bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını aralık
Transkript
bümed boğaziçi üniversitesi mezunlar derneği aylık yayını aralık
B BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI ARALIK 2014 SAYI 201 OĞAZİÇİ ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE YARATICI GENÇLER YENI MESLEKLER BU ANLATILAN SENIN HIKÂYENDIR 201 Yeni bir yılın arifesindeyiz. 2014’ün ilk günleri sanki dün gibi. Bu sayıyı hazırlarken fark ettik ki aslında çok hızlı geçiyor gibi duran zaman, o kadar da hızlı geçmiyor. Daha doğrusu zaman geçip gittiğinde ve biz ardımıza bakma noktasına geldiğimizde, zamanı hızla akıp gitmiş gibi algılıyoruz. 6 Zamanı, daha doğrusu zamanın ne kadar verimli geçtiğini test etmenin güzel bir yolu, insanın ürettiklerini eleştirel biçimde gözden geçirmesi. Buradaki eleştirel ifadesinden kasıt elbette zaaflardan kaynaklanan hata bulma güdüsü veya sübjektif yanılgılar değil. Başı sonu sağlam, ölçülebilir, tutarlı kanıtlara dayanan bir eleştirellik. Biz de, 201 numaralı sayıyı hazırlarken, geçtiğimiz senelerdeki sayılar üzerinde çalıştığımız dönemlerde neler yaşadığımızı, acı, tatlı birçok kareyi yukarıda belirttiğim şekliyle eleştirelliğin ışığında gözden geçirdik.Ve fark ettik ki biz, dergi ekibi olarak mutluluklar, gerilimler, yorgunluklar, güzellikler içinde yani her şekliyle verimli, dolu dolu bir dönem yaşamışız. Boğaziçi Dergisi vesilesiyle okulumuza ve derneğimize ait haberleri mezunlara ulaştırmaya çalışırken, bizler de kendi camiamızı tekrar ve daha derinden tanıma fırsatı bulmuşuz; değişik yönlerimizi, güçlü yanlarımızı, gelişmesi gereken taraflarımızı görmeye gayret etmişiz. 167-201 arasındaki sayılar, bizim son üç yılımızı, hatta biraz daha net bir biçimde ortaya koymak gerekirse, hayatımızdaki üç yılın neredeyse tamamını, her anını kapsıyor. Üç senenin en başına döndüğümüzde, bu sayıda da sıklıkla ele aldığımız yenilik ve değişim fikirleri önümüzde duruyordu. Bu fikirleri masamızın bir köşesine yerleştirerek çalışmaya başlamıştık. Bugün değerli mezunlarımıza, üniversitemizin hocalarına ulaşmanın yanında dünyanın sayılı, saygın araştırmacılarına mikrofon uzatıyoruz, uluslararası saygın platformlarda anılıyoruz. Dergi grubu olarak eleştirellik ölçeğinde bakarsak, bu tablonun doğru bir yol izlendiğine dair bir işaret olarak algılanabileceğine inanıyoruz. Doğru yol elbette zor olan yoldur, yolculuk boyunca pek çok engel çıkar, ama güzel olan şudur ki, o engeller her zaman aşılır, çünkü doğru iş eninde sonunda değerini ve hak ettiği yeri bulur. Biz de bu hedefle çalışmaya mutlulukla devam ediyoruz, edeceğiz. Yeni yılın, tüm camia ve insanlık için verimli ve güzel geçmesi dileğiyle… Aylin Buran ’02 44 70 BOĞAZİÇİ MENTORLUK PROGRAMI TÜM HIZIYLA BAŞLADI 2003 yılından bu yana devam eden BÜMED Mentorluk Programı, çeşitli alanlarda çalışan Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını öğrencilerimiz ile buluşturmak için Haziran sonuna kadar sürecek maraton için yola çıktı. Sayın Deniz Kenber’in (‘88) mentor/ mentee eğitimlerini vermesiyle başlangıcını yapan proje, tüm mentor ve mentee’lerimizin katıldığı tanışma toplantısı ile hepimize kuşaktan kuşağa iletilen deneyimlerin ne kadar heyecan verici olduğunu ve olacağını gösterdi. 34 20 HISTORIC BUILDINGS ON THE SOUTH CAMPUS “Historic Buildings on the South Campus” ismi ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayımlanan çalışmada, Robert Kolej’in kuruluşundan bu yana okula özgünlük kazandıran en önemli bileşenlerden biri olan binaların tarihçesini Prof. Dr. John Freely’nin kaleminden okuyoruz. Bu sayıdan başlayarak, kitapta yer alan tarihi binalar üzerine kaleme alınmış inceleme yazılarını sizlerle paylaşacağız. İÇ VE DIŞ SİYASET ROTASI Son dönemlerde iç içe geçmiş dış ve iç siyasetin dinamikleri, Ortadoğu’da yaşananlar ve bu yaşananların iç siyaset dengelerini ne yönde etkileyeceği, “Yeni Türkiye” ve hukuk kavramlarının ülkemizdeki yeri üzerine sorularımızı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Ayşen Candaş’a yönelttik. YARATICI GENÇLER, YENİ MESLEKLER 2001 yılından beri sanat ve tasarım konusunda yurtdışı eğitim danışmanlığı yapan mezunumuz Canan Kadıoğlu ’74, Eylül 2010'da Art Academy'i kurarak yurtdışında sanat ve tasarım konularında eğitim alacak lisans ve lisansüstü seviyesindeki öğrencilere portfolyo hazırlıklarında danışmanlık yapıyor. Sayın Kadıoğlu’nun Türkiye ve yurtdışındaki sanat ve tasarım eğitimine dair tespitlerini ve kendi çalışmalarını paylaştığı röportajımızı sizlere aktarıyoruz. 54 ''ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE'' 2014 yılının bahar aylarında sanat dünyasına internet üzerinden giriş yapan Art50.net, sanatçı, koleksiyoner ve tüm sanatseverleri aynı çatı altında buluşturan bir online çağdaş sanat platformu. Sanatı seven, paylaşan ve sanatla iç içe yaşamak isteyenleri birleştiren Art50. net üzerine Sayın Güliz Özbek Collini '85 ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı paylaşıyoruz. BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED) TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. ARALIK 2014 SAYI 201 YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN aylinburan@bumed.org.tr YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MUSTAFA UYAL YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, PINAR TÜREN KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK, MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ RONEY, GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATİH ÖZTÜRK EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN, BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR TASARIM VE RESİMLEMELER: EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK esenan@gmail.com REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: BURCU ALTUNYAY burcualtunyay@bumed.org.tr 0212 359 58 44 TUĞBA ALARSLAN tugbaalarslan@bumed.org.tr 0212 359 58 16 YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68 BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş. KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3 KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055 www.masmat.com.tr B 7 yönetim kurulundan esi ş '02 e d eb a ulu Üy D r u ç K n a et i m S. İn em Yön n ö D . 14 ''Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım'' "Dünle birlikte gitti, cancağızım Ne varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım." Mevlana 8 Bundan henüz 20 yıl önce PC’ler yeni yeni kabul görmeye başlamıştı; cep telefonları ile bugün yapabildiklerimizin bir kısmıyla ilgili bile öngörülerini söyleyenlere garip bakılıyordu. İtiraf etmeliyim ki, üniversitedeki ilk yılımda Kuzey Kampus’taki yurt odasında Ali’yi cep telefonuyla her gördügümde, bunu gereksiz bir lüks, hatta her an ulaşılabilir olmayı da biraz işgüzarca ve zorlama bir ihtiyaç olarak düşünüyordum. Yanıldığmı fark etmem ve bu düşüncemi tedavülden kaldırmam çok uzun sürmedi. Benim bu öngörüm gibi, üniversitede de bir dönem hayatımıza girip ve daha sonra tedavülden kalkan birçok şey vardı. Arkadaşlarla üniversitede yaşadığımız değişimi konuştuğumuzda aklımıza gelenlerden bazıları şunlar: Bilgisayar laboratuvarında MIRC (daha sonra ICQ), Windows 95, Altavista; yurtlarda kat telefonundan oda telefonuna geçiş, ankesörlu telefonların önündeki telefon kuyruğu, kayıt için öğrenci işlerinden alınan formlar ve hocaların kapılarının önünde uzayan imza kuyrukları… Değişim her şeyi inanılmaz bir hızla eskitiyor. Yeni olan, yaşamın hemen her alanında eskiyi geçersiz kılıyor. Değişimi tetikleyen ana faktör küresel dünyada yaşanan rekabet. Bu rekabetçi yapının ateşlediği değişim iş hayatında, maliyet, kalite, hizmet ve hız gibi çağımızın en önemli performans ölçülerine odaklanıyor. Bir yandan endüstriler evrilirken bir yandan da yaşam tarzları ve değerler de değişimden etkileniyor. Teknoloji maliyetlerinin ucuzlaması ile daha da hızlanacak cihazların birbirini tanır ve bağlantılı hale gelmesi ve dijital dönüşüm, fırsatlarla dolu ve değişen bir oyun alanı yaratmakla kalmıyor; aynı zamanda hayatımıza giren ve onu dönüştüren yeni endüstriler ve iş fikirlerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Her yeni endüstri ve iş fikri, aynı zamanda bu değişim döngüsünün birer katalizörü oluyor. Çok değil 20 yıl önce internet üzerinden kitap satmak üzere kurulan Amazon, ticareti; henüz altı yıl önce kurulan ve 33.000 şehirde iki milyondan fazla odası olan büyük bir otel diye de tanımlayabileceğimiz Airbnb, otelciliği (96 yıl önce açılan Hilton’un 91 ülkede yaklaşık 680.000 odası var); henüz dört yıl önce lanse edilen ve yaklaşık 19 milyar dolar değeri olan Uber, taksiciliği ve yolcu taşımacılığını yeniden tanımlıyor. Sanat, tasarım, siyaset, insan kaynakları, sağlık, hukuk, ve diğer birçok alanda da, değişim her zamankinden daha hızlı yaşanıyor. Derginin bu sayısında birçok alanda yaşanan değişimi okumakla kalmayacak, okurken yaşanan değişimi hissedeceksiniz. Yaşanan değişimler, etrafındaki her şeyi dönüştürürken, değişimin hızı da başımızı döndürüyor. Çünkü değişim, tarih boyunca hep ivmelenerek, artarak ilerliyor. Önümüzdeki 20 yılda, geçmiş 200 yıldan daha fazla değişim gerçekleşecek. Değişimin hızı, teknolojinin gelişimi, bilginin kolay yayılımının sonucu olarak ortaya çıkan küreselleşme çerçevesinde dikkat çekici bir şekilde artıyor. Bilgiye erişimin kolaylaşması, durumların ve olguların sabit kalmasını engelliyor; ve bilgi çağıyla birlikte deneyimlerin ve tüm bilginin yeni teknolojiye adapte edilmesi her şeyi hızlandırıyor. Artık her şey eskisinden daha hızlı yaşanıyor. Daha hızlı haberleşme, daha hızlı ulaşım, daha hızlı yemek, daha hızlı tüketim, daha kısa sürede daha çok iş yapma…Bir süre sonra bugün hiç bilmediğimiz yepyeni ürünler, servisler, işler girecek hayatımıza ve bunlara adaptasyonumuz da çok hızlı olacak. Bugün kullandığımız birçok ürün, servis için de geçerli bu durum. Değişimi yorumlarken genellikle yenilik ve gelişimden bahsettiğimizden, gelecek senaryoları genelde pozitif algılanır. Fakat, her değişim iyi midir? Değişime başka bir açıdan da bakmak anlamlı olacaktır. Hızın, değişimin ve teknolojideki gelişmelerin, yaşamlarımızı daha pratikleştirip, kendimize daha fazla vakit ayırmamıza neden olacağı düşünülürken, ironik bir şekilde zamanımız daha da kıt ve mutlu olmak için daha fazla şeyi yapmaya, daha fazlasına sahip olmaya odaklanıyoruz. Tüm dünyada insanlarin, kişisel/özel zamanlarından feragat edip, her zamankinden daha çok çalıştığını söyleyebiliriz. Çok daha makro bir açıdan baktığımızda da, tüm dünyada küreselleşmeyle birlikte artan yoksulluk, en zengin %1’lik dilimin artan geliri ve gelir eşitsizliği; reel ücretlerin düşüşü, çevre sorunları ve kaynakların hızlıca tüketilmesi gibi trendleri görebiliriz. Değişim fetişisti olmadan, değişen her şey iyidir demeden önce, değişimi daha iyi anlayabilmemiz, yorumlayabilmemiz dileğiyle… B 9 camiadan haberler seçenekleriyle hazırlıyor. Detaylar için www.bogaziciakademi.com.tr sitesine bakabilirsiniz. İKİ ÖNEMLİ PROJE NEXT GENERATION B 10 Bilgisayar Mühendisliği Bölümü mezunlarımızdan Nedim Barut ‘04, 2009 yılında kurduğu Next Generation şirketi ile başarılı girişimciler arasında bulunuyor. Barut, Türkiye’de online araştırma pazarının büyümesini, kurmuş olduğu www.benderimki.com platformu ile sağlıyor. Ayrıca, pazar araştırması sektörünün Türkiye’de lideri olan Ipsos şirketi ile 2014 yılında iş birliği başlatan ve bu iş birliği ile birçok başarılı projeye imza atan Next Generation’ın 2015 yılındaki hedefi, www.benderimki.com’u Türkiye’nin bu alandaki lider platformu haline getirmek. BOĞAZİÇİ AKADEMİ Fizik Öğretmenliği Bölümü mezunlarımızdan Ramazan Çetinkaya ‘08, kolej ve fen lisesinde öğretmenlik yaparken ülkemizde eğitim sisteminin eksiklerini yakından gözlemleme fırsatı buldu. Daha sonra bu sorunların kişiselleştirilmiş ve esnek eğitim programlarıyla çözülebileceğini fark etti. Ardından 2012 yılında kendi eğitim markasını oluşturdu. "Boğaziçi Akademi" kişiye özel akademik eğitim çözümleri üreten bir anlayışa ve tamamı Boğaziçi mezunu bir ekibe sahip. Dünyadaki eğitim standartları ülkemize uyarlanırken karşılaşılan problemleri güzel bir takım çalışmasıyla bireye odaklanarak çözmeyi amaçlıyor. Öğrencileri AP, IB ve SAT gibi uluslararası programlara birebir, grup ve online ders Bisikletle Avrupa turunun ardından, Türkiye'de ekolojik bilinç oluşmasına katkıda bulunmak amacıyla bisikletli sahaf projesini başlatan Sayın Rüzgâr Yolgezer '14, projelerini kısaca şöyle dile getiriyor: kullanımına dur diyoruz. Ekolojik bir girişim olarak başlattığımız Bisikletli Sahaf projesi ile doğaya ve çevreye verdiğimiz rahatsızlıklara laf ile değil yaptıklarımızla pozitif bir eleştiri getirmeyi umuyoruz. ATAMALAR Makina Mühendisliği Bölümü mezunumuz Oğuz Uçanlar ‘01, Anadolu Restoran İşletmeleri Ltd. Şti.’ye Operasyon Direktörü olarak atandı. Ekonomi Bölümü mezunumuz Öznur Önal ‘96, Merck Sharp&Dohme İlaçları Ltd. Şti.’ye Türkiye Uyum Direktörü olarak atandı. İktisat Bölümü mezunumuz Ülfet Baykent Uysal ‘99, Unilever Sanayi ve Ticaret Türk A.Ş.’ye Türkiye Bölgesi Satış ve Pazarlamadan Sorumlu İK Direktörü olarak atandı. Parasız Vejetaryen Avrupa Turu Beş ay süren ve yaklaşık 10.000 km’yi devirdiğim Parasız Vejetaryen Avrupa Turu'nu doğaya karşı duyarlılığım tetikledi. Buna paralel olarak tur için gerekli olan ekipmanları ve kıyafetlerimi güvene dayalı bir alışveriş olan armağan ekonomisiyle sağladım. Kısacası bisiklet, çadır, yağmurluk gibi pek çok malzemeyi beş aylığına ödünç aldım. Bu düşüncelerden yola çıkarak Belçika’da bana katılan Filiz ile birlikte, son iki ay tamamen beş parasız İstanbul’a pedalladık. Bisikletle Avrupa Turu’nu alternatif bir yolculuk yapan şey ise, ihtiyaçlarımızı en aza indirmemizdi. Yiyeceklerimizi çöpten bulduk veya restoranların artık yemeklerini yedik. Yolda tanıştığımız insanların bahçelerinde kamp kurduk. Bisikletli Sahaf Düşüncelerimize paralel olarak başlattığımız bir diğer proje ise: Bisikletli Sahaf. İkinci el kitapları sattığımız bu projede, kitap teslimatlarını bisiklet kurye ile yapıyoruz. Bu sayede ikinci el kitapları satarak yenisinin alınmasını önlüyor ve tüketimi azaltıyoruz, aynı zamanda da bisikletli kurye ile fosil yakıt Endüstri Mühendisliği Bölümü mezunumuz Emre Kozlu ‘02, Philip Morris Sabancı Pazarlama ve Satış A.Ş.’ye Makedonya Genel Müdürü olarak atandı. İşletme Bölümü mezunumuz İdil Kural ‘94, Ernst&Young Danışmanlık’a Türkiye Finansal Hizmetlerden Sorumlu Ortak olarak atandı. Makina Mühendisliği Bölümü mezunumuz N. Göksel Öztürk ‘00, VF Ege Giyim Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye Genel Müdür olarak atandı. İşletme Bölümü mezunumuz Mustafa Tayfun ‘04, Nef Timur Gayrimenkul Geliştirme Yapı ve Yatırım A.Ş.’ye Pazarlama Müdürü olarak atandı. VEFAT Boyden Danışmanlık Şirketi'nin Başkanı Sayın Özlem Ergün'ün ('82) annesi, BÜMED 12. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Şükrü Ergün'ün ('81) kayınvalidesi Sayın Nurten Kılıçoğlu'nun vefat haberini üzüntüyle öğrendik. Merhumeye Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyoruz. MADE BY SWEDEN Zlatan Ibrahimović İsveç zorlu bir arazidir. Dik dağlar, sık ormanlar, uzun mesafeler, kar, güneş, karanlık, buz ve yağmur. Bir otomobil düşünün, tüm bu zorluklara göre tasarlanmış. Tüm bu koşullara karşı durabilen Volvo XC60. Daha fazla bilgi için volvocars.com.tr VOLVO XC60’I KEŞFET Volvo XC60 D4 2.0 lt Dizel 181 hp 400 Nm 0-100 km/s Hızlanma: 8,5 sn Ortalama Yakıt Tüketimi: 4,7 lt/100 km ve Ortalama CO2 Emisyonu: 124 gr/100 km VOLVOCARS.COM.TR 863 34 BU 1 esnasında, yalnızca Yale Üniversitesi ile değil, Amerika dışında dokuz ülkeden gelen mezun dernekleri temsilcileri birbirleriyle bol bol deneyimlerini paylaşma imkânı buldular. YaleGALE 2014’ün ikinci gününde bir de sunum gerçekleştiren Hakan Zihnioğlu ’91 ve Emre Kazancıoğlu ’95, organizasyonda sunum yapan tek misafir katılımcı grup olarak, hem Yale temsilcilerinden hem de diğer katılımcı mezun derneklerinden büyük bir beğeni ve takdir aldılar. ÜYELİK KAMPANYASI B 12 BÜMED Üyeliği için yılın en uygun zamanı! Avantajlı yıl sonu kampanyamızdan faydalanın, 2015 gelmeden siz BÜMED'e gelin! #SensizOlmaz Ayrıntılı bilgi ve üyelik için: 0212 359 58 80 Call Center 0212 359 58 28 Arzu Haner 0212 359 58 35 Elif Sobacı 0212 359 58 20 Emine Çavak 0212 359 58 13 Tuba Taşyürek uye@bumed.org.tr BÜMED YALE GLOBAL ALUMNI LEADERSHIP FORUM 2014’TEYDİ Bu sene, 12-15 Kasım tarihleri arasında New Haven’da, Yale Mezunlar Derneği AYA tarafından düzenlenen Yale Global Alumni Leadership Forum 2014’te BÜMED, Yönetim Kurulu Başkanımız Hakan Zihnioğlu ’91 ve Üye Mezun İlişkileri Yöneticimiz Emre Kazancıoğlu ’95 tarafından temsil edildi. Dört gün süren atölye çalışmaları Bir hafta süren Amerika ziyareti kapsamında, Fordham, Columbia, Yale, Harvard ve MIT gibi, Amerika’nın ve dünyanın en önde gelen üniversiteleri ile temaslarda bulunulmuş, önümüzdeki günlere yönelik çalışmalar başlatılmış ve temeller atılmıştır. Ayrıca, Yale Üniversitesi’nin bulunduğu New Haven şehrinin Belediye Başkanı Bayan Toni Harp’a da bir ziyaret gerçekleştirilmiş, üniversite ve çevresi ile olan ilişkiler bir de resmi ağızlardan dinlenmiştir. BÜMED adına, uluslararası düzeyde kurulmuş temaslar anlamında bir ilk olan bu tür çalışmalar, önümüzdeki dönemlerde yoğunluğunu ve çeşitliliğini artırarak devam edecektir. Bu ziyaretler ve çalışmalarla ilgili bilgiler, dergimizin gelecek sayılarında detaylı olarak yer alacaktır. BUBA - I-FOUR MODEL PANELİ 31 Ekim'de BUBA, IP Conference 2014 bünyesinde "I-Four Model" isimli paneli düzenledi. Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen 4. Uluslararası Fikri Mülkiyet Hakları Konferansı bünyesinde yapılan panelde, Invention, Investment, Incubator, Industrializer dörtlüsünün yarattığı sinerji tartışıldı. 3-18 Kasım arasında da altı modül halinde girişimci eğitimleri gerçekleştirildi. Eğitim modüllerinin isimleri: BUBA 101 - Fikirden Projeye Geçiş ve Ekip Oluşturma (3 Kasım) BUBA 102 - Networking ve Etkili İletişim Becerileri (4 Kasım) BUBA 201 - Pazar Araştırması ve Rekabet Analizi (10 Kasım) BUBA 202 - Pazarda Farklılaşma, Rekabet Avantajı Sağlama (11 Kasım) BUBA 203 - Fiyatlandırma ve Satış Stratejileri, Gelir Modeli (17 Kasım) BUBA 301 - Finansman Kaynaklarına Erişim (18 Kasım) DANCE NIGHT! DIGITAL TALKS 18 Kasım akşamı başlayan ve yoğun talep gören Digital Talks, Aralık ayında da devam ediyor. 23 Aralık’a kadar her salı akşamı farklı konuşmacıların yer alacağı bu etkinliğimize davetlisiniz. Detaylı bilgi ve kayıt için: www.digitaltalks.org 27 Aralık akşamı Club House BÜMED'de dans gecesine davetlisiniz. Latin dansları hocamız Margarita eşliğinde, salsadan rumbaya farklı ritimler eşliğinde dans edebileceğiniz bu gecede, küçük sürprizlere de hazırlıklı olun. Kayıt ve rezervasyon için: etkinlik@bumed.org.tr 0212 359 5821 B 13 BÜMED Ankara 863 06 BU 1 TAURUS’UN 1. YAŞINI KUTLADIK Haldun İyidil ’88 B 14 Sevgili arkadaşımız Yasin Şerefoğlu’nun (‘92) daveti üzerine Ankara'da yaşayan mezunlar ile birlikte Ankara’nın yeni AVM'si “Taurus”un 1. yaşını kutladık. Ankara-Konya yolunda 29 Ekim 2013’te kapılarını açan Taurus AVM, yerli ve yabancı sermayeli bir yatırım olarak 2011 yılında AVM yatırımına başlamış. Toplam yatırımı 200 milyon euro olan AVM ve ofis karma proje, kısmen özkaynaklar, kısmen kredi ile finanse edilmiş. AVM, toplamda 140,000 metrekare kapalı alana sahip. Açıldığı günden beri Taurus AVM’yi bir yılda yaklaşık 6 milyon kişi ziyaret etmiş. Taurus AVM, engelli dostu, sanatsever ve hayvansever bir AVM olmak iddiasında. Taurus AVM' de her yerde var olan engelli hizmetlerinin yanı sıra görme ve işitme engelliler için özel cihazlar ve donanımlar da mevcut. Diğer yandan Türkiye’de bir ilk olan Pet Pansiyon, ziyaretçilerin can dostları olan hayvanlarını rahatlıkla konaklatabildikleri, ücretsiz hizmet veren bir mekân. Taurus Sanat Merkezi ise her ay yeni bir sergiyle Ankaralı sanatseverlere hizmet vermeye devam ediyor. Yazın verdiği rehavetle mezun arkadaşlar olarak uzun zamandır görüşemiyorduk. Ancak bu etkinliği değerlendirdik ve bir araya geldik. Hoş sohbet bir havada geçen iki saatin ardından içeri davet edildik. Sırada Rusya'dan gelen illüzyon grubunun gösterisi vardı. Gerçekten müthiş bir performans sergilediler. Artık veda vakti gelmişti. Ev sahibine teşekkür ettik ve soğuk bir Ankara akşamında evlerimizin yolunu tuttuk. ANKARA ÜYEMİZDEN BİR BAŞARI Sayın Haldun İyidil CE ’88, Doğu Avrupa Direktörü olarak Uluslararası Boru Hatları ve Deniz İnşaatları Sanayicileri Birliği'nin (IPLOCA) Yönetim Kurulu'na seçildi. IPLOCA, 40 ülkeden 255 üyesi olan ve aralarında dünyanın en büyük inşaat sanayicisi şirketlerinin bulunduğu bir meslek örgütüdür. Çevre, emniyet, sağlık politikalarını tüm üyeleri için vazgeçilmez bir standart olarak öngören ve bu alanlardaki başarılı uygulamaları, çeşitli kategorilerde her yıl ödüllendiren IPLOCA'nın en önemli amacı, boru hattı müteahhitliği sektörünü geliştirmek ve üye kuruluşlar arasındaki birliği imkânlarını artırmaktır. IPLOCA'da üyeler, birçok çalışma gruplarında ve komitelerde görev almakta olup, çeşitli dönemsel toplantılara katılarak ve yılda bir kez de gelişmelerin ele alındığı büyük bir organizasyonda bir araya gelmek üzere çalışmalarını sürdürmektedirler. Türkiye'den Limak, Tekfen, Alarko gibi uluslararası platformda projeleri bulunan inşaat sanayicilerinin üye olduğu IPLOCA'nın ayrıca Bechtel (ABD), Fluor (ABD), Saipem (İtalya), Sicim (İtalya), Nippon Steel (Japonya), Nacap (Hollanda), CCC (Yunanistan) gibi uluslararası inşaat şirketlerinin yanı sıra Basf Gmbh (Almanya), Renault (Fransa), Thyseenkrupp Mannex (AlmanyaHollanda) gibi ortak üyeleri ve Cranfield Üniversitesi, Ghent Üniversitesi, Gubkin Russian Üniversitesi ve Osaka Üniversitesi gibi akademik üyeleri bulunmaktadır. İnşaat sanayisi sektörünün önemli kuruluşu IPLOCA'nın, 13-17 Ekim 2014 tarihlerinde Abu Dhabi'de yapılan toplantısında Yönetim Kurulu'na seçilen Sayın İyidil'i kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz. BÜMED İzmir 863 35 BU 1 HAPPY HOUR B 16 Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği İzmir Şubesi olarak etkinliklerimiz devam ediyor. 15 Ekim 2014 Çarşamba günü Konak Pier Mezzaluna’da bir aradaydık. Gün batımında bizim için hazırlanan bistro ve minik ikramlarla Happy Hour olarak başlayan buluşma, muhabbetler koyulaşınca yemeğe dönüştü. Deniz kenarı İzmir akşamları bir başka güzel dostlarla… Organizasyonu hazırlayan Deniz Öngören’e teşekkürler. İzmir Amerikan Koleji’nden Boğaziçi mezunu, öğretim görevlisi arkadaşlarımız ve yeni mezunlarımız da bu keyifli gecede bize katıldı. Sayı olarak gitgide artıyor ve çok keyifleniyoruz. BAKIR NEFESLİLER SEKİZLİSİ İLE CUMHURİYET KUTLAMASI 25 Ekim 2014 Cumartesi günü 70 kişinin katıldığı İzmir Anglican Kilisesi’nde çok özel bir Cumhuriyet Kutlaması gerçekleştirdik. Konservatuvar öğrencileri ve hocalarından oluşan Bakır Nefesliler Sekizlisi grubu harika bir konser verdi bize. Başkanımız Sevgili Burak Günday’ın müzik grubunu organize ettiği konser öncesi bir kokteyl verdik. Kokteyl ile ilgili ön hazırlıklar ve incelikle düşünülen her türlü detayı Yönetim Kurulu Üyemiz Murat Balcı organize etti. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Bu etkinlik çok ilgi gördü. Bu kiliseye normalde dışarıdan girilemiyor. Alsancak’ta önünden yıllardır geçip gittiğimiz Anglican Kilisesi'nin içini hep merak ederdik, bu etkinlik sayesinde kilisenin içini de görmüş olduk. Bakır Nefesliler Sekizlisi bizi kendilerine hayran bıraktı; konser hiç bitmesin istedik. Konser sonrası da sohbet, kokteyl verdiğimiz alanda devam etti. Geceyi bitirmek istemeyen bir grup toplanıp Boğaziçi mezunu arkadaşımız Ümit Özgünter’in işletmesini yaptığı Alsancak Rox Bar’a gittik. Bize özel ayrılan locada, harika müzik eşliğinde, içkilerimizi yudumladık. Bizi etkinliklerimizde yalnız bırakmayıp aramıza katılan ve hazırlıklarda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. üniversiteden haberler Boğaziçi'nde Yapım Mühendisliği ve Yönetimi İkinci Öğretim Tezsiz Yüksek Lisans Programı “Barışın Renkleri Çocukta Başlar’’ B 18 “Barışın Renkleri Çocukta Başlar’’ başlığı ile, 8 Kasım 2014 Cumartesi günü Güney Kampus Natuk Birkan Binası İbrahim Bodur Salonu'nda Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi ve AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) sponsorluğunda bir etkinlik düzenlendi. ve 15 çocuk katıldı. Bu etkinlik konuşmalardan sonra üç üniversite öğrencisinin söylediği şarkılar ve kokteyl ile devam etti. Aynı anda çocuklar da kum boyama ve yüz boyama aktiviteleri ile neşeli saatler geçirdi. Dileğimiz Dilara’nın başlattığı bu projenin başkalarına da ilham kaynağı olması ve hem barışın hem bağışın hem de sanatın çocukluk yaşlarından itibaren daimi hale gelmesidir. Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyelerimizden Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie’nin kızı Annabel Dilara Seggie, kişisel resim sergisi ve AÇEV için bağış kampanyasına ev sahipliği yaptı. İlham verici olan, Dilara’nın 5.5 yaşında olması ve bu etkinliği kendi kişisel girişimi ile başlatmasıdır. Kendisi resim çizmeyi ve boyamayı çok seviyor. Bir gün resimlerini kitabı olmayan çocuklar için kitap haline getirmek istemiş ve bu kitap da bağış kampanyasında kullanılmıştır. Chobani'nin Kurucusu Hamdi Ulukaya, Boğaziçi Üniversitesi'ndeydi! Açılışı bu fikrin nasıl doğduğunu ve bugünlere nasıl gelindiğini anlatan Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie yaptı. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Barış Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Fatoş Erkman'ın barış ve çocuk ilişkisi üzerine yaptığı konuşmayı, AÇEV adına Jason Lau’nun konuşması takip etti ve Dilara’nın bu fikrinden yola çıkarak bir proje geliştirmeye başladıklarını ifade etti. AÇEV gönüllüsü rozetini Jason’dan alan Dilara’nın barışın renklerini temsil ettiği sergisine 40’a yakın yetişkin Amerika’nın en çok satan yoğurt markası Chobani’nin kurucusu ünlü girişimci Hamdi Ulukaya, 31 Ekim Cuma günü Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilere başarılı girişimciliğin sırlarını verdi. Türkiye’de ilk defa bir üniversitede konuşma yaptığını belirten Hamdi Ulukaya, burada bulunmaktan onur duyduğunu sözlerine ekledi. Markalaşmada özgün bir imajın ve sosyal bilincin önemine değinen ünlü girişimci, Chobani’nin “dijital çağda ağızdan ağıza pazarlama” yöntemi ile büyüdüğünün de altını çizdi. 2014-2015 Bahar Dönemi için 15-26 Aralık 2014 tarihleri arasında başvuru yapabilirsiniz. Mülakatlar 12 Ocak 2015 saat 10.00'da İnşaat Mühendisliği Bölüm Toplantı Odası'nda gerçekleşecek. Detaylı bilgi için : www.cem.boun. edu.tr Boğaziçi Kürek Takımı’ndan bir birincilik daha! Boğaziçi Kürek Takımı, Ekim ayında gerçekleştirilen Türkiye Kupası 1. Etap’ta altın madalyanın ardından yarışların ikinci etabında da birinciliği rakiplerine kaptırmadı. Takımın yeni hedefi ise Şubat 2015’te Belçika’da gerçekleştirilecek olan Boat Race’e katılarak Türkiye’ye madalya ile dönmek. Boğaziçi Üniversitesi Soma Dayanışması Boğaziçi Üniversitesi Soma Dayanışması, 13 Mayıs 2014’te 301 madencinin hayatını kaybettiği faciayı masaya yatırdı. Soma benzeri olayların bir daha yaşanmaması için, “Soma: Hakikat, Adalet ve Anma Sempozyumu” ile çözüm önerileri aradı. Ayrıntılı bilgi: www. bogazicisomadayanismasi.boun. edu.tr The whole world in a click: Zurich Worldtimer true blue with 24 time zones NOMOS Glashütte saatlerini Türkiye’de Tevfik Aydın Saat: Tel: 0212 353 04 38, www.tevfikaydin.com ‘da bulabilirsiniz. MENTOR OLUN: SIRADAKİ BOĞAZİÇİ NESLİNE SİZ YOL GÖSTERİN! MENTEE OLUN: BİR BOĞAZİÇİLİ SİZE YOL GÖSTERSİN! B 20 2003 yılından bu yana devam eden BÜMED Mentorluk Programı, çeşitli alanlarda çalışan Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını öğrencilerimiz ile buluşturmak için Haziran sonuna kadar sürecek maraton için yola çıktı. Geçtiğimiz yıl 130 olan mentor sayımız 2014-2015 döneminde 300 mentora ulaştı ve toplamda 600 kişilik büyük bir aile olduk. İşletme mezunumuz Sayın Deniz Kenber’in (‘88) mentor/ mentee eğitimlerini vermesiyle başlangıcını yapan proje, tüm mentor ve mentee’lerimizin katıldığı tanışma toplantısı ile hepimize kuşaktan kuşağa iletilen deneyimlerin ne kadar heyecan verici olduğunu ve olacağını gösterdi. Eşleştirmeleri gerçekleştirilen mentor ve mentee’lerimiz, Temmuz ayına kadar program dâhilinde görüşmelerini sürdürecekler. Programın tüm öğrencilerimize ve mezunlarımıza faydalı olmasını dileriz. Mentor/ mentee eğitimlerini gerçekleştiren Sayın Deniz Kenber, program, karşılıklı sorumluluklar ve kazanımlar hakkında bize görüşlerini ve tespitlerini aktardı. Kendisinin röportajı ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? 1988 İşletme Bölümü mezunuyum. Okulu bitirdiğimde Deniz Kenber Programın hem mentor’lara hem de mentee’lere ne gibi katkıları olabileceğini düşünüyorsunuz? dört yıllık reklam ajansı deneyimim çoktan birikmişti. hiçbir zaman tipik bir işletme öğrencisi olamadım. Gündüzleri işe gider akşamları da BUO’da tiyatro provalarına katılırdım. Yani ilgi alanlarım daha başka yerlerdeydi. Mezuniyetten sonra bir süre TRT’de asistan yönetmen olarak çalışıp ardından Syracuse University’de sinema televizyon konusunda yüksek lisansımı tamamladım. Mesela benim o yıllar deneyimli bir mentorum olsaydı belki de bugün vardığım noktaya çok daha kısa sürede varabilirdim. Aslında amacım hep netti; insanlara dokunmak, onlara ilham vermek. Ancak aradığımı bulmak 17 yılımı aldı. Yolda giderken reklam filmi yönetmenliğinden, program sunuculuğuna, oradan çok uluslu reklam ajansında yöneticiliğe kadar çok farklı duraklarda konakladım. Yaptığım her işten büyük keyif aldım. Şimdi ise geldiğim noktada kendimi çok şanslı hissediyorum çünkü son dokuz yıldır artık işim iş değil de yaşam şeklim. Yöneticilere ve yönetici olmak isteyen gençlere koçluk yapıyor, eğitimler veriyorum. Kişisel gelişim atölyeleri tasarlayıp yönetiyorum. Kurumların insan öğütme değil de insan parlatma makinesi olabileceği inancı ile kurum kültürü ve değişim projelerinde danışmanlık yapıyorum. Bu vesile ile birçok mentorluk projesini de tasarlayıp uygulamaya geçirdim. Her iki taraf da kendi rolünün hakkını verirse bu programın birçok açıdan çok kişiye katkısı olacaktır. Bir kere mentee'ler açısından muazzam bir manevi tatmin. Düşünsenize bir gencin vizyonunu netleştirmesine veya kariyerinde daha hızlı yol almasına aracılık ederken aslında katkı sadece mentee’ye de değil ki; o kişinin ailesine de katkınız var, topluma da. Özellikle yaşı ileri olan mentee’ler açısından, bence ikinci çok değerli katkı da gençleri yakından tanıma fırsatı. Yöneticilerle yaptığım atölyelerin neredeyse hepsinde hep aynı soru muhakkak sorulur “Hocam Y’leri nasıl motive edeceğiz?” Sanki “Y” ler uzaylı, biz de dünyalı! Mentorluk sayesinde B 21 B 22 uzaktakini yakından tanıyabilirsin. Bir an için hayal edin; çocuğunuz veya çalışanınız olmayan bir genç, arada hiçbir çıkar ilişkisi yokken, gönüllü olarak, samimiyetle kendisini size açıyor. Ne çok içgörü edinebilirsiniz! Mentee’ler açısından bakarsak, bir mentor’u olmak ne büyük şans! Mentor hayat tecrübesini, bakış açısını ve işe yarar tanıdık çevresini damıtıp size sunuyor; bence akıllı mentee bunu iyi değerlendirendir. Ancak BÜMED mentorluk progamında mentor’un aynı zamanda güçlü sorular ile düşündüren ve yapıcı geribildirimler ile ayna tutan kişi olmasını da öngörüyoruz. Dolayısı ile ideal durumda bu projenin mentee’ye verebileceği belki de en büyük hediye kişisel farkındalıktır. Öğrencilere ve deneyimli mezunlara önerileriniz nelerdir? Benim işim öneri vermek, sabaha kadar devam edebilirim! Ancak en elzemleri nelerdir diye sorarsanız, birincisi AŞİKARI ÇEKİNMEDEN SÖYLEMEK. Şöyle ki projenin başlaması ve sürekliliği için üç önemli ön koşul var: Birincisi eşleşmenin uygunluğu, ikincisi karşılıklı isteklilik, üçüncüsü zaman ayırabilmek. Dolayısı ile ilk önerim, bu üç ön koşuldan herhangi birinde bile problem varsa mentor ve/ veya mentee’nin el frenini çekip durması ve ortak çözüm için proje sorumlularını haberdar etmesi. Yani aşikarı çekinmeden dile getirmesi. İkinci önerim mentee kardeşlerime. Mentee eğtiminde de defalarca tekrar ettim: “Sorumluluk alın, GÖRÜŞMELERE HAZIRLIKLI GELİN!” Siz ne almak istediğinizi bilmiyorsanız mentor ne yapsın? Son önerim de mentor’lara. Ne yapın edin GÜVEN ORTAMINI YARATIN. Mentee kendini sizin yanınızda güvende ve rahat hissetsin, çekinmesin. Güven ortamı var diye hemen varsaymayın, güven ortamı oluşuyor mu anlamaya çalışın. Anlamak için de gözlem yapın, açık diyalog ile teyit edin, mentee’yi dikkatle, kalbinizi açarak dinleyin ve de en önemlisi kendinizi sakın çok ciddiye almayın! B 23 MENTOR VE MENTEE’LER YANITLIYOR 1. Eğitimle ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? 2. Programla ilgili neler düşünüyorsunuz? Serhat Yüksel ’08 (İktisat): Eğitim çok başarılıydı. Çok güzel noktalara değinildiği, eğlenceli ve iletişimi yüksek bir şekilde geçtiği için çok memnunum. Benim ilk mentorluğum. Programı çok başarılı buldum. İnşallah katılımcı sayısı da artar ve bu program çok daha iyi yerlere gelir. Merve Yayla (Matematik Öğretmenliği, 5. Sınıf): Programa arkadaşlarımın vesilesiyle katılmaya karar verdim. Serhat Bey ile tanıştığım için gerçekten çok memnunum. Programın oldukça yararlı olacağını düşünüyorum. Nuri Özyer ’96 (Bilgisayar Mühendisliği): Programı biz de aslında Finansbank’ta “koçluk” olarak uyguluyoruz. İş yerinde çok faydalı oldu. Burada da aynı faydanın olacağını düşünüyorum. Açıkçası bizim dönemimizde de bu program olsaydı, çok sevinirdim. Pek çok öğrenci aslında mezun olduktan sonra ne yapacağını bilmiyor ve bazı şeyleri öğrenene kadar da neredeyse beş yıl geçiyor. Öğrenme süreci bence bu programla ciddi anlamda kısalacak. Bundan dolayı kıskanmadım da değil aslında. B 24 İlkan Yudulmaz (Elektrik Elektronik Mühendisliği, 4. Sınıf): Ben de 2009 girişli Elektrik Elektronik Mühendisliği öğrencisiyim. 2015’te mezun olmayı planlıyorum. Kariyerim ile ilgili soru işaretleri var zihnimde. Birkaç ay içerisinde Nuri Bey ile bunu çözeceğimize inanıyorum. Tuğba Başpınar Kobal ’98 (Sosyoloji): Program çok güzel. Bir bayrak yarışı içerisinde öğrenciler. Hem okul hayatında hem de iş hayatında yaşadığımız tecrübelerimizi aktarmak son derece faydalı. Cüneyt Altınışık ’82 (İşletme): Heyecanlandırıcı bir program. Menteem ile aynı yaşta bir kızım var. Kızım da üçüncü sınıfta. “Bir şeyler katabilir miyim?” diye düşünürken, aslında edinebilecek çok şey olduğunu da fark ediyorum ve iki taraflı bir kazanç olur, diye düşünüyorum. Harika Paşolar (Kimya Mühendisliği, 3. Sınıf): “İş hayatında nasıl ilerleyebilirim?” sorusuna yanıt arıyorum ve programın bu anlamda çok yararlı olacağını düşünüyorum. Canan Karacan ’97 (Psikoloji): Eğitim çok faydalı geçti. Her şeyden önce bu kadar çok mentoru bir arada görmek çok gurur verici. Menteelerimize katkımız olacaksa ne mutlu. Eminim bizim de onlardan öğreneceğimiz çok şey var. Bence çok güzel bir girişim. Gizem Özbir (PDR, 4. Sınıf): Programa ikinci kez katılıyorum. Kariyer yolumu çizmek anlamında programın çok faydasını gördüm. O yüzden şu anda da burada olduğum için çok mutluyum. Pelin Ülger ’87 (Bilgisayar Programı): Eğitim yararlıydı. Bizden neler beklendiği, nasıl yardımcı olmamız gerektiği konularını tanımlamak anlamında iyi. Çünkü iki kişiyi karşı karşıya getirdiğinizde, iletişim abla-kardeş ilişkisine de dönebilir, patron-çalışan ilişkisine de. Program hoşuma gitti açıkçası. Hazal Kalaycı (Yönetim Bilişim Sistemleri, 3. Sınıf): Programı duymuştum. Şu an gelecek kaygısı içerisinde olduğum ve ne yapmam gerektiğini düşündüğüm için programa katılmak istedim. Selçuk Tanyeri ’72 (İnşaat Mühendisliği): İnşallah menteem Hüseyin ile ömür boyu sürecek bir ağabey-kardeş ilişkisine adım atacağız. Onun fikirlerini dinliyorum, çok güzel planları var geleceğe yönelik. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. İyi bir iş yaptığıma inanıyorum. Hüseyin Nalbantoğlu (İnşaat Mühendisliği, 3. Sınıf): Geleceğe dair yaptığım planları, aklımdaki soruları sormak için bu programı bir şans olarak gördüm ve dâhil olmak istedim. Selçuk Bey’in bana çok şey katacağına inanıyorum. İnşallah çok güzel bir birliktelik olacak. Merve Salmaz (Uluslararası Ticaret, 3. Sınıf): Program bizi aynı okulda okumuş mezunlarla bir araya getiriyor. Ayrıca bizden fikir alıp, kendimizle ilgili de bilgi verebileceğimiz bir ortam sağlıyor. Bunun için BÜMED’e teşekkür ediyorum. Cengiz Han Kutlu ’08 (İşletme): Açıkçası programa az kişinin katılabileceğine dair tereddütlerim vardı. Ama bu çoğunluğu görünce mutlu oldum. İnsanın, Boğaziçi Üniversitesi gibi, mezun olduğu bir üniversitede yeni mezun olacak arkadaşlarla ufak da olsa bir şeyleri paylaşması beni çok mutlu ediyor. İnşallah arkadaşlarımıza faydalı olabilirim. Bu görüşmeler sonrasında ileride en azından bir cümlenin hatırlanması bile faydalı olacaktır eminim. Elbette biz de çok şey öğreniyoruz onlardan. Üniversitenin şu anki durumu hakkında bile çok şey öğrenebileceğime inanıyorum. O yüzden böyle bir organizasyonda yer aldığım için çok memnunum. Murat Akbıyık ’07 (İngilizce Öğretmenliği): Daha önce BuManzara kapsamında öğrencilere ağabeylik yapmıştım. Mezun olan o dönemden arkadaşlarım ile hâlâ görüşüyoruz. Artık mezuniyet aşamasında olan genç arkadaşlarımla birlikteyim bu program ile ve bundan mutluluk duyuyorum. BÜMED sevdiğim bir ortam aynı zamanda. Eğitimde de bahsedildiği gibi nesiller arasındaki bağlantıyı koparmamak gerekiyor. Ben okutman olduğum için hep gençlerle bir aradayım; ama bu program tabii daha farklı. B 25 MENTOR B 26 MENTEE B 28 B 29 "MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN OKUL VE DEĞİŞİM Nurcan İnan BÜMED Moda MEÇ Okulu Müdürü B 30 Yüzyıllardır okullar eğitimlerini gözden geçirmiş; çocuklar için en iyi eğitim modelinin peşinde olmuşlardır. Bu arayış 1800lü yıllardan günümüze kadar sürmektedir. Birçok okul broşüründe okulların seçtikleri modellerin isimleri ile karşılaşırız. Kimisinin ismi tanıdıktır; kimisi yeni bir terim daha kazandırır lugatımıza. Sadece siz veliler değil, biz eğitimciler de bazen detaylı bilmeyiz bu yaklaşımlarım içeriklerini. “Motessori”, “Reggıo Emilia”, “PYP”, “Flipped Classroom” veya “High Scope”… Hepsi farklı bir ekoldür, yaklaşımdır, uygulama ya da müfredattır. Takipçileri ve uygulayıcıları vardır. Ancak hepsinin de temel aldığı çocuk merkezli bir eğitimdir. Artık dünya, diğer sektörlerde olduğu gibi eğitimde de “birey”e odaklıdır, bireyin gelişimini kendi içinde değerlendirmenin farkındalığını yaşamaktadır. Bazı yaklaşımlar bunu uzun yıllar öncesinde fark etmiş olsa da tekrar tekrar keşfedilirler. Zamanında değer görmemiş ya da yaygınlaşamamış bakış açıları günümüzde farklı eğitim kurumlarınca değer görür ve eğitim felsefelerinin içine yedirilir. Biz, Merak Eden Çocuk Okulları’nda felsefemize şöyle bir cümle yazdık: “Biz sınıf değil, birey yetiştiriyoruz.” Bu cümle aslında tüm bu yaklaşımların bir özeti ya da güzel bir bütünü. Çocukların farklılıkları bizim için çok önemli. Her birinin yeteneklerini önemsiyor, doğal meraklarından yola çıkarak onlara beceri geliştiren bir öğretim modeli sunuyoruz. Farklılaştırma veya kişiselleştirilmiş öğretim pek çok geleneksel yol ve yöntemden farklı olarak “sorgulama” gerektiriyor. Sorgulama yapabilme becerisi ilk önce öğretmende olmalı. Sorgulamayan öğretmenin, sorgulamayı bilen bir nesil yaratması çok zor. Bireye özel eğitime aday olan bir okul ilk önce şu sorularla başlamalı yolculuğuna: Bütün öğrencilerin aynı şeyleri aynı yollarla ve aynı zaman dilimi içinde öğrenmelerini beklemek mantıklı mı? Öğrenciler kendi öğrenmelerinin sorumluluğunu daha fazla nasıl alabilirler? Ölçme-değerlendirme modellerimiz eğitimi ne kadar ileriye götürüyor? Sınıf öğretmeni bütün öğrenci ihtiyaçları konusunda hakim bir uzman olmalı mıdır? Müfredat ile öğrenci farklılıkları uzlaşabilir mi? Sorular aslında bir öğretim modelinin yapılandırılması için önemli bir başlangıçtır. Birçok yaklaşım, eğitimcilere, soruların bir bölümüne cevap veren reçeteler sunar ama asıl olan eğitimcilerin, her sınıf ve her birey için reçeteler sunabilme kabiliyetleridir. Yeni okul modeli artık bireyselleştirilmiş öğrenme ortamları yaratan okullardır. Öğrencinin kapasitesini en üst düzeye çıkarabilen modeller. Bunun için farklılaştırma, okullarda pek çok alanda geliştirilir. Derslerin dizaynları öğrenenin öğrenme profiline göre değişir. Öğrencilerin artık tek bir profile sahip olmadığını biliyoruz. Kimisi kinestetik, kimisi görsel, kimi dokunsal… O zaman bir ders herkese hitap edilecek şekilde dizayn edilmelidir. Bazen de öğrenci ihtiyaç ve ilgilerinden hareket edilir. Dersin içeriğini öğrencinin merakı üzerine kurarız. Mesela konu Ayasofya ise, kimisi için mimarisi öğrenilmeye değerdir, kimisi için tarihi… Merak eden çocuk olmalıdır. Öğrenmenin doğal süreci de merak ile başlar. Kendi öğrenme inisiyatifi çocuğa verilince zevk alacak, sınırlarını zorlayacak, araştırmasorgulama becerisini geliştirecektir. sıkıştırıldığına inanmadan ama hepsini sorgulayarak; öğrenci merakını temel alarak geliştiriyor ve büyütüyoruz okulumuzu. O yüzden kendimize seçtiğimiz isim de “Merak Eden Çocuk.” Değişimin, var olan doğanın içinde gizlediği düzeni fark etmek ve bilime bilinçle bakmak olduğunun farkındayız. O yüzden başlangıç noktamız ve merkezimiz “çocuk”… Farklılaştırma bazen de yapabilirlik ve hazırbulunuşluk ile gereklilik kazanır. İlkokul 1. sınıf öğrencisi okuma bilerek gelmişse okula, okuma yolculuğu durdurulmaz; aynı sınıftaki diğer çocukların hızları yavaşlatmaz onu çünkü öğretmeni her çocuğun kendi seviyesinde ilerlemesini sağlayan bir ortam hazırlar. B 32 Okurken bazen inandırıcı gelmiyor, bir öğretmen nasıl bölünebilir diyor; nasıl başarır her çocuğa ulaşmayı. Bu da meslek sırrı… Biz Merak Eden Çocuk Okulu olarak aslında tüm okulların hedeflediği bu değişimin uygulayıcısı olmanın gururunu yaşıyoruz. Hedefimiz beş yıl ya da 10 yıl sonrası değil. 20 yıl sonra iş hayatına atılan bir öğrencimize beceri kazandırmak; yetişkin olarak kendine güvenen ve proaktif bir düşünme yapısına sahip bireyler yetiştirmek. O yüzden, bilgiden öte beceri geliştirmenin öneminin farkındayız. Değişimin aslında var olanı fark etme olduğunu biliyoruz. Doğayı inceliyor ve öğrenmenin doğasını keşfediyoruz. Öğrenme; çocuk, yetişkin, hayvan ya da insan için değişen bir süreç değil. Öğrenme bir döngü. Tekrar tekrar yenilenen bir süreç. Öğrenme sürecinde önce “merak” var, sonra “soru sorma”, sonra “sorunun cevabını araştırma.” Kendinizi düşünün; seyahat etmek istediniz. Önce gideceğiniz yeri merak etmeye başlamaz mısınız? Sonra sorular gelir ardından, eşe dosta sorulur, internette sörf yapılır, kitaplar, dergiler karıştırılır. Eğer yabancı bir yer ise gitmek istediğiniz; o ülkenin dili, kültürü, tarihi ve doğal güzellikleri, hepsi merak konunuzdur artık. Kimse size zorla öğretmez bunları. Sadece belki de bir bilet davet etmiştir sizi bu yolculuğa. İşte yeni eğitim sistemi de tam bu noktadan başlıyor. Öğretmen, öğretenden öte davet eden artık. Öğrenci kendi öğrenme yolculuğunun içinde kapasite ve yetenekleri ölçüsünde bir hedefe doğru mutlu adımlarla gidiyor. Bu yolculuk kısa vadeli sonuçlar için değil, tüm yaşamı boyunca kullanacağı becerileri oluşturmak için önemli. İşte okullar da bu değişimi yaşıyor ya da yaşamaya çalışıyor. Biz bu değişimin bir model içine Geçenlerde yapmam gereken bir sunum için gelecekte var olacak meslekleri araştırdım. Burada da kısaca birkaçını saymak istiyorum: Vücut parçacığı imalatçısı, ergonomi mühendisliği, hafıza artırma cerrahları, uzay mimarları, kişisel marka yöneticileri, uzay rehberleri, iklim değiştirme mühendisleri… Bu meslekler bizim bildiklerimizden çok farklı. Bu hızla gelişen ve değişen dünyada artık bilinenlerle eğitim yapmak sizce ne kadar faydalı. Bilinmeze uygun eğitim programları nasıl hazırlanır peki? Aslında hepsinin cevabı yukarıda anlattıklarımda gizli. Artık bilgi değil, beceri üzerine odaklanmalı eğitim. İnsanlara; her çağa uyabilen, problem çözme becerisine sahip, hızlı adapte olabilen, araştıran ve sorgulayan bir profil hedefi konulmalı. Bu profile ulaşmanın başlangıcı da eğitimde insiyatif sahibi olabilmek olmalı. Okul ve eğitimdeki değişimin özeti de bence bu: Çocuk merakına dayalı bir eğitim modeli. KAYNAKÇA Carol Ann Tomlinson. Differentiated Classroom. Responding to The Needs of All Learners. ASCD, 1999. “Mapping a Route Toward Differentiated Instruction. Carol Ann Romlinson. Educational Leadership. September, 1999. BROOKLYN’DE OTURUN İSTANBUL’U YAŞAYIN! YENİ FİKİRTEPE PARK BULVARI FÜNİKÜLER DAİRESEL TRAMVAY HATTI %1 KDV AVANTAJIYLA Brooklyn Park İstanbul @BrooklynParkIST Brooklyn Park İstanbul w w w . b r o o k l y n . c o m . t r B 33 “HISTORIC BUILDINGS ON THE SOUTH CAMPUS” “Historic Buildings on the South Campus” ismi ile Boğaziçi Üniversitesi tarafından yayımlanan çalışmada, Robert Kolej’in kuruluşundan bu yana okula özgünlük kazandıran en önemli bileşenlerden biri olan binaların tarihçesini Prof. Dr. John Freely’nin kaleminden okuyoruz. Bu sayıdan başlayarak, kitapta yer alan tarihi binalar üzerine kaleme alınmış inceleme yazılarını sizlerle paylaşacağız. Bu imkânı dergimize tanıyan Kurumsal İlişkiler Ofisi'ne teşekkür ederiz. B 34 DODGE GYMNASIUM The gymnasium was named for Cleveland H. Dodge, a trustee of Robert College and Chairman of the Board from 1909-26, who contributed the funds for the building. The building, which is made of blue limestone from the College quarry, was completed in 1904. The first basketball game in Turkey was played in the gymnasium during the winter of 1906-07. The gymnasium was destroyed by fire on April 3, 1955, but its rebuilding was undertaken soon afterwards on a larger scale, using mostly local funds contributed by alumni. The most renowed of the College athletes to use the gymnasium was Michael Dorizas, a graduate of the Class of 1907. Dorizas won a bronze medal at the Olympic Games in Athens in 1906 and following year he broke the world record for the javelin throw. Other notable athletes of more recent times are Herkül Milas (RC 1965), who took first place in the Turkish national championships in 1962 in the 100 and 200 meter runs; and Ayşegül Çilli (RC 1965), who held six Turkish national swimming records. B 35 THEODORUS HALL This was originally erected as a dormitory and classroom for the Robert College Preparatory Department, which was later called Robert Academy. The funds for the building, which cost $49.000, were given by Miss Olivia Phelps Stokes of New York City. Miss Stokes was too modest to allow the building to be named for her, and so it was called Theodorus (a gift of God) Hall. Work on the building began in the fall of 1900 and it was completed in September 1902, when the first students moved in. It is built of the same blue limestone used for Hamlin Hall and Albert Long Hall. Theodorus Hall is five storeys high, including the basement and mansard roof. As originally designed, it contained all the rooms and facilities necessary for a complete boarding department, with 75 boarders and 100 day students and their teachers. Constructed on a hillside just outside the main college grounds, Theodorus Hall was provided with a playground just to its north, on a terrace supported by heavy retaining walls. A small gymnasium was erected on the terrace in 1929. The building is now used as a woman’s dormitory. It has now been restored through a gift of one million dollars from Dr. Natuk Birkan. The building is known as the Zeynep Birkan – Ayşe Birkan Kız Yurdu. C M Y CM B 36 MY CY CMY K GATES HALL This building was originally erected to house the Engineering School, which was founded in 1912. It was named for Caleb Gates, who had proposed the founding of the Engineering School in 1910 when funds became available through the bequest of the late John Stuart Kennedy. Gates Hall was designed by Professor John R. Allen of the University of Michigan, with the collaboration of Professor Lynn Scipio, the first Dean of the Robert College Engineering School. The original design called for a U-shaped building, of which only one wing was completed when Engineering School opened in 1913. In 1955 the architectural firm of Skidmore, Owens & Merrill examined Gates Hall and advised against completing the original plan, suggesting that instead a new building of the Engineering School, was completed in 1963, Gates Hall became the main administration building of Robert College. B 38 KENNEDY LODGE Kennedy Lodge is named for John Stuart Kennedy (1830-1909), Chairman of the RC Board of Trustees during the years 1885-1909. Mr. Kennedy gave the money to erect this building as the residence of President of Robert College. The building which is made of blue limestone from the same quarry that was used to build the fortress of Rumeli Hisarı and Hamlin Hall, was completed in 1891. The first to live here was George Washburn, the second President of Robert College who lived in Kennedy Lodge were: Caleb Gates (1903-32), Paul Monroe (1932-35), Walter Wright (1935-43), Floyd Black (1944-55), Duncan Ballantine (1955- 62), Patrick Murphy Malin (1962-64), Dwight Simpson (1965-67), and John Scott Everton (1968-71). After the founding of Boğaziçi University in 1971, Kennedy Lodge became the faculty dinning-room and social center, as well as a residence for guests. The building was restored in the late 1900s, during Üstün Ergüder’s term as Rector. B 40 HAMLIN HALL Hamlin Hall is the oldest building on the Robert College Campus. It is named for Dr. Cyrus Hamlin, founder and the first President of Robert College, who designed the building and supervised its construction. The cornerstone of Hamlin was laid on July 5, 1868. At that time Robert College was housed in a building in Bebek. The College moved to the present campus when Hamlin Hall was the first occupied on May 17, 1871. The building was dedicated on July 4, 1871, and the first commencement exercises on the present campus were held here a month later. There were four graduates in the Class of 1871, all of them Bulgarians. One of them was Constantine Stoiloff, who later became Prime Minister of Bulgaria. He was one of five Robert College graduates who became prime minister or president of their countries. Ivan D. Guishof (RC 1872) became President of Eastern Rounelia, which later became part of Bulgaria. Todor Ivantchof (RC 1875) became Prime Minister of Bulgaria. Bülent Ecevit ( RC 1944) became Prime Minister of Turkey, as did Tansu Çiller (RC 1967), the first woman to hold the office in Turkey. The building is made from limestone, cut from the same quarry that Sultan Fatih Mehmet 2 used in constructing the nearby fortress of Rumeli Hisarı in 1452. The mortar was the same as that used in constructing the fortress. The iron beams came from Glasgow in Scotland. The workmen who constructed the building included Turks, Greeks, Armenians, Kurds, and Montenegrins, all supervised by Dr. Hamlin. Hamlin Hall was designed in the shape of an old Turkish han, with a central courtyard surrounded by four wings. The plan is an almost square rectangle, 34.44 by 31.38 meters, with the central courtyard surrounded on every level by galaries supported on iron columns. The building has four storeys above the basement, the uppermost level having a mansard roof with towers at the corners. A fifth and somewhat higher tower rises from the middle of the side facing the Bosphorus. The central courtyard was originally left open to the elements, but it was later roofed in. The total cost of the building was about $100,000. The entrance porch, designed by Professor Godfrey Goodwin, was added in the 1960s. Hamlin Hall is now the Men’s Dormitory, a function it has served since it was first built. B 42 SLOANE HALL This was originally the Sloane Infirmary. The infirmary was the gift of William Sloane, a former trustee of Robert College, and was dedicated to the memory of his father, John Sloane, who had also been a trustee. The corner stone waas laid on June 18, 1913, and the infirmary was opened for use in 1925. The infirmary was an 18-bed hospital with lying-in facilities on the second of its two floors and a clinic on the ground floor. There were also two apartments on the ground floor, one at either end of the building. During the summer of 1967 the infirmary, was moved to its present site inside the Hisar Gate. This building here was then converted into a women’s dormitory, thenceforth known as Sloane Hall. Sloane Hall was restored in 1999, during Üstün Ergüder’s term as Rector, and it now houses the Psychology and Sociology Departments. Dünyanın en seçkin çayı Ahmad Tea ile meyvelerin tadını çıkarın. twitter.com /Ahmad_Tea_TR facebook.com/ahmadteaturkiye w w w. a h m a d t e a . c o m . t r Doç. Dr. Ayşen Candaş İÇ VE DIŞ SİYASET ROTASI Aylin Buran ’02, Duygu Cankılıç ‘11 Son dönemlerde iç içe geçmiş dış ve iç siyasetin dinamikleri, Ortadoğu’daki gelişmeler ve bu gelişmelerin iç siyaset dengelerini ne yönde etkileyeceği, “Yeni Türkiye” ve hukuk kavramlarının ülkemizdeki yeri üzerine sorularımızı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Ayşen Candaş’a yönelttik. Son derece aydınlatıcı yanıtlar aldığımız bu verimli söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz. İlk olarak ülke gündemini belirleyen Ortadoğu’daki gelişmelerin iç siyaseti hangi yönde etkileyeceğine yönelik bir sorumuz olacak. Bu konudaki görüşlerinizi almak isteriz. Genel tabloyu nasıl yorumluyorsunuz? İç siyaset de dış siyaset de bir süredir duruma göre şekillenebilir realiteyi dikkate alabilen bir esneklikte değil. Şöyle bir durum var: Bir çözüm sürecine girildi biliyorsunuz ve bu çözüm süreci de aslında kendiliğinden olan veya iç dinamiklerle tetiklenen bir şey olmaktan ziyade, Ortadoğu’daki gelişmeler sonucunda girilmiş bir süreçti. Gerek Suriye ve Irak’taki iç savaş, gerek IŞİD denen transnasyonel, ümmetçi ve seri katiller ordusu gibi bir yapı, Türkiye’de sanıldığının aksine, aslında bu bölgeden kesinlikle çıkmak isteyen Amerika’yı, burada güvenebileceği bir grup arama yoluna itti. Biliyoruz ki uzun süredir “ılımlı güç” bulunmaya çalışılıyor ve bütün bu “ılımlılar” silahları aldıktan sonra hemen IŞİD’e katılıyorlar. Bu esnada Kürt Hareketi bölgede hem IŞİD gibi bir güce karşı durabileceğini hem de son derece sekteryan bir şekilde ilerleyen bir savaş esnasında (din savaşları yaşanıyor aslında orada) sektler üstü, mezhepler üstü bir siyaset sergileyebileceğini gösterdi. Aslında seküler bölgeler, güvenli bölgeler yarattı. Suriye ve Irak’ın içindeki Gayrimüslimlerin ya da bir din devleti altında yaşamak istemeyen Sünni Müslümanların dahi bu bölgelere kaçtığını gördük; buralarda daha güvenli bir ortam buldular kendilerine. Bütün bunlar belki bir süredir rafa kalktığı düşünülen dört bölgedeki Kürdistan’ı birleştirmek gibi bir tarihi hayali, realite olabilecek bir hale getirmiş durumda ilk kez. Kürt kuvvetleri birleşmiş durumda, Barzani’yle de anlaşmış durumdalar. Kürt Hareketi bu uluslararası popülaritesinin artışını aslında bölgede din ve mezhep savaşları yaşanırken seküler bir güç olabilmesine ve IŞİD’e karşı başarı kaydedebilen bir güç olabilmesine borçlu. Düşündüğümüzde Türkiye iki eksende, hem Türk-Kürt ekseninde, hem de seküler - dindar olma - ve hatta son dönemde iyice selefiliğe varan bir dindarlık bu- ekseninde ayrışmalar yaşayan, büyük çatışma yaşayan bir ülke. Bölgedeki gelişmelerin “çözüm süreci” adı verilen sürece çeşitli şekillerde etki ettiğini görüyoruz. Bunlardan bir tanesi şu: Sanırım son 1,5-2 aydır buna tanık oluyoruz, eğer Kürtlerin bölgede kurumsal bir ordu olması ve seküler bir güç olarak mezhepler üstü bir şekilde bu ümmetçi ve selefi hareketlere karşı savaşması beklenecekse uluslararası güçler tarafından, (çünkü dünya gerçekten endişeli bu IŞİD meselesi konusunda) o zaman silahsızlanmayacak demektir Kürt bölgeleri. Güneyimizden bahsediyoruz, çünkü biliyorsunuz elek haline geldi oradaki sınır bölgeleri. Her ne kadar biz içeriğini bilmesek de hiçbir şekilde şeffaf olmayan bir şekilde yürüse de, bize az çok yansıyan iki tane unsuru vardı bu çözüm sürecinin: Bunlardan ilki biliyoruz ki PKK’nin silahsızlandırılması üstünden yürüyordu. Bütün bu anlattığım gelişmeler aslında bu ilk maddenin hayata geçirilmesini biraz daha zora sokar hale geldi. İkincisi ise Öcalan’ın Newrozlar’da Diyarbakır’a yolladığı mektuplardan ortaya çıkıyordu: Çözüm sürecinin paradigmasının Sünni parantezinde bir TürkKürt kardeşliği üstüne kurulu olduğunu anlıyorduk. Bu çok açıkça konuşulmuyordu ama böyle zımni bir anlaşma olduğuna dair bir his vardı ve iç politika dinamikleriyle de Türkiye’nin girdiği yörüngeyle de bu his aslında uyum halindeydi. Çözüm sürecinin bu ikinci zımni anlaşma maddesi de önümüzdeki dönemde belki artık çok devam ettirilebilir bir anlaşma maddesi değil çözüm süreci açısından. Çünkü oradaki Kürt kuvvetleri uluslararası bir saygınlık kazanmışlarsa, bu saygınlığı tam da mezhepler üstü ve seküler bir güç olarak davranmalarına borçlularsa; Türkiye için tam tersine Sünni parantezinde bir anlaşmayla bu işin devam etmesi de gitgide daha zorlaşacak demektir. Ben bu iki sebeple Kobani sürecinde, çözüm sürecinin başında üstünde B 45 B 46 nispeten zımni bir anlaşmaya varılmış olan bu maddelerin hepten tekrar konuşulmaya başlandığını, bu yüzden pazarlığın tekrar çok sertleştiğini, bu durumun süreci bitirmeyeceğini ama üzerinde anlaşılmış maddelerin tekrar masaya yatırılmasının açık ki çok büyük bir kriz olduğunu düşünüyorum. Aynı dönemde Kürt Hareketi’nin birleşik Kürt Hareketi haline gelmesi ve IŞİD’e karşı verdiği savaşta kadın savaşçılarının Newsweek gibi yayınlarda yer almalarıyla, tam olarak sekülerliğinin altını çizen unsurlarla itibarının bu kadar artması önemli, üstelik çeşitli Batılı ülkelerin terör listelerindeyken... Yine aynı dönemde bunun tam aksine Türkiye’nin itibarının çok azalması dikkat çekici. Mezhepçi ve son derece şiddet yanlısı bir siyaset güttüğüne dair yaygın bir kanı, birtakım gruplara ”öfkeli Sünni gençleri” denebilmiş olduğu gerçeği var. Yani aynı dönemde Türkiye’nin itibarının da çok düştüğüne tanık oluyoruz. Bu tabii çözüm sürecindeki güç dengesini 2013’ten bugüne çok değiştirmiş oluyor; sürece ilk girildiğinde ve 2009’dan beri hatta, “Türkiye’de bir barış sürecini yürütebilecek tek demokrat güç AK Parti’dir,” denebiliyordu. “Dolayısıyla Kürt hareketi, Kürtler, HDP, BDP muhtaçtır mecburdur,” denebiliyordu, ama bütün bunların şu an altüst oluşuna tanık oluyoruz. Ama bu bahsettiğim gelişmeler esnasında, bir yandan bölgede hiç tahmin edemeyeceğimiz birtakım eğilimler büyük bir hızla gerçekleşiyor. Bölgede her şey çok kaygan bir kum zemin üzerinde ilerliyor. Bütün bunların Türkiye’ye etkisi ne olur? Türkiye, bütün dünya için 2001’den beri çok büyük bir ümitti. Yani şu açıdan bir ümitti: Türkiye seküler devlet geleneğini, az çok Türkiye şartlarında kurabilmiş, en azından Ortadoğu’nun diğer çoğunluğu Müslüman ülkelerine göre kurabilmiş bir ülke. Eğer devam edebilseydi bu yörüngede, yani aynı anda dindarlığı dışlamadan seküler bir devlet olabilseydi; herkese, her inanca, inanmayışa eşit mesafede duran bir devlet anlayışını gerçekleştirebilseydi, bu, bütün bölge için çok büyük bir ümit vadedecekti. Fakat Türkiye’nin gitgide otoriter bir yöne girmesi, “selefilik”le “ılımlılık” arasında var olduğunu ve çok keskin olduğunu düşündüğümüz çizginin, farkın varlığının daha sorgulanır hale gelmesine sebep oldu, yani bu Türkiye’den ziyade Türkiye dışında tartışılan bir konu haline geldi. Bütün bu dinamiklere bakarak şunu söylemek mümkün: Mezhepler üstü, her türlü inanışa, inanmayışa, her türlü felsefeye eşit mesafede duran, herkesin kendinin kapsandığını ve eşit kapsandığını düşüneceği bir yeni toplumsal anlaşmayla ancak biz toplumsal barışı sağlayabiliriz. Türkiye’nin bu manada bir toplumsal barış sağlayabilmesi bölge için de çok büyük önem taşıyor. Çünkü güneydeki selefi ümmetçi hareket Türkiye içerisinde de bir taban yaratmaya başlıyor gibi duruyor. Bu da endişe verici bir gelişme. Yeni Türkiye üzerine bir soru yöneltmek isteriz. Biz bu ifadeyi ne şekilde algılamalıyız? Yeni Türkiye denildiği zaman, siz bu kavramın bileşenlerini ne şekilde yorumluyorsunuz? Ne zaman “modus vivendi,” bir güç dengesi bozulsa yeni bir resmi ideoloji kurulmaya başlanır. “Yeni Türkiye” kavramını da yeni resmi ideolojinin üst başlığı olarak okumak mümkün. Türkiye 2002lerden bugüne vesayetçi olarak adlandırılan bir sistemden vesayetçi olduğu düşünülen odakların aslında sivil yönetimin emri altına verildiği bir süreç yaşadı. Fakat gerek prosedürdeki hukuksuzluklar, gerekse yeni kurulan “modus vivendi” içerisinde ya da tek kutuplu bu mutlak hâkimiyet içerisinde yeni bir vesayet fikrinin doğduğunu görüyoruz. Burada en çarpıcı olan şey demokrasilerde aslında kamunun, herkesin (altını çizerek söylüyorum) gücü olan iradenin, “milli irade” adı altında çoğunlukçu bir şekilde tanımlandığı ve bunun da tek kişi tarafından temsil edilebileceği gibi bir yeni söylem yerleşmiş durumda. Buna yeni resmi ideolojinin belki de en önemli köşe taşlarından biri olarak bakılabilir. Tabii demokratikleşme yönünde değil, bütün vesayetlerden kurtulup halkın egemenliğini kurmak yönünde değil, herkesin kapsanması, toplumsal barışın sağlanması yönünde değil; tam tersine, Türkiye’de aslında var olan, olgusal olan heterojen olma, çoğul kimliklere sahip olma, çokkültürlü olma olgusunun reddedilmesi üstüne kurulu yeni bir vesayet anlayışı bu. Tabii bunun sonucunda yeni birtakım fay hatları beliriyor. Şu ana kadar konuşmadığımız Türkiye’nin iki eksende problemi var diye anlattıklarımın içerisinden mesela bizim bir Alevi sorunumuz olmaya başlıyor. Gezi süreci, sanıyorum önümüzdeki yıllarda tekrar tekrar dönüp tekrar tekrar anlamaya çalışacağımız bir deneyim oldu. O kadar önemli bir harekettir bence Türkiye tarihinde. O da çok heterojen bir durumdu. Aslında orada olan belki, “Yeni Türkiye” denen yeni vesayet, yeni ideoloji anlayışının dışarıda bırakmaya hazırlandığı kesimlerin, aslında birbirleriyle çok az ortak noktaları olmalarına karşın sokağa çıkmalarıydı. Hukuk, toplumun yaşama motivasyonlarından bir tanesini oluşturuyor. Bireyin kendisini güvende hissetmesiyle, başına bir olay geldiğinde ilgili yerlere başvurabileceğini bilmesiyle, başvurduğu merciden hakkaniyetli bir karar çıkacağına inanmasıyla toplumsal huzur sağlanabilir. Son dönemde hukuk çerçevesinde yaşanan ve hukukçuların son derece tepkisini çeken tabloların toplumsal yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum bizi önümüzdeki dönemde ne gibi bir boyuta sürükleyecek? Yine aynı meseleye dönüyoruz. Bizim en büyük ihtiyacımız toplumsal barışı inşa etmek. Bütün problemlerimiz, üzerine ciddiyetle gidilmezse, bizi iç savaşlara sürükleyebilecek nitelikte; bölgedeki gelişmeler de söz konusu olunca durum çok daha endişe verici hale geliyor. Böyle çok ciddi bir dönemden geçerken, bölgede inanılmaz kavgalar koparken, Türkiye’nin hukuk devleti fikrinden vazgeçmesine tanık oluyoruz. Zaten hiçbir zaman Türkiye’de hukuk devleti yerleşik değildi; ama bir kanun devleti olduğundan bahsedilebilir. 12 Eylül Dönemi’nden itibaren, bu kanunlar halen hiçbir şekilde hukuki değil. Tümüyle istediği gibi kanun çıkarma yetkisini ele geçirmiş olan, vesayetlerden de demokratik denetimden de fren ve denge mekanizmalarından da kurtulmuş olan bir hükümet gerçeği var. Her istediğini anında torba yasalarla gece yarısı aniden kanunlaştırabilen bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız. Bu gücü elinde tutan yapıdan, 12 Eylül’ün kalıntısı olan ve son derece hukuksuz olan yasaları değiştirmesi; fikir ve ifade özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü, vicdan özgürlüğünü, basın özgürlüğünü zedeleyen, bunları reddeden, temel hak ve hürriyetleri icra edilemez kılan, siyasi partiler yasası gibi, anti terör yasası gibi uygulamaları kaldırması bekleniyordu. Üstelik yıllardır bu konuda bir mücadele ve beklenti vardı. Ancak bu beklentinin tersine, bu kanun devletinin nimetlerinden B 47 B 48 faydalanılarak sorunların daha da derinleştirildiği, belki biraz daha dindarlık ve Sünniliğin de belli bir yorumu üzerinden ele alındığı, özel hayata da müdahale eden birtakım sosyal politikaların söz konusu olabildiği bir yörüngeye girildiğini görüyoruz. geçmişte vesayet dediğimiz şeydi. Yani ordu başlığı altında, derin devlet başlığı altında birtakım şeylerin dokunulmaz olduğu, kanunların onlara işlemediğini konuşurken biz şimdi yeni Türkiye parantezinde bu kez yeni bir şeylerin kanunlar üstü kılınmasını görüyoruz. Hukuk devleti olmazsa demokratik bir devlet olma ihtimali kalmıyor. Fakat hukuk devletinin ne olduğu Türkiye’de hiçbir zaman anlaşılamadı. Vesayet dediğimiz şeyle bu çok yakından ilgili. Hukuk devleti demek, hukuki olan, adil ve kapsayıcı olan, herkesin eşit özgürlüklerini tanıyan kanunların, istisnasız şekilde herkese aynı şekilde ve regüler şekilde uygulanması demek. Yani bazen uygulayıp bazen uygulamamak; bazı kişilere uygulayıp bazı kişilere uygulamamak; bazı kişileri, bazı kurumları hukukun üstünde, kanunun üstünde görmek, kanunun dokunamayacağı yerlere koymak ya da normal vatandaş yaptığında suç olan bir şeyin başkaları yaptığında başka kurumlar yaptığında suç addedilmemesi... Bunların hepsi Dediğim gibi, geçmişte güvenlikçi yönü ve diyelim ki etnik kimliklere, özellikle Kürtler’e düşman yönü ağır basan vesayetçi yapının bugün çok daha geniş birtakım grupları güvenlik riski olarak tanımlamasına tanık oluyoruz. Yeni birtakım çevrelerin, zaten hukuksuz olan kanunların da üstünde tanımlanması söz konusu. Çok güzel bir ifade vardır siyaset biliminde, “Hukuksuz, haksız, adalet içeriği taşımayan bir kanun bile, eğer sürekli uygulanıyorsa, regüler bir şekilde uygulanıyorsa, orada hiç kanun olmamasından iyidir.” Çünkü orada kişiler ne yaptıkları zaman onun sonucunun ne olacağına dair çok net bir kanıya sahip olurlar. Dolayısıyla gündelik hayatlarını sürdürürken bilirler, o kanunun hukuksuz, adil olmadığını ama uygulanacağını bilirler. Bu bile insanın hayatına bir “stabilite,” bir istikrar, bir güven duygusu katar. Zaten hukuksuz, yani adil olmayan, kapsayıcı olmayan kanunların bir de keyfi uygulanıyor olması, bazen uygulanıyor bazen uygulanmıyor olması mutlak bir güvensizlik duygusu yaratıyor ve ne zaman nereden ne geleceğini bilememe duygusunu yaratıyor. 1999 depremi sonrası insanlar geceleri titreyerek, deprem mi oldu diye uyanırlardı, öyle bir posttravmatik durum var diyebiliriz. Sürekli bir teyakkuz hali, ''Şimdi ne olacak, şu şöyle mi olacak, bu böyle mi olacak?'' Mutlak bir belirsizlik, mutlak bir keyfiyet hâkim olmuş durumda ve bu, kuşkusuz ki adaletsiz yasaların regüler şekilde uygulanmasından daha da kötü bir belirsizlik ortamı. AK Parti’nin ilk dönemlerinde izlediği “liberal politikaların” zaman geçtikçe daha otoriterleşmesi, bunun yanında Gezi sürecinin partiler üstü bir siyasetin mümkün olabileceğine yönelik bir inancı geliştirmesi ve ana muhalefetin kendi içerisinde ulusalcı kanatla girdiği çatışma, HDP’nin Kandil, İmralı ve güncel siyaset arasında üstlendiği rolü bütünüyle düşündüğümüzde, bu hareketlilik toplumda nasıl bir karşılık bulur? Kestirmek çok zor bence. Hatırlarsanız Gezi de böyle çok büyük, hiç beklenmeyen bir hareketti. Dolayısıyla benzer bir durum olur mu bilemiyoruz. B 50 Geçen gün bir davetiye geldi. Bu ay sonunda MÜSİAD’da yapılacak, Batı’da da ekonomik sistem sorgulanırken Türkiye’de İslami bir ekonomi paradigmasına geçişin tartışılacağını bildiren, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşma yapacağı bir toplantı daveti... Son zamanlarda Ali Babacan da çıkarılmıştı devreden. Bütün bunlar aslında orta sınıflaşmış AK Parti’nin tabanı içinde de, bir huzursuzluk, belirsizlik hissine o kesimi de çekecek unsurlardır. Her şeyi yeniden dizayn ediyoruz. Yeni Türkiye’nin dönüştürmemeyi garanti ettiği hiçbir şey yok. Çözüm sürecinde tam olarak ne olduğunu, ne konuşulduğunu nasıl bilmiyorsak, yeni Türkiye’de de neyin değişmeyeceğine dair hiçbir his, hiçbir güvence yok; ekonomi dâhil. En değişmeyeceğini düşündüğümüz unsur o olduğu için altını çizerek söylüyorum. Bunun bile bir soru işareti olduğu günlerden geçiyoruz. Öyle bakıldığında bütün bunlar ne yaratır? Çok tuhaf şeyler yaratabilir. Ciddi bir göç yaratabilir, dışa. Bugün insanlar huzuru, toplumsal barış istiyorlarsa, ilk ihtiyaçları huzursa insanların, eğitimli bir orta sınıfın da yurtdışına beyin göçü yapabilme gücü varsa, böyle bir şey olabilir mesela. “Biz buradan bir örgütlenme çıkarırız, yeniden bir toplumsal sözleşmeye varırız. Kartların yeniden karılması ve her kesimden insanın bir arada olması, barış ve adalet ilkelerinin tutarlı uygulanması, eşit özgürlüklerin, eşit vatandaşlıkların tanınması ve kimsenin hukuki, adil kanunların üstünde olmaması için bir toplumsal anlaşma yapmak istiyoruz,” gibi bir iradenin ortaya konması yine de mümkün. Bu olması gereken, olmaması için bir sebep olmayan; ama olmayabilecek, oluşmayabilecek de bir irade. Mutlak belirsizlik hali olduğu gibi sürerse dediğim gibi bir kesim vazgeçebilir Türkiye’den. Gençler arasında Türkiye’nin siyasi partilerine, örgütlenmeye karşı negatif yönlerin vurgulanması sonucunda içselleşmiş kategorik şekilde karşı olma, örgütlü siyaseti reddetme durumu var. 12 Eylül sonrasında yaşamış nesiller ''örgüt'' sözcüğü duyunca “terör örgütü” olarak düşünüyorlar. Hâlbuki sivil toplum da örgütlenme demektir. Siyasi partiler de örgütlenme demektir. Örgütlenmeye karşı genç nesildeki bu karşı duruş, geleceğimizi şekillendirecek gençlerin tam da kullanmaları gereken demokratik siyasetin araçlarını kullanmaya hiç niyetlerinin olmadığını gösteriyor, burada kalsalar bile. Bütün bunların ışığında size, kesin olarak toplumsal bir hareket olur gibi bir şey diyemeyeceğim. Bunun için nesnel her türlü koşul var. Memnuniyetsizlik var. Geniş kesimlerden böyle bir memnuniyetsizliğin olması için her türlü nesnel sebep var. Çünkü hiçbir konuda belirlilik yok. Ve bu belirsizlik ortamı tabii ki insanları, “Bir dakika, sağlam bir zemin üzerinde gelin oturalım konuşalım” dedirtecek, bu noktada en fazla motive edecek durum. Nesnel koşullar var ama bütün bu bahsettiğim sebeplerle bu, çok başka yerlerde enerjisini tüketebilir. Öyle de olduğunu görüyoruz. Bu verimli söyleşi için ve değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. HSBC Premier’den hoş geldin hediyesi: 500 TL MilPuan. Yıl sonuna kadar HSBC Premier hesabı açıp Premier Miles Kredi Kartı’na başvurun, 500 TL değerinde MilPuan kazanın. Üstelik Premier Miles sahipleri, yurtdışında yapılan alışverişlerde her zaman 2 kat MilPuan kazanır, yıl sonuna kadar 100 USD ve üzeri duty free dahil yurtdışı alışverişlerde 3 taksit ayrıcalığından yararlanırlar. Premier Miles sahibi olmak için “Premier” yazıp 4477’ye SMS gönderin, sizi arayalım. 3 taksit kampanyasından faydalanmak için “YD” yazıp kartınızın son 6 hanesini 4477’ye göndermeniz yeterli. Ayrıntılı bilgi: premier.hsbc.com.tr | 0850 211 0 112 HSBC Bank A.Ş. tarafından yayımlanmıştır. 500 Premier Miles Puan kampanyasından 1-31 Aralık 2014 arasında, bankamızda ilk defa hesap açıp Premier olan ve Premier Miles Kredi Kartı alan müşterilerimiz yararlanır. MilPuan yüklemesi için 31 Ocak 2015’te varlık bakiyesinin 100.000 TL ve üzerinde olması gerekir. Premier Miles avantajları asıl kart için 105TL, ek kart için 52 TL yıllık program ücreti ile geçerlidir. 3 taksit kampanyası 31 Aralık 2014’e kadar, 100 USD (200 TL) ve üzeri yurtdışı alışveriş ve yurtiçi “dutyfree” işlemlerinde geçerlidir. Kampanyaya ek kart sahipleri başvuramaz. Taksitlendirme, başvurudan bir gün sonra ve işlemin kayıt bilgilerinin bankaya ulaşmasını takiben, bankamız döviz satış kuru ile TL’ye çevirilerek yapılır. KKTC’de yapılan işlemler, KKTC müşterilerinin Türkiye’de yaptığı alışverişler, yasal olarak taksitlendirilemeyen işlemler, nakit avans işlemleri, şirket ticari kart işlemleri ve ekstresi gecikmede olan müşteriler kampanyaya dahil değildir. SMS müşterinin tarifesi üzerinden ücretlendirilir, yurtiçinden gönderilmesi tavsiye edilir. İNSAN KAYNAKLARINDA GÜNCEL ANLAYIŞLAR Yasemin Dut ’10 Değişim, her alanda olduğu gibi mesleklerin icra edilme biçimlerinde de kendini gösteriyor. Esnekleşen çalışma şekilleri, yeni meslek ve uzmanlık alanları ile karşı karşıya kalıyoruz. İnsan kaynakları alanında son yıllardaki gidişatı, yeni perspektifleri taze bir yılın başındayken gözden geçirmek istedik. İnsan kaynakları alanında kariyerini devam ettiren Sayın Ahu Dizdar ’03 bu çerçevedeki sorularımızı yanıtladı. B 52 Geçmiş dönemki deneyimleriniz ile bugünküleri mukayese ederseniz, kariyer yaşamına yeni başlayacak olan adayların sosyal ve toplumsal olarak kendilerini ifade biçiminde farklılıklar gözlemliyor musunuz? Toplam 11 yıllık tecrübem içinde dünden bugüne mülakatları değerlendirdiğimde, özellikle genç adayların, sosyal medya, internet ve bunlarla bağlantılı olarak haber alma, bilgi edinme kanallarının artması sonucunda, kendi değerlendirmelerini daha çok veri elde ederek yapabildiklerini, daha net görüş ifade edebildiklerini görüyorum. Tabii, bunu aileleri tarafından bilinçli ve kendi seçim haklarının farkında olarak yetiştirilen kişilerde daha sık gözlemliyorum. Öte yandan, kendi düşünme potansiyelini geliştirememiş, büyükleri tarafından buna Ahu Dizdar izin verilmemiş, sınırlı bir vizyonla yaklaşılmış, ya da yeterince kaynağa ulaşamamış gençlerin kendilerini daha sınırlı şekilde tanıdıklarını ve ifade becerilerinin de sınırlı olduğunu görüyorum. Y kuşağı dediğimiz, şu anda iş yaşamında yerini alıp ilerlemiş genç kuşağın birbirinden çabuk haberdar olup birlikte hareket etme, birlikte görüş oluşturma, inanmadıkları hiçbir şeye saygı duymama ve sorgulama eğilimlerini çok sık gözlemliyorum. Gelişen yeni meslek dallarını düşündüğümüzde, çalışma disiplininin de değişikliğe uğradığını görüyoruz. Verimlilik ve verimsizlik bağlamında esnekleşen çalışma biçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuşak farklılıklarını çok irdelediğimiz, bunlar üzerine yönetim kurguları yaptığımız bir dönemdeyiz. “Özel hayat, iş hayatı dengesi” söylemini her geçen gün daha sık duyuyoruz. Burada bence önemli nokta, kişinin yaptığı işten varoluşsal bir tatmin duyması, bir amaca hizmet duygusunu yaşaması. Bunu yaşadığı zaman, çalışmak hayatın akışı içindeki bir aktivite haline geliyor, yalnızca hayatı devam ettirmek için zorunlu bir para kazanma aracı olmaktan çıkıyor. Böylelikle klasik, sabahtan akşama belli saatlerle sınırlı çalışma döngüsünün yerini kişinin verimli hissettiği ve sorumluluk duygusu ile sonuna kadar zevkle işini yaptığı anlar alıyor. İnsan kaynakları alanında son yıllarda en belirgin olarak gözlemlediğiniz gidişat nedir? Örneğin adayların donanımları ile ilgili işverenlerin/ kurumların beklentilerinde değişiklikler oluyor mu? Oluyorsa ne yönde? İnsan kaynakları alanındaki en belirgin gidişat liderliğe verilen önemin her geçen yıl artması oldu. Liderlik yetkinlikleri kurumların gelişim, kariyer yönetimi faaliyetlerinin temelini oluşturdu. Liderlik, yetenek ve performans yönetimi birbirinden ayrılamaz bir yapı içerisinde yürümeye başladı ve liderlik bir numaralı konu olarak şirketlerin gündeminde olmaya devam edecek. Hem işe hem insana liderlik etmek artık profesyonel iş dünyasında tartışılmaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Ancak doğru bir liderlik yaklaşımı ile yetenek ve performans yönetimi işlevsel araçlardır. İK departmanının rolü liderlere kullanmaları için doğru araçları sunmak ve bu araçları birbiriyle konuşan sistemler olarak yaşatabilmek. Adaylar tarafında teknolojik beceriler çok önem kazandı. Adayların donanımlarında teknik bilgi ve becerilerin yanı sıra temel yetkinliklerle birlikte potansiyeli ortaya çıkaracak, etki düzeyini ortaya koyacak yetkinlikler aranıyor. Önümüzdeki dönemlere yönelik alanınıza dair öngörüleriniz nedir? Mesela gelecekte yok olacak iş kolları olacak mı ve/veya yeni meslekler gündemimize gelecek mi? İK alanında, lider gelişimi, kariyer yönetimi, çalışan algısı yönetimi, işveren algısının, işveren markasının yönetimi ve çalışan bağlılığı konularının öne çıktığını görüyorum. Dıştan içe İK, müşteriyi, toplumu, çevreyi, sosyal dengeyi, sosyal sorumluluğu anlayan İK yaklaşımı gelişti. Buradan hareketle, özellikle işveren algısı çalışma alanlarının artacağını, yaygınlaşacağını düşünüyorum. Örneğin, bizim de kendi kurumumuzda yaptığımız gibi İK içindeki iç ve dış iletişim birimleri artacak. Sosyal medya uzmanları çoğalacak. Orta ve üst düzey yöneticilerin yarattığı iklimi yönetecek iklim koçları, lider koçları kurum içine taşınmaya devam edecek. Yine şu an uyguladığımız “Ters Mentorluk” gibi uygulamalar artacak. Bu konulara hakim uzmanlıklar ortaya çıkacak. Genç kuşakların beklentilerini anlamak üzere oluşturduğumuz bir uygulamamız olan “Genç Platform” gibi iç uygulamalar artacak. B 53 YARATICI GENÇLER, YENİ MESLEKLER Yasemin Dut ’10, Yaşar Arif Karagülle 2001 yılından beri sanat ve tasarım konusunda yurtdışı eğitim danışmanlığı yapan mezunumuz Canan Kadıoğlu ’74, Eylül 2010'da kurduğu Art Academy aracılığıyla, yurtdışında sanat ve tasarım konularında eğitim alacak lisans ve lisansüstü seviyesindeki öğrencilere portfolyo hazırlıklarında danışmanlık yapıyor. Sayın Kadıoğlu’nun Türkiye'deki ve yurtdışındaki sanat ve tasarım eğitimine dair tespitlerini ve kendi çalışmalarını paylaştığı röportajımızı sizlere aktarıyoruz. B 54 Öncelikle sizi kısaca tanıyarak başlayabilir miyiz? Neden özellikle sanat ve tasarım alanında bir eğitim danışmanlığı yapmak istediniz? 1974’de İşletme Bölümü’nden mezun olduktan sonra ABD’de TEV bursu ile UCLA’de MBA yaptım. Yurtdışından dönünce Koç Holding Planlama şirketinde planlama uzmanı olarak ve Ram Dış Ticaret'te satış koordinatörü olarak çalıştım. Oğlum doğduktan sonra da 12 yıl Boğaziçi Üniversite’sinde öğretim görevlisi olarak, daha sonra da Yapı Kredi Kültür Sanat’ta yönetici olarak çalıştım. Oğlum Robert Kolej’in son sınıfında okurken Computer Animation okumak istediğini söyleyince, bu eğitimin neleri içerdiğini, neleri gerektirdiğini araştırmaya başladım. İngiltere ve Amerika’daki okulları inceledim, çeşitli okulları gezdik, yetkililerle görüştük ve bu konunun sanat ve tasarım alanında bir bölüm olduğunu ve akademik başarı dışında portfolyo denen çizim ve sanat projelerini içeren bir dosya gerektirdiğini öğrendik. Bu arada tabii bu ve buna benzer sanat ve tasarım alanındaki yeni meslekleri ve bunların iş olanaklarını araştırma imkânım oldu. Sonrasında birkaç öğrenciye yardım edeyim, bilgi vereyim derken profesyonel anlamda danışmanlık yapmaya başladım. Kısa bir süre sonra sanat ve tasarım alanında İngiltere’nin ve Avrupa’nın en iyi okullarından biri olan University of the Arts, London Türkiye temsilcisi olmamı önerdi. Bu üniversite yurdumuzda daha çok Central Saint Martins olarak bilinir ve CSM üniversitenin altı okulundan biridir; farklı program ve bölümleri olan altı ayrı kolej bir üniversiteyi oluşturur. 14 yıl önce UAL'in resmi Türkiye temsilcisi oldum ve o zamandan beri de hem İngiltere’deki sanat ve tasarım okullarına, hem Amerika, İtalya veya Avrupa’daki tüm sanat ve tasarım okullarına öğrenci hazırlıyorum ve yolluyorum. Son beş yıldır da 4. Levent'te Art Academy isminde bir atölyem var. Orada sanat hocamızla beraber, öğrencilere yurtdışındaki okulların talep ettiği portfolyonun hazırlanma sürecinde yardımcı oluyoruz. Benim bu konuya yönelmemdeki ana sebep artık yeni mesleklerin gençlere çok farklı olanaklar sunduğunu fark etmem oldu. Herkes artık mutlaka mühendis olmak, işletme, ekonomi, tıp, hukuk okumak zorunda değil; gençler kendi ilgi alanlarına göre de kendi yaratıcılıklarını kullanabilecekleri, akademik başarının dışındaki yeteneklerini de değerlendirebilecekleri meslekleri tercih edebiliyorlar ve bu alanlarda iş olanakları bulabiliyorlar. Bu çok önemli bence. Hem yaptıkları işi severek yapıyor, hem de en az klasik meslekler kadar maddi getiri sağlayabiliyor ve kendilerini geliştirme olanakları bulabiliyorlar. Başarının tek ölçüsü akademik başarı değil, gençlerin farklı değerlendirmeleri, hayatı algılama biçimleri, iletişim yöntemleri var ve meslekler de buna göre şekillenebiliyor. Ayrıca bu konularda onları yönlendirebilecek, detaylı bilgiye sahip olan çok kişinin olmadığını da fark ettim, bu biraz uzmanlık gerektiren bir konuydu ve faydalı olabileceğime inandım. Gençlere yardımcı olabilmek, ileride onların mutlu oldukları işi yaptıklarını görmek çok güzel bir duygu. Üstelik de genelde öğrencilerimizin gittikleri yurtdışındaki okullarında başarılı, donanımlı, iyi hazırlanmış bulunduklarını öğrenmek de çok sevindirici oluyor tabii ki. Türkiye’deki sanat ve tasarım eğitimiyle yurtdışındaki eğitim arasında nasıl farklılıklar gözlemliyorsunuz? Sanat ve tasarım eğitimi Türkiye’de ve yurtdışında çok farklı. Bunu daha öğrenciyi seçme kriterlerinden anlıyorsunuz. Burada öğrenciyi yetenek sınavıyla, sadece çizim yeteneğine bakarak üniversiteye alıyorlar. Halbuki yurtdışında öğrencinin sanat dosyası dediğimiz portfolyosuna bakarak, yaratıcılığına, sanat algısına, yaptığı çalışmaların arkasındaki fikrine, hatta sanatsal işlerini, tasarımlarını besleyecek genel kültürüne, dünya problemleri hakkındaki görüşlerine bakarak değerlendirme yapıyorlar. Özetle öğrencide çizim, desen yeteneğinden, teknik beceriden daha da farklı özellikler arıyorlar. Ayrıca başvurular için yazdıkları niyet yazılarında veya yapılan mülakatlarda öğrencinin gerçekten ne kadar konusunda tutkulu ve motive olduğunu, ileriye dönük planlarını belirlemeye çalışıyorlar, kendini neden bu işe B 55 Canan Kadıoğlu uygun gördüğünü anlamlı bir şekilde ifade etmesini bekliyorlar. Sanat ve tasarım eğitimine bakış açıları, eğitim yöntemleri de daha farklı. Yurtdışındaki üniversitelerde, hocaların çoğu kendi alanında endüstride de çalışan uzmanlar. Genellikle sadece akademisyen değiller, dolayısıyla öğrenciye mesleklerindeki deneyimlerini, güncel gelişimleri, trendleri aktarıyorlar. Öğrencinin de eğitimi boyunca iş alanında projelere katılımını, endüstri deneyimi edinmesini bekliyorlar ve bunun olanaklarını hazırlıyorlar. Özetle, endüstri ile üniversite çok iç içe yurtdışında. Bu da öğrenciye mesleğiyle ilgili iş olanaklarını, şartlarını daha öğrenciyken anlama ve networking yani endüstride çalışanları bilme, tanıma olanağı sağlıyor. Tabii bu yöntem mezun olunca iş imkânlarını kolaylaştırıyor. Ayrıca da öğrencinin eğitimi sürecince sanat ve tasarım alanında kültür edinmesine çok önem veriyorlar, haftanın belli günlerinde öğrenciden, müzelere, sergilere, galerilere gitmesini, araştırma yapmasını bekliyorlar. Dolayısıyla güncel tasarımcıları, sanatçıları, gelişen eğilimleri öğrenmesini, bu işin kültürünü almasını, görgüsünü geliştirmesini sağlıyorlar. Örneğin, ben Türkiye’deki üniversitelerden yurtdışına yüksek lisansa başvurmak üzere öğrenciler bana müracaat ettiklerinde, bu eksikliği çok net görüyorum. Genellikle öğrenciler güncel sanatın sergilerinden, kişilerinden, sanatçılarından haberdar olmuyorlar, okul dışında hocaları ile birlikte sergileri kritik etmek üzere ziyaret etmiş olmuyorlar. Tabii kendi meraklı olanlar kendi özel gayretleriyle bunu yapıyorlar ama genelde okullarının böyle bir yönlendirmesi, özendirmesi olmuyor. Ancak sanat ve tasarım eğitimi günümüzde giderek önem kazanıyor. Çünkü gelişmiş dünya ile ortak değerleri paylaşabilmemiz, bizim Cumhuriyet değerlerine sahip çıkabilmemiz için sanat önemli bir araç. Sanatın ortak değerlerini paylaştığınız zaman dünya ile de bütünleşebiliyorsunuz ve batılı değerlere, bakış açısına, yaşam görüşüne de sahip çıkabiliyorsunuz. B 56 Başladığınız dönemden bu yana talepleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de giderek canlanan sanat yaşamı, sürekli yapılan etkinlikler, açılan sergiler, galeriler, sanat konferansları, yarışmalar, örneğin bir galeri yöneticisi, küratör, iletişim tasarımcısı talebini artırmaya başladı. Ben on beş yıldır profesyonel danışmanlık yapıyorum ve sanat ve tasarım alanında eğitim alma talebi her geçen gün artıyor çünkü iş olanakları da dünyada olduğu gibi ülkemizde de sürekli artıyor. Örneğin, bilgisayar oyunları tasarımı alanında, Türkiye’de de geniş iş olanakları var artık. Bizzat oğlum bu işin içinde olduğu için yakından biliyorum. Geçenlerde gazetede “Yeni Dünyanın Şampiyonları” diye bir yazı çıktı, milyonlarca genç, yaşlı, erkek, kadın online oyunları oynuyor ve tabii iş olanakları da göreceli olarak artıyor. Oğlum RC'den bu konuda eğitim almak isteyen ilk öğrenci olmuştu, halbuki şimdi birçok öğrenci çok sevdiği bu işi mesleğe dönüştürmek üzere eğitim alıyor ve hayatını da kazanma olanağı buluyor. Oğlum da Türkiye’de ve dünyanın başka şehirlerinde de ofisi bulunan bir Yurtdışında eğitim almak maddi olarak çok kolay değil, tabii. Ama bazı burs olanakları da sağlanabiliyor. Yurtdışındaki okulların, başvurusunu başarılı buldukları öğrencilere verdikleri burslar var. Bunun dışında ihracatçı birlikleri, giyim sanayicileri odaları gibi kurumlar da yarışmalar düzenleyerek, kazanan öğrencilere Ekonomi Bakanlığı destekli burs veriyorlar. Ayrıca bazı üniversitelerde taksitli ödeme olanakları da bulunuyor. Amerikan şirketinde çalışıyor. Eskiden bir öğrenci iletişim tasarımı, endüstriyel tasarım v.s. okuyacağı zaman genellikle veliler, mezun olunca iş bulmaları konusunda endişeler yaşarlardı. Şimdi bu mesleklerin yurtdışında olduğu kadar yurtiçinde de çok alanı var. Örneğin, Türkiye’de birçok endüstri şirketi, beyaz eşya, mobilya, otomotiv, ev eşyaları v.s. şirketleri endüstriyel tasarımcı çalıştırıyorlar ve bir tasarım bütçeleri var. Ayrıca sanat ürünleri yöneticiliği, küratörlük, moda yöneticiliği gibi portfolyo gerektirmeyen bölümler de var. Türkiye’de de artık bu mesleklere çok ihtiyaç duyulmaya başlandı. Modanın tasarımı dışında, bir de yöneticiliği var. Öğrenci moda yöneticiliği eğitimi aldığında ülkemizin önemli sektörlerinden biri olan moda alanında çeşitli yöneticilik kademelerinde iş bulabiliyor. Tabii bir de gelişen teknolojiyle birlikte gençler sosyal medya ve iletişim ağlarını sıkça kullandıklarından e- ticaret gibi alanlarda da, örneğin web tasarımı da, talep gören bir iş oldu. Bugün birçok şirket bir web tasarımcısı kullanıyor ve bu tür işler freelance yapılabildiği için zaman esnekliği veya home office çalışma olanağı da sağlıyor. Bu konunun maddi boyutlarından bahseder misiniz lütfen? Genel olarak nerelerden başvurular oluyor? Türkiye’deki bütün büyük iyi liselerden, yabancı dil ile eğitim yapan okullar başta olmak üzere, diğer devlet ve özel Türk liselerinden de yurtdışında çeşitli konularda sanat ve tasarım eğitimi almak üzere öğrenciler bize başvuruyorlar. Ben bu işe başlarken böyle büyük bir talep beklemiyordum doğrusu, şimdi gece gündüz yoğun çalışma temposu içindeyiz ama gençlerle çalışmak çok keyifli. Öğrencilerden bu süreçte nasıl bir çaba gerekiyor? Ben Istanbul ‘daki belli başlı liselere ve sanat tasarım fakültesi olan üniversitelere giderek öğrencilere ve hocalara programlar, hazırlanma yolları, istenenler, portfolyo özellikleri v.s. konularında tanıtımlar yapıyorum. Ayrıca Art Academy'de de ''workshop''lar düzenliyor, yurtdışından gelen yetkililerin de öğrencilere örneklerle sunum yapmasını sağlıyoruz. Lise öğrencileri, lise 2, lise 3 veya son sınıfta- genelde daha erken yıllarda işe koyulmalarını tercih ediyoruzbu eğitime yönelmeye karar verdikleri noktada bize geliyorlar. Atölyemizde onlara temel teknik Türkiye’nin Gayrimenkul Alanında En İyi Sağlık Projesi İstanbul Florence Nightingale İstanbul Florence Nightingale, Sign Of The City Awards En İyi Sağlık Projesi, Tamamlanmış Projeler kategorisinde ödül kazandı. Bir başarıya daha imza atmaktan dolayı gurur duyuyor, deneyimli sağlık grubu olarak ülkemiz için değer yaratmaya devam ediyoruz. C: 0 M:0 Y:0 K:100 İSTANBUL www.florence.com.tr I 444 0 436 HASTANESİ B 58 eğitimden sonra gereken projeleri içeren portfolyoları, başvuracakları okullara göre hazırlatıyoruz ve başvurularını tamamlıyoruz. Bu arada çeşitli projeler yaparken araştırma yöntemlerini, güncel sanatçıları, proses geliştirme, sonuca varma yöntemlerini de öğretiyoruz. Bizim liselerimizin birçoğunda sanat ve resim eğitimi zaten yeterli değil. IB (International Baccalauriat) veya high level art dersi olan okullar var ve tabii bu, büyük bir avantaj, yine de öğrenciler çalışmalarına Art Academy'de devam ediyorlar. Çünkü daha detaylı projeler yapmaları, kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. Bazı liselerde sanat dersleri hiç yok zaten, dolayısıyla onlar liseden o konuda hiçbir yardım alamamış oluyorlar ve ilk aşamadan son aşamaya kadar bizim verdiğimiz bilgiler, yardım, destek doğrultusunda portfolyolarını hazırlıyorlar ve başvuru yapıyorlar. Yurtiçindeki üniversitelerde ise, bu eğitime bakış açısı çok farklı olduğu için ortaya çıkan portfolyo işleri yurtdışı okullarının beklentisinden çok farklı oluyor ve lisansüstü programlara başvuru yaparken yine öğrencilerin ektra çalışmaları gerekiyor. Örneğin, yurtdışı okulları projenin sadece bitmiş, en son halini ve sadece dijital olarak görmek istemiyorlar. Bütün projenin geçirdiği aşamaları, araştırma safhası, prosesin gelişimiyle birlikte tümünü görmek istiyorlar. Dolayısıyla da başvuracak öğrencilere biz ''feedback'' veriyoruz ve projelerini nasıl değiştirmeleri, nasıl yurtdışının kabul edebileceği şekle getirmeleri gerektiğini tartışıyoruz, anlatıyoruz, örnekler gösteriyoruz. Ondan sonra yine bizimle Art Academy'de bir süre çalıştıktan sonra veya bizim verdiğimiz bilgi çerçevesinde portfolyolarını revize ettikten sonra başvuru yapabiliyoruz. Daha önce de belirttiğiniz gibi yurtdışında okumak maddi olarak refah ile çok ilgili. Fakat enteresan bir şekilde ailelerin büyük fedakârlıklara katlanarak çocuklarını yolladıklarını da görüyoruz birçok durumda. Yani sadece ekonomik durumu çok rahat olan aileler değil, orta gelir grubunda da sanat kültürü olan, buna değer veren ve en önemlisi kızının veya oğlunun arzu ettiği, mutlu olacağı, yeteneği olduğu alanda eğitim almasının önemini anlayan aileler de çok oluyor. Boğaziçili öğrencilerden başvuru oluyor mu? Boğaziçi’nde işletme, ekonomi bölümünü bitirmiş, “Ben bunları ailem istediği için okudum, ben aslında sanat veya tasarım okumak istiyordum,” diye yeniden üniversiteye başvurmak için gelen mezunlar oluyor. Bir de portfolyo gerektirmeyen sanat yöneticiliği, stratejik moda pazarlama ve yöneticiliği, inovasyon yönetimi, medya iletişim gibi lisansüstü diploma veya master programları var ki bunlara BÜ, Sabancı, Koç gibi tüm üniversitelerin farklı bölümlerinden mezun öğrenciler başvuru yapabiliyorlar. Dil faktörü de çok önemli aslında değil mi? Tabii, portfolyonun dışında baktıkları şey akademik başarı yani okul notları, tavsiye mektupları. Ama tabii dil, işin olmazsa olmazı. Yani TOEFL veya IELTS sınavında belli bir puan isteniyor. Ayrıca bazı ABD okulları için SAT sınav sonucu gerekiyor. Yabancı lise öğrencileri bunları kolaylıkla halledebiliyorlar, fakat dil eğitiminin zayıf olduğu düz liselerden olan öğrencilerin bu konuda da destek almaları, çaba sarf etmeleri gerekiyor. Özellikle lisansüstü programlarda bu sorun çok karşımıza çıkıyor. Örneğin, Mimar Sinan Üniversitesi'nden mezun olan öğrencilerden master programına kabul alıp ancak yeterli İngilizce puanını alamadığı için gidemeyen öğrencilerimiz oldu. Hatta Ekonomi Bakanlığı’ndan burs almış, yarışma kazanmış bazı öğrenciler bu olanağı değerlendiremediler, dil sınavını geçemedikleri için. Tabii, bu yurtdışındaki tüm eğitim programları için geçerli. Aslında sanat ve tasarım programlarının gerektirdiği dil puanı biraz daha düşük olduğundan bir kolaylık var çünkü öğrencinin yaratıcılığına, tasarımlarına, yaptığı işlere, portfolyosuna bakarak değerlendirdikleri için gerekli dil puanı biraz daha aşağıda olabiliyor. Ama yine de olmazsa olmaz bir seviye var tabii. Eğitmen eksikliğinden de bahsedebilir miyiz? O da önemli bir konu. Çok önemli. Özellikle böyle uzmanlık gerektiren bir alanda öğrencilere yardımcı olabilmek için sanat hocalarının çok donanımlı olmaları gerekiyor. Ayrıca öğrencilerin yalnızca teknik becerilerini geliştirmeleri yeterli değil, onların yaratıcılıklarının da geliştirilmesi, bakış açılarının, vizyonlarının genişletilmesi de gerekiyor. Bu da hiç kolay bir iş değil. Ben de yıllarca UAL'in İstanbul'da yılda iki kez gerçekleştirdiği öğrenci seçme mülakatlarında bizzat bulunduğum için neler istendiğini, öğrencinin hangi kriterlere göre seçildiğini, nasıl hazırlanması gerektiğini gayet iyi öğrendim. Böylece de faydalı olabiliyorum öğrencilerime, diye düşünüyorum. KARTANESİ ASLI Duygu Cankılıç ’11 B 60 12 Ocak 2012 yılında Erzurum Konaklı Kayak Merkezi’nde antrenman sırasında Milli kayakçımız Sayın Aslı Nemutlu’yu kaybetmiştik. Eylül 2012 sayımızda Aslı Nemutlu’nun ailesi ile bir araya gelerek, yaşananlar ve hukuki süreç hakkında görüşmüştük. Bu sayımızda ise aradan geçen zaman dilimde yaşananları, Aslı Nemutlu Genç Sporcular Derneği’nin faaliyetlerini ve Aslı Nemutlu adına yapılan heykelin hikâyesini sevgili Aslı’nın annesi Sayın Ayşe Nemutlu’dan ('91) dinledik. Dergimizin 2012 Eylül sayısında sizinle bir röportaj yapmıştık. Hepimizi derin bir üzüntüye boğan hadisenin ardından yasal zeminde sorumluların gerekli cezayı almaları için bir süreç başlatıldığını bizlere aktarmıştınız. Geçen zaman içerisinde gelinen noktayı bizimle paylaşır mısınız lütfen? İki seneyi aşkın bir zamandır Erzurum’da mahkememiz devam ediyor. 2014 Ocak ayında eski Kayak Federasyonu Başkanı ile Aslı’nın yarıştığı kulübün antrenörünün de sanık olarak yargılamasına devam edilen taksirle ölüme sebebiyet verme ana davamızın bilirkişi aşamasına gelinmiş ve Erzurum Konaklı Kayak Pisti’nde olay yerinde keşif kararı alınmıştı. Bilirkişi olarak atanan hocalardan birisi keşif gününe üç gün kala mazeret belirterek bilirkişilikten çekildiğini bildirdi. Bu sebepten üç kişilik heyetten bir kişi görevi kabul etmeyince keşif iptal edildi. Tekrardan ileri bir tarihe ikinci keşif günü alınmasına mahkeme karar verdi. Mart ayına verilen keşfe de sanık baskısından dolayı bilirkişi hocalarından biri gelmeyerek ikinci keşfin iptal edilmesine sebebiyet verdi. İptal sonrası eski federasyon başkanının avukatı haddini iyice aşarak ana mahkememizin hâkimini ‘’taraflı davranıyor ‘’ diyerek reddi hâkim talebi ile bir üst mahkemeye şikâyet etti ve bir süre davamızın durmasına neden oldu. Bu arada görevlerini kötüye kullanarak ölümlü olaya sebebiyet vermekten dolayı hakkında dava açılan dokuz kamu görevlisinin ceza davası mahkemesi devam ediyordu. İki duruşma sonucunda mahkeme hâkimi davada görevsizlik kararı vererek devam eden ana davamıza bu davanın da ilave edilmesine karar verdi. Böylelikle iki davanın birleşmesiyle sanık sayımız 15 kişiyi bulmuş oldu. Birleşen davamız araya yaz tatilinin girmesiyle ilk defa geçen ay görüldü ve mahkeme hakimi üçüncü kez bilirkişi heyetini belirledi ve Aralık 2014 tarihine üçüncü kez keşif tarihi verdi. Bilirkişi heyetini belirlemeden önce mahkeme hakimi takribi 12 ay önce Türkiye deki 10 üniversiteye yazı göndererek kayak konusunda bilgili öğretim görevlilerinin adlarını istemişti. Altı üniversiteden olumlu cevap gelmiş ve isim listesini göndermişlerdi. Bu üniversiteler içerisinden üç üniversite görevlilerine taraflar itiraz etmiş ve bilirkişiliğini kabul etmemişti. Kalan üniversitelerden iki üniversiteye de hâkim görevlendirme yazısı göndermiş ancak keşif günlerine Gerçek arkadaşlık, içten dostluk onun için çok önemliydi. Kız erkek bütün sporcular onun kardeşiydi; herkesin gözünün içine bakarak karşılıksız sevgisini gösterdi. Sıkıntısı olana belli etmeden yardım elini uzattı. Bu olgunluğa 17 yaşında ulaşan kızımıza aramızdan ayrılışından sonra en güzel hediye ‘’Heykel‘’i olur düşüncesiyle projeye destek verdik. Ortaya muazzam bir heykel çıktı. Neslihan Hoca’ya şükranlarımızı sunarız. Bugün Kalamış Parkı’nda Aslı’nın heykeli bir sembol oldu, onun heykeli etrafında gülümseyerek kolkola dolaşan gençleri, bisiklete binen çocukları görüyorum. Herhalde ‘’o’’ da mutlu oluyordur. Aslı Nemutlu iki gün kala keşifler iptal olmuştu. Geçen ayki duruşmada mahkeme hâkimi artık elindeki son üniversite görevlilerine çağrıda bulundu. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti'ndeki konusunda uzman tüm görevlilere davamız ile ilgili bilirkişilik daveti gitmiş oldu. Eğer bir aksilik olursa artık mahkeme hâkiminin elinde liste kalmamış oluyor. O zaman ne yapabilir bilemiyoruz. Komik değil mi!!!!! Koskoca Türkiye’nin bilirkişilik camiasının durumu böyle. Aslı Nemutlu için yapılan heykelin açılışı bizleri çok duygulandırdı. Heykelin oluşum fikri nasıl gelişti? Bu konudaki hissiyatınızı bizlerle paylaşır mısınız? Dostlarımızın gayretleri ile sevgili eski Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk Bey bizimle irtibata geçti. Selami Bey ‘’Artık Aslı NEMUTLU ismi Nemutlu ailesini aştı, o etrafınızdaki binlerce ailenin çok sevdiği Kartanesi Aslı oldu. Biz de kızımız Aslımızın gelecek genç kuşaklara bir sembol olmasını istiyoruz. O sebeple adını yaşatmak adına Kalamış Parkı’na Kadıköy Belediyesi’nin katkıları ile heykeltıraş Prof. Dr. Neslihan Pala’nın hayat vereceği Aslı’nın bir heykelini dikmek istiyoruz. Kalamış Parkı Aslı’nın her gün okuluna giderken (Saint Joseph Lisesi) önünden geçtiği parktı. O park artık onun evi olsun. Aslı heykeli ile kendi evinde bizlere her zaman 'MERHABA' desin,'' diyerek fikrini paylaştı. Kendisine çok teşekkür ederiz. Aslı çok çalıştı, çok azmetti, hep en iyisini ve en doğrusunu yapmaya gayret gösterdi, örnek bir sporcu örnek bir öğrenci hepsinden önemlisi erdemli ÖRNEK BİR TÜRK GENCİ olmak için çok çaba sarf etti. Aslı Nemutlu adına açılan derneğin faaliyetleri ile ilgili sizden bilgi alabilir miyiz? Bizler, sevenleri, Aslı’nın adını yaşatmak için bir dernek kurduk. Aslı Nemutlu Genç Sporcular Derneği adı altında kurulan bu derneğimizin amacı, kış ve kayak sporlarına ilgi duyan, spor ve eğitim hayatında maddi desteğe ihtiyacı olan, zeki, kabiliyetli, sporcu kültür ve ahlakına uygun yetişen çocuklarımıza ve gençlerimize sportif burs yardımı ile destek vermek, Türk sporuna pırıl pırıl sporcular yetiştirmektir. Aslı’nın özlemini çektiğimiz bu başarılarla mutlu ve huzurlu olacağına, ailesi olarak bizlerin de ortaya çıkacak anlamlı başarılarla Aslı’nın adını hep yaşatacağımıza ve Aslı ile gurur duyacağımıza inanıyoruz. Siz değerli dostlarımızdan, üniversite mezunlarından ve öğrencilerinden B 61 her zaman yanımızda olarak bu anlamlı projeye destek vermenizi bekliyoruz. Bugün derneğimizde Erzurum’da yaşayan kız/erkek, yaşları yedi ile 13 arasında değişen 10 öğrenci çocuğumuzun kayak eğitimlerine kar öncesi kara antrenmanları ile başlandı. Derneğimizde görevli gönüllü iki kayak hocamızın desteği ile hayatlarında ayaklarına hiç kayak takmamış çocuklarımızı kayak sporu ile tanıştırmak anne baba olarak bizi çok heyecanlandırıyor hem de çok duygulandırıyor. Hedefimiz inşallah üç ay sonra Erzurum ili seçme yarışlarında çocuklarımızı yarıştırmak. B 62 Son olarak ülkemizdeki spor anlayışına dair eksiklikleri ve giderilmesi gereken büyük problemleri görme fırsatımız oldu. Bu konuda geçmiş olaylardan edinilen tecrübelerle olumlu yönde bir gelişme, çaba ve özeleştiri anlayışı olduğunu düşünüyor musunuz? Aslı’nın kaybı ve yaşadığımız rezaletler sonucu maalesef tam anlamıyla kayak sporunun iki yıl içerisinde Türkiye’de çöküşünü izledik ve izliyoruz. Dört ay önce yeni federasyon seçildi. Yeni yönetim, ileriye dönük kalıcı çalışmalarla, örnek ülke modelleriyle umarız doğru bir yapılanmaya gider ve çöküşü durdurur. Sadece kayakta değil sporun her alanında rehabilitasyona ihtiyaç var. Bu yıl yaşanan olimpiyatlarda ve dünya şampiyonalarında ülke sporumuzun geldiği içler acısı durumu hep birlikte izledik. Bizler izledik, bizlerle beraber devlet organlarının yöneticileri de izlediler. Çocuklarımıza bu ülkede neyi miras bırakacağız bilemiyoruz. Sporun, kültürün yozlaştığı Türk toplumunda erdemli, kabiliyetli ve başarılı genç sporcular nasıl yetiştirilir? Çocuklarımızın önünde örnek alacakları kendi jenerasyonlarından sporcu isimler kalmadı. Bugün 4050-60 yaşlarındaki eski sporcuların başarılarını anlatarak zamanımızı geçiriyoruz. Erozyon net bir biçimde ortada. Ülkenin başarıya ulaşması için bana göre Çin gibi devletin 10 yıllık hedef koyarak ülke sporunu masaya yatırması lazım, tabii spordan anlayan uzmanlarla. T.E.V. ile süregelen çalışmanız hangi aşamadadır? Aslı Nemutlu Genç Sporcular Derneği bünyesinde yetiştirdiğimiz sporcu çocuklarımızın dışında, T.E.V. Aslı Nemutlu Burs Fonu’ndan eğitim bursu verilen ve her konuda desteklediğimiz, geleceğin büyük sporcularından biri olacak Muhammed Ali Bedir isminde, çok yetenekli milli kayaklı kule atlama sporcumuz bulunuyor. Biz de bir anne bana olarak kendisinin gelişimini memnuniyetle takip ediyoruz. Amacımız T.E.V. kapsamında Aslı’nın fonundan daha çok çocuğumuzu desteklemektir. Umarım başarırız. ''BU ANLATILAN SENİN HIKÂYENDIR’'' Serhat Uyurkulak Batı Dilleri ve Edebiyatları Öğretim Üyesi Her tarihsel döneme özgü belli başlı kültürel çelişkiler vardır ama bizimkisi, yani Boğaziçi’nde ''Humanities''derslerinin tekrar verilmeye başladığı 2008 yılı ve sonrasını da kapsayan dönem, tüm dünyada beşeri bilimler eğitimini yakından ilgilendiren çok çarpıcı kültürel çelişkiler ve farklılıklar barındırıyor. B 64 1990’ların başında ortaya çıkan ve belki de en açık ifadesini Francis Fukuyama’nın ''Tarihin Sonu ve Son İnsan'' kitabında bulan bir tür ''sonculuk’' anlayışının halen sürdüğünü, bütün ülkelerde üniversite eğitiminin de bu tarihselkültürel çerçeve içinde verilmekte olduğunu söylemek mümkün. Bu anlayışa göre insanlık tarihinin sonuna gelinmiştir ve şu anda var olan en kapsayıcı ekonomik, siyasal, kültürel sistemlerin yahut yapıların ötesinde, onlardan köklü biçimde farklılaşan alternatifler düşünmek zaman kaybıdır. Bundan böyle geniş insan topluluklarının hayatlarını gerçek anlamda etkileyecek bir gelişmeden söz edilemez; dolayısıyla bu tarihsel aşamayı yaşayan bizler de ''son insanlar''oluruz. Bu tip bir düşünme tarzının nasıl bir fetişizm yaratacağını görmek zor değil. Eğer tarih bizimle ve bizim sistemlerimizle, hayatımızı üretme ve sürdürme tarzlarımızla bitiyorsa, içinde yaşadığımız dönem tarihin en ayrıcalıklı, üzerinde düşünmeye en değer dönemi olur. Hatta daha ötesi olmayan kendi zamanımızda yazılan kitaplar, edilen sözler, üretilen müzikler, imajlar, filmler, video oyunları, semboller vb. dışında okunmaya, işitilmeye, deneyimlenip ciddiye alınmaya değen bir şey neredeyse olamaz. Geçmiş ve şimdiki zaman arasında bu denli şiddetli bir kopuş yaşandığında, geçmişle beraber gözden kaybolan topyekun tarih olur; kültür ve siyaset tarihi, sanat ve edebiyat tarihi, tarihsel varlıklar olma bilincimizin ta kendisi kaybolur gider. İçinde yaşadığımız en kapsayıcı toplumsal kurum ve sistemler bize tarihin sonundayız duygusunu verirken, özellikle teknoloji alanında yaşanan gelişmeler, her şeyin durmaksızın ''yenisi'' ile yer değiştirdiği, baş döndürücü bir hızda değişen ve ''yenilenen'' bir dünyada yaşadığımızı hissettiriyor. Bir yanda örneğin Göbeklitepe’nin veya tanrı parçacığının keşfi gibi bilimlerde görülen yenilikler veya bulgular yer alırken, diğer yanda modelleri her yıl değişen akıllı telefonlar veya otomobiller gibi nesneler bulunuyor. Bir diğer yanda ise kendini öngörülemeyen tarzda yenileme potansiyeline sahip iletişim ve bilişim teknolojisi duruyor. Göbeklitepe kazıları, CERN çalışmaları veya internetin kendisi gibi gerçek bir yenilik ve farklılık içeren gelişmeler, bize sadece insanlığın değil aynı zamanda evrenin de hala sürmekte olan tarihini hatırlatıyorsa da, her biri neredeyse diğerinin aynı olan tüketim nesneleri, ''yepyeni'' olma iddialarına rağmen bizden zaman ve dolayısıyla da tarih duygusunu alıp götürüyor. İlginçtir ki, 1990’ların başından itibaren dünya tarihinin en eski aidiyet veya kimlik biçimleri adına verilen, doğaya ve tarihe sahip çıkmak veya kendi tarihini hem geçmişe hem de geleceğe dönük olarak yazabilmek için yürütülen mücadeleler sürekli olarak arttı. İçinde bulunduğumuz çağın genel bakışı insanlığın mümkün olan en iyi ve en yüksek biçimlerine ulaştığımızı söylese de, aynı fikirde olmayanların sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Kültür, dinsel veya etnik kimlik, ahlak, doğa ile ilişkiler, medeniyet, insan olmanın ve hatta varlığın mahiyeti, insani ve doğal ekonominin anlamı, toplumsal bellek ve daha sayamadığım birçok konu, bugünün değerler ve öncelikler evreninde gözden düşmüş veya geçmişe terk edilmiş olabilir. Ama niyet bu olsa da aslında yaşanan ve yaşanması gereken bu değil. Eğer toplumu ve dünyayı anlamak, onunla anlamlı bir ilişki içinde olmak, gerçekten sona ermiş ve silinmiş olanla hala güncel, hatta düpedüz yeni olanı ayırt edebilmek istiyorsak, dahası bunu genç nesillerle beraber yapabilmek amacındaysak ''Humanities'' derslerine de ihtiyacımız var demektir. Kendi adıma ''Humanities'' dersinin üst başlığı olarak Horatius’un ''Satirler'' kitabındaki ''De te fabula narratur''– ''Bu anlatılan senin hikayendir'' deyişini görüyorum. Kayda alınışı MÖ 2000 yıllarına tarihlenen ''Gılgamış Destanı''yla, yani medeniyetin Anadolu’da doğuşu ile başlayan ve kendi çağımıza kadar gelen bir hatta, tarihin farklı dönemleri ve dünyanın farklı coğrafyaları arasındaki derin bağlantıları ve süreklilikleri açığa çıkarmaya, bu açıdan daha kuvvetli bir tarihsellik anlayışına dikkat çekmeye çalışan bir ders ''Humanities.'' Fakat bunu yaparken süreklilik içindeki sahici farklılıkların ve kopuşların da görülmesini hedefliyoruz. Yukarıda bahsettiğim ve daha da çoğaltılabilecek ana temalar veya sorgulamalar üzerinden, kendi dönemlerinin en başat edebi, felsefi, bilimsel ve sanatsal metinlerinde bu temaların ele alınış şekillerini inceleyerek, öğrencilerin bugünün sorunlarını daha derinlikli ve kapsamlı bir bakış açısıyla ele almalarını sağlamayı amaçlıyoruz. B 65 FÜTÜRİST BAKIŞ AÇISIYLA: YENİLİKLER VE ÜNİVERSİTEDEKİ DEĞİŞİM Mehmet Nuri Çankaya, Fütüristler Derneği Başkanı B 66 Geleceği anlamak, olası gelecek senaryolarını geliştirerek geleceği tasarlamak çok önemli. Bu sebeple bu yazımızda sizlerle gerçekleşmesi muhtemel gelecek senaryolarını paylaşarak sizlerin geleceğe farklı bir açıdan bakmanızı istedik. Nesnelerin interneti, bulut bilişim, artırılmış gerçeklik, yapay zekâ, bilgi mühendisliği, nano teknoloji ve biyoteknoloji hayatımızı nasıl etkileyecek, gelin hep birlikte inceleyelim. Nesnelerin İnterneti Neleri Değiştirecek? 2015 yılına damga vuracak konu Nesnelerin İnterneti (Internet of Things /IoT) olacak. Internetin görünmez hale geldiği, cihazların birbiriyle entegre olduğu bir dünyada sensörler ve bulut bilişimle birlikte bambaşka bir dünyaya doğru ilerliyoruz. İnsanoğlu beş duyu organıyla dünyayı hissederek anlamaya çalışırken internet dünyası yeni donanımlarla birlikte bize yepyeni duyu organları kazandırdı. İngilizce “sense” yani his kelimesinden türeyen sensör yani hisseden cihazlar hayatımızda görünmeden yer alıyorlar. Birkaç örnek vererek başlayalım sensörlere; örneğin trafik lambalarının üzerine yerleştirilen sensörler trafik yoğunluğunu gözlemleyerek ne kadar kırmızı ne kadar yeşil ışık yanacağına karar vererek en etkin trafik akışını sağlıyorlar. Trafik merkezlerinden de hem yollara yerleştirilen sensörler hem de bu sensörler sayesinde bilgi anlamlandırılarak tüm internet kullancılarıyla paylaşılıyor. Evlere yerleştirilen bir akıllı termometre ısıyı ölçmekle kalmıyor, dışarıdaki ısıyı, elektrik ve su şebekesinin hangi saatlerde ekonomik tüketime izin verdiğini hesaplayarak en çevreci ve ekonomik şekilde bulaşık makinası, çamaşır makinası gibi ev elektroniği cihazlarını kendi çalıştırıyor, evdeki ısıyı ayalardığı gibi camlardaki güneş enerjisi yakalayıcı panellerle iletişime geçip bizler için kararlar veriyor. Özellikle sağlık sektöründe çok büyük bir değişim yapmasını beklediğimiz nesnelerin interneti sayesinde kanser oluşumlarını 10 yıl öncesinden tahmin etmek mümkün olabiliyor. Bu sensörlerin çok ucuz olduğu bir dünyada yapılacak yeniliklerin yaşam biçimlerimizi nasıl değiştireceği hayal gücüyle sınırlı. Bugün Ne Giysem? Kıyafetlerimizin üzerinde yakın gelecekte sensörler olacak ve hava durumunu algılayarak üzerindeki nanoteknolojik kumaşı biçimlendirecek, eğer hava soğuksa daha sıkılaşarak vücut ısısını koruyacak, eğer sıcaksa kumaşın dokusunu genişleterek vücudun hava almasını sağlayacak ve böylece terlemeyi önleyecek. Böylelikle hasta olma oranlarında ciddi düşüşler yaşanması olası hale gelebilecek. Giymiş olduğumuz kıyafetler sensörlerden aldığı verileri daha evden çıkmadan hava durumu servisleriyle kontrol edeceği için hangi kıyafetleri giymemiz o gün içerisinde daha anlamlı olacaksa onu gardrop içerisinde özel bir görsel led ışığı ile kıyafetler üzerinde belirecek, böylece seçim yapmamız kolaylaşmış olacak. Buradaki en önemli etkenler sensörlerin ucuzlaması olduğu kadar her yerden mobil ve kablosuz erişime sahip olmamız aslında. Gerçek Dünya ve Sanal Dünya Buluşuyor... Yakın gelecekte birçok web sitesi 3D teknolojisini kullanan yeni arayüzler geliştirecek. ında web siteleri birer servis halini alacakları için artık alışkın olduğumuz bir tarayıcı ile erişmek yerine her istediğimiz an kullanabileceğimiz bir hizmet olarak karşımıza gelecekler. Tek bir cümleyle artırılmış gerçeklik (augmented reality) konusunu anlatacak olursak şunu derdik: “Gerçek dünyanın üzerine sanal bir dünya daha inşa etmek.” Örneğin, cep telefonunuzun kamerasını açtınız ve Taksim meydanında sağa sola çeviriyorsunuz; karşınızda Taksim meydanının görüntüsü yanında ek görüntüler de görebileceksiniz. Bunlar sizin eklemiş olduğunuz yazılımlar sayesinde gerçekte görünmeyen ama sizin görmek istediğiniz görüntüler olacak. Örneğin bir fırsat sitesine üyesiniz ve bugün Taksim’deki hangi restoranda fırsat olduğunu kolayca görmek istiyorsunuz, kameranızı Taksim meydanında dolaştırdığınızda otomatik olarak %50 indirim alabildiğiniz günün restoranı karşınıza çıkıyor. Aynı şekilde alışveriş yapaken hangi mağazada indirim var diye kolayca takip edebilirsiniz. Gerçek dünyada B 67 Mehmet Nuri Çankaya ayrıştırmakta zorlandığınız birçok içeriği, artırılmış gerçeklik kullanarak kolayca erişilebilir hale getirmek olası. Bilgi Mühendisliği Güçtür Bilgi güçtür demiş Balzac, gerçekten de günümüzde de geçmişte de gelecekte de bilgi güç olmaya devam edecek. Bu durumda bilgiyi öğrenebilmek, aktarabilmek ve saklayabilmek çok önemli. Bilgi mühendisliği, bilgiyi sonradan kolayca öğrenilebilir ve mükemmelleştirilmiş bir halde insanoğluna aktarabilmektir. Öğrenme hücreleri bilgiyi depolayan hücreler olarak tasarlanacaklardır ve bir insanda oluşan, ardından mükemmelleştirilerek başka bir insana transfer edilebilen bilgi çoklayıcıları olacaklardır. Örnek verecek olursak hiç araba kullanmayan bir kişinin araba kullanmayı öğrenebilmesi, hayatında hiç kitap okumamış birinin yüzlerce kitabı bir anda okumuş olabilmesi iki çarpıcı örnektir. Hiç araba kullanmamış biri için araba kullanmak oldukça fazla bilgiyi barındırmalıdır, hatta aslında günümüzde her araba kullanmayı bilen de tüm arabaları kullanamamaktadır, bir otomatik vites araba sürücüsü düz vites bir arabayı kullanamayabilir ama eğer bilgi bir bilgi hücresi şeklinde tüm olasılıkları içerecek şekilde aktarılırsa, içerisinde binlerce araba tipine göre bilgi bulunabilir. Bilgi mühendisliğinin gelecekte birçok üniversitede mühendislik fakültesi, bir lisans programı veya sosyal bilimler enstitüsü altında bir yüksek lisans programı olarak açılması beklenebilir. Mühendislik fakültesi olmasının sebebi tamamen yapılacak bilgi toplama ve işleme yöntemlerinin çok yoğun matematik ve biyoloji bilgisi gerektirmesi ve ancak yoğun analitik işlemler sonrası bilginin depolanabilmesidir. Yapay Zekâ İle Neler Yapılabilir? B 68 Yapay zekâ cihazların ve sistemlerin birbiriyle konuştuğu bir dünyada kendini geliştirebilir; “öğrenme” yapay zekâdaki en zorlu evrelerden biridir. Böylece sürekli olarak kendini geliştiren bir sistem ile adım adım ilerleyerek henüz çözüm bulunamamış problemlere çözüm bulunması sağlanabilmektedir. Kendi kendine düşünebilen mekanizmalar kendi kendilerine kararlar da alabilmekte, böylelikle insan hatası olabilecek birçok sorun henüz oluşmadan giderilmiş olacaktır. Yapay zekâ konusunda hâlâ atılması gereken adımlar bulunmaktadır. Bu konuların, önümüzdeki yıllar içerisinde çözümlenmesini bekleyebiliriz. Bu sorunlar, kendi kendine öğrenebilme, sebep-sonuç ilişkisi kurabilme, doğal dil işleme, algılama, sosyal zekâ yeteneği, yaratıcılık, problem çözebilme ve son olarak da hareket yeteneğidir. Özellikle duygudan yoksun olması insan hareket ve davranışlarını algılamakta ve anlamlandırmakta yapay zekâ sistemlerini zorlamaktadır, kişiliğin belirlenmesi üzerine çalışmaların yapılması ve yapay zekânın kişilik analizleri yaparak çıkarsamalara gitmesi yakın gelecekte olasıdır. Nereden Çıktı Bu Nanoteknoloji? Yunanca “cüce” anlamına gelen nano milyarda biri simgelemektedir. Malzeme dünyasında yaşanan en büyük değişim günümüzde nano boyutta yani malzemenin milyarda biri boyutlarında gerçekleşmektedir. Günümüzde çok büyük bir sorun olan kanser hastalıkları, bu gibi minik robotlar ile çok kolay bir şekilde tedavi edilebileceği gibi aynı zamanda yaşlanmaya neden olan hücreler bulunup tedavileri yapılabilecek, şişmanlamaya neden olan hücreler yok edilebilecek; hatta işi bir adım daha öteye taşırsak, genetik kodlarda yapılacak küçük değişikliklerle bu gibi özellikler daha doğmadan önce değiştirilebiliyor olacak. Genetik’deki Sır ve Biyoteknoloji Bilgisayar “1” ve “0” sayılarından oluşan kodlarla çalışır. Eğer bu 1 ve 0’ların sayısını ve yerini değiştirirseniz anlam tamamen değişir, artık o kod bambaşka bir anlam taşır. Genetik kodlar A, T, C, G harflerinden oluşan kodlardır. Böcekler, bakteriler, bitkiler, hayvanlar, insanlar genetik dizilere sahiptirler. Eğer bu kodu bilgisayar dosyasındaki gibi değiştirirseniz, yani bir A yerine bir T veya C yerine G koymanız durumunda sonucu değiştirebilirsiniz. Örneğin kod değişikliği ile meyvelerin boyunu, tadını, rengini hatta biçimini değiştirebilirsiniz. Düşünün, bir meyve yerken aslında vücudunuzda oluşmakta olan bir kanser hücresini yok edebilecek ilaç almış olabileceksiniz veya sivrisinek sizi ısırdığında aşılanmanız mümkün olabilecek. İnsanın genetik kodunda üç milyar harf vardır ve bu kod sahip olduğumuz elli trilyon hücrenin her birinin içinde tekrarlanır. Bu genetik kodda tek bir harf değişikliği farklı bir insan ortaya çıkmasını sağlar, bir insanla öteki arasındaki gerçek fark yüzde 0,0003’den azdır. Ve 1900lü yıllarda ortalama yaşam ömrü bulaşıcı hastalıklar yüzünden 46 idi, 2000 yılında bu rakam 76’ya çıkmıştır. 2020 yılında ortalama 100 yılın üzerinde yaşayacağımız istatistikleri vardır. Artık ölümlerin sebebi trafik kazaları ve depresyon olmaktadır, bulaşıcı hastalıklardan ölüm oranı çok aza düşmüştür ve genetik sayesinde düşecektir. Bu genişleme ancak yapay zekâ sistemlerinin silikon mimarisi üzerine değil genetik mimari üzerine kurulması ile mümkün olacaktır. Sizin geleceğiniz, çocuklarınızın geleceği ve ülkemizin geleceği teknolojiyle ilerleyen küresel ekonomiyi anlamamıza bağlıdır. Kodları anlamak, özellikle de genetik kodları anlamak, geleceğin en güçlü yatırımı olacaktır. Fütüristler Derneği Hakkında “2005 yılından bu yana faaliyette olan derneğimizin vizyonu geleceği tahmin etmek değil anlamaya çalışmak; birey, kurum ve toplumlara ilişkin olası, olanaklı ve tercih edilen gelecek senaryolarını gerçekleştirmek için atılması gereken adımları ilkeli ve bütünsel olarak hayata geçirmektir. Amacımız geleceğe katılmak veya katlanmak değil geleceği tasarlamak. Bunu da derneğimizin çok değerli üyeleri ile gerçekleştirebileceğizden şüphemiz yok. Derneğimize üye olmak ve detaylı bilgi almak için adres: www.futurizm.org” B 69 “ART COLLECTING IS AN INCURABLE DISEASE” Emine Çavak B 70 2014 yılının bahar aylarında sanat dünyasına internet üzerinden giriş yapan Art50. net, sanatçı, koleksiyoner ve tüm sanatseverleri aynı çatı altında buluşturan bir online çağdaş sanat platformu. Sanatı seven, paylaşan ve sanatla iç içe yaşamak isteyenleri birleştiren Art50. net, takipçilerine zaman ve yer kısıtlaması olmadan yepyeni sanatçıları ve orijinal sanat eserlerlerini keşfetme fırsatı sunuyor. Özellikle bağımsız ve yükselen sanatçıları desteklemeyi hedefleyen Art50.net, sitesinde sunduğu eserleri küratör, akademisyen ve koleksiyonerlerden oluşan danışmanları ile birlikte seçiyor. Yüzde 100 orijinal ve imzalı sanat eserleri bulunan site, koleksiyonerliği teşvik etmeyi amaçlıyor. Sitenin Artlog bölümünde koleksiyonerliğe giriş bilgileri, sanat dünyasından uzmanlarla röportajlar, sanatçılarla eserleri hakkında sohbetler ve kitap önerileri gibi sanatseverlerin ilgisini çekecek konulara dair bilgileri edinmek mümkün Art50.net, online platformuna ek olarak zaman zaman özel sergi ve aktivite projeleri ile sanatçılarıyla sanatseverleri bir araya getiriyor. Ayrıca sanatseverler, diledikleri eseri yakından görmek isterlerse, önceden randevu almak kaydı ile Asmalı Mescit’teki Art50.net ofisini ziyaret edebiliyorlar. Bu sayımızda Art50.net'in kurucusu, Sayın Güliz Özbek Collini'den ('85) bu sanat macerasının arka planını öğrendik. Toplumsal olayların sanata yansıma biçimleri, sanat eseri ve ulaşılabilirlik, koleksiyonerlik de ele aldığımız diğer konu başlıklarıydı. Web sitenizde “Art is an incurable disease” şeklinde bir alıntı var. Bu ifadeyi biraz açmanız mümkün olabilir mi? Bu cümle, sanat dünyasında çok ünlü, İsviçreli eski bir mezatçı ve koleksiyoner olan Simon de Pury’nin sanat koleksiyonerliği hakkında yaptığı bir konuşmasından alıntı: “Art collecting is an incurable disease,” şeklinde. Genel olarak sanat koleksiyonerliğinin nasıl önüne geçilmesi zor bir tutku olduğundan bahsediyor. Biz de sanat koleksiyonerliğinin bir kere başlanınca sürekli devam edip ilerleyecek, keyif veren bir tutku olduğuna inandığımız için bu söze sitemizde yer verdik. Modern ve post modern olarak ayrıştırılan üretimlerin hangi noktalarda ayrıştırılıp ortaklaştırıldığını düşünüyorsunuz? Türkiye’de modern ve postmodern sanat akımları üzerine birçok eleştiri var. Modernizmi henüz sorunlaştırmadan, postmodernizme birden ve sert bir geçiş olduğu yönünde tartışmalar var. Bizim sanatçı ve eser seçimlemizde özellikle baz olarak aldığımız bir kriter değil bu. Fakat sanatçının kendi ''statement''ına yansıyabilecek bir unsur, kuşkusuz. Sanat ve ulaşılabilirlik dediğimizde neler söylersiniz? Sanat ulaşılır mı olmalıdır? Birincisi, sanat ürünlerinin fiyat açısından “ulaşılabilir” (affordable) olması söz konusu. Son yıllarda artan sanat üretimiyle beraber, genç sanatçıların daha fazla kendilerini duyurma olanaklarının olmasıyla ve baskı/edisyon tekniklerinin ilerlemesiyle daha çok kişi daha uygun fiyatlara özgün eser alabiliyor. İkinci konu ise son zamanlarda ilerleyen teknoloji, özellikle de internet. Bu sayede müze ya da galerilere gitmeden sanata ulaşımın son derece hızlanması ve artması söz konusu. Dünyada Saatchi Art, Artsy gibi online platformlar her türlü sanatı ve sanatla ilgili bilgiyi milyonlara ulaştırıyor. Türkiye’de ise Art50.net gibi platformlar, sanatseverlere birçok sanatçı ve esere uygun fiyata 7/24 ulaşma olanağı veriyor. Kayda geçmiş tüm halk ayaklanmalarının edebiyatta, müzikte, resimde ve sanatın diğer dallarına yansımış olduğunu görüyoruz. Ancak bu olayların bir kısmı toplumsal travmaya neden olduğu için döneminden çok sonra ele alındığı gözlemleniyor. Son süreçte Ortadoğu ve ülkemizde yaşanan kırılmaları göz önüne alırsanız, bu koşulların sanata yansımaları sizce nasıl olacak? Güliz Özbek Collini Sanatın ulaşılabilir olup olmaması gerektiği sanat teorisyenlerinin ve düşünürlerin üzerinde tartışabileceği kavramsal bir konu. Fakat emin olduğumuz bir şey var. O da, sanat ve ulaşılabilirlik kavramlarının özellikle son zamanlarda öne çıkan konulardan biri olduğu. Çağımızda, gerek müzelerde, galerilerde ve birçok kurumda sanatın daha geniş kitlelere ulaşmasına yönelik çalışmalar yapılıyor. Sanat artık sınırlı elit bir kitleden çok daha fazlasına ve çok hızlı şekilde ulaşıyor. Ulaşılabilirlik konusunu iki farklı açıdan yorumlarsak şunları söyleyebiliriz: Çağdaş sanatta sanatçıların güncel ve politik konuları cesurca ele aldıklarına tanık oluyoruz. Günümüzde de süregelen bahsettiğiniz “kırılmalar”ın yansımalarını sanatta artık anında görmek mümkün. Bu durumlarda sanatçı, sadece sanatını icra ederek hareketin bir parçası olabilir, ya da bazı sanatçıların tercih ettiği B 71 gibi, süreç içinde sanatçı kimliğiyle değil, aktivist kimliğiyle var olabilir. Ya da iki durum birleşir ve aktivist sanat ortaya çıkar. Gezi sırasında, örneğin, stencil ile yapılan işler, hazırlanan pankartlar, yaratılan sloganlar arasında çok özgün sanat eserleri vardı. Bu, birden olmuş bir durum değil tabii ki. Fakat internet gibi yeni araçlarla, sadece ana akım medyadan değil, birçok mecradan beslenen, çok daha hızlı yayılarak artan bir güç. B 72 anlayışı değiştirip, koleksiyonerliği desteklemeyi hedefleyen Art50.net sitesinde, sanatseverler için farklı zevk ve bütçelere hitap eden, özenle seçilip bir araya getirilen seçenekler yer alıyor. Şu ana kadar bizden eser alarak koleksiyonerliğe başlayan, ya da koleksiyonunu geliştiren 24 – 75 gibi çok geniş bir yaş aralığındaki bir sanatsever kitlesine ulaştığımızı görmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Güliz Özbek Collini Kimdir? Koleksiyoner olmak isteyen sanatseverlere tavsiyeleriniz nelerdir? Eser toplarken kriterleri ne olmalıdır? Art50.net'in kurucusu Güliz Özbek Collini, 1985 Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Sonrasında Indiana University ve San Diego State University’de International Marketing odaklı MBA yapan Özbek, 25 yıllık pazarlama kariyerinde, Pirelli, McCann Erickson, Toyota ve Hilton Worldwide şirketlerinde çalıştı. Kurumsal kariyerini bitirip sanata olan ilgisini profesyonel boyuta taşımak için yoğun şekilde e-ticaret, girişimcilik ve sanat piyasası kurslarını bitiren Özbek, Nisan 2014’te Art50.net projesini hayata geçirdi. Sanatseverlere tavsiyelerimiz mümkün olduğunca çok müze, sergi ve galeri gezip, sanat yayınlarını takip edip, kitap ve sanatçılarla söyleşileri okuyup kendilerini geliştirmeleri ve bilgilendirmeleri. Bu esnada kendi zevklerini keşfetmiş veya rafine etmiş olacaklar, neyin peşinden gitmek istediklerini daha iyi anlamış olacaklardır. Daha sonra bütçelerine ve yaşam alanlarının ihtiyaçlarına göre eserlere ulaşabilirler. Art50.net sitemizin Artlog bölümünde koleksiyonerliğe girişle, yukarıdaki önerileri detaylandıran bir bölüm bulunmakta. Burada ayrıca uzmanlarla röportajlara, haberlere ve koleksiyonerlikle ilgili kitap önerilerilerine yer veriliyor. Sanattaki gelişmeleri yakından takip edip, kendinizi sanatla besledikten sonra bir koleksiyoner olarak kriterleri kendinize göre belirleyebilirsiniz. Türkiye’de koleksiyonerliğin sadece büyük bütçelerle yapılacağına dair Saliha Yılmaz- Yaşayan2 BÜMED’DE TAZE BİR LEZZET: AÇAİ Yasemin Dut ‘10 BÜMED’de farklı bir tat ve taze bir lezzet konuklara sunuluyor: Açai. Brezilya’nın Amazon ormanlarında yetişen bir üzüm olan bu meyvenin ayrıcalıklı tadına derneğimizde bakmak mümkün. Açai hakkında detaylı bilgi almak üzere Altınboynuz’dan Sayın Kerem Sanus ile bir araya geldik. Öncelikle Açai ile tanışmanızın hikâyesini dinleyelim dilerseniz? B 74 Spor kulübüm Checkmat İstanbul ile Avrupa’da katıldığım çeşitli Brazilian Jiu Jitsu turnuvalarında açai üzümünü tanıdım. Bu senenin başından beri ülkemizde ilk defa mucizevi açai üzümünü/meyvesini tanıtıyorum ve Açaimania markasının Türkiye temsilciliğini yapıyorum. 2013 Haziran ayında gittiğim ve üçüncülük kazandığım Roma’da düzenlenen BJJ turnuvasında, açai satılan stantlar vardı. Ben bundan önce açaiyi biliyordum fakat hiç görmemiş ve tatmamıştım. Hocalarıma “Nasıl, siz yediniz mi?” diye sorardım. Herkes inanılmaz bir şey olduğunu söylerdi. İlk deneyişimde hoşuma gitmedi. ‘’Bu muymuş?’’ dedim. Ertesi gün hocamın maçlarını beklerken altı porsiyon açai yedim. Döndüğümde gıda sektöründe olan yakınlarıma ve ağabeylerime ne kadar sormuş olsam da ülkemizde açai bulamadım. Önümdeki altı ay boyuncada açaiyi araştırdım. 2014 Ocak ayında Lizbon’da 4.000 kişinin katıldığı BJJ Avrupa Şampiyonası’na gittim. Orada işletmeyi yapan açai firmasıyla görüştüm ve İstanbul’a10 kilo açai ile birlikte döndüm. Tadına bakan herkes bayılıyor ve bir daha yemek istiyordu. Açai hakkında biraz daha detaylı bilgi alabilir miyiz lütfen? Açai meyvesi Brezilya’nın Amazon ormanlarında yetişen bir üzüm. Amazon ormanı diğer bölgelere kıyasla çok zengin ve bozulmamış bir toprağa sahip. Bu yüzden de burada yetişen meyveler başka hiçbir meyveye benzemeyen besin değerleri taşıyor. Açai kanıtlanmış olarak dünyadaki en yüksek ORAC değerlerinden birine sahip. ORAC değerleri besinlerde bulunan antioksidanların insan vücudunda kanseri ortaya çıkaran serbest radikalleri öldürmesini gösteriyor. Açai çok yüksek derecede antioksidan barındırdığı için vücudumuzdaki serbest radikalleri öldürerek hücrelerimizin ölmesini engellerken aynı zamanda büyümeye ve gelişmeye yardımcı oluyor. Açai, antioksidan özelliğinin yanı sıra, süt ve et ürünlerinden aldığımız insan vücudunun üretmediği esansiyel amino asitleri barındırıyor. Bu sayede kas yapılanmasına da yardımcı oluyor. Açainin bir diğer öne çıkan özelliği de yağ asitleri barındırması. Omega 6 ve Omega 9 yağ asitleri kaliteli yağlar olarak bilinir ve vücudun yağ yakmasına yardımcıdır. İşlenmesi de, yıkanıp temizlenmesi sonrası posa ve meyve özünün su halinde çekirdekten ayrıştırılması ile oluyor. Bu tamamen geleneksel ve sağlıklı bir metotla yapılıyormuş. Brezilya’nın herhangi bir şehrinde, Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da, Türkiye’de hiçbir yerde meyvenin kendisini yemeniz veya bulmanız mümkün değil; Amazon dışarısında sadece dondurulmuş meyve özü olarak veya kurutulmuş toz olarak açai bulabilirsiniz. Sporculara yönelik bir ürün gibi özellikle... Ürün, sporcular için çok elverişli bir ürün. Çünkü düşük karbonhidrat ve güzel değerler içeriyor. İçerisinde yapay şeker yok. % 4,5 gram yağ var, bu yağlar da kolay kolay bulunmayan, bizim genelde balık gibi sağlıklı besinlerden aldığımız esansiyel omega yağ asitleri... Lif değeri çok yüksek olduğundan tokluk hissi veriyor. Süt ürünlerine yakın değerde bir kalsiyum içeriyor. Bu yüzden midenizi şişirecek bir ürün değil. Aksine guarana enerji veren bir şey olduğu için vücut ve beyin uyarılıyor ve daha enerjik oluyorsunuz. Antioksidan seviyesi çok yüksek olduğu için Amerika’da yapılan bir araştırmada kansere iyi geldiğine dair bulgular var. Aynı zamanda başka şirketlerin, sağlık kurumlarının yaptığı araştırmalarda yüksek kilosu olan insanlar günde ikişer defa yüz gram açai tükettiklerinde otuz gün sonunda kolesterol değerlerinde düşüşler olmuş. İnsülin, şeker değerlerinde düşüşler olmuş. Kesinlikle “Açai yerseniz iyileşirsiniz,” denmiyor. Çünkü bu bir ilaç değil, takviye değil. Besinin kendisi. Bizim üzümümüze, armudumuza kıyasla amazon toprağının zenginliği sayesinde vücuda daha iyi gelen bir ürün. Nasıl ulaşılabilir Türkiye’de? Türkiye’de şu an internetten satışı var. Çeşitli spor salonlarında satışı başladı. Büyük restoran zincirleriyle anlaşıyorum ve menülerine yakında eklenmiş olacak. Bazı spor salonu menülerinde de var. Yani insanların daha henüz tanımadığı, bilmediği bir ürün. Kulaktan kulağa yayılıyor ve her hafta siparişler artıyor. Bir defa alan müşterim elbet bir daha B 75 Kerem Sanus alıyor ve çok memnun kaldığını da belirtiyor. BÜMED’de de bu ürünü servis ediyoruz. Açai Avrupa’da marketlerde dondurmaların yanında satılan bir ürün. Çünkü dondurmaya, dondurulmuş yoğurtlara çok sağlıklı bir alternatif. -18 derecede saklanması zorunlu bir ürün. Ürünü doğrudan çıkardığınız zaman bazı dondurmaların aksine kaşıkla top olarak alabiliyorsunuz. Kıvamı çok güzel. Aldığınız zaman serttir, otuz saniye, bir dakika sonra yenebilecek hale gelir. Ürünü açıp bir kaşık yiyip geri kaldırabilirsiniz, ürünü iki ayda bitirebilirsiniz veya iki günde bitirebilirsiniz. Saklama açısından böyle sıkıntıları yok. -18 derecede saklayıp son kullanma tarihini geçirmediğiniz sürece her zaman yenebilecek bir ürün. Amerika'da 25 açai firmasının beş tanesinin gerçekten doğru açai kullandığı kanıtlanmış. Açainin rengi koyu mordur. Orman meyvelerini andırır ama piyasada kahverengi açailer de olmuş, yurtdışında. Zayıflatan açai diye Türkiye’de çok önceden reklamlar yapılmış. Zayıflatıcı bir açai ürünü var piyasada ve bu açainin hapı. Hapın içeriği gerçek midir, değil midir biz bilmiyoruz, ben bilmiyorum. Bizimle bir alakası yok. Bizim ürünümüz gıda takviyesi değil, ilaç değil, Türkiye Tarım Bakanlığı’ndan onaylanmış bir gıda. Biz de bunun ithalatını yaptık. Kimyasal değerleri alındı, izni çıktı, o koşullarda yapıldı. Gerçekten çok farklı bir ürün. Tadına bakınca da umarım beğenirsiniz. ÇEVRE DOSYASI “SOMA’YI HATIRLAMAK: HAKIKAT, ADALET, MÜCADELE” SEMPOZYUMU Boğaziçi Üniversitesi Soma Dayanışması - Adalet sadece intikam ya da sadece failleri cezalandırmak değildir. Adalet bir adaletsizliğin tekrarlanmamasını sağlayacak bir yaşamı mümkün kılmaktır - B 76 Boğaziçi Soma Dayanışması’nın düzenlediği, “Soma’yı Hatırlamak: Hakikat, Adalet, Mücadele” başlıklı sempozyum 24-25 Ekim 2014 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Akademisyenler, uzmanlar, öğrenciler ve basın mensupları yanında, Soma ve Kınık bölgesinden madenciler, madenci yakınları, çiftçiler ve bölgede etkinlik yürüten sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin de katıldığı sempozyumda, “Türkiye’de Birikim Rejimi ve Sosyal Politikalar”, “Emeğin esnekleşmesi, taşeronlaşma ve sendikal mücadele”, “Tarımda serbestleşme ve çiftçilerin yoksullaştırılması”, “Yeraltında çalışma koşulları ve olayın incelenmesi”, “İş cinayetleri/ kazaları ve hukuki boyut”, “Soma’yla dayanışma deneyimleri”, “Soma’da kadın olmak” ve “Ekonomiyi, emeği ve sendikayı yeniden düşünmek” başlıklı oturumlar yer aldı.1 Ayrıca, Boğaziçi Üniversitesi Folklor Klübü’nün de katkılarıyla bir anma yapıldı. Gündeme gelen sorun alanlarıyla ilgili gelecekte neler yapılabileceğine dair görüşlerin ve alternatiflerin tartışıldığı bir forumla sona eren sempozyumda, Boğaziçi Soma Dayanışması grubunun hazırlamış olduğu “Soma İş Cinayeti/ Kazası: Gözlem ve Aktarım Ön Raporu” da sunuldu. ardından durum tespiti ve dayanışma amacıyla bölgeye ziyaretler gerçekleştiren Boğaziçili öğrenciler ve akademisyenlerden oluşuyor. Facianın hemen ardından Mayıs’ta yapılan ziyaretten sonra, Temmuz ve Eylül aylarında da grup üyeleri bölgeye ziyaretlerde bulunarak; madenciler, yakınını kaybetmiş olan ya da kaybetmemiş olsa da olayın travmasını ve sonuçlarını yaşayan eşler, kardeşler ve ebeveynlerle, bölgede çalışan sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve çeşitli gönüllülerle, ayrıca sendika temsilcileri ve avukatlarla görüşmeler yaptılar. Bunun yanında, nasıl bir dayanışma yürütülebileceğini düşünüp tartıştıkları haftalık toplantılar düzenlemeye başladılar. Soma’daki facianın ve bunu hazırlayan nedenlerin enine boyuna tartışılıp, felaketin unutulmaması ve tekrarlanmamasına katkı sunacak, ayrıca bundan sonra nasıl bir mücadele, örgütlenme ve dayanışma yürütülebileceğinin çeşitli çevrelerden geniş bir katılımla ele alınabileceği bir sempozyum düzenleme fikri bu toplantılarda ortaya çıktı. Küçük bir grup Boğaziçi Soma Dayanışması, 13 Mayıs 2014’te Soma’da meydana gelen ve 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan maden felaketinin 1) Boğaziçi Soma Daynışması’nın hazırlamış olduğu rapora http://www.bogazicisomadayanismasi.boun.edu. tr/node/18 adresinden ulaşılabilir. Foto: Etkin Haber Ajansı akademisyen ve öğrencinin gönüllü emeği ve Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün desteğiyle yürütülen çalışmalar, ilgili çevrelerden oldukça geniş bir katılımın sağlandığı bu sempozyumdan sonra konuyla ilgili kuruluşlar ve tüm paydaşlarla işbirliği içinde ve üniversiteden katılım ve desteğin de artması ümidiyle devam ettirilecek. Sempozyumun “Türkiye’de Birikim Rejimi ve Sosyal Politikalar” başlıklı ilk oturumunda, yaşanan felaketin özellikle ekonomi politikaları ile bağlantılı arka planı sunulurken, Türkiye’deki birikim rejiminin “büyüme” öncelikli oluşuyla, insan hayatında, çalışma koşullarında, doğada ve bununla bağlantılı yaşam alanlarında yaptığı tahribat ele alındı. Ayşe Buğra ve Fikret Adaman’ın birer sunuş yaptığı bu bölümde, Türkiye’de ortalama çalışma saatlerinin uzunluğu, istihdam yaratmayan büyüme, iş kazaları ve cinayetlerinin yüksek oluşu, denetimlerin yetersizliği, son dönemdeki tarım politikaları, kayıtdışı ekonominin büyüklüğünün yol açtığı sorunlar, çalışan yoksullar, düşük sendikalaşma oranları, gelir dağılımındaki eşitsizlik, kamunun sosyal harcamalarındaki yetersizlik ve sosyal politikaların hak temelli olmayışı önemli sorun alanları olarak gündeme getirildi. Bu girişin ardından, Boğaziçi Soma Dayanışması’nın bölgeye ziyaretlerinin ardından kaleme almış olduğu rapor paylaşıldı. Dev-Maden İş örgütlenme uzmanı Ethem Akdoğan, iktisatçı Erhan Bilgin, “Emek ve Haysiyet Foto: Etkin Haber Ajansı Mücadelesi: Günümüz Türkiyesi’de Üç İşçi Hareketinin Etnografisi” başlıklı kitabın yazarı Alpkan Birelma ve Soma’dan işçilerin katılımıyla gerçekleşen ikinci oturumda, esnek çalışma ve taşeronlaşmanın yaygınlaşması ve yol açtıkları sonuçlar enine boyuna tartışılarak, sendikal örgütlenmenin yetersizliği ve etkisizliği, “sarı sendikalar”ın işçinin değil, işverenin yanında oluşu sonucunda çalışanların ödediği bedel konuşuldu. Çiftçi-Sen genel başkanı Abdullah Aysu, Tütün-Sen başkanı Ali Bülent Erdem, Tarih Bölümü öğretim üyesi Huricihan İslamoğlu ve Soma’dan çiftçilerin yer aldığı üçüncü oturumda Türkiye’de izlenen tarım politikalarının çiftçileri nasıl tarımdan uzaklaştırdığı ve yoksullaştırdığı, Soma özelinde de madene ve kötü çalışma koşullarına mecbur bıraktığı anlatıldı. Geçmişte çok önemli bir tütün üretim bölgesiyken, 2000’lerin başından itibaren Dünya Bankası ve IMF’nin yönlendirmesi ile uygulanan ARIP (Agricultural Reform Implementation Project/Tarımsal Reform Programı) ertesinde tarımın çözülüşü, yerini geçim kaynağı olarak madenciliğin alışı, bölgede faaliyete geçen termik santraller ve bu gelişmelerin çevrede ve insan hayatında yarattığı tahribat, halen Yırca’da zeytinliklerini yeni bir termik santral yapmak için talan eden şirketlerin elinden kurtarmak için mücadele veren çiftçilerin tanıklıklarıyla aktarıldı. Sempozyumun ikinci günü, “Kaza İncelemesi Raporu”nun üniversitemiz öğretim üyesi Nuri Ersoy tarafından sunulması ve bilirkişi raporunun tartışılmasıyla başladı. Facia öncesindeki ağır ihmaller ve kurtarma çalışmaları sırasındaki yetersizlik raporlarda ayrıntılı şekilde yer buldu. Ardından gelen hukuki süreç ve mücadele ile ilgili oturumda, Adalet Komisyonu’ndan avukat Ceren Uysal, Halkevleri Hukuk Dairesi’nden Aziz Aytaç ve Manisa milletvekili Özgür Özel konuşmacı olarak yer aldılar. Denetim mekanizmalarının yetersizliği, cezai yaptırımların caydırıcı olmayışı ve çalışma koşullarıyla ilgili yasal düzenlemelerde acilen yapılması gereken değişiklikler ele alındı. “Soma’yla Dayanışma Deneyimleri: Gözlem ve Aktarımlar” başlıklı oturumda, Soma ve Kınık’ta çeşitli etkinliklerle dayanışma çalışmaları yürütmekte olan Toplumcu Psikologlar ve Toplumsal Dayanışma için Psikologlar (TODAP) Dernekleri, Halkevleri ve Eğitim Sen temsilcileri yaptıkları çalışmalar ve bölgedeki gözlemleri hakkında bilgi vererek, yaşanan travmanın sadece bireysel psikolojik boyutuyla değil, toplumsal boyutlarıyla da ele alınmasının önemine dikkat çektiler. “Soma’da Kadın Olmak” konulu forumda, bölgeden sempozyuma katılan kadınlar, madenci eşi olmanın zorluklarını, eşin kaybı durumunda bu zorlukların katlanarak artışını ve ekonomik ve sosyal hayata eşit katılımla ilgili yaşadıkları sorunları aktardılar. Bölgede kadınlar için iş olanaklarının çok kısıtlı oluşu, kreş imkânlarının olmayışı ve özellikle eşin ölümü durumunda toplumun muhafazakârlığının hayatlarını ve seçimlerini nasıl kısıtladığından bahsettiler. Kapanış forumundan önceki son oturumda, alternatif ekonomiler ve alternatif sendikal örgütlenmeler konuşuldu. Bengi Akbulut, Ceren Özselçuk ve Gökkuşağı hareketinden Bahadır Altan’ın birer sunuş yaptığı oturumda büyüme odaklı ekonomilerin yol açtığı sonuçlar eleştirel bir şekilde değerlendirilirken, alternatif bir ekonominin nasıl farklı ilişki biçimlerine dayanabileceği, katılımcı bir ekonomide bölgesel çözümler üretilmesinin imkânı ve hiyerarşik olmayan, işçilerin seslerini duyurma ve sorunlarını çözmede etkili olabilecek sendikal örgütlenme biçimleri ele alındı. Sempozyumun kapanış forumunda, B 77 B 78 oturumlarda ele alınan sorunları çözmek için neler yapılabileceği ve nasıl bir dayanışmanın etkili olacağı konusunda görüşler paylaşıldı. Kısa vade için en çok üzerinde durulan konular: Yırca’da zeytinliklerini korumak isteyen köylülerin mücadelesine destek verilmesi ve zeytinlik alanlarla ilgili yeni yasanın geçmemesi için kamuoyu oluşturulması; bölgede kadınların iş yaşamına katılımını artıracak koşulların sağlanması için çalışmalar yapmak, kooperatif oluşumları ve kreş hakkı kampanyalarına destek vermek; alternatif ve etkili bir sendikal örgütlenmeyle yürütülecek mücadeleyi desteklemek; üretici ve tüketici kooperatiflerinin etkinliklerini artırarak bölgedeki üreticileri şehirli tüketiciyle uygun koşullarda buluşturmak; işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili mücadelelere katkı sunmak; hak temelli sosyal politikaların savunuculuğunu yapmak ve hukuki sürecin takipçisi olmak.2 Boğaziçi Soma Dayanışması grubu bundan sonraki süreçte neler yapılabileceğini tartışmak ve sempozyumda ele alınan konuları gündemde tutmak üzere planlarını hayata geçirmek için her hafta toplanmaya devam ediyor ve yeni katılımcıların da desteklerini bekliyor. Boğaziçi Soma Dayanışması web sitesi http://www. bogazicisomadayanismasi.boun. edu.tr/node/2 ve iletişim adresi: bogazicisomaya@gmail.com 2) Sempozyum sonuç bildirgesi Boğaziçi Soma Dayanışması web sayfasında yer almaktadır: http://www.bogazicisomadayanismasi.boun.edu. tr/node/15 Foto: Etkin Haber Ajansı Boğaziçi Soma Dayanışması’nın bölgeye yaptıkları ziyaretler sonrası hazırlamış oldukları “Soma İş Cinayeti/Kazası Gözlem ve Aktarım Ön Raporu”ndan alıntılar: Maden faciasında eşini kaybetmiş bir kadın: - “Yani adamlar diyor ki; çalışmayacak mısın, çalışma! Var zaten bir sürü iş arayan. E o n’apsın zeytine mi gitsin? Yok ki zeytin! Tütüne mi gitsin? Yok ki tütün. Nereye gidecek bu insanlar? Mecbur yerin altına giriyorlar. Mecbur ölümüne gidiyorlar. Her gün ölümüne gidiyorlar...” Bir çiftçi: - “10 yıl önce 60 haneli köyden kimse madenlerde çalışmazken şu an köyün 40 hanesi geçimini madenlerden sağlıyor. Tütün üretimi de devam ediyor fakat maliyetini kurtarmıyor. Üretim son 10 yıl içinde yüzde 15'e inmiş durumda. Son zamanlarda zeytin yetiştirilmeye başlandıysa da verim düşük olduğundan, sadece kendi yemeklik ihtiyaçlarını karşılayacak kadar üretebiliyorlar. Sahip oldukları tarım arazileri çorak olduğu için tütün dışındaki alternatif ürünlere yönelemiyorlar.” Madenciler: - “İşten yerüstüne çıktıktan sonra ‘Geçmiş olsun’ denilen tek yerdir maden. Kime geçmiş olsun denilir? Hastaya. Her gün, bugün de sağ salim çıktık diyorsun.” - “Günlük 3 bin ton kömür isteniyor. Aylık yüz binin altına düşerse gözünün önüne gelmiyor güvenlik önlemleri. Hata olduğunda gerekli müdahale yapılmadan üstünkörü devam etmek zorundasın. Kablo bozulmuşsa basit bir tamirle atlatılıyor bu sorun. Bir şey söylersen ‘s... git’ çıkışını versinler deyip gönderiyorlar. Ne yapacaksın eve ekmek götürmek zorundasın. Örneğin daha önce iş güvenliğine dikkat eden bir müdür işten çıkarılıyor. Sırf daha fazla kömür diye yeni bir müdür getiriliyor. Asıl olan ‘Kömür, kömür, kömür... Para para para’.” - “Gerektiği zaman makineleri durdurabilirler. Ama yapmıyorlar. Sorun görseler, çalışma durmadan tamir etmeye çalışıyorlar. Makineyi durdurursan yevmiyeden kesiyorlar.” - “18 yıllık madenciyim. Üretimin durduğunu görmedim. Yanda ölüm olur. Üretim devam eder.” Foto: Ece Sevim Öztürk, Çağdaş Ses - “Ekip başı işe alıyor. Git memleketten bulabildiğin kadar işçi getir diyor şirket. Kafa başına para alıyor. Sözleşme neredeyse yok. Sayfalarca şeyi hiç okumadan doldurup imzalıyorsun. Eğer okursan işe alınmazsın. Sözleşmenin fiiliyatta bir değeri yok.” - “İşe alım genelde tanıdıklar üzerinden gerçekleşiyor. Özellikle dışarıdan ve köylerden gelen işçiler için ‘dayıbaşılık’ daha da önemlidir. Dışarıdan gelen işçiler zaten şehirde ‘yabancı’. Bir de aynı yerden gelen işçileri aynı bacada (timde) çalıştırıyorlar ki diğerleriyle bir araya gelemesinler, tanışamasınlar, konuşamasınlar.” - “Dayıbaşıların ücreti işçiyi ezmesine göre artabilir. Bu ay 200 m ilerle der, işçiye 50 TL prim alır verir. Dayıbaşı 80 bin TL alır. Dayıbaşıları arasında rekabet var. Biz mutlu olamayız. Çünkü baştakiler çok çalıyor.” - “Sendika işçiye yardımcı olmuyor, aksine kötü davranıyor. Bir işçi sendikaya şikâyetleri ile gittiğinde bu seninle patronun arasında bir sıkıntı diyerek azarlanıyor ve geri gönderiliyor. Sendika üstüne düşen vazifeyi yerine getirmiyor, üstüne bir de işçiyi azarlıyor.” - “1980li yıllarda maden işçilerinin güvencesi olduğu için, hakkını daha çok arayabiliyordu. İş koşullarının iyi olmadığı zamanlar, yavaşlatma eylemleri yapılıyor ve herkes katılıyordu. Bu da Türkiye için problemdi; bizler üretim yapmadığımızda, elektrik kesintileri oluyordu. Çünkü Türkiye’nin elektrik ihtiyacının %11’i Soma’dan karşılanıyordu. 1991 yılında, Büyük Yürüyüş eylemleri zamanı madenci %300 zam hakkını kazandı. Maden işletmeciliği devlete aitken, madende bir sıkıntı olduğunda madenleri boşaltır, sensörler uyarı verdiğinde ise kesinlikle madene girmezdik; o zamanlar maden kazaları olmaz, göçüklerde bile ölüm vakası ile karşılaşılmazdı. Ayrıca, 1980 öncesi 2,5 milyon sendikalı sayısı varken, şu an 500 bin işçi sendikalı. Nüfusun ve maden işçi sayısının artmasına rağmen, sendikalı sayısının azalışının en büyük sebebi ise taşeronlaşma sistemi.” -“Burası devletten alınmış. Üstünde zaten çalışma olmuş. Soma Holding’ten önce işleten Park Holding bunu anlayıp madeni devretmiş. Devrederken de madenin sorunlu bir maden olduğunu, önceden işlendiği için tehlikeli olduğunu Soma Holding yetkililerine bildirmiş. Yangına yol vermişler.” - “Hastayım deme şansın yok, ona rağmen devam etmek zorundasın. Eğer hasta olur da bir günlük rapor alırsan, yevmiyen kesiliyor ve [ay sonu verilen] primi alamıyorsun.” - “Yemek molası 15 dakika filan sürer. Sırayla yemek yenir. Özel yemek yeri de yok, bir köşe bulurum. Su kendi suyun. Yemek yemeden geldiğim zamanlar çok olur. Tuvalet yok. Her yer tuvalet.” Bir madenci eşi: - “Kocam son üç haftadır çok terliyordu. Yüksek sıcaklıktan şikâyet ediyordu, başı çok ağrıyordu. Elektrikçi olduğu için hep madenin altındaydı. Cesedi beşinci gün çıkartıldı. 10 gün önce rapor tutulmuş, ‘Gaz yoruyor, halsiziz’ diye. Yukarıdakilerin haberi var.” ... Foto: Ece Sevim Öztürk, Çağdaş Ses B 79 ÖFKE DÜŞMANINIZ DEĞİL Cenk Erdem ‘98 İnsanlar çok karmaşık canlılardır hepimiz biliriz; ayrıca her türlü adımımızda sadece tüm bilinçliliğimizle ya da aklımızla değil, dozları her bireyde farklı olduğu halde az ya da çok duygularımızla hareket ettiğimizi de biliriz. Duygularla hareket etmek güzeldir, cesaret ister fakat duyguları güzel yönetebilmek bir marifettir. Tüm duygularımız içinde en çok pişmanlık yaratanlardan biri de öfkedir. Aslında öfke de bir duygu olduğuna göre, doğal olarak psikoloji bilimi uzunca bir zamandır sadece öfkeyle başa çıkabilmenin yollarını değil, öfkeyi en güzel şekilde ifade edebilmenin de yollarını keşfetmeyi sürdürüyor… DESEN: ERCÜMENT GÜRKUT B 80 Öfke meselesinden en fazla zarar edenler de mizaçları gereği öfkelenmeye en yatkın olanlardır. Ancak öfkelendiğimizde ağzımızdan çıkanlar ya da öfkeyle verdiğimiz kararlar birer vicdan yükü olarak geri dönebilir; hatta ilişkilerimize ve bizlere zannettiğimizden çok daha fazla zarar verebilir. Öfke güçlü bir duygudur; ancak öfkeyi yönetebilmek üzere psikolojinin önerdiği son derece pratik yollar da var: Biraz Zaman Tepkinizi göstermeden önce biraz zaman geçmesini bekleyin. Kimi zaman herhangi bir olay ya da bir söz bizi kızdırdığında ya da öfkelendirdiğinde, o anda vereceğimiz tepkiyle yakın arkadaşlarımızı veya iş arkadaşlarımızı, hatta ailemizi veya sevgilimizi bile üzebiliyoruz ve maalesef sonrasında da büyük bir pişmanlık duyuyoruz. Tepkimizi göstermeden önce en güzeli biraz zaman geçmesini beklemek ve karşı tarafı dinlemeye de gayret etmek… Sezen Aksu’nun bir şarkısında dediği gibi “Zaman sadece birazcık zaman…” Misal, mümkünse içimizden en az birden ona kadar saymak bile işe yarayabilir… Aksiyon Biriken öfkeyi canavar gibi patlatıp, taşan son damla ile ışık hızıyla ilişkileri yıkmak yerine, mümkünse kısa bir yürüyüşe çıkıp dönmek, ofisi veya evi düzenlemek ya da temizlemek, öfkeyi kontrol etmenin en kestirme yollarından biri. Hatta buna “derleme toplama” terapisi diyebilirsiniz ve sizi oldukça rahatlatabilir, aklınızda olsun! Stresli dönemlerde müthiş bir deşarj sağlayan spora her zaman motivasyonunuz olmasa bile, en azından uzun bir yürüyüşe çıkarak öfkenizi yatıştırabileceğinizi de yine aklınızın bir köşesine yazın. Kendini Sakinleştirmenin Yolları Psikolojide öfkeyi kontrol edebilmek için samimiyetle tavsiye edilen yöntemlerden biri de, derin derin nefes alarak, gözünüzün önünde sizi çok keyiflendirecek veya rahatlatacak bir yer hayal etmektir. O güzel hayalle sakinleşerek, üstüne ruhunuza iyi gelecek müzikler de dinleyebilirsiniz. Ayrıca bilişsel davranışçı müdahale yöntemlerinden biri de, duygularınızı olduğu gibi kağıda dökmek ya da günümüze uyarlayacak olursak bir blog açarak kendinizi ifade etmek olabilir… Elbette öfkeli anlarınızda ağzınızdan çıkabilecekleri sosyal medyada paylaşmayı öneriyor değilim aman yanlış anlaşılmasın. Daha geniş zamanlarda huzurlu olabilmek için yoga ve meditasyon da işe yarayabilir ki, özellikle büyük şehirlerde neden herkes yoga peşinde belli… Cenk Erdem Kimdir? Öfke Bir Duygudur Öfkeli olduğunuzda kendinize biraz zaman verdikten sonra, kendinizi ifade etmenin uygun bir yolunu bulmayı da ihmal etmeyin. Öfkeli olduğunuz zamanlarda öfkeyle başa çıkabilmenin ilk adımı öncelikle öfkenizi kabul etmektir. Öfkeliyken ağzınızdan neler çıktığına ve nasıl çıktığına dikkat ettiğiniz sürece kimi zaman haklı olarak öfkenizi göstermeniz de gerekebilir. Öfke bir duygudur ve ifade edilmelidir, ancak zekice ve nezaketle ifade edildiği sürece, karşı tarafı çok daha güzel sıkıştırabileceğinizi de unutmayın. Karşınızdaki insanlar her zaman kaliteli davranmayabilir ve sizi davranışlarıyla ve sözleriyle kalitesizliğe çekebilirler. Siz öfkenizi ifade ederken bile kendi kalitenizden ödün vermeyin. Aman Dikkat Öfkeyi psikolojik bir olgunlukla kontrol etmenin en önemli sırlarından biri de sizi öfkelendiren her ne varsa, başka alanlara taşırmamaktır. Öfkelendiğiniz bir iş arkadaşınız olabilir veya sevgiliniz olabilir, aynı şekilde iş yerinde veya aile içinde sizi kızdıran bir durumla karşılaşmış da olabilirsiniz. Ancak kızdığınız her neyse başka kişilere defalarca anlatırsanız, sadece öfkenizi azdırmış olursunuz. Doğru olan uygun zamanı bekleyip, sizi öfkelendiren her kimse ve o mesele hangi ortamdaysa, yine aynı kişiyle ve aynı ortamda öfkenizi ifade etmektir. Öfkelenmek insancadır ve duygularımızdan biridir ve ifade edilmek ister, siz yeter ki güzel bir yolunu bulun… "Boğaziçi Üniversitesi", "Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık" bölümüyle birlikte aynı zamanda "Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji" mezunu olan Cenk Erdem, hem bölüm birinciliği hem de, çift anadal birinciliğiyle okulunu bitirmiş. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Sinema-Tv yüksek lisansına devam eden Erdem, Cerrahpaşa Çocuk Kliniği Onkoloji servisinde 4 yıl boyunca psikolog olarak çalıştıktan sonra 2004 senesinde Houston'da,Texas Children’s Hospital'da, "Oyun terapisi" eğitimi almış. Adolesan Sağlığı Derneği üyesi olan Cenk Erdem, bir psikolog olarak "Müzik ve psikoloji ilişkisi "üzerine seminerler veriyor. 1993 yılından beri dj'lik mesleğini de sürdüren Erdem, 10 yılı Kiss FmRadio City’de olmak üzere 13 yıl radyo programları yapmış. Roxy, Studio Live, Balans, Garage gibi İstanbul'un ünlü gece kulüplerinde çalan Erdem özel gecelerde sunuculuk ve dj'lik yapıyor. Erdem, psikolog kimliğiyle Hürriyet Kampüs ekindeki köşesini sürdürüyor ve Cosmopolitan dergisi için de psikoloji ve müzik üzerine yazıyor. Cenk Erdem Akşam, Sabah, Cumhuriyet gibi birçok gazete için de yine dünyaca ünlü yıldızlarla söyleşiler gerçekleştiriyor. B 81 BILIŞEN KÖŞE AŞKIN YENİ HALİ Başak Çaprak B 82 Teknolojinin gelişmesiyle birlikte sosyal ilişkilerimiz de bambaşka bir boyuta taşındı. Tanışmak, arkadaş/sevgili olmak, küsmek, barışmak, ayrılmak artık eskisi gibi değil. Facebook, Swarm, Instagram, Twitter, Shapchat, Whatsapp, Tinder sayesinde 3G hızında, internet paketimizin limiti kadar ilişkiler yaşıyoruz. Bir Tanışma Yöntemi Olarak Internet Son yıllarda hayatımıza online ortamda tanışıp evlenen çift öyküleri girmeye başladı. Sosyal ortamlarda ortak beğenileri paylaşan insanların ortak arkadaş vasıtasıyla tanışması senaryosu artık online ortamda. Tinder ile birlikte ortak yönlerinizin, ortak arkadaşlarınızın olduğu sevgili adaylarınız bir “tık” uzağınızda. Arkadaşının doğum gününde tanışmak out, Tinder in! Bir Tanıma Yöntemi Olarak “Stalk”lamak Sosyal medyanın yarattığı paylaşma duygusu fikirlerimizi ve yaşantımızı kendi ellerimizle gözler önüne sermemize sebep oldu. Internet sayesinde tanışmadan birbirimizi tanır olduk. Facebook’ta kimlerle arkadaşmış, Instagram’da hangi fotoğrafları paylaşmış, Swarm’da nerelere gitmiş, en son hangi yemeği yemiş, Snapchat’te en çok fotoğraf gönderdiği insan kimmiş? “Stalk” artık bir yaşam biçimi, Google yeni çağın altıncı hissi. “Dün gece online olmuşsun?!” Teknolojinin getirdiği şeffaflıkla ve erişilebilirlikle birlikte ilişkilerdeki özel hayat algısı da biraz değişti. Hesap vermekle haber vermek arasındaki çizgi bulanıklaşıyor. “Mesajım gitmiş mi, okumuş mu, okumuşsa neden cevap yazmamış, evdeyim demişti dışarda 'check in' yapmış,” paranoyası kendimiz olmak için ayırdığımız alanı kısıtladı. İlişkileri yürütmek artık daha zor. Bakalım teknoloji daha neler yapacak, daha ne yuvalar yıkacak! İnsanoğlu bu kadar bağlı, şeffaf bir hayatı sürdürebilir mi, yoksa biraz gizlilik isteyip 3310’lara geri döner mi? Göreceğiz... KARİA YOLU 2014 Ayşegül Akgil '86 B 84 2009 yılında Likya yolunun ilk kilometrelerini yürümeye başladıktan sonra her bahar kendimizi dağ bayır yürüyüşe vermeden edemez olduk. Doğanın canlanmasına şahit olmak inanılmaz bir enerji veriyordu insana. Doğa, yeşilin her tonuyla, her çiçeğinin farklı rengiyle, kokusuyla bizi hayretlere düşürüyordu. Sadece bitki örtüsü değil, kuzuların, oğlakların peşisıra koşmak da çok güzeldi. Bu yürüyüş ayrıca yolumuz üzerindeki tarihi ve kültürel zenginlikleri de tanımamıza olanak sağlıyordu. Tüm bu güzelliklerin sonucunda, 3 yıl arka arkaya yürüdüğümüz Likya yolunu bitirince başka yürüyüş parkurları aramamız kaçınılmaz oldu. İşte bu sırada karşımıza Karia yolu çıktı. Karia, Anadolu’nun güney batısında, Menderes Irmağı ile Dalaman Çayı arasında kalan bölgenin antik dönemdeki adıdır. Son yıllarda Beşparmak Dağlarında yapılan çalışmalar sonucunda bu bölgede yaşamın Neolitik Döneme kadar uzandığı ortaya çıkarılmıştır. Bu bölgelerdeki mağaralarda bulunan kaya resimleri, M.Ö. 8 bine kadar uzanmaktadır. Karia yolunun ortaya çıkışı da, Yunus Özdemir ve Altay Özcan isimli iki arkadaşın bu işe kalkışmasıyla gerçekleşmiş. Bu yolu açmak için 2009 yılında onların öncülüğünde başlayan macera, tam 4 kış sürmüş ve yol 2013 yılında resmi olarak açılmış. Bu iki doğa aşığı arkadaşın; antik yolları, çoban patikalarını ve orman yollarını keşfetmeleri ve bu patikaları kaplayan gür bitki örtüsünü temizlemeleriyle Türkiye’nin 820 km’lik en uzun yürüyüş parkuru ortaya çıkmış. Karia yolu genel olarak, Bozburun ve Datça yarımadasıyla Gökova Körfezinin kuzeyinden geçiyor. Bu parkura ek olarak Bozalan’dan Bodrum’ a ve Akyaka’ dan Eskihisar’a giden iki alternatif yol da var. Yine Yunus ve Altay’ ın arkadaşlarıyla birlikte hazırladıkları kitapta, yürüyüş için gerekli tüm bilgiler var. Tüm yol, çeşitli parkurlara bölünmüş. Bu parkurlar kitapta detaylı olarak tanıtılmış. Size düşen, tercih ettiğiniz rotadaki parkurların uzunluklarına bakarak yürüyebileceğiniz uzunluktakileri seçmek. iki gece de orada kalacak ve bu sefer de Bozburun Yarımadası'ndaki parkurları yürüyecektik. Tüm bu gezimiz boyunca yanımızda bu yolları ortaya çıkartan rehberimiz Altay da bizimle olacaktı. Kasabalar arasındaki transferlerimizle yürüyüş parkurlarının başlangıcına varışımız için de bir minibüsümüz olacaktı. Tabii tüm bunlar ve konaklama yerleri de şirket tarafından önceden ayarlanmıştı. Biz, Likya yolunda potansiyelimizi ve rota tercihlerimizi iyicene tanıdığımızdan rehberimizden de görüş alarak rotamızı belirledik. Ortalama günde 15 km civarı yürümeyi tercih ettiğimizden buna uygun parkurları seçtik. Konaklamak için de arabayla en az seyahat etmemize olanak sağlayacak yerleri seçtik. Sonuçta rotamız şöyle oluştu. Dalaman’ a uçup oradan Akyaka’ ya gidecek ve 2 gece Akyaka’ da kalacaktık. Burada kaldığımız sürece Gökova Körfezi civarındaki parkurların bazılarını yürüyecektik. Buradan Selimiye’ ye arabayla geçip Hazırlıklar tamam olunca bize de batonlarımızı alıp yola düşmek kalmıştı. İlk gün Akyaka’ daki otelimize bavulları atar atmaz yürüyüşe başlamak için hazırdık. Ancak yola çıkmadan önce öğle yemeğimizi yemeliydik. Akyaka’ da Azmak deresinin yamacındaki lokantada yemeklerimizi yerken yanımıza gelen ördekler ve yavruları, bizi önümüzdeki günlerde yaşayacağımız hoş süprizlere hazırlıyordu. Oradan minibüse binip Kovacık köyünün yakınında başlayan ilk parkurumuza vardık. Ara ara yapılan kısa ve nispeten rahat tırmanışlar sonrasında genelde tarlalardan ve zeytinlikler arasından geçen patikalardan inişe geçtik. Hava güneşli, hafif bir rüzgarla tam yürüyüş havası. Bu yollarda yolunuzu kaybetmeden yürüyebilmeniz için parkurlar, Türkiye’nin diğer uzun mesafeli yürüyüş yollarında olduğu gibi kırmızı ve beyaz çizgilerle işaretlenmiş. Bu işaretler çoğu zaman büyük kayaların üzerine boyanmış ama ağaçlara da işaret konduğu olmuş. Kolay patikalarda 200 metrede bir işaretleme yapılırken zor olanlarda daha sık yapıldığı görülüyor. Gökova körfezine paralel yürürken aşağıda Akyaka’yı, otelimizin bulunduğu küçük koyu ve ileride Datça’ yı görüyorduk. Çamlar arasından gözüken körfeze dağılmış küçük adacıkların seyrine doyamıyor insan. Yolumuz üzerinde dağ lalesi ve yabani orkideleri gördük. Sonrasında bizi görünce deliler gibi havlamaya başlayan küçücük bir çoban köpeğinin koruduğu bir ağaç kesicilerin kampıyla karşılaştık. Kampta o anda tek başına olan köylü kadın bize, oralarda ne aradığımızı sordu. Hedefimizin sadece yürümek olduğunu anlatmaya çalıştık ama sanırım pek başarılı olamadık. İlk günkü 6 km’lik parkurumuz bizi pek zorlamamış, sonraki günler için bir hazırlık gibi olmuştu. Güneş alçalırken Akyaka’ ya vardık . Akyaka, doğal güzelliklerinin yanısıra özellikle meşhur arkeoloğumuz Halet Çambel ve eşi, şair ve mimar Nail Çakırhan’ın da burada yaşamış olmasıyla ünlenmiş. Nail Çakırhan 1970 yılında taşındığı burada, geleneksel mimari özelliklerini günümüz şartlarıyla buluşturan, çevre ve doğayla uyumlu özel bir ev inşaa etmiş. Ardından arkadaşlarından, özel kişilerden ve turizm işletmelerinden benzer evler yapması için teklifler almış ve alanında bugün Akyaka Evleri diye bilinen ekolü oluşturmuş. Bugün de bu mirasa değer verildiğinden yeni Akyaka evleri bu mimariye uygun olarak yapılmaktadır. Sezon dışı olması nedeniyle oldukça ıssız olan Akyaka’nın sokaklarında dolaşırken evlerine ve bakımlı bahçelerine hayran kaldık. İkinci gün otelimizin iskelesinin üzerindeki kahvaltımızdan ayrılmak zor oldu ama bugün bizi uzun bir yürüyüş beklediğinden çok da oyalanmamak lazım. 11:00 gibi Turnalı köyünün yakınlarından yürüyüşe başladık. Yaklaşık 4 saat süren kayalık alandaki tırmanış bizi epeycene terletti. Başlangıçta ağaçların arasında giden yol bir süre sonra makilerin arasından gitmeye başlayınca güneşten korunacak yer pek az olduğundan terliyoruz ve sık sık su molası veriyoruz. Tepeye vardığımızda herkes çimenlere seriliyor. Ilık rüzgarın da etkisiyle kısa süre sonra kendimize geldiğimizde bu sefer de manzaranın güzelliğinden kendimizden geçiyoruz. Tepeden Gökova körfezinin mavisi göz alıyor. O yükseklikten dipteki taşları saymak mümkün adeta. Bugün yine güneşli ve az rüzgarlı. Tepeden inişe geçtiğimizde bizi çok hoş bir parkurun beklediğini görüyoruz. Geniş bir toprak yol, ulu B 85 B 86 çam ağaçalarının arasından geçiyor. Çok zevkli bir yürüyüş ile saat 16:00 civarı Sarnıç köyüne vardık. Öğle yemeğimizi bir köy evinde yiyoruz. Menü; tarhana çorbası, ıspanak ve taze sarımsak saplarından yapılmış gözleme, salata, cacık. O yorgunluğun üzerine bunların nasıl güzel geldiğini anlatmamın imkanı yok. Ev sahibimizin yaşlıcana annesi ile sohbet çok hoştu. alıştığından çok zorlanmadan yürüdük. Yolda zaman zaman yine nefis deniz manzaraları karşımıza çıkıyor, bir ara Çiftlik köyünü de tepeden seyrettik. Bir Bizans Dönemi kilisesinde kısa bir mola verdik. Hava sıcaklığı 23 derece, parçalı bulutlu ve zaman zaman rüzgar sertleşiyor. Mükellef bir piknik sofrasında öğle yemeğimizi yedikten sonra tekrar yürüyüşe geçtik. Sonrasında minibüsle kısa bir yolculukla Akbük’ de bitecek olan 3 km’lik yeni bir parkura başladık. Günün sonunda Akbük plajına vardığımızda bayağı yorulmuştuk. Sahilde yorgun ayaklarımızı denize sokup biraz dinlendikten sonra iskele üzerinde biralarımızı ve çaylarımızı içerek günü bitirdik. Bugün yürüdüğümüz toplam mesafe 12 km. Eski zamanlarda ulaşım için kullanılan patikalardan geçip Bayır köyünün Kayalıözü mevkinde minibüsümüze kavuştuk. Ancak yürüyüş öyle hoşumuza gitmişti ki kimse hemen otele dönmek istemeyince yürüyüşe devam ettik. Yolda günün yorgunluğuyla ağır ağır yürürken bir ara yoğun ve Ertesi gün Akyaka’yı terk edeceğimizden otelden ayrılırken bavullarımızı minibüse koyuyoruz. Planın biraz gerisinde olduğumuzdan Turunç yakınlarındaki antik Amos şehrini gezemedik, uzaktan kalıntılarını görebildik. İçmeler ve Turunç’u geçtikten sonra saat 11:00 civarı Kumlubük plajından yürüyüşe başladık. Bu seferki parkurumuz çam ormanı içinde tırmanışla başladı ama eğim insanı çok yormuyor. Ayaklarımız da artık tempoya yüksek perdeden melemeleri duyunca yoldan çıkıp tarlaya daldık. Tarlanın ilerisindeki çitlerle çevrili bir ağılın içinde bir sürü keçi yavrusu görmeyelim mi. Yavrular bizi görünce melemelerini daha bir arttırdılar. Bunun üzerine sahipleri olan bir köylü kadının gelmesi çok sürmedi tabii. Bazı arkadaşlarımız oğlakları sevmek için çitleri aştı ve küçük yavruların paçalarını çekiştirmelerine, ayakkabılarını koklamalarına razı olarak yavruları bolca sevdiler. Oğlakların yanında oldukça uzun bir süre kaldığımızı rehberimizin uyarılarılarıyla fark ettik ve tekrar yola koyulduk. Köye yaklaşırken patikada çöpler artıyor. Bu maalesef genellikle her tarafta böyle. Yolda gördüğümüz çöpleri özellikle pet şişeleri toplayıp mümkün olduğu kadar sırt çantamızda aşağıya kadar taşımaya çalışıyoruz. 19:30 gibi Bayır köyüne varabildiğimizde meydanda çok büyük bir çınar ağacı gördük. Altındaki tabelada tam 1880 yıllık olduğu yazılı. Boyu 35 m, çapı 2.8 m, çevresi 8.7 m. Altındaki plakette, ağacın etrafında dönüldüğünde, insanların daha mutlu ve daha uzun yaşam süreceğine inanılmaktadır yazıyor. Vakit oldukça geç olduğundan bu güzel meydanın keyfini çıkaramadan hemen minibüse atlayıp bu sefer Selimiye’ deki otelimize vardık. Bugün kat ettiğimiz toplam mesafe 13 km. Dördüncü günkü parkurumuz Bahçeli köyünden başladı. Kısa bir tırmanış sonrasında genelde kayalık bir araziden vadi boyunca yürüdük. Bu yürüyüşlerin en güzel tarafı, her günü farklı bir doğa içinde geçiriyor olabilmek. Bir gün çam ağaçları arasındaki bir toprak yoldan giderken başka bir gün kayalık çıplak bir arazide, diğer gün deniz manzaralı, başka bir gün dağ başlarında, kimi zaman tarlalarda kimi zaman kayalar üzerinde yürüyebiliyorsunuz. Bir gün kuzuları, oğlakları severken ertesi gün kaplumbağları takip edip çekirgeleri zıplatabilir, ertesi gün yolunuzu açmak için örümcekleri temizleyebilirsiniz. Kokular da tabii değişiklik gösteriyor. En çok rastladığımız adaçayı ve kekik kokuları. Baygın limon ve portakal çiçeği kokuları da insanı kendinden geçiriyor. Hemen hemen tüm gün Taşlıca köyünün adının hakkını verircesine bol taşlı bir parkurda yürüdük. Bir ara taşların çok düzenli olduğunu fark ettiğimizde rehberimiz orasının antik bir yol olduğunu söyledi. Yolda yabani atlar gördük. Dağ başında özgürce dolaşırlarken çok etkileyiciydiler. Bizden rahatsız olup uzaklaştıklarında daha fazla yaklaşmadık yanlarına. Patikamız asfalt yola varınca minibüse bindik ve kısa bir yolculuktan sonra diğer parkura vardık. Yol kenarından daldığımız patika, aşağıdaki koyda bulununa Cumhuriyet köyüne iniyor. Deniz manzaralı dar yolun kimi yerleri gür yeşilliklerle hemen hemen kapanmıştı. Rehberimiz en önde örümcekleri temizleyerek bize yol açıyordu. Akşam üstü güneşi denize vururken katırtırnaklarını andıran sarı çiçeklerin arasından nefis kokular içinden geçip köye vardık. Toplam 15 km’ lik yürüyüş sonrasında sahildeki koltuklara çöküp yine bira ve çay seremonisini başlattık. Son günümüze, oteldeki zengin kahvaltıyı kısa keserek erkenden başladık. Öncelikli planımız, yürüyüşe başlamadan önce Bayır köyünün ulu çınarını tekrar ziyaret edip altında bir kahve içmek. Bu arzumuzu da gerçekleştirdikten sonra minibüsle yine kısa bir yolculuktan sonra son parkurumuzun başına vardık. Biz yürüyüş hazırlıklarını yaparken yol kenarındaki iskemlesine oturup bizi seyreden köylü amcayı fark ettik. Mustafa amca, bizim neyi niçin yaptığımızı sıkı bir sorgulamayla anladıktan sonra kızların her birine, bahçesinden kopardığı süsenleri hediye etti. Kendisine çok teşekkür edip çiçekleri yakamıza iliştirerek yolumuza koyulduk. Bugünkü rota orman içinde kısa tırmanışlarla geçiyor. Hava bugün biraz daha serin; ama güneşli. Tırmanışlarda terledikten sonra molalarda rüzgara dikkat etmek gerekiyor. Fark etmeden şifayı kapabilir insan. Sonrasında tarla ve dere kenarından rahat bir şekilde devam eden yürüyüşümüz Turgut Şelalesinde sona erdi. Çok yoğun ağaçlar arasında akan dere çok büyük değil ama üzeri tamamen yapraklarla kapanınca yemyeşil bir dünya yaratmış. Şelale 2-3 m ve döküldüğü yerde masmavi bir gölet olmuş. Etrafta çok sayıda yabancı turist gördük. Çevre tatil yerlerinden jeep safari ile de buraya gelmek mümkünmüş. Şelale, bu yürüyüşümüzün son noktası oldu. Bu gün katettiğimiz mesafe 6 km. Böylece Karia Yolunun 52 km’ sini tamamlamış olduk, kaldı 768 km… Ömür biter bu yollar bitmez demiyoruz ama biz. Daha yürürken bir sonraki rotayı belirlemiştik bile. Hatta bir sonraki yılı beklemek yerine bu sene Ekim ayında yürümeye karar verdik. Bakalım doğa sonbaharda önümüze hangi güzelliklerini serecek. İnsan bir kere alıştı mı bu güzelliğe, tekrar aramaması gerçekten imkansız. (www.swturkey.com, www.kariayolu. com, Karia Yolu – ISBN 978-60563825-0-5) B 87 KARAKTER TESTİ SONUÇLARI Mizah temalı Kasım 2014 sayımızdaki Karakter Testi başlıklı yazıda yer alan sorularımızın yanıtlarını aşağıdaki listede bulabilirsiniz. B 88 1 Rin Tin Tin 2 Billy the Kid 3 Calamity Jane 4 Düldül 5 Red Kit 6 Averell Dalton 7 William Dalton 8 Jack Dalton 9 Jo Dalton 10 Garfield 11 Odie 12 Bayırgülü 13 Casper 14 Barbar Conan 15 Kinova/ Sam Boyle 16 Eşek Herif 17 Tonton 18 Şaban 19 Arap Kadri 20 Martin Mystere 21 Sally 22 Linus 23 Woodstock veya Peppermint patty 24 Lucy 25 Charlie Brown 26 Snoopy 27 Deli Ziya 28 Fester bester tester 29 Avanak Avni 30 Archie 31 Hüdaverdi 32 Jane Bond 33 Basri 34 Fatoş 35 Valiant 36 Alfred e. Neuman (MAD) 37 Güngörmez Dursun 38 Küçük Prens 39 Abdülcanbaz 40 Safinaz 41 Temel Reis 42 Kabasakal 43 Köfteci Ton Ton 44 Mister No 45 Abdullah 46 Mandrake 47 Robot Ali 48 Cırcır Böceği Muhlis Bey 49 Yavrum Mithat 50 Profesör Oklitüs 51 Rodi 52 Çelik Bilek 53 Gamlı Baykuş 54 Kit Willer 55 Tex Willer 56 Kit Carson 57 Tiger Jack 58 Kaptan Haddok 59 Tenten 60 Dupont ve Dupond 61 Fındık/ Boncuk 62 Çiko 63 Zagor Tenay 64 Jon 65 66 Spy vs Spy 67 Konyakçı 68 Tommiks 69 Doktor Sallaso 70 Rasmus 71 Zembla 72 Ye ye 73 Tom braks BOGAZIÇI MAAS M.A. in Asian Studies @ Boğaziçi University Boğaziçi University M.A. Program in Asian Studies (MAAS) B Bebek, Istanbul, Turkey 90 90 Phone: 90-212-359 4586 Fax: 90-212-359 6546 Email: maas@boun.edu.tr Study ASIA Get ready for the Asian century! Boğaziçi University M.A. in Asian Studies Applications invited for Spring 2015 semester Application period 15-26 December 2014 For more information: www.maas.boun.edu.tr Contact: Program coordination office Saadet Özen Buket Köse maas@boun.edu.tr 0212 359 4586 The rise of Asia is defining global processes in all respects, which makes it absolutely necessary for individuals from any walk of life to have a better understanding of the dynamics behind the ascent of the Asian continent. The Master of Arts Program in Asian Studies (MAAS) aims to provide students with a solid foundation in this field, and to prepare them for the challenges of the 21st century. Combining a multidisciplinary approach incorporating political, economic, social and cultural studies of Asia with language courses the program prepares students for a wide range of career options in today’s and tomorrow’s world where Asia is to play an increasingly assertive role. MAAS is offered by Boğazici University Institute for Graduate Studies in Social Sciences, supported by the Asian Studies Center and the Department of History. Students can choose a two-year thesis track or a oneyear non-thesis track for their degree. BÜMED'IN OBJEKTIFINDEN BÜMED'in sosyal medya hesaplarında beğenilen fotoğrafları derlemeye devam ediyoruz. Sizler de çektiğiniz dernek ve okul fotoğraflarınızı yayımlatmak üzere bize gönderebilirsiniz: bogazicidergisi@bumed.org.tr B 92 B 93 Konstantin ve Justinyanus'un Ayak İzleriyle BİZANS'IN İSTANBUL'U - 2 Doğu Roma imparatorluğunun başkenti Constantinopolis ' i günümüze kadar süregelmiş yapı ve yıkıntılar arasında keşfedelim. BU gezi GÖRÜLECEK YERLER •Aya İrini Kilisesi •Million Anıtı •Yerebatan Sarnıcı •Ayasofya ( Müze Kart ) •Aya İrene ve Sampson Hastanesi •Saray Mozaik Müzesi •İmparatorluk Sarayı Koridorları •Hippodrome ve Sphendone •Saray Yıkıntıları •Küçük Ayasofya ( Sergeius & Bacchaus Kilisesi ) Tarih: 20 Aralık 2014, Cumartesi Saat: 09.00 – 16.00 Katılım 40 kişi ile sınırlıdır. Buluşma Yeri Saati: Ayasofya Müzesi girişi, 09.00 KATILIM BEDELİ Üye:110 TL (Müze kart sahipleri 90 TL) Misafir:140 TL( Müze kart sahipleri 120 TL) (Öğle yemeği fiyata dahil değildir.) Bilgi ve Kayıt için: 212 3595813 kurs@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr in /bumed BU gezi & işbirliği ile ... BİR KIŞ MASALI: ESKİŞEHİR Eski ile yeniyi, tarih ile modern zamanı birleştiren şehir: Eskişehir. Tarihi konakları, parkları, genç nüfusu, şehrin vazgeçilmezi Porsuk Çayı, keyifli gece hayatı, tarih boyunca farklı kültürlerin etkisinde gelişen mutfağı ile Eskişehir, hızlı tren ile artık daha yakın. BUgezi ile bir kış yolculuğuna davetlisiniz… GEZİLECEK YERLER •Devrim Arabası •Odunpazarı Evleri •Kurşunlu Cami ve Külliyesi •Osmanlı Evi •Çağdaş Cam Sanatları Müzesi •Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykel Müzesi •Atlıhan El Sanatları Çarşısı •Şelale Park •Atatürk ve Kültür Müzesi •Lületaşı Müzesi •Porsuk Çayı Tarih: 17-18 Ocak 2015, Cumartesi - Pazar Katılım 20 kişi ile sınırlıdır. Buluşma Yeri Saati: 07.15 - Pendik Tren İstasyonu KATILIM BEDELİ Üye: 395 TL (İki kişilik odada kişibaşı) Misafir: 445 TL (İki kişilik odada kişibaşı) Tek kişilik konaklama farkı: 75 TL Firuze Konak Butik Otel’de oda&kahvaltı konaklama, tren bileti, rehberlik hizmeti, özel araç ile ulaşım, programda belirtilen turlar, müze giriş ücretleri, iki öğle yemeği, TÜRSAB seyahat sigortası Bilgi ve Kayıt için: 2123595813 - kurs@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr in /bumed +90 212 317 22 00 / WWW.RADO.COM