sayi 41 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 41 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı EDİTÖRDEN Tütün ürünleri ile mücadelede Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı örnek ülke TÜRKİYE Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü daha sağlıklı bir dünya için bireyin sağlığını dolayısıyla da toplumun sağlığını korumak adına yapılan çalışmaların değerlendirildiği ve bütün ülkelerle paylaşıldığı önemli bir gün. Türkiye yaklaşık 5 yıldan bu yana 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’ne damgasını vuran ülke oluyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de ülkemizin tütün ürünleri ile ilgili mücadele çalışmalarını yıllardır yakından izliyor, değerlendiriyor ve 5 yıldan bu yana bütün dünyaya örnek gösteriyor. Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Bu konuda, Başbakanlığı döneminden bu yana verdiği destek ve katkılarından dolayı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a, Eski Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep AKDAĞ’a, TBMM Eski Sağlık Komisyonu Başkanı Ankara Milletvekili Prof. Dr. Cevdet ERDÖL’e, Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU’na, Türkiye Yeşilay Cemiyeti’ne, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK)’na ödüller veren WHO, tüm ülkelerin Türkiye örneğini incelemesini ve dersler çıkarmasını da istiyor. Biz de her yıl olduğu gibi bu yıl da Mayıs sayımızın kapak dosyasını 31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü’ne ayırdık. Dosyamızda, tütün ürünleri ile mücadele zirveyi yıllardır kimseye kaptırmayan ülkemizin bu konuda verdiği mücadeleyi, yapılan çalışmaları ve elde edilen başarıları yeniden ve farklı yazılarla dikkatinize sunduk. Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığımızın süreci anlatan çalışması, TAPDK Başkanı Suat EVCİMEN’in yazısı, Prof. Dr. Recep AKDUR ve Prof. Dr. İsmail ÇELİK’in makaleleri konunun değişik boyutlarına ışık tutuyor. Prof. Dr. Murat EMİROĞLU, Op. Dr. Hakan ÖZÖRNEK ve Dr. Sibel Meryem ALPAR da kapak dosyamıza katkı sunan diğer isimler. Türk Toraks Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Arzu YORGANCIOĞLU da Dünya Astım Günü ile ilgili bir çalışması ile Mayıs sayımızın konuğu oldu. Mayıs sayımızın Röportaj Konuğu Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi AKAR. “Bağışlanan 1 Kan Kurtarılan 3 Can” sloganı ile çok önemli çalışmalar yapan Türk Kızılayımızın kan bağışı, kan ürünlerinin toplanması ve değerlendirilmesi ile ilgili önemli bilgileri bu röportajda bulabileceksiniz. Sağlık ve İnsan Dergisi sağlığın farklı alanlarında ilgi ve takdir topluyor. Türk Böbrek Vakfı tarafından bu yıl ikinci kez düzenlenen “Türk Böbrek Vakfı Medya Ödülleri” kapsamında “Yazılı Basın Dergi Röportaj” dalında dergimiz ödüle layık görüldü. “Türkiye’de Organ Bağışı ve Organ Nakli” başlıklı haberiyle dergimize ödül getiren Yayın Editörümüz Esra ÖZ’e tebrik ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sigarasız, nargilesiz, dumansız ve daha sağlıklı yarınlarda, daha nitelikli sayılarda buluşmak üzere sağlıcakla kalın diyor, sizlerden de destek ve katkılarınızı bekliyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 4 Sayı: 41 • MAYIS 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Mayıs 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. Ülkemizdeki Tütün Kontrol Çalışmaları 04 ve Dünya Liderliğine Giden Yol 12 TAPDK ve Tütün Kontrolü Röportaj 22 Tütün Kontrolü ve Sağlığımız 48 Erişkinler Aşılarını İhmal Ediyor Türk Kızılayı Genel Başkanı 34 AHMET LÜTFİ AKAR 64 İlişkinizin Anahtarı Sizde 76 Zonguldak Üzerine... kapakkonusu ÜLKEMİZDEKİ TÜTÜN KONTROL ÇALIŞMALARI VE DÜNYA LİDERLİĞİNE GİDEN YOL Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı Tütün kullanımı, önemli ve önlenebilir bir halk sağlığı sorunudur. Buna rağmen tütün firmalarının agresif satış yöntemleri ve maalesef ülke yöneticilerinin konu hakkında yeterli duyarlılığı gösterememeleri sebebiyle dünya genelinde tütün kullanımına bağlı hastalıklar yılda 6 milyon insanın ölümüne sebep olmaktadır. Sigara kullanımı insan hayatında sağlık sorunları, ölümler, yangınlar, çevre kirliliği, ekonomik kayıplar vb. pek çok soruna yol açmaktadır. Tüm bu kayıplar konunun ne denli önemli olduğunu ve hassasiyetle yaklaşılması gerektiğini göstermektedir. Zararları saymakla bitmeyecek kadar çok olmasına rağmen toplum tarafından bu kadar yaygın kullanılan sigara ve onunla mücadele, bugünün, gelecek nesillerin, sağlığını korumaya yönelik hizmetler arasında en başta gelmelidir. Bu kadar zararlı olmasına ve bunların genel toplum tarafından kısmen de olsa bilinmesine rağmen gerçekten tütün kontrolü politikalarını uygulamak ve toplum tarafından benimsenmesini sağlamak kolay bir iş değildir. Bu kapsamda tütün kontrolü alanında ilk uluslararası halk sağlığı anlaşması olan Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi’yle (TKÇS) uyumlu kendi ülkemizin ilk tütün kontrol programı akademisyenler, kamu ve medya temsilcileri ile sivil toplumun desteğini alarak 2008-2012 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmış ve başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Yeni Ulusal Tütün Kontrol Programı Eylem Planımız ise (2015-2018) ülke- 4 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 miz ihtiyaçları doğrultusunda TKÇS’ nin ruhuna uygun olarak güncellenmiştir. Yeni Eylem Planında, 2008 yılında Başbakanlık Genelgesi ekinde yayımlanan ve güçlendirilerek devam etmesi gereken faaliyetlere ilave olarak yeni amaç, hedef ve stratejiler ile bunlara ulaşılması için yapılması gereken aktiviteler belirlenmiştir. Ulusal Tütün Kontrol Programı Eylem Planı (2015-2018) 27 Ocak 2015 tarihli ve 29249 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanan 2015/1 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile yürürlüğe girmiştir. Eylem Planında (2015 – 2018) yer alan bazı hususların uygulanmasına yönelik çalışmaların başlatılmasına dair Bakanlığımızın Tütün Kontrolü Uygulamaları Genelgesi 2015/6 tarihinde yayımlanmıştır. Genelgemiz ile; • Havaalanı, otobüs terminali, tren garı, alışveriş merkezi, sinema, tiyatro, sağlık kurum ve kuruluşları gibi insanların yoğun olarak kullandıkları ve toplu halde giriş çıkışın olduğu kapalı alan mahiyetindeki yerlerin giriş kapılarına asgari 5 metre mesafede olacak şekilde tütün ve tütün ürünlerinin tüketilmesinin önlenmesi, • Kamu kurum ve kuruluşlarımızın açık alanların yalnızca belirlenmiş yerlerinde tütün mamulü tüketimine müsaade etmeleri, bu alanların toplam açık alana oranının % 30’dan fazla olmaması ve giriş kapısından en az 10 metre mesafede olmasına riayet ederek, Dumansız Kampüs uygulamalarının yaygınlaştırılması, • Kamuya açık çocuk parkı gibi te- melde çocukların faydalandığı tüm açık alanlarda ve yürüyüş yolu, aletli egzersiz yapılan kısımlar gibi vatandaşların spor yapmaları için kurumlarca oluşturulmuş alanlarda tütün ve tütün ürünü kullanımının önlenmesine yönelik çalışmaların yapılması hususlarında düzenlemeler yapılmıştır. • Yeni Eylem Planımız, önceki planda olduğu gibi üç temel amaç üzerine oturtulmuştur. Bunlar: • Özellikle gençlerimiz başta olmak üzere sigara kullanmayan ancak başlama riski olan toplumun her kesimini korumak, • Kendisi sigara içmediği halde başkalarının içtiği sigaranın zehrinden etkilenen kişileri korumayı yani pasif etkilenimi önlemek, • Bir de geçmişte sigaraya başlamış ancak gelinen noktada sigaranın zararlarının farkına vararak, bırakmak isteyenlere yardımcı olmaktır. Ulusal Tütün Kontrol Programı ve Eylem Planında yer alan faaliyetlerin il düzeyinde yerine getirilmesinin koordinasyonu ve takibini sağlamak amacıyla, Bakanlığımızın 24.05.2007 tarih ve 11083 sayılı 2007/38 nolu Genelgesi ile tüm illerde İl Hıfzıssıhha Meclisi kararı ile “İl Tütün Kontrol Kurulları” kurulmuştur. Kurullarımız, ilde bulunan kamu kurum ve kuruluşları, üniversite, yerel basın kuruluşları, spor kulübü, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla ayda bir kez vali ya da vali yardımcısı başkanlığında toplanmaktadır. İl Tütün Kontrol Kurullarının Temel Görevleri: a.İlde yürütülen tütün kontrolü çalışmalarını gözden geçirmek varsa aksaklıklara yönelik tedbirleri almak, b. İlde özellikle kadınların ve gençlerin sigaraya başlamalarını önlemeye yönelik çalışmalar yapmak, c. Tütün ve tütün ürünleri kullanımının yasak olduğu alanlarda dene- timler yapmak üzere yeteri kadar ekip oluşturulmasını sağlamak, d.İlde tütün karşıtı görüş oluşturmak için stratejiler ve projeler geliştirmek, e.İlde vali ve yardımcıları başta olmak üzere, üst düzey yöneticilerin, toplum önderi olan ve rol model olarak benimsenen kişilerin yerel medyada yer almalarını sağlayarak toplumda tütün karşıtı tutum oluşturulmasını sağlamak, f. Tütünle mücadele çalışmaları ile ilgili kurum ve kuruluşların eşgüdüm içerisinde çalışmalarını sağlamak, g.Önemli gün ve haftalarda tütün bağımlılığı ile ilgili farkındalığı artırmaya yönelik faaliyetler yapılmasını sağlamak, h. Yasanın uygulanması sırasında gerekli cezai işlemlerin yetkili birimlerce yerinde ve zamanında uygulanmasını sağlayarak cezai işlemlerin takibini yapmak, i.Sigaranın inan sağlığına zararlı etkileri, dumansız çalışma ortamlarının oluşturulmasının gereği ve önemi gibi konularda toplum bilincini artıracak panel, konferans gibi faaliyetlerin düzenlenmesini sağlamak, j. İşletme sahipleri ya da temsilcileri, belediye başkanları, ilin üst düzey kamu görevlileri, dernek, vakıf gibi sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve yerel medya temsilcileri ile düzenli toplantı /ziyaretler gerçekleştirerek yasa ve uygulama usulleri hakkında bilgilendirilmesini sağlamak, k. İlde tütünle mücadele konusunda toplumun farkındalığını ve desteğini artırmak amacıyla teşvik edici uygulamaları hayata geçirmek (yarışmalar düzenlenmesini sağlamak, sigarasız köy, mahalle, kurum ve okul gibi), l. Kurulun faaliyetleri ile ilgili faaliyet raporlarını üç ayda bir, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığına göndermek, m. Denetim ekiplerinin 4207 sayılı Kanun ve uygulamaları hakkında periyodik aralıklarla gerekli ve detaylı hizmet içi eğitimlerin alınmasını sağlamak, Kanunla yasaklanmıştır. Kanun hükümlerine uyumun sağlanabilmesi için de 81 ilimizde denetim ekipleri oluşturulmuştur. n.İl denetimlerinin etkin bir şekilde yapılmasına yönelik ildeki gerekli kaynakları sağlamak, Denetim ekipleri; ildeki kamu kurum ve kuruluşlarında (Sağlık Müdürlüğü, Emniyet Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, Belediyeler, vs.) görev yapan, valilik ve kaymakamlıklarca yetkilendirilmiş asgari 2 kamu personeli ve kolluk kuvveti (polis, jandarma) temsilcisinden oluşmaktadır. o.Başarılı denetim ekiplerinin ödüllendirilmesini sağlamaktır. Tütünle mücadelenin en önemli unsurlarından birini de, insanların başkasının sigarasıyla zehirlenmesini önlemeye yönelik tedbirler ve faaliyetler oluşturmaktır. Ülkemizde de insanların temiz bir çevrede yaşayabilme haklarının korunmasına ve sigara dumanına pasif olarak maruz kalınmasını önlemeye yönelik olarak, kamuya açık tüm kapalı alanlarda tütün mamulü kullanımı 4207 sayılı 7/24 esasına göre ülke genelinde sürdürülen denetimlerde şahıslara cezai işlem uygulama yetkisi Kabahatler Kanunu uyarınca sadece kolluk kuvvetlerine verilen bir yetki olmakla birlikte, işletmelere kolluk kuvveti olmadan valilikler tarafından yetkilendirilen denetim ekipleri de cezai işlem uygulayabilmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 5 Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi (DHSDS) 4207 sayılı Kanun kapsamında gerçekleştirilen denetimlerin; • Daha hızlı ve etkin yapılması, • Denetim verilerinin anlık olarak izlenip değerlendirilebilmesi, • Denetimlerin bir program dahilin- de yapılması aşamasında il bazında tüm işletmelerin denetlenmesinin sağlanması, • Bizzat denetim ekiplerince ihlal tekerrürlerinin sistem üzerinden görülerek takip edilmesi, • İhlallerin tespit edilmesi durumunda delil niteliği taşıyacak fotoğrafların ve video kayıtlarının yapılarak merkeze iletilmesi gibi amaçlarla, 30 Eylül 2012 tarihinden itibaren GPS Mobil Cihaz İzleme Sisteminin kullanıldığı Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi (DHSDS) hayata geçirildi. Bu kapsamda illere 1500 adet tablet bilgisayar dağıtıldı. Tablo 1: Yıllara Göre Toplam Denetim Sayıları DHSDS Kapsamında; • İl, ilçe ve denetim ekibi bazında gerçekleştirilen denetim sayısı, • Tespit edilen ihlal sayısı, • Denetim ekibi sayısı, • Gerçekleştirilen denetim sonucu ihlal tespit edilip edilmediği, • Denetimde hangi denetim elemanlarının bulunduğu, • İşletmelerde daha önce kaç de- netim yapıldığı ve kaç ihlal tespit edildiği, • İhlal tespitinden sonra sürecin hangi aşamada olduğu (mahalli mülki amir tarafından cezanın onaylanması, cezanın ilgili kuruma gönderilmesi ve tahsil edilmesi gibi) • Gelen ihbar sayısı ve ihbar sonu- cu gerçekleştirilen denetimlerin sonucu gibi birçok veriye anlık ve online olarak ulaşılabilmektedir. • 4207 sayılı Kanun kapsamında 2010-2014 yılları arasında 8.850.280 adet denetim gerçekleştirilmiştir. Denetimler sonucunda Mart 2015 sonu itibariyle 110.089.873 TL cezai işlem uygulanmıştır. 6 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Tablo 2: 4207 Sayılı Kanun İhlalleri Kapsamında Uygulanan İdari Para Cezalarının Yıllara Göre Dağılımı (*) *(Maliye Bakanlığı Verileri) ALO 184 Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi (SABİM) Tütün İhbar Hattı Denetimler, ildeki tüm işletmeleri kapsayacak şekilde oluşturulan program dahilinde yapılan rutin denetimler şeklinde gerçekleştirilmesinin yanı sıra, kapalı alanda tütün tüketimine şahit olan vatandaşlarımızdan gelen ihbarlara müdahale şeklinde de gerçekleştirilmektedir. Bakanlığımızın iletişim hattı olan ALO 184 SABİM hattını, kapalı alanlarda sigara içilmesine yönelik ihbar ve şikayetleri alacak şekilde yapılandırarak DHSDS ile entegre çalışması sağlanmıştır. DHSDS’ne hayata geçtiği 30 Eylül 2012 tarihinden 30 Nisan 2015 tarihine kadar 85.667 ihbar kaydedilmiştir. Bu kapsamda; • 4207 sayılı Kanun hükümlerinin ihlallerine yönelik ihbar ve şikayet çağrıları, ALO 184 SABİM’ de görevli tütün kontrolü eğitimi almış operatörler aracılığıyla karşılanmakta, • Merkez tarafından değerlendirilen ihbar ve şikayetler ilgili adrese en yakın denetim ekibine görev olarak atanmakta, • İhbarı alan ekip ivedilikle verilen adrese gidip ihbarı yerinde değerlendirmekte, • İhlal tespit ederse gerekli işlemleri yaparak denetime ait görüntü ve tutanakları sistem üzerinden merkeze iletmektedir. 4207 sayılı Kanun ile 19 Temmuz 2009 tarihinden itibaren kamuya açık tüm kapalı alanlar dumansız hale getirilmiştir. Ancak tütün kontrolü çalışmalarının sadece yasal düzenlemeler sonucunda getirilen kısıtlamalarla istenen sonuca ulaşması mümkün değildir. Bu sebeple halkın bilgi düzeyini artıracak ve konuyla ilgili bilinçlenmelerini sağlayacak halk eğitimleri ve ulusal nitelikte medya kampanyaları düzenlenmiştir. Yürüttüğümüz medya kampanyaları kapsamında birçok eğitici kamu spotu yayınlanmıştır. ALO 171 SİGARA BIRAKMA DANIŞMA HATTI Sigarayı bırakmak isteyen vatandaşlarımıza destek olacak şekilde; • Kişiyi bırakma girişiminde bulunmak için motive etmek, • Bırakmaya karar vermiş kişilere nasıl bırakacakları konusunda yardımcı olmak, • Bırakma sürecinde ortaya çıkan yoksunluk semptomları ile ilgili tavsiyelerde bulunmak, • Sigara bırakma hizmeti sunan sağlık personelleri ve birimleri hakkında bilgi sunarak gerekirse randevularını almak amacıyla 27 Ekim 2010’da Alo 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı kurulmuştur. yöntemleri gibi konularını içermektedir. Bunların yanı sıra operatör adayları iletişim ve çağrı operatörü teknik eğitimlerine de tabi tutulmaktadır. Sabit hatlardan ücretsiz olarak aranabilen GSM hatlarından arandığında ilgili firmanın tarifesi doğrultusunda fiyatlandırılan ve 7 gün 24 saat canlı operatörlerle kesintisiz ve kaliteli hizmet veren danışma hattımız bu özellikleriyle dünyadaki en kapsamlı sigara bırakma danışma hattıdır. ALO 171 EĞİTİM KONULARI Söz konusu danışma hattında görevli personelimiz, çeşitli üniversitelerde ve Sağlık Bakanlığı kadrolarında görevli hocalarımız tarafından 40 saati teorik ders şeklinde 8 saati de pratik eğitim olacak şekilde kapsamlı bir eğitimden geçmektedir. Eğitim programı içeriğinde ülkemizde ve dünyadaki tütün kontrolü uygulamaları ile birlikte mevzuat bilgisinden sigara bırakma tedavilerine kadar birçok konuda teorik bilgiler yer almaktadır. Eğitimciler tarafından oluşturulmuş pratik eğitim içeriği ise danışma hattı aracılığı ile sigara içme alışkanlığının bırakılması sürecinin senaryolaştırılarak canlandırılması ve sigara bırakma polikliniklerine bizzat gidilerek sigara bağımlısına profesyonel müdahale • Dünyada Tütün Kontrolü Uygula- • Tütün Kontrolünün Gerekçeleri • Tütün Kullanımının Sağlık Etkileri • Pasif Etkilenim ve Önleme Programları • Tütün Kullanımı ve Özel Gruplar (Gençler, hamileler) maları • Türkiye’de Tütün Kontrolü • Tütün Bağımlılığı; Bağımlılık Nasıl Oluşur? • Tütün Bağımlısına Yaklaşım; Temel Çerçeve • Tütün Bağımlılığı Tedavisi • Tütün Endüstrisi ve Taktikleri • Bırakma Hattı Çalışmaları Deneyimleri • Bırakma Hattı; Demonstrasyon ve Uygulamalar • Etkili Danışmanlık-İletişim Teknikleri SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 7 • Doğru ve Etkili Konuşma • Danışanla İletişim Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken İfade ve Konular • Danışanla İletişim Sürecinde Kaçınılması Gereken İfade ve Konular • Oyunlaştırma-Tütün Bağımlısına Yaklaşım • Sigara Bırakma Poliklinikleri Ziyareti Tüm bu eğitimlerin sonunda yapılan teorik sınavdan 70 ve üzeri alanlar ile mülakatta başarılı olanlar danışma hattında çalışmaya başlatılmaktadır. Operatörlerimizin çağrı karşılamadaki performansları takım liderleri tarafından izlenmekte karşılaşılan en küçük problem danışma hattında görev yapan profesyonel sağlık personelimize (hemşire, ebe) aktarılmaktadır. Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanlığı personeli danışma hattını sürekli olarak takip ederek destek olmakta ve operatörlerin ihtiyacı olan hizmet içi eğitimleri vermektedirler. Danışma hattı santraline 2010-2014 yılları arasında kadar 17.467.091 çağrı girişi gerçekleşmiştir. Danışma hattını arayan kişilere sigaranın zararları hakkında bilgi verildikten sonra sigara kullanımı alışkanlığını tespit etmeye yönelik bağımlılık testi (fagerstrom) operatörler tarafından uygulanmaktadır. Tespit edilen bağımlılık düzeyine göre; kişiye özel sigara bırakma planı yapılmakta ya da hekim kontrolünde sigarayı bırakmak isteyenlere sigara bırakma hizmeti sunan sağlık birimleri hakkında bilgilendirme yapılarak, sigara bırakma polikliniklerine yönlendirilmektedir. Kişinin talep etmesi halinde, operatörler tarafından kendisine en yakın sigara bırakma polikliniğinden randevusu da alınmaktadır. Sigara bırakma planı yapılanlara, çağrı merkezinde görevli operatörlerimiz tarafından belli periyodlarla geri dönüş aramaları yapılmaktadır. Bu aramalarla kişilerin sigarayı bırakma durumları takip edilerek sigara bırakma sürecinde kendileri cesaretlendirilerek motivasyonlarının arttırılması sağlanmaktadır. Bu süreçte ve tüm 8 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Grafik 1: ALO 171 Çağrı Merkezinde Yıllara Göre Cevaplanan Çağrı Sayılarının Dağılımı algoritma boyunca sigara bırakma danışma hattı tarafından hiçbir şekilde ilaç önerisinde bulunulmamakta ve yönlendirme yapılmamaktadır. Sigara bırakma sürecine başlamış kişiler tarafından da, kendisi için sıkıntı oluşturan konularla ilgili bilgi ve yardım almak amacıyla danışma hattımız 7 gün 24 saat aranabilmektedir. Böyle bir durumda kişiye çok küçük öneriler yapılarak o anki sigara içme isteğini bastırmaları konusunda yardımcı olunabilmektedir. Örneğin sigara içme isteği oluştuğunda; diş fırçalamanın, 10 dakikalık yürüyüşün kendileri için çok faydalı olacağı, vb. ifade edilmektedir. Bağımlılık düzeyi düşük ya da orta düzeyde olan ve danışma hattı aracılığı ile sigarayı bırakmak isteyenlere sigara bırakma planı yapılmaktadır. Bu kapsamda hattı arayanların arama sebeplerine ve yapılan müdahaleye göre yüzde dağılımı aşağıdaki gibidir: Sigara Bırakma Danışma Hattı aracılığı ile plan yapılanların ortalama %6,3’nün bir yılın sonunda sigarayı bıraktıkları tespit edilmiştir. Bu başarı oranı dünya ortalamasının yaklaşık 3 katı civarındadır. Dünya genelindeki bırakma hattı başarı oranları ortalama %1-2 civarındadır. Bizdeki başarı oranının yüksek olmasının sebebi tütün kontrol politikalarının bir bütün halinde kararlılıkla uygulanmasıdır. 1 Ocak 2012- 31 Aralık 2014 tarihleri arasında toplam 208.573 kişiye sigara bırakma planı yapmıştır. Sigara Bırakma Poliklinikleri Sigara kullanan ancak bırakmak isteyenlerin yanında ve süreç içinde yardımcı olan bir diğer hizmetimiz de sigara bırakma poliklinikleridir. Tüm sigara bırakma polikliniklerimizde görev yapan hekimlerimiz standart bir eğitim sonunda girdikleri sınavdan başarılı olmaları halinde sigara bırakma polikliniklerinde görev yapmaya başlamaktadır. Ülke genelinde 2009 yılında 62 olan sigara bırakma polikliniği sayısı bugün itibarıyla 415’dir. Tüm bu çalışmalar sonucunda, 15 Yaş Üzeri Nüfusun Sigara İçme Oranı 2008 yılında %31,2 iken bu oran 2012 yılı için %27,1 e geriledi. Yani 2008 yılına göre 2.2 milyon kişi sigarayı bırakmıştır. Çağrı Dağılımı % Sigara Bırakma Planı Yapılan 14 Sigara Bırakma Polikliniğine Yönlendirilen 58 Bilgilendirme Yapılarak Danışmanlık Hizmeti Sunulan 27 Öneri-Şikayet ve Teşekkür Çağrıları 1 Toplam 100 Tablo 3: 2014 Yılı ALO 171 Sigara Bırakma Hattı’nda Cevaplanan Çağrıların Dağılımı Grafik 2: Sigara Bırakma Planı Yapılan Danışanlarda Geri Dönüş Aramaları Sonrası Sigara Bırakma Oranları Halkımızın sağlığını koruduğumuz ve iyi sonuçlar elde ettiğimiz için tabi ki çok mutluyuz. Bu başarımızın diğer ülkeler tarafından görülmesi ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından takdir edilerek tüm dünyaya örnek gösterilmesi bizi daha da mutlu kılmaktadır. Türkiye’nin yaptığı çalışmalar artık tüm dünyada örnek gösterilmekte ve çok sayıda ülke tarafından incelenmektedir. 2009 yılından bu yana başarımızı izlemek amacıyla birçok ülke heyeti ülkemize ziyaretlerde bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir. DSÖ tarafından 2003 yılında hazırlanarak ülkelere sunulan TKÇS’ yi 2004 yılında 43. Ülke olarak imzaladık. Maratona 43. olarak biraz geriden küçük ama hızlı adımlarla başladık. Fakat bugün itibariyle taraf olan 180 ülke içerisinde DSÖ tarafından ülkelerin tütün kontrolü çalışmalarına rehberlik etmesi için geliştirdiği politika paketindeki (M-POWER) tüm kriterleri kendi ülkesine uyarlayarak tamamını yerine getiren ilk ve tek ülke konumuna gelerek bu uzun maratonda ipi göğüsleyen birinci ülke olduk. Geldiğimiz bu noktada yakaladığımız başarıyı devam ettirerek daha ilerilere taşımamız gerektiğinin bilincindeyiz. Çünkü tütün sektörü, sigara firmaları hiçbir zaman mücadeleden vazgeçmeyecekler. Onlar ürünlerini satmak için uğraştıkça bizler de toplumumuzun her kesiminin desteğini alarak çocuklarımızı ve yarınlarımızı korumak için mücadeleye devam edeceğiz. Bu süreçte birçok kurum, Bakanlığımızla işbirliği içerisinde sigara bırakma kampanyası düzenlemiştir. Bu kampanyaların özellikle topluma örnek olan meslek gruplarını kapsaması, toplumdaki etkisinin daha fazla olmasını sağlamıştır. Bu anlamda 2013 yılında Meclis Genel Sekreterliği ve bakanlığımız işbirliğinde sayın milletvekilleri ve TBMM personeline yönelik başlatılan sigara bırakma kampanyası çok önemliydi. Sayın Danıştay Başkanlığı tarafından, çalışanlarına yönelik düzenledikleri sigara bırakma kampanyası birçok kurum ve kuruluşa örnek olmasının yanı sıra topluma güçlü bir mesaj vererek bu mücadeleyi daha da pekiştirmiştir. Sigaranın zararları artık toplumun her kesimi tarafından bilinmeye başlamıştır ancak çıkar çevreleri yeni zehirleri insanlara zararsızmış gibi sunmaya ve yeni çıkış kapıları aramaya başlamışlardır. Bunlar elektronik sigara ve nargiledir. Ülkemizde siga- radaki yasakların tamamı bu tehlikeli maddeler için de geçerlidir. Şöyle ki; 12 Temmuz 2012 tarihinde çıkarılan 6354 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle sigara paketlerinde olduğu gibi nargile şişelerinin üzerine de sağlığa zararlı olduğuna dair uyarı yazılarının konulması hükmü getirilmiştir. Tütün paketleri ve nargile şişeleri üzerine iki yüzünden her birine bu yüzlerin alanlarının %65’inden az olmamak üzere özel çerçeve içinde tütün ürünlerinin zararlarını belirten resimli Türkçe uyarı veya mesajların konulması zorunlu kılınmıştır. Tütün ürünü ihtiva eden ve etmeyen nargile ile benzerlerinin 18 yaşını doldurmamış kişilere satılamayacağı ve onların tüketimine sunulamayacağı belirtilmiştir. 11.06.2013 tarih ve 28674 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 26. ve 27’ nci maddeleriyle, 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da değişikler yapılmıştır. Bu değişiklikler ile tütün içermeyen ancak tütün mamulünü taklit eder tarzda kullanılan her türlü nargile ve sigara, tütün ürünü kabul edilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 9 Nargile kullanımına tıpkı sigara gibi çevreden kabul görme, ait olma isteği, arkadaş baskısı gibi sosyal nedenler ile başlanılmaktadır. Nargilenin sigaradan daha az zararlıymış gibi düşünülmesi, düşük fiyatı ve sosyal bir aktiviteymiş gibi yanlış algılanması sebebiyle gençler arasında popülerliğinin hızla artmasına neden olmuştur. Nargile kullanıcıları, nargileyi sigaradan farklı algılasa da nargilenin de sigara gibi bağımlılık yapıcı etkiye sahip olduğu ve sağlığa olan zararlarının sigaradan daha fazla olduğu bilinmektedir. Bunlardan bazıları; kalp ve damar hastalıkları, solunum yetersizliği, akciğer kanseri, diş eti hastalıkları, mesane kanseri, bronşit, yemek borusu kanseri, depresyon, yüksek tansiyon, parkinson hastalığı, ülser, ağız kanseri, akciğer rahatsızlığı, enfeksiyon ve kısırlık gibi hastalıklardır. Bilimsel çalışmalara göre nargilenin dumanında ciddi boyutta karbon 10 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 monoksit, ağır metaller ve kanser yapıcı kimyasallar bulunmaktadır. Nargile içimi ile katran, karbon monoksit ve dumana maruz kalınmaktadır. Sık sık dumanı içine çekmek, derin solumak ve nargile seansının uzun oluşu, bu maddelerin yüksek oranda vücuda alınmasına neden olmaktadır. Nargile dumanının sudan geçirilerek solunması sanıldığı gibi bu zararlı maddeleri arındırmamaktadır. Ayrıca nargile yakılmasında kullanılan kömür ve odun dumanı içindeki toksik maddeler de nargile dumanının içerdiği karbon monoksit, ağır metaller ve kanser yapıcı kimyasallara eklenmektedir. Nargilenin sağlığa sigaradan daha az zarar verici gibi algılanması için yapılan uygulamalardan birisi de katılan meyve esansları ile kokusunun değiştirilmesidir. Geleneksel nargileden farklı olarak günümüzdeki nargile tütünü aroma ve esans ilave edilerek gençleri kullanımı özendirilmektedir. Tütüne ilave edilen meyve parçaları sadece koku özelliğini değiştirmekte, buna mukabil kullanımını özendirdiği için sağlık üzerine olan zararlı etkilerini artırmaktadır. Bitki özlü nargile ile de kullanıcılar ve beraberindeki diğer insanlar, tütün konulmasa bile kömür ve odunun yanmasıyla oluşan dumandaki karbon monoksit, ağır metaller ve kanser yapıcı kimyasallara maruz kalmaktadır. Dolayısıyla her türlü tütün mamulünden uzak durulmalı, kullanmaya hiç başlanılmamalıdır, başlandıysa da kendimiz ve sevdiklerimiz için derhal bırakılmalıdır. Tütün mamullerini bırakmak isteyenler; bırakma sürecinde yalnız değildirler. ALO 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı ve sigara bırakma polikliniklerimiz ile onların yanındayız. Küçük davranış değişiklikleriyle tıpkı 2008 yılından 2012 yılına kadar sigarayı bırakan 2,2 milyon kişi gibi onların da bırakabileceklerini biliyoruz. Bırakacak olanları şimdiden kutluyor ve başarılar diliyoruz. kapakkonusu TAPDK VE TÜTÜN KONTROLÜ Suat EVCİMEN Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Başkanı Tütün ve alkol piyasaları ekonomik açıdan olduğu kadar toplum sağlığı açısından da stratejik önemi haiz eksik rekabet kurallarının işlediği duyarlı kamusal alan olmaları nedeniyle, devlet tekelinin tam anlamıyla sona erdiği 2002 yılında, 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuştur. 12 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Kurumumuzun yaklaşık vergisel anlamda 35 milyar TL ekonomik büyüklüğü bulunan tütün ve alkol piyasalarındaki temel fonksiyonu; üretim, ithalat, ihracat, ambalajlama, depolama, satış, dağıtım ve reklam başta olmak üzere tüm sektör faaliyetlerinin kayıt altına alınması, düzenlenmesi, nihai tüketiciye ulaşıncaya dek sistematik, etkin takibi ve denetlenmesinin sağlanmasıdır. 4733 sayılı Kanun ile Kurumumuzun “tütün ve alkol kontrolü”ne yönelik görev, yetki ve sorumluluk alanının çerçevesi belirlenmiş olup, 2008 yılında 4733 sayılı Kanun’da ve 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun’da yapılan kapsamlı ve önemli değişiklikler ile Kurumumuzun tütün ve alkol kontrolü konusundaki görev, yetki ve sorumlulukları genişletilmiş ve bu suretle etkinliği de artırılmıştır. Ayrıca, 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun ile Ulusal Tütün Kontrol Programı ve Eylem Planı (2015-2018) gibi eylem planlarında ve politika belgelerinde tütün ve alkol kontrolü kapsamında TAPDK’ya yüklenmiş görevler bulunmaktadır. Ülkemizin 2004 yılında imzalayarak taraf olduğu Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi kapsamında da başta Sağlık Bakanlığımız olmak üzere ulusal ve uluslararası alanda ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde çalışmalar yürütmekteyiz. Kurum olarak temel amaç ve hedefimiz; uluslararası toplumda kabul görmüş, etkin ve uygulanabilir nitelikteki tütün ve alkol kontrolü stratejilerinin ve önlemlerinin ülkemizin ve toplumumuzun ihtiyaçlarına uygun olarak şekillendirilmesi ve bunların ulusal bazda benimsenmesi, geliştirilmesi ve uygulanmasını sağlamaktır. Bunun için tütün ve alkol kontrolü politikalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında iktisadi ve idari regülasyonların yanı sıra sosyal regülasyon görevinin de kamu güvenliği ve esenliği açısından önemli olduğuna inanmaktayız. Bilindiği üzere, her yılın 31 Mayıs günü, tütün salgınına ve onun yol açtığı önlenebilir ölüm ve hastalıklara dikkat çekmek üzere, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Dünya Sigarasız Günü olarak ilan edilmiştir. Bu yılın Dünya Sigarasız Günü münasebetiyle, Kurumumuzun son dönemde tütün kontrolü alanında yaptığı çalışmalardan bahsetmek isterim. Tütün mamullerinin üretim, içerik, tüketim ve ticaretiyle ilgili yapmış olduğu ve birey ve halk sağlığı ile doğrudan ilgili önemli tütün kontrolü tedbirleri ve uygulamaları olan teknik düzenlemelerimiz özetle şu şekildedir: • Tütün mamullerinde kullanılan girdiler, daha anlaşılabilir tabirle katkı maddeleri ile ilgili incelemelerimiz devam etmektedir. Ülkemizde ilk defa 2012 yılında söz konusu katkı maddelerine yasaklama/kısıtlama getirilmiştir. Toksikolojik, kanserojenik ve mutajenik olan katkı maddeleri ile tütün mamulüne sağlığa yararlı izlenimi veren, enerji veren katkı maddeleri yasaklanmış, etil vanilin ve vanilin gibi tatlandırıcıların kullanımı da sınırlandırılmıştır. Çok değer verdiğim, her biri konusunda çok başarılı olan yedi bilim insanından oluşan Bilimsel Komisyon bu hususta çalışmalarına devam etmektedir. Bilimsel gelişmeler, diğer ülke uygulamaları ve Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi hükümleri değerlendirilerek söz konusu yasaklı listenin geliştirilmesi hedeflenmektedir. • Tütün mamullerinde kullanılan girdiler ile ilgili yapılan bu düzen- lemelerin yanı sıra vatandaşın bilgilendirilmesi için de çalışmalar yapılmaktadır. 2013 yılında sigara, sarmalık kıyılmış tütün mamulü, nargile, pipo, puro ve sigarillo üretilirken tütüne hangi maddeler eklenmiş, kâğıdına ne eklenmiş, sargısına ne eklenmiş, bütün bu bilgiler Kurumumuz internet sitesinde yayımlanarak halkın bilgisine sunulmuştur. Bununla birlikte, bir Avrupa Birliği projesi olan PITOC (Tütün Kontrolü Kamuoyu Bilgilendirmesi) projesine dâhil olunmuş ve tütün mamullerinde en çok kullanılan şeker, kakao, mentol, meyankökünün de aralarında bulunduğu 14 katkı maddesi ile bu katkı maddeleri neden kullanılır, insan sağlığına etkisi nedir gibi soruların bilimsel yayınlara dayanılarak cevaplandığı dokümanlar Kurum internet sitemizden yayımlanmıştır. • 2014 yılında ise tütün mamullerinin filtresi ile ilgili teknik düzenlemeler yapılmıştır. Filtrede tütün, tatlandırıcı ve nikotin kullanımı yasaklanırken, filtreleme maddesi olarak kullanılan girdilere de sınırlama getirilmiş, en çok ses getiren uygulama da mentolün filtrede eser miktarda dahi kullanılmasının yasaklanması SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 13 1 inci Uluslararası Tütün Kontrolü Araştırma Çalıştayı, 24-26 Mart 2015, Ankara olmuştur. Aynı zamanda, filtrenin havalandırma delikleri sayesinde emisyon salınım miktarlarının değiştirildiği bilindiğinden bu tip bilgilerin de firmalardan alınması uygulaması başlatılmıştır. • Katkı maddeleri ile ilgili düzen- lemeler dışında tütün mamulleri arz ambalajları ile ilgili de ileri düzenlemeler yapılmıştır. En önemli uygulama, 2012 yılında birleşik sağlık uyarılarının paket üzerinde kapladığı alanın % 30’dan % 65’e çıkarılmasıdır. Böylelikle, sağlık uyarılarının görünürlüğü arttırılmış olup tütün kontrolü açısından önemli bir adım atılmıştır. ALO 171 sigara bırakma hattı bilgisi paket üzerinde yer almaya başlamıştır. Diğer taraftan, tütün mamullerinin markalarına ilişkin kısıtlama da getirilmiştir, tütün mamulü sektörü dışında kullanılan bir isim, marka, logo tütün mamullerinde kullanılamazken yine aynı şekilde tütün mamulü markaları isimleri ve logoları da mevzuatımız çerçevesinde, bu sektör dışında kullanılamamaktadır. Bu düzenleme ile marka gibi çeşitli unsurlar sayesinde tütün mamullerinin çekici bir unsur haline gelmesi ve örtülü reklamının yapılması engellenm e k t e d i r. Ayrıca; sigaraların, tüketici tercihlerini teşvik edici nitelikte, tüketiciyi özendirici, yenilikçi paket tipleri ile piyasaya arzının sınırlandırılması amacıyla 2015 Nisan ayında bir düzenleme yapılmış olup, iç panel kullanılmak suretiyle görünebilir herhangi bir yüzey alanı ölçüsünü değiştiren, yüzey alanını genişleten, yeni yüzey alanları oluşturan özelliklere haiz birim paketler ile sigaraların piyasaya arzı yasaklanmıştır. Tütün mamulleri paketleri üzerinde yer alan sağlık uyarıları resimleri yeni Avrupa Birliği Direktifine istinaden değiştirilecek daha etkili ve iddialı resimler paketlerin üzerinde 2017 yılından itibaren yer almaya başlayacaktır. • Dünyada ilk defa nargile şişeleri üzerine sağlık uyarıları Türkiye’de uygulanmaya başlamış olup nargilelik tütün mamulü sunumu yapan işyerlerine ait alanlara ilk defa sunum uygunluk belgesi verilmesi ile bu yerlerin işletilmesinde uyulması gerekli hususlar düzenlenmiştir. • Kurumumuz, teknik düzenlemele- rin yanı sıra halkı bilgilendirme ve tütün salgınına ilişkin farkındalık düzeyinin hem halk hem profesyoneller nezdinde artırılması için yoğun faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu faaliyetlerden bazı örnekler şu şekildedir: • Halkı bilgilendirme ve bilinçlen- dirme amacıyla “Babalar Günü” vesilesiyle yapılan “Babacım, Yenik Düşme!” mesajı taşıyan afişler 14 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Ankara’da muhtelif semtlerde yer alan billboardlarda sergilenmiştir. • Yine “Babalar Günü” için hazırla- nan “Değerli Anlar” ve “Hadi Baba!” isimli kamu spotları ulusal kanallarda gösterilmektedir. • “31 Mayıs Dünya Sigarasız Günü” etkinliklerimiz arasında, Milli Piyango İdaresi’nin 29/05/2014 tarihli çekilişine ait biletler üzerinde “Sigaraya ödenen bedel” mesajlı grafik kullanılmak suretiyle tütün ürünleri kullanımının zararları konusunda kamuoyu bilgilendirilmiştir. Bu yıl da Milli Piyango İdaresi’nin 29/05/2015 tarihli çekişine ait biletlerde pasif etkilenimi vurgulayan bir grafik kullanılmıştır. • 2014 yılında “31 Mayıs Dünya Tü- tünsüz Günü Etkinliği ve Sağlıklı Yaşam Yürüyüşü” organizasyonunu Sağlık Bakanlığımız, DSÖ ve Türkiye Yeşilay Cemiyeti ile birlikte gerçekleştirilmiştir. • Son bir yıl içerisinde tütün kont- rolü alanında Kurumumuz tarafından, ilgili Kurumların işbirliği ile iki adet uluslararası katılımlı çalıştay gerçekleştirilmiştir. Bunlardan biri TKÇS’nin 5.3 üncü maddesi konusunda Bolu’da yaptığımız çalıştay, diğeri 2015 yılı Mart ayında Ankara’da düzenlediğimiz 1 inci Uluslararası Tütün Kontrolü Araştırma Çalıştayı’dır. • Yurtiçinde 6 ncı Avrupa Tütün ve Sağlık Konferansı’na (ECTOH 2014), Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi’nin, Ankara ve İzmir İl Tütün Kontrol Kurullarının, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Sigara Savaş Grubunun (SİSAG) toplantılarına Kurumumuzca katkı ve katılım sağlanmıştır. • Kurumumuz TKÇS toplantıları başta olmak üzere uluslararası tütün kontrolü platformlarında aktif olarak yer almaktadır. TKÇS’nin Rusya’da düzenlenen 6 ncı Taraflar Konferansı (COP 6), Cenevre’de düzenlenen “TKÇS’nin 9 ve 10 uncu maddelerine ilişkin çalışma grubu” ve “TKÇS’nin uygulanması için sürüdürülebilir önlemler çalışma grubu” toplantıları, Birleşik Arap Emirlikleri’nde düzenlenen 16 ncı Dünya Tütün veya Sağlık Konferansı (WCTOH 2015), İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) tarafından Malezya’da düzenlenen ve eğitici olarak yer aldığımız program, yurtdışında iştirak ederek katkı sağladığımız çalışmalar arasındadır. • Tabi olduğumuz mevzuat, ilgili mevzuat ve paydaş olarak yer aldığımız eylem planları çalışmalarımızda kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum kuruluşları ile işbirliğini zorunlu ve gerekli kılmaktadır. Kurumumuz tütün ve alkol kontrolü alanında faaliyet gösteren sivil toplum-kamu kuruluşlarının çalışmalarına kamu sağlığını ve esenliğini gözeterek önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye Yeşilay Cemiyeti’nin “Nargile Farkındalık Kampanyası” ve “Bağımlılıklarla Mücadele Bilimsel Çalışmalar Programı” projeleri, Bolu-Gerede Kaymakamlığı’nın “Sigaradan Bizi Koruyun!” projesi, Ankara Üniversitesi’nin “Bisikletli Yaşam Merhaba” projesi, son dönemde destek sağlanan projelerdir. Kurumumuz ayrıca, 2015-2018 yıllarını kapsayan Ulusal Tütün Kontrol Programı Eylem Planı’nda yer alan toplam 57 stratejinin 18’inde “sorumlu” 22’sinde ise “işbirliği yapılacak” kurum/kuruluşlar arasında yer almaktadır. • Tütün mamulleri ve alkollü içkile- rin yasadışı ticaretinin önlenmesine yönelik eğitim ve koordinasyon çalışmalarına önem verilerek yurtiçi ve yurt dışı toplantılara katılım sağlanmaktadır. İlgili kurumlara sürekli maddi, teknik ve eğitim desteği verilmektedir. Kolluk kuvvetleri tarafından el konulan ürünlerin ülkemizde üretilip üretilmediği, söz konusu ürünlerin kaçak mı sahte mi olduğu belirlenip rapor hazırlanmakta ve bu raporlar mahkemeye sunulmaktadır. Bütün bu uygulamalar ve paydaş kurumlarımızın diğer uygulamaları sayesinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından hazırlanan ve 10/07/2013 tarihinde Panama’da açıklanan “2013 Küresel Tütün Epidemisi Raporu”nda, Türkiye’nin MPOWER kriterlerinin tamamını karşılayan ilk ve tek ülke olduğu, tütün kontrolü çalışmalarında tüm dünyaya örnek gösterildiği resmen ilan edilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 15 kapakkonusu SİGARANIN DERİ ÜZERİNE ETKİLERİ Prof. Dr. Murat EMİROĞLU Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sigara kullanımı derinin normal yaşlanma sürecini hızlandıran önemli etkenlerdendir. Bu değişiklikler 10 yıl sigara kullanımını takiben oluşmaya başlar. İçilen sigara miktarı ve süresi arttıkça kırışıklıklar ve deri kalitesindeki bozulma da giderek artar. Sigara içenlerin derisi daha kuru ve kaba görünümlüdür. Ayrıca, düzensiz renk değişiklikleri de olabilir. Bu kalıcı değişiklikler başlangıçta belirgin olmamakla beraber zamanla belirgin hale gelir. Sigara kullanımının etkisi yalnız yüz derisine değil vücudun tamamını örten deri üzerine etkilidir. Vücuttaki sarkmaların da sigara kullanımı ile 16 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 hızı artar. Günde 30 sigara içen bir kişi 70 yaşına geldiğinde, derisi yaşıtlarına oranla 14 yıl daha fazla yaşlanmıştır. Sigaranın içeriğinde bulunan nikotin, yüzeyel deri damarlarının daralmasına neden olur. Böylece deriye ulaşan kan miktarı azalır. Deriye gelen kan miktarının azalması, oksijen ve A vitamini gibi önemli elemanların deriye ulaşmasını engeller. Sigarada bulunan 4000’den fazla kimyasal maddenin çoğu derinin sağlamlığını ve elastikiyrtini sağlayan kollajen ve elastik liflerin harabolmasına neden olur. Bunun sonucunda da kırışıklıklar ve sarkıklıklar meydana gelir. Bunlara ek olarak; yanan sigaradan gelen ısı ve sigara içerken yapılan hareketler (dudakların büzülmesi, dumandan korunmak için gözlerin kısılması vb.) de kırışıklıkların artışına katkıda bulunur. Sigara içenlerde yara iyileşmesi de bozulur. Ameliyatlar sonrasındaki iyileşme dönemleri uzar, diyabetik kişilerde ayak ve bacaklarda oluşabilen ülserlerin görülme riski artar. Sigara içilmesi deri kanseri riskini de iki kat arttırır. Ayrıca, ağız içinde görülen ve kansere dönüşüm riski olan lökoplakilerin gelişimi daha sıktır. Prof. Dr. Murat EMİROĞLU 7.09 .1984 12. 09. 20 14 Geleceği birlikte güvenle büyütüyoruz. kapakkonusu TÜTÜNÜN TARİHSEL YOLCULUĞUNDA HEDEF KADINLAR VE ÇOCUKLAR Prof. Dr. Recep AKDUR Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sigara Tekellerinin Gelişimi Amerika kıtasının doğal bitki örtüsünde bulunan tütün, patlıcan, patates ve biberin de üyesi olduğu patlıcangiller ailesine mensup bir bitki. Doğada varlığının İsa’dan Önce 6000 yıllarına dek gittiği tahmin edilmektedir. Keyif ve cesaret verici özelliğinden ötürü, Amerikan yerlileri arasında dini törenlerde dumanını soluyarak kullanıldığına ilişkin İ.Ö 1500.–1000. yılından itibaren yazılı belgeler var. Zamanla barış çubuğu adı altında diğer toplantılarda da kullanılır olmuş. Bu kullanıma koşut olarak baş, diş ağrısını gidermek için çiğneyerek ya da yaraların ağrısını kesmek için üstüne sarılarak, göğüs sorunları için dumanını soluyarak tıbbi nedenlerle de kullanıldığına ilişkin bilgilere rastlanıyor. Mayaların ve Azteklerin tütünü tıbbi amaçlarla kullandığına ilişkin birçok bulgu ve bilgi var. Kristof Kolomb, 15 Ekim 1492’de Amerika’yı keşfettiğinde yerliler barış çubuğu ikram etmişler. Ayrıca Avrupa’ya götürmesi için hediye olarak kuru tütün yaprağı vermişler. İzleyen yıllarda Amerika’ya giden gemicilerin Avrupa dönüşünde getirdikleri hediyeler arasında kuru tütün yaprağı ve tohumu mutlaka bulunur olmuş. Fransız Kralı II. Henry 1560 yılında öldüğünde, dul karısı Catherine de Medicis depresyona girmiş. Portekiz’deki Fransız elçisi Jean Nicot tedavisinde kullanılması için tütün tohumu göndermiş. Saray bahçesine ekilen tohumların çiçek açtıktan sonra yaprağı kraliçenin hem depresyonuna hem de migrenine iyi gelmiş. 18 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Bu nedenle de Avrupalı halk arasında kralice otu olarak da adlandırılmış. Bu olaydan sonra daha da ünlenmiş ve tüm Avrupa’da yetiştirilir ve kullanılır olmuş. O zamanlar tütünün her derde deva olduğuna aynı zamanda din adamı da olan hekimler bile inanırmış. İspanyol Doktor Nicolas Monardes, 1571 yılında “Yeni Dünyadaki Tıbbi Bitkilerin Tarihi” adlı bir kitap yazmış. Kitabında tütün için “bedendeki her türlü derde devadır adeta mucizevidir, soğuk bir madde olduğu için uygulandığında derdi alır götürür” diyerek 36 hastalığı tedavi ettiğini yazmış. Fransız Jaques Gohory 1572 yılında yazdığı “Tütün Tedavisi” adlı kitabında “tütünün her derde deva olduğunu ve adının medicine olması gerektiğini” söylemiş. Sağlıklı bir yaşam için günde en az bir doz tütün alınması gerektiğini tavsiye edenler bile varmış. Bundan ötürü kullanımı hızla yaygınlaşmış ve piyasada öylesine kıymet kazanmış ki en önemli takas maddelerinden biri haline gelmiş. Yeni kıtaya göç eden Avrupalılar tütün ekimine ilk kez 1531 yılında başlamışlar. Ticari tütün tarımının ilkini ise 1612 yılında Virginia’da John Rolfe gerçekleştirmiş. İlk tütün ihracatı 1619 yılında Virginya’dan Londra’ya dokuz tonluk kuru tütün yaprağı halinde yapılmış. İlk tütün şirket ve fabrikası Pierre Lorillard tarafından 1760 yılında Nevyork’ta kurulmuştur. Bu şirket bugün de varlığını sürdürmektedir. Amerika ile Avrupa arasındaki tütün ticareti 1775–1783 Amerika Bağımsızlık Savaşı sırasında sıçrama yapmış. Çünkü Amerikalılar savaşı Fransa’dan tütün ile ödemek üzere aldıkları borç para ile finanse etmişler. Çok karlı bir sektör haline gelmesi üzerine 1947’de Phillip Morris şirketi kurulmuş. Hemen arkasından 1849’da J.E. Liggett ve kardeşi tarafından St. Louis, Mo ve 1875 ‘de de R.J. Reynolds Tobacco Company kurulmuştur. Piyasada Phillip Morris el sarması tütün ile Reynolds Tobacco ise aliminyum folyoya sarılmış çiğneme tütünü ile ünlenmiş. Phillip Morris ünlü sigarası Malboroyu 1902 yılında, R.J. Reynolds ise ünlü sigarası Camel’i 1913 yılında piyasaya sürmüş. Bu tarihlerden itibaren, sigara dünyada en yaygın kullanılan tütün ürünü haline gelmiş. Askerler arasında sigara kullanımının yaygınlaşması Birinci Dünya Savaşı (1914–1918) iledir. Asker sigarası kavramı bu dönemde türetilmiş. Rusya ve Anadolu’ya tütünü askerler taşımış ve oralarda da yaygın kullanılan bir madde haline gelmiştir. Şirketler arasındaki pazar savaşı 1920’li yıllarda kızışmaya başlamış. Phillip Morris kadınları da tüketicileri arasına katmak isteyince 1924 yılında “Mild as May” Malboro kadın sigarasını üretmeye başlamış ve piyasaya kadın sigarası kavramını sokmuştur. Bunun üzerine American Tobacco Company, “Lucky Strike” adlı kadın sigarası ile atak yapmış ve böylece 1925-35 yılları arsında kadın ve gençler arasında sigara kullanımı büyük bir sıçrama yapmış. American Tobacco Company 1939’da üretmeye başladığı Pall Mall sigarası ile Amerika’nın en büyük şirketi haline Prof. Dr. Recep AKDUR gelmiş. İkinci Dünya Savaşında (1939–1945), askerlere bedava sigara dağıtan şirketler, sigarayı onlar için günlük yaşamın bir vazgeçilmezi haline getirmişler. Sonuçta sigaranın, askerler için tıpkı gıda ya da giyecek gibi bir hakediş/ istihkak haline gelmesini sağlamışlar. Bunlar evlerine sıkı birer bağımlı olarak dönmüş. Asker ocakları önemli birer sigara eğitim ocağı gibi işlev görmeye başlamış. RJ Reynolds 1954’de filtreli Winston sigarasını ve 1956’da da filtreli ve mentollü Salem sigarasını piyasaya sürmüş. Tütün karşıtı hareketlerin gelişmesi üzerine, sigara şirketleri gelişmiş ülkelerde ciddi kanuni sınırlamalarla karşı karşıya kaldı ve sigara içnelerin sayısı hızla azaldı. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde 1965-2006 yılları arasında erişkinler arasında sigara kullanım sıklığı %42’den %20,8’e düştü. Buna karşılık gelişmekte olan ülkelerde kullnana ların sıklığı her yıl %3,4 artmaya devam etmiştir. 1980’li yıllar başta ABD olmak üzere birçok ülkede, tütün nedeniyle sağlığını kaybedenler şirketlere karşı davalar açmaya başladı. Şirketler büyük tazminatlara mahkum edildi. Bunun üzerine tütün şirketleri kuruluşlarını ABD dışına özellikle Asya’daki geri kalmış ülkelere kaydırmaya başladı. Sovyetlerin 1990’dan sonra dağılması ve IMF’in baskısı ile Kore, Tayvan, Türkiye ve Moldova gibi birçok ülkedeki yerli tekellerin özelleştirilmesi ile uluslararası sigara şirketlerinin bunlara sahip olması sigara üretiminin ağırlık merkezinin Amerika’dan gelişmekte olan ülkelere kaymasına neden olmuş. Günümüzde tekeller 50 ülkede tütün işliyor ve 10-12 kadar ülkeden de kuru tütün yaprağı alıyorlar. Günümüzde dünyanın en büyük beş tütün şirketi, China National Tobacco, Philip Morris Cos’un (Altria ve British American Tobacco), Imperial Tobacco, Japan Tobacco ve Philip Morris International’dır. Philip Morris International’in ayrı bir şirket haline gelmesi 2008 yılında olmuş. Bu beş şirket diğer ülkelerdeki yerli üretim şirket veya tekellerinin ya tamamını satın almış ya da büyük ortağı haline gelmiştir. Dolayısı ile her biri birer uluslararası tekeldir. FAO verilerine göre, günümüzde tütün üretimi büyük bir hızla artarak devam etmektedir. Dünyada1971 yılında 4,2 milyon ton tütün üretilirken bu miktar 2012 yılı itibari ile 7.490.661 tona yükselmiştir. Bunu üreten il beş sıradaki ülke ve ürettikleri tütün miktarı sırası ile şöyedir: Çin 3.200.000 ton(%42,72), Hindistan 875.000 ton (%11,68), Brezilya 810.550 tonu (%10,82 ), ABD 345.837 ton (%4.62) ve Endonezya 226.700 ton(%3.03). Tütün Savunuculuğunun Gelişmesi Tütünün zararlarının fark edilmesi ve bu konudan bahseddilmeye başlaması 1600 yıllarına denk gelir. Sir Francis Bacon, 1610 yılında bu kötü alışkanlıktan kurtulmanın çok zor olduğundan söz eder. Yıllar geçtikçe birçok bilim insanı tütündeki kimyasalların varlığından ve sağlık sakıncalarını dile getirmeye başlamıştır. Japonya’da 1607, Osmanlı’da 1911 İsveç ve Danimarka’da 1632 ve aynı yıl Massachusetts’te halka açık alanlarda sigara içilmesi yasaklanmıştır. Ancak bu yasaklama sağlık endişesinden çok inançlara saygının bir gereğidir. İngiltere’de1660 yılında tütün ekiminin yasaklanmasından sonra tüm dünyada sigaranın zararları konusundaki farkındalık yaygınlaşmaya başlamıştır. Saf nikotin 1826’da keşfedildi ve izleyen yıllarda bilim insanları nikotinin tehlikeli bir zehir olduğunu söylemeye başladılar. Samuel Green 1836’da tütünün zehirli bir ensektisit olduğunu ve insanları öldürebileceğini yazdı. Böylece tütün karşıtı akım gittikçe SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 19 yayılan bir düşünce haline geldi. Tütünün akciğer kanseri ile ilişkisi 1950 yılında kesinleşti. Tütün şirketleri düşük katranlı ve filtreli sigaralar üretmeye başladılar. P. Lorillard 1952’de”micronite” filtreli Kent’i piyasaya sürdü. Ancak bunun aspestos içerdiği ve sigaradan daha tehlikeli olduğu anlaşılınca 1956’da piyasadan kaldırdı. Dr. Ernst L. Wynders 1953 yılında sigara katranı koyduğu farelerde tümör oluştuğunu gösterdi. Sigaranın sağlık zararları konusundaki raporların sayısı1960 yılından sonra hızla artmaya başladı. Bunlar içinde 1964 yılında ilki yayımlanan Amerikan Genel Cerrahi Derneğinin “Sigara ve Sağlık” adlı raporu önemli bir dönüm noktasıdır. İzleyen yıllarda tütün konusundaki sınırlamalar peş peşe gelmeye başladı. İngiltere’de 1965 yılında televizyonda tütün reklamının yasaklanması bunun ilk örneklerinden biri oldu. ABD Genel Cerrahi Derneği 1979 yılı raporunda kadınlar arasındaki tütün kullamının hızlı artışına dikkat çekerek, böyle giderse 1985 yılında kadınlar arasında meme kanserinin yerine akciğer kanserini birinci sıraya oturacağını belirtti. 1982 yılı raporunda dumana ikinci el sunuk kalmanın akciğer kanser sıklığını çok artırdığını ve halka açık yerlerde sigara içiminin yasaklanması gerektiğine dikkati çekti. Bunun üzerine halka açık yerlerde sigara içiminin yasaklanması genel bir politika haline gelmeye başladı.1987 yılında uçaklarda sigara içimi yasaklandı. Konu Birleşmiş Milletler organlarında tartışılmaya başladı. Hızla artan tütün tüketimini uluslarası bir yasa ile sınırlama fikri ilk kez Mayıs 1995’de toplanan 48. Dünya Sağlık Örgütü Asamblesi’nde gündeme geldi. Bu işi yürütmek üzere hazırlıklara başlandı. DSÖ Başkanlığına eski Norveç Başbakanı Dr.Gro Harlem Brundtland’ın seçilmesi ve 21 Temmuz 1998 tarihinde göreve başlaması ile uluslararası “Tütün Kontrolu Çerçeve Anlaşması”nın (WHO Framework Convention on Tobacco Control) kabul süreci çok 20 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 hızlandı. Ve nihayet tütün kulanımının sağlığa zararının anlaşılmasının üzerinden 50 yıl, pasif kullanımın zararının anlaşılmasından ise 20 yıl geçmesinden sonra 23 Mayıs 2003 tarihinde kabul edildi. Bugüne dek 191 üye devlet tarafından imzalandı ve 40 ülkenin meclisi tarafından yerel yasa haline getirildi. Tütün, kullanıcıların yarıya yakınını öldürmektedir. Buna karşılık dünyadaki yetişkin nüfusun yaklaşık ¼’ü yani bir milyardan fazla insan tütün kullanmakta ve her yıl beş milyondan fazla insan ölmektedir. Oysaki günümüzde en kolay önlenebilir ölümlerirn başında tütün ölümleri gelmektedir. Buna karşılık tütün şirketlerinin saldırgan pazarlama yöntemleri nedeniyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde her geçen yıl tütün kullanım sıklığı artmaktadır. Bu artış durdurulmaz ise 2030 yılında bir yılda sekiz milyondan fazla insan ölecek ve bunları ¾’ü orta ve düşük gelirli ülkelerde görülecektir. “Tütün Kontrolu Çerçeve Anlaşması”ndn sonra birçok gelişmiş ülke ciddi kanuni önlemler alınmaya başlanmış, buna karşılık gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerde herhangi bir ciddi önlem alınmamaktadır. Bu nedenle de şirketler tüm üretim ve pazarlama ağırlıklarını bu ülkelere kaydırmışlardır. Ayrıca sigara üzerinde baskı artmaya başlayınca şirketler sigaralarını ve ürünlerini değiştirmeye ve çeşitlendirmeye başladılar. Özellikle gıda sanayi ile ortaklıklar kurdular. Örneğin Phillip Morris Miller Brewing şirketi ile birleşerek Miller Beer, Miller Lite, and Red Dog Beer markalı biraların ortağı /sahibi oldu. Hedef Çocuklar ve Kadınlar Sigara salgınının devamı yeni yetişen geçlerin sigaraya başlamasına bağlı. Çünkü yapılan araştırmalar tütün bağımlılarının %90’nın tütün kullanmaya çocukluk, gençlik ya da erken erişkinlik döneminde başladığını gösteriyor. Ergenliğini atlatmış ve yirmi yaşına dek tütüne başlamamış olan insanlar arasında sigaraya başlayanların oranı çok küçük, 26 yaşını geçenler ise bir daha asla sigaraya başlamıyor. Bu nedenle de eğer yeni yetişen gençler sigaraya başlamaz ise bir süre sonra dünyada sigara içen kimse kalmayacak. Tıpkı yeni doğumlar olmayan bir toplum gibi. Bunu çok iyi bilen tütün endüstrisi, geleceğini çocukların sigaraya başlamasına bağlı olduğunun farkındadır. Bundan ötürü, 1950’den beri çocukları sigaraya başlatmak için her türlü yola başvurmaktadır. Bu amaçla doğrudan çocukları hedefleyen kampanyalara milyarlarca dolar harcıyor. Günümüzde bir milyar iki yüz elli milyon kişi sigara kullanıyor. Bunlardan her yıl 5.4 milyonu sigaraya bağlı nedenlerle ölüyor. Sigara şirketlerinin, sigara pazarını koruyabilmesi için her yıl ölen bu 5,4 milyon kişinin yerine, yeni yetişen gençleri sigaraya başlatması gerekiyor. Aksi durumda sigara pazarı devamlı daralır ve sonunda biter. Yılların ilerlemesi ile dünyada sigara içenlerin sayısı azalacağına aksine hızla büyüyor ve 2030 yılında 8,3 milyona ulaşacak. Önlem alınmaz ise 2030 yılına varıldığında bir yılda 175 milyon kişi sigaraya bağlı nedenlerle ölecek. 2031 yılına gelindiğinde 2030 yılındaki sayıya eşit miktarda sigara içenin var olabilmesi için geçen bir yıl içinde 175 milyon gencin sigaraya başlaması gerekiyor. Şirketler bunu başarıyor. Her sene salgını sürdürecek hatta büyütecek sayıda genci sigaraya başlatıyorlar. Yaptıkları tüm çalışmalarda gençleri hedefliyorlar. Her yıl sigaradan ölen kişi sayısından daha fazla sayıda gencin sigaraya başlaması için her yola başvuruyorlar. Bu amaçla milyarlarca dolar harcayarak, saldırgan bir propaganda ve pazarlama çalışmalarının yanında, yasa dışı faaliyetlerde de bulunuyorlar. Kampanyalarının tüm stratejilerini 21 yaşın altındaki genç ve çocuklar üzerine kuruyorlar. Reklamlarını özellikle ve ağırlıkla oyun alanları, okul civarında ve çocukların görebileceği şekilde yürütüyorlar. Ağırlıkla gençlerin duygularına hitap edecek şekilde düzenliyorlar. Özgürlük, çekici görünme, popular olma, risk alma, bağımsız olma gibi ergen duygularını sömürüyorlar. Sonuçta salgını büyüterek sürdürüyorlar. Şirketler reklam için her gün 24 milyon her sene ise 8,8 milyar dolar harcıyor ve bunun önemli bir miktarı çocuk genç ve kadınlarla yönelik. Dünya çapında yapılan çalışmalar, ortaokul çocuklarının %90,7’sinin lise çağındaki çocukların ise %92,9’unun mağaza, dergi ve internet ortamlarından birinde sigara reklamlarına maruz kaldığını gösteriyor. Sigara şirketleri promosyon ve indirimli satış uygulamalarını okul yakınlarında ve fırsat buldukça da öğrencilerin/ gençlerin katıldığı eğlence, festival ve sportif etkinliklerde yapıyor. İLO verilerine göre çocukların en yaygın çalıştırıldığı alanlardan birisi tarım. Bu bağlamda çocukların en kötü kullanıldığı alan ise tütün tarımıdır. Tütüm üretiminin yoğun olduğu Çin, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Malawi ve Zimbabve’de çocuklar bir yandan tütün tarlalarında çok düşük ücretlerle günde 10-12 saat ağır bir işçi olarak çalıştırılırken öte yandan erişkinlerin kötü muamelesine, fiziksel şiddetine hatta cinsel tacizine uğramaktadır. Tütün kırıp, dizerken nikotin ile zehirlenmekte (Green Tobacco Sickness) akut zehirlenme sıkıntıları çekmekte daha da kötüsü kalıcı beyin hasarı ve yetersizliğine uğramaktadır. Ayrıca da ağır bir bağımlı haline getirilerek, genç yaşında sağlığını kaybetmektedir. Tüm dünyada kadın ve kızların çeşitli inanç ve gelenekleri nedeniyle erkeklere göre çok daha az sigara içtiği bilinmektedir. Başka bir söylemle kadınlar ve kızlar tütün şirketleri için zor ulaşılan bir pazardır. Bu pazara ulaşılmadıkça potansiyel pazarın yarısını oluşturan erkek nüfus ile yetinilmek zorunda kalınacaktır. Oysa ki pazarını büyütmek isteyen şirketler yeni kullanıcılar yaratmak zorundadır. Bu nedenle de tütün şirketlerinin kampanya stratejilerinin önemli bir ağırlık merkezini gençler ve çocuklar oluştururken diğer ağırlık merkezini de kadınlar ve kızlar oluşturmaktadır. ümidi doğurmuştur. Bundan ötürü şirketler, kadınlar arasında tütün kullanımının yaygınlaşması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Bu nedenledir ki “kadınlar hedef”tedir. Agresif reklam ve pazarlama yöntemlerinin yanında kadın ve kızlara ulaşabilmenin yollarını bulmak üzere büyük araştırmalar yapılmaktadır. Özellikle özgürlük, kadın bağımsızlığı, çekici olma gibi duygulara hitap eden, gelenek ve göreneklere başkaldırıyı esas alan kampanyalar düzenlemektedir Her türden kadın etkinliklerine sponsor olmaya çalışılmaktadır. Yararlanılan Kaynaklar Bu strateji çok başarılı olmuş ve 1990’lardan sonra kızlar ve kadınlar arasında sigara kullanımı büyük bir atak yapmıştır. Günümüzde, yüksek okuldaki kızlar arasında sigara içenlerin oranı %15,0 erişkin kadınlarda ise %20’lere ulaşmıştır. Dünya genelinde 5 sigara içicisinden birisi kadındır. Her geçen yıl daha çok sayıda kadın sigara bağımlısı olmaktadır. Ekinci S.,Akdur R.: Sosya Kültürel Faktörler ve Sigara, Mercimek H.V. Akçiçek İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi Kitabevi İstanbul Ocak 2014 s:437-467 Kadın ve kızlara yönelik saldırının en önemli aracı kadın sigaraları, az katranlı ve düşük nikotinli sigara kandırmacalarıdır. Tütün endüstrisi kazançlarına kazanç katmak için kadınları hedef seçmiştir. Kadınların sosyoekonomik bağımsızlıklarını kazanması tütün şirtketleri için yeni bir pazar Baran E.,Yılmaz T.D., Akdur R.: What is advocacy occording to Publich Health, Turkish Journal of Publich Health 5:(2)78-85, 2007 Barış İ: Tütün Kullanımının Tarihçesi http:// www.toraks.org.tr/userfiles/file/ TuTuN_ KULLANIMININ_TARiHcESi-I_Baris.pdf ( erişim 23 Nisan 2015) Çakmak F.Ç.,Akçiçek İ.E.: Sağlık Tarihinde Tütün Mercimek H.V. Akçiçek İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi Kitabevi İstanbul Ocak 2014 s:487 -509 Ergüder T.:Dünyada/ Tütünle Türkiye’de Mücadelede Gelişmeler, Mercimek H.V. Akçiçek İ.E.Mucizeden belaya Yoculuk Tütün, Tarihçi Kitabevi İstanbul Ocak 2014 s:469-487 Içli F, Calışkan D, Gönüllü U, Sunguroğlu K, Akdur R, Akbulut H, Ozkan A, Olmez S, Gönüllü I, Ibiş E.:Fighting Against Cigarette Smoking Among Medical Students: A Success Story.J Cancer Educ. 2013 Nov 5. [Epub ahead of print] Pınar T., Akdur R., Tunçbilek A.: Sigaranın Baş Boyun Tümörlerinin Etiyolojisindeki Rolü, Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi,2001, Cilt 9(2): 88-92 Sungur İ.,Akdur R.,Piyal B,:Türkiye’deki Trafik Kazalarının Analizi, Ankara Medical Journal cilt:14 sayı3(2014) s:114-124 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 21 kapakkonusu TÜTÜN KONTROLÜ VE SAĞLIĞIMIZ Prof. Dr. İsmail ÇELİK Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü İç Hastalıkları ve Medikal Onkoloji Uzmanı Kanser Epidemiyolojisi Bilim Uzmanı Sigara dumanında 4000’e yakın sayıda kimyasal madde bulunmakta olup bunun 50’ye yakını kanserojendir: a. Bağımlılık yapıcı madde olarak Nikotin, b. Zehirli maddelerden karbonmonoksit (Egzos gazı, şofben ve kömürden zehirlenmelerin nedeni), hidrojen siyanür (gaz odalarında kullanılır), azotoksitler, amonyak (temizleyici), uçucu aminler, aseton (oje çıkarıcı), akrolein, toluen (tiner) vb. c. Kanserojenlerden arsenik, benzen, kadmiyum (araba aküsü), DDT (böcek ilacı), formaldehid, kurşun vb, Polonyum-210 (kanserojen), Radon (radyasyon), metanol, vb. Bunların dışında sigaranın kağıdının imalatında bile 269’u (yanmış) katkı maddesi olmak üzere 602 farklı madde kullanılır: Sigara kağıdı için 22 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 25 (yanmış), kenar ek yeri yapıştırıcısı için 9 (yanmış), sigara kağıdı üzerindeki mürekkepte 35 (yanmış), filtreleme için 39 (yanmamış), filtre sargısında 51 (yanmamış), filtre yapıştırıcısında 37 (yanmamış), uç kağıdı ve mürekkebinde 137 (yanmamış). Tütün kullanımı herçeşit kanseri arttırır. Tüm kanserlerin yaklaşık yarısının sebebi tütün ve tütün mamülleri kullanımıdır. Sigara, kanser ile ilişkisi ortaya konmuş en önemli tüketim maddesidir. Sigaranın başta akciğer kanseri olmak üzere larenks, farinks, ağız boşluğu, özofagus, mesane, böbrek, pankreas, idrar yolları ve serviks kanserine neden olduğu bilinmektedir. Özellikle akciğer kanseri ile içilen sigara miktarı arasında açık bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı, sigara kullanma süresi, inhalasyon miktarı ve günlük tüketilen sigara miktarı, kanser riskini belirlemektedir. Sigaranın zararlı etkisi, sigara bırakıldıktan 10-15 yıl sonra bile devam etmektedir. Dünyada, 15 yaş üstü 1.2 milyar kişi sigara içmekte olup bu rakamın 2025’te 1.6 milyara ulaşması beklenmektedir. Dünya lideri 246 milyon erkek içiciyle Çin. Dünyada 3.9 milyon yetişkin kadın sigara kullanıyor. Oran, yüzde 13.7. Dünya lideri 17.7 milyon ile ABD. Türkiye’yi geçen Avrupa ülkeleri Almanya (6.9 milyon), Fransa (6.4 milyon), İtalya (5.2 milyon), Britanya (4.9 milyon), İspanya (4.2 milyon) ve Polonya (3.9 milyon). 15 yaşın altındaki erkek çocukların yüzde 10.2’si, kız çocuklarının yüzde 5.3’ü sigara tiryakisi. Her yıl dünyada 5 milyon insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir: diğer bir deyişle “6 saniyede 1 kişi” ölmektedir. (2. Dünya savaşında 20 milyon, 1. Dünya savaşında 8.5 milyon kişi öldü, dünya tarihindeki en büyük deprem 1976 Çin’de 800,000 kişi hayatını kaybetti, Atom bombası yüzünden 1945 yılında Hiroshima ve Nagazaki’de ölüm sayısı ise 220,000’dir). 2030’da ise 8 milyon kişinin sigara ve tütün kullanımına bağlı hastalıklardan hayatını kaybedeceği ve bu ölümlerin yüzde 70’inin de gelişmekte olan ülkelerde olacağı öngörülmektedir. 70 milyonluk Türkiye nüfusunun 20 milyonu aktif olarak sigara kullanıyor (%30). Kentlerde sigara kullananların oranı – yüzde 33, kırsal kesimde sigara kullananların oranı – yüzde 27,2. Türkiye, 2014’te dünyada en çok sigara tüketen 8’inci ülke. İlk sırada yer alan Çin, tek başına neredeyse tüm dünya tüketiminin yarısının sahibi. Türkiye’de yaşayan 10.6 milyon erkek, her gün sigara içiyor. Yani erkeklerin yüzde 39.2’si sigara tiryakisi. Tür- kiye’deki erkek sigara tiryakisi sayısını geçen Avrupa ülkesi yok. Ülkemizde yılda 120 bin insan sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Bu günde yaklaşık 300 kişinin ölmesi anlamına gelir. Aktif olarak sigara kullanmakta olup sigaraya bağlı hastalıklardan ölen kişi sayısı, trafik kazalarında ölenlerin (5000 kişi) 25 katı, İzmit depreminde resmi rakamlara göre ölü sayısı 35,000’in 4 katıdır. Pasif içicilik de kanser sebebidir. Tütün dumanı ana akım ve yan akım olmak üzere ikiye ayrılır. Bir sigaradan ortama saçılan dumanın çok büyük çoğunluğu yan akımdan oluşmaktadır. Bazı kanser yapıcı maddelerin miktarı yan akım dumanda ana akıma göre 10-200 kat daha fazladır. Çevresel tütün dumanına maruziyet akciğer ve meme kanseri riskini arttırmaktadır. Pasif içicilikten her yıl dünyada milyonlarca, ülkemizde ise yaklaşık 17,000 kişi hayatını kaybetmektedir. Çevreye yayılan duman, sigarada süzülmeyip direkt havaya karıştığı için içerdiği zehirli maddeler açısından daha zengindir. ABD Çevre Koruma Örgütü havaya karışan sigara dumanını, hardal gazı, benzen ve arseniğin de içinde bulunduğu “A Grubu insan kanserojen” grubuna almıştır. Pasif sigara içiciliği ile, akciğer kanseri de dahil olmak üzere meme kanseri, rahim ağzı kanseri, kan kanseri gibi SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 23 sigara içen kişide görülen her türlü kanser çeşidi ve bronşit, amfizem, kalp krizi gibi her türlü hastalık artmış oranda görülmektedir. Evde ailesi sigara içen çocuklar günde 5 sigara içmiş kadar zehirlenmekte ve kocası sigara içen kadınların akciğer kanserinden ölme riski 2-3 kat, meme kanseri gelişme riski ise 2 kat daha fazla olmaktadır. Türk halkı sigara ve tütün mamullerine yılda 20 milyar dolar harcıyor. Yaklaşık 30 milyar dolar da sigara içenlerin hastalık tedavilerine gittiği için ülkenin sigara nedeniyle maddi kaybı yılda 50 milyar doları buluyor. Günde en ucuz sigaradan 10 adet (yarım paket) almak isteyen bir Türk, bunun için ortalama yıllık gelirinin yüzde 6.9’unu harcamak zorunda. • Hastalarını 2)Sigara fiyatları yükseltilmeli ve alınan vergi arttırılmalıdır. • Kişileri sigara bağımlılığından kur- 3) İçen kişilere sigara bırakma tedavileri sunulmalıdır. Sigara hem fiziksel, hem psikolojik bağımlılık yaptığından destek almadan bırakılması zordur. Ancak unutulmamalıdır ki sigarayı bırakmak için hiç bir yaş geç değildir. Sigarayı Bıraktığınız Zaman; 20 dakika içinde; Kan basıncı normale döner 8 saat içinde; Kandaki karbondioksit seviyesi normale iner. Kandaki oksijen seviyesi normale döner. 4207 sayılı yasada değişiklik yapan 5727 sayılı yasanın 1-d bendinin 19 Temmuz’da yürürlüğe girmesi ile “Özel hukuk kişilerine ait olan lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde de sigara içilememektedir”. Dolaşım iyileşir. Akciğer fonksiyonları %30 oranında artar. Tütün kontrolünde 3 esasa tamamen SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 meleri, içiyorlarsa mutlaka bırakmaları, 1)Kapalı alanlarda sigara içmeyi engellenmelidir. 3 Ocak 2008’de çıkarılan 5727 Sayılı Kanun’la, 07.11.1996 tarih ve 4207 Sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun’un adı “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” şeklinde değiştirilmiş ve tanımlanan kamusal ve özel kapalı alanlarda sigara kullanım yasağı getirilmiştir. Bu kanun ile Türkiye Tütünsüz Kanunu olan Dünya’daki 6. Avrupa’daki 3. ülke olmuş ve kanunla birlikte 4 ayda sigara satışlarının yüzde 30 düşmüştür. 19 Temmuz’dan itibaren kahvehanaler ve restoranlar, barlar dahil olmak üzere kapalı alanlarda sigara içmek artık yasak. “Dumansız Hava Sahası”na her kesimden destek büyük. Yasağa uymayanları ALO SABİM 184, Yasal uyarı yazısı üzerinde telefon numarası bulunan kolluk kuvvetini hemen arayabilir veya olay yerine göre 155 polis, ya da 156 jandarmaya ihbarda bulunabilirsiniz. 24 uyulmalıdır: 24 saat içinde; Kalp krizi riski azalmaya başlar. 3 gün içinde; Nefes alma kolaylaşır. 2- 3 ay içinde; 1- 9 ay içinde; Enfeksiyon riski azalır. Enerjiniz artar. 1 yıl içinde; Koroner kalp hastalığı riski hemen hemen içmeyenlere eşit hale gelir. 5 yıl içinde; Akciğer kanserinden ölüm oranı yarı yarıya azalır. 10 yıl içinde; Akciğer kanserinden ölüm oranı, sigara içmeyenler ile hemen hemen eşit hale gelir. 15 yıl içinde; Koroner damar hastalık riski hiç sigara içmemiş biri ile eşit hale gelir. Tütün kontrolünde tüm hekimlere önemli görevler düşmektedir: • Bir rol model olarak sigara içme- sigaradan uzaklaşma konusunda ikna edebilmeleri, tulmak için doğru ve bilimsel yollara, yerlere ve yöntemlere yönlendirmeleri, • Toplumu ve toplulukları bu konu- da bilgilendirebilecek ve yönlendirebilecek ortamlara konuşmacı ve tartışmacı olarak katılmaları, Hekimler, sigara ile ilişkili hastalıkların tedavisini profesyonel uğraşıları olarak yerine getirirken tedavi önerileri içerisinde , sigarayı bırakmanın önemini ve gerekliliğini yeteri kadar vurgulamazsa; bir kardiyoloğun ASKH, bir endokrinoloğun Diabet, bir göğüs hastalıkları uzmanının KOAH veya Astım, bir nöroloğun serebrovaskular hastalıktaki tedavi programlarında ciddi bir eksiklik olacağı tartışılmazdır. Çünkü bu tip hastalar sigarayı bırakabilmek için gerekli en önemli motivasyonu doktorlarından almaktadır. Kendilerini izleyen doktorlarının bu konudaki net ve kararlı yaklaşımları, hastaların sigara bırakma oranlarını ciddi olarak arttırmaktadır. Önümüzdeki dönemde, özellikle; kardiyologlar, göğüs hastalıkları uzmanları, onkologlar, nörologlar, çocuk sağlığı uzmanları, aile hekimliği ve iç hastalıkları uzmanları gibi bazı uzmanlık alanlarında görev yapan hekimlerin ciddi bir yaklaşım değişikliği sergilemeleri zorunludur. Tütün ve tütün mamullerini kullanan kişinin hemen bırakma girişiminde bulunması ve bunun için tıp kuruluşlarına bağlı profesyonel sigara bırakma merkezlerinden yardım alması gerekmektedir. Sigara bağımlığında tıbbi destek çok önemlidir ve ancak farmakolojik tedavi ile başarı oranı artmaktadır. Destek almaksızın kendisi sigara bırakan kişilerde bir yıl sonunda sigara içmeme oranı yüzde 5’de kalmakta, profesyonel destekle başarı şansı yüzde 15’e çıkmakta, farmakolojik tedaviyle yüzde 25-30’ların üzerinde başarı sağlanmaktadır. kapakkonusu SİGARA ÜREME SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLİYOR Op. Dr. Hakan ÖZÖRNEK Eurofertil Tüp Bebek Merkezleri Medikal Direktörü Günde bir paketten fazla sigara içen erkeklerin sperm sayısı ve hareketliliğinde azalma görülürken, sperm şekillerinde bozulmalar ortaya çıkıyor. Sigaranın erkekler üzerinde kısırlığa yol açtığı yapılan araştırmalarla ortaya konulmuş durumda; “Britanya’da 120 bin erkek üzerinde yapılan bir araştırma sigaranın erkekler üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koydu.” Kalp, damar hastalıklarından akciğer hastalıklarına kadar pek çok sağlık sorununun temel sebebi olan sigara, kadın ve erkek üreme sağlığı üzerinde de olumsuz etkiler yaratarak kısırlığa davetiye çıkartıyor. Sigaranın gebe kalma şansını azaltmasının yanı sıra tüp bebek tedavisini de olumsuz etkiliyor. Tüp bebek tedavisi sırasında kadınların sigara içmesi kullanılacak yumurta kalitesini azaltarak gebelik şansını düşürmektedir. 26 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Sigaranın olumsuz etkileri üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, sigara içiminin doğurganlık üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ortaya koyuyor. Kadınlarda ve erkeklerde üreme sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olan sigara, kadınların yumurtalıklarına olumsuz yönde etki ediyor. Sigaranın yumurtalıklar üzerinde yarattığı zarar sigara içme süresiyle doğru orantı. Sigara tütününde bulunan nikotin maddesi, yumurtalık hücrelerinin kadınlık hormonu salgılamasını azaltıyor ve yumurta hücrelerinde genetik anormallikler yaratıyor. Ayrıca, yumurtalıklarda depolanan yumurta hücreleri sigara içimine bağlı olarak hızla azalırken bu durum kadınlarda erken menopoz yaşanma riskini ortaya çıkarıyor. 120 bin erkek üzerinde yapılan bir araştırma sigaranın erkekler üzerindeki olumsuz etkilerini ortaya koydu. Araştırmaya göre; sigara erkeklerde kısırlığa yol açıyor.” Tüp bebek tedavisini olumsuz etkiliyor Tüp bebek tedavisi sırasında sigara içmeye devam eden kadınların döllenmede kullanılacak yumurta sayısı önemli oranda azalıyor. Sigara içmeye devam etmek gebelik ve doğum Erkeklerde kısırlığa neden oluyor Günde bir paketten fazla sigara içen erkeklerin sperm sayısı ve hareketliliğinde azalma görülürken, sperm şekillerinde bozulmalar ortaya çıkıyor. Sigaranın erkekler üzerinde kısırlığa yol açtığının yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur : “Britanya’da Op. Dr. Hakan Özörnek şansını olumsuz yönde etkiliyor ve düşük riskini arttırıyor. Tüp bebek tedavisine başlamadan en az 2 ay önce sigarayı bırakmanın gebelik şansını arttırdığı da yapılan çalışmalarla ortaya konuyor. Her ne kadar uzun süreli sigara içilmesi kadın yumurta hücrelerinde kalıcı hasara neden olsa da, tedaviye başlamadan sigaranın bırakılması başarı şansını olumlu yönde etkilemektedir. Gebeliği süresince sigara kullanan kadınlarda, düşük yapma ve prematür bebek doğurma riski artmaktadır. Yapılan bir çalışmada, aktif olarak sigara içen kadınların bir günde içtikleri sigara sayısına bağlı olarak gebe kalmada sorun yaşamadıkları ve sigara içmeyen kadınlarla karşılaştırıldığında bu kadınların en az 3-12 ay daha geç bir sürede gebe kaldıkları belirlenmiştir. Bunun yanında, kadının eşinin sigara içmesi nedeniyle pasif sigara dumanına maruz kalması da kadınların üreme fonksiyonlarını olumsuz olarak etkilemektedir. Sigara içen kadınlarda yumurtalıklarından salgılanan estrojen hormonu düzeyindeki azalma, yumurtalıkların fonksiyonlarında azalmaya neden olmakta ve yumurtalıklarda folikül hücrelerinin gelişmesini sağlayan hormon (FSH) düzeyini yükseltmektedir. Yumurta hücresinin gelişmesini sağlayan hormon düzeyleri (FSH) sigara içen kadınlarda, içmeyenlere göre önemli oranda yüksektir. Yapılan bir çalışmada, yumurta hücresinin gelişmesini sağlayan hormon (FSH) seviyesinin aktif olarak sigara içenlerde içmeyenlere göre %66; pasif olarak sigara dumanına maruz kalanlarda ise %39 oranında daha yüksek olduğu belirtilmektedir. Sigara en önemli kanser nedeni. Kanser tedavileri hem kadınlarda hem de erkeklerde kalıcı kısırlığa neden oluyor. Tedavi öncesi sperm ve yumurta dondurulması anne ve baba olma şansını sağlıyor. Sigara tüm dünyada kanserin en önemli önlenebilir nedenidir. Sigara; Türkiye’deki kanser kaynaklı ölümlerin 4’ünden biri ve tüm kanserlerin neredeyse yaklaşık beşine açıklama getirmektedir. Beş akciğer kanseri vakasının dördünden daha fazlası sigaradan kaynaklanmaktadır. Akciğer kanseri tüm kanserler içinde hayatta kalma oranı en düşük olandır ve Türkiye’deki kanser ölümlerinin en yaygın olanıdır. İyi haber ise şudur: bu ölümlerin çoğu sigaranın vaktinde bırakılması ile önlenebilir. Sigara kullanmak ayrıca over (yumurtalık) kanserinin bir türü ve bazı lösemi türlerinin yanı sıra ağız, larenks (gırtlak), farenks (üst yutak), burun ve sinüsler, özefagus (yemek borusu), karaciğer, pankreas, mide, böbrek, mesane, serviks ve bağırsak kanserleri de dahil olmak üzere bir düzine kansere yakalanma riskini de arttırmaktadır. Sigara kullanmak ayrıca akut miyeloid lösemi adı verilen bir kan kanseri ve kadınlarda servikal kanser riskini de arttırmaktadır. Kanser tedavileri kalıcı olarak kısırlığa neden olsa bile üreme sağlığını koruma seçenekleri kanser sonrasında çocuk sahibi olabilmek için büyük umutlar sağlamaktadır. Kanser hastaları, doğurganlıklarını korumak için çok kısa bir zaman dilimine sahiptir ve hastalar için bu zaman çok önemlidir. Örneğin çoğu hasta ameliyat ile tedavi arasında sadece 2 ila 6 haftalık boşluğa sahiptir. Bu boşluk üreme sağlığını korumak için uygundur. Kanser hastalığı doğası gereği tedavisi ertelenemez bir önceliğe sahiptir. Kanserin erken teşhis edilmesi ve tedavideki gelişmeler hastalığın giderilmesinde büyük başarılara ve dolayısıyla da hastalıksız geçirilen yaşam süresine uzamasına neden olmaktadır. Bu amaçla yapılan kemoterapi ve radyoterapi gibi ağır tedaviler maalesef üreme ile ilgili hücre ve sistemleri olumsuz yönde etkilemektedir.” Erkekler İçin Durum İlk olarak bilinmesi gereken nokta; kanser tedavisi gören kişilerde kullanılan kemoterapi-radyoterapinin sperm hücreleri üzerinde olumsuz etkilediğidir. Ayrıca erkeklerde testisleri (yumurtalıkları) ilgilendiren tümörlerde yumurtalıkların alınması da söz konusu olabilir. Bu bağlamda kanser tanısı almış erkeklerde gerek cerrahi gerek tedavi üreme fonksiyonlarını etkilemektedir. Alternatif Yöntem: Sperm Dondurmak Tüp bebek tedavilerinde sperm dondurma 30 yılı aşkın süredir başarıyla uygulanmaktadır. Dondurulmuş spermle yıllar sonra bile sağlıklı gebelikler elde edilebilmektedir. Dondurulmuş spermle elde edilen gebeliklerde bebeklerde herhangi bir olumsuz gözlenmemektedir. Sperm dondurma basit ve nispeten daha ekonomik bir işlemdir. Burada önemli olan kanser tanısı almış üreme çağındaki erkeklerin bilgilendirilmesidir. Kanser sonrası hayatlarında üreme fonksiyonlarını kaybetmemek için sperm dondurma alternatif olarak değerlendirilmelidir. Sperm dondurma ülkemizde birçok merkezde başarıyla uygulanmaktadır. Kadınlar için durum Üreme çağında görülen kanserlerin tedavisi amacı ile verilen kemoterapi ve radyoterapiden sonra yumurtalık fonksiyonlarında belirgin bir azalma, adetlerin tamamen kesilmesi ve doğurganlığın kısmen veya tamamen kaybı söz konusu olabilmektedir. Olumsuz etki tedavinin yapıldığı yaşla doğru orantılı olup 30’lu yaşlardan sonra verilen kemoterapi ve radyoterapi sonrasında önlem alınmadığı takdirde doğurganlık neredeyse tamamen kaybolmaktadır. Yirmi yaşından önce tedavi gören kadınlarda ve genç kızlarda, adetten tamamen kesilme oranı %17 ve kendiliğinden gebe kalma oranı %28 iken, 25 yaşından sonra aynı oranlar %90 ve %5’tir . Kemik iliği nakli yapılan kadınların ise teorik olarak gebe kalabilme şansları sıfıra düşmektedir. Radyasyon tedavisi uygulanacak kadınlarda ise radyasyonun olumsuz etkisinden yumurtalıkları korumak amacı ile laparoskopi ile yumurtalıkların yerlerinin değiştirilmesi gerekir. Bu şekilde yumurtalık fonksiyonları %60 - 100 oranında korunacaktır. Doğurganlık temelde yumurtalığın bir fonksiyonudur. Yumurtalığın içindeki yumurta sayısının doğumla birlikte başlayarak giderek azaldığı kabul edile gelmiştir. Kadınlar belirli bir sayıda yumurta hücresi ile doğmakta, yıllar içerisinde yumurta sayısı gittikçe azalmakta ve menopozda artık yumurtalıklarda yumurta hücresi kalmamaktadır. Bu durum, özellikle ileri yaşta çocuk sahibi olmak SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 27 isteyen kadınlarda büyük zorluklar doğurmaktadır. Kısırlık tedavisinde de yumurtalık kapasitesi çok önemli bir değişkendir. Tüp bebek tedavilerinde tedavinin başarısı en derinden etkileyen faktör kadının yumurtalık kapasitesidir. Kapasitenin azalmasına bağlı olarak yumurtalıklardan yeterli yanıt alınamıyorsa tedavide başarı şansı belirgin olarak düşmektedir. Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalarda yumurtalık içinde döl hücresi oluşturma kapasitesine sahip kök hücrelerin varlığı dikkati çekmiştir. Yumurtalıklar içerisinde yer alan ve sayı kısıtlılığı bulunmayan yüzeysel hücreler, belirli şartlarda kültüre edildiklerinde yumurta hücresine dönüşebilmektedir. Dolayısıyla bu hücreler kök hücre görevi üstlenerek yeni bir yumurta hücresi kaynağı oluşturmaktadır. Bu çalışmaların klinik uygulamaya geçirilebilmesi için zamana ve daha ileri araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak yine de devrim niteliğinde sayılabilecek bu gelişmelerin kadınların doğurganlık ve menopoz gibi hayatlarının en önemli sayılabilecek dönemlerindeki sorunlara çare olabileceği açıktır. Diğer bir gelişme ise kök hücrelerden kadın ve erkek döl hücresi geliştirilmesi ile ilgili çalışmalardır. Üremeye yönelik olmayan klonlama teknikleri ile elde edilen embryonik kök hücrelerin kültür ortamında gamet adı verilen döl hücrelerine dönüştürülmesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Hayvanlar ve özellikle fareler üzerinde yapılan bu çalışmalarda embryonik kök hücrelerden döl hücresi benzeri hücreler geliştirilmiş ancak bu hücrelerin bölünmelerinde problemlerin olduğu dikkati çekmiştir . Yumurtalık içindeki kök hücrelerden yeni yumurta yapımı veya klonlanmış embryonik kök hücrelerden yumurta veya sperm yapımı gelecekte önemli teknolojik gelişmeler olarak klinik uygulamalarımızda yerlerini alana dek bugün elimizin altındaki seçenekler nelerdir? Bugün için evli ve doğurganlığını ertelemek niyetinde olan kadınların özellikle 37 yaşın üzerindekilerin tüp bebek tedavisi yaptırıp döllenmiş yumurtlarını (embryo) dondurarak saklama seçeneğini ciddi olarak düşünmeleri gerekir. Bunun bir seçenek olmadığı veya istenmediği durumlarda ise elimizdeki olasılıklar şunlardır: 28 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Yumurta dondurulması: Yumurtaların dondurulması için iki yöntem mevcuttur. Bunlarda ilki yumurtalıkların tüp bebek yönteminde olduğu gibi ilaçlarla uyarılmasını takiben yumurtaların toplanması ve döllenmeden dondurulmasıdır. Diğeri ise ilaç ile uyarılma yapılmadan olgunlaşmamış yumurtaların toplanması ve dondurulmasıdır. Özellikle son yıllardaki gelişmeler (kültür vasatları, vitrifikasyon yöntemleri, CryoTop) sonrasında yumurta dondurulması daha başarılı hale gelmiş ve gebelikler bildirilmeye başlanmıştır. Ancak yumurtanın bölünme ile ilgili yapılarının dondurulma ve çözülmeye karşı olan hassasiyeti bu yöntemin taze yumurtalar ile yapılan tüp bebek uygulamaları ile kıyaslandığında daha başarısız olmasına neden olmaktadır. Buna rağmen yumurta dondurulmasında artan başarı ile bu yöntemin doğurganlığını korumak isteyen kadınlarda giderek daha fazla kullanılacağı açıktır. Yumurtalık uyarılmadan toplanan olgunlaşmamış yumurtaların dondurulması diğer bir yöntemdir ve az sayıda gebelik bildirilmiştir. Bu yöntem henüz deneysel olarak kabul edilmektedir. Yumurtalık dokusu dondurulması: Yumurtalık dokusu dondurulması son zamanlarda gündeme gelmiş bir uygulama olup henüz bu yöntemle doğum yapan dünyada 2 kadın mevcuttur. Cerrahi yöntemler (genellikle lapasokopi) ile alınan yumurtalık dokusu veya yumurtalığın tamamı dondurulur. Dondurmadan önce doku ince şeritler şeklinde kesilir. Gerektiğinde bu doku ortotopik (yumurtalığın anatomik olarak bulunduğu yere) veya heterotopik (vücutta başka bir yere ) nakledilir. Ortotopik transplantasyon sonrası bir gebelik bildirilmiş ise de bunun transplante edilen yumurtalık dokusundan mı yoksa yerinde duran yumurtalıktan mı oluştuğu konusunda bilimsel camiada tartışmalar olmuştur . Heterotopik transplantasyon sonrasında ise yumurta elde edilmiş ve 4 hücreli embryo aşamasına kadar getirilmesine rağmen gebelik henüz elde edilmemiştir Uygulanan tedavinin şekli, dozu, süresi ve hastaların yaşı kanser tedavisi sonrası erken menopoz riskinin ne oranda olacağını belirlemektedir; 1. 33-35 yaş ve üzerindeki hastalar 2. Alkilleyici denilen kemoterapi ilaç- larını alan hastalar (örneğin siklofosfamid) 3. Kemik iliği nakli öncesi yüksek doz kemoterapi ve ışın tedavisi alan hastalar 4. Etkisi henüz bilinmeyen yeni tedavi formlarını alan hastalar 5. Az toksik etkili tedavileri yüksek dozda veya uzun süre alması gereken 33-35 yaş üzerindeki hastalarda kalıcı yumurtalık yetmezliği ve erken menopoz riski daha fazladır. Seçenekler Tek bir fertilite koruyucu seçenek olmayıp hastanın yaşı, cinsel olarak aktif olması ve partnerinin bulunup bulunmaması gibi pek çok faktöre bağlı olarak değişmektedir. Aşağıdaki tablo mevcut stratejileri özetlemektedir. Yumurtalık Dokusu Dondurulması Yumurtalık dokusu dondurulması özellikle blu çağı öncesi çocuk hastalar ile yumurta veya embryo dondurulmasının bekar veya partneri olmayan erişkin hasta grubunda düşünülmelidir. Embryo Dondurma Eğer hastanın eşi veya partneri varsa ve kanser tedavisi öncesi yeterli zaman varsa embryo dondurma en oturmuş tedavi şeklidir. Östrojen ve metabolitleri meme kanseri hücrelerinin çoğalması ve yayılmasında rol oynadıkları için meme kanserli olgularda standard tüp bebek protokolleri yapılamaz. Bu hastalarda yakın zamanda yapılan çalışmalarda meme kanserinin tedavisinde zaten kullanılan aromataz inhibitörleri (letrozol) ile tüp bebek yapılarak elde edilen embryoların dondurulabileceği biildirilmektedir. Uzun dönem sonuçlar henüz bilinmemektedir. Yumurta (Oosit) Dondurma Oosit dondurulması genç adolesan hastalar ile erişkin dönemde olupta eşi veya partneri olmayan veya oositinin verici sperm ile döllenip saklanmasını istemeyen hastalarda düşünülmesi gereken bir seçenektir. Ancak ne varki embryo dondurulmasının tersine başarı oranları hala çok düşüktür. kapakkonusu BİR TANE SİGARA ÖMÜRDEN 5 DAKİKA KISALTIYOR Dr. Sibel Meryem ALPAR Göğüs Hastalıkları Uzmanı Sigara, ‘zehirli bir bitki olan tütünün ince bir kağıt içine sıkıştırılarak sarılmış hali› olarak tanımlanır. Sigara dumanında vücut için zararlı 4 binden fazla madde bulunur ve bunlardan en tehlikelileri nikotin, karbonmonoksit, katrandır. Sigara içenlerde el ve ağız alışkanlığı bulunur. Günde içilen sigara sayısı ne kadar fazlaysa, bu alışkanlık o kadar güçlüdür. Sigara ‘kendi kendine bırakma’ ve ‘etkinliğini kanıtlamış tıbbi tedavi’ ile bırakılabilir. Bağımlıların bir kısmı sigarayı birden, kendi kendine bırakabilir. Kendi kendine bırakmakta zorlanan kişilerde en etkili tedavi ise hekim gözetiminde bilimsel yöntemlerin kullanılmasıdır. İlaç tedavisi hekim kontrolü ve danışmanlığında uygulanmalıdır. Sigarayı bırakmak için 3 yöntem uygulanabilir, bunlar nikotin yerine koyma tedavisi, bupropion HCl tedavisi ve varaniklin tartarat 30 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 tedavisidir. Nikotin yerine koyma tedavisi bağımlılarda sigara bırakırken oluşan yoksunluk belirtilerini giderir. Bunun nikotin bandı, nikotin sakızı, nikotin burun spreyi ve nikotin kartuşu gibi farklı formları vardır. Sigarayı bırakamayacağınızı asla düşünmeyin, karamsarlığa izin vermeyin. Bırakmak için kendinize bir gün belirleyin ve o gün bırakma konusunda kararlılığınızı koruyun. Sigarayı bırakmayı isteme nedenlerinizi listeleyin. Bırakma nedenleri listesini her zaman görebileceğiniz yerlerde bulundurun. Yanınızda taşıyın, çevrenize asın. Bırakma kararınızı arkadaşlarınız ve ailenizle paylaşın ve size destek olmalarını isteyin. Evinizde ve iş yerinizde sigara ve sigarayı hatırlatacak çakmak, sigaralık ve küllük gibi eşyaları kaldırın. Cebinizde veya çantanızda sigara, çakmak taşımamaya çalışın. Bağımlılık yapıcı bir maddeden kurtulmak güçtür; ancak imkânsız değildir. Kararlılıkla başarılır. Pek çok bağımlının zorlandığı nikotin yoksunluk belirtileri geçicidir ve en çok zorlayacağı süre ilk 2-3 haftadır. İçilen bir tane sigara, insan yaşamından 5 dakika kısaltır. Sigaraya harca- nan para ile Türkiye’de yılda 4 fabrika yapılabilir. 9 ile 17 yaş arası gençlerimizin yüzde 16’sı sigara, yüzde 11’i alkol, yüzde 2,9’u uyuşturucu kullanıyor. Dünyada yaklaşık 184 milyon kişi uyuşturucu bağımlısı... Cinayet, boşanma, hırsızlık, intihar, trafik kazaları gibi suçların yüzde 80’inin sebebi alkoldür. Ülkemiz sigaraya bağlı hastalıkların tedavisi için her yıl 8,5 milyar dolar harcamaktadır. Türkiye’de her yıl 200 bin, dünyada ise her 13 saniyede 1 kişi sigara sebebiyle ölmektedir Dr. Sibel Meryem Alpar Prof. Dr. Arzu YORGANCIOĞLU Türk Toraks Derneği Genel Başkanı Astım, hava yollarının ataklar (krizler) halinde gelen tıkanmaları ile karakterize bir hava yolu hastalığıdır. Hava yollarında mikrobik olmayan bir iltihap vardır bu nedenle şiş ve ödemlidir ve dolayısıyla da uyaranlara aşırı duyarlıdır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler. Ancak toz, duman koku gibi uyaranlar ile sağlıklı kişilerde ortaya çıkmayan hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Astım her yaştan bireyi etkileyebilen ve kontrol altına alınamadığında kişinin günlük yaşam kalitesini ciddi olarak sınırlayabilen kronik (müzmin) bir hastalıktır. Astım tüm dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her 100 erişkinden 5-7’sinde, her 100 çocuktan 1315’inde görülmektedir. Genetik ve çevresel risk faktörlerinin etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Bu hastalığa farkındalığı artırmak adına her yıl “ Mayıs ayının ilk Salı günü” tüm dünyada etkinlikler düzenlenmektedir. Ülkemizde de Sağlık Bakanlığı, Türk Toraks Derneği ve Türkiye Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji derneği ile işbirliği içinde, Dünya Sağlık Örgütünce kurulan GARD (Global Alliance Against Respiratory Diseases) Türkiye Projesi (www.gard.org.tr ) çatısı altında 5 mayıs 2015 de hastalar , hasta yakınları ve sağlık çalışanları için ülkemizin bir çok ilinde eğitim toplantıları düzenlenmektedir bu toplantılar için amaç doktorla yakın iş birliği ve düzenli ilaç tedavisi ile astımlıların hayatlarını kısıtlanmadan yaşayabileceklerini vurgulamaktır. astım alevlenme (atak) nedeniyle acil servise başvurmaktadır. Astım kontrolünü güçleştiren etkenler arasında ilaçların doğru teknikle ve düzenli kullanılmamasının yanı sıra, sigara dumanı, alerjenler ve kimyasallar gibi tetikleyicilere maruz kalmak ve obezite sayılabilir. Ülkemizde astımlı hastaların %10’undan fazlasının halen sigara içmekte olduğu ve %30-40’nın obez olduğu bildirilmiştir. Yapılan araştırmalarda sigarayı bırakmanın ve obez hastaların kilo vermesinin, astımın kontrolünü kolaylaştırdığı gösterilmiştir. Bu nedenle bu yıl sloganımız “Astımınızı kontrol altına alabilirsiniz” ve “Astım ilaçlarımı doktorumun önerdiği şekilde kullanıyorum, astımdan korkmuyorum” dır. Astımla tamamen normal bir yaşam mümkündür ve bu ulaşılması zor bir hedef değildir. Burada kilit nokta hasta-hekim işbirliği, yol arkadaşlığıdır. haber DÜNYA ASTIM GÜNÜ Astım tedavisinin amacı işte bu kontrolün sağlanmasıdır. Uygun ilaç tedavisi ile, astımlılar iş ve okul dahil günlük yaşamlarına, hastalık nedeni ile herhangi bir kısıtlanma olmadan devam edebilirler. Spor ve hobilerini yapabilirler. Astım ilaçlarının büyük bir kısmı soluk alma yolu (inhalasyon) ile kullanılan ilaçlardır ve bu yolla daha az yan etki ile direk hava yollarında istenen tedavi edici etkiyi oluştururlar. Astımı tamamen kontrol altında olan hasta sayısı dünyada ve ülkemizde ne yazık ki halen istenen düzeyde değildir. 4 astımlıdan biri yılda bir kez Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 31 HACETTEPE DAHİLİYE ALBÜMÜ Doç.Dr. Ömer KARADAĞ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Önceleri öğrencisi, sonra asistanı bugün ise Öğretim Üyesi olma onur ve gururunu yaşadığım Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalında ‘Dahiliye’ anlayışı ile yetişmenin hastalara yaklaşımda farklılığını hep hissettim. Üniversite, Tıp Fakültemiz ve Anabilim Dalımızın bu günlere gelişinde ve ‘Dahiliye Anlayışı’nın oluşmasında, başta Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve Sayın Prof. Dr. Şeref Zileli olmak üzere birbirinden değerli ve özverili hocalarımız katkıda bulunmuş ve Hocabey’in ‘Daha ileriye en ileriye’ düsturu yol gösterici olmuştur. Meslek hayatım boyunca tıp eğitiminin sadece amfi veya servislerden ibaret olmadığı ve her türlü bilginin bazen farkında olmadan difüzyonla da öğrenildiği, belki de usta-çırak ilişkisinin başka başka normlarla yaşandığı bir süreç olduğunu düşündüm. Bu sürecin bizden sonraki nesillere aktarımı ve bizden sonraki arkadaşların bu meşaleyi daha ileriye taşıyabilmelerinde kısmen de olsa destek olabilmek için böyle bir albümü hazırlamayı amaçladık. 32 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Hacettepe İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nın vizyonu, hangi yan bilim dalında olursa olsun, yola önce iyi bir dahiliyeci olarak başlanırsa daha iyi, daha bilgili ve daha güçlü bir yan dal uzmanı olunabileceği şeklindedir. Ayrıca bilgili ve tam donanımlı dahiliyeciler yetiştirmeyi kendine misyon olarak kabul etmiştir. Dahiliye eğitimi de bu kapsamda bir bütün olarak değerlendirilmelidir. 2015 yılında da geçmişinde olduğu gibi, Hacettepe İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nın multidisipliner bir bütün olması gerekliliği, Anabilim Dalımız öğretim üye ve elemanlarının çoğunluğunun ortak görüşüdür. Bu misyon gereği dahiliye uzmanları, özellikle tanının güç konulduğu kompleks hastaların bakımı için eğitim alırlar. Bu kapsamlı eğitimde, bir hastadaki değişik vücut sistemlerini etkileyen problemlerin tanı ve tedavisinde ustalık edinmekte ve hastalığın hastada yaratacağı sosyal ve psikolojik yönleriyle de ilgilenmek üzere eğitilmektedirler. seminer ve çalışma grubu toplantıları ile hem hasta hem de hekimlere yönelik eğitim çalışmalarına devam edilmektedir. Bu eğitim Mezuniyet öncesi ve sonrası dönemleri kapsamaktadır. Sayın Dr. Serhat Ünal ve Dr. Mustafa Arıcı ile 2012 yılında tohumlarını attığımız ‘Hacettepe Dahiliye Albümü’ ne mutlu ki baskı formatına erişti. Bu albüm kıdemli hocalarımızın anıları, fotoğrafları, Rektörlük, Dekanlık ve Anabilim Dalı arşivleri ile Mantar Dergilerinden yararlanılarak oluşturulmuştur. Katkıda bulunan hocalarımıza, mesai arkadaşlarıma ve Anabilim Dalımız tüm çalışanlarına sonsuz şükranlarımı sunarım. Bu albüm, yetişmemizde emeği geçen tüm büyüklerimize ithaf olunmuştur. Kurulduğu günden 2015 yılı başına kadar toplam 467 iç hastalıkları uzmanı ihtisasını tamamlamış ve gerek yurtiçi gerekse yurtdışı çeşitli kurumlarda uzman, öğretim üyesi, klinik şefi veya araştırmacı olarak çalışmalarına devam etmiş ve etmeye devam etmektedir. Ulusal ve uluslararası birçok kongre, Doç. Dr. Ömer KARADAĞ röportaj Türk Kızılayı Genel Başkanı AHMET LÜTFİ AKAR: “BAĞIŞLANAN 1 KAN KURTARILAN 3 CAN” Kan bağışı konusunda önemli mesafeler kat eden ve Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını karşılamak için çalışan, TÜRKÖK projesi ile kemik iliği bekleyen hastalara da umut olan Kızılay’ın bu alandaki çalışmalarını anlatan Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar, gelecek dönem çalışmalarına ilişkin de detayları paylaştı. Kızılay’ın yarım asırdan daha fazla kan bağışı aldığını ama 2005 yılında başlatılan Güvenli Kan Temini Projesi ile bu alanda atılım gerçekleştirdiğini, Türkiye’nin en önemli problemlerinden birine köklü çözüm getirdiğini söyleyen Genel Başkan Akar, “2005 yılında yaklaşık 300 bin ünite kan aldık. Aradan 10 yıl geçti. Şimdi 2 milyon rakamından bahsediyoruz. 2015 yılı hedefimizi 2 milyon 32 bin olarak belirledik. Bu çok önemli bir gelişmedir. Gurur duyuyoruz” dedi. Kan, tek kaynağı insan olan hayati bir sıvıdır. Bu açıdan değerlendirecek olursak, kan vermenin önemine değinir misiniz? Sizin de belirttiğiniz gibi kanın tek kaynağı insan olunca daha fazla üzerinde durulması, ciddiye alınması 34 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 ve tüm toplumun özen göstermesi gereken bir konu oluyor. Bu işi toplum adına Türk Kızılayı yürütüyor. Toplumu bilinçlendiriyor, kan bağışının önemini anlatıyor, kan bağışına özendiriyor ve Türkiye’nin dört bir tarafında kan merkezleri açıp, her gün yüzlerce ekiple vatandaşın ayağına gidip kan bağışı alıyor. ğışçısı adayı olabilir. Türk Kızılayı olarak 18 yaşını dolduran her bireyin kan bağışçısı olması için çalışmalarımız hızla devam ediyor. Özellikle üniversitelerde Hedef 25 projesi yürütüyoruz ve önemli mesafe aldık. Her geçen gün daha fazla gencimiz düzenli kan bağışçısı oluyor. Bizim bir sloganımız var: “Bağışlanan 1 kan kurtarılan 3 can”. İşte tam da bu nedenle kan bağışlamak çok önemli. Ülkemizin hemen her hastanesinde kan bekleyen hastalarımız var. Hepimizin bunu düşünmesi, sağlıklı her bireyin de kan bağışında bulunması gerekiyor. Kimler kan veremez? Kimler kan verebilir? Kan bağışı asıl olarak hasta bir kişiye şifa vermek demektir. Bu nedenle kanın hastalıklı olmaması esastır. Kan bağışlamak isteyen kişiye yönelttiğimiz sorular ve kan bağışı aldıktan sonra uyguladığımız testlerin tamamı kanın her yönüyle hastaya nakledilmesine elverişli olmasını garantiye almak içindir. 18-65 yaş aralığında, 50 kilogramın üzerindeki her sağlıklı birey kan ba- Hepatit B ve Hepatit C hastaları, tedavilerini tamamlamış olsalar bile kan bağışında bulunamazlar. AIDS hastalarından da kesinlikle kan bağışı kabul edilmez. Hamilelerden de kan bağışı alınmaz. Kısacası sağlıklı bireylerin haricindeki kimseden kan bağışı kabul etmiyoruz. Eğer kişi sorulan sorulara yanıltıcı bilgi vermişse bile laboratuvarlarımızda uyguladığımız testler gerçeği ortaya çıkarıyor. Eğer bağışlanan kanda bulaşanlar tespit edilirse imha ediliyor ve kişiye de konuyla ilgi bilgi veriliyor. Sağlıklı bireylerin ne sıklıkla kan vermesini öneriyorsunuz? Cinsiyete göre kan bağışı aralığı değişiklik gösteriyor. Erkekler 90 gün arayla kan bağışında bulunurken, kadınlardan 120 gün arayla kan bağışı alınıyor. Kan vermenin kişiye ne tür olumlu dönüşleri olur? Kan bağışlamanın sağlığa herhangi bir zararı olmadığı gibi faydası da tıbbi olarak kanıtlanmış değil. Kan bağışçısına manevi olarak doyum sağlar. Yapmış olduğu bağış ile tanımadığı üç kişinin hayatını kurtarmak bağışçıyı mutlu eder. Sadece kana ihtiyacı olan hastalara faydası vardır. Hayat kurtarıcıdır. Kan verme hakkında bilinen yanlışlar nelerdir? Kuşkusuz ki doğru bilinen bu yanlışlar, kan bağışının önüne geçiyor. Türk Kızılayı olarak Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını karşılamak için çalışırken diğer taraftan da vatandaşlarımızı bilgilendirmek için gayret gösteriyoruz. Bu çalışmalar içinde yanlış bilinenler önemli bir yere sahip. Kan bağışlamanın kilo aldıracağı, bağımlılık yaratacağı veya kişiyi kansız bırakacağı gibi yanlış inanışlar var. Ramazan ayında yaşadığımız yanlış inanışlardan biri ise kan bağışlamanın orucu bozduğu yönünde. Mücadelemizden biri de bu yanlışı düzeltmek. Ramazan’da oruçlu vatandaşlarımızın kan bağışında bulunmasının uygunluğu fetva ile de bildirilmiş olmakla birlikte, kan bağışlarında düşüş yaşanmaktadır. Kan bağışçısının kanun ve rehberde belirtildiği şekilde, yorgun, aç ve uykusuz olmaması gerekmektedir. Ramazan ayında yaşanan kan bağışı düşüşlerini azaltmak için iftar sonrası da kan bağışı alımı çalışmalarını sahur vaktine kadar düzenliyoruz. Yurt genelindeki tüm ekiplerimiz planlamalarını bu şekilde organize etti. Kan bağışlarında düşüşün yaşandığı Ramazan ayında hastaların kan ihtiyacının karşılanmasına vatandaşlarımızın duyarsız kalmamasını, sağlıklı herkesin düzenli olarak kan bağışında bulunmasını bekliyoruz. Türkiye’de kan verme oranlarına değinir misiniz? “Güvenli Kan Temini Programı”nın başladığı 2005 yılından bu yana gerçekleştirdiğimiz çalışmalarımız sonucunda kan bağışında sürekli artış eğilimi görülüyor. 2005 yılında 342 bin ünite olan kan bağışı rakamı 2013 yılı sonu itibariyle 1 milyon 640 bin 882 üniteye ulaştı. Ülkemizin yıllık kan ihtiyacı tam bilinmemekle birlikte 2.350.000 ünite SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 35 olduğu tahmin edilmektedir. 2014 yılında bu oranı daha fazla yukarı çekmiş olacağız. Yıl sonu kan bağışı hedefimizi ise 1 milyon 868 bin olarak belirledik ve bu hedefe ulaştık. 2015’te ise 2 milyon 32 bin ünite kan almayı hedefliyoruz. İlk 3 ayda 470 bin ünite kan aldık. Bu hedeflerimizi yakalayacağımız anlamına geliyor. Sizce, Türkiye kan bağışı konusunda yeterli hassasiyete sahip mi? Yeterli olmayan bağışları artırmak için neler tavsiye ediyorsunuz? Yıllara göre kan bağışı artışlarına baktığımızda vatandaşlarımızın bilinçlendiğini, düzenli kan bağışçısı sayısını her geçen gün arttığını görüyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Türkiye’nin ihtiyacı olan kanın tamamını karşılamış olacağız. Bu noktada belirtmek istediğim bir konu daha var. Kan acil değil sürekli ihtiyaçtır. O nedenle kan alımını yıl boyunca, aralıksız gerçekleştiriyoruz. Ramazan ayında ve yaz mevsiminde yaşanan kan bağış oranlarındaki düşüş, şifa bekleyen hastalar için sorun oluşturuyor. Vatandaşlarımızdan isteğimiz, düzenli ve sürekli kan bağışçısı olmalarıdır. 36 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 “Kızılay” kan bağışını artırmak için ne gibi projeler yürütüyor? Türk insanı kan bağışını çok sevdi. Bizim yapmak istediğimiz de buydu. Bunun için titiz bir çalışma gerçekleştirdik. Milyonlarca insana ulaştık, ulaşmaya devam ediyoruz. Bağışların yüzde 60’ını sürekli bağışçılardan sağlamak yönünde, yurt genelinde projeler hayata geçiriyoruz. Kan bağışını artırmaya yönelik yıl boyunca devam eden reklam kampanyaları yapıyoruz. Tüm Türkiye genelinde ise kan bağışının önemini anlatıyoruz, toplantılar düzenliyoruz. Kan merkezlerimizdeki uzmanlar toplu kan bağışı alınacak kurum ve kuruluşlarla irtibata geçiyorlar. Son dönemde bunun olumlu sonuçlarını daha fazla almaya başladık. Türkiye’nin dört bir tarafında kan bağışı rekoru kırmak için çaba gösteren kurum ve kuruluşlar var. Özellikle belediyeler bu konuda önemli destekte bulunuyorlar. Tüm bu çalışmalar vatandaşlarımızı kan vermeye, hayat kurtarmaya yönlendiriyor. Gelişmeler hem bizim, hem de Türkiye için sevindirici. Vatandaşlarımızın Türk Kızılayı’na güveni ise gurur verici. Kızılay’ın uygulamaya soktuğu Nat testi nedir? Kandan hastalık bulaşmaması için bu testin öneminden bahsedebilir misiniz? Sağlık Bakanlığının ülkemizde, kan bankacılığında standart olan Hepatit ve AIDS için yapılan ELISA testlerine ek olarak, NAT testlerinin de standart olan tüm kan bağışlarında uygulanmasına karar vermiştir. Kan bankacılığında rutin kan bankacılığında uygulaması henüz ülkemizde bulunmamaktadır. Kan bankacılığına yönelik büyük bir NAT laboratuvarı da bulunmamaktadır. Karara istinaden hazırlıklar başlatılmış olup ihale tamamlanmıştır. Sağlık Bakanlığının karar gereği Ağustos 2014 ‘de NAT testlerinin rutin olarak uygulamaya geçilmesine yönelik hazırlıklar ve çalışmalar devam etmektedir. NAT laboratuvarlarının kurulması laboratuvarların merkezileştirilmesi kadar kritik bir karardır ve halen merkezi laboratuvarlarımızın bulunduğu yerlere ikinci bir laboratuvar açılmasını gerektirmiştir. Yapılacak olan NAT testleri sayesinde, kan bankacılığındaki en büyük risklerden birisi olan pencere dönemle- rinde hastalık bulaşlarına yönelik ekstra bir önlem alınmış olacaktır. Halen kullanılmakta olan ELİSA testlerine göre pencere dönemleri aşağıdaki şekilde daha aşağılara çekilecektir; HIV (AIDS) :Mevcut durumda 16-20 günken NAT testleri ile 11. güne kadar inebilecektir Hepatit B : Mevcut durumda 56 günken NAT testleri ile 36. güne kadar inebilecektir Hepatit C : Mevcut durumda 60 günken NAT testleri ile 41. güne kadar inebilecektir. Bir de TÜRKÖK diye adlandırılan ulusal kemik iliği bankası çalışmanız var. Bu çalışmayı hangi aşamada? 2013 yılında Sağlık Bakanlığı ile imzalanan işbirliği protokolü çerçevesinde Kök Hücre Vericisi Kazanımına yönelik çalışmalar yapılarak TÜRKÖK Projesindeki en önemli adımlardan birisi atılacaktır. Protokol kapsamında gönüllü kök hücre verici adayları bulunacak, bilgilendirilecek ve toplanan numune tüpleri doku tiplemesi yapılacak laboratuvarlara gönderilecektir. Böylelikle bir kök hücre vericisi veri tabanı oluşturulacaktır. Hastaların doku tipi ile uyumlu bir numune bulunabilirse, ilgili kök hücre bağışçısı bilgilendirilerek Sağlık Bakanlığına yönlendirilecektir. Daha sonrasında bağışçıdan kök hücrenin elde edilmesi ve diğer işlemler Sağlık bakanlığı sorumluluğundadır. Türk Kızılayı olarak Kan Bankacılığı ile direkt ilgili olmayan bir proje olmakla birlikte, gönüllü bağışçı kazanımı söz konusu olduğu için birikim ve tecrübemiz göz önünde bulundurularak bağışçı kazanımından Türk Kızılayı sorumlu tutulmuştur. olmalarını sağlamaktır. Sağlık Bakanlığının Doku Tipleme Laboratuvarını kurmasını takiben, bağış almaya başladık. 2014 ağustosundan bu güne kadar 40 bin kök hücre bağışçısına ulaştık. İnfeksiyon İnfeksiyon etkeni HIV/AIDS Hepatit C Hepatit B HIV İlk yıl için hedef 50.000 bağışçı olarak belirlenmiştir. 3 yıl sonunda 250.000 bağışçıya ulaşılması hedeflenmektedir. Şekil: (Nat testi ile bulaş tespiti için kazanılan zaman) Test Yöntemi İnfeksiyonun en erken saptandığı dönem Anti-HIV Testi HIV Ag+Ab Testi 21. günden 16. günden NAT Testi 10. günden Anti -HCV Testi 70. günden Kazanç (yaklaşık) 6-11 gün 58 gün HCV NAT Testi 12. günden HBsAg Testi 56. günden 20 gün HBV NAT Testi 36. günden Protokol imzalanması sonrasında Sağlık Bakanlığını hazırlıkları ile paralel olarak Türk Kızılayı yapılanmasına yönelik hazırlıklar belirlenmiş olan iş takvimine göre götürülmektedir. Mayıs ayı içerisinde Teknik eğitimler tamamlanmış olacaktır. Bu amaçla Bölge Kan Merkezleri bünyesinde birer “Kök Hücre Verici Merkezi” kurulmaktadır. İlk hedef gönüllü, düzenli kan bağışçılarını bu konuda bilgilendirerek onların kök hücre verici adayı SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 37 sağlığımıziçin 6-12 MAYIS KAN BAĞIŞI HAFTASI UNUTMAYIN KAN HAYAT KURTARIR Sosyal medya kanallarının gelişmesiyle internet ve mobil cihazlar üzerinden kan arama oranlarının artması üzerine genç girişimci Taylan Bolat tarafından oluşturulan “Kanbul” projesi ile acil kan ihtiyacı olan kişiler kan vermek isteyenleri buluşturuyor. Genç girişimci tarafından sadece mobil uygulama ile başlatılan Kanbul projesi ile hiçbir ticari çıkar gözetilmiyor. Amaç sadece; acil kan ihtiyacı olan kişileri, kan vermek isteyenlerle buluşturarak hayati bir meseleye toplumsal çözüm sunmak, insanları kan bağışına teşvik etmek, toplumun bu konuda bilinçlenmesini sağlamak. Acil kana ihtiyacı olan kişiler Kanbul projesinde sisteme kan grubunu, adını, soyadını, bulunduğu şehir ve telefon numarası gibi iletişim bilgilerini yazarak üye kaydını yaparken, kan vermek isteyen duyarlı vatandaşlar da ihtiyaç sahiplerine irtibat için bırakılan telefon numarası ile ulaşabiliyor. 38 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Tek Yapmanız Gereken Üye Olmak Kan ihtiyacı olan vatandaşların mobil cihazlar üzerinden kan bağışcılarına en hızlı şekilde ulaşabileceği bir mobil uygulama portalı olan Kanbul, kan bağışında bulunmak isteyen vatandaşların sanal ortamda bağış yapmalarına olanak sağlıyor. Kanbul Mobil Uygulamasını Apple Store ve Google Play’den indirilmesiyle sistem mobil cihaza yüklenerek, uygulama kullanıma hazır hale geliyor. Unutmayın, kan hayat kurtarır, hiçbir ücret ödemeden Kanbul’a üye olun ve siz de bir hayat kurtarın. Türkiye’de kullanılan mobil cihaz istatistikleri de şöyle: Türkiye’de mobil internet kullanıcı sayısı: 23.7 milyon. (Kaynak: BTK) Mobil internet kullanıcılarının %45’i İOS, %31 ANDROİD işletim sistemli cihaz kullanmakta. Yüklenen mobil uygulamalar; 1-Oyun %53. 2-Müzik %39, 3-Sosyal ağlar %33, 12-Sağlık %9. ETİKTEN BİYOETİĞE, BİYOETİKTEN ÇEVRE ETİĞİNE BİYOPOLİTİKALAR ÇEVRESEL BİYOETİK Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Etik, insan - insan ilişkilerinde açık uçlu sorulara “iyi - kötü” değerlendirmeleri ile yanıtlar bulmaya çalışırken, onun önemli bir bileşeni olan sorumluluk insanla sınırlı tutulmaktaydı. İnsanın sorumluluk alanı biyoetik kavramıyla hayvanlar, bitkiler gibi tüm canlıları kapsarken; çevre etiği ile hava, su gibi tüm bileşenleriyle birlikte ekosistemle olan ilişkisine kadar genişletilmiştir. Geçmişte değerler felsefesi dar bir mekanda, dar bir zaman diliminde 40 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 oluşan ikilemleri irdelerken, teknolojideki sınırsız, hızlı ve görünüşte gelişmenin yansımasıyla, günümüzde, gelecek kuşaklar ve evren kavramları da ikilemlerde belirleyen olarak önem kazanmıştır. Çevresel biyoetik anlayışı toplumsal politikalar, çevre sorunları, biyoetik kavramlar ile yakından ilgili olmalıdır Çevre etiğinde başlıca iki yaklaşım söz konusudur. İnsan merkezli “antroposentrik” görüş, ekosisteme insan için yararı ölçüsünde araç olarak değer vermektedir; buna karşılık ekosisteme özsel değer veren, amaç olarak benimseyen “ekosentrik” bakış açısı ile çevre etiği, çevreyi kendi değerinden ötürü özneleştirirken sorumluluğu insana yüklemektedir. Değer sisteminin, düşünen ve davranışlarından sorumlu olan varlıklar olarak, insanlar için geçerli olduğu ve değerlerin öznesinin insandan başka bir şey olamayacağı, bu nedenle insan dışında (çevre, hayvan, hava, bütün olarak ekosistem…) varlıkların değer dünyamızda kendi varlıklarından kaynaklanan ve amaç olarak benimsenen değeri nedeniyle olamayacağı savunuluyordu. Çevre etiğinde düşünsel gelişmelerin sonucunda, ekosistemin sadece insana yararı nedeniyle değil, kendi içsel değeri nedeniyle etiğin konusu olduğu savunulmaktadır. Bu bağlamda çevresel biyoetik kavramı tüm canlı varlıklardan, ekosisteme kadar genişleyen ilişkiler ağında ortaya çıkan etik sorunları irdeler. Diğer alanlarda da olduğu gibi, çevre alanında da doğru eylem, ilgiyi izleyen bilginin sonucudur. Biyoetik bir terim olan “buzda kaymak” konusunda çevre etiği açısından da dikkatli olmak gerekir. (Buzda kaymak; eylemin tüm sonuçlarını kestiremediğimiz durumlarda iyi niyetle, doğru bir amaca yönelik attığımız adımların insanlığı ve gelecek kuşakları felakete sürükleyebilecek sonuçlar doğurabilme olasılığını ifade eden bir biyoetik kavramıdır.) Bilgi veya ilgi eksikliği çevre felaketleriyle sonuçlanmaktadır. Çevre etiğinin doğuşu, aslında insanların kendi hayatta kalabilme çabalarının bir sonucudur. Çevre etiği, devletlerin ve ülkelerin etkinlikleri olarak evrensel düzeyde, profesyonel düzeyde ve birey düzeyinde ele alınabilir. Günümüz insanı, ekosistem ve sosyal hizmetlerin bozulmasından kaynaklanan yetersiz beslenme, kirlilik ve hastalıklar nedeniyle yaşam potansiyelini tam olarak kullanamamaktadır. Sosyal hizmetlerin bozulmasının yanında ekosistem de bu bütünlük ve sağlığa yönelik önemli tehditleri bünyesinde barındırmaktadır. Her ne kadar sosyal-sistemin ve ekosistemin fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediği gittikçe kabul görse de, her iki sistemin sürdürülebilirliğine yönelik çok az sayıda girişim bulunmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanmasına yönelik etik yaklaşımlar çerçevesinde uygulamalı etik, insanların ekosistem ve insan sağlığı ile tekrar bütünleşmesini sağlayacak sürdürülebilir bir toplum oluşturmaya yönelik yönlendirici fikirler olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel bir tanımlamayla biyoetiğin konusu yaşamdır; sadece tıp etiğinin ana konusu olan insan hayatı değil, doğada var olan tüm organizmaların yaşamıdır. Çevre etiğinin konusu ise canlı ve cansız tüm öğeleri ile doğadır. Belki de biyoetikle çevre merkezci etiğin, ya da kısaca çevre etiğinin arasındaki o ince ayrım, yaşam ve doğa arasındaki ayrımın tanımlanmasıyla anlaşılabilir. Kavramları içerik bakımından incelediğimizde doğa, yaşamı da içinde barındıran bir anlam yüküne sahiptir. Doğa, hayatın devamını sağlayan, onu besleyen, koruyan, değiştiren ve kendini yeniden kendinden üretmesini sağlayan bir yaşam ortamındır. Yaşamın olmadığı bir doğa düşünülebilir ancak, doğanın olmadığı bir yaşam düşünülemez. Yaşamı doğuran doğadır. Bu noktada, anlam yükü bakımından, bir çok düşün insanının da savunduğu gibi biyoetik çevre etiğinin içindedir demek yanlış olmaz. Ancak konuya uygulama açısından bakarsak yaşam, doğayı korumadan kendini devam ettiremeyeceği için doğanın tüm öğelerini tanımak ve kapsamak zorundadır. Merkeze yaşamı koyan bir görüş, kendini doğasından soyutlayamaz. Bir diğer söylemle biyoetik, çevre etiğini de kapsayan geniş bir alandır artık. İnsan eylemleri sonucunda tehlikeye atılan biyo-çevrenin geleceği zamanımızın önemli bir sorunudur. Bu sorunun etik bir boyutu bulunmaktadır. İnsanlığın varlığı, yeryüzündeki tüm yaşamla sıkı bir biçimde ilgili ve bağımlıdır. O zaman, varlığımızla yaşamın (ya da bios’un) hızla yok edilmesini nasıl uzlaştırabiliriz? Tam da bu noktada, biyo, yani yaşam merkezli bakışın hayata geçirilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu değişim de daha önce de belirtildiği gibi yaşamın her alanında gerçekleşmesi gereken bir değişimdir. İnsanlık, alacağı her kararın, uygulayacağı her politikanın merkezine kendisini değil; kendisinin de bir parçası olduğu yaşamı koymak zorunluluğundadır. Biyoetik de tam da böyle bir gereklilik sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Bununla birlikte çevreden soyut bir yaşam düşünülemeyeceğine göre çevresel biyoetik, çevre etiği ve biyoetiğin kesişim kümesinde karşımıza çıkan bir kavram olarak belirmektedir. Kamu politikaları oluşturulurken karşılaştığımız güncel etik sorun kümelerinin çözümünde, “çevresel biyoetik” kavramıyla temellendirilmiş biyopolitikalar ile daha iyi sonuçlara ulaşacağimizi düşünüyorum. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 41 PRP- TROMBOSİTTEN ZENGİN PLAZMA Prof. Dr. Murat EMİROĞLU Kan plazması içindeki trombositlerin daha yoğun hale getirilmesinden elde edilen ürüne PRP (trombositten zengin plazma) adı verilir. Fibrin yapısındaki pıhtı ve trombositlerin hemostatik (kanama durdurucu) ve doku iyileşmesini artırıcı etkilerinin olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Trombositlerden oluşturulan jelin göz korneasını yapıştırmak üzere kullanımına dair bir makale 1975 yılında yayınlanmıştır. Bundan birkaç yıl sonra, hayvanlarda yapılan deneylerle trombositler ve fibrinin yara iyileştirici hücre göçünü, kollajen oluşumunu ve yeni damar oluşumunu arttırarak yara iyileşmesini desteklediği gösterilmiştir. Daha sonra, 1986 da trombositerin yara iyileşmesine insanlarda da katkıda bulunduğu ispatlanmıştır. PRP nin kemik iyileşmesini arttırıcı rolü de 1997 de gösterilmiştir. Trombositlerdeki α-granüllerin içinde çeşitli büyüme faktörleri bulunur. Bunlar; trombosit kökenli büyüme faktörü (PDGF), transforme edici bü42 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 yüme faktörü (TGF), damar endoteli büyüme faktörü (VEGF), insülin benzeri büyüme faktörü (IGF) dir. Bazı çalışmalarda, trombositlerin ödem ve ağrı giderici etkilerinin de olduğu ve salgıladıkları antimikrobiyal proteinler aracılığı ile antibiyotik etkileinin de olduğu tespit edilmiştir. PRP nin içerisinde 800 den fazla türde protein zinciri bulunur. Bu protein zincirlerinin kemik, kıkırdak, bağ dokusu, adale ve tendon iyileşmeleri üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştır. Günümüzde PRP çeşitli amaçlarla kronik yara iyileşmesinde, yumuşak doku yaralanmalarında, ağız içi cerrahilerinde, yüz kırıklarının tedavisinde, ortopedi ve travma cerrahisinde, omurilik cerrahisinde, bypass ameliyatlarında, kozmetik amaçlı cerrahilerde ve sindirim sistemi ameliyatlarında kullanılmaktadır. Saç dökülmesinin engellenmesinde ve saç ekimi ameliyatları sonrasında yaşayan kıl kökü oranını arttırmak amaçlı da kullanılır. En çok yaygınlaşan kullanım alanı ise cilt yenilenmesidir. Deri Yaşlanmasındaki Kullanımı Yaşlanan deride çeşitli renk değişik- likleri, kuruluk ve kırışıklık meydana gelir. Yaşlanmayla birlikte hücre yenilenmesi ve yara iyileşmesi ise azalır, bunun sonucunda da deride sarkıklıklar ve kırışıklıklar meydana gelir. Yaşlanan deride, derinin iki farklı katı olan dermis ve epidermis bileşkesindeki ondülan yapı düzleşir. Kollajen yapımından sorumlu fibroblast denilen hücrelerdeki azalma da yaşlanma prosesini hızlandırır. Derinin bütünlüğünü sağlayan proteinler de fibroblastlar tarafından salgılanır. Büyüme faktörleri ve sitokin adı verilen moleküller fibroblastların üretimini tetikler. Ultraviyole ise; deri kanserleri, derinin bağışıklık sisteminde azalma, kırışıklık oluşumu, deri renginde koyulaşma ve yaşlanmaya neden olan en önemli dış etkendir. Ultraviyole ışınlara fazla maruz kalınması kollajen dizilimini bozarak derinin elastik yapısını kaybetmesine neden olur. Ultraviyole ışınları, derinin rengini veren melanin, DNA, RNA, ekstraselüler matriks proteinleri, lipidler, aromatik aminoasitler gibi maddelerin yapısını etkiler. Bunun sonucunda reaktif oksijen ürünleri ortaya çıkar. Bu ürünler de dermoepidermal bileşkede düz- leşmeye ve bazı deri katmanlarında kalınlaşmaya neden olur. rarası sıvı sentezi ve kollajen liflerin kalınlıklarının düzenlenmesi üzerine de etkilidir. Bütün bunlar sayesinde deri elastikiyetinin artmasına neden olur. Yapılan çalışmalar, fibroblast büyüme faktörü (FGF1) nün deri hücrelerinin çoğalmasını ve kollajen üretiminin artmasını desteklediğini göstermiştir. PRP’nin Klinik Etkileri Deriye yönelik yaşlanmayı önleyici uygulamaların çoğunun amacı fibroblastların ekstraselüler matriks proteini üretimini arttırmak amaçlıdır. Baş-boyun bölgesindeki kozmetik amaçlı PRP uygulamalarının umut veren sonuçları son yıllarda bir çok bilimsel makalenin konusu olmuştur. PRP’nin Yaşlanmayı Önleyici Etki Mekanizması PRP, sitokinler ve büyüme faktörleri yönünden zengin bir plazma konsantresidir. Bu maddeler, enjekte ediledikleri bölgedeki hücre yüzeyine yapışarak, bu hücrelerin çoğalmasını ve ekstraselüler matriks proteini salgılamasını tetiklerler. Hücre göçü, hücre ve damar çoğalmasıile doku onarım hızı artar. PRP’nin diğer bir deri gençleştirici etkisi ise hyaluronik asit yapımını arttırarak gerçekleşir. Hyaluronik asit, derinin su tutmasını, dolayısı ile de hacim kazanmasını sağlayan maddedir. Ayrıca, hücre çoğalması, hücrele- PRP uygulamaları derinin yüzeyel ve derin katmanlarının gençleşme yönünden uyarılması amacı ile kullanılmaktadır. Yüzeyel uygulama ile hücre çoğalması ve gençleşmenin uyarılması, derin uygulama ile de dolgunluk yaratma etkisinden yararlanılır. Yüzeyel uygulama, çok ince iğneler aracılığı ile PRP’nin deri içine verilmesi ile yapılır. Bu yolla derinin yapısının iyileştirilmesi, kalınlığının ve su tutma özelliğinin artttırılması sağlanır. Deneyimli ellerde uygulama teknik olarak kolaydır ve yan etkisi yoktur. Tek başına uygulanabildiği gibi, lazer ve roller uygulamaları ile de kombine edilebilir. Yapılan bir bilimsel çalışmada; PRP uygulamasının gebelerde, emzirenlerde, bağışıklık sistemi ve kan hastalıkları olanlarda yapılmaması gerektiğine değinilmiştir. Özetle, PRP’nin deri gençleştirilmesi ve deriye genel bir hacim kazandırılması üzerine olan etkisi bir çok bilimsel yayın tarafından desteklenmektedir. PRP, hızlı ve uzun süreli etki yaratan, derinin hacmini destekleyen, doğal sonuçlar yaratan güvenli bir biyolojik uyarıcıdır. Hasta memnuniyet düzeyi, uygulayıcıların deneyim kazanması ile giderek artmaktadır. Prof. Dr. Murat EMİROĞLU SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 43 dijitalsağlık HASTALAR DİJİTAL İLETİŞİM KANALLARINDAN NE BEKLİYOR? Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Eskiden hastaların doktorlardan belki de en büyük beklentisi “gözlerinin içine bakarak onları dinlemeleri” idi. 2015 yılının ilk yarısını bitirmekte olduğumuz şu günlerde durum çok farklı. Geçtiğimiz ay Amerika’da, eClinicalWorks adına Harris Poll tarafından iki online anket yapıldı. 18 yaş üstü 2033 yetişkin birey arasında yapılan bu online anketler; hastaların, doktorlarıyla daha derin bir dijital iletişim kurmayı istediklerini ortaya çıkardı. Anketlerin sonuçlarına göre; katılımcıların beşte üçünün teklif edildiği takdirde, telesağlık muayenelerini tercih ederken, doktorların ise %61’inin, hastalarına bu tip muayeneyi teklif ettiği görülüyor. Ilk ankete göre: • Hastaların %84’ü, doktorlarının internet üzerinde hastalarıyla iletişime geçebilecekleri bir hasta portallarının olduğunu söylüyor. • Bu insanların 3’te 1’i de (%37) her gün düzenli olarak giyilebilir bir sağlık cihazı ya da fitness tracker tarzı bir ürün kullanmaktalar. • Bu bireylerin %78’inin ise; bu ci- hazlarla elde ettikleri bilgilere 44 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 doktorlarının ayda birkaç kez ulaşabilmelerini faydalı buluyorlar. • 5 yetişkinden 3’ü (%64) özellikle de takip gerektiren rahatsızlıklarda, eğer böyle bir seçenekleri varsa; birebir muayene yerine telesağlık muayene yöntemini tercih ediyorlar. • %27’lik bir kısım ise; her zaman bu seçeneği tercih edeceğini söylüyor. • Evde 18 yaş altı çocuğu olan ye- olduğunu düşünüyor. • Ayrıca 4 doktordan 3’ü (%75), bu sistemlerin bir başka faydasının da; otomatik uyarılar ve hatırlatmalar olduğunu söylüyor. • Doktorların yarısından fazlası (%56), hastanın randevu alması ya da randevu gününü değiştirebilmesinin, bu sistemlerin en büyük faydası olduğunu vurguluyor. • Hastalarıyla aktif olarak internet portalı üzerinden iletişime geçen doktorların; tişkinlerin (%76) bu tip muayene yöntemini, öyle olmayan yetişkinlerden (%61) daha fazla tercih ettiği görülüyor. • % 67’sinin; portallar, sağlık uygu- böyle bir imkanları varsa randevularını hasta portallarından ya da güvenli bir web sitesi üzerinden aldıkları görülüyor. • %61’inin, ara sıra da olsa hastaları- • Bireylerin 5’te 3’ünün (%60) eğer İkinci anket ise daha çok sağlık kuruluşlarının bakış açısını görmek için yapılmış. Elektronik sağlık kayıtları, randevu sistemleri ve telesağlık muayeneleri hakkında doktorların ne söylediğini, aşağıda bulabilirsiniz. İkinci ankete göre: • 4 doktordan 3’ü (%75), hastaların kendi sağlık kayıtlarına kolayca ulaşmalarına ve bunları doktorlarıyla paylaşmalarına olanak tanıyan bu tarz sistemlerin çok faydalı lamaları ve giyilebilir cihazlar kullanılabilir hale geldiğinden beri, hasta ile iletişimlerinin gözle görülür oranda değiştiğini, na telesağlık yöntemiyle muayene olmayı teklif ettiğini, • Bu doktorların yarıdan fazlasının, hastalarının bilgilerine erişimi sağlayabilmek için, giyilebili cihazlar ve fitness tracker gibi uygulamaların yardımına ihtiyaç duyduklarını söylüyorlar. Anketin yapıldığı ülke her ne kadar Türkiye olmasa da hastaların benzer taleplerinin olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Önümüzdeki dönemde bu konuda sizleri bilgilendirmeye devam edeceğim. HEMATOLOJİK MALİGNİTELERDE FARKINDALIK Doç. Dr. Sinem CİVRİZ BOZDAĞ Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Hematolojik malignensiler, Avrupa’daki tüm kanser insidansının %6’sını oluşturmaktadır. 2012 yılı itibari ile 40 Avrupa ülkesinde 232 binden fazla yeni hematolojik malignite tanısı almış hasta olduğu ve bunların 120 binden fazlasının aynı hastalıklar nedeni ile öldüğü düşünülmektedir. Hematolojik malignensiler her yaş grubunda gelişebilmekle birlikte yaşlı erişkinlerde sıklığın arttığı bilinmektedir. Etnik farklılıkların hematolojik malignensilerin görülme sıklığı üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Yaşa göre düzenlenmiş olan hematolojik malignite insidansı Japonya’da Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’nindeki insidans oranların yarısını oluşturmaktadır. Non Hodgkin ve Hodgkin lenfoma sıklığı Japonya’da yıllar içinde artış gösterirken, ABD ‘de ise benzer oranlarda seyrettiği görülmüştür. İngiltere’de yapılan bir çalışmada etnik alt gruplara göre hematolojik 46 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 malignite sıklığının büyük oranda değiştiği gösterilmiştir. EUROCARE-5 çalışmasında 560.444 hematolojik malignensi vakası incelendiğinde en çok non Hodgkin lenfoma tanısı konulduğu görülmüştür. Tüm hasta grubunun %54’ünün erkek hastalardan oluştuğu saptanmıştır. Myelodisplastik sendrom, kronik lenfositik lösemi ve multipl myeloma hastalarının yarıya yakınının 75 yaş üzeri olduğu, bununla birlikte Hodgkin lenfoma vakalarının ise diğer malignitelere göre daha erken yaşta tanı aldığı görülmüştür. Lenfoid malignitelerden en sık multipl myeloma, Myeloid malignitelerden ise en sık akut myeloblastik lösemiye rastlanmıştır. Lenfoid maligniteler için son 5 yıllık sağkalım sonuçlarının en çok arttığı hastalıklar folliküler ve diffüz büyük B hücreli lenfoma iken, myeloid malignitelerden kronik myeloid lösemi de sonuçların geçmiş yıllara göre daha başarılı olduğu görülmüştür. Hastaların geçmiş dekadlara göre daha erken tanı almaları, risk faktörlerinin daha iyi tanınıyor olması ve tedavideki yenilikler sağ kalımdaki gelişmelere katkıda bulunmaktadır. Etiyolojik faktörler kesin olarak belirlenememiş olmakla birlikte immunyetmezlik, otoimmün hastalık varlığı ve bazı infeksiyonların lenfoma gelişimi ile ilişkilendirildiği bilinmektedir. HIV pozitifliği olan bireylerde diffüz büyük B hücreli (DBBHCL) NHL gelişimi HIV pozitif olmayanlara göre 100 kat daha fazla bulunmuştur. Yeni yayımlanan bir makalede otoimmün hastalık, hepatit C seropozitivitesi, ailede non hodgkin lenfoma öyküsü, yüksek vücut kitle indeksi fazla güneşe maruziyet, atopik hastalıklar ve yüksek sosyoekonomik status DBBHCL gelişimi ile birlikte bulunmuştur. Üç binin üstünde hastanın Doç. Dr. Sinem CİVRİZ BOZDAĞ incelendiği bir başka makalede ise indolen lenfomalardan olan folliküler lenfoma ile aile öyküsü yanında mesleği sprey boya ile ilgili olanlar ve Sjögren hastalığı tanısı ile ilişki gösterilmiştir. Pestisid maruziyetinin ve saç boyası kullanımının lenfoma riskini artırdığı görülmüştür. Ebstein Barr virüsü ile Burkitt ve Hodgkin lenfoma birlikteliği, Hepatit C virüsü ile marginal zon lenfoma birlikteliği de yapılan çalışmalarla kesinleşmiştir. Yine helicobacter pylori pozitifliği ekstranodal lenfomalardan biri olan gastrik marginal zon lenfoma ile birlikte seyretmektedir. Hastalar geçmiş dekadlara göre daha erken tanı alıyor olsalar da halen hematologa ulaşılana kadar geçen sürelerin uzun olduğu gösterilmiştir. Hastalıkların prezentasyon şekillerinin çeşitli olması ve non spesifik bulguların ön plana çıkabilmesi nedeni ile tanıda gecikmeler olabilmektedir. Myeloma hastalarının üç ana prezentasyon şekli vardır. En sık olarak kemik ağrısı ve malign hücrelerin iskelet sistemini infiltre etmesinden kaynaklanan patolojik fraktürlerdir. İkinci prezentasyon şeklinde hasta başka bir inceleme sırasında kanda veya idrarda paraprotein saptanarak hekime başvurulabilir. Üçüncü olarak ise kemik iliğinde plazma hücrelerinin artması nedeni ile gelişen anemi, enfeksiyonlara meyil, paraproteinin bir komplikasyonu olarak böbrek yetmezliği veya iskelet tutulumuna bağlı hiperkalsemi tablosu ile başvurabilir. Myeloma hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada, 103 hastanın %55’inin ilk başvuru yerlerinin ilk basamak merkezleri olduğu, hastaların buradan hematoloji kliniğine refere olma sürelerinin %56’sında 6 aydan uzun, %33’ünde ise 12 aydan uzun olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada gecikmiş tanının genel sağ kalım üzerine etkisi gösterilemese de hastalıksız sağ kalım üzerine belirgin etkisi olduğu rapor edilmiştir. Tanı için gerekli süre geciktikçe komplikasyon görülme sıklığının da arttığı görülmüştür. Başka bir çalışmada ise hastaların anemi ve kemik ağrısına başka komorbiditelerinin eşlik etmesi tanıdaki gecikmeyi etkileyen önemli faktörlerden biri olarak saptanmıştır. Lenfoma hastaları üzerinde yapılan benzer bir çalışmada ise, hastaların ilk basamak merkezlerden hastanelere 2 haftada ulaştıkları, hastanelerde ise tomografi değerlendirmeleri ve kemik iliği biopsileri arasında 2-3 hafta gibi bir süre bekledikleri, yine tanı konulduktan tedaviye kadarki sürenin ise 2-3 hafta olduğu sonuç olarak 10 haftalık bir süre total gecikme olduğu saptanmıştır. Günümüzde hematolojik malignitelerin tedavisindeki en önemli gelişmeler hedefe yönelik tedavi yaklaşımlarının geliştirilmiş olmasıdır. Örneğin non Hodgkin lenfoma hastalarının tedavisinde kullanılan monoklonal antikorlar ile uzun dönem sağ kalım sonuçları elde edilmiştir. Yine geçmiş dekadlarda en sık kök hücre nakli endikasyonu olarak bilinen kronik myelositer lösemi hastalığında ise günümüzde sadece oral tirozin kinaz inhibitörleri ile normal yaşamlarına devam edebilmektedirler. Bununla birlikte kök hücre nakli halen hematolojik malignitelerin tedavisinde küratif tedavi seçeneği olarak yerini korumaktadır. Sonuç olarak, hematolojik malignitelerin hergeçen gün özellikle de yaşlı popülasyonda arttığı bilinmektedir. Tüm tanı ve tedavi alanındaki gelişmelere rağmen hastanın hematoloğa ulaşmasının zaman aldığı görülmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 47 sağlığımıziçin ERİŞKİNLER AŞILARINI İHMAL EDİYOR Erişkinler grip ve zatürre gibi aşı ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiğini belirten Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Esin Şenol, “Sadece zatürrenin dünyada yılda 1 milyon kişinin ölümüne yol açtığı vurgulanıyor” dedi. “Avrupa Aşı Haftası”yla toplumun aşılama ve aşı ile korunulabilir hastalıklar konusundaki farkındalığının artırılması ve bilgilendirilmesi hedefleniyor. Bu amaçla 22 Nisan’da düzenlenen basın toplantısında aşıyla birçok hastalıktan korunmanın mümkün olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ve Prof. Dr. Esin Şenol son yıllarda yapılan çalışmalar sonucunda aşılamayla önlenebilen enfeksiyon hastalıklarında önemli başarılar sağlandığını vurguladı. Başka hiçbir koruyucu tedbirin yapamadığını gerçekleştiren aşılar, koruyucu sağlık hizmetlerinde en önemli yaklaşım olarak kabul ediliyor. Hastalıkları ortadan kaldırabilen tek koruyucu önlem olma özelliği taşıyan aşılar koruyucu sağlık hizmetlerinde bilimin gerçekleştirdiği en önemli başarılardan biridir. Aşıların korunmanın yanı sıra tasarruf sağladığını, işgücü kaybını engelleyerek sağlık harcamalarını azalttığını söyleyen Ceyhan şunları söyledi: 48 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 “Aşı ilaçtan farklıdır. Hasta olmadan olası riske karşı alınan bir önlemdir. Dünyada her yıl 25 milyon kişi aşılar sayesinde hayata tutunuyor. Türkiye ‘de Ulusal Aşı Programı’nda yer alan 13 aşı uygulamasının durdurulması halinde bu aşılarla önlenebilen hastalıklara yakalanacak kişi sayısı yıllık 3 milyon 19 bin 176 olarak hesaplandı. Oluşabilecek yıllık ölüm sayısı 14 bin 296 kişi, oluşabilecek hastalıkların toplam maliyeti ise 23 milyar 38 milyon 413 bin 420 TL olarak hesaplanmaktadır. Bugün Türkiye’de yılda 14 binden fazla çocuğun 13 farklı hastalıktan kaybedilmesinin önüne geçen Genişletilmiş Bağışıklama Programı (GBP) ile etkin aşılama uygulamaları sonucunda, çiçek hastalığı dünyada ortadan kalkmış ve aşılama durdurulmuştur. Çocuk felcine de 16 yıldır Türkiye’de rastlanmamaktadır.” Aşılar Bütün Toplum İçin Önem Taşıyor Aşıların bebeklikten itibaren sağladığı korumayla, hastalıkları tedavi etmekten yüzlerce kat daha ucuz bir yöntem olma özelliği taşıdığını belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ilaç-aşı farkı hakkında şu görüşleri ifade etti: “İlaçlar sadece uyguladığınız kişiyi iyileştirebilirken ve bir kısmı dirence neden olarak topluma zarar veriyorken aşılama bazen aşılamadığınız kişileri de bebeklikten itibaren koruyarak bütün toplum için önem taşıyor. Ayrıca bir kişinin aşılanmaması sadece kendine değil, o hastalığın toplumda varlığını devam ettirmesi nedeniyle tüm topluma zarar veriyor. Yaptığımız maliyet yarar analizine göre aşı giderleri ile aşısız olmanın neden olduğu gider farklılığı bir yılda 20 milyar liradır, yani kitlesel aşılama ile bu miktar her yıl tasarruf edilmektedir.” Zatürre Yılda 1 Milyon 600 Bin Kişinin Ölümüne Neden Oluyor KLİMİK Derneği Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Esin Şenol, hastalıkların kökünün kazınması için aşılamanın yalnızca bebeklikte değil doğumdan ölüme kadar devam etmesi gerektiğini söyledi. Erişkinler grip ve zatürre gibi aşı ile önlenebilir hastalıklar nedeniyle hayatlarını kaybettiğini belirten Şenol, şunları söyledi: “Sadece zatürrenin dünyada yılda 1 milyon 600 bin kişinin ölümüne neden olduğu vurgulanıyor. Grip için, yıldan yıla ve toplumdan topluma farklılıklar her yıl fazladan ortalama 20- 40 bin arası ölüme, 300 bin kadar fazladan hastaneye yatışa yol açmaktadır. Kanada’dan yapılmış bir çalışma, influenza yani gribin özellikle 65 yaş üzerindekilerde yüzde 10’dan fazla ölümcül olabileceğini göstermektedir. Önleyici tıp her zaman tedavi edici olandan önceliklidir. Dünya ile ilişkili bu rakamlarda aşıların toplumsal sağlık bakımından önemini göstermektedir.” Çocukluk çağı aşıları arasında yer alan hepatit B, hepatit A, suçiçeği, kızamık gibi aşıların tamamlanmasının önemine dikkati çeken Şenol, yeni aşıların da izlenmesi ve uygulanması gerektiğini ifade etti. Şenol, “HPV aşısı ya da zoster aşısı gibi, yeni geliştirilmiş bir aşı söz konusudur. Yaşla birlikte çocukken yapılmış aşının koruyuculuk düzeyinde azalma ve bu hastalığa karşı duyarlılığında bir artış vardır. Bunlara tetanos ile uygulanan difteri ve boğmaca aşısı örnektir. Çünkü, tetanos aşısı yalnızca ayağa çivi battığında yapılan bir aşı olmayıp her erişkine 10 yılda bir tekrarlanmalıdır” açıklamasında bulundu. ne dek yapılmış en büyük aşı etkinlik çalışmalarından biri olan CAPiTA (Erişkinlerde Toplumdan Edinilmiş Pnömoniye Karşı Bağışıklama) Çalışması sonuçlarını şöyle değerlendirdi: “65 yaş ve üstü yaklaşık 85 bin erişkinin dahil edilmesiyle en büyük aşı etkinlik çalışmalarından biri olan araştırmaya göre aşı uygulanan yaşlı erişkinlerde toplumdan edinilen pnömokok bakterisi kaynaklı pnömoni, yani zatürrede anlamlı oranda azalma kaydedildiği ortaya kondu” diye konuştu. Sağlık Çalışanları Mutlaka Aşılanmalıdır Çocukluk çağında yapılması gereken aşılarını yaptırmamış ya da aşıların tekrarlarını atlamış kişiler, yaşam stili ya da sağlık çalışanları gibi mesleği nedeniyle riske maruz kalanlar mutlaka aşılanması gerektiğini vurgulayan Şenol, şunları söyledi: “Hepatit B gibi uzun vadede karaciğer sirozu ve kanserin önemli nedeni olan hastalıktan sağlık personelinin korunmasının neredeyse tek yolu hepatit B aşısının yapılmasıdır. Bağışıklık sisteminde yetmezliğe neden olan kanser kemoterapisi alanlar ya da diyaliz hastaları, diyabet hastalarında grip, zatürre gibi hastalıklara karşı aşılama özel bir önem taşımaktadır. Bunun dışında 65 yaş üzeri de enfeksiyon hastalıklarının sıklık ve ölümcül potansiyelinin arttığı bir dönemdir.” Zatürrede Anlamlı Oranda Azalma Kaydedildi Şenol, “Hollanda’da yapılan ve bugü- Aşı Kartı Taşınmalı Seyahatler nedeniyle çok yer değiştiren, bazı hastalıkların yaygın olduğu bölgelere yolculuk eden erişkinlerin de aşı kartı taşıması gerektiğini söyleyen Şenol, şu değerlendirmede bulundu: “Dünyada her yıl, difteri nedeniyle 30 bin çocuk hastalanmakta ve 3 bin çocuk ölmekte, boğmaca nedeniyle 39 milyon çocuk hastalanmakta ve 300 bin çocuk ölmekte, yeni doğan tetanosu nedeniyle 200 bin bebek ölmektedir. Kızamık nedeniyle 30 milyon çocuk hastalanmakta, 888 bin çocuk ölmektedir. Hepatit B nedeniyle 6 milyon kişi hastalanmakta, 500 bin kişi yaşamını yitirmektedir. Verem nedeniyle 2 milyon kişi, zatürre nedeniyle 1 milyon 600 bin kişi ölmektedir. Oysa ki bu hastalıkların hepsi aşı ile önlenebilir.” Prof. Dr. Şenol, erişkinlerin de çocuklarınki gibi bir aşı kartının olması gerektiğini dile getirdi. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 49 sağlığımıziçin BAHAR YORGUNLUĞUNDAN SAĞLIKLI BESLENEREK KURTULUN Her mevsim geçişinde yaşanan adaptasyon süreci bahar aylarında kendini daha ağır hissettiriyor. Uyku hali, ağrılar, halsizlik ve depresif ruh hali ile kendini belli eden bahar yorgunluğu yaşam kalitesini azaltıyor. Bahar yorgunluğunun etkilerini azaltmak ve baharın tadını çıkarmak için uzman kontrolünde dengeli ve düzenli beslenmek gerekiyor. Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Emine Yüzbaşıoğlu, bahar aylarında sağlıklı beslenme hakkında ipuçları verdi. Kahvaltıda meyve suyu değil meyvenin kendisini tercih edin Bahar yorgunluğu ihmal edilmemesi gereken ve beraberinde bazı hastalıkları da getirebilecek olan önemli bir tablodur. Öncelikle sağlıklı beslenmek için bu konuda deneyimli bir beslenme uzmanına danışılmalıdır. Bahar sabahlarında uyanmak ve güne başlamak daha zordur. Bu zorluğu aşmanın en basit çözümü güne sağlıklı bir kahvaltıyla başlamaktır. Yumurta, beyaz peynir, bol yeşillik, 1 tatlı kaşığı bal veya pekmez, posalı ekmek sağlıklı bir kahvaltı mönüsüdür. Genelde sağlıklı olarak düşünerek içilen taze sıkılmış meyve suları içerisinde bulunan meyve şekeri sebebiyle fazla kalori alımına neden olurken, kahvaltıdan kısa bir süre sonra tekrar açlık hissi oluşmasına neden olur. Bu sebeple kahvaltıda 50 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 meyve suyu yerine meyvenin kendisinin yenmesi sağlık açısından daha uygundur. Öğün aralarını sıklaştırın ve lifli gıdalar tüketin Sağlıklı beslenmenin başlıca kuralı az ve sık yemektir. Uzun süre aç kalmak şekerin düşmesine (hipoglisemiye) neden olur. Hipoglisemi; stres, baş dönmesi, halsizlik gibi şikayetleri beraberinde getirir. Bahar yorgunluğunda bu istenmeyen durumları yaşamamak için öğün aralarını sıklaştırmalı, 2-2,5 saat de bir sağlıklı atıştırmalar yapılmalıdır. Sağlıklı ara öğün olarak; meyve, süt veya ayran, galeta, hafif sütlü tatlılar tüketilebilir. Baharın gelmesiyle baş gösteren sindirim sistemi problemlerini ortadan kaldırmak için, günlük alınan posa miktarını artırmak gerekir. Öğünlerde salata yemek, kabuğu ile yenebilen meyveleri soymadan tüketmek, tam buğday, kepek, çavdar gibi posalı ekmek tercih etmek bu problemleri önlemek için başlıca çözümler arasında sayılabilir. Adaçayı, papatya çayı, yeşil çay gibi bitki çayları rahatlatıcı ve ödem artırıcı etkisiyle bahar aylarında tercih edilmelidir. Ayrıca bahar aylarında su tüketimi artırılmalıdır. Diyeti fiziksel aktiviteyle destekleyin Havaların ısınmasıyla beraber incelen kıyafetler kışın alınan kilolarla yüzleşmeye neden olur. Bu durum da sağlıksız diyetlerle çabuk kilo verme isteğini beraber getirir. Az kalorili diyetler, tek yönlü beslenme (protein ağırlıklı diyetler) ve ağır fiziksel aktiviteyi kapsayan bu sağlıksız diyetler kişinin hızlı kilo vermesini sağlarken sağlığını olumsuz yönde etkiler. Haftada 1-1,5 kilo kaybı sağlıklı kabul edilir. Diyet kişiye özel olmalı, boyuna, yaşına, kilosuna ve beslenme alışkanlıklarına uygun olmalı, fiziksel aktiviteyle desteklenmelidir. Çay ve kahve tüketimini sınırlandırın Fazla çay, kahve tüketimi içindeki tanenler sebebiyle vücutta su tutulmasına neden olur. Mevsim değişikliklerinde vücudun adaptasyonu sürecinde vücutta ödem oluşur. Tüketilen tanenli içecekler ödemli durumu artıracağından, baharda bu tür içecekler sınırlandırılmalıdır. Dyt. Emine YÜZBAŞIOĞLU Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... sağlığımıziçin LAZER UYGULAMALARI HEKİMLERE EMANET Doç. Dr. Emel Erdal ÇALIKOĞLU Türk Dermatoloji Derneği Genel Sekreteri Son yıllarda cilt sağlının korunması, estetik ve kozmetik tedavilerde dermatoloji alanında uygulanan son teknolojiler, dünya ülkeleri ile eş zamanlı olarak Türkiye’de de başarı ile uygulanmaktadır. Bu yenilikler arasında yer alan uygulamalardan biri de birçok deri hastalığının tedavisinde ve yanı sıra estetik amaçla da kullanılan lazer ve fotoepilasyon (IPL) cihazlarıdır. Lazer ve IPL cihazları, özellikle epilasyon, cilt gençleştirme, damarsal lezyonların tedavilerinde, cilt lekeleri, çil, siğil, yara izleri, cilt çatlakları, akne, gül hastalığı, mavi-yeşil dövmelerin çıkarılması, vitiligo, sedef, atopik dermatit gibi hastalıkların tedavisinde uygulanmaktadır. Ancak hekim kontrolünde yapılmayan lazer uygulamaları, özellikle ciltte ileri dereceye kadar ulaşabilen yanık, kalıcı iz ve lekelenmelere yol açabilmektedir. Bu uygulamalar, vücutta bulunan benlerin üzerine yapıldığında “deri kanseri oluşumu” gibi geri dönüşü olmayan yan etkiler oluşturabilir. Bu nedenle, lazer ve IPL’in derinin özellikleri konusunda tıbbi eğitimi olmayan kişiler tarafından tek başına, kontrolsüz 52 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 şekilde yapılmaması önem taşımaktadır. Hekim kontrolünde yapılmayan uygulamalar, yan etkilerin oluşma olasılığını artırmaktadır. Avrupa’da Lazer Uygulamaları Hekimlere Emanet Doğru ve güvenilir bir tedavi programı ve uygulanacak cihazın tipine, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi veya dermatoloji uzmanlarının karar vermesi gerekmektedir. Hekim, ilk uygulamada uygulanacak enerji dozunun hastada yarattığı reaksiyonu gözleyerek, buna uygun olarak her hastaya özel cihaz, enerji dozu, uygulama sıklığı ve yöntem seçimi gibi kararlar vermektedir. Tedavi planlaması ve cihazın ayarları yapıldıktan sonra, uygulama “Hekim” veya onun gözetiminde “Güzellik Uzmanı / Estetisyen” tarafından yapılabilir. Tedavi sonrasında hastanın takibi, Dermatoloji veya Plastik rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi uzmanı bir hekim tarafından yapılmalıdır. Nitekim, Avrupa ülkelerinde de yasal olarak tüy dökmek için kullanılan lazer epilasyonunun dahi estetisyenler değil, yalnızca yetkili doktorlar tarafından uygulanmasına karar verilmiştir. Lazer epilasyonunun estetisyenler tarafından kullanımı Fransa ve İsviçre’den sonra Lüksemburg’da da yasaklanmıştır. Bu yasağın tüm Avrupa ülkelerini kapsaması için çalışmalar devam etmektedir. Düzenlemeyle birlikte artık kırışıklık ve istenmeyen tüylerin azaltılmasında kullanılan lazerler yalnızca yetkili hekimler tarafından yapılabilecektir. Bakım merkezleri ve estetisyenler, artık lazer operasyonu işlemi yapamayacaktır. Türkiye’de de uygulama hekimlerin kontrolüne bırakıldı Ülkemizde de istenmeyen tüylerin yok edilmesinde yaygın olarak kullanılan IPL ve lazer tedavileri, yasal olarak sadece doktor diploması olan kişilerin ya da bu kişilerin gözetiminde çalışan eğitilmiş personelin yapabileceği tıbbi tedavilerdir. Öte yandan mevcut yasalara göre güzellik salonları tıbbi işletme değillerdir ve içlerinde herhangi bir tıbbi işlem yapılamaz. Ancak yapılan tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, güzellik salonlarında hekim kontrolü gereken bu tip uygulamalar yapılmaktadır. Yasaya göre, güzellik salonlarında botoks, dolgu, PRP, iple yüz germe uygulaması gibi tıbbi estetik ve kozmetik işlemleri sadece tıp doktorları tarafından ve yine tıbbi tedaviler olan lazer ve IPL tedavileri ise doktorların gözetiminde olmak üzere sağlık işletmesi olarak tanımlanan poliklinik, tıp merkezi, özel hastane ve muayenehanelerde uygulanabilmektedir. haber YOUTH AG-SUMMİT’E DAVET EDİLEN 100 GENÇ LİDER ARASINDA TÜRKİYE’DEN DE 2 GENÇ VAR Avustralya Geleceğin Çiftçileri Birliği ve Bayer CropScience tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek olan küresel Youth Ag-Summit’in katılımcıları belirlendi. 33 ülkeden seçilen ve yaşları 18 ile 25 arasında değişen 100 genç liderin arasında Türkiye’den de 2 katılımcı bulunuyor. 24 – 28 Ağustos tarihleri arasında Avustralya’nın başkenti Canberra’da gerçekleşecek olan zirvenin bu yılki teması “Aç Bir Gezegeni Beslemek”. Avustralya Geleceğin Çiftçileri Birliği Başkanı George Aley konuyla ilgili olarak “Aç Bir Gezegeni Beslemek” teması hakkında yaklaşık iki bin rapor aldık. Oldukça zengin içeriklere sahip raporlarda mevcut olan problemler ve çözüm önerileri Youth AgSummit’in bu değerlendirmelerin yapılabilmesi için oldukça elverişli bir platform olduğunu vurguluyordu. Proje ortağımız Bayer CropScience ile Ağustos ayında gelecek misafirlerimizi sabırsızlıkla bekliyoruz,” dedi. ruz. Youth Ag-Summit, gençlere bu konudaki tecrübelerini ve bilgilerini geliştirmeleri için fırsat sunuyor,” dedi. Bayer CropScience CEO’su Liam Condon, “Genç liderlerin, besleyici ve güvenli gıda konularında küresel ihtiyaca yönelik sürdürülebilir tarımsal çözümler bulabilecekleri bir platforma ihtiyaçları olduğunu düşünüyo- Zirveye katılmaya hak kazanan gençler; sürdürülebilir, yenilikçi ve uygulanabilir çözümler üretme amacıyla 33 mentor ile Canberra’da bir araya gelerek, münazaralara, grup çalışmalarına ve sanayi turlarına katılacak. Youth Ag-Summit’e katılmak için başvuran gençlerin gıda israfı, yerli üretim, eğitim ve tarımsal uygulamalar hakkında farkındalık gibi başlıklara değindiği raporlar, sektördeki tecrübeli profesyoneller tarafından fikirlerin özgünlüğüne göre değerlendirildi. Katılımcılar küresel çaptaki tarım ile ilgili fikirlerini paylaşacak ve yeni fikirler üretecek. Bu ortak çalışma ile katılımcıların fikirleri kendi ülkelerine de taşımaları ve kişisel kariyerlerinde de uygulamaları hedefleniyor. Katılımcılar ve konuyla ilgili daha fazla bilgi www.youthagsummit.com adresinden alınabiliyor. 100 genç lider Avustralya’da buluşacak • 87 ülkeden iki bine yakın rapor ile başvuru yapıldı. • Youth Ag-Summit 24 – 28 Ağustos tarihleri arasında Avustralya’nın başkenti Canberra’da gerçekleşecek. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 53 ROBOTİK GÖĞÜS CERRAHİSİ OPERASYONLARI Op. Dr. Murat AKKUŞ İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği Türkiye’de Robotik Göğüs Cerrahi operasyonların yapıldığı ilk kamu hastanesi, İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi ve Göğüs Cerrahisi Kliniğidir. Son yıllarda gelişen Robotik cerrahi sayesinde kapalı operasyonlar daha avantajlı hale geldi. Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği de, Türkiye’de tek olduğu bu alanda uzmanlığı ve başarılı operasyonlarıyla öne çıkıyor. Göğüs Cerrahisi’nde Da Vinci Robotu’nun kullanımı oldukça yenidir. Kapalı ameliyatların başlamasının ardından uygun vakalarda açık operasyonlara üstünlüklerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Kapalı ameliyatların bir sonraki aşaması, yeni geliştirilen 54 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 el aletlerinin hızla ilerlemesinin de yardımıyla Robotik Operasyonlar olmuştur. Avrupa’da ilk robotik akciğer rezeksiyonu (Lobektomi) Şubat 2001’de Pisa Üniversitesi- İtalya’da yapılmıştır. Pisa Üniversitesi, 2002 yılında bilimsel bir dergide 107 vakalık geniş serilerini sunarak, kapalı göğüs operasyonlarının (Robotik Cerrahi- VATS) açık operasyonlarla (Torokotomi) karşılaştırmasını yapmıştır. Ülkemizde ilk Robotik Göğüs Cerrahisi operasyonu (Lobektomi) 2010 yılında yapılmış ve arkasından bir kaç merkezde Robotik Göğüs Cerrahisi operasyonları başlamıştır. Üroloji, Kalp Damar Cerrahisi operasyonları gibi başka branşlarda başarıyla kullanılan Da Vinci Robotu, Göğüs Cerrahisi’nde de yoğun bir ilgiyle karşılanmış ve hızla kullanıma geçmiştir. Robotun geliştirilmesinin ilham kaynağı olan kapalı operasyonların, uygun vakalarda açık operasyonlara karşı birçok üstünlüğü mevcuttur. Birkaç küçük kesiyle yapılan operasyonlar sayesinde en az açık operasyondaki kadar başarılı ameliyatlar yapılabildiği görülmüştür. Hastalar operasyon sonrası dönemde daha az ağrı ve kanama yaşamış, ayrıca daha kısa süreli hastanede kalış süreleriyle daha ekonomik olmuştur. Göğüs cerrahisinde zamanla kapalı operasyonların sayısı arttığı gibi, gelişen aletlerle yapılabilen operasyon sayısı da artmıştır. Bütün bu tecrübeler ise Da Vinci Robotu’nun devreye girmesiyle yapılan operasyonlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Robotik cerrahi sayesinde kapalı operasyonlar daha da avantajlı hale gelmiştir. Gerek Kapalı Göğüs Cerrahisi, gerekse Robotik Göğüs Cerrahisi ile yapılabilen tüm operasyonlarda, açık vakalara üstünlükleri kanıtlanmıştır. Video-kamera sayesinde, daha yüksek bir ışıklandırma altında görüntünün büyütülerek görülmesi ve hassas el aletleri kullanılarak operasyon yapılması komplikasyonları azaltmaktadır. Robotik Göğüs Cerrahisi’nin Vidotorakoskopik Göğüs Cerrahisine (VATS) avantajları ise bu noktada başlamaktadır. VATS ile görüntü 2X veya 3X oranında büyütülebilirken, Da Vinci Robot’ta bu oran 10X-12X’e kadar çıkabilmektedir. Yine VATS 2D (iki boyutlu) görüntü sağlarken, DaVinci Robot 3D (üç boyutlu) yani çıplak gözle gördüğümüz görüntü kalitesini verebilmektedir. Da Vinci Robot’ta kullanılan kolların ucundaki aletlerin hareket açılarının 540 dereceye kadar çıkması, bu aletlerin el bileği kadar hareketli olmasını sağlamaktadır. Bu imkan VATS aletlerinde mümkün değildir. El titremesini filtreleme sistemi kanama oranını azaltmaktadır. Da Vinci Robotu aletlerinin manevra kabiliyetinin VATS’dan daha yüksek olması sayesinde özellikle kanser ameliyatlarında dar bölgelerden beze çıkarma işlemi kolaylaşmaktadır. Bu avantajlar sayesinde Robotik operasyonlar; daha az kanama ve ağrı ile kısa süreli hastanede yatış ve iyileşme sağlamaktadır. İstanbul Mehmet Akif Ersoy Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği olarak Türkiye’de Robotik Göğüs Cerrahisi yapılan tek kamu kuruluşu durumundayız. 2014 yılında Kliniğimizde, 25 adet Robotik Göğüs Cerrahisi operasyonu yapılmıştır. Akciğer Kanseri başta olmak üzere tüm Robotik operasyonlar Göğüs Cerrahisi kliniğimizde başarıyla uygulanmaktadır. içeriye doğru büyümüş göğüs duvarı tümörleri, yine robotik olarak 3 adet 1,5cm’lik kesilerden bir bütün olarak çıkarılmıştır. Göğüs cerrahisinde şu anda ülkemizde robotik vaka yapılan merkez sayısı oldukça sınırlıdır. Az sayıda özel merkez robotik göğüs cerrahisi yapabilmektedir ve bu merkezler oldukça yüksek maliyetle yapmaktadır. Kamuda tek robotik operasyon yapılan kliniğimizde ise hiçbir ücret alınmamaktadır. Bu durum robotik olarak ameliyat olmak isteyen ama yüksek maliyetler nedeniyle olamayanlar için büyük bir şanstır. Robotik operasyonlar, şimdiden birçok vakada tercih edilir duruma gelmiştir. Bu yöntem geleceğin operasyon biçimi olmaya adaydır. Dünyanın her yerinde bu konuda büyük yatırımlar yapılmaktadır. Bu nedenle bu operasyonlara erkenden başlamak ve hızla yol almanın hem kliniğimiz, hem ülkemiz için avantaj olduğu açıktır. Robotik operasyonların sınırları hızla ülke sınırlarını aşmakta, bu sayede ülkemiz sağlık turizminden daha büyük pay alabilmektedir. Hastanemizde Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, bu konuda ülkemizde öncü klinik olarak yer almaktadır. Robotla kalp operasyonlarının çektiği ilgiyi Göğüs Cerrahisinde de görüleceği açıktır. Maliyeti yüksek ve özellikli bu operasyonlar ağırlıkla özel hastanelerde yapılırken, Küçükçekmece Kamu Hastaneler Birliği içinde Mehmet Akif Ersoy Göğüs-Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesi bu yarışta ilk sıralarda yer almıştır. Hastanemizin Göğüs Cerrahisi Kliniği, şu an ülkemizde en çok Robotik Göğüs Cerrahisi yapan ikinci merkez olmanın gururunu yaşamaktadır. En yeni teknolojiyi en kısa sürede başarı ile uygulayabilen Göğüs Cerrahisi kliniğimiz hasta memnuniyeti ile de adından sıkça söz ettirmektedir. Hastanemizde geçtiğimiz yıl yapılan çok sayıda robotik operasyon arasında önemli vakalar yer almıştır. Bunlar arasında dikkat çeken bir vaka; yine hastanemizde kalp operasyonu olmuş bir hastada akciğer kanseri saptanması olmuştur. Hastanın sol akciğer alt parçası, robotik operasyonla başarılı biçimde alınarak kalp operasyonu olmuş hastaların, robotla akciğer kanseri sol tarafdan da olsa ameliyat edilebildikleri gösterilmiştir. Literatürde kalp operasyonu olmuş, akciğer kanseri saptanan ve robotla ameliyat edilen olguya rastlanmadığı için bu ameliyatın ilk defa yapıldığı kabul edilmiştir. Akciğer kanserleri dışında akciğerde kanser oluşturmayan iyi huylu çok sayıda akciğer tümörü robotla çıkarılmıştır. Kalbin zarını tutan hastalıklarda, kalp zarının operasyonları ve kalbin zarının kistleri yine aynı dönemde robotik olarak başarıyla ameliyatları yapılmış ve bu hastalar kısa sürede sağlıklarına kavuşmuşlardır. Göğüs duvarının iç yüzünde SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 55 sağlığımıziçin HASTA İLETİŞİMİ Yrd. Doç. Dr. Yasin BULDUKLU Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Hasta iletişimi nedir? Hasta iletişiminden önce hastayı tanımlamak gerektiği kanaatindeyim. Olağan koşullarda hasta iletişimi veya hastalarla iletişim denildiğinde kişilerarası iletişimin temel ilkelerinin hasta ile iletişimde de etkili olduğu kabul edilir. Ancak hasta ile iletişim normal koşullardaki diğer bireylerle iletişim kurmaktan farklıdır. Zira hasta zaten normal fizyolojik ve psikolojik bağlamından sapmıştır ve bulunduğu durumdan hoşnut olmayan kişidir. Onun bu içsel rahatsızlığı kodlara daha fazla anlam atfetmesine ve iletişimin bağlamını farklı değerlen56 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 dirmesine neden olmaktadır. Hasta iletişimi, bu haliyle olağan koşullarda karşılaşılma olasılığı oldukça zayıf olan kişiler arasında gerçekleşen, tarafların eşit olmadığı ve çoğunlukla yaşamsal düzeyde cereyan eden hasta ile sağlık hizmeti sunucusu arasındaki iletişimdir. Hasta iletişimi, tarafların içinde bulunduğu duruma, inançlara, değerlere ve kültürel ögelere göre değişkenlik gösteren yapıdadır. Kişinin yargıları, acıyla başa çıkma düzeyi ve kaderci olup olmaması gibi koşullar da iletişimin üzerinde etkili olmaktadır. İletişimin etkililiği, sunucu – hasta ilişkilerinde tedavide istenen sonuçların ve tarafların memnuniyetinin önemli bir bileşenidir. İletişimin eşitler arası olmayışı ve bilgi sahipliğindeki dengesizlik, tarafların birbirlerini daha çok anlamaya yönelik çabalara yoğunlaşmasını gerektirmektedir. Bu anlamda hasta ile iletişimin en önemli unsurunun empati olduğu söylenebilir. Kaç tip hasta ve hasta yakını var? Bu hastalara yaklaşımda nelere dikkat edilmesini önerirsiniz? Aslında her hasta farklıdır ve her hasta kendine özgüdür. Ancak bazı karakteristik özelliklere göre bir genelleme yapılabilir. Bu durumda da daha çok sorun ortaya çıkarma- Yrd. Doç. Dr. Yasin BULDUKLU sı olası hasta tiplerinin kategorize edilmesi, iletişim sırasında bu özelliklerin göz önüne alınması iletişim kazalarının daha az yaşanması sonucunu ortaya çıkarabilir. Bu çerçevede “Hastalarla İletişim” kitabında literatür bağlamında yapılan kişilik çalışmalarının sonuçları çerçevesinde dokuz hasta tipolojisine kitapta yer verdim. Bu artırılabilir. Ancak dediğim gibi iletişim sorunu yaşanması olası bu dokuz tipin tanınması ve bu özelliklerine göre onlara yaklaşım sergilenmesi, hem hizmet sunucusu hem de hasta açısından yararlı olacaktır. Bu hasta tiplerine ilişkin ayrı ayrı yaklaşımlardan söz edilebilir. Ancak burada hepsine ayrı ayrı değinmek yerine zor hastalarla iletişim konusunda genel bir şeyler söylemek yerinde olabilir. Sağlık hizmeti sunucularının genel tavrı, iletişimsel anlamda zor olarak nitelenebilecek kişilik yapısındaki hastalarla fazlaca uğraşmamak ve hatta onlardan uzak durmak yönündedir. Genellikle de bu tip hastalar, sağlık hizmeti sunucuları açısından sorunlara yol açmaktadırlar. Onlardan kaçınmak yerine basit bazı taktiklerle onlarla iletişim kurmaya çalışmak, uzun vadede ortaya çıkması olası sorunların önüne geçmeyi sağlayacaktır. Hasta tiplerine ilişkin olarak en temel öneri, sahip olunan önyargıları bir kenara bırakmak ve bu kişilik tiplerine veya iletişim biçimlerine sahip kişilerin özelliklerinin onların bir parçası olduğunu kabul etmektir. Etkili sonuçlara erişmek için bu kabullenme, bir başlangıç olarak belirlenebilir. Hasta tiplerine göre iletişimde hastanın tek kişi olmadığı da göz ardı edilmemelidir. Zaten hizmet almaya da hasta genellikle birilerinin refakatinde gelmektedir. Örneğin geveze bir hasta ile iletişim kurmaya çalışırken geveze bir hasta yakını ile de başa çıkmak zorunda kalınabilmektedir. Bu noktada bu türden hasta ve yakınlarının nasıl konunun çerçevesi içinde tutacağınızı bildiğinizde en basit kazanım, zamandan tasarruf etmektir. Zor hastalarla iletişimde sağlık çalışanlarına öneriniz nedir? En temel yaklaşım, önyargısız biçimde bu kişilerle iletişim kurmaya çalışmak ve içinde bulundukları duruma göre onları değerlendirmektir. Ancak zor hastalarla iletişimde en önemli aşama; bu hastaları tanımak, doğru kategorize etmek ve onlara uygun iletişim deseninde ilişkiyi yapılandırmaktır. Böylelikle olası iletişim kazaları da engellenebilecektir. Sağlık hizmeti sunucularının unutmaması gereken esas nokta, hastanın kişilik yapısı zor bile olsa doğru iletişim stratejileri ile herkesle etkin iletişim kurulabileceğidir. Daha genel bir ifade ile herkesin anlayabileceği bir iletişim dili vardır. İletişimin “sahne oyunu” gibi olduğu hizmeti sunanlarca unutulmamalıdır. Hizmeti sunan ne denli başarılı iletişim kodlarını aktarırsa zor olarak nitelenen kişilerin buna geribildirimleri de o denli olumlu olacaktır. Elbette sağlık hizmeti sunucuları, emek yoğun bir sektörün çalışanlarıdır ve herkese istediği nispette ilgi göstermekte zorlanabilirler. Onların da özel yaşamlarında sorunları vardır. Ancak sağlık hizmetleri bu noktada diğer sektörlerden ayrılır. Özellikle hastanın giderek hizmet sunumunun merkezine yerleşmeye başlaması, hastayı anlamanın ve ona uygun iletişim deseninin seçilmesinin önemini de giderek artırmaktadır. Sağlık sunucusunun bu düşüncesinde göz ardı etmemesi gereken esas husus, başlangıçta ortaya koyarak ikna etmediği hasta için sonra çok daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacağı olmalıdır. Sağlık sunucuları birkaç küçük ipucu yardımıyla bu hastalarla iletişimi yönetebilirler. Doktordan ve tedaviden kaçan hasta nasıl ikna edilir? Doktora ya da tedaviye uymama bizim ülkemizde en çok rastlanan durumdur. Birçok kişi sadece hekime gitmekle sorunun çözüldüğünü düşünür. Hatta çoğumuz hekimlere bir şeyimiz olmadığını söylesin diye gideriz. Olumsuz bir şey söylediğinde de eğer o hekime tam güvenmiyorsak başka bir hekim aksini söyle- sin diye ona gideriz. Bu durumda da sağlık hizmeti sunucusunun ve özelde hekimin iletişim becerisi ortaya çıkmaktadır. Hastanın tam anlamıyla ikna edilememesi, aslında sağlık kaynaklarının da etkinsizliğine neden olmaktadır. İkna olmayan hastanın başka diğer hekimlere, sağlık kurumlarına veya alternatif uygulamalara yönelmesi, aşırı kaynak tüketimine de neden olmaktadır. Hastanın ikna edilmesi ve onunla aynı noktaya bakıldığının sağlanması, sadece hastayı korkutarak başarılabilecek bir durum değildir. Onunla iyi iletişim kurmak, onu sadece hasta olarak değil de bir birey olarak, kendi hayatının farkında olması gereken bir uzman olarak görmek iknanın ilk adımı olarak kabul edilebilir. Kendini paternalist bir yaklaşımla üstün olarak konumlandırmak yerine hastanın toplumsal konumu, yaşı, kültürel bağlamı gibi hususları göz önünde bulundurarak iletişim kurmak yararlı olabilir. Bazı hastalar, hekim kendine sert davrandığında talimatlara uyarken diğerleri, söylenilen somut olarak gösterildiğinde ikna olabilmektedir. Yine ikna konusunda hekimlerin soyut ifadelerle durumu açıklamaktan ziyade somuta yönelik yaklaşım sergilemeleri de daha düşük sağlık okuryazarı kişilerin kolay ikna edilmesine yardımcı olabilir. Bu anlamda görsellerin ve operasyon görüntülerinin somut zemine oturtmakta yararlı olacağını ifade etmek isterim. Yine özellikle kronik rahatsızlığı olan kişilerin durumsal bıkkınlıkları, önerileri dinlememek, tedaviden kaçmak ve keyfine göre hekim bulmak arayışını en çok ortaya çıkaran etkenlerin başında gelmektedir. Böyle durumlarda aile bireylerinden yardım almak ve onlara sorumluluk vermek de yararlı olabilir. Örneğin sigara içen ve sağlık açısından ivedilikle bırakması istenen dedenin üzerinde torunu oldukça etkili olabilmektedir. Torundan aldığınız yardım ile dedeyi daha çabuk ikna etmeniz yüksek olasılıktır. Hastalar, sağlık profesyoneli ile doğru iletişimde nelere dikkat etmeli? Buraya kadar hep sağlık sunucularının sorumluluğunda bir iletişim SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 57 biçiminden söz ettik. Ancak iletişim iki yönlü bir süreçtir ve bunun hasta tarafı da sorumluluk almalıdır. Hasta ya da yakınları sorumluluk almadan doğru sonuca erişmek olanaklı değildir. Hasta ile hekimin etkileşiminde tarafların tatminini etkileyen beklenti düzeyi, iletişimin kalitesini etkileme potansiyeline sahiptir. Öncelikle hekimler sihirli değneğe sahip kişiler değillerdir ve onlardan şapkadan tavşan çıkarmalarını beklememek gerekir. Hasta anlattığı şeylerden hekimin hemen durumu anlamasını ve sorunu anında halletmesini bekliyorsa bu gerçekçi bir beklenti olmayacaktır. Aynı şekilde hekimin durumu tam anlamıyla algılayıp durumdan en az hasta kadar mustarip olmasını beklemek de gerçekçi değildir. Ama her koşulda hastanın yapması gereken en önemli şey, sorunu tam, açık ve doğru biçimde hekime ya da hizmetin diğer sunucularına aktarmasıdır. Olabildiğince sade ve amaç odaklı sorunun aktarılması, taraflara hem zaman kazandıracak hem de sorunun ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Hizmeti sunana durumun aktarımı sırasında utanma, sıkılma, çekinme gibi motivasyonlarla bastırılması da tedaviyi olumsuz etkileyebilmektedir. Hekimle iletişimde bu duyguları bir kenara bırakmak iletişimi olumlu yönde etkileyecektir. Hastalar özellikle bedelini ceplerinden ödediklerinde hizmeti sunanın tüm zamanını satın aldıklarını düşünürler. Onun çalışma alanını da bu nedenle uzun uzun işgal etmekte bir sorun görmezler; hatta bunu hakları gibi düşünürler. Onların bu bakış açısı, hizmet sunucularına karşı olumsuz tutumları ortaya çıkarabildiği gibi; tedavi etkinliğinin de azalması sonucunu ortaya çıkarabilmektedir. Hastanın kendi yaşadığı deneyimin uzmanı olarak hekimle ortaklık kurmaya yönelik çaba göstermesi ve önyargılarını bir tarafa bırakması tedavi sonuçlarını olumlu etkileyeceğinin bilincinde olması gerekir. Elbette hasta hakları vardır. Ancak hastalar hakları kadar sorumluluklarının da bilincinde olmalıdırlar. Üzerine düşen sorumlu58 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 lukları yerine getirmeden sadece hizmeti sunanı suçlamak, en basit haliyle haksızlıktır. Kriz anında neler yapılmalıdır? Sağlık hizmetleri, doğası gereği pek çok riski bünyesinde taşımaktadır. Yapılan küçük bir girişim bile kişinin yaşamını ve yaşam kalitesini etkileyebilmektedir. Hizmeti sunan, alanında ne kadar uzmanlaşmış olursa olsun; diğer etkenlerden doğan bazı sonuçların engellenebilmesi neredeyse imkansızdır. Hatta zaman zaman yapılan işte aşırı uzman olunduğunun hissedilmesi de beklenmeyen bir durumu ortaya çıkarabilmektedir. Beklenmeyen gelişmeler, sağlık hizmetini sunanın veya sağlık kurumunun ve hatta sağlık sisteminin kriz ortamına sürüklenmesi sonucunu ortaya çıkarabilir. Kriz doğası gereği, zarar, ziyan, hasar ve kayıp ile sonuçlanan durumları yaratır. Krizin doğru yönetilebilmesi ile de bunların etkisi azaltılabilir. Hatta moda ifadeyle kriz fırsata dönüştürülebilir. Sağlık hizmeti sunumunda krize yanıt en önemli aşama olarak görülmektedir. Kriz başlangıç aşamasında doğru kontrol edilebilir ve hazırlıklı olunabilirse etkileri daha az olmaktadır. Kurumların ya da kişilerin kriz durumlarında en sık başvurdukları yöntem, duyarsız kalmak, sorumluluğu inkar etmek ya da bir başkasını suçlu ilan etmek biçimindedir. Kriz durumları bunların aksine açıklığa ve doğru iletişime en çok ihtiyacın olduğu dönemlerdir. Yine krizin ortaya çıkmasına yönelik tüm çabalara rağmen; sağlık alanı, krizin engellenmesi en zor olduğu sektördür. Bu noktada genellikle krizi onarıcı adımlar öne çıkmaktadır. Eğer kriz sağlık kuruluşunu etkileyecek nitelikteyse bu durumda ilk adım, tek bir sesin dışarıya yansıtılması ya da her kafadan bir ses çıkmamasının önlenmesi olmalıdır. Krizin odağındaki bir kişi ise bu durumda da profesyonel bir iletişim yöneticisi ile çalışmak yararlı olabilir. Ancak hem kişi hem de kurum için kriz durumunda hızın ve gerçekçiliğin önemli olduğu unutulmamalıdır. Medyanın kriz yö- netiminde en stratejik araç olduğu bilinmeli, onlara doğru bilgi tek kaynaktan hızlı biçimde aktarılmalıdır. Bu arada sağlık hizmetlerinde bazı krize neden olma olasılığı önceden belirli olan olaylar için beklenti yönetiminden de kısaca söz etmek yararlı olur kanaatindeyim. Bazı sağlık girişimlerinde hizmeti sunanlar hastaya pozitif olmak adına bazı önerileri iyimser biçimde aktarma eğilimi göstermektedirler. Böyle durumlarda hastanın sonuç beklentisi düzeyi yükselmekte ve olası küçük aksilikler bile kriz sonucunu doğurmaktadır. Böyle durumlarda da açık biçimde bilgi vermek, beklenti düzeyinin yükselmemesine neden olacaktır. Bu noktada açık olmak ile acımasız olmak arasındaki çizgiye de dikkat etmek gerekir. Sağlıklı iletişimin olmazsa olmazı size göre nedir? En başta sağlık iletişimi sadece kişilerarası iletişim boyutuna sıkıştırılamayacak kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Yani sadece hekim – hasta iletişimi boyutu ile konuyu ele almak sağlık iletişimini çok dar bir bakış açısı ile değerlendirmek anlamına gelmektedir. Oysa sağlık iletişimi çok boyutlu bir kavramdır. Genel anlamda sağlık iletişiminde iletinin anlaşılır ve açık olması, doğru bilgiyi içermesi ve hedef kitle bağlamında kodlamanın yapılması önemli hususlar olarak sıralanabilir. Ancak ben burada hizmet sunan – hasta iletişimi konusunda en önemli husus nedir? Sorusuna cevap vereyim. Bana göre hasta ile iletişiminin en önemli unsuru “insanı sevmek”tir. İnsanı sevmeden, çaresiz gözlerden rahatsız olmadan bu işin başarılı biçimde yapılmasının imkansız olduğunu düşünüyorum. Hastaya ya da yakınına yardımcı olunduğunda veya doğru iletişim kurulduğunda onların gözlerindeki mutluluğun tarifsiz olduğunu anlamadan bu hizmetin etkili sunumu olanaksızdır. Sadece para, sadece statü ya da sadece bireysel yarar için tatmin edici sağlık hizmeti sunulamaz. Dolayısıyla insanı sevmeden de sağlıklı iletişimden söz edilemez. sağlığımıziçin SOLARYUM, KANSERE DAVETİYE ÇIKARIYOR Prof. Dr. Şükran TUNALI Dermatokozmetoloji Derneği Başkanı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC - The International Agency for Research on Cancer) tarafından yapılan 20’den fazla epidemiyolojik çalışmalar, 30 yaşından önce solaryum ışınlarına maruz kalanlarda kanseri riskinin yüzde 75 oranında arttığını kanıtladı. Elde edilen verilen veriler doğrultusunda, Dünya Sağlık Örgütü (WHO), UVA ve UVB ışınlarına aşırına maruziyetten mutlaka kaçınılması gerektiği uyarısında bulundu. Dünyanın farklı yerlerinde yapılan bi- 60 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 limsel araştırmalara göre, Ultraviyole ışınları insanlar üzerinde kanserojen etki yaratıyor. Bu ışınlar güneş gibi ister doğal kaynaklı olsun, ister solarium gibi yapay kaynaklı olsun, ciltle aşırı teması durumunda kanser gelişme riskini büyük oranda artırıyor. Bu risk, özellikle 30 yaşından önce solaryum cihazlarını kullananlarda daha da artıyor. Bronzlaşma Merakı Canınızı Almasın İngiltere Kanser Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan araştırmaya göre, her yıl yaklaşık 14 bin kişi cilt kanserine yakalanıyor ve buna bağlı olarak 2 binden fazla kişi hayatını kaybediyor. Bu verilerin 40 yıl öncesine nazaran 10 katına çıktığını belirten kurum, bu artışın solaryuma giren insan sayısının artmasıyla doğru orantılı olduğuna dikkati çekiyor. Yapılan farklı bilimsel araştırma sonuçlarına göre, UV ışınları göz retinasına ve konjonktiva tabakasına ciddi zararlar veriyor . Solaryum ışınlarına maruz kalan kişilerde en çok rastlanan ciddi göz hastalıkları arasında makula dejenerasyonu, solar makulopati, gözde et büyümesi (pterjiyum), katarakt ve göz kapaklarını kaplayan deride ve konjonktiva tabakasında kanser oluşumu yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, ultraviyole ışınlarına aşırı maruz kalan kişilerin ciltleri elastikiyetini kaybediyor ve bundan ötürü cilt daha çabuk yaşlanıyor CPHI İSTANBUL Turgut TOKGÖZ İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası (İEİS) Genel Sekreter Dünyanın en önemli ilaç etkin madde fuarı olan CPhI Worldwide yelpazesinin bir parçası olarak, bölgesinin merkezi niteliğindeki ve ilaç endüstrisi için önem taşıyan ülkelerde (CPhI India, CPhI China, CPhI Rusia gibi) bölgesel fuarlar düzenleniyor. Bu kapsamda, ülkemizde düzenlenmesi için gösterdiğimiz yoğun çabalarımız sonucunda, CPhI İstanbul, geçtiğimiz yıl ilk defa Sendikamızın resmi ortaklığında ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun desteğiyle düzenlendi. Fuar, beklenenin çok üzerinde bir katılımla, 86 ülkeden 4.000’in üzerinde ziyaretçi ve 19 ülkeden 191 fuar katılımcısıyla gerçekleşti. Söz konusu etkinlik, bu sene 3-5 Haziran 2015 tarihleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenleniyor. Ülkemiz ve ilaç endüstrimiz için önemli kazanımlar sağlayan fuarın bu sene de resmi ortağı olmaktan kıvanç duyuyoruz. Etkinliğin, geçtiğimiz yıl olduğu gibi, Avrupa, Orta Doğu, Uzak Doğu, Orta ve Güney Asya, Balkanlar ve Kuzey Afrika bölgelerinden gelen katılımcı profili ile ilaç endüstrisi için uluslararası düzeyde etkili bir fuar olacağına içtenlikle inanıyoruz. Sendikamız kurulduğu günden bugüne, ülkemizin daha güçlü bir ilaç endüstrisine kavuşması yolunda çalışmalarını sürdürüyor. Bu kapsamda, endüstrimiz için hedefimiz, dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden ve ihracatçılarından birisi konumuna gelmek. Nitekim, bu hedefi gerçekleştirmek için güçlü, köklü ve uluslararası standartlarda bir endüstriye sahibiz. Gerekli koşullar oluşturulduğunda, Türkiye ilaç endüstrisinin uluslararası rekabet gücünü artıracağına ve küresel üretim merkezi haline geleceğine şüphemiz yok. Bu alanda çalışmalarımıza kararlılıkla devam ediyoruz. CPhI İstanbul’un resmi ortağı olmamızın sebebi de bu kararlılığımız. Ülkemizin kilogram başına ortalama ihracat değerinin 2 dolar, endüstrimizin ihracat değerinin ise yaklaşık 35 dolar olduğu göz önüne alındığında, endüstrimizin ihracat açısından önemi ortaya çıkıyor. Uzun yıllara dayanan uluslararası kalite standartlarında üretim deneyimi, kaliteli insan gücü ve yüksek teknolojisi ile gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek potansiyele sahip olan endüstrimizin ürünleri, Avrupa Birliği (AB), Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere 170 ülkeye ihraç ediliyor. İlaç ihracatımız son üç senedir ülkemizin toplam ihracatından daha hızlı bir şekilde, çift haneli olarak büyüyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı son üç senede %12’den %18’e yükseldi. 2009 yılında 474 milyon ABD doları seviyesinde olan ilaç ihracatımız 5 yılda %80 düzeyinde artarak 2014 yılında 856 milyon ABD dolarına ulaştı. Ancak, özellikle 2012 ve 2013 yıllarında yakalanan çift haneli büyüme rakamlarını takiben 2014 yılında ihracattaki büyüme hız keserek %4,7 seviyesinde kaldı. Türkiye’de uygulanan düşük fiyat politikaları, son dönemde ilaç ihracatının hızının azalmasında rol oynayan önemli faktörlerden birisi haline gelmiştir. Ticari bir malın ucuzlamasının onun dış pazarlardaki rekabetçi konumunu artırması beklenirken tersine sonuç doğurması bir paradoks olarak algılanabilir. Ancak, serbest piyasa şartlarında belirlenmeyen fiyatlar ve yine serbest ticarete konu olmayan bir ürün olması nedeniyle ilaç pazarında farklı formlarda anomaliler ortaya çıkabilmektedir. Nitekim, ihracat pazarlarındaki sağlık otoriteleri Türkiye’deki düşük fiyatları kaynak olarak almak suretiyle kendi ülkelerine ihraç edilen ürünlerimizde ruhsatlandırma yaparken bu fiyatları talep etmektedirler. Bu durum bir yandan ülkemiz üreticilerinin dış pazarlarda yetersiz kar marjlarıyla etkin tanıtım yapabilmelerini engellemekte, diğer yandan da üreticilerimizi doğrudan ihracat yapmak yerine ilgili ülkede daha yüksek fiyat alabilmek adına o ülkede fason üretim yaptırmaya itmektedir. Endüstrimizin küresel üretimden yüksek pay alması ve ihracatını artırabilmesi için ilk aşamada iç pazarda sürdürülebilirliğin ve öngörülebilirliğin sağlanması büyük önem taşımaktadır. Umut ediyoruz ki, önümüzdeki dönemde ilaç politikaları stratejik öneme sahip endüstrimizin rekabet gücünü ve verimliliğini artıracak ve gelişiminin önünü açacak biçimde düzenlenir. Türkiye ilaç endüstrisini ancak, tüm tarafların yakın ve yapıcı işbirliğiyle, etkin koordinasyon ve doğru destek mekanizmalarıyla küresel bir oyuncu haline getirebiliriz. Turgut TOKGÖZ SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 61 sektörden ASANSÖRDE YENİ BİR KONSEPT: HAVA İLE ÇALIŞAN VAKUM ASANSÖRLER HMF Asansör, hava ile çalışan ENI vakum asansörlerini piyasa sundu. Asansör kuyusu ve makine dairesi gerektirmeyen ev, işyeri, kamu kuruluşları gibi her yapıya kolaylıkla uygulanabilen vakum asansörler asansör sektörüne yeni bir konsept getirecek. asansörleri, evinizin istediğiniz bir kısmına rahatça uygulanabilir. Minimum alan kullanımı ile yapılara kolayca uyum sağladığı için yeni inşaa edilen veya var olan bir projeye rahatlıkla montajı gerçekleştirilir. Yolcu kapasitesi 1 ila 3 kişi arasında değişen asansörler son derece yumuşak kalkış ve duruş mekanizmasına sahiptir. Yenilikçi ve modern tasarıma sahip 360o panoramik görüş sağlayan vakum asansörler ile evinize ferah ve şık bir görünüm kazandırabilirsiniz. Güvenli ve Çevre Dostu Asansör Vakum Asansör Nedir ve Nasıl Çalışır? Dikey silindir içerisinde hava basıncı yardımıyla hareket eden vakum asansör elektrik süpürgesi mantığıyla çalışır. Asansörün en üstünde bulunan hava tahliye valfi ile hava akımı kontrol edilerek kabinin ve yolcuların yukarı doğru hareketi sağlanır. Farklı talepleri karşılamak amacıyla 2 ayrı tipte üretilen ve 15 m yüksekliğe ulaşabilen vakum asansörler, 2 ila 6 duraklı olup tekerlekli sandalye kullanıcılarına uygun modeli de mevcuttur. Asansör kuyusu veya makine dairesi gerektirmediği için kurulumu son derece kolay olan ENI vakum Devrimsel nitelikteki ENI vakum asansörleri kalkış sırasında minimum enerji harcarken iniş sırasında hiçbir enerjiye ihtiyaç duymaz, yerçekiminden yararlanarak inişini tamamlar. Kablo, makara veya piston bulunmadığı için yağlama ve bakım gereksinimi de minimum düzeydedir. Her türlü binaya uyum sağlayan yapısı sayesinde 1-2 günde montajı gerçekleştirilir, istenmesi halinde kolayca demonte edilerek başka bir mekana taşınabilir. 2012 yılında İspanya’da faaliyetlerine başlayan ENI vakum asansörleri, son derece güvenli yapılardır. Herhangi bir elektrik kesintisi sırasında, asansör kabini otomatik olarak en düşük seviyeye iner ve kapılarını açarak yolcuların dışarı çıkmasına olanak tanır. Üstelik bunları yapmak için hiçbir enerjiye ihtiyaç duymaz. Ayrıca kullanılan devreler 12 V olup elektrik çarpma riskini ortadan kaldıracak şekilde tasarlanmıştır. Standart 3 rengin dışında opsiyonel renk seçeneklerinin de mevcut olduğu vakum asansörler ile teknoloji ve şıklığı bir arada yaşayın. 62 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 İLİŞKİNİZİN ANAHTARI SİZDE Özlem KÖSE Uzman Evlilik ve Aile Terapisti İkili ilişkilerde güven nasıl oluşur? Güven, bir ilişkinin başlaması ve devam edebilmesi için en önemli yapıtaşı. Son yıllarda ilişkilerle ilgili yapılan pek çok araştırmada “Eşinizde ya da sevgilinizde aradığınız en önemli kişilik özelliği nedir?” sorusu katılımcıların “güvenilir” olması diye yanıtladığını görüyoruz. Daha güzel, daha zengin ya da daha çekici bir eş aramıyor kimse; sözüne güvenilebilen, sırtını ona yaslayabileceği bir eş istiyor. Amerika’nın ve dünyanın en ünlü evlilik araştırmacısı John Gottman’ın yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre güveni oluşturmak için şunlar gerekli: 1. Eşimizin neler yaşadığının ve ne hissettiğinin farkında olmak 2. Eşimizin zor anında arkamızı dönmek yerine ona yanında olduğumuzu hissettirmek 3. Eşimizin bizden farklı bir bakış açısına sahip olabileceğini kabullenmek ve bu farklılığı hoş görmek 4. Eşimizin duruma nereden baktığını anlamaya çabalamak 5.Savunmacı bir yaklaşımla tepki vermekten kaçınmak 64 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 6. Empati yapmaya çalışarak duruma yaklaşmak İlişkilerde güvenle ilgili sorunlar oluşmaya başladığında Gottman’ın bu önerilerini yapabilmek elbette zorlaşıyor. Çiftler güvenin kolayca ve kendiliğinden gelişebilen bir durum olduğunu düşünüp oluşması için yeterince çaba göstermiyor, güven kaybolunca onu aramaya başlıyor. Güven oldukça pahalı bir şey; milyonlarınız olsa satın alamazsınız kaybettikten sonra. Önemli olan, daha ilişkinin başındayken ve ilişkinin bulutsuz günlerinde biraz önce söylediğim önerileri uygulamaya çalışmak. Kaybettikten sonra yeniden kazanma sürecinde profesyonel desteğe ihtiyacınız olabilir. Güven oluşurken iletişim becerilerimiz kadar hormonlarımız da oldukça önemli bir rol oynuyor. Cinsel ilişkideki orgazm sırasında kadınlar oksitosin, erkeklerse vasopressin dediğimiz hormonu salgılıyor. Gottman ve arkadaşlarının yaptığı araştırmalara göre bağlanma hormonu olarak da bilinen bu iki hormon hem kadında hem de erkekte fiziksel ve duygusal bağın orgazm yoluyla perçinlenmesine katkıda bulunuyor. Güvenle ilgili daha geniş kapsamlı bilgi sahibi olmak isteyenler için Dr. Gottman ve Silver’in “What Makes Love Last?: How to Build Trust and Avoid Betrayal” adlı kitabını okumalarını öneririm. Güven sorunu yaşayan kadın ya da erkekler neler yapmalı? “Seni, uçurumun kenarında tutunduğum dal bileyim” diyor ya şair, iste eşimizden ya da partnerimizden aldığımız ve ona verdiğimiz en önemli mesaj bu, güvenle ilgili kaygılarımızı gidermek için. Eğer esimizin/partnerimizin ihtiyacımız olduğunda yanımızda olacağına inanıyorsak ve bunu davranışlarıyla gösteriyor olmasına rağmen hala kuşkulanıyor ve onu sadakatsiz olmakla ya da dürüst olmamakla suçluyorsak, bu durum bizim geçmişte yasadığımız ilişkilerimizden getirdiğimiz bir güven problemi ya da yine geçmişte tamir edemediğimiz olumsuz duygularla dolu bir bavulla yeni ilişkimize devam ettiğimiz için basımıza geliyor olabilir. Daha başka bir ifadeyle, karşılaştığımız durum hem bizim hem de partnerimizin bağlanma stili ve aramızda oluşan bağın güvenli olup olmaması ile yakından ilişkili olabilir. Bu durumda, mutlaka hem ilişkilerle ilgili travmalar hem de yetişkin terapisi konusunda uzmanlaşmış terapistlerden destek almak ve bağlanma stilimizle ilgili bilgilenmek çok önemli. Bu konuda Uzm. Psk. Tarik Solmuş’un her biri diğerinden faydalı olan pek çok kitabı var, ancak daha fazla bilgi sahibi olabilmek isterseniz “Kadınlar / Erkekler Farklılıklar / İlişkiler” adli kitabından başlamanızı öneririm. İlişkilerin sürdürülebilir olması için neler yapılmalı? “Kavgalar aşkın tuzu biberi” denir ya bizim kültürümüzde, aslında bu bize gösteriyor ki çatışmalar hayatımızın bir parçası. Bazen etrafınızdaki kişilerden duyarsınız “kavga bile etmiyorduk ama ilişkimiz bitti” diye. Eğer hiç tartışmıyorsanız her iki tarafın da önemsediği ve uğruna savaş verdiği ortak cidarlarınız azalmış demektir. En mutlu ilişkilerdeki çiftler bile tartışıyor, ancak onları çatışmalı ve mutsuz çiftlerden ayıran en temel nokta kavga ettikten sonra çok geçmeden tamir etmeye ve sorunu düzeltmek için çaba sarf etmeye çalışmaları. Sorun yasayabilirsiniz; sorunu denediğiniz yöntemlerle çözemeseniz bile her iki tarafın da çözüm aradığını görmeniz ilişkiye olan inancınızı pekiştiriyor. İlişkilerde zaman zaman ilgisizlik olduğunda ne yapmalı? Çiftlerin ortak bir hayalinin olması ilişkinin verdiği tatmini korumak için altın değerinde. Bu, bazen beraber çocuk yetiştirmek de olabilir, birlikte bir proje üretmek, zengin olmaya çalışmak ya da bir sosyal yârdim kuruluşunda gönüllü olmak da. Düşünsenize; birlikte yürümek istediğiniz bir yola çıkmışsınız, el elesiniz ama bir sure sonra yol bitmiş, olduğunuz yerde sayıyorsunuz. Bu durumda kim aynı yerde sayarak hayatını geçirmek ister ? Anlamlı bir ortak yolda atılan adımlarla birleştiremediğiniz yolun yerini, sudan sebeplerle çıkan kavgalar alıyor sonrasında; bir bakmışsınız ki hayatlarınızdaki boşluğu doldurmak için kullanmışsınız çatışmaları. Ne acı... Bazen bunu yaptığını gördüğüm çiftlere sorarım, “Bu çatışmaların hepsinden sizi kurtardığımızı varsaysak birlikte ilk yapacağınız şey ne olurdu?” diye, çoğunlukla donakalıyorlar. Anlıyorlar ki çatışmalarla baş etmeye çalışmak olmuş artık var olma cabalarının adı. O yokken sanki ne ben ve sen olabiliyorlar, ne de biz… Neden ilişkiler uzun sürmüyor? Pek çok sebebi var aslında ama bir çift terapisti ve araştırmacı olarak en sık karşılaştığım nedenlerden bahsetmek isterim. Ülkemizde çatışmadan kaçınarak ilişkilerini yaşamaya çalışan büyük bir kitle var, bütün problemlerimizin yarattığı çatışmayı öteleyerek ve sorunların üstünü örterek üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Artık “kişilerarası nörobiyoloji”den bahsedebildiğimiz bir çağda yaşıyoruz. Bu alanda yapılan çalışmalar bize gösteriyor ki yakın ilişkilerdeki tepkilerimizi belirleyen süreçler beynimizin “duygusal beyin” diye de tabir edebileceğimiz kısmı olan amigdalada saklanan duygusal geçmişimizle ilgili. Hiçbir ilişkiye sıfır kilometre başlamıyoruz; amigdalamız geçmişteki ilişki yaralarımızı, incinmişliklerimizi, travmalarımızı hatırlayıp işlemliyor. Bu bilgiyi, bir tehlikede olup olmadığımızı anlayabilmek için yaşadığımız çevredeki tehlikeyi taramak için kullanıyor. Tarasın ki “savaş, dona kal ya kaç” diyebilelim ve hayatta kalmamızı sağlayacak fiziksel tepkiyi gösterelim. Bazılarımız amigdalamızın emriyle donup kalıyor ve onarmak için adım atamıyor; bazılarımızsa kavganın ateşini yükseltip hararetiyle yanarak ateşin içinde kalıyor. Bir süre sonra bu çekilmez hale gelince ayrışma başlıyor ve yeni yollar yeni insanlarla deniyoruz. Unutmayın ki gittiğiniz her yeni ilişkiye amigdalanızı da götürüyorsunuz, hem de küllenmişlere eklenmiş yeni ve taze yaralarla… Son dönemlerde artan boşanma oranlarına bakıldığında evliliklerin sürdürülebilir olmasında da sorun var. Bunun çözümünde ne önerirsiniz? Boşanmak çözüm müdür? Sürmek için ne yapılabilir? Boşanmak elbette çözüm değil, her yeni gittiğimiz ilişkiye eski ve bize iyi gelmeyen ilişki kalıplarını taşıyarak gidiyoruz. Kimseyle olmayalım, yalnız kalalım gibi bir lüksümüz de yok çünkü insan diğer bütün memeliler gibi bu dünyaya bağ kurmak için gelmiş, bağ kurduğunda kendini tam ve varoluşunu tamamlamış hissediyor. Yapmamız gereken en önemli Özlem KÖSE şey bize her ilişkimizde kaybettiren hatalı ilişki kalıplarımız hakkında farkındalık kazanmak, güvende hissedemediğimiz, mutlu olmasak da sırf bitirmek zor geliyor diye ittirerek götürmeye çalıştığımız ilişkilerimizi tamir etmek için ya uzman desteği almak, tamir edemiyorsak da ittirmekten vazgeçip vedalaşmanın yollarını aramak çok önemli. Mutlu olmak ve varoluşumuzu tamamlamak için evleniyor ya da ilişkiler sürdürüyoruz, her gün bizden götürdüğünü gördüğümüz ve her geçen gün biraz daha yarım hissettiren ilişkide kalmak için değil. İlişkiye yeni başlayanlar, ilişkisi devam edenler ya da yalnız olanlar için kısacası herkese 40 yıldır ilişki araştırmalarının yapıldığı Seatle’daki aşk laboratuvarından çıkmış John Gottman ve Nan Silver’in “ Evliliği Sürdürmenin Yedi İlkesi” adlı kitabını mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Uzman evlilik ve aile terapistiyim. Purdue Üniversitesi’nden uzmanlık, Hacettepe Üniversitesi’nden lisans derecemi aldım. İstanbul-Etiler’de Arkabahçe Danışmanlık’ta terapist olarak çalışmanın yanı sıra ODTU Kıbrıs ve Alman Araştırma Birliği’nin ortak yürüttüğü bir uzun kesitli araştırmada araştırmacı olarak çalışıyorum. Çiftlerle, bireylerle ve çocuklarla yaptığım hem klinik hem de akademik çalışmaların yanı sıra travma ve bağımlılık tedavisi üzerine uzmanlaştım. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 65 haber GOOGLE SCHOLAR VERİLERİNE GÖRE BİLİM İNSANLARI LİSTESİ YAYINLANDI Webometrics isimli web sitesi h indeksi ve atıf sayılarını göz önünde bulundurarak Türkiye’nin de aralarında olduğu farklı ülkelerin Google Scholar, Web of Science verilerine göre sıralamasını yaptı. Avrupa birliği 7. Çerçeve Programı kapsamında “Project Acumen “ isimli bir araştırmada Türkiye ve Avrupa’da bilim insanlarının başarı sıralaması çıkartıldı. Daha önce üniversitelerin sıralamasını yaparak adını duyurmuş olan webometrics isimli web sitesi bu kez h indeksi ve atıf sayıları göz önünde bulundurularak Türkiye’nin de aralarında olduğu farklı ülkelerin en Doç. Dr. Polat Dursun Jinekolojik Onkoloji Alanında Çalışmalar 2000’den fazla bilim insanı arasından seçilmiş ve Google Scholar, Web of Science verilerine göre incelemesi yapılarak oluşturulmuş “En Başarılı Bilim İnsanları” listesinde, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın hastalıkları ve Doğum ABD, Jinekolojik Onkoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Polat Dursun’da yer aldı. Listede tıp alanında yer alan en genç öğretim üyesi olan Doç. Dr. Polat Dursun “Ülkemizin en saygın bilim insanlarının yer aldığı bu listede yer almak benim için büyük bir gurur ve mutluluktur “dedi. Bu listede eksik olan isimlerinde olduğunu belirten Dursun, listenin zamanla daha doğru olarak yapılacağına inandığını söyledi. Listeye bakıldığında daha çok fizik kimya biyoloji gibi temel bilimler ve mühendislik bilimlerinden bilim insanlarının yer aldığını belirten Dr. Dursun, klinik tıp bilimleri içinde listede yer alan bilim insanları içinde en üst sıralarda yer aldı. Jinekoloji ve obstetric alanında 80’in üzerinde SCI’ya giren uluslararası yayını, binin üzerinde atıfı, uluslararası ders kitabı olarak okutulan bir ingilizce kitap editörlüğü, çok sayıda kitap çevirisi ve bölüm yazarlığı ile kanser tedavisi ile ilgili patent başvuruları olan Dursun’un rahim ağzı ameliyatlarının sınıflandırılması ile ilgili uluslararası dergide yayınlanmış bir evreleme sistemi önerisi de bulunuyor. 66 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 başarılı bilim insanları sıralamasını yaptı. Türkiye’den de en başarılı ilk 2000 bilim insanının listesi http:// www.webometrics.info/en/node/72 isimli web sitesinde yayınlandı. Prof. Dr. K. Hüsnü Can Başer Farmakognozi Alanında Yapılan Çalışmalar Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. K. Hüsnü Can Başer, yapılan sıralama ile ilgili şunları söyledi: “Araştırmacıların uluslararası atıf indekslerinde yer alması yaptıklarının uluslararası takdir gördüğünün bir işaretidir. Bilimin evrensel kurallarına bağlı kalarak araştırmalarını sürdüren ve sonuçlarını uluslararası dergi ve platformlarda duyuran araştırmacıların gördüğü bu takdir onlar için en büyük motivasyondur. Ben o listede yer almamı, araştırma alanıma, çalışma arkadaşlarımla birlikte yaptığımız bilimsel katkıların kalitesinin evrensel ölçülerde kabul görmesine bağlıyorum.” Prof. Dr. Kemal S. Türker Nörofizyoloji Alanında Çalışmalar Koç Üniversitesi’nde Nörofizyoloji laboratuvarını kuran ve 2012 yılında Bilim Akademisi Derneği Asli üyeliğine seçilen Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal S. Türker, çalışmaları hakkında şu bilgileri verdi: “Araştırma konularım genelde insan sinir sisteminin fonksiyonel haritasını bulmaya yönelik. Bu harita sayesinde sinir kas sisteminde oluşan hastalıklar zamanında teşhis edilecek ve tedavileri için bilimsel yöntemler geliştirilebilecek. Deneylerimizde gönüllü yetişkinler yer alıyor. İnsan sinir sistemini bir kara kutuya benzetebiliriz çünkü sinir sistemi içerisine doğrudan girmek mümkün değildir. Bu nedenle, kara kutuyu bir şekilde dolaylı olarak uyarmakta ve uyarı sonucu oluşan etkiyi kaslardan yazdırarak kara kutuda oluşabilecek sinir ağlarını tahmin etmeye çalışmaktayız. Sinir ağlarının haritasını bilmeden insanda oluşan sinir ve kas hastalıklarının tanı ve sağaltımları imkânsızdır. Şu ana kadar birçok yolağı tarif edip normal sınırlarını ortaya çıkarttık. Ancak önümüzde kat edecek çok yol ve bulunacak pek çok sinir yolağı daha bulunmakta.” Prof. Dr. Ibrahim C. Haznedaroğlu Hematoloji Alanında Çalışmalar “Atıf üretme potansiyeli olan yayınlar yenilik içermeli ve başka çalışmalar için temel oluşturmalıdır” diyen Hacettepe Üniversitesi Hematoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Haznedaroğlu, “Literatürde bu özelliğe sahip yayınlarım vardı. İlk ve tek Türk ilacı olan Ankaferd yayınlarımla ilaç hüviyeti kazanmıştır. Literatürde ilk kez kemik iliğinde lokal bir renin angiotensin sistemi varlığını gösterdim. Bu sistem lösemide önemli rol oynamaktadır. Çok merkezli çalışmalar da yüksek atıf alırlar. Kronik Myeloid Lösemi alanında Avrupa Birliği 6. Çerçeve programından fonlanan çalışmalarım oldu. Multi disipliner çalışmalar da çok atıf alır. PUbMed taramasındaki 300 civarı yayınımdan çoğu multidisiplinerdir” dedi. Listede ayrıca Vasıf Hasırcı, Nejat Akar, M Necmettin Pamir, Ayşe Ayhan, Vahit Özmen, Yasemin Gürsoy Özdemir, Tülay Kansu Alp Dinçer gibi bilim insanları da yer alıyor. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 67 röportaj ‘BENİM İÇİN HAYAT İLK NEFES ALDIĞIMDA DEĞİL, İLK NEFESİMİ TUTTUĞUMDA BAŞLADI...’ Astım konusunda bireysel ve toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla her yıl Mayıs ayının ilk Salı günü, Dünya Sağlık örgütü tarafından Dünya Astım Günü olarak ilan edilmiştir. Bu vesileyle, çocukluğunda astım hastası olarak yola çıkan sonrasında elde ettiği zaferlerle bir başarı hikayesine dönüşen Şahika Ercümen’i tanıyalım. Dünya Serbest Dalış Rekortmeni olan ve Yılın Sporcusu seçilen diyetisyen ve beslenme uzmanı Şahika Ercümen, alerjik astım hastası olarak başlayan ve denizden şifa bulmasıyla ortaya çıkan gerçek bir başarı öyküsünün kahramanı... Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Şahika Ercümen kimdir? 16 Ocak 1985 doğumluyum. Lise öğrenimimi Çanakkale’deki Milli Piyango Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Sonrasında lisans öğrenimimi 68 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Ankara Başkent Üniversitesi’nde, Beslenme ve Diyetetik bölümünde tamamladım. 2006 yılında ilk Türkiye rekorumu kırdım. 2011’de ‘dikey dalış’ kategorisinde dünya rekorunun sahibi oldum. Aynı gün paletsiz olarak 60 metreye dalarak bir rekor daha kırdım. Rekorlarla dolu bir spor hayatınız var. Su altı sporlarıyla nasıl tanıştınız? Çanakkale’de doğdum ve büyüdüm. Alerjik astım hastalığım vardı- o zaman doktorum tedavi sürecinde bünyemin güçlenmesi için spor yapmamı önermişti. Deniz kenarında yaşıyordum ve suda olmayı da çok seviyordum. Nefes tutarak yaptığım ilk denemelerde başarılı sonuç elde edince devam ettim. Hatta hastalığımın iyileşme süreci hızlandı. Vücudum güçlendi, kendimi daha zinde ve sağlıklı hissettim. 13 yaşındayken Çanakkale Su Altı Kulübü’ndeki kendi takımımın kaptanı olmuştum ve bu sorumlulukla kendimi geliştirdim. Yani deniz ve spor benim astımı yenmemi ve kendimi bulmamı sağladı. Hastalığınız hiç engel olmadı mı? Astımı yendiğimi düşündükçe kendimi daha iyi hissettim. Akciğer kapasitem yükseldikçe hastalığın izlerinin azaldığını gördüm. Son rekorumu kırmaya hazırlanırken astım nüksetti. Temmuz 2014’te yani rekora sayılı günler kala göğsümde ağrı hissiyle doktora gittiğimde, akciğerlerimde kapasite daralması olduğunu öğrendim. Rekora başvuru yaptığım için denemem gerekiyordu. Sporla yendiğim astım bana kötü bir şaka yaptı ama 91 metreye inerek bir kez daha hastalığımı atlatmayı başardım. Ben doğru nefes egzersizleri, yüzme ve dalış antrenmanları ile bağışıklık sistemimi kuvvetlendirdim Su altı sporları için kondisyon çok önemli. Akciğer kapasitemi geliştir- mek için sürekli çalışırım. Hareketsiz (stabil) olarak 6 dakika nefes tutabiliyorum. Rekor için ise genelde 3 dakikayı geçmiyor. Son rekorumda da 91 metreye 3 dakikaya yakın bir zamanda indim. Yeni projeleriniz var mı? Ben Çanakkale’de doğdum büyüdüm. Hem yaşadığım kente hem de bu topraklara borcumu bir kez daha ödemek için Çanakkale Şehitleri için dalacağım. Dünya savaşının kaderini değiştiren bu çarpışmalarda şehit olan atalarımız için rekor deneyeceğim. Tüm dünyada da ilgiyle takip edilen savaşın 100. yılı nedeniyle 100 metreye dalarak, şehitlerimizi hatırlatmak amacındayım. HAYALLERİNİ ERTELEMESİNLER Astım hastalarına bir tavsiyeniz olur mu? Tüm zorluklara rağmen, gerçekten istediğinizde, sonuna kadar inandığınızda ve bunun için tüm gücünüzle, kalbinizle çalıştığınızda önünüzde hiçbir zorluk duramaz. Astım ve diğer pek çok hastalık da aynı şekilde hayallerine engel olmasın. Ne kadar imkansız gibi görünse de mutlaka yol alsınlar. Bedenlerindeki hastalıklar engel olmadığı sürece spordan uzak kalmasınlar. Astım hastası bir genç, nefes tutarak dünya rekoru kırabiliyorsa herkes çalışarak başarılı olabilir diye düşünüyorum. Spor hayatın her anında ve alanında olmalı. Özellikle gençlerin sporla kendilerini geliştirmeleri çok önemli. DEVA Solunum Ailesi: DEVA Holding olarak Şahika Ercümen’e sponsor oldunuz? Bize kısaca projenizden bahsedebilir misiniz? DEVA Holding olarak 1958’den beri ülkemizde üretilebilecek her tedaviyi üretmek ve tıbbın hizmetine sunmak için çalışıyoruz. Onkolojiden kardiyolojiye, solunum sisteminden sinir sistemine 13 farklı terapötik alanda yaklaşık 400 ürünümüz bulunuyor. Sorumluluğunun bilincinde bir ilaç firması olarak tedavi geliştirirek üretmenin yanı sıra, hastalıklarla ilgili farkındalığın artırılmasını da çok önemsiyoruz. Bu amaçla yola çıktığımız projede Şahika Ercümen’in sponsorluğunu üstlendik. Kendisi astım hastalığının kader olmadığını, istenirse bu hastalığın üstesinden gelinebileceğini gösteren bir başarı hikayesi. Kendisini gösterdiği başarılardan dolayı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 69 haber II. ADLİ PSİKOLOJİ GÜNLERİ AYDIN’DA GERÇEKLEŞTİRİLDİ Aydın’da gerçekleşen II. Adli Psikoloji Günleri’nde hastaların karar verme kapasitelerinin değerlendirilmesi konusunda bir konuşma yapan Amerika Birleşik Devletleri Mayo Klinik Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ulaş Mehmet Çamsarı, hastaların “karar verme kapasitesi” değerlendirilmesi işleminin çoğu zaman adli sonuçları olabilen ve tüm branş doktorlarının ilgilendiren çok önemli bir konu olduğunu ve ABD’de genel hastanelerde bu görevi psikiyatri içinde ayrı bir bölüm olarak yapılanan Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi Servislerinin üstlendiğini belirtti. Dr. Çamsarı, ülkemizde de Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi, diğer adıyla Psikosomatik Tıp ile uğraşan çok sayıda akademisyenin bulunduğu ve yan dalının hızla gelişmekte olduğunu ancak yapılandırılmış yandal eğitiminin henüz verilemediğini söyledi. İnsan davranışları ve zihinsel süreçleri ile birlikte bunların altında yatan nedenleri bilimsel olarak inceleyen bir çalışma alanı olarak tanımlanan psikolojinin bir alt alanı olan adli psikoloji, yasal konulara ve sorunlara psikolojinin temel ve etik ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden ortaya çıkmıştır. Hüküm giymiş ya da gözaltında tutulan kişilerin davranışlarını değerlendirme, velayet, bir sanığın 70 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 zihinsel kapasitesini mahkemede savunma yapmak için yeterli olup olmadığı, kişiyi suça iten etmenler, suçluluğa neden olan faktörlerin incelenmesi ve suçların azalması için gerekli önleme çalışmaları da adli psikoloji çalışma alanına girmektedir. Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü ve Adli Bilimciler Derneği Adli Psikoloji Komisyonu’nun düzenlediği, Gazi Üniversitesi Psikoloji Bölümü, Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve Adnan Menderes Üniversitesi’nin destekleri ile İncirliova Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliğinde II. Adli Psikoloji Sempozyumu gerçekleştirildi. Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı, Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü Adli Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan ile Gazi Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hatice Demirbaş’ın başkanlık ettiği sempozyumda adli psikoloji alanında çalışılan alkol-madde bağımlığı, alan uygulamaları, çocuk ihmal ve istismarı, suçlu profili ile sporda şiddet gibi konular geniş bir yelpazede tartışıldı. Prof. Dr. Hamit Hancı’nın yaptığı açılış konuşmasında; temel görevi, otopsi yapmak, ölüm sebeplerini ve zamanını saptamak, adli bir olaya yönelik insan vücudu üzerindeki darp izlerini tespit etmek ve cinsel saldırılarda delil saptamak olan adli tıbbın; dışarıdan bakıldığında sadece otopsi yapılan ve adli rapor verilen bir bilim alanı olarak görülmesine karşın son yıllarda birçok bilim dalıyla ortaklaşa çalışır hale geldiğini belirtti. Hancı, adli biyolojiden adli sanata kadar 35’in üzerinde dalı bulunan adli bilimlerin ana unsurlarından biri olan adli psikolojinin önemine değindi. Hastanedeki Tüm Hastaların ‘Karar Verme Kapasitesi’ Değerlendirmeleri Yapılmalı Amerika Birleşik Devletleri Mayo Klinik Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi ve Mayo Klinik Waycross-Georgia Kampüsü Psikiyatri ve Psikoloji Bölümü Başkanı Dr. Ulaş Çamsarı “Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisinde Karar Verme Yeterliliği Değerlendirmesi” konulu konuşmasında, genel tıbbın tüm branşlarının psikiyatri ile kesiştiği akademik alan olarak tanımlanan Konsültasyon-Liyezon Psikiyatrisi’nin ABD’de, onkolojik psikiyatri, AIDS psikiyatrisi, trasplantasyon psikiyatrisi ve perinatal psikiyatri gibi daha da üst akademik alanlara ayrıldığı belirtti. ABD’de genel hastanelerde psikiyatri departmanları içinde ayrı bir bölüm olarak yapılanan Konsültasyon- Liyezon Servislerinin hastanede yatan hastalar için gerektiğinde istenen ‘karar verme kapasitesi’ değerlendirmelerini yürüten servis servis olduğunu ekleyen Çamsarı, olgu sunumları ile interaktif bir sunum gerçekleştirdi. Günümüzde Adli Bilimlerin Kesişmediği Bilim Dalı Sayısı Kesişenlere Göre Azınlıkta Çamsarı, toplantı ile ilgili şunları söyledi: “Adli Psikoloji Günleri’nde psikiyatride mental kapasite değerlendirmesi konusunu işledim, konuyla ilgilenen psikiyatrist ve psikolog katılımcılarla tartışma fırsatı buldum. Konunun ABD’deki uygulamalarını vaka örnekleriyle detaylandırmaya çalıştım. Adli Tıp Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı’nın da açılış konuşmasında belirttiği gibi günümüzde adli bilimlerin kesişmediği bilim dalı sayısı kesişenlere göre azınlıkta kalmış durumda. Bir psikiyatrist olarak diğer meslek gruplarından çok şey öğrendiğim bir toplantı oldu.” Sağlık ve İnsan Dergisi Yayın Editörü Esra Öz “Sağlık Haberciliğinde Psikolojinin Yeri” konulu sunumunda sağlık haberciliğinde etik ilkelere uyulmasının birincil gereklilik olduğunu ve psikiyatrik rahatsızlıklar söz konusu olduğunda bu konuda daha fazla özen gösterilmesi gerektiğini aktardı. Etik olmayan haber örneklerine yer veren Öz, sağlık haberciliğinin temel ilkelerinden de bahsetti. Cezaevleri Bireylerde Umutsuzluk, Depresyon Gelişmesi Olasılığını Büyük Ölçüde Arttırıyor Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Emre Şenol Durak, “Tutuklu ve Hükümlülerde Depresyon ve Depresyona Psikolojik Müdahale: Özgürlük Kaybının Yasını Tutmak” konulu sunumunda şunlara değindi: “Bir suçun faili olup haklarında bir hüküm verilen ya da tutuklu bulunan kişilerin özgürlüklerinin ellerinden alındığı ve çeşitli yoksunluklarla karşı karşıya kaldıkları ortamlar olan cezaevleri bireylerde umutsuzluk, depresyon gelişmesi olasılığını büyük ölçüde arttırıyor. Kendine ait bir doğası olan cezaevi ortamında bireye sosyal destek sağlanmasına, umutsuzluk ve intihar düşüncelerinin olup olmadığının belirlenmesine ve sağlıklı baş etme yöntemleri geliştirilmesine yönelik psikolojik müdahale çalışmaları yapılmasının uygundur.” Adli Psikologlar Popülist Olmaktan Uzak Olmalı Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mithat Durak’ın “Adli Psikoloji Sanatı” konulu sunumunda en genel tanımıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olan sanatın adli psikoloji alanında da hayat bulması gerektiğini ve bir suç olgusunun değerlendirilirken teorik bilginin yanı sıra alan deneyimi ile profesyonelliğin çok önemli olduğunu aktardı. Buna ek olarak Durak, adli psikoloji alanında yapılan uygulamalarda bir toplumun kültürel değerlerinin göz ardı edilemeyeceğini belirterek, adli psikologların popülist olmaktan uzak olmaları gerektiğini vurguladı. rın bilgi paylaşımı, özlük hakları ve mesleki dayanışma konularında birliktelik sağlamalarının önemi üzerinde duruldu. Adli Psikolojisi Sonuç Bildirgesi Toplantıdan sonra sonuç bildirgesinde şu maddeler yer aldı: • Adli olgularda ortak dil birliği ile etik ilkelerin ivedilikle oluşturulması ve bu hususta akademisyenler ile alanda çalışan psikologların katılımıyla bir çalışma grubu oluşturulmalı. • Hukuk fakültelerinde temel düzeyde psikoloji bilgisinin verilmesi hususunun ülke genelinde yaygınlaştırılması; Psikoloji bölümlerinde temel düzeyde hukuk bilgisinin verilmesi hususunun ülke genelinde yaygınlaştırılmalı. • Okullarda “kişiye ve kişilik haklarına saygı” içerikli ders konulmasının sağlanmalı. • Adli olgularda yaşanan problem- leri çözebilecek nitelikli uzman psikologların yetiştirilmesi amacıyla adli psikoloji lisansüstü eğitim programlarının sayısının arttırılmalı. • Aile, çocuk ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde çalışan uzmanların çalışma ortamlarının etik ilkelere uygun bir şekilde düzenlenmeli. Aktif olarak çalışan psikolog derneklerinin, komisyonlarının ve STK’ların işbirliği ilkesi çerçevesinde çalışmalı. Suç olgularının önlenebilmesi amacıyla,adli psikoloji çalışma alanına giren konularda toplumsal farkındalığın arttırılması, disiplinlerarası çalışma gerektiren adli psikoloji alanında ulusal düzeyde mutlak suretle gerek resmi kurumlar gerekse sivil toplum kuruluşları arasında koordinasyonun sağlanması gerekliliği üzerinde duruldu. Adli sistemde çalışan psikologlaSAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 71 İNTİHAR EĞİLİMİNE GENETİĞİN KATKISI Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü oluşturduğunu, 15-44 yaş aralığında görülen ölüm sebepleri arasında ise önemli yer tuttuğunu göstermektedir (4,5). İntihar, kişinin gönüllü ve kasıtlı olarak yaşamına son vermesi, öz canına kıyma eylemi olarak tanımlanabilir (1). Önemli bir halk sağlığı tehdidi olan intihar; intihar düşüncesinden, intihar girişimine ve tamamlanmış intihara varan kompleks bir eylemler bütünüdür (2). İntihara yatkınlığı; genetik, biyolojik, psikolojik faktörler ile toplumsal stres etkenlerinin belirlemesi sebebiyle de multidisipliner bir çalışma alanıdır (2,3). Her yıl dünya genelinde yaklaşık olarak 1 milyon insanın intihar ettiği bilinmektedir ve yapılan çalışmalar ilk on ölüm sebebi arasında olan intiharla ölümlerin, tüm ölümlerin %1.5’ luk kısmını İntiharın genetik ve epidemiyolojik araştırmaları başlığı altında yapılan aile, ikizler ve evlat edinme çalışmalarından elde edilen birbirini destekleyen nitelikteki kanıtlar, intihar eğilimine genetiğin katkı da bulunduğunun kuvvetli bir göstergesi olmuştur (6). Aile çalışmaları, intiharda aile içi riskin, genel populasyondaki risk ile kıyaslandığında ailesel bir kümelenme gösterdiğini ortaya koymuştur (2,7). İkiz çalışmalarında, monozigot ve dizigot ikizler arasında genetik ve çevresel etkenler değerlendirilerek, monozigot ikizlerde intihar riskinin daha yüksek olduğu bildirilmiştir (7,8). Evlat edinme çalışmaları ise, yine genetik ve çevresel faktörleri değerlendirmek amacıyla Sinem ÖZCAN 72 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 aynı ve ayrı çevrede yaşayan, doğumdan hemen sonra ayrılan biyolojik kardeşlerle bunların biyolojik ve biyolojik olmayan aileleri üzerinde yapılan değerlendirmelerde, evlat edinilmiş çocukların biyolojik ailelerindeki intihara genetik yatkınlığı gözlemleyerek diğer sonuçlara Sinem ÖZCAN katkıda bulunmuştur (1,7). Bu çalışmalar, uzun yıllar, bu eğilimin ailede bulunan psikiyatrik hastalıklardan kaynaklandığı düşüncesini tersine çevirmiştir. İntihar eğilimine tek başına psikiyatrik bozuklukların kısmi bir etkisi olduğu gösterilmiş, genetik faktörlerin (kalıtım) ise yaklaşık %3055 ’lik yüksek bir oranla etkili olduğu belirlenmiştir (9). İntiharın genetik temelleri, spesifik genlerin belirlenmesiyle kanıtlanmıştır. Çünkü çevresel etkilere genomun epigenetik yanıtıyla intiharın kompleks genetik fenotipi tamamlanmaktadır (2). Son yıllarda, genetik etkenlerin rolünü belirlemeye yönelik olarak yapılan sitogenetik ve moleküler genetik çalışmalarda, teknolojinin de gelişmesiyle büyük aşamalar kaydedilmiştir. Sitogenetik çalışmalarıyla, intihara aday genlerin hangi kromozom bandında yerleştiği tespit edilerek kromozomlardaki kırık noktalar üzerinden gen haritalamaları yapılmaktadır (7). Moleküler genetik çalışmalar ise DNA metilasyonu, histon modifikasyonları, gen ifadesinin bozulması ve linkaj dengesizliği yaklaşımlarıyla intihara neden olmaya aday/etken genlerin belirlenmesinde yoğun olarak kullanılmaktadır (2). Moleküler genetik çalışmalar, aday genlerin nükleotid dizilimlerinin belirlenerek gen polimorfizmlerinin saptanması prensibine dayanır (8). Çalışmalarda PCR (polymerase chain reaction) ve RFLP (restriction fragment length polymorphism) yöntemleri sıklıkla kullanılmakla birlikte (7,10), en çok tek nükleotid polimorfizmlerinin (TNP, SNP-single nucleotide polymorphism) gösterildiği aday-gen ilişkilendirme analizleri yapılmaktadır (2,8,11). Aday gen ilişkilendirme analizleri, intihar gibi kompleks fenotiplere yol açan gen varyasyonlarını belirlemek amaçlı yapılmaktadır. Bu çalışmalar koruyucu ve risk etmeni polimorfik varyantların belirlenmesinde büyük önem arz etmektedir ve intiharın genetik faktörlerinin incelenmesinde hala en popüler metodtur (2). Son otuz yılda yapılan çalışmalar, intihar ve intiharın etiyolojisinde bir takım nörobiyolojik yolların sorumlu olduğunu göstermiştir. Bu nörobiyo- lojik yollarla ilişkili genler, hastalıklar veya endofenotipler öncelikli olarak çalışma konusu olmuştur. Norepinefrin, dopamin ve serotonin gibi monoaminerjik transmitter sistemlerin deregülasyonu, nörotransmitter sistem inhibitörü GABA, glutamaterjik eksitatör sistem, nörotrofik sinyal faktörleri, kannabinoid sistem, lipit metabolizması ve HPA aksı (Hipotalamus-hipofiz-adrenal aks) intiharın artışında rol alabilmektedir (12). İntihara aday genler olarak, dopaminerjik, adrenarjik sistem reseptör ve çoğunlukla serotonerjik nörotransmisyonun düzenlenmesini içeren genler üzerinde çalışmalar yapılmıştır (13). Bunlar arasında, serotonin metabolizması genleri (TPH), serotonin transport (5-HTT) ve serotonin reseptörü (5-HTR) genleri bu çalışmalarda en fazla dikkat çekenleridir (2,7). Serotonin (5-hidroksitriptamin; 5-HT), vasküler düz kaslarda, gastrointestinal sistemde ve beyinde tanımlanmış bir nörotransmitterdir. Merkezi sinir sisteminde önemli işlevleri olduğu bilinen bu biyolojik aminler anahtar bir role sahiptir (14). Yapılan postmortem çalışmalarda, beynin orbital prefrontal korteksindeki serotonin etkinliğinin azlığının, serotonerjik disfonksiyonun, intihar orijinindeki ölüm olgularını artırdığı, bununla birlikte dürtüsel ve saldırgan davranışlara eğilimle de ilişkili olduğu bildirilmiştir (13). Bazı çalışmalarda intihar kurbanlarının beyninde serotonin reseptör genlerinde artış belirlenmesi, serotonerjik iletimdeki bozukluğu çağrıştırmış ve genetik varyantların bu bozukluğa ikincil bir yanıt olarak oluştuğu düşünülerek, intiharın genetik çalışmalarında diğer bir araştırma alanı olarak serotonin reseptörlerine ilginin artmasına neden olmuştur (8,15). Serotonin sinyal yoluna katkıda bulunan en büyük protein grubu, yedi alt aileye ayrılan serotonin reseptörleridir. Serotonin reseptör ailesi ile yapılan intiharın genetik çalışmaları çoğunlukla bu iki reseptör: HTR1A ve HTR2A ile ilgili olmakla birlikte, HTR1B ve HTR2C genleri ile de anlamlı çalışmalar yapılmıştır. Sonuç olarak genomun çevresel etkilere epigenetik yanıtını yansıttığı gen düzeyindeki araştırmalar sonucu genetik eğilimin gösterilmesi öncelikli olarak intihar girişiminin önceden belirlenerek önlenmesini, öte yandan ölümle sonlanan intihar olgularında ise olayın orijini ve soruşturmanın derinlik kazanmasını sağlayacaktır. KAYNAKLAR: 1) Ernst C, Mechawer N, Gustavo T, Suicide Neurobiology, Progress in Neurobiology, 2009: 89, 315-333. 2) Tsai SJ, Hong CJ, Liou YJ, Recent Molecular Genetic Studies and Methodological issues in Suicide Research, Progress in Neuro-Psychopharmacology and Biological Psychiatry, 2011: (35) 809-817. 3) B Bondy, A Buettner, P Zill, Genetics of suicide, Molecular Psychiatry, 2006: 11, 365351. 4) Hawton K, van Heeringen K. Suicide. Lancet 2009;373:1372–81. 5) http://www.who.int/mental_health/prevention/suicide 6) Brent DA, Mann JJ. Family genetic studies, suicide, and suicidal behavior. Am J Med Genet C Semin Med Genet 2005;133C:13– 24. 7)Arısoy Ö, Psikiyatrik Genetik, Düşünen Adam, 2004: 17(2): 109-125. 8) Özalp E, İntihar Davranışının Genetiği, Türk Psikiyatri Dergisi, 2009: 20(1): 85-93. 9) Voracek M, Loibl LM. Genetics of suicide: a systematic review of twin studies. Wien Klin Wochenschr 2007;119:463–75. 10) Taner E, Yüksel N, Affektif Bozuklukların Genetiği, Klinik Psikiyatri, 1998: (1) 5-12. 11) Pregelj P, single Nucleotide Polymorphism and Suicidal Behavior, Psychiatr Danub. 2012:(1)61-4. 12) Murphy et al.: Risk and protective genetic variants in suicidal behaviour: association with SLC1A2, SLC1A3, 5-HTR1B &NTRK2 polymorphisms. Behavioral and Brain Functions 2011 7:22. 13) Arango V, Huang Y, Underwood MD, Mann JJ, Genetic of the Serotonergic System in Suicidal Behavior, Journal of Psychiatry Research, 2003: (37) 375-386. 14) Berker B, Çakmak T, Koçak AÖ, Selamoğlu T, Türeli T. Mutluluğun İletimi Serotonin ve İnsan Sağlığı. tip.baskent.edu.tr. 15) Atay İM, Gündoğar D. İntihar Davranışında Risk Faktörleri: Bir Gözden Geçirme. Kriz Dergisi, 2004: 12(3): 39-52. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 73 sektörden SEN ÇOK YAŞA PROJESİ PFİZER TÜRKİYE’YE ÖDÜL GETİRDİ Pfizer Türkiye Sen Çok Yaşa Projesi ile 2015 Best Business Awards’da “En İyi Pazarlama Kategorisi”nde ödüle layık görüldü. Best Business Awards İngiltere’nin en prestijli ödülleri arasında gösteriliyor. Ödüle layık görülen şirketlerde aranan kriterler arasında yaptıkları işte mükemmellikten ödün vermemek yer alıyor. Pfizer Türkiye, sağlıklı yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi hedeflediği ‘Sen Çok Yaşa’ projesi ile gerçekleştirdiği çok boyutlu kamuoyu iletişimi ve farklı paydaşlarla işbirliği içinde yürüttüğü bilinçlendirme çalışmalarıyla İngiltere’nin en önemli pazarlama ödüllerinden biri olan Best Business Award’a layık görüldü. İş ve kişisel ödüller alanında faaliyet gösteren dünya lideri Awards Intelligence tarafından düzenlenen ve 20’den fazla bağımsız ve alanında uzman jüri kadrosuyla Best Business Awards, İngiltere’nin en prestijli ödülü olarak görülüyor. Pfizer Türkiye’nin En İyi Pazarlama kategorisinde aldığı ödülle ilgili Best Business Awards 2015 jüri başkanı Matt Lumb, “Pfizer Türkiye, son derece kararlı bir şekilde yürüttüğü Sen Çok Yaşa projesi ile her yaştan insanların sağlıklı yaşam konusunda bilgilenmesine yardımcı oluyor. Bu proje kapsamında ‘Sizin işiniz hayalleriniz için çalışmak. Bizim Pfizer’deki işimiz ise onlara ulaşacağınız kadar iyi ve 74 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 çok yaşamanızı sağlamak’ sloganı ile Pfizer Türkiye, farklı paydaşlarla işbirlikleri, basın ilişkileri, araştırma ve anketler, belgeseller ve halkla buluştukları etkinlikler gibi araçları yaratıcı bir şekilde kullanıyor. Projenin dört ana konusu olan düzenli tarama, beslenme, egzersiz ve hastalıklardan korunma hakkında verdiği mesajlarla Türk halkının sağlığı üzerinde önemli bir etki bırakıyor” dedi. Pfizer Türkiye Kurumsal İletişim Müdürü Seda Tamur Oğralı şunları söyledi: “Pfizer’in global ölçekte yürüttüğü ‹Get Old’ projesinin Türkiye ayağı olan ‘Sen Çok Yaşa’ ile yaşlanma kavramına olan bakış açısını değiştirmeyi hedefliyoruz. Sağlıklı yaşlanma ve dolu dolu yaşama konuları çerçevesinde yürüttüğümüz uzun soluklu itibar projemiz ‘Sen Çok Yaşa’ ile Pfizer olarak tüm dünyada bu alanı sahiplenerek sağlıklı yaşama ve yaşlanma hakkında bir diyalog platformu oluşturmak, sektöre ve topluma öncülük etmek istiyoruz. Bu şekilde, bireylerde sağlıklı ve mutlu yaşama ve yaşlanma bilincini geliştirmeyi, doğru yaşam tercihleri, koruyucu önlemler gibi pek çok konuda insanların ihtiyaç duydukları bilgiyi sunmayı hedefliyoruz. Yaptığımız işin uluslararası ölçekte takdir görmesi de bizim için çok büyük gurur ve mutluluk kaynağı. Aldığımız bu ödülle, projemizi önümüzdeki günlerde çok daha motive bir şekilde farklı kanallarda sürdüreceğiz.’’ Seda Tamur Oğralı sektörden GE SAĞLIK, YAŞAM BİLİMLERİ ALANINDA TÜRKİYE’DE FAALİYETLERİNE BAŞLADI GE Sağlık Yaşam Bilimleri, Türkiye’deki faaliyetlerine başlamasını, Türkiye’nin ilk çok paydaşlı Biyolojik İlaç Üretimi Konferansıyla kutladı Küresel biyolojik kökenli ilaç endüstrisinde araç gereç, ekipman, eğitim ve hizmet tedariki konusunda lider olan GE Sağlık Yaşam Bilimleri, endüstri, akademi, araştırma ve devlet dünyasından 300 katılımcıyı bir araya getirdi. Türkiye’de biyofarmasötik sektörünün geleceğinin tartışıldığı ve aynı zamanda Türkiye satış, pazarlama ve hizmet mühendisliği ekiplerinin tanıtıldığı bir toplantıyla GE Sağlık Yaşam Bilimleri, Türkiye’deki faaliyetlerine başladı. GE Sağlık Yaşam Bilimleri Genel Müdürü Myra Eskes, Türkiye Biyolojik İlaç Konferansının açılışında dünya çapında en çok satılan on ilacın yedisinin biyolojik kökenli olduğu belirtti. Eskes “Biyolojik ilaç devrimi, dünyanın en zorlu hastalıklarından bazıları ile baş edebilmek için yardımcı oluyor ve ilk biyolojik ilaç çıkış patenti olarak biyobenzer ilaçların gelişiyle birlikte Türkiye, bölge pazarına liderlik etmek için çok iyi bir konuma sahip. Bizler, yerel bir uzman ekiple bu endüstriyi desteklemek ve büyümesine yardımcı olmak için buradayız”dedi ve sözlerine devam etti: “Türk endüstrisi, orijinal biyolojik ilaç geliştiricilerinin elinde olmayan biyolojik üretime ilişkin modern tekno- lojideki gelişmelerden faydalanabilir ve böylece hem ülke içi ihtiyaçlara, hem de daha geniş bölgesel ve küresel taleplere cevap vererek mevcut yerel ilaç endüstrisini geliştirebilir.” GE Sağlık, Doğu ve Afrika Gelişen Pazarlar bölgesel merkezi olarak Türkiye’yi seçti. GE Sağlık, İstanbul’da 2015’te açılacak ve sektörde yerel araştırma, akademi ve endüstri çevrelerini destekleyecek Yaşam Bilimleri Teknoloji ve Eğitim Laboratuarı’yla yerel satış, pazarlama ve hizmet mühendisliği ekibini genişletecek. İzmir, Türkiye’de Dokuz Eylül Üniversitesi Biyolojik Tıp ve Genom Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mehmet Öztürk “Bugün, Türkiye için önemli bir gün. Tarihte ilk kez, endüstri ve akademi çevreleri aynı anda alanın uzmanlarından biyobenzer ilaçlarhakkında bilgi alma şansı buldu”dedi. Toplantıda GE Yaşam Bilimleri Teknolojiden Sorumlu Başkanı Dr. Parrish Galliher biyobenzer ilaçların üretimine yatırım yapan şirketler için iş modellerine bir bakış sunarken, GE Yaşam Bilimleri Kıdemli Stratejik Müşteri İlişkileri Direktörü Dr. Guenter Jagschies biyobenzer ilaçlar konusundaki pazar fırsatlarını ve esnek biyoişlemlerin hızlıca uygulanmasına imkan veren en son teknolojik trendleri ele aldı. GE’nin eğitim ve süreç geliştirme konusunda Küresel Fast Trak Lideri Dr. Umay Şaplakoğlu konuşmasında, üretim tesislerini kurma ve çalışan temin etme açısından müşterileri desteklemek konusuna şirketin yaklaşımını özetledi. Endüstriyi temsil eden konuşmacılar arasında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Hüseyin Yılmaz, ikisi de Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’ndan olan GMP Müfettişi Eczacı Adem Abay ve Lisanslama Departmanı’ndan Uzman Eczacı Yasemin Çapar Keçelive biyolojik ilaç transferinde başarılı teknolojilerin en iyi örnekleri hakkında bilgi veren Glaxo Smith Kline, Belçika Başkan Yardımcısı Dr. Alain Pralongyer almıştır. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 75 gezelimgörelim ZONGULDAK ÜZERİNE... Damla AYDEMİR Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü Onlarca aileye ekmek olan kömürü, dik yokuşları, sonsuz görünen merdivenleri, yemyeşil ormanları ve deniziyle tüm çocukluğumu betimleyen şehir... Zonguldak... Zonguldak isminin hep bataklık anlamına gelen “zongalık” kelimesinden geldiğini sanırdım. Ancak emin olmak için araştırınca iki tane daha açıklamayla karşılaştım. Birine göre Üzülmez Deresi’nin eski adı Sandra imiş. Oraya yerleşenler de o bölgeye Sandaraca demiş ve yıllar içinde söylene söylene Zonguldak halini almış. Diğer açıklama ise, Zonguldak kelimesinin ocakları ilk işleten Fransız ve Belçikalılar’ın, bölgeye, kendi dillerinde “göldağı kesimi” anlamına gelen “Zone Ghuel Dagh” demesinden ortaya çıktığını öne sürüyor. Benim için, isminin nerden geldiğinden çok, geçirdiğim güzel günleri ile özel bu şehir. Herkes tarafından kömürle anılır anılmasına da, orada yaşayanlar nefes kesen o yokuşları, merdivenleri es geçemez anlatırken. Tüm oyunlarımızın merkezi merdivenlerdi. Yokuşlar ise hala dizlerimde izlerini taşıdığım yaraların sebebidir. Maalesef bisiklet için pek elverişli bir şehir olmadığını acı yoldan keşfettim. Bunlara rağmen yine de Zonguldak denilince aklıma ilk olarak havaların güzel olduğu zamanlarda yaptığımız piknikler gelir. Tabii aynı zamanda o piknikler sırasında dereye düşüşlerim, iki minik ağacın arasına sıkışmam ve hayvanlar tarafından kovalanmam 76 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 da pek unutulacak tarzda değil. Hava yağmurlu olsa bile pikniği erteleyip, deniz kenarına gidip balıkçılarla sohbet ederken o an tutulan balıklardan yemek bile başlı başına bir keyifti her zaman. Zonguldak’tan çıkıp son 10 yılımı geçirdiğim Ereğli ilçesine yol alırsak eğer, sevimli bir sahil kenti bizi bekliyor olacak. Yılın her mevsimi yağışı eksik olmayan, sisi ve kömür kokusu ile meşhur olan karşıdan insana soğuk görünen Zonguldak’ın küçük ama gelişmiş, turistlerin ilgi odağı olan Ereğli ilçesi, içinde nice komşuluklar, dostluklar, sımsıcak ilişkiler taşıyor. Çoğu insan birbirini tanır bu ilçede ve sokağa çıktığınız zaman tanıdık biriyle karşılaşma olasılığınız epey yüksektir. Neredeyse her mahallede oturanı bilirsiniz, tanıdık yüzler vardır hep etrafınızda. Bu durum insana güven hissi verirken, diğer bir yandan da, eğer bir yere yetişmeniz gerekiyorsa, varacağınız yere geç kalma olasılığınızın yüksek olması demektir. Gideceğiniz yere varmanız 10 dakikanızı alacakken, yol boyunca tanıdıklarla karşılaşmanız nedeni ile bu yolculuk 40 dakikaya kadar uzayabilir. En geniş düzlük alan olduğundan olacak, Ereğli sahili hep insanlarla doludur. Yokuşlardan uzaklaşıp, rahat nefes almak isteyenler için ideal bir yerdir. Havası nispeten daha temizdir. En azından sadece “Hamsi Festivali” için mangal rekoru kırarken o kadar sisli gördüm o şehri. Festivalden söz açılmışken, Ereğli’yi sevmemin en büyük nedeni sanırım “Sevgi Barış Dostluk Festivali” gibi anlamlı bir festivale ev sahipliği yapıyor olması- dır. İsminden dolayı olsa gerek, orada sanki kötü hiçbir şey olamaz hissini yaşardım. 3 gün süren festivalde günün her saati etkinlik olduğu için her yer insan seli olmasına karşın yine de başımıza bir şey gelir mi kaygısı taşımazdık. Belki saçma bir düşünceydi ama o atmosfer bize bunu hissettiriyordu. Kesin bir açıklama olmasa da sanırım artık bu festival kaldırıldı. Sırf bu değerlerin hatırlanması için bile, benim için ayrı bir yeri olan bu festival devam etseydi keşke demeden geçemiyorum. Festivallerin yanında, bu şehre özel olan, Çaycuma yoğurdundan, Devrek simidinden, Osmanlı çileğinden söz etmeden geçilir mi hiç. Benim gönlüm her zaman kralların yiyeceği diye anılan “Osmanlı Çileği”nden yana. Küçücük, pembe, hoş kokulu ve ömrü kelebeğin ömründen de kısa olan bir çilek türü. Kaç yıldır zamanında yetişemediğimden konservelerle idare ediyorum ama bu sene kararlıyım hasada yetişmeye. Yerli, yabancı turistlerin ilgi odağı olan doğal güzelliklere de sahip bu güzel ilçe. Sahilin sonundan itibaren biraz iç taraflarda, ünlü Cehennemağzı Mağaraları var. Hikayesini ilk duyduğumda çok küçüktüm ve o mağaranın gerçekten cehnnemin girişi olduğuna ve Herkül’ün orada yaşayan üç başlı devasa bir köpeği öldürdüğüne o kadar inanmıştım ki biraz büyüyüp mitolojinin ne olduğunu öğrenene kadar hiç gitmedim oraya. İlk gidişimi ise içimde, derinlerde, sakladığım küçüklük korkumdan geriye kalanlar yüzünden kalabalık bir grubun peşinden yürüyerek, onlardan cesaret alarak gerçekleştirdim. Diğer ilçelerinde yaşamasam da mesafeler kısa olduğu için kolayca gidilebiliyor. Bu yüzden görmediğim bir yer kalmadı diye tahmin ediyorum. Hepsi birbirinden güzel ve huzurlu yerler. Huzurlu dememin sebebi, tamamen benim huzuru, yeşille ve ağaçla özdeşleştirmemden kaynakla- nıyor. Büyük şehrin kalabalığından ve stresinden sonra deniziyle, ormanıyla her şeyi unutturan bir özelliği var benim üzerimde. Biraz anılarımdan söz ettiğim, bana verdiği huzuru ve güzelliklerini anlattığım bu şehir, umarım bundan son- ra, sadece sisli ve gri bir şehir olarak gelmez aklınıza. Zonguldak’ın içinde saklı olan güzellikleri biraz olsun yansıtabildiysem bu yazıyla, ne mutlu bana. O zaman, şehrin kendisine buradan, yazdıklarım vasıtasıyla minnetimi gösterdim demektir. Eh bu da bana yeter sanırım. SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 77 film Evren HOŞRİK Uzm. Psikolog-Yazar Esila’nın Doğuşu Var olduğumuzdan beri en büyük korkumuzdu… Belki de yok olmak, bir hiç olmaktı asıl endişemiz. Böylece onun, sadece bir başka diyara yol almak olduğu en büyük inancımız oluverdi bir çırpıda. Bazense, onu sadece geciktirmek içindi çabalarımız... Gerçekleşeceği günü bilmemekse ana rahmindeki bir bebeğin duyduğu huzura eşdeğerdi… Yaşlandığımızda ilk aklımıza gelendi, âşık olduğumuzda ve gün gelip hastalığa tutulduğumuzda… Umut gerekti, belki bir mucize ve o; bazen bir taşın tılsımında, bir kurşunun 78 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 suda eriyişinde, ağaca bağlanan bir çaputta ve en saf, çaresizce haykırılan dualarda filizlenecekti... Ve Esila, farkında olmadan, bir umuda tutunarak annesinin kucağında yeniden doğmak isteyecekti… Esila’nın Hikâyesi Ressam, özgür ruhlu ve çekici bir genç kız olan Esila, eşine ender rastlanan bir olayla karşılaşır. Bir türlü anlam veremediği bu olay karşısında annesinden destek ister. Annesi Miray, şımarıkça davrandığını düşünerek kızına karşı başlangıçta ilgisiz davranır. Daha sonra bir arkadaşının ısrarıyla kızı Esila’nın yaşadığı soruna çözüm aramaya çalışır. Peki, Esila’nın yaşadığı ürkütücü ve esrarengiz olay karşısında ne yapacaklardır? Kadim zamanlardan beri uygulanan alternatif şifa yaklaşımları hemen her dönemde insanların dikkatini çekmiştir. Çoğu zaman kültürel ve dini öğeler iç içe geçmiş bir şekilde her toplumun kendine özgü tıbbi olmayan bir şifa yöntemi olmuştur. Örneğin, bir siğil tedavisinde, siğilin etrafının kalemle işaretlenerek okunan dualardan, çeşitli psikolojik sorunları olan kişilere yapılan cin ya da şeytan çıkarma ayinlerine, evlenebilmek ya da gebe kalabilmek için bir hocanın nefesinden, nazardan ya da birtakım olumsuz duygulardan kurtulmak için dökülen kurşuna kadar pek çok yönteme başvurulmuştur; hala da başvurulmaktadır. Bilimsel olmayan ve çoğu zaman mistik yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılan pek çok hastalık günümüzde tıp ve psikoloji tarafından tanınmakta ve tedavi edilmektedir. Buna rağmen insanların kayda değer bir kısmı bir psikologla görüşmek yerine, bir hocaya gitmeyi tercih etmektedir. Bu film de temelde bu konuya dikkat çekmek için yapıldı. Yaklaşık on yıldır, din psikolojisi alanında çalışan bir psikolog bakış açısıyla aslında bu konuya Okuyan Us Yayınevi’nden basılan “Dua” adlı son kitabımla zaten dikkat çekmeye çalışmıştım. Şimdi ise kitapta sorduğumuz “Kutsal mı, Bilimsel mi?” sorusunu bu filmle izleyicinin de kendi kendine sormasını istiyoruz. Yani ruhsal pek çok soruna yönelik yapılan metafizik müdahalelerde iyileşmeymiş gibi görünen şey mistik bir dokunuş mu, yoksa psikolojik bir süreç mi, bunu düşündürtmek istiyoruz. İnsanları düşünmesini ve soru sormasını istiyoruz. Ki böylece, deneyimledikleri bedensel ya da psikolojik hastalıklar daha kötüye gitmesin, boş yere para harcamasınlar, yaşadıkları soruna bir yenisini eklemesinler… Ben bu soruna çalıştığım alanda dikkat çekmeye çalışırken, yönetmenimiz Caner Menemencioğlu’nun bu konuyu beyaz perdeye aktarmak istemesiyle ESİLA doğdu diyebiliriz. Önemli bulduğumuz bir amaca hizmet etmesini istediğimiz “Esila”yı her zerresiyle ince ince düşündük. Film tecrübeli bir ekiple kurgulandı, çekildi. Benim dışımda, pek çok psikoloğun eleştirisi ve katkısıyla öykü üzerinde kafa yorduk. Paylaşmak istediğimiz, insanların duymasını istediğimiz gerçek bir öykü vardı ve onun gerçekliğini, duygusunu bozmadan senaryoyu ve kurguyu içimize siner bir hale getirdik. Çok yorulduk, ama gönül rahatlığıyla buna değdi diyebilirim. Ekip olarak; afişinden jeneriğine ve müziğine, fragmanından çekim tekniğine kadar ülkemizin kısa film sinemasını uluslararası festivallerde temsil edecek düzeyde bir film ortaya çıkarabilmiş olduğumuzu umuyoruz. Kuşkusuz, bu süreçte en çok yorulan yönetmenimiz oldu. Sanat tutkuyla yapıldığında ortaya nasıl bir ürün çıktığını Caner MENEMENCİOĞLU bize gösterecek. YÖNETMEN: Caner MENEMENCİOĞLU Tür: Psikolojik Gerilim Senaryo: Evren HOŞRİK Kurgu Yönetmeni: Tufan İLBAY Müzik: Tarık KAVUT Görüntü Yönetmeni: Gökhan PEKDEMİR Özgün Eser Kitap: “Dua – Kutsal mı, Bilimsel mi?” Yazar: Evren HOŞRİK, OKUYAN US YAYINEVİ Caner MENEMENCİOĞLU - Evren HOŞRİK SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 79 kitap SAĞLIK HABERLERİNE FARKLI BAKIŞ Türkiye’de ilk defa, sağlık haberciliği alanında çalışan iletişim fakültesi akademisyenleri, sağlık muhabirleri ve bürokratlarla bu alanda yaşanan sorunlar ve çözüm önerilerinin değerlendirildiği kitap “Sağlık Haberlerine Farklı Bakış” adıyla yayınlandı. “ Kitapta 49 bürokrat, akademisyen ve gazeteci bir araya geldi, Sağlık Editörü ve Biyolog Esra Öz yazdı. Yazar: Esra Öz Sayfa Sayısı: 428 Yayınevi: Kent Kitap Yayın Tarihi : 2015 Sayısı artan iletişim kanalları yüzünden güvenilir haberciliğe eskisinden daha fazla ihtiyacımız var. Basındaki ehliyetsiz kişilerin sağlık gibi önemli bir konuyu magazinleştirerek servis etmesi çok ciddi sorunlara yol açabiliyor. Dahası, internet gazeteciliği yangına adeta benzin döküyor ve tıklanma sayısını artırma amaçlı başlıklar havada uçuşurken sorumlu gazetecilik ilkelerinden bihaber gazeteciler, bazen bilerek bazen farkında bile olmadan geniş kitleleri manipüle ederek yanlış ve eksik bilgilendiriyor. Esra Öz, konunun öneminin farkında bir kalem. Öz, sağlık haberciliği konusunda metodoloji ve etik sınırları belirleme açısından kaynak sayılabilecek bu kitapla önemli bir boşluğu dolduruyor. Şahin Ekşioğlu Popular Science Türkiye Genel Yayın Yönetmeni KİMSENİN BİLEMEYECEĞİ ŞEYLER Sinan Canan, fazlasıyla espritüel bir bilim insanı. [n]Beyin adlı bilimsel “stand-up” gösterilerinin yıldızı. Zor sorulara hem komik hem de isabetli cevaplar veriyor: Kaos teorisi nedir? Tam olarak kaç tane tabiat kanunu var? Yazar : Sinan Canan Yayınevi: TUTİ KİTAP Sayfa Sayısı: 296 Evrim hakkında neden yanılıyoruz? Bilinç dışı eylemlerim, bilinçli eylemlerimden katbekat fazlaysa acaba ben, kendim miyim? Lost’ta veya Matrix’te yaşıyor olabilir miyiz? Birbirimizi neden tam olarak anlayamıyoruz? Aşk bize neler yapıyor? Cinsellik neden sürekli satıyor ve satacak? “İnsan beyni; 1,4 kg ağırlığında, su, yağ, protein, şeker ve tuzdan oluşan bir jöledir.” diyen yazar, bu jöleye korkusuzca balıklama dalıyor! Velhasıl... Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler, bilmek isteyeceğiniz şeylerle dolu bir kitap. OPERA KİTABI Yazar : Pınar Aydın O’dwyer Yayınevi: Akılçelen Kitaplar Sayfa Sayısı: 208 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 SAĞLIK ve İNSAN / MAYIS 2015 Opera hakkındaki bilgileriniz, televizyonda popüler şan yarışmaları izleyerek edindiğiniz kadar belki… Operayı tanımıyor, bilmiyor, sıkılacağınızı düşünerek operaya gitmeyi istemiyorsunuz… Belki de sizin için opera anlaşılmaz sözler, boş yere uzatılarak söylenen şarkılar, hatta bağırır gibi şarkı söyleyen sanatçıların ve bir grup elitin tekelinde bir sanattan başka bir şey değil… Tam tersine, her fırsatta soluğu opera salonlarında alan birisiniz belki… Temsilleri büyük bir ilgiyle takip ediyor, sanatçıların büyük bir yetenekle yorumladığı melodilerin tadına tam anlamıyla varıyor, özetle operayla ilgili her şeyden keyif alıyorsunuz… İster katıksız bir opera cahili ister bir opera kurdu olun, bu kitapta sizi ilgilendiren bir şeyler mutlaka bulacaksınız. Opera tarihinden bir opera temsilinin bölümlerine, opera adabından sahne arkasındakilere, operada geçen bir gecenin detaylarından tanınmış opera toplulukları ve festivallerine; operayla ilgili ne varsa elinizin altında. Opera, hepimiz için!