Kaçan Ayna (Babil Kitapl1˜1, #8)
Transkript
Kaçan Ayna (Babil Kitapl1˜1, #8)
Kaçan Ayna (Babil Kitaplığı, #8) by Giovanni Papini Giovanni Papini'nin öyküleri intihar, ölüm, geçmiş ve yalnızlık hissi üzerine kuruluydu. "Neysem O olmak istemiyorum!" diye sinirle bağıran karakterleri genelde aradıkları huzuru bulamıyorlar ve öyküler bir pişmanlık hissiyle son buluyor. Örneğin çocukluğunun geçtiği kente geri dönen bir adam orada geçmişteki kendisiyle karşılaşıyor ve önceleri onu yanına alıp bağrına basarken sonraları ona katlanamıyor. Ve gidip onu çocukluğunda sık sık suyuna bakıp hayaller kurduğu havuzda boğuyor. Tabi geçmişini öldürdüğünde geleceğinin bir önemi kalıyor mu? Kendisi bir hayalete dönüşmüş olmuyor mu bunu sorguluyoruz. Hikayeleri çok beğendim. En son prenseslerle ilgili olan da hoşuma gitti fakat prenseslerin hepsi Alman imiş yazara göre. Zaten kendisi Yahudi düşmanı olarak biliniyor. Marx'a dair eleştiri yazıları var. Karakter olarak kendisini tasvip etmesem de öykülerinden zevk aldığımı söyleyebilirim.|'' Daha şimdiden başka bir dünyaya aitmişim gibi duyumsuyorum kendimi, çevremi kuşatan her şeyin, geçmiş, bitmiş, artık benim hiç ilgimi çekmiyormuş gibi dile getirilmez bir görünüşü var. Bir arkadaşım bana çiçek getirdi, beklemesini, onları mezarımın üstüne koymasını söyledim ona. Gülümsedi gibi geldi bana, ama insanlar hiçbir şey anlamadıkları zaman hep gülümserler.''|papini'nin ismini ilk gog'la birlikte duymuştum. internette kısa bir araştırmadan sonra merakımı celbetti. kendisinin bu pek bilinmezliği rağbet görmeyişi bi yandan beni cezbederken bi yandan da emin olamadım ve pdf indirdim -evet evet pdf tü kakadır. emeğe saygı vs- ama öylece kaldı orda. kitaplığımda 80 küsür celbetti. kendisinin bu pek bilinmezliği rağbet görmeyişi bi yandan beni cezbederken bi yandan da emin olamadım ve pdf indirdim -evet evet pdf tü kakadır. emeğe saygı vs- ama öylece kaldı orda. kitaplığımda 80 küsür okunmamış kitap dururken hiç sevmediğim pdf olayı da tuz biber olup du bakalım saracak mı ve daha sonra şunu şunu okuyayım a bıraktı. sonra bu kitabı görüp- babil kitaplığında ve borges in en sevdiği yazarlar arasında olmasıyla da birlikte dayanamayıp aldım. sanırım bilhassa siyasi görüşleri, uçlarda duruşu, kişiliği ve sevimsizliği sebebiyle pek tanınmayan rağbet görmeyen bir yazar. ha belki romain gary gibi müstear isim kullanıp yazsaydı olduğundan çok daha rağbet görürdü kim bilir. ayrıca bunu yapmaması da yazdıklarını tamamlayan ve onunla bütünleşen bir unsurbunları geçip kitaba gelirsek. kitapta bir kendinden memnuniyetsizlik kendini değiştirme kendini tanımlama tanımlayamama ve sürekli bir alıp verememe mevcut. bütünüyle varoluşsal bir kitap diyebilirim. bu varoluşsallık büyülü gerçekçilik akımıyla birlikte hikayelere olağanüstü bir sadelikle yedirilmiş. cümleler ve kurgu o kadar olağan ilerliyor ki. büyülü ama hayatın tüm yadsıdığımız görmezden geldiğimiz olmasa da olur sırası mı şimdi bunların dediğimiz tadımızı kaçıran iç huzurumuzu yiyip bitiren tüm şeyler içinde ama büyüsünden ve tadından gram bir şey kaybettirmiyor. velhasılı şiddetle tavsiye ediyorum.|Açık ara en sevdiğim Babil kitabı bu oldu. Her bir öyküde ortaya konan benlik sorunu, geçmişten kurtulma derdi, geleceği düşünmeme isteği, ölüm ve kalıma yakın gezen karakterler. Borges de demiş zaten, Papini haketmemiş bir biçimde unutulmuş. Hatta ben ilk kez duydum. İyi ki de duymuşum. "İnsanlar- yaşamı ölüm için yitiriyoruz, gerçek olanı, imgelemsel olan için tüketiyoruz, günlere, salt bizi onlara benzer başka günlere taşımaktan başka bir değeri olmayan günlere götürdükleri için değer veriyoruz... İnsanlaryaşamınızın tümü, sizin kendi kendinizi lanetlemek için tasarladığınız korkunç bir oyundur- sizin bu kaçan aynaya doğru koşuşunuza yalnızca şeytanlar güler!"|Trata-se de uma colectânea de ensaios. Segue-se uma pequena crítica a cada um. O espelho que foge Muito bom. E se o tempo parasse? Alguém desejaria mesmo ficar aprisionado daquele instante? Nós precisamos da ilusão do futuro, para viver na realidade do presente de hoje e do de amanhã. Duas imagens num tanque Muito bom! Um homem encontra o seu Eu do passado. Do convívio nasce a certeza indelével do quão odiosos fomos, somos e seremos. Sem outra alternativa, mata-mo-nos. Viver é sonhar com o futuro e assassinar o passado. História totalmente absurda Bastante bom. Mais uma vez, não existe propriamente um enredo, mas apenas um “evento” que culmina no esperado. Uma vida que não merece ser escrita, não merece ser vivida. Uma morte mental Não tão bom quanto os anteriores, ainda assim um interessante ensaio sobre o suicídio, como uma ode à morte, procurando no fim, uma forma diferente de viver morrendo. A última visita do Cavalheiro Doente Mais uma história que já terá passado pela mente de muitos de nós: e se eu fosse apenas um sonho de alguém? E se a vida é um sonho? Uma alucinação? A realidade é tão somente aquilo que definimos como real. Não quero ser mais aquilo que sou Mais um ensaio estupendo! Dá quase vontade de acreditar na reencarnação, para admitir a possibilidade que fui eu que escrevi isto numa vida anterior! Curiosamente, a julgar pelo prefácio do Jorge Luís Borges, parece que ele terá pensado o mesmo que eu. Neste ensaio em particular, o narrador desespera por se sentir limitado a ele mesmo, por ter que continuar a viver uma vida segundo ele próprio, e não como um outro “eu”. No fim, uma inspiração canta-lhe ao ouvido que nada o impede de viver todas as vidas que desejar. Quem és tu? Sem me querer repetir, mas… Mais uma história muito interessante, e que eu poderia ter escrito. Nesta o sujeito poético é esquecido por todos. Ninguém se lembra de o ter conhecido… Ele acaba por fazer a questão que outros Sem me querer repetir, mas… Mais uma história muito interessante, e que eu poderia ter escrito. Nesta o sujeito poético é esquecido por todos. Ninguém se lembra de o ter conhecido… Ele acaba por fazer a questão que outros lhe têm colocado a ele mesmo, e compreende que ele nunca se conheceu a ele mesmo na vida, não na sua abstracção, pelo menos. O mundo volta a lembrar-se dele, mas ele já não faz parte desse mundo. O mendigo de almas Bom, mas não tão bom quanto os anteriores. Neste um escritor procura o “homem comum”, aquele que não teve nenhum evento digno de registo na sua vida, mas que, ainda assim, tem uma história que poderia dar um romance – como a de toda a gente. Para mim este ensaio retrata bem o aparente paradoxo de muitas obras literárias, em que parece que a história não tem nada especial, quando na verdade existe sempre algo a abrilhantar o enredo: um inevitável tempero. O suicídio substituto Este é o único ensaio onde a reflexão não é exactamente individual. Talvez um pouco por isso, é para mim o ensaio mais estranho entre todos também o menos conseguido. Fica quase a parecer que se trata de um episódio que ocorreu com o autor… O dia não restituído Para acabar, mais um bom ensaio, que explora mais uma ideia comum, a de poder ser jovem na velhice. Em geral gostei bastante de todos os ensaios. A escrita é simples e despretensiosa. Creio que haveria em quase todas as ideias margem para melhoria, caso o escritor tivesse escrito mais – muito mais!