Bilimsel Program Konuşma Özetleri Sözlü ve Poster Bildiri Özetleri
Transkript
Bilimsel Program Konuşma Özetleri Sözlü ve Poster Bildiri Özetleri
38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul 38.PEDİATRİ GÜNLERİ 17. PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ GÜNLERİ Bilimsel Program - Konuşma Özetleri Sözlü ve Poster1 Bildiri Özetleri 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul Değerli Meslektaşlarımız, 38. Pediatri Günleri ve 16. Pediatri Hemşireliği Günleri’nin 3-6 Nisan 2016 tarihlerinde Park Bosphorus Hotel Taksim- İstanbul’da düzenleneceğini duyurmak ve sizleri davet etmekten mutluluk duymaktayız. Çok sayıda kıdemli çocuk hekiminin yıllardan beri sürekli katıldığı, genç hekimlerin de yoğun ilgi gösterdiği otuz yedi kongreyi geride bıraktık… Kongreye yoğun katılımınız, toplantı sırasındaki katkılarınız ve sonrasındaki geri bildirimleriniz ile daha da güçlenerek yeni programını hazırladık. Çocuk hekimlerinin, “Pediatri Günleri” çatısı altında, her bilim dalını ilgilendiren en sık sorunların en güncel bilgilerle ele alındığı, multidisipliner yaklaşım gerektiren konuların aynı platformda tartışıldığı toplantılara katılmasını amaçlamaktayız. Bu nedenle, seçilmiş pediatri konularının yanı sıra, başka toplantılarda henüz hiç ele alınmamış konuları da içeren bilimsel programımızı, konusunda uzman çok değerli konuşmacılar ile oluşturduk. Kongre programı konferanslar, paneller, interaktif toplantılar, vaka tartışmaları, kısa gezintiler gibi çeşitli sunu biçimleriyle zenginleştirilmiş, katılımcıların ilgiyle izlemeleri için “seminer” veya “öğrenci dersi” gibi olmamasına özen gösterilmiştir. İlk gün kurslar, sonraki üç gün ise kongre programına ayrılmıştır. Sözlü bildirilere ve posterlere de yer verilecek olan kongremizin son gününde ayrıca 17. Pediatri Hemşireliği Günleri programı yer alacaktır. Bunlara ek olarak sadece Pediatri Günleri’nde yer alan “Kalıtsal Metabolik Hastalıklar Kursu”, ilk kez bir pediatri kongresinde yapılacak olan “Pediatri Dermatoloji Kursu” gibi farklı konularda kurslar düzenlenmiştir. Farklılığımız çerçevesinde, gerçek kurs amacına ve formatına uygun olarak çok sayıda değil, sınırlı sayıda katılımcının interaktif olarak katılabileceği kurs programlarının yararlı olacağını ümit ediyoruz. Kongreyi düzenlerken geçmiş yıllarda olduğu gibi etik kurallara özen ve geçmişe saygı ilkesi ile hareket ettik. Çocuk sağlığı ile ilgilenen herkesin bilgi ve beceri açısından çok yararlanacağını umduğumuz, bilimsel standardı yüksek, katılımcıların samimi bir ortamda meslektaşları ve dostları ile buluşma olanağı bulacağı 38. Pediatri Günleri’ne sizleri bekliyoruz. GEÇMİŞTEN GELECEĞE HEP BİRLİKTE, EL ELE … İçten sevgi ve saygılarımızla. Prof. Dr. Asuman ÇOBAN 2 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONGRE ORGANİZASYON KOMİTESİ ONURSAL KURUL Prof. Dr. Mahmut AK İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bahaüddin ÇOLAKOĞLU İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Rüveyde BUNDAK İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Asuman ÇOBAN Türkiye Milli Pediatri Derneği İstanbul Şubesi Başkanı DÜZENLEME KURULU 38. Pediatri Günleri 17. Pediatri Hemşireliği Günleri Prof. Dr. Asuman ÇOBAN (Başkan) Prof. Dr. Zeynep İNCE (Sekreter) Prof..Dr. Firdevs BAŞ (Sekreter) Prof. Dr. Nuran SALMAN Prof. Dr. Feyza DARENDELİLER Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY Prof. Dr. Emin ÜNÜVAR Prof. Dr. Özlem DURMAZ Prof. Dr. Ayşe KILIÇ Doç. Dr. Alev YILMAZ Doç. Dr. İsmail YILDIZ Uzm. Dr. Beril YAŞA Uzm. Dr. Emel ÇAKAR Dr. Ezgi TOPYILDIZ Dr. Mehmet YILDIZ Dr. Damla GÖKÇEER AKBULUT Dr. Özge KANGALLI Prof. Dr. Suzan YILDIZ (Başkan) Dr. Duygu SÖNMEZ DÜZKAYA Uzm. Dr. Hem. Neval GÖKTEPE Uzm. Dr. Hem. Kadriye DOĞRU EVCİMEN DÜZENLEYEN KURULUŞLAR İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü Türkiye Milli Pediatri Derneği İstanbul Şubesi Çocuk Hemşireliği Derneği 3 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL KURUL 38. PEDİATRİ GÜNLERİ BİLİMSEL KURULU Prof. Dr. Leyla AĞAOĞLU Yrd Doç. Dr. Özlem AKIN Doç. Dr. Yasemin AKIN Doç Dr. Çiğdem AKTUĞLU ZEYBEK Prof. Dr. Müjgan ALİKAŞİFOĞLU Prof. Dr. Harika ALPAY Doç. Dr. Özge ALTUN KÖROĞLU Fzt. Turgay ALTUNALAN Prof. Dr. Haluk ANDER Prof. Dr. Banu ANLAR Prof. Dr. İlknur ARSLANOĞLU Prof. Dr. Ahmet ARVAS Doç. Dr. Zeynep ATAY Prof. Dr. Nur AYDINLI Prof. Dr. Mustafa BAKIR Uzm. Dr. Mehmet Cihan BALCI Prof. Dr. Can BAYKAL Prof. Dr. Firdevs BAŞ Prof. Dr. Abdullah BEREKET Prof. Dr. Hülya BİLGEN Uzm. Dr. Fuat BİLGİLİ Doç. Dr. Perran BORAN Prof. Dr. Rüveyde BUNDAK Prof. Dr. Yıldız CAMCIOĞLU Doç. Dr. Burçe CAN KURU Kim. Müh. Mehmet Şerif CANSEVER Doç. Dr. Serdar CANTEZ Prof. Dr. Yaşar CESUR Doç. Dr. Serdar CÖMERT Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN Prof. Dr. Salim ÇALIŞKAN Prof. Dr. Alaaddin ÇELİK Prof. Dr. Ahmet ÇELEBİ Doç. Dr. Merih ÇETİNKAYA Prof. Dr. Agop ÇITAK Prof. Dr. Asuman ÇOBAN Prof. Dr. Haluk ÇOKUĞRAŞ Doç. Dr. Murat ÇOŞKUN Prof. Dr. Adnan DAĞÇINAR Prof. Dr. Feyza DARENDELİLER Prof. Dr. Demet DEMİRKOL Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL Prof. Dr. Ömer DEVECİOĞLU Doç. Dr. Alp DİNÇER 4 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL KURUL Prof. Dr. Aygün DİNDAR Prof. Dr. Özlem DURMAZ Prof. Dr. Rukiye EKER ÖMEROĞLU Besl. Uzm. Beyza ELİUZ TİPİCİ Prof. Dr. Sevinç EMRE Prof. Dr. Mefküre ERAKSOY Uzm. Dr. Şahin ERDÖL Doç. Dr. Tuğba ERENER ERCAN Prof. Dr. Ebru ERGENEKON Doç. Dr. Müferet ERGÜVEN Prof. Dr. Tülay ERKAN Prof. Dr. Refika ERSU Prof. Dr. Muazzez GARİPAĞAOĞLU DENİZHAN Prof. Dr. Gülbin GÖKÇAY Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY Doç. Dr. Selim GÖKÇE Prof. Dr. Ahmet GÜL Prof. Dr. Nermin GÜLER Prof. Dr. Hülya GÜNÖZ Prof. Dr. Emel GÜR Uzm. Dr. Selda HANÇERLİ TÖRÜN Doç. Dr. Nevin HATİPOĞLU Doç. Dr. Sami HATİPOĞLU Prof. Dr. Zeynep İNCE Doç. Dr. Serap KARAMAN Prof. Dr. Bülent KARA Prof. Dr. Metin KARABÖCÜOĞLU Prof. Dr. Ferhan KARADEMİR Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR Prof. Dr. Hülya KAYSERİLİ KARABEY Doç. Dr. Ayşe KAVAK Prof. Dr. Erbuğ KESKİN Prof. Dr. Ayşe KILIÇ Doç. Dr. Ayşe KILINÇASLAN Prof. Dr. Emine KOCABAŞ Prof. Dr. Ayşe KORKMAZ Prof. Dr. İsmail KURT Prof. Dr. Tufan KUTLU Prof. Dr. Ahmet NAYIR Prof. Dr. Olcay NEYZİ Prof. Dr. Kemal NİŞLİ Doç. Dr. Tayfun OKTAR Prof. Dr. Fatma OĞUZ Uzm. Dr. Sinem ORAL CEBECİ Doç. Dr. Serkan ORHAN Doç. Dr. Hasan ÖNAL 5 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL KURUL Prof. Dr. Ülker ÖNEŞ Uzm. Dr. Deniz ÖZÇEKER Prof. Dr. İlgin ÖZDEN Prof. Dr. Eren ÖZEK Doç. Dr. Işıl ÖZER Prof. Dr. Funda ÖZGENÇ Doç. Dr. Hilal ÖZKAN Prof. Dr. Meral ÖZMEN Prof. Dr. Alev ÖZON Doç. Dr. Evren ÖZTAŞ Doç. Dr. Şükran POYRAZOĞLU Prof. Dr. Halil SAĞLAM Prof. Dr. Nurçin SAKA Uzm. Dr. Andaç SALMAN Prof. Dr. Nuran SALMAN Prof. Dr. Tansu SALMAN Prof. Dr. Sema SALTIK Prof. Dr. Bengi SEMERCİ Prof. Dr. Altay SENCER Prof. Dr. Lale SEVER Prof. Dr. Ayper SOMER Prof. Dr. Semra SÖKÜCÜ Prof. Dr. Ufuk TALU Prof. Dr. Zeynep TAMAY Prof. Dr. Burak TATLI Prof. Dr. Gonca TEKANT Yrd. Doç. Dr. Hakan TEKELİ Prof. Dr. Yener TEMELLİ Prof. Dr. Gülnur TOKUÇ Uzm. Dr. Zeynep TOPKARCI Doç. Dr. Deniz TUĞCU Prof. Dr. Serap TURAN Prof. Dr. Leyla TÜMER Prof. Dr. Özden TÜREL Prof. Dr. Serpil UĞUR BAYSAL Prof. Dr. Betül ULUKOL Doç. Dr. Nafiye URGANCI Doç. Dr. Metin UYSALOL Prof. Dr. Ayşegül ÜNÜVAR Prof. Dr. Emin ÜNÜVAR Uzm. Dr. Muhammed Ali VARKAL Prof. Dr. Mehmet VURAL Prof. Dr. Işık YALÇIN Prof. Dr. Ensar YEKELER Doç. Dr. İsmail YILDIZ Doç. Dr. Alev YILMAZ Prof. Dr. Başak YÜCEL Prof. Dr. A. Deniz YÜCELTEN Prof. Dr. Süleyman Salih ZORLUOĞLU 6 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL KURUL 17. PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ GÜNLERİ BİLİMSEL KURULU Yard. Doç. Dr. Melahat AKGÜN KOSTAK Yard. Doç. Dr. Nuran AYDIN Yard. Doç. Dr. Serap BALCI Doç. Dr. Gülçin BOZKURT Prof. Dr. Lale BÜYÜKGÖNENÇ Dr. Sefer DARICI Uzm. Hemş. Kadriye DOĞRU EVCİMEN Doç. Dr. Gülümser DOLGUN Uzm. Hemş. Neval GÖKTEPE Doç. Dr. Sevil İNAL Yard. Doç. Dr. Ayşe KARAKOÇ Yard. Doç. Dr. Birsen MUTLU Yard. Doç. Dr. Suzan ÖZKAN Dr. Duygu SÖNMEZ DÜZKAYA Yard. Doç. Dr. Gülzade UYSAL Hem. Tülay YAKUT Hem. Nevin YILDIZ Prof. Dr. Suzan YILDIZ 7 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 ÇOCUK ACİL KURSU “ACİL VE ÖTESİ” Kurs Yöneticileri: Doç.Dr. Metin UYSALOL 08:15 - 08:45 : KAYIT 08:45 - 09:00 : AÇILIŞ VE TANIŞMA 09:00 - 09:30 : Acil çocuk hastaya ve hasta sahibine yaklaşım Prof.Dr. Metin KARABÖCÜOĞLU Doç.Dr. Metin UYSALOL 09:30 -10:00 : Sakın eve gönderme! Doç.Dr. Metin UYSALOL Doç.Dr. İsmail YILDIZ 10:30 -11:00 : “Çocuğum ölüyor!”: Hayatı tehdit eden olaylar Doç.Dr. Metin UYSALOL 10:30 -11:00 : KAHVE ARASI 11:00 -11:45 : Nöbet geçiren çocuk: Acilde ve sonrasında ne yapmalı? Prof.Dr. Burak TATLI 11:45 - 12:30 : Acil için gizli tehlike: Kusan çocuk Doç.Dr. Serdar CANTEZ 12:30-13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30-14:00 : Acil hasta ile tek başına: Ne yapmalı, nasıl sevk etmeli? Doç.Dr. Metin UYSALOL 14:00-14:30 : Nefesi sıkışan çocuk: Acilde ve sonrasında ne yapmalı? Prof.Dr. Zeynep TAMAY 14:30-15:00 : Dehidrate çocuk: Eskimeyen sorun ve güncel tedavi Doç.Dr. Metin UYSALOL Uzm.Dr. Sinem ORAL CEBECİ 15:00-15:30 : KAHVE ARASI 8 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 15:30-16:10 : Çekelim mi bu filmi? Akciğer grafisi Prof.Dr. Ensar YEKELER Doç.Dr. Metin UYSALOL 16:10-16:50 : Özel bakım gerektiren çocuklar Prof.Dr. Demet DEMİRKOL 16:50-17:30 : Giderek artan sorun: Psikiyatrik aciller Doç. Dr. Murat ÇOŞKUN 17:30-18:00 : KURSTAN AKILDA KALANLAR DENVER II GELİŞİMSEL TARAMA TESTİ EĞİTİMİ Kurs Yöneticisi : Prof. Dr. Banu ANLAR Kurs başlangıç-bitiş: 08:45-17:00 10.30-11.00 : KAHVE ARASI 12.30-13.30 : ÖĞLE YEMEĞİ 15.00-15.30 : KAHVE ARASI 9 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 KALITSAL METABOLİK HASTALIKLAR: ÇOCUK HEKİMİNİN SORUMLULUĞU Kurs Yöneticileri: Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL, Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY 08:15 - 08:45 : KAYIT 08:45 - 09:00 : AÇILIŞ VE TANIŞMA Eğitimciler, kursun düzenlemesine katkıda bulunanlar Katılımcılar (nereden, ne hedefle) Kursun kuralları (katılımlı) 09:00 - 09:30 : Ulusal Metabolizma Ağı Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL 09:30 - 10:00 : Ne zaman metabolik tetkik isteyelim? Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY 10:00 - 10:30 : Metabolik hastalık şüphesi olan yenidoğana yaklaşım Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY Uzm. Dr. Mehmet Cihan BALCI 10:30 - 11:00 : KAHVE ARASI 11:00 - 11:45 : Hastayı metabolizmaya ne zaman gönderelim? Doç. Dr. Halil SAĞLAM 11:45 - 12:30 : Metabolik hastalıklarda görüntüleme Doç. Dr. Alp DİNÇER 12:30 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 14:00 : Birinci basamak metabolik tetkikleri yorumlayalım Prof. Dr. İsmail KURT 13:40 - 15:00 : Özgün metabolik tetkik sonuçlarını vaka örnekleriyle değerlendirelim (Tandem MS ile asilkarnitinler ve amino asitler, idrarda organik asitler, vücut sıvılarında amino asitler, karbonhidrattan yoksun glikoprotein analizi, çok uzun zincirli yağ asitleri) Doç. Dr. Ayşe Çiğdem AKTUĞLU ZEYBEK Dr. Kimyager Mehmet Şerif CANSEVER 15:00 - 15:30 - KAHVE ARASI 10 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 METABOLİK ACİLLERDE TANI VE TEDAVİ 15:30 - 15:50 : Hipoglisemi Doç. Dr. Hasan ÖNAL 15:50 - 16:10 : Metabolik asidoz Prof. Dr. Yaşar CESUR 16:10 - 16:30 : Laktik asidemi Doç. Dr. Halil SAĞLAM Uzm. Dr. Şahin ERDÖL 16:30 - 16:50 : Hiperamonyemi Doç. Dr. Işıl ÖZER 16:50 - 17:10 : Metabolik epileptik ensefalopati Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN 17:10 -17:30 : Beyin omurilik sıvısında glukoz düşükse: GLUT 1 eksikliği Prof. Dr. Bülent KARA 17:30 – 18:00 : KURSTAN AKILDA KALANLAR 11 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 PEDİATRİK DERMATOLOJİ KURSU Kurs Yöneticisi : Prof. Dr. A. Deniz YÜCELTEN 08:15-08:45 : KAYIT 08:45-09:00 : AÇILIŞ VE TANIŞMA 09:00-09:45 : Yenidoğan derisi fizyolojik değişiklikler ve bakım önerileri Doç. Dr. Burçe CAN KURU 09:45-10:30 : Vasküler lezyonlara yaklaşım Prof. Dr. A. Deniz YÜCELTEN 10:30-11:00 : KAHVE ARASI 11:00-11:45 : Ürtiker ve ekzama Doç. Dr. Ayşe KAVAK 11:45-12:30 : Çocukta psoriazis Uzm. Dr. Zeynep TOPKARCI 12:30-13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30-14:15 : Konjenital melanositik nevus ve diğer pigmente tümörlere yaklaşım Prof. Dr. Can BAYKAL 14:15-15:00 : Hipopigmente lezyonlara yaklaşım Uzm. Dr. Andaç SALMAN 15:00-15:30 : KAHVE ARASI 15:30-16:00 : Sık görülen bakteriyel enfeksiyonlar Prof. Dr. A. Deniz YÜCELTEN 16:00-16:30 : Sık görülen mantar enfeksiyonları Uzm. Dr. Andaç SALMAN 16:30-17:00 : Sık görülen viral enfeksiyonlar(HPV, molluskum, HSV, VZV) Uzm.Dr. Zeynep TOPKARCI 17:00-17:30 : Paraziter deri enfestasyonları Yard. Doç. Dr. Özlem AKIN 17:30-18:00 : KURSTAN AKILDA KALANLAR 12 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KURS PROGRAMI - 3 NİSAN 2016 YENİDOĞANDA İNVAZİF OLMAYAN VENTILASYON VE BAKIM UYGULAMALARI: ENTÜBE ETME, KAN ALMA, ACITMA! Kurs Yöneticileri : Prof. Dr. Asuman ÇOBAN, Prof. Dr. Zeynep İNCE 08:15 - 08:45 : KAYIT 08:45 - 09:00 : AÇILIŞ VE TANIŞMA Eğitimciler, kursun düzenlenmesine katkıda bulunanlar Katılımcılar (nereden, ne hedefle) Kursun kuralları (katılımlı) 09:00 - 09:45 : Doğum odasından yenidoğan ünitelerine optimal oksijen kullanımı Prof. Dr. Zeynep İNCE 09:45 - 10:30 : Non invazif solunum desteği: n-kanül, n-CPAP, n-IMV, n-HFO Doç. Dr. Merih ÇETİNKAYA 10:30 - 11:00 : KAHVE ARASI 11:00 - 11:45 : Non-invazif sürfaktan uygulaması: MIST, aerosol vs Doç. Dr. Merih ÇETİNKAYA 11:45 - 12:30 : Bakım (kanüller tespit, beslenme,..) Doç. Dr. Serdar CÖMERT 12:30 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 14:15 : Non-invazif monitorizasyon (TcBil, TcO2-CO2, glukoz) Doç. Dr. Merih ÇETİNKAYA 14:15 - 15:00 : Ağrı kontrolü ve konfor sağlayan uygulamalar (Yüksek riskli bebeklerde kanguru bakımı ve emzirme uygulamaları, ses, ışık, pozisyon Doç. Dr. Özge ALTUN KÖROĞLU 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : KURSTAN AKILDA KALANLAR 13 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 4 NİSAN 2016 / A SALONU 08:30 - 09:00 : KAYIT 09:00 - 09:30 : AÇILIŞ 09:30 - 10:30 : AÇILIŞ KONUŞMALARI "ÜSTÜN POTANSİYELLİ ÇOCUKLAR" Mehpare KINIK USTOMAR 10:30 - 11:00 : KAHVE ARASI 11:00 - 11:45 : Çocuklarda kalıtsal ve edinsel otoinflamatuar hastalıklar: Gözden kaçırdıklarımız (KONFERANS) Oturum Başkanları: Prof. Asuman ÇOBAN –Prof. Dr. Özgür KASAPÇOPUR Konuşmacı: Prof. Dr. Ahmet GÜL 11:35 - 11:45 : TARTIŞMA 11:45 -12:45 : Aşı uygulamaları: Hala söyleceklerimiz var (PANEL) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nuran SALMAN Konuşmacılar Yenilikler: Prof. Dr. Gülbin GÖKÇAY Otizm : Doç. Dr. Perran BORAN Subakut sklerozan panensefalit: Prof. Dr. Banu ANLAR 12:30 - 12:45 : TARTIŞMA 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 14:30 : ÖNCE ZARAR VERME: Proton pompa inhibitörleri, solunum yolu hastalıklarında destek tedaviler, antipiretikler (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ahmet ARVAS-Doç. Dr. Sami HATİPOĞLU Konuşmacılar Proton pompa inhibitörleri: Prof. Dr. Özlem DURMAZ Solunum yolu hastalıklarında destek tedaviler (antihistaminik, burun damlası, salbutamol, vb) : Prof. Dr. Emin ÜNÜVAR Antipiretikler: Prof. Dr. Fatma OĞUZ 14:15 - 14:30 : TARTIŞMA 14 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 4 NİSAN 2016 / A SALONU 14:30-15:00 : Yeni bir virus tehdidi: Zika virüs (SICAK KONU) Oturum başkanı: Prof. Dr. Mustafa BAKIR Konuşmacı: Prof. Dr. Ayper SOMER 14:50 - 15:00 : TARTIŞMA 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Kafa şekil deformitelerinin değerlendirilmesi ve tedavisi (KONFERANS) Oturum başkanları: Prof. Dr. Zeynep İNCE, Prof. Dr. Altay SENCER Konuşmacı: Prof. Dr. Adnan DAĞÇINAR 15:50 - 16:00 : TARTIŞMA 16:00 - 16:30 : Çocuk hekimleri için ortodonti (KONFERANS) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Müferet ERGÜVEN Konuşmacı: Doç Dr. Evren ÖZTAŞ 16:20 - 16:30 : TARTIŞMA 16:30 - 17:00 : ‘‘Eyvah çocuğumun burnu kanıyor ?” (İNTERAKTİF) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gülnur TOKUÇ Konuşmacı: Doç. Dr. Serap KARAMAN 16:50 - 17:00 : TARTIŞMA 15 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 4 NİSAN 2016 / B SALONU 08:30 - 09:00 : KAYIT 09:00 - 09:30 : AÇILIŞ 09:30 - 10:30 : AÇILIŞ KONUŞMALARI "ÜSTÜN POTANSİYELLİ ÇOCUKLAR" Mehpare KINIK USTOMAR 10:30 - 11:00 : KAHVE ARASI 11:00 - 11:45 : Ergen beslenmesi ve yeme bozuklukları (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Müjgan ALİKAŞİFOĞLU-Prof. Dr. Firdevs BAŞ Konuşmacılar: Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY, Prof. Dr. Başak YÜCEL 11:30 - 11:45 : TARTIŞMA 11:45 -12:15 : Astım tanısı: Yenilik var mı, değişiklik var mı? (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ülker ÖNEŞ Konuşmacı: Prof. Dr. Nermin GÜLER 12:05 - 12:15 : TARTIŞMA 12:15 - 12:45 : Penis anomalileri ve sünnet (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Haluk ANDER Konuşmacı: Doç. Dr. Tayfun OKTAR 12:35 - 12:45 : TARTIŞMA 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 14:15 : Aşılamada koza stratejisi (İNTERAKTİF) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nuran SALMAN Konuşmacı: Prof. Dr. Ayşe KILIÇ 14:00 - 14:15 : TARTIŞMA 16 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 4 NİSAN 2016 / B SALONU 14:15 - 15:00 : Kakasında kan olan çocuk (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Özlem DURMAZ, Prof. Dr. Tansu SALMAN Konuşmacılar: Prof. Dr. Gonca TEKANT, Doç. Dr. Serdar CANTEZ 14:50-15:00 : TARTIŞMA 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Fekal transplantasyon (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Tülay ERKAN Konuşmacı: Prof. Dr. Funda ÖZGENÇ 15:50 - 16:00 : TARTIŞMA 16:00 - 16:30 : Çocuk güvenliği: Evde, yolda, kreşte, okulda (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ferhan KARADEMİR Konuşmacı: Prof. Dr. Serpil UĞUR BAYSAL 16:20 - 16:30 : TARTIŞMA 16:30 - 17:00 : İlaç alerjisi mi ? Anaflaksi mi ? : UZMANINA DANIŞALIM Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nermin GÜLER Konuşmacılar: Prof. Dr. Zeynep TAMAY, Uzm. Dr. Deniz ÖZÇEKER 16:50 - 17:00 : TARTIŞMA 17 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 5 NİSAN 2016 / A SALONU 08:30 - 09:00 : Akılcı ilaç kullanımı Prof. Dr. Emin ÜNÜVAR 09:00 - 09:30 : Değişken immun yetersizlikte yenilikler (KONFERANS) (Prof. Dr. Işıl BARLAN anısına) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Eren ÖZEK-Prof. Dr. Harika ALPAY Konuşmacı: Prof. Dr. Yıldız CAMCIOĞLU 09:20 - 09:30 : TARTIŞMA 09:30 - 10:00 : Çocuk ve ergende multipl skleroz : Tanı ve izlem (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Meral ÖZMEN Konuşmacı: Prof. Dr. Mefkure ERAKSOY 09:50 - 10:00 : TARTIŞMA 10:00 - 10:30 : Çocuk izleminde sağlıklı medya kullanımı ve Sıcak konu: Çocuk istismarı (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Emel GÜR Konuşmacı: Prof. Dr. Betül ULUKOL 10:20 - 10:30 : TARTIŞMA 10:30 - 11: 00 : KAHVE ARASI 11:00 - 12:00 : Çocuk Acil Birimlerinde Çocuk Nörolojisi Konsültasyonu (PANEL) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sema SALTIK Konuşmacılar Akut ataksi: Prof. Dr. Burak TATLI Akut vizyon kaybı: Prof. Dr. Bülent KARA Akut başağrısı: Prof. Dr. Nur AYDINLI 11:45 - 12:00 : TARTIŞMA 18 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 5 NİSAN 2016 / A SALONU 12:00 - 12:45 : HERO BABY UYDU Anne sütünden öğrendiklerimiz, bebek beslenmesine nasıl yansıtılabilir? Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mehmet VURAL Konuşmacı: Doç. Dr. Merih ÇETİNKAYA 12:30 - 12:45 : TARTIŞMA 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 15:00 : Yenidoğanda çetin cevizler (FORUM) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hülya BİLGEN Konuşmacılar Prof. Dr. Ebru ERGENEKON Prof. Dr. Ayşe KORKMAZ Doç. Dr. Hilal ÖZKAN 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:30 : İlk yardım: Boğulma, yüksekten düşme, elektrik çarpması, yabancı cisim aspirasyonu, böcek sokması (AÇIK OTURUM) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Metin KARABÖCÜOĞLU Konuşmacı: Prof. Dr. Agop ÇITAK 16:15 - 16:30 : TARTIŞMA 16:30 - 17:30 : SÖZEL SUNULAR Oturum Başkanları: Prof. Dr. Harika ALPAY, Doç. Dr. Serdar CANTEZ 19 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 5 NİSAN 2016 / B SALONU 08:30 - 09:00 : Sabah Toplantısı: Pediatride zor vakalar-1 Doç. Dr. İsmail YILDIZ-Uzm. Dr. Muhammed Ali VARKAL 09:00 - 09:30 : Periferik yaymalar arasında bir gezinti (İNTERAKTİF) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ömer DEVECİOĞLU Konuşmacı: Prof. Dr. Ömer DEVECİOĞLU 09:20 - 09:30 : TARTIŞMA 09:30 - 10:30 : Çocuk Acil Birimlerinde en çok sorulan soru: CERRAHİ Mİ DEĞİL Mİ? (İNTERAKTİF) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Alaaddin ÇELİK Konuşmacılar: Prof. Dr. Erbuğ KESKİN, Doç. Dr. Metin UYSALOL 10:15 - 10:30 : TARTIŞMA 10:30 - 11: 00 : KAHVE ARASI 11:00 - 12:00 : Çocuklarda Ortopedik Sorunlar (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ufuk TALU, Doç. Dr. Yasemin AKIN Konuşmacılar Skolyoz: Prof. Dr. Ufuk TALU Çocukluk çağı ayak hastalıkları: Prof. Dr. Yener TEMELLİ Gelişimsel kalça displazisi: Uzm. Dr. Fuat BİLGİLİ 11:45 - 12:00 : TARTIŞMA 12:00-12:30 : Karaciğer naklinde çocuk hekiminin bilmesi gerekenler ve Türkiye’deki güncel durum (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Özlem DURMAZ Konuşmacılar: Prof. Dr. İlgin ÖZDEN 12:20 - 12:30 : TARTIŞMA 12:30 - 12:45 : KISA GEZİNTİ: Gelişimsel koordinasyon bozukluğu Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN Konuşmacılar: Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN-Fzt. Turgay ALTUNALAN 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 20 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 5 NİSAN 2016 / B SALONU 13:30 - 14:00 : Her horlayan çocuk uyku apne sendromu mudur? (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Haluk ÇOKUĞRAŞ Konuşmacı: Prof. Dr. Refika ERSU 13:50 - 14:00 : TARTIŞMA 14:00 - 14:30 : Pediatrik AIDS: HIV ile yaşamak (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Işık YALÇIN Konuşmacı: Prof. Dr. Ayper SOMER 14:20 - 14:30 : TARTIŞMA 14:30 - 15:00 : Menenjit “OUT” Ensefalit “IN” (MİNİ PANEL) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Emine KOCABAŞ Konuşmacılar Yeni viral ensefalitler: Doç. Dr. Özden TÜREL Otoimmun ensefalitler: Prof. Dr. Burak TATLI 14:50 - 15:00 : TARTIŞMA 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Entübe edilemeyen ventile edilemeyen çocuk (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Zeynep İNCE Konuşmacı: Prof. Dr. Demet DEMİRKOL 15:50 - 16:00 : TARTIŞMA 16:00 - 16:30 : Çocukluk çağı kanserleri ve çevresel faktörler (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Leyla AĞAOĞLU Konuşmacı: Doç. Dr. Deniz TUĞCU 16:20 - 16:30 : TARTIŞMA 16:30 - 17:30 : SÖZEL SUNULAR Oturum Başkanları: Doç. Dr. Tuğba ERENER ERCAN, Doç. Dr. Nevin HATİPOĞLU 21 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 6 NİSAN 2016 / A SALONU 08:30 - 09:00 : Sabah Toplantısı : Pediatride zor vakalar-2 Doç. Dr. İsmail YILDIZ-Uzm. Dr. Selda HANÇERLİ TÖRÜN 09:00 - 10:00 : Pediatrik kardiyolojide eski hastalıkların yeni yüzü (İNTERAKTİF) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Rukiye EKER ÖMEROĞLU, Prof. Dr. Ahmet ÇELEBİ Konuşmacılar Akut Romatizmal Ateş: Prof. Dr. Rukiye EKER ÖMEROĞLU Konjestif kalp yetersizliği: Prof. Dr. Kemal NİŞLİ Aritmi: Prof. Dr. Aygün DİNDAR 09:45 - 10:00 : TARTIŞMA 10:00 - 10:30 : Çocuklarla cinselliği konuşma (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Nurçin SAKA Konuşmacı: Prof. Dr. Bengi SEMERCİ 10:20 - 10:30 : TARTIŞMA 10:30 - 11: 00 : KAHVE ARASI 11:00 - 11:30 : Tamamlayıcı beslenme (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY Konuşmacı: Prof. Dr. Leyla TÜMER 11:20 - 11:30 : TARTIŞMA 11:30-12:00 : Solukluk ile başlayan macera yoğun bakımda bitebilir: Atipik hemolitik üremik sendrom (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Sevinç EMRE Konuşmacı: Prof. Dr. Salim ÇALIŞKAN 11:50 - 12:00 : TARTIŞMA 22 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 6 NİSAN 2016 / A SALONU 12:00-12:45 : Sağlıklı süt-Sağlıklı yağ: Gerçekler ve efsaneler Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL Konuşmacılar: Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL, Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 15:00 : Kırmızı idrar (FORUM) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Alev YILMAZ Konuşmacılar: Doç. Dr. Alev YILMAZ, Doç. Dr. İsmail YILDIZ, Prof. Dr. Ayşegül ÜNÜVAR 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Emzirme ile ilgili efsaneler ve gerçekler ( Günde 500 ml süt, galaktogoglar, anne beslenmesi, bebekte alerji gelişimi) (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Olcay NEYZİ Konuşmacı: Prof. Dr. Gülbin GÖKÇAY 15:50 - 16:00 : TARTIŞMA 16:30 - 16:45 : KAPANIŞ 23 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 6 NİSAN 2016 / B SALONU 08:30 - 09:00 : Kahvaltı saatinde kahvaltı üzerine tartışma Oturum Başkanı: Prof. Dr. Muazzez GARİPAĞAOĞLU DENİZHAN Konuşmacılar: Prof. Dr. Muazzez GARİPAĞAOĞLU DENİZHAN , Uzm. Dyt. Beyza ELİUZ 08:50 - 09:00 : TARTIŞMA 09:00 - 09:30 : Çocukta gölgede kalan sorunlar (depresyon, kaygı, takıntı, akran zorbalığı) (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Süleyman Salih ZOROĞLU Konuşmacı: Doç. Dr. Ayşe KILINÇASLAN 09:20 - 09:30 : TARTIŞMA 09:30 - 10:00 : Kokudan tedaviye (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Mine ÇALIŞKAN Konuşmacı: Yard. Doç. Dr. Hakan TEKELİ 09:50 - 10:00 : TARTIŞMA 10:00 - 10:30 : Çocuklarda tamamlayıcı tıp: Kanıtlar nerede ? (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Hülya GÜNÖZ Konuşmacı: Prof. Dr. İlknur ARSLANOĞLU 10:20 - 10:30 : TARTIŞMA 10:30 - 11: 00 : KAHVE ARASI 11:00 - 12:00 : Çocuk hekimini şaşırtan bir enzim ve bir hormon: Alkali fosfataz ve TSH (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Feyza DARENDELİLER, Prof. Dr. Abdullah BEREKET Konuşmacılar Alkali fosfataz: Prof. Dr. Serap TURAN TSH: Prof. Dr. Alev ÖZÖN 11:45 - 12:00 : TARTIŞMA 12:00-12:45 : Malnütrisyonun değişen yüzü (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Semra SÖKÜCÜ Konuşmacı: Prof. Dr. Özlem DURMAZ 12:30 - 12:45 : TARTIŞMA 12:45 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 24 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLİMSEL PROGRAM - 6 NİSAN 2016 / B SALONU 13:30 - 14:30 : PEDİATRİDE KISA GEZİNTİLER Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL, Prof. Dr. Hülya KAYSERİLİ, Doç. Dr. Nafiye URGANCI 13:30 - 13:45 : Biyotinidaz eksikliği: Taranıyor ama biliniyor mu? Konuşmacı: Prof. Dr. Mübeccel DEMİRKOL 13:45 - 14:00 : Tıbbı Genetikten Pediatriye: Mesajınız var Konuşmacı: Prof. Dr. Hülya KAYSERİLİ 14:00 - 14:15 : Perianal muayene: Tartışmalı konular Konuşmacı: Doç. Dr. Selim GÖKÇE 14:15 - 14:30 : ORTAK TARTIŞMA 14:30 - 15:00 : “Henüz çok erken değil mi?”: Erken puberte ve çevresel faktörlerin rolü (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Feyza DARENDELİLER Konuşmacı: Doç. Dr. Zeynep ATAY 14:50 - 15:00 : TARTIŞMA 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Çocuklarda hiperkalsiüri: Nasıl izlenmeli ? (KONFERANS) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Lale SEVER Konuşmacı: Prof. Dr. Ahmet NAYIR 15:50 - 16:00 : TARTIŞMA 16:00 - 16:30 : Akut otitis media: Otoskopun gözünden (İNTERAKTİF) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Emin ÜNÜVAR Konuşmacılar: Doç. Dr. İsmail YILDIZ; Doç. Dr. Serkan ORHAN 16:20 - 16:30 : TARTIŞMA 16:30 - 16:45 : KAPANIŞ 25 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul 17. PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ GÜNLERİ PROGRAMI 09:00 - 10:00 : Göç ve Getirdiği Sorunlar (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Suzan YILDIZ, Uzm. Hem. Neval GÖKTEPE Konuşmacılar Göçün biyo-psiko-sosyal boyutu: Yard. Doç. Dr. Melahat AKGÜN KOSTAK Göçle gelen bulaşıcı hastalıklar: Doç. Dr. Gülçin BOZKURT Olgu sunumu: Hem. Tülay YAKUT 10:00 - 10:30 : Subliminal İşgal (KONFERANS) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Sevil İNAL Konuşmacı: Dr. Sefer DARICI 10:30 - 11:00 : KAHVE ARASI 11:00- 12:00 : Kanıta Dayalı Uygulamalar (PANEL) Oturum Başkanları: Doç. Dr. Gülçin BOZKURT, Dr. Duygu Sönmez DÜZKAYA Konuşmacılar Periferal Girişli Santral Kateter (PICC- line) ve önlenmesi: Yard. Doç. Dr. Ayşe KARAKOÇ Ventilatörle İlişkili Pnömoni (VIP) ve bakımı: Yard. Doç. Dr. Gülzade UYSAL 12:00 - 12:30 : Çocukluk Çağı Taramaları (KONFERANS) Oturum Başkanı: Yard. Doç. Dr. Nuran AYDIN Konuşmacı: Yard. Doç. Dr. Birsen MUTLU 12:30 - 13:30 : ÖĞLE YEMEĞİ 13:30 - 14:30 : Hasta ve Çalışan Güvenliği (PANEL) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Lale BÜYÜKGÖNENÇ, Yard. Doç. Dr. Serap BALCI Konuşmacılar Tıbbi Hatalar: Yard. Doç. Dr. Suzan ÖZKAN Akılcı İlaç Kullanımı: Yard. Doç. Dr. Serap BALCI Çalışan Güvenliği: Prof. Dr. Lale BÜYÜKGÖNENÇ 14:30 - 15:00 : Pediatri Hemşireliğinde Yenilikçi Uygulamalar (KONFERANS) Oturum Başkanı: Doç. Dr. Gülümser DOLGUN Konuşmacı: Yard. Doç. Dr. Nuran AYDIN 26 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul 17. PEDİATRİ HEMŞİRELİĞİ GÜNLERİ PROGRAMI 15:00 - 15:30 : KAHVE ARASI 15:30 - 16:00 : Kritik Konjenital Kalp Hastalıklarının Pulse Oksimetri ile Taranmasında Hemşirenin Rolü (KONFERANS) Oturum Başkanları: Yard. Doç. Dr. Melahat AKGÜN KOSTAK Konuşmacı : Doç. Dr. Gülümser DOLGUN 16:00 - 16:30 : Anne Sütü ve Emzirme (KONFERANS) Oturum Başkanları: Yard. Doç. Dr. Ayşe KARAKOÇ, Uzm. Hem. Kadriye DOĞRU EVCİMEN Konuşmacı : Hem. Nevin YILDIZ 27 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul BİLDİRİ PROGRAMI SÖZEL BİLDİRİLER A SALONU Oturum Başkanları: Prof. Dr. Harika ALPAY - Doç. Dr. Serdar CANTEZ Bildiriler: S1-S10 B SALONU Oturum Başkanları: Doç. Dr. Nevin HATİPOĞLU - Doç. Dr. Tuğba ERENER ERCAN Bildiriler: S11-S21 POSTER BİLDİRİLER 4 Nisan 2016 Saat: 17:00-18:00 Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ayper SOMER - Prof. Dr. Zeynep TAMAY Prof. Dr. Ayşegül ÜNÜVAR - Prof. Dr. Nur AYDINLI Prof. Dr. Hülya KAYSERİLİ - Prof. Dr. Prof. Dr. Kemal NİŞLİ Prof. Dr. Aygün DİNDAR -Doç. Dr. Serap KARAMAN (P1-P11) (P12-P22) (P23-P34) (P35-P45) 5 Nisan 2016 Saat: 17:30-18:30 Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fatma OĞUZ - Doç. Dr.Deniz TUĞCU Prof. Dr. Ahmet NAYIR - Prof. Dr. Demet DEMİRKOL Prof. Dr. Burak TATLI - Prof. Dr. Suzan YILDIZ (P46-P57) (P58-P67) (P68-P79) 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ 28 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 11:45 -12:45 SUBAKUT SKLEROZAN PANENSEFALİT Prof. Dr. Banu Anlar Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı Kızamık enfeksiyonuyla ilişkili nörolojik sendromlar, primer kızamık ensefaliti, akut postenfeksiyöz ensefalit, kızamık inklüzyon cisimcik ensefaliti ve subakut sklerozan panensefalit (SSPE)dir. Bunlardan SSPE kronik ve engel yaratan bir durum olması, hastaların yıllarca bağımlı ve yatağa bağlı durumda yaşamalarının getirdiği maddi ve manevi yük nedeni ile kızamık enfeksiyonunun belki de en ağır sonucu sayılır (1). İnsidansı kızamık aşılama oranı ile ters orantılıdır. Kızamığı 5 yaş altında geçiren çocuklarda SSPE gelişme oranı yüksektir (beş yaş altında 100.000’de 18-58, beş yaş üstünde 1.1). Bir yaşından önce geçirenlerde ise SSPE gelişme olaslığı 16 kat daha fazla olup 100.000’de 360’a varmaktadır (2-4). Kızamığın küçük yaşta geçirilmesi ile ilişkilendirildiğinde, immün sistemin yetersizliği nedeni ile virusun organizmadan temizlenemeyip beyne yerleşmesi, latent halde kalmış olmasıyla açıklanmaktadır. SSPE, 1-10 yıllık bir latent dönemi takiben ortaya çıkar. Latent durumun sonlanarak persistan enfeksiyon haline gelmesinin nedeni bilinmemektedir: beyinde yaygın, ancak düşük dereceli inflamasyon, nöronal apoptozis, dejeneratif değişiklikler ve demiyelinizasyon oluşmaktadır. Nöron ve glia hücreleri enfekte olur; lenfosit infiltrasyonu ve antikor cevabına rağmen, virusun temizlenmesi mümkün olmaz. Enfeksiyöz virion oluşamaz, fakat viral genom replike olabilir, viral proteinler sentezlenebilir ve virüs aksonal yayılımla ya da hücre-hücre füzyonu ile başka nöron ve glial hücrelere geçebilir. Hücreden hücreye komşuluk ve füzyon yolu ile geçmesi, virusu antikorların etkisinden de uzak tutarak korur. Virus, başlangıçta belirli bir genetik özellik taşımayıp, hasta kızamık geçirdiği sırada endemik/epidemik olan sokak virüsüdür; ancak latent ya da persistan kaldığı dönem içinde mutasyona uğramakta ve zarf proteinleri: özellikle hemagglutinin (H), füzyon (F) ve matrix (M) proteinleri açısından defektif hale gelmektedir. Klinik belirtiler daha önce bir yakınması olmayan çocuk ya da genç erişkinde dengesizlik, zihinsel gerileme ve davranış değişiklikleri ile başlamakta ve çoğunlukla ilerleyici seyretmektedir. Miyoklonik atımlar, yürüme ve konuşma yeteneğinin birkaç hafta/ay içinde kaybedilmesi, yatağa bağlanma, koma ve birkaç yıl içinde ölümle sonuçlanmaktadır. Öykü derinleştirildiğinde sıklıkla erken yaşta kızamık enfeksiyonu geçirme öyküsü alınır. Tanı, beyin-omurilik sıvısı (BOS)/serum kızamık IgG titreleri oranının (kızamık IgG indeksi) yüksek oluşu ile konur. BOS’da hücre ve protein artışı beklenmez. Oligoklonal bandlar bulunur ve IgG indeksi yüksektir. EEG’de zemin aktivitesi yavaştır ve aralıklı, yüksek amplitüdlü yavaş dalgalar gösterir. Bazı olgularda rutin EEG normal olup, bu periyodik dalgalar ancak intravenöz diazepam enjeksiyonu ile yapılan EEG’de ortaya çıkarılabilir. Beyin MRG özellikle ilk aylarda normaldir, daha sonra parankimal sinyal değişiklikleri ve zaman geçtikçe atrofi gösterir (5). Her türlü ilerleyici ensefalopatide SSPE akla gelmelidir. Ayırıcı tanıda akut dissemine ensefalomiyelit, otoimmün ensefalit, epilepsi, Wilson hastalığı başta olmak üzere geniş bir grup hastalık düşünülmelidir. Kesin bir tedavisi bulunmamakla birlikte inosipleks, interferon alfa, interferon beta, IVIg kullanılabilmekte ve %30-35 oranında hastalığın ilerlemesini duraklatabilmektedir. Miyokloniler semptomatik tedavi olarak verilen karbamazepin’e cevap vermektedir. Fakat hastalık tablosu genellikle ilerlemekte ve buna bağlı olarak SSPE hastalarının sadece %5’i uzun süreli remisyonda kalırken, çoğunluğu 1-10 yıl içinde kaybedilmektedir. Buna karşılık, aşılamanın SSPE’yi etkin şekilde azalttığı Türkiye, Japonya, İsrail ve ABD’deki rakamlarla belgelenmektedir (6). Aşı ile korunulabilen bu tehlikeli kızamık komplikasyonunu, tüm çocuk ve toplum sağlığı çalışanlarının ve anne-babaların akılda tutması gereklidir. KAYNAKLAR 1.Anlar B, Yalaz K. Measles Virus Infection and Subacute Sclerosing Panencephalitis In Alan Jackson (ed). Viral Infections of the Human Nervous System, Birkhauser Springer Basel 2013, pp 2-32. 2.Schonberger K, Ludwig MS, Wildner M, Weissbrich B: Epidemiology of subacute sclerosing panencephalitis (SSPE) in Germany from 2003 to 2009: a risk estimation. PLoS ONE 2013, 8:e68909. 29 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 3.Campbell H, Andrews N, Brown KE, Miller E. Review of the effect of measles vaccination on the epidemiology of SSPE. Int. J. Epidemiol. 2007; 36: 1334-1348. 4.Zilber N, Kahana E. Environmental risk factors for subacute sclerosing panencephalitis Acta Neurologica Scandinavica 1998; 98:49–54. 5.Anlar B, Saatci I, Kose G, Yalaz K. MRI findings in subacute sclerosing panencephalitis. Neurology 1996; 47: 1278 –1283. 6.Gadoth N. Subacute Sclerosing Panencephalitis (SSPE) the Story of a Vanishing Disease. Brain Dev 2012; 34: 705-711. 30 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 11:45 -12:45 AŞILAR ve OTİZM Doç. Dr. Perran Boran Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Sosyal Pediatri BD Halk sağlığında aşılar, çiçek hastalığının eradike edilmesi ve çocukları aşıyla önlenebilir diğer bulaşıcı hastalıklardan koruması nedeniyle 20. Yüzyılın en büyük başarılardan biri olarak kabul edilmektedir. Aşılama ile dünyada yılda yaklaşık 2.5 milyon ölümün engellediği kabul edilmektedir. Aşı uygulamaları her tıbbi girişimde ön görüldüğü üzere birtakım istenmeyen yan etkilere sahiptir, ancak ciddi istenmeyen yan etkiler nadiren görülmektedir. Hastalıklara bağlı komplikasyonlar ise çok daha sık görülmekte ve iki risk karşılaştırıldığında aşıların koruyucu etkileri risklerin önüne geçmektedir. Konjenital Rubella Sendromu, Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB) dahil birçok komplikasyona yol açmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2001-2010 yılları arasında rubella aşılaması ile ortalama 16.600 Konjenital Rubella Sendromu olgusunun ve 1228 OSB olgusunun önlendiği bildirilmektedir. Son yıllarda ebeveynlerin çocukluk çağı aşıları otizm/otizm spektrum bozukluğunun olası ilişkisi konusunda kaygıları ortaya çıkmıştır. Aşı karşıtı görüşler aslen iki temele dayanmaktadır. Biri Kızamık Kızamıkçık Kabakulak (KKK) aşısı ile otizm ilişkisi diğeri ise geçmiş yıllarda Difteri-Tetanoz-Boğmaca (DTB), Hemophilus influenza tip B (Hib), hepatit B (Hep B ) aşılarının içerisinde koruyucu olarak kullanılan ve kullanımı azalmakla birlikte halen gelişmekte olan ülkelerde özellikle DTB’nin içerisinde ve tüm dünyada çoklu doz influenza aşılarında kullanılmaya devam edilen thiomerosal-otizm ilişkisidir. Otizm-KKK aşısı: KKK, otizm ilişkisi 1998 yılında Dr. Andrew Wakefield ve arkadaşları tarafından Lancet’de yayınlanan yazı ile ileri sürülmüş ancak vaka seçiminde taraflı davranıldığının, verilerin değerlendirilmesinin gerçeği yansıtmadığının tespit edilmesi ve yazarın çıkar çatışmasının gösterilmesi üzerine 2010 yılında yazı Lancet’in editörü Dr. Richard Horton tarafından geri çekilmiştir. Otizm-Thiomersal: Thimerosal, 1927 yılında geliştirilen kozmetik ve aşılar dahil ilaç endüstrisinde antiseptik ve antifungal özellikleri dolayısıyla koruyucu olarak kullanılan, ağırlığının yaklaşık %50’si civa olan organik civa bileşiğinin ticari adıdır. Metabolize edildiğinde etil civa ve thiosalisilat’a dönüşür. Civa’nın zararlı etkileri formuna (etil/metil), vücuda giriş yoluna, dozuna, kişinin yaşına bağlı olarak değişmektedir. İnsanların metil civa maruziyeti asıl olarak deniz ürünleri yoluyla olmaktadır. Metil civa bilinen bir nörotoksin olup, bu etkisi 1950’lerin sonunda Japonya’da Minimata Körfezine atılan endüstriyel atıklar içerisinde yer alan civanın kontamine ettiği balıkların yenmesiyle ortaya çıkmıştır. Irak’ta ise 1970’lerde metil civa içeren böcek ilacı kullanılan tahılların ekmek yapılmasıyla metil civa zehirlenmesi görülmüştür. Bu epidemiler sırasında fetusun erişkinlere göre bu zehirlenmeye daha duyarlı olduğu ortaya çıkmış, gebelik sırasında maruz kalan annelerin bebeklerinde serebral palsiye benzer bir durum gelişmiştir. Aşıların içinde bulunan etil civanın ise, civa bileşiklerinin zararlı etkilerinin araştırıldığı metil civadan farklı olduğu ve daha az nörotoksik olup, vücuttan daha hızlı atıldığı bildirilmektedir. Temmuz 1999’da, yaşamın ilk 6 ayında thimerosal içeren aşı uygulanan çocuklarda civa maruziyetinin ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından önerilen güvenilir limitin üstüne çıktığının gösterilmesi nedeniyle, koruyucu önlem olarak Amerikan Halk Sağlığı Hizmetleri ve Amerikan Pediatri Akademisi (AAP) mümkün olan en kısa sürede aşıların içerisinden Thiomersal’in çıkarılmasını önermiştir. 31 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU Thiomersal’in aşılarda koruyucu olarak kullanımına ilişkin karşıt görüşleri içeren çalışmaların birçoğunda bir genetikçi olan Mark Geier ve aile hekimi olan oğlu David Geier dikkat çekmektedir. OSD’de, azalmış glutathione kapasitesine bağlı detoksifikasyon kapasitesinde yetersizlik olduğu ve bu durumun civa’nın toksik etkilerine duyarlılık yaratacağı ileri sürülmektedir. Geier ve arkadaşları thiomersal içeren ve içermeyen aşı uygulanmış çocukları OSB açısından değerlendirdikleri çalışmada OSD riskinin thiomersal içeren aşı uygulanan çocuklarda arttığını ileri sürmüştür. İki kısımda gerçekleştirilen çalışmada 1998-2000 yılları arasında thiomerosal içeren ve içermeyen DTaP aşıları ile aşı yan etkisi bildirilen bilgi sisteminde ki OSB tanı ilişkisi araştırılmış, ikinci kısımda ise 1991-1999 yılları arasında doğan ve OSD tanısı alan çocuklarda yaşamın ilk 6 ayında thimerosal içeren hepatit B aşısına bağlı civa maruziyeti ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmanın ilk kısmında thiomerosal içeren aşı olan çocuklarda OSD insidansı yüksek çıkarken, ikinci kısımda OSD tanısı alan çocukların yaşamın birinci, ikinci ve altıncı aylarında civa içeren hep B aşısında daha fazla maruz kaldıkları saptanmıştır. Gallagher ve Goodman ise çalışmalarında yaşamın ilk 1 ayında thiomerosal içeren hep B aşısı ile aşılanan erkek çocukların otizm tanısı alma riskinin aşılanmayan ya da bir aydan sonra aşılanan çocuklarda daha yüksek olduğunu ileri sürmüştür. Young ve ark çalışmasında, 1990-1996 yılları arasında doğan 278.624 olguda 0-7 ay ve 0-13 ay arası aşılardaki civanın kümülatif maruziyeti ile OSD tanı prevelansı ilişkisi araştırılmış, doza bağlı artmış OSD riski saptanmıştır. Bu çalışmalar metodolojik eksiklikleri dolayısıyla eleştirilmiştir. Epidemiyolojik kohort çalışmalarına bakıldığında ise otizmle thiomerosal içeren aşılar arasında bir ilişkinin saptanmadığı ileri sürülmektedir. Andrew ve arkadaşlarının İngiltere’den yaptıkları retrospektif kohort çalışmasında, 1988-1997 yılları arasında doğan yaklaşık 109 bin olguda DTP aşılarına bağlı thiomersal maruziyeti ile otizm ilişkisi incelenmiş ve gösterilmemiştir. Hviid ve arkadaşlarının Danimarka’dan yaptıkları kohort çalışmalarında 1990-1996 yılları arasında doğan çocuklar thiomerosal içeren ve içermeyen aşı uygulamasına göre karşılaştırışmış, otizm riski açısından anlamlı bir fark saptanmamış, araştırıcılar çalışma sonuçlarının thiomersal içeren çocukluk çağı aşılarıyla otistik spektrum bozukluğu gelişimi açısından nedene yönelik bir ilişkiyi desteklemediğini bildirmiştir. Pichichero ve arkadaşlarının çalışmalarında 2-6 ay arası çocuklarda thiomerosal içeren aşı uygulanan süt çocuklarında civa seviyelerinin güvenilir sınırların üzerine çıkmadığı saptanmış, etil civanın vücuttan atılımının gayta yoluyla olduğu ve yarılanma ömrünün 4 ile 10 gün arasında olduğu gösterilmiştir. Price ve arkadaşlarının gözlemsel çalışmalarında ise benzer etil civa miktarına maruz kalmış 256 Otistik Spektrum Bozukluğu olan çocuk, kontrol grubundaki 752 çocuk ile karşılaştırılmış, prenatal dönemde ya da yaşamın ilk 1 ayında etil civaya maruz kalmak OSB ile ilişkili saptanmamıştır. Aşılardaki thimerosal içeriğinin giderek azalmasına karşın otizm tanısının giderek artış göstermesi de thiomerosalin otizme yol açtığı iddialarını zayıflatmaktadır. AAP, 2002 yılında thimerosal ve nörogelişimsel bozukluklar konusunda yapılan çalışmaların ilişkiyi desteklememesi üzerine bu kanıtların 1999’da bilinmesi halinde thimerosal’in aşı içeriğinden çıkarılması önerisinin yapılmamış olacağı konusunda görüş bildirmiştir. DSÖ, Küresel Aşı Güvenliği Öneri Komitesi (GACVS) 2012’de tüm çalışmaları değerlendirerek, thiomersalin güvenliği konusunda ki kanıtların yeterli olduğuna, nörogelişimsel sorunlarla ilişkisine dair yapılan 3 ekolojik çalışmanın ciddi metodolojik eksiklikler içerdiğine ve thiomersalin güvenilirliği konusunda daha fazla kanıta ihtiyaç olmadığına dair görüş bildirmiştir. Aynı toplantıda thiomersal’in dünyada milyonlarca insanın hayat kurtarıcı aşılara ulaşabilmesini sağladığı, bir çok aşı için daha güvenilir ve eşit derecede etkin alternatif bir koruyucunun olmadığını belirtmişlerdir. Kaynakları kısıtlı ülkelerde Thimersal aşı koruyucusu olarak önemini sürdürmektedir. Çoklu doz kullanılabilen aşılar aşı maliyetini önemli ölçüde azaltmaktadır. 32 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU Aşılanmamış kişilerde gelişen hastalıklara bağlı ciddi komplikasyon riski, aşı içeriğine bağlı gelişebilecek olası olumsuz etki riskinden çok daha fazladır. Ülkemizde ulusal aşı takviminde yer alan çocukluk çağı aşıları thiomersal içermemektedir. Aşılama programlarının doğal seyrine bakıldığında aşılama öncesi dönemde bulaşıcı, tedavisi zor olan hastalıklara bağlı ölenlerin ya da komplikasyonlarla hayatta kalan olguların görülmesi, aşıların geniş kitleler tarafından istekle kabulüne yol açmaktadır. Aşılamanın başarıya ulaşmasıyla hastalığa bağlı ölümler azalmakta ve hastalık tehdidi unutulup, aşıya bağlı gerçek ya da hayali yan etkilere odaklanılmaktadır. Aşılama oranlarının düşmesi ise toplumsal bağışıklamanın azalıp aşıyla önlenebilir hastalıkların, kızamık ve boğmaca örneklerinde olduğu gibi salgınlar halinde tekrar görülmesiyle sonuçlanmaktadır. Hekimler, aşı güvenliği konusunda ebeveynlerin kaygılarını bilimsel kanıtlar sunarak gidermeli ve toplumda aşılama oranlarının iyileştirilmesi için çalışmalıdır. Kaynaklar: 1. Berger BE, Navar-Boggan AM, Omer SB. Congenital rubella syndrome and autism spectrum disorder prevented by rubella vaccination-United States, 2001-2010. BMC Public Health 2011, 11:340. 2. Pichichero ME, Cernichiari E, Lopreiato J, Treanor J. Mercury concentrations and metabolism in infants receiving vaccines containing thiomersal: a descriptive study. Lancet 2002; 360(9347): 1737-1741. 3. Heron J, Golding J, ALSPAC Study Team. Thimerosal exposure in infants and developmental disorders: A prospective cohort study in the United Kingdom does not support a causal association. Pediatrics 2004; 1114(3): 577-583. 4. Andrews N, Miller E, Grant A, et al. Thimerosal exposure in infants and developmental disorders: a retrospective cohort study in the United Kingdom does not support a causal association. Pediatrics 2004; 114:584- 591. 5. Hviid A, Stellfeld M, Wohlfahrt J, et al. Association between thimerosal-containing vaccine and autism. JAMA 2003; 290:1763-1766. 6. Price Chs, Thompson WW, Goodson B, et al. Prenatal and infant exposure to thimerosal from vaccines and immunoglobulins and the risk of autism. Pediatrics 2010; 126(4): 656-664. 7. Geier DA, Hooker BS, Kern JK, King PG, Sykes LK, Geier MR. A two phase study evaluating the relationship between thiomerosal containing vaccine administration and the risk for an autism spectrum disorder diagnosis in the United States. Translational Neurodegeneration 2013; 2: 25. 8. Kern JK, Haley BE, Geier DA, Sykes LK, King PG, Geier MR. Thimerosal exposure and the role of sulfation chemistry and thiol availability in autism. Int J Environ Res Public Health 2013; 10(8): 3771-3800. 9. Thiomersal in vaccines. WHO weekly epidemiological record, 2012; 30:281-282. http://www.who.int/ vaccine_safety/committee/topics/thiomersal/Jun_2012/en/, erişim 08.03.2016. 10. Pegorie M, Shankar K, Welfare WS, Wilson RW, Khiroya C, Munslow G, Fiefield D, Bothra V, McCann R. Measles outbreak in Greater Manchester, England, October 2012 to September 2013: epidemiology and control. Euro Surveill 2014;19(49):pii=20982. Available online: http://www. eurosurveillance.org/ViewArticle. aspx?ArticleId=20982 11. Atwell JE, Salmon DA. Pertussis resurgence and vaccine uptake: implications for reducing vaccine hesitancy. Pediatrics 2014; 134 (3): 602-604. 33 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 14:30-15:00 YENİ BİR VİRUS TEHDİTİ: ZİKA VİRUS Prof. Dr. Ayper SOMER İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Zikavirus (ZIKV) Sarı Humma, Dengue, Batı Nil ve Japon ensefalitine de neden olan flavivirus ailesinden bir virusdur. 2007 yılında ZIKV Pasifik Okyanusunda yer alan bir adada döküntü, artralji ve konjunktivitle seyreden orta şiddette bir hastalık epidemisi sırasında ilk kez Asya ve Afrika dışında izole edilmiştir. Aslında ilk kez Afrika kıtasında 1947’de Rhesus maymunlarındaki ateşli bir hastalık sırasında saptanmıştır. Daha sonra 1968 ve 1971-1975 yılları arasında yapılan çalışmalarda Nijerya’da test edilen insanların %40’ında ZIKV’a karşı gelişmiş nötralizan antikorlar saptanmıştır. Afrika kıtasında ateş, eklem ağrıları ve başağrısı ile seyreden bir enfeksiyona neden olduğu bildirilmiştir. ZIKV Aegyptus türü sivrisinekler aracılığı ile bulaşmaktadır. Başlıca bulguları hafif başağrısı ile başlayan ve ertesi gün yüz, boyun, gövde ve üst ekstremiteleri kaplayan el ayalarına da yayılan makülopapüler döküntüdür. Geçici ateşi halsizlik ve sırt ağrısı da görülebilir. İkinci günden itibaren ateş düşer, döküntü solar ve hasta kendini daha iyi hisseder. Üçüncü gün ise hastada sadece solmakta olan ve 2 günde kaybolacak döküntü vardır. ZIKV sadece ateşli dönemde alınan serum örneklerinde izole edilebilmektedir. Tanı polimeraz zincir reaksiyonu testleri ve seroloji ile konmaktadır. Afrika kıtasında çok yaygın olan ve hafif bir hastalık tablosuna neden olan ZIKV’un önem kazanması ise 2014 yılında olmuştur. Virus Brezilya’da gösterilmiş, daha sonra 2016 yılında yayınlanan bir makale ile gebelikte enfeksiyonun mikrosefaliye neden olduğunun bildirilmesi ile dikkat çekmiştir. Amniyotik sıvıda saptanan ZIKV’nin intrauterin yaşamda agresif seyir göstererek mikrosefali ve göz anomalilerine neden olduğu ileri sürülmüştür. Mayıs 2015 Brezilya salgını sonrası bu konuda yayınlar artmıştır. Ancak henüz mikrosefali gelişimi ile ZIKV enfeksiyonu arasındaki ilişki kesin kanıtlanmamıştır. Bununla birlikte Dünya Sağlık Örgütü riskli bölgelere seyahat eden gebelere dönüşten sonraki 2-12 hafta içinde semptom olsun olmasın ZIKV için serolojik test yapılmasını önermektedir. Riskli bölgelerde yaşayan gebelere ise gebelik öncesi ve gebeliğin 5.ayında seroloji bakılması tavsiye edilmektedir. Brezilya’da 2014 yılında 150 mikrosefali doğum rapor edilmişken Ekim 2015 tarihinden bu yana 3893 yeni vaka tanımlanmıştır. Kolombiya Sağlık Bakanlığı ise durum kesinleşene kadar kadınlara hamile kalmalarını erteleme önerisinde bulunmaktadır. ZIKV’un neden olduğu hastalığın tedavisi yoktur. Yatak istirahati ve bol sıvı alımı önerilmektedir. Aşısı bulunmamaktadır ve aşı için belirlenen muhtemel süre 10 yıldır. Korunmada sivrisinek savar ilaçlar önerilmektedir. 34 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 16:00 - 16:30 ÇOCUK HEKİMLERİ İÇİN ORTODONTİ (Konferans) Doç. Dr. Evren Öztaş Ülkemizde ortodonti hastalarının sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Özellikle büyüme ve gelişim çağında, iskeletsel anomalisi olan birçok ortodonti hastası doğru zamanda tedavi hizmetlerine ulaşamamakta ve bu hastalarda ideal tedavi sonuçları elde etmek mümkün olmamaktadır. Pediatrik hastaların yaş aralığı ortodontik tedavi uygulanan hastaların yaş aralığı ile örtüşmekte olup, pediatri uzmanlarının bebek, çocuk ve ergen hastaların klinik muayenelerini yaparken ortodontik bozukluklar açısında da bu hastaları doğru zamanda ortodonti uzmanlarına yönlendirmeleri bu açıdan önem arz etmektedir. Bu sunuda bebeklikten itibaren çocuk ve ergenlerde rastlanılan ortodontik problemler, bunların teşhis ve tanısı ile preventif, interseptif ve genel ortodontik tedavi yaklaşımları değerlendirilerek, pediatri uzmanlarının bu konuda gerekli klinik bilgilere ulaşmaları hedeflenmiştir. 35 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU 16:30 - 17:00 EYVAH, ÇOCUĞUMUN BURNU KANIYOR! Doç. Dr. Serap Karaman İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Burun kanamaları, çocuklarda sıkça rastlanan bir problem olup, hem çocuk hem de KBB hekimlerini ilgilendirir. KBB acillerinin ilk sırasını oluşturmaktadır. Damla damla, sızıntı şeklinde basit bir kanamadan, hayatı tehdit edecek kadar ciddi, bol ve uzun kanamalara kadar değişik şiddette geniş bir yelpaze içinde görülür. Burun kanaması bir hastalık değil semptomdur. Bir yandan kanamayı durdurmaya yönelik tedavi yapılırken, diğer yandan da nedene yönelik inceleme yapılmalıdır. Kanamalar, burnun ön ya da arka bölgesinden kaynaklanabilir. Çocuklardaki kanamaların çoğu, burun septumunun ön tarafında bulunan Little bölgesindeki Kiesselbach damar ağının, mukozal tahriş sonucu bütünlüğünün bozulması ve üst solunum yolu enfeksiyonu sonucu oluşur. Burnun arka bölümünden olan kanamalar ise, ileri yaşlarda daha sık görülür. Travma, inflamasyon ve infeksiyon, operasyon, yabancı cisim ve tümörler gibi lokal nedenlere bağlı olabileceği gibi vasküler bozukluklar (Hipertansiyon, vaskülit,..), ilaçlar (aspirin, kumadin,..) ve kanama-pıhtılaşma bozukluğuna bağlı sistemik nedenlere bağlı olabilir. Çocukluk çağında daha çok iki yaşından itibaren görülür. Süt çocuklarında burun kanaması 1/10.000 gibi oldukça seyrektir ve kanama diyatezi veya maligniteler daha ön planda düşünülmelidir. Burun kanaması yapan nedenler Tablo I’de özetlenmiştir. Burun kanaması ile getirilen bir çocukta öykü çok önemlidir. Sık rastlanan bir sebep olduğundan burun karıştırma alışkanlığının olup olmadığı iyi sorgulanmalıdır. Kanama ile birlikte tek taraflı pürülan akıntı ve pis koku varlığı yabancı cisim olasılığını akla getirmelidir. Kanama diatezi ya da sistemik hastalıklarda daha çok iki taraflı kanama gözlenir. Burun kanaması ile acile gelen bir çocukta öncelikle vital bulgular değerlendirilmeli ve nazal mukozanın durumu, krutlanma ya da prülan akıntı, deviasyon gibi anatomik bozukluklar ve yabancı cisim açısından KBB hekimine konsülte edilmelidir. Çocuklarda gözlenen burun kanamalarının % 10’u kanama diatezi ile ilgilidir. Öyküde, daha önce hastanın kendisinde ve ailesinde kanama olup olmadığı, travma ya da cerrahi girişim geçirip geçirmediği, eşlik eden başka sistemik hastalığının (Karaciğer, böbrek, akciğer,..) olup olmadığı ve alışkanlıkları sorgulanmalıdır. Pozitif aile öyküsü destekleyici bir bulgudur. ancak negatif öykü kalıtsal kanama diatezini ekarte ettirmez. Ailede kanama diyatezi ifade edilmeyen ve burun kanaması olan çocukların % 20’sinde doğumsal bir kanama nedeni saptanmıştır. Böyle hastalarda burun kanaması dışında kolay morarma, başka bölgelerde de tekrarlayan kanamalar görülebilir. Tam kan sayımı ve parmak ucundan yapılan periferik yayma, ilk tanısal testlerdendir. Koagülopatiden şüpheleniliyorsa protrombin zamanı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı ve kanama zamanı bakılmalıdır. Kanama diyatezi nedenlerinin başında von Willebrand Hastalığı (vWH) ve doğumsal trombosit fonksiyon bozuklukları gelir. Hemofilide genellikle eklem içi kanamalar, diş çekimi ya da sünnet gibi uygulamalar sonrası geç durdurulamayan kanamalar görülür ve burun kanaması gibi mukozal kanamalar daha nadirdir. vWH, toplumda en sık rastlanan kanama bozukluğu olup, sıklıkla mukozal kanamalar da gözlenir. Hafif ve orta formlarında koagülasyon testleri bozulmazken, ağır olgularada PTT uzar. Edinsel (İlaç kullanımı, karaciğer ve böbrek hastalıkları gibi sistemik hastalıklar,…) ya da kalıtsal (Glanzmann trombastenisi, Bernard Solier Sendromu,..) olarak gözlenen trombosit fonksiyon bozukluklarında da mukozal kanamalar ön planda görülür. Bernard –Soulier Sendromu, periferik kan yaymasında dev trombositler ve periferik kanda trombositopeni ile karakterizedir. Trombositlerin yüzeylerindeki glukoprotein Ib-IX-V (GPIb-IX-V) kompleksindeki bozukluk ya da eksiklik olduğundan subendotelyal dokudaki vWF’ye yapışamazlar. Glanzmann trombosit sayıları normal olup, GPIIb-IIIa kompleksindeki eksiklik ya da bozukluktan dolayı trombositler agregasyon yapamaz. Her iki hast36 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU alıkta da, daha küçük yaşlardan itibaren kanamalar gözlenir. Onun dışında trombositlern içindeki granüllere bağlı hastalıklar, sekresyon bozuklukları, gri trombosit sendromu da görülebilen diğer trombastenilerdendir. Tedavi: Hastanın öncelikle vital bulguları değerlendirilmeli, aşırı kanama nedeniyle hemodinamisi bozulan hastalar monitorize edilerek destek tedavisine hemen başlanmalıdır. Çok nadir de olsa hemodinamiyi bozacak ve eritrosit süspansiyonu transfüzyonu gerektirecek kadar kanama varsa, eritrosit transfüzyonu yapılmalıdır. Şiddetli kanaması olmayan hastalarda, altta yatan bir neden biliniyorsa, nedene yönelik tedavi yapılmalıdır. Tablo 1’de gösterilen kanama diatezi olduğu bilinen hastada, tedavi seçenekleri de hastalığa göre değişir. Burun kanaması mukozal bir kanamadır ve mukozal kanamalar, daha çok primer hemostaz bozukluklarında gözlenir. Örneğin hastada İTP’ye bağlı burun kanaması varsa, buna yönelik medikal tedavi (Kortikosteroidler, inrtavenöz immunglobulin,..) başlanmalıdır. Durdurulamayan ve hayatı tehdit edici kanaması olmadıkça trombosit verilmesi önerilmez. Antifibrinolitik bir ilaç olan traneksamik asit, burun kanamalı olgularda iyi bir seçenektir. Ancak pıhtı oluşumunu artırıp, böbrek yetmezliğine neden olabileceğinden hematüride kullanılmamalıdır. Hemofilik hastalarda mukozal kanamadan ziyade eklem kanamaları, derin doku kanamaları daha ön plandadır. vWH olgularında ise, vWF primer hemostazda da rol oynadığından uzun süren adet kanaması, burun kanaması gibi mukozal kanamalar görülebilir. Böyle bir durumda eksik olan faktör tedavisi yerine konarak kanama kontrol altına alınabilir. Hastada doğuştan trombosit fonksiyon bozukluğu varsa, burun kanaması önce lokal sebeperle kontrol altına alınmaya çalışılır. Antifibrinolitik ilaçlar kullanılır, ciddi kanama durumunda ise, trombosit süspansiyonu önerilir. Ancak bunun da refrakterlik oluşturabileceği unutulmamalı ve trombosit süspansiyonu, hayatı tehdit edici kanamalara saklanmalıdır. Lösemi, çocukluk çağının en sık görülen malignitesi olup, pansitopeni, bisitopeni, hiperlökositoz ya da izole trombositopeni ve buna bağlı burun kanaması ile başvurabilir. Öykü ve fizik muayenede halsizlik, kilo kaybı, bacak ağrısı ve yürüyememe, ateş, karın şişliği, lenf bezlerinde büyüme gibi maligniteyi düşündüren bulgular sorgulanmalıdır. Böyle bir durumda trombosit desteği ile kanama kontrol altına alınabilir. Aplastik anemili olgularda da trombositopeni olabilir. Böyle hastalarda hepatosplenomegali, lenfadenomegali, bacak ağrısı gibi bulgular gözlenmez. Karaciğer ve böbrek hastalıklarında da hem trombosit fonksiyonları bozulduğundan, hem de bazı faktörlerin yapım yeri karaciğer olduğundan, kanama gözlenebilir. Altta yatan hastalığın tedavisi, K vitamini tedavisi ve destek tedavilerle kanama kontrol altına alınabilir. Hipertansiyon erişkinlerde sık görülen bir durum olmasına rağmen, burun kanaması ile gelen bir çocukta tansiyon muhakkak ölçülmeli, yüksek ise neden araştırılmalı ve nefroloji konsültasyonu istenmelidir. Lokal nedenlere bağlı durumlarda, özellikle Little alanından kaynaklanan kanamalar, KBB hekimleri tarafından değerlendirilir. İnfeksyon valığında antibiotik tedavisi, mukoza kuru ve krutlu ise nemlendirici ve eptelizan merhemler (Rhinopanthein pomad, nazalnem pomad,..) önerilir. Bunların dışında kanamayı durdurmaya yönelik olarak hasta oturtulup baş fleksiyona getirilir, Little bölgesine denk gelecek şekilde, 5 dakika kompres uygulanır. Devam eden kanamalarda koterizasyon uygulanabilir (Kimyasal koterizasyon; gümüş nitrat veya elektrokoterizasyon). Gümüş nitratla koterizasyon kolay bir yöntem olup, her durumda uygulanabilirken, elketrokoterizasyon ağrılı olduğundan anestezi (lokal/genel) gerektirir. İnatçı kanamalar, tampon gerektirebilir (Anterior/posterior tampon). Kanamaların % 80’den fazlası, anterior kökenli kanama olduğundan, anterior tamponla kolaylıkla kontrol altına alınabilir. Anterior tampon, non absorbabl (vazelin-antibiotikli pomad, emdirilmiş gazlı bez-Merocel) veya absorbabl (Spongostan) olabilir. Absobabl olanlarda tamponu almaya gerek yoktur. Non absorbabl olanlarda ise tampon 24-72 saat bekletilebilir ve proflaktik antibiotik tedavisi verilir. Özellikle posterior kanamalarda, kanama durmuyorsa, anteror tamponla birlikte posterior tampon da uygulanır. Tampona rağmen sebat eden kanamalarda arter ligasyonu için cerrahi girişim uygulanır. Veya embolizasyon için radyoloji bölümünden konsültasyon istenir. Sonuç olarak burun kanaması çocuk hekimliği pratiğinde sıkça rastlanan bir durumdur. İyi bir öykü ve ay37 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 A SALONU rıntılı fizik muayene, neden yönelik yapılacak araştırmalar içinde altın standarttır. Nedeni biliniyorsa, sadece nedene yönelik tedavi, kanamayı kontrol altına almada yeterli olabilir. Lokal ve sistemik nedenler dikkatlice gözden geçirilmeli, kanama diatezinin olup olmadığı araştırılmalıdır. Hasta bir bütün olarak değerlendirilmeli, açıklanamayan kanamalarda nadir de olsa çocuk istismarı olasılığı akılda tutulmalıdır. Tablo 1. Burun kanamasının nedenleri Lokal Sebepler • Travma • İnflamasyon, infeksiyon • Malignite • Septal Deformiteler ve Perforasyon • Yabancı Cisim • Damarsal Problemler Sistemik Sebepler I) Kanama Diatezleri 1) Primer Hemostaz bozuklukları a) Edinsel/Kalıtsal damar hastalıkları (Kalıtsal hemorajik telenjiektazi, bağ dokusu hastalıkları, vaskülitler, skorbüt) b) Trombositopeniler * Yetersiz trombosit üretimi (Aplastik anemi,lösemiler, MDS, konjenital amegakaryositik trombositopeni..) * Tüketim artışı (İmmun trombositopenik purpura (İTP), Hemolitik üremik sendrom (HÜS), Trombotik trombositopenik purpur (TTP), Yaygın damar içi pıhtılaşması (YDİP), sepsis * Dalakta göllenme c) Trombosit fonksiyon bozuklukları * Konjenital nedenler (Bernard-Solier Sendromu, Glanzmann Hastalığı, Gri trombosit sendromu, depo havuz hastalığı, granülasyon ve sekresyon defektleri,..) * Edinsel nedenler (İlaçlar, karaciğer hastalıkları, üremi,..) 2) Sekonder hemostaz bozuklukları a) Pıhtılaşma faktörlerindeki eksiklikler * Kalıtsal pıhtılaşma bozuklukları (Hemofili A, B ve diğer faktör eksiklikleri, vWH,..) * Edinsel pıhtılaşma bozuklukları ( K vitamini eksikliği, karaciğer hastalığı, YDİP, antikoagülan kullanımı) b) Pıhtılaşma faktörlerine karşı inhibitör gelişimi (Edinsel hemofili) II) Çocuk istismarı III) İdiopatik 38 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU 11:00 - 11:45 ERGENLERDE YEME BOZUKLUKLARI Prof. Dr. Başak YÜCEL İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Yeme bozuklukları Programı Ergenlik çeşitli yönden duyarlılıkların arttığı bir dönemdir. Biyolojik, ruhsal ve sosyal değişimler aynı zamana denk gelmektedir. Ergenliğe giren genç artık çocuk bedenine sahip değildir, ama henüz kim olduğunu da bilememektedir. Yeme bozuklukları genellikle, bir çok değişimin bir arada olduğu bu yaşam dönemecinde patlak verir. Ergenin kötü beslenme ve açlığa yanıtı erişkinlerden farklıdır ve kalıcı sonuçlar ortaya çıkabilir. Büyüme, gelişme ve ruhsal işlevler etkilenebilir. Üstelik ergenlikte başlayan yeme bozuklukları, ileri yaşlardaki diğer ruhsal bozuklukların habercisi olabilirler. Ergenlerde görülen yeme bozukluklarının en bilineni olan anoreksiya nervoza (AN) genellikle ergenlik döneminde başlayan ve psikiyatrik hastalıklar arasında en yüksek mortalite oranına sahip ciddi bir durumdur. Ergenlik döneminde başlayan AN’de iyileşme oranları, daha ileri yaşlarda görülenlere oranla yüksektir. Ancak gençlerin pek çoğunun erişkinlik dönemlerinde farklı psikiyatrik tanılarının varlığı dikkat çekicidir. Bulimiya Nervoza (BN)’nın görüldüğü ortalama yaş ergenliğin sonları ya da erişkinliğin başları gibi gözükse de bu bozuklukların etyolojik kökenleri çok daha öncesine, çocukluk dönemi ve ergenliğin başlarına dayanmaktadır. AN’de daha belirgin olmak üzere her iki yeme bozukluğunun tedavisi de zaman alıcıdır; Birden fazla disiplinin işbirliği içinde çalışmasını gerektirir. Bu nedenle multidisipliner bir yaklaşım gereklidir. Yeme bozuklukları tedavisinde psikoterapi uygulamalarının vazgeçilmez olduğu, özellikle ergenler için ailelerin tedaviye katılımlarının gerekliliği hatırlanmalıdır. Yeme bozukluklarının atipik biçimleri de dahil olmak üzere tümü, ne denli erken tanınır ve erken evrede müdahale edilirse tedavi yanıtı açısından avantaj sağlanacaktır. Erken evrede psikiyatriste yönlendirme, bu avantajın hayata geçirilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle psikiyatri dışındaki sağlık çalışanlarına bu konuda önemli sorumluluklar düşmektedir. Kaynaklar: 1- Espie E, Eisler I.Focus on anorexia nervosa: modern psychological treatment and guidelines for the adolescent patient. Adolescent Health, Medicine and Therapeutics, 6 9–16, 2015 2 - Treasure J, Russell G. The case for early intervention in anorexia ner¬vosa: theoretical exploration of maintaining factors. Br J Psychiatry. 2011;199(1):5–7. 3- Yager J et al. Practice guideline for the treatment of patients with ED. 3rd edition. American Psychiatric Association Publishing, 2006 39 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU 11:00 - 11:45 ERGEN BESLENMESİ ve YEME BOZUKLUKLARI PANELİ Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı ERGEN BESLENMESİ Ergenlik dönemi 10-19 yaş arası erişkinliğe geçişin gerçekleştiği dönemdir. Ergenler dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturur. Sağlıklı ve üretken erişkinler olabilmeleri açısından bu dönemde beslenmenin önemi büyüktür. Besin gereksinimlerini etkileyen faktörler. Ergenler hızlı değişim gösteren biyolojik yapıya sahiptir. Büyüme atağı olarak da adlandırılan hızlı fiziksel gelişimle birlikte, psikososyal, cinsel ve kognitif olgunlaşma gerçekleşir. Boy, kas ve iskelet kitlesinde %20 artışla birlikte organ ve salgı bezlerinde büyüme, vücut ağırlığında belirgin artış olur. Vücut bileşimi açısından prepubertal dönemde erkek ve kızlar arasında belirgin bir fark yoktur. Pubertal dönemde kızlarda yağ oranı %15’ten %27’ye artarken, erkeklerde bu artış %15’ten %16’ya hafif bir artıştır. Erkeklerde kas kitlesinde artış ise kızların iki katı kadardır. Ergende besin gereksinimleri kronolojik yaştan çok cinsiyete ve biyolojik olgunlaşmaya göre bireysel farklılık gösterir. Büyüme atağı adölesan dönemdeki hızlı büyüme dönemi olup, kızlarda 10 yaşta erkekler 12 yaşta, kızlarda erkeklerden yaklaşık 2 yıl önce başlar. Sonlanma kızlarda 17-18 yaşta, erkeklerde 20 yaştadır. Kızlar menarştan sonra 5,1-7,6 cm’den fazla uzamaz. Ağırlık artışı atağı kızlarda boy doruğundan sonra, menarştan hemen önce iken, erkeklerde boy uzaması atağı ile aynı zamanda gerçekleşir. Bu dönemde büyüme potansiyelinin tam olarak kazanılabilmesi için sağlıklı beslenme çok önemlidir. Tartı ve boyu daha fazla olanlarda puberte daha erken yaşta olur. Bu dönemde enerji kısıtlamasına duyarlılık fazladır. Yetersiz beslenme, anabolizmanın arttığı hızlı büyüme döneminde büyümede yavaşlama, duraklama ve cinsel gelişmede gecikmeye neden olabilir. Besin gereksinimlerinin hesabı. Ergenlik dönemindeki çocukların protein ve enerji gereksinimleri hesaplanırken, referans boya göre boy farkı değerlendirilip, farkla orantılı protein ve enerji artışı veya azaltması yapılır. Bireysel gereksinim hesaplanırken “Besi öğesi (RDA)/referans boy (cm)” formülünden yararlanılır. Örneğin, erkeklerde 11-14 yaşta protein RDA değeri 45 g/gün, referans boy 157 cm, protein gereksinimi 0.29g/cm’dir. Diyet planlanırken bu yaş grubundaki çocuğun boy uzunluğu belirtilen referans değerden farklılık gösteriyorsa, o yaş grubunda önerilen besi öğesi miktarı referans boya bölünerek boy uzunluğunun her cm’i için gerekli miktar belirlenir ve çocuğun güncel boyu ile çarpılarak gerekli besi öğesi miktarı bulunur. Örnek: 135 cm erkek çocuk günlük protein gereksinimi 39 g gibi. (Tablo 1) Ergen beslenmesinde sorunlar. Günümüzde ergen beslenmesinde başlıca sorunlar aşırı tartı, yetersiz demir, kalsiyum, çinko, magnezyum, folik asit, A, D, E, B6 vitaminleri, sebze, meyve, tam tahıllar ve lif alımı ile diyette kronik hastalık risk faktörleridir. Aşırı tartı ve obezite. Günümüzde ergenlerde obezite beslenme ile ilişkili önemli sağlık sorunlarından biridir. Gelişmekte olan ülkelerde ergenlerde obezite oranı artarken, gelişmiş ülkelerde plato yapmaktadır. 13 yaş tartısı erişkinde obezite ile ilişkilidir. Zayıf çocuk obez erişkin olursa kronik hastalık riski daha fazladır. Obez çocukların %60’ı en az 1 diğer kronik hastalık risk faktörü, %20’si 2 veya daha fazla risk faktörü taşıdığı bilinmektedir. Anemi. 10 yaştan önce ortalama 10 mg/gün olan demir gereksinimi 10 yaştan sonra erkeklerde 12 mg/gün, 40 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU kızlarda 15 mg/güne artar. Bu gereksinimin karşılanmaması demir eksikliği veya anemiye neden olur. Kalsiyum alımı. 10 yaşına kadar yaklaşık 800 mg/gün olan kalsiyum gereksinimi de 10 yaştan sonra 1200 mg/ güne artar. Kalsiyumdan zengin süt ve süt ürünlerinin yeterli tüketilmemesi, kemik sağlığı açısından olumsuz etkileri olan asitli içeceklerin tüketilmesi kemik büyümesi ve mineral yoğunluğunu olumsuz etkiler. Kronik hastalık risk faktörleri. Ergeni sağlıksız beslenmeyle ilişkili bekleyen kronik hastalık risk faktörleri arasında, kalp hastalığı, hipertansiyon, hiperkolesterolemi, tip 2 diyabet, inme, safra kesesi hastalığı, artrit, uyku bozukluğu, solunum problemleri, endometriyal, meme, prostat ve kolon kanserleri ve osteoporoz sayılabilir. Ergenlik döneminde gözlenen yeme bozukluklarından anoreksiya nevroza ve bulimiya nevroza da yetersiz besin alımı ile seyreder. Ergenin yeme alışkanlıkları. Düzeltilmesi gereken davranışlar arasında, öğün arası yeme alışkanlığı, öğünlerden sapma, ev dışında geçirilen zamanda sağlıksız hazır besin tüketimi, tartı vermek için öğün atlama sayılabilir. Kahvaltının en sık atlanan öğün olması, meyve sebze tüketiminde yetersizlik, reklamların da etkisi ile artan hazır besin tüketimi ayrıca vurgulanmaktadır. Besin öğeleri açısından günümüz ergenin beslenmesinde sağlığını olumsuz etkileyen yüksek miktarda rafine şeker, doymuş yağ ve sodyum alımı ile birlikte yetersiz demir, çinko, kalsiyum, magnezyum, lif, A, D, E, B6, folik asit vitaminleri alımı vardır. Ergende gebelik. Ergenlik döneminde gerçekleşen gebeliklerde beslenmenin düzenlenmesi düşük doğum tartısının, preterm doğumların, anemi ve postpartum aşırı tartı sorunun önlenebilmesi için ayrıca önem taşır. Beslenme sorunu açısından yüksek riskli ergenler. Düşük sosyoekonomik, kırsal ve/veya azınlık grubunda olan ve bu özelliklerden birden fazlasını taşıyanlarda risk yükselir. Obezite, konjenital bozukluklar, kalıtsal metabolizma hastalıkları, kronik dejeneratif hastalık riskini taşıyanlar, hipertansiyon veya hiperkolesterolemisi olanlar, diyabetes mellitus veya böbrek hastalığı gibi özgün diyet tedavisi gerektirenler, ergen dönemdeki gebelikler ve laktasyonda olanlar, yeme bozukluklarını ortaya çıkaran emosyonel problemleri olanlar, mental retarde, mental hastalığı olan, alkol ve ilaç bağımlıları risk altındadır. Belirtilen sosyal engelliliğe fiziksel engellilik de eklendiğinde, beslenme durumu daha fazla risk altına girer. Fiziksel aktif yaşam. Ergenin yaşamının daha ilerideki yıllarında karşılaşacağı kronik hastalık risk faktörlerinden korunması için sağlıklı beslenme ile birlikte düzenli fiziksel aktiviteye gereksinimi vardır. Fiziksel aktivite kas ve kemik gücünde artış, yağsız kas kitlesinde artış, vücut yağını azalma ile birlikte tartı kontrolünde anahtar rol oynar. Ayrıca psikolojik iyi hal ile depresyon gelişme riskini ve semptomlarını azaltır, erken ölümü önler. Sağlıklı yaşam için sağlıklı beslenme ile birlikte fiziksel aktivite mutlaka önerilmeli ve sağlanmalıdır. Beslenme sorunlarının önlenmesine yönelik girişimler. Beslenme, fiziksel aktivite ve yaşam şekli konularında bireysel veya aile ile birlikte eğitim, davranışsal ve psikolojik danışmanlık önerilmektedir. Okulda veya toplumda eğitim yapılabilir. Eğitimin ergenlerde obezite ve tartı artışını engelleyici etkisi bildirilmektedir. Ailenin de katıldığı çalışmalarda başarı artmaktadır. Gebe ergenlerde demir, folat, kalsiyum ve çinko alımını sağayan beslenme eğitimi ve sosyoekonomik sorunu olan ergenlerde besin desteği gebelikte yeterli tartı alımını sağlamaya yardımcı olmaktadır. Sonuç. Okul ergenlerde sağlıklı beslenme eğitiminin verilebileceği, sağlıklı yeme alışkanlıklarının, fiziksel aktivitenin ve doğru vücut imajının kazandırılabileceği bir ortamdır. Okulda beslenme kalitesi bu amaçlara uygun olmalıdır. Devlet yönetimleri ergen sağlığı ve beslenmesi konusunda doğru startejiler geliştirmelidir. 41 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU KAYNAKLAR 1. Salam RA, Bhutta ZA. Adolescent Nutrition. In: Pediatric Nutrition in Practice 2nd revised edition. Koletzko B ed. Karger, Basel 2015: 118-121. 2. Lloyd LJ, Langley-Evans SC, McMullen S. Childhood obesity and risk of the adult metabolic syndrome: a systematic review. Int J Obes 2012; 36: 1–11. 3. Rokholm B, Baker JL, Sørensen TI. The levelling off of the obesity epidemic since the year 1999: a review of evidence and perspectives. Obes Rev 2010; 11: 835–846. Waters E, de Silva-Sanigorski A, Hall BJ, et al. Interventions for preventing obesity in children. 4. Cochrane Database Syst Rev 2011; 12:CD001871. 5. Van Cauwenberghe E, Maes L, Spittaels et al. Effectiveness of school-based interventions in Europe to promote healthy nutrition in children and adolescents: systematic review of published and ‘grey’ literature. Br J Nutr 2010; 103: 781–797. 6. Committee on Nutrition American Academy of Pediatrics. Pediatric Nutrition, 7th Edition, United States of America, American Academy of Pediatrics, 2014: 175-188. Parks EP, Maqbool A, Shaikhkhalil A, et al. Nutrition. Kliegman RM, Stanton BF, Geme JS, Schor N, 7. Behrman RE eds. Nelson Textbook of Pediatrics, 20th ed. Philadelphia, Saunders Elsevier, 2016: 291-295. 42 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU 16:00 - 16:30 ÇOCUK GÜVENLİĞİ: EVDE, YOLDA, KREŞTE, OKULDA Prof. Dr. Serpil UĞUR BAYSAL Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Sosyal Pediatri Bilim Dalı, İzmir Kazalar/ yaralanmalar, çocuklarda ölüm nedenleri arasında ilk beş yaşta beşinci, dokuz yaşından sonra ilk sıradadır. Dünya Sağlık Örgütü ile UNICEF’in Birleşik Raporu’na göre her gün, dünyada yaklaşık 2500 çocuk istemsiz yaralanma sonucunda hayatını kaybetmektedir. Kanıtlanmış önleme yöntemleri her yerde uygulanabilirse, her gün, en az 1000 çocuğun hayatının kurtarılabileceği öngörülmektedir. Trafik kazaları 10- 19 yaş grubunda ölümün ve engelliliğin başlıca nedenidir. Hastalık Yükü(Disease Burden): Kazalar, yaralanma ve ölümün yanısıra engelli yaşama yol açan( DALY % - Disability Adjusted Life Years, yüzde) başlıca nedendir. DALY kaybı her geçen gün artmaktadır. Bu kayıpların, işgücü ve parasal ölçütleri de vardır. Ülkemizde kazaların bildirimi yapılmamaktadır. Avrupa yaralanma veritabanı(EU-IDB) örnek alınarak Türkiye’de kaza/ yaralanma veritabanı çalışmaları başlatılmıştır. Ev kazaları: Ülkemizde son beş yılda, ev kazaları nedeniyle 120 bin çocuğun hastanelerde sağlık bakımı alması gerektiği, bu çocuklardan 2000’inin hayatını kaybettiği belirtilmektedir. Gündem Çocuk Derneği, Çocuk Hakları Merkezi’nin 2014 Raporu’nda, geçtiğimiz yıl ülkemizde yaklaşık 700 çocuğun, hastalık dışı önlenebilir nedenlerden dolayı yaşamını yitirdiği belgelenmiştir. Trafik kazaları: Türkiye’de trafik kazalarında ölen birey sayısı, 11 Avrupa ülkesinde karayollarında ölen insan sayısına hemen hemen eşittir. 2020 yılında, karayollarında oluşan trafik kazalarının, engelliliğe bağlı yaşam yıllarını kısaltan ( Disability Adjusted Life Years- DALYs%) nedenler arasında ikinci sırada olacağı öngörülebilmektedir. 2014 yılı verisi, yaklaşık 5000 ölüme, 250,000 yaralıya işaret etmektedir. Trafikte ölenlerin yaklaşık dörtte birini çocuklar oluşturmaktadır. Şiddet: Dünyada her yıl 1,500,000’in üzerinde birey, şiddete bağlı olarak hayatını kaybetmektedir. Ölüme yol açan kazalar sıklık sırasına göre şöyle sıralanmaktadır: Trafik kazaları Boğulmalar Yanıklar Düşmeler Zehirlenmeler Ölümcül olmayan kazalar arasında, 0-14 yaş grubunda düşme, 15 yaşın üzerinde çarpma ( kendisi ya da başkaları tarafından) ilk sıradadır. Ev kazaları daha çok çocuklarda ve yaşlılarda görülmektedir. Çocukların başına gelen kazaların önemli bir bölümünü ev kazaları oluşturur. Risk etkenleri: Çocukların daha fazla kazaya uğramaları, yaşları ve gelişim düzeyleri ile ilişkilidir. Bebeklerde motor, bilişsel ve dil becerileri gelişmemiştir. Küçük çocuklar çok meraklı ve hareketli olup tehlikeden habersizdirler. Üç yaşından küçük çocuklar, kendi kendilerini kontrol edemeyeceklerinden her zaman yakından 43 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU izlenmelidirler. 10 yaşını tamamlamamış bir çocuğun tek başına ev dışına çıkmasına, karşıdan karşıya geçmesine izin verilmemelidir. Bu yaştaki çocuklar tehlikeyi tanısalar da karar verme becerileri gelişmemiştir. Adolesanlar(gençler) risk alırlar, düşünmeden hareket ederler ve arkadaş etkisinde kalırlar. Kazalar, yoksul ailelerde, kalabalık ailelerde, ilk çocuklarda, hiperaktif cocuklarda, anne- baba çok genç ise20 yaşından küçük- ailede stres etkeni varsa- ölüm, taşınma gibi- daha fazla olmaktadır. Şiddet ve denetimsizlik kazaların/ yaralanmaların artışına katkıda bulunur. Önleme ve Kontrol: Kazaların önlenmesinde en önemli etkenlerden biri, çocuk bakımından sorumlu bireylerin- öncelikle anneler- kazalar konusundaki bilinç durumları ve risk algılarıdır. Çocuğa güvenli bir çevre sağlamak, erişkinlerin görevidir. Çevreyi sürekli gözlemlemek, riskleri görmek, öngörmek, çözüm bulmak ve sürekli eğitmek kaza kontrolünün basamaklarıdır. Bunun sağlanabilmesi için ayrıca, parasal kaynaklara, koruyucu araç-gerece, yasalara ve düzenlemelere gereksinim vardır. Çocuk sağlığını düzenli izleyerek, doğum öncesi dönemden başlayarak riskleri sorgulayıp olası risklere ve çocuğun yaş grubuna göre aileye gereken bireysel danışmanlığı vererek, koruyucu araç- gereç kullanılarak ev içi/ mekan düzenlemelerinin yapılması yoluyla, çocukluk çağı kazalarının azaltıldığı, yaralanma şiddetinin en aza indirilebildiği kanıtlanmıştır. Kanıta dayalı girişimlerin başlıcaları aşağıdaki biçimde sıralanabilir: − Araç içi çocuk güvenliği için araç güvenlik koltuğu ve emniyet kemeri kullanılması; − Bisiklet güvenliğinin sağlanması için başlık, dizlik, dirsekliklerin kullanılması; − Tüm ilaçlara, temizlik maddelerine, evde bulunan kimyasal maddelere çocukların erişiminin engellenmesi; − Kibrit ve çakmakların çocukların ulaşamayacağı yerde bulundurulması; − Uygun yerleştirilmiş, çalışan duman alarmının kullanımı; evdeki su sıcaklığının 50 ºC’den yüksek olmaması; − Yüzme havuzu güvenliği için bariyer kullanımı; − Pencereler için parmaklıkların, merdiven güvenliği için kapıların kullanılması; − Anne- babalara güvenlik danışmanlığı hizmeti verilmesi. Çocuklarda yaralanmaların önlenmesine yönelik başlıca yaklaşımlar yasalar, düzenlemeler, yaptırımlar, ürün tasarımı, çevresel planlama, eğitim- beceri geliştirme ve acil tıbbi bakımı içermektedir. Sağlık sektörü, hükümet, sivil toplum örgütleri, özel sektör, medya sorumludur. Güvenli Toplum Programlarına, Sağlıklı Kent Projelerine gereksinimimiz vardır. Bu alanda çalışan daha fazla profesyonel gerekmektedir. Her çocuk, güvenli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Yaralanmamak, her çocuk için bir haktır. Sunum Akışı Kaza/ Yaralanma Tanım, yaygınlık WHO/ UNICEF Birleşik Raporu Risk etkenleri Önleme ve Kontrol Kanıta Dayalı Girişimler Evde Güvenlik( Mutfak, banyo, yatak odası, oturma odası, merdivenler, yürüteç, balkon, kapılar, pencereler, çocuk odası, karyola/beşik güvenliği, ABÖS riskinin önlenmesi) Düşmeler 44 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU Yanıklar/ Yangınlar Kesikler Tıkanma/ boğulma Oyuncak güvenliği Zehirlenmeler, madde alımı Ateşli silahlarla yaralanmalar Elektrik güvenliği Depremde güvenlik Televizyon, bilgisayar, internet, video oyunları, cep telefonu güvenliği Yolda(Sokakta) Güvenlik/ Trafik Güvenliği Ev dışında en büyük tehlike trafiktir. Okul, oyun alanları( sokaklar, parklar, bahçeler, boş alanlar) düşme, boğulma, çocuk istismarı, şiddet, terör, zehirlenme, yanık, kesici/delici yaralanmalar, hayvan ısırmaları, böcek sokmaları, ateşli silahlar açısından yaralanma risklerini barındırırlar. - Motorlu taşıtlarda(araç içi) güvenlik, bisiklet güvenliği, yaya güvenliği, çim biçme makineleri, arazi araçları - Bahçe, oyun alanı güvenliği - Hayvan ısırıkları, böcek sokmaları - Soğuk ve sıcak hasarı, sıcak çarpması, UV radyasyon ve güneşte kalma Kreşte Güvenlik İç mekan ve oyun alanı düzenlemeleri İstismarın ve şiddetin önlenmesi Okulda Güvenlik Oyun alanı ve spor güvenliği İstismarın ve şiddetin önlenmesi Afet yönetimi İlgili Programlar ve Girişimler: Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri(SDGs), Güvenli Toplumlar, Sağlıklı Kentler ESCON- European Safe Community Network EuroSafe(European Association for Injury Prevention and Safety Promotion) Avrupa Birliği Yaralanma Veritabanı( EU- IDB) ve Türkiye’ye uyarlanması Ülkemiz için öneriler Temel Yaşam Desteğinde değişiklikler, 2015 Kaynaklar: 45 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU 1. AAP. Injury, Violence and Poison Prevention, 2015. http://www2.aap.org/sections/ipp/( Erişim Tarihi: 13 Mart 2016). 2. AAP. Pediatric patient education. Handout Collection TIPP http://patiented.solutions.aap.org/solr/ searchresults.aspx?q=Handout%20Collection%20TIPP&restypeid=18 (Erişim Tarihi: 13 Mart 2016). 3. European Resuscitation Council. Monsieurs KG, Nolan JP(eds). Summary of the main changes in the resuscitation guidelines. ERC Guidelines 2015. European Resuscitation Council 2015: 5-6; 18. https://www.cprguidelines.eu/assets/downloads/ERC_summary_booklet_HRES.pdf 4. Gündem Çocuk Derneği, Çocuk Hakları Merkezi. Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2014 Raporu. Ankara, 2015. 5. Peden M, Oyegbite K, Ozanne-Smith J, et al. World report on child injury prevention. Geneva: WHO; 2008. 6. Strukcinskiene B, Uğur Baysal S. Road Safety in the Twenty-First Century: Researches and Policies. Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2015;11(4):28-32. 7. Uğur Baysal S. Yaralanmaların Önlenmesi ve Kontrolü: Kanıta Dayalı Girişimler. Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2015;11(4):13-21. 8. Uğur Baysal S. Trafikte çocuk güvenliği. Murat B(der.). ‘Karayolu Trafik Güvenliği’ Kitabında. Ankara: Polis Akademisi Yayınları; 2012:652-670. 9. Uğur Baysal S, Birinci A. Çocukluk çağında kazalar ve yaralanma kontrolü. Türkiye Klinikleri, Pediatrik Bilimler, Sosyal Pediatri Özel Sayısı 2006; 2: 64-78. 10. Uğur Baysal S. Çocukluk Çağında Zehirlenmelerin Önlenmesi ve Kontrolü. Çıtak A, Yılmaz HL(editörler) ‘Pediatrik Zehirlenmeler’ kitabında. İstanbul: İstanbul Tıp Kitabevi; 2011:19-34. 11. Uğur Baysal S. Yanıklardan Korunma. Bölüm 35. Yakıncı C, Yeşilada E(ed) ‘Koruyucu Sağlık Rehberi’ Kitabında. Genişletilmiş 2. Baskı. Ankara: Türk Eczacıları Birliği Eczacılık Akademisi, 2013: 184-188. 12. Uğur Baysal S, Yıldırım F, Bulut A. Çocuk Güvenliği: Yaralanmaların ve Zehirlenmelerin Önlenmesi. Güvenlik Kontrol Listesi. İstanbul: İstanbul Tıp Fakültesi Basımevi, 2009. www.travma.org.tr/UserFiles/ file/2hAQ3RRoB1Lq.pdf 13. WHO. Global status report on road safety 2013: Supporting a decade of action. Geneva: World Health Organization, 2013. 46 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU 16:30 - 17:00 UZMANINA DANIŞALIM: İLAÇ ALERJİSİ Mİ? ANAFİLAKSİ Mİ? Uzm.Dr.Deniz ÖZÇEKER İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünolojisi ve Alerji Bilim Dalı Dünya Sağlık Örğütü’ne göre bir ilacın profilaksi, tanı veya tedavi amacı ile kullanımı sırasında oluşan istenmeyen etkiler ilaç reaksiyonları olarak tanımlanmaktadır. İlaç reaksiyonları hastanede yatan hastaların %10-20’sinde, genel popülasyonun ise %7’sinde bildirilmektedir. İlaç reaksiyonlarının %80’ini Tip A olarak tanımlanır; ilacın farmakolojik etkisi ile ilişkilidir, doza bağımlı olarak gelişir ve ilaç kesildiğinde bulgular kolayca geriler. Buna karşın Tip B olarak sınıflanan; intolerans, idiyosinkrazi, psödoalerjik reaksiyonlar ve alerjik reaksiyonlar ise %20’lik kısmı oluşturur ve öngörülemez. Tüm reaksiyonların sadece %6-10’u ilaç alerjisine bağlıdır ve en sık ilaç alerjisine neden olan ilaçlar; beta-laktam antibiyotikler ve nonsteroid antienflamatuvar ilaçlardır. İlaç alerjilerinde en fazla deri bulguları görülmektedir. İlaç alımından sonraki ilk 2 saatte görülen ürtiker ve anjiyoödem varlığı Tip-1 aşırı duyarlılık reaksiyonunu gösterir. Deri bulgularına solunum, gastrointestinal veya kardiyovasküler sistem bulguları eşlik ediyorsa anafilaksi veya anafilaktoid reaksiyon düşünülmelidir (Tablo 1). Bazı durumlarda ise ilaç alımı sonrası görülen apne, bilinç kaybı, konvülzyon gibi santral sinir sistemi bulguları ve taşikardi, bradikardi, hipotansiyon, hipertansiyon, asistoli gibi kardiyovasküler bulgular hastalara yanlışlıkla ilaca bağlı anafilaksi tanısını koydurmakta ve hastaların gereksiz yere ilaç alerjisi tanısını almasına neden olmaktadır. Oysa ki,sistemik toksisitede; ilacın dozu, veriliş hızı, eşlik eden hastalık ve yaş gibi çeşitli faktörler rol oynamaktadır ve ilaç alerjisi/anafilaksi olarak düşünülmemelidir. Burada lokal anestezik uygulaması sonrası santral sinir sistemi toksisitesi görülen ve yanlışlıkla anafilaksi tanısı alan iki olgu tartışılacaktır. Tablo 1. Anafilaksi tanısı için klinik kriterler 47 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 04 NİSAN 2016 B SALONU Kaynaklar 1. Miller RD. Local anesthetics. Anesthesia. Fourt edition. Churchill Livingstone 1994;510-6. 2. World Health Organization. International drug monitoring: the role of the hospital. Geneva: The Organization, 1966. 3. Gruchalla RS. Drug metabolism, danger signals, and drug-induced hypersensitivity. J Allergy Clin Immunol 2001;108:475-88. 4. Gomes ER, Demoly P. Epidemiology of hypersensitivity drug reactions. Curr Opin Allergy Clin Immunol 2005; 5:309-16. 48 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 05 NİSAN 2016 A SALONU 11:00 - 12:00 ÇOCUKLARDA AKUT GÖRME KAYBINA YAKLAŞIM Prof. Dr. Bülent KARA Çocuklarda akut görme kaybı aksi ispat edilene kadar acil bir sorun olarak kabul edilmelidir. Korneadan başlayarak aköz sıvı, lens, vitröz sıvı, retinal fotoreseptörler, optik sinir, görme yolları ve oksipital kortekse kadar olan bölümlerden bir veya birkaçında ortaya çıkan bozukluklar akut görme kaybı nedeni olabilmektedir. Anatomik olarak akut görme kaybı üç ayrı bölgenin bozukluklarıyla ilişkilidir; ışığı aktarıcı yol sorunları (kornea, ön çember, lens ve vitre hastalıkları), retina sorunları (vasküler tıkanıklık, retinal ayrışma, retinal tümörler) ve görme yolağı sorunları (optik sinir, kiazma ve kiazma arkasındaki sorunlar). Işığı aktarıcı yolun en sık rastlanan sorunları göz küresinin perforasyonu, kimyasal yanıklar, konjunktivit, keratit, hifema (ön çemberde kanama), irit, glokom, lens sorunları, vitre kanaması ve endoftalmittir. Bu hastaların genel yakınmaları ağrı, kızarıklık, yabancı cisim hissi, korneada bulanıklık, fotofobi, blefarospazm, görmede azalma, görme kaybı, ön çemberde kanama ve buftalmi olabilmektedir. Çocuk hekimi bu yakınmaları olan bir olguyla karşılaştığında erken dönemde göz hekimine yönlendirmelidir, ancak göz hekimi çocuğu görene kadar gözde yabancı cisim varsa çıkarmaya çalışmamalı, göz küresi perforasyonu varsa göz muayenesinden ve göz damlası kullanmaktan kaçınmalı, antiemezis, analjezi ve sedasyon sağlamaya çalışmalıdır. Kimyasal yanık oluşmuşsa gözü serum fizyolojikle yaklaşık 30 dakika yıkamalıdır. Retinal ayrışma, retinal kanama, santral retinal arter tıkanıklığı, santral retinal ven tıkanıklığı ve retinal tümörler en sık görülen retinal sorunlardır. Bu hastalarda ışık çakması (fotopsi), yüzen görüntüler, monoküler görme alanı kaybı, monoküler görme kaybı, kırmızı yansıma kaybı, afferent pupil defekti ve lökokori görülebilir. Çocuk hekiminin retinal kanama saptanan her çocukta fiziksel istismarı, özellikle sallanmış bebek sendromunu araştırması gerekir. Santral retinal arter ve ven tıkanıklığında tromboz risk faktörleri araştırılmalıdır. Retinal tümörlerin atlanmaması için her çocuk sağlığı izleminde retinal kırmızı yansıma testi yapılmalıdır. Retinoblastom gibi tümörler yanında lökokori nedeni olabilen Coats hastalığı, persistan fetal vasküler yapı, prematüre retinopatisi, retina displazisi, katarakt, koroid ya da optik disk kolobomu, üveit, retina kanaması ve toksokaryazis gibi lökokoriye neden olabilen göz hastalıkları kırmızı yansıma testiyle yakalanabilir. Çocukluk yaş grubunda görme yolağıyla ilişkili en sık görülen sorun optik nörittir. Orbital enfeksiyonlar, kavernöz sinüs trombozu, orbita tümörleri, optik gliom, diğer tümörler, optik sinir zedelenmesi, optik kiazma patolojileri, kiazma arkası patolojileri ve idyopatik kafaiçi basınç artışı sendromu çocuklarda görülebilecek diğer görme yolağı sorunlarıdır. Bu hastalarda görme kaybı, çift görme, ışık çakması, göz hareketlerinde ağrı, göz hareketlerinde kısıtlılık, papilödem, görme alanı kaybı, kırmızı göz ve ateş, periorbital ekimoz, afferent pupil defekti , pitüiter işlev bozukluğu ve proptozis görülebilir. Görme yolağı sorunlarında morbidite ve mortalitesi yüksek hastalık olasılığı nedeniyle çocuk hekiminin hızla ayırıcı tanı yapması ve tedavide gecikmemesi gerekir. Ayırıcı tanıda görme bozukluğunun monoküler mi, binoküler mi olduğu, akut tek atak mı yoksa akut tekrarlayan ataklar mı olduğu değerlendirilmeli ve fonksiyonel görme bozuklukları açısından çocuk değerlendirilmelidir. Monoküler tek atak söz konusuysa optik yolak tümörleri (optik gliom, vb.), ağrılı kırmızı göz varsa glokom, kerato-konjunktivit, üveit, endoftalmit, göz hareketleri ağrılıysa optik nörit, orbital sellülit, kavernöz sinüs trombozu, lökokori varsa intraoküler tümörler ve katarakt, optik disk solukluğu varsa santral retinal arter tıkanıklığı, idyopatik retinal vazospazm, papilödem ve retinal kanama birlikteliğindeyse idyopatik KİBAS ve santral retinal ven tıkanıklığı düşünülmelidir. Monoküler görme bozukluğu var, ancak tekrarlayan atak öyküsü alınıyorsa optik nörit, retinal vazospazm (retinal migren), papilödem, iskemik nedenler, oküler nedenler, optik sinir basısı, idyopatik nedenler ve konversiyon ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Binoküler görme bozukluğu ve tek atak söz konusuysa travma (oksipital konküzyon, kafaiçi vasküler olay), 49 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 05 NİSAN 2016 A SALONU bilinç değişikliği varsa ensefalit, akut dissemine ensefalomiyelit (ADEM), arka yerleşimli geri dönüşümlü lökoensefalopati (PRES), bitemporal hemianopsi ± papilödem eşlik ediyorsa kiazma ve kiazma ardı tümörler, izole papilödem varsa idyopatik KİBAS, kafa içinde kitle, toksik madde maruziyetinden kuşku duyuluyorsa metanol ve CO zehirlenmesi ayırıcı tanıda yer almalıdır. Binoküler tekrarlayan ataklarda migren, oksipital lob epilepsisi, vertebro-baziler iskemi ve konversiyon bozuklukları akla getirilmelidir. Akut görme kaybıyla getirilen bir çocukta göz muayenesi normal, optokinetik refleks pozitif, VEP normal saptanıyorsa fonksiyonel bir kayıp olabileceği (konversiyon) unutulmamalıdır. 50 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 05 NİSAN 2016 B SALONU 14:00 - 14:30 PEDİATRİK AİDS: HİV İLE YAŞAMAK Prof. Dr. Ayper SOMER İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Kısaca HİV olarak bilinen, insan bağışıklık yetersizlik virusunun (human immunodeficiency virus) enfeksiyonu, tüm dünyada giderek yaygınlaşan ve çocuklarda da önem kazanan bir enfeksiyon hastalığıdır. Dünyada 2013 yılı sonu itibariyle 35 milyon kişi insan immün yetersizlik virusu (HIV) ile yaşamakta ve bu hastaların 1.4 milyonu gebe ve 3.3 milyonunun ise çocuk olduğu düşünülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre düşük ve orta gelirli ülkelerde HIV pozitif hamile kadınların %67’si antiretroviral tedavi almışlardır. Bu çalışmalar sonucunda 2001 yılından beri yeni HIV enfeksiyonu oranı %38 oranında azalmış ve beraberinde çocuklar arasındaki yeni enfeksiyon oranı da %58 oranında azalma göstermştir. Türkiye’de ilk AIDS olgusu 1985 yılında görülmüş olup, 2014 yılı ortaları itibariyle toplam 8238 HIV/ AIDS olgusu (7041 HIV pozitif; 1197 AIDS) bildirilmiştir. 2010 yılında 589 yeni olgu bildirilmişken, 3 yıl içinde bu rakam yaklaşık iki katına çıkarak 2013’te 1391 olmuştur. Türkiye’deki olguların, bulaşma yolları incelendiğinde; 2013 yılı içinde %0.7 oranında (10 olgu) anneden bebeğe geçiş olduğu bildirilmiştir. HİV enfeksiyonunun belli bazı özellikleri şunlardır: Uzun bir kuluçka dönemine sahiptir. Latent ve persistan enfeksiyona neden olabilir. İmmün süpresyona neden olur. Lenfoid hücrelere, özellikle makrofajlara tropizm gösterir. Hematopoietik sistem hücrelerini etkiler. Merkezi sinir sistemine tropizm gösterir. Belirli bazı hücre gruplarına (CD4+ lenfositler, monositler, makrofajlar, Langerhans hücreleri) sitopatik etkilidir. HİV enfeksiyonu asemptomatik enfeksiyondan ağır immün baskılanmaya kadar değişebilen bir klinik tabloya yol açar. Virus başlıca dört yolla bulaşır: HİV-enfekte bireyle cinsel temas, HİV-enfekte kan veya kan ürünü nakli, HİV ile kontamine olmuş materyale parenteral yolla maruz kalma, HİV-enfekte gebeden bebeğine vertikal geçiş. Doğal seyir: Antiretroviral tedavi uygulanmadığı takdirde, HİV enfeksiyonu üç şekilde seyredebilir: Hızlı seyir AİDS’in postnatal ilk aylarda ortaya çıktığı ve hastaların %15-25’inde görülen şeklidir. Tedavisiz kalırsa sağkalım 6-9 ay kadardır. Daha yavaş seyir en sık görülen şekli (olguların %60-80’i) olup ortalama yaşam süresi 6 yıldır. Uzun süre sağkalım (>8 yıl) gösteren grup perinatal enfekte olan olguların %5’idir ve nispeten normal düzeylerdeki CD4+ sayısı ve düşük viral yük nedeniyle çok az veya hiç progresyon göstermez. Bazı klinik ve immünolojik faktörler perinatal HİV enfeksiyonu ile ilgili kötü prognoz göstergeleridir: AİDS-tanımlayıcı hastalık [Pneumocystis jiroveci pnömonisi (PCP), ensefalopati], semptomların hayatın ilk 6-12 ayları arasında ortaya çıkması, düşük CD4+ sayısı, yüksek viral yük, β2-mikroglobülin ve neopterin düzeyleri, hızlı çoğalan HİV suşları gibi. Çocuklarda HİV enfeksiyonuna bağlı gelişen tablo değişken ve nonspesifiktir. Hastalığın sürveyansının ve evrelemesinin belirlenmesi için iki kategoriden oluşan standart bir sınıflama sistemi geliştirilmiştir: Klinik durum ve immünolojik bozulmanın derecesi. Klinik sınıflamada “Kategori A” hafif semptomlardan oluşur ve bunlardan en az ikisi bulunmalıdır. “Kategori B” orta şiddette semptomlar ve “Kategori C” ise ağır semptomları içermektedir. İmmünolojik sınıflama ise toplam CD4+ lenfosit sayısına veya yüzdesine göre belirlenmekte olup yaşa göre uyarlanmış toplam lenfosit değerlerine göre yapılmalıdır. Tanı: HİV enfeksiyonunu geçiren bireylerde virusa spesifik antikor yanıtı gelişir ve bu antikorların tayini tanıda kullanılır. HİV-enfekte anneden doğan tüm yenidoğanlar, anneye ait IgG’nin plasentadan pasif geçişi nedeniyle seropozitif olarak doğarlar. Enfekte olmayan bebeklerin çoğu 6-12. aylarda serolojik olarak negatifleşir. Ancak küçük bir kısmı 18. aya kadar halen pozitif kalabilir. Onbeş ayın altındaki bebeklerde ELİSA ve doğrulatıcı test (Western blot) pozitif ise doğumdan hemen sonra PZR ile HİV pro-viral DNA bakılmalı veya kültür yapılmalıdır. İlk 7 gün içindeki pozitif sonuç intrauterin enfeksiyonu gösterir. İlk 51 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 05 NİSAN 2016 B SALONU haftalarda düşük duyarlılık nedeniyle, postnatal 14-21. günlerde, 1-2. aylarda ve 4-6. aylarda PZR veya kültür tekrarlanmalıdır. En az biri dördüncü aydan sonra olmak üzere üç kez negatif gelen PZR veya kültür bebeğin enfekte olmadığını gösterir. Günümüzde uygulanan HİV enfeksiyonu tedavisi, virusu tamamen yok edememekte ve hastayı tam olarak iyileştirememektedir; ancak virusu baskılamakta ve hastalığı kronik bir seyre sokmaktadır. Virusun hayat döngüsünde farklı yerlere etkili ilaçlarla yapılan kombinasyon tedavisi ile en yüksek düzeyde viral baskılanma elde edilebilir. Viral çoğalmayı uzun süre baskılayabilmesi, immün sistemin korunmasını sağlayabilmesi ve hastalığın ilerlemesini geciktirebilmesi nedeniyle üçlü ilaç kombinasyonları önerilmektedir. CD4+ sayısının düşmesi, viral yükün artması veya klinik kötüleşme durumunda tedavi rejiminin etkili olmadığına karar verilir ve tedavi değiştirilir. İlaca bağlı toksisite ve intolerans tedavi değişikliğinin diğer nedenleridir. Tüm HİV-enfekte çocuklara inaktive aşılarla standart çocukluk çağı bağışıklama programı. Ayrıca 24 ayını doldurduklarında polisakkarid pnömokok ve konjuge meningokok aşıları da yapılmalıdır. Canlı oral polio aşısı ve canlı bakteri aşıları (BCG gibi) yapılmamalıdır. Ancak Dünya Sağlık Örgütü tüberküloz prevalansının yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelerde asemptomatik tüm enfekte bebeklere doğumda BCG aşısı önermektedir. Her yıl influenza aşısı yapılmalıdır. Suçiçeği ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak (KKK) aşıları da immün kategori 1 ve 2’de olanlara yapılabilir. Rotavirus aşısı HİV’e maruz kalmış ve enfekte olmuş çocuklara CD4+ T lenfosit sayısına bakılmaksızın yapılabilir. Human papillomavirus aşısı da normal sağlıklı kız çocuklarına yapıldığı şekilde HİV-enfekte kız çocuklarına önerilmektedir. Primer bağışıklamanın sağlıklı çocuklardaki kadar koruyuculuk yaratamadığı unutulmamalıdır. Prognoz: HİV enfeksiyonunun erken tanısı ile etkin tedavisinin derhal başlatılması sonucu hastalığın ilerlemesi ve mortalitesi giderek daha da düşmektedir. En önemli prognostik göstergesi plazma viral yüküdür. CD4+ sayısı da diğer bir prognoz göstergesi olup %15 altında olması yüksek mortalite riski ile birliktedir. 52 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU 08:30 - 09:00 PEDİATRİDE ZOR VAKALAR: İNFLUENZA ve ARDS Uzm. Dr. Selda HANÇERLİ TÖRÜN İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi; Pediyatrik Enfeksiyon Hastalıkıları ve Klinik İmmünoloji Bilim Dalı İnfluenza virüs infeksiyonları en sık gözlenen viral enfeksiyonlardır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her yıl 100 kişiden 5-15’i bu hastalığa yakalanmakta ve yılda 250000-500000 ölüm olmaktadır. Mevsimsel influenza olarak adlandırılan bu infeksiyon özellikle 2 yaşın altındaki çocuklarda, 65 yaşın üzerindeki kişilerde ve altta yatan kronik hastalığı bulunan hastalarda yüksek oranda atak hızına, komplikasyonlara ve ölüm oranlarına neden olur. Çalışmalar göstermiştir ki her yıl üç yaş altı 1000 çocuktan 179’u influenza infeksiyonu olmakta ve 95’i poliklinik kontrolüne, 27’si acil polikliniğe getirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde bile bu çocukların %6-9’una antibiyotik reçete edildiği, %40’nda ise influenzaya bağlı akut otitis media komplikasyonu geliştiği saptanmıştır. Grip döneminde %10-30 oranında artmış antibiyotik kullanımı yanında çocukların anne-babalarında ortalama 3.2 iş günü kaybı olmaktadır. Özellikle küçük çocuk larda a influenza virüs infeksiyonun da oluşan komplikasyon lar; Altta yatan kronik hastalığın alevlenmesi, üst solunum yolu hastalığı (sinüzit, oititis media, krup), alt solunum yolu hastalığı (pnömoni, bronşiolit, status ast matikus), kardiyak hastalık ( miyokar dit, perikardit), miyozit, rabdomiyoliz, nörolojik hastalık (akut, post-infeksiyöz ensefalopati, ensefalit, febril konvülziyon,) toksik şok sendromu, olarak sayılabilir. Çoğu çocuk ve adolesan komplike olmadan hafif hastalık şeklinde geçirir. Çocuklar da influenza destek tedavisinde yatak istirahati, bol sıvı almak, solunum yollarının nemlendirilmesi ve ateş, miyal ji için asetaminofen gibi ajanların verilmesi önerilmektedir. Olgu: 3y 4/12aylık erkek hasta, 03.12.2015 tarihinde öksürük, hırıltılı solunum nedeniyle İTF Çocuk Acil Polikliniği’ne başvurmuş. Ateşi olmayan hasta 3 gün müşahadede gözlenmiş, bu dönem ampisilin sulbaktam ve salbutamol kullanan hasta poliklinik kontrolüne gelmek üzere taburcu edilmiş. 09.12.2015 tarihinde ateşinin çıkması ve öksürüğünün devam etmesi nedeniyle tekrar başvuran; dinleme bulguları devam eden hasta tetkik ve tedavi amaçlı Çocuk Enfeksiyon Servisi’ne yatırıldı. Özgeçmişinde 50 günlükken aspirasyon pnömonisi nedeniyle YBÜ’de 30 gün mekanik ventilatöre bağlı kalmış. KBB muayenesinde trakeomalazi saptanmış. Genetik sendrom düşünülen hastanın kromozom analizinde 3 p delesyonu saptanmış. 2013 yılında inguinal herni nedeniyle opere olmuş. Haziran 2014 tarihinde perkutan endoskopik gastrostomi (PEG) uygulanmış. Doğumundan beri ASYE nedeniyle çok sayıda hastane yatış öyküsü mevcut. Epilepsi nedeniyle fenobarbital kullanıyor. Soygeçmişinde Anne 39 y, ilkokul mezunu, sağlıklı, ev hanımı; baba 45 y, ilkokul mezunu, sağlıklı; 22 y, 18 y, 15y, 8y sağlıklı kardeşleri var. Fizik muayenesinde genel durumu orta, bilinç açık, aktif, koopere. Hipertelorizm, uzun filtrum, mikrognati, düşük kulak çizgisi, triangular kafa görünümü mevcut. Santral hipotonisitesi var. Turgor ve tonus normal. Kilo: 8.6kg (z skoru -5.8) Boy: 86cm ( z skoru -3.0) BÇ: 46.5 cm (<3p) DSS: 45/dk, Oda havasında sat : %93. Subkostal, interkostal çekilmeleri mevcut. Solunum sesleri kaba, her iki akciğer orta alanda sekretuar raller işitiliyor. Ekspiryum uzunluğu mevcut. Hastanın labaratuvarında nötrofil hakimiyetinde lökositoz ce CRP yüksekliği mevcut. 2mg/kg/gün’den metilprednizolon ve seftriakson, oseltimivir ve IV hidrasyon tedavisi başlandı. Inhale budesonid ve salbutamol tedavilerine devam edildi. Ateşi sebat eden hastanın yatışının 4. gününde solunum sıkıntısının belirginleşmesi üzerine inhaler tedavi desteği arttırıldı. 5lt/dk O2 desteği altında saturasyonları %84 civarında seyreden, solunum sıkıntısı ilerleyen hasta pediyatrik yoğun bakım ünitesine alınarak entübe edildi. PAAG yaygın buzlu cam görünümü mevcuttu. Antibiyoterapisi meropenem ve teikoplanin şeklinde düzenlendi. İnvaziv mekanik ventilasyonda izlenen hastanın PEEP değerleri olabildiğince yüksek, tidal volümü ise düşük hedeflendi. 53 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU Oksijenizasyonunu arttırabilmek amacıyla prone-supin pozisyon değişimleri uygulandı. Furosemid tedavisi ile hastanın pozitif yükte kalması engellenmeye çalışıldı. Diürezi 4-6 cc/kg/gün olacak şekilde seyretti. Oseltam-ivir 7 güne tamamlanarak kesildi. Teikoplanin (10), meropenem (10) tedavisi altında ateşi çıkması üzerine tedavisine amikasin eklendi. Maske ile 6lt/dk O2 altında saturasyonları %95 civarında seyreden hasta tedavi devamı için servise transfer edildi. Serviste yatışı sırasında ateşi tekrarlamayan hastanın sık aralıklı olarak enteral beslenmesi düzenlendi. Oksijen ihtiyacı kalmayan, oda havasında saturasyonları %95 seyreden hasta yatışının 32.gününde taburcu edildi. Hızlı gelişen hipoksemi ve akut respiratuar distress sendromu özellikle viral pnömoni olgularında yüksek oranda görülmektedir. En sık gözlenen radyolojik bulgu özellikle alt AC alanlarında belirgin olan yama tarzında konsolidasyon ve buzlu cam görünümüdür. Yoğun bakım ünitesine yatışı gerektiren hastalarda akciğer kapasitesinin en az ¾’ü tutulduğu gösterilmiştir. İlk 48 saatte oseltamivir başlanması prognozu olumlu etkilemektedir. Aşı, gribin yayılmasını önlemek, ağır seyreden grip vakalarıyla oluşacak komplikasyonları ve ölümü engellemek, toplumda verilmesi gereken zorunlu hizmetlerin kesintisiz sürdürülmesini sağlamak, gribe bağlı okul devamsızlığını ve işgücü kaybını önlemek, salgının uzun sürmesi sonucu ortaya çıkabilecek virüs mutasyonunu engellemek, ekonomik kayıpları önlemek, hastalık nedeni ile hastaneye yatış ve yoğun bakım yatak ihtiyacını azaltmak amacıyla uygulanmaktadır. Özellikle altta yatan nörolojik ve akciğer hastalığı başta olmak üzere kronik hastalığa sahip çocuklarda ihmal edilmemelidir. Kaynaklar: 1-Neuzil KM, Mellen BG, Wright PF, Mitchel EFJr, Griffin MR. The effect of influenza on hospitalizations, outpatient visits, and courses ofantibiotics in children. N Engl J Med 2000;342(4):225-31. 2-American Academy of Pediatrics: Influenza, In: Pickering LK, ed. Red Book: 2015 Report of the Committee on Infectious Diseases, 28.baskı, Elk GroveVillage, AmericanAcademy of Pediatrics; 2009. p.400-12. 3-Kwong KL, Lung D, Wong SN, Que TL,Kwong NS. Influenza-related hospitalisations in children. J Paediatr Child Health 2009;45(11):660-4. 4-Tsolia MN, Logotheti I, Papadopoulos NG,Mavrikou M, Spyridis NP, Drossatou P, et al; Outpatient Flu Study Group. Impact of influenza infection in healthy children examined as outpatients and their families. Vaccine2006;24(33-34):5970-6. 5-American Academy of Pediatrics Committee on Infectious Diseases: Recommendations for influenza immunization of children. Pediatrics 2004;113(5):1441-7. 6-Wiedemann HP, Wheeler AP, Bernard GR. Comparison of two fluid-management strategies in acute lung injury. N Engl J Med 2006; 354:2564–2575. 7-Quispe-Laime AM, Bracco JD, Barberio PA, et al. H1N1 influenza A virusassociated acute lung injury: response to combination oseltamivir and prolonged corticosteroid treatment. Intensive Care Med 2010; 36:33–41. 8-Zarychanski R, Stuart TL, Kumar A, et al. Correlates of severe disease in patients with 2009 pandemic influenza (H1N1) virus infection. CMAJ 2010; 182:257–264. 9-World Health Organization. Clinical management of human infection with pandemic (H1N1) 2009. http:// www.who.int/esr/resources/publications/ swineflu/clinical_managemnt_h1n1.pdf. (Erişim 3 Aralık 2015) 10-Hui DS, Hall SD, Chan MT, et al. Noninvasive positive-pressure ventilation: an experimental model to assess air and particle dispersion. Chest 2006;130:730–740. 11-Siau C, Law J, Tee A, et al. Severe refractory hypoxaemia in H1N1 (2009) intensive care patients: initial experience in an Asian regional hospital.Singapore Med J 2010; 51:490–495 12-Estenssoro E, Rios FG, Apezteguia C, et al. Pandemic 2009 influenza A in Argentina: a study of 337 pa54 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU tients on mechanical ventilation. Am J Respir Crit Care Med 2010; 182:41–48 13-Kumar A, Zarychanski R, Pinto R, et al. Critically ill patients with 2009 influenza A(H1N1) infection in Canada. JAMA 2009; 302:1872–1879. 14-The ANZIC influenza Investigators and Australian Maternity Outcomes Surveillance System. Critical illness due to 2009 A/H1N1 influenza in pregnant and postpartum women: population based cohort study. BMJ 2010; 340:c1279. 55 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU 1200 - 1245 SAĞLIKLI SÜT : GERÇEKLER ve EFSANELER Prof. Dr. Mübeccel Demirkol İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sağlıklı süt; bebeklikten yaşlılığa kadar vücudun gelişmesi, güçlenmesi ve sağlığın korunması için gereken besin ögelerini içerdiğinden, devletin sorumluluğunda topluma sunulabilmelidir. Sütte istenmeyen içerikler, ısıl işlemlerin sonuçları, çiğ süt kullanımı gibi güncel tartışılan konular toplumun bilimsel gerçekleri bilmesinde karışıklık yaratmaktadır. Sütte istenmeyen içerikler. Antibiyotikler, süt sığırlarında en çok mastit tedavisi için kullanılır. En yaygın kullanılan ‘beta-laktam’ grubudur, süte geçmektedir. En sık alerjik reaksiyonlara neden olur. Memeli lenfositlerinde protein sentezini engelleyerek bağışıklık sistemini baskılar. Akut karaciğer yağlanması, pankreatit riski yaratır. S. Aureus, E. Coli, B. Cereus başta olmak üzere dirençli suşlar yaratır. Melamin, Çin’de çocuk ölümleriyle dikkati çekmiştir. Azot içeriği yüksek bu kimyasal, sütün protein içeriğini artırmak için kullanıldığında, böbrek yetersizliğine neden olur. Aflatoksinler, hepatotoksik, hepatokarsinojenik, immunosüpresif etkili mikotoksindir. Hayvan besinini kontamine eder, ısıya dirençlidir. Isıl işlemler. Sütte, mikroorganizmaların kontaminasyonunu ortadan kaldırmak için uygulanır. 600C üzerinde, ‘whey’ protein denatüre olur, kazein miçelleri oluşur. En önemli reaksiyon B-laktoglobulin ve K-kazein arasındadır. Süt proteinlerinin yüzeysel özellikleri değişir. Pastörizasyon, sütte mikrobiyolojik güvenliğin sağlanmasında en etkili yoldur. Isıtılma süresi ve ısısı belirlenirken, C. Burnetti’nin yok edilmesi temel alınır. Isı harabiyet süreci logaritmik seyreder (örn. 630C 1800 sn, 890C 1 sn, 940C 0.1 sn, 1000C 0.01 sn). Pastörizasyon, sütün besin ögesi değerini azaltmamaktadır. ‘Whey’ proteinler, kazein, laktoz, yağda eriyen vitaminler değişime uğramaz. Laktoferin aynı antibakteriyel etkiyi gösterir. Buna karşın, C vitamini içeriği, laktoperoksidaz, lizozim, Ig etkinliği azalır. Pastörize süt, UHT’ye göre sütün doğal haline daha yakındır. UHT (Ultra High Temperature). Sterilizasyon, 1-2 sn 1380C ve üzerine ısıtılırak uygalanır. Steril ve hava görmeyen şartlarda paketlenir. Dayanıklılık süresi, oda ısısında 90 gündür. Isıl işlem sırasında, serum proteinlerinin denatürasyonu sonucu kükürtlü bileşikler artar. Saklama sırasında beta-keto asitlerin termal dekarboksilasyonu sonucu metil ketonların ve sütte lipit oksidasyonu başlaması sonucu alifatik aldehitler artar. Sütün tadı ‘pişirilmiş’ nitelik alır. Isıtma işleminden once süte bakır sülfat, kalsiyum klorit ya da disodyum fosfat eklenmesi, kükürtlü bileşikleri azaltır. Bakır iyonları, ‘pişmiş’ tadı azaltır, ancak ‘bayat’ tat veren lipit oksidasyonuna yol açar. Paketlemede en sık kullanılan plastik tabaka düşük yoğunluklu polietilendir; çoğu besin ögesi ile etkileşime girmez ancak saklamanın 16. gününden sonra bu materyaldeki uçucular süt tarafından absorbe edilir. UHT süt proteinlerinin, organizmada hızlı metabolize edildiği gösterilmiştir. Çiğ süt / Çiftlik sütü. Son yıllarda çiğ süte talep artmıştır. 2015’den sonra çiğ süt kullanımına bağlı Salmonella, Campylobacter, E. Coli O157:H7 infeksiyonları bildirilmiştir. Çiğ sütten yapılan peynir kullanımından sonra hemolitik üremik sendrom tanımlanmıştır. Sütteki patojenler ve pastörizasyonun halk sağlığı ile ilgili faydaları bilimsel olarak kanıta dayalı kabul edilmesine karşın, mera hayvanlarının işlenmemiş sütünün kronik hastalıkların önlenmesinde ki yerine işaret eden çalışmalar giderek artmaktadır. Astma, saman nezlezi, atopik duyarlılık, sık rastlanan solunum yolu infeksiyonları riskini düşürdüğüne ilişkin ciddi kanıtlar belirmektedir. ABD’de çiğ sütü alıcısına ulaştırmak için çeşitli yollar geliştirildi. Cowshare programı, çiğ süt satışı yasak olan eyaletlerde ki uygulamalardan biridir. Müşteri, çiftçi ile anlaşma yaparak inekten pay satın alır; o sütten 54 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU yapılan ürünler karşılığı ödeme yapılır, doğrudan çiğ süt satışı olmaz. Güvenli çiğ süt ve çiğ sütten yapılan ürünler sağlanmadıkca, sağlıklı süt kullanımında cam şişede pastörize süt seçilmelidir. Kaynaklar Brick T, Schober Y, Bocking C, et al. ω-3 fatty acids contribute to the astma-protective effect of unprocessed cow’s milk. J Allergy Clin Immunol 2016 Jan 11. Doi: 10.1016/j.jaci.2015.10.042. Loss G, Apprich S, Waser M, et al. The protective effect of farm milk consumption on childhood asthma and atopy: the GABRIELA study. J Allergy Clin Immunol 2011; 128(4):766-773. Loss G, Depner M, Ulfman LH, et al. Consumption of unprocessed cow’s milk protects infants from common respiratory infections. J Allergy Clin Immunol 2015; 135(1):56-62. Perrin F, Tenenhaus-Aziza F, Michel V, Miszcyche S, Bel N, Sanaa M. Risk Anal 2015; 35(1):109-128. Zabbia A, Buys EM, de Kock HL. Undesirable sulphur and carbonyl flavor compounds in UHT milk. Crit Rev Food Sci Nutr 2012; 52(1):21-30. 55 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU 12:00 - 12:45 SAĞLIKLI YAĞ: GERÇEKLER VE EFSANELER Prof. Dr. Gülden GÖKÇAY İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Günümüzde beslenme kökenli hastalıklar tüm toplumlarda giderek artıyor ve sağlıklı yaşam için tehdit oluşturuyor. Milyonlarca yıl avcı toplayıcı toplum yaşantısı sürdüren insanoğlunun 10,000 yıl önce tarım toplumuna ve henüz genetik adaptasyon olmadan son 200 yıldır endüstriyel toplum yaşantısına geçişi beraberinde beslenme kökenli kronik hastalıkları getiriyor. Kalp damar hastalıkları, tip 2 diyabet, obezite ve kanserler bu hastalıkların önde gelenleri. Besinlerin insan mikrobiotası ve genetiği üzerinde düzenleyici rolü son yıllarda daha da iyi anlaşıldı. Arkeolojik bilgiler, günümüzde sayıları çok azalmış da olsa avcı toplayıcı toplulukların verileri, yabani hayvan ve bitki besin analizleri, moleküler genetik çalışmalar, beslenme kökenli kronik hastalıklar sorununun çözümünde yol gösterebilir. Beslenme tipi ve besin içeriklerini değerlendiren çalışmalar günümüzde protein, karbonhidrat ve yağ kalitesi ile miktarlarında önemli değişikliklere işaret ediyor. Kohort, randomize kontrollü çalışmalar ve beslenme özellikleri farklı toplulukların beslenme kökenli sağlık sorunlarının değerlendirilmesi, kronik hastalıkların etiyolojisi ve tedavisi konusunda bilgileri sağlıyor. Sağlıklı beslenmede yağlar konusunda yanıtlanması gereken sorular ve bunları yanıtlamak için kanıta dayalı bilgiye gereksinim var. Birinci soru günlük kalorinin ne kadarının yağlardan sağlanması gerektiğidir. Yıllarca beslenme komiteleri sağlıklı beslenme ve beslenme kökenli kronik hastalıkların tedavisi için yağdan kısıtlı beslenme önerdi. Çalışmalar yağdan kısıtlı beslenenlerde artan karbonhidrat tüketiminin kronik hastalıkların gelişimine neden olduğunu kanıtladı. Beslenme kökenli kronik hastalıklar yağdan sağlanan enerjinin yüksek olduğu avcı toplayıcı topluluklarda, Eskimolarda ve Akdeniz tipi beslenmede daha az görülüyordu. Çalışmalar yüksek yağ tüketimi ile koroner kalp hastalığı mortalitesi ve kardiak olaylar arasında anlamlı ilişki göstermemektedir. İkinci tartışma konusu yağların kimyasal yapıları ve kronik hastalık ilişkisidir. Doymuş, tekli doymamış, çoklu doymamış yağ asitleri, trans yağ asitleri, kolesterol ve vücutta sentezlenemedikleri için esansiyel kabul edilen linoleik ve linolenik asidin sağlıklı beslenmede miktar ve oranları tartışıldı. Doymuş yağ asitlerinden laurik, miristik, palmitik ve stearik asidin damar sağlığı açısından farklı özelliklere sahip olduğunu biliyoruz. Hayvanların yetiştirilme ve beslenme özelliklerine göre etlerinin ve sütlerinin yağ asidi içeriklerinin sağlıklı veya sağlıksız olabileceğini öğrendik. Doğal ortamda yetişen, beslenen hayvanların ve bitkilerin tüketilmesi sağlığı desteklerken, yapay koşullar üretilenler sağlığa zararlı olabiliyor. Trans yağ asitlerinin sıvı yağların endüstriyel hidrojenizasyonu veya pişirme sırasında oluştuklarını, beslenme kökenli kronik hastalıklar ve damar sağlığı açısından çok yüksek risk taşıdıklarını biliyoruz. Çalışmalar yüksek trans yağ asidi tüketimi ile koroner kalp hastalığı mortalitesi ve kardiak olaylar arasında anlamlı ilişki göstermektedir. Diyetteki çoklu doymamış yağ asitleri ve koroner kalp hastalığı riski arasında gözleme dayalı kanıtlar değişkenlik göstermiştir. Bir yanda metaanalizler yüksek miktarda çoklu doymamış yağ asidi alımı ile koroner kalp hastalığından ölüm arasında anlamlı risk artışı gösterirken, çoklu doymamış yağ asidi oranında %5 artış kardiak olaylarda anlamlı azalma göstermiştir. Yaşadığımız coğrafya tekli doymamış yağ asidinden zengin sağlıklı beslenme için önemi yüzyıllardır kanıtlanmış zeytinyağının üretilebildiği bir bölge. Diğer sağlıklı yağlar vücuda besinlerle alınan alfa-linolenik asitten (ALA) sentezlenen omega-3 yağ asitleri eikosapentaenoik asit (EPA) ve dokosaheksanoik asittir (DHA). Bu yağ asitleri süt çocuğunda ve erken çocukluk döneminde beyin gelişimi daha sonraki yaşlarda normal beyin işlevleri için gereklidir. Normal nörokognitif gelişim, öğrenme ve görme ile ilişkileri gösterilmiştir. Hayvan deneyleri desteğin beyinde hipokampal fonksiyonlara, nörogeneze, hücresel proliferasyon ve diferansiyasyona olumlu etkisini göstermektedir. Romatoid artrit, diyabetes mellitus, mental hastalıklar gibi kronik 56 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU hastalıkların etiyopatogenezinde inflamasyonun rolü vardır. Birçok çalışmada omega-3 yağ asitlerinin antiinflamatuar ve immun-modülatör etkisini göstermektedir. Nörodejeneratif hastalıkların ilerleyişini yavaşlatıcı etkileri bildirilmektedir. Bu yağ asitlerinin eksikliğinde görmede azalma ve nörolojik sorunlar olur. DHA eksikliği “Fetal alkol sendromu”, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, kistik fibrozis, fenilketonüri, unipolar depresyon, agressif hostilite, adrenolökodistrofi, yaşlanma ve Alzheimer hastalığı ile ilişkili bulunmuştur. Gestasyon yaşına göre düşük tartılı bebeklerde desteğin görsel keskinliği ve zihinsel gelişimi iyileştirdiği bildirilmiştir. Hipertansiyon, artrit, ateroskleroz, depresyon, erişkin başlangıçlı diyabet, insülin direnci, miyokard infarktüsü, serebral inme, tromboz, bazı kanserler ve orak hücre anemisine pozitif etkisi bildirilmiştir. Alfa-linolenik asit soya, kanola yağı, keten tohumu ve cevizden sağlanabilir. Balık yağları, somon, ton balığı, sardalya gibi yağlı balıklar iyi kaynaklardır. Anne sütü %0.5-1 oranında ALA ve az miktarda DHA da içerir. Tüm yaş dönemlerinde besinlerle yağ alımının %1-2’sinin omega-3 yağ asitlerinden sağlanması önerilmektedir. Sağlıklı beslenme için omega-3 omega-6 yağ asitleri oranın 1:5 olması oranın omega-3 lehine korunması önerilmektedir. Sonuçta tarım toplumu ve endüstriyel toplum yaşantısına geçen ancak genetik özellikleri avcı toplayıcı toplum özelliklerini taşıyan insanoğlunun yaşam beklentisinde belirgin bir farklılık olmamasına rağmen beslenme kökenli sağlık sorunları nedeniyle yaşam kalitesi azalmaktadır. Burada temel besinlerin tüketiminde ve içeriklerindeki değişiklikler ile fiziksel aktivite eksikliği sorunun nedenidir. Yağdan sağlanan enerjinin yüksek olması sanıldığının aksine kronik hastalık riskini arttırmamaktadır. İçerik önemlidir. Trans yağ asitleri, doymuş yağ asitlerinden palmitik, miristik, laurik asit ile omega-6 serisi çoklu doymamış yağ asitlerinin aşırı tüketimi kronik hastalık riskini arttırmaktadır. Lipit metabolizması kalıtsal hastalıkları nedeniyle hiperkolesterolemisi olmayan kişide yumurta gibi kolesterolden zengin doğal besin tüketimi beslenme kökenli kronik hastalıklar için risk artışına neden olmaz. Doymuş yağ asitlerinden stearik asit, tekli doymamış yağ asitleri ve omega-3 serisi çoklu doymamış yağ asitlerinin kronik hastalıklardan koruyucu ve sağlığı destekleyici özellikleri bilinmektedir. Sağlıklı yağlar bu yağ asitlerinden zengin yağlardır. Doğal ortamda ve koşullarda yetişen yağlı sebzeler, tohumlar ve hayvanların ürünleri sağlıklı yağ asidi içerikleri nedeniyle sağlığa katkıda bulunur. Kaynaklar 1. American Academy of Pediatrics Committee on Nutrition. In: Kleinman RE, Greer FR, eds. Pediatric Nutrition 7th ed. Elk Grove Village, IL American Academy of Pediatrics, 2014: 407-526. 2. Duggan C, Watkins JB, Walker WA. Nutrition in Pediatrics. 4th ed. Hamilton, BC Decker, 2008. 3. Juarez-Lopez C, Klunder-Klunder M, Madrigal-Azcarate A et al. Omega-3 polyunsaturated fatty acids reduce insulin resistance and triglycerides in obese children and adolescents. Pediatric Diabetes, 2013; 14: 377–383. 4. Gow RV, Hibbeln RJ, Parletta N. Current evidence and future directions for research with omega-3 fatty acids and attention deficit hyperactivity disorder. Curr Opin Clin Nutr Metab Care, 2015; 18:133–138. 5. Amminge GP, Schafer MR, Papageorgiou K. Long chain omega-3 fatty acids for indicated prevention of psychotic disorders. Arch Gen Psychiatry, 2010; 67(2): 146-154. 6. Stonehouse W. Does consumption of LC Omega-3 PUFA enhance cognitive performance in healthy school-aged children and throughout adulthood? Evidence from clinical trials. Nutrients 2014, 6, 2730-2758. 7. Jacques C, Levy E, Muckle G. Long-term effects of prenatal omega-3 fatty acid intake on visual function in school-age children. J Pediatr, 2011; 158(1): 73–80. 8. Drehmer M, Pereira MA, Schmidt MI et al. Total and full-fat, but not low-fat, dairy product intakes are inversely associated with metabolic syndrome in adults. J Nutr 2016;146:81–9. 9. J. Lunn J, Theobald HE. The health effects of dietary unsaturated fatty acids. Nutrition Bulletin 2006; 57 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU 31:178–224. 10. European Food Safety Authority (EFSA), Scientific opinion on dietary reference values for fats, including saturated fatty acids, polyunsaturated fatty acids, monounsaturated fatty acids, trans fatty acids, and cholesterol. EFSA Journal 2010; 8(3):1461. 11. Cordain L, Eaton S, Brand Miller J, et al.The paradoxical nature of hunter-gatherer diets: meat-based, yet non-atherogenic. Eur J Clin Nutr 2002; 56, Suppl 1, S42–S52. 12. Souza RJ, Mente A, Maroleanu A. Intake of saturated and trans unsaturated fatty acids and risk of all cause mortality, cardiovascular disease, and type 2 diabetes: systematic review and meta-analysis of observational studies. BMJ 2015; 351:h3978. 13. Food and Nutrition Board, Institute of Medicine of the National Academies. The human microbiome, diet and health. The National Academies Press, Washington DC, 2013: 1-196. 14. Skeaff CM, Miller J. Dietary fat and coronary heart disease: summary of evidence from prospective cohort and randomised controlled trials. Ann Nutr Metab 2009; 55:173–201. 15. Melanson EL, Astrup A, Donahoo WT. The Relationship between dietary fat and fatty acid intake and body weight, diabetes, and the metabolic syndrome. Ann Nutr Metab 2009; 55:229–243. 16. Liesbeth A. Smit LA,Mozaffarian D, Willett W. Review of fat and fatty acid requirements and criteria for developing dietary guidelines. Ann Nutr Metab 2009; 55:44–55. 17. Eilander A, Harika RK, Zock PL. Intake and sources of dietary fatty acids in Europe: Are current population intakes of fats aligned with dietary recommendations? Eur J Lipid Sci Technol 2015; 117:1370–1377. 18. Rubinstein A, Elorriaga N, Garay OU. et al. Eliminating artificial trans fatty acids in Argentina: estimated effects on the burden of coronary heart disease and costs. Bull World Health Organ 2015; 93:614–622. 19. Uauy R, Dangour AD. Fat and fatty acid requirements and recommendations for infants of 0–2 years and children of 2–18 years. Ann Nutr Metab 2009; 55:76–96. 20. Crawford MA, Bazinet RP, Sinclai AJ. Fat intake and cns functioning: ageing and disease. Ann Nutr Metab 2009; 55:202–228. 21. Kuipers RS, Luxwolda MF, Dijck-Brouwer DAJ. Estimated macronutrient and fatty acid intakes from an East African Paleolithic diet. BJN 2010; 104: 1666–1687. 22. DiNicolantonio JJ, Lucan SC, O’Keefe JH. The evidence for saturated fat and for sugar related to coronary heart disease. http://dx.doi.org/10.1016/j.pcad.2015.11.006. 58 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 A SALONU 13:30 - 15:00 ÇOCUKTA KIRMIZI İDRARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Doç. Dr. İsmail YILDIZ*, Doç. Dr. Alev YILMAZ**, Prof. Dr. Ayşegül ÜNÜVAR*** *İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Pediatri Bilim Dalı ** İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı *** İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematolo-jiOnkolojisi Bilim Dalı (Emekli), Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul Florence Nightingale Hastanesi İdrarda renk değişikliğine neden olabilecek birçok neden vardır. Yüksek dansiteli idrar ve rifampisin, sülfasalazin gibi ilaç kullanımı koyu sarı veya turuncu renkli idrara neden olurken, idrarda eritrosit (hematüri), hemoglobin (hemoglobinüri), miyoglobin (miyoglobinüri), porfirin, idrarda yüksek konsantrasyonda ürat, yiyecekler (pancar, böğürtlen, kırmızı boya, gibi), ilaçlar (benzen, klorokin, desferoksamin, fenazopiridin, fenolfitalein) ve Serratia marcescens enfeksiyonları kırmızı veya pembe idrar rengine neden olur. Hemoglobinüriye hemolitik anemi yapan tüm nedenler yol açabilir. Miyoglobinürinin başlıca nedenleri ise; viral enfeksiyonlar, kas ezilmeleri, travma, uzamış epileptik nöbetler, hipotansiyon ve tüketim koagülopatisidir. Kırmızı idrar ile başvuran çocuklarda hematolojik ve onkolojik nedenler de ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Başlıcaları: Kanama bozuklukları (von Willebrand hastalığı, hemofili, gibi), renal ven trombozu (özellikle yenidoğan döneminde), orak hücreli anemi ve böbrek tümörleridir (Wilms tümörü başta olmak üzere). Kırmızı renkli idrar işeyen bir çocuk başvurduğunda ayrıntılı öykü ve tam bir fizik muayene yapılmalıdır. Öyküde; travma, egzersiz, yakın zamanda geçirilmiş üst solunum yolu enfeksiyonu, cilt enfeksiyonları, ilaç kullanımı, idrar miktarı, idrar yapma sıklığı, eşlik eden başka semptomların (ateş, dizüri, cilt döküntüsü, yan ağrısı, eklem bulguları, ödem) varlığı ayrıntılı sorgulanmalıdır. Özgeçmiş ve soygeçmişinde; taş hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu, tekrarlayan hematüri, işitme kaybı, hipertansiyon, renal yetersizlik, kanama bozukluğu, hemoglobinopati ve ailede hematüri olup olmadığı ayrıntılı sorgulanmalıdır. Fizik muayede tam sistemik muayene yapılmalıdır. Mutlaka tansiyon arteryel ölçümü yapılmalı ve yaş ve cinsiyete göre tansiyon artelyel persantili belirlenmelidir. Kırmızı idrar ile başvuran bir çocukta ilk yapılması gereken tetkik, basit bir tam idrar analizi yapılmasıdır. Tam idrar analizinde, hematüri dışında hemoglobinüri veya miyoglobinüri varlığında da kan pozitif gözükür. Bu durumun eritrositlerle ilişkili olup olmadığını ayırt etmek için idrar sedimentinde mikroskobik inceleme yapılmalıdır. Mikroskopide büyük büyütmede 5’ten fazla eritrosit görülmesi hematüri olarak tanımlanır. Mikroskopik incelemede eritrositlerin morfolojisine bakılarak ta kanamanın yeri hakkında fikir elde edilebilir. Dismorfik eritrositlerin görülmesi hematürinin böbrek glomerüllerinden kaynaklandığını gösterir. Kırmızı idrar ile başvuran çocuklarda tedavide asıl nedene yönelik yapılmalıdır. Altta yatan hastalık bulunarak tedavi yaklaşımı yapılır. Kaynaklar: 1) Pade KH, Liu DR. An evidence-based approach to the management of hematuria in children in the emergency department. Pediatr Emerg Med Pract. 2014; 11(9): 1-13. 2) Utsch B, Klaus G. Urinalysis in children and adolescents. Dtsch Arztebl Int. 2014; 111(37): 617-25. 3) Bagnall P. Haematuria: classification, causes and investigations. Br J Nurs. 2014; 23(20): 1074-8. 59 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 08:30 - 09:00 KAHVALTI SAATİNDE KAHVALTI ÜZERİNE TARTIŞMA Uzman Diyetisyen Beyza ELİUZ TİPİCİ1, Prof. Dr. Muazzez GARİPAĞAOĞLU2 1 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2 İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Giriş Kahvaltı günün en önemli öğünüdür. Akşam yemeği ile sabah kahvaltısı arasında yaklaşık 10-12 saatlik uzun bir süre vardır. Bu süre içinde, beynin birincil yakıtı olan glukoz, vücut depolarından sağlanır. Günün başlamasıyla birlikte bu yakıtın, kahvaltı öğünü ile sağlanması gerekir. Bu açıdan günün ilk enerji kaynağı olan kahvaltı, bilişsel ve fiziksel performansın devamlılığı ve sağlığın sürdürülmesi için büyük önem taşır. İdeal bir kahvaltı öğününün, uyandıktan sonraki ilk yarım ya da 1 saat içinde, günlük aktivitelere başlamadan önce, yapılması beklenir. Günlük enerjinin %20-35’ini içerecek şekilde planlanan kahvaltının, makro ve mikro besin ögelerini sağlayacak besinlerden oluşması önemlidir. Kahvaltıda liften zengin kompleks karbonhidratların tüketilmesinin, insülin duyarlılığını artırarak, gün içindeki glisemiyi olumlu etkilediği ve bu yolla gün boyu düşük insülin seviyeleri sağlayarak, düzenli bir öğün modelinin sağlandığı ve açlık krizlerini önlediği bildirilmektedir. Çocuk ve adolesanların kahvaltı etme alışkanlığı kazanmasında, anne-babaların rolü oldukça önemlidir. Düzenli kahvaltı sofrası kurulan bir evde büyüyen ve anne-babaları her sabah kahvaltı eden çocuklar arasında öğün atlama davranışına daha az rastlanmaktadır. Günün En Çok Atlanan Öğünü: Kahvaltı Öğün atlama alışkanlığı, okul çağı çocukları ve adolesanlar arasında çok sık rastla¬nan olumsuz bir yeme davranışıdır. Ülkemizde ve dünyada yapılan çalışmalarda çocuk ve adolesanların en sık atladıkları öğünün kahvaltı olduğu bildirilmektedir. Kahvaltı öğününün atlanmasının temel nedenleri: zaman yetersizliği, sabahları iştahın az olması ve adolesanların vücut ağırlıkları hakkında duydukları endişeler nedeniyle besin alımını sınırlamaları olarak bildirilmektedir. Günün en önemli öğünü olan kahvaltının atlanması, büyüme dönemindeki çocuk ve adolesanlarda yetersiz ve dengesiz beslenmeye neden olur. Ülkemizde çocuk ve adolesan grubunda, kahvaltı etme alışkanlığına ilişkin bölgesel ve ulusal düzeyde çalışmalar yapılmıştır. Bölgesel olarak, Kutlu ve arkadaşlarının Konya’da 7-14 yaş grubu 357 öğrenci ile yaptıkları çalışmada, öğrencilerden %13’ünün, Akman ve arkadaşlarının İstanbul’da 11-15 yaş grubu 625 öğrenci ile yaptıkları çalışmada ise neredeyse her 2 öğrenciden birinin (%49) kahvaltı yapmadığı saptanmıştır. Ulusal düzeyde Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nün birlikte yürüttüğü, 6-10 yaş okul çağı çocuklarında büyümenin izlenmesi amacıyla yapılan çalışmada (TOÇBİ), kızların %35,1’inin, erkeklerin %36’sının kahvaltı etmediği bulunmuştur. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA) verilerine göre ise, 6-11 yaş arası çocukların %10,8’i, 12-14 ve 15-18 yaş arası adolesanların ise sırasıyla %15,9 ve %21,0’ının kahvaltı etme alışkanlığına sahip olmadıkları görülmüştür. Cinsiyete göre kahvaltı öğününü atlama oranı, her yaş grubundaki kızlarda, erkeklere göre daha fazladır. Yerleşim yerlerine göre ise kırsala göre kentte kahvaltı öğününü atlama oranı daha yüksektir. Dünya Sağlık Örgütü’nün öncülüğünde, ülkemiz dahil 20 Avrupa ülkesinde, 7-8 yaş grubunda yapılan Avrupa Çocukluk Çağı Obezite Araştırması’nda (COSİ) çocukların %84,6’sının her gün, %13,5’inin haftada 1-6 kez kahvaltı yaptığı, %1,9’unun ise hiç kahvaltı yapmadığını belirtmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde, kahvaltı etme alışkanlığı, yıllar içerisinde giderek azalma göstermiştir. Bin dokuz yüz altmış beşte kahvaltı öğününü atlama oranı; 11-14 yaş ve 15-18 yaş arası çocuklarda sırasıyla %5 ve %12 iken; 1999-2000 yıllarında yapılan Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırması’na (NHANES) göre 9-13 yaş arasında %20,5, 14-18 yaş arasında ise %36,1’e yükselmiştir. Kahvaltının Önemi a)Kahvaltının çocuk sağlığı ve gelişimine etkisi Doğru besin örüntüsü ile seçilmiş bir kahvaltı ve düzenli kahvaltı etme alışkanlığı, büyüme-gelişmenin sağlanması ve sağlığın sürdürülmesinde anahtar rol oynar. Sağlıklı bir kahvaltı, günün geri kalan bölümünde iştah ile 60 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU ilgili bir dizi mekanizmanın düzenlenmesine yardımcı olarak, yeterli ve dengeli beslenmeyi teşvik eder. Kahvaltı öğününü atlayan çocuklarda günlük beslenme kalitesinin düştüğüne ilişkin araştırma sonuçları mevcuttur. İngiltere’de 9-10 yaş arası 4116 çocukla yapılan bir çalışmada, kahvaltıyı atlayanların 24 saatlik besin tüketimi analizlerine göre; önerilerin altında enerji alımı, enerji yoğunluğu yüksek besinlerin tüketiminde artış, enerjinin yağdan gelen oranında yükseklik, B12, folat, C vitamini, kalsiyum ve demirden fakir bir beslenme gözlenmiştir. Kanada’da okul öncesi dönemde ortalama yaşı 49 ay olan 1549 çocuk ile yapılmış bir çalışmada, “kahvaltı atlayanlar” haftada 7 defadan az kahvaltı edenler; “kahvaltı edenler” ise her gün kahvaltı edenler olarak ikiye ayrılmıştır. Kahvaltı atlayanların ana öğünlerde enerji ve makro besin ögelerini yetersiz aldıkları, sebze, tahıl ve süt ürünlerini önerilerin altında tükettikleri, öğle ve öğleden sonraki öğünlerde yüksek oranda karbonhidrat aldıkları saptanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmış bir başka çalışmada ise çocuk ve adolesanlar, “kahvaltı atlayanlar”, “kahvaltılık gevrek yiyenler” ve “diğer kahvaltılık besin tüketenler” olarak üç gruba ayrılmıştır. Yirmi dört saatlik besin tüketimi analizlerine göre kahvaltı öğününü atlayan çocuk ve adolesanlarda, kahvaltılık gevrek yiyenlere göre, toplam enerji alımı, diyet lifi, A, C, B6 ve B12 vitamini, tiamin, riboflavin, niasin, folat, kalsiyum, fosfor, magnezyum, demir, çinko ve potasyum alımının yetersiz olduğu bulunmuştur. b) Kahvaltının bilişsel performans üzerine etkisi Kahvaltı öğünü, çocuklarda okul başarısının artırılmasında önemli role sahiptir. Sağlıklı ve düzenli bir kahvaltı öğününün, çocuklarda bilişsel performansı iyileştirdiği, konsantrasyonu ve problem çözme becerisini artırarak, akademik başarıyı desteklediği pek çok çalışmada ortaya konmuştur. Kahvaltı öğünü, okula devamsızlığın azalmasında, derslere geç kalmanın önlenmesinde etkilidir. Öğretmenlerle yürütülen bir çalışmada, sabah kahvaltı etmeden okula gelen çocukların saat 10.00’dan sonra ilgisiz ve yorgun oldukları, dikkat dağınıklığı yaşadıkları ifade edilmiştir. c ) Kahvaltının obezite üzerine etkisi İki bin on üç yılı tahminlerine göre gelişmiş ülkelerde kızların %28,3’ü, erkeklerin %22,6’sı, gelişmekte olan ülkelerde ise kızların 12,9’u, erkeklerin 8,1’inin aşırı tartılı veya obez olduğu bildirilmektedir. Yapılan pek çok çalışmada, kahvaltı ve obezite arasında ciddi oranda ilişki saptanmıştır. Düzenli kahvaltı alışkanlığının, çocuk ve adolesanlarda kilo kontrolünü sağlamada etkili olduğu belirtilmektedir. Kahvaltı etmeyen çocukların, günün diğer öğünlerinde daha büyük porsiyonlarda yemek yeme eğiliminde oldukları, özellikle öğle öğününde daha fazla enerji ve protein aldıkları, atıştırmalık tüketimlerinin daha fazla olduğu gösterilmiştir. Bununla beraber çocuklarda Beden Kitle İndeksi arttıkça, meyve-sebze tüketimlerinde azalma, sağlıksız atıştırmalık tüketimlerinde artma gözlenmiştir. Pre-adolesan dönemdeki çocuklarla yapılmış bir çalışmada, kahvaltı edenlerde daha düşük trigliserid, total kolesterol ve LDL düzeylerine rastlanmıştır. Düzenli kahvaltı alışkanlığının, 9-10 yaş grubu çocuklarda, tip 2 diyabet riskini azalttığı da saptanmıştır. Sonuç Kahvaltı, Türk çocuklarının en çok atladığı öğündür. Çocukluk yıllarında kazanılan kahvaltı alışkanlığının, ileri yıllarda kalıcı olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle büyüme-gelişme ve sağlığın korunmasında önemli rolü olan kahvaltı konusunda, anne-babaların, öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, toplumun bilinçlenmesi ve duyarlı olması gerekir. İkili öğretim yapılan okullarda, sabah derslerinin erken başlaması nedeniyle kahvaltı öğünü aksayabilmektedir. Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlığı işbirliğiyle, bu okullarda mevcut olan “okul sütü programının” zenginleştirilerek, kahvaltı öğünü şeklinde uygulanması yararlı olacaktır. Kaynaklar: 1. Türkiye’ye Özgü Besin ve Beslenme Rehberi. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Sağlık Bakanlığı, Ankara 2015. 2. Giovannini M, Verduci E, Scaglioni S, Salvatici E, Bonza M, Riva E, Agostoni C. Breakfast: a good habit, not a repetitive custom. J Int Med Res. 2008; 36(4):613-24. 3. Giovannini M, Agostoni C, Shamir R. Symposium overview: Do we all eat breakfast and is it important? Crit Rev Food Sci Nutr. 2010; 50(2):97-9. 61 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 4. Türkiye’de Okul Çağı (6-10 Yaş Grubu) Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi (TOÇBİ) Projesi Araştırma Raporu, Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı Yayın No:834, Ankara, 2011. 5. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010: Beslenme Durumu ve Alışkanlıklarının Değerlendirilmesi Sonuç Raporu. Sağlık Bakanlığı Yayın No: 931, Ankara 2014. 6. Türkiye Çocukluk Çağı (7-8 Yaş) Şişmanlık Araştırması 2013. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı Yayın No:921, Ankara 2014. 7. Şanlıer N, Konaklıoğlu E, Güçer E. Gençlerin Beslenme Bilgi, Alışkanlık ve Davranışları ile Beden Kütle İndeksleri Arasındaki İliski, Gazi Egitim Fakültesi Dergisi, 2009, 29(2):333-352. 8. Akman M, Akan H, Izbirak G, Tanriöver Ö, Tilev SM, Yildiz A, Tektaş S, Vitrinel A, Hayran O. Eating patterns of Turkish adolescents: a cross-sectional survey. Nutr J. 2010; 19;9:67. 9. Kutlu R, Çivi S. Özel bir ilkoğretim okulu oğrencilerinde beslenme alıskanlıklarının ve beden kitle indekslerinin değerlendirilmesi. Fırat Tıp Dergisi 2009;14(1):18-24. 10. Deshmukh-Taskar P, Nicklas TA, Radcliffe JD, O’Neil CE, Liu Y. The relationship of breakfast skipping and type of breakfast consumed with overweight/obesity, abdominal obesity, other cardiometabolic risk factors and the metabolic syndrome in young adults. The National Health and Nutrition Examination Survey (NHANES): 1999-2006. Public Health Nutr. 2013; 16(11):2073-82. 11. Dubois L, Girard M, Potvin Kent M, Farmer A, Tatone-Tokuda F. Breakfast skipping is associated with differences in meal patterns, macronutrient intakes and overweight among pre-school children. Public Health Nutr. 2009;12(1):19-28. 12. Rampersaud GC, Pereira MA, Girard BL, Adams J, Metzl JD. Breakfast habits, nutritional status, body weight, and academic performance in children and adolescents. J Am Diet Assoc. 2005;105(5):743-60. 13. Breakfast: how important is it really? Letter to the Editor, Public Health Nutrition: 1-2 14. Blondin SA, Anzman-Frasca S, Djang HC, Economos CD. Breakfast consumption and adiposity among children and adolescents: an updated review of the literature. Pediatr Obes. 2016; 4. 15. Donin AS, Nightingale CM, Owen CG, Rudnicka AR, Perkin MR, Jebb SA, Stephen AM, Sattar N, Cook DG, Whincup PH. Regular breakfast consumption and type 2 diabetes risk markers in 9- to 10-year-old children in the child heart and health study in England (CHASE): a cross-sectional analysis. PLoS Med. 2014; 2;11(9):e1001703. 16. Papoutsou S, Briassoulis G, Wolters M, Peplies J, Iacoviello L, Eiben G, Veidebaum T, Molnar D, Russo P, Michels N, Moreno LA, Tornaritis M; IDEFICS consortium. No breakfast at home: association with cardiovascular disease risk factors in childhood. Eur J Clin Nutr. 2014;68(7):829-34. 62 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 09:30 - 10:00 KOKUDAN TEDAVİYE Yrd. Doç. Dr. Hakan Tekeli Koku, koku alma duyusuyla algılanabilen, genelde çok küçük konsantrasyonlarda havada çözülmüş olarak bulunan kimyasal maddelerden her biridir. Kokular algılamaya göre kötü ve hoş kokular olarak ayrılabilir. Kokuların çoğu organik bileşikler tarafından oluşmuşsa da hidrojen sülfit ve amonyak gibi inorganik maddeler de kokabilir. Koku bölgesi, burun boşluğunun 1/3 üst bölümünde yer alır. Yaklaşık olarak 25 milyon reseptöre sahip koku epitelinde başlayan ileti, bir dizi yol ile frontal lobdaki koku merkezine ulaşır. Koku molekülünün suda çözünebilirlik, düşük molekül ağırlığı gibi belli özelliklere sahip olması gerekir. Koku epitelinde 60 mikron kalınlığındaki tüylü hücreler üzerindeki reseptörlere özel proteinler ile bağlanan moleküller, kimyasal yanıta neden olur. Burun tavanı üstündeki koku terminalindeyse elektriksel yanıta dönüşüp üst koku merkezine yönelirler. Kokunun primer korteksi priform kortekstir. Priform korteks, aynı zamanda limbik sisteminin merkezi çekirdeklerinden birisini oluşturmaktadır. Kokunun algılanması, ayırt edilmesi, belleğinin oluşturulması ve diğer merkezlere iletilmesi priform kortekste olmaktadır. Olfaktor reseptör nöron birçok açıdan benzersiz özelliklere sahiptir ve bu yüzden nöronal plastisitenin eşsiz örneklerinden birini oluşturmaktadır. Farklı koku türlerine göre özelleşebilme yeteneği, hasar gördükten sonra bazal laminadaki kök hücrelerden birebir aynı nöronal yapının oluşturulması ve I. Nörondan itibaren sürekli kortikal geri besleme içinde olması diğer nöronal yapılardan farkını ortaya koymakta ve araştırmalar için de uygun örnek olmasını sağlamaktadır. Pediatrik yaş grubunda da erişkin yaş grubunda olduğu gibi koku bozukluğu ile giden hastalıklar mevcuttur. Araştırılmaların ışığında koku eğitimi ya da ülkemizdeki adıyla “Burcu Terapisi” adı verilen tedavi metodu geliştirilmiştir. Burcu Terapisi bugün koku bozukluğunun hiç tedavi edilemediği durumlarda insanların yaşam kalitesini yükseltmek için geliştirilmiş bir koku eğitim modelidir. Hastalara belirli konsantrasyonlardaki seçilmiş kokular uzun süreli koklama egzersizleri için verilir ve koku algılayıcı bölgelerde bir uyanış ve farkındalık oluşturmayı amaçlar. 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 10:00 - 10:30 ÇOCUKLARDA TAMAMLAYICI TIP: KANITLAR NEREDE ? Prof. Dr. İlknur ARSLANOĞLU Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı Günümüzde “ana akım” tıbbın bir bilim, bir meslek ve hatta bir sanat olarak uygulamalarına karşı eleştirel yaklaşımlar onun yerine farklı sağaltım yöntemlerini koyma arayışı içindedir. Arz-talep dengelerinin ve öncelik sıralamasının değişmesine karşın bu arayışlar hizmeti alacak veya verecek taraflardan gelebilmekte olduğu gibi zaman içinde ülke ve toplumlara göre ağırlığı değişkenlik göstermekle birlikte hizmeti yöneten resmi kuruluşlar tarafından da destek görmektedir. Bilim ve buradaki konumuza göre tıp bir dış eleştirellik olmadan da her zaman arayış ve yenilenme çabası içindedir. Daha iyi tedavi yöntemleri peşinde tıbbi araştırmalar her dönem artan yoğunlukla sürmektedir. Günümüzde önemli tartışma konularından biri de araştırmaların piyasa-kar güdümlü olduğu iddiasıdır. Ancak buna refleks veya seçenek olarak gelişen yeni uygulama yöntemleri de hızla piyasa içinde yerini almaktadır. Bu yazıda ve ilgili toplantıda bize düşen ise yerleşik tedavi yöntemleri dışındaki tedavi seçeneklerinin çocuklarda uygulanmasının kanıta dayalı tıp açısından nasıl görüldüğüdür. Bazı kavramları açmaya çalışacak olursak önce yerleşik eğilimi tanımlamamız gerekir : Amerikan sağlık enstitüsü (NIH) tarafından yaygın olarak batı dünyasında bilimsel anlamda kabul gören tıbba ana akım batı tıbbı (mainstream western medicine) veya konvansiyonel tıp terimi önerilmektedir. Bunun dışındaki yaklaşımlara da sırasıyla tamamlayıcı (complementary) tıp: ana akım yönteme ek olarak bunun dışındaki yöntemlerin kullanılması; alternatif tıp: ana akım yöntem yerine bunun dışındaki yöntemlerin kullanılması ve bütünleyici (integrative) tıp: her ikisinin koordineli biçimde kullanılması açıklamaları aynı kuruluş tarafından önerilmiştir. Bu yöntemlerin içerdiği yarar hakkında bir ön kabulle NCCIH (National Center for Complementary and Integrative Health-Ulusal Tamamlayıcı ve Bütünleyici Sağlık Merkezi) kurulmuştur. Amacı bu yöndeki bilimsel çalışmaları desteklemek ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmaktır. Literatür dünyasına baktığımızda Cochrane veri tabanında çocuklarda tamamlayıcı tıp anahtar sözcüğüyle sekiz, alternatif anahtar sözcüğüyle ek dört derleme buluyoruz. Bu derlemeler toplamda binlerce özeti gözden geçirip her biri ortalama 10 civarında randomize kontrollü çalışmanın sonucunu bildirmekte ve çoğu uygulanan yöntemin yararını kanıtlayamamış görünmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri özellikle fiziksel uygulamalarda plasebo kontrolünün zorluğudur. Tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemleri çok çeşitlidir. Bazen bu anahtar sözcüklerle bakıldığında tüm cerrahi ve ilaç dışı tedavilerin, fizik tedavi ve psikoterapi de dahil, bu grupta kapsandığını görebiliyoruz. Tamamlayıcı yöntemler bitkisel tedaviler, besin zenginleştiriciler, beden ve zihin pratikleri olarak açımlanabilir. Her bir grubun altında çok sayıda seçenek bulunmakta, bunların bir kısmı etnik grupların geleneksel uygulamaları olarak kalmakta, bir kısmı ise aynı noktadan yola çıksa da kanıta dayalı tıp araştırmalarının dikkatini çekmektedir. 63 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 11:00 - 12:00 ÇOCUK HEKİMİNİ ŞAŞIRTAN BİR ENZİM ve BİR HORMON :ALKALİ FOSFATAZ ve TSH (Panel) Prof. Dr. Z. Alev ÖZÖN Yenidoğan ve süt çocukluğunda tiroid hormon düzeylerinin ölçümü ve sonuçların değerlendirmesinde öncelikle dikkate alınması gereken ölçümün gerekçesi ve hangi koşullarda gerçekleştirildiğidir. Ayrıca bu yaş grubunda tiroid hormon normallerinin daha büyük çocuklar ve erişkin yaş grubundan farklı olduğu hatırda tutulmalı, değerlendirmede yaşa göre normaller kullanılmalıdır. Yenidoğanda tiroid hormon ölçümü gerekçelerini sıralayacak olursak: 1. Ülkemizdeki gibi ulusal yenidoğan taraması yürütülen toplumlarda en sık gerekçe KH taramalarından geri çağrılan bebeklerin değerlendirilmesidir. 2. Uzamış sarılık, kabızlık vb hipotiroidi düşündürecek klinik bulguları olan bebeklerin değerlendirilmesi; 3. Annesinde tiroid hastalığı olan bebeklerde tiroid bozukluğu olup olmadığının araştırılması; 4. Hastanede yatan bebeklerde rutin incelemelerin parçası olarak kullanılması Son üç gerekçe süt çocukluğunda tiroid hormon ölçümlerinin de en sık nedenleri arasındadır. Yenidoğanlarda taramadan çağrılan ya da yukarıda belirtilen nedenlerle serum örneğinde sT4 ve TSH düzeyi ölçülen bebeklerde üç tür bozukluk gözlenebilir: (1) sT4 düşük, TSH yüksek; (2) sT4 normal, TSH yüksek; (3) sT4 düşük TSH normal sınırlarda olabilir. İlk grup geçici ya da kalıcı primer KH’li bebeklerdir. Bu bebeklerde primer KH’nin nedenine yönelik incelemeler (tiroid görüntülemesi [USG, sintigrafi], serum tiroglobulin düzeyi, idrarda iyot ölçümü, tiroid otoantikor düzeyleri, vb) primer konjenital hipotiroidinin nedenini ortaya koyabilir. Bununla birlikte yenidoğan döneminde hasta bebeklerin tedavisine zaman yitirilmeden başlanmalı, etiyolojiye yönelik incelemeler tedaviyi geciktirmemelidir. İkinci gruptaki (sT4 normal TSH yüksek) bebeklerde hipertirotopinemi söz konusudur. Hipertirotropinemili yenidoğanlarda etiyoloji heterojendir; geçici ya da kalıcı tiroid bozukluğu olabilir. İyot eksikliği, fazla iyoda maruziyet, annede tiroid hastalığı, ilaç kullanımı vb nedenlere bağlı geçici nedenlerden kaynaklanabileceği gibi TSH reseptörünü inaktive edici mutasyonlar, hafif dishormonogenez olguları ya da ektopi-hipoplazi-hemiagenezi gibi anomalilerden de kaynaklanabilir. Tedavi konusunu değerlendirirken TSH yüksekliğinin derecesi önemlidir. Serum sT4 düzeyi normal sınırlarda olsa da TSH’nin 20 mIU/L’nin üzerinde olması tiroid hormon yetersizliğine işaret eder ve tedavi edilmelidir. Hipertirotropinemisi hafif düzeydeki bebeklerde (2. haftadan sonra TSH: 10-20 mIU/L) tedavi gereksinimi tartışmalıdır. Bununla birlikte yaşamın ilk 2 haftasından sonra TSH düzeyi 10 mIU/L üzerinde sebat ediyorsa tedavi başlanması gerekir. Eğer tedavi başlanmamış ise hormon ölçümleri 2-4 hafta içinde yinelenmeli ve normale dönmemişse tedavi başlanmalıdır. Yaşamın ilk ayından sonra sT4 düzeyi normal, TSH düzeyi 6-10 mIU/L arasında ölçülen yenidoğanlarda tedavi gereksinimi daha da tartışmalıdır. Bu dönemde sağlıklı bebeklerde TSH düzeyi erişkin normallerinden yüksektir. 2-20 hafta arasında TSH düzeyinin 1,7-9,1 mIU/L arasında seyrettiğini gösteren çalışmalar vardır. O nedenle sT4 düzeyi normalken TSH düzeyini erişkin normallerine göre değerlendirerek tedavi başlandığında gerçekte ötiroid olan çok sayıda bebeğe tedavi başlanması kaçınılmazdır. Sonuncu bozukluk (sT4 yaşa göre ortalamanın 2 SS altında, TSH normal) hipotalamik matürasyon bozukluğundan (özellikle prematürelerde) kaynaklanabileceği gibi tiroid dışı hastalığa, ilaç kullanımına (dopamin ya da yüksek doz glukokortikoidler), santral hipotiroidiye bağlı olabilir. Primer hipotiroidisi olan ve TSH 64 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU yükselmesi geciken yenidoğanlarda da (düşük ya da çok düşük doğum ağırlıklı bebekler, prematüreler ya da zamanında doğmuş hasta bebekler) bu tablo gözlenebilir. Tedavi etiyolojiye işaret eden bulgulara göre kararlaştırılır, ancak temel kural hipotiroidi ekarte edilemediğinde tedavi başlanmasıdır. Santral hipotiroididen şüphelenilen bebeklerde çoklu hormon eksikliği olabileceğinden adrenal yetmezliğin eşlik etme olasılığı vardır. Adrenal yetmezlik söz konusu ise kortizol eksikliği düzeltilmeden tiroid hormon tedavisi başlanması adrenal krize yol açabileceğinden tedavi başlanmadan önce hasta kortizol eksikliği açıaından değerlendirilmelidir. Adrenal yetmezlik saptanan santral hipotiroidili hastalarda glukokortikoid replasmanı başlandıktan sonra tiroid hormon tedavisi verilebilir. Prematürelerde sT4 düzeyleri term bebeklerden daha düşük beklenmekle birlikte yaşamın ilk haftalarında sT4 düşüklüğünün olumsuz sonuçları olabileceğine ilişkin yayınlar vardır. Bununla birlikte prematürelerde tiroid hormon tedavisinin gelişimsel sonuçları nasıl etkilediğine ilişkin kontrollü en geniş çalışmada, tiroid hormon tedavisinin prematürelerde mortalite ya da nörogelişimsel sonuçları olumlu yönde değiştirdiğine ilişkin veri elde edilememiştir. O nedenle sT4 düzeyi düşük prematürelerde tiroid hormon tedavisinin yararı tartışmalıdır. Süt çocukluğu döneminde de tiroid hormon düzeylerinin yaşa göre normallerle karşılaştırılarak değerlendirilmesi gerekir. Bu yaş grubunda özellikle hastanede tedavi gören çocuklarda hipotiroidiye ilişkin güçlü şüphe uyandıracak klinik bulgular yoksa tiroid hormon ölçümlerinin iyileşmeden sonraya ertelenmesi önerilir. Bu yaklaşım tiroid dışı hastalık, ilaç kullanımı vb nedenlere bağlı geçici tiroid fonksiyon değişikliklerinin hipotiroidi tanısıyla karıştırılmasının önüne geçerek tiroid hormon tedavisi endikasyonunun güvenilirliğini arttırır. 65 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 11:00 - 12:00 ÇOCUK HEKİMİNİ ŞAŞIRTAN BİR ENZİM ve BİR HORMON :ALKALİ FOSFATAZ ve TSH (Panel) Prof Dr Serap TURAN Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Alkali fosfataz (ALP) rutin klinik ve laboratuvar tetkik isteme pratiğinde çok sık kullanılan bir laboratuvar parametre olup, şimdiye kadar hemen her zaman yüksekliği açısından değerlendirilmekte idi. ALP yüksekliği raşitizm gibi sık görülen kemik hastalıklarının ve karaciğer hastalıklarının değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Ancak laboratuvar olarak çok sık kullanılmasına rağmen sonuçların raporlanmasında sorunlar bulunmaktadır. Bu durum sadece ülkemiz için değil uluslararası pek çok laboratuvarda da benzer şekildedir. Görülen problemlerden en önemlisi yaş gruplarına göre değil; referans aralığı olarak sadece erişkin değerlerinin verilmesidir. Çocukluk çağında dolaşımdaki ALP’nin %90’ına kadar olan miktarda kemikten kaynaklanmaktadır ve özellikle süt çocukluğu ve ergenlik dönemleri gibi büyümenin hızlı olduğu dönemlerde kemik fraksiyonundaki artış nedeni ile ALP değerleri erişkin üst sınır değerlerinin 4 katına kadar çıkabilmektedir. Ayrıca, ALP kolorimetrik yöntemle çalışılmakla birlikte 2-amino-2-methyl-1-propanol (AMP) ve diethanolamine (DEA) olmak üzere iki farklı tampon çözeltisi kullanılmakta ve DHEA ile bakılan ALP değerleri daha yüksek bulunmaktadır (1-12). Ve de laboratur sonuçlarında hangi tampon çözeltisinin kullanıldığı rapor edilmemektedir. Ek olarak; ALP düşüklüğüne yönelik bir raporlama yapılmamakta ve tüm sonuçlarda alt sınır sıfır olarak verilmektedir. Bu nedenle ALP düşüklüğü hem yaşa özgü referans değerlerinin verilmemesi hem de alt sınır değerlerinin verilmemesi nedeni gözden kaçmaktadır. Hipofosfatazya (HPP) (OMIM #146300, #241500, #241510), düşük serum alkalen fosfataz (ALP) aktivitesi yani hipofosfotazemi ile karakterize bir osteomalazi-raşitizm türüdür (13). HPP nadir görülen monogenetik ve multisistemik genetik geçişli, kemik ve dişlerde mineralizasyon bozukluğuna neden olan metabolik bir hastalıktır. Hipofosfatazyadaki düşük ALP’nin nedeni doku nonspesifik ALP (TNALP) izoenziminin, TNALP genindeki fonksiyon kaybı ile giden mutasyonlara bağlı düşmesidir . HPP’de TNALP fonksiyon kaybı nedeni ile ekstraselüler ortamda toplanan TNALP subsratları mineralizasyonu inhibe ederek iskelet bulgularına neden olur (14). HPP tanımlanması ile ALP’nın kemik formasyonundaki yeri daha iyi anlaşılmıştır . HPP ilk olarak Kanadalı bir pediyatrist olan John C. Rathbun tarafından 1948 yılında ağır raşitizm, kilo kaybı ve nöbetler tarafından kaybedilen bir vakada, serum ve doku düzeyinde ALP aktivitesinin düşük bulunması ile tanımlanmıştır (15). 1953 yılında da, süt dişlerinin erken kaybı majör klinik bulgu olarak eklenmiştir (16). Bu enzimin hidrolize ettiği inorganik pirofosfat (PPi), B6 vitamininin major formu olan piridoksal 5-fosfat (PLP), Fosfoetanolamin (PEA) maddelerinin birikmesi ile madde birikmesine ait metabolik hastalık profili oluşur. TNSALP geni 1 1p36.1-p34 lokusunda yer alır ve 12 ekzonludur (17). Gen yüksek allelik heterojeniteye sahiptir ve şimdiye kadar 275’den fazla mutasyonu vardır. Bunların %79 missense mutasyondur. Mutasyonlar intrauterin ölümle sonuçlanan fatal formdan, erişkin yaşlarda sadece diş kaybı ile giden hafif forma kadar çok farklı spektrumda klinik tablolara neden olabilir. Hipofosfatazya, otosomal dominant veya resesif kalıtım paterni gösterebilir. Hipofosfatazyanın perinatal letal, perinatal benin, infantil, çocukluk, erişkn ve odontohipofosfatazya olmak üzere altı farklı klinik formu mevcutdur. Hipofosfatazyanın ağır formlarının prenatal veya yaşamının ilk günlerinde ölümle sonuçlanması, hafif formlarının non-spesifik klinik tablolar oluşturması tanı konulmasını zorlaştıran nedenlerdendir. Ayrıca, ALP seviyelerinin alt seviyelerinin laboratuar sonuçlarında belirtilmemesi ve yaş gruplarına göre normal aralıkların 66 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU verilmemesi hastaların tanı almasını güçleştirmektedir. Referanslar 1. Turan S, Topcu B, Gökçe İ, Güran T, Atay Z, Omar A, Akçay T, Bereket A. Serum alkaline phosphatase levels in healthy children and evaluation of alkaline phosphatase z-scores in different types of rickets. J Clin Res Pediatr Endocrinol. 2011;3(1):7-11 2. Schiele F, Henny J, Hitz J, Petitclerc C, Gueguen R, Siest G. Total bone and liver alkaline phosphatases in plasma: biological variations and reference limits. Clin Chem 1983;29:634-641.[Abstract] / [PDF] 3. Kruse K, Bartels H, Gunther H. Serum alkaline phosphatase isoenzyme in childhood. Eur J Pediatr 1977;126:53-59. 4. Statland BE, Nishi HH, Young DS. Serum alkaline phosphatase: Total activity and isoenzyme determinations made by centrifugal fast analyzer. Clin Chem 1972;18: 1468-1474. 5. Plomteux G, Reginster N. Measurement of the hepatic, intestinal and bony fractions of the serum alkaline phosphatase. Ann Biol Clin Paris 1980;38:215-222. [ 6. Crofton PM. Wheat-germ lectin affinity electrophoresis for alkaline phosphatase isoforms in children: age-dependent reference ranges and changes in liver and bone disease. Clin Chem 1992;38:663-670. 7. Fleisher GA, Eickelberg ES, Elveback LR. Alkaline phosphatase activity in the plasma of children and adolescents. Clin Chem 1977;23:469-472 8. Penttilä IM, Jokela HA, Viitala AJ, Heikkinen E, Nummi S, Pystynen P, Saastamoinen J. Activities of aspartate and alanine aminotransferases and alkaline phosphatase in sera of healthy subjects Scand J Clin Lab Invest 1975;35: 275-284. 9. NW Tietz, CA Burtis, P Duncan, K Ervin, CJ Petitclerc, AD Rinker, D Shuey and ER Zygowicz. Enzyme working group of the Subcommittee on Standards, American Association for Clinical Chemistry, Study group on alkaline Phosphatase. A reference method for measurement of alkaline phosphatase activity in human serum. Clin Chem 1983;29:751-761. 10. International Federation of Clinical Chemistry. Expert panel on enzymes, Part 5, IFCC method for alkaline phosphat. Ase (orthophosphoric-monoester phosphohydrolase, alkaline optimum, EC 3.1.3.1). Clin Chim Acta 1983;135:339-367. 11.Bretaudiere JP, Vassault A, Amsellem L, Pourci ML, Thieu-Phung H, Bailly M. Criteria for establishing a standardized method for determining alkaline phosphatase activity in human serum. Clin Chem 1977;23:22632274. 12. Committee on Enzymes of the Scandinavian Society for Clinical Chemistry and Clinical Physiology. Recommended methods for the determination of four enzymes in blood. Scand J Chin Lab Invest 1974;33:291-306. 13. Online Mendelian Inheritance in Man OMIM (TM). McKusick- Nathans Institute of Genetic Medicine, John Hopkins Univer- sity (Baltimore, MD) and National Center for Biotechnology Information, National Library of Medicine (Bethesda, MD), http://www.ncbi.nlm.nih.gov/omim/; July 1, 2011. 14. Whyte MP. Hypophosphatasia: Nature’s window on alkaline phosphatase function in humans. In: Bilezikian JP, Raisz LG, Martin TJ, editors. Principles of Bone Biology. 3rd ed. San Diego: Academic Press; 2008. p. 1573e98. 15. Rathbun JC. Hypophosphatasia: a new developmental anomaly. Am J Dis Child 1948;75:822e31. 16. Sobel EH, Clark Jr LC, Fox RP, Robinow M. Rickets, deficiency of alkaline phosphatase activity and premature loss of teeth in childhood. Pediatrics 1953;11:309e22. 17. Smith M, Weiss MJ, Griffin CA, et al. Regional assignment of the gene for human liver/bone/kidney alkaline phosphatase to chromosome 1p36.1ep34. Genomics 1988;2:139e43. 67 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 14:00 - 14:15 ANOREKTAL MUAYENE Doç. Dr. Selim GÖKÇE Anorektal muayene sistemik bir muayenenin parçasıdır ve pek çok klinik durum ve hastalık açısından değerli bilgiler verir. Buna karşın genel pediyatri pratiğinde ender olarak başvurulan bir muayenedir. Doğrusu ishal, üst solunum yolu hastalıkları ve otit gibi çocukluk çağında sık görülen hastalıklarda genel olarak anorektal muayenenin gerekli değildir. Ancak parmakla rektal muayene de (PRM) dahil olmak üzere anorektal muayenenin gerektiği birçok klinik durumda bu muayene atlanmakta ya da ihmal edilmektedir. Abdominal ve genitoüriner muayenenin en önemli bileşeni olan anorektal muayene sıklıkla genitoüriner ya da abdominal bir hastalık tanımlandığında veya şüphelenildiğinde, ya da bu sistemlere ait şikayetler olduğunda yapılmaktadır. Oysa rutin bir muayene sırasında tarama amacıyla da başvurulabilmektedir. Anorektal muayeneyi endike kılan durumlar ve muayene saptanabilecek klinik bulgular ve hastalıklar tablo 1’de gösterilmektedir. Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da en sık ve net endikasyonlar fekal inkontinans, kabızlık, karın ağrısı ve rektal kanamadır. Bunun yanında daha az göze çarpan olası endikasyonlar da tablo 1’de verilmiştir. Aşağıda PRM’nin nasıl tanıya yardımcı olduğu konusunda örnekler verilmektedir. Fekal inkontinans: Çocuklarda sık görülen bir durumdur. En sık nedeni kabılzıktır ve çoğunlukla ebeveynler tarafından farkedilmez. PRM’de sert dışkı ile kabızlığa bağlı inkontinansı organik nedenli kabızlıktan ayırmak oldukça kolay olacaktır. Bunun yanında daha az görülmekle beraber anorektal muayenede kazanılmış ya da konjenital nöromüsküler durum (örneğin gergin kort) PRM de dışkı saptanmaması, gevşek anal tonu ve anal refleksin yokluğu ile anlaşılabilir. Kabızlık: Dışkılama sıklığında azlık ve sert dışkılama çocukların %4-36’sında bildirilmekte, pediatrik gastroenterolojiye yönlendirilen hastaların yaklaşık %25’ini oluşturmaktadır. Kabızlık hastaların çoğunda fonksiyoneldir ve pratisyen hekimler ya da pediatristler tarafından kolayca tedavi edilebilmektedir. Ancak kabızlık Hirschprung hastalığı, çölyak hastalığı, besin allerjisi, anal stenoz gibi özellikli tanısal ve terapötik yaklaşımlar gerektiren hastalıkların da bir bulgusu olabilir. PRM ile fonksiyonel kabızlığı diğerlerinden ayırmak oldukça kolaydır. Erişkinlerde PRM’nin yüksek çözünürlüklü manometri kadar duyarlılık ve pozitif prediktif değeri olduğu saptanmıştır. Çocuklarda ise PRM yerine düz karın grafilerinin kullanıldığı görülmekte ve bu durum ek bir masraf ve radyasyon maruziyetine neden olmaktadır. Karın ağrısı: Çocuklarda karın ağrısının fonksiyonel ve davranışsal nedenlerden peptik ülser, apandisit, idrar yolu enfeksiyonu, kabızlık ve inflamatuar bağırsak hastalığına kadar değişen birçok farklı nedeni vardır. PRM ile rektumda sert ve büyük dışkı saptanması, dışkıda kan, muayenede hassasiyet önemli bulgulardır ve bir sonraki tanısal ya da terapötik yaklaşımı yönlendirir. Bir çalışmada acil servise akut karın ağrısı ile başvuran çocukların %5’inden azında PRM yapıldığı saptanmıştır. Karın ağrısı ile gelen hastalarda anorektal muayenede fistül ve fissürlerin saptanması inflamatuar bağırsak hastalığı ön tanısı için oldukça önemlidir. Ancak inflamatuar bağırsak hastalığı şüphesi için kolonoskopi yapılan hastaların 1/3’ünde rektal muayenenin yapılmadığı saptanmıştır. Gastrointestinal kanama: açık bir şekilde rektal kanamanın gözlenmesi gastrointestinal kanama tanısı için önemli olmakla beraber dışkı rengini değiştiren ve kanamayı taklit eden durumlar olabilir (ilaçlar, yiyecekler gibi..). Bu durumlarda dışkıda gizli kan testinin yanında anorektal muayenenin de önemli yeri vardır. Anorektal muayenede multipl fissür ve fistül saptanması, rektal muayenede polip, çilek jölesi ya da kestane rengi (vişne çürüğü?) dışkı inflamatuar bağırsak hastalığı, rektal polip, invajinasyon ve meckel divertikülü ön tanıları açısından oldukça değerli bulgulardır. İshal: Kabızlığa bağlı enkoprezisi olup ishal olarak değerlendirilen ve IV sıvı alan vaka örnekleri var. Oysa ki basit bir PRM ile bu durumun kabızlığa bağlı olduğu anlaşılabilir ve uygun tedavisi planlanabilir. Karında kitle: PRM ile karında kitlenin kabızlığa mı, yoksa bir kitleye mi (örneğin over) bağlı olduğu kolaylıkla anlaşılabilir ve buna göre ileri tetkik ve tedavi planlanabilir. İdrar yolu semptomları: Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, idrar retansiyonu veya mesane kontrol sorunları an68 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU orektal bölgeyi de içeren konjenital ya da kazanılmış bir hastalık nedeniyle olabilir. Bu nedenle anorektal bölgenin dikkatli bir şekilde muayene edilmesi ve bur durumların erken tanısı önemlidir. Örneğin gergin kort sendromunda tanısının gecikmesi sorun yaratabilir ve kalıcı hasar ile sonuçlanabilir. Bunun yanında fekal retansiyon ve enkoprezis enürezisle beraber olabilir, ya da büyük impakte dışkı idrar retansiyonuna neden olabilir. Konvülziyon: Dört yaşında bir kız vaka günde 10-15 kez olan yaklaşık 2 dakika kadar süren konvülzif epizodlar nedeniyle değerlendiriliyor. Elektroensefalogram ve görüntülemeleri normal olan vaka tıbbi tedavilere yanıtsız olarak değerlendiriliyor. PRM ile impakte kaka saptanan hastanın konvülzif epizodları sırasındaki dışkı kaçırmaları kabızlığa bağlanıyor. Kabızlık tedavisi sonrası şikayetleri tekrarlamıyor. Alt ekstremitelerde nöromotor disfonksiyon: İdrar yolu semptomları ile beraber, alt ekstremitelerde güçsüzlük ve yürüme sorunları gergin kort sendromu ya da sakral anomalilere ikincil olabilir. PRM sırasında anal sfinkter ve puborektal kasın değerlendirilmesi nörolojik sorunun yaygınlığı hakkında bilgi verir. Anemi: Anemi nedeniyle değerlendirilen ve güvenilir öykü vermeyen vakalarda kemik iliği analizinden önce PRM önemli bilgiler sağlayabilir. Genel fizik Muayene: PRM’nin genel fizik muayenenin bir parçası olarak yapılması tartışmalıdır. tartışmalıdır. Bebeklik dönemi dışında anorektal sorunlar ailelerin dikkatini çekmeyebilir ve klinisyen sorunları ilk tanımlayan olabilir. Rutin muayenenin bir parçası olması gerektiğini savunanların görüşü daha sonraki izlemlerinde rektal muayenenin unutulmasının engellenmiş olacağıdır. Yukarıda da bahsedildiği gibi gereksiz ve pahalı testler ve tanısal gecikme düşünüldüğünde PRM’nin ihmal edilmesi düşündürücüdür. Yukarıda da bahsedildiği gibi anorektal muayene özellikle PRM endike olduğu durumlarda bile çoğunlukla atlanmakta ve ihmal edilmektedir. Mayo Klinik’te 652 erişkin hekiminin katıldığı bir anket çalışmasında hekimlerin son 1 yılda medyan 10 rektal muayene yaptıkları ve ortalama 41 muayenenin eğitici klinisyen tarafından atlandığı saptanmıştır. Pediatrik hastalarda PRM ihmali daha belirgindir; kabızlık için sevk edilen hastaların ancak %23’ünde PRM yapıldığı, inflamatuar bağırsak hastalığı şüphesi ile kolonoskopi planlanan hastaların 1/3’ünde PRM yapılmadığı belirlenmiştir. PRM’nin ihmal edilmesinin altında yatan olası nedenler aşağıda özetlenmiştir (Tablo 2). PARMAKLA REKTAL MUAYENE NEDEN İHMAL EDİLMEKTE VE ATLANMAKTADIR? Konforsuz olması ve Çekinme: muayenenin konforsuz olması, özgüven eksikliği ve hastanın utanacağı 1. kaygısı erişkin anketlerinde PRM yapmamanın altında yatan nedenlerin %44’ünü oluşturmaktadır. Aynı nedenler özellikle adölesan çağdakiler olmak üzere çocuklarda da en önde gelen nedenlerdir. Bu durumda uygun bir dille çocukla anlaşarak, esprili ve onun anlayacağı dille konuşmak bahsedilen kaygıları çoğunlukla hafifletir. 2. Rektal Muayenenin yararlı bilgi sağlamayacağı inancı: Düzenli olarak PRM yapmayan pek çok klinisyen muayeneden elde edebileceği yararlı bilgileri göz ardı etmektedir. PRM ile yararlı bilgi elde edilemeyeceği görüşü pediatrik gastroenteroloji’de “eldeki kanıtlar PRM’nin fonksiyonel kabızlık tanısında gerekli olmadığını göstermektedir” görüşünden de etkilenmektedir. Bu görüş sadece 1 çalışmaya dayanmakta, acile karın ağrısı ile gelen çocuklarda PRM’nin fonksiyonel kabızlıkta rolü üzerinde durmakta ve altın standart olarak düz karın grafisini kullanmaktadır. Daha da önemlisi PRM’nin diğer hastalıkların tanısı ve dışlanmasındaki rolünü göz ardı etmektedir. PRM yeterince saygı görmemektedir. Ancak daha sık rektal muayene ve kazanılan deneyim sonrası PRM yeterince değer görecektir. 3. PRM konusunda eğitim ve deneyim eksikliği: Fizik muayenede optimum performans yeterli tekrar ve geribildirimle olmaktadır. Pediatride PRM sık olarak yapılan bir işlem değildir ve dolayısıyla eğitici tarafından yeterli geribildirim şansı azdır. Bu geribildirim eksikliği kısmen eğiticinin tarafından hastayı ikinci bir rektal muayeneye maruziyetinin zorluğundan kaynaklanmaktadır. Erişkin anketlerinde, klinisyenlerin %28’i eğitimlerinin yetersiz olduğunu, ancak %34’ü eğitiminin yeterli olduğu konusunda kendine güvendiğini ifade etmektedir. 4. Tanısal testlerin rektal muayene gereksinimini ortadan kaldıracağı inancı: Anemik bir hastada dışkıda gizli kan testi istendiğinden, inflamatuar bağırsak hastalığı şüphesinde kolonoskopi yapılacağı için PRM ihmal edilmektedir. Oysa ki anorektal ve PRM bu testlerin gerekliliğini ortadan kaldırabilir, ya da tanısal testleri en doğru şekilde yönlendirebilir. 69 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 5. Travma Kaygısı: Bu kaygı özellikle küçük çocuk ve bebekler söz konusu olduğunda karşımıza çıkmaktadır. Hatta yetişkin klinisyenlerin %44’ü tarafından travma kaygısı belirtilmektedir. Travmatik, yeterli bilgilendirme yapılmadan ve duyarsızca yapılan PRM’ler söz konusu olduğunda bu anlaşılabilir bir kaygıdır. Bu durumda diğer bir sıkıntı muayene sırasında yardımcı sağlık personeli gereksinimidir. Bu gereksinim küçük çocuklar ve bebeklerde söz konusu olmasa da özellikle adölesanlarda bir sıkıntı olarak karşımıza çıkmaktadır. Son olarak rektal muayene sırasında ağrı olacağı kaygısıdır. Bu durumda özellikle küçük çocuklarda küçük parmağın kullanılması, çocuk ile konuşarak rahatlatılması ve anal sfinkterin reseptif relaksasyonuna izin verilmesi önemlidir. 6. Muayenenin reddedileceği düşüncesi: Erişkinlerde bu düşünce klinisyenin kendini rektal muayene sırasında rahat hissetmesiyle negatif koreledir. Çocuklarda ise (>2 yaş) uygun bir şekilde anlatılıp uygulandığında red sık değil. 7. Muayene zaman alıcı: Pediatride tam bir değerlendirme zaman alıcı, rektal muayene bu zamanı uzatıyor. Ancak klinisyen kendini bu muayene konusunda ne kadar rahat hisseder ve profesyonelliğini artırırsa, bahsedilen zaman kaybı elde edilen bilgi yanında önemini yitirir. ANOREKTAL MUAYENENİN YAPILIŞI Mental hazırlık: Anorektal muayenenin nasıl yapılacağı çocuğa ve aileye acele etmeden, espirili ve yumuşak bir dille anlatılmalıdır. Pediyatrik terminolojinin kullanılması (popo, kaka gibi) kullanılması bir avantaj sağlayabilir. Daha önce uygun olmayan, travmatik bir muayene yapılmış olabilir. Uygun bir dille ve usulüne uygun yapılacağı söylenirse aile ve çocuk kendini daha rahat hissedebilir. Bu şekilde anlatım ve sözel olarak izin almak legal bir değil, daha çok etik bir konudur. Çocukta ve ailede her türlü açıklamaya karşın aşırı bir korku var ise çocuk istismarı konusunda dikkatli olunmalı ve muayeneden kaçınılmalıdır. Rektal muayene nasıl yapılmalı? Yardımcı sağlık personeli diz-göğüs veya sola yatış pozisyonunda olmasını sağlar ve kalçaları ve bel bölgesini örter. Sol yatış pozisyonu özellikle küçük çocuklarda daha uygundur. Bazen kucakta tuvalet pozisyonunda PRM daha kolay olabilir. Bebeklerde sırtüstü yatarken de muayene yapılabilir. Sola yatış pozisyonunda sağlık personeli karşı tarafta durur, sağ kolu ile baş ve omuz bölgesini sabitlerken, sol kolu ile dizlerin alt kısmından tutarak pozisyonu korur. Bu arada iç çamaşır enkoprezis açısından kontrol edilir. Rektal muayenede aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir: Perianal, perineal ve sakral bölgenin inspeksiyonu 1. – Konjenital defekt, sakral gamze, kıl yumağı, anteriyor yerleşimli anüs, fissür, fistül, eksternal hemoroid, kondiloma..vs 2. Anal devamlılık ve tonu: – Gevşeme: kas kontraksiyonu – Gevşeme yok: anal stenoz, fibröz halka, skar 3. Palpasyon – İntrarektal kitle palpasyonu: polip, dışkı, tümör – Perirektal: prostat, adneksiyal kitle 4. Spesifik manevralar – Anal/perineal refleks – Anal basınç 5. Parmağı çekerken dışkılama (patlayıcı tarzda: Hirschprung?), dışkının inspeksiyonu ve gerekirse gizli kan Sonuç olarak anorektal muayene sistemik bir muayenenin parçasıdır ve klinisyenlere çok değerli bilgiler sağlar, gereksiz testlerin yapılmasını ve sevkleri önler, gerekli testlerin yapılması konusunda kılavuz olur. Tüm hastalara yapılması konusu tartışmalıdır. Ancak endike ya da ilişkili bir durum var ise yukarıda bahsedilen nedenlerden ötürü atlanmamalıdır. 70 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU Tablo 2. Rektal(anorektal) muayenenin ihmal edilmesininin altında yatan olası nedenler • Konforlu bir muayene değil • Yararlı ya da tanıda yardımcı olmadığına dair inanç • Yeterli eğitim ve deneyimin olmaması • Diğer tanısal testlerin muayene gerekliliği ortadan kaldırdığına dair inanç • Travma kaygısı (özellikle küçük çocuk ve bebeklerde) • Muayenenin hasta ya da aile tarafından reddedileceği öngörüsü Zaman alıcı olması • Kaynaklar Orenstein SR, Wald A. Pediatric Rektal Exam: Why, When, and How? Curr Gastroenterol Rep 2016; 1. 18:4. doi: 10.1007/s11894-015-0478-5. 2. Wong RK, Drossman DA, Bharucha AE, Rao SS, Wald A, Morris CB, et al. The digital rectal examination: a multicenter survey of physicians’ and students’ perceptions and practice patterns. Am J Gastroenterol 2012;107:1157–63. Fitzgerald D, Connolly SS, Kerin MJ. Digital rectal examination: national survey of undergraduate 3. medical training in Ireland. Postgrad Med J 2007;83:599–601. Lawrentschuk N, Bolton DM. Experience and attitudes of final year medical students to digital rectal 4. examination. MJA 2004;181:323–5. Gold DM, Levine J, Weinstein TA, Kessler BH, Pettei MJ. Frequency of digital rectal examination in 5. 71 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU children with chronic constipation. Arch Pediatr Adolesc Med 1999;153(4):377–9. 6. Moran CJ, Kaplan JL, Masiakos P,Winter H. Role of rectal exam in screening for inflammatory bowel disease. J Pediatric Gastroenterol Hepatol Nutr 2013 (Abstract 239). 7. Scholer SJ, Pituch K, Orr DP, Dittus RS. Use of the rectal examination on children with acute abdominal pain. Clin Pediatr 1998;37(5):11–6. 8. del Rosario JF, Orenstein SR, Crumrine P. Stool withholding masquerading as seizure disorder. Clin Pediatr 1998;37:201–4. 9. TabbersMM, DiLorenzo C, BergerMY, Faure C, LangendamMW, Nurko S, et al. Evaluation and treatment of functional constipation in infants and children: evidence-based recommendations from ESGHAN and NASPGHAN. J Pediatr Gastroenterol Nutr 2014;58:258–74. 72 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU 16:00 - 16:30 AKUT OTİTİS MEDİA Doç. Dr. İsmail YILDIZ İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Orta kulak bölgesinin akut enfeksiyonuna akut otitis media (AOM) denir. AOM çocukluk çağında çok sık görülen bir enfeksiyondur. Özellikle 6 ay-2 yaş arası dönemde daha sıktır. Bir yaş altı çocukların % 62’si en az 1 kez, 3 yaş altı çocukların %80’ni en az 1 kez AOM geçirir. Çocukluk çağı antibiyotik kullanımının sık nedenidir. Çok sık antibiyotik kullanılması mali yük ve antibiyotik direncini de beraberinde getirir. Risk faktörleri: Sık geçirilen viral enfeksiyonlar, kreşe veya yuvaya gitme, anne sütü almama, yanlış beslenme tekniği ve pozisyonu, erkek cinsiyet, emzik kullanmak, pasif sigara dumanına maruziyet, anatomik sorunlar (yarık damak, kraniyofasiyal anomaliler), Down sendromu gibi bazı sendromlar, immun yetersizlikler, kistik fibrozis, inek sütü allerjisi ve gastroesofageal reflü olması AOM riskini arttırır. Patogenez: Çocuklardaki östaki borusunun erişkine oranla daha yatay olması AOM riskini arttırır. Geçirilen viral üst solunum yolu enfeksiyonları sonrası östaki borusunda ve mukozalarda ödemin olması, salgılanan sitokinler ve lenfoid hiperplaziler sonrası cavum timpanide negatif basınç oluşturur. Bakterilerin yerleşimi için ortam oluşmasını sağlar. Enfeksiyonda zarda hiperemi, eksudasyon, süpürasyon ve perforasyondan görülür. Etiyoloji: Sıklıkla neden bakteriyeldir. En sık neden S. pneumonia, tiplendirilemeyen H. influenzae ve M. catarrhalis’tir. Virusler nadir nedenler olur sıklıkla RSV, parainfluenza ve influenzadır. Klinik bulgular: Çocuklarda akut otitis media da sıklıkla süt çocukluğu döneminde görülür. Bulgular özgül, spesifik değildir. Kulağa özgül bulgular bazen nadir görülebilir. Klinik bulgular yelpazesi yaşa göre değişkenlik gösterebilir. Klinikte ateş, huzursuzluk, kusma, şiddetli ağlama, uykusuzluk gibi kulağa ait olmayan bulguların yanında elini kulağa atma, kulağı ovalama, kulak ağrısı ve kulak akıntısı gibi kulağa ait bulgular görülür. Tanı: Klinik bulgulara dayanır. Klinik bulgular ve otoskopik muayene ile tanı konulur. Bunun için tanıda klinik deneyim çok önemlidir. Ani ortaya çıkan semptomlar, orta kulakta efüzyonu düşündüren ve inflamasyonu düşündüren kulak zarı bulgularının olması ile akut otitis media tanısı konulur. Akut otitis media tanısında laboratuvar testleri gereksizdir. Bazı özel durumlarda timpanosentez yapılabilir. Tedavi: Tedavi yaklaşımı semptomatik ve antibiyotik tedavisinden oluşur. Semptomatik tedavi de ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak parasetamol veya ibuprofen kullanılır. Parasetamol 10-15 mg/kg/doz, 4-6 dozda verilirken, İbuprofen 5-10 mg/kg/doz, 3 dozda verilir. Kulak ağrısını hızlı kesmek içinde lokal analjeziklerin kullanılması çocuk konforu açısından faydalıdır. Akut otitis media da antibiyotik kullanımı verilirken çocuğun yaşı önemlidir. Altı aydan küçük çocuklarda antibiyotik mutlak verilmesi önerilirken, 6 ay-2 yaş arası dönemde tanı kesinse antibiyotik verilmesi, tanı şüpheliyse ağır olgularda antibiyotik verilmelidir. İki yaşından büyük olgularda tanı kesinse ağır olgularda antibiyotik verilmesi, şüpheli olgularda olgunun antibiyotik verilmeden takip edilmesi önerilmektedir. Tedavide klinik bulgularla yaş birlikte değerlendirildiğinde; 6 ay-2 yaş arası çocuklarda otore, ciddi semptomların varlığı ve bilateral otit varlığında antibiyotik önerilirken, otoresiz unilateral otitte antibiyotik veya gözlem yapılabilir. İki yaşından büyük çocuklarda otore veya unilateral/bilateral otitle birlikte ciddi semptomların varlığında antibiyotik önerilirken, otoresiz bilateral veya unilateral otitte antibiyotik veya gözlem yapılması önerilir. Tedavide ilk tercih edilecek antibiyotik amoksisilin veya amoksisilin klavunattır. Antibiyotik dozu hiçbir riski olmayan çocuklarda 45 mg/kg/gün iken, riskli olglarda ve pnömokok dirençi yüksek olan olgularda 90 mg/kg/gün dozunda amoksisilin verilir. Yuvaya, kreşe giden, yakın zamanda antibiyotik kullanma öyküsü olan olgularda yüksek doz antibiyotik tercih edilmelidir. Tedavi süresi 10-14 gündür. Kaynaklar 1) Lubianca Neto JF, Hemb L, Silva DB. Systematic literature review of modifiable risk factors for recurrent acute 73 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 B SALONU otitis media in childhood. J Pediatr (Rio J). 2006; 82(2): 87-96. 2) Tähtinen PA, Laine MK, Huovinen P, Jalava J, Ruuskanen O, Ruohola A. A placebo-controlled trial of antimicrobial treatment for acute otitis media. N Engl J Med. 2011; 364(2): 116-26. 3) Lieberthal AS, Carroll AE, Chonmaitree T, Ganiats TG, Hoberman A, Jackson MA, Joffe MD, Miller DT, Rosenfeld RM, Sevilla XD, Schwartz RH, Thomas PA, Tunkel DE. The diagnosis and management of acute otitis media. Pediatrics. 2013; 131(3): e964-99. 4) Harmes KM, Blackwood RA, Burrows HL, Cooke JM, Harrison RV, Passamani PP. Otitis media: diagnosis and treatment. Am Fam Physician. 2013; 88(7): 435-40. 5) Rettig E, Tunkel DE. Contemporary concepts in management of acute otitis media in children. Otolaryngol Clin North Am. 2014; 47(5): 651-72. 6) Venekamp RP, Sanders SL, Glasziou PP, Del Mar CB, Rovers MM. Antibiotics for acute otitis media in children. Cochrane Database Syst Rev. 2015; 6:CD000219. 7) Atkinson H, Wallis S, Coatesworth AP. Acute otitis media. Postgrad Med. 2015; 127(4): 386-90. 74 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 09:00 - 10:00 GÖÇLE GELEN BULAŞICI HASTALIKLAR Doç. Dr. Gülçin BOZKURT İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Göçlerin sağlığa etkisi; göç öncesi dönemde, göç sırasında ve göç edilen yerde olmaktadır. Göç eden toplumlarda en sık izlenen sağlık sorunlarından biri bulaşıcı hastalıklardır. Özellikle aşı gibi temel sağlık hizmetlerinin, göç eden gruplara uygulanamaması göç ettikleri ülkeler açısından da salgınlara neden olabilmektedir. Göçle birlikte yaşanan; yoksulluk, olumsuz koşullar (kötü konut ve çevresel), ülkesinde prevalan bir infeksiyonu taşıma, kötü beslenme, kötü hijyen, sağlık hizmetine erişim ve aşılamada kesintiler olması bulaşıcı hastalıklar açısından insanların sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Göç sonrası; kalış süresi, eğitim, yaşam koşulları, barınma, kamp koşulları, sosyal ekonomik faktörler, sağlık hizmetlerine ulaşma, kültürel/hijyen farklılığı, göç edilen ülkedeki hastalık prevelansı göçle gelen bulaşıcı hastalıkları etkileyen faktörlerdir. Türkiye’de birçok ülkeden gelen mülteci- sığınmacı olduğu, en kalabalık nüfusa sahip olanlarında Suriyeliler olduğu bilinmektedir. Türkiye’ye göç eden ya da Türkiye üzerinden farklı ülkelere gitmeye çalışan yaklaşık 4,5 milyon Suriyeli olduğu ve bunun 1.5 milyonunun kayıt dışı olduğu, ülkemizde en az 1 milyon 125 bin 0-14 yaş grubu mülteci çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Göçmen çocuklar ile ilgili saptanan sorunlar; • Yaşam koşulları kötü, altyapısı olmayan evlerde yaşayan çocuklar ciddi bulaşıcı hastalık riski taşımaktadır. • Kamp dışında yaşayan, kayıtsız çocuklar sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır. • Sağlık hizmetlerine ulaşımda ciddi sorunlar yaşamakta, aşı kartlarının olmaması nedeniyle aşıları yapılamamaktadır Göçle gelen bulaşıcı hastalıklar; tüberküloz, HIV/AIDS, paraziter hastalıklar, kolera, şark çıbanı, sıtma, kuduz, ishaller, aşıyla önlenebilen hastalıklar (hepatit A, hepatit B, kızamık, suçiçeği, kabakulak, kızamıkçık, difteri, tetanoz, boğmaca, poliomyelit) sayılmakla birlikte her gün bunlara yenisi eklenmektedir. Savaşın yarattığı yıkımın sonucu morbidite ve mortalitesi artan akut solunum yolu enfeksiyonları, ishal, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar yeterince izlenmemekte ve net veri bulunmamaktadır. Uluslararası düzeyde eredike edilen görünürlükleri fazla olan kızamık ve poliomiyelit hastalıkların salgınına dikkat çekilmektedir. Polio ve kızamık salgını açısından savaş yaşayan ülkeler riskli ülkeler arasındadır. Savaş kızamık ve polio eradikasyonunu Ortadoğu ülkelerinde felce uğratmıştır. Savaşa bağlı temel sağlık hizmetlerinin çökmesi dolayısı ile bağışıklama hizmetlerinin aksaması sonucu 1999’dan beri Suriye’de görülmeyen çocuk felci salgın riski açısından bölge ülkelerinde endişe yaratmıştır. Suriye’de Pakistan kaynaklı poliomyelit salgınında 2013’de 35 olgu bildirilmiştir. Irak’da son polio olgusu 2000 yılında görülmüş iken Suriye’deki salgınla bağlantılı 2014’te 2 olgu görülmüştür. Bölgeye virüsün çocuk felcinin endemik olduğu ülkelerden gelenlerle Suriye’ye ve sınır illerimize taşınabileceği olasılığı üzerinde durulmaktadır. Türkiye’de 2007-2010 arasında tek haneli rakamlara düşmüş olan kızamık, 2011’de Suriye’de iç savaş başlamadan önceki dönemde yeniden yükselişe geçmiş ve bir salgın olumuştur. Kızamık vakalarının en sık görüldüğü iller sırasıyla Ankara, İstanbul, Gaziantep, Batman, Şanlıurfa, Diyarbakır sayılmaktadır. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı kızamık olgusu sayısını; 2013’de 6731 kişi, 674 importe vaka olduğunu, 2014’de 565, 2015’de 343 vaka olduğunu bildirmektedir. Sağlık Bakanlığı Türkiye’de kızamık olgularının importe olduğunu kabul etmektedir. Türk Tabipler Birliği bu artışın nedenini temel sağlık hizmetlerine verilen önemin azalması, salgın önleme ve yanıt kapasitesinin azalması ile açıklamaktadır. DSÖ kaynaklarında Kızamık ve Polio için % 98 olarak verilen aşılama oranları, ülkemizde 2013 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasının raporunda polio 75 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU %84, kızamık %90 bulgularıyla uyumlu olmadığına dikkat çekilmektedir. Aşılama oranlarında 2012’deki düşüşün ardından 2013’te Suriye’de, Irak’ta da salgınlar görüldüğü belirtilmektedir. Tabipler odasının 2014 yılında yayınladığı bir raporda savaş nedeniyle sağlık sistemleri zarar gören Suriye’lilerin, 2013 yılına kadar, Türkiye’ye giriş yaparken aşılanmadıkları için, Türkiye’de kızamık hastalığına yakalandığı belirtilmektedir. Suriye’lilerin kızamığı getirmediği ancak aşısız oldukları ve hareket halinde bir nüfus oldukları için yayılmasını kolaylaştırdıkları tahmin edilmektedir. Irak’ta Eylül 2015’te başlayan ve Kasım 2015 itibarıyla 2810 olguya ulaşan kızamık salgının Suriye - Irak ve Türkiye arasında yoğun insan hareketliliği, su sağlama ve sanitasyon koşullarındaki çöküntü, kalabalık yaşam, sağlık hizmetlerindeki çöküntü nedeniyle savaş bölgesinde yayılması beklenmektedir. Ülkemizde 40.000 çocuğa çocuk felci ve kızamık aşısı yapıldığı, çocuk felcine karşı aşılanan 0-59 aylık çocuk sayısının 851,812 olduğu bildirilmektedir. Göçle gelen bulaşıcı hastalıkları önleme: • Göçmene duyarlı sağlık sistemi: Sağlıkta Dönüşüm Programı nedeniyle koruyucu hizmetlerde çalışan sağlık personeli sayıları yetersiz düzeydedir. • Sınır iller başta olmak üzere DSÖ önerileri kapsamında riskli grupların bağışıklanması gerekmektedir. Savaş nedeniyle göçmenlere yapılacak koruyucu çalışmaların yoğunlaştırılması, özellikle kamp dışı göçmenlerin bağışıklama çalışmalarının mahallelerde yapılması ve kayıt edilmesi gerekmektedir. Sınırlardan giriş, çıkışlarda bağışıklama hizmetlerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. • Erken tanı ve tedavi: Polio ve kızamıkla mücadelede Sağlık Bakanlığı’nın (Aile Sağlığı Merkezleri, Toplum Sağlığı Merkezleri, Sağlık Müdürlüğü, Devlet Hastaneleri, Eğitim- Araştırma Hastaneleri), Üniversite Hastaneleri, Referans laboratuvarları, Özel sektör eşgüdümü ve basamaklar arası dayanışma sağlanmalıdır. • Eğitim: Kızamık salgınında 90’a yakın sağlık çalışanı kızamık hastalığına yakalanmıştır. Sağlık çalışanlarının konu ile ilgili bilgilendirilmesi önemlidir. • Hijyen: Yeterli miktarda temiz içme ve kullanma suyu sağlanmalı. • Ülkeler ve sektörler arası işbirliği • Sağlık alanındaki meslek örgütleri ve akademilerle işbirliği sağlanmalıdır. Sonuç: Savaş kültürünün egemen olduğu coğrafyamızda göçle gelen bulaşıcı hastalıklar ülkemizde ve bölge ülkelerindeki çocukların sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Türkiye’de Savaş nedeniyle göçmenlere yapılacak koruyucu çalışmaların yoğunlaştırılması, özellikle kamp dışında yaşayan çocukların aile hekimlerine kayıtlarının yapılması, çocuk izlemlerinin ve aşılarının yapılması, sınırlardan giriş, çıkışlarda bağışıklama hizmetlerinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Polio ve kızamıkla mücadelede Sağlık Bakanlığı, Üniversite Hastaneleri, Referans laboratuvarları, Özel sektör eşgüdümü ve basamaklar arası dayanışma sağlanmalıdır. Ülkeler ve sektörler arası işbirliği, sağlık alanındaki meslek örgütleri ve akademilerle işbirliği sağlanmalıdır. Kaynaklar 1. Esin, N. M., Ardıç, A., Nar, Ş., Yıldırım, B., Sunal, N, İstanbul’un Bir Bölgesinde Yaşayan Suriyeli Göçmenlerin Yaşam Koşulları. 17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Edirne, 2014 2. Eskiocak M, Marangoz B, Etiler N. Suriye, Türkiye ve Irak’ta savaşın bölgedeki bulaşıcı hastalıklara etkileri. Savaş, Göç ve Sağlık, Türk Tabipler Birliği Yayınları, 2016 3. Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu, Türk Tabipler Birliği Yayınları, 2014 4. Türkay M. Çocukların sorunları. Savaş, Göç ve Sağlık, Türk Tabipler Birliği Yayınları, 2016 5. UNİCEF, Suriye Krizi Aylık İnsani Durum Raporu, Ekim 2014 6. WHO, 2016, Immunization, Iraq, http://apps.who.int/immunization_monitoring, Erişim 30.02.2016 7. WHO, 2016, Immunization, Syrian Arab Republic, http://apps.who.int/immunization_monitoring, Erişim 30.02.2016 8. WHO, 2016, Immunization, Turkey, http://apps.who.int/immunization_monitoring, Erişim 30.02.2016 76 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 10:00 - 10:30 SUBLİMİNAL İŞGAL Dr. Sefer DARICI ÖZET İletişim teknolojilerinde son yıllarda yaşanan değişime ve gelişime paralel olarak insanoğlu bu araçların ilettikleri mesajlara çok daha fazla maruz kalmaya ve etkilenmeye başlamıştır. Gün içerisinde değişik iletişim araçlarıyla istemsiz dahi olsa maruz kaldığımız subliminal uyaranların insan beyni ve davranışları üzerindeki etkilerine yönelik olarak yapılan araştırmalarda literatürde son yıllarda ciddi bir artış göze çarpmaktadır. Medyada verilen subliminal uyaranların temelini ikna oluşturmaktadır. Klasik anlamda ikna, “hedef bireyin, grubun ya da kitlenin, tutum ve davranışlarını, önceden belirlenmiş amaç/amaçlar doğrultusunda, eşit koşullar ve karşılıklı istekle, zorlama olmadan kabul ettirme sürecidir.” Karşılıklı istek ve eşit koşulların varlığı ayrıca zorlamanın olmaması bilinçaltı mesajları klasik ikna sürecinden ayırmaktadır. Subliminal uyaranlar genellikle duyu organlarının fark eşik değerlerinin altında verilir. (Ancak bilinçaltının sürekli tekrara duyarlı olmasının getirdiği özellik kullanılarak fark eşik değerlerinin üstünde ve yapılarını kısmen veya tamamen değiştirerek sürekli tekrara dayalı olarak kullanılanları da vardır.) İnsanın bilinçli olarak algılayabileceği fiziksel sınırların altında verilen uyaranlar fark edilemez ancak beyin tarafından algılanabilir. Subliminal süreçlerin özellikle iletişim, pazarlama, reklamcılık gibi alanlarda uygulanması sağlık alanında yapılan çalışmalarda da (öğrenme, hatırlama, anksiyete, Parkinson hastalığı, fobik korkular, fobik davranışlar, anoreksiya nervoza, seksüel uyarılma, genital yanıtlar, el yıkama alışkanlığı, madde bağımlılığı, psikolojik travmalar, hasta tutumu ve algısı, sağlık reklamcılığı, nörohormonal aktive artışı/azalışı, yeme davranışı, zayıflama, elektiriksel beyin yanıtları, acı duygusunun azaltılması, uyku süresi vb.) artışa neden olmuştur. Yapılan psikofizyolojik ölçümlerde beynin amygdala, hippocampus, anterior cingulate, primary visual cortex, ventral prefrontal cortex vb. alanlarında etkisi olduğu gözlenen subliminal uyaranların, özellikle televizyon ve internet gibi iletişim araçlarına kontrolsüz bir şekilde maruz kalan çocukların fiziksel, psikolojik, sosyal ve bilişsel gelişimi üzerinde olumsuz etkileri olacağı öngörülmektedir. Ağırlıklı olarak medya aracılığı ile ve beş duyu organına yönelik olarak verilen bu uyaranlar çocukları ve gençleri dış dünyaya karşı savunmasız kılmaktadır. Hemşirelik ve özellikle pediatri hemşireliği gibi birçok disiplini ilgilendiren bir meslek dalının mensupları ve adaylarının bu uyaranların insan sağlığı üzerindeki fiziksel, bilişsel, davranışsal, sosyal vb. etkilerini bilmesi, sağlık alanındaki mevcut kullanımlarını öğrenmesi birey ve toplum sağlımız açısından son derece önemlidir. Dünya genelinde 55 ülkede yasak olan bu uygulama, Avrupa Birliği Parlamentosu tarafından da 3 Ekim 1989 tarihinde kabul edilen Sınıraşırı Televizyon Direktifi’nde de bilinçaltı mesaj yasaklanmıştır. Buna göre Avrupa Birliği üye ülkelerin tamamında da subliminal mesaj uygulaması yapılamayacaktır. Reklam ve tele-alışverişte bilinçaltı teknikler kullanılamayacağı ve yanıltıcı reklamın yasak olduğu kabul edilmiştir. Türkiye’de ise 6112 sayılı RTÜK Kanunu’nun ‘Yayın Hizmetlerinde Ticari İletişim’ başlıklı Dördüncü Bölümü’nün 9. maddesi ile bu durum yasaklanmıştır. Yine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 14 Haziran 2003 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Ticari Reklam ve İlanlara İlişkin İlkeler ve Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliği’nin 7. maddesinin “b” bendinde ise, “Çok kısa sürelerle imaj veren elektronik aygıt ya da başka bir araç kullanılarak ya da yapılarını, izleyenlerin fark edemeyecekleri ya da bilemeyecekleri bir biçime sokarak bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamlar yapılamaz” hükmü bulunmaktadır. Subliminal uyaranlar özellikle sağlık ve değişik disiplinlerdeki araştırma ve uygulamalar açısından irdelenmeli eleştirel bir medya duruşuyla pediatri hemşireliğinin gelecekteki eğitim ve uygulamalarına farklı bir bakış açısı getirilmelidir. 77 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 11:00 - 12:00 KANITA DAYALI UYGULAMALAR (Panel) Yrd.Doç.Dr.Ayşe KARAKOÇ Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü Konuşma Özeti Periferal Girişli Santral Venöz Kateter (PICC- Line) Ve Bakımı Kateter seçiminde kullanım amacı, tahmini kullanım süresi, bilinen komplikasyonlar ve kateter takan/uygulayan kişinin deneyimi gibi özellikler önemlidir. Periferal girişli santral venöz kateterler (PSVK/PICC) uzun süreli intravenöz (IV) tedavi alması gereken hastalar başta olmak üzere sürekli ve güvenli damar yolu gereksinimi olan hastalarda, yoğun bakım ünitelerinde ve kronik hastalıkların tedavisinde ilk tercih edilen kateter uygulamalarının içinde yer alır. Uzun süreli kullanılabilir olması (5 günden fazla-6 aydan kısa) ve diğer uzun süreli kateterlere göre (SVK ve implante-PORT kateterler) daha kolay takılabilir olmaları nedeni ile sık tercih edilen bir yöntemdir. Periferik ven yolu ile venöz kateter uygulaması çocuk ve yenidoğanlarda son 30 yılda yaygınlaşmaya başlamış olup ilk kez 1973 yılında uygulanmıştır. Genellikle silikon ve poliüretan yapıda olan kateterler ayrılabilir bir kılıf içinden yerleştirilirler. Periferik ana venlerden (bazilik, sefalik vaya antekübital) giriş yapılarak santral vene kadar iletilir. İdeal olarak kateterin vena cava süperior ya da vena cava inferiora yerleştirilmesi hedeflenir. Kateter yerleştirilecek ven büyük olduğunda uygulama kolaylaşır ancak büyük venler doku içinde derin yerleşimde olduğundan yardımcı görüntüleme yöntemleri (ultrason vb) kullanılabilmektedir. PSVK kullanımının avantajlarına rağmen bazı komplikasyonları da mevcuttur. En sık mekanik komplikasyonlar ( tıkanma, sızdırma, kopma, flebit, yer değiştirme) başta olmak üzere kateter kaynaklı enfeksiyonlar, tromboz, emboli ve endokardit gibi komplikasyonlarda bildirilmiştir. Özellikle kateter takılması sırasında ve kalış süresi içindeki komplikasyonların önlenebilmesi için ilgili sağlık çalışanlarının PSVK ve komplikasyonlarına yönelik bilgi sahibi olmaları önemlidir. Komplikasyonların azaltılmasına yönelik literatürde; set içine filtre konulması, hidrokortizon kullanımı, heparin kullanımı, topikal gliseril trinitrat uygulaması, kateter bölgesinin değiştirilmesi gibi çeşitli çalışmalar ve öneriler bulunmaktadır. Zaman zaman tartışmalı olabilen bu önerilere rağmen komplikasyonların azaltılmasına yönelik en önemli faktör olarak; uygulama (doğru yerleştirme) ve bakım esnasında çok dikkatli olunması, özellikle hemşire gözlemi ve değerlendirmesinin önemi vurgulanmaktadır. 78 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 11:00 - 12:00 VENTİLATÖRLE İLİŞKİLİ PNÖMONİ (VIP) VE BAKIMI Yrd.Doç.Dr.Gülzade UYSAL Okan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Öğretim Üyesi Ventilatör ilişkili pnömoni (ViP) mekanik ventilatör desteğine 48 saat ve daha fazla gereksinim duyan çocuklarda alt solunum yollarında meydana gelen enfeksiyon olarak tanımlanmaktadır. Ventilatör ilişkili pnömoni çocuk yoğun bakım ünitelerinde morbidite ve mortaliteyi artıran önemli bir risk faktörüdür. Mekanik ventilasyon uygulanan hastaların % 8-28’inde VİP gelişmekte olduğu ve VİP sonucu mortalite oranı % 20-71 olduğu bildirilmektedir. Uluslararası Nosokomiyal İnfeksiyon Kontrol Konsersiyumu (2003-2008 yılı raporu) çocuk yoğun bakım ünitelerinde VİP hızını 4.9-6.0/1000 ventilatör günü olarak bildirmiş olup yapılan çalışmalar incelendiğinde VİP görülme hızı 3.7-27.1/1000 ventilatör gün arasında değişmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yapılan çalışmalar incelendiğinde çocuklarda VİP görülme sıklığı %14.4-%45.4 arasında değişirken, gelişmiş ülkelerde bu sıklık %3-10 arasındadır. Ülkemizde yapılan çalışmalar incelendiğinde ise VİP hızı 4.53-14.1/1000 ventilatör günü olarak değiştiği görülmektir. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerde VİP hızının gelişmiş ülkelere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Ventilatör ilişkili pnömoni açısından bir çok risk faktörü ele alınabilir. En sık karşımıza çıkanlar ise; yeterli ve doğru el hijyeni uygulamasının yapılmaması, çocuğun mekanik ventilasyonda uzun süre kalması, plansız ekstübasyon uygulamaları, kullanılan malzemelerin sterilitesine dikkat edilmemesi, ağız bakımının yapılmaması/ uygun koşullarda yapılmaması, yoğun bakımda kalmaya bağlı bilinç değişiklikleri, kan enfeksiyonlar, yatak içi hatalı pozisyon uygulamaları, kullanılan çeşitli (narkotik, antibiyotik, sterod vd.) ilaçlar olarak sıralanabilir. Ortaya çıkabilecek VİP gelişmesinde risk faktörlerini önlemek ya da en aza indirebilmek için çocuğun primer bakımından sorumlu olan yoğun bakım hemşiresinin sorumluluğu büyüktür. Ventilatör ilişkili pnömoni gelişmesini önlemek için yoğun bakım hemşirelerinin bir takım stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. El hijyeni ve bakım malzemelerinin sterilizasyonu, gerekli durumlarda eldiven kullanımı önemlidir. Hasta başının 30-45 derece kadar yüksek tutulması solunum yolu aspirasyonlarını önlemektedir. Mekanik ventilatör yerine uygunsa non-invaziv ventilasyon kullanılması, mekanik ventilatör kullanılıyorsa şartlar uygun olduğunda çocuğun ekstübasyonunun en kısa zamanda sağlanması, çocuğun ventilatörde kaldığı süre boyunca ise ventilatör aparatlarının kirlenmediği sürece değiştirilmemesi gerekmektedir. Ağız bakımının planlı, kanıt düzeyi yüksek solusyonlar kullanılarak uygun şekilde yapılmasına özen gösterilmesi önemlidir. Endotrakeal aspirasyonun tamamen steril koşullarda uygulanmalıdır. Hemşire çocuk yoğun bakım üniteleri için bir tehdit oluşturan VİP’e neden olabilecek risk faktörlerini ve önleme stratejilerini bilmeli ve bakım sürecine katmalıdır. Bu doğrultuda verilen bakım ile enfeksiyon oluşumunun nönlenmesi/azaltılması ile mortalite ve morbitide sıklığının en aza indirilmesi hedeflenmelidir. Anahtar kelimeler: Ventilatör ilişkili pnömoni, çocuk, yoğun bakım, hemşire. 79 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 1200 - 1230 ÇOCUKLUK ÇAĞI TARAMALARI Yard.Doç.Dr. Birsen MUTLU İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Çocukluk çağı taramaları, özellikle yenidoğan döneminde bazı metabolik, duyusal ve gelişimsel sorunların erken dönemde saptanmasını, böylece kalıcı hasarın, morbidite ve mortalitenin önlenmesini sağlayan programlardır. Ülkemizde yenidoğan taramaları kapsamında 1994 yılında Ulusal Tarama Programı olarak fenilketonüri taramasına başlanmış, 2006 yılında Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü Merkez Başkanlığı ve Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Müdürlüğü tarafından fenilketonüri ve konjenital hipotroidi yönünden taramayı sağlayan yenidoğan tarama programı olarak sürdürülmüştür. Tarama programına 2008 yılında biyotidinaz eksikliği, 2015 yılında kistik fibröz hastalığı eklenmiştir. Çocuklarda işitme kaybı erken dönemde tanılanıp tedavi edilmediğinde konuşma ve dil gelişimi olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca işitme kaybı en yaygın görülen (1000 canlı doğumda 1-3) gelişimsel bozukluk olması nedeniyle yenidoğan döneminde işitme taraması yapılması gerekliliktir. Taramanın amacı, işitme engeli ile doğan bebeklerin erken dönemde tespit edilmesi, bebeklere yaşamın ilk 3 ayı içinde tanı konması ve bebek 6 aylık olana kadar işitme desteği ve gerekli rehabilitasyon hizmetinin başlatılmasıdır. Ülkemizde Ulusal Yenidoğan işitme taraması 2004 yılında başlatılmıştır ve bu tarama programı kapsamında tüm yenidoğanların ilk 72 saat içinde ilk işitme taraması yapılması gerekmektedir. Gelişimsel kalça displazisi (GKD) çocukluk çağı ortopedik sorunlarının en önemlilerinden biridir ve erken tanı konulduğunda daha az müdahale ile yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın 2013 yılında yayınladığı genelge doğrultusunda doğumdan hemen sonra ailelerin GKD konusunda bilgilendirilmesi, bebeklerin 1 aylık olunca fizik muayenelerinin yapılması ve GKD açısından risk faktörlerinin sorgulanması gerekmektedir. GKD açısından risk grubunda olan (GKD olan akraba, ailenin ilk kız bebeği, çoğul gebelik, amnios sıvı anormallikleri, makat geliş, bebeğin ayağında şekil bozukluğu olması, plajiosefali, skolyoz, pelvik eğrilik, kalça adduksiyon kontraktürü, doğumsal tortikolis varlığı) veya pozitif muayene bulgusu olan bebeklerin kalça ultrasonu ve muayene için ortopedi kliniğine yönlendirilmesi gerekmektedir. Kalça ultrasonu ile tarama için en uygun zaman doğumdan sonraki ilk 4-6 haftadır ve 6. haftadan sonraya bırakılmaması gerektiği belirtilmektedir. Bebek ve çocuk izlem protokolleri kapsamında yenidoğanın 15. günlük izleminde ve sonraki her izlemde görmesinin değerlendirilmesi, sorun saptandığında vakit kaybetmeden 2. veya 3. basamak sağlık kuruluşuna sevki gerekmektedir. 32. hafta ve/veya doğum ağırlığı 1500 gramın altında olan tüm bebekler prematüre retinopatisi açısından taranmalıdır. Rutin tarama programlarına ilave olarak çocukların ağız ve diş sağlığı, arteryel tansiyon ve obezite, bilişsel, dil ve psikososyal gelişim ve yaygın gelişimsel bozukluklar vb. açısından da belirlenen aralıklarla taranması önerilmektedir. 80 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU KAYNAKLAR 1. Altuntaş Ö, İğde M. Çocuk sağlığı izlemi. Turkiye Klinikleri J Fam Med-Special Topics 2013;4(5):619. 2. Beken S, Önal E, Kemaloğlu Y. Yenidoğanda işitmenin gelişimi ve işitme tarama testleri. Bozok Tıp Derg 2014;4(3):57-62. 3. Berry SA. Newborn screening. Clin Perinatol 2015;42: 441–453. http://dx.doi.org/10.1016/j. clp.2015.03.002 4. Bolat H, Genç A. Türkiye ulusal yenidoğan işitme taraması programı: tarihçesi ve prensipleri. Turkiye Klinikleri J E.N.T.-Special Topics 2012;5(2):11-4. 5. Gelişimsel Kalça Displazisi Tarama Genelgesi 2013/4 http://sakaryahsm.gov.tr/duyuru/64 /20134-tarih-ve-sayili-gelisimsel-kalca-displazisi-konulu-genelge.aspx 6. Genç GA, Barmak E. Yenidoğan işitme taramasının konjenital işitme kayıplı bebeğin gelişimine etkisi. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2012;32(5):1284-94. 7. Gökçay G, Boran P, Çiprut A, Bağlam T. Çocukluk dönemi işitme taramalarında ülkemizde ve dünyada güncel durum. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2014; 57: 265-273. 8. Kardaş F. Preterm tarama programı. Türkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2015;11(1):54-9. 9. Köse N. Ömeroğlu H, Dağlar B. Gelişimsel Kalça Displazisi Ulusal Erken Tanı ve Tedavi Programı 2013. http://cocukergen.thsk.saglik.gov.tr/Dosya/YCalismalar/taramalar/GKD_Erken_Tani_ve_Tedavi_Programi.docx Erişim Tarihi: 18.03.2016 10. Ömeroğlu H. Gelişimsel kalça displazisi tanısında ultrasonografinin yeri. Turkiye Klinikleri J Orthop & Traumatol-Special Topics 2010;3(4):1-5. 11. Özdek A, Tunç B, Germiyanoğlu C, Öztürk F, Atalay F, Yaman H, Ertem İ ve ark. Aile Hekimliği Uygulamasında Önerilen Periyodik Sağlık Muayeneleri ve Tarama Testleri. Anıl Reklam Matbaa, Ankara 2015. s.8-28. www.thsk.gov.tr/dosya/birimler/ah_egitim_gelis_db/.../30062015.pdf 12. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Yenidoğan tarama programları. VI. Ulusal Ana Çocuk Sağlığı Kongresi 2011. www.ftsturizm. org/acsap/YENIDOGAN_TARAMA_ PROGRAMI.ppt Erişim Tarihi: 18.03.2016 13. Therrell BL, Padilla CD,MD, Loeber JG, Kneisser I, Saadallah A, Borrajo GJC, Adams J. Current status of newborn screening worldwide: 2015. Seminars in Perinatology 2015; 39:171-187. 14. Tiker Bakar F. Genişletilmiş yenidoğan taraması. Turkiye Klinikleri J Pediatr 2012;21(4):212-23. 15. Tosun HB, Bulut M, Karakurt L, Belhan O, Serbest S. Gelişimsel kalça displazisi taraması için yapılan kalça ultrasonografisi sonuçlarının değerlendirilmesi. Fırat Tıp Dergisi 2010;15(4): 178-183. 16. Yenidoğan tarama programı, Yenidoğan işitme tarama programı, Gelişimsel kalça displazisi erken tanı ve tedavi programı. http://cocukergen.thsk.saglik.gov.tr/daire-faaliyetleri/taramalar Erişim Tarihi: 18.03.2016 17. Yıldız S, Balcı S, Görak G. Guthrie tarama testi için örnek alma uygulamalarının ve test sonuçlarının değerlendirilmesi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi 2006;9(1):17-28. 81 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 13:30 - 14:30 AKILCI İLAÇ KULLANIMI Yard.Doç.Dr.Serap BALCI Akılcı İlaç Kullanımı (AİK); hastanın sorununun dikkatli bir şekilde tanımlanarak doğru tanının konulması, güvenilir tedavi yönteminin seçilmesi, uygun reçete yazılması, hastayı bilgilendirerek tedaviye başlanması, tedavi sonuçlarının izleme ve değerlendirmelerinin yapılmasını kapsayan sistematik bir yaklaşım biçimidir. Akılcı olmayan ilaç kullanımı, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm ülkelerin önemli bir sağlık sorunudur. İlaç kullanımında akılcı davranılmadığında; gereksiz ve/veya pahalı ilaç tüketimi, antibiyotik direnci, etkisiz tedaviler, ilaç yan etkilerinde artış, modern tıbba ve sağlık sistemine olan güven kaybı, ilaç stoklarında azalma, zehirlenmeler gibi sorunlar görülebilir. Gereksiz ve yanlış ilaç uygulaması ölümle de sonlanabilen birçok sağlık sorununa sebep olabilmektedir. Bir diğer boyut da ekonomik sorunlardır; yüksek ilaç harcamaları sosyal güvenlik kurumlarına ağır bir yük getirmekte, geri ödemede ciddi sorunlara yol açmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tahminlerine göre tüm ilaçların yarısından fazlası uygunsuz şekilde reçete edilmekte, dağıtılmakta ya da satılmaktadır. Türkiye’deki durum bu tahminlere paraleldir. Örneğin; Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aldığı tüm önlemlere rağmen Türkiye’de sağlık harcamaları ve ilaç giderlerini 2011’de %2,7’lik artışla 15 Milyar TL’yi aştığını açıklamıştır. Toplam 1 milyar 700 milyon kutu ilacın tüketildiği Türkiye’de, tüketilen ilaçlar arasında antibiyotiklerin birinci sırada yer aldığı, antibiyotiklere 1 milyar 253 milyon TL, ağrı kesicilere ise 939 milyon TL ödendiği bildirilmiştir. Akılcı ilaç kullanımı konusunda doktorların, eczacıların, hemşirelerin ve diğer sağlık çalışanlarının önemli görevleri bulunmaktadır. Özellikle çocukların tedavisi düzenlenirken genel AİK ilkelerine uymanın yanı sıra, çocuklara özgü farmakokinetik-farmakodinamik farklılıklar gözetilerek ve çocukların gelişim dönemlerine göre uygun akılcı yaklaşımların yapılması gerekir. Ayrıca hasta ve hasta yakını da kendisinin veya yakınının tedavisi sırasında bilinçli olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Akılcı İlaç Kullanımı, ilaç, hemşire 82 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU 15:30 - 16:00 Kritik Konjenital Kalp Hastalıklarının Pulse Osimetre ile Taranmasında Hemşirenin Rolü İstanbul Üniversitesi SABİF Ebelik Bölümü Doç. Dr. Gülümser DOLGUN Konjenital kalp hastalıkları (KKH), yenidoğanda en sık rastlanan doğumsal anomali grubunu oluştururlar ve sıklığı 1000 canlı doğumda 8-12 arasında olup ortalama %1 oranında görülür. KKH olan çocukların da yaklaşık 1/4’ü kritik konjenital kalp hastasıdır (KKKH) ve çocuklarda ciddi mortalite ve morbiditeye neden olur. Bu bebekler hayatlarını sürdürebilmeleri için yaşamlarının ilk bir yılında, sık olarak da erken dönemde (ilk 28 günde) cerrahi müdahale veya kardiyolojik girişim gerektiren kalp kateterizasyonları ya da peş peşe operasyonlara gereksinim duyarlar. Doğum sonu dönemde tanı konulmadan taburcu edilen bu bebeklerin, % 50’si evde veya acil servislerde yaşamlarını yitirmektedirler. Yenidoğan döneminde görülen ölümlerinin % 7,4’den ve anomalilere bağlı ölümlerin %40’ından KKH’nın sorumlu olduğu bilinmektedir. Pulse oksimetre basit, invazif olmayan ve hastadaki arteriyal kandaki hemoglobine bağlı oksijen saturasyon oranını ve nabzı ölçen bir araçtır. Pulsoksimetre 1970 lerde keşfedilmiş ve klinik bakımda, sıklıkla yaşam bulgularının belirlenmesinde kullanılmaktadır. Pulse oksimetre, intrauterin yaşamda veya doğumdan hemen sonra, KKH tanısı almayan ve sağlıklı olduğu düşünülerek taburcu edilmesi gereken yenidoğanlarda; KKKH’nın tanılanmasında kullanılan bir testtir. Bu test ile bebeğin kanındaki oksijen miktarını belirlenmekte ve düşük oksijen seviyesi KKKH’ın işareti olarak değerlendirilmektedir. İşlemin non-invazif ve ağrısız olması, eğitimli uzman personel, pahalı cihaz, uzun zaman gerektirmemesi olumlu özellikleridir. Pulse oksimetre tüm yenidoğanlarda KKKH’nın tanılanması amaçlı kullanılabilmektedir. Tanılama işlemi hemşire tarafından, doğumu takip eden 24-48 saat içinde yapılabilmektedir. Prematüre bebeklerde klinik olarak uygun bulunan sürede yapılabilmektedir. Test protokolüne uygun olarak uygulandığında %75’in üzerinde güvenilir olduğu ve birçok gelişmiş ülkede rutin uygulaması olduğu bilinmektedir. Sağlıklı yenidoğanlarda yapılan rutin muayene ile konjenital kalp hastalıklarının ancak %50’den azı sapta¬nabilmektedir. Çünkü kritik konjenital kalp hastalıkları, yaşamın ilk günlerinde hemodinamik değişiklikler nedeniyle tamamen semptomsuz olabilmektir. Ayrıca; var olan semptomlar ve vital bulgulardaki bozulmalar da hastalığın kompleksliği ile her zaman paralel olmayabilmektedir. Bu nedenlerle KKKH’gı olan yenidoğanların %25-30’u tanı almadan ve sağlıklı olduğu düşünülerek eve taburcu edilmektedir. Bu bebeklere uygulanan pulse oksimetre testi ile hem hastalığın erken tanınmasına hem de bebeğin, tıbbi veya cerrahi tedavi yöntemlere erken yönlendirilmesine ve bebeğin genel durumu bozulmadan tedavisine başlanmasına ayrıca hastalığa ait mortalite ve morbidite oranlarında iyileşmeye neden olması açısından önemlidir. Test bebek hareketli iken, beslenirken, ağlarken, solunumu düzensizken ve uyurken (apne nöbetleri olabileceğinden) yapılmamalıdır. Ölçümler, yenidoğan uyanık ama sakin olduğunda yapılmalıdır. Testin başarısı için AAP, AHA tarafından seçişlmiş harekete duyarlı bir pulse oksimetre cihazı ve uygulama protokolü kullanılmalıdır. Sensörler bebeğin herhangi bir ayağın 4. veya 5. parmağın altına, dış yan kesitine yerleştirilir, vericinin ve dedektörün aynı hizada olmasını sağlamak için sensörün etrafı bantla sarılır. Aynı anda 2. bir sensör de bebeğin SAĞ elin dış yan kısmına 4. veya 5. parmağın altına yerleştirilir, sensörün etrafını vericinin ve dedektörün aynı hizada olmasına dikkat edilerek bantla sarılır. Sonuç olarak bizim ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde, komplike cihazların ve bu cihazları kullanacak yetişmiş uzman elamanın yetersiz olması ayrıca akraba evliliğinin fazla olması ve doğumların pek çoğunun 2-3. Seviye yenidoğan yoğun bakım merkezlerine uzak bölgelerde yapılması gibi nedenlerle pulsolsimetrenin ülkemizde tarama amaçlı yaygın kullanılmasında hemşire/ebelerin kullanılması önemlidir. Hemşirelere 83 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ - 06 NİSAN 2016 C SALONU verilecek kısa bir eğitim ile hem KKKH’nın mortalite ve morbiditesini düşürür hem ülke ekonomisine katkı sağlanmış hem de bebek ve ailelerin yaşam kalitesi yükseltilmiş olacaktır. Kaynaklar 1. Candan, İ. ve Oral D. 2002. “Kardiyoloji”. Ankara: Antıp AŞ-Baran Ofset, 1065-84. 2. Chang, R.K., Gurvitz, M. and Rodriguez, S. 2008. “Missed diagnosis of critical congenital heart disease”, Arch Pediatr Adolesc Med., 162(10), 969-74. 3. de-Wahl Granelli, A., Wennergren, M., Sandberg, K., Mellander, M., Bejlum, C., Inganas, L, et al. 2009. “Impact of pulse oximetry screening on the detection of duct dependent congenital heart disease: a Swedish prospective screening study in 39821 newborns”, BMJ, 338-3037. 4. Ewer, A.K. 2013. Review of pulse oximetry screening for critical congenital heart defects in newborn infants. Curr Opin Cardiol, 28, 92-6. 5. Flanagan, M.F., Yeager, S.B. and Weindling, S.N. 1999. “Cardiac Disease”, In: Avery, G.B., Fletcher, M.A., Mac Donald, M.G. (eds). “Neonatology Pathophysiology & Management of the Newborn” (5th ed). Philadelphia: Lippincott, Williams & Wilkins, 577-596 6. Frank, L.H., Bradshaw, E., Beekman, R., Mahle, W.T. ve Martin, G.R. 2013. “Critical congenital heart disease screening using pulse oximetry”, J Pediat, 62, 445-53. 7. Kemper, A.R., Mahle, W.T., Martin, G.R., Cooley, W.C., Kumar, P., Morrow, W.R. and et al. 2011. “Strategies for implementing screening for critical congenital heart disease”, Pediatrics, 128, e1-8 84 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER 86 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-1 TURNER SENDROMUNDA ULTRASONOGRAFİ İLE HEPATİK DEĞERLENDİRME: KESİTSEL BİR ÇALIŞMA Zehra Yavaş Abalı1, Esra Yavuz 2, Oğuz Bülent Erol3, Serdar Cantez4, Mikayir Genenş1, Şükran Poyrazoğlu1, Firdevs Baş1, Rüveyde Bundak1, Ensar Yekeler3, Özlem Durmaz4, Feyza Darendeliler1 1İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme- Gelişme ve Pediyatrik Endokrinoloji BD 2Erasmus MC: Universitair Medisch Centrum Roterdam 3İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Pediyatrik Radyoloji BD 4İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Gastroenteroloji-Hepatoloji ve Beslenme BD GİRİŞ: Turner sendromu, X kromozomunun parsiyel veya total monozomisi olup 1/2500 sıklıkta görülen bir hastalıktır. Turner sendromunda obezite, insülin direnci, dislipidemi gibi metabolik sorunlar görülebilmektedir. Bu sorunlara hepatosteatoz da eşlik edebilmektedir. Bu çalışmada Turner sendromlu hastalarda karaciğer sorunlarının ultrasonografik değerlendirilmesi amaçlanmıştır. HASTALAR ve YÖNTEM: Kliniğimizden izlenen ve periferik lenfositlerde sitogenetik çalışma ile Turner sendromu olduğu gösterilmiş hastalardan 59’unun demografik, antropometrik ve laboratuvar bilgileri dosyalarından retrospektif elde edildi. Hastalar Mart – Temmuz 2014 tarihleri arasında çağrıldı. Aynı radyolog tarafından karaciğer Doppler ultrasonografisi ile karaciğer boyutları, parankimal ekojenite ve portal ven kan akımı değerlendirildi. Radyolojik değerlendirme yapılan 38 hasta çalışma grubunu oluşturdu. BULGULAR: Hastaların ultrasonografi yapıldığındaki yaş ortalaması 14.2±5.0 yıl (2.8-21.5) idi. Hastaların karyotipleri 45X/46XX (%50.0), 45X (%39.5), 46,X, del(Xp) (%5.3), 46,X,i(Xq) (%2.6) ve 46,X,r(X) (%2.6) idi. Hastaların %13.1’inde hepatomegali saptandı. Dört hastada evre 1; iki hastada evre 2 olmak üzere 6 hastada (%15.8) hepatosteatoz saptandı. Hepatosteatoz saptanan hastalara ek olarak 4 hastada parankim ekojenitesinde artış gösterildi. Hastalar karaciğerde patoloji olanlar (n=11) ve olmayanlar (n=27) olarak iki gruba ayrıldı. İki grubun özellikleri Tablo’da verilmiştir. On yaş altı hastalarda hepatik problem saptanmamıştır. Vücut kitle indeksi (VKİ) standart sapma skoru karaciğer patolojisi olanlarda anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. SONUÇ: Çalışmamızda Turner sendromunda ultrasonografik olarak karaciğerde patoloji olma oranı %29 olarak bulunmuştur. Bu oran ülkemiz verilerinin (hepatosteatoz oranı %1.3) oldukça üzerinde bulunmuştur (Yeşilkaya ve ark, 2015). Özellikle ergenlik dönemi ve sonrasında karaciğer sorunları açısından VKİ standart sapma skoru fazla olan hastaların yakın izlemi gereklidir. 87 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-2 İKİ YAŞ ÜZERİ ÇOCUKLARDA VÜCUT BİLEŞİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Beyza Eliuz Tipici1, Ayşe Kılıç2, Muhammed Ali Varkal2, İsmail Yıldız2, Nafiye Emel Çakar3, Meryem Karaca3, Fatma Oğuz2, Emin Ünüvar2, Serdar Cantez4, Gülden Gökçay3, Mübeccel Demirkol3 1 İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 2 İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Pediatri Bilim Dalı, İstanbul 3 İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı, İstanbul 4 İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Gastroenteroloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: İstanbul Tıp Fakültesi Genel Pediatri polikliniğine başvuran ve kronik hastalığı olmayan çocuklarda, nutrisyonel durumlarına göre vücut bileşimlerinin incelenmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Tanımlayıcı tipteki kesitsel çalışmaya, 1 Şubat – 30 Kasım 2015 tarihleri arasında, 272 hasta dahil edildi. Boy ölçümleri alındı ve vücut bileşimlerinin değerlendirilmesinde ayaktan-ayağa biyoelektriksel impedans analiz (BİA) yöntemi uygulandı (Biospace Inbody 230). Vücut kütle indeksleri (VKİ) hesaplandı ve standart deviasyon skorları (SDS), Neyzi ve arkadaşlarının Türk çocukları için geliştirdikleri standartlara göre değerlendirildi. VKİ’ye göre (-2 SDS)’nin altı zayıf, (-2 SDS) - (+2 SDS) arası normal, (+2 SDS)’nin üzeri şişman olarak sınıflandırıldı. İstatistiksel analizler için SPSS programı kullanıldı. BULGULAR: Ortalama yaşları 9,9±3,6 yıl, %44,5’i kız olan hastaların VKİ’lerine göre %53,7’si normal; kızların %24,0’ü, erkeklerin ise %23,8’inin zayıf olduğu belirlendi. Şişmanlık kızlarda (%28,1), erkeklere (%17,9) göre daha fazlaydı ancak anlamlı değildi (p>0,05). Kızlarda erkeklere göre bazal metabolizma hızı (BMH), kas kitlesi (KK), vücut yağı (VY) ve vücut yağ oranı (VYO) anlamlı düzeyde yüksek iken (p<0,05); vücut suyu (VS), protein ve mineral miktarları arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Zayıf çocuklarda normal ve şişmanlara göre; BMH, VS, KK, VY ve VYO anlamlı düzeyde düşük iken (p<0,05); protein ve mineral miktarları arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Şişmanlarda ise, normal çocuklara göre; BMH, VS, protein, KK, VY ve VYO anlamlı düzeyde yüksek iken (p<0,05), mineral miktarları arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p>0,05). SONUÇ: Vücut ağırlığı ve cinse göre yapılan değerlendirmelerde vücut bileşimlerinde farklılıklar gözlenmiştir. Yalnızca mineral miktarlarında farklılık saptanmamıştır. Kas kitlesinin kızlarda erkeklere göre anlamlı düzeyde yükseklik göstermesi ilgi çekici olarak yorumlanabilir. 88 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-3 ÇOCUKLARDA OBEZİTE VE İDRAR BİSFENOL A DÜZEYLERİ Sevinç Gümüş1, Ayşe Kılıç1, Muhammet Ali Varkal1, İsmail Yıldız1, Şükran Poyrazoğlu2, Firdevs 1 Baş2, Feyza Darendeliler2, Rüveyde Bundak2, İsmet Çok3, Dilek Battal4, Fatma Oğuz1, Emin Ünüvar 1 İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Pediatri Bilim Dalı, İstanbul 2 İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediyatrik Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul 3 Gazi Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ankara 4 Mersin Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Mersin GİRİŞ:Çocuklarda obezite hızla artmaktadır. Etiyolojide çevrenin, özellikle endokrin kirleticilerin önemi büyüktür. Bisfenol A günlük yaşantıda kullandığımız birçok eşyada özellikle gıda ve içecek ambalajlarında bulunan bir kimyasaldır. Östrojenik ve obesojenik etkileri gösterilmiştir. AMAÇ: Obez çocuklarda idrar bisfenol A düzeylerini ve etkileyen faktörleri incelemek, konuya dikkat çekmek ve Türk çocuklarına ait veri sağlamaktır. HASTALAR VE YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme-Gelişme ve Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı polikliniğinde fazla tartılı ve obezite tanıları ile takipli çocuklardan çalışma grubu; Genel Pediatri Bilim Dalı polikliniğine başvuran benzer özellik gösteren çocuklardan kontrol grubu oluşturuldu. Ağırlık, boy, bel çevresi ölçüldü. Anket ile beslenme, yaşam tarzı, aile öyküsü hakkında bilgi edinildi. Açlık kan şekeri, insülin ve kan lipid profili değerlendirildi. Taze spot idrar örneği cam idrar kabına alındı ve -20 °C’de çalışma anına dek saklandı. Likit kromotografi/kütle spektrometri yöntemi ile idrar örneklerinde bisfenol A(BPA) ve bisfenol A glukronid(BPAG) tayini yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya katılan 172 çocuğun %47,7’si (n=82) erkek, %52,3’ü (n=90) kız, yaşları ortalaması 11,68±3,25 (4–8) yıldı. Kreatinin ile düzeltilmiş idrar BPA ve BPAG toplamı median değeri tüm popülasyonda 55.6 mg/g kreatinin, obez grupta 67.10 mg/g kreatinin, fazla tartılı grupta 43.86 mg/g kreatinin, normal tartılı grupta ise 54.12 mg/g kreatinin saptanmıştır. VKİ ve BPA düzeyi arasında zayıf korelasyon saptansa da istatistiki olarak gruplar arasında BPA düzeylerinde anlamlı fark görülmemiştir. Hastaları BPA düzeylerine göre gruplandırarak yapılan incelemelerde obezite prevalansı BPA düzeyi ile ilişkilendirilmemiştir. SONUÇ: Çalışma ülkemizde BPA’nın obeziteye yönelik etkilerini inceleyen ilk çalışma olması nedeniyle önemlidir. Obezite ile idrar BPA arasında zayıf ilişki görülmüştür. Büyük ölçekli, çok merkezli çalışmalar Türk toplumunun verilerini doğru olarak gösterebilir. 89 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-4 İŞTAHSIZLIKTAN DOLAYI DÜŞÜK VÜCUT AĞIRLIĞI OLAN ÇOCUKLARDA, NESFATİN-1 DÜZEY-LERİNİN İNCELENMESİ Sultan Kaba1, Kamuran Karaman1, Ufuk Kömüroğlu2, Keziban Aslı Bala1, Nihat Demir1, Selami 1, Murat Doğan1, Nesrin Ceylan1 Kocaman 1 YYÜ, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD 2 YYÜ, Tıp Fakültesi, Biyokimya ABD AMAÇ: İştahsız çocuklarda serum nesfatin-1 düzeylerini ve nesfatin-1 ile antropometrik parametreler arasındaki ilişkiyi incelemek. GEREÇ ve YÖNTEM: Hasta grubuna iştahsızlık şikayeti ve vücut ağırlığı düşüklüğü olan 50 çocuk ve adölesan alındı. Öncelikle malabsorbsiyon, endokrin bozukluklar, kronik sistemik hastalıklar ve kronik ilaç kullanımı gibi durumlar değerlendirildi. Düşük ağırlığa neden olabilecek iştahsızlık dışındaki herhangi bir hastalığı olan çocuklar çalışmaya alınmadı. Kontrol grubuna, hasta grubuyla yaş ve cinsiyet bakımından benzer 30 sağlıklı çocuk ve adölesan alındı. Açlık serum nesfatin-1 düzeyi ELISA yöntemi ile ölçüldü. BULGULAR: Ortalama nesfatin-1 düzeyi hasta grubunda kontrol grubuna gore önemli derecede yüksek bulundu (p<0,001) (Hasta grubunda 30.414±1.6 ng/mL, kontrol grubunda 23.871±1.127 ng/mL). Nesfatin1 düzeyi ile antropometrik parametreler arasında korelasyon saptanmadı. SONUÇ: Bu araştırma, nesfatin-1 ‘in çocuklarda iştahsızlığın patogenezinde ve beslenmenin regülasyonunda önemli rolü olabileceğini göstermektedir. 90 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-5 YENİ TANI ALAN OBEZ HİPERTANSİF ÇOCUKLARDA İDRAR T HEPLER 1 KEMOKİN DÜZEYLERİ YÜKSELİR Duygu Övünç Hacıhamdioğlu1, Uğur Muşabak2, Aysel Pekel2, Cengiz Zeybek1, Faysal Gök1 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Fakültesi Çocuk sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Nephrolojisi Bilim Dalı 2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Fakültesi İmmünoloji Bilim Dalı AMAÇ: Hipertansiyon patogenezinde T hepler (Th) hücrelerin önemli rol oynadığını destekleyen kanıtlar giderek artmaktadır. Bu çalışmanın amacı obezite ve anti-hipertansif tedavinin idrar Th1 kemokinleri üzerine olan etkisini değerlendirmektir. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma üç gruptan oluşmaktadır; hipertansif obezler, hipertansif olmayan obezler ve sağlıklı çocuklar. Hipertansif obez grubundan anti-hipertansif tedavi öncesi ve sonrası alınan örneklerden ve diğer iki gruptan alınan örneklerden idrar kemokin düzeyleri; Regulated on Activation, Normal T cell expressed and Secreted (RANTES), interferon-gamma inducible protein 10 (IP10) ve monokine induced by interferon-gamma (MIG) çalışılmıştır. Hipertansif obez gruptan tedavi öncesi ve sonrası idrar mikroalbumin/kreatinin oranı da çalışılmıştır. Tüm hastalar yaşam stil değişikliği önerilmiştir. Yaşam stil değişikliği ile kontrol edilemeyen ya da evre 2 hipertansiyonu olanlara kaptopril tedavisi başlanmıştır. BULGULAR: Yirmi dört obez hipertansif (ortalama yaş: 13,09), 22 hipertansif olmayan obez (ortalama yaş:11,17) ve 27 sağlıklı çocuk çalışmaya alınmıştır. Tedavi öncesi idrar mikroalbumin/kreatinin oranı, tedavi öncesi idrar MIG seviyesi ile pozitif ilişkili bulunmuştur (r=0.41, p<0.05). RANTES, tedavi öncesi hipertansif olan ve olmayan obezlerde kontrole göre yüksek bulunmuştur. İdrar IP10 ve MIG düzeyleri tedavi öncesi hipertansif obez grupta, hipertansif olmayan obezlerden daha yüksek bulunmuştur. Hipertansif obez grupta tedavi öncesine göre tedavi sonrasında idrar RANTES, IP10 ve MIG seviyeleri azalmıştır (p<0,05). SONUÇ: Hipertansif obez çocuklarda hedef organ hasarının klinik belirteçlerinden önce TH1 hücreler aktive olmuş olabilir. İdrar RANTES hem obeziteden hem hipertansiyondan, idrar IP10 ve MIG ise baskın olarak hipertansiyondan etkileniyor görünmektedir. 91 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-6 KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ OLAN ÇOCUKLARDA BİLİŞSEL FONKSİYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Bahruz Aliyev1, Alev Yılmaz2, Berra Baş3, Ahmet Dirican4, Zeynep Yürük Yıldırım2, İlyas Kaya3, Süleyman Salih Zoroğlu3, Sevinç Emre2 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı 3İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 4İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakultesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi AD AMAÇ: Çalışmamızda kronik böbrek hastalığı(KBH) tanısı ile takip edilen çocuk hastaların bilişsel fonksiyonlarının değerlendirilmesi ve bilişsel fonksiyonları etkileyebilecek etkenlerin saptanması amaçlanmıştır. Üç pediatrik nefroloji merkezlerinde takip edilen farklı KBH evrelerinde olan 57 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşı 12,8±2,57 yıl idi. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışma sırasında, hastaların öykü ve fizik muayene bulguları poliklinik dosyasından ve ailelerinden alındı. Vakaların bilişsel fonksiyonları sertifikalı psikolog tarafından WÇZÖ-R ve CNS Vital Signs testleri ile yapıldı. WÇZÖ-R testi ile değerlendirilen hastalardan Intelligence Quotient (IQ) puanı 70 ve altında olanlar zeka geriliği olarak kabul edildi. IQ puanı 71-84 olanlar ''klinik ilgi odağı olabilecek durumlar'' olarak sınıflandırıldı. BULGULAR: Çalışma grubumuzdaki olguların sadece 14’ünde (%24,6)’de zeka düzeyi normal idi. Ondört (%24,6) olgunun zekası ’’Klinik İlgi Odağı Olabilecek Durumlar’’ düzeyinde, 29 (%50,8) olgunun zeka düzeyi ise hafif ve orta gerilik düzeyinde idi. KBH evreleri ile zeka geriliği arasında anlamlı istatistiksel ilişki saptanmadı (p=0,085). Zeka geriliği anemisi olan hastalar (p=0,029) ve SGA doğum öyküsü olan hastalar (p=0,033) arasında daha yüksekti. Hastların IQ düzeyi ile anne eğitimi süresi arasında pozitif korelasyon bulundu (r=0,330 p=0,012). Sözel bellek dışında bilişsel fonksiyonların tamamının ciddi etkilendiği görüldü. Bilişsel fonksiyonları ciddi etkilenmiş hastaların oranı sırasıyla bilişsel esneklik 76,8, karmaşık dikkat 69,6, bilişsel indeks 69,6, yürütücü fonksiyonlar 66 ve psikomotor hız 60,7 idi. KBH süresi, SGA doğum öyküsü ve özellikle anne eğitim düzeyinin özel bilişsel fonksiyonları olumsuz etkilediği görüldü (p<0,05). SONUÇ: KBH hastalarının IQ düzeyi ve bilişsel fonksiyonları sağlıklı popülasyona göre daha düşük düzeydedir. Anne eğitim düzeyi çocukların IQ düzeyini ve bilişsel fonksiyonlarını etkileyen çok önemli bir faktördür. 92 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-7 KRONİK BÖBREK YETERSİZLİĞİ TANILI ÇOCUKLARDA KAN VE İDRAR ÜROMODULİN DÜZEY-LERİ İLE BÖBREK İŞLEV KAYBI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Melis Ulak Özkan1, Sevinç Emre1, Sebahat Usta2, Alev Yılmaz1, Zeynep Yürük Yıldırım1, Fatma Oğuz Savran2 1İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Çocuklarda KBY’nin son dönem böbrek yetersizliğine (SDBY) ilerlemesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan komplikasyonların önlenebilmesi için progresyonu etkileyen faktörlerin saptanması önemlidir. Üromodulin, Henle kulpunun çıkan kolundan sentezlenen Tamm-Horsfall proteini olup son yıllarda erişkin yaş grubunda KBY’nin ilerlemesi ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştır. AMAÇ: Bu çalışmanın amacı KBY tanılı çocuklarda kan ve idrar üromodulin düzeyleri ile KBY’nin ilerleyişi arasında bir ilişki olup olmadığını saptamaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Polikliniği’nden takipli 86 hasta ve 24 sağlıklı çocuk dahil edildi. Kan ve idrar üromodulin düzeyleri ELİSA yöntemiyle çalışıldı. Hasta ile kontrol grubu ve farklı KBY evrelerindeki hastalar kan ve idrar üromodulin düzeyleri açısından birbirleri ile karşılaştırıldı. BULGULAR: Olguların 44’ü (%40) kız ve 66’sı (%60) erkekti. Yaş ortalaması 11,98±4,95 idi. Hasta grubunda idrar üromodulin düzeyi ve idrar üromodulin/kreatinin oranı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (p<0.05). İdrar üromodulin düzeyi ve idrar üromodulin/kreatinin oranı evre 4 ve evre 5 KBY’de evre 1’e göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek ve evre 5’de evre 2’ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p< 0,05). Hasta grubunda idrar üromodulin düzeyi ve idrar üromodulin/kreatinin oranı ile eGFR arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon tespit edildi (sırasıyla r=-0.228 p<0.05, r=-0.371 p<0.05). Hasta grubunda kontrol grubuna göre serum üromodulin düzeyleri daha yüksek olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı ve eGFR ile serum üromodulin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı (p˃0.05). SONUÇ: Bulgularımız çocuklarda idrar üromodulin düzeyleri ve idrar üromodulin/kreatinin oranının KBY’nin ilerlemesi ile ilişkili olduğunu göstermiştir. 93 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-8 ÇOCUKLARDA İŞEME BOZUKLUĞUNU SAPTAMADA HANGİ SKORU KULLANALIM? AKBAL VEYA ICIQ-CLUTS FORMU Nilüfer Göknar1, Mesrur Selçuk Sılay2, Ayşegül Doğan Demir3, Faruk Öktem4 1Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nefroloji, İstanbul 2Medeniyet Üniversitesi, Çocuk Üroloji, İstanbul 3Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, İstanbul 4Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Nefroloji, İstanbul AMAÇ: Bu çalışmada ülkemizde sık kullanılan iki işeme sorgulama formunu karşılaştırmayı planladık (ICIQ-CLUTs ve AKBAL). Yine her iki sorgulama formunun alt üriner sistem semptomlarını saptamadaki güvenilirliğini ve etkinliğini göstermeyi amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM: Akbal işeme sorgulama formu 2005’te tasarlanmış ve 13 soru ile bir hayat kalitesi sorusundan oluşan ve aileler tarafından uygulanan bir formdur. ICIQ-CLUTs ise 2010’da tasarlanmış, Sılay ve arkadaşları tarafından Türkçe validasyonu yapılmış olan toplam 12 sorudan oluşan bir formdur. Çocuk ve aile için iki ayrı versiyonu bulunmaktadır. Her iki işeme sorgulama formları kliniğimiz çocuk nefroloji ve üroloji polikliniklerine başvuran, 5-18 yaş arası işeme bozukluğu olan ve olmayan çocuklar ile aileleri (anne-baba) tarafından dolduruldu. AKBAL ve ICIQ-CLUTs formlarının Cronbach’s ∝ (>0.7 anlamlı) değerine göre güvenilirliliği değerlendirildi. İşeme sorgulama skorları klinisyenin kendi tanısı ile karşılaştırıldı (Kendall’s tau b-test). BULGULAR: Alt üriner sistem semptomu olan 88 çocuk ile alt üriner sistem semptomu olmayan 66 sağlıklı çocuk çalışmaya dahil edildi. Her iki sorgulama formunun güvenilirlikleri anlamlı olarak yüksek bulundu (Cronbach’s alfa skoru; Akbal=0.811, ICIQ-CLUTS çocuk versiyonu=0.728 ve ICIQ-CLUTS aile versiyonu (anne-baba): 0.746). Kendall’s Tau’ ya gore karşılaştırma yaptığımızda Akbal’ın, ICIQ-CLUTs formuna göre klinisyenin kendi tanısı ile daha iyi korele olduğunu bulduk. Yine ICIQ-CLUTs formunun çocuk versiyonunun aile versiyonuna gore daha üstün olduğunu gösterdik. SONUÇ: Bu çalışma ile AKBAL sorgulama formunun klinisyenin kendi tanısı ile daha uyumlu olduğunu saptadık. Ayrıca alt üriner sistem semptomlarını taramada ve sınıflandırmada her iki formun güvenilir ve etkin olduğunu gösterdik. 94 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-9 NONKLASİK KONJENİTAL ADRENAL HİPERPLAZİ HASTALARININ GENOTİP VE FENOTİP ÖZELLİKLERİ Saygın Abalı1, Neşe Akcan2, Güven Toksoy3, Firdevs Baş2, Tülay Güran1, Zeynep Atay1, Oya Uyguner3, Umut Altunoğlu3, Serpil Bas1, Belma Haliloglu1, Gulcan Seymen Karabulut4, Elif Özsu4, Bulent Hacıhamdioglu5, Gül Yeşiltepe Mutlu6, Fatma Dursun7, Heves Kırmızıbekmez7, Esin Karakılıç8, Zehra Yavas Abalı 1 Nurçin Saka2, Şükran Poyrazoğlu2, Filiz Çizmecioğlu4, Hülya Kayserili3, Serap Turan1, Sukru Hatun4, Feyza Darendeliler2, Abdullah Bereket1, Rüveyde Bundak2 1Marmara Üniversitesi Pediatrik Endokrinoloji BD 2İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme-Gelişme ve Pediatrik Endokrinoloji BD 3İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik AD 4Kocaeli Üniversitesi Pediatrik Endokrinoloji GİRİŞ: Nonklasik konjenital adrenal hiperplazi (NKKAH) geç başlangıçlı, hiperandrojenemi kliniği ile tanı bir hastalıktır. Çoğunlukla CYP21A2 geninde mutasyon sonucu 21 hidroksilaz aktivitesinde azalmaya bağlı gelişir. Çalışmamızda CYP21A2 geninde mutasyon saptanmış hastaların klinik özellikleri ile genotip-fenotip ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Çok merkezli çalışmamızda geç başlangıçlı hiperandrojenemi kliniği olan, bazal ve/veya uyarılı 17OHprogesteron değeri 10 ng/ml üzerinde olan 88 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. CYP21A2 geni çalışılan ve mutasyon saptanan 54 hastadan 18’i heterozigot mutasyon saptandığı için çalışma dışı bırakıldı. Çalışma grubunu 36 (5 erkek) hasta oluşturdu. Hastalar başvuru yakınmalarına göre, prematür adrenarş (PA) (n=21) ve polikistik over sendromu (PKOS) benzeri grup (n=15) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Tüm gen dizi analizi ile saptanan CYP21A2 mutasyonları literatüre göre klasik KAH ve NKKAH nedeni olan mutasyonlar olarak gruplandırıldı. BULGULAR: Hastaların başvuru yaşı ortalaması 10.6±4.4 yıl (1.2–17.1) idi. Toplam çalışılan 72 allelde 77 mutasyon saptandı. V282L en sık saptanan mutasyondu (n=39, %50.6). Genotiplerin %47.2’i NKKAH homozigot, %38.9’u klasik/nonklasik ve %13.9’u nonklasik/nonklasik bileşik heterozigot idi. Homozigot ve heterozigot hastaların bazal veya pik 17OHP değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Homozigot bireylerde akraba evliliği oranı %52.9, heterozigotlarda %27.8 olarak bulundu (p=0.129). PA ve PKOS-benzeri gruplarının klinik ve genetik özellikleri Tablo’da verilmiştir. PA ve PKOS-benzeri grubunda homozigot mutasyon görülme oranı arasında anlamlı fark bulundu (%61.9 ve %26.7, p=0.037) SONUÇLAR: Çalışmamızda NKKAH vakalarında genotip fenotip kısmi olarak uyumlu idi. V282L mutasyonu literatürle uyumlu olarak en sık mutasyondu. KKAH mutasyonlarını taşıyan NKKAH vakalarının varlığı, bu hastalara genetik danışmanlık verilmesi gerekliliğini doğurmaktadır. Bu nedenle NKKAH vakalarına moleküler genetik analizin önemi vurgulanmak istenmiştir. 95 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-10 YAŞAMIN İLK YILINDA İNEK SÜTÜ VE YUMURTA BEYAZI İLE BESLENMENİN İLERİ YAŞLARDA ALERJİK BULGULAR ÜZERİNE ETKİSİ Ayşen Aksoy Genç1, Perran Boran1, Elif Karakoç Aydıner2, Esra Devecioglu3, Mustafa Bakır2, Zeynep Ülker Tamay4, Gülbin Gökçay5, Işıl Barlan2 1Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Sosyal Pediatri BD 2Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Allerji-İmmunoloji BD 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 4İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Allerji- İmmunoloji BD 5İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Sosyal Pediatri Anabilim Dalı GİRİŞ-AMAÇ: Son yıllarda gözlenen besin alerjisi epidemisi, erken çocukluk dönemi beslenme önerilerinin tekrar gözden geçirilmesini sağlamıştır. Bu çalışmada alerjen besinin beslenmeye 6-12 ay arasında eklenmesiyle, bir yaş sonrasına geciktirilmesinin alerjik hastalık gelişimi üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Ayrıca iki beslenme düzenin büyüme üzerine etkisinin değerlendirilmesi ve alerjik hastalık gelişimi üzerine etkili faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. GEREÇ ve YÖNTEM: Doğum kohortlarının izlendiği iki üniversite hastanesinin bebek beslenme önerileri incelendiğinde farklı olan alerjen besinin yumurta beyazı olduğu görülmesi üzerine yumurta beyazının beslenmeye 6-12 ay arasında eklendiği Marmara Üniversitesi birinci grubu oluştururken, yumurta beyazının beslenmeye 12 ay sonrasında eklendiği İstanbul Üniversitesi ikinci grubu oluşturdu. BULGULAR: Birinci gruptan 418, ikinci gruptan 531 toplam 949 çocuk çalışmaya alındı. Grup 1’de %17,5 ve grup 2’de %20,2 çocukta alerjik hastalık saptandı. Grup 1’de besin alerji gelişim sıklığı %6 (yumurta alerjisi %4,78, inek sütü alerjisi (İSA) %2,15), grup 2’de besin alerji sıklığı %3 (yumurta alerjisi %1,31, İSA %2,5) olarak saptandı. İki grup arasında alerjik hastalık sıklığı farklı bulunmazken, birinci grupta besin alerjisi 2 kat, yumurta alerjisi riski ise 5 kat artmış bulundu. İki grup arasında tolerans gelişim süresi ya da bulguların şiddeti farklı değildi. Erkek cinsiyet ve ilk 6 ayda beslenmeye formül süt eklenmesinin alerjik hastalık gelişme riskini arttırdığı saptandı. SONUÇ: Beslenmeye 6-12 ay arasında yumurta beyazı eklenen çocuklarda besin alerjisi geliştirme riski artmaktadır. Ancak, bulguların şiddetli olmaması, tolerans gelişme süresinin diğer grupla aynı olması ve diğer alerjik hastalıkların gelişme riskini yaş grubu erken olmakla birlikte arttırmaması dikkate alındığında uzun dönemde immün toleransı tetiklemiş olabileceği ileri sürülebilir. 96 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-11 MODİFİYE NEOMOD SKORLAMA SİSTEMİNİN KÜLTÜR POZİTİF YENİDOĞAN ENFEKSİYONL-ARINDA MORTALİTE VE PROGNOZUN BELİRLENMESİNDEKİ ROLÜ Merih Çetinkaya, Dilek Kurnaz, Burcu Cebeci, Seda Yılmaz Semerci, Aslan Babayiğit Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Yenidoğan Kliniği,İstanbul AMAÇ: Neonatal multipl organ disfonksiyon (NEOMOD) skorlaması 8 farklı organ sisteminin günlük değerlendirilmesiyle çoklu organ disfonksiyon sendromunun belirlenmesi amacıyla oluşturulmuş skorlama sistemidir, mortaliteyi etkileyen organ fonksiyonları hakkında bilgi sağlamaktadır. Çalışmamızda pretermlerde modifiye NEOMOD skorlama sisteminin kültür pozitif sepsiste etkene yönelik organ fonksiyonlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. MATERYAL-METOD: Çalışmamızda Haziran 2014 - Eylül 2015 tarihleri arasında yatırılan kan kültüründe üreme saptanan 100 preterm hasta üreyen etkene göre gram pozitif, gram negatif, mantar olmak üzere ayrılarak modifiye NEOMOD skorları,demografik verileri ve mortalite bilgileri kaydedildi. BULGULAR: Çalışmaya kan kültüründe sırasıyla gram pozitif, gram negatif ve mantar üremeleri olan 79, 13 ve 8 hasta olacak şekilde toplam 100 prematüre alındı. Ortalama doğum ağırlığı 1339±621 g ve ortalama doğum haftaları 29.4 ± 3.8 hafta idi. Üreme günü ortancası 12.5 gündü, %79’unda gram pozitif, %13’ünde gram negatif ve %8’inde mantar üremesi mevcuttu. Sepsis öncesi 3, 2 ve birinci gün ortanca modifiye NEOMOD skoru 1 iken, sepsis sonrası 1, 2 ve 3. günlerde ortanca modifiye NEOMOD skoru 2idi. Sepsis sonrası 1, 2, ve 3. gün ortanca modifiye NEOMOD skorları gram pozitiflerde, gram negatif ve mantar üremelilere göre anlamlı daha düşüktü. Gram negatif ve mantar üremelilerde farklılık saptanmadı. SONUÇ: Çalışmamızla literatürde ilk defa modifiye NEOMOD skorunun kültür pozitif sepsiste etkene göre organ fonksiyonları değerlendirilerek, gram pozitif üremesi olan bebeklerde gram negatif ve mantar üremesi olanlara göre farklı organ sistemlerinin anlamlı şekilde daha az oranda etkilendikleri, skorlarının daha düşük, ölen hastalarda ise daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Modifiye NEOMOD skorları ile olgularda olası sepsis etkeni ve prognoz hakkında bilgi elde edilebileceği düşünülmektedir. 97 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-12 ERGEN SAĞLIĞINDA ÖNEMLİ BİR SORUN: D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ Yasemin Akın1, Saygın Abalı2, Nuran Küçük3, Abdullah Tiryaki1, Hüseyin Kıyak1, Fatma Kaya Narter1 1Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği 2Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Endokrinoloji 3Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nefroloji GİRİŞ: D vitamini eksikliği, ilk bir yaşta D vitamini profilaksisi ile önemli ölçüde azaltılmıştır. Ancak; günümüzde D vitamini desteği tüm çocuk ve ergenlerde önerilmektedir. Burada ergenlik döneminde ağır D vitamini eksikliği olan vakalarımız sunulmaktadır. Hastalar ve YÖNTEM: Bu çalışmada, Çocuk Kliniğimize Aralık 2015’te bir aylık süre içinde ayaktan başvuran veya yatışı olan dört ergen ağır D vitamini eksikliği vakasının klinik ve laboratuvar özellikleri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Yaş aralığı 11.2-15.1 yıl olan dört kız hastanın örtülü giyim şekli mevcuttu. Hastaların son yıllarda D vitamini veya multivitamin kullanımı olmadığı öğrenildi. Vakaların ikisi (vaka-1, vaka-2) kronik hastalığı olmayan ergenlerdi. Down sendromu olan vaka-3’ün hiç doktor izlemi yoktu, eşlik eden otoimmun hipotiroidi ve B12 eksikliği de saptandı. Meningomyelosel ve nörojen mesanesi olan vaka-4 de izlemi olmayan bir hasta idi. Hastada kronik böbrek yetersizliği de saptandı. Vakaların başvuru laboratuvar bulguları Tablo’da verilmiştir. Vakaların tamamına 150.000 U D vitamini oral olarak tek doz verildi, 600 U/gün vitamin D replasmanına devam edildi. Hipokalsemisi olan vakalara 75 mg/kg/gün elementer kalsiyum başlandı. Tedavi sonrası 4 vakanın da laboratuvar bulguları normal olarak saptandı. SONUÇ: Bu incelemede, örtülü giyim ve /veya kronik hastalık gibi risk faktörleri olan ergenlerde, özellikle kış aylarında ortaya çıkan ağır D vitamini eksikliği vurgulanmak istenmiştir. Ülkemizde 1-18 yaş arası tüm çocuk ve ergenlere yaşam tarzları, cinsiyet ve mevsim göz önüne alınarak en az 400-800 IU/gün D vitamini desteği yapılmalıdır. Yüksek risk grubunda yer alan kronik hastalıklarda ve örtülü giyim şekli olanlarda daha yüksek dozlarda D vitamini desteği verilebilir. 98 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-13 OBEZ VE NORMAL KİLOLU ÇOCUK VE ADOLESANLARIN AİLE YAPISI ALGILARI İLE BENLİK SAY-GISI ARASINDA FARK VAR MI ? Selcen Yaroğlu Kazancı1 Neslislihan Özkul Sağlam1, Yaren Keskin2 1Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği 2Bilim Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi AMAÇ: Obez hastalarda benlik saygısı ile aile tutumları arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. YÖNTEM: 1.10.2015-31.1.2016 tarihleri arasında çocuk ve adolesan polikliniklerine başvuran hastalar arasından rastgele seçilen 15 obez,24 normal kilolu hasta çalışmaya alındı. Kronik hastalığı, bilinen veya şüphelenilen psikiyatrik hastalığı veya aktif enfeksiyonu olanlar çalışma dışında bırakıldı. Hastaların demografik özellikleri kaydedildi.Hastaların kendisinin “Rosenberg Benlik Saygısı” testini ve “Aile Değerlendirme Ölçeğini” doldurması istendi. BULGULAR: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet arasında fark olmayıp aile tutumlarında ve benlik saygılarında anlamlı farklılık gözlenmedi. Hastaların aile tutumları ile benlik saygılarının birbirleriyle karşılaştırılması için Spearman’s korelasyonu kullanıldı. Kişilerin benlik saygıları incelendiğinde obez olan hastaların ilişkilere daha rahat uyum sağlayabildiği, diğer insanlarla daha güvenli ve doyurucu bir ilişki kurabildikleri görüldü (p=0,024). Özellikle obez çocuğa sahip olan ailelerin (problem çözme-aile içi iletişim-ailedeki rol) çocuklarına belli başlı becerilerde fırsat vermedikleri ortaya çıktı. Aile tutumları incelendiğinde obez hastaların duygusal tepki vermede başarısız oldukları görülmüş olup bunun ailelerin çocuğa sundukları ortamın yetersizliğinden kaynaklandığı kanısına varıldı (p=0,009). SONUÇ: Obezite, biyolojik, çevresel faktörlere bağlı olabildiği gibi psikososyal sebepler de etiyolojide rol alabidiği gibi kendi başına bir çok psikososyal problemlere de sebep olabilmektedir. Obezlerin beden algılarının düşük olduğu,benlik saygılarının bozulabildiği bilinmekle beraber aile tutumlarının ve benlik saygısının alt parametrelerinin kendi içindeki etkileri şimdiye kadar araştırılmamıştır. Çalışmamızda normal kilolu ve obez hastaların aile tutumlarının algılamasında ve benlik saygısını alt parametrelerinde bir takım farklılıklar olduğu gözlendi. Obezlerde aile içi iletişimde çocuğa söz hakkı tanınmalı, sorumluluk verilmeli ve kendisini duygusal anlamda ifade edebileceği ortamlar hazırlanmalı.Eleştiriye daha duyarlı olmaları sebebiyle kendisini tanımasına ve diğer yeterliliklerinin farkına varabilmesi konusunda yönlendirilmeye ihtiyaç duydukları gözlenmiştir. 99 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-14 GENÇLERİN RUHSAL DURUMLARI VE İNTİHAR OLASILIKLARI: KESİTSEL BİR ÇALIŞMA Selen Özakar Akça1, Özgür Yüncü2, Zehra Aydın1 1Hitit Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Çorum 2Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Ankara AMAÇ: Dünyada intihar nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı genç nüfusta hızlı bir şekilde yükseldiğinden; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yüksek riskli yaş grubundaki (15-24 yaş) gençlerin iyi değerlendirilip intihar davranışının önlenmesine yönelik çalışmaların önemini vurgulamaktadır. Bu çalışma ile gençlerin ruhsal belirti düzeyleri ve intihar olasılığının belirlenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Kesitsel tipte olan araştırmaya, Şubat-Haziran 2015 tarihleri arasında psikiyatri kliniğine başvuran 15-24 yaş grubunda olan 348 genç alındı. Çalışmanın verileri Veri Toplama Formu, İntihar Olasılık Ölçeği (İOÖ) ve Kısa Semptom Envanteri (KSE) uygulanarak toplandı. Veri analizlerinde SPSS 15.0 (Statistical Package for Social Sciences) istatistik paket programı kullanıldı. Gençlerin bireysel özellikleri ile ilgili bulguların dağılımında sayı, yüzdelik değerler verildi. İOÖ verileri ile bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemek için t testi, Kruskall-Wallis testi uygulandı. Sonuçlar p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Çalışmaya katılan gençlerin İOÖ toplam puan ortalamaları 77.52±13.21 olup ölçeğe göre yüksek riskli kategoridedir. Gençlerin intihar olasılığı 15-19 yaşları arasında en yüksektir. İlköğretim mezunu olan, psikiyatrik tedavi gören, kendine fiziksel zarar veren, sigara ve alkol kullanan gençlerin intihar olasılıklarının yüksek olduğu belirlenmiş olup, gençlerin eğitim, şu anda psikiyatrik tedavi görme, kendine fiziksel zarar verme, sigara ve alkollü içki içme durumları ile İOÖ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Depresyon belirtisi gösteren gençlerin intihar olasılığının yüksek olduğu belirlenmiştir. SONUÇ: Özellikle depresyon belirtisi gösteren gençlerde intihar olasılığının daha fazla olduğu göz önüne alınırsa; psikiyatri kliniğine gelen gençlerin intihar risk değerlendirmesinin yapılması, intihar potansiyeli yüksek olanların öncelikli olarak intihar olasılığı yönünden değerlendirilmesi önerilir. 100 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-15 PRETERM BEBEKLERİN OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE DENGE, KOORDİNASYON VE GÖRSEL ALGI ALANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Turgay Altunalan1, Mine Çalışkan2 1Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı, Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, Pediatrik Temel Bilimler Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Preterm bebeklerde uzun dönem gelişimsel problemler sık görülmektedir. Çalışmadaki amacımız preterm bebeklerin okul öncesi dönemdeki motor ve görsel algı becerilerini değerlendirmek ve bu iki farklı alan arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Yöntem Çalışmaya 2007-2010 yılları arasında 32 hafta altı ve 1500 gr’dan düşük doğan 30 çocuk ve kontrol grubu olarak aynı tarihler arasında zamanında doğan 30 çocuk alınmıştır. Motor becerileri değerlendirmek için Çocuklar İçin Hareket Değerlendirme Bataryası (ÇİHDB) (Movement Assessment Battery for Children), görsel algıyı değerlendirmek için Frostig Görsel Algı Testi, günlük yaşam aktivitelerindeki bağımsızlığı ölçmek için WeeFIM Çocuklar İçin Günlük Yaşam Aktivitelerinde Bağımsızlık Ölçütü kullanılmıştır. BULGULAR: Pretermlerin ortalama test uygulama yaşı 66 (±8,4) ay, term grubunun ortalama 60 (±10,5) aydır. Preterm grupta ortalama doğum haftası 30,6 (±1,6), doğum ağırlığı 1511 (±343) gr’dır. Preterm grupta motor beceri problemi sıklığı (%40) term gruba (%23,3) göre daha fazla bulunsa da iki grup arasında motor beceri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Preterm grupta görsel algı problemi sıklığı (%56,7) term gruba (%16,6) göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha yüksek bulunmuştur (p=0,005). Pretermlerde el becerileri, denge ve görsel algı problemleri termlere göre daha sık görülmektedir. SONUÇ: Pretermlerin 0-2 yaştaki muayene ve erken müdahale programları uzun dönemde karşılaşılabilecek motor beceri ve görsel algı problemleri dikkate alınarak planlanmalıdır. Okul öncesi, okul yaşı ve ergenlik döneminde preterm çocukların motor ve görsel algı becerilerini standart testlerle değerlendirmek faydalı olur. ÇİHDB testi 3-15 yaş arasında el becerileri, denge ve koordinasyon alanlarını standart bir şekilde ölçmek için pratik ve kullanışlı bir testtir. 101 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-16 LEVETİRASETAMIN ÇOCUKLARDA İŞTAH VE ENERJİ METABOLİZMASI ÜZERİNE ETKİSİ Seda Günhar1, Firdevs Baş2, Mine Çalışkan3 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Antiepileptik ilaçların iştah ve enerji metabolizması üzerine etkileri, araştırmacıların ilgisini çekmektedir. Levetirasetam, 4 yaş ve üzeri parsiyel başlangıçlı nöbetlerde, 6 yaş ve üzeri idiyopatik jeneralize nöbetlerde ve 12 yaş ve üzeri jüvenil miyoklonik epilepsi olgularında kullanılan bir antiepileptiktir. AMAÇ: Bu araştırmada, 6-18 yaş arası epilepsi tanılı olgularda levetirasetamın iştah ve enerji metabolizması nöropeptidleri üzerine etkisi değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı polikliniğince levetirasetam tedavisi başlanması uygun görülen, iştah metabolizmasına etkili başka hastalık ve/veya ilaç kullanımı olmayan 24 pediatrik hasta çalışmaya dahil edildi. Bu olguların klinik verileri dosya kayıtlarından elde edildi. Başvuru sırasındaki klinik bulguları yanında, görüntüleme ve elektroensefalografi bulguları değerlendirmeye alındı. Kontrol grubu olarak demografik olarak aynı özelliklere sahip 24 sağlıklı çocuk seçildi. Tüm olguların antropometrik ölçümleri yapıldı, nöropeptid-y, ghrelin ve leptin düzeylerine bakıldı. Tedavinin 6. ayında ölçümler çalışma grubu için tekrar edildi. Antropometrik ölçümler ve laboratuvar bulguların karşılaştırmaları yapıldı. BULGULAR: Levetirasetam monoterapisi kullanan hastalarda, tedavinin 6. ayında bazal ölçümlere göre VKİ z skorunda istatiksel olarak anlamlı artış tespit edilmiştir (p=0,012). Anoreksijenik bir peptid olan leptinin düzeyinde ise başlangıca kıyasla istatiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (p=0,006). Oreksijenik hormonlar olan ghrelin ve NPY düzeylerinde ise anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. Çalışmamız, levetirasetamın ağırlık artışına neden olduğunu göstermiştir. Leptin seviyelerinde gözlenen anlamlı düşüş, levetirasetamın leptin salınımını azaltarak iştah ve enerji metabolizmasını etkilediğini düşündürmektedir. SONUÇ: Bu bulguların ışığında; levetirasetam kullanan pediatrik hastaların aileleri tedavi olası ağırlık değişimleri açısından bilgilendirilmeli ve poliklinik izlemlerinde ağırlık değişimleri takip edilmelidir. 102 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-17 YÜKSEK RİSKLİ BEBEKLERDE GENEL HAREKET KALİTESİ VE KABA MOTOR GELİŞİM ARASINDA BAĞLANTI VAR MI? Tuba Derya Doğan, Turgay Altunalan, Arzu Yılmaz Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı Aile Danışma Merkezi,İstanbul AMAÇ: Gelişimsel gerilik açısından riskli sayılan bebekler; düşük doğum haftası veya düşük doğum ağırlığı gibi, genellikle Erken Müdahale’ye (EM) yönlendirilirler. Riskli bebeklerin gelişimsel sonuçları çok heterojendir. Çalışmadaki amacımız erken müdahale programına alınan riskli bebeklerin spontan haraket yeteneklerine göre oluşturulacak alt grupların motor gelişim eğrilerini gösterebilmek ve bu alt gruplar arasındaki ilişkiyi incelemektir. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmaya 64 bebek dahil edildi. Bütün bebekler 2014-2015 yıllarında, düzeltilmiş 0-12 ay yaş aralığında Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı Erken Müdahale Birimi’ne yönlendirilen bebeklerdi. Sendrom, görme ve işitme kaybı olan bebekler çalışma dışı bırakıldı. Bütün bebekler Nörogelişimsel Tedavi ( NDT) aldı. Spontan hareketleri değerlendirmek için General Movements Analizi ( GMA), motor gelişimi değerlendirmek için Alberta Infant Motor Skala ( AIMS) kullanıldı. Erken müdahale programına devam eden bebeklere iki veya dört ayda bir AIMS testi uygulandı. General Movements kalitesi ve AIMS skorları arasındaki bağlantı analiz edildi. BULGULAR: 26 bebek düzeltilmiş yaş 0-5 ay arasında normal general movements ( N GMs) gösterdiler, 20 bebek poor repertoire general movements (PR GMs), 18 bebek absent fidgety (AF) movements ve bir bebek cramped synchronized movements gösterdi. Normal GMs sahip bebeklerin AIMS skorları; PR (p=0.001) ve AF movements (p=0.001) olan bebeklere göre istatiksel olarak daha iyiydi. PR ve AF movements olan bebeklerin AIMS skorları arasında anlamlı fark bulunmadı (p=0.77). (Tek noktanın anlamı: yalnızca bir tane Aims Skoru var Çizginin anlamı: bütün çizgiler bir bebeğin motor gelişimini gösteriyor.) SONUÇ: General Movements kalitesi gelişimsel gerilik riski taşıyan bebeklerde kaba motor gelişimi tahmin açısından yardımcı bir araçtır. 103 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-18 PEDİATRİK HASTALARDA UZUN SÜRELİ ANTİEPİLEPTİK İLAÇ KULLANIMININ D VİTAMİNİ DÜZEYİNDEKİ DEĞİŞİME ETKİSİ Edibe Pembegül Yıldız1, Şükran Poyrazoğlu2, Gonca Bektaş1, Aslı Derya Kardelen3, Nur Aydınlı1 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Nörolojisi, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Endokrinoloji, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı AMAÇ: Antiepileptik ilaç(AEİ) alan pediatrik epilepsi hastalarında ilaç öncesi ve ilaç sonrası 25-OH D eksikliği ve yetmezliğinin prevalansı, monoterapi alan hastalarda ilaçların spesifik etkisi ve bazal 25-OH D düzeyi üzerine etkili risk faktörleri araştırıldı. HASTALAR ve YÖNTEM: Epilepsi tanılı hastalardan antiepileptik tedavi öncesi bazal ve sonrasında 6-12aylık periyotlar halinde düzenli olarak D vitamin düzeyi kaydedilmiş hastalar çalışmaya dahil edildi. D vitamini eksikliği 25-OH D vitamin düzeyinin <20 ng/mL; D vitamin yetmezliği ise 25-OH D vitamin düzeyinin 21 ve 29 ng/mL arasında olması olarak tanımlandı. BULGULAR: Toplam 172 hasta (78 kız, 94 erkek) çalışmaya dahil edildi.Hastaların yaş aralığı 2 - 18,1 yaş, ortalama 9.6 yaş (±4.3 yaş). ortalama izlem süresi 5.3 ±3.1 yıldı.AEİ başlanmadan önceki bazal 25-OH D vit düzeyi ortalaması 23.4 ±11.6 ng/ml ve son kontrolde kaydedilen ortalama 25-OH D vitamin düzeyi 20.6 ±10.7 ng/ml kaydedildi.Hastalarımızda vitamin D eksikliği %54 oranında ve yetmezlik ise %79 oranında izlenmekte saptandı.Polyterapi (-4.46 ±11.7 ng/ml), uzun süreli ilaç kullanımı (≥5yıl) (-4.95 ±12.6 ng/ml) ve gelişimsel gerilik/mental retardasyonla birlikte serebral palsinin varlığının (-6.25 ±11.9 ng/ml) bazal 25-OH D vitamin düzeyini yüksek oranda negatif etkilediği görüldü. Monoterapi alan hastalarda spesifik ilaç etkileri karşılaştırıldığında anlamlı fark gözlenmedi. Sonuç olarak politerapi ve uzun süreli ilaç kullanımı AEİ kullanımı süresince bazal 25OHD düzeyini negatif etkileyen bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. SONUÇ ve ÖNERİLER: D vitamininin kemik metabolizmasındaki bilinen rolünün yanısıra son dönemde gösterilmeye başlanmış genel sağlık sorunlarına olan olumlu etkisi ile önemi artmaktadır. AEİ kullanan hastaların takibinde kan düzeyinin izlenmesi ve eksikliğinde replasmanı komorbid durumların önlenmesinde etkili olacaktır. 104 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-19 YİRMİDÖRT AYDAN KÜÇÜK, MİADINDA DOĞAN BEBEĞİ OLAN ANNE VE BABALARIN BEBEK BESLENMESİ KONUSUNDAKİ BİLGİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI Sezen Gülümser Şişko1, Gülbin Gökçay2, Mustafa Serdar Cantez3, Emel Gür4, Esra Devecioğlu Karapınar2, Aylin Yetim1 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Sosyal Pediatri BD 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Gastroenteroloji ve Hepa-toloji BD 4İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Sosyal Pediatri BD AMAÇ: Bu çalışma 0-24 aylık, miadında doğan sağlıklı bebekleri olan anne ve babaların bebek beslenmesi konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Sosyal Pediatri Polikliniği’nde yapılan kesitsel tipteki çalışmamızın evrenini; 29.08.2015- 13.01.2016 tarihleri arasında başvuran 0-24 ay, miadında doğan sağlıklı 424 bebek ve ebeveynleri oluşturmuş olup 374 bebeğe ulaşılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya dahil olan katılımcıların cevapladığı 374 anket çalışmaya alındı. Bebeklerin yaşlarının ortanca değeri 9 ay olup bebeklerden 6 ay ve üzeri yaşta olanların, sadece anne sütü aldığı sürelerinin ortanca değeri 5 ay (aralık:0,3-9 ay) olarak saptandı. Bu bebeklerin % 44’ünün ilk 6 ay tek başına anne sütü ile beslendiği tespit edildi. Çalışmadaki bebeklerin % 60’ı ek besin almaktaydı. Bu bebeklerin % 56’sı tamamlayıcı beslenmeye 6. ayda başlamıştı. Ek besine başlama yaşlarının ortanca değeri 6 ay (aralık: 2-12 ay) olarak saptandı. Sosyodemografik özelliklerin anne sütü ile beslenme süresine etkisinin olmadığı tespit edildi. Emzik kullanmayan bebeklerin, tek başına anne sütü alma ve toplam anne sütü alma süreleri anlamlı düzeyde yüksek saptandı. Bebeğine hazır mama veren ebeveynlerin % 49’u sağlık çalışanlarının önerisinden etkilenmişti. Ebeveynlerin % 7’si bebek maması tanıtımı ile karşılaştığını belirtti. SONUÇ: Ebeveynlerin anne sütü ve emzirmenin yararları konusunda bilgilerinin yetersiz olmadığı fakat emzirme ve tamamlayıcı beslenme konusundaki uygulamalarda desteğe ihtiyaçları olduğu tespit edilmiştir. Erken dönemden başlanarak ve düzenli aralıklarla, sağlık çalışanları tarafından annelere anne sütü ile beslenme konusunda destek verilmesi oldukça önemlidir. Tüm çocukların ilk altı ay sadece anne sütü ile beslenebilmesi için etkin adımlar atılması önem arz etmektedir. 105 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-20 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN YENİ MEDYA KULLANMA ALIŞKANLIKLARI İzem Zeynep Bulut1, Betül Ulukol2, Deniz Sezgin Emüler1, Deniz Çalışkan2, Özdecan Ödek2, Sevgi Başkan2 1Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi AMAÇ: Günümüzde yeni medyayı en yaygın şekilde kullananlar gençlerdir. Gençlerin yeni medyayı kullanım deneyimleri birçok avantajın yanı sıra riskleri de gündeme getirmektedir. Bu çalışma üniversite öğrencilerinin yeni medya kullanma özellikleri ve karşılaştıkları olası riskleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Tanımlayıcı tipte planlanan araştırmaya Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Tıp Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü öğrencileri katılmıştır. Katılımcıların yeni medya kullanma özellikleri ve bu süreçteki olası riskleri bir anket formu aracılığı ile belirlenmiştir. BULGULAR: Araştırmaya 259 İletişim Fakültesi, 221 İktisat Fakültesi ve 87 Tıp Fakültesi öğrencisi olmak üzere toplam 567 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların ortalama yaşı 22 yıldır, %58’i kadın, %42’si erkektir. Öğrencilerin cep telefonu kullanmaya ortalama 14.0, internet kullanmaya ortalama 13.7 yaşında başladığı belirlenmiştir. Günlük ortalama çevrimiçi olma süresi 3.4 saattir ve % 77’si her gün İnternete girdiğini ifade etmiştir. İnternete girme nedenleri en sık bilgi sağlama, sosyal iletişim ve e-posta kullanmaktır. %87’si İnternette çeşitli paylaşımlarda bulunduklarını %20’si sosyal ağlarda sahte hesaplarının da olduğunu bildirmiştir. Öğrencilerin arasında İnternet kaynaklı bir olumsuzluk yaşadığını ifade edenlerin sıklığı %14’tür. Buna rağmen çevrimiçi olası riskler açısından değerlendirildiğinde %84’ünün çevrimiçi üyelikler sırasında uyarı ve bilgilendirme notlarını okumadıkları, %48’inin kuşkulu e-posta eklerini açmakta sakınca görmedikleri, %53’ünün güncel antivirüs programı kullanmadıkları belirlenmiştir. İnternette tanıştıkları kişilerle gerçek hayatta tanışmaktan çekinmeyeceğini ifade edenlerin sıklığı %9’dur. SONUÇ: Elde edilen veriler üniversiteli gençlerin yoğun şekilde yeni medya kullanıcısı olmalarına rağmen olası riskler konusunda duyarlı olmadıklarını göstermektedir. Bu durum çocukların henüz yeni medya ile tanışma sürecinde bilinçlendirilmesi ve yeni medyayı güvenli kullanmak için tutum geliştirmelerinin teşvik edilmesi gerektiğini göstermektedir. 106 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul SÖZEL BİLDİRİLER S-21 ÇOCUKLARDA STREPTOKOK TONSİLLOFARENJİT TANITESTLERİNİN KULLANIMI Raziye Dut1, Sesin Kocagöz2 1Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2Acıbadem Üniversitesi, Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü, İstanbul GİRİŞ: Çocuklarda tonsillofarenjitin en sık bakteriyal ajanı Grup A beta hemolitik streptokok (GABHS)’tur. Supuratif ve nonsupuratif komplikasyonlara neden olur. Hızlı tanı ve erken antibiyoterapi başlanması komplikasyonların önlenmesi için önemlidir. AMAÇ: Streptokok tonsillofarenjiti için boğaz kültürü le hızlı antijen testinin tanısal değerinin araştırılması amaçlandı. GEREÇ ve YÖNTEM: Retrospektif olarak tonsillofarenjit tanısı alan 1654 çocuk hastanın boğaz kültürü ve hızlı strep antijen testi sonuçlarını inceledik. BULGULAR: Hızlı test 1110 (%67.1) hastadan, boğaz kültürü 930 (%56.2) hastadan ve 479 (%31.1) hastadan her ikisi birlikte alınmıştı. Hızlı streptokok antijen testinin sensitivitesi %50.0, spesifitesi %97.6 ve her iki test arasındaki korelasyon %87.2 bulundu. Hızlı streptokok antijen testi pozitif prediktif değeri %85.2, negatif prediktif değeri %87.6 bulundu. SONUÇ: Hızlı streptokok antijen testi GABHS tanısı için pratik ve hızlı bir testir. Gereksiz antibiyotik kullanımını azaltmak için önemli bir yöntemdir. GABHS tanısı için her iki testin eş zamanlı uygulanması maliyetli ve her zaman gerekli değildir. Boğaz kültür testinin GABHS klinik şüphesinin fazla ancak hızlı streptokok antijen testinin negatif olduğu durumlarda kullanılması daha uygundur. 107 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER 108 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-1 ASTIM TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR HAKKINDA ÇOCUK HEKİMLERİNİN BİLGİ DÜZEYİ Fatih Çiçek, Mahmut Doğru, Rabia Gönül Sezer, Serpil Değirmenci, Ahmet Yaşar Tellioğlu, Abdulkadir Bozaykut, Feyza Mediha Yıldız Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları GİRİŞ: Astım; nefes darlığı, hışıltı, göğüste sıkışma hissi ve öksürük gibi tekrarlayıcı solunum semptomları ile giden, genellikle kendiliğinden düzelen geri dönüşümlü hava yolu obstrüksiyonu ve artmış bronşiyal duyarlılığın eşlik ettiği çocukluk çağının en sık rastlanan akut ve kronik enflamatuar solunum yolu hastalığıdır. AMAÇ: Genel pediatri uzmanlığında çocukluk çağı astımı ve tedavisi konusunda yeterli bilgi düzeyi etkin kontrol için gerekli olduğundan, bu çalışmada çocuk hekimlerinin çocukluk çağı astımında kullanılan ilaçlar konusunda bilgi ve uygulamalarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamıza 200 çocuk sağlığı ve hastalıkları uzman veya asistan hekimi katıldı. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar ile ilgili toplam 40 soruluk anket hekimlere uygulandı. BULGULAR : Uzman hekimlerin ve hekimlik süresi 5 yıldan fazla olanların anket sorularına verdikleri doğru cevap sayıları, asistan hekim ve hekimlik süresi 5 yıldan daha az olanların verdikleri doğru cevap sayısından anlamlı olarak daha yüksekti.(p:0,001) Cinsiyetin teste doğru cevap verme açısından anlamlı bir farklılık oluşturmadığı görüldü.(p:0,881) SONUÇ: Astım kılavuzları ve pratik yaklaşımda bir kısım farklılıklar olsa da çocuk hekimlerinin çoğu yaklaşımlarının kılavuzlara uygunluk gösterdiği saptanmıştır. Hekimlik süresi ve uzman veya asistan olmak anlamlı olarak fark yaratmışken, cinsiyetin anlamlı farklılık yaratmadığı görülmüştür. Ancak astımlı çocuklara daha etkin ve standardize tedavi verilebilmesi için mezuniyet sonrası düzenli aralıklarla eğitimin gerekli olduğu düşünülmektedir. 109 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-2 HIŞILTILI BEBEKLERDE NADİR NEDENLER: 3 OLGU SUNUMU Çiğdem Aydoğmuş1, Funda Çipe1, Gonca Keskindemirci2, Ayşenur Akınel2, Erkan Çakır3 1Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Alleri İmmunoloji Kliniği 2Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği 3Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları GİRİŞ: Hışıltı, süt çocukluğu döneminde sık görülen bir semptomdur. Klasik tedaviye yanıt alınamadığı durumlarda, ek başka bulgular olduğunda veya çok sık tekrarladığında konjenital anomaliler de düşünülmelidir. Burada nadir görülen, hışıltı ve tekrarlayan hastane yatışları olan 3 hasta sunulmaktadır. OLGU 1: Üç aylık kız hasta; Yenidoğan döneminde konjenital pnömoni ve 2 aylıkken bronşiolit tanısıyla hastanede yatmıştı. Sonrasında kontrol için başvurduğunda, çıktıktan hemen sonra tekrar hışıltısının başladığını, özellikle uyurken azaldığını ve ağlarken arttığını ifade ediyordu. Hastanın tedaviye yanıt vermemesi ve şikayetlerinin çok erken başlaması nedeniyle konjenital anomaliler veya gastroözofageal reflü düşünüldü. Reflü tedavisi başlandı. Konjenital anomaliler açısından yapılan bronkoskopide trakeayı belirgin olarak daraltan trakeal papillomatozis saptandı. Etiyolojik açıdan HPV anne ve çocuktan (-) bulundu. Operasyon için gönderildi. OLGU 2: Beş aylık erkek hasta; Yenidoğan döneminde 3 ay prematurite+pnömoni nedeniyle YBÜ’nde yatan hasta iyileşmeyen hışıltı ve pnömoni nedeniyle servisimize yatırıldı. Alerjik ve immünolojik tetkikleri, ter testi normal bulunması üzerine ÖMD grafisi çekildi. Hastada mide volvulusu saptandı, acil olarak opere edildi. Beraberinde GÖR de olduğu için medikal tedaviye devam edildi. Klinik bulgular belirgin olarak geriledi. OLGU 3: Sekiz aylık erkek hasta, tekrarlayan hışıltılı solunum nedeniyle defalarca yatışı olan hasta alerjik, immünolojik, reflü tetkikleri normal bulunduktan sonra toraks tomografisi ile değerlendirildi. Hastanın sol akciğerde ‘Türk kılıcı’ ile uyumlu damar anomalisi ve pulmoner sekestrasyon olduğu saptandı. Scimatar Sendromu tanısı olan hasta opere edilmek üzere yönlendirildi. SONUÇ: Tekrarlayan, iyileşmeyen hışıltısı olan küçük süt çocuklarında alerjik etiyolojiden çok GÖR, kistik fibrozis ve primer immün yetmezlikler hızlıca ekarte edilip çok nadir görülen anomaliler düşünülmeli, tomografi veya bronkoskopi ile değerlendirilmelidir. 110 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-3 DOĞUM ŞEKLİ ÇOCUKLARDA ALERJİK HASTALIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞINDA ETKİLİ Mİ? Ayşe Kılıç1, Aylin Çiftkaya1, Zeynep Saraç1, Ayşe Elif Boncukçuoğlu1, İsmail Yıldız1, Muhammet Ali Varkal1, Esra Devecioğlu2, Gülbin Gökçay2, Emin Ünüvar1, Fatma Oğuz1, Zeynep Tamay3 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Pediatri Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Sosyal Pediatri Bilim Dalı, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Çocuk İmmünoloji-Allerji Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Sezeryan doğumların artmasıyla birlikte epidemik olarak alerjik hastalıklarda artış saptandığı gözlenmiştir. Bunun nedeni vaginal veya sezaryen doğumla doğan çocuklarda ilk karşılaşılan mikroorganizmaların farklılık göstermesidir. AMAÇ: Çocuklarda vaginal veya sezeryan doğum şeklinin alerjik hastalıklar ile ilişkisinin araştırılmasıdır. GEREÇ ve YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi Genel Pediatri ve Sosyal Polikliniğine başvuran 303 çocuğun ailesine anket yapılarak vakaların sezaryen ve normal doğum, alerjik hastalık varlığı araştırıldı. Alerji durumu etkileyen anne sütü alma durumu, anne ve babada alerji varlığı soruldu. Veriler SPSS 15.0 ile sürekli değişkenler Student’s t, kategorik değişkenler Ki-Kare yöntemleriyle değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya ortalama yaşı 90.4± 54.5 ay, 149’u (%49,2) kız, 154’ü (%50.8) erkek 303 vaka alındı. Normal vajinal doğum vakaların 148’inde, sezeryan doğum 155’inde bulunuyordu. Alerji öyküsü olguların 134 (%34)’ünde bulunmakta idi. Sezeryan ile doğan çocuklarda alerji öyküsü (74, % 47.7) vajinal doğum ile doğanlardan (29, %19.6) anlamlı derecede daha yüksek bulundu(p=0.000). Sezeryan doğum ile doğan bebeklerde alerjik rinit, egzema ve reaktif hava yolları öyküsü de anlamlı derecede yüksekti (p=0.041,p=0.001, p=0.01). Vajinal ve sezeryan doğan bebeklerin toplam anne sütü alma süresi ve ilk alt ay yalnız anne sütü alma oranları benzerdi. Her iki grupta anne ve babalarında alerji öyküsü, evde sigara içilmesi, annenin gebelikte sigara dumanına maruz kalması, evcil hayvan besleme gibi alerji gelişimini etkileyen faktörlerin sıklığı benzer bulundu. SONUÇ: Çalışmada sezeryan doğumun ilk 10 yılda alerjik hastalıkların gelişiminde etkili olabileceğini destekleyen bulgular saptanmış, Vajinal doğumun alerjik hastalıklardan koruyabileceğini desteklemiştir. 111 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-4 YABANCI CİSİM(KABAK ÇEKİRDEĞİ) ASPİRASYONU OLGU SUNUMU Elif Gökçe Demir, Enise Avcı, Muhterem Duyu, Sibel Hatice Özumut, Derya Büyükkayhan Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Yabancı cisim aspirasyonları, çocukluk çağında mortalite ve morbiditeye neden olan kazaların önemli bir nedenidir. İki yaş altındaki çocukların hemen her nesneyi öncelikle ağız ile tanıma dürtüleri aspirasyon sıklığını arttıran önemli nedenlerdendir. AMAÇ: Toplum sağlığı açısından mortalite ve morbidite riski olan yabancı cisim aspirasyonuna dikkat çekmektir. OLGU: Daha önceden bilinen şikayeti olmayan 10 aylık kız hasta, ailesinin yanında kabak çekirdeği ile oynarken ani gelişen morarma, nefes alamama şikayetleri ile dış merkeze başvurmuş. Kardiyopulmoner arrest olarak değerlendirilen hastaya 5 dakika kardiyopulmoner resusitasyon uygulanıp entübe edilerek tarafımıza yönlendirildi. Hasta yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Hasta çocuk cerrahisi ile görüşülerek bronkoskopiye alındı. Sağ ana bronşu tıkayan kabak çekirdeği çıkartıldı. Takibinde trakeal aspirasyonla bol miktarda koyu sarı renkli yoğun sekresyonları olması üzerine alınan trakeal aspirat kültüründe pseudomonas aeroginosa üremesi oldu. İmipenem ve amikasin tedavisi alan hastada istemsiz kasılmalar, taşikardi ve hiperrefleksi gelişmesi üzerine hastada hipoksi sekeli düşünüldü ve fenitoin başlandı. Hasta 1 ay boyunca yoğun bakım ünitesinde izlendi. Ekstübe edilen hasta nörolojik sekel tespiti için halen hastanemiz süt çocuğu servisinde yatmaya devam etmektedir. SONUÇ: Çocuklarda gelişen yabancı cisim aspirasyonları açısından toplum bilincinin oluşturulması, özellikle de anne ve babaların ve çocukların bakımını üstlenen kurum ya da kişilerin eğitilmeleri, aydınlatılmaları yabancı cisim aspirasyonlarının tanısı ve tedavisi kadar önemlidir. 112 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-5 PAROTİS BEZİ HEMANJİOMU: OLGU SUNUMU Ayşe Saygılı, Yelda Türkmenoğlu, Fatma Beşiroğlu Çetin, Melis Serin, Ozan Özkaya Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Çocuklarda parotis bezinde büyümeye neden olan hastalıklar; epidemik parotit dışında süpüratif parotit, alt çenede enfeksiyon, travma, kanalda taş ve tıkanıklığa neden olabilecek adenom, lipom, lenfanjiom ve hemanjiom gibi kitlelerdir. OLGU: Yirmi gündür aldığı antibiyotik tedavisine rağmen sol yanakta şişlik nedeniyle tarafımıza başvuran 3 aylık kız bebeğin parotis bölgesine yapılan USG'de ve sonrasında yapılan MR'ında hemanjiom ile uyumlu görünüm saptandı. SONUÇ olarak özellikle medikal tedaviye cevap vermeyen parotis lezyonlarında kanalda tıkanıklığa yol açarak parotis lojuna büyüyen kitleler göz önünde bulundurulmalıdır. 113 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-6 ANAMNEZ VE FİZİK MUAYENENİN TANIDA ÖNEMİNİ GÖSTEREN TÜBEROSKLEROZ TANILI OLGU SUNUMU Melike Zeynep Tuğrul Aksakal1, Sarenur Başaran Yılmaz2, Elif Yüksel Karatoprak3, Selma Demir 5 Yanık4, Mehmet Baki Şenyürek1, Gizem Yıldız1, Işıl Özer 1Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, İstanbul 2İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı 3Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İstanbul 4Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği ABD, İstanbul 5Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Laboratuvar incelemelerinden önce ayrıntılı anamnez alma ve fizik muayene yapmanın tanı koymadaki önemine dikkat çekmek. OLGU: Sınırda mental retardasyon ve otizm spektrumu tanılarıyla dış merkezden izlenmekte olan 8 yaşında erkek hasta ilk kez nöbet geçirme şikayeti ile başvurduğu acil serviste entübe edilerek yoğun bakım ünitesine sevk edilmiş. Yoğun bakım ihtiyacının sona ermesinden sonra servis izleminde anamnezi ve fizik muayenesi tekrarlanan hastanın annesinin de hafif mental retarde olduğu ve çocukluğundan beri epilepsi tanısı ile antiepileptik kullandığı öğrenildi. Hastanın fizik muayenesinde abdominal bölge ve alt ekstremitelerde bilateral hipopigmente alanlar görüldü. Mikrosefalik (baş çevresi<45 cm) olduğu saptanan hastanın annesi de değerlendirildiğinde yüzünde adenoma sebaseum ve el parmaklarında subungual fibromlar gözlendi. Yoğun bakımda yatışı sırasında çekilen kraniyal bilgisayarlı tomografide periventriküler kalsifikasyon odakları izlenen hastanın tüberoskleroz olabileceği düşünülerek kraniyal manyetik rezonans (MR), ekokardiyografi, tüm batın ultrasonografi (USG) tetkikleri istendi. Göz muayenesinin yapılması planlandı. Hastanın kraniyal MR’ında tüberoskleroz için tipik bulgular, batın USG’inde bilateral anjiyomiyolipom ile uyumlu görünüm izlendi. SONUÇ: Epilepsi, mental retardasyon, otizm, mikrosefali gibi kronik hastalıkların etyolojisine yönelik tetkik yapılmadan önce hastalardan ayrıntılı anamnez alınmalı ve tam bir fizik muayene yapılmalıdır 114 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-7 İNFLUENZA BENZERİ HASTALIK TANISIYLA HASTANEYE YATIRILAN ÇOCUKLARDA İNFLUENZA A/RESPİRATUVAR VİRAL ETYOLOJİ VE RİSK FAKTÖRLERİ Saniye Girit1, Ayşe Karaaslan2, Yasemin Akın3, Serap Gençer4, Emel Yılmaz3, Yetkin Ayhan3, Elif Ruşen Vayvada3 1Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları, İstanbul 2Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, İstanbul 3Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul 4Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji, İstanbul AMAÇ: İnfluenza; sağlıklı çocuklarda kendini sınırlayan ve komplikasyona neden olmayan akut solunum yolu enfeksiyonudur. Her yıl okul öncesi ve okul çağı çocuklarının %15-42’sinin influenza virüsü ile enfekte olduğu tahmin edilmektedir. Bu çalışmanın amacı; hastaneye influenza benzeri hastalık (İBH) tablosuyla yatırılan çocuk hastalarda influenza A sıklığını ve hastalık için risk faktörlerini belirlemek idi. MATERYAL-METOD: Aralık 2013-Mayıs 2014 ve Aralık 2014- Mayıs 2015 tarihleri arasında hastaneye yatırılan çocuklardan influenza benzeri hastalık tanısı alan 132 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu çocuklardan alınan boğaz sürüntü örneklerinde influenza A virüsü ve diğer respiratuvar virüslerin varlığı real-time PCR yöntemiyle araştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya alınan 132 hastanın 78 (%59)’inde respiratuvar virüs saptandı. Sadece 8 (%6) hastada influenza A (H3N2) virüsü tespit edildi. H3N2 pozitif olan grupta, virüs saptanmayan (n=54) ve influenza dışı virüs saptanan (n=70) gruplara göre; yaşın büyük olması (p=0.006), astım varlığı (p=0.015) ve kronik akciğer hastalığının olması (p=0.0001) risk faktörü olarak bulundu. Gruplar arasında gestasyon haftası, anne sütü alım süresi, son 3 ay içerisinde hastaneye başvurmuş olmak, influenza aşısı olmak ve immünyetmezlik varlığı açısından anlamlı fark saptanmadı. Çalışmaya alınan hastalarda saptanan diğer virüsler sıklık sırasıyla şunlardı; RSV (n=46, %35), HCoV (n=10, %7.5), adenovirüs (n=7, %5), rinovirüs (n=6, %4.5), HMPV (n=5, %4), İnfluenza B (n=4, %3) ve HBoV (n=2, %1.5). H3N2 dışı virüslerle enfekte 70 hastanın 10’unda koenfeksiyon mevcuttu. En sık koenfeksiyon birlikteliği RSV’leydi. SONUÇ: Çalışmamızda, İBH ile hastaneye yatırılan çocuklarda viral etyolojinin sıklığı vurgulanmıştır. İnfluenza A sıklığını belirlemeyi hedefleyen çalışmada, en sık viral etkenin gerek izole ajan gerekse de koenfeksiyon durumunda %35 sıklıkla RSV olduğu gösterilmiştir. 115 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-8 SIK HASTALANAN ÇOCUKLARDA İMMÜN YETMEZLİK: ÖNGÖRÜLEN RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR? Murat Sütçü, Manolya Acar, Hacer Aktürk, Selda Hançerli Törün, Nuran Salman, Ayper Somer İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon ve Klinik İmmunoloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Sık hastalanma yakınması ile başvuran çocuklar arasında ileri inceleme gerektiren olguları seçmede risk faktörlerinin belirlenmesi GEREÇ ve METOD: Kliniğimize ocak 2013 ve aralık 2014 tarihleri arasında sık hastalanma yakınması ile başvuran ortanca yaşı 46 ay (4-190 ay) olan 507 çocuk (221 kız, %43.6) olgunun retrospektif analizi BULGULAR: Hastaların büyük çoğunluğu (n=360, %71) okul öncesi yaş grubunda idi. Enfeksiyonların çoğu üst ve alt solunum yolu ilişkili olup hasta sayıları sırası ile 380 (%75) ve 117 (%23.1) idi. Değerlendirmeler sonrasında hastalar tanılarına göre atopik çocuk (n=148, %29.2); primer immün yetmezlik (PİY) (n=54, %10.7); kronik hastalık varlığı (n=40, %7.9) ve sağlam çocuklar (n=265, %52.3) olmak üzere dört gruba ayrıldı. Okul çağı çocukları arasında atopik hastalık insidansı anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.016). Adolesan yaş grubunda olmak, büyüme gelişme geriliği ve hipogamaglobulinemi varlığı PİY için risk faktörü olarak belirlendi. PİY arasında en sık B hücre (antikor) eksikliği (n=43, %80) ve bunların arasında en sık selektif IgA eksikliği (n=23, %4.5) saptandı. Başta periyodik ateş sendromları olmak üzere romatolojik hastalıklar (n=9, %1.8) en sık saptanan kronik hastalıklardı. İki olguda (%0.4) malignite (akut lenfoblastik lösemi ve lenfoma) saptandı. SONUÇ: Sık hastalanma ile başvuran çocuk olgular arasında acil tedavi ve ileri inceleme gerektiren hastaların ayırımı son derece önemlidir. 116 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-9 ANTİ-TNF-ALFA TEDAVİSİ SIRASINDA GELİŞEN PEDİYATRİK AKCİĞER TÜBERKÜLOZU OLGUSU Fatih Karagözlü1, Manolya Acar1, Murat Sütçü1, Selda Hançerli Törün1, Oğuz Bülent Erol2, Ayper Somer1, Nuran Salman1 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon ve Klinik İmmunoloji Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: TNF alfa inhibitörlerinin klinikte kullanım alanları son yıllarda giderek artmakta olup, başta tüberküloz olmak üzere enfeksiyon gelişimine yatkınlık oluşturmaktadır. Burada üç yıldır juvenil romatoid artrit (JRA) ve üveit tanıları ile takipli, olup adalimumab tedavisi altında akciğer tüberkülozu gelişen 12 yaşındaki çocuk olgu sunulmuştur. OLGU: Üç yıldır juvenil romatoid artrit ve üveit tanıları ile takipli on iki yaşında erkek hastaya, metotreksat ve metil prednizolon almakta iken göz bulgularının ilerlemesi üzerine adalimumab tedavisi başlanmıştı. O dönem bakılan tüberkülin deri testi (TDT) 0 mm, posteroanterior akciğer grafisi (PAAG) normal olup, üç ay ara ile PAAG ve 6 ay ara ile TDT testi ile takip planlanmıştı. Adalimumab tedavisinin ikinci ayında babasının akciğer tüberkülozu tanısı alması üzerine Verem Savaş Dispanseri tarafından tekrarlanan TDT, 7mm; PAAG normal saptanmış ve izoniazid profilaksisi başlanmış. Bir ay sonra poliklinik kontrolümüzde fizik muayenesinde özellik yoktu. PAAG incelemesinde paratrakeal dolgunluk saptanması üzerine çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ üst paratrakeal alanda 40x27x24 mm boyutlarında nekroz alanları içeren, tüberküloz lenfadenit ile uyumlu lezyon saptandı. Antitüberküloz tedavi (izoniazid, rifampisin, pirazinamid, ethambutol) başlanan hasta poliklinik izlenimine alındı. SONUÇ: TNF alfa inhibitörü kullanan hastalar tüberküloz gelişimi açısından tedavi öncesinde ve süresince yakın takip edilmelidir. 117 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-1 HİPER IGE AYIRICI TANISINDA KAZANILMIŞ İMMÜN YETMEZLİK SENDROMU: ÇOCUK OLGU Özge Umur, Murat Sütçü, Manolya Acar, Hacer Aktürk, Selda Hançerli Törün, Nuran Salman, Ayper Somer İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon ve Klinik İmmunoloji Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Çocukluk çağı HIV olguları uzamış ateşten tükenmişlik sendromuna kadar oldukça farklı şekillerde kliniğe gelebilir. Burada atipik prezentasyon ile başvuran ve hiper IgE saptanıp HIV tanısı alan bir çocuk olgu sunulmaktadır. OLGU: Dokuz yaşında erkek hasta, son bir yıldır tekrar eden kaşıntılı cilt döküntüleri, halsizlik, yorgunluk ve kilo kaybı yakınmaları ile başvurdu. Kaşektik görünümde olan hastanın fizik muayenesinde hepatomegali, generalize lenfadenopati ve yaygın kaşıntılı cilt lezyonları mevcuttu. Laboratuvar incelemelerinde lenfopeni ve hipergamaglobulinemi saptanan hastanın serum IgE düzeyi 59,300 kU/L olup, oldukça yüksek seviyedeydi. Cilt lezyonları uyuz olarak değerlendirilen hastanın anti HIV testi pozitif bulundu. HIV RNA düzeyi 4,378,407 kopya/ml, CD4;%1 olan hastaya Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu tanısıyla antiretroviral tedavi (ART) başlandı. Takibinde ART ve lokal %5 permetrin solüsyonu uygulanan hastanın IgE seviyesinde önemli derecede gerileme izlendi. SONUÇ: Çocuklarda nedeni açıklanamayan ateş, büyüme gelişme geriliği, generalize lenfadenopati ve fırsatçı enfeksiyonların varlığında, özellikle hipergamaglobulinemi saptanan olgularda Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu akılda tutulmalıdır. 118 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-11 ÇOCUKLARDA RESPİRATUVAR VİRAL PANEL TEST SONUÇLARI Raziye Dut1, Sesin Kocagöz2 1Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2Acıbadem Üniversitesi, Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü, İstanbul GİRİŞ ve AMAÇ: Akut solunum yolu enfeksiyonları benzer semptomlara neden olan viruslerle ilişkilidir. Klinik ve epidemiyolojik olarak respiratuvar viruslerin özelliklerini bilmek viral enfeksiyon tanısı için önemlidir. Akut solunum yolu enfeksiyonu tanısı alan hastalarda respiratuvar viral panel test sonuçlarının değerlendirmesi ve klinik bulgular ile ilişkisinin araştırılması amaçlandı. GEREÇ ve YÖNTEM: Şubat 2012-Şubat 2014 tarihleri arasında akut solunum yolu enfeksiyonu olan veya benzer şikayetlerle başvuran 312 çocuk hastanın respiratuvar viral panel test sonuçlarını retrospektif olarak inceledi. BULGULAR: 155 test sonucu pozitif ve 135 (%43.2) tek virus, 20 (%6.4) iki virus pozitifliği tesbit edildi. 150(%48.0) hastaneye yatış, 162 (%51.2)'de hastane yatışı bulunmadı. Acil gözlemde tedavi alan 30 (%9.6) hasta idi. RSV 29 (%9.2), Adenovirus 18(%5.7), Coronavirus 11(%3.5), Parainfluenza 10(%3.2), Metapnömovirus 7(%2.2) tespit edildi. RSV(%14) hastane yatışlarında en sık virus ve 0-1,99 yaş RSV+Rinovirus birliktekiği en sıktı.Kış aylarında iki virus birlikteliği diğer aylardan yüksek bulundu. SONUÇ: Populasyonu etkileyen respiratuvar viral enfeksiyon etyolojisi yaş, mevsim, yıl, coğrafik konum ile ilişkilidir. Çocuklarda mevsimlere göre sıklıkla görülen virüsleri ve virüs birlikteliklerini bilmek tanı ve tedavi planı için önemlidir. 119 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-12 BETA TALASEMİLİ HASTALARDA GEBELİK Selime Aydoğdu, Fatih Karaaslan, Büşra Gürpınar, Serap Karaman, Zeynep Karakaş İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi, ÇocukSağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Talasemi’de gebelik, anne ve bebek için mortalite ve morbidite nedenidir.Transfüzyon ihtiyacının artması, demir birikimi, tromboza eğilim, intrauterin gelişme geriliği ve prematür doğum gibi komplikasyonların izlemi şarttır.Bu çalışmada bilim dalımızda takipli Talasemi’li 13 hastamızın gebelik sürecini inceledik. MATERYAL-METOD: Birimimizde takipli,Talasemi major ve Talasemi intermedia tanılı,13 hastanın gebelik dönemleri incelendi. Hastaların gebelik yaşı, gebelik öncesi transfüzyon ve şelatör kullanımı, gebelik döneminde transfüzyon durumu, gelişen komplikasyonlar, kullanılan ilaçlar, doğum süreci sorgulandı. BULGULAR: Dört hasta TM, 8 hasta Tİ,1 hasta Talasemi Taşıyıcısı (TT) +afla triplikasyonu idi.TM tanılı 2 hasta ve TI tanılı 1 hasta gebelik öncesi hormon replasman tedavisi almıştı.Takipli olan hastaların hepsi gebelikte Folik asit kullandı.TI tanılı hastaların 4’ü ve TT+alfa triplikasyonu olan hasta splenektomize idi.TM tanılı düzenli trasfüze olan 4 hastada transfüzyon sıklığı arttı. Daha önceden transfüze TI tanılı hastalarda transfüzyon sıklığında artış oldu.TI tanılı bir hasta hiç transfüze olmadı. TT+Alfa triplikasyonu olan hastada gebelikte sıklık arttı.TI tanılı bir hasta planlı olmayan gebelik yaşadı. Gebeliğin ilk 5 haftasında hidroksiüre kullandı,sonra ilaç kesildi. Genetik danışmanlık yapıldı. Bebek sağlıklı doğdu. Splenektomize olan TI tanılı 4 hastada, 2TM tanılı hasta ileTT+alfa talalasemi triplikasyonu olan hastadagebelik süresinde düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) kullanıldı.DMAH alan hastaların 3’ü ek olarak asetil salisilik asit (ASA) kullandı. Bir hasta yalnız ASA kullandı. Talasemi İntermedia tanılı hastaların 3’ünün ve TM tanılı bir hastanın preterm bebekleri oldu. Bir TI hastasının bebeği düşük doğum ağırlığı ve mekonyum aspirasyonu sendromu (SGA+MAS) tanısı aldı.TI tanılı bir hasta ikiz bebek sahibi oldu, SONUÇ: Talasemi hastalarında gebelik öncesi değerlendirmelerin yapılması, gebeliğin planlı olması, multidisipliner yaklaşımla izlenmesi gereklidir. 120 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-13 KONJENİTAL AMEGAKARYOSİTİK TROMBOSİTOPENİ (CAMT): OLGU SUNUMU Selime Aydoğdu, Anar Selimov, Turhan Çavuşoğlu, Serap Karaman, Deniz Tuğcu, Zeynep Karakaş İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi, ÇocukSağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı GİRİŞ:Konjenital trombositopenilerin sık görülen diğer trombositopenilerden ayırt edilmesi prognozu belirlemek ve en uygun tedaviyi verebilmek açısından önemlidir. Burada ateş ve vücutta morluk şikayetiyle başvuran ve CAMT tanısı alan olgu sunuldu. OLGU: On aylık erkek hasta ateş,ve morluklar şikayetiyle acil polikliniğine getirildi.Daha önce yapılan kan sayımında bisitopenisi saptanmıştı. Özgeçmişinde sorun olmadığı öğrenildi, anne ile baba arasında 1.derece kuzen evliliği mevcuttu.Dismorfik yüz görünümü mevcut Lenfadenopatisi, splenomegali ve hepatomegalisi yoktu. Desteksiz oturabiliyor ve emekliyordu. Yapılan tetkiklerinde Hemoglobin:9.2 g/dl, HCT:%27.8, WBC:8280/mm3, NEU:2400/mm3, PLT:15300/mm3., MCV:88.5.Üre:22.4 mg/dl, Kreatinin:0.2mg/dl, AST:53 IU/L, ALT:15IU/L, LDH:438 IU/L, Ürik asit:3.5mg/dl, PT:9.7 sn, PTT:17.4sn, INR:0.84, Sedimantasyon:92mm/saat, Direkt coombs negatif saptandı. Periferik yaymada eritroid seride hipokromi ve mikrositoz izlendi, lenfosit hakimiyeti izlendi, blast görülmedi, trombositler tek tük ve normal boyutta görüldü. Hastaya kemik iliği aspirasyonu (KİA) yapıldı.KİA’da2 adet mikromegakaryosit görüldü. ITP olarak düşünülmedi ve Aferez trombosit süspansiyonu verildi.Transfüzyon sonrası PLT değeri 135000/mm3 olarak geldi.1 hafta sonra yapılan kontrol kan sayımında PLT:27 000 olarak geld..Frontal bölgedeki çıkıntı ve dismorfik yüz görünümü nedeniyle kranial MR çekildi.MR yorumu araknoid kist ile uyumlu bulundu. Hastanın trombositleri tekrar düşüş gösterdi.Anamnez derinleştirildiğinde 2-3 aydan beri hafif dokunmalarla bile geniş morluklar oluştuğu öğrenildi.MPL gen analizi gönderildi. MPL geninin DNA dizi analizinde p.Pro136His(c.407 C>A) pozitif olarak raporlandı.Kemik iliği nakli için HLA doku grubu taraması başlatılması planlandı. SONUÇ: CAMT MPL geninde mutasyon sonucu kemik iliğinde megakaryosit yokluğuna yol açan bir hastalıktır.Kemik iliği aspirasyonunda megakaryositlerin görülmemesi ile şüphelenilir.Kesin tanı genetik inceleme ile konulur. Sık görülen trobositopenilerle özellikle de ITP ile ayırdedilmesi hastaların gereksiz ve hatta kendileri için zararlı olabilecek tedavileri almamaları açısından önemlidir 121 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-14 LİGNÖZ KONJONKTİVİT KLİNİĞİ İLE PREZENTE OLAN PLAZMİNOJEN EKSİKLİĞİ OLGUSU Selime Aydoğdu, Serap Karaman, Deniz Tuğcu, Yasin Yılmaz, Yüsra Medik, Zeynep Karakaş İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi, ÇocukSağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı GİRİŞ:Plazminojen eksikliği otozomal ressesif kalıtılır, Tip I ve Tip II olarak 2 ye ayrılır.Tipik olarak lignöz (odusu) konjnuktivit yapar.Görme kaybına neden olabilir.Burada lignöz konjonktivit ve plazminojen eksikliği tanılı, görme kaybı gelişen olgu sunuldu. OLGU: 3.5 yaş kız hasta,gözlerinde kaşıntı kızarıklık ve beyaz renkli ihtihap şikayetleri ile göz doktoruna başvurmuş.Alt göz kapağından alınan biyopsi sonucu ‘lignöz konjonktivit’ olarak gelmesi üzerine TDP'ligöz damlası başlanmış, düzenli takibiyapılamamıştı.Sol gözde görme kaybı saptanan hasta tetkik amacıyla Hematoloji bilim dalına yönlendirilmiş.Yapılan tetkiklerinde plazminojen düzeyi 10.8 saptandı, Plazminojen Eksikliği tanısı aldı.Özgeçmişinde bebeklik döneminden itibaren gözlerinde sık sık iltihaplanmalar olduğu öğrenildi.Soygeçmişinde anne ve baba aralasında 3.dereceden kuzen evliliği vardı.Fizik muayenesinde sol gözde alt ve üst konjuktivayı etkileyen beyaz plak şeklinde infeksiyon, korneada opak görünüm mevcuttu. Sistemik muayenesi normaldi.Laboratuvar tetkiklerinde hemogram ve biyokimyasal değerleri normaldi Hastaya düzenli sistemik TDP verilmesi kararlaştırıldı.Göz Hastalıkları tarafından göze topikal TDP'li göz damlası(4*1)ve siklosporinli göz damlası(2*1) başladı, gözdeki plakların haftalık temizlenmesi planlandı.1 hafta sonraki göz değerlendirmesinde sol gözdeki lignöz konjonktivitinde hafif gerileme, sağ göz intakt olarak değerlerlendirildi. Sonrasında 1 ay süreyle günde 1 kez, 1 ay haftada 2 kez verildi. Yapılan göz muayenesinde göz bulgularında gerileme olduğu ancak görmediği belirtildi. 3. Ay sonunda göz muayenesinde sol gözdeki bulgularda düzelme saptandı.6 aylık tedavi sonrasında sol gözde ışığa minimal tepki saptandı Haftalık TDP tedavisi, topikal TDP+siklosporinli göz damlası ve debritman tedavisine edilmektedir. SONUÇ: Lignöz konjonktivit konjonktivada odunsu görünümlü membran formasyonuyla seyreden nadir ancak morbiditesi yuksek bir hastalıktır.Plazminojen eksikliği ile birlikteliği sıktır Lignöz konjuktivit olgularında plazminojen düzeyi bakılması, erken tedavi ile komplikasyonların önüne geçilmeye çalışması ve yakın izlem şarttır. 122 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-15 KRANİYAL KİTLENİN NADİR BİR SEBEBİ: GRANÜLOSİTİK SARKOM Esin Karakılıç1, Selime Aydoğdu2, Deniz Tuğcu2, İbrahim Öner Doğan3, Ayşe Özkan Karagenç2, Zeynep Karakaş2, Serap Karaman2 1İstanbul Üniversitesi,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı,İstanbul 2İstanbul Üniversitesi,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,İstanbul 3istanbul Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı,İstanbul GİRİŞ: Granülositik sarkom, myeloblast veya immatür myeloid hücrelerin oluşturduğu, ekstrameduller bölgede lokalize malign tümörlerdir. En sık, akut myeloid lösemili hastalarda ancak bazen myeloproliferatif hastalıklarda ve myelodisplatik durumlarda da görülebilir. Genellikle yumuşak doku, kemik ve ciltte görülmektedir. Burada intrakranial ve spinal kitleler ile başvuran ve granülositik sarkom tanısı alan 16 yaşında erkek olgu, nadir görülmesi nedeniyle sunulacaktır. OLGU: Onaltı yaşında erkek hasta, 3 aydır giderek büyüyen kafada kitle yakınması ile başvurdu. Fizik muayenede, sağ pariyetal kemikte 5x6 cm büyüklüğünde, kemiğe fikse sert kitle saptandı. Diğer bulgular normaldi. Laboratuvar tetkiklerinde lökopeni (3750/mm3) mevcuttu, biokimyasal tetkikleri normaldi. Sedimantasyon:16 mm/saat, LDH:1280 U/L idi. Periferik yaymada atipi yoktu. Kemik iliğinde %15 immatür hücre mevcuttu. Akciğer grafisi ve batın USG normaldi. Kraniyospinal MRG’de sağ pariyetal kemik kaynaklı, internal ve eksternal tabulaya doğru uzanan, beyin parankimini komprese etmiş 50x70 cm konstrast tutan lezyon saptandı. Servikal vertebralarda, büyüğü C7 vertebra korpusunda lokalize kontrast madde sonrası belirgin kontrastlanmayan kitle lezyonlar mevcuttu. Kitle biyopsinin histopatolojik incelemesinde miyeloperoksidaz pozitifti (Granülositik sarkom). sitogenetik incelemede 46XY, t(1;22)(q21; q11), der (15) dic (1;15) (p11;p11) saptandı. Beyin omurilik incelemesinde patolojik hücreye rastlanmadı. Hastaya granülositik sarkom tanısı ile, AML-BFM 2013 protokolü başlandı. Birinci kür bitiminde, kitlede belirgin gerileme ve kemik iliğinde remisyon saptandı. Hastanın kemoterapisi hala devam etmektedir. SONUÇ: Granülositik sarkom, primer hematolojik hastalığın seyri sırasında ortaya çıkabilir ya da soliter lezyonlar olarak da görülebilir. Erken tanı ve tedavi, remisyon açısından önemlidir. Bu olgu ile, kitle ile başvuran hastalarda granülositik sarkomun da düşünülmesi gerektiğine dikkat çekilmesi hedeflenmiştir. 123 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-16 PEDİATRİK BOYUN KİTLELERİNE YAKLAŞIM Ali Cemal Yumuşakhuylu, Berat Demir Adem Binnetoğlu, Tekin Bağlam, Murat Sarı Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi AMAÇ: Pediatrik boyun kitlelerinde klinik ve histopatolojik değerlendirilmesi yapıldı ve yaklaşımdaki farklılıklar vurgulandı. HASTALAR VE YÖNTEMLER: Boyun kitlesi şikayeti ile cerrahi tedavi uygulanan 45 pediatrik hastanın (26 erkek, 18 kız; dağılım: 1-16, ortalama yaş: 8.4) kayıtları retrospektif incelenerek incelendi. BULGULAR: Cerrahi tedavi edilen pediatrik boyun kitleli 45 hasta değerlendirildiğinde, en sık enfeksiyöz kaynaklı reaktif lenfoid hiperplazi görülürken (% 40), konjenital kaynaklı kitleler ikinci sıradaydı. Tüberkülöz ve paraziter kaynaklı boyun kitleleride azımsanmayacak sayıda (% 15,5) bulundu. SONUÇ: Kliniğimizde pediatrik boyun kitleleri nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan hastalar incelendi ve literatürün aksine en sık olarak enfeksiyöz nedenlere bağlı kitleler görülmüştür. 124 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-17 YAŞAMIN 3. YILINDA TANIMLANMIŞ PEVROPULMONER BLASTOM İLE SONUÇLANAN KİSTİK ADENOMATOİD MALFORMASYON OLGUSU Erhan Aygün, Emrah Aydın Bahçelievler Devlet Hastanesi GİRİŞ: Konjenital kistik adenomatoid malformasyon (KKAM), hamartamatöz veya displastik akciğer dokusunun, immatür bronş ağacından anormal dallanmasıyla oluşan, ender görülen konjenital bir pulmoner anomalidir. İnsidansı 25-30 bin gebelikte birdir ve en sık erkek bebekleri etkiler. Yaşamının 3. yılında tanımlanmış ve pevropulmoner blastom ile sonuçlanan konjenital kistik adenomatoid malformasyonu sunduk. OLGU SUNUMU: Bilinen supraventriküler taşikardi tanısı olan ve propranolol kullanan 3 yaşında kız hasta, bir hafta önce başlayan ateş ve balgamlı öksürük şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede, sol akciğerde yer yer krepitan rallerin duyulması dışında özellik yoktu. Altıncı aydan sonra başlayan tekrarlayan hırıltılıhışıltılı solunum şikayetleri olması nedeniyle birçok defa inhale budesonid ve salbutamol tedavisi verilmiş. Hastaya çekilen postero-anterior akciğer grafisinde sol alt lobun tamamına yakınını tutan, havaya ait olduğu düşünülen radyolüsen alanlar içeren heterojen opasite görünümü ve bronşiyel infiltrasyonlar vardı. Toraks bilgisayarlı tomografisi konjenital kistik adenomatoid malformasyon ile uyumlu saptandı. Çocuk cerrahisi tarafından sol torakotomi yapılarak, sol akciğer alt lobda yerleşmiş olan makrokistik kitle alt lobla birlikte rezeke edildi. Kitlenin histopatolojik incelemesi plevropulmoner blastom olarak sonuçlandı. SONUÇ: Konjenital kistik adenoid malformasyonun sıklığı 1/11.000-35.000 olup; olguların %80-95’i ünilateral ve akciğelerin tek bir lobunu ilgilendirir. Vakaların % 80-85’i solunum sıkıntısı nedeniyle yenidoğan döneminde veya yineleyen solunum yolu infeksiyonları nedeniyle iki yaşın altında görülür. Akciğer grafisinde heterojen opasite görülen hastalara, bilgisayarlı tomografi ile tanı konulur. Tekrarlayan hırıltılı-hışıltılı solunum şikayetleri olan vakamızda reaktif hava yolu düşünülerek öncesinde akciğer grafisi çekilmemiş. Küçük çocuklarda plevropulmoner blastom gelişirken, büyük çocuklarda ve erişkinde bronşiyoalveolar karsinom gelişebilir. Asemptomatik bile olsa infeksiyon ve malignleşme riski olduğu için kist eksizyonu gerekir. 125 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-18 BİSİTOPENİ İLE BAŞVURAN PARVOVİRUS B19 ENFEKSİYONU OLGUSU Serpil Değirmenci, Özlem Temel, Özlem Erdede, Nihan Uygur Külcü, Ahmet Yaşar Tellioğlu, Feyza Mediha Yıldız Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ: Parvovirus B19 sadece insanda hastalık yapan, farklı klinik tablolara yol açabilen bir virüstür. Eritema enfeksiyozum’un yanı sıra artrit, artralji,intrauterin enfeksiyon,ensefalit, myokardit, hepatit, vaskülit, ve glomerulonefrite neden olabilmektedir. Akut enfeksiyon, normal bireylerde, tam kan sayımı yapılmadıkça fark edilmeyecek derecede hafif ve kısa süreli anemi, trombositopeni ve lökopeniye neden olabilir. Ancak artmış eritrosit yıkım ya da kaybı (herediter sferositoz, G6PD ve pürivat kinaz eksikliği, orak hücreli anemi, otoimmun hemolitik anemi, kan kaybı) veya azalmış eritrosit üretimi (talasemi, demir eksikliği anemisi, inefektif eritropoezis) durumlarında geçici, ciddi aplastik krizler görülebilmektedir. Aplazi genelde 7-10 gün devam eder. Virusun spesifik antiviral tedavisi yoktur. Gerektiğinde kan transfüzyonu yapılmaktadır. OLGU SUNUMU: Onaltı yaşında kız hasta halsizlik şikayetiyle polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenede solukluk dışında özellik yoktu. Yapılan tetkiklerinde Hb:5,7g/dl, Htc %19.9,RBC 3.2mil/mm3, MCV 60fl, RDW:%18.9,MCH 17.5pg, MCHC 28.6g/d, lökosit:2800/mm3, absolüt nötrofil: 1150mm3, trombosit:164000/mm3 saptandı. Hastanın periferik yaymasında hipokrom-mikrositer eritrositler gözlendi. Atipik hücre yoktu. Bisitopeni için tetkik edildiğinde düzeltilmiş retikülosit:%0,14, folat:11ng/ml, demir 208 µg/ dl, demir bağlama kapasitesi 274µg/dl, ferritin:46mg/l, vit.B12:332pg/ml, Homosistein 12.4umol/L, ANA: zayıf(+), anti-dsDNA:(-), EBV-VCA IgM:(-), kurşun seviyesi, pirüvat kinaz, G6PD aktivitesi normal sınırlarda bulundu. Biyokimyasal parametreler normal sınırlarda saptandı. Direkt coombs negatif bulundu. Parvovirus -B19 IgM pozitif, Parvovirus PCR pozitif saptandı. Batın ultrasonografisi normal bulundu. Hemoglobin elektroforezinde patoloji saptanmadı. Kemik iliği aspirasyonunda miyelosit ve eritroid seride azalma ile beraber megakaryositer seride göreceli artış dışında patoloji saptanmadı. Gönderilen kemik iliği kromozom analizi normal saptandı. Hastanın yetmezlik bulgusu olmadığından transfüze edilmedi. Bisitopenisi 4 ay kadar sürdü. Takibinde hemogram tamamen normale döndü. SONUÇ: Anemisi olan hastalarda Parvovirus B12 enfeksiyonunun akla gelmesi amacıyla sunulmuştur. 126 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-19 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ OLGUDA NADİR GÖRÜLEN FUNGAL ENFEKSİYON ETKENİ: CANDİDA KEFYR Büşra Gürpınar, Selime Aydoğdu, Serap Karaman, Deniz Tuğcu, Zeynep Karakaş İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı GİRİŞ: Hematolojik maligniteli hastalarda fırsatçı mantar enfeskiyonları önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir.Candida Enfeksiyonları sık görülen fırsatçı mantar enfeksiyonlarındandır. Non-albicans Candida enfeksiyonu Candida albicans türlerine göre daha sık rastlanmaktadır. Bu yazıda akut lösemi tedavisi gören 26 aylık kız hastada gelişen Candida Kefyr (eski adı Candida pseudotropicalis) enfeksiyonu olgusu sunuldu. OLGU: 26 aylık kız hasta halsizlik, solukluk ve yüzde peteşi şikayeti ile başvurdu.Fizik muayenesinde bir özellik saptanmayan hastada pansitopeni( Hgb:5g/dl, Hct:%14.8, Lökosit:16000 /mm3, Nötrofil:600/mm3, Trombosit:7000/mm3) ve periferik yaymada % 50 blast saptanması üzerine yapılan kemik iliği aspirasyonu bulguları Common ALL ile uyumlu bulundu. Hastaya ALLBFM 2000 protokolü başlandı. Kemoterapinin 20. Gününde, nötropeniye giren hastada ateş gelişmesi üzerine katater ve periferik kandan hemokültürü alınarak Piperasilin-tazobaktam ve amikasin antibiyoterapisi başlandı. Ateş yüksekliği tekrarlayan hastanın tedavisine Teikoplanin eklendi ve kemoterapiye ara verildi. Antibiyoterapinin 7. Gününde ateş yüksekliği hala devam eden hastanın Toraks ve Batın Tomografisi ve EKO kardiyografisi çekildi. Normal olarak değerlendirildi.Ağız içindeki aftlar ve plaklar da dikkate önüne alınarak tedavisine Caspofungin eklendi. Tedavinin 3. Gününde katater beyaz lümen hemokültürde maya üremesi olduğu bildirildi ve katater çekildi. Maya identifikasyonu Candida Keyfr olarak raporlandı. Katater çekildikten sonra hastanın ateş yüksekliği gözlenmedi.Anamnez derinleştirildiğinde özellikle yoğurdu bol miktarda tükettiğikabız olduğu dönemde iki kez kefir içirildiği öğrenildi. Ateşleri kontrol alınan ve Caspofungin tedavsi 21 güne tamamlanan hastanın Kemoterapisine devam edildi. SONUÇ: Hematolojik maligniteli hastalarda non -albicans Candida enfeksiyonlarına diğer malignensilere göre daha sık rastlanmaktadır. Nötropenik diyete uyum konusu tartışmalı olmakla birlikte pastörize edilmemiş süt ürünlerinin kullanımı sorgulanması gereklidir. Hastamızda net olmamakla birliklikte yoğurt ve kefir tüketimi olması enfekiyon açısından şüpheli bulunmuştur. 127 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-20 PEDİATRİK HEMATOLOJİ HASTALARINDA FEBRİL NÖTROPENİ DÖNEMİNDE VİRAL SOLUNUM PANELİ İNCELEMESİ Behiye Benaygül Kavuncuoğlu1, Nuran Salman2, Serap Karaman3, Hacer Aktürk2 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk İmmunoloji ve Enfeksiyon Bilim Dalı, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Hematolojik malignite tanısıyla takipli pediatrik hastalarda febril nötropeni ataklarında solunum yolu virüslerini incelemeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: 1 Ocak 2014 ile 30 Temmuz 2015 tarihleri arasında, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Enfeksiyon ve Çocuk Hematoloji ve Onkoloji kliniklerinde yatırılarak takip ve tedavi edilen hematolojik malignensili hastalardan klavuzlara göre tanımlanmış febril nötropeni atak dönemi incelendi. Hastalarla ilgili klinik özellikler, labaratuar ve mikrobiyoloji sonuçları, solunum yolu virüs incelemeleri hasta takip formuna kaydedildi. Solunum yolu patojenlerinin saptanması için gerçek zamanlı ve multipleks PCR yöntemi kullanıldı. İnfluenza A (H3N2 ve H1N1), influenza B, Rinovirüs, Koronavirüs NL63, 229E, OC43, HKU1, Parainfluenza virüs tip 1, 2, 3, 4, insan Metapneumovirüs A/B, İnsan Bocavirüs, Respiratuvar sinsisyal virüs (RSV) A/B ve adenovirüs (AV) bu kitler aracılığıyla bakıldı. Veriler istatistiksel analizi için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) paket programı 15.0 versiyonu kullanıldı. İstatistiksel olarak p<0,01 ve p<0,05 değerleri anlamlı bulundu. BULGULAR: Febril nötropeni tanılı hastaların %57,7’sinde atak döneminde solunum yolu virüsü saptanmıştır. Hastalarımızın 32’si erkek (%61,5) ve 20’si kız (%38,5) idi. Çalışmaya 3 ay-16 yaş arası toplam 52 olgu (median=6 yaş) katıldı. En sık %36,5 oranında ALL tanısı mevcuttu. En sık ve eşit oranda saptanan virüsler; %13,5 oranında İnfluenza [A H1N1(3), H3N2(3), B(1)], Parainfluenza [Tip 2(2), Tip 3(6), Tip 4(1)], Koronavirüs [NL63(4), OC43(3), HKU1(2), 229E(1)] ve Rinovirüs(7) olarak saptandı. SONUÇ: Hematolojik malignite tanısıyla takipli hastalar sepsis açısından yüksek riske sahiptir. Febril nötropeni atağında erken dönemde burun sürüntüsü ile alınan solunum yolu virüsleri erken tanı olasılığı sağlaması nedeniyle bu riski azaltabilmektedir. 128 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-21 ENSEFALİTİ TAKLİT EDEN RENAL KAYNAKLI BİR POSTERİOR REVERSİBLE ENSEFALOPATİ SEN-DROMU (PRES) OLGUSU Emine Olcay Yasa, Cengiz Candan, Müferret Ergüven, Mehmet Uygun, Muhterem Duyu, Büşra Demirel İstanbul Medeniyet Üniversitesi SB Göztepe Eğitim ve Araştırması Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Posterior Reversible Ensefalopati Sendromu (PRES), sıklıkla ani yükselen arter basıncına bağlı olarak gelişen, baş ağrısı, mental bozııkluk, kortikal körlük, epileptik nöbetlerle seyredebilen nöroradyolojik tanılı bir hastalıktır. Etiyolojisinde eklampsi, renal yetmezlik, immünsüpresif ve kemoterapötik ajanlar, hiponatremi, hiperkalsemi olabilir. Patogenezde akut artmış kan basıncı sonucu oluşan serebral vazokontriksiyona bağlı iskemi ve sitotoksik ödem veya otoregülasyonun kaybı sonucu oluşan vazojenik ödem şeklinde iki hipotez mevcuttur. Beyin BT’de oksipital ve parietal loblarda simetrik hipodens, MR’da ise posterior beyaz ve gri cevheri tutmuş simetrik hiperdens alanlar tanı koydurucudur. OLGU: Ensefalopati tablosuyla yoğun bakıma alınan, meningoensefalit ön tanısıyla izlenen, hipertansiyon ve kranial MR’da PRES’e özgü radyolojik bulgularıyla tanı alan olgu ayırıcı tanıda PRES’in düşünülmesi amacıyla sunulmuştur. 14 yaşında kız hasta bulantı, baş ağrısı, fokal nöbet nedeniyle dış merkezde entübe edilerek çocuk yoğun bakım servisimize sevkedilmiş. LP normal, kranial MR ve EEG meningoensefalitle uyumlu bulunarak seftriakson, vankomisin, asiklovir başlanmış. 2. Gününde ekstübe edilerek servisimize devredildi. Biyokimyasal tetkikleri normal olan hastada olası bir toksik ensefalopati toksikolojik incelemeyle dışlandı. Yoğun bakımda hipertansif dönemleri olan hastanın hipertansiyonunun servisimizde de devamı ve kliniğindeki hızlı düzelme nedeniyle MR’ı tekrar değerlendirilerek PRES tanısı kondu. Çocuk Nefroloji konsultasyonuyla antihipertansif tedaviye alınan hastada renal doppler USG’de sağ böbrek atrofik sol böbrek kompansatuar hipertrofikti. MR anjioda “sağ renal arterin akımı azalmış, lümeni oklüde” olarak değerlendirildi. DMSA’da sol böbrek uptake değeri %96,1, sağ böbrek %3,84’di. 7. gününde tekrarlanan MR’da kortikosubkortikal kontrast tutulumunda belirgin gerileme saptandı. İzlemi için Çocuk Nefroloji servisine devredildi. SONUÇ: Bu olgu ile ensefalopatili hastalarda tansiyon ölçümünün önemini, hipertansiyon varlığında görüntülemeyle PRES’in araştırılmasının gerektiğini vurgulamak istedik. 129 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-22 ÇOCUKLUK ÇAĞI PSÖDOTÜMÖR SEREBRİ SENDROMUNDA ETYOLOJİ, PROGNOZ VE REKÜRRENSİN DEĞERLENDİRİLMESİ Gonca Bektaş, Edibe Pembegül Yıldız, Burak Tatlı, Nur Aydınlı, Mine Çalışkan, Meral Özmen İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Psödotümör serebri sendromu (PTSS) olan çocuklarda görme kaybı ve rekürrens sıklığını belirlemek, rekürrens gelişimi ile ilişkili faktörleri saptamaktır. GEREÇ-METOD: 2011 ile 2015 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalında modifiye Dandy kriterlerine göre PTSS tanısı alan ve ilk remisyon sonrası en az 3 ay takip edilen 33 hasta (18 kız, 15 erkek) çalışmaya dahil edildi, veriler retrospektif olarak analiz edildi. BULGULAR: Hastalığın başlangıcında ortalama yaş 12,1 ± 3,8 (2-17), ortalama takip süresi ise 22,4 ay (360) idi. En sık başvuru şikayetleri baş ağrısı (n=22, %66) ve görsel semptomlar (n=16, %48) idi. Hastaların %51,5’inde (n=17) PTSS gelişimi ile ilişkili tanımlanan risk faktörleri; obezite (n=5), sinüs ven trombozu (n=4), sinüzit (n=3), otoimmün tiroidit (n=1), hipotiroidi (n=1), Down sendromu (n=1), büyüme hormonu tedavisi (n=1) ve gebelik (n=1) idi. Sinüs ven trombozu olan hastaların birine optik sinir dekompresyonu, bir diğerine lumboperitoneal şant operasyonu yapıldı. Medikal tedavi uygulanan 29 hastanın 9’unda (%31) tedavi kesiminden sonra rekürrens gelişimi saptandı. Tüm rekürrensler ilk 6 ay içerisinde gelişti. Medikal tedavi uygulanan ve PTSS gelişimi ile ilişkili risk faktörü taşımayan hastaların %25’inde rekürrens gelişti. Kalıcı görme alanında daralma yalnızca bir hastada (%3) saptandı. SONUÇ: Tüm hastaların özellikle rekürrens riskinin yüksek olduğu ilk 6 ay yakın takibi gerekmektedir. PTSS’na bağlı kalıcı görme kaybı gelişiminin engellenmesi için zamanında cerrahi müdahale yapılması gerekmektedir. 130 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-23 PEDİYATRİK BEYİN ABSESİ HASTALARINDA NÖROLOJİK SEKEL GELİŞİMİNİ ÖNGÖREN FAKTÖRLER Manolya Acar1, Aygözel Akmuradova1, Murat Sütçü1, Hacer Aktürk1, Selda Hançerli Törün1, Nuran Salman1, Mine Çalışkan2, Ensar Yekeler3, Nail İzgi4, Ayper Somer1 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon ve Klinik İmmunoloji Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Pediyatrik Radyoloji Bilim Dalı, İstanbul 4İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Pediyatrik beyin absesi hastalarında nörolojik sekel gelişimini etkileyen faktörlerin belirlenmesi GEREÇ-METOD: Bu çalışma ocak 2000 ve aralık 2015 tarihleri arasında, 16 yıllık bir sürede kliniğimize başvuran pediyatrik beyin absesi olgularımızın retrospektif analizidir. Hasta dosyaları demografik, klinik, laboratuvar ve radyolojik bulgular, tedavi stratejileri ve hastaların son durumları açısından incelenmiştir. Tedavi sonunda hastalar Glaskow son durum skalasına göre nörolojik sekeli olanlar ve olmayanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. BULGULAR: Ortanca yaşı 84 ay (aralık 1-202 ay) olan 31 çocuk hasta (22 erkek,%71) çalışmaya dahil edildi. En sık başvuru yakınması sırasıyla ateş (n=22, %71), fokal nörolojik bulgu (n=17, %54.8) ve baş ağrısı (n=13, %41.9) idi. Yirmi dört (%77.4) hastada altta yatan kolaylaştırıcı bir faktör bulunmaktaydı. En sık izole edilen etkenler Gram pozitif kok’lardı (n=9, %29). Nörolojik sekel gelişen 17 hastanın (%54.8) ikisi (%6.4) kaybedildi. Hastaların tamamı parenteral antibiyoterapi (ortanca 73 gün, 28-50 gün) ile tedavi edildi. Yirmi altı (%83.8) hastaya cerrahi girişim uygulandı. Başlangıç anında kusma ve kronik sinüziti olan hastalarda nörolojik sekel gelişimi daha az bulundu. Hematojen yayılım sonucu beyin absesi gelişimi nörolojik sekel gelişen grupta daha yüksek oranda idi. SONUÇ: Başlangıç anında Glaskow Koma Skoru 12’nin altında olması ve fokal nörolojik defisit varlığı nörolojik sekel gelişimi için bağımsız risk faktörü olarak belirlendi. 131 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-24 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA FARKEDİLMEYEN BİR YARALANMA VE ÖLÜM NEDENİ: TELEVİZYON İLİŞKİLİ KAZALAR Bahar Kural, Nevin Hatipoğlu, Esra Şevketoğlu, Sami Hatipoğlu Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Zuhuratbaba, Bakırköy İstanbul GİRİŞ: İstemsiz yaralanmalar ‘kaza’ denir ve kaza sözcüğü öngörülemeyen, beklenmeyen bir olguyu tanımlamaktadır. Yaralanmalar rastgele olmayıp ayırt edilebilen risk etkenleri ile belirlenen öngörülebilir biçimlerde oluşurlar. TÜİK verilerine göre, 1-4 yaş çocuk ölüm nedenleri arasında kazalar dördüncü sıradadır. AMAÇ: Çalışmamızda, ülkemizde Eylül 2008 - Ocak 2016 tarihleri arasında gazete haberlerinde yer alan, çocukların maruz kaldığı televizyon (TV)ile ilişkili yaralanma haberleri araştırılmıştır. GEREÇ-METOD: Yerel ve ulusal gazetelerin internet sayfalarında yeralan, TV düşmesi, kayması, üzerine devrilmesi gibi nedenler sonucu oluşan yaralanma ve ölüm haberleri araştırılmıştır. Kazaların gazetede yayınlanma tarihi, yaralanmanın nerede olduğu (il/ilçe/mahalle), olgunun yaşı, cinsiyeti, ve yaralanma sonucu (yaralanma/ağır yaralı/ölüm) araştırılmıştır. Aynı olgu için gazetelerde yapılmış mükerrer haberler de ayrılmış, her olgu için son yayınlanan haber çalışmaya alınmıştır. BULGULAR: Eylül 2008- Şubat 2016 arasında basına yansıyan 68 olguya rastlanmıştır. Yaşlarının 9 ay ila 11 yaş arasında olduğu saptanmıştır. Bunlardan 46’sı ölüme neden olurken, 7 tanesinde ağır yaralanma ve 15’inde yaralanma bildirilmiştir. Yıllar içinde, 2015’de 19 olgunun olduğu, 10 ölüm vakasına rastlandığı, ölümlerin en sık Malatya, Bursa ve ilçelerinde olduğu tespit edilmiştir. SONUÇ: Gazetelerde bildirilen TV’ye bağlı yaralanmaların sebebi olarak; TV sehpasına tırmanmaya çalışma, TV sehpasının çekmecelerini, üzerindeki örtüyü çekmeye çalışma, aynı odada bırakılan farklı yaşlarda çocukların oyun oynamaları sonucu TV düşmesi; TV yanında uyuyan çocuğun üzerine düşmesiyle karşılaşılmıştır. İstanbul’da otopsi kayıtlarından, yaşları 1-9 arasında, 5 adet TV düşmesine bağlı ölümde, 4 künt kafa travması, 1 göğüs travması neden olarak belirlenmiştir. Çocuklarda TV ilişkili yaralanma sayısının ülkemizde fazla olduğu, ciddi yaralanma ve ölümlerin haberlerinin yapıldığını düşünmekteyiz. Bu konuda ülkemize ait istatistiksel verilere ulaşılamamıştır. 132 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-25 HİPONATREMI AYIRICI TANISINDA SEREBRAL TUZ KAYBI SENDROMU Gulnara Heydarova, Tamay Gürbüz, Zehra Esra Önal, Narin Akici, Çagatay Nuhoglu Haydarpaşa Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Kliniği GİRİŞ: Hipovolemik renal tuz kaybıyla giden durumlardan Bartter ve Gittelman sendomunda renin ve aldosteron yüksektir. Bartter sendromunda hiperkalsiüri, Gittelmanda hipokalsiüri ve hipomagnezemi bulunur. Hipoaldosteronizm ile birlikte hiponatremi, hiperkalemi ve renin düzeyi artışı saptanır. Serebral tuz kaybı sendromunda ANP (natriüretik peptid)’nin aşırı salgılanmasına bağlı olarak, hipovolemiye hiponatremi eşlik eder. Serebral tuz kaybı; en sık intrakranyal operasyon, meningoensefalit ve kafa travmaları sonrası ortaya çıkmaktadır. OLGU SUNUMU: Serebral paralizi tanılı, 6yasında erkek hasta, konvulziyon geçirme şikayetiyle acilimize başvurusunda meningeal irritason bulgusu yoktu. Na119mEq/L olması dışında patoloji saptanmadı. İlk aşamada Kan biyokimyası, hemogram ve akutfaz reaktanları istendi. Na125 mEq/L’ ye düşmesi üzerine yapılan tetkiklerinde idrar Na: 127 mEq/L, kan ürik asid 1.5mg/dl, kortizol, ACTH değerleri normal, renin ve aldosteron değeri düşük.SIADH nedeni olarak hastanın kullandığı oxcarbazepin kesildi. Parenteral tedaviyle Na düzeyi yükselmekte, tedavi kesildiğinde Na düzeyi yeniden 125mEq/L altına inmekte ve dehidratasyon bulguları ortaya çıkmaktaydı. Hipovolemiye eşlik eden hiponatremi, hipoürisemi; idrarla Na ve ürik asid atılımının artması ve renin, aldosteron düzeylerinin düşük olması nedeniyle idiyopatik serebral tuz kaybı sendromu teşhisi konmuştur. Fludrokortizon(Astonin)2x1tablet başlandı.Na 135 mEq/L olan hastanın, idrarla Na atılımının yüksek olarak devam etmesi de serebral tuz kaybı sendromu teşhisini doğruladı. SONUÇ: Hipernatremi ayırıcı tanısında serebral tuz kaybı sendromu düşünülmesi gerektiğini vurgulamak istedik. 133 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-26 MASKELERİN ARDINDAKİ MADDELER Nükhet Aladağ Çiftdemir1, Tuba Eren1, Rıdvan Duran1, Gülden Kafalı1, Ümit Nusret Başaran2, Ülfet Vatansever1 1Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Edirne GİRİŞ:Adölesanlar arasında madde kullanımı günden güne artmaktadır. Bu hastaların bir kısmı değişik şikayet ve bulgularla başvurmakta olup, öykü bilinmediğinden birçok tetkik yapılmakta olup, tanıda zorlanılmaktadır. Değişik yakınmalarla başvuran, madde kullanımı öyküsü vermeyen, idrarda madde atılımı (esrar, bonzai, morfin) saptanan 3 olguyu sunduk. OLGU 1: Onüç yaşında erkek hasta, göğüs ağrısı şikayeti ile başvurdu. 4 aydır bu şikayetinin ara ara tekrarladığı çarpıntı ve baş dönmesinin de göğüs ağrısına eşlik ettiği, nöbet benzeri hareketlerinin olduğu öğrenildi. Çocuk kardiyoloji, gastroenteroloji, nöroloji, acil başvurularında tanı konulamamıştı. Çocuk acile son başvurusunda idrarda madde atılımına bakıldı, maddenin esrar olduğu kesinleştirildi. Öykü derinleştirildiğinde devam ettiği okul kantininin bu yüzden birkez kapatıldığı, okul çevresindeki büfelerden leblebi tozu ve benzeri ürünler tükettiği öğrenildi. OLGU 2: Onaltı yaşındaki erkek hasta, sol göğsünde baskı tarzında başlayan ağrı yakınmasıyla başvurdu. Yapılan tetkiklerinde troponin yüksekliği ile birlikte EKG’ sinde ST değişiklikleri saptandı. İdrarda madde atılımına bakıldı, bonzai saptandı. Öykü derinleştirildiğinde son dört aydır okul civarında satılan açık sigaralardan günde 2-3 tane içtiğini ve bu sigaraların Bonzai içerdiğini bilmediğini ifade etti. OLGU 3: Onaltı yaşında erkek hasta, boğaz ağrısı ve boğazından omuzlara doğru olan şişlik yakınmasıyla başvurdu. Öyküsünde 3-4 gündür bu şikayetinin olduğu, giderek arttığı öğrenildi. Muayenede, direkt grafide ve boyun MR’ında bilateral servikal ve supraklavikular bölgede cilt-cilt altı dokularda amfizem saptandı. Hastanın tetkiklerinde ve öyküsünde özellik saptanmadı. Madde kullanımı açısından idrar gönderildiğinde hastanın idrarında morfin saptandı. Madde kullanımı öyküsü vermedi. SONUÇ: Özellikle adölesan hastalarda madde kullanımının değişik yakınmalarla başvurabileceğini, öyküde bu durumu genellikle sakladıklarını akılda tutarak, açıklanamayan klinik tablolarda mutlaka madde kullanımı düşünmeliyiz. 134 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-27 MAKROSEFALİ İLE BAŞVURAN KLEİDOKRANİAL DİSPLAZİ OLGUSU Nimet Pınar Yılmazbaş1, Biray Ertürk2, Diğdem Bazen3 1S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği, Sağlam Çocuk Polikliniği 2S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Genetik Polikliniği 3S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği, Pediatrik Endokrinoloji GİRİŞ: Kleidokranial Displazi 1/1.000.000 sıklıkta görülen, çoğunlukla otozomal dominant geçen, kemik dokusunun jeneralize displazisi ile karakterize bir hastalıktır. Klinik olarak kranial suturlerin ve fontanellerin geç kapanması, boy kısalığı, diş anomalileri, hipoplazik ve aplazik klavikulalar ve diğer bazı kemik anomalileri eşlik etmektedir. OLGU:On aylık kız hasta polikliniğe fontanel genişliği ve kafa çevresinin büyük olması şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde vücut ağırlığı 8000 gr(%25. persantil), boy 70 cm(%25. persantil), baş çevresi 45,5 cm(%75. persantil), ön fontanel 4x5 cm, arka fontanel 1x1 cm, sagittal sutur açık, burun kökü basık, frontal bossing var ve 2 adet dişi mevcut idi. Olgunun nöromotor gelişimi ayına uygun idi. Olgunun annesinin de fizik muayenesinde burun kökü basık, frontal bossingi var, 0,5x0,5 cm ön fontaneli mevcut ve kalça displazisi vardı. Anne her iki omzunu orta hatta birleştirebiliyordu. Olgunun tetkiklerinde hemogram, tiroid fonksiyon testleri, kemik döngüsü biyokimyasal değerlerinden Ca, P, ALP, PTH, 25(OH) Dvit düzeyleri normal, alkalen fosfataz düzeyi düşük bulundu. Yapılan görüntüleme tetkiklerinden direk grafilerinde sagittal sutur açık, ön ve arka fontanel ayına göre geniş, klavikula gelişimi normal, kemik yaşı 6 ay ile uyumlu, transfontanel ultrasonografisi normal bulundu. Olguda ve annesinde bu bulgular ışığında kleidokranial displazi düşünüldü ve kesin tanı için RUNX2 gen mutasyonu gönderildi. SONUÇ: Fontanel genişliği ve rölatif makrosefali nedeni ile tetkik edilen olgularda aile hikayesinin sorgulanması ve klediokranial displazi tanısının akılda tutulması gerekmektedir 135 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-28 POLAND SENDROMU TANILI BİR OLGU SUNUSU Engin Tosun, Gamze Özgürhan, Aslı Kıbrıs, Raziye Dut Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ:Poland Sendromu tek taraflı pektoralis major kasın hipoplazisi, ipsilateral değişken derecede üst ekstremite deformiteleri ve göğüs malformasyonları ile karakterize konjenital bir sendromdur. Nadir görülen konjenital bir bozukluk olan Poland sendromlu olguyu sunmayı amaçladık. OLGU: Olgumuz yedi yaşında erkek hastaydı. Göğüs ağrısı şikayeti ile yapılan muayenesinde inspeksiyonda sağ hemitoraksta çöküklük görüldü. Palpasyonda sağ major pektoral kasın olmadığı anlaşıldı. SONUÇ: Göğüs duvarı bulgusu olan çocuklarda, Polan sendromu da araştırılmalıdır. 136 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-29 SMİTH-LEMLİ-OPİTZ SENDROMU: MULTİPL KONJENİTAL ANOMALİLER İLE KARAKTERİZE BİR METABOLİK HASTALIK Serap Sapmaz1, Gonca Bektaş2, Edibe Pembegül Yıldız2, Tuğba Kalaycı3, Burak Tatlı2, Nur Aydınlı2, Mine Çalışkan2, Meral Özmen2 1İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı 3İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Bilim Dalı GİRİŞ: Smith-Lemli-Opitz sendromu (SLOS), multipl konjenital anomaliler, dismorfik bulgular, mental retardasyon ve büyüme gelişme geriliği ile karakterize bir kolesterol biyosentez defektidir. Biz burada SLOS’un tipik fenotipik özelliklerini gösteren bir hasta sunduk. OLGU SUNUMU: Gelişim geriliği nedeniyle başvuran 15 aylık erkek hasta, 36 GH’nda 2360 g tartı (25-50 p), 48 cm boy (50-75 p) ve 30 cm baş çevresi (<3 p) ile doğmuştu. Aralarında akraba evliliği olmayan sağlıklı anne, babanın ilk çocuğu idi. Annenin bir erkek kardeşi 18 günlükken bilinmeyen bir nedenle eksitus olmuştu, bir diğer erkek kardeşinde ise Duchenne müsküler distrofi hastalığı mevcuttu. Fizik muayenesinde; tartı, boy ve baş çevresi persantilleri <3p idi. Frontal bossing, bitemporal basıklık, bilateral pitozis, antevert burun delikleri, uzun filtrum ve düşük kulaklar ile karakterize dismorfik yüz görünümü, yarık damak, sol servikal bölgede 3x2 cm kapiller hemanjiom, 2-3. ayak parmakları arasında sindaktili, mikropenis ve hipospadias izlendi. Obje takibi vardı, baş tutma ve gülümsemesi yoktu. Hipoton ve derin tendon refleksleri hipoaktif idi. Fotosensitivitesi mevcuttu. Ekokardiyografisinde sekundum atriyal septal defekt ve ince patent duktus arteriozus saptandı. Olgumuzda mevcut klinik bulgular ile SLOS düşünüldü ve lipid profili [HDL: 5 mg/dL (<40), LDL: 17 mg/dL (63-130), total kolesterol: 48 mg/dL (130-200), trigliserid: 177 mg/dL (<150)] SLOS ile uyumlu saptandı. SLOS ile ilişkili DHCR7 gen dizi analizi çalışması heterozigot sonuçlandı ve array ile yeni mutasyon taraması istendi. SONUÇ: Dismorfik bulguları ve global gelişme geriliği olan hastalarda mutlaka serum kolesterol düzeyi ölçümü yapılmalıdır. Safra asidi ve kolesterol tedavisi ile büyüme ve nöromotor gelişimde düzelme izlenebilmektedir. 137 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-30 KAWASAKİDE NADİR BİR PREZENTASYON: ATEŞ VE ŞİDDETLİ BOYUN AĞRISI (BİR OLGU SUNUMU) Emine Olcay Yasa, Müferet Ergüven, Seyhan Birinci, Yusuf İzzet Ayhan İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sağlık Bakanlığı Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi, Pediatri Ana Bilim Dalı GİRİŞ: Kawasaki Hastalığı(KH) en sık görülen çocukluk çağı vaskülitlerindendir. Tanı 5 günden uzun süren ateş ile birlikte konjunctivit, lenfadenopati, döküntü, dudak ve ağız bulguları, atrit bulgularından en az dördünün olması ile konulur. Kardiyak tutulum en önemli morbidite ve mortalite sebebidir. Tanı kriterlerinden servikal lenfadenopati %25-50 oranında görülür. Genellikle tek taraflı sert, ağrısız ve 1,5 cmden büyüktür. Nadiren şiddetli boyun ağrısı oluşturabilir. AMAÇ: Ateş, şiddetli boyun ağrısı, hareket kısıtlılığı şikayetleriyle başvuran yumuşak doku enfeksiyonu ön tanısıyla yatırılan, takipte karakteristik bulguların görümesiyle KH tanısı alan olgu, bu nadir bulguya dikkat çekmek amacıyla sunulmuştur. OLGU: 5 yaşında kız, 1 haftadır ateş, şiddetli boyun ağrısı şikayetleriyle başvurdu. Fizik muayenede konjunktivalar hiperemik, boyun sağ tarafta kızarıklık, bilateral servikal LAP ve boyun hareketlerinde kısıtlılık mevcuttu. Boyun yumuşak doku enfeksiyonu ön tanısıyla antibiyotik tedavisine başlandı. Akut faz reaktanları, AST, ALT yüksek,viral serolojide TORCH, EBV, Parvovirus B19 IgM,IgG negatifti. Boyun USGde reaktif lenf nodları görüldü. Boyun MRIda boyun yumuşak doku enfeksiyonu saptanmadı.5. gününde ateşi süren, bilateral nonpurulan konjunctiviti,servikal LAPı olan hastaya KH düşünülerek Intravenöz Immunglobulin(2gr/kg), aspirin (80mg/kg/gün) tedavisi başlandı. IVIG sonrası 24. saatte ateşi, konjunctiviti,boyunda kızarıklık ve hareket kısıtlılığı geriledi. Parmak uçları ve ayak tabanlarında soyulma gözlendi. Akut faz reaktanları,AST ve ALTde gerileme ve trombositoz görüldü. Aspirin 10. günde antiagregan doza düşürüldü. 10. günde EKO normaldi. Kardiyoloji izlemine alınan hasta taburcu edildi. SONUÇ: Kawasaki Hastalığında servikal lenfadenopati diğer bulgulara göre nadirdir. Yaş ilerledikçe servikal lenfadenopati sıklığı artmaktadır. Uzamış ateş ve servikal lenfadenopatili olgular, KH bulguları yönünden tekrarlanan muayeneler ile tanı ve tedavi geciktirilmemelidir. 138 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-31 POLİARTRİT VE İKTER İLE BAŞVURAN KAWASAKİ OLGUSU Nilüfer Göknar1, Yasemin Ataman2, Ayşegül Dogan Demir2, Faruk Öktem3 1Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nefroloji, İstanbul 2Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, İstanbul 3Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Nefroloji, İstanbul GİRİŞ: Kawasaki hastalığı, 5 yaş altı çocuklarda sık görülen ve koroner etkilenme ile giden çocukluk çağı vaskülitidir. Beş günden uzun süren ateşe mukozal inflamasyon, bilateral pürülan olmayan konjunktivit, eritematöz cilt döküntüsü, el ve ayaklarda anjioödem ve servikal lenfadenopatinin eşlik etmesi ile karakterizedir. Aseptik menenjit, ishal, kusma, safra kesesi hidropsu ve artrit eşlik edebilir. OLGU: Üç yaşında erkek hasta kliniğimize üç gündür devam eden ateş, döküntü, sarılık, eklem şişliği ve ağrısı ile başvurdu. Ateşin başladığı gün dış merkezde seftriakson tedavisi başlanmış. Tedavinin ikinci günü sarılık ve diğer şikayetleri eklenmiş. Hasta sistemik Juvenil İdiopatik Artrit ön tanısı ile yatırıldı. Fizik muayenede düşkünceydi ve ikterik görünümdeydi. Ateşi: 38.5oC idi. Bilateral konjunktiva hiperemik ve ikterik, dudaklar hiperemik ve kurutlu, dil kırmızı çilek dili, alt ve üst ekstremite distal ve proksimal interfalangial eklemler ve her iki diz ağrılı, kırmızı ve şişti. Karaciğer 1.5cm ele gelmekteydi. Tetkiklerinde WBC: 24300µ/l, hb: 11.4 g/dl, Trombosit: 360.000/uL, CRP: 20.9mg/dl AST: 149 U/L, ALT: 150U/L, GGT: 310 U/L, Total bilirubin: 7.41 mg/dl, Direkt bilirubin: 6.15 mg/dl, albumin: 2.3 g/dl. Ateşi devam eden hastanın 6.gününde ekokardiyografide koroner arter dilatasyonu saptandı. Aspirin, IVIG, steroid başlandı. Batın USG’de safra kesesinde hidrops tespit edildi. İzleminde ateşi düştü, artrit ve ikteri geriledi. İki ay sonraki EKO’ da koroner dilatasyonun tamamen gerilediği görüldü. SONUÇ: Bu olguda poliartrit ve ikter ile başvuru olması nedeniyle sistemik juvenil idiopatik artrit ile ayırıcı tanıya girmiş ve tanıyı zorlaştırmıştır. Kawasaki hastalığının tanısı tipik klinik bulguları ile genellikle zor olmasa da farklı bulgular ile başvurabileceklerini bu olgu sunumu ile göstermek istedik. 139 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-32 KAWASAKİ HASTALIĞININ ÇOK NADİR KOMPLİKASYONLARI: BİLATERAL AKSİLLER ARTER ANEVRİZMASI, İNME VE DEV KORONER ANEVRİZMA Gafur Doğdu1, Fatih Mehmet Keleşoğlu2, Ece Serra Karaca1, Özden Durmuş3, Merve Özkan3, Nazlı Okumuş4, Tuğçe Göksu Yılmaz3, Berat Akyüz4, Süeda Sidar3, Rukiye Eker Ömeroğlu1, Aygün Dindar1, Kemal Nişli1 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 4İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul GİRİŞ: Kawasaki Hastalığı (KH) düşmeyen ateş etiyolojisinde akla gelmesi gereken tanılardan bir tanesidir. KH tanısı öykü ve muayene bulguları ile konmaktadır. En korkulan morbidite ve mortalite nedeni koroner arter tutulumudur. KH’nın ana komplikasyonu kardiyak anevrizmalardır. KH’da erken tanı ve tedavi koroner komplikasyonları önleyebilmektedir. Hastalığın akut döneminde koroner arter genişlemesi vakaların yaklaşık dörtte birinde görülmektedir. OLGU: Bizim hastamızın başvurusu sırasında perikardiyal efüzyon ve koroner arter tutulumu mevcuttu ve 8 yıllık takibinde de koroner anevrizmaları herhangi bir komplikasyona yol açmaksızın sebat etti. Beş buçuk yaşında iken iskemik inme tablosu geçirdi. Literatürde pediatrik yaş grubunda KH tanılı vakalarda çok nadiren iskemik arteryel inme tablosu saptanmış olup bunlar KH tanısı konduktan sonraki 2 ay içerisinde inme kliniği ile başvurmuşlardır. Bizim vakamızda ise tanıdan 4 yıl sonra inme gelişmiştir. Çeşitli mekanizmalar KH’nda inme oluşumunu açıklamak için öne sürülmüştür. Sonuç olarak KH’de periferik arter tutulumu ve inme oldukça nadir bir bulgudur. KH vakalarının takibinde orta damar hastalığı olması nedeniyle tüm damarları tutabileceği ve bu nedenle periferik arterlerin muayenesinin dikkatli bir şekilde yapılması; anevrizma ve darlık açısından dikkatli olunması gerekmektedir. Literatürdeki vakalarda tanıdan itibaren en geç iki ay içerisinde inme gelişmiş olsa da, vakamızda bu komplikasyon tanıdan sonraki 4. yılda gelişmiştir. SONUÇ: Olgumuzun verileri ışığında da KH’de uzun dönemde de inme komplikasyonu açısından dikkatli olunması gerektiğini düşünmekteyiz. 140 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-33 APERT SENDROMUN AORT KOARKTASYONU İLE BİRLİKTELİĞİ Nur Köprülü Çelikkaya, Helen Bornaun, Kazım Öztarhan Kanuni Sultan Suleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ: Apert sendromu nadir görülen otozomal dominant kalıtımlı konjenital bir anomalidir. 10. kromozomda yer alan fibroblast büyüme faktörü reseptör geninin mutasyonu sonucu gelişir. Olguların çoğunda aile öyküsü yoktur ve sporadik mutasyonlar gösterilmiştir. Progresif kutanöz ve kemik sindaktili, midfasiyal hipoplazi ve kraniyosinostozis en karakteristik özelliklerindendir. OLGU SUNUMU: Otuz iki yaşındaki annenin 3. gebeliğinden, miadında, sezaryan ile 2600gr ağırlığında doğan kız bebek, özgeçmişinden baba yaşının 40 olduğu, anne ve baba arasında akrabalık olmadığı, önceki iki gebeliğin abortus ile sonlanması ve ailede sendromik bireyin olmadığı öğrenildi. Fizik muayenesinde akrosefali, yüksek belirgin alın, burun kökü basıklığı, dar ve yüksek damak, hipertelorizm, her iki gözde propitozis, gözlerin lateral kenarının aşağı deviasyonu, bilateral düşük yerleşimli kulaklar, Ellerde simetrik olarak 2-3-4 osseoz sindaktili, ayaklarda 2-3-4-5. Parmaklarda kütanöz sindaktali mevcut. Baş çevresi: 35.5 cm (<3p), boy: 52 cm (<3p), tartı: 3130gr (<3p) idi. Apert sendromu düşünüldü. Yapılan moleküler genetik analizi sonucunda da FGFR2 geninde p.252Trp(c.755 C>G) heterozigot mutasyon saptandı ve tanı doğrulandı. Aort odağında duyulan II/VI sistolik üfürümü tespitedildi. Laboratuvar değerleri normal sınırlardaydı. Ekokardiyografisinde aort yetmezliği yok, aort trikusp akımı normal, asendan aorta çapı 8.8 mm, desendan aorta çapı isthmus bölgesinde 5.2 mm, 18-19 mmHg türbülen akım mevcut, aort koarktasyonu olarak değerlendirildi. Hastamızın yapılan kranial USG de sağ koroid pleksusta yaklaşık 3.4 mm çapında koroid pleksus kisti izlenmiştir, lateral ventrikuller içerisinde çekintili ince septalar mevcuttur ( geçirilmiş ventrikulit ) III ventrikül düzensizdir, ekojenitesi artmıştır.Bilateral lateral ventriküller ve III. Ventrikül solda daha belirgin olmak üzere dilatedir ( Hidrosefali) olrak değerlendirildi. Hasta plastik ve rekonstrüktif cerrahi, çocuk nöroloji ve çocuk kardiyoloji bölümleri tarafından ortaklaşa olarak takip edilmektedir. SONUÇ: Trizomiler kadar sık olmasa da, Apert sendromunda da konjenital kalp hastalıkları sıklığı belirgin biçimde arttığından. Bu nedenle, Apert sendromu düşünülen olguların, kardiyak anomaliler açısından ayrıntılı değerlendirmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istedik 141 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-34 KARIN AĞRISININ NADİR BİR SEBEBİ: AKUT PANKREATİT Pelin Çırtlık, Özden Aksu Sayman, Merve Başaran, Tamay Gürbüz, Zehra Esra Önal, Çağatay Nuhoğlu Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Karın ağrısı çocukluk döneminde sık karşılaşılan yakınmalardan biridir. Bu olgunun, pankreatitin akut karın ağrısı yakınmasıyla getirilen çocuk olgularda ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamak üzere sunulması uygun bulunmuştur. OLGU: On beş yaşında kız hasta,iki gündür devam eden karın ağrısı ve kusma şikayetleri ile çocuk acil servisine başvurdu.Anamnezinde şikayetlerinin ani başladığı, karın ağrısının gittikçe artarak özellikle epigastriumda lokalize olup sırta ve alt kadranlara yayıldığı, bu bulgulara kusmanın eşlik ettiği öğrenildi. İlk aşamada kan tetkikleri yapıldı; ileri incelemede görüntüleme yöntemleri kullanıldı. Hastamızın fizik muayenesinde bilinç açık, turgoru azalmış, batında epigastrik bölgede daha fazla olmak üzere yaygın hassasiyeti dışında özellik yoktu.Hemogramda lökositoz, biyokimya tetkiklerinde amilaz(4137 U/L) ve lipaz(1879 U/L) yüksekliği dışında patolojik bulgu olmaması ve tam idrar tahlili sonucunun normal olması üzerine en sık karın ağrısı yapan sebeplerden akut gastroenterit, idrar yolu enfeksiyonu,fonksiyonel karın ağrısı,akut üst solunum yolu enfeksiyonu,apandisit dışlandı; öntanı olarak akut pankreatit düşünüldü. Etiyolojisini araştırmak için yapılan ileri tetkiklerde viral markerler negatif; total kolesterol, LDL, trigliserid ve IgG4 düzeyi normal bulundu. Ter testi 36mEq/L idi. ANA, RF, anti-dsDNA negatifti. Batın ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans kolanjiyografi sonucu akut pankreatit lehine değerlendirildi. İlaç, travma, konjenital anomali, infeksiyon, otoimmün, metabolik sebeplerin hiçbiri bulunamadı. İdiyopatik pankreatit tanısıyla oral beslenme kesildi, antibiyotik ve parenteral sıvı tedavisi başlandı. Bir gün sonra ağrısı azaldı, 1. haftanın sonunda amilaz 257U/L, lipaz 204U/L olması üzerine beslenmeye başlandı. Komplikasyon gelişmeyen hasta taburcu edildi. SONUÇ: Akut karın ağrısıyla getirilen çocuk olgularda akut pankreatit de düşünülmeli ve araştırılmalıdır. Apse, multiorgan yetmezliği gelişebileceği, acil medikal ve/veya acil cerrahi tedavi gerekebileceği akılda tutulmalıdır. 142 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-35 KONJENİTAL MUSKÜLER DİSTROFİ TİP B5 HASTALIĞINDA TANISAL İPUCU: SEREBELLAR KİST Erhan Aygün, İsmail Gönen, Barış Ekici Liv Hospital Ulus, İstanbul GİRİŞ: Musküler distrofi distroglikanopati tip B5 mental retardasyon ve yapısal beyin anomalileri ile karakterize otozomal resesif konjenital kas distrofisidir. Hipoton olan, derin tendon refleksleri alınamayan ve beyin manyetik rezonans görüntülemesi lökodistrofi ile uyumlu çocuklarda serebellar kist saptanırsa, kreatin kinaz normal olsa bile konjenital musküler distrofi düşünülmelidir. Serebellar kistler çocuklarda beyin görüntülemelerinde nadir görülür fakat distroglikonopatiler için oldukça karakteristiktir. Serebellar kistler Aicardi sendromu, pontoserebellar hipoplazi tip 6,GPR56 gen mutasyonu olan çocuklarda görülmektedir. Literatürde beyin manyetik rezonans görüntülemesinde serebellar kist saptanan hipotonisitesi ve gelişme geriliği olan olgular, konjenital musküler distrofi tip B5(FKRP) ile ilişkili bulunmuştur. OLGU: İntrauterin takiplerinde gelişme geriliği saptanan ve ikinci derece kuzen evliliği olan 3 yaşında kız hasta polikliniğimize gelişme geriliği ve yürüyememe şikayeti ile başvurdu. Yaygın gelişme geriliği saptanması üzerine yapılan kranial manyetik rezonans görüntülemede her iki sentrum semiovalede yaygın T2 ve FLAİR incelemelerde hiperintens sinyal izlendi. Bilateral serebellar hemisferde yaygın kistik değişiklikler saptandı. Ön planda lökodistrofi düşünülen hastanın çok uzun zincirli yağ asitleri normal saptandı. Tandem ve kan kantitatif aminoasitleri normaldi. Aril sülfataz A 6.3 nmol/saat/ml (3,6-9,4) saptandı. Elektroensefalografi de uykuda frontal keskin dalgalar saptandı. Kreatin kinaz 244 U/L (<220 U/L) idi. Bizim olgumuzda whole exome sequencing incelemesinde fukutin ile ilişkili protein (FKRP) geninde homozigot mutasyon saptanmış olup, kranial MR tetkikinde bilateral serebellar hemisferde milimetrik boyutta yaygın kistik alanlar izlenmiştir. MR spektroskopi ve göz muayenesi normaldi. Konjenital musküler distrofi tip b5 tanısı konuldu. SONUÇ: Hipoton olan, derin tendon refleksileri alınamayan beyin görüntülemesi lökodistrofi ile uyumlu çocuklarda serebellar kist saptanırsa, kreatin kinaz normal olsa bile konjenital musküler distrofi düşünülmelidir. 143 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-36 OSTEOPOROZ-PSÖDOGLİOMA SENDROMU Serap Sapmaz1, Zehra Yavaş Abalı2, Mikayir Genenş2, Umut Altunoğlu3, Şükran Poyrazoğlu2, Firdevs 2, Feyza Darendeliler2, Oya Uyguner3 Baş2, Rüveyde Bundak 1İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme, Gelişme ve Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı 3İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Bilim Dalı GİRİŞ: Osteoporoz-Psödoglioma (OPPG) sendromu, otozomal resesif kalıtılan, lipoprotein reseptör ilişkili protein 5 proteinini kodlayan LRP5 genindeki mutasyonlara bağlı gelişen, ağır osteoporoz ve göz tutulumu ile karakterize bir hastalıktır. OLGU: Bir yıl önce otururken kolunun üzerine düşüp humerus kırığı gelişen 2.5 yaşında erkek hasta kemik mineral yoğunluğunun düşük saptanması nedeniyle Çocuk Endokrinoloji’ye yönlendirilmişti. Birinci derece kuzen evliliğinden sezaryen ile zamanında 3600 g doğmuştu. Postnatal ikinci haftada gözlerini açamama nedeniyle değerlendirilmiş ve bilateral persistan hiperplastik primer vitreus, mikroftalmi ve retina dekolmanı tanısı konmuştu. Dokuz aylıkken sol pariyetal kemikten kist eksizyonu yapılmış, bilateral inguinal herni nedeniyle 2.5 yaşında opere edilmişti. Muayenesinde; boyu 86.5 cm (-1.8 SD), ağırlığı 10.4 kg (-2.5 SD), baş çevresi 46.5 cm (-2.2 SD) ölçüldü. Gözler mikroftalmik görünümde ve korneal opasite mevcuttu. Eklemlerde hiperekstansibilite vardı. Laboratuvarında; kalsiyum, fosfor metabolizması ile ilgili patoloji saptanmadı. Kemik mineral yoğunluğu 0.27g/cm² (Z skoru -4.3) saptandı. Osteoporoz ve göz bulguları nedeniyle hastada LRP5 geni dizi analizi yapıldı. Ekzon 4’te homozigot c.731C>T (p.Thr244Met) mutasyonu saptandı. OPPG sendromu tanısı kesinleştirildi. Ağır osteoporozu ve kırık olması nedeniyle tedavi için bifosfonatlardan pamidronat intravenöz olarak başlandı. SONUÇ: Konjenital göz bulguları olan olgularda kırık, büyüme geriliği, kemik deformiteleri, hiperekstansibilite durumlarında nadir görülen OPPG sendromu, özellikle akraba evliliği de olan bireylerde akla gelmelidir. Tanının kesinleştirilmesi osteoporozun tedavi edilmesi ve kırıkların önlenmesi, ayrıca genetik danışmanlık için önemlidir. Taşıyıcı bireylerde de erken yaşta başlayan osteoporoz görülebileceği için aile taraması önerilir. 144 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-37 ERKEN ERGENLİK BULGULARI İLE ARAŞTIRILAN OLGUDA PRİMER HİPOTİROİDİZM VE HİPOFİZDE KİTLE GÖRÜNÜMÜ Mehmet Yıldız1, Zehra Yavaş Abalı2, Mikair Genenş2, Şükran Poyrazoğlu2, Firdevs Baş2, Rüveyde Bundak2, Feyza Darendeliler2 1İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı GİRİŞ: Hipotirodi, çocuklarda genellikle büyümede duraklama, kemik yaşı geriliğine ve puberte gecikmesine neden olmaktadır. Nadir vakalarda özellikle uzun süreli yüksek tirotropin seviyeleri olan hastalarda erken puberte gelişimi de görülebilmektedir. OLGU: Acil Polikliniği’ne karın ağrısı ile getirilen 67/12 yaşında kız hasta, ultrasonografisinde her iki overde multipl kist saptanması üzerine Çocuk Endokrinoloji Kliniği’ne yönlendirilmişti. Fizik muayenesinde ağırlığı 20,6 kg ( -0,64 SDS), boyu 113,1 cm (-1,25 SDS) idi. Sistem muayenesinde patolojik bulgu ve ciltte café-aulait saptanmadı, meme Tanner evre 1 idi ve pubik kıllanma yoktu. Pelvik ultrasonografide, uterus 39x10x15 mm, sağ ve sol over sırasıyla 5.5 ml ve 3.2 ml idi; bilateral overlerde en büyüğü 1.3 cm çapında multipl kist saptandı. Kemik yaşı 610/12 saptandı. GnRH uyarı testinde zirve LH:7.3 mIU/L; FSH:27.3 mIU/L; estradiol:5.0 pg/ml idi. Muayenede meme gelişimi olmamasına karşın, pelvik USG ve GnRH testinin ergenlik ile uyumlu bulunması nedeniyle hipofiz MRI istendi. MR’da adenohipofizin yüksekliğinin artmış olduğu (11 mm) ve suprasellar sisternaya doğru uzanım gösterdiği görüldü. Tiroid fonksiyon testleri ile primer hipotiroidi saptandı (sT4:2,6pmol/L; TSH:918.1 mIU/L). Anti-tiroid antikorları pozitif, ultrasonografi otoimmun tiroidit ile uyumlu idi. L-tiroksin tedavisi başlandı. Hastadaki sellar patoloji primer hipotiroidiye bağlı tirotirop hücre kitlesindeki artışa, atipik pubertal gelişimi de FSH reseptörleri ile etkileşime giren artmış TSH moleküllerine bağlandı. Tedaviden iki ay sonra değerlendirilen hasta prepubertaldi ve pelvik ultrasonografide bilateral over boyutlarında gerileme saptandı. Kontrol hipofiz MR normal olarak değerlendirildi. SONUÇ: Primer hipotiroidiye bağlı erken ergenlik (Van Wyk-Grumbach sendromu) nadir karşılaşılan bir durum olması nedeniyle sunulmuştur. Primer hipotiroidiye bağlı erken ergenlik gelişebileceği akılda tutulmalı ve tetkik sürecinde mutlaka tiroid fonksiyonları değerlendirilmelidir. 145 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-38 AĞIR BOY KISALIĞI OLGULARINDA ETİYOLOJİ DAĞILIMI Utkucan Uçkun1, Rüveyde Bundak2, Zehra Abalı2, Mikayir Genenş2, Firdevs Baş2, Feyza Darendeliler2 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye GİRİŞ: Boy kısalığı kişinin boyunun üçüncü persantilin altında olduğu veya aynı yaş, cins ve ırk için ortalama uzunluğun iki standart sapma ve altında olduğu durumu ifade eder. Üç standart sapma ve altındaki boy kısalıkları ise ağır boy kısalığı olarak ifade edilmektedir. AMAÇ: İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Polikliniğine başvuran ağır boy kısalıklı olguların etiyolojik profilinin değerlendirilmesi planlanmıştır GEREÇ-YÖNTEM: Poliklinik takibine devam eden -3 SDS altı 500 (K/E:247/253) hasta rastgele seçilerek çalışmaya alındı. Analizler; izlem süresi 12 ay ve daha uzun süreli ve ortalama yaşları 8,436±4,45 olan toplam 320 (K/E:152/168) çocukta yürütüldü. BULGULAR: Ağır boy kısalığı ile gelen çocukların %95’i patolojik boy kısalığı olarak saptandı. Patolojik boy kısalığı etiyolojisinde en sık endokrin bozukluklar saptandı. (%53,6) Endokrin bozuklukları sırasıyla kromozom anomalileri ve boy kısalığı ile giden bazı sendromlar (%13,8), orantısız boy kısalıkları (iskelet displaziler, radyasyon etkisi ve rahitis) (%13,5), kronik hastalıklar ve malnütrisyon(%13,5), intrauterin büyüme geriliği (%3,9), tanımlanmamış (%1,0) ve psikososyal nedenler (%0,7) takip etmekteydi. Endokrin bozukluklarda en sık tek etiyolojik neden BHE (%95,2) olarak saptandı. Büyüme hormonu eksikliği olan olguların %42,4’ü idiopatik büyüme hormonu eksikliği, %39’u konjenital büyüme hormonu eksikliği, %6,9’u büyüme hormonu eksikliği eşlikli sendromlar ve %5’i edinsel büyüme hormonu eksikliği olarak saptandı. SONUÇ: Bulgularımız ağır boy kısalığı olan olgularda en sık etiyolojik neden olarak endokrin bozuklukların saptandığını göstermektedir. Gerek endokrin bozukluklar gerek de tek başına değerlendirildiğinde en sık büyüme hormonu eksikliği saptandı. Büyüme hormonu eksikliği olan olgularda ise en sık etiyolojik neden idiopatik büyüme hormonu eksikliği olarak bulundu. 146 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-39 TİROİD İNCE İĞNE ASPİRASYON BİYOPSİNİN ÇOCUKLARDAKİ TİROİD NODÜLLERİNİN TAKİP VE TEDAVİSİNDEKİ ROLÜ Cansu Yılmaz1, Mikayir Genenş2, Yasemin Özlük3, Oğuz Bülent Erol4, Zehra Yavaş Abalı2, Şükran Poyrazoğlu2, Firdevs Baş2, Ruveyde Bundak2, Pınar Fırat3, Dilek Yılmaz Bayhan3, Feyza Darendeliler2 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji Bilim Dalı 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı 4İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı GİRİŞ: Çocuklarda tiroid nodülleri erişkinlere göre daha az görülmekle birlikte, malignite riski daha yüksektir. Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi(İİAB); klinik ve ultrasonografik bulgularla birikte tiroid nodüllerinin izleminde malignite riskinin değerlendirilmesi açısından güvenilir bir yöntemdir. AMAÇ VE HİPOTEZ: İİAB yapılmış tiroid nodülü olan hastalarda klinik, ultrasonografik, sitolojik ve histopatolojik bulguların değerlendirilmesi. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada başvurduğunda veya izleminde tiroid nodülü saptanan ve İİAB yapılan 80(52K, 28E) hasta değerlendirildi. Hastaların klinik, ultrasonografik ve sitolojik bulguları retrospektif olarak incelendi. BULGULAR: Tablo 1 ve 2’de hastaların sitopatoloji ve histopatoloji sonuçları ile bazı klinik ve laboratuvar bulguları yer almaktadır. Ortalama yaş aralığı 13.7±2.8 saptandı. Otoimmun tiroidit %32.5 hastada(n=26), başa veya boyna radyoterapi öyküsü %10 hastada(n=8) mevcuttu. Sitolojik değerlendirme hastaların %10’unda(n=8) yetersiz veya hemorajik, %42.5’inde(n=34) benign, %15’inde(n=12) önemi belirsiz atipi veya foliküler lezyon (ÖBA/ÖBFL), %7.5’inde(n=6) foliküler neoplazişüphesi(FNŞ), %8.8’inde(n=7) malignite şüphesi(MŞ), %16.3’ünde(n=13) malignite olarak sonuçlandı. Yaş, cinsiyet, sedimentasyon, tiroid hormonları, tiroid otoantikorları ve ultrasonografik bulgularla sitolojik bulgular arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Otuzyedi hastaya tiroidektomi yapıldı. %83.8’inde histopatolojik değerlendirme sonucu malign olurken,%16.2’si benigndi. Sitolojik değerlendirmeye göre benign olan lezyonların %25’i malign saptanırken, malign olarak değerlendirilen lezyonların hepsi malign olarak sonuçlandı. Sitopatolojik değerlendirmesi benign olanların %25’i, malign olanların %100’ü malign olarak sonuçlandı. Radyoterapi almış tüm hastaların histopatolojik değerlendirme sonuçları maligndi. Çalışmamızda İİAB’nin duyarlılığı %80, özgüllüğü %100, pozitif prediktif değeri %100, negatif prediktif değeri %75 ve tanısal değeri %87.5 saptandı. SONUÇ: Tiroid İİAB sitopatolojik değerlendirme ve histopatolojik değerlendirme sonuçları yüksek oranda uyumludur. Klinik ve sonografik bulgularla histopatolojik veya sitopatolojik değerlendirme arasında ilişki saptanmamıştır. 147 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER 148 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-40 KONJENİTAL HİPOTİROİDİ, NEDEN HALA BİR SORUN? Ece Demirci1, Canan Hasbal Akkuş1, Lida Bülbül1, Bahar Kural2, Esra Deniz Papatya Çakır3, Esra Şevketoğlu4, Sadık Sami Hatipoğlu1 1Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Pediatri Kliniği, İstanbul 2Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Sağlıklı Çocuk İzlem Kliniği 3Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Endokrin Bölümü 4Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi GİRİŞ: Konjenital hipotiriodi (KH), yenidoğanın en sık karşılaşılan endokrinolojik sorundur. İnsidansı 1/3500-4000 arasındadır. Tedavi edilebilir mental retardasyonun en önemli sebebidir. Bu olguda, KH klinik bulgularının hemen hepsinin görüldüğü bir hastayı inceleyeceğiz. OLGU: Beş aylık kız hasta emmede güçlük, beslenememe, kabızlık şikayetleri ile başvurdu. Sosyoekonomik koşulları düşük olan hastanın, kilo alamadığı, bir aydır dilini ağzının içinde tutamadığı öğrenildi. Takipsiz gebelikten 2250 gram olarak C/S ile doğan, doğum kartı bulunmayan, gestasyonel haftası bilinmeyen hastanın, 20 gün yenidoğan yoğun bakım ünitesinde erken doğduğu için yatırıldığı öğrenildi. Doğum kartı ve epikrizi istendi, getirilmedi. Fizik muayenesinde kaba yüz, büyük dil, kuru cilt, umbilikal herni, hipotoni, mitral odakta 1/6 sistolik üfürüm, geniş ön fontanel (3x3 cm) ve açık arka fontanel (1x1 cm) kalın sesli ağlama saptandı. Kilosu 3500 gram, boyu 54 cm, baş çevresi 35 cm olmak üzere tümü 3 persentilin altındaydı. KH düşünüldü ve TSH 497, serbest T4 0,17 ng/dl olarak saptandı. Diğer laboratuar tetkiklerinde anemisi dışında patoloji saptanmadı. Boyun ultrasonografisinde tiroid glandı ile uyumlu oluşum gözlenmedi. Tiroid sintigrafisinde fonksiyonel tiroid dokusu ile uyumlu aktivite izlenmedi. Tiroid agenezisi tanısı konularak levotiroksin 10 mcg/kg/gün başlandı. EKG’de voltaj düşüklüğü, ekokardiyografisinde ASD sekundum saptandı. Direk grafide distal femoral epifizde hipoplazi görüldü. Yedinci günde TSH 257, serbest T4 0,33 ng/dl idi. Beslenmesi düzenlenen, hipotirioidi ve anemi tedavisi başlanan, tartı alan hasta taburcu edildi. SONUÇ: KH'nin yenidoğan döneminde klinik olarak tanınması zordur bu sebepten tarama programı geliştirilmiştir. Ülkemizde 2006 yılından beri yenidoğanlar KH açısından taranmaktadır. Yenidoğan taramasından kaçan vakamızda görüldüğü gibi, yenidoğan tarama programına rağmen günümüzde halen KH vakaları görülebilmektedir. 149 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-41 PEDİATRİK İSKEMİK İNMEYİ TAKLİT EDEN PONS GLİOMU OLGU SUNUMU Mehmet Yıldız1 Gonca Bektaş2, Edibe Pembegül Yıldız2, Burak Tatlı2, Nur Aydınlı2, Mine Çalışkan2, Meral Özmen2 1İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı 2İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı GİRİŞ: Beyin manyetik rezonans görüntülemesinde (MRG) beyin sapı infarktına benzer görünüme neden olan bir pons gliomu olgusu sunmaktayız. OLGU: Öncesinde sağlıklı olan 16 yaşındaki erkek hasta sağ hemifasiyal, sağ alt ve üst ekstremitelerde uyuşma şikayeti ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde sağ hemifasiyal ve sağ ekstremitelerde parestezi dışında özellik yoktu. Tam kan sayımı, serum biyokimya, sedimentasyon ve D-dimer değerleri ile trombofili tetkikleri normaldi. Beyin MRG’de mezensefalon ve pons düzeyinde difüzyon kısıtlılığı ve kontrast tutulumu göstermeyen, T2 ve FLAİR sekansında hiperintens bir lezyon (6x5 mm) izlendi. MRG anjiovenografi normaldi. İskemik enfarkt olarak değerlendirilerek anti-faktör Xa tedavisi başlandı. Tedavinin 5. gününden sonra şikayetleri geriledi. Asemptomatik seyreden hastanın 2 ay sonraki beyin MRG’sinde mevcut lezyon boyutlarında artış (11x7mm) izlendi. Pons düzeyindeki lezyona yönelik yapılan MRG Spektroskopi tetkikinde malignite ile uyumlu olarak kolin/kreatinin oranı yüksek saptandı. Onkoloji konseyinde ekzantrik pons gliomu olarak değerlendirilerek tedavi protokolü başlandı. SONUÇ: Pons lezyonlarında tedavi ve prognoz büyük oranda farklıdır. Yüksek mortalite oranına sahip olan pons gliomunda erken tanı ve tedavinin prognostik önemi bulunmaktadır. Şüpheli lezyon sık aralarla izlenmesi gerekmektedir. Pons lezyonlarının ayırıcı tanısında MR Spektroskopi yardımcı olabilir. 150 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-42 TRANSVERS MİYELİT: OLGU SUNUMU Özden Aksu Sayman, Merve Başaran, Pelin Çırtlık, Sibel Özcan, Zehra Esra Önal, Çağatay Nuhoğlu Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Transvers miyelit akut ve/veya subakut gelişimli, motor, duysal ve otonomik sinirler ve medulla spinalisteki traktusların fonksiyon bozukluğu ile karakterize bir tablodur. Medulla spinaliste belli bir segment boyunca motor ve duysal traktusların tutulumu söz konusudur. En çok etkilenen bölge spinal kordun torasik bölümüdür. Etiyolojide; viral enfeksiyonlar, aşılar ve otoimmün hastalıklar sorumlu tutulmuştur. Ayırıcı tanıda menenjit, spinal kord enfarktı veya kemik bozukluğu, apseler, omurga ve spinal kord tümörleri gibi yer kaplayıcı lezyonlar düşünülmelidir. Seviye veren duyu kusuru, ekstremitelerde parestezi, mesane disfonksiyonu, sırt ağrısı semptomları ile başvuran hastalarda transvers miyelit düşünülmelidir. OLGU: On yaşında erkek hasta idrar kaçırma, bel ağrısı, yürüyememe şikâyetleriyle başvurdu. Fizik muayenesinde; kas gücü alt ekstremitede 3/5, üst ekstremitede 5/5 idi.T4 de seviye veren duyu kusuru mevcuttu. Diğer sistem muayenesi doğal olan hastanın kan tetkikleri normal sınırlardaydı. Yapılan kraniyal MR görüntülemesinde nöral parankimal patoloji saptanmadı. Elektronöromiyografisi normal olarak değerlendirildi. Lomber ponksiyon yapılan hastanın beyin omurilik sıvı incelemesinde glukoz: 91mg/dl, protein: 19.9mg/dl, oligoklonal band ve immunglobulin band elektroforezi normal saptandı. Direkt bakıda hücre görülmedi, BOS kültüründe üreme olmadı. Spinal MR görüntülemesinde C3, C4, C5 vertebra düzeyinde spinal kordda ekspansiyona neden olan T2 serilerde hiperintens, T1 serilerde izointens yaklaşık 41x7x9mm ebatlarında lezyon saptandı. Hastaya transvers miyelit tanısı ile 30mg/kg/gün dozunda 6 gün süreyle pulse metilprednisolon tedavisi verildi. Tedavinin ikinci gününden itibaren nörolojik muayene bulgularında düzelme görülmeye başlanan hastanın tedavi bitiminde tamamen iyileştiği gözlendi. SONUÇ: Seviye veren duyu kusuru ve mesane disfonksiyonu semptomları ile başvuran hastalarda transvers miyelit düşünülmeli, kalıcı sekelleri önlemek için hızlı ayırıcı tanı sonrası pulse steroid tedavisi başlanmalıdır. 151 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-43 NON KONVÜLZİF STATUSUN NADİR BİR NEDENİ: RASMUSSEN ENSEFALİTİ Recep Kamil Kılıç, Muhterem Duyu, Derya Büyükkayhan, Elif Gökçe İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ: Konvülsiyon ile başvuran hastalarda etiyolojik sebeplerden nadir görülen otoimmün ensefalitlerden Rasmussen Ensefalitine dikkat çekmek amacıyla olgumuz sunulmuştur. OLGU: Dokuz yaşında kız hasta bir hafta önce başlayan üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle tedavi almakta iken, ağızda sağa kayma ve sağ gözde atma, uyku hali, sonrasında kollarda ve bacaklarda kasılma şikayeti olması üzerine hastanemiz acil servisine başvurdu. Bilinci kapalı, siyanoze ve yüzeyel solunumu olan hasta non konvülsif status olarak değerlendirilerek entübe edildi. Yapılan tetkiklerinde lökositoz, akut faz reaktanı yüksek bulundu, Kranial BTde özellik saptanmadı. BOS biyokimya incelemesinde; protein:20mg/gl, glukoz:80mg/dl (eş zamanlı KŞ:101mg/dl), lenfosit ağırlıklı 16 hücre/mm3 görüldü. Ekstübe edilen hastanın jeneralize tonik klonik nöbetleri olması ve sık tekrarlaması üzerine sedatize edilerek tekrar entübe edildi ve antiepileptik tedavisine levetirasetam eklendi. BOS kültüründe üremesi olmayan hastanın, kranial MR bulguları ensefalit ile uyumlu bulundu, öncelikle herpes ensefaliti düşünüldü. Takibinde nöbet aktivitesinin devam etmesi üzerine tedavisine valproik asit eklenerek fenitoinin kesilmesi planlandı. BOS ve kan kültüründe üreme olmayan hastanın, BOS herpes tip1,2 ve enterovires PCR negatif saptandı. Antibiyoterapisi 14 güne tamamlandı. Otoimmün ensefalit düşünülerek hastaya 1g/kg dozunda IVIG verildi. 2 doz IVIG sonrası kranial MR’da ödem ve diffüzyon kısıtlanması bulgularında regresyon gözlendi, herpes ensefaliti ve Rasmussen ensefaliti düşünüldü. Hastaya beş gün pulse steroid verildi. Genel durumu düzelen, ekstübe takip edilen hastanın kognitif fonksiyonlarında düzelme gözlendi, nöbet aktivitesi tekrarlamadı. Hastanın bakılan otoantikorlarından AntiGAD pozitif saptandı, 1mg/kg/gün metilprednizolon ve antiepileptik tedavileri düzenlenerek çocuk nöroloji poliklinik takibi ile taburcu edildi. SONUÇ: Konvülsiyon ile başvuran hastalarda bakteriyel ve viral etiyolojiler dışlandıktan sonra otoimmün ensefalitler akla gelmelidir. 152 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-44 ÇİNKO EKSİKLİĞİ AYIRICI TANISINDA PSÖRİATİK ARTRİT Osman Karlı1, Fatih Mehmet Keleşoğlu2, Elif Sarışık3, Feyza Kübra Tiryaki3, Başak Saraçoğlu3, Fatih 3, Sümeyye Yılmaz 3, Orhun Yenigüm 3, Rukiye Örem3, Elif Koyu3, Ferhat Yasin Özkaya3, Gözde Kılıç 3 Eker Ömeroğlu 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Romatoloji, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk sağlığı ve Hastalıkları, İstanbul 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul GİRİŞ: Psöriazis eklem şişlikleri ve ciltte psöriatik plaklar ile seyreden ve çok nadir görülen bir romatizmal hastalıktır. Genellikle eklem bulgularına cilt bulguları eşlik etse de bu birliktelik her zaman olmayabilir. Ancak burada en önemli sorun, vücudun saçlı deri, karın, göbek, diz, kulak arkası, diz gibi kapalı bölgelerinde ve tırnaklarda çok küçük olan sedef lezyonunun doktora söylenmemesi, fark edilmemesi, ayrıca da yoğun olan kliniklerde muayenenin hızla yapılması, ya da sedef olduğunun bilinmemesi nedeniyle, atlanmasıdır. OLGU: Bizim hastamızda da bir yıl önce başlayan el parmak soyulmalarına 6 ay önce tırnak şekil bozuklukları eklenmesi üzerine gittiği çocuk hekimleri tarafından çinko eksikliği tanısı konup, tedavisi başlanmasına rağmen bulguların ilerlemesi ve eklem şişliklerinin eklenmesi üzerine polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde üçüncü parmak fleksör yüzünde psöriatik plakları, tırnaklarda onikolizis ve pitting bulguları, ayak ve el başparmakta daktilit ile psöriatik artrit tanısı konarak tedavisi başlandı. SONUÇ: Nadir bir hastalık olup karakteristik fizik muayene bulgularını hatırlatmak amacı ile sunulmuştur. 153 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-45 BÜYÜK ÇOCUKLARDA NADİR GÖRÜLEN BİR ENSEFALİT ETKENİ: HHV-6 Sezin Kısabacak1, Manolya Acar1, Murat Sütçü1, Gonca Bektaş2, Burak Tatlı2, Nuran Salman1, Ayper Somer1 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon ve Klinik İmmunoloji Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Roseola Infantum etkeni olan Human Herpes Virus (HHV-6) betaherpesvirüs alt ailesinde yer almaktadır. Erken süt çocukluğu döneminde, akut febril hastalık, febril nöbet, meningoensefalit kliniği ile karşımıza çıkabilir. Virus ile karşılaşma genelde iki yaşın altında olduğundan daha büyük çocuklarda oldukça nadirdir. Burada dokuz yaşında ateşin eşlik ettiği konvülziyon ile başvuran HHV-6 ensefaliti olgusu sunulacaktır. OLGU: Daha öncesinde astım nedeniyle takipli dokuz yaşında erkek hasta kliniğimize aynı gün başlayan ateş ve generalize tonik klonik konvülziyon nedeniyle getirildi. Başvuru anında kasılmaları mevcut olan hastaya midazolam uygulandı. Nöbeti durduktan sonra yapılan fizik muayenesinde bilinci kapalı idi; sadece ağrılı uyarana yanıtı mevcuttu. Ense sertliği ve meningeal irritasyon bulgusu pozitifti. Laboratuvar incelemesinde tam kan sayımı, biyokimyasal tetkikleri, sedimantasyon ve C-reaktif proteini normal aralıktaydı. Glasgow Koma Skalası 9 olan hastanın gün boyu bilincinde açılma olmaması nedeniyle çekilen bilgisayarlı beyin tomografisinde özellik saptanmadı. Göz dibi muayenesi ve kraniyel manyetik rezonans incelemesi normal bulundu. Beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesinde protein ve glukoz normal aralıkta olup, lökosit karakterinde 290 hücre/mm3 saptandı. Hastaya seftriakson ve asiklovir tedavisi başlandı. BOS viral panelinde HHV-6 pozitif saptanan hastanın izleminde nöbeti tekrarlamadı. Anamnezi derinleştirildiğinde ateşli dönemde gövdede kısa süreli makülopapüler döküntüsünün olduğu ve hemen solduğu öğrenildi. Klinik bulguları 48. saatte tamamen düzelen hastanın asiklovir tedavisi yedi güne tamamlandı. SONUÇ: Viral ensefalit olgularında ayırıcı tanıda büyük çocuklarda da HHV-6 akılda tutulmalıdır. 154 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-46 SOLUNUM SIKINTISI İLE BAŞVURAN VİSSERAL LARVA MİGRANS OLGUSU Serpil Değirmenci, Özlem Erdede, Özlem Temel, Mahmut Doğru, Ahmet Yaşar Tellioğlu, Feyza Mediha Yıldız Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ: Visseral Larva Migrans (VLM) köpek nematodu Toxocara canis ve kedi nematodu T.cati larvalarının sindirim yoluyla alınmasıyla oluşan parazitik bir enfeksiyondur. T.canis yumurtalarının sindirim yoluyla alınması sonucu VLM, OLM (Oküler larva migrans) veya gizli toksokariazis oluşabilir. VLM da larvalar gastrointestinal sistemde yumurtadan çıktıktan sonra diğer organlara göç eder. Hastalarda akut bronşiolit,astım, pnömoni benzeri bulgular, hepatit, konvülsiyon, şuur bulanıklıği ve hemipareziye neden olabilirler. Bunların dışında ateş, halsizlik,iritabilite,hepatosplenomegali, ve kaşıntılı deri lezyonları görülebilir.Enfekte çocuklarda genellikle lökositoz,eozinofili,Ig E yüksekliği,hipergamaglobulinemi ve serum izohemaglütininlerde artış görülür. OLGU: Solunum sıkıntısı ile başvuran 2.5 yaşındaki kız hastanın muayene bulgularında bilateral krepitan raller,expirium uzunluğu, taşipne ve dispne saptandı. Diğer sistem bulguları doğaldı.Hastanın daha önce herhangi bir akciğer sorunu olmadığı ancak toprak yeme alışkanlığının olduğu öğrenildi. Hastanın çekilen akciğer grafisinde infiltrasyon saptandı. Nebül tedavisi ve seftriakson başlandı.Kan gazı ve biyokimya değerleri normal sınırlardaydı. Hemogramda lökosit: 29.800/mm³ (%61 eozinofil,%28.5 lenfosit, %5.7 nötrofil,%4.6 monosit), Hb:9,9 g/dl, Htc%30,6, MCV 72 fl, RDW 20.1, trombosit: 45.000/mm³ bulundu.Yapılan periferik yaymada eozinofil hakimiyeti görüldü. Atipik hücre gözlenmedi. Trombosit kümeleri mevcuttu. Ig G: 3310 mg/dl (700-1600), total IgE: 5250IU/ml ( 0-100), dışkıda parazit ve Entamoeba histolytica antijeni negatif saptandı. Demir 42µg/dl, demir bağlama kapasitesi 425µg/dl, ferritin 43ng/ml, folat 2.7 ng/ml, ANA, Hepatit marker, TORCH, Salmonella ve Brusella için gönderilen seroloji negatif saptandı. Batın ultrasonografisinde patoloji yoktu. Hastadan gönderilen Toxocara canis IgG: 2.67 (0-0.33) saptandı.Hastaya beş gün süreyle Andazol verildi..Hasta yatışının 11.ci gününde taburcu edildi. Takiplerinde yapılan tetkiklerinde BK 5000/mm³ (%6 eozinofil), Hb 11.2g/dl,PLT 149.000/mm³,Ig G 1377mg/dl Total IgE 123IU/ml bulundu. SONUÇ: Eozinofilisi olan hastalarda, Toksokariazisin akla gelmesi amacıyla sunulmuştur. 155 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-47 ÇOK İLACA DİRENÇLİ TÜBERKÜLOZ TANISI İLE TAKİP EDİLEN İKİ KARDEŞ OLGU Erkan Erfidan, Rengin Şiraneci, Özlem Başoğlu Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Tüberküloz hastalığına neden olan M. Tuberculosis dünyada HIV’ den sonra ölüme neden olan ikinci enfeksiyon ajanıdır. OLGU SUNUMU: Tüberküloz teması olması nedeni ile tüberküloz polikliniğimize başvuran iki kardeşe 3 aylık izoniazid (INH) profilaksisi başlanmış olup, takiplerinde, ailede, annede ARB(+), Kültür(+) dirençli (INH,RIF ve Streptomisin) tüberküloz saptanması üzerine kardeşler bu sonuçlar ile servisimize yatırıldı. Muayenelerinde bir anormallik saptanmadı. Akciğer grafisinde sağ lober pnömoni lehine bulgu vardı. Laboratuvar tetkiklerinde bir anormallik saptanmadı. Toraks tomografisinde de Sağ akciğer orta lopta kollaps ve konsolidasyon ve sağ hiler bölgede lenfadenopati mevcuttu. Kardeşlere 4’lü anti-tüberküloz tedavisi başlandı (INH, RIF, PRZ, ETM). Üç gün açlık mide sıvıları alınarak ARB, ilaç direnci, tüberküloz PCR ve kültür çalışılması için tetkikleri İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuarına gönderildi. Kontrollerde; ailede annede ve ablada çoklu ilaca dirençli tüberküloz tanısı saptanması nedeni ile (INH ve RIF direnci saptandı) tekrardan servisimize yatırıldılar. Tetkiklerin kontrolü yapılarak, kardeşlere amikasin, moksifloksasin, protionamid, pirazinamid, etambutol’dan oluşan 5’li anti-tüberküloz tedavi başlandı. Tedavileri devam ederken açlık mide sıvı tetkikleri tekrarlandı. Kültürde üreme olmadı, fakat PCR yöntemi ile rifampisine dirençli tüberküloz basili saptandı. Ailede anne ve diğer 3 kardeşin de yapılan tetkiklerinde izoniazid, rifampisin, streptomisin direncine ek olarak etambutol ve etionamid direnci de saptandı. Bu sonuç sonrasında tedavi açısından ek öneriler açısından hastalar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümüne; Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan’a danışıldı. Kardeşlerin almakta oldukları mevcut tedavilerinde bir değişiklik önerilmedi. Tedavilerine ayaktan devam etmek üzere taburcu edildiler. Grafi kontrollerinde bulgularında gerileme vardı. SONUÇ: Çok ilaca dirençli tüberküloz, günümüzde erişkin tüberkülozun kontrol altına alınamaması ve birinci basamak anti-tüberküloz ilaçların hatalı kullanımı sonucunda günümüzde görülme sıklığı artmakta olan bir halk sağlığı sorunudur. 156 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-48 YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE VANKOMİSİN DİRENÇLİ ENTEROKOK KOLONİZASYONU VE ENFEKSİYONU Hacer Aktürk1, Murat Sütçü1, Ayper Somer1, Manolya Acar1, Bahar Akgün Karapınar2, Derya Aydın2, Rukiye Cihan3, Zeynep İnce4, Asuman Çoban4, Nuran Salman1 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı 2İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı 3İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi 4İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Neonatoloji Bilim Dalı AMAÇ: Bu çalışmada, yenidoğan yoğun bakım ünitemizde (YDYBÜ) beş yıl süreyle (Ocak 2010-Aralık 2014) saptanan vankomisin dirençli enterokok (VRE) kolonizasyon insidansı, kolonizasyonun enfeksiyona dönüşme oranı ve eşlik eden risk faktörleri araştırılmıştır. YÖNTEM: Hastane enfeksiyon kontrol komitesi tarafından yoğun bakım ünitelerinde yürütülen rektal VRE kolonizasyonu ve hastane enfeksiyonu sürveyans kayıtları retrospektif olarak taranmıştır. VRE ile kolonize olan hastalar ile sonrasında VRE enfeksiyonu geçiren hastalar belirlenip, tıbbi kayıtları incelenerek klinik ve laboratuvar bilgileri kaydedilmiştir. BULGULAR: Çalışma süresi boyunca YDYBÜ’ne yatan 1671 olgunun 200’nde (%12) VRE kolonizasyonu saptanmıştır. Kolonizasyon oranı, yıllar arasında önemli farklar göstermiştir (%1,9-%30,3). VRE enfeksiyonu, kolonize olguların %3’nde (6/200) ve kolonizasyondan ortalama 19,8±8,7 gün sonra gelişmiştir. İki hastada primer kan akımı enfeksiyonu, iki hastada menenjit/ventrikülit ve iki hastada da idrar yolu enfeksiyonu saptanmış ve etken olarak klinik örneklerde vankomisin dirençli Enterococcus faecium üretilmiştir. Yapılan univaryant analiz sonucuna göre, uzun süreli hastane yatışı (≥30 gün), nekrotizan enterokolit, cerrahi girişim ve ekstraventriküler drenaj öyküsü ile VRE kolonizasyonu sonrası glikopeptid kullanımının devamı VRE enfeksiyonu gelişimi için risk faktörleri olarak bulunmuştur. Kaba mortalite oranı, VRE enfeksiyonu gelişen yenidoğanlarda gelişmeyenlere göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). SONUÇ: Konağın komorbidite durumu ve antibiyotik kullanımı VRE kolonizasyonu ve enfeksiyonlarının gelişiminde önemlidir. Risk faktörlerini taşıyan VRE kolonize bebekler, olası VRE enfeksiyon gelişimi açısından dikkatli takip edilmelidir. 157 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-49 PSÖDOVİTAMİN D EKSİKLİĞİ SAPTANAN İKİ OLGU Pınar Selimoğlu, Gamze Özgürhan Ay, Melis Ulak Özkan, Zeynep Karakaya, Bülent Hacıhamdioğlu Süleymaniye Kadındoğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: CYP27B1 geni 25 hidroksi vitamin D-1 alfa hidroksilaz enzimini kodlar. Bu gendeki mutasyonlar otozomal resesif kalıtılan nadir bir hastalık olan vitamin D bağımlı rikets tip 1A (psödovitamin D eksikliği)’ya neden olur. Burada psödovitamin D eksikliği tanısı konulan iki olgunun klinik ve laboratuar özelliklerini ve CYP27B1 geninde saptanan yeni bir mutasyonu vurgulamayı amaçladık. OLGU: İlk olgu 27 aylık iken boy kısalığı, dizlerde eğilme ve yürüyememe yakınmaları ile değerlendirildi. Hastanın antropometrik değerlendirmesinde ağırlığı 11.4 kg, boyu: 79 cm (-3.2 SDS) saptandı. Sistemik muayenesinde O-bine deformitesi saptandı. Laboratuar tetkiklerinde kalsiyum 6.5 mg/dl, fosfor 2.3 mg/dl, alkalen fosfataz: 1445 U/l, parathormon: 360 pg/ml, 25-OH-D vitamini 45.8 ng/ml, 1.25-OH vitamin D vitamin 15.6 pg/ml olarak saptandı. Radyolojik incelemede rikets ile uyumlu bulgular saptandı. İkinci olgu 14 aylık iken yürüyememe yakınması ile değerlendirildi. Hastanın antropometrik değerlendirmesinde ağırlık 9.9 kg, boy 71.5 cm (-2.2 SDS) idi. El bilekleri genişleme olan hastada hipotoni vardı. Laboratuar tetkiklerinde kalsiyum 5.91 mg/dl, fosfor 3.41 mg/dl, ALP 2531 U/L, PTH 925 pg/ml, 25-OH-D vitamini 41 ng/ml, 1.25OH D vitamini <1.37 pg/ml saptandı. Radyolojik olarak rikets bulgular vardı. Klinik, laboratuar ve radyolojik bulguları değerlendirildiğinde her iki hastaya da psödovitamin D eksikliği tanısı konuldu. Genetik incelemede her iki olguda da CYP27B1 geninde homozigot mutasyon saptandı. İlk olguda CYP27B1 geninde saptanan 1. İntron c.195 + 2T>G homozigot mutasyonu daha önce tanımlanmamıştı. SONUÇ: Ülkemizde otozomal resesif hastalıklar sık görülmektedir. 25-hidroksi vitamin D tedavisine yanıt vermeyen rikets olgularında 1-alfa hidroksilaz defekti akla gelmelidir. Bu olgularda ayırıcı tanı da serum 1,25 vitamin D düzeyi ölçümü yardımcıdır. 158 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-50 ERKEN RENAL TUTULUM BULGULARI İLE SEYREDEN METİLMALONİK ASİDEMİ OLGU SUNUMU Işıl Özer1, Merve Kişioğlu2, Seyhan Birinci2, Özcihan Oğuz2, Asena Pınar Sefer2, Melike Tuğrul 2, Sabahat Çam 3, Cengiz Candan 4, Asuman Kıral2 Aksakal2, Ramazan Emre Yiğit2, Mehmet Uygun 1Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı, İstanbul 2Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, İstanbul 3Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Gastroenteroloji Bilim Dalı, İstanbul 4Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Nefroloji Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Tekrarlayan kusma sonrası, metabolik asidoz, üre, kreatin yüksekliği bulguları ile başvuran metilmalonik asidüri olgusunun beklenenden erken yaşta başlayan renal tutulumu nedeniyle tartışılması. OLGU: Hastamızın ilk 6 ayda ek besinler başlanıncaya kadar sorunu olmamış. 7. ayda gastroenterit sonrası kusma, metabolik asidoz ile ilk kez yatırılmış. Tekrarlayan benzer şikayetleri nedeniyle istenen tandem ve idrarda organik asid analizi sonucu ile metilmalonik asidüri tanısı ile çocuk metabolizma polikliniğine yönlendirilmiş. İzlemi süresince kusma, ardından metabolik asidoz, akut böbrek yetmezliği atakları nedeniyle sık yatışları olan hastada kusma etiolojisi için endoksokipik değerlendirmede sorun tespit edilmedi. Hasta anti reflü tedaviden fayda görmedi. Ataklar sırasındaki renal bulguları akut prerenal yetmezlik olarak yorumlandı. Batın ultrasonu ve renal anjio MR’da ek bulgu saptanmadı.Beslenme reddi ve kusmalara bağlı kilo alımında duraklama nedeniyle perkütan endoskopik gastrostomi (PEG) açılıp beslenmesi yeniden düzenlendi. PEG sonrası kusma ve yatış sıklığı azalmakla birlikte şikayetleri devam eden hastaya sık atak ve erken renal bulgular olması ve annenin yeni gebeliği nedeniyle moleküler tanı planlandı. Hastanın daha önce MTHFR mutasyonuna bağlı olduğu düşünülen homosistein yüksekliği de bulunması nedeniyle; metilmalonik asid atılımı ve homosistein yüksekliği, erken böbrek tutulumu ile seyreden kobalamin C metabolizması bozukluğunu da elemek için moleküler tetkik kobalamin C metabolizması bozukluğu ve metilmalonik asidüri için istendi. Hastada literatürde yenidoğan döneminde ağır metabolik asidozla kaybedilen bir örnekte bulunan p.L328F (c.982C>T) homozigot mutasyon bulundu ve metilmalonik asidüri olduğu kanıtlandı. SONUÇ: Klasik tanımlara uymayan hastalarda ayrıcı tanının tamamlanması hayati önemlidir. 159 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-51 HİPERTRİGLİSERİDEMİNİN AKUT BATIN ETİOLOJİSİNDE ÖNEMİ Işıl Özer1, Esra Çakmak Taşkın2, Melike Tuğrul Aksakal2 1Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı, İstanbul 2Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, İstanbul AMAÇ: Karın ağrısı ayırıcı tanısında akut pankreatit sebeplerinden hipertrigliseridemiye dikkat çekmek. OLGU: Sekiz yaşında erkek hasta 1 gün öncesinde başlayan karın ağrısı, kusma şikayetiyle acile getirildi. Fizik muayenede epigastriumdan başlayıp tüm batına yayılan hassasiyet belirgin bulguydu. Ateşi yoktu. Hastanın tetkiklerinde hemogram, tam idrar tetkikinde özellik yoktu. Acil biyokimyada lipid profili bakılamıyordu. Ancak hastada bilinen hipertrigliseridemi tanısı olması nedeniyle, annenin diyetine uyduğu öyküsüne rağmen alınan kanın renginden şüphelenilip istenen amilaz:472 U/l, lipaz:325 U/l, CRP:5,2mg/dl bulundu. Özgeçmişinde 2 yaşında inguinal herni operasyonu geçiren hastanın preop tetkiklerinde hiperlipidemi saptanıp dış merkezde çocuk metabolizma polikliniği izleminde olduğu; ancak daha önce 2 kez akut pankreatit nedeniyle hastanede yatış öyküsü olan hastanın annenin bilgisi dışında okulda diyetini bozduğu öğrenildi. Soygeçmişinde anne-baba 1. derece kuzen olup, anneanne ile annenin kuzeninde hiperlipidemi mevcuttu. Yatırılan hastaya ağızdan beslenmesi kesilerek total paranteral beslenme, CRP yüksekliği nedeniyle Meropenem tedavisi başlandı. Takibinde kolesterol:222 mg/dl, trigliserid:800 mg/dl, HDL:11 mg/dl, Amilaz:208 mg/dl, Lipaz:84 mg/dl saptandı. Hastaya ayırıcı tanı için 10 mg/kg taze donmuş plazma (TDP) verildi. TDP sonrası kolesterol:230 mg/dl, TG:555 mg/dl saptandı. TG düzeyinde anlamlı düşme olmaması nedeniyle hastada Lipoprotein lipaz eksikliği olduğu düşünüldü ve moleküler tanı ile kanıtlandı. Takibinde 7 günde kolesterol:244 mg/dl, TG:382 mg/dl, HDL:20 mg/dl, LDL:148 mg/dl, Amilaz:93 U/l, Lipaz:47 U/l değerine düşürülerek oral beslenmeye başlanan hasta poliklinik izlemine gelmek üzere taburcu edildi. SONUÇ: Sıkı beslenme tedavisi okul döneminde aile bilgisi dışında bozulabilir. Hipertrgliseridemi akut pankreatit ile hayatı tehtid eden sonuçlara sebep olabilir. Özgeçmişte hipertrgliseridemi varsa akut batında akut pankreatit ihtimali atlanmamalı. 160 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-52 AĞIR MALNUTRİSYON NADİR BİR SEBEBİ: KIZ SMİTH LEMLİ OPİTZ SENDROMU OLGUSU Işıl Özer1, Ayla Güven2 1Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Metabolizma Bilim Dalı, İstanbul 2Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Endokrin Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Ağır malnutrisyon etiolojisinde kolesterol sentez bozukluklarından biri olan Smith Lemli Opitz (SLOS) klasik ayırıcı tanı şemalarında yer almamaktadır. Dikkatli fizik muayene ile ipuçları yakalanabilen bu hastalığa malnutrisyon etiolojisinde dikkat çekmek için bu olgu seçilmiştir. OLGU: Akrabalığı olayan ailenin ilki abortus 2. gebeliğinden yaşayan tek çocuk olan kız hasta kilo alamama şikayeti ile 4 aylık ağır akut malnutrisyon tanısı ile polikliniğimize yönlendirilmişti. Fizik muayenede tartı 4210 g, boy 59,5cm, baş çevresi 37 cm. Ayak 2-3. Parmak arası sindaktili var, uvula normaldi. Nöromotor gelişimi yaşına uygundu. Hastanın intrauterin gelişim geriliği nedeniyle sezeryan ile 2790 g doğduğu, post natal sorunu olmadığı,2 ve 3 aylık 2 kez ingüinal herni operasyon yapıldığı öğrenildi. Şüphelenilerek istenen total kolesterol 86mg/dl, HDL: 31mg/dl, LDL: 33,8mg/dl, TG: 106mg/dl bulunup, SLOS ön tanısı ile istenen ileri tetkikler 7 dehidrokolesterol: 1772 ( n<10 mmol/L), p.Tyr432cys (c.1295 A>G) htr p.Arg446Trp(c.1336C>T) heterozigot mutasyonu gösterilerek tanısı kanıtlanmış oldu. Hastanın steriod hormonları, safra asidleri sentezi, yağda eriyen vitamin emilimi, merkezi sinir sistemi gelişimi etkilenebileceği için değerlendirildi. Patent foramen ovale dışında patoloji saptanmadı. Tedavide Ursodeoksikolik asid 15-25 mg/kg/gün, kolesterol: 50-100 mg/kg/gün başlandı, diyet kolesterolden zengin olarak düzenlendi. 1 ay sonra tartı: 5935 g, boy: 69 cm, baş çevresi: 38 cm, total kolesterol: 83mg/dl, HDL: 30mg/dl, LDL: 32mg/dl, bulundu. Hastanın besin tüketiminin yeterli olmadığı öğrenildi. Perkütan endoskopik gastrostomi enteral beslenme önerildi. SONUÇ: Erkek çocuklarda genital anomaliler ile SLOS erken farkedilebilir. Ancak kız bebeklerde bu şans yoktur. Sindaktili, bifid uvula kontrolü unutulmaktadır. Fizik muayenede çorapları çıkarmak, uvulaya bakmakla hayat kurtaracak ipuçları yakalanabilir. 161 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-53 KRONİK HİPERKAPNİK SOLUNUM YETERSİZLİĞİ NEDENİYLE TANI ALAN POMPE HASTALIĞI Saygın Abalı, Saniye Girit, Yasemin Akın, Ayşe Karaaslan, Özge Karataş Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi GİRİŞ: Pompe hastalığı, glikojen depo hastalığı tip II, lizozomal glikojen yıkımında sorumlu asit α-1,4-glukosidaz enziminin eksikliği ile ortaya çıkar. Kalp kası ve iskelet kası tutulumu olan otozomal resesif bir hastalıktır. Geç başlangıçlı formu, kardiyak tutulum olmadan iskelet kaslarında tutulum ile seyreder ve 1 yaşından 60 yaşına kadar tanı alabilir. OLGU: Dokuz yaşında erkek hasta ateş ve öksürük yakınmasıyla getirildi. Antibiyotik tedavisine rağmen ayaktan izleminde kliniğinde düzelme olmayan ve taşipne, solunum sıkıntısı olan hasta yatırıldı. Özgeçmişinde büyüme geriliği, idrar-dışkı inkontinansı mevcuttu, mental gelişimi normaldi. Daha önce yatış gerektiren sadece bir akciğer enfeksiyonu vardı, solunum sıkıntısı yaşamamıştı. Akraba evliliği vardı; ailesinde benzer hastalık yoktu. Yatışı sırasında mekanik ventilasyon gereksinimi nedeniyle yoğun bakımda izlendi. Yoğun bakım sonrası servis izleminde muayenesinde boy ve ağırlık standart deviasyon skorları sırasıyla -2,5 ve -2,2 idi. Lomber lordozda artış, genu recurvatum, ördekvari yürüyüş nedeniyle kavşak yerleşimli proksimal kas tutulumu düşünüldü. Laboratuvar tetkiklerinde PaCO2 yüksekliği, ılımlı kreatin kinaz artışı (243 ve 382 U/L; N:0-171) ile ALT (1.5-2 kat) ve AST (2-4 kat) artışı mevcuttu. Ekokardiyografide patoloji saptanmadı. Solunum fonksiyon testi restriktif akciğer hastalığı ile uyumlu bulundu (FEV1 %48, FVC %47). Hastada kas tutulumu ve kronik hiperkapnik solunum yetersizliği nedeniyle Pompe hastalığı düşünüldü. Lizozomal α-1,4-glukosidaz aktivitesi (Tandem MS ile) saptanamayacak kadar düşük idi. GAA gen analizinde daha önce tanımlanmamış; ancak in silico analizlerde hastalığa neden olacağı düşünülen novel c.2558C>A (p.A853D) mutasyonu homozigot olarak saptandı ve hastalık tanısı kesinleştirildi. SONUÇ: Kronik hiperkapnik solunum yetersizliği vakalarında özellikle proksimal kas tutulumu düşündüren nörolojik bulgular varsa Pompe hastalığı düşünülmesi gereği vurgulanmıştır. 162 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-54 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA YÜRÜTEÇ KULLANILMA ZAMANININ DESTEKSİZ YÜRÜMENİN BAŞLANGIÇ YAŞINA ETKİSİ VAR MIDIR? Nilgün Çöl1, Peren Perk2, Ayşe Aysima Özçelik2 1Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gaziantep 2Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gaziantep GİRİŞ-AMAÇ: Çocukluk çağında yürüteç kullanımının yürümeye başlama zamanı ile ilişkisini araştıran çok fazla çalışma olmadığı bilinmektedir. Bu araştırmada çocukların desteksiz yürümeye başladığı zaman ile yürüteç kullanımı ve kullanım süresi arasındaki ilişki gösterilmek istenmiştir. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamıza 88’i erkek 72’si kız toplam 160 sağlıklı gönüllü dahil edilmiş ve hazırlanan anketler uygulanmıştır. Elde edilen dataların istatistiksel analizi SPSS 13.0 programı ile değerlendirilmiştir. P değeri <0.05 olan parametreler istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Olgularımızın ortalama yaşları 7.28+4.14 yıl arasında iken desteksiz yürümeye başlama zamanları 9 ile 30 ay arasında değişmekte idi. Yürüteç kullanımı olan çocuklarda kullanmayan gruba göre desteksiz yürüme zamanlarının geciktiği ve istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdiği belirlendi (p=0,046). İlk yürüteç kullanma zamanı ile desteksiz yürüme yaşı arasında pozitif korelasyon (r=0.5235, p<0.001); ailedeki çocuk sayısı ile negatif korelasyon tespit edildi (r=0.2, p=0.04). Gelir düzeyi arttıkça yürüteç kullanım sıklığının arttığı gözlendi (düşük gelir düzeyi:19/43, %44.2, yüksek gelir düzeyi:87/117, %74.4, p<0.001). Ailedeki çocuk sayısı, yürütecin günlük kullanım süresi ve desteksiz yürüme zamanı ile herhangi istatistiksel anlamlı ilişki gösterilemedi SONUÇ: Bu çalışmada yürütecin sağlıklı infantların desteksiz yürümeye başlama zamanı üzerine etkisi olabileceği düşünülmüştür. İlginç olarak; ilk kullanım zamanı ile desteksiz yürümeye başladığı yaş arasında önemli bir ilişkinin olduğu gösterilmiştir. 163 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-55 SİGARANIN ÇOCUK SAĞLIĞINA ETKİLERİ KONUSUNDA AİLELERİN BİLGİ DÜZEYLERİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI Berna Demir, Seda Topçu, Betül Ulukol, Sevgi Başkan, Filiz Şimşek Orhon Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı GİRİŞ-AMAÇ: Çocuklar birer pasif içici olarak erişkinlerin içtikleri sigaradan en fazla etkilenen gruplardır. Bu araştırma, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri Polikliniğinde takip edilen ailelerin sigara kulanım sıklığını ve sigara kullanımının çocuğa olan zararları konusunda bilgi düzeylerini belirlemek ve çocuklarını bu zararlardan korumak adına neler yaptıklarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: AÜTF Sosyal Pediatri Polikliniğine çocuklarını izleme getiren 100 ebeveyne, sigara kullanma durumları ile sigaranın olumsuz etkileri konusunda bilgi, tutum ve davranışlarını belirlemeye yönelik 40 soruluk anket formu yüzyüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan annelerin %14’ü, babaların %47’sisigara kullandığını ifade etmiştir. Çocuğunun yanında sigara içtiğini ifade eden anne yoktur ancak sigara içen babaların %95’i çocuğunun yanında da sigara içtiğini bildirmiş, %87’si de sigaranın çocuğa olan olumsuz etkilerinin farkında olduklarını belirtmiştir. Ebeveynlerin % 77’si sigaranın çocuk sağlığına etkileri konusundaki soruları doğru yanıtlamıştır. Ebeveyni sigara içen ve içmeyen bebeklerin çalışma yapıldığı sıradaki sağlık durumları karşılaştırıldığında aralarında anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bununla birlikte ebeveynlerinden en az biri sigara içen çocukların; birinin kronik hastalığının olduğu, yedisinin sık üst solunum yolu enfeksiyonu ve beşinin arada sırada otitis media geçirdiği, sekizinin oksijen ve bronkodilatatör kullanımı gerektirecek şiddette bronşiolit ataklarının olduğu, sekizinin büyümesinin yaşıtlarından geri kaldığı ifade edilmiştir. SONUÇ: Bu çalışmada annelerin beşte birinin, babaların ise yarısının sigara içtiği saptanmıştır. Sigara içen ebeveynlerin çocuklarının solunumsal hastalıkları olduğunu bildirmelerine ve sigaranın çocuk sağlığına etkileri konusunda bilgi sahibi olmalarına karşılık sigara içmeye devam etmeleri dikkat çekicidir. Çocuk sağlığı izlemleri her ne kadar aileler konu hakkında bilgi sahibi olsa da doğru tutum ve davranışların geliştirilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. 164 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-56 GÜNCEL UYGULAMALARIYLA OKUL SAĞLIĞI HİZMETLERİ: ÇANAKKALE ÖRNEĞİ Naci Topaloğlu1, Zuhal Gündoğdu2, Gonca Keskindemirci3, Öykü Özbörü Aşkan4, Melike Zeynep Tuğral Aksakal5, Gülbin Gökçay4 1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Çanakkale 2Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Kocaeli 3Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul 4İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü, Sosyal Pediatri Ana Bilim Dalı, İstanbul 5Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ-AMAÇ: Okul sağlığı hizmetleri sağlıklı okul yaşamının sağlanması ve sürdürülmesi, öğrenciye ve dolayısıyla topluma sağlık eğitiminin verilebilmesi için yapılan çalışmaların tümüdür. 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nuna göre ülkemizde okul sağlığı hizmetleri Sağlık Bakanlığının kontrolündedir. Hizmetlerinin uygulanması kapsamında Sağlık Bakanlığı'nın Valiliklere verdiği görevler aynı kanunun 3. ve 163. maddelerinde belirtilmiştir. Çalışmamız, ülkemizdeki bir okulun okul sağlığı hizmetlerinin gözden geçirilmesi ve sonuçların güncel uygulamalara ışık tutmasını amaçlamaktadır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışma için Çanakkale Ecabat Alçıtepe İlkokulu’nun müdür yardımcısı ile görüşüldü, 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunun 3. ve 163 maddesinin yükümlülüklerini kapsayan sorular yüz yüze soruldu. BULGULAR: Öğretmenimiz sorularımıza aşağıdaki cevapları vermiştir: Okulumuz, 8 öğretmeni ve 87 öğrencisi olan tüm gün eğitim-öğretim veren bir ilkokuldur. Okul öncesi programlara kayıt için aşı kartı yeterli olup herhangi bir tetkik istenmiyor. Belli dönemlerde ağız ve diş sağlığı taraması, her yıl 1. ve 8 sınıflara aşı uygulaması yapmaktadır. Öğretmen ve okul personeline sağlık eğitimi yapılmıyor. Öğrenciler öğretmenlerin anlattığı kadar sağlık eğitimi alıyor. Her öğrencimiz için sağlık dosyası e-okul yönetim bilgi sisteminde var ve her yıl sene başında sınıf öğretmenlerince güncelleniyor. Yemeklerimiz Ecabat Öğretmen evinden taşımalı şekilde gelmektedir. Menüler İlçe Milli Eğitimince aylık olarak belirlenmektedir. Temizliğimiz İşkur tarafından görevlendirilmiş personel tarafından yapılmaktadır. Temizlik malzemeleri okul-aile birliğimiz tarafından karşılanıyor. Güvenliğimiz nöbetçi öğretmenlerimizce sağlanmaktadır. Kantinimiz belli dönemlerde Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tarım İl Müdürlüğü ve okul yönetimimiz tarafından denetlenmektedir. Üç ay aralarla çalışanların portörlük kontrolleri sağlanmaktadır. SONUÇ: Batıda bulunan bir ilkokulda okul sağlığı uygulamalarının bize gösterdiği gibi, hizmetlerin net olarak bir müfredatla belirlenmesine rağmen insiyatif kullanımıyla bazı açıkların kapatılmaya çalıştığını anlıyoruz. 165 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-57 İSTANBUL İLİNDE OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE ÇOCUKLARIN AŞILAMA DURUMU Ayşe Kılıç1, İsmail Yıldız1, Muhammet Ali Varkal1, Mehmet Ali Sarı1, Esra Devecioğlu2, Gülbin Gökçay2 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Genel Pediatri Bilim Dalı, İstanbul 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, sosyal Pediatri Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Bağışıklama maliyet yarar oranı en etkin halk sağlığı uygulamasıdır. Zaman zaman yeni uygulamaya giren aşılar konusunda ailelerin bilgilenmeleri yetersiz kalmaktadır. Kreşe giden çocuklar için değişen aşı takvimine uyumsuzluk da bu sorunlardan biridir. AMAÇ: Okul öncesi dönemde ailelerle aşılar ve aşı ile korunabilen hastalıklar hakkında güncel bilgileri paylaşarak çocuklarının eksik aşılarını tamamlamalarını sağlamak. GEREÇ VE YÖNTEM: Nisan 2014-Aralık 2015 tarihleri arasında aşılar konusunda deneyimli bir profesör doktor ve yardımcıları tarafından İstanbul ilinde 20 ilçede 40 anaokulunda yürütüldü. Ailelere okul öncesi aşıları konusunda bilgilerini ölçen 27 soruluk anket uygulandı. Önceden hazırlanan broşürler ve boyama kitapları çocuklarıın ailelerine dağıtıldı. Aşı ile korunabilir hastalıklar ve aşılar hakkında seminerler düzenlendi. Eğitimler sonunda ikinci, daha sonra 3. anket uygulandı. BULGULAR: 2522 aile seminerlere katıldı. 1822 aile birinci, 1435’i ikinci 1024’ü üçüncü anketi doldurdu. Çocukların %82.2’sinin aşı kartı bulunuyordu. Çocukların % 40.3’ünün sağlık bakanlığı aşı takvimine göre en az bir aşısı eksikti. DaBT-PV-Hib aşısının dördüncü dozu çocukların %41.4’ünde yapılmamıştı. Çocukların %58.8’inde sııçiçeği aşısı hiç yapılmamışken, % 81.8’inde ikinci suçiçeği aşısı yapılmamıştı. Çocukların % 32,7’sinde bir doz hepatit A aşısı %69.3’ünde ikinci doz hepatit A aşısı yapılmamıştı. KKK aşısının en az bir doz bütün çocuklara yapılmışken, ikinci doz % 41.6’sında eksikti. Grip aşısı çocukların % 33.2’sine, meningokok aşısı %13.7’sine yapılmıştı. Eğitimler sonrasında; ailelerin %98.1’i aile hekimine eksik dördüncü doz DaBT-PV-Hib aşılarını yaptırdı. %97.3 aile meningokok aşısını kesinlikle yaptıracağını belirtti. Grip ve suçiçeği aşılarını da %72.5 aile yaptırdıklarını belirtti. SONUÇ: Ulusal aşı programı ve özel aşılar hakkında toplumu, sağlık çalışanlarını ve aileleri daha fazla bilgilendirmeye gereksinim vardır. 166 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-58 ATİPİK HEMOLİTİK ÜREMİK SENDROMDA EKULİZUMAB KULLANIMI: TEK MERKEZ DENEYİMİ Nilüfer Göknar1, Faruk Öktem2, Ayşegül Doğan Demir3, Mehmet Küçükkoç3, Aysel Vehapoğlu3 1Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nefroloji, İstanbul 2Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Nefroloji Bilim Dalı, İstanbul 3Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Hemolitik üremik sendrom (HÜS), hemolitik anemi, trombositopeni ve akut böbrek yetmezliği ile karakterizedir. Atipik HÜS (aHÜS) ise tüm olguların %5-10’undan sorumludur ve kompleman ilişkilidir. Plazma değişimi veya infüzyonlar hematolojik değişkenleri kontrol altına alsa da trombotik mikroanjiopati (TMA) devam etmekte ve olguların bir kısmı son dönem böbrek yetmezliği veya ölüm ile sonuçlanmaktadır. 2011 yılından itibaren uygulamaya giren ekulizumab tedavisinin çocuk aHÜS olgularında kullanımının giderek artması prognozu önemli ölçüde etkilemiştir. Bu sunumda kliniğimizde ekulizumab tedavisi gören altı vakayı derledik. YÖNTEM: Ocak 2012 ile Ocak 2015 tarihleri arasında Bezmialem Vakıf Üniversitesi’ nde aHÜS tanısı alan ve ekulizumab tedavisi verilen altı olguyu çalışmaya dahil ettik. Yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, ishal veya diğer enfeksiyon varlığı, tanı anındaki laboratuar bulguları, takipteki laboratuar bulguları, diyaliz ihtiyacı, plazma exchange uygulanıp uygulanmadığı, uygulandı ise yanıtı, ekulizumab yanıtı ve prognoz kaydedildi(Tablo 1 ve 2). BULGULAR: Diyare öyküsü dört olguda vardı ancak dışkı analizi ile EHEC dışlandı. Oligüri/anüri beş olguda vardı. Bir olguda antikonvülzanlara dirençli nöbetleri oldu ve ekulizumab sonrası sekelsiz tam nörolojik iyileşme sağlandı. Toplam 6 hastadan dördüne plazma exchange uygulandı. Plazma exchange tedavisine hematolojik veya renal yanıt alınamadı. Beş hastada TMA nedeni ile diyaliz ihtiyacı oldu. Bir hasta tedavi altında ve TMA atağı yokken aşılamaya rağmen septik şok ve menenjit nedeniyle yoğun bakım ünitesine yatırıldı ve bu dönemde diyaliz ihtiyacı oldu. BOS ve hemokültürde etken üretilemedi. Tüm hastalarda ekulizumab sonrası hematolojik parametrelerde tam düzelme oldu ve tekrar transfüze edilmediler. Hastaların izleminde diyaliz ihtiyacı olmadı. SONUÇ: Bu sonuçlar ekulizumab tedavisinin aHÜS olgularında hayat kurtarıcı olduğunu ve güvenle kullanılabileceğini göstermektedir. 167 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER 168 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-59 AKUT BATIN KLİNİĞİ İLE BAŞVURAN HENOCH-SCHÖNLEİN PURPURASI VAKASI: OLGU SUNU-MU VE LİTERATÜR DEĞERLENDİRMESİ Seyhan Perihan Çobanoğlu Saf1, Coşkun Saf2 1Koç Üniversitesi Hastanesi 2Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastası GİRİŞ: Henoch-Schönlein Purpurası (HSP) küçük damarların tutulduğu akut, sistemik ve immün kompleks aracılı bir vaskülittir. Özellikle çocukluk çağında görülüp erişkinlerde nadirdir. HSP klinik olarak nontrombositopenik palpabl purpura, artrit, renal ve gastrointestinal tutulumla karakterizedir. Hastalığın seyrinde tüm vakalarda gözlemlenen purpurik döküntü genelde ilk bulgu olarak karşımıza çıksa da döküntünün geciktiği bazı vakalarda tanı koymak zor olabilmekte ve gereksiz tedavilere yol açabilmektedir. OLGU: Biz akut batın tablosuyla hastaneye başvurup geçirdiği cerrahi operasyonda peritonit saptanan ve sonradan kutanöz bulguların ortaya çıkmasıyla HSP tanısı konan 11 yaşında bir kız hastayı sunmaktayız. SONUÇ: Atipik prezantasyonla başvuran HSP olgularında hekimin hastalığı ayırıcı tanıda bulundurması gerekmektedir. 169 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-6 MYCOPLASMA PNEUMONİA VE HENOCH-SCHÖNLEİN PURPURASI BİRLİKTELİĞİ Tuba Karakuş Sert1, Özlem Bostan Gayret1, Özgül Yiğit1, Nilüfer Göknar2, Meltem Erol1, Serdar Kertmen1 1Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatri Kliniği, İstanbul 2Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Nefroloji Uzmanı, İstanbul GİRİŞ: Henoch-Schönlein purpurası (HSP) çocuklarda en sık görülen vaskülittir. Aynı zamanda çocuklarda nontrombositopenik purpuranın en sık nedenidir. Küçük damarları tutan ve damarda zedelenmeye yol açan bu hastalığın etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Hastalık çoğu kez kendi kendini sınırlar. Başta cilt olmak üzere gastrointestinal sistem (GİS), eklemler, böbrekler ve daha seyrek olarak diğer organları etkiler. Nontrombositopenik palpabl purpura, GİS kanaması, karın ağrısı, artrit ve nefrit kliniğinde ortaya çıkabilir. Nadiren nefrotik sendroma kadar ilerleyen böbrek tutulumu olabilir. Etyoloji bilinmemesine rağmen, enfeksiyöz ajanlar, aşılar, ilaçlar, besinler veya böcek ısırığı gibi çeşitli etkenlerin HSP’yi tetiklediği rapor edilmiştir. Mycoplasma Pneumoniae’nin tetiklediği HSP tanısı alan 9 yaşındaki hasta sunulmuştur. OLGU: Dokuz yaşındaki kız hasta döküntü, karın ağrısı, kusma, öksürük şikayeti ile getirildi. 10 gün önce her iki alt ekstremitede döküntüleri başlayan hastanın ayrıca öksürük, kusma ve karın ağrısı mevcut idi. Fizik muayenesinde her iki alt ekstremitede palpabl purpuraları olan hastanın batında hassasiyeti mevcut iken, defans ve rebound yoktu. Solunum sesleri doğaldı. Diğer sistem muayeneleri normal idi. Laboratuar tetkiklerinde lokosit: 12.230/mm3, Hb: 14,2 g/dl, Plt: 273.000/mm3, Sedimentasyon: 23mm/sa, ASO: 47 IU/ml, biyokimyasal testleri ve koagulasyon parametreleri normal iken gaitada gizli kan pozitif, tam idrar tahlilinde görünüm normal, dansite: 1016, protein:+2, mikroskopik hematürisi ve lökositürisi mevcuttu. Spot idrarda protein/kreatinin: 0,21 idi. İdrar kültüründe üreme olmadı. Etyoloji açısından istenen serolojik testlerinde Mycoplasma pneumonia IgM: 31,4 pozitif saptandı. Hastanın GİS tutulumu gerildiği için steroid tedavisi başlanmadı. Hafif renal tutulumu olan hastanın tetkikleri devam etmektedir. SONUÇ: Çocukluk çağında sık görülen HSP’de sıklıkla etken saptanamadığından olgumuz dolayısıyla mycoplasma pneumonia’ya dikkat çekmek istedik. 170 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-61 NADİR BİR BİRLİKTELİK: AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ VE ALKAPTONÜRİ TANILI OLGU SUNUMU Zeynep İbiş1, İbrahim Gökçe2, Serçin Güven2, Neslihan Çiçek2, Nurdan Yıldız2, Harika Alpay2 1Marmara Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 2Marmara Üniversitesi, Çocuk Nefroloji Bilim Dalı, İstanbul GİRİŞ: Ailesel Akdeniz Ateşi; tekrarlayan ateş ve eşlik eden karın ağrısı, göğüs ağrısı ve eklem ağrıları ile giden otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. Alkaptonüri; homogentisik asit deiyodinaz enzim aktivitesinin bozulması ile dokularda (kulak kıkırdağı, sklera, büyük eklemler ve omurilikte) homogentisik asit birikimi ile karakterize otozomal resesif kalıtılan bir hastalıktır. Bu sunumda otozomal resesif olarak kalıtılan Ailesel Akdeniz Ateşi ve alkaptonüri hastalığının nadir olan birlikteliğine sahip olgumuzun anlatılması amaçlanmıştır. OLGU: Sık ateşlenme, karın ağrısı ve kusma şikayeti olan, annesinde Ailesel Akdeniz Ateşi hastalığı tanılı olması nedeni ile yapılan gen analizinde M694V geninde homozigot mutasyon saptanması üzerine hastamız 3 yaşında iken Ailesel Akdeniz Ateşi tanısı almış olup, hastaya kolşisin tedavisi başlanmıştır. Takibinde 5 yaşında iken nonglomeruler, nontubuler masif proteinürisi olan ve idrar renginde koyulaşması farkedilen hastanın idrar aminoasit kromatografisi ve idrar organik asitleri tetkik edildi. İdrarda homogentisik asit atılımı fazla olan hasta Alkaptonüri tanısı aldı. Anne, baba arasında 3. derece akrabalık olan hastanın annesi ve bir kardeşi Ailesel Akdeniz Ateşi hastalığı tanılı olup; babası ve diğer kardeşi de Alkaptonüri tanısı almıştır. SONUÇ: Nadir olarak Ailesel Akdeniz Ateşi , Alkaptonüri ile birlikte olabilmektedir. 171 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-62 HİPERBİLİRUBİNEMİ TANISIYLA İZLENEN YENİDOĞANLARIN İDRAR KÜLTÜRLERİNDE ÜREYEN MİKROORGANİZMALAR Emine Ergül Sarı1, Özgül Salihoğlu2, Selcen Yaroğlu Kazancı1, Sami Hatipoğlu1, Bahar Kural1 1Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği 2Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Ünitesi GİRİŞ: Hiperbilirubinemi yenidoğan bebeklerin hastaneye getirilme nedenlerinin başında gelir. Bir çok nedeni olabildiği gibi idrar yolu enfeksiyonlarının da önemli sebeplerden biri olduğu bilinmektedir. AMAÇ: Yenidoğan yoğunbakım ünitesinde hiperbilirubinemi tanısıyla yatan hastalardan idrar yolu enfeksiyonu saptanan hastaların özellikleri, idrar yolunda üreyen mikroorganizma cinsi ve antibiyotik dirençlerinin incelenmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamıza 1 ocak – 31 aralık 2014 tarihleri arasında Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi yenidoğan yoğunbakım ünitesinde hiperbilirubinemi tanısıyla yatan hastalar retrospektif olarak incelendi. Bu hastalardan idrar yolu enfeksiyonu saptanan 48 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik ve laboratuar özellikleri, idrar yolunda üreyen mikroorganizma cinsi ve antibiyotik dirençlerinin incelenmesi amaçlandı. BULGULAR: Çalışmaya toplam 48 hasta alındı. Yatıştaki total bilirubin değerleri ortalama 17,5±3,5 mg/dL olup ortanca değeri 17,7 (9,9-25,3) mg/dL idi. Rh uyuşmazlığı 3 (6%) hastada gözlenirken ABO uygunsuzluğu 25 (52%) hastada gözlendi. 9 hastanın direk coombs testi pozitifti. İdrar kültürlerinde 12 çeşit bakteri üredi. En sık görülen bakteriler sırasıyla E.coli (19/48), Klebsiella pneumonia (8/48), Enterobakter (4/48), tiplendirilmeyen Klebsiella (4/48) olurken en az Klebsiella oxytoca (1/48), Metisilin duyarlı Stafilokok aerius (1/48), enterokok+candida (1/48) oranında görüldü. Diğer üreyen mikroorganizmalar Proteus, tiplendirilmemiş Gr(-) kok, enterokok, enterobakter cloaca,metisilin dirençli stafilokokus aerius idi. SONUÇ: Yenidoğan döneminde sarılık şikayetiyle başvuran ve hiperbilirubinemi saptanan hastalarda Rh uyuşmazlığı ve ABO uygunsuzluğu varlığında, hiperbilirubineminin nedenini sadece kan grubu uyuşmazlıklarına bağlayarak idrar tahlili yapılmayabilmektedir. Kan grubu veya Rh uyuşmazlığı dahi olsa hiperbilirubinemi tanısı alan yenidoğanların idrar tahlillerinin ve kültürlerinin yapılması ihmal edilmemeli. İdrar yolu enfeksiyonları zamanında tanınarak tedavi edilebilmeli. 172 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-63 YENİDOĞANLARDA ŞİDDETLİ İNDİREKT HİPERBİLİRUBİNEMİNİN NADİR BİR NEDENİ: HEREDİTER SFEROSİTOZ Fatma Narter, Yasemin Akın, Esma Esmi Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Herediter sferositoz neonatal hiperbilirubineminin nadir bir nedenidir. Herediter sferositozlu olguların yaklaşık yarısında yenidoğan sarılığı öyküsü olmasına rağmen genellikle fizyolojik sarılık şeklinde olduğu bildirilmektedir. Şiddetli indirekt hiperbilirubinemi nedeniyle yatırılan ve herediter sferositoz tanısı konulan yenidoğan OLGU: Olgumuz yenidoğanlarda ciddi sarılığın nadir bir nedeni olması nedeniyle sunulmuştur. A Rh+ anneden 4010 g ağırlığında 39 gestasyon haftasında doğan kız bebek doğum sonrası 100. saatinde total bilirubinin 35.5 mg/dl ( direkt bilirubin 0.81 mg/dl ) olması nedeniyle yatırıldı. Kardeşinde sarılık (28 mg/dl) nedeniyle bir gün fototerapi alma öyküsü vardı. Kan grubu O Rh+,direkt coombs testi negative, hb 19.3 mg/dl, htc % 52.6, retikülosit %3.,saptandı. Kan değişimi kabül edilmeyen hastanın total bilirubini yoğun fototerapi ile 28 saat sonra 13.3’e düştü. İki kez daha bilirubinin 19 ve 19.8’e çıkması nedeniyle aralıklı fototerapi alarak toplam 110 saat fototerapi tedavisi aldı .Kan sayımında MCV 96.3, MCHC değeri 36.7 olan hastada, periferik yaymada az sayıda sfer görülmesi nedeniyle osmotic frajilite testi istendi. İzlemde postnatal 26. gününde kranial MR çekimi öncesi yapılan tetkiklerinde hemoglobinin 7.4g/dl, hematokrit 19.9’a düştüğü saptandı. Osmotik frajilite testinde osmotic frajilite (%0.50 NaCl yoğunluğunda başlayıp %0.46NaCl yoğunluğunda sonlandı) artmış bulundu. İlk kez 28.günlükken hemoglobinin 5.8 g saptanması nedeniyle eritrosit transfüzyon yapılan;şu anda 24 aylık olan olgumuz toplam 5 kez eritrosit transfüzyonu aldı. Halen çocuk hematolojiden izlenmektedir. Kranial MR ve nöromotor gelişimi ayına uygun bulunmuştur. SONUÇ: Konjenital sferositoz yenidoğan döneminde nadiren çok ciddi indirekt hiperbilirubinemiye neden olabilmektedir.Sarılık nedeni ile yatırılan bebeklerde hemoliz ABO uygunsuzluğu ve diğer nedenlerle açıklanamıyorsa mutlaka herediter sferositoz mutlaka düşünülmelidir ve tam kan analizinde eritrosit parametrelerine dikkat edilmelidir. 173 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-64 SEPSİS BENZERİ TABLO İLE BAŞVURAN NEONATAL HEMOKROMATOZ OLGUSU Sevilay Arhan, Fatma Narter, Yasemin Akın, Emel Yılmaz Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Neonatal hemokromatoz, ekstrahepatik siderozis ile birlikte olan ve şiddetli neonatal karaciğer hastalığına neden olan nadir bir hastalıktır. Etyolojide fetüsde karaciğer hasarına sebep olan alloimmün bir hastalık olduğu düşünülmektedir.Tanısı pozitif aile öyküsü,serum ferritin,alfa-fötoprotein seviyelerinin çok yüksek olması ve MR ya da histolojide siderozisin gösterilmesi ile konulmaktadır. Burada doğum sonrası sepsis ön tanısıyla yatırılıp neonatal hemokromatoz tanısı alan olgumuz, neonatal hemokromatozun nadir ciddi bir karaciğer yetmezliği nedeni olması nedeniyle sunulmuştur. OLGU: Sezaryenle38 GH’da, 3415 g doğan erkek yenidoğan doğum sonrası 10.günde 38°C ateş nedeniyle acil polikliniğimize başvurması nedeniyle yatırıldı. Anne baba arasında ikinci derece kuzen evliliği; erkek kardeşinde iki günlükken hidrops fetalis, ağır trombositopeni, karaciğer yetmezliği tanıları nedeniyle eks olma öyküsü mevcuttu. Takipne ve batın distansiyonu olan olgumuzda; trombositopeni (23 000/mm3) ve artmış protrombin zamanı ve INR saptandı. Total bilirubin 11.6 mg/dl, d.bilirubin 0.64 mg/dl, ALT 65 IU/L, AST 164 IU/L,albümin 3.3 mg/dl saptandı. Sepsis şüphesi nedeniyle antibiyotik tedavisi alan hastada ikinci günde antibiyotik ve destek tedavilere rağmen koagülopati ve trombositopenin kötüye gitmesi ayırıcı tanıda hemakromatoz düşündürdü. Serum ferritin (>1500 ng/ml), alfa fötoprotein (>3000 ng/ml) düzeyleri çok yüksek bulundu. Konjenital enfeksiyon ve doğumsal metabolik hastalık taramalarında patoloji saptanmadı. Neonatal hemokromatoz ön tanısıyla yatışının ikinci gününde antioksidan tedaviye başlanmasına rağmen akut karaciğer yetmezliği tablosu ağırlaştı. Karaciğer nakli planı yapılan hasta kanama nedeniyle yatışının altıncı gününde kaybedildi. Batın MR’da karaciğer ve daha az belirgin dalakta siderozis ile uyumlu bulgular saptandı. SONUÇ: Sepsis benzeri bulgularla giden bir yenidoğanda; uygun tedaviye rağmen bulgular düzelmiyor ya da kötüye gidiş varsa, irreversibl karaciğer yetmezliği gelişmeden, ayırıcı tanıda neonatal hemakromatoz mutlaka düşünülmeli ve antioksidan tedavi başlanmalıdır. 174 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-65 TERM YENİDOĞANLARDA DÜŞÜK DOĞUM AĞIRLIĞINA SEBEP OLAN RİSK FAKTÖRLERİ Gamze Özgürhan, Serdar Cömert Süleymaniye Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları EAH GİRİŞ-AMAÇ: Yenidoğanlarda düşük doğum ağırlığı özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkileyen önemli bir halk sağlığı problemidir. Çeşitli maternal ve sosyoekenomik faktörler yenidoğanlarda düşük doğum ağırlığına sebep olmaktadır. Çalışmamızda yenidoğanlarda düşük doğum ağırlığına sebep olan bu faktörleri inceledik. GEREÇ-METOD: Çalışmamızda 60 düşük doğum ağırlıklı (<2500 gr) yenidoğan ve 100 normal doğum ağırlıklı (> 2500-4000 gr) yenidoğandan oluşan iki grup incelendi. Maternal ve sosyo ekonomik faktörlerin sorgulandığı anket annelere yüzyüze görüşme ile uygulandı. Tüm yeni doğanların ayrıntılı fizik muayenesi yapıldı ve ağırlıkları, baş çevreleri, boyları kaydedildi. Elde edilen neonatal, maternal ve sosyo ekonomik veriler karşılaştırıldı. BULGULAR: Düşük doğum ağırlıklı grupta ortalama doğum ağırlığı, boy ve baş çevresi sırasıyla 2328±154,55 gr, 47,22±1,72 cm ve 33,03±1,29 cm idi. Her iki grupta erkek/kız oranı açısından istatistiksel fark saptanmadı (p > 0.05). Annelerin sigara içmesi, doğum öncesi bakımları ve 5 yaş altı ölen çocuk sayısı açısından her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırasıyla p=0.014, p=0.04, p=0.033). Sosyo ekenomik özellikler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (p>0.05). SONUÇ: Yenidoğanlarda düşük doğum ağırlığına sebep olan birçok faktör vardır ve bu faktörlerden bazıları önlenebilir. Gebelikte sigara içiminin bırakılması ve doğum öncesi yeterli kalite ve sayıda anne bakımı ile düşük doğum ağırlığı görülme oranı azaltılabilir. 175 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-66 ÇOK DÜŞÜK DOĞUM AĞIRLIKLI BEBEKLERDEKİ RESPİRATUVAR DİSTRES SENDROMU TEDAVİSİNDE BERACTANT VE PORACTANT ALFA PREPARATLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Burcu Cebeci1, Aslan Babayiğit1, Seda Yilmaz Semerci1, Dilek Kurnaz1, Gonca Vardar2, Gökhan Büyükkkale1, Merih Çetinkaya1 1 Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Yenidoğan Kliniği, İstanbul 2 Zeynep Kamil Kadın Doğum Ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Yenidoğan Kliniği,İstanbul GİRİŞ: Ekzojen surfaktan tedavisi, respiratuvar distres sendromu (RDS) olan prematürelerde RDS’nin şiddetini, pulmoner hava kaçağını ve ölümü azaltmaktadır. Prospektif randomize çalışmada RDS tanılı çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde (<1500 gr) poractant alfa (200 mg/kg/doz) ve beractant (100 mg/kg/doz) tedavilerinin neonatal morbiditeler ve mortalite üzerindeki etkilerinin değerlendirilmiştir. MATERYAL-METOD:. RDS tanısı konularak profilaktik ve/veya erken kurtarma surfaktan tedavisi endikasyonu konulan bebeklere poractant alfa veya beractant uygulandı. Demografik özellikleri, klinik sonuçları, mekanik ventilasyonda kalma, oksijen tedavisi süresi, bronkopulmoner displazi (BPD), patent duktus arteriyozus (PDA), prematüre retinopatisi (ROP), nekrotizan enterokolit (NEK), intraventiküler kanama (İVK) gibi morbiditeler, mortalite verileri kaydedildi. BULGULAR: Toplam 128 ÇDDA'lı bebek alınmış olup, 70 tanesine (%54) poractant alfa, 58 tanesine (%46) beractant verildi. Poractant uygulanan grubun ortalama doğum ağırlığı ve doğum haftası 1044±280 g ve 27.4±2.5 hafta, beractant uygulanan grubun ise 1068±292 g ve 27.8±2.7 hafta olup, anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Mekanik ventilatörde kalma süresi poractant alfa grubunda 9.0±10.2 gün, beractant grubunda 9.6±13.1 gün olup, toplam oksijen, nazal CPAP ve nazal IMV’de kalma süreleri gruplar arasında benzerdi (tüm p>0.05). Gruplar arasında BPD, PDA, ROP, NEK, İVK oranları açısından anlamlı farklılık saptanmadı. (tüm p>0.05). Hastanede yatış süreleri, mortalite oranı, tekrar doz uygulamaları açısından 2 grup arasında istatistiksel anlamlı farklık görülmedi (p>0.05). Olgular <28 GH ve <1000 g olarak alt gruba ayrıldığında da 2 grup arasında morbiditeler açısndan anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). SONUÇ: Bu çalışmada ÇDDA'lı bebeklerde profilaktik/erken kurtarma amaçlı uygulanan 2 farklı surfaktan preparatının farklı dozlarının neonatal morbiditeler ve mortalite üzerinde anlamlı farklılık oluşturmadığı ve etkinlik açısından benzer olduğu gösterilmiştir. 176 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-67 YENİDOĞANDA AĞIR HİPERNATREMİK DEHİDRATASYON Mandana Kariminikoo, Özlem Şahin, Sümeyye Çeliker, Aysel Mecidova, Ömer Güran, Leyla Bilgin Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi GİRİŞ: Yenidoğanlarda yetersiz su ve kalori alımı, ciddi komplikasyonlarla seyredebilen hipernatremik dehidratasyona neden olabilmektedir. OLGU: Onsekiz günlük erkek bebek ağır hipernatremik dehidratasyon nedeniyle hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Olgunun 27 yaşındaki annenin ilk ve sorunsuz gebeliğini takiben normal spontan vajinal yolla 2820gr doğduğu, 12.saatte taburcu edildiği öğrenildi. Bebeğin son birkaç gündür beslenemediği belirtildi. Fizik muayenesinde letarji, yenidoğan reflekslerinde kayıp, yüzeyel solunum, siyanoz saptandı. Hipotermikti, tansiyonu ölçülemedi. Vücut ağırlığı 1744gr saptanan bebeğin doğum ağırlığına göre %38 dehidratasyonu saptandı. Cilt turgor-tonusu azalmış, müköz membranları kuru, göz küreleri ve ön fontanel çökük, kapiller dolum zamanı uzamıştı. Laboratuvarda kan şekeri 27mg/dl, serum sodyum 204mEq/L, potasyum 11.4mEq/L, üre 622mg/dl, kreatinin 7.1mg/dl, plazma osmolaritesi 631mOsm/kgH2O saptandı. Kan gazında mix metabolik, respiratuar asidoz (pH:7.15, pCO2:41.8mmHg, HCO3:13.7mEq/L, BE:-12.9mEq/L) vardı. Mekanik ventilatörde takibe alındı. Dolaşım yetmezliği, hipoglisemi, hipernatremik dehidratasyonu için uygun sıvı tedavisi başlandı. Yatışının 12. saatinde kaardiyopulmoner arrest nedeniyle resüsitasyon uygulandı. İdrar çıkışı olmayan, böbrek hasarı olan hastaya periton diyalizi yapıldı. Hipernatremisi yedi günde düzeldi. Yatışının altıncı gününde diyaliz sonlandırıldı, yedinci gününde oksijen ihtiyacı kalmadı, dokuzuncu gününde tam entreral beslenmeye geçildi. Tedavi sırasında nörolojik bulguya rastlanmadı. Otuzuncu günde hasta şifa ile taburcu edildi. Poliklinik kontrolünde fizik muayenesi normaldi, tartı alımı vardı. Kranial MR’da her iki parietooksipital bölgede ensefalomalazik alanlar saptandı. SONUÇ: Yenidoğanların erkenden emzirilmesi, annelere emzirme danışmanlığının verilmesi, dehidratasyonun uyarıcı bulgularının anlatılması, bebeklerin hastanede yatarken ve taburcu olduktan sonra tartılarının, beslenmelerinin izlenmesiyle hipernatremik dehidratasyon önlenebilir. 177 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-68 BENZODİAZEPİN KULLANAN ANNENİN, BEBEĞİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI İlknur Öztürk1, Seda Yeşilyurt2 1Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi, Yenidoğan Yoğun Bakım 2Acıbadem Taksim Hastanesi,Yenidoğan Yoğun Bakım GİRİŞ: Gebelik dönemi, kadının ruhsal, fizyolojik ve sosyal açıdan değişikliklere uğradığı bir dönemdir. Gebeyi en fazla rahatsız eden anksiyete bozukluklarının başında panik bozukluklar yer almaktadır. Gebelik döneminde ortaya çıkan veya tekrarlayan depresyon, anksiyete bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk gibi hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar anne ve plasenta kanı arasında hiçbir engel olmadığından rahatlıkla fetüsa ulaşırlar ve fetüste bazı teratojenik etkiye neden olurlar. Doğuma yakın kullanılan benzodiazepinin türevi ilaçlar bebekten doğum sonrası özellikle floopy baby denilen gevşek bebek sendromuna yol açar. OLGU: Olguda 34 yaşında panik atak hastası ve benzodiazepin kullanan annenin, doğum sonrası bebeğin anne yanında huzursuzluk, irritabilite, diyare, kusma, apne, ve emme güçlüğü gibi belirtiler gelişmesi üzerine yenidoğan yoğun bakımda takibine başlanmıştır. Olgu Kuzey Amerika Hemşirelik Tanılarına göre değerlendirilmiş ve standart hemşirelik tanıları ve girişimleri planlanmıştır. 178 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-69 İKTİYOZİS TANILI HASTALARDA HEMŞİRELİK BAKIMI Gülşah Çeviker Anadolu Sağlık Merkezi, Yenidoğan Yoğun Bakım, Gebze AMAÇ: YYBÜ’ne iktiyozis tanısıyla yatan hastanın multidisipliner bir yaklaşımla tedavi gereksinimlerini belirlemek, bakımını planlamak, uygulamak ve hasta yakınlarının sürece uyumunu sağlamak. GİRİŞ: İktiyozis; görülme sıklığı az olan, prenatal dönemde de tanı koyulabilen otozomal resesif geçişli bir hastalıktır. Hastalığın seyrine bağlı gelişebilecek ciddi dehidratasyon, solunum sıkıntısı, enfeksiyon, emmeme, buna bağlı oluşacak ciddi psikososyal problemlerin önüne geçebilmek için erken tanı ve iyi bir hemşirelik bakımı ile hastaların yaşam kalitesini arttırmak mümkündür. BULGULAR: Hastamız iktiyozis ön tanısı ile başka bir kurumdan transfer edildi. 36 haftalık C/S ile 2920 gram kız bebek olarak doğdu. Öyküde ailesinde özellik yok. Annenin spontan gebeliğinden ilk yaşayan bebeği. Fizik muayenesinde; parşömen kağıdına benzer kalın deri, eritemli ve kontraktürlü parmaklar, küçük ve deforme kulaklar yaygın deri döküntüsü saptandı. Hastaya kateter takıldı, cilt furasinli ve vazelinli spanç ile örtüldü. Uygun sıvı ve beslenme desteği sağlandı. 3 gün profilaktik antibiyotik verildi. Dermatoloji ile görüşülerek retinoik asit (acitretin 2,5 mg/G) PO başlandı. İzlemde taşikardisi olması nedeni ile EKO yapıldı, patoloji saptanmadı. 17.gününde iyi bakım ve sıvı desteği ile anneyi aktif emen, cilt lezyonları gerileyen, normal görünüme kavuşan ve beslenebilen bebek taburcu edildi. Şuan 3 yaşında hastanemiz polikliniğinde takibine sorunsuz şekilde devam ediliyor. SONUÇ: YYBÜ hemşiresi; hemşirelik sürecini kullanarak, bebeğin bakımını planlamalı ve uygulamalıdır. Aileyi bebeğin bakımlarına katarak gerekli eğitimleri vermeli ve değerlendirmelidir. Bu süreçte de aileye psikolojik destek sağlamalıdır. Bu olguda; cilt bakımının uygun hemşirelik girişimleri ile uygulanması, olası enfeksiyon komplikasyonlarını önledi. Bu da iyileşmenin hızlı olması ve anne bebek uyumunun erken dönemde başlanmasını sağladı. 179 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-70 METABOLİK HASTALIĞI OLAN YENİDOĞANDA HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Şah Aslı Karataş, Gülşah Çeviker Anadolu Sağlık Merkezi, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi, Kocaeli GİRİŞ: Beslenme güçlüğü, hipoglisemi, letarji, hipotoni, kusma bulgularında hasta metabolik hastalık yönünden de incelenmelidir. Hastanın yaşam kalitesi erken tanı ve tedaviye bağlıdır. Metabolik hastalık düşünülen hastada tanıya yönelik işlemler ve tedavi girişimleri yapılırken hasta metabolizma ünitesi olan bir merkeze yönlendirilmelidir. AMAÇ : YYBÜ’ne yatan metabolik hastalık ön tanısı olan bebeklerde erken dönemde tedavi gereksinimlerini belirlemek, bakımını planlamak, uygulamak ve hasta yakınlarının sürece uyumunu sağlamak. OLGU: Olgu hastanemizde 34 yaşındaki annenin 3. IVF gebeliğinden tek yaşayan kız bebek olarak C/S ile 3192 gr ağırlığında doğdu. Öyküde annede GDM mevcut. Anne yanında takiplerinde AKŞ takibi normal, emmesi zayıf, uyku halindeydi. 36. saat değerlendirildiğinde hipotonik bulunmuş bakılan AKŞ düşük saptandı. Bu bulgularla hasta YYBÜ’ne hipoglisemi nedeniyle yatırıldı, %10 dekstroz puşe yapıldı. Hidrasyona devam edildi, OGS ile beslenmesi desteklendi. Yatış sonrası KŞ normal, hipotonitesi ve emme güçlüğü var. Hastanın emmemesi nedeniyle enfeksiyon açısından değerlendirildi, kan kültüründe üreme oldu, antibiyoterapi uygulandı. Aralıklı kusmaları oldu. TFUSG yapıldı; normal. Taramaları gönderildi. Santral patalojiyi ekarte etmek için MR çekildi; anlamlı bulunmadı. Alınan taramada Glutarik Asit Tip 2 saptandı. Metabolizma uzmanıyla görüşüldü. İkinci tarama ve idrarda organik asit, amonyak, CK bakıldı. Amonyak yüksek bulundu. Beslenmeye devam edildi. Takibinde amonyak geriledi. Hipotonitesi var. Emmesi aktif. İkinci tarama testide ilk testi doğruladı, idrar organik asit sonucuda Glutarik Asit Tip 2’yi doğruladı. 23. günde hasta tedavisinin yapılacağı bir merkeze yönlendirildi. SONUÇ : YYBÜ’de yatan tüm hastalarda emmeme, hipoglisemi, hipotoni varsa ayırıcı tanıda metabolik hastalıklar unutulmamalıdır. YYBÜ hemşiresi; hemşirelik sürecini kullanarak, bebeğin bakımını planlamalı ve uygulamalıdır. Aileye psikolojik destek verilerek, sürece uyumu sağlanmalıdır. 180 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-71 BÜYÜK ARTER TRANSPOZİSYONLU HASTALARDA HEMŞİRELİK BAKIMI Gülşah Çeviker Anadolu Sağlık Merkezi, Yenidoğan Yoğun Bakım, Gebze GİRİŞ: Büyük Arter Transpozisyonu yenidoğanlarda sık görülen siyanotik kalp hastalıklarından biridir. Yapısal olarak Aort ve Pulmoner Arter yer değiştirmiştir. Bu nedenle vücutta kirli kan dolaşımı yüksektir ve bebekler siyanoze doğarlar. Acil müdahale edilmesi gerekir. Opere edilemeyen vakalarda bebeklerin yaşam şansı düşüktür. AMAÇ: YYBÜ’ne Büyük Arter Transpozisyonu tanısıyla yatan hastanın multidisipliner bir yaklaşımla tedavi gereksinimlerini belirlemek, bakımını planlamak, uygulamak ve hasta yakınlarının sürece uyumunu sağlamak. OLGU SUNUMU: :Hastamız annesinin suları gelmesi üzerine 33 haftalık, ikiz eşi, 1970 gr, kız bebek olarak farklı bir kurumda doğdu. İkiz eşi sağlıklı erkek. Doğum sonrası dönemde siyanoz gözlenen hastada yapılan EKO sonucu Konjenital Kalp Hastalığı şüphesi ile entübe şekilde, Prostaglandin infüzyonu başlanarak kurumumuza transfer edildi. Kurumumuzda yapılan EKO’da Büyük Arter Transpoziyonu tanısı ile takip edilemeye başlandı. İzleminde ventilatör desteği, inotrop desteği sağlandı. Minimal enteral beslenme başlandı. 5. günde genel durumu bozulan hastaya Septestomi işlemi uygulandı. Septestomi sonrası SPO2’leri yükseldi, genel durumu düzeldi. Tamamen enteral beslenmeye başlandı, inotrop destekleri kesildi. Hasta yoğun bakım yatışının 18. Gününde 2289 gr iken opere edildi. Post op 13. gününde sorun gözlenmeyen hasta yoğun bakımdan çıkarılarak katta anne yanında izlenmeye başlandı. Anne yanında eğitimleri verilen, ağızdan beslenen ve oksijen desteği ihtiyacı olmayan hastamız hastane yatışının 36. gününde taburcu edildi. SONUÇ: YYBÜ hemşiresi; hemşirelik sürecini kullanarak, bebeğin bakımını planlamalı ve uygulamalıdır. Bu süreçte aileye psikolojik destek sağlamalıdır. Bu olguda; prematüre, konjenital kalp hastalığı olan hastamıza multidisipliner uygulanan bakım sayesinde komplikasyon gelişmeden eve taburcu olması sağlanmıştır. 181 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-72 TRAKEOSTOMİLİ PREMATÜRE HASTADA ÖRNEK HEMŞİRELİK BAKIMI Emek Seçil Osun, İlknur Öztürk, Hanife Kodal Çifçi, Arzu Bayoğlu Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi,Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi,İstanbul GİRİŞ: Trakeostomi, sistemik veya üst ve alt solunum yolu hastalıklarına bağlı uzamış entübasyon ile nörolojik ve nöromusküler hastalıklarda endotrakeal entübasyona bağlı gelişebilecek komplikasyonları azaltmak amacıyla uygulanabilecek bir yöntemdir.Son on yılda çocuk trakeostomi endikasyonları ciddi üst solunum yolu obstrüksiyonu yapan enfeksiyonların azalması ve yoğun bakım ünitelerindeki gelişmeler nedeniyle değişmiştir.Yüksek volüm düşük basınçlı endotrakeal tüp kullanımı gibi gelişmeler, entübasyon sürelerini uzatarak çocuk trakeostomi sayılarını azaltmıştır.Yine de uzamış entübasyon bilinen birçok komplikasyonla sonuçlanabilmektedir.Trakeostomi bu uzamış entübasyon süresini sonlandırarak, alt-üst havayolu enfeksiyon riskini,sedasyon süresini ve solunum yükünü azaltmaktadır.Ayrıca mobilizasyon daha rahat sağlanmakta ve bebekler için çok daha önemli olan orofarengeal koordinasyon ile oral beslenme yapılabilmektedir. Günümüzde çocuk hastalarda üç temel trakeotomi endikasyonu vardır. Birincisi, üst havayolu obstruksiyonu meydana gelebilir; ikincisi çocuk premature olabilir veya yardımcı solunum tekniklerine ihtiyaç gösteren BPD'Lİ olabilir. Üçüncü endikasyon ise fazla sekresyonu olan veya aspirasyona meyilli olan hastaların akciğer temizliğinin sağlanmasıdır. Prematüre infantların hayatta kalımları ve uzun süreli ventilatör desteği ihtiyacı arttıkça, çocuklarda trakeotomi işlemi ve işlem sonrası bakımı, özel ilgi ve yetenek gerektirmeye başlamıştır. Bu nedenle sağlık personelinin multidisipliner bir yaklaşımla bu dönemde ve sonrasında hastayı çok kapsamlı bir şekilde değerlendirmesi ve analiz etmesi değişimleri önceden belirleyebilmesi, bunlara yönelik tedbir alması,kontrol ve bakımı yönetmesi ve aileye evde bakım konusunda destek ve eğitim vermesi gerekmektedir. OLGU SUNUMU: Çalışmamızda,EMR nedeniyle takip edilen annenin 25 hf 2 günlük olduğunda sezaryen ile doğurtulan IVF 780 gr ikiz eşi erkek bebek, postnatal ilk müdahalesinde oratrakeal entübasyon yapılmış ve surfaktan uygulanmış, dış kurumda doğmuş ve ünitemize tarnsfer edilmiş,takiplerinde BPD gelişmiş, mekanik ventilatörden ayrılamamış ve bu nedenle trakeostomi açılan prematüre ele alınmıştır. 182 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-73 BÖBREĞİN BERRAK HÜCRELİ SARKOMU (CLEAR CELL TÜMÖRÜ) TANILI ÇOCUĞUN HEMŞİRELİK BAKIMI Esra Nur Kocaaslan, Melahat Akgün Kostak, Remziye Semerci Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Edirne GİRİŞ-AMAÇ: Böbreğin berrak hücreli sarkomu, çocukluk döneminde nadir görülen, kemik metastaz ve relaps oranı yüksek, kötü seyirli böbrek tümörüdür. Sıklıkla 2 ay-14 yaş arasında ve erkeklerde daha fazla görülür. Bu çalışmada, Berrak Hücreli Böbrek Sarkomu tanısı alan 6 aylık bebeğin ve ailesinin hemşirelik bakımı, Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri’ne göre tartışılacaktır. OLGU: Karında şişlik nedeniyle hastaneye getirilen bebeğin sağ böbreğinde kitle (12 cm) saptanması sonucu Wilms tümörü tanısı ile opere edilmiş ve patolojik inceleme sonucu Berrak Hücreli Böbrek Sarkomu tanısı konulmuştur. Yirmi iki yaşındaki annenin ikinci çocuğu olan A, miadında, vajinal yolla doğmuştur. Doğum öyküsünde bir sorun saptanmayan bebeğin gelişiminin normal sınırlarda olduğu, 5 ay anne sütü ile beslendiği, ilave olarak D vit. ve Fe aldığı, aşılarının yapıldığı, ancak 6. ay aşılarının (Hepatit B, DaBT-İPA-Hib, KPA, OPA) ateş ve bronşit nedeniyle yapılamadığı belirlendi. Anne-baba arasında akraba evliliği (kuzen) vardı. Şu anda dokuz aylık olan Bebek A, onkoloji ünitemizde 3 aydır kemoterapi ve antibiyoterapi almaktadır. Bebek A’nın hemşirelik bakım gereksinimleri Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri’ne göre değerlendirildiğinde; etkisiz solunum örüntüsü, ağrı, beslenmede dengesizlik: gereksinimden az beslenme, oral müköz membranda bozulma, uyku örüntüsünde rahatsızlık, elektrolit dengesizliği riski, enfeksiyon ve enfeksiyon riski, kanama riski, travma riski, yorgunluk, etkisiz başetme, aile süreçlerinin devamlılığında bozulma, evin bakımını sağlamada yetersizlik hemşirelik tanıları konularak bakım verildi. SONUÇ: Bu olguda; hastalığın/kanserin çok erken, bebeklik döneminde başlaması, metastaz yapması ve relapslarla kötü seyirli olması açısından hemşirelik bakımının etkinliği önemlidir. Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri’ne göre hemşirelik bakımının aşamaları sunumda paylaşılacaktır. 183 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-74 ÇOCUKLARDA SORUMLULUK DUYGUSU GELİŞİMİ İÇİN HAYVAN SEVGİSİ Hacer Çetin Mersin Üniversitesi Sağlık Y.O.Hemşirelik Böl. Çocuk Sağ. ve Hast. Hemş. A.D, Yenişehir /Mersin / Türkiye GİRİŞ: Çocukların sağlıklı gelişimi ailenin ve toplumun ortak isteğidir. Sağlıklı gelişim için sorumluluk duygusunun gelişmesine gereksinim vardır. Sorumluluk duygusu, kişisel gelişim için önemli olduğu kadar toplumsal gelişim için de vazgeçilmezdir. Bu nedenle çocuklara bu duygunun gelişimi için yardım edilmesine gereksinim vardır. Aile içinde çocuğa bu konuda en iyi yardımı hayvanlarla iletişim kuracak zaman tanınarak yapılabilir. Çocukların gelişimi için önemli bir konuyu çocuklarla çalışma çocuk hemşireleri güncel bakım konularının içinde yer vermelidirler. AMAÇ: Çocuklarda sorumluluk duygusu gelişlimi için hayvan sevgisinin öneminin farkındalık yaratmaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Çocukların günlük yaşamda, hayvanlara oynaması, bakımını üstlenmesi, onlarla vakit geçirmesi çocukların, önemli ve değerli oldukları, araştırma yapmak için soruların oluşması için essiz bir zaman sunabilir. BULGULAR: Çocuklar somut ve soyut kavramlarla ilgili gelişimlerini hayvanlarla birlikte yaşadıkları deneyimlerle geliştirme şansına sahip olabilirler. Bazı stres yaratan yaşam deneyimlerini daha rahat çözümlemelerine hayvanlarla geçirdikleri sevgi dolu anlar ve arkadaşlıklar katkı sağlayabilir. SONUÇ: Çocukların kişilik gelişimi için önemli olan sorumluluk duygusu Çocukların hayvan sevgisinin geliştirilmesi ve çocuklara hayvan bakımında sorumluluk vermeyle gelişebilir. Çocuklar hayvanlarla kendi kişisel gelişimlerine eşsiz deneyimlerle farklı gelişimsel katı da sağlayabilirler. Bu nedenle çocukların gelişiminde önemli olan hayvanlarla dostluğunun, çocuklara bakım veren yakın çevresi ve çocuk hemşireleri tarafından desteklenmesi önemli bir konudur. Bu nedenle bu konunun farklı yönlerinin, farklı oturumlarda önemle ele alınmasının bir gereksinim olduğu düşünülmektedir. 184 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-75 ÇOCUKLARLA OYNAYIN ZİNDE KALIN Hacer Çetin Mersin Üniversitesi Sağlık Y.O.Hemşirelik Böl. Çocuk Sağ. ve Hast. Hemş. A.D, Yenişehir /Mersin / Türkiye GİRİŞ: Çocuklarla, yetişkinlerin oyun oynamak ve gelişmek için birbirlerine gereksinimleri vardır. Çünkü oyunlar her iki tarafında daha sağlıklı yaşamasına önemli katkılar sağlamaktadır. Günümüzde giderek yalnızlaşan insanlar çocuklarla oyunlarda daha az beraber olabilmekte böylece her iki tarafın da sağlığı tehdit altına girmektedir. Risk değerlendirilmesi gerekirse, sağlık profesyonellerinden çocuk hemşireleri ve çocuklarla ilgilenen profesyoneller, bu önemli konuyu öncelikli olarak ele almalıdırlar. AMAÇ: Çocuklarla yetişkinlerin düzenli olarak oyunlarda birlikte olmaya gereksinimleri olduğunun farkındalığını artırmaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Çocuklarla oynamanın önemini ortay çıkarmak üzere 2000-2016 yıllarında, ulaşılan yayınlar taranmıştır. BULGULAR: Çocuklarla yetişkinlerin Oyunlarda birlikteliğinin, çocuklarla ve yetişkinlere kazandırdıkları ise; Çocukların dil gelişim, kas gelişimi, kendine güven, sorumluluk alma, güç ve yeterliliklerini tanıma, sınırlarını bilme nerede duracağını algılamalarını gelişebilmektedir. Yetişkinlerdeki etkilerine bakacak olursak; kendini yenileme, kültürünü aktarma spor yapma daha dinamik yaşama, çocuğunun /çocukların farklı yönlerini öğrenme daha iyi gelişebilmektedir. Yetişkinler çocukların yaşama bakış açılarını onların cesaret gereken taraflarını, dünyada belki de fark edemediği yeniliklerin farkına varabilmektedir. Yetişkinler çocukların enerjik oyun hareketlerini birlikte yaparken, kullanacakları kalorilerle obesite ve beraberinde oluşabilecek sağlık sorunlarını azaltabileceklerdir. Oyunlar sırasında çocuklar yetişkinlerden bilgi dağarcıklarına yenilerini eklerken, yetişkinler hafızalarını tazeleyecek ileri yaşlarda oluşabilecek hafıza sorunlarını daha az yaşayabilecekler. Çocuklar da erişkinlerin sabır, zamanı etkin kullanma farklı taraflarıyla olayları değerlendirme yöntemleri ile geniş bir bakış açısı geliştirmeye başlayabilirler. SONUÇ: Oyunlarında birlikte olmak; yalnızca çocuk ve yetişkine değil içinde bulundukları topluma da kültürün aktarımı, sağlıklı yetişkinler daha geniş ve anlamlı bakan bir gelecek kuşak oluşturma olanağı sunacaktır. Bu gereksinimin farkın varılarak yapılacak çalışmalar toplumsal sağlığa ve gelişmeye olumlu katkılar sağlayacaktır. 185 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-76 TIP FAKÜLTESİ VE SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN ANNE SÜTÜ İLE BESLENME SÜRESİ VE EK GIDALARA BAŞLANGIÇ ZAMANI KONUSUNDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Nilgün Çöl1, Ayşe Aysima Özçelik2, Neriman Aydın3, Hatice Serap Taşdemir4, Serap Parlar Kılıç4 1Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD. Sosyal Pediatri BD. 2Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD. Çocuk Nörolojisi BD. 3Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD. 4Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü AMAÇ: Yaşamın ilk 6 ayında sadece anne sütü verilmesi, 6. aydan sonra ek besinlerle birlikte 2 yaşa kadar devam edilmesi bebekler için en ideal beslenme modelidir. Bu çalışmada Tıp Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin anne sütü ile beslenme süresi ve ek gıdalara başlangıç zamanı konusundaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışma Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi (428) ile Sağlık Bilimleri Fakültesi (432) öğrencileri’nden anket formunu doldurmayı kabul eden 860 kişi üzerinde yürütüldü. Veriler SPSS 13.00 paket programı ile değerlendirilerek p<0.05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Öğrencilerin (494 kız/366 erkek) yaşları 16-28 yıl (21.12±2.02 yıl) arasında değişiyordu. Büyük çoğunluğu (%85.6, 736) bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesi gerektiğini düşünüyordu. (736). Katılımcıların %78.0’i (671) ek gıdalara 6. ayda, %8.0’i (69) 4. ayda, %8.8’i (76) ise 8. ayda başlanması gerektiğini düşünüyordu. Öğrencilerin %41.5’i (357) emzirmenin 2 yaş, %22.0’si (189) 18 ay, %19.2’si (165) 12 ay, %6.3’ü (54) ise 9 aya kadar sürdürülmesi gerektiğini düşünüyordu. İlk 6 ay sadece anne sütü verilmesi gerektiği görüşü Tıp Fakültesi öğrencileri arasında daha çok biliniyordu (Tıp Fakültesi: 381/428; %89.0; Sağlık Bilimleri Fakültesi: 355/432, %82.2; p=0.000). Benzer şekilde ek gıdalara 6. ayda başlanması gerektiği görüşü de Tıp Fakültesi öğrencileri arasında daha yaygındı (Tıp Fakültesi: 350/428, %81.8; Sağlık Bilimleri Fakültesi: 321/432, %74.3; p=0.000). SONUÇ: Öğrencilerimizin büyük çoğunluğunun bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesi gerektiğini biliyor olması oldukça sevindiricidir. Bununla birlikte, sadece yarıya yakını 2 yıl kadar emzirmeye devam edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Çalışmamız bu konudaki eğitim eksikliğine dikkat çekmesi açısından önemli olabilir. 186 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-77 T HÜCRELİ LENFOBLASTİK LENFOMALI ÇOCUKTA HEMŞİRELİK BAKIMI Remziye Semerci, Melahat Akgün Kostak, Esra Nur Kocaaslan Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Edirne GİRİŞ-AMAÇ: Non-Hodgkin Lenfoma (NHL) genellikle 5-15 yaşlarında ve erkeklerde daha fazla görülen lenforetiküler kökenli malign tümördür. NHL’nin lenfoblastik tiplerinde boyun ve mediastendeki lenf nodlarının tutulumu yaygındır. Tedavide radyoterapi ve kemoterapi uygulanır. Tedavinin en önemli komplikasyonu tümör lizis sendromu; tümör hücrelerinin A<spontan veya tedavi sonucu hızla yıkılması ile oluşan metabolik bozukluktur. Kültürel farklılıklar; bireyin içinde bulunduğu sınıfsal koşullar, yaşadığı mahalle, gelir düzeyi, eğitim, değerler, inançlar, uygulama ve tutum farklılıkları sağlık ve hastalığı etkiler. Bütüncül bakım sağlanmasında hemşirelik bakımı planlanırken kültür farklılıklarını tanılamak, kültür öğelerinin farkında olmak önemlidir. Bu çalışmada NHL tanısı almış roman olan 11 yaşındaki R.’nin kültürel özellikleri dikkate alınarak hemşirelik bakımı planlanmıştır. OLGU: T-hücreli lenfoblastik lenfoma tanısı olan R.’nin NHL protokolüne uygun tedavi sürmektedir. R’nin bakımında, ‘’Hemşirelik bakımında kültürel özellikleri tanılama rehberi’’ kullanılmıştır. ‘’Hemşirelik Bakımında Kültürel Özellikleri Tanılama Rehberi’’; hastanın bireysel özellikleri, iletişim özellikleri, aile içi ve toplumsal rolleri, sağlık ve hastalık uygulamaları olmak üzere dört başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıklar kapsamında R. için: ‘’Ahlaki sıkıntı, Manevi sıkıntı, Karar vermede çatışma, Bireysel kimlik tanımında bozulma, Durumsal düşük benlik saygısı, Sözel iletişimde bozulma, Sosyal etkileşimde bozulma, Sosyal izolasyon, Aile içi süreçlerin devamlılığında bozulma, Ebeveyn çocuk bağlamında bozulma, Ebeveynlikte yetersizlik, Başetmede yetersizlik, Enfeksiyon riski, Uyku örüntüsünde bozulma, Sağlığı sürdürmede etkisizlik, Beslenme örüntüsünde etkisizlik, Kendi sağlığını yürütmede etkisizlik, Özbakım eksikliği sendromu’’ hemşirelik tanıları konulmuş ve bakımı verilmiştir. SONUÇ: Hemşirelerin birey, aile ve topluma istendik bakım verebilmeleri içim sağlık ve hastalık davranışlarının altında yatan kültürel özellikleri tanılamaları gereklidir. Bu nedenle hemşirelerin bakım verme sürecinde hastalarını kültürel açıdan tanımaları önemlidir. 187 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-78 ANNELERİN EMZİRME ÖZ-YETERLİLİKLERİ İLE EK GIDAYA BAŞLAMA ZAMANLARI ARASINDA-Kİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Remziye Semerci1, Burcu Küçükkaya2, İlknur Dindar3 1Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Edirne 2Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği, Edirne 3Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Halk Sağlığı Hemşireliği, Edirne AMAÇ: Bu çalışma annelerin emzirme öz yeterlilikleri ile ek gıdaya başlama zamanları arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikteki çalışma Trakya Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi başvuran 0-2 yaş çocuğa sahip 205 anneyle yürütüldü. Veriler ‘’Anket Formu’’ ve “Emzirme Öz-Yeterlilik Ölçeği” ile toplandı. BULGULAR: Annelerin yaş ortalaması 29.75±7.31, %28.8’i lise mezunu ve %78’si ev hanımıydı. Annelerin %75.6’sı ağızdan ilk kolostrum vermişti ve %68.8’i çocuğunu 24 aya kadar emzirmiştir. Annelerin %69.3’ü ilk altı ayda sadece anne sütü vermiş ve ek gıdaya başlama zamanı 6.11±2.69 aydır. Annelerin %96.1 emzirirken bir sorunla karşılaşmaktan endişelenmekteydi. Devlet hastanesinde, miadında ve epidural anestezi ile doğum yapan annelerin, doğar doğmaz bebeğine dokunan, ilk yarım saatte bebeğini emziren ve emzirme-ek gıda hakkında hemşire/ebeden bilgi alan annelerin emzirme öz-yeterlilik ölçek puan ortalamaları yüksekti (p<0.05). Ortaokul eğitimine sahip, ilçede-köyde yaşayan, preterm bebeği olan ve doğumdan sonra ilk bir saate bebeğine dokunamayan, bebeklerine ilk ağızdan mama veren annelerin ilk altı ayda anne sütü ile mamayı beraber kullandığı bulundu (p<0.05). Anne yaşı, çocuk sayısı, doğum sonrası bebeğe ilk dokunma süresi ile emzirme süresi arasında negatif korelasyon vardı. (p=0.001). Doğum sonu ilk dokunma ve ilk emzirme süresi ile emzirme öz-yeterlilik ölçek puan ortalamaları arasında negatif korelasyon vardı (p=0.001). SONUÇ: Annelerin doğumdan sonra bebeklerine dokunma ve emzirme süreleri, doğum şekilleri, doğum zamanları, doğum yaptıkları yer ve emzirme bilgisi aldıkları kişiler emzirme öz-yeterlilik puan ortalamalarını etkiledi. Bebeğine doğumdan hemen sonra dokunan ve ilk yarım saatte emziren annelerin emzirme öz-yeterlilikleri daha iyi idi. 188 38.Pediatri Günleri ve 17.Pediatri Hemşireliği Günleri 3 - 6 Nisan 2016 Park Bosphorus Hotel Taksim / İstanbul POSTER BİLDİRİLER P-79 ÖĞRENCİLERE VERİLEN YABANCİ CİSİM ASPİRASYONU EĞİTİMİNİN BİLGİ DÜZEYİNE ETKİSİ Selen Özakar Akça Hitit Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Çorum AMAÇ: Yabancı cisim aspirasyonu (YCA) olgularının %70’ini 2 yaş altı, %75’inden fazlasını 1-3 yaş arası çocuklar oluşturur. Çocuklarda YCA ve buna bağlı komplikasyonların en önemli tedavisi korunmadır. Çocuk bakımından sorumlu bireylerin eğitilmesi ve motive edilmesi gözönüne alındığında; sunulan bu çalışmayla çocuk gelişimi bölümünde okuyan öğrencilerin YCA ile ilgili bilgi düzeylerinin saptanması ve YCA ile ilgili verilen eğitimin bilgi düzeyleri üzerine etkisini belirlemek amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmanın lise düzeyinde çocuk gelişimi bölümüne devam eden (N=123) tüm öğrencilerde yarı-deneysel tipte yapılması planlanmıştır. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş olup çalışmanın yapıldığı tarihler arasında (20.11.14/03.02.15) çocuk gelişimi bölümünde öğrenim gören ve araştırmaya gönüllü olarak katılmak isteyen (100) öğrenciler araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler, araştırmacılar ve literatür bilgileri doğrultusunda geliştirilen anket formu aracılığıyla toplanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen veriler SPSS 17.0 paket programında değerlendirilmiştir. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin YCA’nda yaş faktörünün önemini eğitim öncesinde (EÖ) %80’inin, eğitim sonrasında (ES) %92’sinin bildiği belirlenmiştir. ES gruplar arasında YCA’nda yaş faktörünü bilen öğrenci sayısındaki artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). SONUÇ: Araştırma sonucunda YCA’ları ile ilgili görsel sunu ve maket üzerinde verilen eğitimin öğrencilerin bilgi düzeylerinde artışa sebep olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda; hemşirelerin çocukları YCA‘ndan koruma ve ilk yardım konusunda aileleri ve bebek bakımından sorumlu bireyleri belirli aralıklarla eğitmesi önerilebilir. 189