33 SİNEMA: SATTIĞI ÜRÜN VE POPÜLER BİLİNÇ Sinema (veya
Transkript
33 SİNEMA: SATTIĞI ÜRÜN VE POPÜLER BİLİNÇ Sinema (veya
Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum 33 SİNEMA: SATTIĞI ÜRÜN VE POPÜLER BİLİNÇ Sinema (veya cinema, movie, film) dediğimizde görüntü, ışık, ses ve müzikle yapılan öyküyü içeren bir ürün; bu ürünü taşıyan ve gösteren araçlar; bu ürünü ve bu araçları üreten örgütlü bir sosyal yapı (şirket veya kurum) ve yapısal ilişkiler; bu ürünü, araçları, örgütlü yapıyı ve ilişkileri açıklayan, meşrulaştıran, bazen de eleştiren örgütlü (ve örgütsüz) düşünsel üretim akla gelmelidir. Dolayısıyla sinema seyir için üretilen bir ürün ve bu ürünün ideolojisiyle ilgili örgütlü bir faaliyeti, bu faaliyetin amaç ve sonuçlarını anlatır. Günümüzde sinema (ve müzik) küresel çapta iş yapan dev şirketler tarafından üretiminden, dağıtımı ve gösterimine kadar tekelleşmiş bir endüstriyel yapıya sahiptir. Bu şirketlerin önemli bir kısmı aynı zamanda CD, müzik üretimi ve dağıtımını da kontrol ederler. Örneğin Avrupa menşeli Vivendi Universal Studyosuna, Cineplex Odeon sinema zincirine ve United Cinema International’a sahiptir. Dünyanın en büyük firması “AOL–Time–Warner” sinemada Warner Bros sinema studyolarına, Hanna-Barbera Cartoons (Scooby Doo), 12 ülkede Multiplex sinemalara ve 30 ülkede Warner Bros Studio Dükkanlarına sahiptir. Dünyanın diğer en büyük devlerinden biri olan VIACOM sinema alanında Paramount ve United Cinemas International üretim studyolarına, Vivendi International ile ortak olarak Avrupa, Japonya ve güney Amerika’da 104 sinema salonuna, 27 ülkede satış yapan Bluckbuster Video Dükkanlarına sahiptir. Walt Disney ise sinema alanında Walt Disney, Touchtone, Miramaks ve Bueno Vista firmalarına sahiptir. 2 Hareketsiz fotoğrafla yazılan görüntü tek bir anın iki boyutlu alan içinde dondurulması ve kaydedilmesini getirdi. Hareketli resim yoluyla hayatın anları hayatın sürekliliğiyle birlikte kaydedilmeye başlandı. Sinema teknolojisi sessizden, sesliye, dar ekrandan geniş ekrana, siyah ve beyazdan renkliye, iki boyutludan, sadece bir moda olarak gelip geçen üç boyutluya doğru gelişme gösterdi (Tablo 1). Fakat temel yapı aynı kaldı: Görüntü, ses ve hareketle hayatın kurgulanmış kaydıyla temsil edilmesi. 2 Bu şirketler hakkında ayrıntılı bilgi için ek 4’e bakınız. 34 Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum Tablo 1: Sinemada üretim araçlarının gelişmesi Tarih 1640 1794 1824 1832 1838 1878 1878 1889 1890 1892 1894 1895 1896 1907 1908 1912 1922 1927 1930 1935 1941 1952 1977 1980 1982 1990 + Gelişme Kirchner, bir Alman Jesuit, büyülü feneri yaptı Panorama, sinema salonlarının öncüsü açıldı Peter Roget imajların kalıcılığına dikkati çekti Belçika’da phenakistoscope; Belgium ve Avusturya’da stroboscope İngiltere’de Wheatstone's stereoscope resimleri üç boyutlu gösterdi Muybridge hareket eden atın resmini çekti France, praxinoscope, görüntü oyuncağı T. Edison ve W. Dickson ilk hareketli resim kamerasını (kinetography) ve seyrediciyi (kinetoscope) yaptı İngiltere’de, Friese-Greene kinematograph kamera ve projektör yaptı. Edison ve Dickson peep-show kinetoscope yaptı. Lumiere kardeşler R. Paul’un kamerasını cinemagraphe yaratmak için aldı (Sinema adı bundan çıktı) Lumiere kardeşler Paris’te ilk hareketli resim kamerasını yaptı, ilk sinema salonunu açtı ve ilk filmi gösterdi Edison perdeye yansıtma sistemini vitascope diye adlandırdı; İlk sinema salonu New York’ta açıldı Bell and Howell film projeksiyon sistemini geliştirdi ABD’de, Smith gerçek renkli hareketli resmileri sundu Elle çevrilen film kameraları yerini motorla çevrilen aldı. Fox Movietone Haber film’de ses deneyimi yaptı Technicolor filmler için iki renk sürecini sundu Almanya’da UFSA “optical ses track” olan film yaptı. Kırmızı ve yeşil mercekle seyredilen ilk üç boyutlu film. İlk sesli sinema "The Jazz Singer" ayrı phonograph kaydıyla vitaphone teknolojisini kullandı Sesli sinema kabul edilen standart oldu Eastman-Kodak’dan kodachrome renkli film Moskova sinemasında stereo kondu Üç boyutlu film ve geniş ekran Video kaset ve evlerde film seyredilmeye başlandı Fransa’da holografik film bir martının uçuşunu gösterdi Japonya’dan elektronik resim kaydeden filmsiz kamera Dvd ve vcd, home theatre, dijital teknolojik araçlar Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum 35 Peter Roget’in imajların kalıcılığına dikkati çekmesinden 65 yıl sonra 1889’da Thomas Edison ve William Dickson “kinetography” adı verilen ilk hareketli resim kamerasını ve “kinetoscope” diye adlandırılan seyrediciyi yaptılar. 1894de Robert Paul tarafından yapılan kamerayı Auguste ve Louis Lumiere kardeşler “cinemagraphe” yaratmak için aldılar. Sinema adı buradan çıktı. Bir yıl kadar sonra Lumiere kardeşler Paris’te ilk hareketli resimleri gösterdiler ve ilk sinema salonunu açtılar. Edison 1896’da perdeye yansıtma sistemine “vitascope” adını verdi ve ilk sinema salonu New York’ta açıldı. George Melies’in "A Trip to the Moon" ve Edwin S. Porter’in "The Great Train Robbery" adlı ilk sinema klasikleri 1902-1903 arasında yapıldı. Bunları diğer klasikler takip etti: D.W. Griffith’in "The Birth of a Nation" (1915) ve “Intolerance” filmi. Fox Movietone News 1922’de filmde ses deneyimi yaptı. Lee DeForest bunu sonradan mükemmel hale getirdi. 1927’de ayrı phonograph kaydıyla vitaphone teknolojisini kullanan "The Jazz Singer" adlı ilk sesli film yapıldı. 1950’lerin yarısında filmler televizyonda gösterilmeye başlandı. Video kayıt ve gösterme teknolojisinin gelişmesiyle 1977’de Video kaset satışları ve kiralamaları çıktı ve evlerde film seyredilmeye başlandı. 2000 yılına gelindiğinde sinema salonları eski popülerliğini yitirdi; sinema kablolu televizyon, bilgisayar, CD ve DVD’yle yaygınlaşarak evlere taşındı. Sinemada görüntü, ses ve müzikle anlatımda kurgulanmış insan ilişkisi veya doğa dahil yaşamla ilgili bir temsil sunulur. Bunu insan için kurgulayan gene insandır. Dolayısıyla insan siyah beyaz dahil renkli görüntüyle yaptığı bu anlatımı sesle bütünleşik bir şekilde biçimlendirir. Sinemada kullanılan ses temel olarak iletişimde kullanılan söz, çağırma, doğal sesler ve kurgulanmış (müziksel) sesler olabilir. Perdede yansıyan görüntüsel ifadeleri (sözsüz iletişim) zenginleştiren sessel anlatımlarla inşa edilen film tutarlı bir bütünü oluşturur. Bu bütünle insanlara amaçlı düşünceler ve duygular filmin gösterim süresince yaşatılır. Bu yaşatma birbirini destekleyen ve birbiriyle uyumlu görsel ve görsel olmayan öğelerle inşa edilen öykülemeyle yapılır. Bu öyküleme titizlikle planlanmış bir inşadır ve örneğin sözlü anlatımda “kamu taşıma araçlarında bile fiziksel özürlülere en küçük bir kolaylık sağlanmamaktadır” derken ve bu deyiş 36 Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum acıklı bir müziksel sunumla desteklenirken, görüntüde bir özürlünün bir otobüsten büyük zorluklarla inişi (veya otobüse binişi) gösterilir; ödül alan bir filmde olduğu gibi otobüse biniş ve inişte en son teknolojiyle sağlanmış kolaylığın olduğu bir görüntü gösterilmez. Bu örnekte görüntünün anlattığı gerçekle sözün anlattığı gerçek birbirini yalanlayan bir karaktere sahiptir. Sesin (müziğin) kullanımında da benzer şekilde kurgulanan bir gerçeğin temsiliyle verilmek istenen düşünce ve duygusallık inşa edilir. Dolayısıyla bir tutarlılık aranır. Bu tutarlılık elbette anlatılmak istenenin ne olduğuyla belirlenir. Sinemayla anlatım nesnel ve evrensel gerçeklerin nesnel ve evrensel olarak yeniden inşası olmamıştır ve de olamaz. Çünkü sinema teknolojik bir örgütlenmenin ifadesidir. Dolayısıyla bu örgütlenme biçiminin ve ilişkilerinin içinde yaşayan ve onun biçimlendirdiği ve onun içinde kendini biçimlendiren insanın ürünüdür. Bu nedenle bu ürün belli üretim ilişkileri koşulunda örgütlü yapılar içinde biçimlendirilmiştir. Bu örgütlü yapılar ve ilişkilerin yaşam tarzını, umutlarını, beklentilerini, korkularını, geçmiş, şimdi ve gelecek hakkındaki düşüncelerini, kendilerini nasıl yeniden-yarattıklarını anlatır. Bu anlatım üretimin biçimlenmesinin ve ilişkilerinin doğasına bağlı olarak var olanı yücelttiği ve meşrulaştırdığı gibi eleştirebilir de. Günümüzde bütün dünya üzerinde egemenlik kurmuş olan Hollywood dünyasını ele aldığımızda eleştirinin bile büyük çoğunlukla kapitalist teknolojik yapının (=kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerinin) kendine meşrulaştırıcı ve düzeltme arayan bakışını görürüz. Bu bakışın özellikle duygusallığının (dolayısıyla duygusallık yoluyla sürdürülen bilinç yönetiminin) filmden geçerek verilmesinde sesin ve müziksel inşanın vazgeçilemez yeri vardır. Ses olmaksızın görüntüsel ifade çok az anlam iletebilir. Ancak sesle (söz ve müzikle) birleştirilen görüntü ve hareket amaçlı ifadeyi iletebilir. Filmde sanat, verilmek istenen ifadeyi verebilme becerisiyle ilişkilidir. Bu da filmde kullanılan müzik bağlamında müziksel anlatımın nerede ve nasıl ve ne beklentiyle (sonuçla) verilmek istendiğine karar verilmesi ve seçilen müziksel yapının ve temsilsel yerin en ustalıkla kullanılmasıyla ilişkilidir. Bu kullanımın öğretilemeyeceği ileri sürülür. Fakat günümüzde televizyon programları ve filmlerin üretimi ve bu üretimde gerekli öğelerin Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum 37 yerleştirilmesi bir tür “boşlukları doldurma” biçimine dönüştürülmüştür. Fakat gene de bu boşlukları herkes aynı beceriyle ve ustalıkla dolduramaz. Bu durumda bile sanatsal veya ifadesel farklılıklar kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Günümüz sinema endüstrisinin ürünlerinin temel karakterine bakıldığında sinemasal temsilden geçerek modern mitlerin yaratıldığını görürüz. Geleneksel mitolojiler teolojik temelli öykülerdir. Mitlerin yaratılmasında özel, istisna, yanlış, geçersiz, hayal ve sadece belli koşullarda doğru ve geçerli olanlar normalleştirilir, yüceltilir ve evrenselleştirilir. Egemen mit inşasında temel amaç var olan bir sosyal yapıyı meşrulaştırmaktır. Sinema, müzik, reklamcılık ve diğer kitle iletim medyasıyla gerçek olarak sunulan temsillerle gerçek yeniden inşa edilir ve bu inşa edilen, gerçeği tanımlar ve gerçeğin yerini alır. Sinemada daima bir tür suç ve ceza, suçlu ve suçsuz, cezalanan ve cezalandıran, doğru ve yanlış, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, haklı ve haksız, umutlar ve umutsuzluklar vardır. Bütün bunlarla ilgili belirsizlikler ve gerginlikler yaratılır ve sonunda çözüm getirilir. Bütün bunlar daima meşrulaştırılmış mülkiyet düzeni, bu düzendeki ilişkiler, bu ilişkilerin ihlali ve sonunda düzene geri dönüş ve düzenin tamiri vardır. Mülkiyet daima bir mal ve/veya bir diğer insan üzerindeki hak olarak ortaya çıkar. Mülkiyet düzeninin ihlali de mala (materyale veya insana) sahip olmanın normal bilinen yolu dışında gayri meşru olarak sahip olma girişimi olarak sunulur. Geçici olarak gayri meşru sahiplik elde edilir veya daha değerli gayri meşru sahiplik elde etmek için diğer mülkiyet hakları ihlal edilir (örneğin tecavüz, kaçırma, şantaj). Ne olursa olsun, sonunda mülkiyete tecavüz edenler cezalarını bulurlar, ihlal edilen mülkiyet düzeni yeniden kurulur ve kapitalist düzen kurgu ve hayal dünyasında da hem korkularını ve kabuslarını giderir hem de bilinç yönetimi işini yapar. Popüler mafya türü ve cinayet filmleri, özellikle örgütlenmiş suç\cinayet filimleri, Little Caesar (1930), The Public Enemy (1931), G-Man (1939) klasikleri ve yakın geçmişin Godfather ve benzerleri Amerika’nın resmi sloganı "suç ödemez" lafıyla alay eder. Bugün suç ödemez lafı birbirini tamamlayan iki anlama gelir: "suçu işlersin, ödemezsin" ve "suç öder (=para kazanırsın, iyi yaşarsın anlamına)". 38 Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum Günümüzde Türkiye’de mafya babalarını ve ağaları yücelten sinema ve televizyon filmlerinde aynı zamanda bu bilinç de işlenmektedir. Bu durum işsizliğin yoğun olduğu bir koşulda çıkmaza giren insanların kaçınılmaz olarak alternatif olarak göreceği bir yoldur. Bu alternatif “kısa yoldan köşeyi dönme” kültürünün egemen kılındığı bir ortamda daha da güçlenir. Ama bu önü tıkanmış kitlelere bütün diğer özendirilenlerde olduğu gibi verilen sahte bir biliştir ve büyük çoğunlukla hayal kalır; bunu gerçekleştirmeye çalışan küçük bir azınlık da sonunda “su testisi su yolunda kırılır” ata sözünü gerçekleştiren meşrulaştırılmış mülkiyeti koruyan sistem tarafından kırılır. Çünkü “suç\cinayet ödemez” lafında “suçu işleyip ödemeyen” işçi sınıfının insanları değil, örgütlenmiş diğerleridir (güçlülerdir). Gangster filmlerinin sonunda gerçi birkaçının dışında gangsterlerin çoğu muhteşem bir çatışma sonunda muhteşem şekilde öldürülür. Fakat ölünceye ve öldürülünceye kadar da yaptıklarıyla dünyadan epey zevk alır ve dünyaya adlarını bırakıp giderler. Dolayısıyla sürüne sürüne uzun yaşamaktansa, zevk ve sefa içinde kısa yaşamak daha iyidir. Ama buna çok az kişi cesaret eder. Bütün bunlar kapitalist ideolojinin önemli bir fikrini destekler: Kişi kendini adayarak, bütün gayretini vererek, azimle çalışarak ve cesaretle başarıya ulaşır. Yani cesaret, azim, kendini adama ile kişinin yapamayacağı hiç bir şey yoktur: Simit satarak başlayıp zengin olabilirsin. Sokaktaki sürü zengin değil, çünkü ne azim, ne cesaret, ne sebat var onlarda. Aslında, bu sürünün sürüce sebatı, cesareti, azmi olmaksızın zenginliğin yaratılmayacağı ima bile edilmez. Zenginlik havada asılı “gel beni al” diye beklemiyor: Zenginlik bölüşülmüş vaziyette birilerinin mülkiyetinde. Bu ideolojik bilinç yönetiminde toplumsal servetin bölüşümü, yaratılışı ve dağıtımı üretim ilişkilerinin yapısına veya gerçekçi herhangi bir şeye bağlanmaz; onu yerine çalış ve zengin ol gibi popüler mitler yaratılır. Her gün yaşam kavgası verenler, ev kirasını ödemek, karnını duyurmak için ana baba çoluk çocuk günün çoğunu çalışmakla geçiren insanlar hor görülür. Hem bu insanların sırtından zengin olunur, hem de havadaki toz, sokaktaki boş gezen köpek gibi nitelenirler. Eğer bir mahallede bir kişi çalışıp zengin olduysa, bu o sistemin üstünlüğünün değil ne olduğunun delilidir: İstisnalar ne zamandan beri kuralları bozar? Sinema, Müzik, Kültür, İnsan ve Toplum 39 Kapitalist ideoloji işine gelen bazı istisnaları evrensel kurallar olarak yutturmuş bize. Bir diğer deyimle nasıl da kendi kendimize, çocuğumuza, etrafımıza yutturmuşuz bu tür uyduruları. Suç/cinayet filmlerinin sonunda (televizyonda, sahnede seyrettiklerimiz) kahraman bir polis, spiderman veya “iyi kahraman” beceriksiz bürokrasiye, kötü kasaba ve kasabalılara, kötü yabancılara, kötü insanlara, vahşi ve korkulu doğaya, kötü süper güçlere rağmen acı ve zorluk çeker ama sonunda “kötü olanın” hakkından gelir ve geçici olarak bozulan düzen “adalet yerini bularak” yeniden inşa edilir. Filmlerdeki bu tür temalar, aynı zamanda, kötülerin, kötülüğün, cinayetin, tecavüzün vb “yıkıcı ve bozucu” faaliyetlerin arttığı, devletin ve adaletin sıkıntı içinde olduğu gibi sansasyonel haberlerden geçerek sistemin baskıcı taktiklerini halkın soruşturmadan kabul etmesine yardım eder. Eğlence ve güldürü olarak biçimlendirilen filmler ise alelade olanla, sistemin aptalca yanlarıyla, değersiz olanla, anlamsız olanla alay ederek alay ettiğini daha da değersizleştirir. Bu değersizleştirme seks ilişkilerine geldiğinde sanki “kadın hakları, seks tabularının yıkılması, seksist sistemle alay etme” gibi sunularak hem seks konusu önemsizleştirilir hem de seks konusuyla ilişkili önemli olanlar çarpıtılarak ve homoseksüelliğin desteklenerek vurgulandığı “bireysel tercihlere” indirgenerek çözümlenmeye çalışılır. Özellikle televizyonlardaki filmlerde ve diğer bütün programlarda endüstriyle mallar ve bu malların bilinci sürekli bir şekilde çağdaş insan profili içinde satılır.