14. ulusal spor hekimliği kongresi
Transkript
14. ulusal spor hekimliği kongresi
14. ULUSAL SPOR HEKİMLİĞİ KONGRESİ 13-14 Aralık 2013 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Muhiddin Erel Amfisi İZMİR DAVETLİ KONUŞMALAR BİLDİRİLER & POSTERLER KİTABI İzmir, Aralık - 2013 Meta Basım Matbaacılık Hizmetleri 87 Sok. No. 4 / A Bornova (0.232) 343 64 54 metabasim@gmail.com İzmir, Aralık – 2013 ii Spor Hekimliği ve Spor Bilimleri topluluğunun değerli üyeleri; Bu yıl 14. Ulusal Spor Hekimliği Kongresini 13-14 Aralık tarihlerinde güzel İzmir’imizde düzenlemekten büyük gurur ve mutluluk duyuyoruz. Spor Hekimliğinin Türkiye’de tıpta bir uzmanlık alanı olarak yerini almasını sağlayan Prof. Dr. Necati Akgün hocamızın önderliğinde uzun yıllar bu kongrelere ev sahipliği yapmış olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalının Türkiye Spor Hekimleri Derneği adına gerçekleştireceği etkinliğe sizleri davet etmekten onur duyuyoruz. Varlığınızla kongremizin arzulanan amacına ulaşacağına inanıyoruz. Kongrenin ana teması olarak dernek yönetimi “Spor yaralanmalarının önlenmesi” konusunu ana tema olarak saptamıştı. Bunun yanı sıra, bir önceki kongrede vurgu yapılan ”Kronik hastalıkların tedavisinde egzersizin önemi” alanı da ülkemizin kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, obezite ve hipertansiyonda Avrupa’da ilk sıralarda yer alması nedeniyle önceliğini korumaktadır. Bu gerçek, her iki konuyu aynı özen ve detayla gündemimize taşımamıza neden oldu. Amerikan Spor Hekimliği Birliği (ACSM)’nin “Egzersiz İlaçtır” sloganının dünyada giderek yaygın bir şekilde hayat bulması da bu saptamayı desteklemektedir. Ana tema olarak seçilen iki konunun ve mültidisipliner yapımıza yakın bilim alanlarını ilgilendiren çok sayıda konferans, workshop, sözlü ve poster sunumun yer alacağı oturumlarda; son bilimsel çalışmaların ışığında oluşacak tartışma ortamının hepimizin bilimsel dağarcığını zenginleştireceğini umuyoruz. Spor hekimlerinin yanı sıra, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulları mensubu spor bilimci, eğitimci ve öğrencilerin, sporcu beslenmesiyle ilgilenenlerin, fizyoterapistlerin, ortopedi ve fiziksel tıp ve rehabilitasyon alanlarında çalışanların, mültidisipliner bir dal olan spor hekimliğinde kendilerini ilgilendiren farklı konularda edinecekleri yeni bilgiler, yapacakları katkılar ve katılacakları tartışmalarla kongremize renk katacaklarını düşünüyoruz. Kongremizin bitimini takip eden pazar günü İzmir ve çevresini daha yakından tanıma ve yaşama olanağı bulmanız düşünülerek sizlere ayrıldı. Kongremiz süresince sosyal ve bilimsel programımızla sizleri en iyi bir şekilde ağırlamak ve İzmir’imizden güzel anılarla ayrılmanızı sağlamak en büyük dileğimizdir. Kongre Eşbaşkanları Prof. Dr. Çetin İşlegen Prof. Dr. S. Oğuz Karamızrak iii iv TEŞEKKÜR İzmir’de bir kez daha düzenlediğimiz Ulusal Spor Hekimliği Kongresine ev sahibi olabilmemizde Muhiddin Erel ve 20 Mayıs amfilerinden oluşan Kongre Merkezini ve olanaklarını kullanımımıza sunan Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’a ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kamil Kumanlıoğlu’na, kongrelerin en sıcak sosyal ortamı olan Gala Yemeği resepsiyonunu üstlenen Bornova Belediye Başkanı Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır’a, kongre sırasında öğretim üyesi kafeteryası olanaklarından yararlanılmasını sağlayan Üniversitemiz Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mehmet Özkahya’ya; proje ortakları Aktif Yaşam Derneği ile birlikte kongrede etkinlik düzenlenmesine olanak veren ve katkıda bulunan ana sponsorumuz Coca Cola Türkiye’ye, lojistik destek alınmasına aracı olan Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği İzmir Şubesi Başkanı Dr. Şaban Acarbay’a ve değerli Yönetim Kurulu üyelerine; diğer değerli sponsorlarımız Data Teknik Ticaret Elsa Ortopedi Rehabilitasyon Spor Malzemeleri Ltd. Şti. Meda Şanlı İlaç San. A.Ş. Cellfood Assos Pharmaceuticals Biota Laboratuarları GNC BV Sport Teknikel Ticaret ve San. A.Ş. Firmalarına ve başta organizasyon partnerimiz Dekon olmak üzere emeği geçen herkese, destek ve katkıları için en içten teşekkürlerimizi sunar; Kongre bir başarıya ulaştıysa, bunda değerli varlıklarının son derece önemli bir yeri olduğunu ifade etmek isteriz. Saygılarımızla 14. Ulusal Spor Hekimliği Kongresi Organizasyon Komitesi v vi Program vii viii ix x xi xii Konferans ve Paneller 2 Opening Speech PREVENTION of FOOTBALL INJURIES Jan Ekstrand, Professor, Dr Med Football Research Group, Linköping University, Linköping, Sweden İletişim e-mail: jan.ekstrand@telia.com The risk of injury in professional football has been estimated at about 1,000 greater than for typical industrial occupations generally regarded as high-risk (1). Prevention of injury in football should be of the utmost importance, and conducting injury surveillance studies is the fundamental first step in the process of prevention (2). International football organizations are concerned about the health of players. The world wide football organization FIFA, as well as UEFA and many national federations have all observed the high risk of injury in football and have initiated and supported research with the aim to avoid injuries and to keep players on the pitch (3). The presentation will include important findings of the UEFA Champions League (UCL) injury study (4). The UEFA Elite level injury study is ongoing for 13 years and includes information from 90 elite level clubs in Europe. The database, consisting of 16000 injuries is the world’s largest concerning male elite level football. A large database from a homogenous material provides robust information of the risk of specific injuries, their consequences in form of lay off days and the risk of recurrence etc. Further, injury studies provides an instrument to follow injury rates over time and to evaluate the effect of preventive programs or change of factors such as rules, match frequency or training load. Coaches and CEOs need to be involved in the injury prevention process, but how do we get their attention? In an 11-year follow up of the UCL study, Ekstrand and co-workers showed that rates for muscle injuries and severe injuries remain high and appear to be unaffected by traditional preventive measures (4). Preventive actions aiming at player factors might not be enough on the professional level, and external factors such as training load, playing style and continuity of club staff should be considered. All in all, this study underlines the necessity to communicate and cooperate with coaching and administrative staffs. However, coaches and administrative staff are seldom interested in medical statistics; their main interest is performance (results) and economy (3). One possibility for medical teams to get more attention is therefore to transform medical information into tactical details. Demonstrating the effect on injuries and economy would probably create such attention. The study by Hägglund et al (5) clearly shows how injuries and team success are correlated. Teams with fewer injuries have better results both in UEFA tournaments and in national leagues. Results from this study should provide clear motivation for coaches and managers to work together with medical teams to prevent injury. Highlighting the economical aspects of injuries is also a way to make coaches and CEOs to listen. The average cost for a first team player being injured one month is around 500.000 Euros (3). Key words: Football injuries, injury prevention, FIFA, UEFA, Champions League References 1. Drawer S, Fuller CW: Evaluating the level of injury in English professional football using a risk based assessment process. Br J Sports Med 2002; 36: 446-51. 2. Mechelen Wv, Hlobil H, Kemper H: Incidence, severity, aetiology and prevention of sports injuries. Sports Med 1992; 14: 82-99. 3. Ekstrand J: Keeping your top players on the pitch: The key to football medicine at a professional level. Br J Sports Med 2013; 47: 723-4. 4. Ekstrand J, Hägglund M, Kristenson K, et al: Fewer ligament injuries but no preventive effect on muscle injuries and severe injuries: An 11-year follow-up of the UEFA Champions League injury study. Br J Sports Med 2013; 47: 732-7. 5. Hägglund M, Waldén M, Magnusson H, et al: Injuries affect team performance negatively in professional football: An 11-year follow-up of the UEFA Champions League injury study. Br J Sports Med 2013; 47: 738-42. 3 Açılış Konuşması FUTBOL YARALANMALARININ ÖNLENMESİ Jan Ekstrand Profesyonel futbolda yaralanma riski, tipik yüksek riskli olarak kabul edilen sanayi mesleklerine oranla 1000 kat daha yüksektir (1). Yaralanmaların prevansiyonu bu açıdan öncelikli öneme sahiptir ve prevansiyonun ilk adımını yaralanma izleme çalışmalarının gerçekleştirilmesi olmaktadır (2). FIFA, UEFA ve birçok ulusal federasyon futboldaki yüksek yaralanma riskinin farkına vardılar ve oyuncuyu sahada tutabilmek ve yaralanmayı önlemek için çalışmalar başlattılar (3). Bu sunu UEFA Şampiyonlar Ligi yaralanma (UCL) çalışmasından (4) önemli bulgular içermektedir. UEFA elit düzeyde yaralanma çalışması 13 yıldır devam etmektedir ve Avrupa’dan 90 elit takıma ilişkin bilgiler içermektedir. Toplam 16000 yaralanmadan oluşan veri tabanı dünyadaki erkek elit düzey futbol ile ilgili en geniş veri tabanıdır. Homojen bir gruptan elde edilen veri tabanı spesifik yaralanma riski, spordan uzak kalmanın sonuçları ve tekrar riski vs. ile ilgili sağlam bilgiler vermektedir. Bunun dışında yaralanmalarla ilgili çalışmalar, zamanla yaralanma oranlarının izlenmesini ve prevantif programların etkilerini veya kural değişikliği, maç sıklığı veya antrenman yükünün etkisini takip etmek için de bir araç olmaktadır. Teknik direktörler ve CEO'lar da yaralanma önleme sürecinin içinde olmalılar, ancak dikkatlerini buraya nasıl çekebiliriz? Onbir yıllık UCL çalışmasının incelemesinde Ekstrand ve çalışa grubu kas yaralanmalarının ve ciddi yaralanmaların geleneksel prevantif yöntemlerden etkilenmediğini ve yüksek kaldığını gösterdiler (4). Profesyonel düzeyde oyuncu ile ilgili faktörlerin prevansiyonda yeterli olmadığı ve antrenman yükü, oyun stili ve kulüp devamlılığı gibi eksternal faktörlerin de dikkate alınması gerektiği düşünülmektedir. Sonuçta bu çalışma teknik ekibin yönetimle olan iletişiminin ve işbirliğinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Ancak, teknik adamlar ve yönetim kadroları nadiren tıbbi istatistiklere ilgi duymaktadırlar. Ana ilgi alanları daha çok performans (sonuç) ve ekonomi olmaktadır (3). Sağlık ekibinin daha fazla ilgi çekmesi için bir olasılık tıbbi bilgileri taktik detaylara dönüştürmesidir. Yaralanmaların ekonomi üzerine etkilerini göstermek muhtemelen ilgi çekecektir. Hägglund ve ark.’nın (5) çalışması yaralanma ve takım başarısının nasıl korrele olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Daha az yaralanma geçiren takımlar UEFA turnuvalarında ve ulusal liglerde daha iyi neticeler almaktadır. Bu çalışmanın sonuçları teknik adamların ve menajerlerin yaralanmaları önlemeye yönelik olarak sağlık ekipleriyle birlikte çalışmalarını motive etmelidir. Yaralanmaların ekonomik yönlerini vurgulamak da teknik adamların ve CEO'ların kulak vermelerini sağlayabilmektedir. Bir birinci lig oyuncusunun bir aylık yaralanma sürecinin maliyeti ortalama 500000 Euro'dur (3). Anahtar sözcükler: Futbol yaralanmaları, yaralanma önlemleri, FIFA, UEFA, Champions League 4 KONFERANS I: SPOR VE SAĞLIK Plenary session I: Sports and health REHABILITATION in SPORTS INJURIES Edvin Dervisevic, PhD, MD Qatar Army Physical Medicine and Rehabilitation Hospital, Qatar İletişim e-mail: edvin.dervisevic@guest.arnes.si Injuries do occur frequently in sport, and in spite of all our efforts we will never be able to prevent sports injuries from happening. However, current understanding of sports injury model (1) enables us to understand the injury risk factors as well as the mechanism of injury. This information is of crucial importance when we shift our efforts into the area of sports injury rehabilitation. Furthermore, rehabilitation in sports is very special as we are not intending to rehabilitate persons for activities of daily living, but in fact we want an athlete to perform as well (sometimes even better) then prior to the injury and above all, it is the athletes’ and coaches’ wish that we do it as fast as possible. The rehabilitation process actually starts following the injury itself, and it is our duty as sports physicians to apply the RICE principle right after the injury. However, current concepts are intending to change this RICE principle into the POLICE (2) where rest is changed into Optimal Loading (OL). Our current understanding of soft tissues reparation abilities supports the concept of early tolerable loading in order to promote the proliferation of collagen fibers needed for injury healing through gene up-regulation. Whether or not we are promoting early weight bearing may therefore influence the time of rehabilitation. The means of rehabilitation in sport are as same as in “regular” rehabilitation. We may apply different physical procedures (e.g. ultrasound, magnetic therapy, laser, USWT, etc.) but still keep in mind that those physical procedures account for only 20% of total procedures used. The rest of rehabilitation sums up to exercise (therapeutic) therapy or kinesiotherapy where different modes of exercises can be prescribed such as flexibility exercises, strength and power exercises (isometric, concentric and at the later stages of rehabilitation eccentric exercises), ABC exercises (agility, balance, coordination) and plyometrics. The specificity of rehabilitation in sports lies in the fact that the physician must understand and know the risk factors as well as the injury mechanism for specific injury of interest. It is no problem to apply different physiotherapy procedures at the early (acute) stages of rehabilitation, but the difference between evidence based sports medicine approach to the rehabilitation of sports injuries lies in the fact that we use different testing (functional diagnostic) procedures in order to investigate whether or not certain known (from the literature) risk factors are actually present in the given individual. If we know what to search for, then our actions are problem-based and are aimed to correct those problems. For example, if we know that landing biomechanics (7) might be related to ACL injury, than during the rehabilitation we must make sure that this factor is corrected through proper landing techniques education. For a given athlete with injury we will find and correct all known risk factors during the rehabilitation, and such approach will ensure good clinical outcome of the rehabilitation and will prevent re-injury upon player’s return to full participation in sport. Furthermore, rehabilitation in sports must be sport-specific. It means that after the development of basic flexibility and strength, we must apply sport-specific exercises to fully prepare an athlete for what he will be facing during the training and competition. If we understand this concept, then rehabilitation in sports may be called sports rehabilitation as it integrates the knowledge from different disciplines such as biomechanics, sports sciences, physical therapy and sports medicine into one interdisciplinary field that will provide the best possible management of the athlete in order to return him to full participation in sport with minimal risk for re-injury upon return. The approach itself is evidence-based and gaps some major fundamental differences between sports and medicine (6). References 1. Bahr R, Krosshaug T: Understanding injury mechanisms: a key component of preventing injuries in sport. Br J Sports Med 2005; 39: 324-9 (doi:10.1136/bjsm.2005.018341). 5 2. Bleakley CM, Glasgow P, MacAuley DC: PRICE needs updating, should we call the POLICE? Br J Sports Med 2012; 46: 220-1 (doi:10.1136/bjsports-2011-090297). 3. Ehrman JK, Gordon PM, Visich PS, Keteyian SJ, Eds: Clinical Exercise Physiology, 2nd ed, 2009. 4. Kottke TE, Caspersen CJ, Hill CS: Exercise in the management and rehabilitation of selected chronic diseases. Prevent Med 1984; 13: 47-65. 5. Kujala UM: Benefits of exercise therapy for chronic diseases. Br J Sports Med 2006; 40: 3-4 (doi: 10.1136/bjsm.2005.021717). 6. Matheson GO, Mohtadi NG, Safran M, Meeuwisse WH: Sport injury prevention: time for an intervention? Clin J Sport Med 2010; 20: 399-401 (doi:10.1097/JSM.0b013e318203114c). 7. Myer GD, Ford KR, Hewett TE: New method to identify athletes at high risk of ACL injury using clinicbased measurements and freeware computer analysis. Br J Sports Med 2011; 45: 238-44 (doi: 10.1136/bjsm.2010.072843). 8. Pedersen BK, Saltin B: Evidence for prescribing exercise as therapy in chronic disease. Scand J Med Sci Sports 2006; 16 Suppl 1: 3-63 (doi:10.1111/j.1600-0838.2006.00520.x). Spor yaralanmalarında rehabilitasyon Edvin Dervisevic Spor sırasında yaralanmalar gerçekleşir ve ne yapılırsa yapılsın bunları önlemek mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte, spor yaralanması modeline ilişkin güncel anlayış (1) yaralanma risk faktörlerini ve yaralanma mekanizmasını anlamaya yardımcı oluyor. Bu bilgi, spor yaralanması rehabilitasyonuna odaklanıldığında önemlidir. Sporcuların rehabilitasyonu çok özel olup amaç onları sadece günlük hayattaki aktivitelere geri kazandırmak olmayıp, eski performans profillerine (veya daha ileri düzeye) kavuşturmakdır ve herşeyden önce bunun en kısa zamanda yapılması istenmektedir. Rehabilitasyon süreci yaralanmadan hemen sonra başlar ve spor hekimlerinin görevi burada RICE prensiplerini uygulamaktır. Ancak güncel yaklaşımlar RICE prensiplerini POLICE prensiplerine (2) değiştirmeye meyillidir. Buradaki OL (“optimal load”, en uygun yüklenme) istirahatin (rest) yerini almaktadır. Yumuşak doku onarımı anlayışı, erken yüklenme ile doku iyileşmesi için kollajen fibrillerin proliferasyonunun gen yukarı-regülasyonu ile arttırılması konseptine dayanmaktadır. Erken yüklenmenin bu nedenle rehabilitasyon süresini etkilediği düşünülmektedir. Rehabilitasyonda kullanılan cihazlar "normal" rehabilitasyonda kullanılanlar ile aynıdır. Ancak bunlar toplam prosedürün sadece %20'sini oluşturmaktadır. Rehabilitasyonun kalan kısmı egzersiz tedavisi veya kinesyoterapiden oluşmaktadır. Burada esneklik egzersizleri, kuvvet ve güç egzersizleri, ABC egzersizleri (çeviklik, denge, koordinasyon) ve pliometrik egzersizler bulunmaktadır. Sportif rehabilitasyonda hekim yaralanmaların risk faktörlerini ve oluş mekanizmasını bilmelidir. Yaralanmanın erken (akut) döneminde farklı fizyoterapi modalitelerin uygulanması sorun değildir, ancak sportif yaralanmaların rehabilitasyonunda kanıta dayalı spor hekimliği yaklaşımı, literatürde bildirilen olası risk faktörlerinin saptanmasında farklı testleri (fonksiyonel teşhis) uygulamasında yatmaktadır. Ne aradığını bilmek probleme dayalı ve onu çözmeye yönelik bir yaklaşımdır. Örneğin sıçramadan sonra iniş biyomekanikleri (7) ÖÇB yaralanmalarında etkili olabilmektedir. Rehabilitasyonda bu biyomekaniği uygun iniş tekniğini öğreterek düzeltmek gereklidir. Rehabilitasyon sırasında tüm risk faktörlerini saptamak ve düzeltmek gereklidir. Bu sayede iyi klinik sonuçlar elde etmek ve tekrarı önlemek olasıdır. Bunun dışında sportif rehabilitasyon spora özgü olmalıdır. Temel esneklik ve kuvvet çalışmalarında spora özgü egzersizler uygulanmalıdır. Bu konsept kavrandığında sportif rehabilitasyondan söz edilebilir. Biyokimya, spor bilimleri, fizik tedavi ve spor hekimliği gibi farklı branşların bilgilerini interdisipliner bir alanda birleştiren bu yaklaşım sporcunun tam performans göstererek ve minimal rekürrans riski taşıyarak tekrar spora dönmesini sağlamaktadır. Bu yaklaşım kanıta dayalı bir yaklaşımdır ve spor ile tıp arasında bazı temel farklılıkları kapatmaktadır (6). 6 HEALTH ORGANIZATION in FOOTBALL CLUBS Zoran Handziski, PhD, MD Faculty of Medical Sciences -Un. Goce Delcev, Stip; PZU Kineticus Sports Medicine and Exercise Sciences, Skopje, Republic of Macedonia İletişim e-mail: zoran@kineticus.com.mk Accordingly with the challenges of modern football game from one side, and the necessity for the prevention of illnesses and injuries on other side; the importance of appropriate health care and its organization is an imperative. Although FIFA and UEFA provide continuous education and actions in these directions, especially in the prevention of sudden death in international football competitions and in applying anti-doping rules, health care and health organization in a lot of national level football clubs are still subject matter to improvement. The main role in the organization and realization of health care in football clubs should be delegated to a physician, namely a sports medicine specialist. If one only looks simplistically into the fields of interest of sports medicine; i.e. exercise physiology, laboratory and field testing, monitoring the effects of the training process, nutrition and supplementation, prevention and diagnosis of sports injuries and illnesses, doping control, etc.), clearly a well trained sports medicine specialist is the best solution as leader of the medical staff in a football team. Providing all previously mentioned activities, his main job should include continuous education of players and coaches, and with a special accent, that of the sports managers and owners of the club. A personal overview and statement based on examples from own experience, with recommendations built on sports medicine science will be the main scope of the topic. Key words: Football clubs, health organization, sports medicine, education Futbol kulüplerinde sağlık organizasyonu Zoran Handziski Modern futbol oyununun zorlukları ve hastalık ve yaralanma prevansiyonunun gerekliliği uygun sağlık hizmetlerini ve organizasyonu gerektirmektedir. FIFA ve UEFA'nın bu yönde sürekli eğitim sağlaması ve aktivitelerde bulunmasıyla birlikte, özellikle uluslararası futbol müsabakalarında ani ölümün önlenmesi ve ulusal futbol takımları düzeyinde anti-doping kurallarının, sağlık hizmetlerinin ve sağlık organizasyonlarının uygulanmasında düzeltilmesi gereken konular ele alınmalıdır. Futbol takımlarının sağlık hizmetlerinin organizasyonunda ve uygulanmasında en önemli rol spor hekimi uzmanına verilmelidir. Basitçe spor hekimliğinin ilgi alanlarına bakıldığında egzersiz fizyolojisi, laboratuar ve saha testleri, antrenmanın etkilerini izleme, beslenme ve gıda tamamlayıcıları, spor yaralanmalarının ve hastalıkların önlenmesi ve teşhisi, doping vs görülür. Bu nedenle iyi eğitilmiş bir spor hekimi sağlık ekibinin lideri olarak en iyi seçim olmaktadır. Bunların yanısıra, oyuncuların ve antrenörlerin ve özellikle spor menajerleri ve kulüp sahiplerinin de eğitiminde spor hekimi etkili olmalıdır. Bu alanlarda kişisel deneyimler ve spor hekimliği bilimine dayalı tavsiyeler konuşmanın ana konuları olacaktır. Anahtar sözcükler: Futbol kulüpleri, sağlık organizasyonu, spor hekimliği, eğitim 7 NUTRITIONAL and SUPPLEMENTATION INTERVENTION in YOUNG ELITE FOOTBALL PLAYERS Marija Andjelkovic¹, Nenad Dikic¹, Ivana Baralic², Nenad Radivojevic¹, Brizita Djordjevic², Milica Vukasinovic Vesic¹, Tamara Stojmenovic¹ ¹Sports Medicine Association of Serbia, Outpatient Clinic Vita Maxima, Belgrade, Serbia ²Institute for Bromatology, Faculty of Pharmacy, Belgrade, Serbia İletişim e-mail: maraandjelkovic@gmail.com The condition of health and ability of the athlete to compete both physically and mentally is influenced by his nutritional status (NS). NS is a potent modulator of many acute physiological responses to exercise, including various molecular signaling pathways that are believed to regulate cellular adaptation to training. Well-chosen training diet in combination with adequate supplementation can enhance muscle adaptation for training, and the capacity for both oxidative and non-oxidative metabolism, and support optimal recovery. The aim of the study was to analyze the effects of nutritional and supplementation interventions regarding their ability to regulate NS, muscle damage, oxidative stress and exercise performance in young elite football players. In this intervention study 40 male elite soccer players, who were randomly assigned in a doubleblind fashion to Asx and placebo (P) groups, completed dietary records to assess fluid and energy intakes at the beginning and end of study. Anthropometric measurements and ergospirometry test were conducted. Lipid status, hematological, biochemical, oxidative and anti-oxidative stress parameters were determined at three time points: before supplementation, 45 and 90 days after supplementation with Asx. Initial daily energy intake (EI) was 3043±906 kcal, which is significantly lower (p<0.001) than the calculated figures. EI was derived from carbohydrate, fat and protein by 52.0±8.2%, 31.0±5.5% and 17.0±3.5%, respectively. In terms of micronutrient intake, players had up and down variation from DRI (%DRI) for Ca, Mg, Fe, K, Na, Vit.C, vitB6 and vitB12. Cholesterol and saturated fatty intake was above DRI. A total of 22 players had iron deficiency without anemia that is described as a factor that can have impact on endurance. EI was positively correlated with Fe and Ca intake and had significant effects on VO2max. Soccer training and soccer exercise are associated with excessive production of free radicals and oxidative stress that are also recorded in this study. NS assessment of young soccer players suggested that our nutritional intervention increased EI together with a higher carbohydrate proportion. Players adopted dietary habits that ensure DRI for fluids and micronutrients. Supplementation with Asx prevented exercise induced free radical production and depletion of non-enzymatic antioxidant defense in young soccer players. Effect of chronic nutritional and supplementation intervention over a period of weeks or months augments physiological remodeling and promotes greater sport performance adaptations by improving energy metabolism, enhanced chronic training stimulus, promoting some aspects of recovery leading to enhanced physiological adaptations and sport performance. Key words: Sport nutrition, supplementation, football, performance, nutritional intervention Genç elit futbolcularda beslenme ve besin desteği yaklaşımı Marija Andjelkovic Giriş: Sporcunun sağlık durumu ve yeteneği, hem fiziksel hem de zihinsel olarak beslenme durumundan etkilenir. Beslenme durumu, egzersize akut fizyolojik yanıtta ve antrenmana adaptasyonda rol alan çeşitli moleküler sinyal yollarını da içeren güçlü bir modülatördür. İyi seçilmiş bir sporcu diyeti, antrenmanda kas adaptasyonu için, oksidatif ve non-oksidatif metabolizma kapasitesine ulaşmak için ve optimal toparlanmayı sağlamak için yeterli destek içermelidir. Bu çalışmanın amacı genç elit futbolcularda, beslenme durumunu düzenleme becerisi, kas hasarı, oksidatif stress ve egzersiz performansı ile ilişkili beslenme ve takviyelerin etkisini analiz etmektir. Gereç ve yöntem: Bu çalışma çift kör yöntemle rastgele seçilen 40 elit futbolcuda yapılmıştır. Asx ve plasebo grubu çalışmanın başında ve sonunda, sıvı ve enerji alımını değerlendirmek için diyet kayıtlarını tuttular. Çalışmada, antropometrik ölçüm ve ergospirometri testi yapıldı. Asx desteği öncesi, 45 ve 90 gün sonrası; lipid profili, hematolojik, biyokimyasal, oksidatif ve anti-oksidatif stres parametreleri örneklendi. 8 İlk günlük enerji alımı (EI) 3043±906 kcal olarak hesaplanan değerlerden daha düşüktü (p<0.001). EI, sırasıyla %52.0±8.2, %31.0±5.5 ve %17.0±3.5 oranlarında karbonhidrat, yağ ve proteinden oluşuyordu. Mikrobesin alımı açısından, sporcular günlük DRI’dan Ca, Mg, Fe, K, Na, VitC, VitB6 ve VitB12 için farklı varyasyonlara sahipti. Kolesterol ve doymuş yağ alımı ise DRI’nin üzerinde oldu. Yirmi iki sporcuda anemi olmadan demir eksikliği saptandı. Bu durumun dayanıklılık performansı üzerine etkisi olabilir. EI, demir ve kalsiyum alımı ile pozitif ilişkidedir ve maxVO2 üzerine önemli etkileri vardır. Futbol antrenmanı ve futbol egzersizi, serbest radikallerin aşırı üretimi ile ilgilidir ve bu çalışmada oksidatif stress de kaydedilmiştir. Genç futbolcuların beslenme durumu değerlendirmesi EI’yi arttıran yüksek karbonhidrat içeren besinsel desteğimizi teyit etti. Sporcular, sıvı ve mikronütrient ve DRI’yi sağlamak için beslenme alışkanlıkları edinmiş olabilirler. Asx’li destek, genç futbolcularda egzersiz kaynaklı serbest radikal üretimini ve non-enzimatik antioksidan savunma tükenmesini engellemiş göründü. Haftalar veya aylar süren kronik beslenme ve takviye müdahalesinin etkisi, fizyolojik tekrar yapılanmayı arttırmaktadır. Kronik anrenman uyarıları gelişir, enerji metabolizmasını arttırarak daha iyi spor performansını, gelişmiş fizyolojik adaptasyonları ve spor performansını desteklemektedir. Anahtar sözcükler: Sporcu beslenmesi, besin desteği, futbol, performans, beslenme girişimi 9 PANEL I: SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİ Roundtable I: Prevention of sports injuries SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİ: KUVVET Prevention of sport injuries: Strength Tolga Saka Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul İletişim e-mail: tolgasakamd@gmail.com Kasların kuvvetlendirilmesi sonucu spor yaralanmalarının azaltılabileceği birçok çalışmada ortaya konmuştur. Bu bağlamda, direnç egzersizleri yapılması profesyonel, amatör ve rekreasyonel sporcuları yaralanmalardan koruyabilmektedir. Kasların kuvveti, gücü, kütlesi arttıkça sporcuların performansları artmakta ve kasları içeren yaralanmalar daha az gözlenmektedir. Yine de, direnç egzersizleri ile yaralanmaların azalması arasındaki ilişkiyi doğrudan gösteren çalışmalar nadirdir. Kasların kuvvetlendirilmesi kemikleri ve bağ dokusunu da kuvvetlendirmektedir. Direnç antrenmanları yapan bireylerin kemik yoğunlukları sedanter bireylerle kıyaslandığında daha yüksek bulunmaktadır. Bu özellik spor yapan grupta darbelere ve yüklere karşı maksimum koruma sağlarken, yaşlı bireylerde ise düşmeler sonucu meydana gelen kırıkları azaltmaktadır. Alt ekstremite kuvveti arttırıldığında, stres kırığı insidansında azalma olduğu belirtilmektedir. Kemiklerin kuvvetlenmesi dolaylı olarak eklemlerin kuvvetlenmesi anlamını taşımaktadır. Kasları kuvvetlendirmenin en etkili yolu nedir? Çalışmalar izokinetik ve izotonik antrenmanları desteklemektedir; ancak izokinetik sistemle kasların kuvvetlendirilmesi pahalı olmasının yanı sıra pratikte daha zor uygulanabilir bir yöntemdir. Bu nedenle izotonik egzersizler ön plandadır. İzotonik egzersizlerin eksantrik olarak yapılması kasların daha fazla kuvvetlenmesini sağlamaktadır. Ancak bu yöntemle ağırlık arttırımlarının yapılması daha kısıtlı olmaktadır ve “geç başlangıçlı kas ağrıları” ile daha sık karşılaşılır. Dolayısıyla konsantrik kas kuvvetlendirmesi yapılırken eksantrik faza da odaklanılması en iyi yöntem gibi görünmektedir. Yaralanmaların önlenmesi için sadece kuvvetin arttırılması yeterli değildir. Esneklik, propriosepsiyon, dayanıklılık çalışmaları ile birlikte spora spesifik antrenmanların da mutlaka yapılması gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Kas, kuvvet, yaralanma, korunma, eksantrik, izokinetik SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİNDE PROPRİYOSEPSİYONUN ÖNEMİ The importance of proprioception in the prevention of sports injuries Bülent Ülkar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: ulkar@medicine.ankara.edu.tr Biyomekanik olarak bakıldığında, insan vücudunun hareketi sırasında eklem yüzeylerindeki temas yükünün yanı sıra, kas-tendon yapılarında, bağlarda ve eklem kapsülünde de dikkate değer oranda yüklenmelerin ortaya çıktığı görülmektedir. Her durumda, yerçekimi, eylemsizlik ve reaksiyon kuvvetleri kas-iskelet sistemi üzerinde dışsal yüklenmeler yaratmaktadır. Bu dışsal yüklenmeleri dengeleme görevi içsel kuvvetlere düşmektedir. Propriyosepsiyonun ve koordinasyonun iyi durumda olması, aslında kas-iskelet sisteminin güçlü ve dengede olması anlamına gelmektedir. Böylece sistemin tüm yüklenmelere karşı koyabilmesi ve dinamik eklem stabilitesinin devamlılığının sağlanması mümkün olabilmektedir. Dinamik eklem stabilitesi, hareket anında mekanik stabilizatörlerle birlikte uygun kassal aktivasyonun ortaya konmasıyla eklemin stabilize edilmesi olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, dinamik eklem stabilizasyonu için “propriyoseptif sistemin bir ürünüdür” denebilmektedir. Dinamik; yani fonksiyonel eklem stabilitesiyle ilişkili olarak merkezi sinir sisteminin en üst dezeyindeki (motor korteks, bazal ganglialar, serebellum) bilişsel programlama da nöromüsküler kontrol mekanizmalarında, bir başka deyişle propriyosepsiyonda önemli bir rol oynamaktadır. Bu fonksiyon, tekrarlanan ve merkezi komutlar şeklinde kaydedilmiş olan istemli hareketlere işaret etmektedir. Vücut pozisyon algısı ve hareketleri pek çok sportif becerinin bilinç düzeyinde işlenmeden ortaya konmasını sağlamaktadır. Bilinç ve bilinçaltı düzeydeki eklem ve ekstremite hareket algısında propriyoseptif geribildirimler çok önemli olmaktadır. O nedenle, dinamik, yani 10 fonksiyonel eklem stabilitesinin geliştirilmesi spor yaralanmalarının önlenmesi ve rehabilitasyonunda büyük önem taşımaktadır. Ancak, bunun sağlanabilmesi için motor fonksiyonla entegre, koordinasyon içinde, uygun ve sürekli bir duyusal veri akışının varlığı gerekmektedir. Spor yaralanmaları mekanoreseptör hasarıyla dokularda kısmi deafferentasyona da yol açabilmektedir. Buna bağlı olarak ortaya çıkan propriyoseptif kayıplar da yeniden yaralanmaya yatkınlık yaratabilmektedir. Özellikle ligament yaralanmalarıyla ortaya çıkan mekanik instabilite ve proprioseptif kayıplar fonksiyonel instabiliteye yol açmakta, bu da sonuçta daha fazla mikrotravma ve yeniden yaralanma anlamına gelmektedir. Buna karşın, sportif rehabilitasyon programlarında proprioseptif egzersizlere olabildiğince erken dönemde yer verilmesi, fonksiyonel ve spora özgü aktivitelere, diğer bir deyişle; spora dönüş sürecine belirgin katkıda bulunmaktadır. Anahtar sözcükler: Propriyosepsiyon, nöromüsküler egzersizler, sportif rehabilitasyon, spora dönüş SPOR YARALANMALARINDAN KORUNMA: DAYANIKLILIK Protection from sport injuries: Endurance Oğuz Yüksel Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir İletişim e-mail: oyuksel1@yahoo.com Dayanıklılık sporlarında en sık görülen yaralanma türü aşırı kullanım yaralanmalarıdır. Aşırı kullanım yaralanmaları intrensek ve ekstrensek faktörlerden kaynaklanabilir. İntrensek faktörler olarak yanlış teknik uygulanması, önceden geçirilmiş yaralanma, kötü kondisyon, kas kuvvet dengesizlikleri, anatomik bozukluklar ve büyüme sayılabilir. Ekstrensek faktörler ise uygun olmayan malzeme kullanımı (ayakkabı gibi); uygun olmayan zemin ve/veya iklim ve doğa koşulları; uygun olmayan antrenman türü; antrenman yoğunluk, süre ve sıklığında ani artışlar şeklinde sıralanabilir. Aşırı kullanım yaralanmalarını engellemek için öncelikle spora özgü doğru teknik geliştirilmeli ve uygun malzeme kullanılmalıdır. Çok olumsuz iklim şartlarında antrenman yapılmamalı, farklı antrenman türü değişikliklerinde yavaş geçiş yapılmalı, antrenman periyotlamasında toparlanma ve adaptasyona yeterli zaman ayrılmalıdır. Bu konuşmada konuya ilişkin farklı güncel yaklaşımlar aktarılacaktır. Anahtar sözcükler: Dayanıklılık antrenmanı, aşırı kullanım, çevre koşulları, ekipman SPOR YARALANMALARININ ÖNLENMESİNDE ESNEKLİĞİN ROLÜ Role of flexibility in the prevention of sport injuries Nevzad Denerel Gaziantepspor kulübü, Gaziantep İletişim e-mail: nevzaddenerel@gmail.com Günümüzde germe egzersizlerinin sportif aktivite üzerine akut etkilerini araştıran birçok çalışma vardır. Spor yaralanmalarından korunmada germe egzersizlerinin rolünün olup olmadığı ise tartışma konusudur. Spor yaralanmalarından korunmada esnekliğin önemli rolünün olduğu ise kaynak kitaplarının çoğunda vurgulanmasına rağmen kanıt düzeyinde çalışma sayısı oldukça yetersizdir. Kas-tendon birimi esnekliği, kas-tendon birimi uzunluğu ve eklem hareket açıklığı (EHA) olarak da açıklanırken; esnekliğin tanımı üzerine henüz bir uzlaşmaya varılamamasına rağmen en sık kullanılan tanımlardan birisi, 1990 yılında Tony Gummerson tarafından yapılan “Bir ya da birden fazla eklemin, bir partner yardımı veya ekipman desteği ile anlık güç uygulayarak, ulaşılabilir tam hareket açıklığı” tanımıdır. Bazı kaynaklarca germe egzersizi spor yaralanmaları ve performansı etkileyebilecek ekstrensek bir faktörken esneklik ise entrensek bir faktördür. Germe egzersizi, EHA artırmak için yumuşak dokuları mevcut uzunluklarının ötesine getirir. Konuya ilişkin çalışmalar göstermiştir ki düzenli yapılan germe egzersizi seansları ile esneklik geliştirilebilmektedir. Teorik olarak kas tendon birimi yaralanma riski; kas sertliği varlığında kas gerilmeleri daha olasıdır görüşüne dayandırılır. Ayrıca, esnekliğin artmasının kasın daha fazla enerji depolayabilmesini ve 11 eklem hareketini kontrol edebilmesini sağlayacağı düşünülür. Bu varsayımlar uzun yıllarca kastendon birimi yaralanma riskini azaltmada, esnekliğin önemli rol oynadığına inanılmasını sağladı. Halen bu iddiaları destekleyecek yeterli kanıt ortaya konamamıştır. Watson 2001’deki derlemesinde zayıf esnekliğin, saha oyunları yaralanmalarında predispozan faktör olarak gösterildiği sadece bir prospektif çalışma bulabildiğini belirtmiştir. Witvrouw (2003) 146 erkek profesyonel futbolcuda yaptığı araştırmasında, kas gerginliği artmış (EHA azalmış) futbolcularda kas yaralanması ile karşılaşma riskinin, istatistiksel olarak daha yüksek olduğunu belirtmiştir. Gleim ve McHugh 1999 yılında spor yaralanmalarının multifaktöriyel olduğunu, fakat esnekliğin sadece tek bir entrensek faktör olduğunu, bu nedenle diğer faktörler izole edilerek araştırılması gerektiğini belirtmişlerdir. Sonuçta aşırı esnekliğin (hem sıkı, hem gevşek) yaralanma riskini arttırabileceği açıklamasının en uygun açıklama olacağını vurgulamışlardır. Woods ve ark.’nın 2007 yılındaki derlemelerinde de belirttikleri üzere, literatürdeki çalışmalar değerlendirildiğinde yaralanma tanımı ve yaralanma sınıflamalarının tutarsızlığı sonucunda çalışmalar arasında çelişkilerin ortaya çıktığı açık şekilde görülmektedir. Bu nedenle araştırma modeli oluşturulurken yaralanmanın tanımının ve sınıflamasının doğru şekilde yapılması önem arz etmektedir. Burada unutulmaması gereken önemli bir nokta da esnekliğin spora özgü dizgelerinin olduğu ve yaralanma riskinin sporlara göre farklılık gösterebileceğidir. Sonuç olarak esnekliğin, kas-iskelet sistemi yaralanmalarının önlenmesindeki yararlarını açıklayacak randomize kontrollü klinik araştırma eksikliği dikkat çekmektedir. Ancak genel olarak değerlendirildiği ve esnekliğin diğer yararları düşünüldüğü zaman, “esneklik kaybının yaralanma riskini arttıracağı” görüşünü destekleyecek yeterli tıbbi kanıt olmamasına rağmen halen geçerliliğini korumaktadır. Anahtar sözcükler: Esneklik, germe egzersizleri, spor yaralanmalarının önlenmesi SPOR YARALANMALARININ ÖNLENEBİLMESİ İÇİN VÜCUDUN KİNESİYOLOJİK ÖZELLİKLERi BİLİNMELİDİR Kinesiologic properties of the body must be known in preventing sport injuries Lokman Öztürk Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: lokman.ozturk@ege.edu.tr Egzersizin sportif, sağlıklı yaşam, rehabilitasyon veya formu koruma gibi farklı amaçları olsa da, organik yaralanmalardan kaçınabilmek için bilimsel araştırmalarla belirlenmiş, biyomekanik kurallar içerisinde yapılması gerekir. Yani hareket biliminin, “kinesiyolojinin” esaslarına uymak gerekir. Kinesiyolojinin kuralları, insan hareket sisteminin aktif ve pasif elamanlarının ne çeşit egzersizle, hangi tolerans sınırları ve açıları içinde çalıştırılması gerektiğini gösterir. Aynı zamanda, hareket sisteminin aktif ve pasif elamanlarının, hareket anındaki karşılıklı etkileşimleri ile hareket anındaki yer, konum ve zamanla olan ilişkilerini inceler. Fiziksel egzersizler sırasında oluşan kemik, eklem, kas veya kas grubundaki işlevsel pozisyon değişikliklerinin bilinmesi ise “anatomik kinesiyolojinin” bir parçasıdır. Spor yaralanmalarında diz eklemi diğer eklemler arasında en sık yaralanan eklem olarak karşımıza çıktığı için; diz eklemi üzerinde kinesiyolojik özellikleri incelemek vücudun diğer kısımlarındaki kinesyolojik özellikleri anlamamızı kolaylaştıracaktır. Diz eklemi en büyük membrana synovialisi ve eklem boşluğu olan ve en fazla synovial sıvının bulunduğu eklemdir. Diz ekleminin stabilitesini capsula articularis, collateral ve çapraz bağlar ile çevredeki kaslar sağlamaktadır. Diz eklemine ekstansiyon m. quadriceps femoris tarafından yaptırılır. Ligamentum patellae içerisinde yer alan patella, m. quadriceps femorisin kuvvet çizgisini eklem ekseninden dış yana uzaklaştırmak suretiyle, m. quadriceps femorisin bacak üzerine olan ekstansiyon etkisini arttırır. M. vastus medialisin patellayı tespit etmesi ve patellanın dış yana kaymasının önlenmesi bakımından özel bir önemi vardır. Patella çıkığı bu şekilde önlenmiş olur. Çünkü m. quadriceps femorisin büyük bir bölümü oluşturan diğer üç kas m. rectus femoralis, m. vastus intermedius ve m. vastus lateralis, patellayı dışa doğru çekme eğilimindedir. Bunun nedeni, femur ekseni ile bacak ekseni dışa doğru açılan 170-175°’lik bir açı yapması, bacağın fizyolojik çarpıklığıdır. M. quadriceps 12 femorisin antagonistleri olarak dize fleksiyon yaptıran kaslar ise m. biceps femoris, m. semitendinosus, m. semimembranosustur. Diz eklemine ekstansiyon yaptıran kaslar kasıldıklarında, fleksiyon yaptıran kaslardan üç kat daha fazla kuvvet oluştururlar. M. Gastrocnemius da diz ekleminin fleksiyonunda görevlidir, fakat diz eklemi hiperekstansiyonunu sınırlamadaki görevi daha önemlidir. Örneğin futbolda, bacağı topa şut atmaya hazır hale getiren kaslar diz eklemine fleksiyon yaptıran kaslardır. Hemen ardından topa şut atmak için m. quadriceps femorisin kasılarak bacağı ekstansiyona getirmesi gerekir ve şut atıldıktan sonra bacak frenlenir. İşte bacağın bu frenleme işini hamstring kas grubu yapar. Şut çekildikten sonra, bacağın hiperekstansiyonu engellenir. Eğer bu kaslar, hiperekstansiyonu engelleyecek kadar kuvvetlendirilmiş değillerse, diz ekleminde yaralanabilecek yapılardan ilki, lig. cruciatum anterius olacaktır. Çünkü bu ligament özellikle bacağın aşırı ekstansiyonunda yaralanmaktadır. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, kinesiyoloji, proprisepsiyon, kinestesis, diz eklemi PANEL II: KRONİK HASTALIKLARIN ÖNLENME VE TEDAVİSİNDE EGZERSİZ Roundtable II: Exercise in the management of chronic diseases İNTÖRN HEKİMİN SPOR HEKİMLİĞİNE BAKIŞI Attitude of the medical intern toward sports medicine Seza Çilesiz Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 6ncı sınıf öğrencisi, İzmir İletişim e-mail: seza_cilesiz@hotmail.com Staj programları içinde spor hekimliğine de yer verilen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri sedanter yaşamın getirdiği olumsuzlukların bilincinde olmalarına rağmen, yeterince fiziksel aktivitede bulunmamaktadır. Bu durumda önemli bir husus bilinçlenmenin ötesinde alışkanlık kazanmak ve bunu devam ettirmektir. Düzenli egzersizin kalp ve damar sağlığına, kas-iskelet sistemi sağlığına, solunum kapasitesinin korunmasına ve ruh sağlığına katkıları azımsanmayacak derecede belirgindir. Düzenli egzersiz yapmak için herhangi bir patolojinin olması beklenmemeli, önlem amaçlı egzersiz yapılmalıdır. Düzenli egzersiz yapan gerek pratisyen, gerekse uzmn hekimler, hem egzersiz reçetesi yazacakları bireyler için güvenilir birer “role-play” olacak, hem de sorumluluk ve fiziksel enerji gerektiren mesleklerinde sağlıklarını koruyacaklardır. Anahtar sözcükler: İntörn hekim, spor hekimliği, sağlık, kronik hastalıklar, egzersiz, spor KARDİYOVASKÜLER HASTALIKLARI ÖNLEME ve TEDAVİDE EGZERSİZ Exercise in the prevention and treatment of cardiovascular diseases Mustafa Onur Serbest Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta İletişim e-mail: moserbest@yahoo.com Kardiyovasküler hastalık (KVH) başlığı altında koroner kalp hastalığı, serebrovasküler hastalıklar, hipertansiyon (HT), periferal arter hastalığı, romatizmal kalp hastalıkları, konjenital kalp hastalıkları, kalp yetmezliği ve kardiyomiyopatiler yer almaktadır. Avrupa’da 75 yaş altı tüm ölümlerin kadınlarda %42’si, erkeklerde %38’i KVH nedenlidir. KVH risk faktörleri erkek cinsiyet (erkekte sıklıkla 45, kadında 50 yaş üstünde), genetik miras, HT, DM, sigara tüketimi, fiziksel inaktivite, sağlıksız diyet, hiperlipidemi, obezite ve strestir. Fiziksel inaktivite kardiyovasküler riski iki kat arttırmaktadır. Düzenli fiziksel aktivite tüm nedenlerden mortalitede %30-40 düşüş sağlamaktadır. Sedanter yaşam tarzı, KVH’ın temel risk faktörlerinden biridir. Dolayısıyla, fiziksel aktivite ve aerobik egzersiz eğitimi kılavuzlarda birincil ve ikincil kardiyovasküler korumada önerilmektedir. KVH’dan korunmak için ACSM haftanın tercihan her günü, 30dk veya üzerinde orta şiddette fiziksel aktivite önermektedir. Kardiyak rehabilitasyon (KR); bir kalp hastasının fiziksel, psikolojik ve sosyal fonksiyonlarını en iyi duruma getirmek ve altta yatan aterosklerotik süreci stabilize etmek, yavaşlatmak hatta geriletmek suretiyle morbidite ve mortaliteyi azaltmak amacıyla uygulanan düzenli, mültidisipliner girişimler şeklinde tanımlanmaktdır. Taylor ve ark., 48 çalışma (8940 hasta) içeren metaanalizde egzersiz 13 temelli kardiyak rehabilitasyon ile kardiyak mortalitede %26 düşüş bildirmişlerdir. Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti (ESC), AHA ve Amerikan Kardiyoloji Koleji Vakfı (ACCF), KVH tedavisinde KR’u en yüksek bilimsel kanıt düzeyi (“class-I indication”) ile önermektedir. KR endikasyonları; akut MI, kronik stabil anjina, CABG, perkütan koroner girişim, kalp kapağı cerrahisi ve kardiyak transplantasyondur. Kontrendikasyonlar ise; egzersiz testi sırasında ciddi iskemi, aritmi, anstabil anjina, istirahatte 2mm üstü ST depresyonu, evre-4 kalp yetmezliği, ciddi MS, AS, hipertrofik kardiyomiyopati, ciddi primer HT, istirahatte BPsys >200 veya BPdia>110 mmHg, aktif myokardit, perikardit ve pulmoner embolidir. KR fazları; hastane içi rehabilitasyon fazı (Faz 1), taburculuk sonrası erken dönemi (Faz 2), taburculuk sonrası geç dönemi (Faz 3) ve idame dönemini içermektedir. ACSM’in önerdiği egzersiz şiddeti maxVO2’nin %40-85’i, KHR’nin %40/50-85’i, maxKAH’nın %64/70-94’ü, 12-16 zorluk derecesidir. Avrupa Kardiyovasküler Korunma ve Rehabilitasyon Derneğinin önerdiği egzersiz şiddeti zirveVO2 veya zirve KH’nın %50-80’i, KHR’nin %40-60’ı, 10-14 zorluk derecesidir. KR’un; kardiyovasküler risk faktörlerini azaltması, hastalığın ilerlemesini durdurması, morbidite ve mortaliteyi azaltması ve aerobik kapasitede artış oluşturması nedeniyle tüm stabil kardiyovasküler hastalığı olanlara önerilmesi gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Kardiyovasküler hastalık, kardiyak rehabilitasyon, hipertansiyon, diabetes mellitus, kalp atım hızı OBEZİTENİN ÖNLENMESİ ve TEDAVİSİNDE EGZERSİZ Exercise in the prevention and treatment of obesity Soner Akkurt Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Kayseri İletişim e-mail: drsonerakkurt@hotmail.com Dünya Sağlık Örgütü (WHO) obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikimi olarak tanımlamaktadır. Erkeklerde vücut ağırlığının %15-20, kadınlarda %20-25’i yağ dokusudur. Bu oranın erkeklerde %25’in, kadınlarda %35’in üzerine çıkması obezite anlamına gelir. Obezite beden kitle endeksi (BMI) ile ölçülür. BMI 25-29.9 arasında ise kilolu, 30-40 arasında ise obez, 40’tan büyük ise ileri derecede obez olarak tanımlanır. Bel çevresinde görülen obezite alt ekstremite obezistesinden daha tehlikelidir. Bu nedenle obezitenin takibinde bel/kalça oranı da kullanılmaktadır. Bu değer erkeklerde 1.0, kadınlarda 0.8 den büyük ise risk söz konusudur. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010 ön çalışma raporuna göre Türkiye’de obezite sıklığı erkeklerde %20.5, kadınlarda %41.0, toplamda ise %30.3 olarak bulunmuştur. WHO tarafından Asya, Afrika ve Avrupa’nın ayrı ayrı yöresinde yapılan ve 12 yıl süren MONICA çalışmasında obezite prevalansında 10 yılda %10-30 arasında bir artış saptandığı bildirilmiştir. Dünyada obeziteye bağlı her yıl bir milyon insan ölmektedir. Obezite; insülin direnci, hiperinsülinemi, tip-2 diyabet (%80inden obezite sorumludur), hipertansiyon (%55’inden obezite sorumludur), koroner arter hastalığı (%35’inden obezite sorumludur), hiperlipidemi, hiperkolesterolemi, metabolik sendrom, osteoartrit, inme; kadınlarda meme, endometrium, over ve safra kesesi kanserleri; erkelerde kolon ve prostat kanserleri; safra kesesi hastalıkları, uyku apnesi, karaciğer yağlanması, astım, solunum zorluğu, gebeliğin zor geçmesi, adet düzensizlikleri, aşırı kıllanma, ameliyat öncesi ve sonrasında sorunlar, toplumsal uyumsuzluk gibi bir çok hastalığa neden olmaktadır. Son çalışmalar obezitenin genlerle ilişkili olduğunu da göstermektedir. KSR2 genindeki mütasyonun fazla yeme ve bazal metabolizmada yavaşlama sonucunda obeziteye yol açtığı bildirilmiştir. Bunun yanında yeme alışkanlığı, kültürel yapı, ekonomik düzey ve egzersiz yapma alışkanlığı da obeziteyi etkilemektedir. Obezite tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavisinde davranış değişikliği, diyet, egzersiz, ilaç ve cerrahi müdahale yöntemleri kullanılmaktadır. Aşırı kalori alımına bağlı obezite, günlük harcanandan fazla kalori alımı sonucunda gelişir. Günlük alınan enerji miktarı, harcanan enerjiden daha fazla ise bu fazlalık vücutta yağ olarak depolanır. Alınan enerjiden fazlası yakıldığında ise yağ depoları azalır ve kilo kaybı olur. Günlük enerji gereksinimi bazal metabolizma, yiyeceklerin termik etkisi ve hareket için gerekli enerjinin toplamına eşittir. 14 Obezitenin tedavisinde önce kilo alımı önlenmelidir. Daha sonra haftada ortalama 0.5-1 kg verecek şekilde planlama yapılmalıdır. Günde üç ana öğün, iki ara öğün yenmeli, en az sekiz bardak su içilmeli ve düzenli olarak fiziksel aktivite yapılmalıdır. Sadece diyet ile verilen kiloda yağların yanısıra kas kütlesi de kaybedilmektedir. Bu nedenle obezite tedavisinde diyetin yanına mutlaka egzersiz tedavisi de eklenmelidir. Yapılan aktivite aerobik tarzda yürüyüş, hafif tempoda koşu, bisiklete binme şeklinde olmalı; en az 30-45 dakika sürmeli ve en az haftada üç gün yapılmalıdır. Aktiviteler geniş kas gruplarını kapsamalı, önce 5-10 dk ısınma yapılmalı, maksimum kalp atım hızının %50-70’i arasında olmalıdır (220-yaş x 0.5-0.7). Bu düzey egzersiz yaparken yanındaki ile konuşulabilecek düzey olarak tanımlanabilir. Aerobik egzersizin yanına kas güçlendirme egzersizleri de eklenebilir. Kas güçlendirme egzersizleri ile total kas kütlesi arttırılarak bazal metbolizma hızlandırılmaktadır. Günlük yaşamda asansör yerine merdivenler kullanılmalı, uzaktan kumanda kullanılmamalı, işyerinde uzun süre oturulmamalı, otobüsle gidilecek yerden iki durak önce veya sonra inilmeli, günde an az onbin adım atılmalıdır. İlaç tedavisi yan etkileri olması nedeni ile diyet ve egzersizle zayıflayamayanlara hekim kontrolünde verilmelidir. Cerrahi tedavi, obezitenin en az üç yıldır var olması durumunda, hormonal hastalıklar yoksa, ilaç ve diyet tedavisine rağmen en az bir yıldır kilo verilemiyorsa düşünülmelidir. Anahtar sözcükler: Obezite, KSR2 geni, egzersiz OSTEOPOROZ ve EGZERSİZ Osteoporosis and exercise Devrim Şükrü Ayral Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: devrimayral@gmail.com Osteoporoz; kemik miktarında azalma ve kalitesindeki bozulma nedeniyle kemiklerin zayıflayıp kırılmaya çok yatkın bir hale gelmesiyle oluşan bir hastalıktır. Kemik mineral dansitesi T skoru 2.5’in altındadır. İki tür kemik dokusundan kortikal kemik sert ve sağlamdır. Trabeküler kemik dokusu ise süngerimsi yapıda olup osteoporozdan kolay etkilenir. Osteoporoz çoğu kez farkına varılmadan ilerleyen bir hastalıktır. Kronik ilerler, kemik kaybı çok artıncaya kadar belirgin bir ağrı vermeyebilir. Yaygın ağrı oluşturmaz. İlk belirtisi, hafif bir düşme ya da çarpmadan sonra bir kemiğin kırılması olabilir. Daha çok omurga, el bileği ve kalçada kırıklara yol açmaktadır. Kemik kütlesi 40 yaşlarında doruk noktasına ulaşır, daha sonra yavaş yavaş azalır. Osteoporoz, postmenapozal kadınlarda östrojen azalmasına bağlı olarak daha çok gözlenir. Önleme tedaviden önemlidir. Önemli olan çocukluk ve gençlik döneminde iyi bir kemik kütlesi elde etmek ve bunu sürdürmektir. Bu da yeterince kalsiyum (Ca) içeren dengeli bir beslenme ve kemiklere yük bindiren egzersizleri (takım sporları, atletizm vb.) düzenli ve devamlı yapmakla gerçekleşir. Yaşlı bireylerde ise fiziksel aktivitenin amacı kemik kaybını önlemek ve fiziksel uygunluk, esneklik, kas gücü, postür, denge ve koordinasyonu geliştirerek düşmeleri önlemektir. Egzersiz osteoporozda sadece kemik kaybını önlemez, kemiklerin daha fazla Ca alımını sağlayarak yeni kemik kayıplarının yerine konmasını destekler. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile osteoporoz riski büyük ölçüde azaltılabilir. Kalsiyum bakımından zengin bir beslenme ve bunun yanında dikkat edilecek faktörler; yeterli D vitamini ve güneş ışığı alınması, proteinin ve sodyumun fazla miktarda alınmaması, yeterli çinko ve fluorid alınması, B-C-K vitaminlerinin yeterli alınması, aşırı kahve ve alkol tüketilmemesi, sigaranın tamamen kesilmesidir. Ca gereksinimi yaşam boyunca değişkenlik gösterir. Tüm erişkinlerin günde yarım litre süttekine eşdeğer miktarda Ca alması önerilir. Yaş gruplarına göre günlük miktarlar 1-3 yaş 500 mg, 4-8 yaş 800 mg, 9-18 yaş 1300 mg, 19-50 yaş 1000 mg, 51 yaş ve üstü 1200 mg’dır. Ayrıca gebe ya da emzirenler 1200-1500 mg/gün Ca almalıdır. Yeterli Ca alınması halinde bile egzersiz yapılmadığı takdirde kemiklerin kalsiyum tutulumu yeterli olmamaktadır. Maraton, jimnastik gibi şiddetli spor yapan kadın sporcularda hipotalomo-hipofizer aksın etkilenmesi, negatif enerji dengesi ve psikolojik strese bağlı olarak geliştiği düşünülen atletik amenore, overlerden östrojen salgısını azaltarak kemik dansitesini düşürebilir. Ancak bu amenore 2-3 yıl kadar sürmedikçe kemik kaybı geri dönüşümlüdür. Jimnastikçiler amenoreik olduklarında bile kontrollere ve diğer sporculara oranla daha fazla kemik kütlesine sahiptir. Osteoporoz için en faydalı egzersizler kişinin kendi vücut ağırlığıyla ve yerçekimine karşı yaptığı 15 kuvvet egzersizleridir. Ayrıca germe, postür, denge egzersizleri yapılmalıdır. Omurga fleksiyonu, ani rotasyon hareketleri, yüksek şiddette ve sert zeminde egzersizler yapılmamalıdır. Anahtar sözcükler: Osteoporoz, egzersiz, kemik dansitesi, kalsiyum homeostazisi, kronik hastalıklar HİPERTANSİYON ve EGZERSİZ Hypertension and exercise Canan Gönen Aydın Baltalimanı Kemik Hastanesi Spor Hekimliği Birimi, Baltalimanı, İstanbul İletişim e-mail: canowum@gmail.com Hipertansiyon uzun yıllar belirtisiz veya komplikasyonsuz olarak seyredebilir. Bu sırada tek somut bulgu arteriyel kan basıncının yüksek saptanmasıdır. Kan basıncı kardiak “output”un sistemik vasküler direçle çarpımı olarak tanımlanabilir. Kan basıncı normal olan 55 yaş ve üzerindeki bireylerde yaşam boyu hipertansiyon geliştirme riski %90 olarak verilmekte olup dünyada yaklaşık 1 milyar insan hipertansiyon hastasıdır. Avrupa Hipertansiyon Derneği (ESH) ve Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) kan basıncı düzeylerini sınıflandırmış ve önerilerini güncellemiştir. Optimal sys/dia (mmHg) düzeyleri sırasıyla <120 ve <80, normal düzeyler 120-129 ve/veya 80-84, yüksek normal 130-139 ve/veya 85-89, grade-1 140159 ve/veya 90-99, grade-2 160-179 ve/veya 100-109, grade-3 ≥180 ve/veya ≥110, izole sistolik hipertansiyon ≥140 ve <90 mmHg’dir. Başka risk faktörü (RF) olmamasına, 1-2 RF veya daha fazla RF olmasına; organ hasarı, üçüncü evre kronik böbrek hastalığı (KBH) veya diabet (DM) olmasına; semptomatik kardiovasküler hastalık, dördüncü evre KBH veya organ hasarlı-RF’li DM olmasına göre farklı düzeylerdeki hipertansiyonda yaşam tarzı değişikliği, <140/90 mmHg’yi hedefleyen ilaç kullanımı önerilmektedir. SysKB’nin hedef düzeyleri düşük-orta KV riski olanlarda, DM’de, geçirilmiş kriz/iskemik atakta, koroner kalp hastalığında, diyabetik/non-diyabetik kronik böbrek hastalığında ve 80 yaş altı sağlıklı bireylerde 140 mmHg’nin altı; 80 yaş altı ve fiziksel durumu uygun 80 yaş üstü hipertansiflerde 140-150 mmHg arası iken; DiaKB için <90 mmHg, diabetlilerde ise <85 mmHg kabul edilmektedir. Günde 1.8 g sodyum azaltılması sistolik/diastolik kan basıncını ortalama 5.1/2.7 mmHg, her kilo kaybı 1.1/0.9 mmHg, günde 3.6 içki kullanımı 3.9/2.4 mmHg, haftada 150 dk aerobik egzersiz 4.9/3.7 mmHg, DASH diyet hipertansifte 11.4/5.5 mmHg, normotansifte 3.6/1.8 mmHg; protein ve doymamış yağ kullanımı artışı 8.0/4.0 mmHg düşüşe neden olmaktadır. İlaçla tedavi ise ortalama 15.9/12.3 mmHg düşüş sağlamaktadır. Normotansiflerin en az iki yıl ara sıra ölçüm yapmaları, normal üstü olanların en az bir yıl kontrol ve yaşam tarzı düzenlemesi yapmaları, grade-1 olanların iki ay düzenli ölçüm ve yaşam tarzı düzenlemesi yapmaları, grade-2 olanların tıbbi teşhis konup bir ay içinde tedavileri, grade-3 olanların tıbbi teşhis konup bir hafta içinde tedavileri, ≥210/120 mmHg olan grade-4’lerin ise derhal tıbbi teşhis konup tedaviye başlamaları gerekmektedir. Dirençli egzersiz KB’de en çarpıcı artışı sağlar. Kalp atım hızında artış, dirençli egzersiz sonuçları ile karşılaştırıldığında aerobik egzersizde daha olmaktadır. Kavrama testleri ile KB yanıtı ölçme yöntemini kullanmak giderek artmıştır. Ayrıca egzersiz tedavisi sırasında kullanılan bazı betabloker ilaçlar lipoprotein metabolizmasını olumsuz etkilmektedir. Bu nedenle de egzersiz zaten önerilmektedir. Düşük yoğunluklarda egzersiz orta şiddette hipertansiyon tedavisinden daha etkilidir. Dinlenme ve submaksimal egzersiz şu mekanizmalarla HT etkiler: kalp debisinde düşüş ve periferik damar direncinde azalma ile KAH azalır. Sempatik ve artan parasempatik aktivite azalır. Kan katekolamin ve plazma renin aktivitesi değişiklikleriyle hipertansiyon HT tedavisinde uygulanır. Hipertansiyondan en fazla etkilenen organların başında böbrekler gelir. Egzersiz böbreklerdeki iskemik durumun daha da ilerlemesine yol açabilir. Bir diğer önemli organ kalptir. Hipertansiyon nedeniyle büyümüş olan kalp, egzersiz sırasında yeterli kanı pompalamakta güçlük çeker. EKG’de sol ventrikül hipertrofisi bulunmayan ve kan basıncı 250/115 mmHg’den daha yüksek olmayan hastaların aerobik, yürüyüş ve yorucu olmayan diğer spor dallarını yapmaları önerilebilir. Haftada 5-7 gün ve günde 30 dk yürüyüş, koşu, bisiklet veya yüzme tarzında aerobik dayanıklılık antrenmanı hipertansiflerde 6.9/4.9 mmHg, normotansifkerde 3.0/2.4 mmHg düşüşe neden 16 olmaktadır. Düzenli düşük yoğunluktaki fiziksel aktivite mortaliteyi yaklaşık % 20 düşürmüştür. Diğer egzersiz şekillerinden dinamik direnç egzersizleriyle anlamlı bir KB düşüşü saptanmış olup haftada 2-3 gün önerilebilir. Sürekli 30 dk ve üstü orta-yoğunluklu egzersiz (CMT) hipertansiyon tedavisi ve önlenmesi için önerilmektedir. Yüksek yoğunluklu egzersiz (HIT), yaklaşık maksimum KAH’da ve/veya maxVO2’nin %85-95’inde, 1-4 dk dinlenme veya aktif toparlanma aralıklarıyla yapılan egzersiz şeklidir. CMT’nin; kardiorespiratuvar, endotel fonksiyon ve insülin duyarlılığı olanlarda, sempatik aktivite ve yüksek ailesel riskli normotansif bireylerde, arteriyel sertlik olan hipertansiflerde daha etkili olduğu ortaya konmuştur. Anahtar sözcükler: Hipertansiyon, sistolik basınç, diastolik basınç, yaşam tarzı değişiklikleri, egzersiz DİYABET ve EGZERSİZ Diabetes and exercise Ufuk Şekir Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Bursa İletişim e-mail: ufuksek@gmail.com Diyabet pek çok ülkede epidemik bir nitelik kazanmaya başlayan ve büyük oranda sağlık harcamalarında artışa neden olan önemli metabolik bir hastalıktır. Son yapılan araştırmaya göre ülkemizde de son 12 yılda diyabet sıklığının %90 oranında artmış olduğu ortaya konmuştur. Diyabet kronik bir hastalıktır ve pek çok sistemik komplikasyona yol açar. Bu nedenle diyabet gelişimini ve ilişkili komplikasyonları azaltmak için pre-diyabet aşamasında erken müdahale faydalı bir yaklaşım olacaktır. Araştırmalar değişik düzeyde fiziksel aktiviteye katılımın diyabet gelişimini %3050 oranında engelleyebileceğini göstermektedir. Bunun yanında diyabetli kişilerde de egzersiz uygulamalarının glikoz toleransı ve insülin etkisi üzerine olumlu etkileri olduğu ortaya konmuştur. Diyabeti önleme için haftada en az 3 gün 30 dk, tedavisi için ise haftada en az 150 dk orta şiddette aerobik egzersiz yapmanın gerekli olduğu araştırıcılar tarafından ifade edilmektedir. Aerobik ve direnç egzersiz uygulamalarının kombine edilmesi ile etkinin daha fazla olduğunun gösterilmesinden sonra günümüzde kombine egzersiz programları tercih edilmeye başlanmıştır. Yararlarının fazlalığına rağmen fiziksel aktivite diyabet tedavisinde az kullanılan bir terapödik yaklaşım olmuştur. Bu noktada, diyabet tedavisi kapsamında hekimler hastalarını fiziksel aktivitelerini yükseltmeleri ve düzenli egzersizlere katılmaları konusunda daha fazla cesaretlendirmelidir. Anahtar sözcükler: Diyabet, aerobik egzersiz, direnç egzersizi, önlem, tedavi RUHSAL SAĞLIK ve EGZERSİZ Mental health and exercise Ali Murat Zergeroğlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: zerger@medicine.ankara.edu.tr Günümüzde egzersiz birçok fiziksel kronik hastalığın tedavisinde kulanıldığı gibi, başta anksiyete ve depresyonda olmak üzere psikiyarik hastalıkların önlenmesi tedavisi ve mental sağlığın korunmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra egzersiz bağımlılığı ve “overtraining” egzersizin yol açtığı problemler arasında sayılabilir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), egzersizi ruh sağlığının koruyucu önlemleri arasında saymaktadır. Her gün en az 30 dk egzersiz ya da haftada toplam 150 dk egzersiz yapılması Dünya Sağlık Örgütünün önerileri arasındadır. Yine bu alanda yapılan çalışmalar düzenli egzersizler ile Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin ciddi bir biçimde azaldığını göstermektedir. Konudaki diğer çalışmalarda düzenli egzersiz ile endorfin, melatonin ve dopamin salgısınında artış saptanmıştır. Tüm bunlar bireylerde doğal antidepresan etkisi sağlar. Düzenli egzersiz beyin kan akımını arttırıp hafızayı güçlendirdiği gibi, zihinsel performansı da arttırır. Gebelik dönemi ve doğum sonrası depresyonlarının önlenmesi ve tedavisinde de egzersiz önemli bir yer tutmaktadır. Anahtar sözcükler: Egzersiz, ruhsal sağlık, depresyon, anksiyete 17 PANEL III: SPOR YARALANMALARINDA İKİNCİL ÖNLEMLER Roundtable III: Secondary prevention of sports injuries SPOR YARALANMALARINDA İLK YARDIM First aid in sports injuries Fatma Ebru Koku Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: fatmaebrudr@yahoo.com.tr Spor, günümüzde pek çok insanın ilgilendiği bir etkinlik haline gelmiş olup, kitleler içinde artan hızla yaygınlaşmaktadır. Spora amatör ya da profesyonel katılım arttıkça spora ilişkin yaralanmaların sıklığı da artmaktadır. Sportif aktivitenin türü, müsabaka yapılan saha ve zeminin özellikleri, sıcaklık, nem, yağış, rakip, ekipman gibi pek çok faktör yaralanma şiddetini etkilemektedir. Sportif aktivite sırasında meydana gelen acil durumlar; dislokasyonlar, kırıklar, kontüzyonlar, kas strainleri, sprainler, travmatik cilt lezyonları, kafa travmaları, dental travmalar, akut anaflaksi, akut astım, akut göğüs ağrısı, dehidratasyon, hipoglisemi, spinal travmalar, ani kardiyak ölüm nedenleri şeklinde sıralanabilir. Yaralanma meydana geldiğinde ilk yapılması gereken, hayati tehlike taşıyan ve geri döndürülebilir durumların saptanmasıdır. Hava yolu, solunum, dolaşım, nörolojik durum acil değerlendirilmelidir. Sporcuda hayati tehlike saptanması durumunda, temel yaşam desteği sağlanmalı ve hastaneye nakline kadar sürdürülmelidir. Hayati tehlike arz etmeyen yaralanmalarda ise takım ya da saha doktoru ilk değerlendirme ve girişimi yaptıktan sonra sporcunun oyuna devam edip edemeyeceğine karar vermelidir. Yaralanmış sporcuya gereken girişimi yapabilmek için sağlık çantalarının içeriğinin, saha ya da müsabaka alanındaki sağlık odaları ve ambulansların tıbbi donanımının yeterli olması gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, ilk yardım, hayati tehlike, travma, sağlık çantası ERKEN DÖNEM SPORTİF REHABİLİTASYON Early phase sports rehabilitation Seher Çağdaş Şenışık Yeşilyurt Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir İletişim e-mail: cagdassnsk@gmail.com, cagdas_ucar@mynet.com Sportif rehabilitasyonun amacı yaralanmış bir anatomik bölgenin fonksiyonunun veya spora özgün aktivitelerin en iyi şekilde yerine konmasıdır. Temel hedefler ise tam ve doğru bir tanı konularak akut yaralanmanın olumsuz etkilerinin azaltılması, iyileşme için yeterli süre tanınması, diğer bölgelerin ve genel vücut kondüsyonunun korunması ve normal sportif aktiviteye dönüşün takibidir. Rehabilitasyon süreci dört kısımda incelenebilir. Akut, erken, geç dönem rehabilitasyonlar ve spora dönüş fazı olarak da nitelendirilebilen fonksiyonel faz. Erken dönem rehabilitasyondaki hedefler doku iyileşmesi, ağrı ve enflamasyonun azaltılması, ağrısız hareket açıklığı, kas atrofisinin engellenmesi, nöromüsküler kontrol ve kondisyonun korunması olmalıdır. Bu hedefleri gerçekleştirmekte kullanılan tedavi araç ve yöntemleri istirahat, medikasyon, çeşitli fiziksel ajanlar, cerrahi, egzersizler ve psikolojik destektir. Erken dönemde hastanın çok aktif olması istenmez. İstirahat bu dönemde önemlidir. Bandaj sargı, splint koltuk değneği ile desteklenebilir. Bu dönemde ağrı ve enflamasyonu azaltmak için kullanılabilecek ilaçlar basit analjezikler, NSAİ ilaçlar, kas gevşeticiler, kortikosteroidlerdir. Gerekirse mineral ve vitaminler de eklenebilir. Erken dönemde medikasyonun yanında doku iyileşme sürecini hızlandırmak, ağrı ve enflamasyonu azaltmak ve kas atrofisini engellemek için fiziksel ajan ve terapi uygulamalarından yardım alınabilir. Bu amaçla sıcak ve soğuk uygulamalar, elektroterapi, derin ısı, traksiyon işlemleri uygulanmaktadır. Sportif rehabilitasyonun hemen tüm fazlarında farklı amaçlarla birçok egzersiz modeli kullanılır. Germe egzersizler ile vücut esnekliğinin artması ve kasların gevşemesi sağlanır. Bir çok çeşidi olsa da pratikte daha sık kullanılan ve ideal olanı ağrı sınırında 20-30 saniye süreli 2-3 tekrarlı statik germe egzersizleridir. Eklem hareket açıklığını koruyan ve arttıran egzersizler aktif, pasif veya yardımlı olarak uygulanabileceği gibi, çeşitli cihazlar yardımı ile de yapılabilir. İzometrik egzersizler 18 özellikle erken dönemde kas kuvvet ve kütlesini korumak veya arttırmak için daha çok tercih edilen, eklem hareketi olmaksızın kas kasılmasının olduğu statik egzersizlerdir. Kuvvet artışının sağlanabilmesi için her bir kasılmanın en az 5-6 saniye sürmesi gerekmektedir. Günlük egzersiz programı, her seansta bir kaç saniye süren en az beş maksimum kontraksiyon içeren ve aralarında 2-3 dakikalık dinlenme periyotları olan egzersizlerden oluşur. Yaralanan bölgenin rehabilitasyonu dışında özellikle sporcu hastaların kalp-dolaşım kondisyonunu korumaları da önemlidir. Bunun için hastaya uygun bir dayanıklılık egzersiz programı düzenlenmelidir. Sporcunun durumuna göre değişmekle birlikte, %50-60 yüklenmede bisiklet, yüzme, kol bisikleti koşu gibi egzersizlerden biri uygulanabilir. Son olarak, erken dönemden çıkış kriterleri aktif hareketin kazanılmış olması, pasif hareket açıklığının karşıt tarafın %75’ine ulaşması, ağrı ve hassasiyetin azalması, manüel kas kuvvetinin en az 4+ olması ve kas kontrolünün gelişmiş olmasıdır. Anahtar sözcükler: Sportif rehabilitasyon, erken dönem, terapötik ajanlar, dayanıklılık, spora dönüş SPOR YARALANMALARINDA GEÇ DÖNEM REHABİLİTASYON Sport injuries rehabilitation in the long-term Oğuz Yüksel Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İzmir İletişim e-mail: oyuksel1@yahoo.com Yaralanmış sporcunun rehabilitasyonu akut, tamir ve fonksiyonel fazlardan oluşur. Her fazın kendine göre spesifik hedefleri vardır. Bu fazlar yaralanmış dokunun enflamatuar, tamir ve “remodeling” evreleri ile paralellik gösterir. Rehabilitasyonun amacı sporcunun optimum atletik fonksiyona ulaşarak spora geri dönüşünü sağlamakla birlikte, tekrar yaralanma riskini minimuma indirmektir. Spora dönüş için hastanın semptomsuz, eklem hareket açıklığının ve spora özgü esnekliğin sağlanmış, kardiyovasküler fonksiyonun sporun gerekliliklerine göre yerine konmuş, kuvvetin yaralanma öncesine yakın değerlere çıkmış ve nöromusküler fonksiyonun spora özgü becerilerin gerçekleştirilmesini sağlayacak şekilde geliştirilmiş olması gerekir. Yaralanmaya yol açabilecek olası hatalar düzeltilmelidir. Fonksiyonel dönem rehabilitasyona geçmek için eklem hareket açıklığının tam ya da tama yakın, kuvvet ve propriyosepsiyonun fonksiyonel aktiviteler için yeterli seviyede olması gereklidir. Doku “remodeling” dönemine geçmiş olmalı ve ağrısız olmalıdır. Bu dönemde rehabilitasyonun başındaki düşük dirençli ve çok tekrarlı egzersizlerden (2x30-50) yüksek direnç ile yapılan az tekrarlı egzersizlere (3x6-15) geçilir. Set sayısı arttırılır. Aerobik kondisyonu korumak için rehabilitasyonun başından beri yapılan antrenmanlar çeşitlendirilir. Örneğin alt ekstremitedeki yaralanması nedeniyle yüzme ve el ergometrisi yapan sporcu kademeli olarak bisiklet ve koşulara geçer. Aerobik antrenmanlar spora özgü olmalıdır. Proprioseptif antrenmanlar pliometrik antrenmanlara geçişi sağlamak üzere çeşitlendirilip, zorlaştırılır. Yüksüz yapılan egzersizler yük verilerek yapılır. Statik yapılan egzersizler koşarak, yana hareket ederek, geriye hareket ederek, yön değiştirerek, dönerek yapılır. Egzersizler ayrıca daha hızlı yapılır. Tek bacak üzerinde yapılan egzersizler ve gözler kapalı yapılan egzersizler kullanılır. Spora dönüşte en önemli basamak olan pliometrik egzersizlere geçilir. Bu türdeki egzersizler nöromüsküler koordinasyonun tüm kinematik zincir içinde sağlanması açısından çok önemlidir. Pliometrik egzersizlere başlandığında öncelik tekrar sayısı ve zorluktan çok egzersizin doğru uygulanmasına verilmelidir. Yaralanma öncesinde bozuk olan ya da yaralanma sonrası bozulan hareket dizgesi düzeltilmeli ve spinal seviyede doğru yapılır hale getirilmelidir. Fonksiyonel düzelme dört aşamalıdır. Bilinçsiz disfonksiyon, bilinçli disfonksiyon, bilinçli fonksiyon ve bilinçsiz fonksiyon. Hastaya anlatılması sonucu farkında olmadan hatalı yapılan hareketin farkına varılır. Bilinçli bir şekilde doğru yapılmaya çalışılır. Yeterli tekrar ile hareket bilinçsiz bir şekilde doğru yapılır. Bu aşamadan sonra egzersiz çeşitlendirilir, tekrar sayısı ve zorluğu arttırılır. Periyodizasyon antrenman biliminde performansı arttırmak için kullanılan bir yöntemdir. Spora özgü amaçlara ulaşmak için antrenman tipi, yoğunluk ve süresinin, dinlenmenin planlanmasıdır. Adaptasyonu sağlamak için kademeli artan yüklenme uygulanırken, toparlanma ve adaptasyona yeterli zaman ayrılır. Periyodizasyonda atlet çeşitli amaçlara yönelik “mezosiklüs” fazlarından 19 geçer. Örneğin, birbirini takip eden fazlar şu sırada olabilir: anatomik ve fonksiyonel adaptasyon (artmış eklem hareket açıklığı, tendon kuvveti, koordinasyon ve stabilite), kuvvette devamlılık, hipertrofi, maksimum kuvvet, güç, spora özgü hız ve güç. Olimpiyat veya üst düzey yarışma gibi bir amaca yönelik devam eden ve genellikle dört haftadan oluşan mezosiklüslerin hepsi birden makrosiklüs adını alır. Mezosiklüslerde her bir antrenman birimi ise mikrosiklüslerdir. Mezosiklüslerin ilk üç haftasında antrenman yoğunluğu kademeli arttırılırken, dördüncü hafta toparlanma ve adaptasyona izin vermek için antrenman yoğunluğu düşürülür. Rehabilitasyon sürecinde de periyotlamanın kullanılması spora dönüş sürecini olumlu etkileyecektir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, fonksiyonel rehabilitasyon, periyodizasyon, nöromüsküler fonksiyon SPORA DÖNÜŞ Return to sports activities Cengizhan Özgürbüz Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: cengizhan.ozgurbuz@gmail.com Rehabilitasyon sürecinde yaralanma sonrası "spora dönüş" aşamasına gelindiğinde, genel rehabilitasyon yaklaşımlarının yerini özel yaklaşımlar alır. Bu aşamaya gelen sporcu hangi özelliklere sahip olmalıdır? Sporcunun yaralanma ile ilgili bulgu ve belirtileri tamamen geçmiş olmalıdır. Yaralanmadan dolayı ortaya çıkmış olan yoksunluklar giderilmiş ve ekstremitelerde kuvvet, eklem hareket açısı, esneklik gibi faktörler açısından simetri sağlanmış olmalıdır. Spora dönüş aşamasında hedef nedir ve ne zaman tamamlanır? İlk hedef spor branşının gerektirdiği hareketlere uyumlu geçişi sağlamaktır. ikinci hedef ise bu uyumlu geçiş sürecinde prevansiyona yönelik çalışmalarla yaralanmanın tekrarını önlemektir. Spora dönüş aşaması, sporcunun sahip olduğu performans profilinin, spor branşının gerektirdiği performans profiline ulaşması ile tamamlanmış olmaktadır. Bu süreç içinde çalışma programını belirleyen faktörler şunlardır: Sporcunun yaralanma tipi ve şekli; sporcunun sahip olduğu performans profili (kuvvet, dayanıklılık, esneklik, sensomotor aktivite, vs); sporcunun yaptığı sporun gerektirdiği performans profili. Bu faktörler son derece kişisel bir yaklaşımı gerektirmektedir. Çalışma programını belirleyen ve izleyen doktorun ve uygulayan fizyoterapistin antrenman bilimi, performans profili, aktivite dizgeleri, egzersiz fizyolojisi, egzersiz biyokimyası ve fonksiyonel anatomi gibi konularda eğitimli olmaları gerekmektedir. Doktorlar spor hekimliği uzmanlık eğitiminde bu bilgileri edinmektedirler, ancak saha çalışmalarını yaptıran fizyoterapistlerin "medical fitness" tarzı bir eğitimleri ülkemizde bulunmamaktadır. Anahtar sözcükler: Spora dönüş, performans profili, rehabilitasyon, yaralanma 20 KONFERANS II: SAĞLIK için EGZERSİZ, PERFORMANS SPORLARI ve GEN İLİŞKİSİ Plenary session II: Gene interactions of exercise for health and performance SPOR YARALANMALARI - GEN İLİŞKİSİ Sport injuries-gene interactions Gürhan Dönmez Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: gurhan@hacettepe.edu.tr Son yıllarda sporcular üzerinde yapılan genetik araştırmalar sıklıkla farklı gen profillerinin performansa etkisi ve spora yönlendirme, erken yaşta kişinin genetik yapısına uygun spor seçimi üzerine yoğunlaşmaktadır. Spor yaralanmalarının etiyolojisinde çok sayıda içsel ve çevresel faktörlerin etkili olmasından hareketle, bazı genetik özelliklerin de farklı tip yaralanmalarla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Literatürde özellikle tendon ve bağ yaralanmaları ile ilişkili gen çalışmaları dikkat çekmektedir. Örneğin aşil tendon rüptürü ya da tendinopatileri ile ABO ya da 9. kromozom uzun kolunda bağlantılı genler ilişkili bulunmuştur. ABO geni 9q34 kromozomunda, kırmızı kan hücrelerinin glikoprotein antijen yapılarını belirleyen, tendondaki bazı ECM proteinlerinin yapısını belirleyebilen transferazı kodlar. COL5A1 geni ABO genine çok yakındır ve tendonda tip I kollajen lifleri oluşturan ve fibrilogenezi sağlayarak tendon kuvvetinde önemli rol oynayan tip V kollajenin yapısal komponentini kodlar. COL5A1 ve Tenascin-C (TNC) genleri arasındaki bir polimorfizm aşil tendon yaralanmaları ile ilişkili bulunmuştur. TNC ise tendonda bulunan, ABO genine 9q32-q34’de yakınca bağlantılı olan ekstrasellüler matriks glikoproteinidir. Anormal mekanik yüklenme TNC sentezinde bozulmaya yol açarak tenositlerde apopitotik değişikliklere yol açar ve bu da tendinopati ile sonuçlanabilir. Ancak bu genlerin rotator manşet yaralanmalarıyla ilişkisi gösterilememiştir. Gen ekspresyon çalışmaları ayrıca aşil tendinopatisinde MMP-3’ün (matriks metalloproteinaz) azaldığını, MMP-2’nin ise arttığını göstermiştir. Ön çapraz bağ rüptürü ve omuz çıkığı riskinin ise Col1A1 Sp1 polimorfizmi ile azaldığı ortaya konmuştur. Col5A1 CC ya da Col12A1 AA genotiplerine sahip kadın sporcuların, ön çapraz bağ yaralanması açısından daha fazla risk altında oldukları yönünde çalışmalar bulunmaktadır. Sonuç olarak, genom projesinin sonlanması ve DNA şifresinin çözülmesiyle yakın gelecekte sporcuların gen haritaları çıkarılarak olası yaralanmalara karşı kişiye özel stratejiler geliştirilebilecektir. Anahtar sözcükler: Yaralanma, genom, kollajen, COL5A1, COL1A1, tenascin-C SPORTİF PERFORMANSIN BELİRLENMESİNDE GENLERİN ÖNEMİ The role of genes in determining athletic performance A. Haydar Demirel Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi ve Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: haydar.demirel@hacettepe.edu.tr Başarılı bir sporcu olmayı; uygun yaşta spora başlamak, seçilen spor dalına uygun fiziksel ve fizyolojik özelliklere sahip olmak, spor dalının gereksinimlerine uygun özellikte bir antrenman programını takip etmek, uygun beslenme, düzenli sağlık kontrolleri ve izlemeleri gibi çeşitli faktörler etkiler. Dikkatli incelenecek olursa, bireylerin fiziksel ve fizyolojik özelliklerinden, antrenmana verdiği yanıta kadar bir çok faktörün genetik özelliklerden etkilendiği anlaşılır. Özellikle insan gen haritasının ortaya konması ile birlikte, performans ve ilgili fiziksel uygunluk genlerine ilişkin çalışmalarda hizlı bir artış ortaya çıkmaya başladı. Bu genler içerisinde en yaygın çalışılanları EPO, ACE, PPARG1A, PEPCK, ACT3, Miyostatin ve IGF1 olarak sayılabilir. Bunların bir kısmı dayanıklılık performansında etkili iken, bir kısmı ise kuvvete ilişkin performansta etkili genlerdir. Her ne kadar söz konusu genlerle ilgili olarak, genlerin aşırı ekspresyonu veya ortadan kaldırılmasına ilişkin gerçekleştirilen transgenik çalışmaların önemli bir kısmı performansta dramatik seviyede bir artış ortaya koymuş olsa da, sportif performans çok sayıda faktörün etkileşimi ile ortaya konmaktadır. Bu çerçevede, en iyi performansın ortaya konması için genetik alt yapı önem taşımakla birlikte, yeterli bir faktör olarak görülmemektedir. Anahtar sözcükler: Gen, performans, dayanıklılık, kuvvet 21 KONFERANS III: SPOR YARALANMALARI - A Plenary session III: Sports injuries - A OSTEİTİS PUBİS Osteitis pubis Bülent Zeren Özel Spor Travmatolojisi Kliniği, Karşıyaka, İzmir İletişim e-mail: zeren.bulent@gmail.com Osteitis pubis, simfizis pubis (SP) ve çevresinin ağrılı, kronik ve enflamatuar bir aşırı kullanım yaralanmasıdır. Kas imbalansı, kalçalarda fleksibilite yetersizliği, sakroilyak eklem sorunları, pelvik anteversiyon, bacak ve ayak deformiteleri gibi birçok etken SP’de yüklenmeye yol açar. Soğuyunca artan adduktor ağrı en önemli belirtidir. Erken ve doğru tanıda MRG’nin rolü büyüktür. Tedavi genellikle konservatif ve nedenlere yönelik olmalıdır. Kas imbalansı düzeltilmeli ve pelvik stabilite sağlanmalıdır. En az altı aylık konservatif tedaviye yanıt yoksa cerrahi tedavi uygulanır. Tedavideki güçlükler, önlemenin önemini daha da arttırmaktadır. Önlemede risk faktörlerinin giderilmesi ve pelvik balansın sağlanması ana hedeftir. Anahtar sözcükler: Osteitis pubis, pelvik stabilite, konservatif tedavi, cerrahi tedavi AŞIRI KULLANIM YARALANMALARI Overuse injuries Cengizhan Özgürbüz Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı İletişim e-mail: cengizhan.ozgurbuz@gmail.com Aşırı kullanım yaralanmaları tüm spor yaralanmaları arasında %30-50 oranında gerçekleşmektedir. Tekrarlayan mikrotravmaların, özellikle predispozan bazı entrensek veya ekstrensek faktörlerin varlığında, neden olduğu bu yaralanma şekli hem tedavi hem de koruma açısından iyi bilinmelidir. Predispozan faktörlerin bilinmesi ve iyi değerlendirilebilmesi için geleneksel tıp bilgisi dışında performans profilleri, hareket dizgeleri, antrenman bilimi ve fonksiyonel anatomi gibi konularda da bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Örn. rotator manşet tendiniti tanısı konulmuş bir yüzücü ve bir ciritçide tedavi yaklaşımı çok farklıdır. Ciritçide atışın deselerasyon fazında antagonist kasların eksantrik kasılmaları sırasında lezyon oluşurken, yüzücülerde daha çok hareketin aşırı tekrar edilmesi sonucu rotator manşet kaslarının yorulmasına bağlı humerus başının kontrolünde azalma ve buna bağlı lezyon gelişmektedir. Bu farklılık tedavi şeklini de belirlemektedir. Aşırı kullanım yaralanmasına zemin hazırlayabilen entrensek ve ekstrensek faktörler konuşmada tartışılacaktır. Anahtar sözcükler: Aşırı kullanım yaralanması, predispozan faktörler, sportif rehabilitasyon 22 PANEL IV: SPOR YARALANMALARININ ŞİDDETİNİN AZALTILMASI Roundtable IV: Reducing the severity of sports injuries KORUYUCU EKİPMAN ve BANDAJLAMA Protective equipment and bandaging Aynur Sevgi Arslan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi,Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: drsevgiciftci@yahoo.com Koruyucu ekipmanlar: Bu ekipmanlar, mekanik destek vererek, propriyosepsiyonu arttırarak, çarpmadan kaynaklanan enerjiyi geniş alana dağıtarak ve belirli vücut bölgesinden uzaklaştırarak yaralanmalardan korumaktadır. Koruyucu ekipmanlar, yaralanmaya karşı korumalı ve yaralanan bölgelerin daha fazla yaralanmasını önlemelidir, vücut işlevini bozmamalı, bakımı kolay olmalı, diğer bölgelere zarar vermemelidir. Uygun özelliklere sahip olmayan ve kişinin ölçülerine uyumsuz koruyucu ekipman ve sportif malzeme kullanımı spor yaralanmalarının oluşmasında önemli rol oynayabilir. Kasklar, ağızlıklar, omuz koruyucuları, dirsek ve el bileği koruyucuları, kalça koruyucuları, uyluk koruyucuları, dizlikler, tekmelikler, vb. birçok koruyucu ekipman bulunmaktadır. Kasklar: Kafa travmalarından korunmak için tasarlanmışlardır. Bisiklet kaskı, akselere ve deselere travmalarda, kafatası ile beynin çarpma hızını azaltarak başı korumaktadır. Kaskın dış yüzeyi çarpma kaynaklı enerjiyi geniş bir alana dağıtır ve kask şok emici görevi üstlenmiş olur. Ayrıca kaskın çarpma nedeniyle kırılması koruyuculuğu arttıran bir etkendir. Kayak, rugby ve bisiklet sporunda kask kullanımı kafa travması riskini azaltır, ancak konküzyonu önlemede yetersizdir. Kaskların kullanımı beklenmedik sonuçlara yol açabilir. Örneğin, kayak sporcuları kask kullandıklarında, limitlerini zorladıkları için daha şiddetli yaralanmalar geçirebilir. Tekmelikler: Tibia ve fibulada kırık insidansını azaltır, strain, hematom ve ciltte açık yaralar oluşma riskini düşürürler. Tekmelikler, gelen darbelerin etkisini azaltmasının yanı sıra çarpma kuvvetini geniş alana yaymaktadırlar. Önleyici Spor Hekimliği Enstitüsü tarafından yapılan bir çalışmaya göre, futbolda tekmelik kullanımı, darbe ile tibiada oluşabilecek yaralanma riskini, kullanılan tekmelik türüne bağlı olarak %44-77 oranında azaltmaktadır. Futbolcularda tibial kırıklar ile ilgili yapılan çalışmaya göre, FIFA tarafından zorunlu tutulan tekmelik kullanımıyla birlikte, futbola bağlı tibial kırıkların görülme sıklığı önemli ölçüde azalmıştır. Koruyucu bandajlama: Koruma amaçlı bandajlama sıklıkla ayak bileği burkulma riski yüksek basketbol gibi spor türlerinde kullanılmaktadır. Ayak bileği koruma bandajlaması açık sepet örgü tekniği kullanılarak yapılır. Bu bandajlamada amaç, ayak bileğinin sık görülen lateral bağ yaralanmalarını önlemektir. Voleybol, basketbol, hentbol gibi dikey sıçramanın önemli olduğu branşlarda, zıplama sonrası yere inişte inversiyon ile yaralanma ayak bileğinin en sık yaralanma mekanizması olduğundan, yaralanmaların önlenmesinde inversiyonu kısıtlamak önemlidir. Ayak bileği yaralanmalarından korunmak için yapılan bandajlama, eklem hareket açıklığını kısıtlar, propriosepsiyonu ve nöromüsküler kontrolü arttırır, konsantrik ve eksantrik koordinasyonu geliştirir. Bantların cilt üzerindeki baskısı, proprioseptif girdiyi ve algıyı arttırır. Daha önceden geçirilmiş ayak bileği bağ yaralanması olan kişilerde uygulanan koruyucu bandajlamanın, hiç yaralanma geçirmemiş kişilere göre daha koruyucu olduğu saptanmıştır. Birçok araştırmacı ve uygulayıcı bantlamanın propriosepsiyonu arttırdığına ve bu yolla yaralanma olasılığını azalttığına inanmaktadır. Koruma için en sık uygulanan, kinezyoteybi germeden yapılan bantlamadır. Bunun amacı kasa koruma ve destek sağlamaktır. Anahtar sözcükler: Koruyucu ekipman, taping, spor yaralanmalarından korunma SPORCU SAĞLIK MUAYENESİ ve EĞİTİMİ Athletes’ health examination and education Ahmet Mustafa Ada TSK Spor Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Ankara İletişim e-mail: md_m_ada@yahoo.com Spor yaralanmalarından korunma ve yaralanmaların şiddetinin azaltılmasında en önemli unsur sporcu sağlık muayenesidir. Sporcu muayenesinde, sporcunun ani ölümüne neden olabilecek 23 risklerin, spora katılım öncesi ileri tetkik ve tedavi gerektirecek tıbbi durumlarının, çocuk ve genç yaştaki sporcularda ilaç bağımlılığı, gebelik, depresyon durumlarının belirlenmesi ve sporcuların yasal gereksinimlerinin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Muayeneler öncelikli olarak spora özgü olmalı ve yaralanma potansiyelini azaltacak, performansı geliştirebilecek faktörlerin (futbolcularda hamstring gerginliği, tenisçilerde omuz fleksibilitesi) belirlenmesi hedeflenmelidir. Muayeneler muayenehane veya spor tesislerinde istasyonlar şeklinde organize edilmelidir. Muayenenin başarısı sporcu sağlığı konusunda tecrübeli uzman hekim varlığıyla direkt ilişkilidir. Muayenenin zamanlaması açısından yarışmalar başlamadan 4-8 hafta önce yapılmasının herhangi bir yaralanma tespit ve tedavisi için uygun olacağı bildirilmektedir. Ayrıca muayenelerin hangi sıklıkla yapılacağı konusunda sezon ve sene başı olmak üzere çeşitli tavsiyeler bulunmaktadır. Sporcu muayenesi, sporcunun sağlık özgeçmişini, aile ve kişisel ortopedik hikayesini içeren anamnez, vital bulgularını; dolaşım, solunum ve nörolojik sistem ile ortopedik değerlendirmeyi içeren fizik muayene ile esneklik, kuvvet, güç, anaerobik ve aerobik dayanıklıkları içeren spora özgü değerlendirmeleri içermelidir. Temas sporlarında nörolojik değerlendirmeler spora katılım muayenesi kapsamına mutlaka alınmalıdır. Sonuç olarak spor yaralanmalarından korunmade ve şiddetlerinin azaltılmasında sporcu muayenesinin kapsamı, ne zaman ve ne sıklıkla yapılacağı, hangi sistemlerin değerlendirileceği konusunda standardizasyon mevcut değildir. Sporcu muayenesi için, spora özgü standart muayene formlarının oluşturularak daha kapsamlı ve gene spora özgü epidemiyolojik çalışmalara gereksinme duyulmaktadır. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmalarından korunma, yaralanma şiddetinin azaltılması, sporcu muayenesi HİJYEN, AŞILAMALAR, ENFEKSİYONLAR, SEYAHATLER Hygiene, vaccinations, infections, trips Mehmet Mesut Çelebi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: drmesutcelebi@hotmail.com Sporcular da toplumun diğer bireyleri gibi enfeksiyonlara eğilimlidir. Bazı durumlarda sporcuların enfeksiyonlara duyarlılıkları artabilir. Takım sporlarında bulunan sporcular takım arkadaşlarıyla yakın temasta bulunmakta ve enfeksiyonların yayılma olasılığı artmaktadır. Aynı zamanda takımdaki sporcular yiyecek ve içeceklerini paylaşmakta, özelliklede aynı şişeden su içebilmektedir. Tüm tıbbi durumlarda olduğu gibi, korunma tedaviden daha iyidir. Enfeksiyon geçiren sporcuyu diğer sporculardan ayırmak enfeksiyonun yayılım riskini azaltacaktır. Sporcular aynı zamanda el yıkama veya antibakteriel jel kullanma konusunda ve aynı şişeden su içmeme gibi iyi hijyen kuralları hakkında eğitilmelidir. Sporcular dünyanın herhangi bir yerinde ikamet etmekte ve birbirleriyle yarışabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, seyahat için uygun aşılamalar yapılmalı ve hatta gerekirse sıtmaya karşı proflaksi uygulanmalıdır. Hekim aynı zamanda sporcunun seyahat rotasını iyi bilmeli ve seyahat rotasındaki değişik hastalıkları araştırabilmelidir. Hekim ve sporcuyu zorlayan önemli durumlardan biri de viral enfeksiyon geçiren sporcunun sportif aktivitede bulunup bulunamayacağıdır. Viral enfeksiyon geçiren sporcuları ikiye ayırmak mümkündür. İlk grupta belirtiler genellikle üst solunum yolları olan bir sisteme lokalizedir ve genel semptomlarla seyreder. Boğaz ağrısı, burun akıntısı veya baş ağrısı olan ateşsiz sporcular %80’in altındaki maxVO2 ile antrenman yapabilirler. Genel halsizlik, kırgınlık, kas krampları ve hassasiyet, ateşin 38°’nin üzerinde olması veya nabız sayısı 10 ve üzerinde artmış olan sporcular sistemik semptomlar normale dönene kadar fiziksel aktiviteden uzak tutulmalıdır. Sporcular meslekleri gereği sürekli seyahat edip değişik yerlerde konaklayabilmektedir. Bu nedenle değişik barınma yerleri, yükseklik farklılıkları, değişik ısı ve nem, farklı yemek kültürleri ve büyük zaman farklılıklarıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Takım doktoru takımdaki sporcu ve görevlilerin seyahat ve konaklama yerlerine uyumu ve sağlığı için gerekli planlama ve uygulamayı yapmaktan sorumludur. Hekimin yapacağı uygulama ve planlamalar sağlık ekibinin oluşturulması, seyahatten önce sporcu ve görevlilerin sağlık durumlarını gözden geçirilmesi ve var olan problemlerin çözümlenmesi, kamp yapılacak yerdeki tıbbi olanakların önceden araştırılması ve bölgedeki klinik, 24 hastane ve acil merkezlerin donanımları ve ulaşımlarının saptanması, yiyecek ve içecek planlarının yapılması ve “jet lag” ile ilgili önlemler şeklinde sayılabilir. Anahtar sözcükler: Hijyen, aşılama, enfeksiyon, seyahat, spor OYUN KURALLARININ SAĞLIK AMAÇLI DÜZENLENMESİ Establishing game rules in relation to athlete’s health İsmail Başöz Beşiktaş Jimnastik Kulübü, İstanbul İletişim e-mail: ibasoz@gmail.com Özellikle fiziksel mücadele ve bedensel kontakt gerektiren spor branşlarında sporcuların yaralanma olasılıkları daha yüksektir. Jan Ekstrand ve ark. tarafından yapılan, Avrupa’nın üst düzey 23 futbol takımının yaralanma profilini sekiz sene boyunca izleyerek gerçekleştirilen araştırmada, futbol yaralanmalarının içinde “maç yaralanmalarının” %21’inde hakemin kural dışı müdahale kararı bulunduğu ifade edilmektedir (1). Collins ve ark.’nın yayınladıkları çalışmada iki sene boyunca 100 lisede spor müsabakalarında kural dışı müdahale ile oluşan yaralanmaların takibi yapılmış, yaralanmaların çoğunluğu, %32.3 baş-yüz yaralanması, %25.4 konküzyon olarak bildirilmiştir (2). Spor yaralanmalarından korunma sürecinde alınacak medikal ve fiziksel önlemlere ek olarak oyun kurallarında yapılacak düzenlemeler önemli yer tutmaktadır. Kural düzenlemeleri koruyucu ekipman ve fiziksel müdahalelerde ceza uygulamaları olarak iki ayrı başlıkta toplanabilir. Koruyucu ekipman uygulamalarına örnek olarak, futbolda tibia yaralanmalarını azaltmayı amaçlayan tekmelik kullanımı, boksta ve taekwondoda kafa travmalarını azaltmak için kask kullanımı kurallara koyulmuş zorunluluklardır. Ayrıca hemen tüm temas sporlarında rakibin sağlığını tehlikeye düşürecek takı, atel gibi gereçlerin müsabaka sırasında kullanımı yasaklanmıştır. Kural dışı fiziksel müdahalelerin tanımlarında ve uygulanan cezalarda zaman içinde gelişen şartlara göre değişikliklere gidilmiştir. En dikkat çekici değişiklik “rakibin sağlığını tehlikeye düşürecek fiziksel müdahaleler” başlığı ile tanımlar yapılmaya başlanmasıdır. Örneğin, hentbol oyun kuralları içinde, diskalifiye gerektiren fauller başlığı altında “Rakibin sağlığı için tehlike oluşturacak şekilde rakibine yönelik harekette bulunan oyuncu diskalifiye edilir” denmekte ve yorum olarak “Eğer faul, rakip oyuncu havaya sıçrarken ya da koşarken ve bu nedenle de kendini korumasının mümkün olmadığı bir durumda yapılırsa; çok hafif fiziksel etkide bir faul dahi olsa çok tehlikeli olabilir ve ciddi yaralanmalara yol açabilir. Böyle bir durumda, “diskalifiye cezasının verilip verilmemesine dair kararda, vücut temasının şiddeti değil, rakibe yönelik tehlike esas alınır” açıklaması eklenmektedir (3). Futbol oyun kuralları içinde “Rakip takımın oyuncusunun sağlığını tehlikeye sokan arkadan müdahaleler ciddi faullü oyun olarak değerlendirilecektir” denmektedir. Cezası diskalifiye olarak belirlenmiştir. Basketbolda sportmenlik dışı faul tanımlaması yapılmıştır. Karatede rakibin darbesi ile syaralanarak oyuna devam edemeyeceği doktor tarafından saptanan sporcunun rakibi oyundan tart edilir. Kural dışı fiziksel müdahalenin önemli bir risk faktörü olduğunun unutulmamalı ve bu konuda oyuncular, antrenörler, yönetici ve hakemler eğitilmelidir (2). Anahtar sözcükler: Oyun kuralları, spor yaralanması, kural dışı müdahale, faul Kaynaklar 1. Ekstrand J, Hägglund M, Waldén M: Injury incidence and injury patterns in professional football - the UEFA injury study. Br J Sports Med, 2009. 2. Collins CL, Fields SK, Comstock RD: When the rules of the game are broken: what proportion of high school sports-related injuries are related to illegal activity? Inj Prev 14: 3, 2008. 3. Türkiye Hentbol Federasyonu: Uluslararası hentbol oyun kuralları, 2010. PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN SPOR YARALANMALARINI ÖNLEMEDEKİ ROLÜ Role of psychological factors in the prevention of sports injuries Seçkin Şenışık Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: seckinsnsk@gmail.com Avrupa’da her yıl sekiz milyonun üzerinde spor yaralanmasının tıbbi olarak tedavi edildiği tahmin edilmektedir. Avrupa’daki elit futbol oyuncularına bakıldığında her oyuncunun sezon başına 25 ortalama iki yaralanmaya maruz kaldığı bulunmuştur. Özellikle de yaralanmaların ciddi olduğu durumlarda, spor yaralanmaları oldukça stresli, hem oyuncunun spora ara vermesini gerektiren, hem de ekonomik açıdan oyuncuya yük getiren bir durumdur. Bu nedenle spor yaralanmalarını oluşmadan önce önlemeye çalışmak önemlidir. Yaralanmaları önlemek amacıyla düzenlenen fiziksel egzersizlerin yanı sıra psikolojik faktörleri ele alan çalışmaların da yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan araştırmalar bulunmaktadır. Psikolojik faktörlerin yaralanma riski üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalarda yüksek düzeyde stresi olan sporcuların yaralanmaya maruz kalma riskinin daha fazla olduğu belirtilmektedir. Bu konu ile ilgili en etkili psikolojik modellerden biri Williams ve Andersen’in öne sürdüğü teorik “stres-yaralanma modelidir”. Bu model üç ana kısımdan oluşmaktadır. Bunlar kişilik, strese yol açan etkenlerin öyküsü, ve baş edebilme kaynaklarıdır. Kişilik bir sporcunun stresli olarak algıladığı durumları etkileyebilir. Kişiliği oluşturan maddeler psikolojik direnç, kontrol odağı, uygunluk hissi, yarışma endişesi, heyecan arama, başarabilme motivasyonudur. Stres öyküsü bir yakının ölümü gibi büyük yaşam olayları, günlük problemler ve önceki yaralanmalardan oluşmaktadır. Tüm bunlarla baş edebilme yetenekleri genel baş edebilme davranışları (beslenme ve uyku gibi), sosyal destek sistemi, mental ve stres kontrol yetenekleri (kişinin kendisinin aldığı veya reçete edilen ilaçlar) gibi maddelerden oluşmaktadır. Sporcu yoğun bir antrenman veya önemli bir yarışma gibi stresli durumlarla karşılaştığında bu faktörler birlikte veya tek başlarına stres yanıtlarına katkıda bulunurlar. Bu modelin hipotezine göre; strese neden olan etkenlerin öyküsü olan, stres yanıtını arttırma eğilimine sahip kişilik özellikleri olan ve stres ile baş edebilme yetenekleri az olan sporcular bunun karşıtı psikososyal özelliklere sahip olan sporcuların aksine stresli bir durum ile karşılaştıklarında, bu durumu olduğundan daha stresli olarak değerlendirirler. Sonuçta daha fazla fizyolojik aktivasyon ve dikkatte bozulma gözlenir. Sonuçta oluşan stres yanıtının şiddeti yaralanma riskine neden olan mekanizma olarak öne sürülmektedir. Buna göre stres yanıtındaki artış kas geriliminde artışa, görme alanında daralmaya ve dikkat dağınıklığında artışa yol açarak yaralanmaya neden olmaktadır. Bu konu ile ilgili yapılmış az sayıda çalışma bu modeli oluşturan faktörlerin stres yanıtını arttırarak yaralanma riskini arttırdığına dair hipotezi desteklemektedir. Bu çalışmalardan elde edilen bulgulara dayanarak, spor yaralanmalarını önleme programlarına gevşeme, gözünde canlandırma, duygusal yardım, biofeedback gibi bilişsel-davranışsal antrenmana dayalı stres ile baş etme tekniklerinin eklenmesinin yaralanma riskini azaltmada etkili olduğu söylenebilmektedir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, stres düzeyi, psikolojik faktörler, stres yanıtı, önleme SPOR YARALANMALARININ ŞİDDETİNİN AZALTILMASINDA TEKNOLOJİ KULLANIMI Use of technology in decreasing the severity of sport injuries Cem Çetin Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta İletişim e-mail: sporhekimi@gmail.com Rekreasyonel ya da yarışmacı düzeyde spora katılımın artışı beraberinde daha çok sayıda spor yaralanması riskini ortaya çıkarmaktadır. Spor yaralanmalarının çoğunluğu hafif şiddette olmakla birlikte; yaş, sportif aktivitenin türü ve düzeyi ile ilişkili olarak daha uzun süre spora ya da aktiviteye katılımı geciktirecek daha ciddi yaralanmalar meydana gelebilmektedir. Ön çapraz bağ yaralanması gibi ciddi spor yaralanmaları, uzun bir süre spora katılımı engellemesinin yanı sıra yüksek tedavi maliyeti, sporcuda oluşturacağı psikolojik hasar ve ileride gelişme olasılığı artan dejeneratif eklem hastalığı ve bunların ek maaliyetlerine neden olmaktadır. Teorik olarak, altta yatan anatomik, nöromüsküler, teknik ve ekipman, vb. nedenler ile ilişkili olan ve yaklaşık %70-80’lik kısmı oluşturan kontakt olmayan tipte ÖÇB yaralanmalarının önlenebileceği düşünülmektedir. Doksanların sonu ve 2000’li yıllardan itibaren yaralanmaya neden olan nöromüsküler nedenlerin anlaşılmasında gelişen teknolojik araçların önemli katkısı olmuştur. Bunlar arasında yüksek hızlı kameralar, yürüme ve hareket analizleri, izokinetik kuvvet ölçümleri, kuvvet ve denge platformları önemli yer tutmaktadır. Bunlara ek olarak antrenman ve müsabakaların çok sayıda ve yüksek çözünürlükte kameralar ile izlenmesi ve yayınlanması bir çok yaralanmanın biyomekanik analizlerinin yapılmasına olanak vermiştir. 26 Tüm bu verilerin analizleri sonrasında çoğunluğu alt ekstremite yaralanmalarına yönelik olmak üzere koruyucu egzersiz programları geliştirilmiş ve geçen 10 yılda bunların yaralanmaların önlenmesinde etkili olduğuna yönelik kanıta datalı veriler elde edilmeye başlanmıştır. Özellikle ayak bileği distorsiyonu ve ön çapraz bağ yaralanmalarının sıklığının azaltılmasını hedefleyen bu araştırmaların olumlu sonuç verdiğine yönelik ortak görüş sağlanmış görünmektedir. Yine bu çalışmaların metaanalizlerinde alınan umut verici sonuçlar nedeniyle, bu alanda yapılacak çalışmaların desteklenmesi gerekliliği vurgulanmıştır. İlginç olarak, son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan akıllı telefon ve mobil uygulamaların, spor yaralanmalarının önlenmesine katkısı olmuştur. Birkaç ay önce yayınlanan bir derlemede spor yaralanmalarından koruyucu aktiviteler içeren literatür destekli 18 mobil uygulama incelenmiştir. Gelecek yıllarda benzeri ve daha gelişmiş mobil uygulamaların katkısının artarak devam edeceği kuşkusuzdur. Etkinlikleri konusunda fikir birliği oluşsa da, spor yaralanmalarından koruyucu programların tip, süre ve içeriklerinin nasıl olması gerektiğine yönelik tartışmalar halen devam etmektedir. Gelecek yıllarda teknolojinin kullanımı, hem yaralanmaların oluş mekanizmalarının incelenmesinde, hem de koruyucu önlemlerin alınmasında çok daha fazla katkı sağlamaya devam edecektir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanması, yaralanma şiddeti, teknoloji, mobil uygulamalar PANEL V: SPOR HEKİMLİĞİNDE TAMAMLAYICI ve REJENERATİF TIP UYGULAMALARI Roundtable V: Complementary and regenerative medicine practices in sports medicine SAĞLIK BAKANLIĞI YAKLAŞIMI ve YASAL DURUM The Ministry of Health’s approach and legal status Taner Aydın GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: taydin@gata.edu.tr Sağlıklı insan tanımını Dünya Sağlık Örgütü (WHO) “Kişinin bedensel ve ruhsal bir bütünlük içinde iyi olma hali” olarak tanımlamaktadır. Yaşadığımız yüzyılda modern tıp hekimleri olarak, daha çok insanın bedeniyle ilgilenmeye başladık. Sağlıklı insan kavramı; bütünsel değerlendirme yerine, organların sağlığına indirgenmiş hale geldi. Son yıllarda objektif gelişme gösteren bilimsel tamamlayıcı tıp, modern tıbbın insana yeniden bütünsel bakmasına yardımcı olmaktadır. Tamamlayıcı ve alternatif tıp, batı tıbbının erişim alanı dışında kalan her türlü yeni terapi ve tedavi yöntemlerini içinde barındıran bir kavram olarak tanımlanmıştır. WHO, geleneksel tıp ile tamamlayıcı ve alternatif tıbbı birbirinden ayırmak için TM/CAM kısaltmasını kullanmaktadır. Bu ayrımın temelinde; Çin, Ayurvedik (Hint) ve Tibet tıbbının kendi bağımsız teori ve pratikleriyle birer tam tıp sistemi olmaları yatar. Kendilerine özgü eğitim gereksinimleri, programları vardır ve geleneksel tıbbı kendi kültürleri dahilinde oluştururlar. Bu nedenle bunları CAM tanımının kapsadığı geniş yelpazedeki teknik ve uygulamalardan ayrı tutmakta yarar vardır. Tamamlayıcı tıp, geleneksel ve günümüz batı tıbbının her ikisinin de dışında kalan geniş yelpazedeki şifa uygulamalarını içerir. Günümüz batı tıbbıyla birlikte, onun etkisini azaltmadan, hastanın durumunu iyileştirmek üzere kullanılır. Bu terapinin, kullanılan esas terapinin yaptıklarını desteklerken; hastanın, kullanılmadığı takdirde gerçekleşeceğinden çok daha çabuk iyileşmesini sağlayan olumlu bir etkisi olmalıdır. Alternatif tıp, günümüz batı tıbbının yerine kullanılan bir terapi türü anlamına gelir. "Alternatif tıp" veya "alternatif terapi" terimleri, günümüz batı tıbbının tamamını bir reddetme veya ayrı tutma iması içerdikleri için artık çok sık kullanılmıyor. Tamamlayıcı terapinin, uygulanan tedaviye yardımcı olmak üzere yapıldığı ve hiç bir şekilde esas tedaviye bir alternatif teşkil etmediği hasta tarafından açık şekilde kavranmalıdır. Tamamlayıcı ve alternatif tıp için Amerikan Ulusal Sağlık Merkezi TM/CAM uygulamaları sınıflama sistemini geliştirmiştir. Alternatif tıp sistemleri (Ayurvedik tıp, geleneksel Çin tıbbı, geleneksel Tibet tıbbı, homeopati, naturopati), zihin-beden tıbbı (Sanat terapisi, biofeedback, meditasyon, NLP, rahatlama, maneviyatçılık, yoga), biyoloji bazlı terapiler (rejimler, bitkiler, vitaminler), manipülatif ve 27 beden bazlı yöntemler (Alexander tekniği, kayropraktik, masaj, osteopati), enerji terapileri (Akupunktur, akupresür, biyoenerji, nefes çalışması, çakra terapisi, EFT, Qigung, refleksoloji, Reiki, Shiatsu, Tai chi). Ülkemizde tamamlayıcı tıp uygulamaları yeterli eğitimi olmayan, hatta hekim olmayan kişilerce uygulandığından, toplumda bir güvensizlik oluşmuş ve hak ettiği yere gelememiştir. Eğitim kurumlarında tamamlayıcı tıp bilim dalları ya da enstitüleri oluşturulamamıştır. Sağlık Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki KHK‘ne göre; Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevleri arasına “geleneksel, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamalarıyla ilgili düzenleme yapmak” görevi de eklenmiştir. Anahtar sözcükler: Tamamlayıcı tıp, alternatif terapi, spor hekimliği SPOR YARALANMALARI ve AĞRI TEDAVİSİNDE OZON UYGULAMALARI Ozone applications in sports injuries and pain treatment Yavuz Yıldız Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara iletişim e-mail: yyildiz@gata.edu.tr Ozon (O3) üç oksijen atomundan oluşan, renksiz ve keskin kokulu bir gazdır. Ozon, oksijen molekülüne (O2) kıyasla kararsız bir yapıdadır. Ozonun serbest radikal özelliği yoktur. Ancak bilenen en güçlü üçüncü oksidan maddedir ve tüm mikroorganizmalar ve toksinlerini okside eder. Atmosferde bulunan ozon gazının ozon-oksijen döngüsü ultraviyole ışınlarının etkisi ile devam eder. Ozon tedavisinde, ozon gazı %100 olarak verilmemeli ve belli oranda oksijenle karıştırılarak uygulanmalıdır. Ozon gazı hava ile temas ettiğinde toksik bir gaz olan nitrojen dioksit (N2O2) oluşmaktadır. Bunun için ozon gazının hava ile teması önlenmelidir. Hava embolisini önlemek için doğrudan damar içine verilmemelidir. Tüm işlemler sırasında ozona dayanaklı malzemenin kullanılması gerekmektedir. Ozonun sıvılardaki çözünme hızı; ısı, basınç ve konsantrasyon (Henry Kanunu) ile doğru orantılıdır. Ozon molekülünün yoğunluğu ve sudaki çözünürlüğü oksijen molekülüne göre daha fazladır ve biyolojik sıvılarda biyolojik moleküller ile hızlıca reaksiyona girer. Bu reaksiyonlar sonucunda biyolojik moleküller ve bileşikler elektron vererek (donör) oksitlenirler. Sonuçta süperoksit (O2·-), hidrojen peroksit (H2O2) ve hipoklorik asit (HClO) olarak adlandırılan reaktif oksijen türevleri (ROT) ve lipit oksidasyon ürünleri (LOP) oluşmaktadır. Serbest radikaller, çeşitli patolojik süreçlerden sorumlu reaktif maddelerdir. Aerobik canlılarda, serbest radikallerin toksik etkilerinden korunmak için “enzimatik olmayan” ve “enzimatik olan” iki ana antioksidan sistem bulunmaktadır. Oksidatif stresin patolojik süreçlerdeki etki mekanizmalarını ve bu etkilerin sonuçlarını açıklayan yüzlerce çalışma yapılmıştır. Son yıllardaki bilimsel çalışmalarda ise oksidasyon/redüksiyon reaksiyonlarda oluşan ürünlerin (H2O2) başta hücre içi haberleşme olmak üzere biyolojik mekanizmalarda rol aldığı gösterilmiştir. Hidrojen peroksitin ozonun tedavi edici etkinliklerinin en azından bir kısmından sorumlu ikincil haberci olduğu kabul edilmektedir. Ozon tedavisi sırasında oluşan ROT; eritrositleri, lökositleri ve plateletleri uyararak, dokulara oksijen bırakılmasını, bağışıklık kapasitesini ve biyolojik aktif maddelerin salınmasını arttırmakta, LOP ise; endotel hücrelerinde NO salınmasını, kemik iliğinde oksidatif strese dayanıklı eritrosit yapımını ve kök hücre aktivasyonunu arttırmaktadır. Spor yaralanmaları ve ağrı tedavisinde kullanılan ozon gazının etki mekanizması; iğne etkisi, hacim etkisi ve ROT ve LOP etkisi ile açıklanmaktadır. İğne ve hacim etkisi; kısa dönem etkiden, ROT ve LOP etkisi; uzun dönem etkiden sorumludur. Ozon gazının ROT, LOP ve antioksidan sistem kapasitesini artırıcı etkisi, yaralanan bölgede enflamasyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olmaktadır. Ozon tedavisi; spor yaralanmalarının tanı-tedavi ve rehabilitasyon sürecinde bütüncül yaklaşımın bir parçası olarak uygulanmalıdır. Ozon tedavisi, spor yaralanmalarının anatomik lokalizasyonu ve etiyo-patogenezine uygun olarak; ozon gazı konsantrasyonu 2, 5, 10, 20 µg/ml ve hacmi 2, 5, 10, 20 ml olacak şekilde; tetik nokta kas içi, tendon ve ligaman içi, eklem içi, eklem ve tendon çevresi, intradiskal, mezoterapi, nöralterapi ve proloterapi yöntemlerinden biri kullanılarak uygulanabilir. 28 Ozon tedavisinin, kas-iskelet sistemi yaralanmaları ve ağrı tedavisindeki etkinliğini inceleyen birçok bilimsel çalışma bulunmaktadır. Bu alanda patello-femoral ağrı sendromlu rekreasyonel sporcularda yaptığımız çalışmayı örnek verebiliriz. Ancak, ozon tedavisi konusunda sınırlı sayıda randomize kontrollü çalışma ve meta analiz bulunmaktadır. Bu çalışmalar incelendiğinde; çalışmaların büyük bir kısmının vertebral disk ve disk kaynaklı ağrılarda yapıldığı ve elde edilen sonuçların anlamlı olduğu görülmektedir. Bu konuda Cochrane Database Syst Rev’de ise herhangi bir veri bulunmamaktadır. Sonuç olarak; spor yaralanmaları ve ağrı tedavisinde, ozon tedavisinin etki mekanizmalarını ve etkinliğini araştıran randomize kontrollü çalışmaların yapılması gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Ozon tedavisi, spor yaralanması, ağrı, destek tıbbı SPOR YARALANMALARINDA KURU İĞNELEME Dry needling in sports medicine Emin Ergen Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Spor Bilimleri Bölümü, Ankara İletişim e-mail: ergen@medicine.ankara.edu.tr Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT)’na ait uygulamalardan biri de akupunkturdur. Diğer uygulamalar moksibüsyon, herboloji, tuina masajı, chi-gong egzersizleri ve diyettir. Bütüncüllük (“holism”) kavramına dayanan bu yöntemler ve özellikle akupunktur 1970’li yıllardan sonra batı tıbbı içinde uygulama alanı bulmuş, bilimsel yöntemlerle ele alınmış ve 1997’de Amerikan Sağlık Enstitüsü (NIH) tarafından belirli patolojilerde kullanımı önerilmiştir. Algoloji, psikoloji, psikiyatri, fiziksel tıp ve rehabilitasyon, biyofizik, epidemiyoloji, sağlık politikası, farmakoloji ve iç hastalıkları uzmanlar grubunca bu yöntemin gelişmeye açık olduğu, alternatif ve destek bir yöntem olarak kullanılabileceği; başta tenisçi dirseği, osteoartrit, low back pain ve karpal tünel gibi kas iskelet sistemi patolojilerinde yararlı sonuçlar alındığı açıklanmıştır. Bu yöntemin GÇT’da enerji (“chi”) akışı düzenlemesine dayanmakta olduğu belirtilmekte ve tanımlanan meridyenler üzerinde yer alan noktalara uygulama yapılmaktadır. Akupunkturda kullanılan geleneksel iğnelerle yapılan bir başka uygulama kuru iğneleme (dry needling) adını almaktadır. Etkileri, GÇT’den farklı olarak batı tıbbının esasları ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Kuru iğneleme Hum tarafından, tedavi edici uyarım başlatmak üzere, nöroendokrin sistemi uyarma amacıyla, madde enjeksiyonu yapmadan, deri veya mukozada özel noktalara İğneleme (batırma) yapmak olarak açıklanmaktadır. Kuru iğne ile dokuda küçük hasar (mikrotravma) oluşturulmakta ve bunun sonucunda ortaya çıkan elektrofizyolojik, metabolik ve kimyasal değişiklikten yararlanılmaktadır. Mikrotravma ile dokuda mediatör (bradikinin) salımı olmakta, vazodilatasyon gelişmekte, hücre membranı geçirgenliği artmakta ve noziseptif reseptör uyarımıyla ağrı maskelenmektedir. Ayrıca endorfin salınımının kuru iğnelemeyle arttığı gösterilmiştir. Endotel zedelenmesiyle birlikte bölgeye mast hücresi gelişi artmaktadır. Bütün bu süreçler iyileşmeyi destekleyen öğeler içerir. Chan-Gunn tarafından tanımlanan bir başka kavram ise nöropatidir. Bu yaklaşımda sinir köklerinin gerilme, baskı ve aşınma sürecine maruz kaldığı, bunun ise periferik uzantılarda özellikle müskülotendinöz bileşke yerinde bir aşırı duyarlılık oluşturduğu, kaslarda tonus artışı hatta spazm yanıtı oluştuğu, bunun vertebra aralığını daralttığı ve bir kısır döngü oluşturabileceği anlatılmaktadır. Spondilozis olmadan (prespondilozis) da bu belirtilerin bir klinik tablo oluşturabileceği, faset eklem sorunlarında kök çevresi dokuların artan ödeminin bu tabloya yol açabileceği belirtilmektedir. Sporcularda bel çevresi dokulara binen yükler düşünüldüğünde, prespondilozis durumuna yatkınlıkları daha iyi anlaşılacaktır. Hem kök ve çevresi, hem de uzantıları itibariyle ekstremitelerdeki kas ve tendonlarda kasılma artışının, daha doğrusu gevşemede yetersizliğin aşırı kullanım tipi sorunlara yol açabileceği iddiasında bulunulabilir. Kuru iğnelemenin en önemli sınırlılığı karşılaştırmalı klinik araştırma olanaklarının yetersizliğidir. Diğer tüm fiziksel ajanlarda olduğu gibi, etkinliğinin sorgulanmasıyla ilgili detaylı araştırmalara gereksinilmektedir. Ancak konvansiyonel yaklaşımlara ek bir yöntem olarak kullanılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Kuru iğneleme, spor yaralanmaları 29 SPOR YARALANMALARINDA PROLOTERAPİ Prolotherapy in sports injuries Taner Aydın GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: taydin@gata.edu.tr Prolos, gelişmeyi stimüle etmek; proloterapi ise kronik ağrı kaynağı olan gevşek veya gerilmiş ligamentlere irritan solüsyonların enjekte edilmesi işlemine verilen isimdir. Proliferatif ve irritan solüsyonların vücuda enjekte edilmesi esasına dayanır. Kronik hasarlanmış tendon ve bağların tamiri için vücudun doğal iyileşme mekanizmalarını uyaran minimal invazif enjeksiyon prosedürüdür. Enjeksiyonlar; genellikle zedelenmiş, aşınmış, güçleri azalmış tendon, bağlar ve eklemlere yapılır. Böylece eklem, tendon ve kas ağrıları tedavi edilir. Amaca uygun seçilen ilaç karışımları bölgesel, ayarlanan dozlarda, özel iğneler ve özel tekniklerle uygulanır. Enjekte edilen proliferatif maddeler eklemde, tendonların kaslarla birleşme noktalarında ve kasların kemiğe yapışma yerlerinde, fibro-osseöz bileşkede (enthesis) enflamatuar bir süreç başlatır. Bu enflamasyon tamir mekanizmasını tetikler; gerek kıkırdak dokusunda, gerekse kollagen fibrillerin oluşmasında ve tamirinde yeni bir süreç başlatır. Bu yeniden tamir süreci mikroskobik ve makroskobik olarak gösterilmiştir. Ortalama üç hafta süren enflamasyon sonucunda hastada klinik düzelme başlar. Kıkırdak, tendon, eklem, kas sorunlarında sadece ağrının geçmesi değil, klinik tablonun iyileşmesi de sağlanır. Proloterapi uygulamanın amacı, normal tamir sırasını izleyen sınırlı bir enflamasyon oluşturmak, iyileşme kaskadını tetiklemek, fibroblastik aktivite ve kollajen üretimini uyarmak, bağ yapısını kuvvetlendirmek, bağ-tendonun kemiğe yapışma yeri olan entesisi güçlendirmek ve ağrıyı azaltmaktır. Enflamasyon ile vücudun doğal tamir sürecinin aktive edilmesi, mevcut dokunun güçlendirilmesi ve yeni doku gelişiminin arttırılması sağlanır. Proliferatif solüsyonlar arasında irritanlar (fenol), partiküller (pumice), osmotik ajanlar (dekstroz), ve “growth factor”ler sayılabilir. Proloterapinin etki mekanizmaları arasında; a) matriks ve hücrelerde çoklu iğneler batırılarak mekanik iritasyona bağlı enflamatuar kaskatın uyarılması, b) enjekte edilen solüsyonun hücre dışında volüm basıncı oluşturması, c) hücre içi büyüme faktörlerini uyarması, d) proliferan ürünlerin kimyasal özellikleri nedeniyle enflamatuar proliferatif yanıta bağlı kollajenlerin kemomodülasyonunu sağlaması, e) periferal nosiseptörlerin kemo-nöromodülasyonu, e) ağrının azalmasına bağlı kemik içi basınç değişikliklerinin oluşması, ve f) lokal hemodinamiklerin modülasyonu sayılabilir. Proloterapide; yumuşak dokuya enjekte edilen proliferan madde önce yaralanma sahasında enflamatuar bir reaksiyon oluşturur. İkinci basamakta proliferasyon ve “remodeling” sonucu yeni damar ve doku oluşur ki, bu sonuç proloterapinin asıl etkisidir. Hücre ve matriksin arasındaki bağlantı kesintisi hücrelerde zedelenmeye neden olur. Hücresel ve ekstraselüler uyarı intraselüler büyüme faktörlerinin salınımını arttırır. Proloterapinin kullanım alanları arasında burkulma ve gerginliğe bağlı kronik ağrılar, spinal bölgede kronik postüral sorunlar, spor yaralanmaları, somatik rekürrent disfonksiyon ağrıları, kosta dislokasyonlarının neden olduğu tekrarlayan ağrılar, spondilozis, spondilolistezis, burkulma, spazm, entesopati ve patolojik ligament gevşekliği sayılabilir. Yan etkiler arasında enjeksiyon alanında şişlik, ağrı ve sertlik, baş ağrısı veya allerjik reaksiyonlar görülebilir. Bu yan etkiler birkaç günden ik haftaya kadar sürebilir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, proloterapi, rejenerasyon, enjeksiyon terapisi SPOR YARALANMALARINDA PLATELETTEN ZENGİN PLAZMA UYGULAMALARI Platelet enriched plasma applications in sport injuries Yavuz Yıldız Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: yyildiz@gata.edu.tr Plateletten zengin plazma (PRP), tam kanın santrifüjü ile elde edilen ve tam kandan daha yüksek oranda platelet konsantrasyonu içeren hücresel plazma içeriğidir. PRP ile amaçlanan vücudun tamir mekanizmalarını harekete geçirmektir. Geleneksel tedavilerin aksine enflamasyonu “baskılamak” 30 yerine “tetiklemek” temel prensiptir. PRP tedavisinde, hücresel yanıtı ve doku tamirini hızlandıran biyolojik yönden aktif maddeler yaralanan bölgeye doğrudan verilmekte ve doku iyileşme sürecinin hızlandırılması amaçlanmaktadır. PRP, sporcudan alınan belirli bir miktardaki tam kanın santrifüje edilmesi ile elde edilir. Santrifüj öncesinde sitrat katılarak iyonize kalsiyum bağlanır ve pıhtılaşma kaskadı inhibe edilir. Santrifüj sonrasında tam kan yer çekimine göre üç katmana ayrılır. Buna göre; plazma üst katmanda, plateletler ve lökositler “buffy coat” olarak adlandırılan orta katmanda ve eritrositler en alt katmanda yer alır. PRP uygulamasında elde edilen plateletlerin sayısının, 1 ml de 1x106 üzerinde olmasının iyileşme sürecinde önemli olduğu belirtilmektedir. Yeterli düzeyde platelet elde etmek için çift santrifüj yöntemi kullanan çalışmalar bulunmakta, ancak bu konuda görüş birliği bulunmamaktadır. Kanıt düzeyi yüksek çalışmalarda tek santrifüj ile yeterli düzeyde platelet sonuçları da mevcuttur. PRP tedavisinde uygulanan ürünün miktarı, uygulama sıklığı ve aralığı, ürün elde edilirken platelet uyarıcı madde kullanımı ile ilgili konularda görüş birliği bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra enjeksiyonun yanıcı ağrısını azaltmak üzere sıkça kullanılan lokal anestetiğin ortamın pH değerinde değişiklik yaparak ya da ortamı fazla dilüe ederek PRP’nin etkinliğini azaltma ihtimali olduğu belirtilmektedir. Son yıllarda, kas-iskelet sistemi yaralanmalarında PRP tedavisinin etkinliği inceleyen bilimsel çalışmalarda artış olmasına rağmen, sınırlı sayıda klinik çalışma bulunmaktadır. Yine bu klinik çalışmaların çoğu metodolojik yönden düşük ve orta düzeyli çalışmalardır. Kanıt düzeyi düşük ve orta olan klinik çalışmalarda PRP tedavisi etkili bulunurken, kanıt düzeyi yüksek olan çalışmalarda ise sonuçlar tartışmalıdır. Plateletler; PDGF, TGF-ß, PDEGF, VEGF, IGF-1, FGF, EGF gibi pek çok büyüme faktörünü içemektedir. PDGF; başta kıkırdak doku olmak üzere, pek çok dokunun büyüme ve gelişmesinde önemli rol oynayan bir grup polipeptiddir. Ancak, bu konuyu irdeleyen klinik çalışmalar kısıtlı sayıdadır. PRP tedavisinin etkili olduğunu gösteren çalışmalarda; cerrahi tedavi ile birlikte başarı oranının ne olacağı ise, soru işareti olarak durmaktadır. Mevcut çalışmalar incelendiğinde, PRP tedavisinin eklem dejenerasyon düzeyi az olan genç erişkinlerde ve/veya konservatif tedaviye yanıt vermeyen sporcularda uygulanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, hangi tür spor yaralanmalarında PRP uygulamasının uygun bir tedavi olacağı, tedavide uygulanan ürünün miktarı, uygulama sıklığı, aralığı ve PRP ürünü elde edilirken platelet uyarıcı madde kullanımı ile tedavideki etkinliği inceleyen bilimsel çalışmalar gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Plateletten zengin plazma, spor yaralanması, tedavi, plazma SPOR HEKİMLİĞİNDE REJENERATİF ENJEKSİYON UYGULAMALARI: PROLOTERAPİ Regenerative injection applications in sports medicine: prolotherapy Ahmet Mustafa Ada TSK Spor Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Ankara İletişim e-mail: md_m_ada@yahoo.com Proloterapi ağrıyı gidermek için irritan solüsyonların eklem içi, ligament ve tendon entezis bölgesine enjekte edilmesidir. Proloterapinin hasarlanmış ve relaksasyon gelişmiş tendon veya ligamentlerin fibröz doku sentezini stimüle ederek kuvvetlendirdiği gösterilmiştir. Proloterapi tedavisi 4-6 hafta arayla hasarlanmış tendon veya ligament çevresine küçük miktarlarda genellikle 3-6 enjeksiyonu içermektedir. Tedaviye yanıt doku iyileşmesi için gerekli kollajen sentezi hızına ve hasarın ciddiyetine göre değişiklik göstermektedir. Enjeksiyonun etkinliğini olumlu yönde etkileyeceği için tedavi edici egzersizler ile birlikte uygulanması önerilmektedir. Çeşitli proloterapi çalışmalarında epikondilit, aşil tendinopati, kronik kalça ağrısı, patellar tendinopati, sakroiliak instabilite, spinal stenoz, tekrar eden ayak bileği “sprain”leri ve instabiliteleri gibi kas-iskelet rahatsızlıklarında iyileşmenin hızlandığı rapor edilmiştir. Genellikle kronik hastalıklarda kullanılmasına rağmen, yara iyileşmesinin akut döneminde enflamatuar yanıtı desteklemek amacıyla uygulanabilmektedir. Ancak, bazı uzmanlar yaralanmadan sonraki ilk 24-48 saatten önce uygulamanın ödemi arttırabileceğini bildirmişlerdir. 31 Proloterapi pratiğinde hiperozmolar dekstroz, fenol-gliserin-glukoz karışımı ve sodyum morruhate yaygın olarak kullanılmaktadır. Önceden yayınlanmış çalışmalarda fenol-gliserin-glükoz kullanılmış olmasına rağmen artık pek kullanılmamaktadır. Hiperozmolar dekstroz daha yaygın kullanılmakla birlikte, daha az sıklıkla sodyum morruhate da kullanılmaktadır. Proloterapi etki mekanizması için; fibroblastlar, granülositler, makrofajlar ve büyüme faktörleri arasındaki etkileşimleri aktive etmesi makul teori olarak kabul edilmektedir. Fibroblastlar kollajen sentez ve proliferasyonunu sağlarlar. Tedaviye yanıt olarak da, ligament veya tendon fibro-osseöz bileşkeleri kuvvetlenebilmektedir. İyileşme süreci genellikle altı haftalık süre gerektirmesine rağmen, tendon veya ligament kuvvetlenmesi proloterapi enjeksiyonundan 2-4 hafta sonra oluşmaktadır. Anahtar sözcükler: Proloterapi, rejeneratif tedavi, spor yaralanmaları KONFERANS IV: KRONİK HASTALIKLAR ve EGZERSİZ Plenary session IV: Chronic diseases and exercise PREVENTION of CHRONIC DISEASES Kronik hastalıkların önlenmesi Edvin Dervisevic PhD, MD, Qatar Army Physical Medicine and Rehabilitation Hospital, Qatar İletişim e-mail: edvin.dervisevic@guest.arnes.si Regular exercise has well-documented preventative and/or curative effects on a number of different diseases, such as cardiovascular disease, cancer and different metabolic disorders such as diabetes, metabolic syndrome and obesity. The burden of illness and disease related to physical inactivity costs society a great deal in terms of increased healthcare costs and production losses and it is estimated that physical inactivity might cost a country about EUR 150-300 per citizen and. WHO 2000 Report stated that physical inactivity was cause of 1.9 million deaths worldwide every year. It is interesting that physical inactivity is a modifiable risk factor and that engaging in physical exercise programs is enjoyable for an individual and yet we are facing many difficulties in changing the lifestyle of a person. It is of crucial importance to understand and explain to the patients in plain terms the benefits that regular physical activity has on their health. This paper intends to briefly summarize the impact of physical activity on some -but not all- chronic diseases that represent the greatest burden in the terms of overall mortality and morbidity. Coronary artery disease Coronary artery disease, that is, angina pectoris or myocardial infarction, is one of our most widespread public diseases. Coronary artery disease involves the presence of pathological changes, arteriosclerosis, in the walls of one or more of the coronary vessels. Physical inactivity is a potent risk factor for coronary artery disease, but old age, male gender and heredity, as well as smoking, high blood pressure, blood lipid disorders, diabetes and overweight also increase the risk of developing the disease. Prescribing a minimum of 30 min per day of regular physical activity constitutes excellent primary prevention against coronary artery disease, and regular aerobic exercise 3-5 times per week, and resistance exercise 2-3 times per week, is a powerful treatment for already established coronary artery disease. Cancer The relationship between physical activity and the risk for colorectal cancers has been investigated in many observational and epidemiological studies in several countries, in both genders of different ages and ethnic groups. In healthy men and women who engage in regular physical exercise, the risk of colon cancer is reduced by 10-70%. A number of studies and reports conclude that 4h of physical activity per week, at work and during leisure time, at an intensity corresponding to 6 METs (i.e. six times the oxygen uptake at rest, corresponding to a light jog), yields a 30-50% reduction of breast cancer in postmenopausal women. Metabolic syndrome Individuals with metabolic syndrome should be encouraged to engage in daily physical activity of moderate intensity for a minimum of 30 min or 60 min if overweight, e.g. a brisk walk. Additional 32 health benefits are obtained if, in addition to daily physical activity of 30-60 min, some form of exercise is performed 2-3 times a week. The activities recommended for the prevention or treatment of metabolic syndrome incorporate some form of aerobic fitness training such as walking, Nordic walking, jogging, swimming, cycling, etc. These activities can also be combined with a certain amount of strength training. Diabetes mellitus Generally speaking, it can be said that, by leading to a decreased sensitivity to insulin, physical inactivity is a significant risk factor for type 2 diabetes. Regular exercise for type 2 DM has a positive effect on both insulin sensitivity and other risk factors for cardiovascular disease, for example, blood lipid profile and blood pressure. It is recommended that the patient performs a minimum of 30 min of medium intensity physical activity daily, such as a brisk walk, cycling or similar activity adapted to his or her overall physical condition and lifestyle. Further health effects and aerobic fitness can be achieved if this is combined with somewhat more intensive exercise at least 2-3 times per week, such as a fitness class, tennis, swimming, skiing or similar, depending on the individual’s interests. References 1. Ehrman JK, Gordon PM, Visich PS, Keteyian SJ, Eds: Clinical Exercise Physiology, 2nd ed, 2009. 2. Kottke TE, Caspersen CJ, Hill CS: Exercise in the management and rehabilitation of selected chronic diseases. Prevent Med 1984; 13: 47-65. 3. Kujala UM: Benefits of exercise therapy for chronic diseases. Br J Sports Med 2006; 40: 3-4 (doi: 10.1136/bjsm.2005.021717). 4. Pedersen BK, Saltin B: Evidence for prescribing exercise as therapy in chronic disease. Scand J Med Sci Sports 2006; 16 Suppl 1: 3-63 (doi:10.1111/j.1600-0838.2006.00520.x). Kronik hastalıkların önlenmesi Edvin Dervisevic Düzenli egzersizin, kardiyovasküler hastalıklar, kanser, diyabet, metabolik sendrom ve obezite gibi farklı hastalıklarda koruyucu ve tedavi edici etkinliği kanıtlanmıştır. Fiziksel inaktivite ile ilgili hastalıklar sağlık masraflarının artmasına ve üretimde kayıplarına neden olur. Fiziksel inaktivitenin kişi başına 150-300 Euro kayıba neden olabileceği tahmin edilmektedir. DSÖ 2000 Raporunda fiziksel inaktivitenin her yıl 1.9 milyon ölüme neden olduğu bildirilmiştir. Fiziksel inaktivite değiştirilebilir bir risk faktörüdür, fiziksel egzersiz programları eğlencelidir, ancak yaşam tarzında değişiklik yapmak zordur. Düzenli fiziksel aktivitenin, sağlığa faydalarını hastalara açıklamak hayati önem taşımaktadır. Bu yazı kısaca fiziksel aktivitenin bazı kronik hastalıklar üzerindeki etkisini özetlemektedir. Koroner arter hastalığı Koroner arter hastalığı, yani, anjina pektoris ya da miyokardiyal enfarktüs, en yaygın toplum hastalıklarından biridir. Koroner arter hastalığı, koroner damarların bir veya daha fazla duvarlarında patolojik değişiklik varlığını ve damar sertliğini içerir. Fiziksel hareketsizlik koroner arter hastalığı için güçlü bir risk faktörüdür; ancak yaşlılık, erkek cinsiyet, genetik, sigara, yüksek kan basıncı, kan lipid bozuklukları, diyabet ve obezite de hastalığa yakalanma riskini arttırır. Günde en az 30 dk düzenli fiziksel aktivite, koroner arter hastalığına karşı birincil korumada etkilidir. Haftada 3-5 kez aerobik egzersiz, haftada 2-3 kez direnç egzersizi koroner arter hastalığını tedavi etmede etkilidir. Kanser Kolorektal kanserler için risk faktörleri ve fiziksel aktivite arasındaki ilişki birçok gözlemsel çalışmada araştırılmıştır. Ayrıca birçok ülkede hem erkek hem de kadınlarda farklı yaş ve etnik gruplarda epidemiyolojik çalışmalar yapılmıştır. Düzenli fiziksel aktivite yapan sağlıklı kadın ve erkeklerde, kolon kanseri riski %10-70 oranında azalır. Haftada 4 saat 6 MET'e denk gelen yoğunlukta (hafif koşu) fiziksel aktivite, postmenapozal kadınlarda meme kanserini %30-50 oranında azaltır. Metabolik sendrom Metabolik sendromu olan kişiler, günde en az 30-60 dk orta şiddette fiziksel aktivite yapmaya teşvik edilmelidir: örneğin tempolu yürüyüş. Buna ek olarak bazı egzersizlerin haftada 2-3 gün yapılması ek fayda sağlamaktadır. Metabolik sendromun önlenmesi ya da tedavisi için önerilen 33 faaliyetler yürüyüş, Nordic yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet, aerobik, fitness gibi egzersizlerdir. Bunlara ek olarak bazı güçlendirme hareketleri konabilir. Diabetes mellitus Genel olarak konuşulacak olursa, fiziksel inaktivite, insülin duyarlılığını azaltır, yani Tip 2 DM için önemli risk faktörüdür. Tip 2 DM için düzenli egzersiz hem insülin duyarlılığını arttırır, hem de kardiyovasküler hastalıklar için kan lipid düzeyi, kan basıncı gibi diğer risk faktörlerini azaltır. Hastalara, minimum 30 dk, orta şiddette günlük fiziksel aktivite, tempolu yürüyüş, bisiklet veya bireyin fiziksel kondisyonuna ve yaşam tarzına uygun benzer egzersizler yapması tavsiye edilmektedir. Bireyin ilgisine bağlı olarak fitness sınıfı, tenis, yüzme, kayak veya benzeri daha şiddetli egzersizlerin ek olarak haftada en az 2-3 kez yapılması ile egzersizin sağlığa etkisi artmakta ve aerobik fitnessta artış gözlenmektedir. WEIGHT LOSS CHALLENGE: NEW APPROACH to OLD RISK FACTORS of METABOLIC SYNDROME Nenad Dikic, Marija Andjelkovic, Tamara Stojmenovic, Nevenka Mikovic, Sanja Canepa, Alessandro Canepa, Milica Vukasinovic-Vesic, Ivana Baralic, Djordje Curcic Sports Medicine Association of Serbia İletişim e-mail. nenad.dikic@gmail.com Metabolic syndrome (MetS) is the most common complication of obesity, which is a combination of the important risk factors for cardiovascular diseases. The advantage of "Weight Loss Challenge" non- pharmacological and non-surgical obesity treatment programs is in the team approach. Training and nutrition education is conducted with a strictly defined plan. Participants organized in a group interact with each other in a kind of wellness club with medical support. The primary objective of this study was to investigate the effects of prescribed physical activity of small to moderate intensity and dietary programs for the reduction of body weight and body fat. Secondary objectives were related to the determination of MetS, psychological disorders, unhealthy life style and dietary habits in a population of overweight individuals. Inclusion in the study is done on the basis of BMI ≥ 30. At the beginning and the end of the program, following examinations and tests were carried out: anthropometric measurements, body composition parameters (Tanita BC 418), stress test, blood tests, a three-day food diary, assessment of mood and depression using the BDI-II, the assessment of sleep quality using the PSQI and the evaluation of the level of physical activity using the IPAQ . Program is based on three pillars: dietary regime using meal replacement for two meals, nutritional education in the form of workshops and controlled physical activity at 70% of maximum heart rate three times per week for at least 45 minutes, which we called “metabolic fitness”. The program was successfully finished by 24 patients (8 males and 16 females) aged 51.8±12.8 years. The average time of participation in the program was 76.2±15.7 days. Initial BMI was 37.1±4.3 kg/m2 , average body weight (BW) 107.2±19.4 kg and body fat ratio (F%) 41.0±5.7%. The most common disease with MetS was hypertension. 20 (83%) participants had at least three of the five criteria for diagnosis of MetS. Half of the participants were defined in as "bad sleepers” in the PSQI scale category". Depression of different intensities was registered in 20 participants. MaxVO2 showed lower figures of 18.7±9.4 ml/min/kg, which is also confirmed by the IPAQ group of 22 participants. A statistically significant difference was observed for the following programs: TT, F%, BMI, body fat mass, fat mass of right and left legs, F% of right and left arms, waist circumference, VO2max, physical activity levels, systolic and diastolic BP, lipid status and blood glucose. After 90 days, the average loss in was 9.2±5.4 kg. Waist circumference decreased from 117.5±10.0 to 106.6±11.8 cm after 90 days. There was a segment remodeling and body fat-free body mass did not decrease. Multidisciplinary "Weight Loss Challenge” program of prescribed physical activity and a controlled diet caused a significant change in the morphological status, body composition and nutritional status of participants by reducing risk factors for cardiovascular disease. Key words: Obesity, metabolic syndrome, BMI, weight loss, physical activity, diet 34 Metabolik sendrom risk faktörlerine yeni yaklaşım: kilo kaybı Metabolik sendrom (MetS) obezitenin sık gözlenen komplikasyonudur ve KV hastalıklar için önemli risk faktörü kombinasyonudur. Farmakolojik ve cerrahi olmayan obezite kilo kaybı tedavi programlarının avantajı takım yaklaşımına sahip olunmasıdır. Bir grup organize katılımcı tıbbi destekli sağlıklı yaşam kulübünde birbirleri ile etkileşim içindeydiler. Bu çalışmanın temel amacı, azdan orta düzeye reçete edilen fiziksel aktivite ile vücut ağırlığı ve vücut yağ oranını azaltacak diyet programlarının etkilerini araştırmaktır. İkincil amaçlar ise, yüksek kilolu popülasyonda MetS’un, psikolojik bozuklukların, sağlıksız yaşam tarzı ve diyet alışkanlıklarının belirlenmesiydi. Çalışmaya VKI≥30 olan bireyler alındı. Program başında ve sonunda sırasıyla şu testler yapıldı: Antropometrik ölçümler, vücut kompozisyon parametreleri (Tanita BC 418), stres testi, üç günlük diyet günlüğü, duygu durumu ve depresyonun BDI–II kullanılarak değerlendirilmesi, uyku kalitesinin PSQI kullanılarak, fiziksel aktivite düzeyi ölçümünün IPAQ kullanılarak değerlendirilmesi. Program üç bölümden oluşmakta idi: iki öğün diyet yemeği, seminer şeklinde beslenme eğitimi, metabolik uygunluk olarak adlandırılan, haftada üç gün, en az 45 dk, maksimal kalp atımının %70'i olacak şekilde yapılan kontrollü fiziksel aktivite. Program, yaşları 51.8±12.8 olan 24 hasta (8 erkek, 16 kadın) ile başarılı bir şekilde tamamlandı. Katılımcıların programa devam etme süresi 76.2±15.7 gün idi. İlk VKİ 37.1±4.3 kg/m2, ortalama vücut ağırlığı 107.2±19.4 kg ve vücut yağ oranı (%F) 41.0±5.7% idi. MetS ile birlikte en sık rastlanan hastalık hipertansiyondu. Katılımcılardan 20 (%83) kişide MetS’un beş kriterinden en az üçü bulunmaktaydı. Katılımcıların yarısı PSQI skalasına göre kötü uykucu kategorisindeydi, 20’sinde ise değişik derecelerde depresyon gözlendi. MaxVO2 18.7±9.4 ml/dk/kg olarak saptandı ve 22 katılımcıda IPAQ 'a göre düşük aktivite düzeyi olarak doğrulandı. Program sonucu şu parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi: TT, %F, VKİ, vücut yağ oranı, sağ ve sol bacakta yağ miktarı, sağ ve sol kolda yağ miktarı yüzdesi, bel çevre kalınlığı, maxVO2, fiziksel aktivite düzeyi, sistolik ve diastolik kan basıncı, kan lipid ve glükoz düzeyi. Doksan gün sonra, ortalama kilo kaybı 9.2±5.4 kg idi. Doksan günde bel çevresi 117.5±10.0 cm'den 106.6±11.8 cm'ye düştü. Yağsız vücut kitlesinde düşüş olmadı. Reçete edilen fiziksel aktivite ve kontrollü diyet ile kilo kaybı programı, morfolojik durumda önemli değişikliğe neden oldu, vücut kompozisyonu ve beslenme durumunu değiştirirek kardiyovasküler hastalık risk faktörlerini azalttı. Anahtar sözcükler: Obezite, metabolik sendrom, VKİ, kilo kaybı, fiziksel aktivite, diyet KONFERANS V: SPOR YARALANMALARI - B Plenary session V: Sports injuries - B MUSCLE INJURIES in FOOTBALL PLAYERS Jan Ekstrand, Professor, Dr Med Football Research Group, Linköping University, Linköping, Sweden İletişim e-mail: jan.ekstrand@telia.com Background: Muscle and ligament disorders constitute the majority (53%) of time loss injuries in male professional football. Purpose: To investigate the incidence and nature of muscle and ligament injuries in professional footballers. Methods: A total of 27 UEFA Champions League (UCL) clubs from ten countries and 1743 players have been followed prospectively between 2001 and 2012. Team medical staffs recorded individual player exposure and time loss injuries. The study follows the consensus on methods for studies on football injuries agreed upon by FIFA and UEFA. Results: • Muscle injuries constitute 36% and ligament injuries 17% of all time loss injuries. • A team of 25 players can expect about 18 muscle and 8-9 ligament injuries per season. 35 • Ninety-two per cent of all muscle injuries affected the four major muscle groups of the lower limbs: hamstrings (37%), adductors (23%), quadriceps (19%) and calf muscles (13%). • Sixteen per cent of the muscle injuries were re-injuries. • Hamstring injury is the single most common injury in professional football, 83% of injuries affected the biceps femoris muscle, while 11% and 5% occurred to the semimembranosus and semitendinosus muscles, respectively. • MRI can be helpful in verifying the diagnosis of a hamstring injury and to prognosticate lay-off time. Radiological grading is associated with lay-off times after injury. • Seventy percent of hamstring injuries seen in professional football are of radiological grades 0 or 1, meaning no signs of fibre disruption on MRI, but still cause the majority of absence days. Rates of muscle injuries and severe injuries remain high without a declining trend over the study period. Futbolcularda kas yaralanmaları Jan Ekstrand Giriş: Kas ve bağ hasarları erkek profesyonel futbolda zaman kaybı yaralanmalarının büyük bir kısmını (%53) oluşturmaktadır. Amaç: Profesyonel futbolcularda kas ve bağ yaralanmalarının insidansını ve niteliğini araştırmaktır. Yöntemler: On ülkeden toplam 27 UEFA Şampiyonlar Ligi (UCL) kulübü ve 1743 oyuncu 2001 ve 2012 yılları arasında prospektif olarak takip edildiler. Takım sağlık personelleri bireysel oyuncu maruz kalmalarını ve zaman kaybı yaralanmalarını kaydettiler. Bu çalışma FIFA ve UEFA’nın futbol yaralanmaları ile ilgili ortak görüş birliğinde oldukları çalışma yöntemlerini uygulamaktadır. Bulgular: • Tüm zaman kaybı yaralanmalarının 36%’sını kas yaralanmaları, 17%’sini ise bağ yaralanmaları oluşturmaktadır. • Toplam 25 oyuncudan oluşan bir takımda sezon başına yaklaşık 18 kas ve 8-9 bağ yaralanması olması beklenebilir. • Tüm kas yaralanmalarının %92’si vücut alt kısmının dört büyük kas grubunu etkilemektedir: hamstringler (%37), adduktörler (%23), quadriceps (%19), ve baldır kasları (%13). • Kas yaralanmalarının %16’sı tekrar oluşan yaralanmalardır. • Hamstring yaralanması profesyonel futboldaki tek en sık yaralanmadır. Yaralanmaların %83’ü biseps femoris kasını etkilerken, %11’i semimembranosus kasında ve %5’i semitendinosus kasında meydana gelmektedir. • MRI hamstring yaralanmasının tanısını doğrulamada ve iyileşme zamanını öngörmede yardımcı olabilmektedir. Radyolojik dereceleme yaralanmadan sonraki iyileşme süreleri ile ilişkilidir. • Profesyonel futbolda görülen hamstring yaralanmalarının %70’i radyolojik olarak 0 veya 1. derecedir. Bu da MRI’da lif bozulması bulgusu olmadığı anlamına gelmektedir, ancak hala kayıp günlerin en büyük sebebidir. Kas yaralanmalarının ve ciddi yaralanmaların oranları çalışma süresi boyunca azalma eğilimi olmadan yüksek kalmaktadır. The IMPORTANCE and USEFULNESS of DIFFERENT FUNCTIONAL TESTS in the PREVENTION of SPORTS INJURIES Petra Zupet, MD, PeT, PhD Center for Medicine and Sports, ZVD d.d., Chengdujska 25, 1000 Ljubljana, Slovenia; FAMNIT, University of Primorska, Slovenia İletişim e-mail: petra.zupet@zvd.si Injuries are a regular companion of an athlete and have a strong influence on his sports career. It has been estimated that up to 61% of athletes who train and compete on a regular basis suffer at least one injury per year during participating in sports activity. In recreational athletes, the overall rate of injuries is not negligible, too. It moves up to 56.4/1000 persons per year (1). The incidence of injuries, anatomical location, type and severity depend on sport discipline. 36 The likelihood for an injury to happen in each discipline depends on external and internal risk factors. External risk factors are human factors, protective equipment, sports equipment and environment. Internal factors include age, gender, anthropometric characteristics, anatomical abnormalities, health, tiredness, overreaching/overtraining syndrome, lack of attention, muscle imbalance, poor muscle strength, poor flexibility (muscle stiffness, limited range of motion in the joints), poor intermuscular coordination, poor lumbopelvic control and stability, poor basic fitness (endurance and coordination) and poor dynamic stability of joints (2,3,4). With an active interference in these risk factors, one could reduce the incidence of sport injuries. It has been estimated that the incidence of sports injuries can be reduced by as much as 75% upon taking right preventive measures (5). Therefore, it is necessary to actively search for risk factors in each individual athlete as this is the basis for right preventive measures. There are many functional tests identifying internal risk factors as for example spiroergometry, anthropometric measurements, isokinetic muscle strength and balance testing, dynamic and static balance testing, tensiomiography and tensiometry (6). They should be included in athletes’ preventive medical check-ups and follow-ups. Key words: Sports injuries, prevention, functional tests, risk factors References 1. Conn JM, Annest JL, Gilchrist J: Sports and recreation related injury episodes in the US population, 199799. Inj Prev 2003; 9: 117-23. 2. Croisier J-L, Ganteaume S, Binet J, Genty M, Ferret J-M: Strength imbalances and prevention of hamstring injury in professional soccer players: a prospective study. Am J Sports Med 2008; 36: 1469-75. 3. Emery CA, Meeuwisse WH: The effectiveness of a neuromuscular prevention strategy to reduce injuries in youth soccer: a cluster-randomised controlled trial. Br J Sports Med 2010; 44: 555-62. 4. Meeuwisse W: Athletic injury etiology: Distinguishing between interaction and confounding. Clin J Sport Med 1994; 4: 171-5. 5. Mendiguchia J, Alentorn-Geli E, Idoate F, Myer GD: Rectus femoris muscle injuries in football: a clinically relevant review of mechanisms of injury, risk factors and preventive strategies. Br J Sports Med 2012; 46: xx-yy. 6. Zazulak BT, Hewett TE, Reeves NP, Goldberg B, Cholewicki J. Deficits in neuromuscular control of the trunk predict knee injury risk: a prospective biomechanical-epidemiologic study. Am J Sports Med 2007; 35: 1123-30. Spor yaralanmalarının önlenmesinde fonksiyonel testlerin kullanımı ve önemi Petra Zupet, MD, PeT, PhD Yaralanmalar sporcunun düzenli bir yol arkadaşıdır ve spor kariyeri üzerinde kuvvetli etkisi vardır. Düzenli bir şekilde antrenman yapan ve yarışan sporcuların %61’ine kadarının spor aktivitesine katılım sırasında yılda en az bir kez yaralanmaya maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Rekreasyonel sporcularda da genel yaralanma oranı önemsiz düzeyde değildir ve yılda 56.4/1000 kişiye kadar ulaşmaktadır (1). Yaralanmaların insidansı, anatomik yeri, tipi ve şiddeti yapılan spor türüne bağlıdır. Her bir disiplinde yaralanmanın meydana gelme olasılığı dış ve iç risk faktörlerine bağlıdır. Dış risk faktörleri insan faktörleri, koruyucu ekipman, spor ekipmanı ve çevredir. İç faktörler yaş, cinsiyet, antropometrik özellikler, anatomik anormallikler, sağlık, yorgunluk, aşırı antrenman sendromu, dikkat eksikliği, kas dengesizliği, zayıf kas kuvveti, yetersiz esneklik (kas katılığı, eklemlerdeki sınırlı hareket aralığı), kaslar arası yetersiz koordinasyon, zayıf lumbopelvik kontrol ve stabilite, zayıf temel fiziksel uygunluk (dayanıklılık ve koordinasyon) ve eklemlerin yetersiz dinamik stabilitesini içermektedir (2,3,4). Bu risk faktörlerine aktif girişim ile spor yaralanmalarının oranı azaltılabilmektedir. Doğru önleyici yöntemlerin uygulanması ile spor yaralanmalarının insidansının %75 kadar azaltılabileceği tahmin edilmektedir (5). Bundan dolayı doğru önleyici yöntemlerin temeli olarak her bir sporcudaki risk faktörlerini aktif olarak araştırmak gereklidir. Kişiye ait iç risk faktörlerini belirlemede spiroergometri, antropometrik ölçümler, izokinetik kas kuvveti ve denge testi, dinamik ve statik denge testi, tensiomiografi ve tensiometri gibi bazı fonksiyonel testler bulunur (6). Bu yöntemler sporcuların önleyici sağlık kontrollerine ve takiplerine dahil edilmelidirler. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, önleme, fonksiyonel testler, risk faktörleri 37 KONFERANS VI: Doping kontrol ve dopingle mücadele Plenary session VI: Doping control procedures and fight against doping DOPİNGLE MÜCADELE Fight against doping Rüştü Güner Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: rustu.guner@medicine.ankara.edu.tr WADA'nın Dünya Dopingle Mücadele Kurallarının 2004 yılında yürürlüğe girmesinden sonra dopingle mücadele; eğitim ve bilgilendirme çalışmalarının yanısıra, sürekli artan doping kontrolleri ile yapılmaya çalışılıyor. Doping testlerinin büyük çoğunluğu idrar örneklerinin analizi ile yapılmakta. Ancak, son yıllarda kan örnekleri de alınarak idrarda saptanamayan yasaklı maddelerin analizleri yapılıyor. Dünyada toplanan doping kontrol örneklerinin analiz edildiği, WADA tarafından onaylanmış 33 laboratuvar bulunuyor. Son yıllarda geliştirilen analiz yöntemleri ile, vücuttan çok uzun sürede atılabilen yasaklı madde metabolitlerinin saptanmasının dopingle mücadelenin en önemli başarısı olduğu düşünülüyor. Özellikle stanozolol ve dehidroklorometiltestosteron isimli iki yasaklı maddenin kullanımının sporcular tarafından kesilmesinden aylar sonra alınan doping kontrol örneklerinde saptanabilmesi, dopingle mücadelede bir devrim olarak kabul ediliyor. Biyolojik pasaportun, yani sporcuların bazı biyolojik değerlerinin düzenli olarak takip edilip, belirli bant aralıkları dışına sapmaların doping kabul edilmesinin, dopingle mücadelede yeni bir çığır açtığı kabul ediliyor. Dopingle mücadelede başarılı olunabilmesi için, 2015 yılında yürürlüğe girecek olan WADA'nın yeni Dünya Dopingle Mücadele Kuralları ile doping yapacak sporcuların ve doping yapılmasına yardımcı olacak sporcu destek personelinin ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalmalarının sağlanacağı düşünülüyor. Anahtar sözcükler: Dopingle mücadele, doping kontrol, biyolojik pasaport, WADA DOPING CONTROL PROCEDURES in INTERNATIONAL SPORT FEDERATIONS Nenad Dikic, Marija Andjelkovic Anti-doping Agency of Serbia İletişim e-mail: nenad.dikic@gmail.com In preparation for World Conference of Anti-doping, European representatives in the WADA Executive Committee and Foundation Board provided the following analysis from the WADA 2012 Anti-Doping Testing Figures Report where is stated that: • The NADO/Government group accounted for 61% of all testing, ahead of the Sports Movement (25%); • The proportion of out-of-competition testing for the NADO/Government group was 55% with the figure for the Sports Movement being 38%; • 15 of the top 20 organizations requesting IRMS analysis were from the NADO/Government group; • 12 of the top 20 organizations requesting EPO analysis were from the NADO/Government group; • 12 of the top 20 organizations requesting hGH analysis were from the NADO/Government group; • Across all Olympic sports, just 22% of testing was conducted by either the relevant IF or the IOC; • The seven largest NADO programs (by number of controls) collected 56895 samples, while the seven largest IF programs (by number of controls) collected 23107 samples. But the point is that statistics provide quantitative information, and should be used in conjunction with other information and intelligence to provide a comprehensive picture about the quality of antidoping programs. The statistics should be used in the future to identify weaknesses and trends so that strategies and resources can be allocated appropriately to support enhanced compliance with the Code. The author has taken this analysis as an illustration which described best the complexity of doping programs among different anti-doping organizations. Several examples of different international federations (UEFA, FIBA Europe, UIAA, etc.) will be presented in order to discuss the results and statistics of anti-doping. Blood passports will be separately analyzed and discussed as a doping 38 control procedure, whose test counts should be increased according to WADA strategy for the future. All this will create additional problems in reporting compliance of certain anti-doping organizations. In order to improve anti-doping programs for particular nations and/or sports, it is necessary to include more experts from sports medicine with the idea that through research and social science projects, they will support and develop the best practice in each sport. Key words: Doping control, NADO, WADA, anti-doping statistics, sport Uluslararası spor federasyonlarında doping kontrol işlemleri Nenad Dikic, Marija Andjelkovic WADA (Dünya dopingle mücadele kurumu) İcra Komitesi ve Vakıf Kurulu üyesi olan Avrupa dopingle mücadele delegelerinin dünya konferansı hazırlığında, WADA 2012 dopingle mücadele test rakamları raporundan (WADA 2012 Anti-Doping Testing Figures Report) aşağıdaki analizi vermiştir: • NADO (National Anti-Doping Organisation)/Hükümet grubu (NH) tüm testlerin %61’ini almıştır, Spor Hareketi %25’ini; • Yarışma dışı testin oranı NH grubu için %55, spor hareketi rakamı %38’dir; • IRMS (IR mass spectrometry) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 15’i NH grubundandı; • EPO (eritropoetin) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 12’si NH grubundandı; • hGH (büyüme hormonu) analizi isteyen üst düzey 20 kuruluştan 12’si NH grubundandı; • Tüm Olimpik sporlar içinde, testlerin sadece %22’si ilgili IF (Uluslararası Federasyon) veya IOC tarafından yapılmıştı. • Yedi en büyük NADO programı (kontrol sayısına göre) 56895 örnek toplarken, yedi en büyük IF programı (kontrol sayısına göre) 23107 örnek topladı. İstatistiklerin sadece sayısal bilgi sağlarken, dopingle mücadele programlarının kalitesi hakkında kapsamlı bir tablo sağlamak için diğer bilgilerle birlikte kullanılmalıdır. İstatistikler ileri dönemde zayıflıkları ve eğilimleri tespit etmek için kullanılmalıdır. Böylece strateji ve kaynaklar Doping Koduna uyumu desteklemek için uygun şekilde kullanılabilir. Yazar bu analizi farklı dopingle mücadele kuruluşları arasındaki doping programının karmaşıklığını en iyi düzeyde belirten bir çalışma olarak ele almaktadır. Farklı uluslararası federasyonlarının birçok örneği (UEFA, FIBA Europe, UIAA, vb.) dopingle mücadelenin sonuçlarını ve istatistiklerini tartışmak için sunulacaktır. Kan pasaportları WADA stratejisine göre gelecekte test sayıları artması gereken doping kontrol yöntemleri olup burada ayrı analiz edilip tartışılacaktır. Bütün bunlar bazı dopingle mücadele kuruluşlarının raporlama uyumlarında ek sorunlar yaratacaktır. Belirli uluslar ve/veya sporlara yönelik dopingle mücadele programlarını geliştirebilmek için, her bir spordaki en iyi uygulamayı geliştirecek ve destekleyecek araştırma ve sosyal bilim projeleriyle ilgili düşünceye sahip daha fazla spor hekimliği uzmanını konuya dahil etmek gereklidir. Anahtar sözcükler: Doping kontrolü, NADO, WADA, dopingle mücadele istatistikleri, spor EGZERSİZ İLAÇTIR OTURUMU Exercise is medicine session) FİZİKSEL AKTİVİTE ve SAĞLIK Physical activity and health A. Haydar Demirel Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi ve Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: haydar.demirel@gmail.com M.Ö. 50000-10000 yılları arasındaki üst-paleolitik dönemde yiyecek bulmak ve tehlikelerle dolu ortamda yeni kuşakların yaşamlarını sürdürmelerini garanti altına almak büyük ölçüde fiziksel aktiviteye bağlıydı. On binlerce yıl süren bu dönemde insan genomu açlık ve tokluk döngüsü ile geçen bu sürece uyum sağladı. Böylece, aynı iş için daha az enerji harcayan, fiziksel olarak hareketli olan ve bu hareketliliği açlık dönemlerinde de sürdürebilenler genlerini bir sonraki kuşaklara aktarmayı başardılar. 39 Günümüz insanı, aktif bir yaşam için programlanmış olan, atalarımızdan gelen bu genleri taşıyor olduğu halde, son 100-150 yılda meydana gelen endüstri devrimi ve teknolojik gelişmeler; gerek çalışma hayatı, gerekse ulaşım ve serbest zaman aktiviteleri içerisinde hareketin yerinin giderek azalmasına neden oldu. Çalışma hayatını inanılması güç ölçüde geliştiren, üretimi arttıran, günlük yaşantımızı kolaylaştıran bu dramatik değişim aynı hızla toplum sağlığını da olumsuz yönde etkilemeye başladı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün 2004 yılı raporuna göre hareketsiz yaşam, dünyada bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin temel risk faktörleri arasında dördüncü sırada yer almaktadır. Dünyada 2008 yılında bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan 57 milyon ölümün 5.3 milyonundan hareketsiz yaşamın sorumlu olduğu bildirilmiştir. Yetersiz fiziksel aktivitede bulunanların, haftanın çoğu gününde 30 dk ve üzeri orta düzeyde fiziksel aktivite gösterenlere göre ölüm riskinin %20-30 oranında arttığı bilinmektedir. Yeterli fiziksel aktivitenin iskemik kalp hastalığını %30, şeker hastalığı riskini %27, meme ve kolon kanseri riskini %21-25 azalttığı; kan yağlarını ve kolesterolü düzenlediği; inme, hipertansiyon ve depresyonu azalttığı; kas kitlesini arttırdığı, kemik yapısını güçlendirerek osteoporoz ve düşmeye bağlı kemik kırıkları riskini azalttığı, enerji harcamasını arttırarak vücut ağırlığının kontrolünde temel rol oynadığı çok iyi biliniyor. Fiziksel aktivitenin obezite ve kronik hastalıklardan korunmanın yanı sıra; ruhsal ve bedensel zindelik, yaşamın anlam kazanması ve kalitesinin arttırılması, sosyal ilişkilerin geliştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesi gibi işlevleri de vardır. Sağlık Bakanlığı tarafından 2011’de yapılan “Kronik Hastalıklar Risk Faktörleri Araştırması”na göre de, Türkiye genelinde kadınların %87’sinin, erkeklerin ise %77’sinin yeterli ölçüde fiziksel aktivite yapmadığı belirlenmiştir. Aktif Yaşam Derneği tarafından yapılan çalışmaya göre de ülkemizde yetişkinlerin sadece %25’i yeterli düzeyde hareketlidir. Lancet çalışma grubu değerlendirmesine göre, dünyada tüm insanların hareketli olduğu varsayılsa, dünyada tüm nedenlerle oluşan ölümlerin %9.4 azalarak her birey için ömrün 0.68 yıl uzayacağı; Türkiye için tüm nedenlerle oluşan ölümlerde %15 düşüş ve yaşam süresinde 1.06 yıl artış olacağı belirtiliyor. Hareketsiz yaşamın yol açtığı sağlık ve ekonomik sorunlar ve ülkemizde giderek artan inaktivite epidemisini önlemek için, hekimlerimizin sedanter hastalarına egzersiz reçetesi yazma sorumluluğu bulunmaktadır. Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite, sağlık, sedanter yaşam, risk faktörleri, kronik hastalıklar 40 PANEL VI: TAKIM DOKTORLUĞU Roundtable VI: the team physician MİLLİ TAKIMDA SAĞLIK ORGANİZASYONU Medical organization in the National Team Metin Ergün Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: metinergun@hotmail.com Milli takımlar sağlık ve performans değerlendirme programı kapsamında, milli takımlarda yer alan her sporcu için bir sağlık ve performans bilgi dosyasının oluşturulması ve en az yılda bir defa olmak üzere genel sağlık değerlendirmesinin ve performans testlerinin yapılması planlanır. Sporcular ve kulüp sağlık ekipleri ile iletişime girilerek sezon öncesi ve sezon içi sağlık ve performans değerlendirme sonuçları alınmakta ve bu bilgiler milli takım teknik ekibi ile paylaşılmaktadır. Bu veriler, sporcuların sağlık durumlarının yanı sıra performansa olumsuz etki edebilecek faktörleri (psikolojisi, çevresi ile olan ilişkisi gibi) ile ilgili bilgileri de içermektedir. Kulüp sağlık ekiplerinden edinilen bilgi ve dokümanlara ek olarak gerçekleştirilen sağlık değerlendirmeleri sonucu saptanan ve performansı olumsuz etkilemesi olası sağlık sorunlarının ivedi olarak çözümü hedeflenmektedir. Performans değerlendirme programı ile birlikte milli takım kamp dönemlerinde saha koşullarında yapılan fonksiyonel testler ile de sporcuların performans parametreleri düzenli olarak takip edilebilmektedir. Bu şekilde, sporcularda korunması veya geliştirilmesi gereken performans özellikleri belirlenebilmektedir. Elde edilen sonuçlara göre sporcuların hedeflenen performans düzeyine ulaşabilmelerine yönelik bireysel antrenman programlarının hazırlanması ve kulüp teknik ve sağlık ekipleri ile işbirliği yapılarak sporcuların gelişiminin sezon boyu izlenmesi planlanmaktadır. Sağlık ve performans değerlendirme programı kapsamında elde edilen veriler, aynı zamanda spor yaralanmalarından korunma programlarının oluşturulmasında kullanılabilmektedir. Milli takımlarda sağlık organizasyonu çerçevesinde yapılan çalışmalar sezon boyu devam etmekte ve elde edilen veriler Türkiye Futbol Federasyonu dokümantasyon sisteminde toplanarak bilgi akışının ve izlenmesinin sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Anahtar sözcükler: Futbol takımı, sağlık ekibi, spor hekimliği, dokümantasyon, organizasyon TAKIM DOKTORLUĞU-TEKNİK EKİP İLİŞKİSİ Team physician-technical team relations Burak Kunduracıoğlu Fenerbahçe Spor Kulübü, İstanbul İletişim e-mail: burakkundura@hotmail.com Futbol takımlarda üç ana karakter bulunur. Bu, kulüp başkanları, futbolcular ve teknik direktörler olarak sınıflandırılabilir. Takım doktorları takım içindeki bu üç ana karakterin sahnedeki görevlerini iyi yapabilmeleri için hem işlerini yeterince iyi, bilimsel ve özverili biçimde yapmalıdır, hem de takım içindeki ilişkileri düzgün yönetmelidir. Takım doktorları teknik ekiplerle birlikte bilimsel verileri mümkün olduğunca kanıta dayalı ve istatistiksel olarak rakamlarla belirtmelidir. (Ör. sezon öncesi yapılan fiziksel muayeneler ve tetkiklerle ilgili sonuçları, sezon içi daha önce yaşanmış yaralanama ile ilgili detay bilgileri, sezon öncesi ve sezon içi sporcuya ait kuvvet ve kuvvet dengeleri, sporcunun aerobik ve anaerobik dayanıklıklık kapasiteleri, koordinasyon ve denge ile ilgili durumu). Şüphesiz bu bilgi paylaşımını teknik ekiple birlikte sporcuya da fikir birliği içinde yapmalıdır. Dünya bilimden bu kadar yararlanırken, takım doktorları ellerindeki verileri takımın performansını daha fazla arttırmak, iş gücünü mümkün olduğunca yukarıda tutmak için bilimsel veriler ışığında teknik ekiplere sunmalıdır. Takım doktorunun teknik ekiple ilişkisi bir sezon başlamadan transfer edilecek sporcuların planlamasıyla başlar. Sezon içinde sporcuların yaralanmalardan korumak amaçlı yapılacak koruyucu hekimlik, sporcu yaralanmaları tedavileri (akut ve kronik), antrenman ve müsabaka devamlılıkları, fiziksel performansları, yaptıkları spor branşına göre sporcuların fiziksel uygunluk 41 takipleri, beslenmelerinin ekip içi veya ekip dışı diyetisyenlerle planlanması ve izlenmesi, sporcu ve teknik ekip arasındaki ilişkide köprülerin düzgün kurulması gibi görevler sayılabilir. Takım içinde başarının gelmesi için sadece teknik ekip ve takım doktorunun değil, tüm takıma ait bireylerin birbirlerine karşı gerek mesleki, gerekse insani sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde hareket etmeleri gereklir. Anahtar sözcükler: Teknik ekip, takım doktoru, fiziksel performans, sporcu SAĞLIK EKİBİ, SPORCU, TEKNİK EKİP ve YÖNETİCİ ARASINDAKİ ETİK DEĞERLER Ethical issues between the medical and technical teams and the athlete İsmail Başöz Beşiktaş Jimnastik Kulübü, İstanbul İletişim e-mail: ibasoz@gmail.com Takım doktorunun yönetmesi gereken sadece tıbbi işlemler ve bunların tıbbi etik uzantıları değildir Aynı zamanda oyuncu, antrenör, yönetici ve medya arasındaki ilişkilere de müdahil konumundadır. Takımın medyada yer alış şekli, taraftar ve yöneticilerin beklentileri bu durumda önemli etkenlerdir. Özellikle büyük miktarda ekonomik değerin söz konusu olduğu spor dallarında çok daha yoğun baskı oluşmaktadır. Bu baskı sadece takım sağlık ekibine değil; oyuncuya, antrenöre ve yöneticilere kadar uzanır. İşte en kritik alan burasıdır. Tüm takıma sirayet eden bu baskı yukarıda sayılan birimlerin birbirleri üzerine de gergin ilişkiler kurmalarına yol açmaktadır. Takım doktoru bu noktada hem sporcunun sağlığını, hem takımın hedeflerini birlikte göz önünde bulundurmak durumunda kalır. Konuşmada bu ilişkilere ve etik niteliklerine değinilecek ve deneyimlerden örnekler verilecektir. Anahtar sözcükler: Spor hekimliği, sağlık ekibi, teknik ekip, yönetim, etik SAĞLIK EKİBİ, SPORCU ve TEKNİK EKİP İLİŞKİLERİ Relations between the medical team, athlete and technical team Bülent Zeren Özel Spor Travmatolojisi Kliniği, Karşıyaka, İzmir İletişim e-mail: zeren.bulent@gmail.com Sağlık ekipleri sporda başarının elde edilmesinde teknik ekiplerin ardındaki en önemli güç kaynaklarından biridir. Teknik ekipler bu güç kaynaklarından yararlanabildikleri oranda başarı düzeylerini daha yukarılara taşırlar. Takım doktoru; fizyoterapist, beslenme uzmanı, psikiyatrist, psikolog, masör, ilgili uzman doktorlar, biyomekanikçi, ortez uzmanı, teknik ekip ve bu ekip içindeki performans uzmanı ve maç analisti ile bir ekip çalışması içinde olmalıdır. Bu interdisipliner çalışma yaklaşımı, spor hekimliği pratiğinin de en temel kuralıdır. Sağlık ekibinin üyeleri; teknik kadro, sporcu, yönetici ve personelle ölçülü ve iyi ilişkiler içinde olan, güven ve saygı duyulan kişiler olmalı; tüm sporculara eşit davranmalı, ayrımcılık gözetmemeli, sporcunun sağlığını tehlikeye atabilecek her türlü uygulamaya karşı çıkmalıdır. Bu konuşmada sağlık ekibinin kendi içindeki, sporcularıyla ve teknik ekiple olan ilişkilerine çeşitli örnekler verilerek bir farkındalık yaratılmaya çalışılacaktır. Anahtar sözcükler: Sağlık ekibi, spor kulübü, sporcu, teknik ekip, sportif başarı 42 PANEL VII: SPOR BİLİMLERİ Roundtable VII: Sport sciences PERFORMANS YÜZMESİNDE FİZYOLOJİ Physiology of performance swimming Sanlı Sadi Kurdak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Spor Fizyolojisi Bilim Dalı, Adana İletişim e-mail: sskurdak@cu.edu.tr Performans sporcularının, yaptıkları işin doğası gereği, toplumdaki insanlardan çok özel bir ayrıcalığı vardır. Üst düzey bir yarışmaya hazırlanan sporcu günde yaklaşık altı saat antrenman yapabilmekte ve bu süreç içinde organizmasını sınırlarına kadar zorlayabilmektedir. Beklenti ise uyum yanıtı yaratacak fizyolojik döngünün harekete geçirilmesidir. Anabolik ve katabolik sürecin bütünü bir arada değerlendirildiğinde, tablonun ne ölçüde sıkıntılı olduğu da kendiliğinden ortaya çıkar. Bireysel olması nedeniyle başarının doğrudan sporcunun fizik kapasitesine ve tekniğine bağlı olduğu yüzme gibi spor branşlarında şans faktörünün ya da takım dayanışması gibi unsurların başarıdaki katkısı ihmal edilebilecek kadar azdır. Performans grubunun sağlık sorumluluğunu alan kişilerin birincil görevi deniz seviyesinde ya da yüksek rakımda yapılan çalışmalarda yaklaşık dört aylık süreçlerde gerçekleştirilen antrenman döngülerinde sporcuların tam sağlıklı olarak antrenmanlara katılmasını sağlamaktır. Başarının kısa zaman aralıklarıyla belirlendiği bir disiplin olan yüzmede, istatistiksel olarak anlamlı olmasa bile, yaratılacak en ufak farkın ciddi kazanımları olacağı açıktır. Ekip içinde bulunan bilim grubu, bilimsel geçerliliği olmayan bilginin elemesini yaparak, sporcuya zarar vermeden, sporcu ve teknik ekibi inandırarak çalışmasını sürdürmesi gerekmektedir. Gerek karada, gerekse su içinde yapılan antrenmanların birbirlerini tamamlayıcı tarzda olması hedeflenir. Bu çerçevede antrenman biliminin temel değişkenleri gözetilerek çalışmaların planlanması gerekir. Antrenman sırasında yapılan ölçümlerle, özellikle yükleme dozlarının ayarlanmasında teknik kadro ve sporcuya anlık geri besleme verilmesi, antrenman kalitesini belirleyen ana bileşendir. Çalışmalar sırasında harcanan kalori kaybı değerlendirildiğinde beslenmenin de ciddi bir problem olduğu unutulmamalıdır. Özellikle “gizli açlık” olarak tanımlanabilecek koşullar, sporcuların kamp süresince karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri olabilmektedir. Bu değişkenlerin bütünü bir arada değerlendirildiğinde, gelişmenin vazgeçilmez bir parçasının ciddi, bilimsel ve sürekli çalışma olduğu sonucuna ulaşılır. Sporda kalıcı başarılar ancak bu yönlü yapılanmaların kurumsallık kazanmasıyla gerçekleşebilir. Anahtar sözcükler: Yüzme, fizyoloji, yüksek performans, periyodizasyon, beslenme VÜCUT KOMPOZİSYONU: ÖLÇÜM YÖNTEMLERİ ve SORUNLAR Body composition: measurement methods and issues Caner Açıkada Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Ankara İletişim e-mail: acikada@hacettepe.edu.tr Vücut kompozisyonu normal popülasyonun yanı sıra sporcu popülasyonunda da sıkça merak edilen bir özelliktir. Vücut yağ miktarı ile yağsız vücut kitlesi vücut kompozisyonu içerisinde ele alınan önemli bileşenler olarak öne çıkmakla birlikte; vücut kompozisyonu bileşenlerinde antrenmana bağlı değişimlerin iki bileşenli yapıdan hareketle gözlenmesi çoğu zaman zordur. Antrenman etkisini gözlemlemek, kullanılan yöntemlere bağlı olarak farklılık sergilemektedir. Yöntemler incelendiğinde; vücut kompozisyonu analizlerinde iki, üç, dört ve daha çok bileşenli modellerin kullanıldığı; kullanılan modellerde ölçülen veya tahmin edilen bileşene bağlı olarak ölçüm hatalarının arttığı gözlenmektedir. Benzer şekilde, geliştirilen yöntemlerde kullanılmış deneklerin heterojenliğine bağlı olarak da ölçüm hata ve güvenilirliğinde sınırlılıkların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Vücut kompozisyonunun belirlenmesinde; direkt ve endirekt ölçüm yaklaşımları bulunmaktadır. Direkt yöntemler insan ve hayvan kadavralarında bir takım kimyasal işlemlerle doku miktarının belirlenmesini içermektedir ve bu nedenle yaşayan canlılarda kullanımları olanaklı değildir. 43 Kadavralar üzerinde uygulanan direkt ölçümler endirekt model ve yöntemleri geliştirmede referans olarak kullanılır. Endirekt ölçüm yöntemleri arasında; hidrostatik tartım, antropometrik ölçümler; biyoelektrik empedans analizi, kızılötesi interaktans ve DEXA gibi çeşitli görüntüleme teknikleri bulunur. Endirekt yöntemler, bir referans yöntemden yola çıkılarak geliştirilirler ve direkt olanların yanı sıra bir kısım endirekt yöntemleri de referans olarak kullanırlar. Bu nedenle, referans alınan popülasyona uymayan popülasyonlarda uygulanmaları hata kaynağı olabilir. Saha koşullarında en yaygın kullanılanlar antropometrik ve bioelektrik empedans yöntemleridir. Bu yöntemlerin önemli hata kaynağı, sporcu popülasyonlarında geliştirilmiş olmamalarıdır. Heterojen popülasyonlar üzerinde geliştirilen yöntemlerde standard hata payı (SEE) oranı yüksek olabilmektedir. SEE’nin yüksekliği; sporcu popülasyonunda antrenman etkisini izlemede sorun yaratmaktadır. Biyoelektrik empedans yöntemlerinde ölçümün yapıldığı günün saati, ölçümü yapılan deneğin hidrasyon durumu en önemli hata kaynaklarını oluşturur. Antropometrik yöntemlerde ise en önemli hata kaynakları ölçüm yapılan bölgelerin belirlenmesindeki farklılıklar, ölçüm araçlarının güvenilirlikleri, test edenlerin uzmanlıkları, tekrarlayan testlerin test saatleri ve en önemlisi; geliştirildikleri referans modelde kullanılan deneklerin özellikleridir. Bu nedenle çoğu yöntem; geliştirildikleri modele, kullanılan deneklere, ölçüm araçlarına, ölçümü yapanın uzmanlığına, ölçülen bileşenlerin prediksiyon değerine bağlı olarak “kalıtımsal hata” bulundurur. Sporcularda kullanınalacak yöntemlerin, ilgili spor dalı için geliştirilmiş olması önem taşımaktadır. Anahtar sözcükler: Vücut kompozisyonu, modelleme, hidrostatik tartım, biyoelektrik empedans, referans yöntem LAKTAT EŞİĞİ ÖLÇÜMÜ ve ANTRENMAN UYGULAMALARINDA METODOLOJİK PROBLEMLER Methodological problems in the practice and measurement of the lactate threshold Faruk Turgay Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Spor Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı, Bornova, İzmir İletişim e-mail: fturgay@yahoo.com Aerobik eşik (AT) ve anaerobik eşik (ANT) pratikte hem dayanıklılık antrenmanları için optimal antrenman yükleri olarak, hem de antrenmanla dayanıklılık performansında meydana gelen değişikliklerin izlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Şiddeti gittikçe artan bir egzersiz esnasında kan laktat konsantrasyonlarının nonlineer artış gösterdiği iki egzersiz yükünün olduğu kabul edilmektedir. İlki, 2.0 mM kan laktat derişimine denk gelen egzersiz yükü olup buna AT, diğeri ise 4.0 mM kan laktat değerine denk gelen egzersiz yükü olup buna da ANT ismi verilmektedir. ANT, orta ve uzun süreli aerobik dayanıklılık performansının en iyi kriteri olarak kabul edilmekte olup onun prediksiyonu için kullanılmaktadır. LT, progresif olarak artan yüklerde kan laktat ölçümü ile direkt olarak veya, doğruluğu tartışılmakla birlikte, egzersize verilen solunumsal yanıtlar ve bazı solunum gazlarındaki değişimsel yanıtlar kullanılarak ventilatuvar eşik (VT) olarak endirekt bir şekilde belirlenebilir. Direkt yöntemde; LT, genellikle kesintili ve şiddeti giderek artan bir egzersiz esnasında belli zaman aralıklarında alınan kan örneği laktatı ve kalp atım hızı (HR) ölçümlerinden belirlenir. Bu ölçümler laboratuvar veya sahada çeşitli egzersiz protokolleri kullanılarak çeşitli araçlarla (koşu bandı, bisiklet, vb.) çim veya toprak saha veya havuzda çeşitli gereçler yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Laktat değerleri; parmak ucu, kulak memesi gibi kanın alındığı yer; alınan kan numunesinin tipi ve işleniş şekli; tam kan, serum, arterialize kan, hemolizli ya da hemolizsiz olması, analizde kullanılan biyokimyasal yöntemler gibi birçok faktörden etkilenebilir. Sonuç olarak LT ölçümleri de kan laktat ölçüm yöntemleri, kullanılan egzersiz protokolleri, kullanılan araç ve gereçler, ölçümün yapıldığı yer ve çevre koşullarından etkilenir. Bahsedilen metodolojik farklılıklar LT’in ölçüm sonuçlarını ve sahadaki uygulamaları tartışılabilir bir hale getirebilir. LT öçümlerini etkileyen faktörlerin dikkatle göz önünde bulundurulmasının hatırlatılması hedeflendi. Anahtar sözcükler: Kan laktat ölçümü, laktat eşiği, dayanıklılık performansı 44 KONFERANS VII: SPOR BİLİMLERİ ve SPOR ORGANİZASYONLARI Plenary session VII: Sport science and sport organizations ULUSLARARASI SPOR ORGANİZASYONLARINDA SAĞLIK HİZMETLERİ Medical services during international sport organizations Mesut Nalçakan İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi, İzmir İletişim e-mail: mesutn@gmail.com Olimpiyatlara aday olan ülkemizde son on yılda uluslararası üst düzey şampiyonalar ve spor organizasyonları yapıldı. Akdeniz Oyunları, Universiade Yaz ve Kış Oyunları, EYOF Gençlik Oyunları; atletizm, yüzme, basketbol branşlarında dünya şampiyonaları, vb. önemli deneyimler olarak başarı ile gerçekleştirildi. Bu tür büyük organizasyonlarda sağlık ve dopingle mücadele önemli hizmet alanlarıdır. Geçmiş Olimpiyatlar ve diğer uluslararası spor organizasyonları sağlık hizmetleri verileri, ülkemizdeki organizasyonların hazırlık ve operasyonel dönemlerinde önemli referanslar oluşturmuştur. Dopingle mücadele ülkemizde yapılan uluslararası spor organizasyonlarında sağlık hizmetlerinin bir çalışma alanı olarak yapılanmıştır. Sağlık yapılanmasında alt kırılım ana başlıkları; acil ve mobil sağlık hizmetleri, poliklinik ve hastane hizmetleri, genel sağlık-gıda sanitasyon, insan kaynakları, eğitim, malzeme yönetimi olarak sayılabilir. Hazırlık ve planlama döneminde dikkate alınan parametreler olarak spor branş(lar)ının özellikleri, katılımcı sayısı, katılımcı özellikleri (yaş, cinsiyet, vb.), mevsimsel özellikler, turnuvanın niteliği, tesislerin ve konaklama alanlarının yaygınlığı ve özelliği, risk analizleri olarak sayılabilir. Olası bir Olimpiyata hazırlık çalışmaları açısından ülkemiz sağlık ve dopingle mücadele hizmetlerindeki deneyim ve birikimi ile hazırdır. Anahtar sözcükler: Olimpiyatlar, spor organizasyonları, sağlık hizmetleri, doping kontrol TÜRKİYE’DE SPOR BİLİMLERİNİN GELİŞİMİ The develepmont of sport sciences in Turkey Gıyasettin Demirhan Hacettepe Üniversitesi, Spor Bilimleri Fakültesi, Ankara İletişim e-mail: demirhang@gmail.com Ülkemizde, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyetimizin 1980’li yıllarına kadar akademik disiplin olarak spor bilimlerinin kurumsal varlığından söz edilemez. Bu döneme kadar yaygın kullanımı olan ifadeler; “jimnastik”, “idman” ve “beden eğitimi”dir. Batı literatürüne bakıldığında ise bu kavramlara ek olarak “hareket eğitimi” deyiminin kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bilgi birikiminin neden olduğu bakış açısı bu şekilde olunca, insanın sağlıklı gelişimi ve performansını arttırmasına katkıda bulunacak bilimsel çalışmalar da, “konu alanını bilen otorite”, katı disipline dayalı pedagoji ve bireyin kapasitesi üçgeninde şekillenmiştir. Bu durumun batı dünyasında 1960’larda değişmeye başladığı ve alana ilişkin olarak fizyoloji, biyomekanik, sosyoloji, psikoloji ve bireyin özelliklerine odaklanan pedagojinin geliştiği görülmektedir. Diğer bir deyişle; nesnel, genellenebilir, denemeye dayalı sistematik çalışmaların başlamasıyla insan hareketine ilişkin bakış açısında da değişmelerin başladığı, bu gelişmelerin insanın gelişimi ve sağlığına olumlu katkıda bulunan teknik ve yöntemler önerdiği ve de gelişen yöntem ve tekniklerin insanın sınırlarını zorlayan üst düzey performans ekinliklerine ciddi katkılarda bulunduğu söylenebilir. Ülkemizde ise bu tür çalışmaların 1980’li yılların sonu ve 1990’lı yılların başında somutlaştığı görülmektedir. Dünyada alanımızın günümüzdeki durumu incelendiğinde ise, spor bilimleri adının yaygın olarak tek başına ya da egzersiz ve hareket ile birlikte kullanıldığı göze çarpmaktadır. Bilimsel çalışma alanları ise yaygın olarak egzersiz ve spor fizyolojisi, biyomekanik, antrenman bilimi, sporcu beslenmesi, egzersiz ve spor psikolojisi, spor sosyolojisi ve spor pedagojisi şeklinde ele alınmaktadır. Anahtar sözcükler: Spor bilimleri, beden eğitimi, egzersiz, hareket bilimleri, Türkiye 45 MAKEDONYA’DA SPOR BİLİMLERİNİN GELİŞİMİ The development of sport sciences in Macedonia Metin Dalip State University of Tetova, Faculty of Physical Education, Tetova, Macedonia İletişim e-mail: metin.dalip@unite.edu.mk Makedonya’da spor bilimleri; eski Doğu Bloku ekseninde Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyetlerinin bir parçası olarak, Yugoslavya Spor Bilimleri oluşumlarının doğrultusu üzerinde yürümüştür. Makedonya Cumhuriyeti 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra kendi kurumlarını oluştururken, Makedonya’da spor bilimleri de aslında eski Yugoslavya döneminde varolan Az. Kiril ve Metodiy Üniversitesi içinde Beden Eğitimi Fakültesi başta olmak üzere; Tıp Fakültesi Fizyoloji ve Antropoloji Enstitüsü Spor Hekimliği programı, Spor Hekimliği Enstitüsü, Makedonya Olimpik Komitesi, Spor Federasyonları, Makedonya Okul Sporu Federasyonu ve Makedonya Spor Bakanlığı -şimdiki ismiyle Makedonya Spor ve Gençlik Ajansı- çerçevesi içinde gelişim dinamiklerini gerçekleştirmiştir. Beden Eğitimi Fakültesi ile Spor Hekimliği Enstitüsü ve Fizyoloji ve Antropoloji Enstitüsü yürüttükleri spor hekimliği uzmanlığı programlarında 15 spor hekimi uzmanı yetiştirmiştir. Spor bilimlerinin fizyoloji dalında yapılan araştırmaların büyük bölümü de bu enstitülerde gerçekleşmektedir. Sporcu muayeneleri de bu iki kurumda yapılmaktadır. Beden Eğitimi Fakültesinde ise lisans, yüksek lisans ve doktora eğitim programları yürütülmektedir. Beden Eğitimi Öğretmenliği, Antrenörlük ve Spor Yönetimi ve Rekreasyon uzman kadroları yetiştirilmektedir. Yüksek lisans ve doktora programlarında kinesiyoloji alanında master ve doktora unvanları verilmektedir. Araştırma konularının %70’ini antropometrik ölçümler; kaba ve ince motor beceri testlerinin antropometrik ölçümler ile ilişkisi ve branşlara göre etkileşimleri ve etkileri araştırılmaktadır. Beden Eğitimi Fakültesine bağlı Beden Eğitimi Pedagogları Dergisi spor alanında yapılan bilimsel araştırma makalelerini yayınlamaktadır. Makedonya Okul Sporları Federasyonunun her yıl organize etiği sempozyumlarda spor alanında yapılan bilimsel araştırmalar sunulmakta ve yayınlanmaktadır. Yakın zamanda, 2012 yılından itibaren Üsküp Beden Eğitimi Fakültesinde Fiziksel Aktivite, Spor ve Sağlık adında yeni bir spor bilimleri dergisi İngilizce dilinde yayın hayatına geçmiştir. Gayrı resmi olarak 1994 yılından itibaren; resmi olarak ise 2004 yılında kurulan Tetova Devlet Üniversitesi bünyesinde Arnavut dilinde eğitimin görüldüğü ikinci Beden Eğitimi Fakültesi faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Tetova Devlet Üniversitesi yeni kurulan bir kurum olmasına rağmen Avrupa Birliğinin sağlamış olduğu Tempus projesi çerçevesi içinde spor ve sağlık alanında üç master öğrencisini Avrupa’nın tanınmış spor bilimleri kurumlarında eğiterek iyi bir kadro yetiştirme yolundadır. Var olan kadro da Tempus projesi hedeflerinde olan bu merkezlerde eğitim alma şansına sahip oldular. Aynı proje içeriğinde kendi plan ve programlarında Avrupa’da spor bilimleri kurumları tarafından önerilen değişiklikleri yapılarak 2010 yılından bu yana Avrupa Spor Bilimleri programlarının uyarlaması gerçekleştirilmektedir. Bu kurumdan mezun olan öğrencilerin diplomaların Avrupa’daki merkezlerce tanınması Tempus projesi garantisiyle sağlanmaktadır. Elit sporlardan güreş, karate ve hentbolda, zaman zaman da basketbolda kayda değer sonuçlar alınmıştır. Özellikle hentbolda 2003 yılında Kometal Gjorce Petrov kız hentbol takımı Avrupa Şampiyonu olmuştur. Son zamanlarda da Metalurg ve Vardar erkek hentbol takımları EHF Şampiyonlar liginde belirgin başarılar elde etmektedirler. Anahtar sözcükler: Spor bilimleri, Makedonya, Tempus projesi, üniversite 46 PANEL VIII: SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNDE HASTAYA YAKLAŞIM Roundtable VIII: Approach to the sports medicine out-patient SPORCU ANAMNEZİ Anamnesis of the athlete Canan Gönen Aydın Baltalimanı Kemik Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul İletişim e-mail: canowum@gmail.com Sporcunun anamnezi alınırken özellikle şu sorular sorulup saptamalar yapılmalıdır: 1- Spora katılımda daha önce herhangi bir nedenle doktor tarafından sınırlama veya yasak oldu mu? 2- Egzersiz sırasında veya sonrasında; a- Zor nefes alma b- 2 km koştuktan sonra başlayan nefes darlığı c- Öksürük (artan), hırıltılı solunum veya hızlı nefes alma ihtiyacı d- Bronşit, astım, pnömoni olunduysa i . İlaç ile kontrol varlığı ii. Baş dönmesi, bayılma, bayıla-yazma geçirme 3- Egzersiz sırasında arkadaşlarından daha çok yorulur veya daha kısa zamanda nefesi kesilir mi? 4- İlaç, polen, besin ya da arı sokması, mevsimsel allerjisi (saman nezlesi) var mı? 5- Aşağıdaki ortopedik durumlardan biri oldu mu? a- Eklem ve kemiklerde kırık, çıkık, burkulma varlığı b- Hiç stres kırığı teşhisi konuldu mu? c- Düzenli olarak herhangi bir koruyucu ekipman kullanıldı mı? 6- Vücutta şişlikler (koltuk altında, kasıklarda, boyunda), ağrı, herni oldu mu? 7- Kafa ile ilgili olarak; a- Kafa travması veya bir hekimin değerlendirmesi gereken beyin sarsıntısı geçirildi mi? b- Bilinç kaybı oldu mu? c- Sık ve tekrarlayan baş ağrıları, denge kaybı var mı? (egzersiz dışında veya birlikte) d- Bulanık veya net görememe var mı? e- Işık ve gürültüye hassasiyet var mı? f- Hiç nöbet geçirildi mi, epilepsi hikâyesi var mı? 8- Herhangi bir reçete edilen ilaç, bitkisel ürün veya besin takviyesi varlığı 9- Doğuştan olmayan ya da sonradan kaybedilen organ var mı? (göz, böbrek, testis, yumurtalık, vb.) 10- Kalple ilgili olarak; a- Kalp sorunları için spor da kısıtlama oldu mu? b- Egzersiz sırasında göğüste rahatsızlık, ağrı, yanma, basınç ve sıkıştırma hissedildi mi? Bu nedenle egzersizi bırakmak zorunda kalındı mı? c- Egzersiz sırasında dudaklarda hiç morarma oldu mu? d- Doktoru hiç kalp sorunu olduğunu söyledi mi? (hipertansiyon, enfeksiyon, Kawasaki hastalığı, üfürüm ,yüksek kolesterol, diğer) e- Doktoru herhangi bir kalp testi istedi mi? EKG, stres EKG, EKO, Holter f- Egzersiz sırasında veya sonrasında nedeni açıklanamayan bayılma/bilinç kaybı oldu mu? g- Kalbin çok hızlı veya normalden değişik attığı fark edildi mi? Kalpte durup dururken hızlanma/yavaşlama oldu mu? h- Egzersiz süresince açıklanamayan; zor nefes alma ya da yorulma yaşandı mı? i- Son bir ay içinde miyokardit veya mononükleoz gibi viral bir enfeksiyon geçirildi mi? 11- Ailede; a- Nedeni açıklanamayan ani ölüm varlığı? (SIDs, trafik kazası, boğulma) b- Egzersiz sırasında veya sonrasında ölüm oldu mu? 12- Yapılan sporla ilgili olarak kilo değişiklikleri nelerdi? 13- Kadın ise; a. İlk adet dönemi ne zamandı? b. En son ne zaman adet geçirildi? 14- Erkek ise;İnmemiş testis var mı? Anahtar sözcükler: Sporcu, spor, anamnez, ani ölüm, soygeçmiş 47 SPOR YARALANMALARINDA FİZİK MUAYENE Physical inspection in sports injuries Mehmet Mesut Çelebi Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: drmesutcelebi@hotmail.com Spor yaralanmaları sonrasında yapılacak fizik muayenede bazı genel ilkeler takip edilmelidir. Fizik muayene mutlaka boy, kilo ve mümkünse vücut yağ oranı ölçümünü içermelidir. Muayenenin sonunda ayırt edici tanılar ve muhtemel kolaylaştırıcı faktörler düşünülmelidir. Fizik muayenenin temel prensipleri şunlardır: • Fizik Muayenede bir sıra oluşturmak. Her bir eklem, bölge veya sistem muayenesi için belli bir sıra oluşturmak muayene eden kişiye bir alışkanlık kazandıracak ve sırada ne vardı diye konsantrasyonu bozulmayacaktır. Bu sıranın şöyle olması önerilir: inspeksiyon, palpasyon, aktif ve pasif ROM, bağ testleri, kuvvet testleri, bölgeye ilişkin özel testler, omurga muayenesi, nörodinamik testler (SLR, Slump test, Thomas test, üst ekstremite), biyomekanik muayene. • İki taraflı muayene. Gerekli olduğu durumlarda (bağ esnekliği, kas tonusu, eklem hareket açıklığı gibi) karşı taraf mutlaka muayene edilmelidir. • Muhtemel yaralanma nedenlerini düşünmek. Sadece yaralanmış bölgeyi muayene etmek yetmeyebilir. Yaralanma bölgesinin proksimal ve distalindeki eklem, kas ve diğer yapıları muayene edip muhtemel predispozan faktörleri aramak gerekir. • Hastanın semptomlarını tekrar oluşturmaya çalışmak. Aktif ve pasif hareketlerle veya palpasyon ile hastanın semptomlarının tekrar oluşturulması başarılabilirse tanı açısından yararlı olur. • Bölgesel olarak dokuların değerlendirilmesi. Ağrı bölgesindeki eklem, kas ve nöral dokuları hassasiyet ve eklem hareket açıklığı açısından değerlendirmek gerekir. • Omurga mutlaka muayene edilmelidir. Alt ekstremite yaralanmalarında lomber omurga, üst ekstremite yaralanmalarında ise servikal omurga mutlaka muayene edilmelidir. • Biomekanik muayene. Aşırı kullanım yaralanmalarının en büyük nedenlerinden biri de biomekanik bozukluklardır. O nedenle aşırı kullanım yaralanmalarında mutlaka yapılmalıdır. • Fonksiyonel testler. Şayet yapılacak bir manevra ile sporcuda ağrı tekrar oluşturulabiliyorsa, bu durum ağrının açıklanmasına yardımcı olabilir. Bu bir çömelme, sıçrama, uzun atlama veya koşma olabilir. Bazen antrenmanı canlı veya videodan izleme yararlı olabilir. Anahtar sözcükler: Spor yaralanmaları, fizik muayene, spor hekimliği SPORCUDA KARDİYOLOJİK MUAYENE Cardiologic examination of the athlete Mustafa Onur Serbest Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta İletişim e-mail: moserbest@yahoo.com Baş ve yüz: Al yanak, mor dudak, aydede yüz, buffalo ensesi Cushing sendromunu anımsatır. Musset belirtisi aort yetmezliğini, Pelerin şeklinde ödem VCSS’nu, xantalesma hiperlipidemiyi düşündürmelidir. Egzofalmi hipertiroidiyi çağrıştırır. Arkus senilis gençlerde ateroskleroz belirtisidir. Yüzde kelebek şeklinde döküntü SLE düşündürür. Gözler, gözdibi: Pulsatil egzoftalmi TY’ni, mavi sklera osteogenezis imperfekta aort yetmezliğini, göz dibi Roth lekeleri enfektif endokarditi, papilla ödemi malign hipertansiyonu, hipertelorizm Noonan sendromunu (TY) düşündürmelidir. Deri ve müköz membranlar: Santral siyanoz sağdan sola şantı, periferik siyanoz kalp yetmezliğini, periferik damar hastalığını çağrıştırır. Derinin bronz pigmentasyonu, hemokromatoz kalpte restriktif CMP belirtisi olabilir. Ksantom hiperlipidemiyi akla getirmelidir. Ekstremiteler: Boy kısalığı, kısa saç hududu Turner sendromunu (aort koarktasyonu); araknodaktili Marfan sendromunu, kapiller nabazın “quinck” belirtisi aort yetmezliğini düşündürmelidir. Çomak parmak siyanotik kalp hastalığını, osler nodülleri İE’yi çağrıştırmalıdır. Göğüs ve karın: Fıçı göğüs amfizemi, pectus karinatus, excavatus PHT’nu düşündürmelidir. Karında asit kronik kalp yetmezliğini akla getirmelidir. 48 Kan basıncının ölçülmesi: Üst ekstremite kan basıncı yüksek, alt ekstremite kan basıncı düşük ise aort koarktasyonu düşünülmelidir. Alt ekstremite sistolik kan basıncı üst ekstremiteye göre 20 mm Hg’dan daha fazla yüksekse Hill belirtisi, aort yetmezliği akla gelmelidir. Kollar arasında 10 mm Hg’dan fazla tansiyon farkı subklaviyen arter darlığı, supravalvüler aort darlığını çağrıştırmalıdır. Arteriel nabız: Dakikada 60’ın altı bradikardi, 100’ün üstü taşikardidir. Pulsus parvus et tardus aort stenozunu, pulsus filiformis hipotansiyonu, şoku, “corrigan” nabız aort yetmezliğini; pulsus defisitus AF’nu akla getirmelidir. Pulsus paradoxus kalp tamponadı için karakteristiktir. Jügüler venöz nabız: Boyun ven muayenesi ile venöz basıncın derecesi, venöz dalganın dizgesi saptanabilir. HJR TY, sağ kalp yetmezliğini düşündürmelidir. Kalbin palpasyonu: Kalp tepesinin yeri belirlenmelidir. Tüm kalp odaklarında tril aranmalıdır. Perküsyon: Kardiyomegalilerde rölatif ve mutlak matite büyümüştür. Matitenin küçülmesi amfizem ve pnömotoraksı; kalp üzerinde kasket şeklinde matite aort anevrizmasını düşündürür. Anahtar sözcükler: Sporcu kalbi, aort stenozu, mitral stenoz, hipertansiyon, aort yetmezliği, mitral valf prolapsusu, egzersiz HAREKET SİSTEMİ MUAYENESİ Locomotor system examination Seher Çağdaş Şenışık Yeşilyurt Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği, İzmir İletişim e-mail: cagdassnsk@gmail.com, cagdas_ucar@mynet.com Spora katılım öncesi değerlendirmenin de önemli bir parçası olan kas iskelelet sistemi ya da hareket sistemi muayenesini genel hatları ile kısaca hatırlatalım. Hareket sistemi muayenesi iyi bir anamnezden sonra inspeksiyon, palpasyon, eklem hareket açıklığı ölçümü, bazı spesifik testler ve nörolojik değerlendirmeyi içeren bir fizik muayenedir. Çoğunlukla sadece hastadan dinlenen öykü bile kafamızda hastalığın tanısı hakkında ciddi bir fikir oluşturur. Örneğin, travma sonrası oluşan bir problemde yaralanmanın oluş mekanizması önemli iken, travma olmaksızın ortaya çıkan bir ağrıda hastanın mesleği, uğraştığı spor önemli olabilir. Bunların dışında ağrıya yol açan hareketler, ya da ağrıyı geçiren pozisyonlar neler; şikayetler ne kadar süredir devam ediyor; uyuşukluk, kuvvetsizlik hissi gibi nörolojik disfonksiyonu gösteren bir bulgu var mı gibi sorular, hastanın hangi taraf ekstremitesinin dominant olduğu anamnezde sorulması gerekenler arasındadır. Doğru sorularla olası tanıları belirledikten sonra fizik muayeneye geçilir. Muayene hasta odaya girerken gözlemle başlar. Hastanın yardımsız yürüyüp yürüyemediği, yürüme şekli, yüz ifadesi, duygulanımı, postürü ve yardımcı cihaz kullanıp kullanmadığına bakılır. Muayenede yalnızca hastanın yakındığı bölge değil, ilgili olabilecek kas iskelet sistemi bölgesi değerlendirilmelidir. İnspeksiyonda şişlik, asimetri, anormal eklem konturu, deformite olup olmadığına bakılır. Postür bozukluğu değerlendirilir. Palpasyonda ise hem kemik, hem yumuşak dokular değerlendirilmelidir. Hassasiyet, ısı artışı, efüzyon, ele gelen kitle varlığı, kitlenin sert ya da yumuşak olup olmadığı, krepitasyon varlığı palpasyonla saptanabilecek bulgular arasındadır. Fizik muayenin bir diğer aşaması eklem hareket açıklığının kontrolüdür. Eklem hareket açıklığı hem aktif hem de pasif olarak değerlendirilmelidir. Böylelikle, eklem ve kas patolojileri daha rahat ayırt edilebilir. Eklem hareket açıklığı bazı testler ile kombine hareketler yaparak daha kolay ve pratik olarak gözlenebilir. Örneğin, kalça eklemi değerlendirilirken kullanılan faber ve fadir tesleri; omuzu değerlendirirken kullanılan apley stretch testi gibi. Bunun dışında hastanın ağrı hissettiği hareket açıklığı anlamlıdır. Örneğin hastanın 45-60°’lerde omuz abduksiyonu ile ağrısı yokken bundan sonra ağrısının artması ve 120°’nin üstünde ağrının geçmesi glenohumeral eklem patolojilerini düşündürüken, 170°’ye kadar ağrısızken, bundan sonra ağrının varlığı akromioklaviküler patolojiler açısından uyarıcı olmalıdır. Fizik muayenede bir diğer adım izometrik dirençli hareketlerle ve spesifik testlerle patolojilere daha spesifik yaklaşımdır. Slaytlarda birkaç spesifik test örneği verilmektedir. Sonraki aşama nörolojik değerlendirmedir. Özellikle de nörolojik disfonksiyon olabileceğinin düşünüldüğü durumlarda, örneğin travma sonrası sinir hasarı, bel problemleri, brakial pleksus patolojileri, karpal tünel 49 sendromu gibi durumlarda mutlaka duyu-kuvvet değerlendirmesi yapılmalı, refleksler kontrol edilmeli ya da o sinir tutulumuna yönelik özgün testler uygulanmalıdır. Anahtar sözcükler: Hareket sistemi, fizik muayene, inspeksiyon, eklem hareket açıklığı, sporcu SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNDE OBEZ HASTA MUAYENESİ Obese patient examination in the sports medicine clinic Soner Akkurt Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Kayseri İletişim e-mail: drsonerakkurt@hotmail.com Obezite mültifaktöryel etmenlerle oluşan önemli bir sağlık sorunudur. Bu nedenle obez hastaların endokrinolog, diyetisyen, spor hekimi ve gerekirse psikolog tarafından değerlendirilmesi gerekir. Obezite için polikliniğe başvuran hastanın öncelikle endokrin bir sorunu olup olmadığı araştırılmalıdır. Bu amaçla hipotalamik hastalıklar, Cushing sendronu, tiroid hastalıkları, polikistik over sendromu, hipogonadotropik hipogonadizm ve insülin direnci açısından hastanın endokrin değerlendirilmesi gerekmektedir. Endokrin hastalıklar için tetkikler yapılırken hemogram, sedimantasyon, karaciğer enzimleri, lipid profili, üre ve kreatin incelemelerinin de yapılmasında yarar vardır. Bu tetkikler hastaya verilecek diyet ve egzersiz için önemlidir. Endokrin nedenler ekarte edildikten sonra aşırı kaloriye bağlı obezite tanısı ile spor hekimliğine gelen hastanın boy, kilo, yaş, cinsiyet, meslek, sosyokültürel ve genetik özellikleri kaydedilir. Vücut yağ oranı ve BMI hesaplanır. Daha sonra bel ve kalça ölçümleri yapılır. Bazal metabolizma hızı hesaplanarak kişinin günlük aktivitelerinde düzeltme yapılır ve günlük kalori gereksinimi saptanır. Bulunan değer kişinin bir günde harcadığı kalori miktarıdır. Bu değerden günlük ortalama 300-350 kcal az olacak şekilde diyet düzenlenmesi için hasta diyetisyene yönlendirilir (350x7=2450 kcal/hafta). Bunun yanısıra günlük ortalama 250-300 kcal enerji yakacak aerobik egzersiz programı düzenlenir (250x5=1250 kcal/hafta). Programa başlangıçta haftada üç gün ile başlanıp daha sonra beş güne çıkılmalıdır. Haftalık ortalama 35004500 kcal’lik negatif kalori dengesi sağlanmalıdır. Bu haftada 0.5 kg vermek anlamına gelir. Verilen egzersiz programı kişiye göre düzenlenmelidir. Önceden hiç egzersiz yapmayan biri için yürüme ve bel-kalça için ev jimnastiği aktiviteleri verilmelidir. Ancak spor geçmişi olan ve bir branşta spor yapmak isteyen kişi istediği spora yönlendirilir. Bu sırada kardiyak muayene, kas iskelet sistemi muayenesi ve EKG değerlendirmesi yapılmalı ve verilecek egzersizin nabız hızına göre şiddeti, günlük süresi ve haftalık tekrar sayısı belirlenmelidir. Hastanın ayda ortalama 2 kg vermesi planlanır. Başlangıçtaki kilodan hedef kilo çıkartılarak verilmesi gereken kilo bulunur ve bu kiloları kaç ayda vereceği saptanır. Hastanın başlangıçta hızlı kilo vereceği, bir süre sonra bunun azalacağı, ancak verilen programa mutlaka uyması gerektiği vurgulanır ve ayda bir kontrole çağrılır. Hasta kontrole geldiğinde kan değerleri, kilo, BMI, bel ve kalça ölçümleri, günlük kalori hesabı tekrarlanır. Verilen kilo değerlendirilerek egzersiz programı ve diyet gözden geçirilerek gerekli düzeltmeler yapılır. Hedeflenen kiloya gelindikten sonra günlük kalori gereksinimi ile alınan kalori eşitlenmelidir. Egzersiz ve diyet programlarının başarısız olmasının en önemli nedeni, bir süre sonra bırakılmalarıdır. Bu nedenle her iki programın da bir yaşam tarzı haline getirilmesi gerektiği hastaya mutlaka anlatılmalıdır. Egzersiz programlarından sonra kişinin bir miktar iştahının artacağı bu nedenle bu evrede fazla kalorili gıdalar alınmaması gerektiği belirtilmelidir. Hastaların bol su içmeleri sağlanmalıdır. Egzersiz yaparken terlemeyi engellemeyen giysilerin giyilmesi önerilmeli, terleme ile kilo vermenin ilişkili olmadığı hastaya anlatılmalıdır. Verilen aerobik egzersiz aktivitelerine bir süre sonra kas güçlendirme egzersizleri de eklenmeli, böylece kas kütlesi arttırılarak bazal metabolizma hızlandırılmalıdır. Obez çocuklar mutlaka bir spor branşına yönlendirilmelidir. DM ve hipertansiyon, koroner arter hastalığı olanlar için ilgili bölümlerde gerekli kontroller sağlanmalı; BMI>40 olan hastalara egzersizle sonuç alınamıyorsa ilaç tedavisi veya cerrahi tedavi seçenekleri anımsatılmalıdır. Anahtar sözcükler: Obezite, muayene, spor hekimliği, egzersiz 50 KRONİK HASTALIK RİSKİNİN SAPTANMASI Determining the risk of chronic disease Gürhan Dönmez Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: gurhan@hacettepe.edu.tr Düzenli egzersiz yapan, fiziksel aktif bireylerde kronik hastalıkların görülme sıklığı daha nadir olmasına rağmen; spor hekimliği polikliniğine başvuran profesyonel sporcular ya da rekreasyonel olarak spor yapan bireylerde nadiren de olsa çeşitli kronik hastalıklar saptanabilir. Diyabet, hipertansiyon, obezite ve dislipidemi gibi metabolik hastalıkların yanı sıra koroner kalp hastalıkları, anemiler, tiroid hastalıkları, osteoporoz gibi hastalıklar için erken tanının öneminden dolayı dikkatli alınmış bir anamnez ve detaylı aile öyküsü çoğu zaman hekime yol gösterici olur. Hasta veya sporcunun yaşı, sosyo-ekonomik durumu, alışkanlıkları (sigara, alkol kullanımı, vs.), beslenme özellikleri, kullanılan ilaçlar ve çevresel faktörlerin kronik hastalık gelişiminde rolü olduğu bilinmektedir. Konuya ilşkin açılımlar burada değerlendirilecektir. Anahtar sözcükler: Kronik hastalıklar, hipertansiyon, dislipidemi, obezite, diyabet, egzersiz 51 52 Serbest Bildiriler 53 54 SERBEST BİLDİRİLER I (Free communications I) S-01 ÖN ÇAPRAZ BAĞ TAMİRİNİN ALT EKSTREMİTE BİYOMEKANİĞİNE ETKİSİ Effect of ACL reconstruction on lower extremity biomechanics Özlem Kılıç1, Ahmet Alptekin1, Fatma Ünver Koçak1, Eylem Çelik1, Semih Akkaya2 Pamukkale Üniversitesi 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Hareket ve Antrenman Anabilim Dalı, 2Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Denizli İletişim e-mail: ozlemkilic@pau.edu.tr Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı, ön çapraz bağ (ÖÇB) tamiri geçirmiş ve herhangi bir alt ekstremite yaralanması olmayan erkek futbolcular arasındaki kinematik ve kinetik farklılıkların araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya yaş ortalamaları 23.1±3.6 yıl, boy ortalamaları 1.77± 0.05 m, vücut ağırlığı ortalamaları 83.9±11.8 kg olan 11 hasta ve aynı ortalamaları 22.2±2.5 yıl, 1.78±0.03 m ve 74.4±6.1 kg olan dokuz sağlam sporcu gönüllü olarak katıldı. Deneklerin kinematik ve kinetik parametrelerinin değerlendirilmesi için hastalarda ameliyat geçirdikleri bacakları ile, sağlıklı olanlarda ise dominant bacakları ile 0.20 m yüksekliğinde bir kasadan kuvvet platformu üzerine düşerek sıçrama hareketi yaptırıldı. Deneklerin sıçrama hareketinin üç boyutlu kinematik analizleri için SIMI Motion v7.5 hareket analizi paket programı, kinetik analizleri için kuvvet platformu kullanıldı. Bireylerin sıçrama performanslarına ilişkin diz fleksiyon açısı, yer tepki kuvveti, yer tepki moment değerleri incelendi. Bulgular: Verilerin istatistiksel analizlerinde gruplar arası farklılıklar t-test ile p<0.05 anlamlılık düzeyinde; diz fleksiyon açısı, kuvvet ve moment parametreleri arasındaki ilişkiler ise Pearson korrelasyon analizi ile p<0.01 anlamlılık düzeyinde belirlendi. Analizler sonucunda gruplar ve değerlendirilen parametreler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Sonuç: Bu bulgular ışığında, sporcuların geçirdikleri ön çapraz bağ tamiri ameliyatı ve sonrasında aldıkları fizik tedavi sürecinin başarılı olduğu söylenebilir. Anahtar sözcükler: Ön çapraz bağ, kinetik, kinematik, hareket analizi, kuvvet platformu, futbol S-02 PERONEUS BREVİS SPLİT SENDROMUNDA ORTOKİN TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU Orthokine therapy in peroneus brevis split syndrome: case study Nevzad Denerel1, Seçkin Şenışık2, Tahsin Beyzadeoğlu3 1 Gaziantepspor Kulübü, Spor Hekimliği Birimi, Gaziantep Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir 3 Beyzadeoğlu Spor Yaralanmaları Kliniği, Ortopedi ve Travmatoloji Birimi, İstanbul İletişim e-mail: newzatze@yahoo.com 2 Giriş: Peroneus brevis tendonunun lateral malleolun alt ucuna denk gelen retrofibular oluk bölgesini kat ettiği bölgede intratendinöz longitudinal yırtık olması, peroneus brevis split sendromu (PBSS) diye adlandırılır. Ortokin tedavisi, hastanın kendi kanı kullanılarak elde edilen otolog proteinlerin hastaya enjekte edilmesidir. Ortokin ile 30 kat daha konsantre interlökin-1-reseptör antagonisti (IL-1Ra) üretilir ve en sık osteoartirite bağlı eklem ağrıları ve sırt ağrılarında kullanılır. Günümüzde kas ve tendon yaralanmalarında da kullanılmaktadır. Olgu: Erkek profesyonel futbolcu (31 yaş), çim sahada 200’ün üzerinde tek ve çift ayak yüksek sıçrama içeren dinamik kuvvet antrenmanı yaptığı sırada sağ ayak bileğinde minimal inversiyon burkulması olduğunu, ama antrenmana devam ettiğini belirtti. Sonrasında ayak bileği dış tarafında ağrı ve şişlik fark etmiş, buz uygulaması ile şişliği azaltarak üç gün süreyle antrenmanları sürdürmüş, ağrılarının artması üzerine kliniğe başvurmuştu. Ayrıntılı fizik muayene ve radyolojik görüntülemelerin ardından sublükse olmayan PBSS tanısı kondu. Tedavi: Konservatif yaklaşım ile istenilen gelişmenin gözlenmemesi üzerine konsülte edilen olguya cerrahi tedavi önerilmemesi sonucu ortokin tedavisi uygulanmasına karar verildi. Gün aşırı toplam dört doz enjeksiyon uygulandı. Olgu ilk yaralanmadan dört, ortokin tedavisinin tamamlanmasından bir hafta sonra ağrılarından bütünüyle kurtulmuş olarak takımla birlikte çalışmalara katıldı. 55 Tartışma ve sonuç: Literatür incelendiğinde PBSS tedavisinde ortokin uygulaması ile ilgili makale bulunamadı. Bu olgu, konservatif tedaviye yanıt vermeyen PBSS için cerrahi girişim planlanmadan önce ortokin tedavisinin denenebileceğini ortaya koymaktadır. Anahtar sözcükler: Peroneus brevis split sendromu, peroneal tendon yaralanmaları, ortokin S-03 TROMBOSİTTEN ZENGİN PLAZMA ENJEKSİYONUNUN GECİKMİŞ KAS AĞRISINDA HEMATOLOJİK PARAMETRE ve ENFLAMASYON YANITI: OLGU ÇALIŞMASI Hematological parameter and inflammatory responses of PRP injection in DOMS: case study Onur Oral1, Nadir Özkayın2, Ramazan Aydınoğlu1, Rana Varol1, Zekine Pündük3 Ege Üniversitesi, 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 2Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, İzmir; 3Balıkesir Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Balıkesir İletişim e-mail: zekine74@yahoo.co.uk Giriş ve amaç: Aşırı yüklenme gerektiren egzersizler kas hasarına ve gecikmiş kas ağrısına (GKA) neden olarak kas performansını olumsuz yönde etkiler. Enflamasyon yanıtı ve kas hasar enzimleri kasın tekrar yapılandırılmasında önemli rol oynar. GKA’nın azaltılmasında trombositten zengin plazma (TZP) yönteminin kas hasarı enzimlerine ve kan hematolojik parametrelerine etkisi belirsizdir. Bu çalışmada TZP yönteminin GKA ile ilişkili hematolojik parametreler ve hasar enzimlerine olası etkilerinin takip edilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 18-27 yaşlarında beş sağlıklı erkek gönüllü katıldı. Dinlenik durumda dirsek fleksör maksximal izomerik kuvvetleri ölçüldü. Daha sonra biceps kasına tükenene kadar maksimal konsantrik/eksantrik egzersiz uygulandı. Bir gün sonra gönüllülerin 8 ml kanları alınarak, kit yöntemiyle zenginleştirilen 4 ml TZP biceps kasına ağrılı bölgesine enjekte edildi. Egzersiz öncesi ve sonrasında dört gün boyunca kan örneği alınarak hemogram parametreleri, serum kreatin kinaz (CK), laktat dehidrogenaz (LDH), aspartat- (AST) ve alanin-aminotransferaz (ALT) aktivite düzeyleri otoanalizörde değerlendirildi. Bulgular: Ağır egzersiz sonrasında egzersiz öncesi değerlerine göre artan lökosit (%4.0), ürik asit (%7.6), CK (%90), LDH (%4.4) değerlerinin dördüncü günde bazal değerlere düştüğü, CK’ın ise hızlı bir düşüş gösterse dahi egzersiz öncesi değerlerine ulaşmadığı saptandı. Tartışma ve sonuç: Egzersiz kaynaklı oluşan kas hasarı sürecinde ağrılı bölgeye uygulanan TZP yönteminin kan hematolojik parametreleri üzerinde sağlığı etkileyen olumsuz bir etkisi yoktur. Kas hasarı sonrasında yapım ve onarımı hızlandırabilir. Anahtar sözcükler: Trombositten zengin plazma, gecikmiş kas ağrısı, kas hasarı, hematolojik parametreler S-04 PATELLOFEMORAL AĞRI SENDROMUNDA PLATELETTEN ZENGİN PLAZMA TEDAVİSİ Platelet rich plasma treatment in patellofemoral pain syndrome Aydan Örsçelik, Yavuz Yıldız, Taner Aydın Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: aydanozcan@yahoo.com Giriş ve amaç: Patellofemoral ağrı sendromu (PFAS) erişkinlerde diz eklemini etkileyen en yaygın kas-iskelet sistemi problemidir. Plateletten zengin plazma (PRP) tam kanın santrifüje edilmesi ile elde edilen yüksek konsantrasyonda platelet içeren plazma bileşkenidir. PFAS’lu hastalarda diz fonksiyonları, denge-koordinasyon ve kas kuvvet-dayanıklılığında PRP’nin üçlü enjeksiyonunun tekli enjeksiyonundan etkin olduğunun gösterilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya klinik değerlendirme ve MRG sonucunda PFAS tanısı konarak eklem içi PRP enjeksiyonu uygulanan ortalama yaşları 20-35 olan 30 katılımcı alındı. Katılımcılar tek enjeksiyon uygulama grubu (Grup 1, n=20) ve üçlü enjeksiyon uygulama grubu (Grup 2, n=10) olmak üzere ikiye ayrıldı. Hastalara enjeksiyon sonrası altı haftalık standart egzersiz programı uygulandı. Çalışmada ağrı ve fonksiyonu değerlendiren Kujala patellofemoral skorlama sistemi ile kas kuvvet ve dayanıklılığını değerlendiren denge ve koordinasyon testi ve izokinetik test kullanıldı. Katılımcılar başlangıçta ve dört ay sonrasında değerlendirildi. 56 Bulgular: Tedavi öncesi ve sonrası parametrelerde gruplar arası anlamlı fark bulunmadı. Grup içi değerlendirmede; tedavi öncesi ve sonrası Kujala patellofemoral skorunda ve “mediolateral index” değerinde her iki grupta, “overall stability index” değerinde ve 60°/s hızda fleksiyondaki zirve tork değerinde Grup 1’de, 240°/s hızda ekstansiyon ve fleksiyondaki zirve tork, ekstansiyondaki zirve tork/vücut ağırlığı ve 60°/s hızda ekstansiyondaki total iş değerlerinde Grup 2’de istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptandı. Tartışma ve sonuç: Bu çalışmada PFAS tedavisinde üç kez PRP enjeksiyonu uygulamasının tek sefer uygulanan PRP enjeksiyonuna üstünlüğü olmadığı sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Patellofemoral ağrı sendromu, plateletten zengin plazma, enjeksiyon S-05 ANİ ÖLÜM NEDENLERİ OLARAK KARDİYOMİYOPATİ ve KANALOPATİLERİN ELİT SPORCULARDA DEĞERLENDİRİLMESİ Assessing cardiomyopathies and canalopathies as sudden death causes in elite athletes Melda Pelin Yargıç1, Mehmet Emin Akçer1, Hikmet Yorgun2, Kudret Aytemir2, Feza Korkusuz1, Mahmut Nedim Doral1,3 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Kardiyoloji Anabilim Dalı, 3Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: meldapelin@gmail.com Giriş ve amaç: Ani ölümlerin %10-20’sinde kalpte yapısal anomali saptanamamaktadır. Sporda ani kardiyak ölümlerin önemli nedenleri arasında primer elektriksel bozukluklar (Brugada sendromu, uzun ve kısa QT sendromları, katekolaminerjik polimorfik ventriküler takiaritmi) ve kardiyomiyopatiler (aritmojenik sağ ventrikül displazisi, hipertrofik kardiyomiyopati) bulunur. İyon kanalı hastalıklarında ve kardiyomiyopatilerde bazal ve efor sırasında çekilen EKG tanıya ulaştırmakta, ya da kuşku uyandırarak sporcularda ileri araştırma için yol gösterici olabilmektedir. Bu nedenle elit sporcuların rutin kardiyak değerlendirmesinde herediter geçiş nedeniyle ayrıntılı aile öyküsü sorgulanmasının, EKG’nin ve ileri kardiyolojik incelemelerin önemli yeri bulunmaktadır. Çalışma bu konuya ilişkin olarak planlandı. Gereç ve yöntem: Profesyonel erkek basketbol takımı sezon öncesi muayenesi kardiyak değerlendirmesinde anamnez, özgeçmiş ve soygeçmiş alınmakta; fizik muayene, EKG, EKO ve efor testi yapılmaktadır. 2013-2014 spor sezonu öncesinde profesyonel erkek basketbol takımı oyuncularından on kişiye yukarıda sayılan kardiyolojik değerlendirmeler yapıldı. Bulgular: EKG’de iki sporcuda erken repolarizasyon, iki sporcuda erken repolarizasyon ve eşlik eden inkomplet sağ dal bloğu, bir sporcuda sinüs bradikardisi ve inkomplet sağ dal bloğu ve bir sporcuda uzun QT saptandı. Bu değerlendirmeler sonucu iki elit sporcuda kardiyomiyopati ve kanalopati ön tanısı kondu ve ileri tetkikleri yapıldı. Çekilen kardiyak MRG’de kardiyomiyopati ön tanısını destekleyen bir bulguya rastlanmadı. Sonuç: Brugada Sendromu ve uzun QT sendromu araştırılan iki elit sporcu olgu olarak sunuldu. Anahtar sözcükler: Ani ölüm, kardiyomiyopati, kanalopati, sporcu S-06 TÜRKİYE FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYLERİ ARAŞTIRMASI Physical activity level survey in Turkey Şenay Suljevic1, Saygın Alkurt2, Ş. Nazan Koşar1, A. Haydar Demirel1 1 Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Ankara İletişim e-mail: sayginalkurt@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Hareketsiz yaşam kronik hastalıklar açısından önde gelen risk faktörlerindendir. Türkiye’de farklı yaş aralıkları, cinsiyet, iş kolları gibi grupları kapsayan ve büyük çoğunluğu yalnızca olgusal durumu analiz eden araştırmalar varolmakla birlikte, tüm toplumu temsil eden bir fiziksel aktivite araştırması yoktur. Aktif Yaşam Derneği tarafından desteklenen araştırma, Türkiye toplumunun fiziksel aktivite düzeyi, alışkanlık, algı ve beklentilerini ortaya koyma amaçlı gerçekleştirildi. 57 Gereç ve yöntem: Araştırmanın evrenini Türkiye’de yaşayan yetişkin nüfus (15-65 yaş) oluşturmakta olup bu evreni temsil etmek için seçilen örneklem büyüklüğü 4900 oldu. Bu büyüklükteki bir örneklemin araştırma evrenini %95 güven aralığında ±%1.4 hata payı ile temsil edeceği hesaplandı. NUTS1 bölgelerinden Türkiye temsil edilecek şekilde 12 il seçildi ve örneklem il, cinsiyet ve yaşa göre tabakalandırıldı. Araştırmada niceliksel araştırma yöntemi benimsendi ve araştırma iki aşamalı olarak gerçekleştirildi. Birinci aşamada rastlantısal olarak seçilen katılımcılar ile yüz yüze görüşmeler yapıldı. İkinci aşamada ise yine rastlantısal olarak CATI (Computer Assisted Telephone Interviewing) kullanılarak veri toplandı. Araştırma kapsamında Uluslararası Fiziksel Aktivite Ölçeği (International Physical Activity Questionnaire, IPAQ) ve bazı ek sorular kullanıldı. Bulgular: Toplumun sadece %25’inin yeterli fiziksel aktivite seviyesine sahip olduğu ve toplum içerisinde en hareketsiz yaş kategorisinin 15-19 yaş olduğu belirlendi. Buna karşın, fiziksel aktivite düzeyinin en yüksek olduğu aralığın, aktif çalışma oranının en yüksek olduğu 35-44 yaş grubu olduğu gözlendi. Başka bir deyişle, öğrencilik döneminde düşen fiziksel aktiflik düzeyi iş yaşamında artmaktadır. İş yaşamındaki farklılaşmalar fiziksel aktivite düzeyini doğrudan etkilemektedir. Emek yoğunluklu çalışan mavi yakalılar çalışanlar içerisinde en aktif kategori oldu. Tartışma ve sonuç: Yetersiz fiziksel aktivite kronik hastalıklardan meydana gelen morbidite ve mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Türkiye’de yetişkinlerin fiziksel aktivite düzeyinin yetersiz olduğunu ortaya koyan bu çalışmanın sonuçları, fiziksel aktivite düzeyinin arttırılmasına yönelik politikalar geliştirilmesinin önemini ortaya koymaktadır. Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite, yetkişkinlik, PAL, IPAQ, aktivite bazlı enerji tüketimi SERBEST BİLDİRİLER II (Free communications II) S-07 ZİRVE KALP ATIM HACMİ ve ZİRVE VO2 YÜKLERİNDE YAPILAN YAYGIN ve TEMPO İNTERVALLERİN KALP ATIM HACMİNE ETKİLERİ Effects of extnsive and pace intervals performed at peak stroke volume and peak VO2 loads on heart stroke volume Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir İletişim e-mail: muzaffer.colakoglu@ege.edu.tr Giriş ve amaç: MaxVO2’nin en önemli bileşeninin kalp atım hacmi (“stroke volume”, SV) olduğu bilinmektedir. Burada, maxVO2 geliştirmede kullanılan yaygın ve yoğun interval antrenmanlarında maxVO2’ye ve SV zirvesine denk gelen yüklerin SV yanıtları üzerine etkisini incelemek amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (24.2±4.1 yaş, maxVO2 59.7±7.4 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Kişisel zirveSV düzeyleri, maxVO2’nin %40’ından %100’üne sabit yüklü egzersizlerde nitröz oksit tekrar-soluma yöntemiyle (N2ORB) saptandı. Totalde 12x30s yüklenmeli (1:1) yaygın interval yöntemi (YİY) ile 3x2dk yüklenmeli (1:1) tempo interval yöntemi (TİY), maxVO2 ve zirveSV yükleriyle tekrar edildi. YİY’de yüklenmelerin 2.5-3, 5.5-6, 8.5-9, 11.5-12; TİY’de yüklenmelerin 1.5-2, 5.5-6, 9.5-10 dk’larında, toparlanmaların ise yüklenmeler sonrasında N2ORB testi yapıldı. Ortalama değerler arasındaki farkın anlamlılık düzeyi tekrarlanan ölçümlerde ilişkili gurupların analizinde kullanılan yöntemlerle belirlendi. Bulgular: İnterval seanslarında zirveSV yükü, maxVO2 yüküne kıyasla daha düşük bir strese neden olmasına rağmen (p≤0.05), aynı düzeylerde SV yanıtı yarattı (p>0.05). Fakat YİY’nin SV değerleri antrenman seansı süresince yüksek kalırken, TİY’de SV yanıtları ikinci ve üçüncü tekrarlarda kademeli olarak düştü (p≤0.05). Tartışma ve sonuç: Çalışma sonucunda interval antrenmanlarda geleneksel maxVO2 yüküne kıyasla çok daha düşük düzeylerde fizyolojik stres yaratan zirveSV yükü SV gelişimi açısından daha avantajlı görülürken, YİY’nin maxVO2’yi geliştirmede daha etkili olabileceği gösterildi. Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, kalp atım hacmi, maxVO2 58 S-08 SUPRAMAKSİMAL EGZERSİZİN KOGNİSYON ve BEYİN OKSİJENLENMESİ ÜZERİNE ETKİSİ Effects of supramaximal exercise on cerebral oxygenation and cognition Enise Ural Demirci1, Cem Şeref Bediz1, Hilmi Öğüt2, Çağdaş Güdücü2, Caner Çetinkaya1, Murat Özgören2 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Fizyolojisi Bilim Dalı, 2Biyofizik Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: cem.bediz@gmail.com Giriş ve amaç: Bu çalışmada supramaksimal egzersizin kognisyon ve beyin oksijenlenmesi üzerine etkisi araştırıldı. Gereç ve yöntem: Toplamda 18-25 yaş arasındaki 40 gönüllü (20.9±2.4 yaş, 72.1±10.3 kg) çalışmaya katıldı. Supramaksimal egzersiz olarak bisiklet ergometresinde Wingate anaerobik güç testi, bilişsel görev olarak ise çalışma belleğini ölçen ve 120 harf dizisinden oluşan “2-Geri görevi” uygulandı. Katılımcılar, yüklenme sırasında vücut ağırlıklarının %7.5’i kadar yüke karşı 30 s boyunca pedal çevirdiler. Katılımcıların zirve güç, ortalama güç ve yorgunluk endeksleri hesaplandı. Bilişsel test olarak “2-Geri görevi” maksimal egzersizden önce ve hemen sonra uygulandı. Beyin oksijenlenmesi ön beyin bölgesinden yakın infrared ışık spektroskobisi (fNIRS) yöntemi ile ölçüldü. Bu yöntem ile önbeyin bölgesinde oksihemoglobin, deoksihemoglobin değerleri ölçülmekte, ön beyin kanlanmasındaki değişim gösterilmektedir. Bulgular: Grup içi değerlendirmelerde eşleştirilmiş-t testi, gruplar arası değerlendirmelerde ise bağımsız değişkenler t testi kullanıldı (p<0.05). Deneklerde maksimal egzersiz sonrası “2-Geri görevi” yanlış sayısında anlamlı bir artış olduğunu gösterildi. Yorgunluk endeksi (YE) ortalamasının altında olan katılımcılarda yanlış sayısının anlamlı olarak arttığı bulundu. YE’si ortalamanın üstünde olan katılımcılarda doğru sayısının anlamlı olarak arttığı ve ıska sayısının anlamlı olarak azaldığı belirlendi. Zirve güç (ZG) ortalamasının üstünde olan katılımcılarda toplam tepki süresinin anlamlı olarak düştüğü bulundu. Hem bilişsel görevler hem de fiziksel çalışmada önbeyinde oksijenasyon arttı. Anerobik gücü ortalamanın üzerinde olanlar ile altında olanlar arasında oksijenlenme değişimlerinin farklı olduğu gözlendi. Sonuç: Akut yüksek yoğunluklu egzersizde bilişsel işlevler ve önbeyin oksijenasyonu etkilenebilir. Anaerobik performansları daha iyi olanlarda egzersiz sonrasında bilişsel işlevler ve beyin oksijenlenmesi daha yüksek olduğu ortaya konulmaktadır. Anahtar sözcükler: Egzersiz, kognisyon, çalışma belleği, Wingate anaerobik testi, fNIR, beyin oksijenasyonu SS09 MaxVO2’de DOĞRULAMA TESTLERİ: ERGOMETRE TÜRÜ, BAŞLANGIÇ YÜKÜ, TEST SÜRESİ ve VO2'de PLATONUN ETKİLERİ Verification tests of maxVO2: effects of ergometer type, starting load, duration and VO2 plateau Ramazan Aydınoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Muzaffer Çolakoğlu, Özgür Özkaya Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir İletişim e-mail: ozgur.ozkaya@ege.edu.tr Giriş ve amaç: “Merkezi denetleyici” tartışmaları maxVO2’yi göstermede kullanılan maksimal kademeli egzersiz test (MKT) sürelerinin tekrar sorgulanması gerektiğini düşündürmüştür. Bu çalışmanın amacı bisiklet ergometresi ve eliptik bisiklette farklı sürelerde tükenme odaklı MKT’lerden elde edilen sonuçları; başlangıç yükü, test süresi, doğrulamadan elde edilen VO2’ler ve VO2’de saptanan plato üzerinden değerlendirmekti. Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene sekiz erkek sporcu (22.6±2.0 yaş, maxVO2 58.2±7.0 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Bisiklet ergometresi ve eliptik bisiklette 4, 6, 10 ve 16ncı dakikalar içinde bitkinlik hedeflenen MKT’ler ve hemen sonrasında kademeli testlerin son basamak yüklerinde doğrulama testleri (DT) yapıldı. VO2’de plato 30 s’de 150 ml’den küçük fark olarak değerlendirildi. Verilerin analizinde tekrarlanan ölçümler için varyans analizi yapıldıktan sonra posthoc olarak LSD, korrelasyon analizlerinde Pearson r kullanıldı. Bulgular: En yüksek maxVO2 değeri, 6 dakikada sonlanan eliptik bisiklet testlerinde elde edildi (p≤0.05). Beklendiği gibi tüm MKT’ler sonrası DT değerleri anlamlı oranda yükselirken (p≤0.05), 6 dk odaklı testlerde hem bisiklet ergometresi, hem de eliptik bisiklet testleri için DT farkları anlamlı 59 olmadı (p>0.05). Beklenmedik şekilde, neredeyse tüm DT’lerde VO2’de plato gözlenirken (p≤0.05); 6 dk odaklı MKT’lerin %63’ünde plato saptandı. Tartışma ve sonuç: Elde edilen sonuçlar; a) maxVO2’yi göstermede en uygun sürenin 6 dk’da bitkinlik odaklı testler olduğunu, b) MKT’lerin değişen oranlarda plato göstermelerine rağmen, tüm sürelere ait DT’lerde VO2’de plato saptandığını (p≤0.05), c) maxVO2’yi göstermede -klasik bir bisiklet ergometresine kıyasla- en uygun test ergometresinin eliptik bisiklet olduğunu gösterdi. Anahtar sözcükler: MaxVO2, eliptik bisiklet, maksimal kademeli egzersiz testi, sağlama S-10 ANTRENE MÜCADELE SPORCULARINDA TÜM VÜCUT VİBRASYONUNUN İZOMETRİK KUVVET, SQUAT SIÇRAMASI ve ESNEKLİK PERFORMANSINA AKUT ETKİSİ Acute effects of whole body vibration on isometric strength, squat jump and flexibility performance in trained combat athletes Cem Kurt1, Ekim Pekünlü2 1 Trakya Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, Edirne Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Hareket ve Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: cemkurt35@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Literatürde yer alan tüm vücut vibrasyon (TVV) çalışmalarının çoğu sedanter veya eğlence amaçlı fiziksel aktivitede bulunan bireyler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma, antrenmanlı sporcularda TVV’nin bazı performans değişkenleri üzerine etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya iyi antrenmanlı (antrenman yaşı 11.6±4.7 yıl antrenman kapsamı 9.3±2.8 saat/hafta) 12 kadın ve sekiz erkek mücadele sporcusu (22.8±3.1 yaş) katıldı. Katılımcılar 48 saat aralıkla gerçekleştirilen iki antrenman seansının birinde “Power Plate” vibrasyon cihazı üzerinde 26 Hz frekanslı 4 mm genlikli TVV kullanarak dört farklı izometrik egzersiz uyguladılar. Diğer seansta ise aynı egzersizler aynı cihazda TVV olmaksızın (0 Hz, 0 mm) uygulandı. Her bir egzersiz 60 s sürdü ve egzersizler arasında 30 s dinlenme verildi. Seans sıralaması rastgele ve dengeli olarak belirlendi. Katılımcılar uygulamalardan sonra el kavrama kuvveti, squat sıçraması, gövde fleksiyonu ve izometrik bacak kuvveti testlerini gerçekleştirdi. Performans değerleri, her seanstaki kontrol testleriyle karşılaştırıldı. Bulgular: İki etkenli (zaman [2] x uygulama [2]) tekrarlayan ölçümlerde ANOVA testi sadece el kavrama kuvveti testi için zaman x uygulama etkileşimi olduğunu gösterdi (p=0.02). Bağıl değişim verilerinde gerçekleştirilen doğal logaritmik dönüştürüm sonrası uygulanan eşli t-testi, TVV sonrası el kavrama kuvvetinde %2.4 oranında net artış olduğunu gösterdi (p=0.02; d=0.61). Squat sıçraması, gövde fleksiyonu ve izometrik bacak kuvveti performansları TVV’den etkilenmedi (p>0.05). Tartışma ve sonuç: İyi antrene olan sporcuların zaten genetik potansiyellerine yakın kassal performans düzeylerine sahip olduğu düşünüldüğünde, bu çalışmada kullanılan TVV değişken kombinasyonu bu sporcuların kaslarında akut antrenman etkisi yaratacak yeterli vibrasyon uyaranı sağlamamış olabilir. Anahtar sözcükler: Antrenman, vibrasyon, izometrik kuvvet, esneklik, dikey sıçrama, sporcu S-11 ZİRVE VO2 ile DOĞRULANAN maxVO2 FARKI, KALP ATIM HACMİ ZİRVESİ ile ZİRVE VO2 DÜZEYİNDEKİ KALP ATIM HACMİ FARKIYLA İLİŞKİLİ OLABİLİR Peak VO2 and justified VO2 difference may be related to peak heart stroke volume and stroke volume at peak VO2 Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir İletişim e-mail: muzaffer.colakoglu@ege.edu.tr Giriş ve amaç: Güncel literatürde maksimal kademeli egzersiz testlerinin (MKT) maxVO2’yi değil, zirve değerleri (zirveVO2) verdiği, dolayısıyla maxVO2’ye ulaşmak için MKT’nin son basamak yüküyle sabit yüklü ikinci bir doğrulama testi (DT) yapılması gerektiği önerilmektedir. Ancak bu 60 farkın neden kaynaklandığı tam olarak gösterilememiştir. Bu çalışma zirveVO2 ile maxVO2 arasındaki farkın (∆VO2), zirve SV ile zirveVO2’ye denk gelen SV düzeyi arasındaki farkla (∆SV) ilişkili olduğu varsayımıyla planlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (23.6±4.1 yaş, maxVO2 60.2±7.0 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Kişisel zirve SV düzeyleri, zirveVO2’nin %40’ından %100’üne sabit yüklü egzersizlerde “nitröz oksit tekrar-soluma yöntemi” ile (N2ORB) saptandı. DT’leri için zirveVO2’nin %100’ü ve +%5’lik artışlarla sabit yüklü testler uygulandı. Ortalama değerler arasındaki farkın anlamlılık düzeyi, ilişkili gruplar için t-testi ile saptandı. Fark değerleri arasındaki korrelasyon, Pearson r katsayısı hesaplanarak belirlendi. Bulgular: Çalışmanın ana bulguları ∆VO2 ile ∆SV değerinin yüksek düzeyde ilişkili olduğunu gösterdi (Pearson r=0.89, p≤0.001). DT ile elde edilen VO2 değerleriyle (60.2±7.4 ml.dk-1.kg-1) MKT’den elde edilen zirve VO2 değerleri (53.6±7.0 ml.dk-1.kg-1) arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p≤0.001). Tartışma ve sonuç: Bu çalışmayla ∆VO2 ile ∆SV’ün yüksek düzeyde ilişkili olduğu ve zirve SV yanıtının zirveVO2’ye yakınlığının MKT’de elde edilen değerlerin doğruluğunu arttırdığı gösterildi. Ancak, yine de MKT’ler 30 dk’lık bir toparlanma periyodunu takiben sabit yüklü bir DT ile ikinci kez test edilmelidir. Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, maxVO2, kalp atım hacmi, doğrulama testleri S-12 SKUAT EGZERSİZİNDE SUBMAKSİMAL ve MAKSİMAL YÜKLENMELER SIRASINDA KİNEMATİK ve EMG AKTİVİTELERİ Kinematic and EMG activities during squatting exercise with submaximal and maximal loads Hasan Ulaş Yavuz1, Deniz Erdağ2 Yakın Doğu Üniversitesi, 1Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Anabilim Dalı; 2BESYO, KKTC İletişim e-mail: ulasyavuzmd@gmail.com Giriş ve amaç: Direnç egzersizleri sırasında direnç arttıkça kas aktivasyonunun da arttığı bilinmektedir. Aynı zamanda maksimal dirençlere karşı hareketlerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla hareket dizgelerinde de değişiklikler gözlenebilir. Bu çalışmada 1RM’un %80-90-100’ünde yapılan skuat egzersizi sırasında kinematik ve EMG sinyalizasyon farklılıkları araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya skuat egzersizi uygulamasında deneyimli (3.2±0.6 yıl) 14 sağlıklı erkek katıldı (21.6±2.3 yaş). Tek tekrar maksimum kaldırabilecekleri dirençlerin %80, %90 ve %100’ü sırasında iki boyutlu hareket analizi uygulandı ve vastus lateralis (VL), vastus medialis (VM), Rectus femoris (RF), semitendinosus (ST), biceps femoris (BF), gluteus maximus (GM), erektor spinae (ES) kaslarına ait EMG verileri toplanıp incelendi. Bulgular: EMG analizi yapılan tüm kaslarda uygulanan direnç arttıkça kas aktivasyonunda artış gözlenmekle birlikte, sadece vastus medialis ve gluteus maximus aktivasyonunda %90 ve %100 dirençlerde %80 dirence kıyasla anlamlı artış belirlendi (p<0.05). Hareket analizi sırasında diz açılarında farklı dirençlerde herhangi bir değişiklik gözlenmemekle birlikte, yük arttıkça kalça açılarının azaldığı, dolayısıyla öne eğilmenin arttığı saptandı. Ayrıca %80 ve %90 dirençte %100’e oranla çömelme fazının daha kısa, yükselme fazının daha uzun olduğu belirlendi. Tartışma ve sonuç: Kas aktivasyonları açısından %90 ve %100 dirençler arasında anlamlı bir farklılık olmaması, ancak öne eğilmede artış olması ve hareket dizgesinin farklılaşması, %100 yüklenmenin lumbar yaralanma riskini arttırabileceğini, ancak diz ekstansörlerinin gelişimi açısından anlamlı bir farklılık yaratmayabileceğini düşündürmektedir. Anahtar sözcükler: Skuat, EMG, kinematik analiz, direnç egzersizi, maksimal yüklenme 61 SERBEST BİLDİRİLER III (Free communications III) S-13 KRONİK RİTMİK CİMNASTİK ANTRENMANLARININ KAN OKSİDATİF STRES ve KEMİK METABOLİZMASI GÖSTERGELERİ ÜZERİNE ETKİLERİ Effects of chronic rhythmic gymnastics trainings on blood oxidative stress and bone metabolism indices Pınar Tatlıbal1, Faruk Turgay2, Ali Rıza Şişman3, Oya Yiğittürk2, Çetin İşlegen4 1 Dokuz Eylül Üniversitesi, Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, İzmir Ege Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir 3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: pinar.tatlibal@deu.edu.tr 2 Giriş ve amaç: Çocuklarda uzun süreli yoğun anaerobik yüklenmelerin sonuçları belirsizdir. Bu çalışmada kronik ritmik cimnastik antrenmanlarının kan oksidatif stres ve bazı kemik metabolizması göstergeleri üzerine etkileri araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya adet görmemiş sağlıklı antrene 16 ritmik cimnastikçi (RCG, 10.3±1.8 yaş) ve 13 sedanter (KG, 9.2±1.0 yaş) kız çocuğu katıldı. Fiziksel profilleri çıkartıldı. Açlık kanlarından; total antioksidan statüsü, total oksidan statüsü, oksidatif stres endeksi, kemik metabolizması göstergeleri, Tip 1 kollajen karboksi terminal çapraz bağlı telopeptid (ICTP) ve büyüme hormonu (GH), alkalenfosfataz (ALP), paratiroid hormonu, kalsiyum, inorganik fosforun yanısıra, genel sağlık durumunun kontrolü için temel hematolojik ve biyokimyasal parametreler standart yöntemlerle ölçüldü. Bulgular: Tüm biyokimyasal parametreler normal aralıklar içinde yer aldı. Oksidatif stres parametreleri için gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05). RCG’nin serum ICTP (p=0.009), GH (%47.4, p>0.05) ve hematokrit (p=0.04) değerleri KG’ninkilere göre daha yüksek, kalsiyum değeri ise daha düşüktü (p=0.04). Her iki grupta da ALP ve ICTP düzeyleri arasında anlamlı pozitif ilişki bulundu. Tartışma ve sonuç: Kronik ritmik cimnastik antrenmanlarının çocukların kan oksidatif stres düzeylerini, kemik metabolizmasını ve fiziksel gelişimlerini olumsuz yönde etkilemediği, hatta büyüme eğilimini hızlandırdığı izlenimi alınmaktadır. Ancak antrenman sürecinde kan ICTP, GH ve kalsiyum düzeylerinin izlenmesi ve gerektiğinde kalsiyum desteği verilmesi önerilebilir. Anahtar sözcükler: Ritmik cimnastik, oksidatif stres, kemik metabolizması S-14 GENÇ ELİT ERKEK FUTBOLCULARDA POSTÜRAL KONTROL ve YAŞ Postural control and age in young elite male football players Müge Bulat1, Engin Dinç1, Safinaz Yıldız1, Mustafa Şahin2, Bülent Bayraktar1 İstanbul Üniversitesi, 1İstanbul Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul İletişim e-mail: mugebulat@hotmail.com Giriş ve amaç: Genç ve çocuk yaştaki futbolcularda yaş artışının, çeşitli faktörlere bağlı olarak postüral kontrole olumlu ya da olumsuz etki yapabildiği bilinmektedir. Çalışmada genç elit erkek futbolcularda postüral kontrol ve yaş arasındaki ilişkinin araştırılması hedeflendi. Gereç ve yöntem: Çalışmada Türkiye Süper Ligindeki bir futbol kulübünün alt yapısından 13-19 yaş aralığında 32 erkek futbolcu yer aldı. Katılımcıların postüral kontrol analizleri, ağılık merkezi iz düşümü (AMİ, “center of pressure”) parametreleri şeklinde bir postür analizi kuvvet platformunda gerçekleştirildi. Gözler açık statik denge parametreleri (anteroposterior salınım uzunluğu, mediolateral salınım uzunluğu, salınım alanı, salınım hızı) ölçüldükten sonra bu skorlar aynı kişilerin dört sene önceki değerleri ile karşılaştırılarak değerlendirildi. Bulgular: Değerlendirmeler sonucunda 32 futbolcunun dört yıl sonraki AMİ parametrelerinde istatistiksel anlamda belirgin gelişme gözlendi (p<0.01). 62 Tartışma ve sonuç: Futbolcularda postüral kontrol; yaş, antrenman seviyesi, özel ısınma programları, denge ve koordinasyon çalışmaları gibi faktörlere bağlı değişiklik göstermektedir. Büyüme dönemindeki sporcularda yaş artışının postüral kontrole her zaman olumlu katkı yapmayabileceği gözlenmiştir. Çalışmadaki futbolcuların yıllar içinde yaptıkları bir takım özel çalışmaların postüral kontrollerine olumlu katkı sağlamış olabileceği düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Postüral kontrol, futbol, yaş, antrenman, kuvvet platformu S-15 BİR SUALTI RUGBY MÜSABAKASININ KAN NO DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ Effects of an underwater rugby match on blood nitric oxide levels Hasanagha Mayilov1, Faruk Turgay1, Nevzat Denerel2, Faik Vural1, Muzaffer Çolakoğlu1, S. Oğuz Karamızrak3 Ege Üniversitesi, 1Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 3Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir, 2Gaziantepspor Kulübü, Gaziantep İletişim e-mail: fturgay@yahoo.com Giriş ve amaç: Nitrik oksit (NO), salınımı hipoksi ile regüle edilebilen vazoldilatör, antioksidan bir gazdır. Sualtı hipoksik koşulları NO düzeylerini arttırabilir. İyi bir akciğer fonksiyon düzeyi gerektiren sualtı rugby’de müsabakanın kan NO düzeyleri üzerine etkileri belirsizdir. Bu çalışmada bir sualtı rugby müsabakasının kan NO düzeyleri üzerine etkisi ve NO ile bazı solunum parametreleri arasındaki ilişkiler araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya sağlıklı, antrene 16 sualtı rugby sporcusu (23.4±7.5 yaş) katıldı. Fiziksel ölçümler, 8x25 m dip testi (DT) ve bazı spirometrik ölçümler yapıldı. Müsabakanın 5 dk öncesi ve sonrasında alınan venöz kan örneklerinde NO, total antioksidan statü (TAS), temel hematolojik parametreler, kreatin kinaz (CK) ve bazı biyokimyasal parametreler ölçüldü. Bulgular: Müsabaka sonrası kan lökosit, CK ve ferritin düzeylerinin artmasına karşın, NO ve TAS değerleri anlamlı değişiklik göstermedi. Bazal NO ve maksimal ekspiratuar akım (MEF25) arasında negatif, zorlu ekspiratuar süre (FET) arasında ise pozitif ilişki saptandı. DT, kardiyak çıkış, kalp atım hacmi, O2 kullanımı, maksimal istemli ventilasyon, arteriyel oksijen satürasyonu, zorlu vital kapasite ve zirve ekspiratuar akım gibi parametreler arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Tartışma ve sonuç: Elde edilen bulgular sualtı rugby müsabakasının kan NO ve oksidatif stres düzeylerini etkilemediğini; bazal kan NO düzeyi ile aerobik ve anaerobik dayanıklılık ve solunum performansı arasında önemli bir ilintinin olmadığını göstermektedir. Anahtar sözcükler: Sualtı rugby, nitrik oksit, oksidatif stres, solunum parametreleri S-16 SPORDA DOPİNG AMAÇLI TESTOSTERONE ENANTHATE KULLANIMI KEMİKTE ERKEN EPİFİZ KAPANMASINA NEDEN OLUR MU? Would the use of testosterone enanthate as a doping agent cause early closing of bone epiphysis? Sefa Lök Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Konya İletişim e-mail: sefalok@selcuk.edu.tr Giriş ve amaç: Bu araştırmanın amacı, sporcular tarafından doping amacıyla kullanılan anabolik androjenik steroidlerden testosterone enanthate’in kısa süreli kullanımının erkek ratların humerus kemiği üzerindeki morfometrik etkilerinin incelenmesidir. Gereç ve yöntem: Araştırmada 35 günlük 30 adet erkek rat kullanıldı. Ratlar kontrol, fıstık yağı ve testosterone enanthate uygulananlar olarak üç eşit gruba ayrıldı. Deney grubuna testosterone enanthate 10mg/kg dozunda 100 µl fıstık yağında dilüe edilerek, fıstık yağı grubuna testosterone enanthate’in dilüenti olan fıstık yağı haftada beş gün üç hafta süreyle 100 µl intraperitoneal olarak uygulandı. Kontrol grubu ise hiçbir uygulama yapılmadan üç hafta boyunca beslendi. Tüm ratlara çalışma sonunda ötenazi uygulandı. Ratların ön ekstremite kemikleri disseke edilerek ortaya çıkarılan humerus kemiklerinin boy uzunlukları, medullar çapları, korpus ve korteks kalınlıkları 63 ölçülerek ortalamaları alındı. Bulgular: Ratların humerus kemiği boy uzunluğu incelendiğinde testosterone enanthate uygulanan deney grubundaki ratların humerus kemiklerinin büyümesi belirgin bir şekilde durdu ve fark anlamlı bulundu (p<0.05). Gruplar arasında humerus kemiğinin medullar çap, korpus ve korteks kalınlık ölçülerinde anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Tartışma ve sonuç: Anabolik androjenik steroidler arasında bulunan testosterone enanthate’in puberte dönemindeki erkek ratlarda kullanımının erken efizyal kapanmaya neden olarak humerus kemiğinin büyümesini önemli oranda durdurduğu sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Doping, testosterone enanthate, humerus, egzersiz S-17 SPOR HEKİMLERİ ve SPOR HEKİMLİĞİ UZMANLIK ÖĞRENCİLERİNİN EGZERSİZ ALIŞKANLIKLARI Exercise habitudes of sports medicine specialists and research students Fatma Ebru Koku, Çetin İşlegen, Metin Ergün, S.Oğuz Karamızrak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: fatmaebrudr@yahoo.com.tr Giriş ve amaç: Ülkemizde spor hekimleri ve spor hekimliği uzmanlık öğrencilerinin egzersiz alışkanlıklarını belirlemek ve bu alışkanlıklarının fiziksel uygunluğu (kardiyorespiratuar, müsküloskeletal ve nöromotor) sağlamaya yeterli olup olmadığını tespit etmektir. Gereç ve yöntem: Katılımcılara anket e-posta yoluyla ulaştırıldı. Ankette akademik statü, yaş, cinsiyet, boy, vücut ağırlığı, kronik hastalık varlığı, ilaç/alkol/sigara kullanımı ve egzersizi zorlaştıran fiziksel engel/ameliyat öyküsü sorgulandı. Anket, Amerikan Spor Hekimliği Koleji’nin (ACSM) ‘’Sağlıklı yetişkinler için egzersiz reçetesi kılavuzu’’ 2011 yayını rehber alınarak oluşturuldu. Fiziksel uygunluk sağlayacak egzersiz şiddeti, sıklığı, süresi bu rehbere göre değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 10 profesör (%19.6), bir doçent (%2.0), üç yardımcı doçent (%5.9), 11 uzman (%21.6), 26 asistan (%50.9) olmak üzere 51 kişi katıldı. Aerobik egzersiz yaptığını bildiren 30 katılımcı (%58.8) oldu. Ancak, ACSM kılavuzuna uygun düzeyde egzersiz yapanlar 17 kişi ile sınırlıydı (%33.3). Profesörlerde oran %60, asistanlarda ise %19.2 idi. Yeterli düzeyde kuvvet veya direnç egzersizi yapan 15 (%29.4), denge egzersizi yapan beş (%9.8), esneklik egzersizi yapan 22 (%43.1) katılımcı vardı. Tartışma ve sonuç: ABD’de asistan doktorların %73.2’sinin, akademisyenlerin %67.9’unun US Department of Health and Human Services (DHHS) 2008 kılavuzuna uygun aktivite düzeyinde oldukları bildirilmektedir. Asistan doktorlar için saptanan oran bu veriye kıyasla oldukça düşük iken, akademisyenlerdeki oranlar yakındır. Veriler göz önüne alındığında, gerek sağlıklı yaşam, gerekse örnek olma adına egzersiz alışkanlıkları arttırılmalıdır denebilir. Anahtar sözcükler: Spor hekimliği, akademisyen, egzersiz alışkanlığı, fiziksel uygunluk 64 Poster Sunumları 65 66 P-01 HİPOKSİK KOŞULLARDA SICAK STRESİN SIÇAN İSKELET KASI LİPİD HİDROPEROKSİT DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ Effects of heat stress on rats’ skletal muscle lipid hydroperoxide levels in hypoxic conditions Rıdvan Çolak1, Metin Baştuğ2, Hakan Fıçıcılar2, Eda Ağaşçıoğlu3, Ali Haydar Demirel4 1 Ardahan Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Ardahan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Ankara 3 Çankaya Üniversitesi, Beden Eğitimi Spor Rekreasyon Bölümü, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara İletişim e-mail: colak.ridvan@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Hipoksinin oksidatif stres oluşturarak doku hasarına yol açtığı bilinmekle birlikte, hipoksi sonucu iskelet kasında lipid hidroperoksit (LHP) oluşumu konusundaki raporlar çelişkilidir. Organizmanın önceden sıcak stresine maruz tutulmasının, Hsp72 protein düzeyinde artış ve hücresel ön koşullanma nedeniyle, çeşitli streslere karşı koruyucu rol oynadığı bildirilmiştir. Nitekim Hsp72 düzeyinin arttırılması ile iskelet kasında oksidatif protein hasarının azaldığı gösterilmiştir. Bu çalışma on beş günlük normobarik hipoksi uygulaması ve sıcak stresinin iskelet kası LHP düzeylerine etkisini incelemek amacı ile yapıldı. Gereç ve yöntem: Çalışma için 35 adet dört aylık erkek Wistar Albino sıçan, hipoksi (HN=9), hipokside sıcak stres (HS=10), normoksi (NN=8) ve normokside sıcak stres (NS=8), gruplarına ayrıldı. Hipoksi grubu, simüle edilmiş 6000m yükseltide (%9.7 O2, %90.3 N2) 15 gün süresince tutuldu. Sıcak stres, çalışma öncesi birer gün ara ile iki defa ve çalışmanın sekizinci günü 41oC’lık ortamda 60 dk tutularak uygulandı. Sıçanlarda plantaris (PLA) ve extensor digitorum longus (EDL) kaslarının lipid hidroperoksit (LHP) içerikleri FOX 2 reaktifi aracılığında 560 nm’de hesaplanan standart eğri dikkate alınarak belirlendi. Bulgular: On beş günlük hipoksi uygulaması, PLA ve EDL kaslarında LHP düzeylerinde anlamlı bir artışa yol açtı (p<0.05). Diğer yandan, sıcak stresi uygulaması hipoksi grubunda LHP düzeylerinde anlamlı bir düşüşe yol açmadı (p>0.05). Tartışma ve sonuç: Bu çalışma, 15 günlük normobarik hipoksinin sıçan iskelet kasında neden olduğu LHP artışının sıcak stresi yoluyla oluşturulan ön koşullanmadan etkilenmediğini ortaya koydu. Literatürde sıcak stresinin oksidatif stresle oluşan doku hasarını azalttığının gösterilmiş olması, bu çalışmada uygulanan hipoksi, dolayısıyla oksidatif stresin uzun süreli veya yüksek şiddette olmasından kaynaklandığı şeklinde desteklenebilir. Anahtar sözcükler: Hipoksi, sıcak stres, lipid hidroperoksit, plantaris, ekstensor digitorum longus Destekleyen kurumlar: Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Müdürlüğü (2005 08-09-218) Hacettepe Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Birimi (06D03407001) P-02 EGZERSİZ ŞİDDET ve SÜRESİNİN İNSAN VÜCUDUNUN ISIL DAVRANIŞINA ETKİLERİ Effects of exercise intensity and duration on the heat response of the human body Görkem Aybars Balcı1, Özgür Sokat2, Tahsin Başaran3, Muzaffer Çolakoğlu1 1 Ege Üniveristesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir; İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, 2Enerji Mühendisliği Bölümü, 3Mimarlık bölümü, İzmir İletişim e-mail: gorkem.aybars.balsi@ege.edu.tr Giriş ve amaç: Bu çalışmada kademeli maksimal aerobik güç testinde (maxVO2) ve sabit yüklü submaksimal egzersiz testi sırasındaki insan vücudunun ısıl davranışı incelenerek; kalp atım hızı (KAH), O2 tüketimi (VO2), CO2 üretimi (VCO2) ve RQ (solunum katsayısı)’dan bağımsız bir şekilde ısıl davranışın tutarlılığı araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 11 antrene sporcu katıldı (maxVO2 54.0±9.9 ml.dk-1.kg-1). Katılımcılar maxVO2’nin %60’ı ile 20 dk’lık egzersiz testine alındı (ortam sıcaklığı 21oC, bağıl nem %64). Testler süresince, kalp atım hızı, VO2, VCO2, RQ, iç sıcaklık, deri sıcaklığı ve algılanan zorluk sürekli kaydedildi. Bulgular: Isıl verim maxVO2 testinde tüm seansların ortalaması olarak %28.6; sabit yüklü submaksimal 67 egzersizde ise %19.7 düzeyinde saptandı. Isıl davranışlar incelendiğinde; sabit yüklü egzersizin ilk bölümlerinde deri sıcaklığında düşüş, sonrasında artış; maxVO2 testinde sadece düşüş gözlenirken (p≤0.05); iç sıcaklık ise her iki testte arttı (p≤0.05). Her iki egzersiz şiddetinde deri sıcaklıklarının varyans homojenliği değerlendirildiğinde, değişimlerin oldukça uyumlu olduğu gözlendi (p=0.975). Tartışma ve sonuç: Isıl davranışlar incelendiğinde; sabit yüklü egzersizin ilk bölümlerinde deri sıcaklığında saptanan düşüş ve sonrasındaki artış bozulan termoregülasyonun göstergesidir. Bu durum iç sıcaklığı arttırarak ısı transferini düşürmekte ve ısıl verimde bir miktar artışa neden olmaktadır. MaxVO2 testlerinden elde edilen deri sıcaklık değişimlerinin VO2’ye göre daha tutarlı olması, kademeli testlerde izlenmesi gereken bir veri olabileceğini göstermektedir. Anahtar sözcükler: Termoregülasyon, ısıl davranış, egzersiz, deri sıcaklığı P-03 OTURUR POZİSYONDA YAPILAN BİSİKLET EGZERSİZLERİNDE YÜKLENME ve TOPARLANMA KALP ATIM HACMİ YANITLARININ İNCELENMESİ Examining work- and resting heart stroke volume responses during seated cycling exercise Muzaffer Çolakoğlu, Görkem Aybars Balcı, Bülent Yapıcıoğlu, Özgür Özkaya Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Antrenörlük Eğitimi Bölümü, İzmir İletişim e-mail: muzaffer.colakoglu@ege.edu.tr Giriş ve amaç: Cumming’in yatar ve Shephard’ın oturur pozisyondaki bisiklet egzersizlerinde, zirve kalp atım hacminin (“peak stroke volume”, zirveSV) yüklenmede değil, toparlanma evresinin hemen başında görüldüğü ortaya konmuştur. Bu durumda maxVO2 geliştirmede kullanılan interval antrenmanların yüklenme süresini kısaltıp tekrar sayısını arttırmanın SV gelişimine etkisi sorgulanabilir. Bu çalışmanın amacı yeni bir teknik olan nitröz oksit tekrar-soluma yöntemiyle (N2ORB) bu eski bulguyu tekrar sınamaktır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya orta ve üzeri düzeyde antrene dokuz erkek sporcu (24.2±4.1 yaş, maxVO2 59.7±7.4 ml.dk-1.kg-1) katıldı. Yüklenme ve toparlanma SV ilişkisini belirlemek için, maxVO2’nin %40’ından %100’üne sabit yüklü egzersizlerde N2ORB ile SV saptandı. Yüklenme ve toparlanmaya ait ortalama değerler arasındaki farkın anlamlılık düzeyi, ilişkili gurupların değerlendirilmesinde kullanılan t-testi yoluyla saptandı. Bulgular: Çalışma, yüklenmeye ait SV yanıtlarının (122.9 ml) toparlanmaya (105.3 ml) kıyasla yüksek olduğunu ortaya koydu (p≤0.05). Buna rağmen bireysel zirveSV değerlerinin yüklenme fazı uzadıkça düştüğü gösterildi (p≤0.05). Tartışma ve sonuç: Bu çalışmayla oturur pozisyonda yapılan egzersizlerde yüklenme fazında ulaşılan SV yanıtlarının toparlanmaya oranla daha yüksek olduğu, ancak yüklenme süresi uzadıkça SV’nin düştüğü saptandı. Cumming ve Shephard’ın bulguları doğrulanmasa da, dayanıklılık gelişimi odaklı interval antrenmanların yüklenme ve toparlanma ilişkilerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği ortaya kondu. Anahtar sözcükler: Nitröz oksit, tekrar-soluma yöntemi, kalp atım hacmi, maxVO2 P-04 BEL KUVVET ÖLÇÜMLERİNDE CYBEX NORM DİNAMOMETRENİN GÜVENİLİRLİĞİ Reliability of Cybex Norm dynamometer in core strength measurements Erdal Hancı, Erdem Atalay, Ufuk Şekir, Bedrettin Akova, Hakan Gür Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Bursa İletişim e-mail: ufuksek@gmail.com Giriş ve amaç: Bel ağrılarının bel ekstansör ve fleksör kaslarındaki güçsüzlük ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmalar kronik bel ağrısı bulunanlarda eksantrik/konsantrik kuvvet oranlarında artışa da işaret eder. Bu nedenle bel kuvvetinin ölçülebilmesi tanı ve tedavide önemli rol oynar. İzokinetik dinamometreler bel kuvvet ölçümünde yaygın olarak kullanılmaktadır. Literatürde bel kaslarının izometrik ve izokinetik konsantrik kas kuvveti ölçümünde çeşitli dinamometrelerin güvenilirliğini gösteren yayınlara, izokinetik eksantrik bel kuvvet ölçüm güvenilirliğini araştıran 68 çalışmalara rastlanmamaktadır. Bu çalışmada bel ekstansör ve fleksör kaslarının izometrik, konsantrik ve eksantrik kas kuvvet ölçüm güvenilirliğini araştırmak hedeflendi. Gereç ve yöntem: Çalışmaya sağlıklı 11 erkek gönüllü katıldı. Kuvvet ölçümleri için Cybex Norm izokinetik dinamometresi kullanıldı. Bel fleksör ve ekstansör kaslarının izometrik kuvveti 30° ve 60° gövde fleksiyonunda, izokinetik konsantik kas gücü 30°/s ve 180°/s açısal hızda, izokinetik eksantrik kas gücü ise 30°/s ve 90°/s açısal hızda iki ölçümcü tarafından üçer kez ölçüldü. Ölçümcüler arası güvenilirlik 1-2 gün ara ile gerçekleştirilen ölçümlerle belirlendi. Ölçümcü güvenilirliği için ise aynı ölçümcü testi 5-7 gün sonra tekrarladı. Güvenilirlik düzeyini belirlemek için “Sınıf içi korelasyon katsayıları” (ICC, r) hesaplandı. Bulgular: İzometrik ölçümlerin tamamında fleksör ve ekstansör kasların zirve tork değerleri için ölçümcü içi ve arası ICC değerleri (r=0.90-0.96) yüksek güvenilirlik gösterdi. Ekstansör kaslarda izokinetik konsantrik kuvvet ölçümlerinde düşük açısal hızda (30°/s) ölçümcü içi ve arası güvenilirlik yüksek (r=0.90-0.91) saptanırken, diğer ölçümler ise iyi (r=0.80-0.83) düzeyde idi. Ekstansör bel kaslarına ait izokinetik eksantrik kas kuvvet ölçümleri ölçümcü arası yüksek (r=0.95-0.96) ve ölçümcü içi (r=0.83-0.88) iyi güvenilirlik gösterirken, fleksör kasların ölçümlerinde iyi düzeyde ölçümcü içi (r=0.81-0.87) ve ölçümcü arası (r=0.82-0.84) güvenilirlik saptandı. Sonuç: Çalışmada sağlıklı bireylerde uygulanan test protokollerinin bel izometrik, izokinetik konsantrik ve eksantrik kas gücü ölçümleri için güvenilir olduğu sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Bel kasları, izometrik kuvvet, izokinetik kuvvet, eksantrik, konsantrik, güvenilirlik P-05 ORTA ve İLERİ YAŞ BİREYLERDE DAĞ ve DOĞA YÜRÜYÜŞLERİNİN NABIZ DALGA HIZI ve BAZI KARDİYAK PARAMETRELER ÜZERİNE UZUN DÖNEMLİ ETKİLERİ Long-term effects of mountain- and hiking-walks on pulse wave velocity and some cardiac parameters in middle- and older-aged people Mehmet Karakuş1, Nazan Dolu2, Sami Aydoğan2, Nihat Kalay3, Aysun Çetin4, Soner Akkurt1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Fizyoloji Anabilim Dalı, 3Kardiyoloji Anabilim Dalı, 4Biyokimya Anabilim Dalı, Kayseri İletişim e-mail: memkar77@hotmail.com Giriş ve amaç: Uzun süreli ve en az haftada bir düzenli yapılan dağ ve doğa yürüyüşlerinin, orta ve ileri yaş bireylerde nabız dalga hızı (PWV), plazma pentraxin 3 (PTX3) düzeyi ve bazı kardiyak parametreler üzerine etkilerinin gösterilmesi amaçlandı. PWV, damar sertliğinin altın standart göstergesi olarak kabul edilmektedir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya “Erciyes Kaplanları” adıyla bilinen Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) üyesi, 5-20 yıldır (ortalama 10.5 yıl), haftada en az bir gün düzenli olarak dağ ve doğa yürüyüşü aktiviteleri yapan, yaşları 35-68 arasında değişen, 20 orta ve ileri yaş dağcı ile aynı yaş grubunda olan 20 sedanter dahil edildi. Tüm deneklerin santral ve periferik nabız dalga hızı ölçümleri “Micro Medical Pulse Trace” cihazıyla ile non-invaziv olarak, ELISA yöntemi ile PTX3 düzeyleri, standart lipid profili ve hemogram tetkikleri, EKO çekimleri ve efor testleri yapıldı. Bulgular: Her iki grup arasında demografik özellikler, egzersiz kapasitesi ve PTX3 düzeyleri açısından anlamlı fark yoktu. Sol ventrikül sistolik çapı dağcılarda sedanter gruba göre daha yüksekti (p<0.05). Dağcıların N/L oranları sedanter gruba göre daha düşüktü (p<0.05). Femurayak bileği nabız dalga hızı (faPWV) ve karotid-femoral nabız dalga hızı (cfPWV) değerleri dağcılarda anlamlı düzeyde düşük bulundu (p<0.05). Korrelasyon analizinde PTX3 ile cfPWV ve faPWV arasında negatif ve istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler belirlendi (p<0.05). Tartışma ve sonuç: Uzun süreli ve en az haftada bir yapılan dağ ve doğa yürüyüşlerinin, periferik ve santral nabız dalga hızını anlamlı olarak düşürerek yaşlılıkta ortaya çıkan damar sertliği riskini azalttığı, ayrıca nabız dalga hızı azaldıkça PTX3’ün arttığı sonucuna varıldı. Anahtar sözcükler: Dağ ve doğa yürüyüşü, plazma pentraxin 3, arteroskleroz, nabız dalga hızı, cfPWV, faPWV, N/L oranı 69 P-06 FUTBOLCULARDA ŞİDDETİ GİDEREK ARTAN EGZERSİZ SIRASINDA AEROBİKANAEROBİK METABOLİZMA GEÇİŞ YOĞUNLUĞUNDA EMG DEĞİŞİKLİKLERİ EMG changes during aerobic-anaerobic metabolism switch in an incremental exercise in football players Safinaz Yıldız1, Gamze Filiz1, Sacit Karamürsel2, Erdem Kaşıkçıoğlu1, Sertaç Yakal1 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul İletişim e-mail: safyil@istanbul.edu.tr Giriş ve amaç: Egzersiz reçetelemesi ve antrenman programlanmasında, egzersiz şiddetinin saptanmasında anaerobik eşik değer (AT) önemli kriter olup, laboratuvarda V- Slope yöntemi ile de belirlenebilir. Tartışmalı olmasına rağmen, EMG sinyal değişimleri değerlendirilerek daha kolay ve rahat uygulanabilir non-invaziv bir EMG eşik (EMGT) yönteminin AT için kullanılabileceği gösterilmiştir. Bu çalışma, aerobik performans, AT ve EMGT değerlerini belirleyerek bu yöntemin pratikte uygulanıp uygulanamayacağını tartışmak üzere planlandı. Gereç ve yöntem: Yaşları 18-26 arasında değişen 20 sağlıklı futbolcu ve sedanter erkekle çalışıldı. sEMG elektrodları vastus lateralis ve medialis, biceps femoris ve gastrocnemius lateralis kasları gövdesine yerleştirildi. Katılımcılar 50W yükle başlayıp, iki dakikada bir iş yükü 25W arttırılarak yoruluncaya kadar pedal çevirdiler ve sEMG ile test boyunca kas aktiviteleri kaydedildi. Raw-EMG sinyalleri Rms potansiyellerine çevrildikten sonra regresyon analizi ile EMGT belirlendi. Katılımcıların aerobik kapasiteleri, AT ve EMGT egzersiz şiddetleri saptandı. Sonuçlar istatistiksel analizinde için SPSS v15.0 kullanıldı. Bulgular: Futbolcuların aerobik kapasiteleri sedanterlerden anlamlı düzeyse yüksekti (p<0.001). Her iki grup katılımcıda AT ve dört ayrı kas grubunun EMGT egzersiz şiddetleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Tartışma ve sonuç: Aerobik dayanıklılık kapasitesini değerlendirmek için AT’nin; kasların dayanıklılık kapasiteleri için ise EMGT yönteminin kullanılmasının daha doğru olacağı düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Anaerobik eşik,EMG eşiği, Raw- EMG, Rms-EMG, futbol P-07 ELEKTRO-ENZİMATİK ANALİZ YAPAN İKİ FARKLI TAŞINABİLİR LAKTAT ANALİZ CİHAZININ GEÇERLİLİK ve GÜVENİLİRLİK ÇALIŞMASI Validity and reliability assessment of two different portable electro-enzymatic lactate analyzers Halil İbrahim Kaya1, Cem Çetin2, Duygu Kumbul Doğuç3, Mustafa Onur Serbest2, Ali Erdoğan4 1 Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Samsun; Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 3Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta; 4MedicalPark Antalyaspor Kulübü, Antalya İletişim e-mail: sporhekimi@gmail.com Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı geniş bir laktik asit konsantrasyonu aralığında bir laboratuvar analizörü (Biosen C Line) ile el analizörünün (Lactate Scout) güvenilirliklerini değerlendirmek ve her iki analizörü karşılaştırarak geçerliliklerini saptamaktır. Gereç ve yöntem: Kan örnekleri koşu bandında şiddeti giderek artan laboratuvar egzersiz testi sırasında alındı. Analizörlerin geçerlilik ve güvenilirliği için laktik asit kan konsantrasyonu 0.8-11.1 mM aralığında değişen 99 örnekte test-tekrar test şeklinde ölçümler yapıldı. Bulgular: Lactate Scout analizörü için SKK 0.994 çıktı. Tekrarlı ölçümler için TH 0.20 mM, varyasyon katsayısı %6.32 idi. Biosen C Line analizörü için SKK 1.000 idi. Tekrarlı ölçümler için TH 0.04 mM, varyasyon katsayısı %1.37 bulundu. Her iki analizörün güvenilirlik çalışması sonuçları mükkemmel uyum gösterdi. Lactate Scout analizörünün geçerlilik katsayısı 0.976 olarak yüksek bulundu. Her iki analizördeki ölçümler arasında TSH 0.45 mM, varyasyon katsayısı %14.1 idi. Geçerlilik ve güvenirlilik analizleri <2.5 mM, 2.5-5.0 mM ve >5.0 mM laktik asit kan konsantrasyon aralıklarında ayrı ayrı değerlendirildi. Lactate Scout ve referans olan Bland & Altman yöntemleri karşılaştırıldığında, laktik asit konsantrasyon değerlerinin farklarına ait ortalama -0.097, uyum sınırları -1.34 ve 1.15 olarak bulundu. 70 Tartışma ve sonuç: Çalışma sonuçları Lactate Scout analizörünün yüksek geçerliliğe sahip olduğunu göstermekle birlikte, >5.0 mM konsantrasyon değerlerinde referans yöntemle ölçülen değerlerden sistematik olarak anlamlı derecede düşük bulundu. Anahtar sözcükler: Laktat testi, geçerlilik, güvenilirlik, Biosen C Line, Lactate Scout P-08 FUTBOLDA BETA ENDORFİN DÜZEYLERİ ve LAKTAT ELİMİNASYONUNUN ŞUT ve SPRİNT PERFORMANSI ÜZERİNE ETKİLERİ Effects of beta-endorphin levels and lactate elimination on football shooting and sprint performance Faik Vural1, Faruk Turgay2, M. Zeki Özkol2, Tolga Akşit1 Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor YO, 1Hareket ve Antrenman Bilimleri Anabilim Dalı, 2Spor Sağlık Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: faik.vural@ege.edu.tr Giriş ve amaç: Beta endorfin (β-End) düzeyleri ile laktik aside tolerans düzeyi ve ağrı duyumu arasındaki ilişki bireysel sporlarda bilinmekle birlikte, takım sporlarında belirsizdir. Ayrıca; bu parametrelerin testosteron ve kortizol hormonlarıyla ve sprint-şut performanslarıyla ilişkilerini birlikte inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada antrene futbolcularda oyunun son periyodunda gözlenen şut ve sprint performansındaki muhtemel düşüşte tükürük β-End, kortizol ve testosteron düzeyleri ile laktat eliminasyonunun etkileri araştırıldı. Gereç ve yöntem: Toplam 16 amatör futbolcuya laktat eliminasyon testi, ısınma ve maç sonrasında yo-yo aralıklı toparlanma testi seviye 1 (YYATTS1), sprint ve şut performans testleri uygulandı. Kan laktat ve glükozu ile tükürük β-End, kortizol ve testesteron düzeyleri maç öncesi (M1), devre arası (M2), maç sonu (M3) ve YYATTS1 sonrası ölçüldü. Bulgular: M1 ve M3 arasında β-End düzeylerinde bireysel artışlar (%251) bulunsa da M1, M2 ve M3 arasındaki genel farklılıklar anlamlı değildi. M3 testosteron düzeyleri, bazal (p<0.01) ve M2 seviyelerine (p<0.001) oranla anlamlı düzeyde arttı. Buna ek olarak; M3 sprint ve şut performansları ile β-End hormonu, laktat eliminasyon düzeyi ve diğer hormonlar arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Tartışma ve sonuç: Maç esnasında testosteron hariç diğer hormonlarda anlamlı bir değişikliğin saptanmamasında futbol müsabakasının orta düzeyde bir stres yaratıyor olmasının rolü olabileceği söylenebilir. Anahtar sözcükler: Futbol, sprint, şut, β-endorfin, testosteron, kortizol, laktat eliminasyonu P-09 GENÇ KADIN BOKSÖRLERİN YARALANMA PROFİLLERİ ve SERUM DEMİR DÜZEYLERİ Injury profiles and serum ferritin levels in young female boxers Ali Eraslan, Ayşen Türk Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Antalya İletişim e-mail: eraslanali@yahoo.com Giriş ve amaç: Boks; dayanıklılık, kuvvet ve çeviklik gerektiren bir spor branşıdır. Bu sporu yapan genç kadınlarda yaralanma tiplerini, demir eksikliği (DE) ve demir eksikliği anemisi (DEA) sıklığının araştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Antalya’da kamp yapmakta olan Genç Kadın Boks Milli Takımının farklı sıkletlerdeki (48 kg ile 81+ kg arasında) 16 sporcusu çalışmaya alındı. Sporcuların anamnezleri alınarak rutin fizik muayene ve laboratuvar incelemeleri yapıldı. Gerektiğinde radyolojik tetkikler yapılarak yaralanma profilleri çıkarıldı. Tek başına ferritin düşüklüğü (<11 ng/ml) DE olarak, ferritin düşüklüğüyle birlikte hemoglobin düşüklüğü (<12 g/dl) DEA olarak tanımlandı. Bulgular: Sporcuların yaş ortalaması 16.9 (±0.8) yıl bulundu. Dört sporcuda yaralanma bulgusu yoktu. Diğer 12 sporcuda ise 15 yaralanma bulgusu saptandı. Bu yaralanmaların yedisi üst ekstremitede (üç metakarpal ağrı, iki el bileği burkulması, bir müsküler strain, bir omuz tendinopatisi), dördü omurgada (üç paraservikal müsküler strain, bir lumbalji), dördü de alt ekstremitede (birer müsküler strain, kondromalazi patella, ayak bileği burkulması, metatarsal ağrı) 71 saptandı. Laboratuvar incelemeleri ile beş sporcuya (%31) DE, üç sporcuya (%19) ise DEA tanısı kondu. Tartışma ve sonuç: Boksta üst ekstremite ve baş-boyun yaralanmaları bu çalışmada olduğu gibi sık gözlenir. Uzun yıllar bu sporu yapanlarda dejeneratif değişiklikler ve mental problemler; genç boksörlerde ise daha çok akut veya “overuse” yaralanmaları meydana gelir. Dayanıklılık gerektiren bu sporda, milli takım kadın sporcularının yarısında demir metabolizması yetersizlikleri (DE veya DEA) belirlendi. Sporcuların yaralanmaya ve demir replasmanına yönelik tedavileri düzenlendi. Kamp dönemlerindeki sağlık kontrollerinin önemini vurgulamak ve genç kadın sporcularda demir yetmezliğinin sıklığına dikkati çekmek açısından bu veriler önemli olabilir. Anahtar sözcükler: Boks, kadın, yaralanma, demir eksikliği, serum ferritin P-10 AMATÖR ERKEK BOKSÖRLERİN YARALANMA PROFİLİ ve KASK KULLANIMINA İLİŞKİN KURAL DEĞİŞİKLİĞİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ Injury profile of male amateur boxers and their views about rule change for helmet usage Tuğçe Karaşahinoğlu, Özhan Bavlı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Çanakkale İletişim e-mail: tugce.karasahinoglu@gmail.com Giriş ve amaç: Bu çalışma amatör erkek boksörlerin yaralanma profillerini ve Uluslararası Amatör Boks Birliği (AIBA) Teknik ve Kurallar Komisyonunun Mart 2013 tarihinde yayınladığı kararla büyük erkekler boks müsabakalarında kask kullanımının kaldırılmasına ilişkin sporcu görüşlerini belirlemek amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Ankara, İstanbul, İzmir ve Trabzon illerinden büyük erkekler kategorisinde boks sporu yapan lisanslı 177 sporcu (yaş 21.8±4.1 yıl, spor yaşı 7.0±3.8 yıl) gönüllü olarak katıldı. Çalışmadaki veriler araştırmacı tarafından hazırlanan yaralanma profili gözlem formu ve kask kullanımı kural değişikliği hakkındaki görüşlerin sorgulandığı anket formu ile toplandı. Veriler SPSS programında analiz edildi. Bulguların yorumlanmasında betimsel istatistiklerden (yüzde, frekans, ortalama ve standart sapma) yararlanıldı. Bulgular: Çalışma sonucunda sporcuların %40’ının yaralanma geçirdiği, yaralanmaların sıklıkla burkulma şeklinde (%22.8) ve el-parmaklar bölgesinde (%35.8) olduğu, sporcuların en çok antrenman sırasında (%54.7) ve rakip oyuncu teması nedeniyle (%24.7) yaralandığı, sıklete göre en çok yaralanmaya 64 kg (%18.1) kategorisinde rastlandığı ve yaralanmaların sıklıkla 1-4 hafta arasında (%47.2) iyileştiği belirlendi. Sporcuların kask kullanımından rahatsızlık duymadığı, kask kullanımının kalkması sonucu yaralanmaların artacağını düşündüğü ve kask kullanımının kalkmasını doğru bulmadığı belirlendi. Tartışma ve sonuç: Bu bulgular ışığında antrenmanda koruyucu önlemlerin arttırılması ve müsabakalarda kask kullanımının sürdürülmesi yaralanmaları azaltmada etkili stratejiler olabilir. Anahtar sözcükler: Spor, boks, yaralanma, kask kullanımı P-11 MİLLİ TAKIM SPORCULARINDA SKAPULAR MOBİLİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ Assessment of scapular mobility in national team athletes Necmiye Ün Yıldırım1, Banu Kabak2, Nuriye Özengin1, Meral Hazır2 1 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Bolu Gençlik ve Spor Bakanlığı, Sağlık İşleri Daire Başkanlığı, Ankara İletişim e-mail: necmiyeu@yahoo.com 2 Giriş ve amaç: Skapulanın istirahat pozisyonunda ve dinamik hareketlerinde meydana gelen değişiklikler, ağrı başta olmak üzere omuz sorunlarıyla ilişkilidir. Bu çalışma, dönüşümlü ve dönüşümsüz sporların milli takım sporcularında skapular mobiliteyi değerlendirmek ve iki grup arasında fark olup olmadığını ortaya koymak amacı ile yapıldı. Gereç ve yöntem: Araştırmaya yüzme, kürek, voleybol, karate ve boks branşlarından toplam 53 milli takım sporcusu alındı. Bu spor dallarından yüzme ve kürek dönüşümlü; voleybol, karate ve 72 boks ise dönüşümsüz sporlar olarak gruplandırıldı. Sporcuların skapular asimetrileri lateral skapular kayma testi ile değerlendirildi. Ölçümler nötral, kol 45° ve 90° abduksiyon pozisyonunda yapıldı. Skapulanın inferior açısı ile en yakın olan spinöz çıkıntı arasındaki mesafe mezura ile ölçüldü. Dominant ve dominant olmayan ekstremiteler arasında 1.5 cm’den daha fazla fark olması skapular asimetri olarak değerlendirildi. Bulgular: Dönüşümlü spor dalı kapsamında değerlendirilen 22 sporcunun dördünde, dönüşümsüz spor dalında değerlendirilen 31 sporcudan 14'ünde skapular asimetri varlığı gözlendi. Her iki grup arasında istatistiksel fark saptandı (p<0.05). Tartışma ve sonuç: Voleybol, karate ve boks gibi dönüşümsüz spor dallarında üst ekstremitenin simetrik kullanılmaması skapular asimetriye neden olabilir. Özellikle dönüşümsüz spor dalları olarak sınıflandırılan sporları yapan sporcularda skapular mobilitenin değerlendirilip buna yönelik egzersiz ve antrenman programlarının düzenlenmesi gerekmektedir. Anahtar sözcükler: Skapular mobilite, skapular asimetri, lateral kayma testi, spor P-12 OLGU SUNUMU: PELVİK KOSTA, NADİR GÖRÜLEN bir DOĞUMSAL ANOMALİ Case study: pelvic costa, a rarely seen birth anomaly Abdulaziz Barkohani1, Metin Ergün1, Mehmet Argın2, Hüseyin Kaya3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Radyodiagnostik Anabilim Dalı, 3Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, İzmir İletişim e-mail: dr.barkohani@hotmail.com Giriş: Pelvik kosta, genellikle pelvis çevresi yumuşak doku içerisinde yerleşim gösteren, normal kemik kaynaklı nadir görülen doğumsal bir anomalidir. Genellikle farklı amaçlarla yapılan radyografik görüntülemelerde rastlantısal olarak falanks veya kosta şeklinde bir görüntü saptanmasıyla tanı konur. Karakteristik olarak yalancı eklemleşme yapar. Olgular çoğunlukla asemptomatiktir ve ayırıcı tanıda travmaya bağlı avülsiyon fraktürü ve myozitis ossifikans öncelikle yer alır. Olgu: Masterlar futbol takımında oynayan 42 yaşındaki erkek sporcu, yaklaşık iki yıldır özelikle sportif aktivite sırasında kalça fleksiyonu gerektiren hareketlerde, sağ kalça posterolateral bölgede ortaya çıkan batıcı karakterde ağrı şikayeti nedeniyle kliniğe başvurdu. Özellikle şut sırasında ortaya çıkan ağrı tanımlanmakta, yürüyüş ve koşuda semptom bulunmamaktaydı. Fizik muayenede eklem hareket açıklığı normal iken, kalçanın pasif eksternal rotasyonunda ağrı belirlendi. Kalça ön sıkışma testi ile Thomas ve Trendelenburg testleri negatifti. Nörolojik defisit yoktu. X-Ray ve BT incelemelerinde sağ iliak kemik asetabulum üst bölgesinden anterior-inferior yönde uzanım gösteren kemik yapı saptandı. Sonuç: Literatürde az sayıda pelvik kosta bildirilmektedir. Olguların çoğu asemptomatiktir ve genellikle cerrahi tedaviye gerek olmamaktadır. Pelvik kosta tanısı alan bu olguda semptom varlığı ve sportif aktivitenin kısıtlanması nedeniyle cerrahi tedavi ön planda düşünüldü. Anahtar sözcükler: Pelvik kosta, futbol, X-ray P-13 REKREASYONEL FUTBOLCUDA SPİNA İLİACA ANTEROİNFERİOR AVÜLSİYON KIRIĞI: OLGU SUNUMU Spina iliaca anteroinferior avulsion fracture in a recreational football player: case report Nevzad Denerel1, Erdem Kaan2, Rifat Doğan3 1 Gaziantepspor Kulübü, Spor Hekimliği Birimi, Gaziantep Dr. Ersin Arslan Devlet Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Polikliniği, Gaziantep 3 Ege Sağlık Vakfı, Radyoloji Birimi, İzmir İletişim e-mail: newzatze@yahoo.com 2 Giriş: Spina iliaca avülsiyon fraktürleri özellikle adolesan dönemde gözlenmekte ve sıklıkla kas grubunun aşırı kullanımı veya ani kas gerilmeleri sonucu oluşmaktadır. Spina iliaca anterosuperior, crista iliaca ve pubic kemik avülsiyon kırıklarının aksine spina iliaca anteroinferior (SİAİ) avülsiyon kırıkları daha nadir gözlenir. Tipik olarak rectus femoris kasının ani eksantrik kasılması sonucu oluşur. 73 Olgu: Erkek olgunun (35 yaş), futbol oynarken serbest vuruş kullandığı sırada sol kasığında ani ağrı ve çıkık hissi meydana gelmiş. İlk günler dinlenen olgu bir süre geçtikten sonra kliniğe başvurmuş ve kas ultrasonografisi uygulanmıştı. Çok sayıda inguinal lenf bezi haricinde normal olarak değerlendirildi ve NSAİ-myorelaksan reçete edilerek bir süre dinlenmesi önerildi. Sporcu iki haftalık dinlenme sonrası ağrılarına rağmen rekreasyonel futbol oynamaya devam etmiş. İlk yaralanmadan bir yıl sonra, futbol oynarken sprintte ani yön değiştirmede sol kasığında aynı ağrıyı hissetmiş. Kliniğe başvuran olguya ayrıntılı fizik muayene ve radyolojik görüntüleme yöntemleri sonucunda SİAİ avülsiyon kırığı tanısı kondu. Tartışma ve sonuç: İliak avülsiyon yaralanmaları sıklıkla adolesan ve çocuklarda apofizde gözlenirken, bu olguda 35 yaşında meydana geldi. Ayrıca bu tür avülsiyonlar atletlerde ve özellikle sprinterlerde daha sık gözlenirken, olgu rekreasyonel futbolcuydu. Olgu, doktorların kasık ağrısı ile başvuran, kas-iskelet sistemi olgunlaşmış hastaları değerlendirirken daha dikkatli olmaları ve yaşlarına bakılmaksızın pelvis avülsiyon kırığı olasılığını akıllarına getirmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. Anahtar sözcükler: Avülsiyon fraktürü, spina iliaca anteroinferior, kasık ağrısı P-14 OLGU SUNUMU: SIRTTA bir KİTLE, ELASTOFİBROMA DORSİ Case report: mass on the back; elastofibroma dorsi Canan Gönen Aydın1, Osman Lapçin2, Seçil Sezgin Sakızlıoğlu3, Kubilay Beng2 Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 1Spor Hekimliği, 2Ortopedi ve Travmatoloji, 3Radyoloji Klinikleri, İstanbul, Türkiye İletişim e-mail: canowum@yahoo.com Giriş: Elastofibroma dorsi (EFD), fizik muayene sırasında ön tanılarda akla gelmeyen yumuşak doku kitlesidir. Sırt ve omuz ağrısı nedeniyle polikliniklere başvuran hastalarda muayene sırasında gözden kolaylıkla kaçabilmektedir. Olgu: Sırtta şişlik yakınması olan 64 yaşındaki grafiker ressam kadın hasta sunulmaktadır. Üç ay önce barfiks çekerken ağrılı olarak sırtında beliren kitle nedeniyle polikliniğe başvurdu. Fizik muayenesinde sağ scapula inferiorda, kol abdüksiyon hareketiyle daha da belirginleşen kitle saptandı. MR görüntülemesinde yumuşak doku kitlesi belirlendi. EFD dorsi için karakteristik semptom ve bulgusu olan hasta cerrahi girişim istemedi ve takibe alındı. Tartışma ve sonuç: Son çalışmalarda EFD’nin kas gücü ile çalışanlarda tekrarlayıcı travma ile görülme sıklığının artabileceği bildirilmiştir. Omuz ve kolunu sürekli kullanan ya da ağır iş yapan kişilerde EFD’nin daha fazla gözlenmesi bu görüşü destekler. Golf oyuncularında kol hareketi sırasında da skapula ve göğüs duvarı arasında devamlı bir sıkışma olmaktadır. Ancak literatürde bu sporcularla ilgili bir çalışmaya rastlanmadı. EFD orta yaş grubunda sık gözlenir. Burada 64 yaşındaki kadın olguda çift taraflı EFD saptandı. Bu tür hastalarda fizik muayenede semptom olmasa da mutlaka radyolojik değerlendirme gerekir. BT ve MRI inceleme bu patoloji için oldukça yararlı görüntüleme yöntemleridir. Olguda önceden çekilmiş BT’ye ek MR görüntüleme yeterli oldu ve biyopsiye gerek görülmedi. Nadir bir göğüs duvarı tümörü olan EFD sırt ağrısı tanımlayan hastada yeni literatür bilgiler ışığında değerlendirildi. Anahtar sözcükler: Elastofibroma dorsi, travma, ağrı, egzersiz P-15 BİR MASTER SPORCUDA DİZDE SİNOVYAL OSTEOKONDROMATOZİS: OLGU SUNUMU Sinovial osteochondromatosis in a veteran athlete: case study Ali Eraslan1, Ali Eroğlu2, Bekir Erol3 1 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, Antalya Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, Spor Hekimliği Birimi, İstanbul 3 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Birimi, Antalya İletişim e-mail: eraslanali@yahoo.com 2 Giriş: Sinovyal osteokondromatozis (SO), sinovyal membranda osteokondral odakların oluşmasıyla karakterize bir hastalıktır. Tutulan sinovyal yapı ekleme ait ise intraartiküler SO; bursa veya tendon 74 kılıfındaysa ekstraartiküler SO şeklinde adlandırılır. Semptomlar osteokondral kitlelerin büyüyüp eklem içi serbest cisimlere dönüşmesiyle belirgin hale gelir. Olgu: Erkek master koşucu (49 yaş), sağ diz ağrısı ve hareket kısıtlılığı yakınmasıyla başvurdu. Senelerdir aktif spor hayatı olan hasta, bir yıldır koşulara devam edememiş ve tedaviden yarar görmemişti. Fizik muayenede minimal effüzyon, 120o’de fleksiyon limitasyonu saptandı. Spesifik muayene testleri negatifti. Ancak medial popliteal bölgede derin palpasyonla ortaya çıkan hassasiyet vardı. Diz radyografilerinde bu bölgede mültipl radyoopasiteler göze çarptı. MR görüntülemede ılımlı effüzyon, sinovit ve femoral kondropati gözlendi. Ayrıca intraartiküler bölgede, popliteal bursada ve semimembranosus (SM) tendonunda 1 cm’den küçük mültipl ossifiye cisimler gözlendi. Patognomonik radyolojik bulgular ve ekstraartiküler tutulumun eşlik etmesi nedeniyle SO tanısı kondu. Tedavi: Önerilmesine rağmen, hasta cerrahi girişimi kabul etmedi. Fizyoterapiden kısmen fayda gördü ve öncekinden düşük düzeyde aktiviteye dönüş sağlandı. Ancak iki yıl sonra giderek artan ağrı ve fleksiyonda blokaj şikayetiyle başvurduğu merkezde artroskopik girişim ile sinoviektomi, serbest cisim eksizyonu, menisektomi ve kıkırdak debritmanı uygulandı. Post-op takibinde dizin tam eklem hareket açıklığına kavuştuğu gözlendi. Hastaya yürüyüş ve yüzme önerildi. Önlem amacıyla yoğun aktiviteden kaçınması söylendi. Tartışma: Olguda intraartiküler ve ekstraartiküler (popliteal bursa, SM tendonu) tutulum birlikte idi. SM tendonunda SO varlığı literatürde böyle bir bilgiye rastlanmadığı nedeniyle ilk defa bu olguda tanımlandı. Serbest cisimlerin mekanik etkisiyle eklem hasarı artabileceği için, SO olgularında tanı konduktan sonra gecikmeden cerrahi düşünülmelidir. Ayrıca rekürrans veya malign transformasyon olasılığı nedeniyle uzun süreli izlem önerilmektedir. Anahtar sözcükler: Sinovyal osteokondromatozis, diz, koşu, egzersiz P-16 YENİ TANI ALMIŞ LATERAL EPİKONDİLİT OLGULARINDA ESWT UYGULAMASI ETKİNLİĞİ ESWT application efficiency in recently diagnosed lateral epicondilitis cases Ali Eroğlu1, Özgür Ulutaş2, Ali Eraslan3 Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi, 1Spor Hekimliği Bölümü, 2Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul; 3Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Bölümü, Antalya İletişim e-mail: dralieroglu@hotmail.com Giriş ve amaç: Lateral epikondilit, el/elbileği ekstansörlerinin aşırı kullanımı ve zorlayıcı kavramadöndürme hareketleri sonucunda muskülotendinöz bileşkede dejeneratif değişiklikle karakterize ağrılı bir klinik tablodur. Çalışmada, yeni lateral epikondilit tanısı konmuş vakalarda ESWT tedavisinin etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Anamnez, fizik muayene ve provokasyon testleri sonucuna göre yeni tanı konan 24 lateral epikondilit olgusu (19 kadın, 5 erkek) çalışmaya alındı. Hastanın önkolu supin pozisyonda iken, 2000 şok dalgası 0.08-0.12 mJ/mm2 düşük enerji yoğunluğunda ESWT, birer hafta aralıklarla toplam dört kez uygulandı. Ek tedavi yöntemi uygulanmadı. ESWT’nin etkinliğini değerlendirmek amacıyla, tedavi öncesinde bir kez ve tedavi başladıktan sonraki birinci, ikinci ve dördüncü haftalarda Nirschl ve vizüel analog skala (VAS) skorları kaydedildi. Bulgular: Olguların yaş, boy ve ağırlık ortalamaları sırasıyla 48.0±7.7 yıl, 158.0±8.0 cm ve 67.9±7.5 kg bulundu. Hastalığın ortalama süresi 4.1±1.1 haftaydı. Tedavi öncesinde olguların Nirschl skoru ortalaması 5.7±0.6, VAS skoru ortalaması 60.0±7.2 idi. Nirschl skoru ortalaması ilk ESWT seansından sonraki birinci haftada 5.3±0.7, ikinci haftada 5.0±0.8, dördüncü haftada ise 4.8±0.7 bulundu. VAS skoru ortalaması ise birinci, ikinci ve dördüncü haftalar için sırasıyla 51.4±1.2, 40.7±0.9 ve 32.4±1.0 bulundu. Hem Nirschl hem de VAS skorlarının tüm takip değerleri, tedavi öncesi değerlerle anlamlı farklılık göstermekteydi (p<0.05). Tartışma ve sonuç: ESWT’nin antinosiseptif etki mekanizması tam olarak açıklanamasa da, yumuşak doku iyileşmesini stimüle ettiği ve ağrı reseptörlerini inhibe ettiği ileri sürülmektedir. Lateral epikondilit tedavisindeki etkinliği tartışmalı bir konudur. Bazı çalışmalar diğer tedavi modalitelerine dirençli olgularda ESWT’nin daha yararlı olduğunu bildirmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre, ESWT lateral epikondilit olgularının erken döneminde olumlu sonuç verdi. Anahtar sözcükler: Lateral epikondilit, ESWT, Nirschl ve VAS skorları 75 P-17 CERRAHİ ve KONSERVATİF TEDAVİ UYGULANMIŞ ÖÇB YARALANMALI HASTALARIN UZUN DÖNEM SONUÇLARININ ve YAŞAM KALİTELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Long-term result and life quality assessment of ACL injured patients who have undergone reconstructive or conservative treatment Tolga Atay1, Mustafa Onur Serbest2, İnci Meltem Atay3, Cem Çetin2, Vecihi Kırdemir1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, 2Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 3Psikiyatri Anabilim Dalı, Isparta İletişim e-mail: ataytolga@gmail.com Giriş ve amaç: Günümüzde ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanması tedavisi ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Çalışmada konservatif ve cerrahi tedavi yöntemlerin karşılaştırılması ve uzun dönemde birbirlerine olan üstünlüklerinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 2000-2010 yılları arasında Ortopedi ve Travmatoloji ile Spor Hekimliği Anabilim Dalları tarafından tedavileri takip edilen ve kontrole gelen ÖÇB yaralanmaları nedeniyle cerrahi veya konservatif tedavi uygulanmış 13’er hasta dahil edildi. Hastalarda kas kuvveti, dayanıklılık ve propriosepsiyon; izokinetik dinamometre, Lysholm ve Cincinnati diz skorlamaları ve tek ayak sıçrama testi ile değerlendirildi. Yaşam kalitelerini değerlendirmek için SF-36 ölçeği kullanıldı. Bulgular: Pasif 30° repozisyonlama dışında cerrahi grubun sonuçları konservatife göre daha iyi olmasına rağmen, fark anlamlı değildi. Aynı şekilde yaşam kaliteleri, sosyal fonksiyonları hariç cerrahi grupta daha iyi olmamasına rağmen, fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Tartışma ve sonuç: Uzun dönemde her ne kadar cerrahi tedavi görenlerde sonuçlar daha iyi olsa da, istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaması iki tedavi şeklinin kabul edilebilir alternatifler olduğunu, uygun olgu ve sürece göre her ikisinin de yeri geldiğinde uygulanabileceğini göstermektedir. Anahtar sözcükler: Ön çapraz bağ, propriosepsiyon, kas kuvveti, yaşam kalitesi P-18 LATERAL EPİKONDİLİTLİ HASTALARDA ARTROSKOPİK TEDAVİ SONRASI EL BİLEĞİ FLEKSÖR/EKSTANSÖR KAS KUVVETİNİN ARAŞTIRILMASI Wrist flexor/extensor strength evaluation following arthroscopic treatment of lateral epicondilitis Mustafa Onur Serbest1, Sabriye Ercan1, Halil İbrahim Kaya2, Hilmi Mustafa Demir1, Meriç Ünal3, Cem Çetin1 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Polikliniği, Samsun 3 Özel Isparta Şifa Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü, Isparta İletişim e-mail: sporhekimi@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Lateral epikondilit dirsek ekleminin en sık görülen patolojilerinden biridir. Tekrarlayıcı ve güç gerektiren kol aktiviteleri risk faktörüdür. Lateral epikondilit tedavisinde amaç ağrıyı azaltmak ve fonksiyonları arttırmaktır. Konservatif tedaviye yanıt vermeyen hastalarda cerrahi tedavi uygulanabilir. Bu çalışmada söz konusu hastalarda artroskopik tedaviye el bileği kuvvet yanıtının değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Lateral epikondilit tanısı sonucu dirsekte artroskopik gevşetme yapılan sekiz hasta çalışmaya alındı. Hastaların el bileklerinde izokinetik dinamometre ile fleksör ve ekstansör kas kuvveti ölçümleri yapıldı. Tüm veriler SPSS v15.0 paket programı kullanılarak analiz edildi. Verilerin normal dağılıma uygun olup olmadığı Kolmogorov-Smirnov testi ile belirlendi. Sağlam kol ile opere kol arasındaki karşılaştırma için eşleştirilmiş çiftlerde t-testi uygulandı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi olarak p<0.05 değeri kriter olarak alındı. Bulgular: Hastaların el bileği fleksör ve ekstansör kas kuvvet ölçümlerinde istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Tartışma ve sonuç: Lateral epikondilit tedavisi genellikle konservatif olup bu tedaviye yanıt vermeyen hastalarda cerrahi tedavi uygulaması gerekir. Bu patolojide el bileği ekstansör kas kuvvetinin azaldığı bilinmektedir. Konservatif ya da cerrahi tedavi sonrasında bu kayıpların geri 76 döndürülebileceği belirtilmektedir. Bu çalışmada lateral epikondilit tanısı konmuş ve dirsek artroskopik gevşetme operasyonu sonrası ev egzersiz programı verilmiş olan hastalarda el bileği kas kuvvetinin sağlam tarafa yakın değerlere ulaştığı gözlendi. Çalışma sonuçlarının daha geniş hasta serisi içeren araştırmalar ile desteklenmesi uygun olacaktır. Anahtar sözcükler: Lateral epikondilit, kas kuvveti, izokinetik dinamometri P-19 PLANTAR FASİİTİS TEDAVİSİNDE EKSTRAKORPOREAL ŞOK DALGA TEDAVİSİ (ESWT) ve STEROİD ENJEKSİYONU ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Comparing effectiveness of steroid injection and ESWT usage in plantar faciitis treatment Mustafa Onur Serbest1, Halil İbrahim Kaya2, Hilmi Mustafa Demir1, Sabriye Ercan1, Cem Çetin1 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Spor Hekimliği Bölümü, Samsun İletişim e-mail: sporhekimi@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Plantar fasiitis topuk ağrısının önde gelen nedenlerindendir ve konservatif tedavi ile önemli ölçüde iyileşmektedir. Çalışmanın amacı plantar fasiitis tedavisinde, ESWT ve lokal kortikosteroid uygulamasının etkinliklerini karşılaştırmaktır. Gereç ve yöntem: Şubat 2012-Şubat 2013 tarihleri arasında polikliniğe başvuran ve klinik olarak plantar fasiitis tanısı konmuş 30 hasta rastgele iki gruba ayrıldı. Bir gruba steroid, diğer gruba ESWT uygulandı. Ağrı ve hassasiyetin en fazla olduğu noktaya steroid grubunda 3 mg betametazon asetat, 3.947 mg betametazondisodyum fosfat ve 20 mg %2 prilokain enjeksiyonu; ESWT grubuna 15 Hz frekans, 2000 atım/seans, 20 Barr yoğunlukta birer hafta ara ile üç seans ESWT uygulandı. Bulgular: Steroid enjeksiyonu ve ESWT tedavisi ile 1. hafta, 1. ve 3. ay VAS skorlarında anlamlı düşüş elde edildi. Lokal steroid enjeksiyonu grubunda bu süreçlerde VAS skorlarında gözlenen düşüşler ESWT grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti. Tartışma ve sonuç: Steroid enjeksiyonu ve ESWT tedavisi plantar fasiitise bağlı topuk ağrısında etkili ve güvenli tedavi yöntemleridir. Çalışmada literatürle uyumlu olarak, lokal steroid enjeksiyonunun ESWT tedavisine göre ağrıda anlamlı düzeyde daha fazla azalma sağladığı tespit edildi. Plantar fasiitis tedavisinde lokal steroid enjeksiyonu maliyet/etkinlik açısından tercih edilebilir görünmektedir. Anahtar sözcükler: Plantar fasiitis, epin kalkanei, ESWT, steroid enjeksiyonu P-20 PLANTAR FASİİTLİ REKREASYONEL SPORCULARDA EKSTRAKORPOREAL ŞOK DALGA TEDAVİSİNİN ERKEN DÖNEM ETKİNLİĞİ Early phase efficiency of ESWT therapy in recreational ahletes with plantar faciitis Ali Haydar Apaydın, Aydan Örsçelik, Yavuz Yıldız, Taner Aydın Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: dr.alihaydar@gmail.com Giriş ve amaç: Ekstrakorporeal şok dalga tedavisi (ESWT) plantar fasiit tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. ESWT cihazının fokus (F-SW) ve radyal şok dalga (R-SW) uygulayabilen iki başlığı bulunmaktadır. Bu başlıklar tedavide ayrı ayrı kullanılmaktadır. Bu çalışmada ESWT uygulamasında ikili uygulamanın etkinliği araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya tek taraflı plantar fasiiti olan, 35-45 yaş arası, 10 rekreasyonel sporcu alındı. Katılımcılara haftada bir toplam üç seans ESWT cihazının F-SW uygulayıcı başlığıyla ağrı toleransına göre 0.05-0.15 mJ/mm2 dozda 2000 atım, R-SW uygulayıcı başlıkla ise ağrı toleransına göre 1.0-1.4 Bar ve 2000 atım uygulandı. Katılımcıların tedavi öncesi ve ilk seanstan iki ay sonrası vizüel analog skala (VAS) ve VİSA-P skorları belirlendi. Bulgular: Tedavi sonrası VAS ve VİSA-P skorlarında anlamlı derecede düzelme oldu (p<0.05). Tartışma ve sonuç: Çalışmada plantar fasiit tedavisinde ikili uygulamanın etkinliği gösterildi. Bililindiği kadarıyla bu, kas-iskelet sistemi problemlerinde ESWT uygulama başlıklarının birlikte kullanıldığı ilk çalışmadır. Katılımcı sayısının arttırıldığı çalışmalar yararlı olacaktır. Anahtar sözcükler: ESWT, plantar fasiit, VAS ve VİSA-P skorları 77 P-21 AKUT MCL YARALANMASINDA PROLOTERAPİ UYGULAMASININ ETKİNLİĞİ: OLGU SUNUMU Effectiveness of proloterapy application in acute MCL injury: case study Ahmet Mustafa Ada1, Aydan Örsçelik2, Taner Aydın2 1 TSK Spor Okulu Sporcu Sağlığı Uygulama Merkezi, Spor Hekimliği, Ankara GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: md_m_ada@yahoo.com 2 Giriş: Medial kollateral ligament (MCL), günlük yaşam ve sportif aktivitelerdeki kazalarda sık yaralanan diz bağlarındandır. Bu yaralanmaların konservatif tedavisi; sportif rehabilitasyon, “brace” uygulaması ve PRP, otolog kan ve proloterapiyi içeren rejeneratif enjeksiyon ve kortikosteroid uygulamalarını içerir. Proloterapi ağrıyı gidermek için irritan çözeltilerin eklem içi, ligament ve tendon entezis bölgesine enjekte edilmesi olup, hasarlanmış ve relaksasyon gelişmiş tendon veya ligamentlerin fibröz doku sentezini stimüle ederek kuvvetlendirmektedir. Olgu: Yirmi bir yaşındaki erkek rugby oyuncusu, antrenman sırasına sağ dizine lateralden aldığı darbe sonucu diz medialinde ağrı, hassasiyet ve şişlik yakınmasıyla dört gün sonra polikliniğe başvurdu. Hastanın muayenesinde sağ diz MCL bölgesinde ve lateral tibial platoda ağrı ve hassasiyet, diz eklem hareket açıklığı (EHA) tam, valgus stres testi ağrılı olarak tespit edildi. Mevcut MRG sonucuna göre “MCL grade II sprain, tibia platosu lateral kesiminde ödem, kontüzyon ve trabeküler mikro fraktürlerin varlığı” saptandı. Tedavi: Hastaya ilk başvuruda ve beş gün arayla üç seans MCL bölgesine ve bir seans lateral tibial platoda hassas noktalara proloterapi uygulandı. Uygulama sonrasında sportif rehabilitasyon ünitesinde ilk üç gün sıcak uygulama ve izometrik egzersiz uygulanan hastaya sonrasında EHA ve kuadriseps, hamstring, adduktor kuvvetlendirme egzersizleri uygulandı. Yaralanmadan dört hafta sonra ağrısı tamamen azalan hasta düz koşulara başladı ve takım kampına katılarak 12 hafta sonra ilk maçını ağrısız olarak tamamladı. Tartışma ve sonuç: Literatür taraması sonucu elde edilen bilgilere göre, bu olgu akut MCL “grade II sprain” tedavisinde proloterapi uygulamasının etkinliğinin gösterilmesi açısından bir ilktir. Hastanın klinik sonucu doğrultusunda akut ligament yaralanmalarında proloterapinin diğer konservatif tedavilere alternatif olarak uygulanabileceği belirlendi. Anahtar sözcükler: Medial kollateral ligament, proloterapi, rehabilitasyon, rugby P-22 TROMBOSİTTEN ZENGİN PLAZMA ENJEKSİYONUNUN EGZERSİZ KAYNAKLI GECİKMİŞ KAS AĞRISI ve KUVVETİNE ETKİSİ: OLGU ÇALIŞMASI Effect of platelet enriched plasma injection on DOMS and muscle strength: case study Ramazan Aydınoğlu1, Hakan As1, Onur Oral1, Rana Varol1, Zekine Pündük2 1 Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, İzmir Balıkesir Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Balıkesir İletilişm e-mail: ramazan_aydinoglu@hotmail.com 2 Giriş ve amaç: Trombositten zengin plazma (TZP), trombositlerin suprafizyolojik derişimini içeren otolog bir yöntem olup, kas iskelet sistemi yaralanmalarında tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Aşırı yüklenme egzersizleri gecikmiş kas ağrısına (GKA) ve 5-7 gün süren kas kuvvet kaybına neden olur. Bu süreçte kas kuvvet fonksiyonlarının toparlanma hızı önemlidir. Bu çalışmanın amacı TZP yönteminin egzersiz kaynaklı GKA ve kuvvet fonksiyonlarına etkisini incelemekti. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 18-27 yaşlarında, orta düzeyde aktif beş erkek gönüllü katıldı. Dinlenik durumda dominant olan ve olmayan kolda dirsek 90° fleksiyonda iken maksimal izometrik kuvvet ölçümleri alındı. Daha sonra biceps kasına tükenene kadar konsantrik/eksantrik (75%1RM) egzersiz uygulandı. Bir gün sonra gönüllülerin 8 ml kanları alınıp uygun kitle elde edilen 4 ml zenginleştirilmiş trombosit plazması dominant olmayan taraf biceps kasına enjekte edildi. Egzersiz sonrası ve dört gün boyunca maksimal ve ortalama dirsek fleksör kas kuvvetleri; ağrı şiddeti vizüel analog skalayla (VAS) izlendi. 78 Bulgular: Ön test dirsek izometrik fleksör zirve kuvvet değerleri dominant tarafta %4 daha yüksek iken, TZP uygulaması sonrasında ikinci gün zirve kuvvet değerleri TZP uygulanan kolda %3 yüksekti. Ağrı şiddeti TZP uygulanan tarafta dört gün süresince anlamlı düzeyde düşüktü. Tartışma ve sonuç: TZP yöntemi egzersiz kaynaklı gecikmiş kas ağrısını baskılayarak kasın toparlanma sürecini ve kas kuvvet kapasitesini olumlu yönde etkileyebilir. Anahtar sözcükler: Trombositten zengin plazma, izometrik kuvvet, gecikmiş kas ağrısı P-23 BİR TIP FAKÜLTESİ SPOR HEKİMLİĞİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARIN DAĞILIM ÖZELLİKLERİ Distribution properties of out-patients applying to a medical school’s sports medicine clinic Mehmet Murat Seven1, Türker Türker2, Necmettin Koçak2, Yavuz Yıldız1, Taner Aydın1 GATA, 1Spor Hekimliği Anabilim Dalı, 2Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: tturker@gata.edu.tr Giriş ve amaç: Spor, egzersiz ve hareketle ilişkili hastalıklarla ilgili güvenilir veriler elde edebilmek için epidemiyolojik araştırmalara gereksinim vardır. Bunun için öncelikle hastalık sıklığı, önemi ve profili hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu çalışmanın amacı, bir tıp fakültesi spor hekimliği polikliniğine başvuran hastaların tanı sıklığını ve dağılım özelliklerini belirlemektir. Gereç ve yöntem: GATA Spor Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğine Ocak-Eylül 2013 tarihleri arasında başvuran hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi ve yaş, cinsiyet ve tanıları değerlendirildi. Tanımlayıcı veriler ortalama ± standart sapma veya sayı, yüzde olarak sunuldu. Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen 1540 kişi 7-65 yaş aralığındaydı. Bunların 1042’si (%67.6) erkek, 498’i (%32.4) kadındı. Hastaların 69’u (%4.5) 14 yaşın altındaydı. Hastaların diz (%33.6), ayak-ayak bileği (%14.4) ve omuz (%9.4) patolojileri başvuruların %57.4’ünü oluşturdu. Diz patolojilerinden en sık kondromalezi patella (%29.6), menisküs patolojileri (%23.4) ve patellofemoral bozukluklar (%17.4) gözlendi. Ayak-ayak bileği patolojilerinden en sık burkulma ve gerilme (%45.2), aşil tendon patolojileri (%20.4) ve strainler (%13.6) belirlendi. Omuz patolojilerinden en sık gözlenenler ise rotator cuff tendon yaralanmaları (%39.6) strainler (%24.3) oldu. Tartışma ve sonuç: Polikliniğe başvuran hasta profilinin belirlenmesi sağlık hizmetinde personel ve cihaz dağılımının ve asistan eğitimi planlanmasına olanak sağlayacaktır. Bu çalışmaya paralel olarak Foss ve ark.’nın bir çalışmasında da gençlerde en sık yaralanan eklemin diz olduğu; patellofemoral bozuklukların en sık gözlenen diz patolojisi olduğu ve patellofemoral ağrı insidansının gençlerde arttığı bildirilmektedir. Patellofemoral bozukluklar bu çalışmada diz patolojileri içinde üçüncü sırada yer aldı. Ayak bileği yaralanmaları totalin %40’tan fazlasını oluştururken, burada ikinci sırada yer aldı. Bu farkların polikliniğe başvuran hastaların tamamının spora bağlı patolojilerinin olmamasından kaynaklandığı söylenebilir. Anahtar sözcükler: Spor hekimliği polikliniği, diz, ayak-ayak bileği, omuz, patoloji P-24 ORTA ADOLESAN DÖNEMDEKİ KIZLARDA VÜCUT KİTLE İNDEKSİ, MEKİK ve ŞINAV ÖLÇÜMLERİNİN BİRBİRLERİ ile İLİŞKİSİ Correlations of BMI, sit-up and shnaw measures in mid-adolescent girls Özlem Karasimav, Yavuz Yıldız, Taner Aydın Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara İletişim e-mail: drozlemkarasimav@hotmail.com Giriş ve amaç: Vücut kitle indeksi (VKİ), mekik ve şınav; rekreasyonel sporcularda fiziksel uygunluk (fitness) düzeyinin değerlendirilmesinde kullanılan, geçerliliği ve güvenilirliği kanıtlanmış ölçüm yöntemleri arasında yer alır. Ancak bu parametrelerin birbirleri ile ilişkisi araştırılmamıştır. Bu çalışmada orta adolesan dönemdeki kızlarda VKİ ile mekik ve şınav değerlerinin ortak ilişkileri araştırıldı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya ortalama yaşları 13 yaş 8 ay ± 7 ay olan ve haftada iki gün toplam üç saat rekreasyonel spor yapan öğrenciler arasından rastgele seçilen 77 kız öğrenci katıldı. 79 Deneklerin boy ve kilo ölçümleri yapılarak VKİ değerleri saptandı. Mekik ve şınav ölçümü için; ısınma egzersizini takiben 1 dk içerisinde çekebildikleri mekik ve şınav sayısı kaydedildi. Mekik ve şınav ölçümleri arasında 10 dk’lık dinlenme molası verildi. Toplanan veriler için bağımsız örneklem iki yönlü varyans analizi yapıldı. Bulgular: Mekik ile VKİ arasında (p=-0.043, p<0.05), ters yönde ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu. Mekik ve şınavın VKİ ile ortak ilişkisinin (p=0.267, p>0.05) ve şınav ile VKİ arasındaki ilişkinin (p=0.458, p>0,05), istatistiksel olarak anlamlı olmadıkları saptandı. Tartışma ve sonuç: Mekik ile VKİ arasında gözlenen anlamlı ilişki, bu yaş dönemindeki hormonal değişikliklere bağlı olarak vücut yağ dokusunun artması ve bu yağ dokusunun kalça, uyluk ön tarafı ve göğüs ile karın arasında toplanmasından kaynaklanabilir. Bu alandaki antropometrik ölçümlerin attırılması konuya daha fazla açıklık getirecektir. Anahtar sözcükler: Vücut kitle indeksi, mekik, şınav, adolesan kız P-25 REKREASYONEL VÜCUT GELİŞTİRMECİLERİN FİZİKSEL UYGUNLUK DÜZEYLERİNİN AMERİKAN SPOR HEKİMLİĞİ KOLEJİ BİLDİRİLERİ UYARINCA DEĞERLENDİRİLMESİ Physical fitness assessment of recreational body builders according to the ACSM standpoint Fuat Erdoğan1 , Cem Kurt2 1 Gümüşhane Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Gümüşhane Trakya Üniversitesi, Kırkpınar Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Edirne İletişim e-mail: cemkurt35@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Vücut geliştirme ülkemizde de popüler olan bir rekreasyonel fiziksel aktivitedir. Literatürde, bu sporla uğraşanların hipertrofik kuvvet antrenmanı lehine tek yönlü çalıştıkları; gerek sağlıklı yaşam, gerekse performans artışı açısından önemli olan aerobik nitelikli çalışmaları ihmal ettikleri bildirilmektedir. Çalışmanın amacı, en az iki yıldır bu sporla uğraşan katılımcıların fiziksel aktivite düzeylerini Amerikan Spor Hekimliği Kolejinin (ACSM) fiziksel uygunluk (fitness) düzeyi geliştirilmesine ilişkin bildirileri doğrultusunda değerlendirmekti. Gereç ve yöntem: Çalışmaya 19-42 yaş arası, ortalama üç yıldır vücut geliştirme sporuyla rekreasyonel olarak uğraşan 22 erkek sporcu (boy 176.9±5.8 cm, vücut ağırlığı 80.8±6.4 kg) katıldı. Kişisel ve antrenman programıbilgileri veri toplama formuna kaydedildi. Katılımcıların maxVO2 düzeyleri Queen College Step testiyle, esneklik düzeyleri gövde esneklik testiyle, bacak ve sırt kası kuvvetleri izometrik sırt dinanometresiyle belirlendi. Deri kıvrım kalınlıkları kaliper ile alındı. Vücut yağ oranı hesaplanmasında Durnin & Womersley formülü kullanıldı. Bulgular: Katılımcıların vücut kütle endeksleri (BMI) 25.8±1.7 kg/m2, vücut yağ yüzdeleri %13.3±2.8, maxVO2’leri 51.1±8.0 ml/dk/kg, gövde fleksiyonları 11.5±6.1 cm, bacak kuvvetleri 123.6±29.5 kg, sırt kuvvetleri 124.1±26.4 kg olarak belirlendi. Tartışma ve sonuç: Sınırlı örneklemdeki katılımcıların BMI, maxVO2 düzeyleri ve vücut yağ oranları normlara göre normal; esneklik ve kuvvet düzeyleri ise düşük olarak değerlendirildi. Bu çalışmada katılımcıların ACSM normlarına göre yeterli sayı ve sıklıkta aerobik dayanıklılık antrenmanına katılmadıkları belirlenmesine rağmen; maxVO2 ve vücut yağ oranlarının normal düzeylerde olması kuvvet antrenmanlarının özelliklerinden kaynaklanıyor olabilir. Anahtar sözcükler: Vücut geliştirme, fiziksel uygunluk, ACSM Not: Bildiri; Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor AD Yüksek Lisans öğrencisi Fuat Erdoğan’ın tez verilerinden üretilmiştir. 80 P-26 SPOR AKADEMİSİNE HAZIRLANAN ERKEKLERDE BAZI ANTROPOMETRİK ve KUVVET DEĞERLERİNİN İNCELENMESİ Assessing some anthropometric and strength parameters in males preparing for a sport academy İsmail Gökhan, Yakup Aktaş Harran Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Şanlıurfa İletişim e-mail: is_gokhan@hotmail.com Giriş ve amaç: Fiziksel egzersizlerle kas kuvvetinde artış meydana geldiği bilinmektedir. Bu araştırmada spor akademisine hazırlananların bazı kuvvet ve vücut çevresel değerlerinin ölçülmesi ve bu değerler arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Araştırmaya günde iki saat, haftada dört gün olmak üzere altı ay boyunca aerobik ağırlıklı antrenman yapan 20 sağlıklı erkek (ortalama 20.3±2.0 yaş, 171.8±5.7 cm boy, 61.0±7.4 kg vücut ağırlığı) gönüllü olarak alındı. Katılımcıların pençe, sırt, bacak ve biceps kuvvetleri dinamometre ile ölçüldü. Antropometrik ve fiziksel ölçümleri InBody-720 impedans analizörü ile alındı. Ham verilerin analizinde SPSS v16.0 paket programı kullanıldı. Parametreler arasındaki ilişki için “Pearson correlation” testi uygulandı. Bulgular: Katılımcıların kuvvet ve çevre ölçümleri arasındaki ilişki incelendiğinde, sağ pençe kuvveti ile ön kol çevresi; bacak kuvveti ile sol bacak çevresi arasında pozitif doğrusal bir ilişki gözlendi (p<0.05). Sonuç: Çevresel ölçümler ile kuvvet ölçümleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki söz konusudur. Anahtar sözcükler: Kuvvet, antropometri, antrenman P-27 FUTBOLDA PROFESYONEL TAKIMLARIN SAĞLIK EKİBİ ÇALIŞANLARINDA ERGOJENİK BESİN DESTEĞİ ve YASAKLI MADDE FARKINDALIĞININ ARAŞTIRILMASI Ergogenic food supplement and prohibited substance awareness in professional football teams’ medical staff Ömer Batın Gözübüyük¹, Bülent Bayraktar¹, İlker Yücesir², Orkun Akkoç³, Sadık Toprak4 İstanbul Üniversitesi ¹İstanbul Tıp Fakültesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, ²Beden Eğitimi ve Spor YO, Spor Sağlık Bilimleri Anabilim Dalı, ³Hareket ve Antrenman Bilimleri AD, İstanbul; 4Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Zonguldak İletişim e-mail: omer.batin@gmail.com Giriş ve amaç: Bu araştırma profesyonel futbol liglerinde çalışan, Türkiye Futbol Federasyonundan lisansiye sağlık personelinin ergojenik besin destek ürünü ve yasaklı maddelerin tanımı, kullanımı ve bu konudaki yaklaşımını araştırmak amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Sağlık ekiplerinde görev yapan 334 kişiye, 2012 yılı sonbahar dönemi sağlık bilgi güncelleme toplantısında uygulanan çoktan seçmeli anket sonuçları analiz edildi. Bulgular: Katılımcıların %79’u sporcularından bir veya birkaçının ergojenik besin destek ürünü kullandığını, %48’i ergojenik besin destek ürünü kullanmanın “bazı” sporculara gerekli olduğunu, %15’i ise tüm sporcular için gerekli olduğunu belirtti. Söz konusu ürünleri en sık önerme nedenleri “yeterli beslenemediklerini düşünme” ve “toparlanmaya yardımcı olmak” oldu. Ergojenik besin desteğinin “faydalı” olduğunu işaretleyen katılımcıların (%41) üçte ikisi ilerleyen sorularda bu ürünlerin bazılarının sağlık riski taşıyabileceğine işaret etti. Yasaklı madde konusundaki farkındalık açısından, katılımcıların %57’si piyasada yasaklı madde olduğu üzerinde yazan ve serbestçe satılan bir besin destek ürünü varlığını belirtti. Tartışma ve sonuç: Ergojenik besin desteği kullanımının oldukça yaygın olduğu, sağlık ekibi çalışanlarının yarısının bu ürünlerin faydalı olduğunu düşündüğü, aynı zamanda sağlık riski taşıyabileceğinin de bilincinde olduğu söylenebilir. Piyasadaki ergojenik besin desteklerinin yasaklı madde içerebileceğini düşünen oran azımsanmayacak düzeydedir. Tüm bunlar gerek sağlık, gerekse dopingle mücadele açısından riskli ürünlerin kullanımının “görünmez kaza” olarak değerlendirilemeyeceğini düşündürmektedir. Anahtar sözcükler: Futbol, sağlık ekibi, ergojenik destek, yasaklı madde 81 P-28 PİLATES EGZERSİZLERİNİN SEDANTER YETİŞKİN KADINLARDA VÜCUT KOMPOZİSYONU ve BAZI MOTORİK PARAMETRELER ÜZERİNE ETKİSİ Effects of pilates exercises on body composition and some motor parameters in sedentary women İsmail Gökhan1, Yakup Aktaş1, Mehtap Sevgili1, Hasan Aykut Aysan2 1 Harran Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Şanlıurfa Dicle Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Diyarbakır İletişim e-mail: is_gokhan@hotmail.com 2 Giriş ve amaç: Pilates egzersizleri son yıllarda özellikle medya desteği ile popüler olmuştur. Konuya ilişkin olarak antrenman bilimciler tarafından çeşitli bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Bu araştırmanın amacı yetişkin sedanter kadınlarda pilates egzersizlerinin vücut kompozisyonu ve bazı motorik parametreler üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Araştırmaya spor geçmişi olmayan, Şanlıurfa’da ikamet eden 16 sedanter kadın gönüllü olarak katıldı. Tüm katımcılara altı hafta boyunca haftada dört gün, günde iki saat yer hareketleri ağırlıkta olmak koşuluyla pilates egzersizleri yaptırıldı. Deneklerde egzersize başlamadan önce ve sonrasında, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, yatay ve dikey sıçrama, disklere dokunma, ve deri katmanı (skinfold) ölçümleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan deneklerde yatay ve dikey sıçrama, esneklik, reaksiyon zamanı ve skinfold ön- ve son-test ölçümleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık gözlendi (p<0.01). Tartışma ve sonuç: Pilates egzersizlerinin sedanter yetişkin kadınlarda vücut kompozisyonunu iyileştirici etkisi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, yatay ve dikey sıçrama ve kol hareket hızı gibi motorik özellikleri geliştirici etkisinin de olduğu düşünülmektedir. Anahtar sözükler: Pilates, motorik özellik, vücut kompozisyonu, sedanter, kadın, egzersiz P-29 BEDEN EĞİTİMİ ve SPOR ÖĞRETMENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ: HARRAN ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ Nutritional habit assessment of PE teaching department students: Harran University example İsmail Gökhan1, Yakup Aktaş1, Hasan Aykut Aysan2, Ferhat Elçi1 1 Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Harran Üniversitesi, Şanlıurfa Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır İletişim e-mail: is_gokhan@hotmail.com 2 Giriş ve amaç: Beslenme toplumumuzda herkes için önemli olmakla birlikte, özellikle üniversite öğrencileri açısından ayrı bir önem arz etmektedir. Bu araştırmanın amacı beden eğitimi ve spor öğretmenliği bölümü öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının değerlendirilmesidir. Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı bir araştırma örneği olan çalışmaya Harran Üniversitesi BESYO’nda okuyan 57’si kız (%36.5), 99’u erkek (%63.5) toplam 156 öğrenci gönüllü olarak katıldı. Katılımcıların beslenme alışkanlıkları Demirezen tarafından geliştirilen altı maddelik “Beslenme Alışkanlıkları İndeksi” (BAİ) ile belirlendi. Bulgular: Öğrencilerin %49.1’i sık sık yağlı ve şekerli yiyecekler tükettiğini, %67.4’ü yiyeceklere sık tuz eklediğini, %78.2’si bazen günde üç fincandan fazla çay, kola, kahve tükettiğini, %97.3’ü bazen kırmızı et ve sosis, salam, sucuk vb. ürünleri yediklerini, %51.0’i hamburger, patates kızartması, pizza gibi dışarıda satılan menülerden yediklerini ve %80.5’i nadiren sebze veya kuru baklagiller ile yapılan yemekleri ve meyve tükettiklerini belirtti. Vücut kitle endeksi ile anket maddeleri arasındaki ilişki incelendiğinde, öğrencilerin VKİ değerleri ile madde-3 arasında pozitif bir ilişki olduğu gözlendi (r=0.33, p=0.011). Madde-2 ile VKİ arasında pozitif bir ilişki olmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı değildi (r=0.23, p=0.088). Tartışma ve sonuç: BESYO Öğretmenlik Bölümü öğrencilerinin beslenme alışkanlıklarının yetersiz olduğu ve büyük çoğunluğunun çok yüksek risk altında olduğu söylenebilir. Anahtar sözcükler: Beslenme, üniversite öğrencisi, beden eğitimi 82 P-30 İSTANBUL’DAKİ BASKETBOL HAKEMLERİNİN SAĞLIK DURUMU DEĞERLENDİRİLMESİ Health status assessment of basketball referees in Istanbul Bahadır Kumral1, Nurhan İnce2 1 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Tekirdağ İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul İletişim e-mail: drbkumral@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Türkiye Basketbol Federasyonu İl Temsilcilikleri tarafından açılan aday hakem kurslarında başarılı olan basketbol hakemlerinden İstanbul bölgesindekilerin sosyo-demografik özellikleri ve sağlık durumlarının değerlendirilmesi çalışmada amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışma 2013 yılında İstanbul’da sezon öncesi hakem seminerine katılan tüm hakemlerde (n=170) tanımlayıcı yöntemle gerçekleştirildi. Hazırlanan çok sorulu görüşme formu, sözlü onayları alınan katılımcılara gözlem altında yanıtlama tekniği ile uygulandı. Bulgular: Katılımcıların 88’i masa hakemi, 82’si saha hakemi olup, %65.3’ü erkek, %34.7’si kadındı. Masa hakemlerinin ortalama yaşları 29.6±6.8 yıl, hakemlik süreleri 6.4±4.2 yıl, beden kitle indeksleri (BKİ) 22.7±3.5 kg/m2 iken, bu değerler saha hakemlerinde sırasıyla 24.8±5.7 ve 4.4±4.9 yıl ve 22.9±2.1 kg/m2 idi. Hakemlerin 71’i öğrenci, 50’si serbest meslek, 42’si memur, 7’si ev hanımı idi. En sık saptanan sağlık sorunu %24.1 ile kırma kusuru (görme bozukluğu) olup, maç esnasında %20.0’si gözlük veya kontakt lens kullanıyordu. Hakemlerin %17.1’i (n=29) sigara içmekte idi. Ondört hakemin (%8.2) kronik rahatsızlığı vardı ve sekiz hakem düzenli ilaç tedavisi görüyordu. Tartışma ve sonuç: Masa hakemlerinin saha hakemlerinden anlamlı biçimde daha yüksek yaş ortalamasına sahip olmalarına rağmen, BKİ’leri arasında fark bulunmaması, sağlık davranışlarının yaşam tarzına dönüşmesi açısından değerli bir bulgudur. TÜİK verilerine göre 2012 yılında sigara kullanım oranı 25-34 yaş grubunda %34.9, 35-44 yaş grubunda ise %36.2’dir. Hakemlerde bu oran yaklaşık yarı yarıya daha düşük saptandı. Ancak bu oranın aktif olan bu hakem grubunda ilerleyen dönemlerde kronik rahatsızlıklara neden olmaması için çok daha düşük düzeylerde olması gerekir. Anahtar sözcükler: Basketbol, hakem, sağlık P-31 İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ FİZİKSEL AKTİVİTE ARAŞTIRMASI Physical activity survey in primary school students Saygın Alkurt1, Şenay Suljevic2, Ş. Nazan Koşar2, A. Haydar Demirel2 1 Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu, Ankara İletişim e-mail: sayginalkurt@gmail.com 2 Giriş ve amaç: Hareketsiz yaşam kronik hastalıklar açısından önemli bir risk faktörü olup, çocukluk dönemlerinde kazanılan fiziksel aktivite alışkanlığının ileri yaşlardaki aktivite düzeyini belirleyici olduğu bildirilmiştir. Bu araştırma, Türkiye’de ilköğretim öğrencilerinin fiziksel aktivite düzeylerini belirlemek amacıyla gerçekleştirildi. Gereç ve yöntem: Araştırmada, Türkiye’deki 7-12 yaş arası ilköğretim öğrencileri evren olarak kabul edildi. TÜİK adrese dayalı nüfus kayıt istatistiklerine göre bu yaş aralığında Türkiye’de 6.352.007 öğrenci yaşamaktadır. Ankara, İstanbul ve İzmir’de toplam 30 okulda 600 öğrenci ile yapılan araştırma, araştırma evrenini %95 güven aralığında ±%4.0 hata payı ile temsil etmektedir. 2010/2011 eğitim öğretim yılında, bu öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyleri, bu alanda kanıtlanan Kenz Lifecoder Plus akselerometre cihazları ile ölçüldü. Her bir ölçüm dönemi, hafta sonlarını da kapsayacak şekilde bir hafta sürdü. Bulgular: Erkeklerin %94’ü, kızların ise %85’inin kendi cinsleri için önerilen günlük adım sayısının altında kaldıkları belirlendi. Okul günlerinde ortalama 11192 adım atan öğrencilerin, okul dışı günlerde yaklaşık %15 daha az adım attıkları saptandı. Başka bir deyişle, okul süresince dahi yeteri kadar fiziksel aktivite gerçekleştiremeyen çocukların fiziksel aktivite düzeyleri, okul dışı zamanlarda anlamlı bir şekilde düşmekteydi. 83 Tartışma ve sonuç: Bu çalışma sonuçları, Türkiye’deki 7-12 yaş grubu çocukların günlük aktivite düzeylerinin yetersiz olduğunu ortaya koydu. Fiziksel aktivite düzeylerinin hafta sonlarında daha da düşmesi, ileride karşımıza çıkacak olan hareketsiz yaşam ve buna bağlı oluşacak kronik hastalıklar nedeniyle ciddi bir tehlike arz etmekte olup, ailelere ve politika yapıcılara önemli sorumluluklar düşmektedir. Anahtar sözcükler: Fiziksel aktivite düzeyi, çocukluk, ilköğretim, akselerometre, adım sayısı 84