Yrd.Doç.Dr. Harika DURGUN
Transkript
Yrd.Doç.Dr. Harika DURGUN
Tanzimat Devri Romanlarında Ölümcül Kadınlar (Femme Fatale) H. Harika Durgun* Kadın ile erkek arasındaki hukuksal, toplumsal eşitsizliklerin, 1789 Fransız İhtilaliyle gündeme geldiğini söyleyebiliriz. Kadın ile erkeğin eşitliği kuramına dayanan feminizm, temelde kadına toplum içinde erkekle eşit haklar tanımak ister. Toplumsal ve siyasal bir akım olarak ortaya çıkan feminist hareket, 1960’larda edebiyat sahasında da kendini göstermiş ve feminist eleştiri, edebî eserlerde kadının nasıl ele alındığını değerlendirmiştir. Bunu yaparken edebiyata iki farklı açıdan yaklaşmışlardır: Okur olarak kadına yönelik eleştiri Yazar olarak kadına yönelik eleştiri Okur olarak kadına yönelik eleştiri yönteminin amacı erkek yazarların eserlerine kadın okur gözüyle bakarak bu eserlerdeki cinsel ideolojiyi, kadın imgelerini, klişe kadın tiplerini tespit ederek bunların feminist açıdan yorumunu ve eleştirisini yapmaktır. Yazar olarak kadına yönelik eleştiri ise kadın yazarları ve kadın söylemini esas almaktadır. Feminist eleştirmenlere göre edebî eserlerde erkek yazarlar, biri melek biri şeytan birbirine zıt iki tip yaratmıştır: Kurban tip (victim) ve Ölümcül kadın tipi (femme fatal).1 Batı edebiyatında karşımıza çıkan kurban tip, zengin bir erkek tarafından baştan çıkarılıp sonra korkunç kaderine terk edilmiş masum, namuslu, uysal, yumuşak başlı bir kızdır. Her ne kadar Müslüman-Türk toplumu bir kız ile bir erkeğin serbestçe görüşüp flört etmesine izin vermese de bir iki istisna dışında –Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım ile Halit Ziya’nın Sefile- Tanzimat devri romanının kurban tipleri ya görücü usulü evliliğe karşı koyamayarak sevdiğine ihanet etmektense ölümü tercih eden genç kızlar (Fitnat, Hayfa) ya da evin cariyesi/ odalığı olup sevdiğine sadakatini kanıtlayanlar (Dilaşup, Dilber, Dilsitan) veya evli olup eşleri veya başka erkekler tarafından kandırılan kadınlar (Zekiye, Ferdane, Nusret, Saniha, Siranuş, Madam Hamparsun) olarak ele alınabilir. Batı edebiyatındaki ölümcül kadın tipi ise aşina olduğumuz kadın tipinden öte, güçlü, tehditkâr, güven telkin etmeyen, göz alıcı bir güzelliğe, cazibeye ve doymak bilmez cinsel isteklere sahip olan biridir. Bu özellikleriyle erkekler için öldürücü, mahvedici bir kadın konumundadır. Feminist eleştiriye göre aslında bu kadınlar, ataerkil toplumda yaşayan erkeğin yarattığı tiplerdir. Çünkü ataerkil düzende erkek üstünken kadın baskı altındadır. Bu * Yrd. Doç. Dr. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Ayrıntılı bilgi için bkz. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 249262. 1 bakımdan ölümcül kadın, erkeğin egemen olduğu toplumda, otoriteye başkaldıran bir kadını temsil ettiği için okura bir “şeytan” olarak sunulur. Hile, yalan, entrika, cinayet onun silahlarıdır.2 Batı edebiyatında aslında Kutsal Kitap’taki Lilith’ten ya da Âdem’e yasak elmayı yediren Havva’dan itibaren mitolojideki Agamemnon’un karısı Clymnestra, Shakespeare’in Cleopatra, Bitez’in Carmen karakterlerinde görebiliriz.3 Batılı anlamda Türk romanı her ne kadar Fransız romanını tercüme etmek veya bu romanı bize adapte etmekle işe başladıysa da sözünü ettiğimiz kurban ve ölümcül kadın tipleri, bize Batı’dan gelmemiştir. Türk edebiyatında ölümcül kadın tipinin kökeni Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi’dir. Tanzimat yazarları, Batı romanlarındakine benzer kadın erkek ilişkilerine göre düzenlenmiş bir aşk ilişkisine yer veremedikleri için tahkiye geleneğinden istifade etmişlerdir. Tanzimat devri romanındaki ölümcül kadın tipleri: Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi (1851-1852) Hançerli Hanım Yeryüzünde Bir Melek (1875) Arife İntibah (1876) Mehpeyker Cezmi (1880) Şehriyar Esrar-ı Cinayat (1884) Hediye Ahmet Metin ve Şirzad (1892) Neofari 1851-1852 yılları arasında Ceride-i Havadis’te yayınlanan Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi, sözlü geleneğe bağlı bir halk hikâyesidir. Yazarı belli değildir. Hikâyede ailesi tarafından ihtimamla büyütülen ancak babası vefat ettikten sonra hayatta kötülere karşı tek başına mücadele eden genç, yakışıklı ve tecrübesiz Süleyman’ın başından geçenler anlatılır. Süleyman, babası vefat ettikten sonra yüklü bir mirasa kavuşur ve bu mirastan faydalanmak isteyen dalavereci, serseri takımı kendilerini babasının arkadaşları gibi tanıtarak onu kandırır. Bütün mirasını içki ve kumar âlemlerinde harcar ve sonunda sadakayla geçinen sefih bir hayat sürer. Bu süre zarfında annesi ve baba dostu İbrahim Bey tarafından uyarılsa da onları dinlemez. Bir yıl boyunca böyle perişan bir hayat geçirdikten sonra İbrahim Bey tarafından Bedesten’e çırak verilir. Yakışıklı bir genç olduğu için görenlerin dikkatini çeker. Süleyman bir gün, bir arabanın içinde iki kadın görür. Bunlar Hançerli Hanım ile kölesi Kamer’dir. Süleyman, Kamer’e, Hançerli Hanım da Süleyman’a âşık olur. Süleyman, Kamer’i görebilmek için pek çok kere Hançerli Hanım’ın yalısına giderek onunla beraber olur. 2 Ayrıntılı bilgi için bkz. Eva Bru-Dominguez, “The Body as a Conflation of Discourses: The femme fatale in Merce Rodoreda’s Mirall trencat (1974)”, Journal of Catalan Studies, 2009, 50-59. 3 Jennifer Hedgecock, The Femme Fatale in Victorian Literature: The Danger and the Sexual Threat, New York: Cambia Press, 2008, s. 8-9. Süleyman’ın Kamer’i sevdiği Hançerli Hanım tarafından fark edilince Kamer, yılanlı bir ormana atılarak ölüme terk edilir. Süleyman, Kamer’i kurtarır ancak Hançerli Hanım’ın adamları peşlerine düşer ve Süleyman’ı denizde boğmaya çalışırlarken IV. Murat’ın yakın dostu Tıflî Efendi tarafından görülür ve kurtarılır. Durum padişaha intikal eder ve Hançerli Hanım cezalandırılır. Anlatıcı tarafından “zalim, merhametsiz, şuh-meşrep kadın, cani karı”4 şeklinde tanımlanan Hançerli Hanım, Süleyman ile Kamer’in birbirini sevdiğini görünce Kamer’in Süleyman’ı baştan çıkardığını düşünür ve onu cezalandırır. Ancak Süleyman’ın Kamer’i kurtarması üzerine Süleyman’dan intikam almak ister. Adamlarına Süleyman’ı adaya götürmelerini kıyıda öldürüp denize atmalarını gizlice söyler:5 Sahile cüz’i bir mesafe kalmıştı. Hançerli Hanım, artık son derece mest olduğu cihetle Süleyman Bey’e itâb-âmiz ve korkunç hitaplara başlamıştı. Süleyman Bey, başını ellerinin arasına alıp düşünürken, zalim karı, elbisesinin altında sakladığı hançeri çıkararak hemen zavallının boş böğrüne sapladı ve kanlı vücudunu denize attırdı. Süleyman, Sultan Murad’ın dostu tarafından kurtarılır, durum padişaha intikal eder ve Hançerli Hanım: “Aman efendim, cariyeniz gayet dessas, gaddar, nice mazlumlara zulmeden bir mekkâre-i zaman idim.. Hepsine na-hak yere zulüm ve cefa ettim.. Hakkımda nasıl bir hüküm verilirse razıyım” diyerek suçunu itiraf eder. Padişah tarafından Mısır’a sürgüne gönderilmesine karar verilse de Hançerli Hanım bu süre zarfında Süleyman’dan öcünü almak ister. Fakat başarısız olur. Padişah tarafından bu sefer kendi hançeriyle öldürülmesi emredilir. Buna da Süleyman engel olur. Sonunda Hançerli Hanım “her şeye tövbe ettiğini” söyleyerek kurtulur. Ahmet Mithat Efendi Yeryüzünde Bir Melek romanında Şefik’le Raziye’nin aşkını ve bu aşk için verdikleri mücadeleyi anlatır. Şefik’le Raziye beraber büyümüşlerdir. Şefik, tıp tahsili için Paris’e gittikten sonra Raziye, evlendirilir. Paris dönüşü Raziye’nin evlendiğini haber alan Şefik, Raziye’yle gizlice mektuplaşıp görüşürler. Bu esnada Şefik, Arife adlı bir hastaya çağrılır. Arife, Şefik’ten hoşlanır ve ona yakınlık gösterir, onu sevdiğini söyler. Ancak Şefik’ten karşılık göremeyince intikam almak için iki sevgilinin buluştuğu esnada eve baskın düzenletir ve baskın sonucu Şefik, Vidin’e sürülür, Raziye’yi kocası boşar, sefalet içinde yaşamaya başlar. Romanda bir hayat kadını olan Arife, aşağı yukarı otuz yaşlarında, koyu kumral saçlı, beyaz tenli, kalın kaşlı, kıvırcık kirpikli, çekici, alımlı, güzel bir kadındır. 6 Fiziksel 4 Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi, (Yay. Haz. Yakup Çelik) Akçağ Yayınları, Ankara, 1999, s. 30, 37. Hançerli Hanım Hikâye-i Garibesi, s. 55. 6 Ahmet Midhat Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, (Haz. Nuri Sağlam), TDK Yayınları, Ankara, 2000, s. 62-63. 5 güzelliğinin yanı sıra “terbiye ve nezaket, inşa ve kitabet” yönünden de bir kusuru yoktur. Şefik, Raziye’yle aralarında bir karşılaştırma yaptığında Arife’yi bir “âfet” olarak tanımlarken Raziye bir “melek”tir:7 Ah benim melek Raziyeciğim! Dünyada sen birsin bir! Yeryüzünde bir meleksin! Arife ile senin aranızda ne kadar fark var! Kadınlığın iki hâl-i mütezaddı her birinizde ayrı ayrı tecelli eylemiş. Kadınlıkta melekiyetten her ne varsa sende ve şehvaniyetten her ne varsa onda cem olmuş. Aşkına, ilgisine karşılık bulamayan Arife, âdeta Şefik’le Raziye’yi tehdit ederek onların hayatlarını, birlikteliklerini mahvedeceğini söyler:8 Ben senin yabancın değilim Şefik! Sen benden ne kadar istikrah edersen et, ben seni seviyorum. Fakat ne kadar çok seviyorsam sana husumetim o kadar ziyadedir. Bundan sonra dahi ne kadar muhabbetim artacak ise husumetim dahi şiddet bulacaktır. Ben, mert bir insanım. En sonra yapacağımı en evvel haber veriyorum. Sevdiğiniz hanım, benim gibi aşüfte olmadığı için bana tercih ediyorsun değil mi? Onu da benim gibi aşüfteler derecesine indirmek pek kolaydır. Arife, istediğini elde eden bir kadındır ve kurduğu plan neticesinde Şefik ile Raziye’nin buluştuğu ev, zaptiyeler, mahalle imamı ve mahalleliler tarafından baskına uğrar. Özellikle Arife’nin adamları bekâr bir erkekle, evli bir kadının bir araya geldiğini haber vererek namusun ayaklar altına alındığını söylerler ve halkı galeyana getirirler. Arife’nin istediği gibi iki âşık birbirinden ayrılır, hayatları alt üst olur. Ancak romanın sonunda Şefik’le Raziye birbirlerine kavuşur ve evlenirler. Arife sefih bir hayat süren çingene karısı şeklinde karşılarına çıkar, onların bu mutluluğuna dayanamaz ve intiharı seçer. Tanzimat romanında karşımıza çıkan bir başka ölümcül kadın Namık Kemal’in İntibah’ındaki Mehpeyker’dir.9 Romanda genç ve tecrübesiz Ali Bey, bir hayat kadını olan Mehpeyker’e âşık olur. Aslında Mehpeyker de Ali Bey’i sever, hatta onu bir kurtarıcı olarak görür. Ancak Ali Bey, bir yanlış anlaşılma sonucu onun kendisini aldattığını düşünerek Mehpeyker’i terk eder ve evdeki cariye Dilaşup’la evlenir. Ali Bey’den intikam almak isteyen Mehpeyker, Dilaşup’a kötü suçlamalarda bulunarak onun evden kovulmasını sağlar. Ali Bey, üzüntüsünden içki ve kumara alışır. Mehpeyker, hiddetinin ve kıskançlığının önüne geçemeyerek Ali Bey’i öldürmek ister. Ancak Ali Bey, Mehpeyker’i öldürür ve hapse atılır, altı ay sonra da ölür. Mehpeyker, harikulâde güzel bir kadındır. Ali Bey’in gözünden şöyle tasvir edilir:10 7 Ahmet Midhat Efendi, Yeryüzünde Bir Melek, s. 88-89. Ahmet Midhat Efendi, age., s. 111. 9 Güzin Dino, İntibah ile Hançerli Hanım Hikâyesi’nde olay örgüsü ve kahramanlar yönünden bir benzerlik olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlatır. Türk Romanının Doğuşu, Cem Yayınevi, İstanbul, 1978. 10 Namık Kemal, İntibah, Özgür Yayınları, İstanbul, 2012, s. 48. 8 Üstad elinden çıkma sanemlerden mütenasip yapılı, siyaha mail samurî saçlı, incerek düz kaşlı, noktalı yeşil gözlü, siyah ve uzun kirpikli, hafif sarı üzerine mevcli koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufak ağızlı, şiddet-i şehveti gösterir surette âteşî kırmızı kalınca dudaklı, her karşısına geleni kucaklayacak gibi önüne mail yürür, insanın kalbine girecek gibi manzuruna dikkatle bakar bir âfet… Peri kadar güzel, çekici Mehpeyker, kötü şartlarda büyümüş, biraz okuma-yazma bilen ama vaktinin çoğunu “meşhur aşüftelerin” eğlence meclislerinde geçiren ahlâksız bir kadındır. Ali Bey tarafından hakaret görüp aşağılandıktan sonra eski dostu Suriyeli Abdullah’a gider ve “İstediğimi yapmak elinden gelir mi? Taahhüt edersen maksadım hasıl oluncaya kadar bütün bütün sana münhasır dururum. Ah! Bir gün intikam.. Bir kere intikam… Ondan sonra isterse dünyanın altı üstüne gelsin”11 diyerek kinle, nefretle Ali Bey’den intikam almak ister. Ancak romanın sonunda “Mehpeyker tagallüp gibi dökmek istediği kan içinde boğulmuş, hâk-i mezellette yuvarlanı[r]”12. Yazar-anlatıcının Mehpeyker hakkında kullandığı “habîse, fahişe, fâcire, hınzıre, mel’une” gibi tabirler onun kişiliğini ortaya koyar. Namık Kemal’in bir diğer romanı Cezmi’de İran şahı Tahmasp’ın kızı Perihan ve gelini Şehriyar ile karşılaşırız. Cezmi, yarım kalmış bir tarihî romandır. Olaylar, 16. yy’da Osmanlı-İran savaşının devam ettiği bir dönemde geçer. Cezmi, Adil Giray’la İran’ın Şii hanedanından kurtarılarak Osmanlıya bağlanması planları yapar. Bu esnada Adil Giray, İran şahına esir düşer fakat şahın kızı ve gelini ona âşık olur, sarayda onu bir esir gibi değil, bir misafir gibi tutarlar. Şahın kızı Perihan, on sekiz, on dokuz yaşlarında, güzel, saf, cesur, iradeli bir kızdır. Şehriyar ise kırk yaşına yaklaştığı halde güzelliğini kaybetmemiş, şahsi menfaatlerini her şeyin üstünde tutan, entrikacı, ahlâki değerlerden yoksun bir kadındır.13 Her ikisi de ihtiraslıdır. Ancak Şehriyar, tehlikelidir, her türlü zulmü yapabilir, bunu söylemekten de ayrı bir haz duyar. Romanda Perihan ile Adil Giray’ı öldürme planları kurar. Ama romanın sonunda Şehriyar, Perihan ve Adil Giray ölür. Türk edebiyatının ilk polisiye romanı kabul edilen Ahmet Mithat Efendi’nin Esrar-ı Cinayat’ında ölümcül tip, Hediye Hanım’dır. Otuz beş yaşını geçkin, beyaz tenli, kaş göz sahibi, uzun boylu, endamlı, nazik, dilber bir kadındır. Okuma-yazması olan, “şeytana külahını ters giydirecek kadar zeki” Hediye Hanım, aynı zamanda güzel konuşmasıyla etrafındakileri kendine bağlamasını bilir.14 Dul bir kadın olan Hediye Hanım, usulsüz işlerinde Beyoğlu mutasarrıfı Mecdeddin Paşa tarafından korunur. Hazerfen Mustafa Çelebi ile bir süre beraber olur ve onu kötü işlerine alet eder: Sahte para basımı. Hediye Hanım, 11 Namık Kemal, İntibah, s. 135. Namık Kemal, age., s. 188. 13 Namık Kemal, Cezmi, İnkılâp Kitabevi, 7. Baskı, İstanbul (tarihsiz), s. 23. 14 Ahmet Midhat Efendi, Esrar-ı Cinayat, ( Haz. Ali Şükrü Çoruk), TDK Yayınları, Ankara, 2000, s. 98, 115. 12 varlıklı, iş güç sahibi, maharetli Hazerfen Mustafa’nın kalpazan olup “Kalpazan Mustafa” adıyla anılmasına sebep olur ve Mustafa adam öldürerek Avrupa’ya kaçar. Ancak dönüş yolunda vefat eder. Hediye ise kör bir dilenci kılığında cami kenarında dilenir. Ahmet Mithat Efendi, bir başka romanı Ahmet Metin ve Şirzad’ta Boğdanlı Neofari’yi karşımıza çıkarır. Ahmet Metin, Selçuk şehzadesi Şirzad’ın macerasına özenerek yaptırdığı bir gemiyle Akdeniz seyahatine çıkar. Ahmet Metin’in yanında Madam Çokagano sahte adıyla yolculuk yapan Neofari, hizmetçi Katerina ile birlikte Ahmet Metin’in sevgilisi zannettikleri ve kıskandıkları Vasiliki’ye zarar vermek için plan yaparlar. Onların planlarını duyup Vasiliki’ye anlatmak isteyen İtalyan rehberi denize atarak öldürürler. Gemide İtalyan rehberin kazayla denize düştüğü sanılır ve olay kapanır. Romanın sonunda Neofari’nin bir nehre düşerek boğulup öldüğünü öğreniriz. Neofari bir Boğdanlı olup, daha küçük yaştan eğitimine önem verilmiş, “prenses” gibi büyütülmüş biridir. Fransa’da eğitim alır ve ülkesine döndüğünde hep Paris’i arar. Alafrangalaşmış biridir. Almanca ve Fransızca bilir. Neofari gayet açık mizaçlı bir kadın olup, pek çok erkeğin beğenisini kazanır, ilgisini çeker. Hatta erkeklere gösterdiği gayet cüretkâr, şuh tavır ve hareketler, Paris’in en şık bayanlarını bile mahçup eder. Fakat bunun yanı sıra zeki, kültürlü ve bilgilidir.15 Bütün bu ölümcül kadın tiplere baktığımızda şunu söyleyebiliriz: - Her biri güzel, alımlı, çekici kadınlardır. - İhtiras sahibidirler. İstediklerini elde etme uğruna her şeylerini feda ederler. - İstediklerini elde ederek veya intikam alarak kısa süreli bir zafer yaşarlar fakat daha sonra dönüşü olmayan bir yola girerler. Bazen sevdikleri, bağlandıkları erkeklerin hayatıyla beraber kendi hayatlarını da mahvederler. Sonuç olarak Jale Parla’nın Babalar ve Oğullar kitabında işaret ettiği üzere Tanzimat yazarları Asya’yı “erkek”, Avrupa’yı “kadın” olarak kişileştirmişler ve bu birlikteliği benimseyip kabul etmişlerdir. Şinasi bir yazısında: “… Asya’nın akl-ı piranesi Avrupa’nın bikr-i fikri ile izdivaç etmek için bir haclegâh olmuştur” diyerek Asya’nın olgun aklı ile Avrupa’nın yeni düşüncelerini bir araya getirmek ister. Batılılaşma dediğimiz bu evlilikte tehlikeli bir kadın olarak Avrupa/ Batı, Asya’nın/ Doğu’nun/ erkeğin sahip olduklarını, değer yargılarını ne yazık ki elinden almıştır. Avrupa âdeta ölümcül bir kadın rolü üstlenmiştir. 15 Ahmet Midhat Efendi, Ahmet Metin ve Şirzat, (Haz. Fazıl Gökçek, Özlem Nemutlu), Ankara, 2013, s. 168191.