranında artış gerçekleşmiştir. Sermaye Hareketleri: Türkiye ekonomisindeki küçülmenin de etkisiyle sermaye girişlerinde kayda değer bir azalma olmuştur. 2008 yılında 35,3 milyar ABD doları olan yabancı sermaye girişi, 2009 yılında 5,5 milyar dolara düşmüştür. Söz konusu azalışta; yabancı yatırımcıların DİBS ve hisse senedi satışları ve özellikle 2008 yılı son çeyreğinde uluslararası kredi piyasalarındaki daralmayla birlikte, banka ve banka dışı kesim tarafından kullanılan kredilerde bu sektörlerin net borç ödeyicisi konumunda bulunması, temel belirleyici olmuştur. Bu gelişmelere ek olarak, gelişmekte olan ülkelere yönelik doğrudan yatırımların 2009 yılında azalmasıyla doğrudan yatırım girişlerinde de önemli bir düşüş gerçekleşmiştir. Küresel ekonomik kriz nedeniyle gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarındaki Şekil 8.Sermaye Hareketleri yavaşlamanın etkisiyle 2008 yılında 15,7 milyar ABD doları olan doğrudan yatırım girişi, 2009 yılında 6,02 milyar dolar düzeyine gerilemiştir. Küresel krizin risk algılamalarını ve beklentileri kötüleştirmesi, diğer ülkelere olduğu gibi Türkiye’ye yönelik portföy yatırımlarında da çıkışlara neden olmuştur. 2009 yılında yıllık net portföy yatırımlarında 5 milyar 46 milyon dolar tutarında çıkış yaşanmıştır. 403 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Sonuç Kriz öncesi dönemde gelişmekte olan ülkelere devletin ekonomiye müdahale etmemesini ve özelleştirmeleri teşvik eden politikaları öneren gelişmiş ülkeler, krizden çıkabilmek için ekonomiye müdahale etmişler, likiditeyi arttırmışlar, genişletici para ve maliye politikaları uygulamışlardır. Ancak, kriz sonrasında uygulanan bu politikaların neoliberal ekonomi politikalarını ve çok uluslu şirketlerin egemen olduğu ekonomik yapıyı sarsmış olduğu açıktır. Geçmişte etkili olan, devleti küçültme, devreden çıkarma önerileri artık savunulmamakta, kapitalizmi yaşatacak yeni bir yaklaşım gerekliliği kabul görmektedir. 2007 yılında ABD’de ortaya çıkan kriz, 2008 yılının ikinci çeyreğinden itibaren gelişmekte olan ülkelerde de etkisini göstermeye başlamıştır. Krizin gelişmekte olan ülkeleri ticaret, kredi, finansal akımlar, finansmanın maliyeti vb. kanallar üzerinden etkileyeceği konusunda iktisatçılar arasında görüş birliği söz konusudur. Bu görüşün arkasında, son yıllarda Türkiye gibi diğer gelişmekte olan ülkelerin de büyüme konusunda ihracata dayalı olmaları ve iç tasarruf oranlarının düşük olması nedeniyle dışarıdan borçlanmaları gerçeği yatmaktadır. Kriz nedeniyle dünyanın en büyük ithalatçısı konumundaki ABD’nin talebindeki düşüş ticaret kanalı üzerinden bu ülkeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin de ihracatı, özellikle Avrupa ülkeleri üzerinden etkilenmektedir. Türkiye’de küresel ekonomi ile ilişkilerin baş aktörleri reel üretim şirketleridir. Bu finans dışı şirketler aşırı dış borç kullanmışlar ve yoğun kur riski almışlardır. Bankacılık kesimi üzerinde bir denetim olmasına karşın bu finans dışı kesimin dış borçlanması üzerinde herhangi bir denetim yoktur. Bunların iflas etmeleri durumunda büyümede düşüş ve işsizlik artışı söz konusu olmaktadır. Bu nedenle küresel krizden öncelikle reel üretici, finans dışı kesim etkilenmektedir. Türkiye ekonomisi üzerinde krizin olumsuz etkileri bazı göstergelerde 2009 yılının son iki çeyreğinde azalmıştır. Örneğin, GSYİH, sanayi, hizmetler, toptan ve perakende ticaret sektöründeki daralmanın boyutu düşmüştür. Ancak, GSYİH’daki düşme nedeniyle vergi gelirleri azalmıştır. 2009 yılının üçüncü çeyreğinde toplam nihai yurtiçi talepteki daralmada da gerileme yaşanmıştır. 2009’un son ayında beklentilerin üzerinde yükselen sanayi üretim endeksi iyi bir işaret olsa da bu artıştaki düşük baz etkisi göz önüne alınmalıdır. Bir başka deyişle, bu toparlanmada 2008 sonunda yaşanan sert durgunluğun düzelmesinin de payı olduğu ve son aylarda sanayi üretimi ve kapasite kullanım oranı arasında görülen farklılaşmanın da ekonomide tam bir iyileşmenin henüz yaşanmadığının habercisi 404 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Reel kesim güven endeksi ve tüketici güven endeksi de söz konusu dönemde artış göstermiştir. İşsizlik oranında henüz kalıcı bir iyileşme olmadığı görülmektedir. Dış borçlanmada şirket dış borçlarındaki artışlar kriz nedeniyle düşüş göstermekle birlikte denetimsiz olmaları ulusal ekonominin kırılganlığını arttırmaktadır. 2009 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren yurtiçi kredilerde artış gözlemlenmektedir. Küresel kriz nedeniyle ticaret ve finans akımları yoğun biçimde tahrip edildiğinden yeniden geliştirilmeleri zaman alacaktır. Küresel ekonomide düşük kredi hacmi ve düşük finansal değerler geçerli olacaktır. Bu bağlamda, gelişmekte olan ülkelerin ve Türkiye’nin kriz sonrası canlanma süreçleri gelişmiş ülkelerin toparlanmasına bağlı olacaktır. Türkiye’de krizin aşılabilmesi için istihdamı canlandırıcı, gelirleri arttırıcı önlemler alınmalıdır. Bu önlemlerle toplam talep de artacaktır. Ancak, hükümet talep artışını sağlayabilmek için üretilen malların fiyatlarını vergi indirimleri yoluyla düşürme çabası içerisine girmiştir. Çalışanların gelirlerinin düşüklüğü nedeniyle hükümetin fiyat düşürme yoluyla talebi arttırma çabası amacına ulaşmamaktadır. Bu nedenle hükümetin yapması gereken, geliri arttırıcı politikalar yoluyla talebi arttırmak olmalıdır. 405 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaynakça Akgüç, Öztin (2009). “Kriz Nedeni Ve Çıkış yolları”. Muhasebe Ve Finansman Dergisi (42): 6-11. ASO (2009) http://www.aso.org.tr/kurumsal/media/kaynak/TUR/tamim09/Dosyalar/tamim 1494_ek2. pdf (06.01.2010) Bağımsız Sosyal Bilimciler (2008). 2008 Kavşağında Türkiye. İstanbul: Yordam Kitap. Demir, Faruk, Ayşegül Karabıyık, Emine Ermişoğlu ve Ayhan Küçük (2008). ABD Mortgage Krizi. BDDK, Çalışma Tebliği (Sayı 3, Ağustos) http://www.bddk.org.tr/ WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Raporlari/5176ABDMORTGAGE 05082008x.pdf (06.01.2010) DPT (2005). Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Raporu Türkiye 2005. http://www.un.org.tr/includes/files/Binyıl05.pdf (24.02.2010) DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler (Nisan). http://www.dpt.gov.tr/DPT .portal (20.01.2010) DPT (2009). Ekonomik Gelişmeler (Aralık). http://www.dpt.gov.tr/DPT .portal (20.01.2010) Durmuş, Mustafa (2009). Kapitalizmin Krizi. Ankara: Tan Kitabevi Yayınları. Eğilmez, Mahfi (2008). Küresel Finans Krizi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Gürsoy, Melih (2009). Ekonomik Ve Finansal Krizler. İstanbul: MG Yayınları. IMF (2009). The Impicatons Of The Global Financial Crisis for Low-Income Countries. http://www.imf.org/external/pubs/ft/books/2009/globalfin/globalfin.pdf (20.02.2010) Naude, Wim (2009). The Financial Crisis of 2008 and the Developing Countries. United Nations University Discussion Paper No. 2009/01. http://www.wider.unu.edu/publications/workingpapers/discussion-papers/2009/en_GB/dp 2009-01/_files/ 80843373967769699/default/dp200901.pdf (15.02.2010) Özatay, Fatih (2009). Finansal Krizler Ve Türkiye. İstanbul: Doğan Kitap. Somel, Cem (2009). “İktisadi Buhran Ve Sermaye Birikimi”. Kriz: Nedenler, Sonuçlar Ve Çıkış Yolları. TES-İŞ (Mart):80-83. 406 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 TCMB (2008) Yıllık Rapor. Ankara. Tepav (2008). 2007-2008 Küresel Finans Krizi ve Türkiye: Etkiler ve Öneriler. http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/2007_08_Kuresel_Finans_Krizi_ve_Turkiye.pdf (15.02.2010) Te Velde, Dirk Willem (2008). The Global Financial Crisis and Developing Countries. Overseas Development Institute Backround Note. http://www.odi.org.uk/resources/download/2462.pdf (24.02.2010) Ünal, Ali ve Hüseyin Kaya (2009). Küresel Kriz Ve Türkiye. Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi. http://www.ekopolitik.org/images/cust_files/090317164507.pdf (15.02.2010) Wyplosz, Charles (2008). “The Subprime Crisis: Observations on the Emerging Debate”. The First Global Financial Crisis of the 21st Century. VoxEU.org Publication. Yükseler, Zafer (2009). Türkiye’de Kriz Dönemlerinde Ekonomik Gelişmeler Ve Ödemeler Dengesi Uyumu. TCMB. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/iletisimgm/Krizler_Yukseler.pdf (02.01.2010) http://www.tuik.gov.tr (28.02.2010) http://www.tcmb.gov.tr (28.02.2010) 407 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 408 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FİNANSAL KRİZLERİN ÖNCÜ GÖSTERGELERİ VE ÜLKE EKONOMİLERİNİ ETKİLEME KANALLARI: TÜRKİYE ÖRNEĞİ Yrd. Doç. Dr. Fatih YÜCEL* Doç. Dr. Hüseyin KALYONCU** Özet Küreselleşen dünyada geçilen yüz yıl içinde çıkış noktaları ve sonuçları birbirinden farklı çeşitli krizler yaşanmıştır. Bir ülkede ortaya çıkan krizin diğer ülkelere sirayet etmesi mali ve ticari küreselleşmenin bir sonucu olarak düşünülebilir. Kriz, küreselleşme denizinde yüzen ülke ekonomilerinin farklı şiddetlerde mali fırtınalara yakalanmasıdır. Bu noktada yanıt aranması gereken soru “kriz geliyorum der mi?”. Çalışmamızda bu soruya yanıt aranacaktır. Literatürde, krizlerin önceden bilinebileceğine yönelik çeşitli “öncü göstergeler”in varlığı tartışılmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye ekonomisine krizlerin hangi kanallardan yansıdığı çeşitli öncü göstergelerle ışığında araştırılacaktır. Anahtar Kelimeler: küresel krizler, öncü göstergeler, Türkiye LEADING INDICATORS OF FINANCIAL CRISIS AND AFFECTING CHANNELS OF COUNTRIES ECONOMIES: THE CASE OF TURKEY Abstract In a globalizing world, several crises with different causes and consequences have been experienced in the last century. It can be considered that financial crisis arising in a country spread to other countries as a result of financial and commercial globalization. Crisis is a situation where countries’ economies floating in the sea of globalization are caught to financial storms at different severity levels. The question to be answered at this point is “Does crisis give a signal before it comes?”. In this paper, we will investigate the answer of this question. In the related literature, the existence of various “leading indicators” is discussed. In this context we will investigate the channels through which crisis spread to the Turkish economy in the light of leading indicators. Keywords: Global crisis, leading indicators, Turkey * Niğde Üniversitesi İİBF, İktisat Bölümü, fatihyucel@nigde.edu.tr Melikşah Üniversitesi İİBF, Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik Bölümü, hkalyoncu@meliksah.edu.tr ** 409 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 GİRİŞ 19.yy başlarından günümüze kadar etki dereceleri birbirinden farklı birçok kriz yaşanmıştır. 19.yy’da ortaya çıkan ve dünya ekonomisini etkileyen 1825, 1836-39, 1847, 1857, 1866, 1873, 1882-84, 1890-93 krizlerinin oluşum sebepleri daha çok savaş, mali spekülasyon ve kıtlıklardır. 20. ve 21.yy’larda ortaya çıkan krizler ise kapitalist ülkelere özgü nitelikler taşımaktadır (Dura,agis* 2009). 20. ve 21.yy. krizleri ise 1900, 1907, 1913, 1920 krizleri, I. Dünya Savaşı ardından yaşanan 1929 Büyük Bunalımı, II. Dünya Savaşı’yla beraber kendi gösteren ekonomik darboğazlar ve ardından 1973 Enerji Şokları, 1990’lerden sonra da küreselleşmenin hız ve boyut değiştirmesine bağlı olarak sık aralıklarla dünyanın farklı bölgelerinde krizler yaşanmıştır. Bunlar, Avrupa Para Sistemi’ne bağlı 1992-1993 Avrupa, 1994 Meksika “tekila”, 1997-1998 Asya, 1998 Rusya, 1999 Brezilya, 2000-2001 Türkiye, 2001 Arjantin ve nihayetinde tüm dünyayı etkileyen 2008 Amerika “mortgage” krizidir. Kriz kavramı iktisat literatüründe, çöküntü, bunalım, durgunluk, güç dönem ya da buhran gibi terimlere karşılık gelmekte olan ve genel bir ifadeyle ülke ekonomisini önemli derecede sarsacak ani ve beklenmedik bir durumda ortaya çıkan genel olayların bir sonucu oluşan Ekonomik Kriz olarak tanımlanmaktadır. Ekonomik kriz kavramı da oluşum biçimine göre iki ayrı noktada ele alınabilir; birincisi Reel Sektör Krizleridir. Bu krizler mal ve hizmet piyasalarında enflasyon krizleri ve durgunluk krizleri olarak, işgücü piyasalarında ise işsizlik krizleri olarak ortaya çıkmaktadır. İkincisi ise daha spesifik olarak para piyasalarındaki sorunlara bağlı olarak ortaya çıkan Finansal Krizlerdir. Literatürde finansal krizin tanımlanmasına yönelik birçok açıklama yapılmıştır. Bunlardan bazıları şu şekilde özetlenebilir; Mishkin (1999) göre, “Finansal kriz, verimli yatırım olanaklarına sahip finansal piyasaların ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedenleriyle, fonları etkili biçimde kanalize edememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmadır.” Bir başka tanımlamaya göre de, “genel olarak herhangi bir mal, hizmet, üretim faktörü veya finans piyasasındaki fiyat ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde gerçekleşen şiddetli dalgalanmaları ifade etmektedir” (Erdoğan 2006:5). Goldstein ve Turner finansal krizi kısa vadeli faiz oranları, varlık fiyatları, ödemelerin bozulması ve iflaslar ile mali kurumların iflası gibi finansal göstergelerin tümünün veya çoğunluğunun ani, keskin ve açık bir * agis:adı geçen internet sitesi 410 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 biçimde bozulması olarak, Kindleberger ise finansal krizleri konjonktürün tepe noktasındaki dönüşün temel bir unsuru ve önceki genişlemenin kaçınılmaz bir sonucu olarak tanımlamaktadır (Ersoy 2007:8). Yavaş (2007) çalışmasında, “Finansal kriz, bir ülke ekonomisinin makroekonomik dengelerinde ortaya çıkan, önceden bilinemeyen ve öngörülemeyen bazı gelişmelerin sonucunda, makro düzeyde ülkenin tümünü, mikro düzeyde firmaları ve bireyleri etkileyen, bulaşıcı ve yaygınlaşıcı etkisi de bulunan şoklar” olarak tanımlamıştır. Ortaya çıkışları, gelişmeleri ve etikleri bakımından kimi zaman benzer kimi zaman farklı olsa da krizler, küresel ekonomiler için sosyoekonomik istikrarlarına dönük bir tehdit olduğu kadar krizlerin, başarılı politika uygulamaları ve doğru yönetim stratejileriyle fırsata dönüşmesi de söz konusudur. Ancak, krizlerin oluşma olasılıklarının erken uyarı sistemleriyle (EUS) önceden bilinebilmesi, ülkelerin krizleri fırsata dönüştürebilmeleri açısından önemli bir noktadır. Bu çalışmada, krizlerin oluşum öncesinde erken uyarı sistemi çerçevesinde bazı öncü göstergeler yardımıyla tahmin edilip edilemeyeceği araştırılacaktır. Bu araştırma için çalışmanın sistematiği şu şekilde kurgulanmıştır; birinci bölümde finansal kriz modelleri hakkında bilgiler, ikinci bölümde kriz erken uyarı sistemi içinde öncü göstergeler yaklaşımı incelenmiş ve gösterge seçimleri konusunda bilgiler verilecektir. Üçüncü bölümde ise seçilen öncü göstergeler yardımıyla Türkiye Ekonomisi’nin 1994 ve 2001 krizlerindeki durumu incelenecektir. Her bölüm içinde ilgili konuya yönelik de literatür taramasına metin içinde yer verilecektir. 1. EKONOMİK KRİZ TÜRLERİ Finansal kriz türleri, ikiz krizler altında para krizleri, bankacılık krizleri ile sistematik finansal krizler, döviz krizleri, dış borç krizleri ve cari işlem krizleri olarak ayrıştırılabilir. Finansal krizlerin çeşitleri ve birbirlerini etkileme kanalları Şekil.1.1 yardımıyla gösterilmektedir. 411 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Şekil.1.1 Finansal Kriz Çeşitleri Burada belirtilmesi gereken nokta ikiz kriz kavramı, para ve bankacılık krizlerinin kısa dönemde birbirlerini etkilemesiyle (bankacılık krizlerinin para krizlerine yol açması ya da para krizlerinin bankacılık krizlerine yol açması) bir arada gerçekleştiği durumu yansıtmaktadır (Erdoğan 2006:19). Şili 1982, Finlandiya ve İsveç 1992 ve Asya krizleri ikiz krizlere verilebilecek en önemli örnekleridir. Bankacılık krizleri genel olarak şu şekilde tanımlanabilir; geri dönmeyen krediler nedeniyle banka bilançolarının bozulması, ticari kredi vadelerindeki daralma ve reel sektör kredi taleplerinde düşmeler, vadesiz hesaplardan ani para çekimleri, menkul piyasalardaki ani ve sert dalgalanmalar, finansal sisteme olan güvensizlik ile sermaye erozyonları gibi nedenlerle ortaya çıkan şoklardır. Para krizleri ise yabancı dolaylı sermayenin ülkeden hızlı ve ani çıkışları gibi spekülatif ataklar, faiz oranlarındaki aşırı dalgalanmalar gibi nedenlerle uluslararası rezervlerde düşüş ve ulusal paraya olan güven kaybı ve merkez bankasının döviz kuru üzerindeki kontrolünü kaybetmesiyle nominal döviz kurunun %10 ila %25 arasındaki değer kaybı (Frankel vd. 1996:2) sonucu oluşan şoklardır. Bu durumlarda döviz krizleri ve ödemeler dengesi krizleri ortaya çıkmaktadır. Sistematik finansal krizler, kredi dağıtımı, ödemeler ve varlık değerlendirmesi gibi finansal sistemin önemli işlevlerini kesintiye uğratan ve reel ekonomi üzerinde olumsuz etkilere neden olan bir şoklar olarak tanımlanabilir. 412 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Dış borç krizi, bir ülkenin karsılaştığı dış ödeme sorunları dolayısıyla, kamu veya özel sektöre ait borçların anapara ve faizlerini ödeyemeyeceğini ilan etmesi durumudur(Yavaş 2007:53). Reel Sektör Krizleri, işgücü piyasaları ile mal ve hizmet piyasalarındaki istihdam ve üretim miktarlarındaki ciddi daralmalar olarak ortaya çıkar (Kibritçioğlu,2001). Mal ve hizmet piyasalarındaki fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışların belli bir düzeyin üstünde seyretmeye başlamasıyla oluşan enflasyonist baskının meydana getirdiği krizler de enflasyon krizleridir. İşgücü piyasasındaki işsizlik oranının kabul edilebilir (doğal işsizlik oranı) düzeylerin üstüne çıkması halinde işsizlik krizleri oluşur. Resesyon krizleri ise fiyatlar genel düzeyindeki artışların yeni mal ve hizmet üretme noktasında yatırımları uyarmaması sonucu oluşan büyüme daralmalarına bağlı krizlerdir. 2. FİNANSAL KRİZ MODELLERİ Finansal krizler her ne kadar birbirleriyle birçok noktada birleşseler dahi oluşum-gelişimsonuç süreçleri açısından birbirlerinin aynısı değillerdir. Ancak, krizleri bazı temel noktalarına vurgu yapan modeller 4 grup altında literatürde yer almıştır. 2.1. Birinci Nesil Modeller (Kanonik Modeller) Krugman (1979)’da döviz krizlerini açıklamaya yönelik ilk sistematik çalışmayı içeren ve Flood vd. (1984) tarafından geliştirilen ve Kanonik modeller olarak da adlandırılan birinci nesil modeller, krizi ateşleyen temel makroekonomik faktörlerin önemini vurgulamakta ve para krizlerini, makroekonomik politikaların yapısal uyumsuzluğu, yani sürdürülemez oluşuna bağlamaktadır. Finansal krizlerin ekonomi politikalarındaki, bütçe açıklarının para basılarak finanse edilmesi gibi temel dengesizlikler ve döviz kurunu sabit tutma arasındaki tutarsızlıktan kaynaklandığı ifade edilmiştir. Mali açıkların büyük ölçekli parasal finansmana dayandığı, bunun da bir rezerv erozyonu ortaya çıkaracağı ve sonunda bir para çöküşü ile sonuçlanacağına vurgu yapılan bu modellerde, makroekonomik verilerin kötüleşmesi krizlerin temel nedeni olarak gösterilmektedir. Spekülasyon döviz rezervlerinde önemli azalmalara yol açar, bu da daha sonra merkez bankasını sabit tutulan pariteyi korumaktan vazgeçmeye zorlar (Delice:64-65). Bu modeller, döviz krizlerini, izlenen döviz kuru politikasıyla tutarsız makroekonomik politikaların bir sonucu olarak da açıklamaktadır (Doğanlar 2006:377). 413 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 2.2. İkinci Nesil Spekülatif Atak Modelleri (Kendini Doğrulayan/Besleyen Modeller) İkinci Nesil Spekülatif Atak ya da Kendini Doğrulayan/Besleyen Modeller olarak anılan modeller, 1992-93 Avrupa Para Sistemi ve 1994 Meksika krizlerinin, birinci nesil modellerce açıklanamaması sonucu Obsfeld (1986;1994) tarafından geliştirilmiştir. Bu modellerde makroekonomik politika problemlerine vurgu yapılmaktadır. İkinci nesil kriz modellerinin, üç temel bileşeni vardır; Birincisi, hükümetin sabit kur rejiminden vazgeçmesinin bir nedeni olmalıdır. İkincisi, hükümetin sabit kur rejimini savunmasının bir nedeni olmalıdır. Üçüncüsü ise, krize yol açan dairesel mantığın meydana gelebilmesi, sabit kur rejiminin koruma maliyetinin, bundan elde edilecek faydaları astığına olan inancın yaygınlaşmasına bağlıdır (Krugman 1997:4–5). Buradaki temel nokta, hükümetin sabit kuru korumanın faydasıyla maliyetini karsılaştırarak bir karar vermeleridir (Obstfeld 1996:1038). 2.3. Üçüncü Nesil Modeller(Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli) 1994/95 Meksika ve 1997 Asya krizlerinin daha önceki kriz modelleri ile açıklamanın mümkün olamaması nedeniyle Krugman(1997) ile başlayan Üçüncü Nesil Modeller ya da Yayılma/Bulaşma Etkisi Modeli geliştirilmiştir. Bu modellerde bir ülkenin finans piyasasında meydana gelen istikrarsızlıkların veya krizin bir başka yerde makroekonomik temellerle açıklanamayan bir krize neden olabilmesi durumu irdelenmiştir (Masson 1998:2). Bu noktada krizi yaratan temel faktör olarak, hükümetlerin ahlaki tehlikeye yol açan politikaları dikkate alınmıştır (Mishkin 1999). Birinci nesil modellerine dayalı olan bu modellerde farklı ülkelerde eşanlı olarak ortaya çıkan krizler açıklanırken, ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıklar taşıdıkları (örneğin Asya’da sabit döviz kuru sistemleri ve dolar cinsinden aşırı dış borçlar gibi) ve bu yüzden ortak şoklarla sarsıldıkları öne sürülmektedir. Diğer taraftan bireylerin rasyonel olmayan davranışları veya parasal fon yöneticilerinin karşılaştıkları asimetrik güdüler nedeniyle yatırımcılarda oluşan rasyonel olmayan beklentilerin de krizlerin yayılmasını etkilediği kabul edilir (Delice:65). Üçüncü nesil kriz modelleri, finansal piyasalardaki eksiklikleri temel etken olarak görür. Bu modeller, tipik olarak iki bozulmadan birine dayanır; ya devlet garantisinin varlığı seklindeki “kötü politikalar”, ya da asimetrik bilgi veya sözleşmelerin yerine getirilmesindeki aksaklıklardır (Yavaş 2007:28). Yayılma/Bulaşma etkisi bu modellerin içeriğini ise oluşturmaktadır. Krizlerin yayılması konusunda çok çeşitli açıklamalar bulunmaktadır. Fratzscher (2000) Krizlerin bulaşıcılığını üç durum için 414 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 incelemektedir (Erdoğan 2006:42): Çokuluslu büyük finansal kurumların sınırötesi bağlantıları ile ülkelerarası borç verme kısıtlarından kaynaklanan finansal bağlantılar. Ülkelerin karşılıklı ticari bağları veya üçüncü piyasalardaki rekabetçi tutumlarından kaynaklanan reel bağımlılık. Sonuncusu da küreselleşen piyasalar nedeniyle yatırımcıların ortak yatırım yapma güdülerinin artması sonucu oluşan egzojen değişim ile yatırımcıların, borçlu ülkelerin kredi yeterliliğinin yeniden değerlendirilmesi sonucu bunların kredi değerliliğini düşürüp krizin yayılmasına yol açan uyanma ikazıdır. 2.4. Dışsal faktörlere vurgu yapan modeller Dışsal faktörlere vurgu yapan modellerde ise, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yaşanan krizlerde dışsal faktörlerin belirleyiciliği hareket noktası olmaktadır. Bu çerçevede sanayileşmiş ülkelerdeki dış ticaret hadlerinde, döviz kurlarında ve faiz oranlarındaki büyük ölçekli önemli değişmelerin sonucu olarak ekonomik gelişmeler, yatırımların küreselleşmesi ve sermaye piyasalarının artan entegrasyonu gibi faktörlerin, gelişmekte olan ülkelerde krizleri harekete geçirdiği kabul edilmektedir. Örneğin sanayileşmiş ülkelerin faiz oranlarındaki düşüşler, sermaye akımlarını gelişmekte olan ekonomilere yönlendirirken, faiz oranlarında meydana gelen ani artışlar, bu ekonomilerdeki bankaların ve firmaların maliyetlerin yükselterek, dış finansman akımlarını sınırlayabilmektedir. Bununla birlikte, yapılan bazı çalışmalar, finansal piyasalar arasındaki artan entegrasyonun uzun vadede makroekonomik göstergelerdeki aşırı dalgalanmaları azalttığını ortaya koymaktadır (Delice:65). 3. FİNANSAL KRİZ ERKEN UYARI SİSTEMİ: ÖNCÜ GÖSTERGELER YAKLAŞIMI Farklı türdeki ve farklı coğrafyalardaki krizlerin açıklanması ve tahmin edilmesi için geliştirilen modellerde kullanılan açıklayıcı değişkenler oldukça geniş bir yelpaze içerisinde değerlendirilebilir. İkinci kısım altında değinilen finansal kriz modellerinde kullanılmış olan göstergeleri Kaminsky (2003) şu şekilde sınıflandırmıştır: Birinci nesil krizlerde kamu kesimi açıklarının GSYİH’ya oranı ve aşırı reel parasal genişleme kriz göstergesi sayılırken, ikinci nesil krizlerde ihracat, ithalat, reel efektif kur, dış ticaret haddi ve yurt içi reel faiz oranı kriz göstergesi kabul edilmektedir. Üçüncü nesil krizlerde ise yurt içi kredi hacminin GSYİH’ya, M2’nin Rezervlere oranı, M2, mevduatlar, hisse senedi fiyatları kriz göstergeleri olarak dikkate alınmıştır. Yukarıda verilen bilgiler ışığında, literatürde öncü göstergeler, döviz kuru ve ödemeler dengesi göstergeleri, parasal ve finansal göstergeler ve reel sektör olmak üzere üç ana başlık altında toplanmış ve bunlar Tablo 1.1.’de özetlenmiştir (Uygur 2001:18; Kaminsky vd. 1998:9-10; 415 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kaminsky vd. 1998:445; Doğanlar 2006:381; Doğan 2006:199-201; Kar vd. 2006:433; Alagöz vd. 2006:349; Atik 2006: 341; Gerni vd. 2006:302; Işık vd. 2006:249). Tablo.1.1. Öncü Göstergeler Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri a.Reel Döviz Kuru c.İthalatın Büyümesi Parasal ve Finansal Göstergeler a.(Kısa Vadeli Dış Borç.)/(Rezervler) b.Merkez Bankası Döviz Rezervlerinin Büyümesi c.(M2Y/Rezervler)’in Büyümesi d.Cari İşlemler Dengesi d.Reel Mevduat Faizleri a.İmalat Sanayi Üretim Endeksinin Büyümesi b. Reel Sektöre Yönelik Banka Kredileri c.İmalat Sanayi Haftalık ya da Aylık Çalışma Saati d.İşsizlik Oranı e.Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri f.(Cari Açık)/(GSYİH) e.Toplam Mevduatların Büyümesi f.Borsa Endeksinin Büyümesi e. Reel Sektör Sabit Sermaye Yatırımları f. Yatırımlar/ GSYİH g. İhracatın İthalatı Karşılama Oranı: (İhracat/İthalat) h.Net Hata Değişim Oranı g.M2/M2Y g.Kapasite Kullanım Oranı h.Toplam Yurtiçi Kredilerin Büyümesi ı.Reel Ankes (M1) Fazlası h.Stoklardaki Değişme b.İhracatın Büyümesi ı. (İhracat/ GSYİH) j. (İthalat/ GSYİH) Reel Sektör Göstergeleri j.Paranın Reel Değer Artışı(Doğan,2006:199) k.Hisse Senedi Fiyatları l.Enflasyon Oranı 3.1. Öncü Göstergeler ve Temel Bileşenler Yöntemiyle Türkiye Ekonomisi Çalışmanın bu bölümünde Türkiye Ekonomisinin 1988-2009 arası verileri kullanılarak öncü göstergeler çerçevesinde grafiksel analizi sunulacaktır. Ayrıca üç grup altında toplanmış olan öncü göstergelerin her bir grubu Temel Bileşenler Analizi yardımıyla birleştirilecek ve elde edilen birleşik serilerin birer yorumu yapılacaktır. Burada kullanılan veriler IFS(International Financial Statisticsonline) ve TCMB’ndan elde edilmiştir. Bazı serilerdeki hesaplamalar ise yazarlar tarafından hesaplanmıştır. İlgili tasnif EK1’de sunulmuştur. 3.1.1. Türkiye Ekonomisi 1994-2001 Krizleri ve Öncü Göstergeler Birinci, ikinci ve üçüncü nesil kriz modelleri Türkiye açısından dikkate alındığında birleştikleri nokta, cari açık sorunun ekonominin krize sürüklendiğinin en keskin işaretlerinden biri olarak algılanması gerektiğidir. Cari açığın sürdürülebilir olması üretim artış hızına, yatırımların karlılığı ve 416 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 etkinliğine, kamu ve özel kesim tasarruflarına, enflasyon oranına, dışa açıklık ve kurun reel değer artış bağlıdır (Orhan 2006:155). Cari işlemler hesabının önemli olduğu bir noktada, döviz kurunun oluşumu üzerindedir. Şayet döviz fiyatları oluşumunda bir dengesizlik varsa ekonomik istikrarında varlığı ve sürdürülmesinin zor olduğu söylenebilir. İşte burada cari açığın döviz fiyatlarının belirlenmesinde etkin olduğu ifade edilebilir. Sermaye akımlarının serbest olduğu bir ekonomide dış borç ve iç borç ayrımı yapmak güçtür. Çünkü özel kesim borçlanmalarının ya da hazine bonolarının TL cinsinden veya döviz cinsinden olması dahi iç ve dış borç ayrımını yapmakta yetkin bir durum değildir. Özetle, dış borç bir nevi cari açık anlamında gelmiş olmaktadır. Cari açık söz konusuysa, dış borç artıyor demektir. Cari açık, GSYİH’nın %2’si dolayında sürekli açık veriyorsa ülke ekonomisi bir kriz girdabına girmiş demektir (Cansen 2010). Bu oranın %4-5 üzerinde olan ülkelerde ise cari açığın sürdürülemez düzeylere ulaşması ve kriz öncesinde hızlı sermaye kaçışlarının başlaması krizleri başlatan unsurlardan birisidir (Alagöz vd. 2006:372). Cari işlem fazlası vermek de bir başka sorundur. Ancak, bir kriz etkisi açısında cari işlem fazlası, cari açık durumuna göre daha az tehlikelidir. Grafik.4’e bakıldığında 1994 ve 2001 krizleri öncesinde ciddi düşüşler sergilemiş ve 2004’den sonra rekor düşüşler ortaya çıkmıştır. Grafik.6’da ise cari açığın GSYİH’ya oranı verilmiştir. Burada oranın 1990’da %2 bandında iken 1994 öncesi ve 2001 öncesinde %3-4 arasında seyrettiği görülmüştür. 2006-2007’de ise %6 bandına gelmiştir. Bu durumun Türkiye ekonomisinin ciddi bir cari açık krizine doğru sürüklendiğini göstermektedir. 11 Ağustos 1989 tarihinden itibaren başlayan finansal serbestleşme sonucunda kısa vadeli sermaye hareketlerinde Grafik.4’de de görüldüğü üzere 1991’den itibaren bir artma yaşanmıştır. Ancak, 1993 yılından sonra düşüşe geçtiği görülmektedir. 1994 krizi ardından Grafik.1’deki kurlardaki değerlenmeyle beraber 1995’den itibaren artan sermaye girişinde 1998’de dramatik olarak ani bir düşüş yaşanmıştır. 1999’da tekrar artan girişler 2001 krizinin bir diğer habercisi olarak 2000’den sonra yeniden sert biçimde düşmüştür. 2002’den itibaren kurlardaki değerlenmeyle beraber tekrar artan kısa vadeli sermaye girişi 2008 ABD finans krizine bağlı olarak daha sert biçimde düşmüştür. Grafik.2’de 1994 ve 2001 ardından kurlardaki yeni pozisyonların ihracat üzerinde olumlu gelişmeler yaptığını göstermektedir. 1999 yaşanan ihracat ve ithalat düşüşünde 17 Ağustos 1999 büyük depreminin etkisi olduğu söylenebilir. Çünkü Türk Sanayisinin kalbi olan doğu Marmara Bölgesinde deprem sonrası üretim imkanlarında ciddi kayıplar yaşanmıştır. Grafik.3’de ithalatın reel kurun değerlendiği kriz dönemlerinde ciddi düşüşler seyretmesi ithal ürünlerin fiyatlarındaki artışla ilişkilendirilebilir. 417 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kısa vadeli dış borçların Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) brüt döviz rezervlerine oranı Grafik.11’de verilmiştir. Oran hem 1994 hem de 2001 kriz dönemleri öncesindeki keskin artışları krizlerin kaçınılmaz olduğunu bize göstermektedir. Bu sonuçlar Doğanlar (2006) Türkiye Ekonomisi için 1994 krizi ile Kaminsky ve Reinhart (1998) Latin Amerika ve Asya ülkeleri için yaptıkları çalışmalarında elde ettikleri sonuçlarla benzerlik göstermektedir. TCMB’nın döviz rezervlerindeki büyüme Grafik.12’de sunulmuştur. Yatırımcıların dövize yönelmesiyle beraber TCMB’nın piyasalara müdahalede bulunması sonunda kriz öncesi dönemlerde rezervlerin hızla eridiği görülmektedir. Bu durumda rezerv erimelerinin krizlerin ön habercisi olabileceği her iki kriz ortamında kendini göstermiştir. Elbette rezerv erimesi sadece yatırımcı kararlarının etkilerini bertaraf etmek için yapılan müdahale sonucu olmamıştır. Beraberinde krizlerin diğer habercileri olan durgunlaşan ihracat karşısında artan ithalat ve bunlara bağlı olarak ihracatın ithalatı karşılama oranındaki düşme, cari açığın varlığı gibi nedenler rezerv erimelerinin en etkin diğer nedenleridir. Grafik.13’de ise M2Y/Rezervler oranı verilmiştir. Bu oran iki kriz döneminde de artış göstermiştir. Grafik.14’de reel mevduat faiz oranı seyri gösterilmiştir. 1993 yılında izlenen gevşek para politikası nedeniyle düşük olan faizler nedeniyle ekonomideki fazla likidite dövize yönelmiştir (Doğanlar 2006:392). 1989-1996 arası seyirle 1997-2004 arası seyir neredeyse örtüşmektedir. Bu durum reel mevduat faiz oranı seyrinin iki krizinde haberci olma olasılığını ortaya koymaktadır. Grafik.16’da verilen M2/M2Y oranı ekonomideki döviz ikamesi sürecini açıklamak için kullanılmaktadır. Bu oran 1994 ve 2001 öncesinde bariz düşüşler göstermiştir. Bu durumu TL’den dövize kaçış olarak değerlendirmek gerekir. Bu durumunda cari açık üzerine artırıcı etki yapacağı gözden kaçırılmamalıdır. Toplam mevduatların büyümesi (Grafik.15) incelendiğinde 1994 kriziyle oluşan devalüasyon sonucu mevduatlarda kayda değer bir artış yaşanmıştır. Ancak ulusal paraya olan güvensizlik sonucu mevduatlarda erime artarak devam etmiştir. 1994 krizi öncesi yurtiçi kredilerde (Grafik.17) iki düşme yaşanmasına rağmen trend yükselme eğiliminde olduğu görülmektedir. Ancak 1997’den sonra yaşanan sert düşüşler ekonomide bir parasal daralmanın varlığına işaret etmektedir. Bu daralma 2001 krizinin bir nevi habercisi niteliğine bürünmüştür. Türkiye’de yaşanan 1994 ve 2001 krizleri doğrudan mali sektörü etkilemiş olmasına rağmen, 2008 küresel krizi reel sektörü etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Türkiye’de uygulanan politikaların bir sonucu olarak 2008 yılı basından itibaren iç pazar daralmaya başlamış, 418 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Kasım 2008’den sonra ise küresel krizin olumsuz etkileri yaşanmaya başlanmıştır. Bu süreçte özel kesimin ekonomik ve mali durumlarında önemli değişmeler meydana gelmiş ve beklentiler de bozulmuştur (Uzay 2009). Grafik.19’da imalat sanayi üretim endeksinin büyüme seyri verilmiştir. 1990’dan 1994’de kadar bir düşüş söz konudur. Benzer durum birazda 17 Ağustos 1999 depremiyle de ilişki dikkate alındığında 2001 kriz öncesi yaşanmıştır. Benzer durum Grafik.23’de kapasite kullanım oranları seyrinde de görülmektedir. Ancak her iki seri için bir başka etkileyici unsur olarak 1997 Asya ve 1998 Rusya krizlerinin de etkilerinin varlığı gözden kaçırılmamalıdır. 2001 krizi sonrası istikrar yakalayan kapasite kullanım oranı 2007’den sonra önceki iki krize göre daha sert düşüş göstermiştir. 2009’da toparlanma eğilimine girmesine karşın önceki düzeylerine halen ulaşamamıştır. Reel sektöre yönelik banka kredilerinde de her iki kriz döneminde bir düşme yaşanmış ve krizler sonrasında da artışlar göstermiştir. Reel sektör krizlerinden işsizlik krizine girilebileceği yönde bir öncü göstergede Grafik.21’de verilen işsizlik oranıdır. İşsizlik oranındaki artış Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalanıp (1995) yürürlüğe girdiği 1996 yılından sonra geçmiş yıllara kıyasla oldukça yüksek artış trendine girdiği görülmektedir. Ayrıca son dönem uygulanan özelleştirme programlarının ve azalan özel kesim yatırımlarının da bu etkide rol oynadığı söylenebilir. Bu durumun devam etmesi halinde önümüzdeki yıllarda krize yol açabileceği trend seyrinden tahmin edilebilir. Yatırımların GSYİH’ya oranın da yıllar boyunca azalan trendin varlığı görülmektedir. Stoklarla ilgili değişmeler (Grafik.24) incelendiğinde 1990’da 23.75 ve 1991’de 56.76 iken 1992’de -41,24 olan stok büyümesi 1994 krizi sonrası -123,26’ya düşmüştür. 1999’da -45,56 olan stok büyümesi 2000’de 10,21’ye çıkarken 2001 krizinde -45,53 olarak gerçekleşmiştir. Buda göstermektedir ki kriz öncesi dönemlerde harcamaların ertelendiği ve stokların arttığı kriz dönemlerinde ise harcamaların artmasıyla stoklarda oransal olarak önemli azalmaların yaşandığı görülmektedir. 2001 kriz dönemi sonrası uygulanan istikrar programının etkisiyle stoklarda hareketlilik gözlenmiştir. 3.1.2. Temel Bileşenler Yöntemi: Birleşik Seriler Temel Bileşenler Yöntemiyle, Tablo.1.1’de verilen üç grup öncü göstergenin her birinin altında bulunan ve Türk Ekonomisi için kullanılmış olanlar (grafikleri sunulan) seriler birleştirilerek döviz kuru ve ödemeler dengesi (DKÖDG) için, parasal ve finansal göstergeler için ve reel sektör göstergeleri için üç ayrı seri elde edilmiş ve bunlar Grafik.25-26-27 ve 28’de gösterilmiştir. 419 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grafik.25’de birleşik DKÖDG serisi 1992’ye kadar artan bir trende sahipken 93 sonrası düşüşe geçmiş olması 1994 krizinin öncüsü niteliğine sahip olduğu ifade edilebilir. 1994 krizi sonrası döviz ve diğer alt bileşenler etkisiyle artış göstermiş ve Asya ile Rusya krizlerinin etkisiyle tekrar düşmüştür. 2000’den sonra düşüşe geçmiş olması 2001 krizinin öncüsü niteliğine de sahip olduğunu gösterdiği söylenebilir. Grafik.26’de birleşik parasal ve finansal göstergeler serisi 1989 finansal serbestleşme etkisiyle artış gösterirken 1992’den sonra yatay seyre geçmiştir. Asya ve Rusya krizlerinin de etkisiyle düşüşe geçen seri 2001 krizi öncesi çok sert iniş yaşamış ve tekrara toparlanamamıştır. Negatif pozisyona binen eğri gelecek bir finasal krizin öncü göstergesi olarak kabul edilebilir niteliğe bürünmüştür. Grafik.26’de birleşik reel sektör göstergeleri serisinde iki kriz döneminde de bir yükselme içine girmiştir. Kriz sonrası uygulanan politikalara bağlı olarak düşüşler yaşamıştır. 2006 sonrasında ise önemli bir artış seyrine geçmiştir. Grafik.28’de birleştirilmiş serilerin ortak gösterimine bakıldığında reel sektör ve parasal ve finansal kesim arasındaki ilişkinin 2001 krizi hemen öncesi koptuğu açıkça görülmektedir. 2000’ne kadar neredeyse örtüşen bu iki seri bu yıldan sonra farklı trendlere bürünmüşler reel sektör büyüme trendi görülürken para ve finansal kesimde azalan trend ortaya çıkmıştır. Benzer durum kur ve ödemeler dengesi ile reel sektör göstergeleri arasında 2001 krizinin ardıl yansıması olarak 2002’de ortaya çıkmıştır. SONUÇ VE ÖNERİLER Krizin kaynağı ve içeriğinin neler olduğundan çok ekonomi üzerine bıraktığı etkilerin derinliği önem kazanmaktadır. Ancak krize karşı ortaya çıkan tepki ve etkilenmelerde ekonomik birimler arasında derece ve zamanlama açısından farklılıkların da varlığı gözden kaçırılmamalıdır. Örneğin reel sektöre göre para ve finans kurumlarının olası krize karşı algı ve reaksiyonları daha süratlidir. Bunun nedeni olarak da para ve finans piyasalarının hem yurt içi hem de yurt dışı dünya piyasalar ile bütünleşmesini sağlayan elektronik bilgi ağları gösterilebilir. Para ve finans piyasalarının sahip olduğu esneklik ve kullandıkları araçların çokluğu krizlere karşı önlemler ile kriz dönemlerinin atlatılmasında bu piyasalara atiklik kazandırmaktadır. İşlevsellik yönünden daha ağır olan reel sektör ise krize karşı önlemler ve kriz dönemlerindeki etkilenmesi konusunda kısmen atalet içinde olması krizleri derinden yaşamalarına ve geç atlatmalarına neden olmaktadır. 420 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Krizlere karşı erken uyarı sistemleri çerçevesinde öncü göstergelerin neler olduğunun belirlenmesiyle kriz olasılığını bertaraf etme veya gerekli önlemleri alma konusunda uygun politika seçimleri ve uygulamaları ülke ekonomileri için en önemli unsurdur. Bu konularda, Türkiye’nin yakın dönemlerde yaşadığı 1994 ve 2001 krizleri önemli dersler içermektedir. Özellikle, 2001 krizi sonrası yapılan istikrar programı ve bunun altında para ve finans piyasalarındaki kurumsal düzenlemeler günümüzde yaşanan küresel kriz karşısında geçerliliğini kanıtlamıştır. Ülkemizde özellikle 1989’dan 2001’e kadar uygulanan finansal liberalleşme politikaları nedeniyle, TCMB’nın belli sınırlarda kalan uygulamaları dışında, finansal piyasalar üzerinde yok denecek kadar azalmıştır. 2001 sonrası uygulanan politikalar çerçevesinde finansal kesim üzerinde düzenleme ve kontrol görevi üstlenen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) gibi kurumların kurulması çok önemli bir politika uygulaması olmuştur. 2008 ABD finans krizinin dünya piyasalarını etkilediği ve hala derinliği konusunda da net verilerin olmadığı günümüz iktisat çevrelerinde üzerinde durulan en önemli konulardan biri de Keynesyen politikaların uygulanması tartışmalarıdır. Nitekim piyasaların nefes alabilmesi için ABD hükümeti ekonomisine kaynak aktarmasıyla ciddi bir müdahale süreci başlatmış ve tartışmalarda Keynesyen politikaların uygulanması konusunda ilk sinyali vermiştir. Kriz dönemlerinde kamu gücü, ekonomilerin krizleri atlatmakta sığındıkları bir liman olma özelliğini korumaktadır. Ayrıca Brezilya’da sıcak para olarak tanımlanan kısa vadeli yabancı sermaye girişlerine yönelik %2’lik Tobin Vergisi’nin uygulamaya konması krizlere karşı önlemler konusunda kayda değer bir başka gelişmedir. Çünkü kısa vadeli girişler özellikle sığ finansal piyasaya sahip ülkeler için ciddi tehditlerdir. Piyasaların dar ve sığ olması spekülasyon etkisini güçlü kılmakta bu da kriz olasılığını en yüksek seviyeye çıkartmaktadır. Küresel risklerin getirdiği kriz tehditlerine karşı müdahaleler ve kurallamalar (regülasyon) ülke ekonomileri için koruma kalkanı olarak önem arz edeceği görülmektedir. Özetle, kriz olasılıklarına karşı her ne kadar erken uyarı sistemleri önemli bilgiler vermekte ise bu bilgiler doğru politikalarla yönetilmiyorsa, “ekonomilerin krizlerden korunması”, kavram olarak yeterli olmayacaktır. Bu noktada, elde edilecek ön bilgilerin iyi değerlendirilmesi ve oluşturulacak politikaların doğru bir zamanlamayla uygulanması gerekir. 421 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR ALAGÖZ, Mehmet, IŞIK, Nihat ve DELİCE, Güven (2006), “Finansal Krizler İçin Erken Uyarı Sinyali Olarak Cari Hesap Göstergeleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. ATİK, Hayriye (2006), “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Dış Ticaret Hareketleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. Cansen, Ege (2010), “Denize Düşen Yılana Sarılır”, Hürriyet Gazetesi, 22 Şubat 2010. DELİCE, Güven (2003), “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Ocak-Haziran 20:57-81. DOĞAN, Adem (2006), “Asya Krizi: Nedenleri ve Kriz Erken Uyarı Göstergeleri Açısından Bir Değerlendirme”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. DOĞANLAR, Murat (2006), “Türkiye Ekonomisinde 1994 Krizi İçin Öncü Göstergeler”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. DURA, Cihan (2009), “Ekonomik Kriz Nedir, Özellikleri Nelerdir, Nasıl Gelişir?”, www.cihandura.com, (erişim tarihi:24.01.2010). ERDOĞAN, Bülent (2006), Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizler Ve Finansal Kriz Modelleri, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, SBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş. ERSOY, Hicabi (2007), Finansal Krizlerin Çözümleme Süreçleri ve Yöntemleri (Türkiye- Kore-Meksika Deneyimlerinin Karsılaştırmalı Analizi), Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul. FRANKEL, Jeffrey A. ve ROSE, Andrew K. (1996), “Currency Crashes in Emerging Markets: an Empirical Treatment”, International Finance Discussion Paper, 534, January. 422 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 FRATZSCHER, M. (2002), “On Currency Crises and Contagion”, European Central Bank Working Papers, No:139:1-36. GERNİ, Cevat, EMSEN, Selçuk Ö. ve DEĞER, Kemal M. (2006), “Ekonomik Krizlerde Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Dış Ticaret Göstergeleri: Türkiye Uygulaması”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. GOLDSTEIN, Morris ve TURNER, Philip (1999), Bankacılık Krizleri: Kökenler ve Politika Seçenekleri, (Çev. Ali İhsan Karacan), İstanbul: Dünya Yayınları, 1999. s. 7-8. IŞIK, Nihat, ALAGÖZ, Mehmet ve YILDIRIM, Metin (2006), “1990 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Krizler:1994,2000 ve 2001 Krizleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. KAMINSKY Graciela L, (2003). ‘’Varieties of Currency Crises’’, NBER Working Paper N.10193:2‐28. KAMINSKY, Graciela L. ve REINHART, Carmen M. (1998), “Financial Crises in Asia and Latin America: Then and Now”, American Economic Review, 88(2):444-448. KAMINSKY, Graciela L., Saul LIZONDO and Carmen REINHART, (1998), “ Leading Indicators of Currency Crises”, IMF Staff Papers, N.45(1) March. KAR, Muhsin ve TABAN, Sami (2006), “Kriz Erken Sinyalleri Olarak Reel Ekonomi Göstergeleri”, İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. KİBRİTÇİOĞLU, Aykut (2001), “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler”, Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı Eylül Ekim, 1(41):174-182. KINDLEBERGER, Charles (1978), Manias, Panics and Crashes. New York: Basic Books, 1978. MASSON, P. (1998), “Contagion: Monsoonal Effects, Spillovers, and Jumps between Multiple Equilibria”, IMF Working Paper, No. 98/142, September 1 MISHKIN, Frederic S. (1999), “Lessons From the Asian Crisis”, NBER Working Papers No:7102, April. 423 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ORHAN, Sevinç (2006), “Modernizmin İnşası: Pozitivist Finansal Liberalizasyon ve Finansal Kriz Mekanizmaları” İçinde: Seyidoğlu, Halil ve Yıldız, Rıfat (2006), Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, Arıkan Yayınları, Şubat. UYGUR, Ercan (2001), “Krizden Krize Türkiye,2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri, Türkiye Ekonomi Kurumu, No:2001/1:18 UZAY, Nıfset (2009), “Finansal Krizin Reel Sektör Üzerindeki Etkileri: Kayseri Örneği”, EconAnadolu 2009: Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi’nde sunulmuş tebliğ, 17-19 Haziran 2009, Eskişehir, Türkiye. YAVAŞ, Harun (2007), 1980 Sonrası Gelişmekte Olan Ülkelerde Yaşanan Finansal Krizler, Finansal Kriz Modelleri ve Çözüm Önerileri, Kadir Has Üniversitesi SBE, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. 1. Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri Grafik 1: Reel Döviz Kuru Grafik 2: İhracatın Büyümesi 424 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Grafik 3: İthalatın Büyümesi Grafik 4: Cari İşlemler Dengesi Grafik 5: Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri Grafik 6: (Cari Açık)/(GSYİH) 425 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Grafik 7: İhracatın İthalatı Karşılama Oranı Grafik 8: Net Hata Değişim Oranı Grafik 9: (İhracat/ GSYİH) Grafik 10: (İthalat/ GSYİH) 426 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 2. Parasal ve Finansal Göstergeler Grafik 11: Kısa Vadeli Dış Borçlar/Rezervler Grafik 12: Merkez Bankası Döviz Rezervlerinin Büyümesi Grafik 13: (M2Y/Rezervler)’in Büyümesi Grafik 14: Reel Mevduat Faizleri 427 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Grafik 15: Toplam Mevduatların Büyümesi Grafik 16: M2/M2Y Grafik 17: Toplam Yurtiçi Kredilerin Büyümesi Grafik 18: Enflasyon Oranı 428 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI 3. Reel Sektör Göstergeleri Grafik 19: İmalat Sanayi Üretim Endeksinin Büyümesi Grafik 20: Reel Sektöre Yönelik Banka Kredileri Grafik 21: İşsizlik Oranı Grafik 22: Yatırımlar/ GSYİH 429 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Grafik 23: Kapasite Kullanım Oranı Grafik 24: Stoklardaki Değişme Birleştirilmiş Öncü Göstergeler Grafik 25: Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri Grafik 26: Parasal ve Finansal Göstergeleri 430 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Grafik 27: Reel Sektör Göstergeleri Grafik 28: Birleştirilmiş Öncü Göstergeler EK1. 1. Döviz Kuru ve Ödemeler Dengesi Göstergeleri Reel Döviz Kuru IFS-tarafımızca hesaplanmıştır. R=NxP*/P İhracatın Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır İthalatın Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır Cari İşlemler Dengesi IFS Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri TCMB (Cari Açık)/(GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır İthalatın İhracatı Karşılama Oranı :(İhracat/İthalat) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır Net Hata Değişim Oranı IFS 431 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI (İhracat/ GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır (İthalat/ GSYİH) IFS- tarafımızca hesaplanmıştır 2. Parasal ve Finansal Göstergeler (Kısa Vadeli Dış Borçlar)/(Rezervler) TCMB tarafımızca hesaplanmıştır Merkez Bankası Döviz Rezervlerinin Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır (M2Y/Rezervler)’in Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır Reel Mevduat Faizleri IFS- tarafımızca hesaplanmıştır Toplam Mevduatların Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır M2/M2Y TCMB tarafımızca hesaplanmıştır Toplam Yurtiçi Kredilerin Büyümesi TCMB tarafımızca hesaplanmıştır Enflasyon Oranı IFS- tarafımızca hesaplanmıştır 3. Reel Sektör Göstergeleri İmalat Sanayi Üretim Endeksinin Büyümesi IFS- tarafımızca hesaplanmıştır Reel Sektöre Yönelik Banka Kredileri TCMB İşsizlik Oranı IFS Yatırımlar/ GSYİH IFS- tarafımızca hesaplanmıştır Stoklardaki Değişme IFS 432 Bişkek 2010 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 EKONOMİK KRİZE KARŞI İNSAN ODAKLI BİR YÖNETİM MODELİ Yrd. Doç. Dr. Kürşad ZORLU* ÖZET Ekonomik kriz dönemlerine hazırlıksız yakalanan örgütlerin, pazar ağının daraltılması, risk alma oranının minimize edilmesinin yanında; çalışanların işten çıkarılması, yıpranması ve yabancılaşma gibi sonuçlarla baş başa kaldığını ifade etmek mümkündür. Özellikle son dönemde bütün dünyayı etkisi altına alan “global kriz” sürecinde işletmelerin çoğunlukla çözümleri, salt iktisadi boyutta algıladığı ve insan unsurundan sağlanabilecek muhtemel katkıları göz ardı ettiği söylenebilir. Oysa “insan” örgütlerin en kıt kaynağıdır. Buna göre belli bir süreç içerisinde örgüt üyelerinin potansiyel gücünün de harekete geçirilmesi yoluyla olağanüstü koşullarla mücadele edilebilir. Üstelik günümüz örgütleri, sürekli değişmekte olan çevre koşullarında faaliyet gösteren açık sistemlerdir. Bu sebeple kendisini oluşturan parçaların, alt sistemlerin ahenk içerisinde ve bütünsel olarak yönetilmesi gerekir. Dolayısıyla çalışmanın amacı, kriz dönemlerinden kaynaklanan olumsuz etkilerin önlenebileceği temel hareket alanı olarak; güncel örnek ve araştırmalarla desteklenen insan odaklı bir yönetim modeli sunabilmektir. Anahtar Kelimeler: Global Kriz, Yönetim, Örgüt, İnsan Kaynağı, Değişim A HUMAN-FOCUSED MANAGEMENT MODEL ABSTRACT It is possible to state that those organizations, which are caught unprepared during periods of economic depression, face narrowing the market network, minimizing to take a risk as well as firing employees, wearing out and becoming estranged. Especially in the recent “global crisis”, which affects the whole world, it may be said that most enterprises understand the solutions only in an economic dimension and omit possible contributions which may obtained from the human component. However, “human” is the scarcest resource of the organizations. Accordingly, it is possible to fight against extraordinary economic conditions during a specific process, by activating * Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü, KIRŞEHİR. kzorlu77@gmail.com. 433 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 the potential power of the organization’s members. Moreover, today’s organizations are open systems, which act in continuously changing environmental conditions. Therefore, the parts making it, that is the sub-systems, have to be managed in harmony and integrity. Accordingly, the objective of the study is to be able to offer a human-focused management model as a basic movement area in which adverse effects arisen from crisis periods. Key words: Global Crisis, Management, Organization, Human Resource, Change 434 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 1. Giriş Örgütler küresel boyut kazanmış rekabet ortamı, başdöndürücü değişim ve meydana gelen makro gelişmeler karşısında, daha çok gayret göstermek ve farklılaşmak zorundadır. Günümüz örgütlerini çeşitli sebeplerle değişim baskısı altında tutan bu koşullar dinamik, anında karar verebilen ve proaktif anlayışa sahip örgütleri işaret etmektedir. Buna göre çalışanların istek ve beklentisinin farklılaşması, örgütlerin kendi üyelerinden katkı sağlayıcı süreçler istemesiyle birlikte yönetici-işgören, ast-üst, üretim-tüketim, iç ve dış çevre arasında değişmekte olan bir yönetim mekanizmasının ön plana çıktığı söylenebilir. Üstelik çalışanların başarı düzeyi örgütün etkinliğini, gelir-gider dengesini; yöneticilerin işgörenlere olan tutum ve davranışları da çalışanların performansını etkileme gücüne sahiptir. Böylece örgüt sistemi ile çalışanların karşılıklı beklenti ve isteklerinin karşılanmasının örgütsel başarının anahtarı haline geldiğini ifade etmek mümkündür(Sürvegil 2006:1-2). Bu gereklilik bir tarafa The Wall Street Journal’de çıkan bir makalede işletmelerin çoğunlukla yeni istihdam seçeneklerinin ek maliyetleri ile meşgul olduğu ileri sürülmektedir. Aynı makalede yöneticilerin asıl üzerinde durması gerekenin, birbirine bağlı pek çok görevi yerine getiren çalışanların mevcut kapasitelerini ve verimliliklerini artırabilmesi olduğu vurgulanmaktadır. İşletmeler böylece gökdelenler, lüks araçlar ve yeni teknoloji imkânlarını kapsayan yatırım alanlarına, çalışan kapasitesini de yerleştirmek durumundadır(Kent 2005:20). Diğer yandan günümüz dünyası, geniş coğrafyaları etkisi altına alan, farklılaşarak derinleşen ve iç içe geçmiş sonuçlar meydana getiren bir ekonomik kriz süreciyle baş başadır. Öyle ki son dönemde ABD’de başlayan ve kısa zamanda bütün dünyaya yayılan ekonomik krizin belirtileri “global” bir muhtevaya bürünmüştür. Bu süreçte faaliyet alanları ne olursa olsun irili ufaklı bütün örgütler yaşanan krizden nasibini almaktadır. Örgütlerin pek çoğu genel yaklaşım ve algılama bakımından söz konusu krize ilişkin zaman diliminde başarılı olmanın en önemli göstergesini mevcut durum ve pozisyonların kaybedilmemesi olarak belirlemektedir(Bate 2009: 93). Bu sebeple radikal karar ve uygulamalar, tasarrufa yönelik istihdam tedbirleri global ekonomik krizde işletmelerin başvurduğu genel yöntemler arasında yer almaktadır. Ekonomik kriz sürecinin meydana getirdiği olumsuzluklardan en çok etkilenen örgütlerin çalışanlarıdır. 1 Kasım 2008’den bu yana ABD’deki en büyük 500 firmada işten çıkarılanların sayısı 609.500’dür (www.turk-internet.com/haber/, 12.11.2009). İşine son verilmeyen kesimlerin ise 435 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 artarak devam eden bir endişe ve kuşku sarmalında kaldığı ileri sürülebilir. İnsan kaynakları yönetim danışmanlığı firması Mercer’in kriz sonrası değerlendirme araştırmasında şu çarpıcı sonuçlar yer almaktadır (http://www.mercer.com.tr, 12.11.2009): • Global krizde çalıştığı işyerinin devam edip etmeyeceğine yönelik endişe duyanların oranı %92’dir. • İşine son verilme tehlikesi duyanların oranı %85’dir. • Çalışanların %84’ü ücret artışlarından, %69 terfi kararlarından ve %84’ü de emeklilik yatırımları konusunda endişe duymaktadır. Dünya sathına yayılmakta olan bu krizin temel ekonomik sonuçları talebin azalması, stok maliyetinin artması ve finans sıkıntısı olarak gösterilebilir(Gerçik 2009: 21). Halen devam ettiği gözlenen global ekonomik krizde bankaların ya da reel sektörün etkilenme süreçleri birbirinden ayrı düşünülemez. Her iki durumda da karşılıklı bağlantılı ve krize ilişkin spekülasyonlar mevcuttur. Çünkü bankalar işletmelerin likidite ihtiyacını, işletmeler ise üretim-satış dengesi ile bankaların müşteri ihtiyacını karşılamaktadır(Eğilmez 2009:153). Diğer yandan örgütler global krizden çıkabilmek adına finansal ve çevresel tedbirlerin yanında yönetim ve organizasyona dönük önlemleri de göz önünde bulundurmalıdır. Bu çerçevede örgütlerin her aşamada kaliteyi sağlama, teknolojide yenilik, iletişimde sürat ve açıklık, yaratıcılık, katılımcı yönetim gibi temel değişkenleri dikkate alması gerekir. Belirtilen süreçte özellikle örgüt kültürünün söz konusu değişime uygun hale getirilmesi beklenir. Çünkü insan esaslı örgüt kültürü, güven, aidiyet, kalite ve birlikte başarı gibi kavramların yerleşmesi adına önemli bir değişim ve yaratıcılık alanı haline gelebilir(2009: 9-10). Ayrıca bireylerin güncel beklentileri doğrultusunda, insan odaklı bir yönetim anlayışının uygulamaya konulması yönetimde başarının devamlılığı açısından da büyük önem arz etmektedir. Nitekim ABD’deki Kriz Yönetim Enstitüsünce örgütlerde ekonomik krizi meydana getiren faktörleri inceleyen araştırmada %53 yönetim ve %28 ile çalışanların krize neden olduğu ortaya konulmuştur(Pira vd. 2004: 33). Yine 1994 yılında Türkiye’de yaşanan ekonomik krizden ileri düzeyde etkilenen otomotiv yan sektöründe yapılan bir araştırmada şu iki ayrı sonuç elde edilmiştir(Tüz 2001: 164-166): • Krizi yoğun olarak yaşayan işletmelerde yaratıcılık, esneklik, değişim ve katılım gibi kavramlardan yoksun olduğu; 436 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI • Bişkek 2010 Krizi başarılı şekilde atlatan işletmelerde kararların birlikte alındığı, takım çalışmalarının yaygınlığı, açık ve iki yönlü bir iletişim ile çalışanları motive etmeye dönük çalışmaların olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Özgen ve Türk tarafından İstanbul’daki en büyük 500 sanayi firması üzerinde yapılan araştırmada ise işletmelerin yaşadıkları kriz konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığı, yöneticilerin gerçekçi planlar bulundurmadığı ve daha çok kısa süreli tedbirlere yatkın oldukları tespit edilmiştir(Özgen vd. 1996: 19-31). Kriz dönemlerinde çalışan devir hızının yüksekliği, örgütsel bağlılığın gerilemesi ve nihayet işten ayrılma gibi olumsuz sonuçlarla finansal sıkıntıları daha da artırabilmektedir. Zira yönetimde insan unsurunun göz ardı edildiği işletmelerde işe bağlı kalanların oranının azalması muhtemeldir. Söz konusu işletmelerde yetişmiş ve tecrübeli işgörenlerin işten ayrılması örgütsel etkinliği sekteye uğratan gelişmeler arasındadır. Buna göre bir kişinin işten ayrılması, diğer bir çalışanın yıllık maaşının %75 tutarında ek maliyet getirmektedir(Wagner vd. 2009:14-15). Ekonomik krizde işletmelerin çoğunlukla görmezden geldiği ya da saklamaya çalıştığı ücret farklılıkları ve dengesiz artışlar örgütteki birlik duygusunu zedeleyen temel bir problem alanıdır. Kriz dönemlerinde ücret-emek dengesinin kurulamaması aynı zamanda kurum-birey dengesinin de sarsılmasına zemin hazırlamaktadır(Covey 1998: 31). Aslında çalışanlar çoğunlukla ücret farklılıklarını bilmek istemesine karşın yöneticilerin örgüt içerisinde ayrışma ve çatışmaya dönüşebileceği tehlikesiyle bundan geri adım attığı ifade edilebilir. Eğer işletmede adil bir ücret politikasının yürütüldüğü, özellikle işletmeye yeni girenlerin ancak belirli ve meşru kıstaslara göre yüksek ücret alabildiği yönünde kanaat uyandırılması, krizde engellerin aşılmasını hızlandırabildiğini ifade etmek mümkündür. Nitekim bu ve benzeri kaotik zeminler işletmelerin hızlı karar vermesini gerektiren süreçler meydana getirmektedir(Wagner 2009: 228-229). Kriz sürecinin verimli örgütlerinin, yönetim sürecini çok boyutlu değerlendirerek; insan, yapı ve örgüt sistemini içerisine alan dinamik bir model ortaya koydukları ifade edilebilir. Bu süreçte örgüt yöneticileri, kendilerinin de içerisinde bulunduğu çalışanların çeşitli açılardan durum ve pozisyonunu değişen dünya koşullarına göre irdelemek ve düzenlemek zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu gereklilik, işletmelerin değişen rekabet şartlarına uyum sağlaması bakımından da önemlidir(DeGeus 1999: 100-113). Çünkü ekonomik krizde örgütleri bekleyen tehlikelerin yanında fırsatlarla dolu alanlarda mevcuttur. Önemli olan örgütün bütünüyle bu imkânları avantaja dönüştürebilme yeteneğine ve kararlılığına sahip olmasıdır(Aykaç 2001: 125). Nitekim 2001 437 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ekonomik krizi ile ilgili Referans gazetesinde hazırlanan bir çalışmaya göre Akbank, Garanti Bankası, Turkcell ve Petrol Ofisi gibi Türk firmaları satış ve karlarını büyük ölçüde artırmayı başardıkları ifade edilmektedir(Zorlu 2009: 187). 2. Global Kriz Kriz kavramı geniş bir tanıma göre “örgütün değer, amaç ve kaynaklarını tehdit ederek, tüm örgütü varlığını sürdürememe tehlikesi ile karşı karşıya bırakan, belirsizlik ve zaman baskısı nedeniyle örgüt üyeleri arasında gerilim yaratan, gerekli önlemlerin zamanında alınmasıyla ortadan kaldırılabilecek veya etkileri en aza indirilebilecek, sınırlı zamanı kapsayan plansız bir değişim sürecidir”(Ataman 2001: 231). Ancak hangi süreçlerin kriz ya da ekonomik kriz olarak adlandırılacağı tartışma konusudur. Duruma göre deflasyon, durgunluk, (büyümenin sıfıra düşmesi) ya da resesyon (büyümenin sıfırın altına inmesi) ekonomik kriz olarak kabul edilmektedir. Böyle değerlendirildiğinde finansal tüm problemlerin ekonomik kriz olarak adlandırılması mümkün değildir. Buna göre 2007 yılında ABD’de başlayan ve mortgage uygulamalarıyla tetiklenen kriz sürecindeki sıkıntılar eğer o haliyle kalsaydı bu duruma ekonomik kriz denilmesi mümkün olmayabilirdi(Eğilmez, 2009: 51). Son dönemde tüm dünyayı saran “globalleşme” kavramı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kadar çok geniş bir alanda kültürel ihraç süreçleri meydana getirmektedir. Bilgi ağlarının entegrasyonuyla hızlanan uluslar arası mal ve hizmet transferleri, insan kaynağının küresel gelişmelere adaptasyonu, karşılaşılan olağanüstü gelişmelerin de aynı ölçü ve hızda yayılmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte özellikle 2000’li yılların başında düşük faiz, yüksek likidite ve tüketim artışı şeklinde gerçekleşen iyimser hava, bankaları da mutlu etmiş ve “mortgage” sisteminin gelişmekte olan ülkelere doğru ilerlemesine katkı sağlamıştır. Belirtmek gerekir ki bu sürecin tıkanması ve arz-talep dengesinin ekonomik sistemlerde çöküntü meydana getirmesini ABD merkezli bir problem olarak değerlendirmek gerekir. Ancak bu genel görüşe rağmen ABD’de başlayan ekonomik bunalım olmasaydı bile gelişmekte olan pek çok ülkenin krizle karşı karşıya kalacağını iddia edenler de yok değildir. Dolayısıyla bugün yaşanılan krizin düşük faiz, yüksek likidite ve aşırı talep ile başlayan ve ardından ülke sistemlerini dönüşüme zorlayan bir muhtevaya büründüğü ifade etmek mümkündür(Sönmez 2009:79-91). 2.1. Global Krizin Boyutları Global kriz sadece belirli bölgeleri ya da geri kalmış ülkeleri etkilemek dışında dünyanın en güçlü ekonomilerini bile radikal önlemler almaya sevk etmiştir. Öyle ki G20 ülkelerinin ekonomilerini 438 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 desteklemek için aldıkları tedbirlerin milli gelirlerine oranı 2009 yılında %2, 2010’da ise %1,5 seviyesinde beklenmektedir. Bu tarz önlemler alma konusunda en radikal olan ülkeler Çin, Kore, Rusya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika olmuştur. Belirtilen ülkeler 2009 yılında milli gelirlerinin %3'ünden fazlasını ekonomiyi desteklemek üzere kullanmıştır. IMF’nin çalışmasında ülkelerin ekonomik krizi atlatabilmek amacıyla kamu faiz dışı fazla yaratmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Buna göre, ülkelerin milli gelirlerine oranla İtalya'da yüzde 10, İrlanda'da yüzde 5,6, Yunanistan'da yüzde 4,2, ABD'de yüzde 3,9, İngiltere'de yüzde 2,6 ve Türkiye’de 1,4 faiz dışı fazla üretilmesi öngörülmektedir(Candemir 2009). Global kriz pek çok işletmenin döviz cinsinden ve özellikle kısa vadeli borçlanmasına neden olmuştur. Ancak konut sektöründeki dengesizlik ve uyumsuzlukla birlikte diğer sektörlere yayıldığı gözlenen global krizin geniş kapsamlı etkiler meydana getirmesi ve diğer sektörleri derinden etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Bu sektörler(Sönmezler vd. 2009: 138-143): • Bankacılık • Konut • Turizm • Demir-Çelik • Otomotiv • Tekstil Yukarıda belirtilen sektörler birbiriyle bağlantılı çok sayıda alt sektörü de etkilemektedir. Özellikle krizin olumsuz yansımalarının arttığı dönemlerde ihracat neredeyse durma aşamasına gelmekte ve zincirleme daralmalar hızlanmaktadır. Örneğin Türkiye’de demir-çelik üretiminin %40’nı karşılayan Aliağa tesislerinde hurda demir fiyatları hızla gerilerken siparişler durma noktasına gelmiş ve binlerce insan işsizlik tehlikesiyle baş başa kalmıştır. Üstelik demir-çelik sektöründeki bu daralma gemi söküm, nakliye, liman ve denizcilik sektörleri ile diğer alt sektörleri derinden etkilemiştir. (http://www.kobisektor.com/kobisektor_sektorler/sektorler_demircelik/3005.html, 09.01.2010). Mahfi Eğilmez ekonomik krizleri ulusal, bölgesel ve küresel olarak sınıflandırmaktadır. Buna göre 2001 yılında Türkiye’de görülen kriz ulusal, 1997 Asya krizi bölgesel ve 2008 ikinci çeyreğinde boyutları değişen ve bugüne intikal eden kriz ise tam anlamıyla global bir krizdir(2009: 52-53). Diğer yandan krizlerin oluşumunda dönemsel değişimler ve örgütün kendisinden kaynaklanan yönetimsel etkiler söz konusudur. Özellikle dış çevrede meydana gelen etkiler örgütleri 439 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 yeni durum ve koşullara uyum sağlamaya zorlar. Bu sebeple zaman ve mevcut imkânlar arasında baskı altında kalabilen örgütler oluşmaktadır(Valle 1999: 247). Böylesi kriz dönemlerinde iş arayanların oranı artmakta ve genel işsizlik oranının yükselmesine neden olmaktadır. Örneğin, Türkiye’de 2008 yılı şubat ayında iş aramayan 1 milyon 41 bin kişi, 2009 yılının aynı ayında iş aramasına rağmen çalışacak bir iş bulamadığını söylemektedir. 2009 yılında işsiz sayısındaki artış ise 1 milyon 125 bin olarak gerçekleşmiştir. Bu sebeple işsiz sayısındaki artışın yüzde 92,5'i, daha önce iş aramazken; kriz süreci, iş aramaya başlayıp iş bulamayanlardan; geri kalan yüzde 7,5'i ise işinden olduğu için iş arayanlardan kaynaklanmaktadır(Candemir 2009). Ekonomik kriz durumlarında örgütler aşırı panik, korku, güvensizlik ve acelecilik tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü yöneticiler çoğunlukla kısa vadeli çözüm ve tedbirlere odaklanarak krizlerden sürekli korunmanın yolunu göz ardı edebilmektedir. Bu çerçevede çalışanların istek ve beklentilerinin, içsel süreçlerin ikinci plana atıldığını söylemek mümkündür. En kötüsü de bu dönemlerde yöneticilerin geleceğe yönelik olumlu beklentilerini öteledikleri söylenebilir. Dolayısıyla bu boyutlarla etkilenen işgörenlerin verimliliğinin düşme eğilimine girmesini normal bir durum olarak karşılamak gerekir(Pearson vd. 1998: 57). 2.2. Krize Karşı Proaktif Örgüt Kültürü Global kriz sürecinde sanayileşmiş ve güçlü piyasalara sahip ülkelere maliye politikaları tavsiye edilmekle birlikte para ve finans tedbirleri de önemli seçenekler arasındadır. Nitekim ABD, maliye politikalarını deneyen başlıca sanayileşmiş ülkelerdendir(Batırel 2008: 9). Oysa ekonomik kriz ortamlarında işletmeleri öne çıkaran en önemli güç, kriz gelmeden bu sürece hazırlıklı olabilmektir. Bu hususta en etkili unsur örgütün kültür muhtevasıdır. Çevresel gelişmelere karşı duyarlı, problem çözme yeteneğine sahip, takım çalışmasına yatkın ve yaratıcı çalışanların olduğu örgütlerin krizden önce meydana gelebilecek olumsuz etkilere karşı daha yüksek bir savunma oluşturduğu ileri sürülebilir. Buna karşın aynı koşullarda benzer değer ve tepkilerden yoksun örgüt üyelerinin muhtemel bir ekonomik krizde kaos, korku, güvensizlik ve stres gibi çeşitli sorunlara sebep olabileceğini söylemek mümkündür(Gerçik 2009:106). Proaktif bir örgüt insan kaynağının işe girişinden kriz anına kadar geçen sürede iletişim, motivasyon ve katılım gibi araçlarla hazır hale getirilmesini kapsar. İşletmede çeşitli engel ve sorunları tespit etme, derecesini belirleme, eksiklikleri gözleme, çözüm önerileri sunma ve bunları 440 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 sonuca dönüştürme gayretlerinin zemini olan yaratıcılık iklimi proaktif bir işletme meydana gelmesine katkı sağlar. Söz konusu iklimde örgütün daha etkin hale gelmesi mümkündür. Örgütsel başarı açısından öncelikli hareket noktası ise "doğru insanın doğru yerde çalıştırılması" yaklaşımıdır. Bu sebeple işin gerektirdiği özellikler ile kişisel yeteneklerin örtüştüğü alan, düşünme becerilerinin daha kolay ortaya çıkmasına imkân tanır. Böyle bir işletmede proaktif kültür, yaratıcılığı; yaratıcılık da başarma arzusunu tetiklemektedir(İrmek 2003:73). Bir araştırmaya göre krizin işletmeler üzerindeki etkisi ve sebepleri arasında yöneticiler %34.1 oranında ekonomik çevreyi, %12.2 oranında hukuki ve politik çevreyi ve ancak %7.3 oranında örgüt içi nedenleri göstermektedir. Bu araştırmaya katılan yöneticilerin %75.75’i kriz öncesinde bir hazırlıklarının olmadığını ifade etmektedir. Yine yöneticilerin %22.9’u kriz dönemlerini bir küçülme sebebi olarak algılamaktadır. Oysa Arçelik, Tefal ve Borusan gibi kriz dönemlerinde ayakta kalan ve bu dönemi avantaja dönüştürebilen firmaların örgüt içi karar ve tedbirlere de başvurduğu söylenebilir. (http://www.danismend.com/konular/stratejiyon/STR0-KRIZ%20YONETIMI-2.htm, 15.02.2009). Capital’in 2009 yılında gerçekleştirdiği “en beğenilen şirketler” araştırmasında elde edilen sonuçlar işletmelerin kriz dönemlerinde güçlerini koruyabilmeleri için kriz öncesi hazırlıklı olabilmenin dışında, çalışanları esas alan bir yönetim anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Söz konusu araştırmaya katılan 1348 yöneticinin toplam 18 kriter üzerindeki görüşlerinden hareket edilerek varılan sonuçlara göre Türkiye’nin en beğenilen ilk beş şirketi Tablo 1’de yer almaktadır. Tablo1’de yer alan sonuçlara göre araştırmaya katılanlara sunulan 7 temel kriter insanı esas alan bir yaklaşımın ürünü olarak kabul edilebilir (Aydın 2009, http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5689, 10.03.2009). 441 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Tablo-1. Yedi Kritere Göre Türkiye’de En Beğenilen İlk Beş Firma Yönetim kalitesi Koç Holding Turkcell Arçelik Garanti Bank. Sabancı Holding Çalışanına sunduğu sosyal imkan ve haklar Koç Holding Arçelik Sabancı Holding Coca-Cola Turkcell Çalışanların niteliklerini geliştirme İletişim ve halkla ilişkiler Çalışanların nitelikleri Çalışan memnuniyeti Arçelik Koç Holding Turkcell Turkcell Arçelik Koç Holding Koç Holding Arçelik Turkcell Koç Holding Turkcell Arçelik Koç Holding Arçelik Turkcell Sabancı Holding Coca-Cola Garanti Bank. Sabancı Holding Sabancı Holding Coca-Cola Coca-Cola Sabancı Holding Garanti Bank. Sabancı Holding Yönetim ve şirket şeffaflığı Kaynak: (Aydın 2009). Capital’in her yıl gerçekleştirdiği araştırma kapsamında 2005-2009 yılları arasında en beğenilen ilk beş şirketin isimleri de yer alıyor. Tablo 2’de yer alan sonuçlara göre global krizin etkilerini artırdığı ve durgunluğun yaşandığı yıllarda doğru yönetim anlayışı ile başarısını sürdüren firmaların olduğu söylenebilir(Aydın 2009). Tablo-2. Yıllara Göre (2005-2009) Türkiye’de En Beğenilen İlk Beş Firma 2005 Turkcell 2006 Koç Holding 2007 Turkcell 2008 Turkcell 2009 Turkcell Arçelik Turkcell Koç Holding Koç Arçelik Koç Sabancı Vestel Arçelik Sabancı Vestel Arçelik Vestel Sabancı Arçelik Garanti Bank. Sabancı Holding Garanti Bank.-Koç Holding Coca-Cola Sabancı Holding Kaynak: (Aydın 2009). Aynı araştırmada Tablo:1’ ve Tablo:2’deki firmaların ortak yanlarına ve kriz döneminde sürdürdükleri benzer uygulamalara da yer verilmektedir. Bu çerçevede söz konusu firmaların insanı esas alan karar ve uygulamalarını şu şekilde sıralamak mümkündür(Aydın 2009): • Çalışanların sürekli ve güncel eğitime tabi tutularak değişen dünya koşullarına hazırlanması. Aydın, firmaların bu durumunu “içeriden terfi” ve “yönetici okulu” gibi faaliyetler sürdürmesine bağlamaktadır. • Sorumluklarının farkında olarak, gerek toplumsal gerekse bireysel destekleme yöntemlerine başvurmaları, global kriz dönemindeki tasarruflara rağmen sosyal sorumluluk projelerine devam etmiş olmaları. 442 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 • İnsana yatırım yapmaya devam etmeleri ve ilk fırsatta işçi çıkarmak yerine stokların eritilmesi, bunun dışında yollar bulunması ve motivasyonun artırılarak çalışanların performansının belli bir düzeyde tutulabilmesi. • Çalışanların mesleki ve kişisel gelişimine imkan tanımaları. Sorunları örgüt üyeleriyle ve diğer paydaşlarla birlikte aşmaya çalışmaları. • Ürün farklılaştırması, reklam ve pazarlama seçenekleri ile yüksek oranda medya yatırımı gerçekleştirmeleri. • İç ve dış çevreyle şeffaflık, güven ve açık iletişim esaslı bir ilişki biçimi sürdürmeleri. 3. İnsan Odaklı Yönetim Anlayışı Örgütün en önemli kaynağı olan insan gücü; yetenek, tecrübe, beklenti ve duygu dünyası ile bir bütündür. Buna rağmen çözülmeyi bekleyen pek çok problemin temelinde de insan unsurunun bulunduğu söylenebilir. Yalnızca birer makine olarak görülen işgörenlerin olağanüstü dönemlerde daha karmaşık hale gelmesi muhtemeldir. Çünkü yöneticilerin genellikle çalışanların insani yönleri üzerinde durmaktan kaçındıkları ifade edilebilir. Bu sebeple işletmelerin ekonomik krize karşı ayakta kalabilmesi için insan odaklı yönetim uygulamalarına yönelmesi gerekir. İnsan odaklı yönetim konusunda verimlilik ekseninde yapılan çalışmalara bakıldığında farklı sonuçlara ulaşılabildiği görülmektedir. Kazan tarafından Orta Anadolu bölgesinde gerçekleştirilen araştırmada işletme içi verimliliği etkileyen faktörlerin incelenmesi sonucunda insan odaklı süreçlerin tek başına verimliliği etkilemediği sonucuna varılmıştır(Kazan 2005: 337-345). Taşımacılık sektörünün en önemli şirketlerinden birisi olan FedEx’in kurucusu Frederick Wallace Smith, başarının çalışanlarla birlikte gelebileceğine inanan bir liderdi. Bu sebeple 1971 yılında kurulan FedEx’te, çalışanlar yüksek maaş, kardan pay alabilme ve iş güvencesi imkanına sahipti. Yöneticiler aynı zamanda çalıştıkları şirketten hisse alabiliyordu. Verimliliği artıracak projelere ciddi rakamlar ödeniyordu. Çalışanlar şirketin uçaklarıyla uçabiliyor ve adil bir yönetim sistemi uygulanmaya çalışılıyordu. Smith sık sık çalışanları ile buluşuyor, piknikler düzenliyor ve geniş katılımlı video konferanslar ile adeta yüzünü çalışanlarına hatırlatıyordu. Bu yönetim anlayışıyla birlikte FedEx’te etkin bir “çalışan tabanı” meydana gelmiş, şirketin çalışan sayısı kriz öncesi dönemde 250.000’e ulaşmış ve pazarında ilk sıralara yükselmeyi başarmıştır(Rothman 2007:60-63). Oysa FedEx global krizin en yoğun yaşandığı 2008 yılında talep daralması ve gönderilerin azalması sebebiyle işçi çıkartmak ve maaşlarda 443 indirime gitmek zorunda kalmıştı ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI (http://www.bizimhaber.com/haber-Sert-kis-sanal-alisverisi-patlatti-253464/, Bişkek 2010 17.01.2010). Buna karşın şirketin Türkiye sorumlusu Serdar Yanaşan, krizin kendilerine yeni fırsatlar doğurduğunu ve böylesi dönemlerde şirketlerin ürün satmak için daha çok uluslar arası gönderi iletmesi gerektiğini ifade etmektedir (http://www.turkiyeturizm.com/news_detail.php?id=14474&uniq_id=1262130246, 17.01.2010). Global krizde insan kaynağını değerlendirmek adına işletmeleri bekleyen iki seçenek vardır. Bunlardan birisi çalışanları maliyet odaklı değerlendirerek ilk fırsatta işten çıkarmak; diğeri ise aynı çalışanların krizden çıkış için kullanılmasını sağlamak. Örgütlerin insani değerlerin ön plana alındığı bir dönemde ikinci seçenek üzerinde yoğunlaşması beklenir. İnsan kaynağına ilişkin sorun çözme yeteneğinin, yaratıcı zekanın, işbirliği kültürünün ve takım ruhunun aktif hale getirilmesi belli bir süreç içerisinde gerçekleşebilir. Bu süreç çalışanların işe girişinden, kriz dönemine kadar süregelen proaktif seçenek ve uygulamaları içerir. 3.1. Herşey İşe Alım İle Başlar Global krizle birlikte işletmelerin krizden kurtulmak için başvurduğu yolların başında işçi çıkartılması ve süresiz izinler gelmektedir. Çünkü satışların düşüşü ile beraber maliyetlerin azaltılması gerekliliği ve kriz sonrası döneme daha iyi girebilme planları çalışanların bu süreçten en çok etkilenen işletme kaynağı olmasına temel teşkil etmektedir. İşletmeler bu kararları alırken öncelikle verimliliği ve katkısı düşük ya da niteliksiz personelden başlamakta ve sonrasında çalışanların işine son vermek konusunda daha ileri boyutlara varılmaktadır(Eğilmez 2009:157). Oysa bir işletme açısından söz konusu çalışanların işe ilk girdikleri dönemde yürütülen insan kaynakları politikası potansiyel kriz ihtimalleri de göz önüne alınarak oluşturulabilir. Böylelikle gereksiz, niteliksiz personelin çalıştırılmasının önüne geçilerek, sürekli en yüksek kapasite ve verimlilik düşüncesine doğru ilerlenebilir. Üstelik örgüt içerisinde zamanla bu şekilde kurulan yapı ve sistem, hedefe odaklanmış, liyakat ilkesiyle yönetilen çalışanlar topluluğu meydan gelmesine ve örgütün muhtemel krizlere daha hazırlıklı olmasına imkan sağlayabilir. Öte yandan örgütler genelde çalışanlarını işe alırken en yüksek verim elde etmeye yönelik kıstaslar belirlemektedir. Yine uygulamada ücret konusunda denge kurulması ile sonuçlanan işe alım süreçlerinde insani faktörler görmezden gelinmektedir. Bu sebeple işe alım ve yükselme süreçlerinde dikkatler, muhtemel kriz dönemleriyle tamamen bağlantısız ölçeklere yönelmektedir. Örneğin çalışanların geçmişten gelen inanç ve değerlerinin ve duygu dünyalarının olduğu göz ardı edilmektedir. Bir araştırmaya göre doğru insanın seçilememesi sonucu meydana gelen olumsuz etki 444 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 bir çalışanın yıllık maliyetinin iki katına denk geliyor. Ayrıca yanlış seçim müşteri ve pazar kaybının yanı sıra motivasyon eksikliğine sebep olabiliyor (http://www.ekonomist.com.tr/yonetim/02711/, 02.07.2009). Oysa işle alım süreçlerinde kriz dönemlerine ilişkin uygulamaları daha iyi algılayabilen çalışanlar tercih edilebilir. “Doğru insan” derken, sadece o kişinin uzmanlık alanındaki bilgilerine değil, daha ziyade kişilik özelliklerine de dikkat etmek gerekir. İnsanlar çeşitli bilgi ve becerileri öğrenebilirler ama örgütler için onların “doğru insanlar” olmalarını sağlayan kişilik özellikleri, sonradan edinilebilir bir şey değildir(Collins 2004:256). Bireylerin yeni bir işe girerken çeşitli beklentileri vardır. Bu beklentilerin zaman içerisinde karşılanacağı düşüncesiyle çalışırlar. Böyle olduğunda çalışanın iş tatmini ve moral gücü artar. Dolayısıyla çabalarını yeniden gözden geçirme olanağı elde eder. Çoğu zaman ani karşılaştırmalardan sonra çabasını artırmaya veya azaltmaya karar verir. Bazı bireyler işe alım sırasında işverene ya da yöneticiye olan yakınlık sebebiyle rakiplerinin önüne geçebilir. Çünkü burada örgütsel amaç ve değerler, örgüt kültürü göz önünde bulundurulmaz(Barutçugil 2006:192193). İşletmenin üst ve alt kültür unsurlarına uyum sağlayamayan çalışanlar örgüt için bir kambur haline dönüşebilir. Üstelik çalışanların işyerinden memnun olması ve performanslarını artırması kişisel özellikleri başta olmak üzere çeşitli açılardan doğru bir işletme ikliminde bulunmalarıyla açıklanabilir(Luecke 2009: 54-55). 3.2. Kriz Yerine “Biz” Vurgusu Ekonomik kriz döneminde gerek örgüt içerisinde ve gerekse dışında en çok kullanılan kavramlardan birisi olduğu iddia edilebilir. Sosyal çevre, kitle iletişim araçları ve çalışanlar arası ilişkiler kriz sürecinin meydana getirdiği iklimin etkisi altına girmektedir. Bu durum panik artışlarıyla bireyleri yarış kültüründen uzaklaştırmakta, bireysel çabaları ön plana çıkarmaktadır. Oysa çalışanları “biz” kavramına odaklamak örgüt içi huzursuzlukların önüne geçerek, takım faaliyetlerinin hızlanmasına neden olabilir. İşletmelerde işbirliği ve ekip çalışmasının adeta bir gelenek haline gelmesi kültürün örgütteki işlerliği açısından da önemlidir. Bilginin üretilmesi ve işletmeye kazandırılması süreci bu ortamın yöneticiler tarafından iyi yönetilmesiyle mümkündür(Drucker vd. 2007:76). 445 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Diğer taraftan çalışanların her birinin ayrı ayrı duygu dünyaları vardır. Bunlar uyumlaştırılmadan ekip oyunu ya da birlikte yönetim yaklaşımını başarılı olması düşünülemez. Buna göre yöneticiler çalışanlarına karşı yapıcı ve tutarlı olmalı; onların düşüncelerini dikkate almalıdır. İkinci olarak iş bölümü, görev dağılımı ve yetki konusunda şüphe uyandıracak düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Çalışanların “ben olmasam hiç bir şey olmaz” düşüncesi yerine “birlikteysek başarırız” duygusu ile konuya yaklaşmaları, demokratik örgüt kültürünün yansımalarındandır. Günümüzde çalışanları iş dışında bir araya getirmek, sosyal ortamlarda çeşitli yollarla bir şeyler yapmalarını sağlamak takım oluşturma süreci olarak algılanmaktadır. Oysa ekip oluşturmak, ekip oyuncusu olabilme yeteneğine sahip insanları bulmayı, bu insanların yetişeceği kurumsal iklimleri yaratmayı ve ekip ruhunu sistematik bir şekilde ortaya çıkarmayı da içeren bir insan kaynağı yönetimidir (Barutçugil 2006:187). 3.3. Yönetişim Kuralı Küresel ekonomik krizle birlikte küresel büyüklükte yaşanan diğer sorunları da dikkatten kaçırmamak gerekir. İklim değişikliği, büyük felaketler ve olağanüstü olaylar globalleşme kavramının yarattığı yakınlaşmayla beraber mesafesi uzak bölgeleri bile anında etkiler hale gelmiştir. Bu çerçevede küresel dönüşümün aynı zamanda yönetişim kavramına da benzer büyüklükte anlamlar yüklediği ifade edilebilir. Dolayısıyla yönetişim becerisinin küresel krizden etkilenmemek için bir araç olarak kullanılabilmesi mümkündür(www.arge.com, 24.12.2009). Konya ilinde faaliyet gösteren 20 banka çalışanı üzerinde yapılan anket uygulamasında elde edilen sonuçlara göre çalışanların krize bakış açısında iletişim, yaratıcılık ve yenilikçiliğin ileri boyutta ve örgütün değişime açık hale gelmesinin önemi vurgulanmaktadır. Aynı araştırmaya göre mevcut durumun daha sonra yaşanması muhtemel krizlere hazırlanmanın bir yolu olarak kabul edilmektedir. Yine yöneticiler bu kriz döneminde örgüt için yönetişimin performansı artırdığını kabul ettiği gözlenmektedir(Doğanalp 2009:135-142). Yönetişim üst kademe yöneticilerinin kararları nasıl, ne zaman ve neye göre aldıklarını ve nasıl bir mekanizma kurduklarını gösteren ilkelerden meydana gelmektedir. İletişim ile ayrılması mümkün olmayan etkin yönetişim uygulamaları örgüt içerisinde şeffaflık, yetki-sorumluluk dengesi, hesap verebilirlik ve kurum içi adaletin en önemli şifresi haline gelmektedir(Koçel 2007:355). Bu açıdan değerlendirildiğinde örgüt içi ilişkiler bir bilgisayardan yayılan bilgi süreçlerine benzetilebilir. Çünkü çalışanların bir kısmı yüksek donanıma sahipken bir kısmı değildir. Başarılı bir işletme meydana getirmenin önde gelen unsuru kusursuz bir örgütsel iletişim sistemi kurmaktır. Sabah 446 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 toplantıları, konuşmaları, fabrika gezileri, ilan panoları genelde bu işlevi görürler. Öte yandan birimler arasında da açık ve işbirliği kültürüne dayalı bir iletişim süreci olmalıdır. Örgütsel iletişimin işletme içi motivasyonu ve verimliliği artırmak, bilginin kolay ve doğru paylaşımını sağlayarak katılımı üst seviyeye taşımak gibi önemli amaçları vardır. Ayrıca işletmedeki yöneticiler ve çalışanlar arasında kurulması muhtemel çok yönlü bir iletişim ağı çalışanların motivasyonunu artırmaktadır. Örgütsel iletişim olmadan herhangi bir örgütsel eylemin ya da yönetim sürecinin başarılması imkânsızdır. 3.4. Esnek Çalışmaya İmkân Tanımak Günümüz çalışanları teknolojinin ve işe dönük düşünme biçimlerinin hızla değiştiği bir ortamda faaliyet göstermektedir. Bu durum istihdam biçimlerini ve yönetici-işgören ilişkilerini yeni arayışlara sürüklemektedir. Türkiye’nin önde gelen üç sivil toplum kuruluşunun 23 Temmuz 2009’da esneklik konusundaki ortak görüş ve düşüncesine göre çalışma yaşamında istihdam ve üretim yapıları, üretim biçimi, süresi ve yeri kaçınılmaz şekilde değişmektedir. Aynı belgede devletin özellikle kriz dönemlerinde esnek çalışma koşullarına imkân tanıyan yasal düzenleme ve kolaylığı sağlaması gerektiğinin üzerinde durulmaktadır. (http://www.tusiad.org/FileArchive/2009.07.23Esneklik_TISKTOBBTUSIADOrtaGorusRevizeMetin.p df, 14.01.2009). Kriz dönemlerinde beklenti ve tepkileri değişme eğilimine giren çalışanların örgütsel bağlılık ve verimlilik açısından duruma göre değişebilen seçeneklerle yönetilmesi gerekir. Buna göre çalışanların örgüte olan katkısını azaltmadan işe devamını sağlayacak ve işin başarısına katkı oranında çalışanların desteklenebildiği şartların oluşturulması beklenir. İngiltere’de 11.000 çalışanı olan vergi danışmanlık firması KPMG işçi çıkarmamak ve deneyimli personelini kaptırmamak için radikal bir karar aldı. Çalışanlara maaşlarında %30’a varan kesinti ile belili günler çalışmama seçeneği sundu. Bu seçenek çalışanlardan %80 oranında kabul gördü. Dünya devi British Telekom (BT) ise çalışanlarına evde çalışma imkanı tanımaktadır. Bu sistemin ölçümlenmesi sonucunda evde çalışanların %20 daha verimli olduğu tespit edildi. Üstelik BT bu yöntemle işyeri masraflarını 500 milyon pound azaltmayı başardı. US Families and Work Institute’un başkanı Ellen Galinsky bu konuda “Büyük şirketler esnek çalışmayı yetişmiş elemanlarını elde tutmanın bir yolu olarak görüyor. Ancak bu sistem hem çalışan hem de işveren için aynı kurallara sahip olmalı” diyor. Esnek çalışma ve istihdam koşulları özellikle teknoloji odaklı firmalarda 447 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 daha çok kabul görmekle birlikte, kriz dönemlerinde işsiz kalmak istemeyen çalışanların süreli ücret kesintilerine razı olabileceğini ifade etmek mümkündür (www.isteinsan.com.tr, 03.01.2010) Çalışanlar ağır ekonomik kriz sürecinde esnek çalışmanın meydana getirdiği güven iklimiyle yaratıcı, yenilikçi, üretken ve değişime açık hale gelerek bulundukları örgütün etkin ve daha çok direnç kazanmasına sebep olabilir. 3.5. Motivasyon Koşulu Motivasyon; çalışanların isteklendirilmesi, moral gücünün yükseltilmesi ve bu sürecin başarıyla sonuçlanması bakımından para, eğitim, takdir ve ödüllendirme gibi yönetim araçlarının kullanılmasını içeren bir yönetim etkinliğidir. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse motivasyon; davranışları harekete geçiren ve çalışanların istenilen biçimde davranmasına etki eden faaliyetlerdir(Can 2005:233). Motivasyon sağlamaya yönelik uygulamalar olmaksızın ekonomik kriz dönemlerinin atlatılması son derece zordur. Çünkü yetişmiş, başarılı çalışanları ağır ekonomik koşullarda ve işçi çıkarma baskısı altında kaybetmemek ya da ücret ve diğer özlük haklar bakımından fedakarlığa davet edilebilecek işgörenlerin rutin yöntemlerle sürece dahil edilmesi beklenemez. Öte yandan kriz döneminde mevcudu korumanın dışında verimliliği artırmak bakımından da motivasyonun en değerli araç olabildiğini unutmamak gerekir. Çünkü verimlilik tartışmalarına bakıldığında, en ciddi yargılar arasında işgücünün etkilenerek verimliliği artırabildiği bulgusu gelmektedir. ABD’de yapılan bir araştırmada çalışanların %97’si verimliliklerinde motivasyonun çok önemli olduğunu, yine çalışanların %92’si örgütsel bağlılıkta en önemli unsurlardan birisi olarak motivasyonu göstermektedir (Hageman 1997: 201-202). Business Week Research 2004 yılında Avrupa ve ABD’de 650 yönetici üzerinde yaptığı bir araştırmada kötü kararlar veren yöneticilerin % 77’sinin doğru bilgiye ulaşma güçlüğü çektiği ortaya konulmuştur. Yöneticiler çoğu kez karar verirken seçenekler ve alternatifler oluşturmak zorundadırlar. Tek seçenekli bir yol haritası işletmeyi sadece başarısızlığa sevk edebilir. Oysa alternatif riski azaltır. Örgütler çalışanlarının görüşlerine başvurmak ve onlarla müzakere yapmak yoluyla bilginin rasyonelliğini sağlayabilir ve doğru seçimler yapma imkânına kavuşur. Ekonomik krizde işletmeyi hedefe götürmek ve başarısını artırmak için doğru ve hızlı kararlar almak yöneticiler açısından bir zorunluluk olduğuna göre, kararlara katılım da bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır (Varoğlu vd. 2008:105-106). 448 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Ancak uygulamada sıklıkla karşılaşılan göstermelik katılım süreçlerin kurtulmak gerekir. Böyle bir yaklaşım ücret ve işsiz kalma baskısı altında ezilen çalışanların daha çok güven kaybı ve psikolojik sorunlarla baş başa kalmasına sebep olabilir. Oysa çalışanların yönetime katılma düzeyi arttıkça cesaretlenerek, daha fazla sorumluluk duymaya başlarlar. Bu yönüyle katılım yaratıcılığı pekiştiren, çalışanların sonuçlara katılım isteğini şekillendiren bir süreçtir. Sıradan ve göstermelik toplantılarla katılımın sağlandığı söylenemez. (İrmek 2003:119). Ekonomik kriz süreçlerinde çalışanları en çok motive eden araçların duygu dünyasına hitap edenlerden seçilmesi olağan bir durumdur. Çünkü ağır ekonomik koşullarda ücret artışlarının seyrekleştiği, işten çıkarmaların yaşandığı göz önüne alınırsa yöneticileri bekleyen en önemli tehlike örgüt içi adalet sistemini bozucu uygulamalar yapılmasıdır. Kamu çalışanları üzerinde yapılan bir araştırmada çalışanların manevi ödüllerden çok parasal ödüllerden etkilendiği ve ücretler arası dengesizliğin huzursuzluğun kaynağı olarak görüldüğü tespit edilmiştir (Öztürk vd. 2003:65). 3.6. Yönetimde Liderlik Faktörü Krizde problemlere oldukça geniş bir açıyla bakabilmek gerekir. Aynı zamanda örgütün tüm yönleri tarafsız ve en yüksek fayda sağlama hedefiyle irdelenmelidir. Bu süreçte geniş kesimlerin algısı değerlendirilmelidir. İtalya’nın en büyük şirketlerinden Eni’nin genel müdürlüğünü yapmış olan Barnabe kriz durumlarında yöneticilerin çok taraftarı olabileceğini ancak kimsenin kesin zafer kokusu almadan gerçekçi tavırlar koymayacağından söz etmektedir. Eni şirketini milyonlarca dolarlık zarardan kurtaran Barnabe’nin yakın bir çalışma arkadaşı, onun karizmatik ya da geleneksel lider tiplerine uymamasına karşın yakaladığı başarının altında şirkete 10.000 metre tepeden bakabilmesini ve hedefe kilitlenmiş olmasını göstermektedir (Hill vd. 200: 184-186). Kriz dönemlerinde çalışanlar sıradan yöneticilerden daha çok, kendilerini doğru yönlendirebilen liderlere ihtiyaç duyar. Böylesi liderler krizde cesur ve kararlı duruşlarıyla en önde durarak, örgüt içi güven mekanizmasında hak ettikleri yere yükselirler (Augistine 2000:32). Günümüzde yönetimin başarısını etkileyen liderlik yaklaşımları arasında en dikkat çekici olarak Dönüştürücü Liderlik (transformational leadership) gösterilmektedir. Buna göre rutin faaliyetleri uyumlaştıran, örgüt içi ahengin sağlanmasıyla vücut bulan liderlik biçimleri yerini, değişimi, yaratıcılığı, farklılıkları, olağanüstü koşulları proaktif bir şekilde yönetebilen, teknolojiyi etkin kullanabilen liderlik yaklaşımına bırakmaktadır(Halıcı 2007:39). Nitekim küreselleşme süreci ile meydana gelen gelişmeler, değişim ve onu şekillendiren yaratıcılık kavramlarını ön plana çıkarmaktadır. Bu süreçte değişimin şifresini çözen işletmeler ve yöneticiler başarıyı yakalamaktadır. 449 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 Söz konusu süreç aynı zamanda insanı esas alan lider-yönetici ihtiyacını ortaya koymaktadır(Paksoy 2008:28). Ayrıca makro anlamdaki gelişmelerin dışında görüş ve fikirler değişmeye başladıkça bireyler ve örgütler değişimle baş başa kalır. Yönetici-liderlerin bu süreçte karşılaşılan engelleri ortadan kaldırmak için ödüller, iyimser ikna yetenekleri, amaçları benimsetme gibi yollara başvurdukları gözlenir (Heim vd. 1997:71-73). Fortune 500 dergisinin yaptığı bir araştırma gelecekte şirketlerin en üst yöneticilerinde (CEO) bulunması gereken özellikler arasında iyi iletişim kurma, güvenilir ve insan odaklı olma yer almaktadır (www.ceosuccession.com, 10.10.2009). Çalışanları ile şeffaf ve açık bir iletişim kurabilen yöneticiler liderlik başarısını gösterebilmektedir. Örneğin, Henry Ford çalışanları ile sürekli iletişim kuran, onları dinleyen bir işveren olmuştur. Makinistliği ile patronluğu döneminde farklı davranmamıştır. Aynı şekilde Rockfeller, Colaroda’da bir demir fabrikasını satın aldığında grevler vardır. İş başına gelince ilk olarak tüm işçilerin her zaman kendisini görebileceğini duyurarak grevleri sona erdirmiştir (Casson 2006:23-26). Ekonomik krizde en çok irdelenen hususlardan birisi de “kriz” kelimesinin kullanıp kullanılamayacağıdır. Bu konuda iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Bazı yöneticiler “kriz” kavramından uzak durulmasını bazıları ise bunu kabul ederek, gerçeklerle yüzleşmek gerektiğini ileri sürmektedir. Bir şeyin ismi konulabiliyorsa onu sınırlandırmak ya da yönlendirmek mümkündür. O halde işletme içerisinde yaşanan krizi farklı adlarla ifade etmek, sembollerle sınırlamak mümkün olabilir. Bu durum çalışanların korku, güvensizlik ve stres gibi olumsuz etkileri asgari düzeye indirebilir(Gerçik 2009:84). Dünyanın önde gelen porselen firmalarından birisi olan Kütahya Porselen’in Başkanı Nafi Güral kriz kelimesini asla kullanmadan tedbirlerin alınması gerektiğini iddia etmektedir(http://www.milliyetkobi.com/yazar/tumyorumlar?Type=1&pnum=1&psize=10&nid=220 2, 09.12.2009). Firma aynı yaklaşımdan hareketle kriz döneminde işine son vermek zorunda kaldığı 1900 çalışanını 2010 sonunda kadar işe geri çağırmayı planlamaktadır(http://www.ekutahya.com/News-file-article-sid-1381.html,09.12.2009). Soruna bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin de diğer gelişmekte olan ülkeler gibi krizden derinden etkilendiği görülmüştür (Eğilmez 2009: 134). 4. Organizasyon Yapısında Değişim Yöneticilerin kriz dönemlerinde çoğunlukla olağanüstü yetkilerle donatıldığı ve kararların üst yönetimce alındığı gözlenir. Yaşanan bu merkezileşmenin kriz ortamlarının meydana getirdiği baskıdan kaynaklandığı ifade edilebilir. Ancak aşırı merkezileşme örgütteki yetki paylaşımını 450 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 engellemekte, emir-komuta zincirinin ve hiyerarşik düzenin olağan dönemlerden daha katı hale gelmesine zemin oluşturabilmektedir. Bu sebeple organizasyon yapısını korku, panik ve güvensizlik sarmalıyla karşı karşıya bırakan yönetimlerin örgütteki yaratıcılık, değişim isteği ve motivasyon kanallarını tıkaması muhtemel sonuçlar arasında gösterilebilir. Global ekonomik krizin örgütsel yapı üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler şu şekilde sıralanabilir(Özdevecioğlu, 2002: 98-100, Titiz vd. 2006: 213-214): • Yetkinin tek elde toplanması • Değişim zorunluluğunun yarattığı zaman baskısı ve değişime direnç • Departmanlar arası ilişkilerin bozulması • Örgüt içi iletişimin aksaması • Karar alma süreçlerinin objektifliğini kaybetmesi • Aşısı finansman ihtiyacı ile katı kurallar koyma ihtiyacı Ekonomik kriz döneminde işletmelerin doğru ve etkin kararlar alabilmesi gerekir. Üstelik bazı kararların telafisi mümkün olmayan sonuçlar yarattığı söylenebilir. Bu durumda karar alma süreçlerinin organizasyon yapısı ile uyumlu hale getirilmesi beklenir. Diğer yandan ekonomik kriz dönemlerinde insan odaklı anlayışın beklenilen olumlu katkıyı gösterebilmesi; buna uygun organizasyon yapı ve süreçlerinin kurulabilmesi ile mümkündür. Kriz sürecinde organizasyon yapısının maliyet ve zamanı azaltarak; kalite, hizmet ve çalışma hızını artıracak şekilde tasarlanması ya da uyarlanması gerekir. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken hususları şu şekilde sıralamak mümkündür(Tüz 2001: 44-46): • Örgüt yapısının kriz öncesi dönemde de proaktif anlayışa uygun hale getirilmesi, • Hiyerarşik yapının hafifletilerek, emir-komuta ilişkisinin esnetilmesi, • Çevredeki ani değişimlere karşı duyarlı bir sistem kurulması, • Uzmanlaşma ilkesinin çok yönlülük lehine tercih edilmesi, • Alt kademe çalışanların katılımını kolaylaştıran organik bir yapı isteği, • Yatay ve dikey iletişimin birlikte düşünülerek farklı kademede çalışanların iletişim kurması göz önünde bulundurulmalıdır. 4. Sonuç Global kriz dünya ekonomisini, birbiri ile bağlantılı temel sektörleri ve günümüz işletmelerini derinden etkilemektedir. 2009 yılında ede edilen sonuçlar ve 2010 yılına ilişkin öngörüler söz 451 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 konusu kriz sürecinin devam edeceğini işaret etmektedir. Özellikle krize hazırlıksız yakalanan işletmelerin çoğunlukla işçi çıkararak çözmeye çalıştığı mali sıkıntıların devam edebileceğini söylemek mümkündür. Günümüzde örgütlerin en çok ihtiyaç duyduğu yetişmiş ve verimli insan kaynağının olağanüstü koşullara hazır hale getirilebilmesi kriz öncesi dönemde üzerinde durulması gereken bir yönetim yaklaşımı olmalıdır. İnsan odaklı yönetim yaklaşımının uygulama alanı bulduğu işletmelerde verimliliğin değişimi konusunda göreli araştırmalar bulunmaktadır. Dolayısıyla salt insan esaslı karar ve uygulamaların işletme verimliliği üzerindeki etkisi incelenirken iç ve dış çevreden kaynaklanan diğer bazı hususların da dikkate alınması daha sağlıklı sonuçlar meydana getirebilir. Üstelik global krizle birlikte geliştirilen esnek çalışma seçenekleri işletmelerin ihtiyaç duyduğu tasarruf etme isteğini karşılamaya yöneliktir. Bu çerçevede krizden etkilenmemek ya da olumsuz yansımalarını en aza indirgemek için şu temel yaklaşımların dikkatle üzerinde durulması gerekmektedir: • İnsan kaynağı en önemli güç alanıdır. • İnsandan yüksek verimin elde edilebilmesi onun potansiyel gücünün kazanılması ile mümkündür. • Rekabet koşulları, hızlı değişim ve globalleşme sürecinde örgütler başarabildiği ölçüde bu güce sahip çalışanları işe almak ve donanım kazandırmak zorundadır. • Kriz dönemlerinde panikleyerek, acil ve etkisiz kararlar almak yerine proaktif yönetim anlayışının ve insan odaklı yönetim uygulamalarının harekete geçirilmesi gerekir. • Yetişmiş işgücünün ilk fırsatta işine son verilmesi krizden kurtulmak için yegane çözüm olmadığı iyi kavranmalıdır. • En başarılı kriz yönetimi, her an krize hazırlık yapan bir örgüt iradesini bünyesinde barındırır. Bütün bu seçeneklerin örgütte uygulama alanı bulurken karşılaşacağı engeller arasında yine insan kaynağından beslenen yönetici-işgören ilişkisi ve otorite farklılıklarının yer aldığı söylenebilir. Örgütler ekonomik krizi avantaja çevirebilmek için finansal ve parasal tedbirlerin yanında insan odaklı çözümleri de değerlendirmeli ve vazgeçilmez olarak görmelidir. Ayrıca bu mütevazi çalışmanın kapsamlı bir uygulama ile desteklendiğinde daha geçerli ve bilimsel sonuçlar meydana getirebileceğini ifade etmek gerekir. 452 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 KAYNAKLAR ATAMAN, Göksel. (2001), İşletme Yönetimi Temel Kavramlar & Yeni Yaklaşımlar, İstanbul: Türkmen Kitapevi. AUGUSTINE, Norman R.(2000). “Önlemeye Çalıştığınız Krizi Yönetmek”, Kriz Yönetimi, (Çev: Salim Ay), Harvard Business Review, İstanbul: MESS Yayınları. AYDIN, Özlem (2009). “Zor Dönemde Beğenilme Formülleri”, http://www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=5689, (10.03.2009). AYKAÇ, Burhan (2001). "Kamu Yönetiminde Kriz ve Kriz Yönetimi", Gazi Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.3, S. 2, ss.123-132. BARUTÇUGİL, İsmet (2006).Yöneticinin Yönetimi, İstanbul: Kariyer Yayıncılık İletişim. BATE, Nicholas (2008). Krizde Ne Yapmalı?, İstanbul: Optimist Yayınları. BATIREL, Ömer Faruk (2008). “Global Ekonomik Kriz ve Türk Kamu Maliyesi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:7 Sayı:13,ss.1-9. CASSON, N. Herbert (2006). İnsan Yönetme Sanatı, İstanbul: Hayat Yayınları. CAN, Halil (2005). Organizasyon ve Yönetim, Ankara: Siyasal Kitapevi. CANDEMİR, Baturalp, “Kriz Önlemler ve Maliyet”, Referans gazetesi, s.14. (25.06.2009) COLLİNS, Jim (2004). İyi’den “Mükemmel” Şirkete, İstanbul: Boyner Yayınları COVEY, Stephen R., (1998). Farklılıkları Uzlaştırmak, Çev. Kemal Tosun vd, İstanbul: İ.Ü.Yayınları, No:3028. DE GEUS Arie (1999). “Yaşayan Şirket”, Çev. Levent Cinemre, Harvard Business Review, İstanbul: MESS Yayınları. DRUCKER, Peter ve Joseph Maciariello (2009). Etkin Yöneticinin Seyir Defteri, Çev. Zülfü Dicleli, İstanbul: Optimist Yayınları. 453 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 DOĞANALP, Burcu (2009). “Kriz Döneminde Transformasyonel Lider Davranışlarının İşletme Performansı Bağlamında Fırsat Yönetimine Etkisi: Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.22, ss.131-146. EĞİLMEZ, Mahfi (2009). Küresel Finans Krizi: Piyasa Sisteminin Eleştirisi, 5.Basım, İstanbul: Remzi Kitapevi. GERÇİK, Zeyd İbrahim (2009). Yöneticiler İçin Gerçek Kriz Öyküleri: Kriz Yönetimi ve Kriz Kültürü, İstanbul: Kültür Yayınları. HAGEMAN, Gisela (1997). Motivasyon El Kitabı, İstanbul: Rota Yayınları. HALICI Emrehan (2007). Lider ve Teknoloji, Ed.Sevinç Engin, İdare Etmek mi? Yönetmek mi? İstanbul: Sistem Yayıncılık. HEİM, Pat ve Elwood N. Chapman (1997). Liderliği Öğrenmek, Çev. Tülay Savaşer, İstanbul: Rota Yayınları. HILL, Linda ve Suzy Wetlaufer (2000). “Fikir Alacak Biri Olmadığında Liderlik”, Kriz Yönetimi, Çev:Salim Atay, Harvard Business Review, İstanbul: MESS Yayın No:328. İRMEK, M. Kemal (2003). Yöneticiler İçin Karar Verme Teknikleri, İstanbul: Beta Basım A.Ş KAZAN, Halim (2005). “İşletme İçi Verimliliği Etkileyen Faktörlerin İnsan, Makine-Ekipman Bazında Değerlendirilmesi Üzerine bir Araştırma”, Review of Social, Economic & Business Studies, Vol.7/8, 331-347. KENT, Steven (2005). “Managers Journal: Happy workers are the best workers”, The Wall Street Journal. KOÇEL, Tamer (2007). İşletme Yöneticiliği, İstanbul: Arıkan Basım Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ. LUECKE, Richard (2009). En İyi Elemanı İşe Almak Elde Tutmak, Çev. Önder Sarıkaya, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları MURATA, K ve A.Harison (1995). Japon Yönetim Teknikleri, Çev. Özden Arıkan, İstanbul: Rota Yayıncılık. 454 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 ÖZDEVECİOĞLU, Mahmut (2002). “Krizin İşletmelerin Yönetsel ve Örgütsel Yapısı Üzerindeki Olumsuz Etkileri ve Kayseri Sanayi İşletmelerinde Yapılan Bir Araştırma”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, S.19, ss. 93-114. ÖZGEN, Hüseyin ve Murat Türk (1996). “Türkiye’deki Sanayi İşletmelerinde Kriz Yönetimi Sorunlarının Çözümlenmesi Üzerine Bir Araştırma”, Yönetim, Yıl:7, S.23, ss.19-31. ÖZTÜRK, Zekai ve Hakan Dündar(2003).”Örgütsel Motivasyon ev Kamu Çalışanlarını Motive Eden Faktörler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, ss.57-67. PAKSOY, H. Mustafa (2008). “Küreselleşme ve Liderlik”, Liderlik ve Motivasyon, (Ed.Celalettin Serinkan), Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. PEARSON Christine M. ve Dennis Rondinelli (1998). “Crisis Managament in Central Europen Firms” , Business Horizons, C.41, S.3. PİRA, Aylin ve Çisil Sohodol (2004). Kriz Yönetimi: Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme, İstanbul: İletişim Yayınları. ROTHMAN, Howard (2007). Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 50 Şirket. Çev. Nurşan Üstüntaş, İstanbul: Neden Kitap Yayınları. SÖNMEZ, Cahit (2009).”Küresel Krizin Çıkış Kaynağı: Mortgage Kredileri”, Ed:Sadi Uzunoğlu, Güncel Ekonomik Sorunlar: Global Kriz, İstanbul: Literatür Yayınları. SÖNMEZLER, Gökhan ve Orçun Gündüz(2009). Küresel Ekonomik Krizin Etkileri, Ed:Sadi Uzunoğlu, Güncel Ekonomik Sorunlar: Global Kriz, İstanbul: Literatür Yayınları. SÜRVEGİL, Olca (2006). Çalışma Yaşamında Tükenmişlik Sendromu; Türkenmişlikle Mücadele Teknikleri. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. TİTİZ, İsmet ve İlker Çarıkçı (2006). “Krizlerin İşletmeler Üzerindeki Etkileri ve Küçük İşletme Yöneticilerinin Kriz Dönemine Yönelik Stratejik Düşünce ve Analizleri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C. 2, S.1, ss203-218. TÜZ, Vergiliel Melek (2001). Kriz ve İşletme Yönetimi, İstanbul: Alfa Yayınları. VALE, Matthew (1999). “Crisis Culture and Charisma”, Public Personnel Management, C.28, S.2. 455 ULUSLARARASI GLOBAL MALİ KRİZ KONFERANSI Bişkek 2010 VAROĞLU, A. Kadir ve Ünsal Sığrı (2008). İş Yönetim ve Diplomasi Dünyasında Müzakere, Ankara: Siyasal Kitapevi. WAGNER, Rodd ve James K. Harter (2009). Başarılı Yönetimin 12 Temel İlkesi, Çev.Aslı Kurtsoy Hısım, İstanbul: Remzi Kitapevi. ZORLU, Kürşad (2009). İşletmelerde Reklamcılık ve Propaganda Yönetimi, (Ed.), Ankara: Savaş Yayınevi. http://www.arge.com (24.12.2009). http://www.ceosuccession.com,(17 Kasım 2009). http://www.turkiyeturizm.com/news_detail.php?id=14474&uniq_id=1262130246, (25.12.2009). http://www.bizimhaber.com/haber-Sert-kis-sanal-alisverisi-patlatti-253464/, (25.12.2009). http://www.milliyetkobi.com/yazar/tumyorumlar?Type=1&pnum=1&psize=10&nid=2202, (11.12.2009). http://www.ekonomist.com.tr/yonetim/02711/, (02.07.2009). http://www.kobisektor.com/kobisektor_sektorler/sektorler_demircelik/3005.html (09.01.2010). http://www.tusiad.org/FileArchive/2009.07.23Esneklik_TISKTOBBTUSIADOrtaGorusRevizeMetin.pdf (14.01.2009). http://www.isteinsan.com.tr/isteinsan_gazete/kriz_calisma_hayatini_esnet_ti.html (03.01.2010). http://www.mercer.com.tr (12.11.2009). http://www.turk-internet.com/haber/ (12.11.2009). http://www.danismend.com/konular/stratejiyon/STR0-KRIZ%20YONETIMI-2.htm (15.02.2009). 456