Peyami Safa Frankfurt Richard Branson
Transkript
Peyami Safa Frankfurt Richard Branson
DüşünTaşın düşün taşın derneğinin yayınıdır. Ocak 2016/1 Selim Çavuş: “Ülkemizin Geleceği İçin Değer Üretmek Zorundayız” Sınır Tanımayan Girişimci: Richard Branson Kitap Peşinde Frankfurt Dokuzuncu Hariciye Koğuşu: Peyami Safa 5 EDİTÖRDEN Yeni Bir 365… Düşün Taşın Derneği olarak 2016 yılında yepyeni bir heyecan içerisindeyiz. altı yıldır yürütmekte olduğunuz projeler, farkındalık alanında yaptığımız çalışmalar, hayatlarına dokuduğumuz genç arkadaşların sayısı yüz binlere ulaşmaya başladı. Bir hayal ile 2010 yılında tohumları toprağa saçılan bu iyilik hareketinin giderek büyümesi ve güçlenmesi dernek üyelerimizin özverili çalışması, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızın çizmiş olduğu vizyon ve bize inanan, destekçilerimiz onursal üyelerimizin katkıları ile meyve vermeye başladı. Şu an elinizde bulunan bu dergi yıllardır hayalini kurduğumuz süreli yayın çıkarma hayalimizin gerçeğe dönüşmüş halidir. Derneğimizin ikinci beş yıllık planları arasında yer alan Düşün Taşın Vakfını, derneğimizin yedinci yılını kutlamayı düşündüğümüz 15 Ocak 2017 Pazar günü kurmayı hayal ediyoruz. Kendilerini hem sosyal hem kişisel hem de akademik olarak geliştirmek için çalışmalar yapan dernek üyelerimizin Türkiye’nin içinde bulunmuş olduğu bu geleceğe yatırım yapmaya müsait atmosferde gençler olarak bizler de üzerimize düşen vazifeyi yerine getirmek için var gücümüz ile çalışacağız. İki yıldır üzerinde çalışmalar yaptığımız İstikrar kavramı ve bu kapsamda gerçekleştirdiğimiz sekiz İstikrar Buluşmaları etkinliklerini Ocak-Şubat-Mart-Nisan aylarında da daha geniş kitlelerle gerçekleştirerek 11 Mayıs 2016 Çarşamba günü WOW Convention Center’da yapacağımız İstikrar Zirvesi ile taçlandıracağız. “Gönlüm uçmak isterken semavi ülkelere; Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere” diyen Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in de şikâyetçi olduğu gölgelerin varlığını bilip, bu ve benzeri tüm olumsuzluklara kulağımızı tıkayıp hedeflerimiz doğrultusunda derneğimizin 20 yılına denk gelen 2030’da Düşün Taşın Üniversitesini kuracağız. Belirlediğimiz tüm bu hedefler doğrultusunda atacağımız AKİLANE adımlar, bize inanan insanların varlığı ve Rabbimizin yardımı ile bu işlerin hepsinin altından kalkmak için ekip arkadaşlarımız ile daha çok çalışacağız. Çünkü; AŞAĞIDA DAHA ÇOK YER VAR… Düşün Taşın Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selim ÇAVUŞ EDEBİYAT Peyami Safa - Hastane Koridorlarında Dokuzuncu Hariciye Koğuşu 50 SÖYLEŞİ İsmail Kılıçarslan “Adam Olmada İstikrar” 54 GEZİ Kitap Peşinde Frankfurt 58 AKTÜEL Sınır Tanımayan Girişimci Richard Branson İmtİyaz Sahİbİ Düşün Taşın Derneği Selim Çavuş 62 Yayın Yönetmeni İsmail Ünlü Yazı İşleri Müdürü (Sorumlu) R. Hilal Bayram Yayın DanışmanLARI içindekiler HABERLER Dehalar Aranıyor 8 PROJELER Öğreten ve Buluşturan Şehir: İstanbul 10 RÖPORTAJ Selim Çavuş “Ülkemizin Geleceği İçin Değer Üretmek Zorundayız” 34 Prof. Dr. Sefer Şener Orhan Samast Ümit Sanlav Mustafa Şen Serhat Dıravacı Cengiz Ayyıldız Yayın Kurulu Esra Çavuş Merve Çelikkaynak Şura İşçi Aynure Muratoğlu Züleyha Dıravacı İsmail Kaya Arif Acar Ümit Türkseven İLETİŞİM Vatan Mah. Esenler Cad. Akasya Sok. No: 7/3 Bayrampaşa/ İstanbul 0212 501 49 87 0535 264 94 03 dusuntasin@dusuntasin.org.tr YAPIM Cube Medya Yayıncılık Tanıtım Organizasyon Hizmetleri Tic. Ltd. Şti. Genel Koordinatör İNCELEME Edebiyatla Hukuk Arasındaki İlişki 38 MİMARİ Azametten Zarafete KİTAP Kitap Okuma ve Beyin Ömer Arıcı Grup Direktörü Mustafa Özkan Yayınlar Koordinatörü Melih Uslu 42 Editör Hanife Çelik Sanat Yönetmeni 44 Serpil Atmış Yönetim Yeri Koşuyolu Mah. Katip Salih Sok. No:48/1 Kadıköy İstanbul İletişim: info@cubemedya.com Tel: +90 216 325 25 52 BASKI İMAK OFSET Merkez Mah, Atatürk Cad, Göl Sok, No: 1 Yenibosna 34192 Bahçelievler, İstanbul. Telefon/Phone: +90 212 656 49 97 8 HABERLER 9 Dehalar Aranıyor Toplamda 13 farklı alanda başvuru imkânı sunan çalışmalarımıza Türkiye’nin her yerinden ‘DEHA’ olduğunu düşünen pek çok gönüllü insan başvuru yaptı. Düşün Taşın Derneği olarak 3 Ağustos 2015 tarihinde bizimle birlikte iyiliğe, gönüllü olacak arkadaşları bulmak için “Dehalar Arıyoruz” ilanı ile yola çıkarak; Donanım sahibi olmak isteyen Eğitime, Gelişmeye önem veren Heyecanını Harekete dönüştüren Aktif, girişimci olduğunu düşünen herkesi davet ettik. İlanımızda hangi konularda çalışabileceğimize yönelik ayrıntılı bir liste oluş- turduk. Bu listede metin yazarlığından eğitmenliğe, kitap toplama ve bağışından kurumsal iletişime, çocuk dünyasından proje ekibine pek çok alan yer almaktaydı. Toplamda 13 farklı alanda başvuru imkânı sunan çalışmalarımıza Türkiye’nin her yerinden “DEHA” olduğunu düşünen pek çok gönüllü insan başvuru yaptı. Sosyal medya hesaplarımız ve birkaç haber sitesinde yayınlanan ila- nımıza çok kısa bir sürede Türkiye’nin dört bir yanından tam 500 başvuru aldık. Bizde ilanımızda belirttiğimiz gibi başvuru süreci tamamlanır tamamlanmaz “DEHA” adaylarımızın başvurularını incelemeye başladık. Elemelerde adayların bizlerle paylaştığı tüm bilgilerine dikkat ettik. Bir grup arkadaşımız İstanbul’ dan yapılan başvuruları incelerken bir kısmımız şehir dışı başvurularını inceledi. Kimseye en ufak bir haksızlık yapılmamasına gayret ederek yoğun mesailer harcadık. Benimle birlikte çalışan ekip arkadaşım Hilal Taşdan ile İstanbul’dan yapılan 200 başvuruyu tek tek aradık. İlanımızda belirttiğimiz mülakat tarihleri yaklaşırken pek çok dehayla iletişime geçmiş ve ilk randevuları oluşturmaya başlamıştık bile. 22 Ağustos 2015 tarihi geldiğinde derneğimizin yönetim kurulu ile ofisimizde tüm misafirperverliğimizle 46 misafirimizi ağırlamak için hazırdık. 23 - 29 ve 30 Ağustos tarihlerinde de devam eden bu süreç zarfında toplamda 121 kişi ile yüz yüze görüşmemizi gerçekleştirmiş olduk. Görüşmeler esnasında katılım sağlayan tüm adaylara önümüzdeki sürecin nasıl işleyeceğine dair süreci ifade ettik. Mülakatın sonucunda başvurularının kabul edilip edilmediğine dair bir mail alacaklarını belirttik. Kabul edilen arkadaşlarımızla ise 19 Eylül Pazar günü gerçekleştirilecek bir oryantasyon programı ile bu zamana kadar neler yaptığımızı, önümüzdeki dönemlerde birlikte neler yapabileceğimizi ve bizi bekleyen yepyeni serüvenleri paylaşmak istediğimizi izah ettik. Mülakatlar sonrasında 61 dehaya iyiliğe dair çıktığımız bu yolda birlikte yürüyebileceğimizin müjdesini veren mailler attık. 19 Eylül 2015 tarihi geldiğinde ise Elit Word Hotelde gerçekleştirdiğimiz oryantasyon programında yeni ekip arkadaşlarımız ile bir araya gelme imkânı elde ettik. Bir tanışma toplantısı olan bu organizasyonda ekip liderleri tek tek kendi ekipleri hakkında bilgi verdi. Deha Akademide ödül kazanan arkadaşlara ödülleri takdim edildi. Fı- rat Çakır yaptığı müthiş sunumla pes etmemenin önemini bizlere yeniden hatırlattı. Emre Baştürk ile hızlı okuma konusunda eğlenceli bir söyleşi gerçekleştirildi. Son olarak derneğimizin Başkanı Sayın Selim Çavuş ile Düşün Taşın Derneğinin beş yıllık süre zarfında belki küçük küçük ama emin adımlarla yoluna nasıl devam ettiğini, Gençlik ve Spor Bakanlığıyla birlikte yürüttüğü “Kelebek Etkisi Liderlik Projesi”ni, bu zamana kadar yürütmüş olduğu sosyal sorumluluk projeleri, bağışlanan kitaplanan ve gülümsetilen yüzleri, dokunduğumuz kalpleri ve iyileştireceğimiz, güzelleştireceğimiz bugünleri konuştuk. Yapacağımız çok iş olduğunu bu işleri başarabilmemiz için istikrarlı olmamız gerektiğine değindik. Ekim ayında gerçekleştireceğimiz diğer çalışmaların ilanını gerçekleştirdik. İkinci oryantasyon programımızı ise 25 Ekim 2015 tarihinde Beyoğlu Be- 10 lediyesi Gençlik Merkezinde gerçekleştirdik. Bu programımızda bize “Organize Deliler” gönüllülük hareketinin kurucusu Yavuz Yiğit eşlik etti. Bizlerle Dünyayı Değiştirme Akademisi eğitimlerinde gerçekleştirdiği bir sunumu paylaştı. Sunum esnasında gençlerin gelecek için çok geç kalabileceğini, bugünün değerini bilmeden bugününü iyileştirmeden yarına değer üretilemeyeceğini bir kez daha hatırlattı. Yavuz Yiğit’in sunumundan sonra yeni ekip arkadaşlarımızla birbirimizi daha iyi tanıyabilme şansı elde edebilmek için “Speed Networking” etkinliği gerçekleştirdik. Herkesin kendi hayatına dair önemli gördüğü detayları paylaştığı ve birbirini tanıma fırsatı bulduğu aynı zamanda çok eğlenceli dakikalar yaşadığı bu etkinlikten sonra ekip liderleri bir aylık çalışmalarımızı özetleyen sunumlarını gerçekleştirdi. Kapanışı ise Derneğimizin Başkanı Selim Çavuş bizden beklentilerini birlikte gerçekleştirebileceklerimizi ve hayallerimizin sadece hayal olarak kalmaması gerektiğinin önemini belirten bir konuşma gerçekleştirdi. Sen gideceğin yolu düşünme, varacağın hedefe odaklan. Sana yapamazsın diyenlere inat, kendine olan inancınla hedefine doğru durmadan yürümeye bak. Ya da Üstat’ın dediği gibi; Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi küheylân, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! İkinci oryantasyon programı sonunda aradığımız dehanın kendi içimizde olduğunu bilerek, daha güçlü bir aile olmanın verdiği haklı gururla, yüzlerimizde tebessümle toplantıyı noktaladık. Üçüncü oryantasyon programımızı DEHA’lar arıyoruz ilanımızla aramıza katılan, bizlere paylaşımlarda bulunmak isteyen arkadaşlarımızın sunumlarıyla Kasım ayının son haftasında gerçekleştireceğiz. “Dehalar Arıyoruz” ilanımızın kabul süreci henüz tamamlanmadı. Ama ağustos ayından beri devam eden bu süreçte bizler her gün içimizdeki dehaları aramak için yollara çıkıyoruz. Son olarak şehir dışından bizlere başvuru yapan 30 arkadaşlarımızla hangout üzerinden mülakatlarımızı gerçekleştirdik. Sizde Türkiye’nin “En Donanımlı 100 Genci” olma yolunda bizlerle birlikte çalışmak, Düşün Taşın Derneğinin projelerinde gönüllü olarak görev alarak değer üretmek isteyen üniversite- lise öğrencisi veya profesyonel çalışan olarak bu yolculukta bize eşlik edebiliriniz. Bu şansı kaçırmamak için bizi takip etmeye devam ediniz. HABERLER 12 Türkiye’ye Kitap Okutturan Dernek 5. Yılını Kutladı 2010 yılında başlayan sıra dışı serüvenimizin ilk beş yıllık durağında dostlarımız ile beşinci yıl kutlamasında bir araya geldik. Açılış kokteyli ile üyelerimizin ve misafirlerimizin birbirleriyle sohbet etme fırsatı bulduğu beşinci yıl programı Yönetim Kurulu Üyemiz Hilal Bayram’ın sunumu ile başladı. Ardından Düşün Taşın’ın Aktörleri kısa filmi yayını ile program devam etti. Tanıtım filminin sonunda derneğin beş yılda yaptığı etkinliklerle beraber kazandığı başarıları anlatan Başkanımız Selim Çavuş, daha sonra Hilal Bayram Hanım’ın davetiyle kürsüye çıkarak Tanıtım ve Medya Ekibi’nin değerli üyelerinden Nilgün Hanım’ın hazırlamış olduğu sunum eşliğinde derneğimizin gelecekteki hedeflerini misafirlerimizle paylaştı. • Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul İl Müdürü Nedret Apaydın, • Bayrampaşa Kaymakamı Hasan Gözen, • Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Protokol Danışmanı İhsan Ataöv • Ak Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge • Medya sektörünün deneyimli sunucusu Aynur Ayaz • Proje Yönetici-Sosyal Girişimci Yavuz Yiğit • Vizyon Koleji Kurucusu Abdülkadir Özbek ‘e Düşün Taşın Derneği onursal üyelik beratlarının takdim edildiği programda tüm konuklarımızla beraber beşinci yıl pastamızı kestik. Lokomotif konsepti verilerek süslenen pasta, Düşün Taşın Derneği’nin beş yıllık yolculuğunu simgelerken, geleceğe dair yeni umutlar ve heyecanlarla kesildi. Pastamızın kesilişinin ardından kapanış kokteyli ile devam eden programda derneğimizin üyeleri ve konuklarımız pasta yerken birbirleriyle sohbet etme fırsatı buldular. Büyük hayallerin ve heyecanların paylaşıldığı, hiç bir şeyin imkânsız olmadığının açık bir göstergesi olan derneğimizin faaliyetlerinin ve gelecek planlarının sunulduğu 5. yıl programımıza katılan, sevincimizi paylaşan, kitap okuma ve okutma ortak paydasında buluşan bizleri yalnız bırakmayan, bireysel olarak gelen; gelemeyip kart – çelenk yollayan ya da mesajlarıyla bizi destekleyen herkese bir kez daha teşekkürü borç biliriz. 14 HABERLER 15 Zirveye Giden Yol: İSTİKRAR BULUŞMALARI Düşün Taşın Derneği organizasyon ekibi olarak İstikrar Zirvesine giden yolda sağlam adımlarımız olsun diyerek İstikrar Buluşmalarını gerçekleştirdik. İlk İstikrar Buluşmamızı 11.000 üyeye sahip, Türkiye’nin en büyük Sivil Toplum Örgütü olan ve Orta Doğu olmak üzere birçok bölgede temsilcileri bulunan MÜSİAD’ın Genel Sekreteri Sn. Oğuz ÖZCAN ile gerçekleştirdik. “İSTİKRAR’ın İş Dünyasına Yansımaları” İstikrar Buluşmaları’nın ilk konusu oldu. İstikrar kavramını bizler için ele alan Sn. Özcan’dan o konuşmaya ait bir kaç anekdot paylaşalım istedik; “Bir mümin için dua sahibi olmak hayata karşı bir duruş sahibi olmak demektir. Bu da “istikrar”ın temelidir. En temel abrakadabrasının bir fikrî hayata geçirmek.” olduğunu söyleyen Özcan, hikâye sahibi olmanın istikrarlı olmaya eş değer olduğunu belirtti. “Senin için ne ifade ettiğini bildiğin şeyi, zihninde tanımladığın şeyi kuşatırsın, sahiplenirsin. Çerçeve çizebilir, sabrı gösterirsen istikrarlı duruşa talipsin demektir.” sözleriyle bir hikâyeye, bir fikre sahip olmanın istikrarlı bir duruşta ne kadar önemli olduğunu bir kez daha belirtti. Ve son olarak “İstikrar; Sabit kadem bir duruşa sahip olmaktır.” diye ekleyen Özcan, tüm samimiyetiyle kendi hayat hikâyesinden örnekler vererek İSTİK- RAR kavramını bizlerle işleyerek, bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir. İstikrar Buluşmaları’nın ikinci durağındaki isim Ses ve Radyo sanatçısı Sayın Mücahit Erboğa idi. “Medya ve İstikrar” İstikrar Buluşmaları’nın ikinci konu başlığı oldu. Medyada ki istikrardan bahseden Erboğa şu açıklamalarda bulundu; “Bir propaganda maksadıyla ortaya çıkmış olan medyanın temel mantığı karşı taraftakini büyülemek, kendi gerçeklerini sunmaktır. Medyanın tasarımında menfaate doğru haberi yönlendir- mek, manipüle etmek, algı yönetimini kullanmak yatar. Bu yüzden istikrar sağlanabilmesi için medyada tek bir düşünce olmalı bu da çok güç.” Ve bir Müslüman olarak istikrar kavramını ele alan Sn. Erboğa; “İstikrar, ibadetlerin az da olsa devamlı olmasından geçer. İnşirah suresinde de belirtildiği gibi. Bir boşluğa denk geldiysen tekrar Rabbine dön. İstikrar noktası asıl bu noktadır. Biz kelimelerle düşünen varlıklarız. Bu kelimeleri kendimiz inşa etmeye başladığımız zaman kendi istikrarımızdan bahsetmek mümkün olur. Medine’yi ancak Medine’yi isteyenler oluşturabilir.” diyerek bu konudaki düşüncelerini bizimle paylaştı. Ve son olarak özgür olma kavramını ele alan Erboğa “ÖzGür olmak insanın özünü gür tutmasıdır aslında. Biz özümüzü bulamıyoruz ki gür tutalım.” diyerek bu güzel ve anlamlı cümle ile bizleri bir kez daha düşünmeye ve Öz-gür olmaya sevk etti.İstikrar Buluşmaları’nın üçüncü durağında ise GENAR Genel Müdürü Sn. Mustafa ŞEN’ i ağırladık. “İstatistik, itibar ve İstikrar” İstikrar Buluşmaları’nın üçüncü konu başlığı oldu. İtibar ve haysiyet kavramlarını ele alan Şen; “İtibar Sende ki bendir. Haysiyet ise İstikrar Buluşmaları’nın üçüncü durağında ise GENAR Genel Müdürü Sn. Mustafa ŞEN’ i ağırladık. “İstatistik, itibar ve İstikrar” İstikrar Buluşmalarının üçüncü konu başlığı oldu. bende ki bendir.” diyerek haysiyetin önemini vurguladı. Siz Türkiye’deki hangi kurumları itibarlı ve haysiyetli olarak değerlendirirsiniz? Sorusunu şöyle yanıtladı; “Türkiye’nin en itibarlı ve haysiyetli kurumlarından biri THY ve Turkcell’dir. Coca Cola, KOÇ itibarlı kurumlardır fakat haysiyetlerini kendilerini check etmelidir. Mesela BP petrol itibarlı ama haysiyetli değil çünkü çevre sorunlarına yol açıyorlar.” Ülke olarak yapmamız gerekenlerden ve ideolojimizden bahseden ŞEN; “Bizim ülke olarak yapmamız gereken istikrar odası oluşturmak. Bunu biz oluşturmazsak, bu dünyada bu oluşmayacak çünkü biz medeniyet kurucu yerdeyiz. Faydacı 16 HABERLER 17 STK ‘lar. Tüm maliyet, tüm emek, çaba, efor markada minimilize olmuştur. Her şeyi tek başına temsil eden tek şey markadır. Daha az emekle daha çok kazanmak marka olmaktır.” İstikrar Buluşmaları’nın altıncı durağında ise şair, senaryo yazarı, televizyon programı sunucusu, köşe yazarı Sn. İsmail KILIÇARSLAN ile birlikteydik. istikrar burada kurulmazsa hiçbir yerde hiçbir yerde kurulamaz. Bilişim devrimi yapmalıyız. Bilişimde istikrar şart. Ve insanlar parti tutarken asıl tutmaları gerekenin Türkiye ve insanlık olduğunu unutuyorlar. Bizim halk olarak ideolojik fanatikliğimiz var. O olmasında kim olursa olsun mantığındayız. Bu mantıkta ne kadar doğru tartışılır tabi. Rabbim yardımcımız olsun.” diyerek hoş sohbetini bu cümleleriyle tamamladı. İstikrar Buluşmaları’nın dördüncü durağında İtibar Enstitüsü Başkanı olan Sayın Orhan SAMAST bizlerle oldu. İs- tikrar Buluşmaları’nın beşinci durağında Yaratıcı Marka Danışmanı, Stratejist, The Brand Age dergisi yazarlarından Yunus Baran (Ordinaryunus) ile “Marka ve İstikrar”ı konuştuk. Marka nedir? diye sorduğumuzda şöyle yanıt verdi Sn. Baran; “İnternette şahsınız adına çıkan her şey itibarınızdır. Bir insan, bir iş, bir şirket. Her şey birer markadır. Aradığımız kabiliyete bulduğumuz cevap markadır. İsim ve ismi tanımlayan karakteristiğini veren tüm açılımlar markadır. Soyut bir şeyi somut bir şeye çevirmek markadır. Örn; Türkiye’de size göre en iyi üç marka nedir? Sorumuzu da tabi ki cevapsız bırakmadı Ordinaryunus; “ İlk markanın THY olduğunu, sonra bir spor takımı GS ya da FB ve Telekomünikasyon olarak Turkcell‘in olduğunu söyledi. Tabi Türkiye olarak THY ve bu diğer üç markanın yanına koyabilecek 10 markamız daha var çok şükür. Fakat bize; biz yeter, kâfi mantığı ön planda olduğundan çok fazla ilerleyemiyoruz. Özgün markalar oluşturmak için taze ve sağlam izleri takip etmeliyiz ama birebir aynı yoldan giderek değil. Özgünleşmeyi benimsemeli, tembellikten kaçınmalı kendi izlerimizi oluşturmalıyız. En önemlisi kültür yoksa özgün marka olabilmek çok zordur. Ve kriteri, standartları oluşmamış her marka, iyileşme standartlarını aşağı çekiyor. Bu yüzden ağaçtaki çürük elmaları düşürmek gerek. Kendimizi bulduğumuzda harikalar yaratıyoruz fakat kendimizi bir bulabilsek. Ben bu konuda potansiyel avcılığımı seviyorum. Çünkü bir insanın o işi yapıp yapamayacağını anlayabilirsin. Bununla ilgili yaşadığım, başarıya ulaştırdığım birçok örnekte mevcut.” diyerek iyi bir marka olabilmenin ipuçlarını verdi bizlere. “İstikrar Buluşmaları’nın dördüncü etkinliğinde İtibar Enstitüsü Başkanı olan Sayın Orhan SAMAST’ı ağırladık.” İstikrar Buluşmaları’nın altıncı durağında ise şair, senaryo yazarı, televizyon programı sunucusu, köşe yazarı Sn. İsmail KILIÇARSLAN ile birlikteydik. Ve “Adam Olmada İstikrar” İstikrar Buluşmaları’nın altıncı konu başlığı oldu. “Felsefi anlamda bilimlerin birbirinden ayrılmasının, parça odaklı düşünülmesinin yani modern akademinin şirk olduğunu savunan Kılıçarslan aynı zamanda modern akademinin bizleri makinenin hiçbir şeyin farkında olmayan dişleri hâline geldiğimizi ve aynı zamanda şu dönemde önemli bilgi, önemsiz bilgi diye herşeyi kafamızda sınıflandırıyor ve bunlarla gurur duyuyoruz.” diyen Kılıçarslan “Dış etkenlerin bizleri önemli/önemsiz bilgiyi seçmeye meyil ettirdiğini, yoksa yanı başımızda 3,5 milyon insanın öldüğü bile bile yaşamaya takatimizin kalmış olmasını bu olayları bilgi olarak kabul etmeyip önemsizleştiğimizi modern hayatın bize sunduğu ‘dolma’lar.” olarak ifade ediyor. Ve bunu da ekliyor, “Bu önemli notunun yanına; ‘adam olmak bize uzatılan dolmanın içinde ne olduğunu merak etmektir.” Özetle; Akıl ile kalp Batı tarafından muazzam bir şekilde birbirinden ayrıldığında büyük bir yara aldı insanlık. Kalbini kullanana romantik, aklını kullanana realist dedik yine ayrımı yaptık farkında olmadan belki de. Akıl ve kalbi ayırmak insan tekine yapılabilecek olan en kötü şeydir. Bütün kararlarınızı duygularınızla alın, biz hislerimiz ile varız. Makine miyiz nasıl hissi davranmayalım? Ama maalesef ki son zamanlarda aneroit gibi yaşıyoruz; kırıyoruz, döküyoruz farkına bile varmadan yapıyoruz bunları. Ve son olarak şu cümlesiyle bizleri ziyadesiyle memnun ettiği sohbetimizin kapanışını yapıyor Kılıçarslan; “Sol elinle çay içme haram diyor hacı amca, kız da diyor ki sağ elimle senin faiz oranını hesaplıyorum.” Ne diyeyim Allah’tan ümit kesilmez. İstikrar Buluşmaları’nın yedinci durağında ise Siyaset Bilimci – Yazar Yıldıray Oğur (@yıldırado) ile gerçekleştirdik. “Türkiye’nin İstikrarı” İstikrar Buluşma- ları’nın yedinci konu başlığı oldu. Türkiye’de şöyle bir pozisyon almak zorundayız; “Meşru siyaseti savunmalı, şiddete karşı çıkmalıyız. Kimileri için bu yandaşçılık vs. olsa da benim için bu normalist olmaktır. Türkiye’de şiddete karşı çıkıyorsanız HDP’ye karşı çıkmak, DHKPC’ye karşı çıkmak zorundasınız.” Uzun bir sohbetin ardından sorulan bir soru üzerine konu Ak Parti- Cemaat ayrımı hakkındaki düşüncelere geldiğinde Sn. Oğur şunları söyledi; “Şöyle bir ayrım yapmamız lazım. Biz iktidar gücünü seçim yaparak, oy kullanarak bir partiye veriyoruz ve bu meşru bir durum oluyor. Ve bunun sonucunda memnun olsak da olmasak da tüm seçim gücü, yönetme gücü iktidar partisinin oluyor ve biz buna eş başka bir güç göremeyiz. AKP-Cemaat çatışması dediğimizde taraf tutmak zorundayız. Cemaatin yönetme yetkisi olamaz. Bu meşru değildir. Cemaatin iktidar için çatışma meşrutiyeti yoktur.” Kasım ayına kadar geçen sürede ağırladığımız tüm konuklarımızla İSTİKRAR kavramını inceleyip, hayatımızda istikrarın yeri ve önemini çeşitli konu başlıkları ile inceleyerek benimsedik ve İSTİKRAR kavramını Türkiye’nin gündemine taşıyan kurum olmayı hedefleyen Düşün Taşın Derneği, İstikrar Zirvesi’ne giden yolda her ay farklı bir konu ve konuşmacıyı katılımcılarla bir araya getirmeye devam edecek. Züleyha Dıravacı HABERLER 18 19 2015-2016 Düşün Taşın Derneği İftar Programı Düşün Taşın Derneği olarak bir araya geldiğimiz tüm organizasyonlarda birçok buluşmaya vesile olduk. Türkiye’de Google Desteğini Alan ilk STK, “Düşün Taşın Derneği” Düşün Taşın, Google ile Sivil Toplum Kuruluşları Programı’na Türkiye’den kabul edilen ilk sivil toplum kuruluşu oldu. Ramazan Ayının güzelliklerini paylaşmak için dör yıldır düzenlediğimiz geleneksel iftar programımızın beşincisini bu yıl 27 Haziran 2015 Cumartesi günü Wow İstanbul Hotels&Convention Centerda gerçekleştirdik. Düşün Taşın Derneği olarak bir araya geldiğimiz tüm organizasyonlarda birçok buluşmaya vesile olduk. En güzel paylaşımların yapıldığı bu gönüllüler meclisinde Ramazan ayının manevi iklimini dernek üyelerimiz, takipçilerimiz ve dostlarımız ile daha farklı bir havada solukladık. 300’den fazla misafirimizi ağırladığımız iftar programımızda İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü- Nedret Apaydın katılımı ile bizleri onurlandırdı. İftar programımızda misafirlerimizi karşılarken “Diş Kiramızı“ takdim ettik. Oruçlarımızı açtıktan sonra kürsüye davet edilen Yönetim Kurulu Baş- kanımız Selim Çavuş, programımıza katılımlarından dolayı misafirlerimize teşekkür etti. Dernek olarak bugüne kadar yaptığımız projeler hakkındaki istatistikleri paylaşan Çavuş, “Önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğimiz iki önemli proje var. Bunlardan ilki İstikrar Zirvesi ikincisi de 20202030” diyerek Düşün Taşın vizyonu hakkında bilgi verdi. “Türkiye’de insanların okuma alışkanlığı kazanmaları için çalışma yapan ilk ve tek sivil toplum kuruluşu olduklarını” ifade eden Yönetim Kurulu Başkanımız bu alanda yaptığımız çalışmaların devamını önümüzdeki projelerde getireceklerini katılımcılar ile paylaştı. Arama motoru TechSoup imzası ile uygunluk koşullarını yerine getiren Düşün Taşın Derneği, Google tarafından STK’lara Gmail, Google Takvim, Google Drive servislerine, Youtube’un STK’lar için düzenlenmiş portalına ve Adwords’de ayrılan 10.000 dolarlık bağış sistemini kullanmaya başlayan “İlk Sivil Toplum Kuruluşu” oldu. Bilgi Üniversitesinde yapılan bilgilendirme toplantısında Darüşşafaka Cemiyeti, Yeşilay, Akut Vakfı ve birçok önemli kuruluşu temsilcilerine Düşün Taşın Derneğinin Google’dan almış olduğu bu destek ile ilgili Dernek Başkanımız Sayın Selim Çavuş bilgilendirme sunumu gerçekleştirdi. Kendilerini, etrafındaki gelişmeleri ve dünyayı keşfetmelerine yardımcı olarak bilgisayar kullanımı ve içerik üretimi konusunda “Fare Toplumundan, Klavye Toplumuna” ülkemizin taşınmasına katkı sağla- mayı amaçlayan Düşün Taşın Derneği gibi bir STK’ya arama motoru olan Google’ın destek vermesi Düşün Taşın’ın doğru yolda olduğunu ortaya koydu. Düşün Taşın Derneğinin Google tarafından böyle bir program ile desteklenmesine katkı sağlayan projenin bizzat danışmanlığını yapan isim ise dernek üyemiz Sayın Zafer Baydere... Bilgi ve Eğitim Teknolojileri Uzmanı olan Zafer Baydere, Sivil Toplum Kuruluşları başta olmak üzere, şirket ve kurumlara eğitimler veriyor. Aynı zamanda Düşün Taşın Derneğimizde birlikte çalıştığımız Zafer Baydere, Eğitmenlik konusunda da çalışmalar sürdürüyor.” HABERLER 20 Düşün’de Ne Var? Dernek Yönetim Kurulu İstikrar zirvesi danışmanlarıyla buluştu. Düşün Taşın Derneği Yönetim Kurulu, İstikrar Zirvesi Danışmanlarımız Prof.Dr. Sefer Şener, Ümit Sanlav, Orhan Samast ile İstikrar Zirvesi Projesi ‘nin detaylarını görüşmek üzere bir akşam yemeğinde bir araya geldi. NERELERDE KİTAP OKUNMAZ INSTAGRAM YARIŞMASI BAŞLADI Kitabın her yerde okunabileceğini göstermek için yola çıktık ve kitap okumak için hiçbir engel olmayacağını göstermek için işin içine biraz da ironi kattık, “Nerelerde Kitap Okunmaz” dedik. Sen de kitap okumak için hiçbir mekân sınırı olmadığını anlatan ilginç, eğlenceli, sıra dışı ve sanatsal kareleri #NerelerdeKitapOkumaz hashtagi ile Instagram veya Twitter’da Kitap Hediye Çeki kazanma şansı yakalayacaklar. Son katılım: 29 Kasım 2015 Katılım koşulları: dusuntas.in/ nerelerdekitapokunmaz DEHALAR ARIYORUZ 2. BULUŞMASINDA YAVUZ YİĞİT’İ AĞIRLADIK Dehalar Arıyoruz Sloganı ile derneğimize başvuru yapan 500 kişi arasından seçilen özel ekiple ikinci buluşmamızı 25 Ekim 2015 Pazar günü Beyoğlu Gençlik Merkezi’nde gerçekleştirdik. Sosyal Girişimci ve Profes- yonel İyilik İşleri’nde çalışmalar yapan derneğimizin de onursal üyesi Yavuz Yiğit onur konuğumuz oldu. Derneğimizin mevcut üyeleri ile yeni arkadaşlarımızın kaynaşması amacıyla Speed Networking etkinliğini de gerçekleştiğimiz buluşmada ekiplerinin performanslarının değerlendirilmesi ile son buldu. 23 KADRAJ 22 Öğreten ve buluşturan şehir: İstanbul. 1900’lü yılların başında çekilmiş bu fotoğrafta Osmanlı hoşgörüsü altında yaşayan farklı kültürden insanlar, asırlar boyu bir arada yaşama pratiğini öğrenmişlerdi. KADRAJ 24 Pakistanlı bir medrese talebesi… Bütün dünya çocukları gibi okuyor, okumak istiyor. Oku emrinin mucibince… Biliyor ki mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor. 25 İsmail Ünlü 21 Sadece “21 Dakika“ Kitap Okuma Kampanyası; çok yoğun geçtiğini düşündüğümüz bir günümüzün sadece 21 dakikasını kitap okumaya nasıl ayırabileceğimize dair sıra dışı formül üreten bir farkındalık kampanyasıdır. dakika PROJELER 26 Sabah kahvaltısı, toplu taşıma ile ulaşım, öğle yemeği, çay molası, eve dönüş telaşı, akşam yemeği, TV izleme vb. onlarca aktiviteye her gün zaman ayırabiliyoruz. İş, kendimizi geliştirmeye geldiğinde ise nedense bu zaman dilimini bir türlü bulamıyoruz. Okul çok yoğun, mesaiye kaldım, gel bir de sen bu iş yerinde çalış gibi söylemleri etrafımızdaki binlerce insandan gün boyu defalarca duyuyoruz. Öğlen yemeğini yiyip, üzerine de tatlınızı yedikten sonra kahve niyetine yedi dakika. Akşam gerçek rüyalara dalmadan önce sizi yepyeni dünyaları tanıtacak yedi dakikayı kitap okumaya ayırabilir miyiz? Peki, günün sadece üç bölümünde günlük meşgalelerimizin hemen yanı başında bizler kendimize yatırım yapabilir miyiz? Günde Sıkılmadan, bunalmadan ve dahi günümüzün büyük bir çoğunluğunu ayırmadan her hafta bir kitap bitirebilmemiz mümkün müdür? İşte bu sorunun cevabını Düşün Taşın Derneği gönüllüleri ürettikleri 21 Dakika Projesi ile ortadan kaldırmanın uğraşını veriyorlar. Sabah, öğle, akşam olarak üçe ayrılan bir günün en müsait zaman dilimlerinin her birinde sadece ama sadece yedi dakikanızı kitap okumaya ayırmanızı istiyorlar. Kitaplara, okumaya, öğrenmeye bu kadar zaman ayırmaya değmez mi sizce... Bu kadar zamanımız var iken 21 dakikayı kitaplara ayırmak için şimdi değilse ne zaman 21 Dakika Haftada 147 Dakika Ayda 630 Dakika Yılda 7665 Dakika 27 Biliyor musunuz? 1. 2. 3. 4. 5. Ömründe 25 yıl uyuyor. 10 yıl çalışıyor. 9 yıl televizyon seyrediyor. 48 gün yataktan çıkmıyor. Ortalama bir kişi ömrü boyunca 2 milyon kez birine söz veriyor. 6. 2 yıl reklam izliyor. 7. 1 yıl ev temizliği yapıyor. 8. 2,5 sene yemek yapıyor. 9. Yaklaşık 4.5 yıl araç sürüyor. 10. 3 ayını trafikte geçiriyor. 11. 1,5 yılını banyoda geçiriyor. 12. 92 gününü tuvalette geçiriyor. 13. Zamanının %90’ını dışarıda değil kapalı ortamda geçiriyor. 14. Yılda 2 bin rüya görüyor.. 15. Kadınlar 8 yılını alışverişe harcıyor. 16. Yine kadınlar 1.5 senesini saç yaptırmaya ayırıyor. 17. Yine kadınlar 17 yılını sadece kilo vermek için harcıyor. 18. Bir işçi 5 yıl boyunca masasından kalkmıyor. 19. Ortalama bir işçi 2 senesini toplantılara harcıyor. Bunlara zaman bulabilen bizler, acaba kendimizi geliştirmeye ne kadar zaman ayırıyoruz? 28 Şura İşçi PROJELER 29 KELEBEK ETKİSİ Liderlik Projesi Kelebek Etkisi Liderlik Projesi sayesinde, 13 farklı liseden 765 liseli gence ulaştık. Kelebek Etkisi Liderlik Projesi, Düşün Taşın Derneğinin Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Projeleri Destek Programı tarafından desteklenen büyük bütçeli bir projesidir. Projemiz, Mart-Aralık 2015 arasını kapsayan 10 aylık sürede, İstanbul’un Bayrampaşa ilçesindeki 13 lisede, her birinden 6070 arası öğrenciler hedef alınarak gerçekleştirildi. Mart ayından başlanarak ve MEB akademik takvimi gözetilerek, her ay ortalama iki okulda etkinliklerimizi gerçekleştirdik. Liseli arkadaşlarımıza, çağımızın ve özellikle 14-18 yaş grubu gençlerde ihtiyaç olarak görülen dört başlık altında eğitimler verdik. Seminer formatında gerçekleştirdiğimiz bu eğitimlerde konu başlıklarımızı şu şekilde belirledik: • Sosyal Medya ve Teknolojinin Doğru Kullanımı • Proje Yazma •Gönüllülük •Girişimcilik Sosyal Medya ve Teknolojinin Doğru Kullanımı başlığını belirlerken, birçok veri tespit ettik. Bunlardan birisi de Gençlik ve Spor Bakanlığının yaptığı Gençlik ve Sosyal Medya konulu araş- ği ve mutlu hissedeceği farklı bir sosyal çevre arayışına girer. Kimileri bunu kolaylıkla bulur, kimileri ise senelerce peşinde koşar. İçerisinde, yapanı da alan kadar mutlu eden bir yardımlaşma kültürü barındırır “Gönüllülük” kavramı. Kişinin sosyal ve ruhsal dünyasında rehabilitasyon etkisi gösteren bu kavramdan, liseli arkadaşlarımız yoksun kalmasınlar istedik. Bu sebeple derneğimiz ve birçok farklı alanda “Gönüllülük” faaliyetlerinde bulunan gönüllü arkadaşlarımız, onları bu kavramla tanıştırdı. tırması. Bu araştırmaya göre gençlerin % 86’sı sosyal medyaya günde en az bir kere, % 72’si ise her gün birkaç kere bağlanıyor. Buna ek olarak gençlerin bu ortamları bir araç değil amaç olarak kullandıkları ve özellikle sosyal medyanın tüketici kısmını kullanarak içerik üretmede dünya ülkeleri gerisinde olduğumuz tespitlerinden yola çıktık. Bu alanda eğitim veren kişiler, dernek bünyemizde faaliyet gösterirken uzmanlık alanları olan bilişimde yetkin, bilgisayar yazılım ve programla alanlarını bilen, teknolojik gelişmeleri yakalayan kişiler olmasına özen gösterdik. “Proje Yazma” konusu, üniversite yıllarıyla birlikte çoğu gencin hayatına taşınan bir kavram. Fakat lise yıllarında çoğu öğrencinin kafasında sıra dışı sorunlara, sıra dışı çözümler olmasına karşın, bu alandaki bilgi yetersizliği sebebiyle projeler oluşturamadıklarını tespit ettik. Bunun sonucunda projemiz içerisine “Proje Yazma” eğitimini ekleyerek liseli gençlerin gündemine projeleri taşıyalım istedik. Üniversiteye geçen çoğu öğrencinin önünde artık sınav maratonu diye bir şey kalmamıştır ve kendini geliştirece- Alanında bir numara olmuş, en iyi işlere imza atmış kişilerin kariyerlerindeki bu sıçrayışı 20’li yaşlarında gerçekleştirdikleri söylenir. Biz de 20’li yaşlarına yaklaşan liseli arkadaşlarımızla gelecek planlarında rol-model almaları açısından alanlarında uzman, Genç Sosyal ve Ticari Girişimcileri buluşturduk. Her biri birbirinden değerli bu isimler, Yücel MURATOĞLU, Yavuz YİĞİT, Selim ÇAVUŞ, Yılmaz AVCI, Ali Kemal ERGELEN, Kamil Mehmet ÖZKAN, Emre BAŞTÜRK, Fatih DEMİR, Ömer NART ve Gülçin Kaya İNCEİPLİK, alanlarındaki tecrübeleri ve girişimcilik maceralarını öğrenci arkadaşlarımızla paylaştı. Kelebek Etkisi Liderlik Projesi sayesinde, 13 farklı liseden 765 liseli gence ulaştık. Her eğitim günü sonunda öğrencilerin kafalarındaki bir fikri, aldıkları eğitimler çerçevesinde proje formatına uygun olarak yazıp bize göndermelerini istedik. Bunun sonucunda her okuldan iki proje seçerek, proje sahibi öğrencileri 18-19-20 Aralık tarihlerinde Konya’ya götürerek bir atölye çalışması gerçekleştireceğiz. Atölyemizde, Liderlik ve Takım Çalışması Eğitimi, Beden Dili ve Diksiyon, Proje Döngüsü Eğitimi başlıklarıyla eğitsel; Konya gezisi ve kültürel yerleri ziyaretle ise kültürel ve tarihî bir program gerçekleştireceğiz. Her okuldan iki olmak üzere toplamda 26 öğrenci arkadaşımızı seçtik. Şimdi sırada onlarla Konya programımız var. Renkli ve verimli bir üç gün bizi bekliyor. 30 PROJELER 31 Çocuk Dünyası Ekibi Çocuk Dünyası Ekibi, hem eğlenerek okuyabileceğimiz hem de oynayarak öğrenebileceğimiz etkinlikler planlıyor. Çocuk Dünyası Ekibi “Ağaç yaşken eğilir” mantığı ile çocukların kitap okuma alışkanlığını küçük yaşta elde edebilmeleri için çalışmalar yapmak amacıyla 2012 yılında kurulan bir ekiptir. 8-12 yaş grubuna hitap eden etkinlik içerikleri planlayarak Düşün Taşın Derneğinin temel etkinliği Kitap Okuma Günleri’nin çocuklara uygun versiyonu olan Çocuk Kitap Okuma Günleri etkinlikleri organize etmeye başladı. Etkinlik içeriğini her yaptığı etkinlikte tecrübe ederek geliştiren Çocuk Dünyası Ekibi etkinlik yaptığı kurum/kuruluşlardaki çocukların potansiyeline uygun içerikler üretiyor. İçeriğimizde hem eğlenerek okuyabileceğimiz hem de oynayarak öğrenebileceğimiz etkinlikler planlamaya çalışarak kitap sevgisini kazandırmaya çalışıyoruz. Hareketli oyunlar, hafıza ve zekâ oyunları, kitap okuma, eğitici drama, el işi faaliyetleri, bilmeceler, kelime duvarı, toplum önünde konuşma kabiliyetlerini geliştirebilmek için kitap paylaşımlarında bulunmak gibi hem öğreten hem eğlendiren başlıklardan oluşan içeriklere sahibiz. İlk etkinliğimizi bir etüt merkeziyle gerçekleştirdik ve sosyal medyada paylaştığımız etkinlik fotoğrafları sonrası YTÜ İSTYAM ile yaptığımız anlaşma sonucu ilk paydaşımızla etkinliklere başladık. Altı etkinlik sonrası Fatih Belediyesi’nin desteği olan Hayat Vakfı Çocuklar Sokakta Solmasın Projesi kapsamında etkinliklerimizi sürdürmeye devam ettik. Bu süreçte 360 TV’de “Haftasonu Aşkına” programında yaptığımız etkinliğin çekimleri yayınlandı. Aynı zamanda Şişli’de bulunan Down Cafe’de Down sendromlu kardeşlerimizde “tıpkı sizin gibiyiz +1 farkla diyerek” kitap okuma etkinliğimizi gerçekleştirdik. İETT ile yaptığımız görüşme sonucu teknolojiyle kuşanmış gezici Girişimcilik Otobüsü’nde Hayat Vakfında ki çocuklar ile beraber etkinliğimizi bir otobüsün içinde gezerek gerçekleştirdik. Eyüp’te bulunan Beyaz İnci Rehabilitasyon Merkezinde görme engelleri bulunan çocuklar ile bir araya gelerek Çocuk Kitap Okuma Günleri’nde farklı bir formatta etkinliğimizi gerçekleştirdik. İstanbul Aydın Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünde okuyan arkadaşlarımızla proje kapsamında Flyinn AVM, Torium AVM, Meydan AVM’de çocuklara kitaplar okuduk. Kâğıthane Belediyesi Çocuk Meclisinde ki çocuklar ile beraber Çocuk Kitap Okuma Günleri’nden birini gerçekleştirmiş olduk. beraber üniversite turu atarak etkinliğimizi sonlandırdık. 2015 yılı 23 Nisan etkinliğimizde ise benzer etkinlik formatıyla bu sefer Nişantaşı Üniversitesi Sadabad kampüsündeydik. 23 Nisan şenliklerimizin ilkini gerçekleştirdiğimiz YTÜ İSTYAM’dan sonra YTÜ ‘nin Davutpaşa’da ki kampüsünün geniş bahçesinde 150 çocuk ile buluşarak oyunlar oynadık, kitaplarımızı okuduk, hiç üniversitenin içine girmemiş olan 8-12 yaş grubu çocuklar ile üç yılda, 26 etkinliğe imza atan Çocuk Dünyası Ekibi bu sezon toplamda 16 kişilik ekibiyle minik kalplere dokunmaya devam edecek. Daha fazla çocuğa ulaşabilmek için yaptığımız görüşmeler sonucu yeni dönemde Üsküdar Çocuk Üniversitesindeki çocuklar ile de bir arada olacağız. Aynı zamanda çalışmalarımıza anaokulu yaş grubu çocukları da dâhil edebilmek için çalışmalarımıza devam ediyoruz. 32 PROJELER 33 DEHA Akademi 14 hafta boyunca 9 Sure- Kuran-ı Kerim Meali ve 131 kitap okuduk, 11 film izledik. Tarihler 26 Temmuz 2015’i gösterirken bir Vizyon Çalıştayı’nda atıldı temelleri DEHA Akademinin. Sekizinci hafta boyunca her hafta 1 kitap okuyacak ve zaman geçtikçe yeni görevler ekleyerek yolumuza devam edecektik. Her hafta her birimizden 10’ar TL toplayacak, yapmadığımız görevler karşılığında ceza ücreti olarak 50 TL ödeyecektik. Bu toplanan ücretlerle ise 2 hafta da bir kazanan DEHA Akademi üyesine çeyrek altın verecektik. Belki cezayı duyunca ürkmüştük ama ödül cazip gelmişti. Kazananı ise en çok kitap sayfa sayısı okuyan kişiye vermeye karar kıldık ve başladık. İlk iş bir whatsapp grubu kurup bir takip çizelgesi hazırladık. Toplam 10 kişi başladığımız yolculuğumuz 27 Temmuz Pazartesi başladı. Kitaplarımızı fotoğrafını çekip sayfa sayısıyla beraber Salı günleri 12.00’ye kadar gru- bumuzdan paylaşıyor ve ödül, ceza ve kitap ve sayfa sayılarını tutan arkadaşımız hatırlatmalar yapıp görevleri yapmaya teşvik edici hatırlatmalarda bulunuyor. İlk hafta toplamda 12 kitap ve 2974 sayfa kitap okuduk. 2. haftamızda da 11 kitap ve 2798 sayfa kitap okuduk. Bu okunan kitap sayfaların en çoğuna sahip olan Züleyha Dıravacı ilk ödülün sahibi oldu. 3. haftamızda okuduğumuz kitaplara ek olarak her hafta 1 film izlemeye başladık. Bu hafta 12 kitap 3770 sayfa kitap okuduk. Ve 1 film izledik. 4.haftamızda 12 kitap 2385 sayfa kitap okuyup 1 filmimizi izledik ve 2 haftanın birincisi görevlerini yerine getirip en çok sayfa sayısına ulaşan Hilal Taşdan arkadaşımız ödülün sahibi oldu. 5. haftamız itibariyle artık her hafta 1 kitap okuyup,1 film izlemeye ek olarak Kuran-ı Kerim sure meali okumaya başladık. Bu hafta 13 kitap 3445 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. 6. haftada 13 kitap 2772 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En çok kitap sayısına sahip olan Demet Aydın arkadaşımız ödülün sahibi oldu. 7.haftamızda da aynı şekilde görevlerimize devam ederek 9 kitap 2838 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. 8.hafta farklı olarak herkes seçtiği bir web sitesini okudu.8 Farklı web sitesi 220 sayfa yazı okuyup,1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okumuş olduk. En çok sayfa sayısına sahip olan Deniz Demircioğlu arkadaşımız ödülün sahibi oldu. Vizyon Çalıştayı’nda planladığımız 8 haftanın sonuna gelmiştik ama kimsenin bu programdan vazgeçeceği yoktu. O kadar hayatımızda yer etmişti ki pazar günleri haftalık görevlerimizi hatırlamak, 2 haftada bir altın kazananı öğrenmek. Sonuç olarak haftada 1 kitap okumaya, 1 film izlemeye, 1 Kuran’ı Kerim sure meali okumaya. Aynı zamanda yoğunluğumuz artıyor, yetişmekte de zorlanmıyor değildik. Ama 1 haftalık bayram tatilinden sonra çalışmalarımıza devam ettik. ravacı arkadaşımız ödülün sahibi oldu. 9. haftamızda; 10 kitap 1920 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. DEHA Akademinin Yeni Müfredatı 1. Haftalık ödenecek tutar 5 TL’dir 2. Yapılması gereken görevlerin yapılmaması sonucu ödenecek olan 10.haftamızda; 10 kitap 2224 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En çok sayfa sayısına sahip olan Merve Çelikkaynak arkadaşımız ödülün sahibi oldu. 11. haftamızda; 9 kitap 2921 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. 12. haftamızda; 9 kitap 2632 sayfa kitap okuyup 1 filmimizi izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En çok sayfa sayısına sahip olan Serhat Dıravacı arkadaşımız ödülün sahibi oldu. 13. haftamızda; 9 kitap 2982 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. 14.haftamızda; 9 kitap 2018 sayfa kitap okuyup 1 film izledik ve 1 tane Kuran-ı Kerim sure meali okuduk. En çok sayfa sayısına sahip olan Züleyha Dı- Yani toplam 14 hafta boyunca yaptıklarımızın toplamı; 131 kitap okuduk. 35679 sayfa sayısına ulaştık. 11 film izledik. 9 Sure- Kuran-ı Kerim Meali okuduk. 8 defa görevlerini yerine getirmeyen arkadaşlarımızdan ceza bedeli aldık. Ve 14 haftanın sonunda 7 tane çeyrek altın ödülü sahiplerini buldu. 14 hafta sonunda aldığımız kararlar sonucunda artık en çok kitap okuyan değil en çok puan kazanan kişi ödülü kazanmış olacak! Peki nasıl? ceza tutarı 25 TL’dir. 3. Haftalık okunması gereken sayfa sayısı 250’dir. (NOT: Bu her hafta yapılması zorunlu olan bir görevdir.) 4. Puanlama sistemi; Her hafta 250 sayfa okuma: 100 puan 1 Film İzleme: 50 puan 1 Kuran-ı Kerim Suresi Okuma: 50 puan 1 Makale/Deneme Yazımı: 200 puan 5. Ödüllendirme sistemi ise bu puanlamalar ışığında en çok puanı toplayan DEHA Akademili 2 hafta sonunda bir gram altının sahibi olacak. Daha nice güzel işlere imza atıp insanları teşvik etmeye, DEHA Akademinin layığını yerine getirerek genişleyen ekibimizle yolumuza devam edeceğiz. 34 35 ROPÖRTAJ Gençlik alanındaki bugüne kadar yapılmış en muhalif projelerden olan; Genç Birleşmiş Milletler için 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri ‘ne gittiğimizde United Nations, Georgetown University, Marshall Foundation, Woodrow Wilson Institute gibi kurumları ziyaret etmiştik. Bir düşünce kuruluşu olan Wilson Center dinlediklerim beni çok etkiledi. Ülkemde; gençlerden oluşan, akademik olarak kariyerlerini geliştirmek, projeler üretmek, sivil topluma alanında çalışmalar yapmak, hükümetlere gençlik alanında politikalar üretmek ve gençliğin o farklı ve radikal işler yapma potansiyelini ortaya çıkarmak için; “Genç bir Düşünce Kuruluşu kurmalıyız “ hayali ile döndüm Türkiye’ye döner dönmez de Düşün Taşın’ın temellerini attık. “Ülkemizin Geleceği İçin Değer Üretmek Zorundayız” Düşün Taşın Google’ın Sivil Toplum Kuruluşları Programı’na Türkiye’den kabul edilen ilk sivil toplum kuruluşu oldu. Okuma alanında yaptıkları faaliyetlerle Bilgi Üniversitesi Sosyal Girişimcilik Yarı Finalistliği, 2012 Mediacat Felis Ödülleri Kamu Yararı kategorisinde Proje ödülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sıra Dışı Okurlar unvanı alan Düşün Taşın Derneği Başkanı Selim Çavuş’la keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Düşün Taşın Derneği kuruluş fikri ve sürecinden bahseder misiniz? Sıra Dışı Yaşam Becerileri seminer programını 20 kişilik genç bir gruba 2008 yılında sunmam ile başladı tüm süreç. O gruptaki 8 kişinin seçilmesi ve kafa kafaya verip “Ülkemizin geleceği için değer üretmek zorundayız.“ düşüncesi ile ilerlemeye başladı. Çıktığımız yolculukta yedi senede yüzlerce etkinlik, binlerce insanın kalbine ve ruhuna dokunma imkânımız oldu. İçerisinde aktif görev aldığım projeler kapsamında; iki kez ABD, İtalya, dokuz Balkan ülkesine gidip insanların oradaki yaşantılarını, sosyo-kültürel durumlarını analiz etme şansım oldu. Okuma Kültürünün geliştirilmesine ve gençlere dair ne gibi projeleriniz var? İlk projemiz; her hafta bir kitap bitirme projesiydi. İlk kurulduğumuz günlerde arkadaşlara her hafta bir kitap okuyalım ve sonrasında bu kitapların özetlerini birbirimize anlatalım demiştim. 50 hafta boyunca hiç aksatmadan her hafta kitap bitirme projemiz devam etti ve 50. haftanın sonunda Okuma Bilinci ve Sevgisi adına ülkemizdeki ender rastlanan işlerden birisine imza attık. Kariyer Günleri, Bilişim Günleri gibi işler yapılıyor, biz de; “Kitap Okuma Günleri” adında bir etkinlik yapalım diyerek internetten bir ilana çıktık. 25 Ocak 2009 tarihinde Düşün Taşın ilk etkinliğini gerçekleştirdi. İlk kitap okuma etkinliğimize sadece bir kişi geldi... Ama o, bir kişinin geldiği etkinliklerden bugüne kadar; • İstanbul’da 100 Kitap Okuma Günleri • Şehir dışındaki arkadaşlarımızla 250 etkinlik yaptık • 24 Çocuk Kitap Okuma Günleri gerçekleştirdik. Yaptığımız etkinliklere 45.000 kişi geldi. toplamda 2016 Ocak ayında 21 Dakika ismini verdiğimiz, insanların okumaları önünde var gibi görünen çok büyük bir engeli ortadan kaldıran, ön yargılarımızı tarumar edecek bir kampanyayı başlatacağız. Çocukların okuma alışkanlıklarının geliştirilmesi için Çocuk Dünyası ekibimdeki arkadaşlar çocuklara yönelik kitap okuma etkinlikleri düzenliyor. DEHA AKADEMİ kapsamında dernek Derneğin kuruluşunun 10. Senesinde yani 2020 yılında Düşün Taşın’ın artık bir vakıf olmasını ve ilk günden beri planımızda olan bir Düşünce Kuruluşu’na geçiş yapması için uğraş veriyoruz. üyelerimize özel, her hafta bir kitap, her hafta bir film, her hafta bir sure okuttuğumuz özel bir program uyguluyor ve bu programda birinci olan arkadaşlara özel hediyeler veriyoruz. Sadece metinler üzerindeki bilinci arttırmak ile de kalmayıp hayatı, gündemi, gelişmeleri ve dünyayı okuyabilmek ve oralarda neler oluyor bunları birbirimize anlatabilmek için de bugüne kadar • 89 Kez DüşünME TaşınMA Toplantıları • 12 Kez Kariyer Atölyesi • 7 İstikrar Buluşmaları adında sosyal öğrenme ortamları oluşturduk. ROPÖRTAJ 36 Gençler için yaptığımız tüm bu çalışmalar; Sabancı Vakfı tarafından 2011 yılında bizlere TÜRKİYE’NİN FARK YARATANLARI unvanı, Bilgi Üniversitesi Sosyal Girişimcilik Yarı Finalistliği, 2012 Mediacat Felis Ödülleri Kamu Yararı kategorisinde Proje ödülü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Sıra Dışı Okurlar unvanı kazandırdı. Ali Sami Yen Stadyumun’daki Rekor kitap okuma denemesinden bahseder misiniz? Binlerce genç sadece kitap okuma için 13 Haziran 2010 tarihinde Ali Sami Yen Stadyumun’da buluştu. Dünyanın En Yüksek Katılımlı Kitap Okuma Etkinliği her hafta bir kitap bitiren Kitap Okuma Günleri projesinin 38. buluşmasıydı. Bu buluşma büyük ses getiren 30 farklı TV kanalının takip ettiği bir organizasyon olmuştu. T.C. Cumhurbaşkanlığı’ndan himaye alan bu projemizde 14.500 kişi aynı anda kitap okudu. 37 Okuma alanında yaptığımız tüm bu faaliyetler bizlere; Bilgi Üniversitesi Sosyal Girişimcilik Yarı Finalistliği, 2012 Mediacat Felis Ödülleri Kamu Yararı kategorisinde Proje ödülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sıra Dışı Okurlar unvanı kazandırdı. Bayrampaşa’da başlayan bu iyilik hareketinin pozitif bir Kelebek Etkisi ile tüm dünyaya yayılmasına bizi tanıyan insanların hepsinin şahitlik etmesini hayal ediyoruz. Ülkemizden kültürel faaliyetler ile Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilecek çalışmalar yapıldığını tüm dünyaya göstermiş olduk. . Dönemin Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ve devlet erkanı da bizi bu etkinliğimizde yalnız bırakmamıştı. Bu etkinlik öncesinde 11 Haziran akşamı Türkiye’nin en uzun soluklu TV Showlarından Beyaz Show’a canlı yayına katılıp tüm stüdyoya kitap okutarak okuma alanındaki en sıra dışı projeye imza attık. Derneğin Gelecek hedefleri nelerdir? Ülkemizin ve dünyanın istikrara ne kadar ihtiyacı olduğunu Antalya’da yapılan G20 ve son seçimlerde bir kez daha görmüş olduk. Yıllardır yaptığı istikrarlı projeler ile büyüme trendi yakalayan Düşün Taşın olarak; İstikrar kavramının önemine iki yıldır yatırım yapıyoruz. Türkiye’nin en önemli isimlerini davet edip şu ana kadar sekiz kez İstikrar Buluşmaları gerçekleştirdik. 11 Mayıs 2016 Çarşamba günü de WOW otelde İstikrar Zirvesi projesi ile bu konudaki çalışmalarımızı taçlandıracağımız bir zirve gerçekleştireceğiz. Düşün Taşın Vakıf Olma Yolunda 12 Ocak 2017 Perşembe günü derneğimizin yedinci kuruluş yılında inşallah düşünce kuruluşu olmamız hususundaki en mühim adımlardan olan Düşün Taşın Vakfını Allah’ın izniyle kurmuş olacağız. Google’dan Düşün Taşın Derneği’ne Büyük Destek 2016 bizim için çok önemli bir yıl. Düşün Taşın olarak Google’ın Sivil Toplum Kuruluşları Programı’na Türkiye’den kabul edilen ilk sivil toplum kuruluşu olduk. Bu sebeple gençlerin çok sık ziyaret etmesi için web sitemizi çok daha işlevsel bir hâle getireceğiz . Ve bu hayal ettiklerimizin hepsinin gerçekleştirileceği bir mekân kurmak, orada gençlere DüşünME TaşınMA merkezinde yeni fikirlerini projeye dönüştürmelerini, “Sosyal İnovasyon” temelinde kurulan ilk ÜNİVERSİTEYİ kurabilmeyi hayal ediyoruz. 100’lerce Kitap 1000’lerce Gülümseme Projesi 100’lerce kitap 1000’lerce gülümseme projesi ile ihtiyacı olan 100 okulu bağış severler ile buluşturacağız. Yine kitap okuma alanında sıra dışı bir proje olan #21Dakika projesini 21 Ocak’ta başlatmış olacağız. Şu an ellerinizin arasında olan Düşün Taşın adında yepyeni bir dergiyi takipçilerimizin beğenisine sunmuş olduk. Proje ekibimiz ve diğer tüm ekiplerimiz yeni yılda yepyeni birçok başlık üzerinden çalışmalarını sürdürüyorlar. Düşün Taşın Üniversitesi 2030’da… Derneğin kuruluşunun 10. senesinde yani 2020 yılında Düşün Taşın’ın artık oturmuş ve köklü bir vakıf olmasını ve ilk günden beri planımızda olan bir Düşünce Kuruluşuna geçiş yapması için uğraş veriyoruz. Bu konuda çalışmalarımız büyük bir hızla ilerliyor. Derneğin 20. yılında da hepimizin projeler üreteceği, dernek üyelerimizin akademisyen olarak öğrencilere ders vereceği Düşün Taşın Üniversitesini 2030 yılında hayata geçirmek istiyoruz. Ülkemizin içerik üretimi konusun- da “Fare Toplumundan, Klavye Toplumuna” geçiş yapması için gecemizi gündüzümüze katıp çalışmaya devam edeceğiz. Bunların hepsi zor, ama mümkün. Çünkü daha önce yaptıklarımıza bakıp onların gücü, ama yapılacak olan işlerimizin ve hayallerimizin zorluğuyla diyoruz ki; AŞAĞIDA DAHA ÇOK YER VAR… Bir HAYALİMİZ Var! Bir hayalimiz var... Kitaplara daha çok zaman ayırdığımız ve okuduklarımızı hayata geçirmek için uğraş vereceğimiz bir Türkiye hayal ediyoruz. Okunan metinlerdeki kelimeleri hayata tatbik edildiği, sosyal öğrenme ortamlarında kulaklarımızı fısıldanan o güzel sözleri ve sohbetleri hayata geçirebildiğimiz bir ülke hayal ediyoruz. Bir hayalimiz var; sadece tüketen değil aynı zamanda içerik de üreten ve TÜRETİCİ olabilmek için var gücü ile çalışan bir gençlik hareketi olmak istiyoruz. Gelişen teknolojide bilgisayar kullanımı açısından fare toplumu olmaktan klavye toplumuna geçiş yapmış olmayı hayal ediyoruz. Ulaşılması zor hedefler belirleyip gökteki yıldızlar misali ulaşamasak bile yakınlaşmayı bir öğrenme süreci kabul edeceğimiz projeler üretmek istiyoruz. 12 Ocak 2017 Perşembe günü derneğimizin yedinci kuruluş yılında inşallah düşünce kuruluşu olmamız hususundaki en mühim adımlardan olan Düşün Taşın Vakfını Allah’ın izniyle kurmuş olacağız. Sena Şenol İnceleme 38 39 Edebiyatla Hukuk Arasındaki İlişki Edebiyatla hukukun kesişim kümesi hemen hemen her edebi eserde vurgulanan adalet, vicdan, kabahat, suç, ceza unsurlardan oluşmaktadır. Hukuk ve edebiyat öteden beri sosyal bilimlerin en temel alanlarını oluşturmaktadır. Bu iki disiplin arasındaki temel ilişki ise yüzyıllar önce kurulmuş kaçınılmaz bir bağdır. Bu ilişki, her iki disiplin alanının da toplumla iç içe ve toplumun sorunlarını ele alıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Sermayeleri ise “söz”den başka bir şey değildir. Yapı taşı aynı olan bu iki alan birbirinden ne kadar uzak olabilir? Ya da sadece edebiyat okuyanlar mı yazar? Sözcükler olmadan bir hukukçu nasıl meramını anlatabilir? Bu bağlantının temeline baktığımızda iki mesleğin iç içe geçtiğini gösteren birçok örnek karşımıza çıkar. Kanuni döneminin en büyük şairi olan Bakî, “Sultânü’ş-şuarâ” unvanını sahip olmakla beraber aynı zamanda kadılık görevini de icra etmiştir. Örnekleri çoğaltmamız için aslında öyle çok uzaklara da gitmeye gerek yoktur. Yakın tarihimizde de Orhan Seyfi Orhun, Mithat Cemal Kuntay gibi isimler hukuk eğitimi alan çok sayıda yazarlarımızdan bir kaçıdır. Aynı durum Dünya edebiyatı için de söz konusudur. Dostoyevski, Kafka, Camus, Faulkner gibi devleşmiş yazarların eserlerinden de anlaşılacağı gibi edebiyatsız bir hukuk fakir olduğu kadar pek de mümkün olmamaktadır. Her iki alanında birbiri içinde olmasını edebi metinlerde hukuki terim avı yapmaktan ziyade asıl olanın hayatın ta kendisi olduğunu göz önünde bu- Dostoyevski, Kafka, Camus, Faulkner gibi devleşmiş yazarların eserlerinden de anlaşılacağı gibi edebiyatsız bir hukuk fakir olduğu kadar pek de mümkün olmamaktadır. lundurarak sosyal hayatta birbirinden ayrıştırılmasının mümkün olmadığı üzerinden anlayabiliriz. Bu iki disiplin alanın hüküm kaynağı harflerden, sözcüklerden, cümlelerden oluşmaktadır. Ve bir yazılma amacının sonucunda oluşan metinler yer yer birleşmekte, yer yer de uzaklaşmakta ancak hiçbir zaman aradaki akrabalık bağı kopmamaktadır. Bu iki disiplin arasındaki köprünün oluşumu, temel sorularının ortak olmasıdır. Farklılık ise bu sorulara verilen yanıtların yönteminden kaynaklanmaktadır. Edebiyat ve hukukun kesiştiği gerçek nokta tüm olan bitenin “söz”de gizli olmasıdır. Sözün kullanılış yöntemi, hukukta oldukça baskıcı, katı kalıplara sahipken, edebiyatta da bir o kadar özgürdür. ması, onun kaynaklarına ve bu kaynaktan doğan diğer kollara bakılması gerekir. Kurallarla çevrilmiş alanda sıkışıp kalmış ve hukukun dışına çıkamayanların, hukuk fakültesinde bile hukukun dışında kalacakları açıktır. “Sözel olan bu iki alan gerçekten birbirlerinden beslenmekte midir?” sorusuna verilebilecek muhtemel cevap; “Evet” dir. Peki, ama nasıl beslenir? Edebiyatla hukukun kesişim kümesi hemen hemen her edebi eserde vurgulanan adalet, vicdan, kabahat, suç, ceza unsurlardan oluşmaktadır. Hukukun teknik yönünden –yasa yapmaöte gerçek anlamda hukuk bilincinin oluşturulabilmesi için hukukun kalıplara sıkışmış, kazüistik yapısını edebi eserlerde vurgulanan bu unsurlarla aynı potada eriterek adaletin temeli oluşturulmalıdır. Bu noktada hukuku biraz daha irdelediğimiz zaman temel olarak hukuk nedir sorusuna cevap vermek gerekir. Hukukçuların dahi bu soruya cevap verebilmesi için hukukun dışına çık- Öte yandan hukukun en temel kaynaklarından biri toplum düzenine aykırı davranma sonucunun, toplum tarafından tasvip edilmeyen davranışların kınanması ve bir yaptırıma bağlanması, yani fertlerin suç işlemesidir. O nedenle, yasa koyma işlemi farklılık gösterse de her toplum için kaçınılmazdır. Oluşturulan sistemlere göre suç sayılan fiilin farklılaşması olağandır. Toplumsal yaşama ve bireylere bu kadar bağlı olan bu sistem, her durumda bir şeyin suç sayılacağını gösterir. “Ve sosyal farklılıklara göre hangisi olursa olsun, her suç tabii olduğu için gerçekleşir ve tabiiliğin içinde, yasayı karşısına alır.”[1]Adalet ve ondan türeyen nosyonlar ise her toplum için ortak bir değerdir. Suç bu bağlamda sosyal bir olgudur. Sosyal olan bu durum en önemli dünya klasiklerinden olan Dostoyevski’nin Suç ve Ceza”sında çok güzel bir şekilde ele alınmıştır. Sonuç olarak, hukuk ve edebiyat birbirinden beslenen ve asla ayrılamayacak ikiz kardeştirler. Hem ele alınan sorun hem de kullanılan malzeme bakımından bu iki disiplin etle tırnak gibidir. Toplum var olduğu sürece sosyal hayatın kaçınılmaz ikilisi olan hukuk ve edebiyat da varlığını sürdürecektir. Akal, Cemal Bâli. Hukuk ya da Kukla Tiyatrosu “Edebiyat ve Hukuk” Yazıları, “Gerçek Hukukçunun İçine Düştüğü Sonsuz Sıvıdır, s 80. [1] 40 Hüseyin Can Türkmen MİMARİ 41 Şehrin Kimliği mimari Mimari düşünceyi inanç ve kültürler oluştururken mimari düşünce de şehirlerin kimliğini oluşturur. İnsan, Allah’ın akıl ve irade ile donatarak yeryüzüne halife kıldığı yegâne varlık olması hasebiyle yaratılışından bugüne yeryüzündeki her şey ile etkileşim içerisindedir. Yaratılış serüveninin başlangıcından bu yana insan fıtratı gereği muhtaçtır. Ve ihtiyaçlarına çözümler ararken en tabii ihtiyaçlarından olan barınma ihtiyacını da gidermek için birtakım uğraşlar içerisinde kendisini bulmuştur. Tarihi gelişimi sürecinde barınma ihtiyacına çözüm olarak öncelikle doğada hazır bulunan ortamlar yer almaktadır. Zamanla insan tecrübe ederek bu tecrübeleri bilgi birikimine dönüştürmüş ve doğada bulunan malzemeleri kullanarak barınma ihtiyacını gidermeye çalışmıştır. man olan balkonu kullanarak mimarinin şehrin kimliğine etkisini imgeleştirmiştir. Yapıların birer dışsal öğesi olarak balkon bizim hayatımıza modernleşme olgusu dâhilinde girer; modernleşme/Batılaşma beraberinde kendi şehir kültürünü de getirmiştir. Balkon modern ve Batılı mimarinin simgesel bir unsurudur. Bizim yapılarımızda evlerin ön cephelerinde balkon değil cumba vardır. Balkon ise modernist şehirleşme olgusu ile birlikte bize gelmiştir. Mimarimizin geçirdiği bir dizi dönüşümün (buna rahatlıkla bozulma da diyebiliriz) sonucunun simgesidir. Ancak bu küçük şiirin evreni bir balkona sığmayacak kadar geniştir. Barınma ihtiyacı insanı beraber yaşamaya iterken bunun neticesinde toplum olma bilinci oluşmuş ve oluşan toplumlar kendilerine yaşam alanı inşa etmeye başlamışlardır. Toplumlar inşa ettikleri yapıları; geçmiş bilgi birikimlerine, kültürlerine ve mensup oldukları dinlerin etkilerine göre şekillendirmişlerdir. Bu etkenlerin beraberinde mimari olgu ortaya çıkmıştır. Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Dinî ve kültürel etkilerin şekillenmesiyle oluşan mimari anlayışı zamanla bozulmalara uğramış ve günümüz hâlini almıştır. İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanın ölü Geçmişten günümüze değişen ve gelişen dünyada insanın barınma ihtiyacına çözüm olarak bulunan bugünkü haliyle konut tipi yapılar toplumumuzda İslam ruhundan noksan bir mimari anlayış ile yapılmaktadır. Bu da belli bir mesafeyi içinde bulunduran karşılıklı huzur ve mahremiyet çerçevesinde ki komşuluk ilişkilerine zarar vermektedir. Necip Fazıl’ın deyişiyle “Apartman denilen sefer tası biçiminde evleri her birinin nefes kokusunu duyacak kadar insanları burun buruna getirmekle, aşırı yakınlık yüzünden öyle bir uzaklık doğurmuştur ki, Avrupalı bir muharririn de dikkat ettiği gibi, komşuluk denilen aziz manayı tam kökünden kurutmuştur.” diyebiliriz. Öyle ki insanlar apartmanlarda âdeta mahkûm hayatı yaşarcasına birbirlerinin gözü önünde birbirlerine yabancı kalmışlardır. Şehrin binaları ve oluşumunun birçok yönden toplumun inancı ve kültürlerinin fiziki yansımasını oluşturmakta olduğunu görmekteyiz. Öyle ki mimari düşünceyi inanç ve kültürler oluştururken mimari düşünce de şehirlerin kimliğini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Sezai Karakoç Balkon adlı şiirinde mimari bir ele- Diyerek sıradan bir gerçeklik olan ölümü anormal kılan şeyin yapılış amacının insanın dış etkilerden koruması amacıyla inşa ettiği evin artık onun için öldürücü olduğunu vurguluyor ve devam ediyor Karakoç; Evet, balkonu ölümle o kadar bağdaştırmış ki şair balkonların ölüme bir araç olduğunu söylüyor bizlere. Bir tabut kadar dar ve bunaltıcı olan balkonlarda ölüden farksız bir yaşam sürüldüğünü belirtiyor. Baktığımız zaman balkon şehrin küçültülmüş bir imgesidir. Ve modern şehrin bunaltıcı yüzünü göstermektedir. Balkon bize modern mimarinin sunduğu yaşam biçiminin taşlamasıdır. Son olarak Sezai Karakoç: Alnından öpmeye gidiyorum Evleri balkonsuz yapan mimarların Diyerek mimari eserlerin, İslam ruhu ve mimari anlayışını kendi kültür dinamiklerimizle harmanlayarak inşa edilmesini istemektedir. Sonuç olarak diyebiliriz ki günümüz “modern” mimari anlayışı ile yapılan ve dışa yönelimi gösteren balkonlar öz benliğimizden çıkarak farklı kültürel etkileşimlerin altında boğulduğumuza çok net bir örnektir. Buradan yapacağımız çıkarım doğrultusunda şehirlerin kimliğini oluşturan mimari elemanların toplumun kültürünü yansıttığını söylemek yerinde olacaktır. Vesselam. 42 43 Elif Nur Çakmak MİMARİ sıraladı bir bir. Süleymaniye ikinci kez hayat buldu Yahya Kemal’in dizeleriyle. Mimar Sinan’ın kalfalığını tamam eden nasıl bu taşlar olduysa, Yahya Kemal’i de şair yapan en önemli satırlar bunlar oldu şüphesiz. Onlar sayesinde daha güzel bakabildik hem Allah’ın yarattıklarına hem kendi tasarladıklarımıza. Bakarken daha güzel düşündük, daha güzel hissettik. Mimarların ince fikirlerini gözlerimizden gönüllerimize onlar akıttı. “Bursa’da eski bir cami avlusu Küçük şadırvanda şakırdayan su Orhan zamanından kalma bir duvar Onunla bir yaşta ihtiyar çınar.” diyerek hayatın her anında yer edinmiş olan edebiyatı mimariyle buluşturdu. Hatta o ulvi şairleri birer mimar eyledi. Mimar Sinan nasıl emek emek o taşları dizerek Süleymaniye’yi dirilttiyse Yahya Kemal de sözcükleri Azametten Zarafete Mimar Sinan nasıl emek emek o taşları dizerek Süleymaniye’yi dirilttiyse Yahya Kemal de sözcükleri sıraladı bir bir. Estetik zevkimizin giderek azalmaya başladığı şu günlerde Süleymaniye Camii gibi nice güzel eser gönlümüzün aydınlığını her saniye arttırmaya devam ediyor. Rezidans, gökdelen ve plaza görmeye alışmış zavallı gözlerimizin yegâne kurtarıcıları onlar. Kimi zaman Rabbe olan bağlılığı gös- termek için, kimi zaman da mutluluk veren bir çatı olsun diye “Aşiyan” dediğimiz, özel anlamlar yüklediğimiz, binanın ötesinde bir sıcak yuva oldular bizlere. Bu binaların mimarları klasik mimarimizin de temellerini oluşturdular ve tekniği estetikle buluşturdular. Çizdikleri kubbe ve minareler ilahi âlemin güzelliğini kucaklamak istercesine göğe uzandılar yıllar yılı. Görkemle- ri dilimize, zarafetleri bulutlara ulaştı. Peki, bu nasıl mı oldu? Kimi: “Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.” dedi. Kimi: “En güzel mabedi olsun diye en son dinin Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin.” dedi. Kimi ise: Bizlerse zamanla önce gönül kapılarımızı sonra göz kapaklarımızı kapattık estetiğe. Bir medeniyetin can verdiği ne varsa silip attık hafızalarımızdan. Ve sonra modern dünyanın verdikleriyle avutmaya çalıştık kendimizi. En çok da mimari bütünlüğün, insanlar arasındaki duygu birliğini sağlayacağını unuttuk. Ne diyor Murat Menteş bir yazısında: “Yapısal, ortak paydadan mahrum bir muhitte insanların aşkları kısa sürer; kavgaları uzun…” Bende kavgalarımızın tamamen biteceği günlerin varlığına kalpten inanıyorum. Bu milletin dünyaya bırakacağı daha çok Süleymaniye var. Cemile Altun KİTAP 44 45 & Kitap Okuma “Kitap okudum hayatım değişti” söylemlerinin beyinde okuma eylemiyle gerçekleşmesinin yanında, bu eylemin beyin üzerindeki etkileri de merak konusu olmuştur. Gözlerimiz satırlar arasında gezinirken, zihnimiz yeni dünyalara yolculuğa çıkıyor. Bu yolculukta beynimiz, olağanüstü değişimler-başarılar gösterir. Üzerinde hiç düşünmediğimiz “okuma” işlevi beynimizin olağanüstü başarılarından biridir. Karaçay “okuma” eylemini şöyle açıklamaktadır; “Okuma, gözlerin yazılı kelimeleri algılamasıyla başlar. Satırları okurken gözlerimiz, sayfayı soldan sağa, spazmodik hareket adını verdiğimiz ve saniyede dört beş defa tekrarlanan çok kısa süreli duraksamalarla tarar. Sözcüklerden yansıyan fotonlar retinaya ulaştığında beyaz kâğıt ve üzerindeki siyah harflere ait bilgi, retinadaki nöronlar tarafından tüm şekli ile değil, sayısız parçalara ayrılmış bilgi olarak algılanır ve beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz bu bilgileri tekrar bir araya getirir. Bu aşamada bir yandan beynimiz harfleri sese dönüştürürken (fonolojik yol) diğer yandan okunan sözcüklerin ne olduğunu, dağarcığımızdaki sözlüğe başvurarak belirler (leksikal yol). Sonuçta harfler hem belli bir sesi hem de belli bir anlamı olan sözcükler olarak algılanır.” Dahaena ise “okuma” işlevini şöyle açıklar; “Beynin sol oksipito-temporal bölgesinde yer alan görsel harf merkezini, harf kutusu olarak düşünülebiliriz. Okuma dili ister İngilizce, ister Fransızca, ister Çince olsun, harf kutusunun yeri hep aynı yerdedir. Beynin harf kutusu, harflerin ve sözcüklerin görsel şekillerini algılar. Harf kutusu bu bilgiyi sol yarıkürede bulunan ve sözcük anlamını, ses motiflerini, harflerin seslendirilişini kodlayan çok sayıda değişik bölgelere iletir. Dolayısıyla işitme ve konuşma bölgeleri ile doğrudan bağlantılar söz konusu olur. Sözcüklerde yüklü anlamların algılanması ve yorumlanması, beynin hafıza ve duygu gibi işlevlerinden sorumlu bölgelerinin katılımı da gerekmektedir. Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi akışıyla sadece insan türüne ait bu olağanüstü beceri gerçekleşir.” Buradaki ilginç noktalardan biri; işitme, görme, tat alma, dokunma, yazı yazma, okuma vb. işlevler beyin içerisinde birbirleriyle bağlantı kurabildiği gibi, bağlantılardaki kopukluk bölgelerin çalışmasını engellememektedir. Örneğin, “okuma güçlüğü” olarak tanımlanan “aleksi” hastalarında olduğu gibi okuma yeteneği kaybolsa bile yazma yeteneği devam eder. İlginç olan diğer bir nokta; okuma işlevini gerçekleştiren bağlantıların kopukluğu kaynaklı okuyamama rahatsızlıklarında, kopukluk farklı yollardan tamir edilebilirse okuma işlevi gerçekleşebilir. Örneğin, okunan yazıya ait görsel bilgi harf merkezine ulaşmazsa okuma mümkün olmayacaktır. Aynı Beyin bilgi, el ayasına harfler yazılarak merkeze ulaşırsa okuma gerçekleşebilir. Araştırmaların yoğunlaştığı konular arasında; okuyan-okumayan ya da az okuyan-çok okuyan kişilerin beyin yapıları ve zihinsel kapasiteleri arasındaki farklılıklar yer alır. Beynin yakıtlarından biri olan oksijenin, tüketimini takip ederek beyindeki etkin bölgelerin tespitini yapan fMRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme) teknolojisi sayesinde beyindeki fonksiyonel farklılıklar kolayca tespit edilir. Bilişsel Beyin Görüntüleme Merkezi araştırmacılarından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşları arasındaki çocuklarda okumanın beyin üzerindeki etkilerini araştırdı. Okuma problemi olan çocuklar ve normal düzeyde okuyabilen çocuklar diye iki grup oluşturuldu. Bu gruplarda, beynin değişik bölgeler arasındaki bilgi akışını sağlayan “beyaz madde” incelendi. Çalışma, okuması zayıf olan çocukların, beyinlerinin beyaz maddesinin yapısal kalitesinin, normal okuyan çocuklarınkine kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koydu. Daha sonra okuması zayıf olan çocuklara yoğun bir program izlenerek okumaları ilerletildi. Yoğun program bittiğinde çocukların beyin görüntülerinden beyin dokusunun geliştiği, beyaz maddede iyi-leşmeler olduğu gözlendi. Okumanın beyinde sinirler arası bağlantılar olan beyaz maddeyi etkilediği, üst düzey zihinsel etkinliklerinin arttığını tespit etti. “Kitap okudum hayatım değişti” söylemlerinin beyinde okuma eylemiyle gerçekleşmesinin yanında, bu eylemin beyin üzerindeki etkileri de merak konusu olmuştur. Brain Connectivity’de yayımlanan makaleye göre, kurgusal bir hikâyeye dalmak, beyin fonksiyonlarının işleyişinde beş güne kadar değişiklik yaratabiliyor. Alışkanlık hâline gelmiş okuma eyleminin loblar arasında bağlantıları arttırarak beyin kapasitesini arttırdığı tespit edilmiştir. Zaten başarı beynin her iki lobunun kullanılmasında gizlidir. Kitap okumak bu iki lobun birlikte kullanılmasına imkân sağlar. Çünkü kitap okurken sol tarafla takip edilen ve kavranan kavramlar beynin sağ tarafıyla hayal edilir. Televizyon izlemek sağ lobu pasif bırakır. Aynı zamanda, otizmli çocuklar üzerinde 200 saatlik okuma etkinlikleri yapılarak beyinleri incelendi; beyin kan akımı, elektrik aktivitesi ve metabolizmasında büyük artışlar olduğu gözlemlendi. Nitekim kitap okumak sadece bilgi edinme amaçlı bir faaliyet olmadığını bu zaKaynaklar mana kadar yapılan bilimsel çalışmalar bilimsel gösterir. Okumanın; katillerde, zalimlerde, diktatörlerde, şiddete meyilli insanlarda az bulunan “empatiyi” (anterior insular cortex ) geliştirdiği Amerika’daki Buffalo Üniversitesi tarafından kanıtlandı. American Academy of Neurology dergisinde yayımlanan bir habere göre, herhangi bir yaş döneminde yapılan kitap okuma, yazı yazmak, beyin uyarıcı aktivitelere katılmak belleği koruyabiliyor, beyin hastalıkların riskini azaltıyor. Okunan eserin türüne göre beyindeki gelişimler de farklılıklar göstermektedir. Ancak beynimizin zorluklar ile beslendiğini düşündüğümüzde her tür kitap okumanın beyin için ayrı bir yararı vardır. Herkesin her şeyi okuyabildiği şu dönemde, gelişime aç beyinlerimizi kitapla besleme, uyandırma zamanı. James Howell’in söylediği gibi, “Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır.” 1. Bahri Karçay, “Okuyan Beyin”, Bilim ve Teknik, Eylül, 2011 2. Dehaene, S., “ Reading İn The Brain”. The Science And Evolution Of A Human Invention, Viking, Penguin Group, 2009. 3. Timothy Keller and Marcel Just, “Carnegie Mellon Scientists Discover First Evidence of Brain Rewiring in Children”, Decem-ber, 2009 4. Autism Speaks, “Reading program improves brain connectivity in students with autism”, July, 2015 5. Lana Wınter-Hébert, “10 Benefits Of Reading: Why You Should Read Every Day”, Blog Yadigar Can ROPÖRTAJ 46 47 Evren Allah’ın Sanatının Muhteşem Bir Göstergesi Dil ve bilim felsefesi üzerine çalışmalar yürüten akademisyen, yazar Prof. Dr. Caner Taslaman ile çalışmaları ve kitapları üzerine konuştuk. Cevap aramaya lise döneminde başladığı soruyla dinî konulara ilgisinin başladığı Taslaman; akademik hayatı, yazıları üzerine sorduğumuz soruları samimiyetle cevapladı. Merhaba Sn. TASLAMAN, dergimizin bu özel sayısında bizlerle söyleşi talebimizi kabul ettiğiniz için öncelikle çok teşekkür ediyorum. Ben sizi Felsefe bölümünde eğitim almak üzere arayış hâlinde olan bir öğrenci iken tanıdım, okurlarımıza da tanıtmak için heyecanlanıyorum. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Sosyoloji ile başladım. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdim. Yüksek lisans diplomam da Felsefe ve Din Bilimleri idi. Master ve doktora konularımda Modern Bilim, Felsefe ve Din ilişkisi konuları üzerindeydi. Doçentlik için çalıştığım konular da Modern Bilim, Felsefe ve Din ilişkisi üzerineydi. Aralarda yazdığım makalelerin çok büyük bir kısmı bu konular üzerineydi. Tabi bununla birlikte yaptığım ikinci bir doktora var, konusu “Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de İslam” bu daha çok Sosyoloji, Siyaset Bilimi konularını içermektedir. Marmara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri bölümünde, Big Bang Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yaptığım tez ile yüksek lisans, Evrim Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yaptığım teziyle doktora derecesini kazandım. Daha sonra ise Kuantum Teorisi’nin felsefe ve teoloji ile bağlantısı üzerine yazdığım kitapla doçent oldum, yine bilim-felsefe-din üçgenindeki çalışmalarımla da profesörlük derecesini de aldım, şu an Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümünde öğretim üyeliği yapmaktayım. Öğretim üyesi olduğunuz için yazmaya makaleler ile başlamış olmalısınız fakat yayınlanan ilk kitabınız neydi ve ne zaman yazdınız? Evet, akademisyenlik yaşamım boyunca hem akademik kariyerim hem de çalışmalarımı yayınlamak adına yüksek lisanstan itibaren makaleler; düşüncelerimi tanımlayan ilk yayınlarım oldu. Yüksek lisans tezim konum olan Big Bang Teorisi hakkında yazdığım kitap Big Bang ve Tanrı ilk kitabımdı. Diğer kitaplarımın da bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kuran ve Bilimsel Zihin İnşası, Parçacık Fiziği Felsefi ve Teolojik Değerlendirmeler, Modern Bilim, Felsefe ve Tanrı, Evrim gibi kitaplar yazdığım kitaplardan birkaçıdır. nasıl kapılar açtı ve sizce bu sorunun cevabı neden önemli? Benim özellikle dinî konulara yönelmemde çok eskiden kendime sorduğum bir soru var. O zamanlar daha lise talebesiydim şimdi profesör oldum ama hâlâ o basit sorunun etkili olduğunu düşünüyorum. Bir soru bir lise talebesine, üniversiteliye, bir profesöre her yaştan ve kültür düzeyinden kişiye etkili olabildiyse bence o soru gerçekten güçlü bir sorudur. O soru şu bence “Şu anda ölmüş olsan, geçmişte nasıl bir hayat yaşamış olmak isterdin.” Bu soruyu kendimizi kandırma sürecini durdurmak için sorabiliriz. Şu anda bende tek kalan amelim ve Allah’ın rızasını kazanıp kazanmadığımdır. Gerçek endişem alamadığım araba, oturamadığım evler yerine Allah’ın rızasını alıp almadığımdır. Kitaplarınız da hangi konulara yer veriyorsunuz, öğretim üyeliğinizle ilgili alanlarda mı yayınlar yapıyorsunuz? Sosyoloji ile başladığım bu serüven, felsefe bilimi çevresinde ilerlerken birçok farklı alanlarda ki konuları da içine aldı. Bu geniş başlıklar içerisinde, Fizik, Astronomi, Felsefe, Siyaset Bilimi gibi alanlardan ele alığım konuları eserlerimde görebilirsiniz. Cambridge Üniversitesi Faraday Enstitüsünde misafir akademisyenliğiniz süresince yaptığınız çalışmalar hangi konular üzerineydi? Bu çalışmalarınız Türkiye’de ki çalışmalarınıza nasıl yansıdı? Faraday Enstitüsü Modern Bilim ve Din üzerine bir enstitüdür. Cambridge Üniversitesinde kısa bir süre bulundum. Burada yaptığım araştırmalar misafir akademisyenliğimde sonra yayınladığım kitaplara ham madde olup, düşüncelerimin derinleşmesine fayda sağlayan donelerle dönmeme fırsat olmuştur. Öğrencilik yıllarınızda kendinize sorduğunuz, her yaştan ve her meslekten insanın kendisine sormasını da salık verdiğiniz bir soru var. Bu soruyu bizlerle paylaşır mısınız? Bu soru size Fizik ve Astronomi Bilimlerine olan merakınız nasıl oldu? Birçok yayın ve konuşmanızda bilimin bu dallarından yararlandığınızı görüyoruz. Evrenin Allah’ın sanatının muhte- şem bir göstergesinin olduğunu düşünüyorum. Evrenin büyüklüğünün bizde ürperti hissettirecek kadar etkileyici olduğunu aynı zamanda burada ne kadar muazzam bir incelik de olduğunun göstergesidir. Bu estetikten büyülenirken aynı zamanda acizliğimizin de farkına varıyoruz. Bunları yaratanın her derdimize deva olacağını da görüp evreni aynı zamanda bir ümit olarak da yorumluyorum. Bence fizikçiler piyano üreten ney üreten sanatkârlar gibidir. Teoloji ve Felsefe de yorumcudur. Felsefeciler bilimden gelen ham maddeyi yorumlarlar. Asıl olan ise bunu nasıl kullanacağımız, üreteceğimiz yorumlayacağımızdır. Bu bakış açımdan dolayı Fizik ve Astronomi bilimine ilgim bulunmaktadır. Yoğun bir yaşantınız olduğunu tahmin ediyorum. Makaleler, öğretim üyeliği TV programları ve özel yaşantınız yoğunluğunda değerli kitaplarınızı yazma fırsatını nasıl sağlıyorsunuz? Genç yazar adaylarına bu konuda tavsiyeleriniz var mı? Geceleri yazmayı tercih ediyorum. Gece vakitlerini değerlendirmeyi seviyorum. Gündüz öğretim üyeliği çalışmalarım devam ediyor. Bu süreç zarfında son zamanlarda yüksek lisans öğrencilerine ders veriyorum. Araştırma okumalarımı ve yazılarımı geceleri yazıyorum. Herkesin kendine göre farklı meşguliyet ve yoğunlukları var. Ben işlerimi bu şekilde yürütmekten tasarruf ediyor ve üretmeye çalışıyorum. Genç adaylara bu anlamda fayda sağlayabileceksem ne mutlu bana. Yeni yayınlanacak olan son kitabınız hakkında bize birkaç ufak bilgi verebilir misiniz? Son kitabımın adı Allah’ın Varlığının 12 Delili. Bu kitabı iki başlıkta topladım. 7 tane Evren Delileri başlığı, 5 tane Fıtrat Delili başlığı altında açıklamaya çalıştım. Allah’ın varlığını herkesin bildiği fakat farkındalık oluşmayan konular hakkında tanımlamaya çalıştım. İnançsız kişilerin kitabı eline aldığında ve tarafsız bir şekilde değerlendirdiğinde Allah’ın varlığını görebileceği bir kitap olmasını arzulayarak yazdım. Birbirinden farklı ve geniş bir okur kitleniz var. Takipçileriniz sizlere nasıl ulaşabilir? Kendime ait web sitemde iletişim bölümü bulunmaktadır. Okurlarım orada yorumlarını benimle paylaşıyor. Vakit buldukça cevaplayıp geri dönmeye çalışıyorum. Yoğunluğum vesilesi ile cevaplayamadığım mailler olmuyor değil fakat okurlarımın ilgisi her yazarın hissettiği gibi beni de mutlu ediyor ve motivasyon kaynağı oluyor. Buradan hepsine teşekkür ederim. Düşün Taşın Derneği olarak size teşekkürlerimizi sunuyoruz. Benim için gerçekten çok keyifli bir sohbetti. Değerli vaktinizi bizlere ayırıp sizleri tanıma fırsatı sağladınız. Öğretim üyeliğiniz ve çalışmalarınızda size başarılar diler bir başka söyleşi de görüşmek üzere iyi günler dileriz. Ben de sizlere teşekkür ederim. Kitap okumayı sevdiren ve bir sivil toplum örgütünü faaliyetlerini aşmış gönüllü ve dolu dolu etkinlikler gerçekleştiren derneğinize başarılar dilerim. 48 49 AKTÜEL olduk. Peki, gerçekten zamanda yolculuk mümkün mü? Yılmaz Varış Lisedeki fizik ve matematik derslerinden x, y, z koordinatları ile hatırlayacağımız konum boyutlarına bir de “t=zaman” boyutunu eklediğimizde (eğer insan aklının algılayamadığı başka boyutlar da mevcut değilse) 4 boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. Konum boyutlarında ileri geri gidebiliyoruz. Her gün okula işe gidip gelirken yaptığımız şey aslında 3 konum boyutunda ileri geri hareket etmek oluyor. Evet, işten tekrar eve dönebiliyoruz ama geceden sabaha geri dönemiyoruz, sadece bir sonraki güne ilerleyebiliyoruz. Yani diğer 3 boyutta ileri geri hareket edebilirken zaman boyutunda sadece ve sadece ileri doğru hareket edebiliyoruz. Eğer geçmişe dönmek gibi bir hayaliniz varsa artık bunu bir kenara bırakabilir hatta tamamen unutabilirsiniz. Fakat geleceğe yolculuk hâlen mümkün! Mesela yazının bu kısmına gelene kadar zamanda 1-2 dakikalık bir yolculuk gerçekleştirdiniz. Peki, size çok daha ileriki yıllara çok daha hızlı bir şekilde gitmenin mümkün olduğunu söylesem... Evet, bu gerçekten mümkün. En azından şimdilik teoride ve yüksek teknolojiye sahip laboratuvarlarda mikro kütleler üzerinde yapılan deneylerde mümkün gözüküyor… Fiziğin Metafizik Fantezileri Bilimsel ilerlemeler hayatı direkt ileri taşımıyor, mühendisliğe ve teknolojiye yansıdığı zaman hayatımıza dokunabiliyor. Zamanda yolculuk, görünmezlik, ışınlanma, duvardan geçebilme ve uçabilmek gibi hayal gücümüzün ürünü olan çeşitli fantezilerimiz var. Kimileri için bu fanteziler sadece imkânsız bir hayalden öte gitmez, kimilerimiz de bunları bilimsel açıdan acaba mümkün mü şeklinde sorgularız. Sadece yüz yıl önce imkânsız bir hayal olarak görünen yüzlerce icat ve ürünün şu anda gündelik hayatımızın sıradan bir parçası hâline geldiğini görüyoruz. Gelecek için de robotlarla birlikte ya- şadığımız, şoförsüz araçların, uçakların ve hatta uçan taksilerin olduğu, kök hücrelerden üretilecek canlı organlar, 150 yıla kadar uzayacak insan ömrü ve yapay zekâ ile tanışacağımız bir geleceğin bizi beklediğini düşündüğümüzde zamanda yolculuk gibi hayal ürünü beklentilerin de yer alması daha kabul edilebilir oluyor. 1900’lü yılların başlarında gerçekleştirilen bilimsel ilerlemelerin bir kısmının teknolojiye aktarılması bizi günümüz dünyasına taşımıştır. Yani bilimsel iler- lemeler hayatı direkt ileri taşımıyor, mühendisliğe ve teknolojiye yansıdığı zaman hayatımıza dokunabiliyor. Peki, bilimsel olarak ispatlanan ama teknolojiye yansımayan daha neler mevcut? Zamanda Yolculuk “Back to The Future” filminde Dr. Brown ve Marty’nin gelecekte seyahat ettiği tarih olan 21 Ekim 2015 tüm dünyada “Geleceğe Dönüş Günü” olarak kutlandı. Bu nedenle Ekim ayında “zamanda yolculuk” konusunu her yerde gereksiz bir yoğunlukta görmüş İzafiyet Teorisi ve İkizler Paradoksu Einstein’ın o çok meşhur izafiyet teorisi aslında bunu anlatıyor. İzafiyet teoremine göre ölçebildiğimiz 4 boyut görecelidir, yüksek hızlarda zaman daha yavaş akar ve diğer 3 boyutun da boylarında kısalma meydana gelir. Işık hızına yaklaştıkça da bu zaman ve boy farkı çok çok artar. Örneğin, aynı anda doğan ikiz kardeşlerden birinin bir uzay gemisine bindirilip ışık hızının 0,3 katı hızında hareket ettirildiğini düşünelim. Hareket eden gemide zaman daha yavaş geçecektir. Öyle ki uzay gemisi içindeki kardeşe göre 25 yıl sonra tekrar dünyaya geldiğinde dünyada 80 yıl geçmiş olur. Yani ikiz kardeşlerden biri 25 yaşında genç bir delikanlı iken diğer kardeşi Allah ömür verirse 80 yaşında bir dede hâline gelecektir. İşte buna da “İkizler Paradoksu” diyoruz. En ilginç tarafı ise bu anlattıklarım sadece kâğıtlardaki formüllerden ibaret formüller değil laboratuvar ortamında atom altı parçacıklar üzerinde yapılan deneylerde de doğrulanmıştır. Yani bir gün çok yüksek hızlarda gidebilecek araçlar yapabilirsek gelecekte bir zamana seyahat etmiş gibi olacağız. Peki, Duvardan Nasıl Geçeceğiz? Eğer zamanda geriye yolculuk yapabilseydik sizinle ortaokuldaki fen bilgisi dersimize ya da lise1 kimya dersimize gidebilirdik. Orada basitçe ama yanlış anlatılan atom çevresindeki orbitallere elektron yerleştirmesini sizlere göstermek isterdim. “Say Say Paranı Say Paranı Say Faruk Dedenin Parasını.” tekerlemesiyle ezberlediğimiz elektronların çekirdek etrafındaki SPDF orbitallerine yerleştirilmesi sonucunda elektron yerleşimine göre atomlar çeşitli orbital kuantum sayılarına sahip olurlar ve bu yerleşimler onların davranış yapısının çok farklı şekillerde olmasını sağlar. Elektron dizilimlerine göre ortaya fermion ve boson denilen farklı davranış sergileyen iki yapı grubu ortaya çıkar. Fermionların aynı anda bir arada bulunabilmesi mümkün değildir. Çevremizde gördüğümüz birçok şey ve kendi vücudumuzun yapısı da fermiondur diyebiliyoruz. Bu nedenle biz ve diğer maddeler birbiri içinden geçemiyoruz ve bir fantezimiz daha burada sonlanmış oluyor. Bunu dışında bozon dediğimiz maddelerin bizim içimizden geçme durumu olabilir ama bunun da çok sağlıklı olmayacağını söylemek gerek. Buraya kadar okuduklarımızdan zamanda yolculuğun istediğimiz manada bir zaman makinesi ile olamayacağını ve duvardan geçme gibi bir durumun söz konusu olmadığı öğrenmiş bulunuyoruz. Bu fizik denen şey hiç eğlenceli değilmiş diyebilirsiniz. Ama daha ışınlanma ve görünmezlik konularına girmedik. Görünmezlik konusunun neredeyse çözüldüğünü ve ışınlanmanın da mümkün olduğunu da anlatmak istiyorum ama bunun için zamanda ileri doğru bir yolculuk yapıp sonraki bir sayıyı beklememiz gerekiyor. 50 EDEBİYAT 51 Peyami Safa PEYAMİ SAFA’NIN ÇOĞU ROMANINDA OLDUĞU GİBİ DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU’NDA DA KONU HAYATIN KENDİDİR. AŞİNA OLDUĞUMUZ HAYATA YAZARIN HAYAL GÜCÜ EKLENMİŞTİR. İÇİMİZDEN BİRİDİR KAHRAMAN. HUYLARI, DAVRANIŞLARI, KARAKTERİ, İÇ DÜNYASI TANIDIKTIR. Safa Peyami Safa Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşu “Beklemesini onlar kadar bilen yoktu.” Safa PEYAMİ Hastane koridorlarında PeyamiSafa Peyami Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun esas kahramanı bulunmak zorunda olduğu yerdedir. Hasta çocuklar, yanlarında ailelerinden bir büyük endişeli yüzler, iyot ve eter kokusu. Yalnız ve hasta bir gençtir hastane koridorlarında bekleyen. Roman, onun temiz aşkını ve aşkıyla birlikte büyüyen derin ıstırabını konu edinir. Mutlu olmayı düşleyen uçarı bir kızdır sevdiği. Hastanın ruhunu kuruntular kemirirken hıçkırıkları hastanenin çıplak duvarlarında yankılanır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Peyami Safa’nın kendi geçmişinden izler taşır. Server Bedi ismini de kullanan Peyami Safa, 1899 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Servet-i Fünun Dönemi şairlerinden İsmail Safa’ydı. Sivas’a sürgüne gönderilen babası orada ölünce Safa iki yaşında hayatla yüzleşti. Sekiz-dokuz yaşlarındayken bir kemik hastalığına yakalandı. On yedi yaşına kadar hastalığının fiziksel ve ruhsal bunalımlarıyla mücadele etti. Hekimler kolunun kesilmesine karar 52 53 EDEBİYAT verseler de Safa bunu kabul etmedi. “Kendimizi herkesten iyi tanırız. Onun için romanlarımızda herkesten çok biz varız. Fakat bizi başkalarına dağıtarak otobiyografik olmaktan kurtuluruz. Çevre, zaman ve mekân başkalıkları bu işi kolaylaştırır” diyen Peyami Safa, hasta olduğu yıllarda yaşadıklarını Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanında anlattı. İçimizden bir kahraman Peyami Safa’nın çoğu romanında olduğu gibi Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda da konu hayatın kendidir. Aşina olduğumuz hayata yazarın hayal gücü eklenmiştir. İçimizden biridir kahraman. Huyları, davranışları, karakteri, iç dünyası tanıdıktır. Kahramanın gördüğü, düşündüğü, konuştuğu, davrandığı minvalde romanın bütünü ortaya çıkar. Doku- zuncu Hariciye Koğuşu, psikolojik bir romandır. Peyami Safa, geniş bir felsefe kültürüne ve fıkra yazarlığı becerisine sahiptir. Bundan kaynakla romanlarında metafizik meselelere eğilir, sosyal konuları ele alır. Fakat anlattıklarını ispata uğraşmaz. Sol dizdeki meçhul hastalık Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda olaylar, izlenimler, duygu ve düşünceler kahramanın dilinden kaleme alınmıştır. O genç ki ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürür hastane bahçesinde. On beş yaşındaki roman kahramanı sekiz yaşından bu yana sol dizindeki meçhul hastalıkla mücadele etmektedir. Muayene odalarının önünde senelerce beklemiştir, hâlâ beklemektedir. Bir köşeye ilişmiş, kımıldamadan, sessiz, korkudan büzülmüş, rengi uçuk. Dizinden iki Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyür de büyür... defa ameliyat olmasına rağmen ıstırabı azalmamış, üçüncü bir ameliyat daha mevzubahis olmuştur. Muayene odasındaki bir günü şöyle anlatır: “Yara açıldı. Operatör eğildi ve benim pek iyi anladığım vahim bir teşhis yerine geçen manalı bir sesle mırıldandı: “Hımmm…” Hava dokundukça, yaralı çıplak et derisiz gibi ürperiyor ve benden fazla korkuyordu.” İçinde garip bir karıncalanma hâlin- de, birtakım iniltiler, mırıltılar, şekilsiz gölgeler… Bir insanın başına gelen bir felaketi başkalarıyla paylaşması acısını hafifletir. Fakat roman kahramanının ıstırabını paylaşabileceği kimsesi yoktur, annesinden başka. Oysa bilir ki “Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur.” Yani, azalacağına katlanarak artar. Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına daha fazla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her geçişinde büyüdükce büyür. Bu yüzden hasta genç sustukça susar. Karşılıksız aşkın pençesinde On beş yaşındaki birinden çok kırklı yaşlarının ortasında bir adamın olgunluğunu taşır hasta. Bunun nedeni ise çektiği acılarla yaşıtlarından önce büyümüş, olgunlaşmış olmasıdır. Bacağının acısıyla inlerken karşılıksız bir aşkın pençesine de düşmüştür. “Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz; fakat aynı şeyi hissettiğimizden emin olamamak azabı içindeyim.” sözleriyle ifade eder karşılıksız hislerini. Nüzhet ise hercaidir. “Onun birçok heyecanları otomatiktir.” sözleriyle tarif eder Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır... genç kızı. Nüzhet’in kahkahalarından ürker. Çünkü Nüzhet, kahkahalarını bir başkasının zaaflarının üzerine merhametsizce boşaltır. Roman kahramanının içinde bulunduğu çaresiz durum karşısında bir de rakibi vardır: Doktor Ragıp. Uzun boylu, ince, seyrek ve sarı saçlı genç bir hekim. Sağlıklı bir yüzde daima gülmeye alışmış, ciddi hâlinde dahi gülümseyen bir ağız. Kıvrak mavi gözler muzip. Doktor Ragıp’ın dinç görünümü hasta gencin trajedisini daha da belirgin kılar. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda hasta gencin ruh hâli keder, korku, yoksulluk, ölüm, yalnızlık hissi etrafında karanlıktır. Defalarca gidilmiş hastane yolu, beyaz önlüklü hemşireler, hekimler; ilaç kokuları, kanlı pamuklar arasında bacağını kaybetme korkusu. Bazı sayfalarda tabiatın uyanışına benzer umut tomurcukları yeşerse de egemen olan sürekli bir kederdir. Romanın sonunda operatör müjdeli haberi verir: “Bacağın kurtuldu. Fakat yere basmayacaksın!” Nüzhet’ten kart gelmiştir. Ziyaret edemediği için af istemektedir. Hastalar affetmesini bilirler ama… Büşra Kalemci-Eslem Kıdıl SÖYLEŞİ 54 55 Adam Olmada İstikrar İstikrar Zirvesi’ne giden yolda altıncı etkinliğimizi şair, senaryo yazarı, televizyon programı sunucusu, köşe yazarı Sayın İsmail KILIÇARSLAN ile gerçekleştirdik. “Adam Olmada İstikrar” İstikrar Buluşmalarının altıncı konu başlığı oldu. ”Demeliyiz: biz buradaydık ve pek umurunda değildik dünyanın, Yaşıyorduk gene de -ki en az birkaç kez yaşamalı insan, öğrenmeli çarpışarak çekilmeyi- denilebilir ki yanlış saatleri doğru zamanlara ayarlayan yaramazın biriyim ben. Belki de şunu demek istiyorum: dünyanın bir namaz ferahlığına ihtiyacı var. “ Sohbetimize İsmail Kılıçarslan’ın bu anlamlı dizeleriyle başladıktan sonra bize kendisini kendi dilinden anlatmasını rica ettik. Eyvallah deyip sözü bizden alan Sayın Kılıçarslan sözlerine hoş ve esprili bir diyaloğu anlatarak başladı. “Yine böyle bir sohbet ortamında hem ilahiyat hem de iletişim okuduğumu söylediğimde bir arkadaş şöyle bir soru yöneltti bana.” Abi adınız neden Cebrail değil? Yani hem iletişim hem ilahiyat okuyunca İlahî bir mesajı iletecekmişim gibi oldu sanırım. Oysaki benden Cebrail olsa yarım bir Cebrail olurdu dedim bende. Çünkü ilahiyatı da, iletişimi de yarım bıraktım. Bitirsem iyi olurdu elbet ama bunun içinde çok pişman olduğumu söylemem.” diyen Kılıçarslan; akademi şirktir. Çünkü bilimlerin ayrılmasına, birlikteliğine yapılmış bir ihanettir diyerek şu örneklerle sözlerine devam etti; “Psikoloji bölümünde okuyan birine bir sosyoloji makalesi, konusu sorduğumda -abi ben psikoloji okuyorum sosyoloji değil- diyerek cevap veriyor. Aynı şekilde bir makine mühendisine insan kalbi nasıl çalışır dediğimde; -ben bilmem doktor değilim ki makine mühendisiyim- diyerek cevap veriyor. Felsefi anlamda bilimlerin birbirinden ayrılmasının, parça odaklı düşünülmesinin yani modern akademinin şirk olduğunu savunan Kılıçarslan aynı zamanda modern akademinin bizleri makinenin hiçbir şeyin farkında olmayan dişleri hâline getirdiğini söylüyor. Bunların aksine geçmişi örnek gösteren Kılıçarslan; İbni Sina’nın mütevazılığı ve bilgeliğinden bahsediyor bizlere. 40 yaşındayken birinin İbni Sina’ya “Tıp Uzmanı” dediğini ve karşılık olarak -gençliğimizde tıpla biraz iştigal ettikdiyerek cevap veren Sina’nın kitabının 18. yy’a kadar yazılmış en önemli tıp kaynağı olduğunu hatırlatıyor bizlere. İbni Sina için ilimin; bilinmeye değer olan şeylerin birbirinden ayrı olmadığı, aynı zamanda kafasında önemli bilgi, önemsiz bilgi ayrımı yapmadığı ve kılıç sallamakla bypass yapmanın arasında bir bilgi farkı görmediğini anlatıyor bizlere. Oysa bizler şu dönemde önemli bilgi, önemsiz bilgi diye her şeyi kafamız- da sınıflandırıyor ve bunlarla gurur duyuyoruz diyen Kılıçarslan dış etkenlerin bizleri önemli/önemsiz bilgiyi seçmeye meyil ettirdiğini, yoksa yanı başımızda 3,5 milyon insanın öldüğü bile bile yaşamaya takatimizin kalmış olmasını bu olayları bilgi olarak kabul etmeyip önemsizleştirğimizi modern hayatın bize sunduğu ‘dolma’lar olarak ifade ediyor. Ve bunu da ekliyor bu önemli notunun yanına; ‘adam olmak bize uzatılan dolmanın içinde ne olduğunu merak etmektir.’ Bizlere paket dolmalar gelir hep. Örneğin; “Abi dünyayı sen mi kurtaraksın ya? (O an tüm cesaretini toparlayıp) “ Evet ben kurtaracağım.” dersin. (Arkadan hemen içeriği değiştirilmiş dolma gelir.) Çok zayıfsın, tek başınasın yapamazsın ki. Düşünürsün, düşünürsün. Sonra pes edersin evet kurtaramam dersin ve o an Batı dünyasına yenilmiş olursun. Halbuki dünyayı kurtarmak için pelerinli, uçan bir kahramana gerek yok. Benim dünyayı kurtarmam 50-60 kişiye verdiğim konferanstır.” diyor Kılıçarslan. Mimar Sinan olmasaydı Süleymaniye yine de olur muydu? sorusunu bizlere yönelten Kılıçarslan, aldığı farklı ce- DüşüNÜrsün, düşünürsün. Sonra pes edersin evet kurtaramam dersin ve o an Batı dünyasına yenilmiş olursun. Halbuki Dünya’yı kurtarmak için pelerinli, uçan bir kahramana gerek yok. Benim dünyayı kurtarmam 50-60 kişiye verdiğim konferanstır.” vaplardan sonra “olurdu” diyor. Başka biri başka bir yerde başka bir isimle bu camiyi yapardı ve o zaman biz onu bilirdik diyerek bazı şeyleri sadece tek bir kişiye bağlamamamız gerektiğini, hikâyelerin kahramanlarının farklı ve hatta hikâyelerin de farklı olabileceğini söylüyor. Konuyu farklı örneklerle şöyle açıklıyor Kılıçarslan; 1326’ da Bursa fethedildiğinde aslında o gün İstanbul’da fethedilmiş oluyor. Nasıl mı? Orhan Gazi’nin Yahudi halkına şöyle bir çağrısı oluyor; gelin ticaretinizi Bursa’da yapın. İşte bu cümle bir adım ve hatta İstanbul’un fethinin ta kendisi. Çünkü bir sen teki- nin başarabileceği bir şey değildir fetih. Birbirileri ile farklı şekilde birleşmiş insanların fethidir o. İnsan kavramını da ele alan Kılıçarslan bu konudaki görüşlerini de şu şekilde ifade ediyor; Asr-ı saadet dediğimiz Medine bizlere hiçbir şey öğretemediyse de farklılıklarımızla yaşamayı öğretti. Sahabelere baktığımızda hiç biri birbirine benzemiyor. Ebuzer(R.A): Anarşist (iyi manada) yerleşik düzene karşı, az uyur, az yer. Hz. Osman: Edep timsali. Hz Ömer: Öfkesiyle bilinir. Ama Osman’ın varlığı Ömer’in varlığını ortadan kaldırmıyor. Onlar birbirinin zıttı değil birbirini tamamlıyor. Tamamı aynı parçalardan oluşan legolar verilse ellerimize ve bir ev yapmamız istense yapabilir miyiz sizce? Evet yapamayız. Fakat modern dünya iyi insandan çok tane olursa ancak iyi bir dünya olabilir görüşünü savunuyor. Bu şekilde iyi bir dünya olmaz! Birbirine benzemeyen insanlardan iyi bir dünya oluşabilir. Birbirimizden ne kadar farklılaşırsak o kadar iyi. Tek benzeyen yanımız hayallere inanmak, onlara tutunmak olmalıdır. İnsanların sizden farklı düşünüyor olması aynı yolu yürümenize engel değildir. “Adam” demenin, “adam” olmanın temeli bu ayrımlardan geçer. Özetle; akıl ile kalp Batı tarafından muazzam bir şekilde birbirinden ayrıldığında büyük bir yara aldı insanlık. Kalbini kullanana romantik, aklını kullanana realist dedik yine ayrımı yaptık farkında olmadan belki de. Akıl ve kalbi ayırmak insan tekine yapılabilecek olan en kötü şeydir. Bütün kararlarınızı duygularınızla alın, biz hislerimiz ile varız. Makine miyiz nasıl hissi davranmayalım? Ama maalesef ki son zamanlarda android gibi yaşıyoruz; kırıyoruz, döküyoruz farkına bile varmadan yapıyoruz bunları. 56 57 ROPÖRTAJ Akıl yoksa ‘adamlık’ yoktur! Akıllı insan mıyız dersek şüpheliyim, inşallah mükellef değilizdir.” diyerek bu konudaki bilgilerini de keyifle bizlerle paylaşıyor. Bugün biraz dağınık konuştuğunu fakat böyle konuşmak istediğini belirten Kılıçarslan, bizlerinde onu can kulağıyla dinlediğini görünce konuya etimoloji ve adam kavramlarını birleştirerek harika bir yön verdi. akıl ile kalp Batı tarafından muazzam bir şekilde birbirinden ayrıldığında büyük bir yara aldı insanlık. Kalbini kullanana Romantik, aklını kullanana realist dedik yine ayrımı yaptık farkında olmadan belki de. Etimoloji yani kökenbilimin bize sağladığı imkânları şöyle anlattı Kılıçarslan; “Sağ: sağlam, sağlak, güç, kuvvet Sol: Solgun, solak, zayıflık, geçicilik anlamlarına gelir. Arapça ’da akıl deve ile ilgilidir. Nasıl mı? Hemen aktaralım. Develer hızlı gidip düşmesin diye sol ön ayak ile sağ arka ayak arasına çapraz olacak şekilde ip bağlanırmış ve deve hızlandığı zaman bu onu durdururmuş. Bu ipe Araplar ‘akıl’ derlermiş. Akıl: iki durum arasında bağlantı kurma yeteneğine denir ve sürüden ayrılmama, gereğinden hızlı konuşup düşmemeye yarar. Akıl… Sohbetimiz keyifle devam ederken bu soru geldi Kılıçarslan’a; Toplum olarak ipin ucunu kaçırdığımız yer tam olarak neresi? Biz ipin ucunu kaçırdık mı bilmiyorum. 1923’ te T.C. Devleti kuruldu. 1927 de ilk Cumhuriyet balosu yapıldı. Daha 500 m yolumuz yokken Batı tipi modernleşmeye adımımızı attık. Batı tipi modernleşme de arttıkça garip olaylar ortaya çıkmaya başladı. Buradan da görebileceğimiz gibi bizde ipin ucunu kaçıran okumuş diğer tabirle üst kısım oldu. Halk asla ipin ucunu kaçırmadı. Tercüme kitaplarla İslami düzen kurulmaya çalışıldı. Okumuş kesim doğru yanlış düşünmeden Batı kaynaklarını benimsedi o yüzden ipin ucunu kaçıran kısım oldu. Diğer bir sorumuz ise; Cins Dergisi’ni ne zaman çıkartmaya karar verdiniz ve yeter artık dediğiniz nokta nedir? “Ramazan ayında çıkartmaya karar verdik. Yeter artık demedik. Baktık ki memlekette ana çalışma hattı gavurluk olan dergiler var. Dedik ki neden bizim kızımız çocuğumuz bunları okusun. Biz bunun daha iyisini yapar, kızımıza da çocuğumuzu da bunu okuturuz. Tek kaygımız ‘gavurluk’ yapmayalım yeter! Ben ve arkadaşlarım var olanların daha iyisini yaptık. Konu dönüp dolaşıp sosyal medyaya gavur denilen kısmın sosyal medyayı aktif kullanıp geliştirdiğine ve bizim bu konuda daha geride kaldığımıza gelince ise Kılıçarslan bakın neler diyor; “Bizde bu konuda özgüven eksikliği var. Başkaları yapıyor biz sadece aa bizde bunu düşünmüştük deyip kalıyoruz. Bana diyorlar sosyal medyayı çok iyi kullanıyorsun. Kullanırım tabi. Bunun kuralı var saati var. Ona uygun davranıldığı zaman sosyal medyada başarılı olursun, davranmazsan başarılı olamazsın bu kadar basit.” Konu hiç Kılıçarslan’ ın belki de en çok konuşulan yazısına gelmeden olur mu? Neşeli Dindar Kızlar, Mutsuz İslamcı Delikanlılar yazısını kaleme almanıza sebep olan nedir? Sorusuna cevap şöyleydi; “Bizim mahalle, 28 Şubat başörtüsü sorununu sadece kadınlara ait olarak tanımladığımız gün neşeyi, hayatın tüm yükünü kadınlara bıraktık. Biz sakallarımız kesip sınavlara girdiğimiz o gün sınavı kaybettik işte. Tabirimi maruz görün ‘bir avuç kız çocuğu’ sorunu gibi oldu. Sınavlara giremeyen neşeli dindar kızlar kurslara gitti, sınavlara giren İslamcı erkekler nargileye. Ara böylece gittikçe çoğaldı. Erkekler özellikle bir atarlı yaklaştılar yazıma. Ama ben sürekli kızların mücadeleleriyle karşılaştım bir tane de olsa erkek grubu gelmedi bunu yapıyoruz abi diyerek. Örneğin; üç kız geldi yanıma. ‘Ayraç alır mısın abi?’ dedi yardım için. ‘Pakistan’da yetimhane açtık. Bunların parası oraya gidiyor.’ dediler. ‘Yetimhaneyi nasıl açtınız?’ dedim. ‘Ayraç satarak.’ dediler. Ayraç lan ayraç..! Başka bir yerde başka bir örnek yardım toplayarak kuyu açan kız çocukları... Nerede bizim atarlı erkekler. Yok, Hamsterlar sürekli çemberde koşup duruyorlar. Salak hayvan! Bir yere gittiğini sanıyor. Bir dursa, bir görse gitmediğini. Asıl mesele şu; Ah bir dursak. Asla fark etmiyoruz. Süleyman Seyfi Öğün’ün de dediği gibi vasatların ambalajlandığı bir dünyada yaşıyoruz. somut bir şey yok. Bakın bu konferansta bile kızlar daha çok. Hayatın kendini geliştirme alanında, neşeye dair hep kızları görüyoruz.” Cemaatlerde, vakıflarda inandığımız gibi yaşamanın kapalı kutu içinde kaldığı, yaşantılara aktarılamadığı doğru mudur? Bunu nasıl kırarız? Sorusuna cevabı şöyle oluyor Kılıçarslan’ın; Bana öyle bir adam getirin ki hem Müslüman, hem hiç sokaklardaki reklam panolarındaki kızlara/erkeklere bakmamış, hiç Tarkan dinlememiş, hiç survivor izlememiş. Hayaller asr-ı saadet, hayatlar Show TV… Bundan dolayı bu yapılar sadece düzgün bir poza bürünmüş insanlar yetiştirmiş oluyorlar. Neden? Çünkü gittiğimiz dergâhı çamaşır makinası gibi kullanıyoruz. Üç saat güzelce içine giriyoruz, üç saat sonra dışarı çıkıp hayatımıza geri dönüyoruz. Bir kıza aşık olduğu için utanan Müslüman olur mu hiç? İşte böyle kodlanıyor bazı dergâhlarda ve sonra oradan kurtulduğu anda sapıtıyor insanlar. Mesela bir grup gezici Divan Otelini alkışladılar. Devrim yaptıklarını sandılar. Ben umutsuzum. Kendimle ilgili umutluyum ama elimde geleni yapıyorum. Son olarak şunu söyleyeyim size; “ Sol elinle çay içme haram diyor hacı amca, kız da diyor ki sağ elimle senin faiz oranını hesaplıyorum.” “Ne diyeyim Allah’tan ümit kesilmez.” diyen Kılıçarslan tüm samimiyetiyle kendi hayat hikâyesinden örnekler vererek İSTİKRAR kavramını ADAM kavramını bizlere benimsetip, bizleri ziyadesiyle memnun etmiştir. Altıncısını gerçekleştirdiğimiz “İstikrar Zirvesinin” altıncı adımı olan İstikrar Buluşması’nı gerçekleştirmiş bulunmaktayız. İSTİKRAR kavramını Türkiye’nin gündemine taşıyan kurum olmayı hedefleyen Düşün Taşın Derneği, İstikrar Zirvesi’ne giden yolda her ay farklı bir konu ve konuşmacıyı katılımcılarla bir araya getirmeye devam edecek. Mehmet Kamil Özkan GEZİ 58 59 Kitap Peşinde Frankfurt Kitap fuarı sadece fuar alanında değil şehrin her yanına dağılmış. Frankfurt uçağının kapı kapamasına yaklaşık olarak 1,5 saat var ve ben hâlâ elimde valizim ile Harbiye’de bulunan ve onlarca bankosu ile Avrupa ülkelerine gitmek isteyenlerin ilk duraklarından biri olan VSF ofisinin kapısındayım. Daha önce defalarca kez almama rağmen yeni bir Schengen Vizesi için bekliyorum. Son günlerde global gündem karışık olunca vize süreçleri de sıkıntıya girmiş bir gün önce beklememe rağmen çıkmamış ve seyahatimi ertelemek zorunda kalmıştım. İçeriden benim evraklarımla ilgilenen şirket yetkilisinin elinde tek pasaport var ve o benimki. Diğer 20 kişi bir gün sonrasını beklemek zorunda. Koşturmaca başlıyor. Metrolar, merdivenler, güvenlik kontrolleri ve nihayet havalimanındayım. Biraz soluklanıp Frankfurt Kitap Fuarı’na gitmek için hazırım. Ve koridordan tercih ettiğim koltuğuma yerleşiyorum. Az sonra bu metal boru aracı ile 2300 km yol kat ederek Frankfurt Main Aim bölgesinin en büyük havalimanına gideceğim. Kayseri Develi’den 45 yıl önce çıkıp Frankfurt’a yerleşmiş bir amca ile başlayan yolculuk, leziz bir akşam yemeği ile devam ediyor. İki yıl önce ilk ziyaret ettiğimde şaşkınlığımı gizleyememiş ve durmadan yürüdüğüm hâlde bütün salonları bitirememiştim. Gezegende yayıncılık üzerine iş yapan ne kadar kurum varsa sanki burada toplanmıştı. Bu yıl ile hem dijital kütüphanemiz Sky Library için içerik anlaşmaları hem de basılı yayıncılık alanında takip ettiğim Türk Hava Yolları Yayınları için yeni içerik seçimi ve yayıncılık alanındaki trendleri takip etmek için gidiyorum. Ayrıca Türk Hava Yolları olarak fuara sponsoruz ve burada konuklarımıza yayınları ve dijital kütüphane Sky Library’i deneyimletiyoruz. Frankfurt Kitap Fuarı 1949 yılından beri her yıl düzenleniyor ve 100 ülkeden 7000’den fazla yayınevi katılıyor. Geçtiğimiz yıl 290.000 kişi fuarı ziyaret etmiş ve bu yıl daha da fazlası bekleniyor. Bu yıl gerek iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin artması ve iş yapış biçimlerini değiştirmesi gerekse fuarlara global anlamda rağbetin düşmesi nedeni ile tüm salonlarda değil, on iki salondan sadece altısında firmalar yer alıyor. Kâğıt ve matbaa teknikleri çok eskilere dayansa da son 300 yıldır ha- yatımıza yaygın olarak giren matbaa ile birlikte bireysel kütüphaneler her geçen yıl artmaya başladı. Yayınevleri çoğalmaya başladı. Artık her isteyenin kendi fikir ve düşüncelerini, yazdığı romanları ve şiirleri istediği özgürlükte basabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Frankfurt Kitap Fuarı salonlarında gezerken tam da bu manzaraları görüyor insan. Ancak diğer taraftan da yakın gelecekte yok olmayacak olsa da oldukça küçülecek olan basılı kitap pazarını düşünmeden edemiyor insan koridorlarda gezerken. En son bu cümleyi Türkiye’nin en büyük matbaalarından birini gezerken söylediğimde biraz kızgınlık, biraz kırılganlık ile yüzüme bakıp hiçbir şey dememişti bizi gezdiren yönetici. Üzgünüm ama haklıydım. Gözüme bağımsız yazar birliklerinin geniş stantları çarpıyor. Herhangi büyük bir yayıncıya bağlı olmadan eserlerini yazan bu bağımsız yazarlar ülkelerin ve farklı vakıfların desteği ile gezegenin diğer tarafından kalkıp buraya gelmiş ve kitabını hiç görmediği insanlar okusun diye bir kelime bile bilmediği başka bir dildeki basımı için telif anlaşması yaparken buluyor kendini. Diğer taraftan Amazon’un birkaç yıl önce benzer bir hizmetle yazarlara ne kadar faydalı bir platform sunduğunu hatırlıyorum. Chris Anderson’un “Uzun Kuyruk” teorisine göre bu fuarda yer bulan bu yazarlar maalesef fiziksel mekân kısıtları ve ticari kaygılar yüzünden çoğu zaman raflarda yer bulamıyorlardı kendilerine. Her yaştan çocuk için özel üretilmiş içerikler, dünya mutfağının her türü için özel oluşturulmuş tariflerin yazılı olduğu yemek kitapları, yalnızlık ve özlem içinde yazılmış şiirlerin bulunduğu şiir kitapları, iş dünyasının en bilinen kurallarının ve yaşanılmış tecrübelerinin yer aldığı iş kitapları, önümüzdeki yıl için üniversiteye hazırlanan öğrencilerin okuması için yeni hazırlanmış ders kitapları, ülke- 61 GEZİ lerin tarihleri, milletlerin kültürleri... Hepsi fuar alanında bulunan milyonlarca kitabın içinde yer alıyor. İnsanın sihirli bir güç ile tüm kitapları anında okuyası geliyor. Frankfurt’ta hava soğuk. Ara sıra yağmur da yağıyor. Akşam olduğunda fuar alanındaki tüm yabancılar şehrin sokaklarına dağılıyor. İş yemekleri için en şık restoranlarda rezervasyonlar hazır. Ben ise yalnız bir turist olarak sokaklarda yürümeyi tercih ediyorum. İlk gün için önemli toplantılarımı tamamlamanın vermiş olduğu huzur ile şehrin merkezine doğru giden trene biniyorum. Bugün güzel geçti ve güzel proje fikirleri ve iş birlikleri düşüncesi ile tren istasyonuna doğru yürüyorum. Her gün İstanbul’da kıta değiştiren biri olarak 10 dakikada bir yere gidebilmeye çok alışık değilim. Ancak şehrin merkezi diyebileceğim Hauptwache İstasyonu’ndan otelimin bulunduğu havalimanına uzaklık 15 dakika olunca akşam da olsa bol bol yürüyüp sokaklarda kaybolmaya başlıyorum. tadt mağazası bile yeter. Bir katını bile hakkıyla dolaşıp ürünlere bakabilmeniz için en az iki saat gerekebilir. Veya ara sokaklara serpiştirilmiş butiklerde özel ürünler bulma ihtimaliniz daha yüksek. Soğuk havada yorulduysanız gidip sıcak bir kahve veya çay içmek en keyifli deneyim olabilir. Bir turist olarak Frankfurt biraz sıkıcı denilebilir. Alışveriş anlamında istediğiniz her şey bulabileceğiniz mağazaların dışında akşam saatlerinde çok da yapabileceğiniz bir aktivite yok. Römer bölgesine gidip tarihî evlerin yer aldığı meydanda bir şeyler atıştırabilirsiniz. Eğer hafta sonu gittiyseniz ve hava güzelse nehrin kenarında yürüyüşe çıkabilir, nehir kenarına dizilmiş müzeleri ziyaret edebilirsiniz. Önceki gidişimde saatlerimi harcadığım bitpazarı sadece hafta sonu kuruluyormuş. Bu sefer ziyaret edemiyorum. Şehrin sokaklarında yürürken büyükçe bir kitapçı gözüme çarpıyor. Burası İstanbul’daki pek çok AVM ile yarışabilecek kadar büyük olan ve içinde binlerce kitabın 5-6 kata dağıldığı bir derya. İçeride farklı katlarda farklı etkinlikler devam ediyor. Bir söyleşiye rastlıyorum. Biraz dinledikten sonra hiç anlamadığım bir dilde yazılmasına rağmen çok faydalı içeriklerin yer aldığına inandığım binlerce kitabın arasında dolaşmaya başlıyorum. Kitapların arasında kayboluyorum. Kitap fuarı sadece fuar alanında değil şehrin her yanına dağılmış. Söyleşi afişleri, mini sergiler, kampanyalar her yerde. Alışveriş yapacaksanız sadece Kars- Soğuk bir Frankfurt akşamında sokaklar sakinleşirken gündüzleri binlerce avroluk ürünlerin satıldığı mağazaların girişlerini soğuğa karşı siper etmeye çalışan evsizlerin ve seyyar yaşam alanlarının yanında içim burkularak geçiyorum. Milyarca doların döndüğü Frankfurt finans merkezlerinin gölgesinde bu tezatlık karşısında yapabileceğimiz pek bir şeyin de olmaması ayrı çaresizlik duygusu yaşatıyor insana. Biraz alışveriş ve fazladan bir kaç toplantı ile geçen ikinci günün sonunda Frankfurt’tan ayrılma vakti geliyor. Gelirken yaşadığım karmaşanın aksine S hattındaki S8 treni ile 15 dakikalık yolculuk sonunda havalimanındayım ve gece yolculuğu ile dönüş başlıyor. Kitap dolu ve güzel amaçlar için yapılmış bir dizi görüşme sonrasında dönüş yolundayım. Önümüzdeki yıl tekrar bulunma dileği ile uçağın camından son kez şehri selamlıyorum. 62 63 Hilal Kartal AKTÜEL RIchard Branson 1950’de Surrey’da orta hâlli bir İngiliz ailenin çocuğu olan televizyon ve radyo olmadan büyüyen, disleksi olması sebebiyle derslerinde zorluk çeken, arkadaşları tarafından alay konusu olan bir çocukluk geçirmiştir. Branson, eğitimde başarılı olamayınca ‘’neyde başarılı olurum’’ sorgulamasına girer ve ailesini ikna edip 16 yaşında okulu bırakıp ‘’Student’’(öğrenci) isimli gençlik dergisi çıkarmaya karar verir. Okulu bırakıp öğrencilik ile ilgili dergi çıkartması onun mizahi yönünün kuvvetli olduğunun göstergesidir. Branson, hatalı iş yapan kişilerin eksik yönlerini bulup kendine dersler çıkarır ve bu doğrultuda yeni bir girişimde bulunur. SINIR TANIMAYAN GİRİŞİMCİ: RICHARD BRANSON Derginin ilk çıkışı oldukça sıkıntılı olsa da yılmayan Branson, ilerleyen yıllarda bekleyişinin meyvesini derginin her sayısını 50.000 kişinin okuyuşu ile alır. Student dergisi Branson’a ‘’Girişimci nasıl olunur? Ticaret nasıl yapılır? İnsanlar nasıl ikna edilir? İşler nasıl organize edilir ?’’ sorularına uygulamalı şekilde cevap olanağı tanıyan başarılı bir girişim hâline gelir. Ve bu dergi Richard Branson’u Nirvana’ya götüren ilk minik ama kuvvetli adımdır. Derginin gençlere odaklı oluşu aktif okuyucu sayısına etkisi büyük olup genelde ‘’müzik’’ ve ‘’parasızlık’’ temaları işleyen Richard Branson ‘’piyasa fiyatının altında, eve teslim plak/kaset’’ projesi ile ilk müzik girişiminde bulunur. 1970 yılında ayakkabı satan bir dükkânın içinde müzik mağazasını açar elbette ama ayakkabıcıda bunu açmak epey zorlu olmuştur. İkna gücünü kuvvetlendiren Branson ayakkabıcıya ‘’Benim sayemde daha çok ürün satacaksın ve daha çok müşterin olacak’.’ deyip ikna eder. Mağazaya gelen müşterilere pozitif enerji veren Richard Branson’un tavrı kısa zamanda bu küçük müzik mağazasının gençlerin buluşma noktası haline gelmesine ve adının iyice yayılmasını sağlar. Hem eve plak teslim projesi ile hem de mağazasındaki kaset /plak satışlarıyla girişimciliğinde büyümeye devam eder. Ve 20 yaşında ‘’Virgin Mail Order Record Company’’i kurar. 15 yaşındaki müzisyen arkadaşı Mike Oldfield’in şarkısını hiçbir yapımcıya kabul ettiremeyince her riski göze alarak ‘’Ben yaparım.’’ der. Çünkü bu şarkıların müthiş olduğuna ve gençlerin büyük ilgi göstereceğine inanır ve yanılmaz. Mike Oldfield’in Tubular Bells albümü uzun yıllar en çok satan listelerinde yer alır bu anlık ‘’ben yaparım’’ cümlesi Richard Branson’u bir adım daha ileri götürür ve ‘’Virgin Records’’u kurmasını sağlar. Pek çok dalda girişimci vizyonu taşıyan Branson, bir gün havacılık şirketlerinin yolculardan fazla maliyet almasına karşın hem müşterilerinin hem de şirket çalışanlarının mutsuz olduğunu fark eder. Havacılık sektöründe ‘’yok’’ olan olguları ‘’var’’ etmeye çalışır. Çünkü Branson hatalı iş yapan kişilerin eksik yönlerini bulup kendine dersler çıkarır ve bu doğrultuda yeni bir girişimde bulunur. Hava yolu taşımacılığı kurma isteğini rasyonel hâle getirmeyi hayal eden Richard Branson bir gün eşi ile Puerto Rico’ya seyahat etmek için havaalanına gelir ve o an uçuş iptal edilir. Tüm yolcular söylenmeye başlar, hiç kimse etkili bir çözüm üretmez. Ama ‘’biri bir şey yapmalıydı’’ ve bunu yapan kişi Richard Branson olur. O anda 2000 dolara bir charter kiralar ve uçuşu iptal edilen yolcu sayısına böler. Bir tahta RIchard Branson’un gerçekleştirilmek için çalıştığı üç hayali var. İstanbul- Sidney ve İstanbul-Los Angeles arası uçuşun yarım saate indirmek, uzaya yolculuk ve uzayda otel kurma hayali. AKTÜEL 64 üzerine ‘’ Virgin Airways 39 Dolar Tek Uçuş’’ yazar ve Virgin Airways’ın ilk uçuşu böyle bir hikâye ile başlar. Olağan dışı olmak Branson’un yapısında vardı, ancak gelenek dışı çözümler bulunabilirse insan farkındalıklı olabilirdi ve farkındalık en büyük başarıydı Branson için... Diğer hava yolu taşıma şirketleri Virgin Airways’ın başarısızlığı için ellerinde geleni yapmış olsalar da, medya ‘’Virgin ile kim uçar’’ yazsa da Virgin Airways bunlara kafa yormayıp girişimcilik vizyonuna odaklanmış ve Virgin Atlantic’le ilk Londra-New York uçuşunu gerçekleştirmiş. ABD ve Avrupa arasında en fazla yolcu taşıyan uçak şirketi konumuna gelmiştir. Bir röportajında “Bizi hava yolu sektörüne geçerken çok uyardılar, farklı sektörlere geçmenin çok riskli olacağını söylediler ama bence iş hayatında başarılı olmak için sürekli evrim geçirmenin, sadece bir iş kolunda kalmamanın doğru olduğuna inanıyorum. Biz de Virgin olarak bunu yaptık ve büyüdük, biz ilk günden beri hayal ediyoruz ve ha- yallerimizi gerçekleştimeye çalışıyoruz.’’ sözleri ile iyi bir girişimcinin yeniliklere açık, tek bir alanda değil pek çok alanda düşünebilir, çözümcü ve elbette ki kendine güvenen risk alan birey olması gerektiğini anlıyoruz. Richard Branson’un gerçekleştirilmek için çalıştığı üç hayali var. İstanbulSidney ve İstanbul-Los Angeles arası uçuşun yarım saate indirmek, uzaya yolculuk ve uzayda otel kurma hayali. Otelde Ay’ın dönüş hızından faydalanarak enerji harcamayıp bir tur atmayı sağlamak. Şimdiden uzaya yolculuk biletleri satışa çıkan Branson bu alanda da başarılı olacağına inanıyor. Çünkü ‘’insana değer veriyorum’’ diyen Richard Branson bir marka için en büyük yatırımın insana verilen değer olduğu görüşünde. Her işi denemeye değer gören Branson bundan olsa gerek son 35 yılın en vizyoner girişimcisi ve dünyayı şekillendiren 100 insandan biri durumundadır. Eğer başarılı bir girişimci olmak istiyorsanız ‘’Neden’’ yerine ‘’neden olmasın ki’’ demelisiniz. AKTÜEL 66 E-Dönüşüm Gençlere İş Hayatında Gelecek Sunuyor Dijitalleşen dünya ile birlikte, sosyal ve profesyonel hayatımız ihtiyaçlar doğrultusunda dönüşmeye devam ediyor. İş süreçlerinin daha hızlı, tasarruflu, kolay ve verimli bir şekilde sürdürülebilmesi için ihtiyaca uygun çözümler tercih ediliyor. Dijital dönüşüm, e-dönüşüm hizmetlerle birlikte iş süreçlerini hızlandırıyor, zaman ve maliyetten önemli oranda tasarruf edilmesini mümkün kılıyor. Bu dönüşümün itici gücünü gençlerin oluşturması kaçınılmaz. Sürdürülebilir kalkınmanın temel faktörü olarak görülen nitelikli genç girişimcilerin desteklenmesi, ülkemizin kalkınma hedefleri arasında en önemli stratejiyi oluşturuyor. E-dönüşüm stratejisi kapsamında yürürlüğe giren hizmetler, ülke çapında hızla yaygınlaşıyor. Günümüzde teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, yasal düzenlemeler; toplumu, kurumları ve bireyleri yakından etkiliyor. Teknoloji ve internet, bir yandan önemli kolaylık, verimlilik ve maliyet avantajları sağlarken, diğer yandan e-dönüşümün lokomotifi oldu. Küresel çapta önemli bir eğilim olarak uzun zamandır gündemde yer alan e-dönüşüm, ülkemizde de son zamanlarda en çok konuşulan konulardan biri. Ticaretin ve iş süreçlerinin fiziki ortamdan bilgisayar ortamına taşınması ile yeni bir dönem şekillenmeye başladı. E-fatura, e-defter ve e-arşiv şirketlerin faturaya geçiş süreçlerinde ihtiyaçlarını analiz etmelerine ve belirlemelerine imkân sağlayan TÜRKKEP, uluslararası standartlara uygun şekilde sağladığı hizmetleri ile e-dönüşümde güvenilir öncü kurum olma misyonunu sürdürüyor. GÜVEN KURUMU TÜRKKEP E-DÖNÜŞÜMDE LİDER ÇÖZÜM ORTAĞINIZ TÜRKKEP, uluslararası standartlarına uyumlu hizmet ve çözümleri sayesinde verimliliğinizi artırarak, deneyimli ekibiyle fark yaratıyor. İş süreçlerinizi tasarruflu, verimli ve doğa dostu bir şekilde gerçekleştirme olanağı sağlıyor. TÜRKKEP, e-dönüşüm, iş süreçlerinin daha kolay ve hızlı ilerlemesini sağlarken, bir yandan da zaman, iş gücü ve maliyet açılarından önemli tasarruflar sağlanmasına olanak yaratıyor. Sadece teknoloji değil, hukuki ve kültürel boyutların da dâhil edilmesiyle oluşturulan e-dönüşüm süreçleri sağlıklı sonuçlar veriyor. TÜRKKEP HİZMETLERİYLE HAYATINIZI KOLAYLAŞTIRIYOR TÜRKKEP, kurumsal güvenirliği ve tarafsızlığı ilke edinen; sahip olduğu birikimi, deneyimi, teknolojik altyapısı, uzman kadrosu ve güven kurumu olma özellikleriyle; ülkemizin öncü güven kurumlarından biri olarak tüm şirketlere, kurumlara, kuruluşlara ve bireylere KEP, e-imza, e-fatura, e-defter, e-mutabakat, e-tebligat ve e-bordo gibi hizmetler ile e-saklama hizmetlerini tek noktadan, ülke geneline yaygın hizmet ağı ile sağlıyor. TÜRKİYE GENELİNDE GENİŞ BAYİ AĞI VE YERİNDE HİZMET OLANAĞI İLE FARK YARATIYOR Kayıtlı Elektronik Posta (KEP)’da öncü kurum TÜRKKEP; e-postalarınızın yüzde 100 güvenli ve yasal geçerli olmasını sağlıyor. Çözüm ve hizmetleriyle zaman, emek, maliyet ve hız sağlayarak iş gücünden tasarruf etmenizi mümkün kılıyor. Türkiye genelinde geniş bayi ağı ile yerinde hizmet olanağı sunarak, 7/24 müşteri desteği sunuyor. TÜRKKEP, Kayıtlı Elektronik Posta (KEP) hizmetleri sağlamak üzere, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından yetkilendirilmiş bir hizmet sağlayıcı konumunda. E-fatura ve e-defter, hizmetleri ve çözümleri sağlamak üzere Gelir İradesi Başkanlığı (GİB) tarafından yetkilendirilmiş hizmet sağlayıcılarından biri olan TÜRKKEP; Türk Ticaret Kanunu, Tebligat Kanunu ve Vergi Usul Kanunu kapsamındaki KEP, e-tebligat, e-fatura ve e-defter düzenlemelerine göre, gönderme, alma ve saklama hizmetlerini vermek için yetki almış; bu hizmetleri tüm Türkiye genelinde sağlayan, ülkemizin öncü güven kurumu olarak hizmet vermeye devam ediyor.