Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
30/08/2009 Barış Çakmakcı bcakmakci@doganburda.com Ambiente yolu açıldı Arolat’a ödül yağmuru Emre Arolat Architects başarılarına başarı eklemeye devam ediyor. Marka, şimdi de dört farklı projesiyle dünyanın en prestijli gayrımenkul ödüllerinden biri olan 2009 Europe & Africa Property Awards'a layık görüldü. Zorlu Konak Residence projesi “Konut” kategorisinde ödül alırken, Lara Kervansaray Oteli ve Kongre Merkezi ile Nevzat Sayın ile birlikte projelendirilen Santralistanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi ve Tabanlıoğlu Architects ile birlikte projelendirilen Zorlu Center projeleri de “Ticari” kategorisinde ödülleri almaya hak kazandı. 2009 Europe & Africa Property Awards, 16 Ekim gecesi Londra'daki Marriott Hotel'de yapılacak bir törenle sahiplerine verilecek. (www.emrearolat.com) Kalesinterflex Lütfi Kırdar’da Türkiye'nin önde gelen ve kulvarında tek kongre merkezi olan İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nın yenileme projesinin dış cephesi için Çanakkale Seramik & Kalebodur tercih edildi. IMF ve Dünya Bankası’nın 2009 Guvernörler Toplantısı’na ev sahipliği yapacak “Harbiye Kongre Vadisi”ndeki binanın, Erol Kuzubaşıoğlu ve Erkan Altuğ’un sahibi olduğu Arima Mimarlık Ofisi tarafından projelendirilen dış cephesinde Kalesinterflex ürünü porselen seramik levha kullanılıyor. Gizli klipsli sistem olarak uygulanan Kalesinterflex malzemesi, projeye özel olarak koyu gri renkte çalışılmış. Yılın Genç Tasarım Girişimcisi Genç Tasarım Girişimcisi Yarışması 2009, geçtiğimiz temmuz ayı sonunda açıklandı. İstanbul İngiltere Başkonsolosluğu'nda yapılan Türkiye finalinde yarışmanın birincisi İzmir kökenli GAEA-Forms’tan Pınar Yar Gövsa oldu. Gövsa, İzmir’de GAEAforms adlı tasarım şirketini Tuğrul Gövsa ile birlikte kurdu. British Council’in dokuz ülkede düzenlediği yarışmanın birincileri, önümüzdeki eylül ayında İngiltere'de ülkelerini temsil etme fırsatı bulacak. Ödüllerin Ödülü Türk markası Mobi’nin Raşit Karaaslan imzalı Sini Sehpa’sı, Designpreis Deutschland 2010’a aday gösterildi. Almanya’nın resmi tasarım ödülü Designpreis Deutschland, katılım ve seçim kriterlerindeki titizlik sebebiyle "ödüllerin ödülü" olarak biliniyor. Alman Tasarım Konseyi tarafından düzenlenen yarışmada ödül, başvuru yoluyla değil sadece aday gösterilen çalışmalara veriliyor. Adaylar ise, Alman Federal Bakanlıkları, senatörler ve Federal Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından belirlenebiliyor. Aday tasarımların kalite, ergonomi, fonksiyonellik, kullanım kolaylığı, çevrecilik, yenilikçilik gibi alanlarda üstün başarı göstermiş olmaları bekleniyor. (www.mobi.com.tr) IMMIB ve ETMK işbirliğiyle gerçekleşen Endüstriyel Tasarım Yarışmaları sonuçları belli oldu. Toplam altı kategoride yarışan 353 projeden 31'i ödüllendirildi. Koray Gelmez, Ahmet Bekteş, İrem Çelik, Tolga Çağlar, Hakan Boğazpınar ve Muzaffer Koçer'in birinci olarak Tendence Fuarı'nda sergilenme hakkı kazanmasının ardından şimdi de finalistlerden Semihan Kan, Tolga Çağlar, Özkan Koral ve Umut Demirel'e Ambiente Fuarı'na katılım imkanı sunuldu. Bir Kez Daha Paris Uluslararası mobilya ve tasarım fuarı Paris Maison&Objet Fuarı 4-8 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek. Ekonomiyi canlandırmak amacıyla önce kendimize ışık tutmamız gerektiğinden hareketle hazırlanan 2010’a Bakış bölümünün konusu Yeniden Doğma (Regeneration). Bedeni, zihni ve duyuları harekete geçiren yaşam alanları için tasarlamanın önemini bir kez daha vurgulayan fuarda Türkiye’den ilio katılacak. Kağıt Mücevherler Dünyanın dört bir yanında 60 tasarımcıyı buluşturan, şimdiye değin gerçekleştirilmiş en kapsamlı kağıt mücevher sergisi 15 Eylül'de Milano'nun göz bebeği Trienal'de kapılarını açacak. 25 Ekim 2009'a dek sürecek sergide 2 Türk tasarımcı da davetli olarak yer alacak: Ela Cindoruk ve Devran Mursalıoğlu. Alba Cappellieri ve Bianca Cappello'nun organize ettiği sergi, kapanışının ardından uluslararası bir tura çıkacak ve 2010'da vatanına dönerek, Fabriano Kağıt Müzesine yerleşecek. 03 04 30/08/2009 ARTCİTİZENS’ SHOP: 60 GÜNLÜK TASARIM DÜKKÂNI Grafik tasarım, iç mimari, endüstri ürünleri ve tasarımı, tekstil ve moda tasarımı, takı tasarımı gibi farklı disiplinlerden gelen genç tasarımcıların kişisel tasarım projelerinin sergilendiği ve sınırlı sayıda üretilen tasarım nesnelerinin satışa sunulduğu Artcitizens’ Shop, 11 Eylül’de Suma Han’da açılıyor. 11. Uluslararası İstanbul Bienali süresince 60 gün boyunca açık kalacak Artcitizens’ Shop’, genç tasarımcıların, ürünleri aracılığıyla kişisel önerilerini izleyicilerle paylaşabildikleri, yeni projeler geliştirebildikleri bir platforma dönüşmeyi amaçlıyor. Nazar Şigaher, Esra Kuli, 2 Mikrop (Pınar Akkurt, Ulaş Uğur), Umut Südüak, Emrah Özhan, Kamer Altınova, 01 Chameleon, Yeşim Endes, Müge Alkor, Santimetre, Erkut Terliksiz’in katıldığı Artcitizens’ Shop’un diğer amacı ise bienal kapsamında açılan 60 günlük dükkân projesinin, sadece İstanbul’da sınırlı kalmaması. projeye dönüşecek. Belirli sürelerde açık kalacak olan bu tasarım dükkanları tasarımcılar arasında bir networking alanının oluşabilmesi için aracı olurken aynı zamanda tasarım disiplini içinde çok yönlü işbirliklerinin oluşumunu da özellikle teşvik edecek. Avrupa Kültür Derneği, BM Suma Çağdaş Sanat Merkezi, Nuova Icona, Gelişim Creative ve Chameleon tarafından desteklenen Artcitizens’ Shop’, her durağında eklenecek yeni tasarımcılar ve önerileriyle birlikte, Mayıs 2010’da Amsterdam’da, Ağustos 2010’da Sinop’ta ve Haziran 2011’de Venedik’te tasarım dükkanları açacak ve böylece sürdürülebilir bir Artcitizens’ Shop bir program dahilinde yapılacak tasarım temelli performanslara da mekan olurken, günlük kent yaşamı içindeki bir pratiğin görünür yüzü olarak yeni temsiliyet alanlarında varlığını sürdürecek. 01 Dükkan, defterden tişörte, tabureden aydınlatmaya geniş bir yelpazeye sahip. TKY SÜPRİZİ YOLDA... Domus Academy işbirliğini 11 senedir sürdüren İstanbul Bilgi Üniversitesi Tasarım Kültürü ve Yönetimi programı (TKY), yeni dönemine çarpıcı gelişmelerle giriyor. Arik Levy’nin eğitim kadrosuna katılması beklenen programın destekçileri arasına son olarak ETMK da katıldı. Programın tanıtım toplantısı 8 Eylül’de... Tasarımı oluşturan kavramları ortaya koyup, süreci doğru yer, zaman ve şekillerde yönlendirilecek geleceğin tasarım yöneticilerini yetiştirmek üzerine hayata geçirilen Tasarım Kültürü ve Yönetimi Programı, multidispliner eğitim anlayışı, 30 haftalık modüler yapısı, sektörün en yetkin isimlerini buluşturan geniş ve uluslararası kadrosu ile Türkiye’de bir ilk’ti. hedefleyen Kale Tasarım Merkezi’nin de ortaklarından olan ve geçtiğimiz aylarda düzenlediği Designight partisiyle ilgiyi üzerine toplayan program, 11.senesine hazırlandığı şu günlerde dikkat çekici bir atılım daha yapıyor ve ETMK ile işbirliğini ilan ediyor. Bu kapsamda, programın dağıttığı bursların arasına bir ETMK bursu eklenmesi ise ayrıca dikkate değer. Ancak bu kadar değil... Geçtiğimiz aylarda Milano Tasarım Haftası kapsamında düzenlenen Swarovski sergisiyle ilgiyi üzerine toplayan Arik Levy de, programın Yıl boyunca, interaktif biçimde yürütülen modülleri takip ederek, konsept oluşturma, organizasyon, ürün geliştirme, promosyon ve pazarlamaya yönelik projeleri tasarım perspektifinden irdeleme imkanı sağalayan program, Defne Koz’dan Ayşe Birsel’e, Emel Kurhan’dan Koray Özgen’e Türk tasarımını uluslararası platformda temsil eden pek çok profesyoneli çatısı altında toplamasının yanısıra, Nurus, Kale, Mavi Jeans gibi tasarım odaklı firmalarla yaptığı işbirlikleriyle de adından söz ettiriyordu. Erdem Akan, Işık Gencoğlu, Aslı Kıyak gibi yaptıkları tasarım yönetimi projeleriyle aşina olduğumuz isimlerin portfolyosunda yerini aldığı, yalnızca öğrencilerine değil herkese açık Salı Atölyeleri ile geniş bir kitleyle temas kurduğu 10 seneyi devirdi. Türk yaratıcı sektörleri için etkin ve yenilikçi bir platform oluşturmayı 2009-2010 eğitim kadrosu arasında yerini almaya hazırlanıyor. Serhan Ada, Fatoş Ahunbay, Gamze Güven, Ali Bakova, İhsan Bilgin, Ela Cindoruk, Gökçe Dervişoğlu, Zeynep Yasa Yaman, Ekmel Ertan, Zeynep Fadıllıoğlu, Emilio Genovesi, Mehmet Güleryüz, Mustafa Uyal, Arhan Kayar, Sibel Asna, Nuray Keskin, Emel Kurhan, Giovanni Lanzone, Burçak Madran, Claudio Moderini, Eda Çataklar, Koray Özgen, Monica Scanu, Özgür Uçkan, Paola Urbano, Joff White , Renan Gökyay, Eray Makal, Hakan Gencol, Umut Kart ve Sertaç Ersayın’ın oluşturduğu güçlü ekibiyle tasarımdan mimarlığa, reklamdan promosyona, modadan aksesuara geniş bir yelpazeyi tarayan program 19 Ekim’de start alıyor. 8 Eylül’de gerçekleşecek tanıtım toplantısı ile beraber önkayıtları başlayacak programa katılmak için onlina olarak başvuru yapmak gerekıyor. Yazılı sınav ve mülakatla seçilen adaylarda lisans diploması ve İngilizce bilgisi aranıyor. Detaylı bilgi ve başvuru için : www.bilgi-tasarimsertifika.com 01 01 Moleskine myDetour yarışmasında birinci olan TKY öğrencisi Beste Miray’ın çalışması. ARKİV SEÇMEYE DEVAM EDİYOR Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından 2008 senesinde hayata geçirilen ARKİV Seçkileri projesi yoluna devam ediyor. 2009 senesinde ARKİV’in geçici olarak kapatılması sebebiyle gerçekleştirilemeyen projede 2010 senesinde toplanacak seçici kurul 2008-2009 seçkisini aynı anda yapacak. Böylelikle projenin sürekliliği sağlanacak. ARKİV Seçkileri’nde esas hedef Türkiye’de geçen sene içerisinde uygulanmış nitelikli binaları ön plana çıkarmak ve onları bir başlık altında toparlayabilmek. Seçkide yer alabilmek için iki önemli koşuldan birisi binanın ARKİV’de yer alması, diğeri ise son bir yıl içinde tamamlanmış olması. Bundan sonraki aşamada Türk Serbest Mimarlar Derneği, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği, İzmir Serbest Mimarlar Derneği ve Arkitera Mimarlık Merkezi’nden birer temsilci ile bağımsız bir mimardan oluşan 5 kişilik seçici kurul oy birliğiyle yer alacak binalara karar verecek. Böylelikle, ARKİV’deki proje zenginliğinin arasında kaybolmuş, dikkat çekme şansı bulamamış nitelikli uygulamalar süzgeçten geçirilerek gözler önüne serilecek. Bu sene seçkiyi yapacak seçici kurulda: Türk Serbest Mimarlar Derneği’nden Aytek İtez, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nden Hasan Çalışlar, İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nden Vedat Tokyay, Arkitera Mimarlık Merkezi’nden Emine Merdim Yılmaz ve Garanti Galeri’de Pelin Derviş bulunuyor. 2008-2009 şartnamesi ve diğer bilgilere yakın zamanda www.arkiv.com.tr adresinden ulaşılabilecek. Sonuçlar seçkiler açıklandıktan sonra www.arkiv.com.tr/2008.php ve www.arkiv.com.tr/2009.php adreslerinden izlenebilecek. Arkiv Seçkileri 2007 2007 Seçkisini Türk Serbest Mimarlar Derneği’nden Mürşit Günday, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nden Haydar Karabey, İzmir Serbest Mimarlar Derneği’nden Metin Kılıç, Arkitera Mimarlık Merkezi’nden Ömer Yılmaz ile serbest mimar temsilci olarak Suha Özkan’dan oluşan seçici kurul gerçekleştirdi. 142 projenin incelendiği toplantıda değerlendirme sonunda 62 proje ARKİV Seçkileri 2007’de yer almaya değer görüldü. Projeler başta İstanbul olmak üzere, 15 farklı kent ve KKTC’ye kadar uzanıyordu. Projelerin tamamı http://www.arkiv.com.tr/2007.php adresinde görülebilir. 05 GRAFİK, SÜREKLİ YÜKSELİŞTE ARKİV’in yeniden yayına açıldığı 11 Haziran 2009’dan beri izlenme eğrisi yükselen bir grafik çiziyor. Mimarlar, öğrenciler, sektördeki profesyoneller ve gayrimenkul yatırımcıları için güvenli bir başvuru kaynağı olan ARKİV’in günlük tekil sayfa gösterimi 8.000’e yaklaşıyor. İzleyicilerin büyük kesimi Türkiye’den. Türkiye’yi Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Hollanda, Fransa ve Azerbaycan izliyor. İzlenmede İlk On Antares Alışveriş, İş ve Yaşam Merkezi (1.648 - Ali Osman Öztürk, Eser Çengel, Filiz Cingi, Nurten Asil), Ankara Karayolları Genel Müdürlük Eğitim Tesisleri ve Misafirhanesi (1.033 - Oral Vural), Harbiye Ordu Evi (957 - Metin Hepgüler), son günlerde aldığı ödüller ile adından sıkça söz ettiren Emre Arolat (855), Ankara Adliye Sarayı (777 - Umut İnan, Yüksel Erdemir, Edip Önder Us), Türkiye İş Bankası AŞ İstanbul Genel Müdürlük Binası (766 - Doğan Tekeli, Sami Sisa), Kadir Has Stadyumu Olimpik Havuzu (729- Bahadır Kul, Alper Aksoy, Kasım Balcı, Ayşehan Cingöz, Özlem Atak, Duygu Ovacık), alışveriş merkezi yapılmak üzere yıkılan Tatilya Eğlence Merkezi (724 - Oktay Nayman), açılışı 15 Ağustos 2009’da yapılan İstanbul’daki alışveriş zincirinin son halkası 212 Alışveriş Merkezi (721 - Mete Arat, Bünyamin Derman). Parantez içindeki sayılar ziyaretçi sayılarını, isimler proje müelliflerini ifade ediyor. 06 30/08/2009 Banu Alpay Umut Kart banukdny@gmail.com AFİŞ DEYİP GEÇME, TANI Bakınca göz yoran hatta çoğunlukla artık dikkatimizi bile çekemeyen konser, etkinlik vs. afişleri arasından hem sade hem de bir o kadar kendinden emin siyah büyük puntolu harfler ile beyaz fon üzerine yerleştirilmiş kelimeler çarpıyor göze. “Önce ekmek gelir, ardından ahlak. Banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki?” 11. Istanbul Bienal’inin ilham kaynağı Alman yazar Berthold Brecht’in Elisabeth Hauptmann ve Kurt Weill ile beraber 1920’lerde yazdığı ‘3 Kuruşluk Opera oyununun kapanış şarkısı olan ‘İnsan Neyle Yaşar’dan satırlar bunlar. 11. İstanbul Bienali’nin sesi, afişleri ile sokaklarda yankılanmaya başladı bile. Bosna Hersek doğumlu Dejan Krsic tarafından tasarlanan görsellerde, grafikte konstrüktvist dönemi çağrıştıran imgeler arasından Berthold Brecht’in söylevleri gözümüze çarpıyor. 12 Eylül’de kapılarını açacak olan Bienal, manifestosundan da anlaşılacağı üzere bu sene, sanatçılara güncel sorunlara cevap buldurmaktansa modası geçmiş gibi algılanabilecek ancak halen geçerliliğini sürdürmekte olan ‘İnsan Neyle Yaşar’ sorusuna vurgulamalar yapıyor. Günümüz bienallerinin sanatı ‘havalı, hoş ve eğlenceli göstermeye çalışan’ mantığından uzak durmaya çalışan bienal ekibi, bir zamanlar toplumsal ve siyasi değişimin en önemli aygıtlarından biri olan tiyatroda devrim yaratmış Brecht’in yalın ve bir o kadar da sarsıcı dilinden yola çıkıyorlar. umut@kaletasarimmerkezi.com EN NİHAYET MAYBE SHOP Son dönemde, düzenlediği üretim hataları sergisi Oops ile çok konuşulan Erdem Akan, şimdi de Addressistanbul’da açtığı Maybe Shop ile gündemde. Mekanda, yalnızca Akan’ın değil, pek çok Türk tasarımcının ürünü satılıyor. “ŞİKAYET ETME HAKKIMIZ YOK!” Kendi adınız yerine Maybe Design olarak imza atıyor olmanızın nasıl avantajları ve dezavantajları oluyor? Açıkçası avantaj ve dezavantajları hesaplamadan çalısıyorum. Maybe'nin parçası olmak benim için yeterli. Başka firmaların ürünlerine de yer vermek Maybe Design’ı marka olarak geri plana atmayacak mı? Biz yıldızdan çok samanyolu gibi yıldız kümesi olmak istiyoruz. Başka parlak yıldızlarla beraber daha çok parlarız. Bu zamana değin yalnızca tasarım değil aynı zamanda tasarım yönetimi projeleri de yaptınız. Bu ülkede proje yapmanın zorlukları neler sizce? Şikayet etme hakkımız olduğuna inanmıyorum. İyi hizmet verir, işinizi iyi yaparsanız herşey kolay olur. Türkiye’de pek az tasarım firması kendi mağazasını açmaya cesaret edebiliyorken sizi böyle bir fikre iten neydi? İstanbul, son 22 senedir değişik kavramsal çerçevelerle tanımlanmış sanat bienallerine ve afişlerine ev sahipliği yapıyor. Peki nedir Bienal afişlerini önemli ve mecbur kılan? ‘Afiş, görsel dilin başlıca deney alanıdır. Değişen fikirlerin ve estetiğin, kültürel, sosyal ve siyasal olayların sahnesidir’ diyor grafik tasarımcı ve komedyen Pierre Bernard. Görsel bir dille fikirlerini sahneye koyan bir çok grafik tasarımcı tıpkı Brecht’in sözleri ile yarattığı gibi sosyal ve politik devrimler yaratmayı ve bu devrimleri topluma kabullendirmeyi başarmışlardır. Tasarım tarihinde bir dönüm noktası olan ve günümüzde, hatta 11. Bienal grafiklerimizde de, rastladığımız konstrüktivist yaklaşım bunun en kuvvetli örneklerinden. Avrupa’da 20. Yüzyılın başlarında yaygınlaşan ve sanatın geometrik nesne ve şekillerle soyutlandırıldığı kübizm hareketini benimsemiş Rus sanatçıların, 1917 yılında gerçekleşen Bolşevik Devrimi’nin beraberinde pekiştirdiği bu görsel akımın, siyah, beyaz ve komünist Rusya’yı temsil eden kırmızının hakim olduğu grafiklerinde geometrik formlar ve kalın belirgin yazı kararakteriyle oluşturulmuş sloganlar görülür. Devrimin getirdigi hızla tasarım ve sanat ön plana çıkmış, bunun sonucunda kimi sanatçılar, görsel ifadenin toplumun ihtiyaçlarından ayrı, ruhsal bir tecrübe olarak kalmasını savunmuş kimileri ise sanatı zaman ve boşlukta, dünyayı algılamada yenilikler sunacak formların oluşturulması olarak kabul etmiştir. Tasarımda konstrüktvzmin izleri olan ve keskin bir anlatım kabiliyetine sahip 07 Türkiye'de tasarım ürünleri satan mağaza çok fazla yok. Hele ki Türk tasarımcısına yer veren mağaza sayısı daha da az. Birinin bu konuda öncülük etmesi gerekiyordu. Maybe Shop ne satar, herşeyi mi? Herşeyi diyebiliriz. Tasarım değeri taşıyan ev aksesuarları, mobilya ve aydınlatma, tekstil, kişisel aksesuarla, takı... Sadece kendi tasarımlarınız mı yer alacak? 01 sanatçılar arasındaki daha popüler konumunu anlattığı yazısında konstrüktvizmi en cömert ‘-izm’ olarak tanımlıyor. İstanbul Bienali grafiklerindeki tipografi ve kırmızı siyah geometrik şekillerin modernize edilmiş olmalarına rağmen kullanım tarzlarındaki tanıdıklık kaçınılmaz. Bienal’in 2009 kavramlarını düşündüğümüzde neden böyle belirgin, yalın bir anlatım şeklinin seçildiğini anlamak çok zor değil ancak tasarımcının geçmişine bakıldığında daha da ilginç örtüşmeler bulmak mümkün. geometrik illüstrasyonlar, tipografi ve punk grafiklere de öncülük etmiş kes yapıştır kolajlar, günümüzde görsel kullanılan yerli yabancı neredeyse her mecrada karşımıza çıkıyor. İngiliz gazeteci Hugh AlderseyWilliams, politik amaçlarla çıkmış bu yaklaşımın politikacılardansa, tasarımcılar ve 1961 doğumlu Dejan Krsic Doğu Avrupa’da bir çok kişisel ve kolektif sanat sergilerine katılmış olmanın yanısıra Slovaj Zizek gibi Yugoslav filozofların tercümelerini de yaptı ve yayınladı. 90’ların sonuna doğru çıkarttığı ve editörlüğünü yaptığı punk yayını Arzkin de tasarımcının kendini özgürce ifade ettiği yayınlardan biriydi. Krsic’in beraber çalıştığı politik sanat kolektiflerinden biri olan NSK (Yeni Slovenya’lı Sanat) organizsyonu 1987’de Yugoslav Gençlik Günü için tasarladığı posterle ülkede büyük bir polemiğe yol açtı. Nazi sanatçı Richard Klein’ın bir resminin üzerinden, Nazi bayrağını ve kartalını Yugoslav bayrağı ve güvercini ile değiştirek tasarlanan poster yarattığı skandal ile ülke dağılmadan önce gençlik günü kutlamalarının tamamen iptaline sebep olmuştu. Bir gerçek var: Bienaller halkın ekonomik ve kültürel olarak daha üst sınıfına hitap eden organizasyonlar. Bu sene ki bienalin iddialı konusunun ve destekleyici grafiklerinin ne kadar genel bir kitleye çekim alanı yaratacağı zamanla belli olacak. Klasikler arasına girer mi? Bunu kestirmek zor ancak şimdiden üzerlerinin başka ilanlarla kapatılmaya başlandığı ve ‘beğen al’ sloganı ile şakayla karışık anti-bienal grafiklerinin ortalarda dolaşmaya başladığı açık. 01 Krsic imzalı bienal grafiklerine ‘beğen-al’ sloganlı anti-bienal grafikleri eşlik ediyor. Hayır, başka tasarımcıların ve hatta beğendiğimiz anonim ürünleri de satacağız. Beğenmemiz, bizi heyecanlandırması ve cok kolay ulasılır başka bir yerde olmaması bizim icin yeterli. Tasarımı olan kapınızı çalabilir mi? Evet , dükkanı gördükten sonra projesinin/ürününün uygun olduğunu düşünenler bizimle paylaşabilir. Tasarımcılara üretim desteği vermesi söz konusu mu? Beğendigimiz projede üretimin geliştirilmesi gerekiyorsa elbette. Maybe Design’ı son dönemde öne çıkaran neydi dersiniz? “Total Tasarım”a verdigimiz önem. Bu hem disiplinlerarası çalısmamız, hem de tasarımın ötesinde, eğitimden, perakende satışa, sergi organizasyonundan tasarım danışmanlığına kadar yaptıgımız işlerin çeşitliliği ile ilgili. Maybe Design’ın klasik bir tasarım dükkanından ayıran ne? Bu dükkanda tasarımcısı belli olmayan fakat tasarım değeri taşıyan anonim işlere de yer var. Ya da bir şeyin bu dükkanda olması için, bir tasarımcısı olması yeterli değil. Fotoğraf: Muhsin Akgün Istanbul Design Week sırasında gerçekleştirdiğiniz Oops sergisinden çok söz edildi. Devamını getirmeyi düşünüyor musunuz? Kesinlikle. Sergilere ve Türk tasarımcılara cok inanıyoruz. Hem 2009 hem de 2010 için yurtiçi ve yurtdışında cok keyifli sergi projelerimiz var. İşbirliği yapabileceğimiz doğru sponsorları arıyoruz. 08 30/08/2009 Şölen Kipöz 09 Gözde Tüfekçi solen.kipoz@ieu.edu.tr gozde@kaletasarimmerkezi.com HİKÂYESİNİ KULLANICI İLE YAZAN KIYAFETLER 3G SONUNDA GELDİ! PEKİ YA ŞİMDİ? Bora Aksu’nun geçtiğimiz ay İstanbul’da tanıttığı akıllı kıyafetler, tasarımları sayesinde birden fazla kullanım alternatifi sunuyordu. Ünlü tasarımcının işleri, kullanıcı deneyimini bir kez daha sorgulamaya davetiye çıkardı. 01 1 .Dünya savaşından önce hizmetçilerinin yardımı olmaksızın kıyafetlerini kendileri bile giyemeyen moda kurbanları için önden bağlanan gömlek bile büyük bir devrim niteliği taşıyordu. Diğer taraftan modernitenin temel motiflerinden biri olan hız olgusu etrafında şekillenen Futurist manifesto ile kullanıcılar yalnızca kendi giysilerini giyebilir olmakla kalmadılar, giydikleri kıyafetlerin alacağı son forma da müdahale eder hale geldiler. Giacomo 02 Balla’nın 1914 yılında modanın abartılı ve sıkıntılı formalitelerinden kullanıcıyı özgürleştiren hareketli ve işlevsel bir dizi giysi önerisinin ardından 1935te Filippo Thomasso Marinetti’nin “Akıl için Latin Keyifler” adlı manifestosuyla gelen seçim özgürlüğü, günün her saatinde insanın içinde bulunduğu psikolojiye göre biçimlendirilen metaforik kıyafetler sunuyordu. Sanat tarihçisi Radu Stern’e göre bu başkalaşımlar bir kıyafeti neredeyse ‘açık’ bir sanat yapıtına dönüştürüyordu. Küresel moda sisteminin formları ve biçimleri olduğu gibi kabullenmeye ve tüketmeye yönelik hazırcı tavrına karşı Issey Miyake’nin 1997-2001 yılları arasında tasarladığı bir dizi kıyafet ise kullanıcıya daha büyük bir yaratıcılık alanı tanıyordu. Bir Parça Giysi-A Piece of Clothtemeline dayanan A-POC koleksiyonu ile Miyake, sadece kullanıcı deneyimini değiştirmekle kalmıyor aynı zamanda giysi yapım tekniğine de yeni bir sistem getirmeyi amaçlıyordu. Pastal kalıbın tüp şeklinde uzun bir kumaş parçası üzerinde işaretlendiği kıyafetler kullanıcıya bu izleri takip ederek kestiği giysiye kavuşabileceği sözünü veriyordu, hem de hiçbir dikiş müdahalesine gerek duymaksızın. Ancak,bu akıllı tasarımlar, azla değer üretmeye çalışan duyarlı bir endüstriye ve akıllı tüketicilere gereksinim duyduğundan modanın küresel ticari sisteminde uzun soluklu olamadı. Kullanıcı deneyimine ve işlevselliğe odaklanan benzer bir yaklaşım ise Amerikalı bir tasarımcının elinde tam anlamıyla ticari bir başarıya dönüştü. Donna Karan yarıfeminist bir yaklaşımla çalışan kadınların yaşantısını kolaylaştıran, ve bir iş kıyafetinden kokteyl elbisesine dönüşebilen, çok da becerikli olması gerekmeyen kullanıcılara becerikli kıyafetler öneriyordu. Böylece bir taşta iki kuş prensibi ile lüks ve şık moda pazarına ekonomik ve pratik bir açılım getirerek rakiplerine açık ara fark atıyordu. Donna Karan’ın modasının çoktan geçtiği, akıllı kıyafetlerin de bir teknolojik beceri ile bütünleşmesi gerektiği bir dönemde Bora Aksu’nun Kokteyl adlı koleksiyonu, kullanıcı deneyimi ve zevkine yönelik dönüşebilirlik sözü veren yeni tasarımlarla karşılaşmak adına umut verici. Geçtiğimiz ay İstanbul’da koleksiyonun tanıtımını yapan Aksu, yalnızca kokteyl elbiselerine yönelik akıllı tasarımları ile bir elbisede kullanıcının üç farklı kıyafet keşfetmesine izin veren dekonstrüktif bir yaklaşım benimsiyor. Günümüzdeki ekonomik çalkalanmalar ile insanların bir elbiseyi bir kez giyme lüksünün ortadan kalkması ve artık tasarlayanlar kadar giyenlerinde yaratıcı olduğu bir dönemi yaşıyor olmamızdan hareketle bir elbise tasarımını 3 farklı elbiseye dönüştürebilme fikrini geliştirmiş Aksu. Böylece sadece daha uzun ömürlü giysiler yapmakla kalmıyor, aynı zamanda giyene de yaratma ve kendi tasarımını oluşturma şansı tanıyor.Koleksiyonda değişebilen tasarım serilerine çiçek isimleri veren Aksu, formların ve kalıpların oluşmasında çiçeklerin gün içindeki hareketlerinden etkilenmişe benziyor.Böylece akışkan kumaşlarla bu hareketleri çevirerek, katlayarak ve bağlayarak kullanıcının gerçekleştirmesini sağlıyor. “Herkes İçin” Bitti! Kişisel yolculuğunun hikayelerini gerçekleştirmek için etrafında iletişime girdiği pek çok malzemeyi ,objeyi, giysi ve aksesuar parçasını farklı deneyimlerle yeni tasarımlara dönüştüren Aksu, Converse ile yaptığı işbirliği çerçevesinde, 2005 kış koleksiyonunda Converse ayakkabıları botlara ve kısa çizmelere dönüştürmesinin ardından, 2007 yaz koleksiyonunda, ayakkabıları gerçeküstü bir anlayışla bele giydirerek dönüştürebilen tasarımın örneklerini sergilemişti. Bora Aksu Coctail Line, farklı hikayeleri olan ve couture tekniklerinin ağırlıkta olduğu Bora Aksu koleksiyonlarına göre hazır giyim tüketicisine yakın bir bütçeye hitap ediyor. Aksu’nun geçtiğimiz son bir kaç yılda Koton firması ile yaptığı işbirliği süresince şık, işlevsel ve ekonomik kıyafetlere imza atabildiğini biliyoruz. Yüksek modayı sokağa indirebilen , neredeyse “ herkes için Bora Aksu” alternatifini doğuran bu işbirliği ne yazık ki bitti. Yerine “ herkes” için olmasa bile akıllı ve şık giysilerin arayışında olan moda tüketicileri için geliştirilen Kokteyl koleksiyonu ise hazır giyim endüstrisinde yeni bir açılıma neden olacak gibi gözüküyor. 01-02 Sırasıyla Bora Aksu imzalı “Orchid” ve “Venus” Bulunduğunuz cenneti eşe dosta göstermenizi sağlamak, süpermarket faturanızın hesabınızdan düşürüvermek, ev monitörünü cebinizden izletmek şöyle dursun... İşitme engellileri cep telefonuna kavuşturan da 3G! Geç olsun, güç olmasın mı demeli? Merakla beklenen 3G geçen ay itibariyle tüm ülke genelinde aynı anda hayatımıza girdi. Aslında birçoklarımızın fazla birşey değiştirmedi dediği, GSM dünyası için bir dönüm noktası olan üçüncü jenerasyon iletişim çağı 3G’ye, standartların belirlendiği tarihten yaklaşık 10 yıl sonra adım atabildik. Tüketiciler giderek artarak, “karşılanabilir fonksiyon” adına çabuk ve ekonomik gönderilebilen multimedya deneyimleri yaşamayı beklerken, 3G teknolojisini dünyada 112. sırada kullanıyor olmamız şaşırtıcı elbette. Önceleri coğrafi şartları zorlamanın altında yatan nedenle Norveç ve Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinin, sahip oldukları geniş ve zorlu arazilere kablolu iletişim yerine alternatif yöntemler aramalarıyla başlayan GSM yolculuğu, bugün dünyada 4 milyar kişinin kullandığı bir iletişim aracı. Kablolu iletişimin yerini GSM’e bırakmasının ardından, WAP teknolojisine göre daha hızlı ve bol içerikli bilgiler elde ettik sonraları. Ardından, transfer hızını arttıran EDGE teknolojisi sayesinde mobil telefonlardan internete bağlanmak kullanabilir düzeylere taşındı. Bunları takip eden, mobil cihazlardan farklı servislere bağlantı, müzik, oyun, video gibi yan uygulamaların gelişmesiyle birlikte, kullandığımız mobil telefonlar da birer iletişim merkezi haline geldiler. Mobil telefonlarla çektiğimiz fotoğrafları paylaşıp, kolayca müzik dinler olduk bu sayede. Ve son olarak, üçüncü nesil iletişim 3G girdi hayatımıza... Yan Etkileri Neler? Bu günlerde adını sıkça duyduğumuz, GSM teknolojisini bir üst basamağa taşıyan üçüncü nesil için, International Telecommunication Union tarafından 1999 yılında belirlenen standartlarla başlayan yolculuk, 2001 yılında Japon GSM devi NTT DoCoMo tarafından ilk ticari 3G hizmetinin tüm dünyaya tanıtılmasıyla hız kazandı. En basit ifadeyle, üçüncü jenerasyon iletişim 3G, sahip olduğu altyapıyla birlikte bağlantı ücretlerini düşürüp veri hızını arttırarak “sürekli ve ulaşılabilir” bağlantı sağlarken, kesintisiz olarak veri iletişimi gerçekleştirebiliyor. Böylece kullanılabilir 01 düzeylere taşınan bağlantı hızıyla internet her an cebinize taşınıyor. Adında “G” olmasından mıdır bilinmez, ağırlıklı olarak görüntülü konuşma olarak anılan 3G teknolojisinde görüntü paylaşımı, üçüncü nesil bağlantıların sunacağı ana özellik olmasa da, ürünlerde öne çıkan en belirgin farklardan biri. Üçüncü nesil iletişim çağına geçmemizle birlikte bu anlamda tasarlanan ürünler ve gelecek iletişim senaryoları bizim de hayatımıza girmeye başladı. Bunun örneklerinden LG, elektronik dünyada ilk defa 6D910 Watch Phone modelini , CES 2008 fuarında sergilediği prototipinin ardından, tamamen dokunmatik ekran gibi yükseltilmiş özellikleriyle geçtiğimiz aylarda duyurdu. Diğer kameralı telefonların aksine ön kamerası bulunan tasarım, görüntülü konuşmaya odaklanarak çok daha rahat bir deneyim vaat ediyor. Tüketicilerce kullanılabilen teknolojilerin hayata geçmesi, beraberinde diğer başka yenilikleri de kullanılabilir kılıyor. Nokia Araştırma Merkezi, Cambridge NanoScience merkeziyle birlikte, uzun bir süredir üzerinde çalıştığı “Nokia Morph” konseptini tamamladı. Mantrasının “farklı düşünmek” üzerine kurulu olduğu model, düz hatlı taşınabilir TV şeklinden şık bir telefona dönüşebilirken, elastiki yapısı sayesinde kola takılabilmesi için şekil değiştiriyor. Uzun bir süredir ismini duyduğumuz fakat günlük yaşamımızda pek de görmeye alışık olmadığımız katlanabilir ekranlar Nokia’nın “Morph” ismini verdiği yeni konseptiyle hayat bulacağa benziyor. 3G’nin etkileri yalnızca ürün tasarımını değil servisleri de etkilerken, operatörlerin altyapıyı 02 kullanıma açmalarıyla birlikte, daha iyi hizmet sunmak isteyen kurumsal şirketler, 3G teknolojosini kullanarak, görüntülü çağrı merkezlerini hizmete açmaya başladılar bile. Bu sayede telefon hizmetlerini görüntülü olarak arayan müşteriler, gerekli menüleri cep telefonu ekranlarında görüntüleyebiliyor ve bununla birlikte daha kolay işlem yapabiliyorlar. İletişimde üçüncü neslin getirdiği bir başka yenilik ise, işitme engellilere sağladığı kolaylıklar tarafında. Yüksek veri hızı sayesinde eş zamanlı görüntülü konuşmanın mümkün olması, bu yolla işitme engllilere daha kolay bir iletişim aracının kapılarını aralayacak. Avrupa Birliği “Çerçeve Programı” kapsamında engellilerin cep telefonundan iletişim kurmalarını sağlamak amacıyla geliştirilen WISDOM projesinin yanısıra, başta operatörler olmak üzere birçok şirket ve banka, işitme engelliler için işaret dili bilen müşteri temsilcileri sayesinde özel bir video içeriği yaratarak işitme engellilerin de görüntülü çağrı merkezlerinden faydalanmalarını sağlayacak. Her bilginin izini sürmek, depolamak ve paylaşmak üzerine kurulu gelecek senaryoları düşünüldüğünde, iletişim araçlarının giderek aksesuarlaşacağının ve kolay ulaşılabilir noktalara konumlanacağının kokusunu alabiliyoruz. Bu anlamda 3G ve ardından 4G ile birlikte yeni nesil mobil telefon tasarımları, sadece birer konuşma aracı olmaktan çıkıp kompakt tasarımlarda sıkıştırılmış bilgi merkezleri halini alıyor. Bileğimizdeki ürün, fotoğraf çekip onu anında paylaşmamıza yararken, aynı zamanda kahvenizi satın alabileceğimiz bir araca dönüşüyor. Ve bütün bunlar aslında bizim hayatımıza yeni yeni sızan 3G ile yaşanıyor. 01 LG’nin “Watch Phone” görünülü telefonu 02 Nokia’nın “Morph” konsepti 10 30/08/2009 Gözde Tüfekçi Pelin Özgen gozde@kaletasarimmerkezi.com Bİ’DÜNYA TASARIM Birinci sezonu geride bırakan Bi’Dünya Tasarım programı, tasarım ekseninde seçtiği konularla her hafta TRT Türk ekranlarında izleyici ile buluşuyor. Mimari tasarımdan, moda tasarımına, endüstriyel tasarımdan sanatsal tasarıma uzanan çok geniş bir perspektifte hazırlanan program, özellikle Türk tasarımı ve tasarımcılarını ekrana taşımaya özen gösteriyor. Tasarımcılar, tasarım kültürü ve yönetimi hocaları, ve tasarım editörlerinden oluşan bir ekip danışmanlığında sürdürülen program en son tasarım haber ve gelişmeleriyle, sadece tasarım dünyasının değil, program izleyicilerinin de beğenisini topluyor. Programın yapımcısı Sevinç Baloğlu merak edilenleri yanıtladı. TRT Türk’te ikinci sezonuna başlayan, Ece Sükan’ın sunumuyla ekrana gelen “Bi’Dünya Tasarım”, küçük bir ekibin büyük bir özveriyle çalışmasının sonucu. kurgusu, Burak’ın enerjik asistanlığı, Tuğçe’nin fotoğrafları, danışmanlarımız görüşleri ve çekim programlarını oluşturan Selin’in özverili koşturmalarıyla program da özel bir tasarıma kavuştu. “Bidünya Tasarım”, aslında bidünya işin küçük ama özenli bir ekip tarafından başarıyla yapıldığı bir program. Programın içindeki bölümlerli hangi kriterlere göre belirlediniz? Projenin çıkış sürecinden bahseder misiniz? Ben sinemacı olarak bir filmin oluşma sürecine de hep tasarım olarak bakmışımdır. Sadece mekan ve kostüm tasarımı anlamında değil, senaryo tasarımından, sahnelerin çekimine; kurgudan renk ve ses tasarımına uzanan uzun ve meşakkatli bir yolculuktur sinemada tasarım. Buradan bakmaya başlayınca, yaşadığımız mekanların mimari tasarımından; hayatımızı kolaylaştıran ya da güzelleştiren objelerin tasarımına, bütün bir hayat içindeki “tasarımın” önemini fark ediyorsunuz. Bunu daha geniş kitlelerle paylaşmak istedik ve çok değerli “danışmanlar ekibi” bize ülkemizde uluslararası başarılara imza atmış tasarımcılar ve ürünlerini anlatınca, biz de Türkiye’nin tasarım kültürünü tanıtmanın hem eğitici hem de çok renkli bir yanı olacağına inanarak kolları sıvadık. TRT Türk projeye çok olumlu yaklaştı. Ve TRTTürk’den Cavidan Önder’in de isim anneliğini yaptığı, “Bidünya Tasarım” programı doğmuş oldu. Türkiye’de çok fazla tasarım programı yok, neden sizce? Tasarım programı yapmanın zorluğu ne? 11 Bu noktada danışmanlarımızın görüşleri önemli oldu. Yapmak istediğimiz genişlikteki bir tasarım programının hangi alanları kapsaması gerektiği konusunda bize yol gösterdiler…”Portreler”, her alandaki tasarımcı kimliklerini ve tasarım felsefelerini anlatabilecekleri bir başlık olarak programdaki yerini buldu. Sanatsal Tasarımların ise baştan beri programda önemli bir yeri olmasını istiyorduk. Çünkü “tasarım” aslında farklı sanatsal disiplinlerden de beslenen bir alan. Hatta bir ara programın adının “8. Sanat Tasarım” olmasını düşünmüştük ama danışmanlarımız bu ismin bir tasarım programını tam olarak ifade edemeyeceğini söyledikleri için vazgeçip, bu ismi programın bölümlerinden birinin başlığı olarak koruduk. 02 Öncelikle bu konuda bir “farkındalık” yaratmak gerekiyor. Tasarım sanki çok özel bir alanmış gibi geliyor herkese…Yani geniş bir kitleyi ilgilendirmiyor gibi düşünülüyor. Oysa “moda tasarımı” için bu böyle değil. Modaya yönelik pek çok program yapıldı ve yapılıyor. Çünkü biliniyor. Oysa tasarım, her yaştan her ekonomik ve kültür grubundan insanın yaşamını direk etkileyen bir olgu. Bu “farkındalık” yaratılırsa tasarım üzerine program talebi de hem kanallar açısından hem izleyici açısından artacaktır. Ama tasarım programı yapmanın da kolay olduğunu söyleyemeyeceğim. Öncelikle konuya iyi hakim olmak gerekiyor. Bunun ötesinde, programın, içeriği ve biçimiyle de özel bir tasarımı olması gerekiyor. Bu da bütçe ve emek işi… Yönemen Rıza Baloğlu’nun “belgesel tadındaki” çekim üslubu programa özel bir çizgi kazandırdı. Hasan Erdem’in özenli çerçeveleri, Ece Sükan’ın sunumu, Müslüm’ün ışık performansı, Serkan’ın özgün müzikleri, 1000 Volt’un 3D animasyonları, Zeynel’in titiz Programınızın sponsoru yok, bu tercih mi? Hayır. Sadece sponsorluk müessesinin de özel bir çalışma gerektirdiğini düşünenlerdenim. Buna galiba ancak zaman bulabileceğiz. Programın bir sponsoru olmasını özellikle Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve hatta yurtdışındaki tasarımcılara ve ürünlerine pozgen@gmail.com Yaşadığınız şehir sizi mutlu ediyor mu? Oturduğunuz evde kendinizi ne kadar iyi hissediyorsunuz? Ya ofisiniz, rahat mı? Okuduğunuz okul sizi mutlu etti mi peki? Gittiğiniz hastane yapısı iyileşmenize yardımcı oldu mu? En son gittiğiniz lokantada huzurlu muydunuz? Bütün bu soruların yanıtı aynı yerde... ulaşabilmek açısından isterim. Sunucunuz biraz şaşırtıcı, neden Ece Sükan? Ülkemizde “sunuculuk” pek meslek olarak görülmüyor. Oysa bu gerçekten de üzerinde durulması gereken bir konu. Sunduğu programla ilgili, üzerinde çalışan; diksiyonu ve fiziği güzel, izleyiciyle bir elektrik yakalayabilen kişilerin yapması gereken bir meslek. Ayrıca çekim tekniklerini bilmesi, setin koşullarına dayanıklı olması da önemli. Hangi konuda program yaparsanız yapın, profesyonel bir sunucuya ihtiyacı vardır. Bazen bazı meslekler içinden bu tür insanlar çıkabilir ama bunlar az bulunur şanslardır. Biz Ece’yi seçerken mankenliğini ve moda ile olan ilişkisini düşünmedik. Bir tasarım programı yapıyorduk ve izleyici ile doğru kontak kurabilecek, programın yüzü olarak izleyiciyi ekrandan yakalayabilecek; yazılan metinleri doğru vurgularla okuyacak bir “sunucu” arayışı içindeydik. Onun çalışma disiplini; programla ilgili sunduğu her şeyi araştıran sorgulayan kimliği, iyi ezberi ve diksiyonu bizim için öne çıkan özellikleri oldu. Kuşkusuz güzel fiziği ve de moda ile olan ilgisiyle kostüm seçimlerini de kendisinin yapması programa artı katkı sağladı. Programın geleceğine dair planlardan bahseder misiniz? Gelecekte programı İstanbul sınırlarının dışına çıkarmak istiyoruz. İçerik için de özellikle endüstriyel tasarım ve mimari tasarım alanlarında daha geniş parantezler açabileceğimiz özel bölümler yaratmayı planlıyoruz. Ayrıca, programın biçimsel olarak da zenginleştirilmesi konusunda sürpriz düşüncelerimiz var. 01 Bi’Dünya Tasarım programının sunuculuğunu Ece Sükan yapıyor. 02 Yapımcı Sevinç Baloğlu. Mimarlık tüm yaşam alanlarınızda, kalbinize dokunan, iyi hissetmenizi sağlayan temel öğelerin yer almasına sebep kavramdır. MÖ 1. yy.'da yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius’un "De Architectura" adlı kitabında iyi mimarlık için gerekli olan temel etmenlerin “kullanışlılık, sağlamlık ve güzellik” olduğunu dile getirmesi, yüzyıllar öncesinden bugüne toplumun mekansal alanlarında bu üç kavramın muhakkak olmasının işaretidir. Umudun, hüznün, sevincin evsahipleri binalar, 22 Ağustos’tan itibaren her Cumartesi 10:30’da NTV’de “Yaşasın Mimari” belgeselinde hayat buluyor. MUTLU EDER Mİ? İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin yürüttüğü, Avrupa Birliği tarafından desteklenen FOLIA “Fragments of Living in Architecture” projesi kapsamındaki “Yaşasın Mimari” adlı 13 bölümlük mimarlık belgeseli Ağustos’tan itibaren NTV’de yayınlanmaya başladı. Projenin Yöneticisi ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD)’nin Başkan Yardımcısı Oğuz Öztuzcu’ya projenin detaylarını sorduk. “Dünyanın en eski mesleği” olarak tanımlanan mimarlığın, ülkemizde yeterince tanınmadığı maalesef bir gerçek. Mimarinin toplum ve bireyler üzerindeki yaşam biçimini tayin edici etkilerinin büyüklüğü düşünüldüğünde toplumda Mimarlık bilincinin yükseltilmesinin önemi ortaya çıkar. Projeye nasıl AB’den destek aldınız? AB projeleri amacına uygun olarak, projedeki bir yan hedef de Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki işbirliği ve karşılıklı tanınmayı artırmaya katkıda bulunmak olmuştur. Bu kapsamda Alman Mimarlar Birliği ve Fransa Mimarlar Birliği’yle işbirliğimiz gerçekleşmiştir. Mimarlık Hayattır, Mimar ve İşvereni, Dünyaya Yerleşmek, Dünyada Yer Edinmek, Yerellik Yenilik Yersizlik, Bir Kentte Dolaşmak, Kentin İzi-Mimarisi, Mimarlık Zamanın Barometresi, Mimarlıkta SahtelikSahicilik, Mimarlık Kültürel Yatırım, Dönüşüm: Canlanma- Başkalaşma, Yeşil Hayat Mimarisi, Gelecek ve Mimarlık bölüm başlıklarından oluşan belgeselin her bölümünün bir mimar danışmanı bulunuyor. FOLIA projesi kapsamındaki bu çalışmayı, Çanakkale Seramik & Kalebodur ve Efektif Gayrimenkul destekliyor. Sizce mimarlık gündemi için önemi, ortaya çıkışında ana hedefi neydi? Belgesel dizisini iki konferansla destekleme sebebinizi öğrenebilir miyiz? Ülkemizde bu amaca yönelik faaliyetler yok denecek kadar azdır. Televizyon tarihimizde konuyla ilgili yayınlar birkaç taneyi aşmaz. İşte biz bu diziyle; bu hedefe yönelik bir çalışma yaptık. Dizide herkesin anlayabileceği bir dil kullandık. Mimarlık kavramlarını olabildiğince anlaşılır bir biçimde aktarmaya ve yaşamımızı etkileyen insan yapısı çevremizdeki iyi ve kötü örneklere, nedenleriyle birlikte, dikkat çekmeye çalıştık. 13 hafta boyunca her Cumartesi günü, aynı saatte yayınlanacak belgesel, seyirciyi mimarlık konusunda aydınlatmayı amaçlıyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Bodrum, Antalya ve Kapadokya’nın yanısıra Roma, Madrid, Barselona, Berlin, Hamburg, Rotterdam ve Amsterdam’da yapılan çekimlerde, Türk ve Avrupalı mimarlar, kent tasarımcıları ve kent yöneticileriyle röportajlar yapıldı. Belgesel, her gün içinde yasadığımız evlere, ofislere, girip çıktığımız lokantalara, alışveriş merkezlerine, mimarlıkla ilgilenen herkesin yanısıra, yasadığı yerlere, şehirlere, bu kez mimarların gözünden bakıyor. Mimarlığın hayatımızdaki önemini vurguluyor. 'Yaşasın Mimari' belgeselinin NTV'de gösterilen bölümlerine ve çekim fotoğraflarına www.folia.org.tr sitesinden ulaşılabilecek. 13 bölümlük belgesel, NTV'de yayınlandıktan sonra Türkiye genelindeki tüm mimarlık fakültelerine, üniversitelere, yerel yönetimlere ulaştırılacak. 01 MİMARLIK Bursa ve Kapadokya’da, yurtdışında ise Berlin, Hamburg, Roma, Barcelona, Madrid, Amsterdam ve Rotterdam’da gerçekleştirilen çekimlerde ayrıca, konuların uzmanlarıyla röportajlar da tamamlandı. 22 Ağustos’ta ilk bölüm yayına girdi. Diğer bölümler 12 hafta boyunca cumartesi günleri saat 10.30 da yayınlanacak. İstanbul’daki toplantıda uluslararası üne sahip konferansçı Alman mimar kendi uygulamalarına referansla güncel AB ülkeleri mimarisini anlatmış diğer taraftan Paris’teki toplantıda yine uluslararası üne sahip 2 mimarımız Türkiye’deki uygulamaları anlatmışlardır. 01 Projeyi genel hatları ile anlatmanız mümkün mü? Derneğimiz İSMD (İstanbul Serbest Mimarlar Derneği)’nin yürüttüğü Avrupa Birliği tarafından desteklenen FOLİA projemiz “Yaşasın Mimari” adlı 13 bölümlük bir TV belgeseli ile 2 konferanstan oluşuyor. 02 Bir danışmanlık şirketinin derneğimizin böyle bir proje için fon almaya layık görülebileceğine bizi ikna etmesi üzerine bu proje için 2007’de başvuruda bulunduk. 2008 de kabul edildik. Aynı danışmanlık şirketi ile işbirliği içinde bu günlere geldik. Konferanslardan ilki 15 Mayıs 2009’da Fransız Mimarlar Birliği bünyesinde Paris’te, diğeri ise 3 Haziran 2009’da İstanbul’da gerçekleşti. Son olarak... Mimarinin tanıtılmasına yapılan katkının toplumun mutluluğuna yapılan katkı olduğuna inanmış İSMD olarak bu belgeseli gerçekleştirmekten dolayı kıvançlıyız. Yapımcı ve yayıncı kuruluş olarak ihale sonucu ulusal bir kanal olan NTV seçildi. Yurtiçinde İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum, 02 Projenin Yöneticisi ve İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD)’nin Başkan Yardımcısı Oğuz Öztuzcu 12 30/08/2009 13 Melis Pekand NURTOPU GİBİ İSTANBUL MODA GÜNLERİ mpekand@yahoo.com Modanın moda olduğu şu yıllarda, normal yoldan gebe kalamadığımız moda haftaları için 24 sene bekledik. Sonunda laboratuv ar koşullarında tüp yöntemiyle İstabul Fashion Lab ve mikroenjeksiyon katkılı İTKİB ile Moda Tasarımcılar Derneği, bizi mutlu sona kavuşturdular. Artık nurtopu gibi İstanbul Moda Günleri’miz var. İstanbul’dan moda haftası çıkar mı çıkmaz mı, kaygısını bir tarafa koyarsak, İstanbul Fashion Days organizasyonunun modayla yoğrulmamış kültürden oluşan bir milleti ne denli biraraya getirdiğine odaklanabiliriz. Egosu bu kadar yüksek bir sektörün iğne ipliği bırakıp tek çatı altında birleşmesi, çok bilinmezli denklemde, her bileşenin payına düşeni bir şekilde yapıp birleşmesi, “olmak ya da olmamak işte asıl mesele bu” dedirtti. Bu aralar medyayı ve seyyahları en heyecanlandıran şehr-i İstanbul, bir de moda organizasyonuyla sınandı. Yurtdışı moda basını ve alıcılarının da izlediği organizasyonda, Güney Amerika’dan gelen davetliler her şeyden önce “birlikteliği” nasıl kotardığımızı inceledi. Yani bazıları için “örnek olay” niteliği taşıyan moda etkinliğinde yeteneklerini dünyaya tanıtan modacılar elele Taşkışla’dan açıldı. 26-29 Ağustos tarihlerinde gerçekleşen, uluslararası defile takvimlerinin teamülüne uyarak gelecek yılın (2010 İlkbahar/Yaz) anlatıldığı, sürekliliği daim olması gereken etkinlik, Türk moda sektörüne heyecan getirdi. Gün birimiyle tanımlanan moda etkinliğinin önümüzdeki yıllarda ismine “Hafta”yı eklemesi ümidiyle... Özgür Masur Gamze Saraçoğlu Vesaire (vs…) isimli koleksiyonunu karma defilenin içinde sunan Özgür Masur, koleksiyonunu şöyle anlatıyor: “2010 koleksiyonum daha önce gerçekleştirdiğim koleksiyonlarımın içerisinde en farklı olanıdır. Bu farklılıkların kadın bedeninde yine Özgür Masur imzasını da oldukça belirgin hale getireceğine inanıyorum. Dolayısı ile İstanbul Fashion Days gibi titizlikle hazırlanmış ve Türk Modasının ilk defa var olan gücünün yansıtıldığı böyle büyük bir organizasyonda yeni koleksiyonumu ve defilemin heyecanı ve anlamı benim için oldukça özel. Damladan okyanusa akış, Gamze Saraçoğlu’nun koleksiyonunun teması. 60 parçadan oluşan koleksiyonda damlanın geçtiği tüm evreler, ekru, pudra pembesi, krem, su yeşili, turkuaz ve petrol mavisi tonlarında anlatıldı. Teknik açıdan zengin ve ince işçiliği olan bu koleksiyonda akışı doğru anlatabilmek ve yansıtabilmek için, drape teknikleri geliştirilerek, özel punto dikişler ve farklı detaylar kullanıldı. Hem gece hem de gündüz giyilebilecek parçalardan oluşan, doğal kumaşların kullanıldığı koleksiyondaki kumaşların büyük kısmı ipekti. Sahnenin her zaman bir tasarımcı için yaratıcı gücünü yansıtan en gösterişli yol olduğuna inandığımdan dolayı defile için hazırlanan modellerimi, 2010 satış koleksiyonundan ayırarak iki farklı Özgür Masur’u anlatmayı istedim. Satış koleksiyonundaki modellerde, tekrarlardan ibaret bir anlatım ve origamik katlamalar ön planda olduğundan için kadın bedeninde hassasiyeti, gösterişi yansıtan ipek şifonlar, ipek satenler, drapelerle yorumlanmış tüller, organzeler ve şantuk koleksiyonun ana hatlarını oluşturdu.” Bahar Korçan Moda Tasarımcıları derneği başkanı Bahar Korçan’ın konsepti “Kabullen ya da Değiştir”; bireyleri baskı altında bırakan toplumsal ve dinsel tabuları ve bunlardan dolayı üstümüze yüklenenlere değindi. Bireyler bu kısıtlamaları ya olduğu gibi kabul ediyor ya da kısıtlamaların farkına varıp değiştirme yoluna gidiyor. Korçan’ a göre uyanma ve farkındalık vakti geldi. Özellikle kadının toplumsal dayatmalara karşı yaşadığı içsel yolculuğun üstünde durulduğu koleksiyonun bir bölümünde tasarımcının kızı Lâl Korçan’ın çizdiği desenler Anteks Tekstil’in ürettiği kumaşlarla kullandı. Defile için Bahar Korçan tarafından çizilen ayakkabılar İnci Deri tarafından üretildi. Ayrıca Jasabi tarafından uygulanan mücevher koleksiyonu da defilede yer aldı. Hatice Gökçe Mehtap Elaidi Hatice Gökçe, Ressam Taner Ceylan ve Hayko Cepkin’in de katkıda bulunduğu “Öteki” isimli defile, İstanbul Moda Günleri’nin tek erkek koleksiyonuydu. “ÖTEKİ” defilesinde 45 parça vardı. Pamuk, keten ve ipek karışımı kumaşlardan gömlek elbiseler, uzun bodyler, dar pantolonlar ile deri mont ve ceketler tanıtıldı. Beyaz, bej, gri ve mavinin kullanıldığı koleksiyonda pötikare ve optik desenli kumaşlardan oluşan kısa ceket ve deri yelekler göze çarptı. Mehtap Elaidi’nin ilk defilesi olan “Yollar” temalı koleksiyonu, seçtiklerimiz, seçmediklerimiz, üzerinde yürüdüklerimiz, ardımızda bıraktıklarımız, geleceğe ayırdıklarımız ve daha aklımıza gelmeyen tüm yollar düşünülerek tasarlanmış. Canlı ve içiçe geçmiş renkler skalasında Elaidi klasiği olan siyah-beyazlar da kullanılmıştı. Origamik katlamalar ve kuplar, ters hacimler, androjen silüetlerde yakalanan dişilik, koleksiyonun ana hatlarıydı. Tasarımcının kendi kuplarını yaratmak için başvurduğu uzun dikdörtgen parçalar kayde değer deyatlardan biriydi. Deriler ve trikolar da ilk kez Elaidi parçalarında gün yüzü gördü. Özlem Süer Mitolojideki 3 güzel olan Athena , Hera ve Afrodit’e gönderme yaparak güzellik kavramını sorgulayan tasarımcının koleksiyonun ismi “Triology” idi. Asimetrik kesimler, ikinci bir ten gibi duran deriden tasarımlar, soft tonlardaki renk skalasına hareket katan el yapımı aksesuarlarla neo romantik bir şehirli kadın yaratmıştı Özlem Süer. Tünikler, elbiseler, taytlar, şifon ipek ve derilerle karıştırılmıştı. Özlem Süer ayrıca gelecek ay içinde gerçekleşek Paris Moda Haftası’na da katılacak. Hakan Yıldırım Kendi adını taşıyan markası ve Koton için iki defile yapan tasarımcı, moda günlerinin en çalışkan tasarımcısıydı. Özellikle hızlı perakende markası Koton için avangard bakış açısıyla hazırlanan koleksiyon, yıllardan beri özlediğimiz bir birliktelik niteliğindeydi. 40 parçalık koleksiyonun teması yeni lüks’tü. Lüksün tanımının değiştiğini, Koton için yeni lüks anlamına gelen oldukça şık bir koleksiyonla anlattı Yıldırım. Ancak parçalara ulaşmak için gelecek yazı beklemek gerekecek. Simay Bülbül Deniz Mercan Deniz Mercan, küçükken yaptığı kağıt bebeklerin giysilerinden ve kızı Sofia’nın çocukluğunda oynadığı oyuncaklardan ilham alarak “Sofia’nın bebekleri” adlı plaj kıyafetleri mayo koleksiyonunu sundu. Mercan, koleksiyonu şöyle anlattı: “24 Nisan sabahı, yeni koleksiyonumu kızıma hediye olarak vermek fikri ile uyandım. Ta ki internette 23 Nisan çocuk kutlamalarında eskilikten yırtılmış, sarı, plastik çizmeli minik bir kızın dans eden fotoğrafını görünceye kadar… Bir yumruk sıkıştı göğsüme. Ülkeme karşı sorumluluğum ve borcumu ödeyebilmenin kendimce bir yolunu bulmaya itti beni. Bizler; şanslı çocukları olan bütün anneler, ülkemizin bilgiden yoksun minik kızları için büyük bir güç olabiliriz. Bu yüzden koleksiyondan elde edilecek gelirin bir bölümünü bağışlayarak küçük kızların eğitimine destek vermeyi amaçlıyorum. Bu koleksiyon için harcadığım tüm enerjiyi, güzel duyguları kızım Sofia’ya ve ülkemin erkenden büyümek zorunda kalmış, hiç oyuncak bebekleri olmamış, minik kız çocuklarına ithaf ediyorum.” Türk derisini farklı kumaşlar ile birlikte kullanarak gelinlikten, gece elbisesine kadar değişik tasarımlarla modaya yeni bir yorum getiren Simay Bülbül, DTG (Deri Tanıtım Grubu) işbirliği ile İstanbul Moda Günleri’nde 10 parçalık koleksiyonunu karma defile içinde tanıttı. Simay Bülbül koleksiyonunu şöyle tanımladı: “Türk derisini tasarım ile buluşturduğumuz bu koleksiyon ile amacım farklı platformlarda deri modasının iç sesini kendi yorumumla dışa vurabilmek. Bu koleksiyonumda bir kadının masalındaki arayışı ve uyanışını anlatıyorum. Kahramanı olduğumuz hayat masalımızda aslında yaşamımız bir makaraya sarılmış ip ile anlatılıyor. Her an kopabilir, yol alabilir, her yere gidebilir ve düğüm olabilir.” 14 30/08/2009 15 Gökçe Dervişoğlu GELECEĞİ gokced@bilgi.edu.tr 01 Avşar Gürpınar avsargu@gmail.com BİRLİKTEN TASARIM DOĞAR MI? Kitlesel inovasyon yöntemi “crowdsourcing”, söz kosunu tasarım olduğunda süreci herkese açık hale getirmeyi tarif ediyor. İnternet yoluyla paylaşılan fikirlerin, ürüne dönüşme macerasını yönetmek bir hayli çaba gerektiriyor elbet. Ürün tasarımında kullanıcının ne kadar önemli olduğu artık su götürmez bir gerçek. Özellikle son 30 sene içinde bu önem sürekli olarak artmaya da devam etti. Bu durumun farkında olan firmalar ise ürün tasarımı süreçlerinin belli noktalarında sıklıkla kullanıcıların fikirlerine zaten başvuruyordu. Kullanıcı odaklı tasarım süreçleri, dışarıdan çalıştırılan tasarımcılar ile de birleştirilince ortaya bir anda bir çok insanın dahil olduğu bir durum çıkmaktaydı. Peki böyle bir durumda sürece katılan kişi sayısını arttırır ve hatta geniş kitleleri tasarım ve yaratıcılık sorunlarının çözümünde kullanırsak ne olur? İşte buna “crowdsourcing” adı veriliyor. Bir tür dış kaynak kullanımı olan “crowdsourcing”in bize daha tanıdık olan “outsourcing”den farkı, ikinci durumda bir firmada yapılacak bir iş, o alanda profesyonel başka bir şirkete yaptırılırken, ilk durumda böyle bir gereklilik olmaması. Bu yöntemde amaç bir tasarım sürecini ya yapmak ve ardından bunu firmaya yollayarak içerisinde o tasarım için gereken parçaların olduğu bir set almak mümkün. da sorunu o konu ile ilgisi olan olmayan herkese açarak yaratıcı fikirlere ya da çözümlere ulaşmak. Büyük kitleleri bir araya getirmek için en uygun ortam tabi ki internet. Bu sebeple crowdsourcing örneklerinin büyük bir bölümünü internet siteleri oluşturuyor. İçeriğini kullanıcıların oluşturduğu “Wikipedia” ve “Ekşi Sözlük” siteleri bunun uzun süredir devam eden başarılı örneklerinden. İşin tasarım tarafına geçtiğimizde ise kullanıcıların da maddi kazanç sağlayabildikleri oluşumları görüyoruz. Fotoğraf, çizim, video ve ses dosyalarının yüklendiği ve satışından kullanıcının da para kazandığı “iStockphoto” ya da kişisel tasarımların farklı ürünler üzerine basıldığı “Threadless” ve “Zazzle” gibi projeler de oldukça popüler hale gelen crowdsourcing örneklerinden. “Name This”'te ise çeşitli ürünler için yaratıcı isimler bularak maddi gelir elde edilebiliyor. Bunların dışında Lego internet sitesi üzerinden indirdiğiniz bir programla istediğiniz Lego tasarımını Crowdsourcing'in ürün tasarımındaki en başarılı uygulamalarından biri ise “Quirky”. Burada, bir sorunun çözümü için geniş bir kitleye açık çağrıda bulunan firma da ortadan kaldırılarak, fikir, tasarım, üretim ve satış süreçlerinin hepsi bir internet sitesi üzerinde birleştirilmiş. İlk aşamada kullanıcılar hayata geçirmek istedikleri ürünlerle ilgili fikirlerini yazılar ve görseller yolu ile diğer kullanıcıların beğenisine sunuyor. Oylama sonucunda seçilen ürünün tasarım süreci başlıyor. İlk önce ürüne bir isim bulunuyor, ardından ürün araştırması yoluyla ürünün tam olarak ne gibi özelliklere sahip olacağı belirleniyor. Bu aşamadan sonra ürünün şekline, boyutuna, renklerine, hatta logosuna ve ambalajına da tamamen kullanıcılar tarafından tasarlanan ve oylanan seçeneklere bakılarak karar veriliyor. Tasarım aşaması tamamen bittiğinde, ürünü anlatacak vurucu bir cümle ile ürün tasarım süreci sonlandırılıyor ve ön satış süreci başlıyor. Üretim maliyetleri açısından uygun bir sayıya ulaşılana kadar ürün internet sitesinde ön satışa sunuluyor. Bu sınır aşıldığında ise üretime geçiliyor. Kardan kimin ne kadar pay alacağı ise az önce bahsedilen bütün süreçler sırasında yapılan teklif, yorum ve oylamalar hesaplanarak bulunan bir yüzde üzerinden belirleniyor. Eğer bir kişinin üründe yüzde kırklık bir etkisi olmuşsa, o ürünün satışından elde edilen her bir dolarlık karın kırk sentini alıyor. Böylece bir anlamda birlikten tasarım doğmuş oluyor. Geleneksel tasarım süreçleri ile karşılaştırıldığında yönetimi zor olsa ve sonuçlar her zaman istendiği gibi olmasa da crowdsourcing gibi kitlesel innovasyon yöntemleri ileride daha da popüler hale gelecek gibi görünüyor. Çünkü bu yöntemler maddi getirilerinin yanı sıra insanlarda fikirlerine saygı duyulduğu ve yaptıkları işlerin izlendiği fikrini doğuruyor. Bu bağlamda crowdsourcing'in tek başına olmasa da diğer tasarım yöntemleri ile birlikte sıkça kullanılacağı sonucunu çıkartabiliriz. 01 Tasarımda crowdsourcing uygulamalarından... Sitede ürünün özelliklerine oylarla karar veriliyor. TASARLAYABİLİR MİSİN, ABİDİN? Geleceğin meslekleri arasında "profesyonel velilik", "mahremiyet koruculuğu" sıralanıyor. Armani'nin bebek tasarlayacağı günler, holografik depolama teknolojileri konuşuluyor. Fresco Türkiye’yi ziyaret ediyor, Türk öğrenciler Matali Crasset'le Pompidue’da 2050’yi kurguluyor. Görünen o ki, gelecek buralara da geliyor! Yönetim kavramının geçtiği her alanda en önemli unsur belirsiz olan geleceği şekillendirmeye çalışmaktır. Strateji olarak telaffuz ettiğimiz yol; o yoldaki taş toprak, hangi donanımla o yola çıktığımız, yorgun olup olmadığımız hatta sabah kahvaltısında yenilen bal bile bu yolculuğu biçimlendirecek faktörlerdir. Ama hem yolculuk sürecini hem de yolun sonunu kestirmek her zaman çok kolay değil. İnsanoğlunun geleceğe merakı her zaman onu bir şekilde gelecekle ilgili ipuçları toplamaya yönlendirmiş, yani günümüzde baktığımızda kehanetler, fallarla şekillenen mistik tarafın yanında bu merak kendini çeşitli yöntemlerle ortaya koyan bilimsel örnekler de vermiş. Bu örneklerin başında genelde ekonomik kriz sonrası yaşanan öğrenme süreçlerinden birinin ürünü senaryolar geliyor. Gelecek senoryaları özel sektörde stratejik planlamada önemli bir araç olarak kullanılıyor ama bu aracın kullanılması ve çoğu şirketin literatürüne girmesi “nasihat- müsibet” bağlantısıyla ancak 1974 Petrol krizi sonrası gerçekleşiyor. İlk uygulayıcılardan biri de enerji devi Shell.. Tabii gelecekle ilgili ipuçlarını toplamak disiplinlerarası bir iş olduğu ve bir ekip tarafından takip edilmesi daha anlamlı olacağı için bu ekiplerin içinde tıp hekiminden antropoloğa, gen mühendisinden nano teknoloji uzmanına, performans sanatçısına kadar geniş seçkide kişiler yer alıyor. Şimdi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen tüm bu çabalara baktığımız zaman makro senaryolardan günümüzdeki trend araştırmalarına kadar geniş bir alanın ve çabanın bu alana kanalize olduğunu görüyoruz. Asıl önemli olan zaman geçtikçe artan belirsizlik ortamında ve zaman geçtikçe azalan öngörülebilen verilerin kesiştiği alanda senaryoları ayağı yere basan ve güncelliğini yitirmecek şekilde oluşturmakta yatıyor. 01 Dünyada özellikle 70’lerin ortalarından itibaren gelişen bu alanda son yıllarda 01 Türkiye’de de girişimlere rastlanmakta. Özel sektörde son 10 yılda bu alanda alınan ulusal ve uluslararası danışmanlık hizmetlerinin yanında daha geniş kitlelere ulaşan çalışmaların da hayatımıza girdiğini gözlemliyoruz. Mayıs sonunda “Future Talks” oturumlarını başlatan Tüm Fütüristler Derneği Kasım 2008’de de ünlü fütürist Jacque Fresco’yu Türk izleyicisiyle buluşturdu. Fresco’yu zaten 21. yüzyılın Leonardo’su yapan özellikleri; endüstri mühendisi, mimari tasarımcı, toplum bilimci ve disiplinlararası yaklaşıma yakınlığından kaynaklanıyor. Diğer yandan “Future Talks” ‘un iş dünyasından konukları hem gelecek, hem teknoloji hem de fırsatlardan gelişecek girişimcilik özellikleri ve alanları konusunda görüş aktardılar. Bu noktada tabii ki içerik ve tasarım ön plana çıkan öğeler. Tasarımın bir alan değil bakış açısı olduğunu vurgulayan uzmanlıklar, tasarımı hayatımızın her alanına taşıyacak. Hatta genetik ve bebek tasarımcısı gibi kavramların ortaya çıktığı, yeni alanların oluştuğu ortamda sorgulama ve etik birçok tartışmaya yön verecek. Etik tanım itibariyle gri bir alan olduğu için yapılan işe, yansımalarına, geleceğe taşıyacağı değerlerin netleşmesi ve paylaşılması gerekiyor. Tasarım Gazetesi’nin daha önceki sayılarında haber olarak okuduğunuz İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin Paris Pompidue Sanat ve Kültür Merkezi’nde tasarımcı Matali Crasset önderliğinde katıldıkları “2050 Gelecek Senaryoları” çalışması da bu alanda değişik kültürlerden katılımcıların gelecekle ilgili önceliklerini belirleyen bir çabaydı. İngiltere veya Fransa’dan bir üniversite öğrencisinin 2050 ile ilgili önceliği ekolojik veya kaynaklarla ilgili iken Türk öğrenciler konu olarak “mobilite” ve vizesiz seyahat gibi önerilerini paylaşıyorlar. Bunları yaparken de etik ve kültürel öncelikler yanımızda yüreyecek. Kulak ardı ettiğimiz gerçekleri kabul eder ve değiştirmeye çalışırsak kültürel kodlarımızda yatan “kaderciliği” kırmamız ve bugünü yalnız eleştirerek değil aynı zamanda değiştirerek devam etmemiz gerektiğini tekrar hatırlayacağız. 01 Jacque Fresco’nun gelecek projeleri. 16 30/08/2009 Banu Binat Meltem Cansever SUÇ VE PEK YARATICI CEZA 1980’li yıllardan bu yana hapishaneler hep gündemimizde. Cezaevi nasıl tasarlanmalı? Çözüm daha da sıkı gözetim mi, yoksa Leoben Cezaevi gibi “şık” bir cezaevi mi? Eğitim ve sporu öne alan farklı modeller mi ? San Fransisco'lu bir grup mimar gibi hapishane tasarımını tümüyle boykot etme seçeneği de yok değil. “Betonlaşma” kavramı çarpık kentleşmenin tüm suçunu betona yüklüyor. Bu yüzden binaların taşıyıcı sistemleri dışında betonu kullanmak, onu bir tasarım girdisi olarak değerlendirmek ülkemizde maalesef hala yaygınlaşamadı. Toplumda beton “soğuk”, “ağır”, “kaba” olarak algılanan bir malzeme. Bu algıyı yıkmak ve genç mimar adaylarını betonun özellikleriyle tanıştırmak için her yıl düzenlenen Betonart Yazokulu bu yıl “Betonu Biçimlendirmek” teması ile yürütüldü. Küratörlüğünü Deniz Güner’in yaptığı 2009 Betonart Yaz Okulu’nda betonun farklı kullanımları ve biçimlendirme yöntemleri araştırıldı ve malzeme bilinmeyen özellikleriyle yeniden yorumlandı. Yazokulu boyunca pek çok deneysel çalışma aynı anda yürütülürken, elastiklik, şeffaflık, hafiflik gibi kavramlarla alışılagelmiş uygulamaların dışına çıkıldı. Moderatörlüğünü Banu Binat’ın üstlendiği Fulya Selçuk, Müge Öztürk, Didem Kıncı, İlker Yıldız, Ali Uysal’dan oluşan grup “beton ve hareket” kavramına odaklandı ve betonun kütlesel etkisinin aksine, hareketli ve hafif ürünler tasarlamaya karar verdi. 01 Çağdaş toplumda cezaevinin amacı, suçluların yaşama kazandırılmak üzere insanca koşullarda barındırılması ve dışarıya çıktıklarında suçtan uzak kalmaları. Oysa istatistikler, cezasını çeken mahkûmlarda suç tekrarının çok yüksek olduğunu ve tecridin ruh sağlığı üzerinde onulmaz yaralar açtığını gösteriyorlar. Cezaevlerinin örgütlenmesi doğrudan mimari tasarıma bağlı olduğu için sorun mimarlık dünyasının da sıcak gündeminde. Cezaevi tasarımında başından bu yana farklı modeller denenmiş. 18. yüzyıl sonundaki Radyal Tasarım merkez ve onu izleyen kollardan oluşuyordu. Bunun alt tipi olan Pennsylvania siteminde yönetim binası merkezde, New York’taki Auburn sisteminde 02 ise dışarıda yer alıyordu. Pennsylvania’da mahkûmlara tek hücreli, sessiz bir ortam sağlanırken Auburn sisteminde bir arada çalışma, ama yine sessiz kalma öngörülüyordu. 18. yüzyılda Jeremy Bentham tarafından ortaya atılan ve 20. yüzyıl sonunda Michel Foucault tarafından kıyasıya eleştirilen Panopticon, merkezdeki bir gözetleme kulesinden çevreye dizilen bütün hücrelerin gözetlenebildiği dairesel bir binaya dayanıyordu. Kule karanlıkta kalırken hücrelerin aydınlatılmış olması, mahkûmların sürekli gözetim altındaymış gibi davranmalarını sağlamayı amaçlıyordu. Bu fikre uygun olarak yapılan Kuzey Londra Pentonville hala cezaevi olarak hizmet vermeyi sürdürüyor. Philadelphia'daki Eastern State Penitentiary ise müze olarak kullanılıyor. 1870’lerde hücrelerin büyük bir koridora baktığı Büyük Ev tasarımı gündeme geldi. 1890’da, girişimci Colonel Taggert'in satın alarak cezaevi kamplarına dönüştürdüğü Avlulu Tasarım’da mahkûmlar dış mekânda yol işçisi olarak çalışıyor ve egzersiz yapıyorlardı. 1945’lerin Kampus Tasarımı’nda, büyük bir eğitim merkezi öngörülmüş ve etraf duvarlarla değil, tellerle sınırlandırılmıştı. 1950’lerde ABD’de savunulan ve Fransa'daki Fresnes Prison ve New York'taki Riker's Island cezaevlerinde uygulanan Telefon Direği tipi cezaevleri uzun bir koridor etrafına dizilen yaşama ve çalışma birimlerinden oluşuyor. 1980’lerin Gökdelen veya Metro cezaevleri 03 ABD’de birçok şehirde uygulanmış. Çalışma odaları yüksek bir binanın katlarında yer alırken çatı egzersiz alanı olarak ayrılıyor. 1990’ların yeni nesil Modular (veya Podular) cezaevleri açık bir faaliyet alanı etrafında yarıçap boyunca sıralanan hücreler bulunuyor ve merkezdeki gözetleme noktasında son derece net görüşe sahip pod’lar kullanılıyor. Her köşede video kameralar, cam tavan ve kapılar yer alıyor. Mahkûmların bireyselliklerini tümüyle yok eden bu sistem, fiziksel işkence yerine ruhsal işkenceyi -hem de yasal olarak- getiriyor. APDSR İnisiyatifi 2005’te, Avusturya’nın Leobon kentinde inşa edilen cezaevi ise beş yıldızlı otel standartlarında. 46 milyar dolara mal olduğu belirtilen yapının bir duvarında, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi –Türkiye taraf değil, ama taraf olan ABD’de de cezaevlerinin koşulları hiç de parlak değil- İnsan Hakları Bildirgesi’nin “Özgürlüklerinden yoksun bırakılan herkes insani bir biçimde ve insanın doğasında var olan onura uygun olarak insani muamele görmeli” ibaresi yazılı. Hapishanenin mimarı Josef Hohensinn bu tasarımın suç oranlarının azalmasına yardım edip etmeyeceği konusunun ikinci planda olduğunu, aslolanın insana yakışır koşullar yaratmak olduğunu belirtiyor. Önerilen model ne olursa olsun, hapishaneler ne suçlulara tam anlamıyla insanca bir yaşam sağlayabildi ne de tekrar suç işlenmesinin önüne geçebildi. San Fransisco’lu bir grup mimarın 1981’de kurduğu APDSR (Architects / Designers / Planners for Social Responsibility – Sosyal Sorumluluk için Mimar / Tasarımcı / Planlamacı) adlı inisiyatif, 2004 yılından bu yana açık olan imza kampanyasıyla sosyal sorumluluk sahibi tasarımcıları hapishane tasarımını boykota çağırıyor. Günümüzde 500’ü aşkın mimarın imzaladığı bildiri, mimarların korku, ırkçılık ve yoksulluk sömürüsü üzerine kurulduğunu iddia ettiği Panopticon modeline isyanını dile getiriyor. Türkiye’nin mimarları, ellerini taşın altına koyup ülkenin utancı cezaevlerinin nasıl daha insanca tasarlanabileceği konusundaki fikirlerini dile getirmeli. Adil bir topluma günümüz Türkiye’sinin hapishane koşulları varken ulaşmak mümkün değil. 01-02-03 Sırasıyla Eastern State, Leoben ve Fresnes Hapisaneleri YOKSA BETON BİR GİYSİ Mİ? banubinat@tagplatform.org meltemcansever@gmail.com Cezaevi tümüyle modern bir kurum ve Protestan ahlakıyla yakın bağlantıları var. Suçluların bir yere kapatılarak tecrit edilmesiyle, manastırlardaki keşişler gibi tefekküre dalacakları, "tövbe" ederek suçtan vazgeçecekleri varsayılıyordu. İlk hapishaneler 16. yüzyılda Hollanda'da açılmışsa da bu kurumun günümüzdeki yapısına kavuşarak yaygınlaşması ve mahkûmların -çalışırlarken bile- birbirinden ayrı tutulması 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleştirilecektir. 20. yüzyıl başında, hücre cezası artık yalnızca bir disiplin yöntemi olarak kullanılıyordu. Türkiye'de ise tek kişilik odalardaki mahkûmların tecridine dayanan F tipi cezaevi modeli 2000'li yılların başından itibaren, ilk kez olarak uygulamaya koyuldu. 17 Temmuz ayında düzenlenen yaz okulunda gençler klasik kalıp tekniklerinin ve biçimlendirme yöntemlerinin dışına çıktılar. Malzemeyi deneyimleyerek tanıyan katılımcılar, betonun moda tasarımında da kullanılabileceğini gösterdiler. Betona hareket vermek nasıl mümkün olur? “Hareketi biçimlendirmek ya da kalıbı harekete göre şekillendirmek” mi? “Betonda harekete imkan sağlayan boşluklar yaratmak” mı? Tüm bunları sorgulamak ilk iki günün tamamını aldı. Ama süreç içinde dünyada yapılan yüzlerce ilginç örnek incelendi. Tasarımlar önce maketler üzerinde çalışıldı, bu noktada farklı kalıp teknikleri denendi, hatta pek çok deneme olumsuz sonuçlandı. Karşılaşılan tüm olumsuzluklar genç mimar adayları üzerinde malzemeye daha yakın olmalarını, bu hatalardan doğru sonuçlara varmalarını sağladı. Denenmemişi denemek ve malzemeyi tanıyarak imkanları zorlamak hırsı, ikinci günden sonra tüm grupta hissedilir bir etki bıraktı, amaç beton ile şaşırtmaktı. İçinde suyun hareketine imkan sağlayan bir beton blok uygulamasınadan sonra, betonun 5.duyumuza yani duymaya nasıl etki edeceğini sorgulandı. Grup betonu tanıdıkça, malzemenin sınırlarını keşfetmeye başladıkça, amaçladıkları gibi şaşırtıcı tasarımlar da ortaya çıktı. Boş Pringels kutularına doldurulan birbirine çarparak ses çıkartacak çaşitli malzemelerin bulunmasından sonra, alüminyum boruların kalıp olarak kulanıldığı, Pringles kutularının ise donatı görevini üstlendiği beş silindir yapıldı. Her silindirde farklı renk denemeleri ile betonun renklendirilmesi üzerine de çalışmış oldu. Böylece her biri farklı renkte ve farklı ses çıkartan elinize alıp sallayacağınız kadar hafif müzik aletleri oldu. Beton içinde yaşamsal alanlar yaratmak ve betonun sesini dinlemek... Buradan sonra grup malzeme ile o kadar yakın oldu ki artık tasarım yapmaktan korkmamaya, klasik kalıpların dışına çıkmaya karar verdi. İlk günlerde sorgulanan beton ve hareket paradoksunu nasıl bir ürüne çevireceklerini tasarlamaya başladılar. Hareketli bir varlık olan insan için hafif esnek bir malzemeye dönüştürülmüş betonla üretilmiş giysi fikri çalışmanın devamında odaklanılan konuyu oluşturdu. 01 Beton ile insanın vücundadaki harekete imkan sağlayacak ve vücudu saran bir şalın, kumaş olarak vücutta duruş şeklini kalıplayarak bir giysi üretmek mümkündü. Bu deneysel çalışmanın düşünme ve tasarım evresi bile projede çalışan beş mimar adayının betonla tasarım yaparken malzemenin sınırlarını ve performansını görmelerini sağladı. Yumuşak bir malzeme olan tekstili betonla birleştirmek, istenilen hareketin elde edilmesinde bir alternatif olarak düşünüldü. Tekstilin stabilitesinin artırılması için hem taşıyıcı sistem, hem donatı hem de tekstile formunu veren malzeme olarak, tekstilin içinden tel geçirilidi. Böylece malzemenin esnekliği kolay form verme avantajı sağlamış oldu. Vurgulanmak istenen “hareketi yaratma” potansiyeli artırıldı. Alışılmışın dışında bir yöntemle biçimlendirilen beton, alışılmışın dışında bir alanda kullanılabilir bir hal aldı. Bu amaç doğrultusunda, kumaşın hafifliği ve bedeni sararken oluşturduğu kıvrımlar referans alınarak "giyilebilir beton" tasarlanmaya başlandı. Tasarım sırasında dikkat edilecek iki önemli nokta vardı, birincisi bu şalın giyilebilecek kadar hafif ve harekete imkan verecek kadar esnek olması, ikincisi ise zamanla çatlamaması için hem donatısının olması hem de beton karışımının doğru bir oranla elde edilmesi gerçeği. Kumaşın vücutta durması istenilen biçim yaratılarak donduruldu. Mankenin omuzlarını sararken, kıvrımları ve dökümüyle biçim alan kumaşın üzeri agregası az ve ince kullanılmış oldukça akışkan hale getirilmiş beton ile kaplandı. Burada tellerle sekillendirilmiş kumaşın kendisi aynı zamanda kalıp görevini de üstlendi. Tüm kıvrımlar sünger yardımıyla betonla sıvandı. İki gün içinde kuruyan "beton şal" hafifliği sayesinde rahatlıkla taşınabildiği gibi, estetik duruşuyla ilgi çekti. Yaz okulu sonunda proje sunumlarına şalı giyerek katılan öğrenciler tasarımın her alanında betonun kullanılabileceği mesajını da vermiş oldular. 01 2009 Betonart Yaz Okulu’nda yapılan çalışmalardan. 18 30/08/2009 Filiz Yılmaz Kaşgör Sibel Baştimur filizy@bilgi.edu.tr sibelbastimur@tasarimgroup.com GÜZELLİĞİN BEŞ PARA ETMEZ, TASARIMCIDA ŞEVK OLMASA Platon’dan Umberto Eco’ya kadar birçok düşünürün üzerine yazdığı, tartıştığı güzellik ve estetik kavramlarının tasarımla ilişkisi, Pisagorcu anlayışın kabul ettiği matematik ve güzellik arasındaki bağ, insan vücudunda var olan, Da Vinci’nin kusursuz Rönesans adamı, Antik Yunan Mimarisi’nin formülü ve I-Pod tasarımında faydalanılan Altın Oran kavramına, hatta Firavun mezarlarından çıkartılan kozmetik ürünlerine, maden devrinde icat edilen aynalara kadar götürülebilir. Günümüz kozmetik sektöründe tasarımın varlığını vurgulamak, belki de bu uzun soluklu ilişkinin siluetidir. YAPAY OLMAK EN “DOĞAL” HAK MI? Estetik ve güzellik kavramlarının, tasarımla ilişkisi nedir? Kozmetik firmasının, tasarım fuarında yer alması garip midir? Octave Series ‘Güzelliğin içinde tasarım, tasarımın içinde güzellik vardır’ dersek pek yanlış olmaz. İtalyan kozmetiğinde lider bir isim Deborah Milano markasının tasarıma dair atılımları bu ilişkiye örnek olabilecek nitelikte. Mimar ve tasarımcı Mario Trimarchi ve Frida Doveil tarafından yönetilen mimarlar, grafik sanatçıları ve tasarımcılardan oluşan Fragile stüdyosu, 2002 yılında Deborah Milano’nun tasarımla tanışmasını sağlar. Marka imajını düzenlemek ile yola koyulan Trimarchi, yeni grafik tasarımıyla ürünlerin görsel etkisini değiştirir, sonra ürün üzerinde araştırma projesi sürdürülür. Koordine edilmiş imaja bağdaştırarak, geniş bir kitleyle iletişim kurabilecek belirgin bir tasarım fikri geliştirilir. Ürünler detayları içinde “tam ve tanınabilir” olmak amacıyla tasarlanır. Deborah Milano için tasarım, kozmetik alanında markanın araştırma ve yenilikçi içeriğini ifade etme biçimidir. Firma yılda dört tasarım ürününü, en son moda trendlerine göre uyarlanan kozmetik renklerini ve yenilikçi ürünlerini piyasaya sunar. Bu tasarım sürecinin bir parçası olarak makyaj için ufak tasarım nesnelerinin sergisi Anemoni böylece Milano Tasarım Haftası’nda yer bulur. Beş yıl içinde Trimarchi tarafından tasarlanan asimetrik maskaradan kullanışlı ve marifetli ufak makyaj setine kadar onbeş ürün fuarda deniz canlılarıyla beraber gösterilir. Sergi saf güzelliğe, eşşiz güzelliğin kusursuz detayına ve kendi doğasına uygun olarak feminen anlayışa odaklanır. Makyajda kusursuz biçimlendirilmiş ürünlerle İtalyan anlayışını vurgulayıp tasarım üzerine ilgi çekerek parlamak amacıyla yola çıkan Deborah Milano’nun, Tortona Bölgesi’nde gerçekleştirdiği Anemoni bu yolda çok başarılı bir adım. Serginin altı günde 17.000 üzerinde ziyaretçinin, moda, tasarım ve güzelik üzerine uzmanlaşmış 100’ün üzerinde gazetecinin ilgisini çekmesi, amaca doğru ilerlemenin de bir göstergesi. 19 04 01 02 Deborah Milano kozmetik alanında tasarımcının bulaştığı, tasarımla ön plana çıkan tek örnek değil elbette. Uzun yıllardır birçok uluslararası moda tasarımcısının markalaşmış ismini farklı içerik ve orjinal ambalaj tasarımıyla parfüm şişelerinde görüyoruz. Tasarımcının itibar ve ününe katkı sağlayacak, daha geniş kitlelere ulaşacak ve son derece karlı yegane yöntem kozmetik ve parfüm... Kozmetik ürünleri tasarımcı kimliğiyle birlikte daha manidar olsa da, kozmetiğin moda dünyasındaki önemi ve katkıları da bilinen bir gerçek. Farklı fikirleri birleştirme odaklı, konsept bazlı tasarımlarıyla ünlü Hollandalı iki tasarımcı Victor&Rolf, erkekler için ‘Antidote’ ve bayanlar için ‘Flowerbomb’ parfüm tasarımıyla, Haute Couture alanındaki başarılarını kozmetik alanında da gösterdiler. ‘Gerçeğe karşı tek silahın hayaller’ olduğuna dair yaşama felsefesini temsil eden ‘Flowerbomb’ parfümünün, 03 üzerinde markanın logosunun yer aldığı, çiçek şeklinde tasarlanmış bomba pimi bulunan kübik elmas cam tasarımıyla dikkat çekici olduğu ve ambalajın ‘Patlayıcı bir Demet’ ifadesini desteklediği aşikar. Ürünün afişinden, web tasarımına kadar, içerik ve konsept tasarımından ambalaj tasarımına kadar tüm aşamalarda tasarımcının elinin değdiği çok belli. Grafik ve ambalaj tasarımı, moda dünyasında birçok lider ismin reklam kampanyalarını, ambalajlarını tasarlayan, Armani, Prada, Calvin Clein gibi birçok marka ve tasarımcıyla çalışan, Harper’s Bazaar’ın yaratıcı direktörü Baron&Baron firmasının kurucusu Fabien Baron tarafından tasarlandı. Anemoni gibi tasarım fuarında sergilenmese de, pembe mumlar, pembe şampanya ve pembe çiçeklerle tasarlanmış bir gecede tanıtılan parfüm, son birkaç yıldır Türkiye’de. Gönül ister ki, Türkiye’de de bu tarz örneklerin sayısı artsın. Gelelim, kozmetik sektörü için devrim niteliği taşıyan Türk asıllı tasarımcı Feride Uslu’ya... Feride Uslu, makyaj artisti fakat hızlı ve pratik olması için defile ve moda çekimlerindeki talep üzerine Uslu Airlines markasının yaratmış. Türk asıllı New York’ta yaşayan makyözün imzasını taşıyan kozmetik ürünleri, en çok Hollywood yıldızları tarafından kullanılıyor. Malzemelerin rahat ve hızlı kullanılmasını sağlayan ana cihaz “air(o)pak” adlı ürün, püskürtmeli boyama sistemi. Kompresörüne konan makyaj malzemeleri cilde püskürtülerek, homojen ve pürüzsüz bir görüntü yaratıyor. Değişik başlıklarıyla likit tarzda kozmetikler, hatta ojeler bile uygulanabiliyor. Uslu Airlines ürünleri arasında pudra, kapatıcı, fondöten, ruj, göz farı, rimel ve makyaj fırçaları mevcut. Üstelik farklı tasarım markalarına ev sahipliği yapan Bilstore mağazalarından da satın alınabiliyor. Octave Series, Londra'daki Gallery Libby satıcıları için yaratılan bir takım. Tek bir dal bağımsız bir raf biriminin direkleri olan dört parçaya ayrılıyor. Cow Dung Mimarisi kerpiç binaları öne çıkaran kültürlerden esinlenen Karin Frankenstein, bu yapılar için kullanılan çok eski teknikleri dikkatle işlemiş. Patates ununu kağıt, kireç taşı, kum, kil, inek gübresi, saman çöpü ve turba ile kaynatarak güçlü, dayanıklı bir görünüme sahip betonumsu bir malzeme üretmiş. In the Round Örme tarzı kullanılarak yapılan In the Round kesintisiz bir dairesel örgü sırasından (15m'nin üzerinde) yapılan bir elbise kolunu ön plana çıkarıyor. Süngerle kaplı boru şeklindeki bir çelik çerçeve bu "döşemelik kumaşı" destekliyor. Bu sandalye kaba işleme direnebilecek kadar güçlü bir yapıya sahip. www.luflic.com Tasarımın izlerini sürebileceğimiz en tarihi alan olan kozmetik sektörü, dünya genelinde milyar dolarlık cirosuyla ekonominin gözbebeği olmaya devam ediyor. Kaçınılmaz başarının ardında tasarımın pek çok disiplinden profesyonelin iç içe çalışması yatıyor. Sonuç, yıllar içinde değişmeyi sürdürüyor. Amaç ise aynı kalıyor: Güzellik! Kusursuz güzellik... 01 En son tasarım haftasında gerçekleştirilen Anemoni sergisinde Deborah Milano’nun ürünleri deniz canlılarıyla sunuldu. 02 Kozmetik sektörünün tasarım gönüllülerinden Too Faced’in ürünleri. 03 Victor&Rolf’un “Flowerbomb” parfümü. 04 Feride Uslu’nun kurduğu Uslu Airlines’ın tanıtımında kullanılan grafiklerden örnek. Mobilya kavramı anlam değiştirmeye pek müsait; yenilik talebi tuhaflık arzını beraberinde getiriyor. Durum buyken firmalar, en doğal olmayan biçimleri, pek doğal şekilde, doğallığı savunmak için üretmeye girişiyor. Sound Chair Sound Chair ses dalgasının kopyası. Matthew Plummer Fernandez bu sivri nesneyi hacmi, zamanı ve ses frekansını işlediği grafikleri kullanarak polietilen köpükten yapmış. www.plummerfernandez.com ConoLounge Bir zamanlar gazete kâğıdı içeren Cardboard borular iki eğimli çelik bağı ile birleştirilmiş. Onceneto ConoLounge'in üretim için bekleyen ve gelecek olan ürün grubunun ilki olan bir prototip olduğunu belirtiyor. www.onceneto.cl Hangkast Dimdik şekilde ayakta duran bir çam kontrplak gardrop olan Hangkast iki cömert rafı ön plana çıkarıyor. Tamamen eğri duran eşya statik bir ürünle hareketli olan canlı bir varlık hissi yaratmak için tasarlanmış. Madam Rubens Bir atık işleme tesisinden kurtarılan ve sandalye olarak yeniden yaratılan Madam Rubens döşeklerin uzatılmış ömrü ile yapılan Frank Willems deneylerinin bir sonucu. Döşekleri büyük ancak rahat koltukları oluşturan çeşitli şekillere sokuyor, onlara poliüretan püskürtüyor, esnek bir boya kaplaması ekleyip koltukları ahşap çerçevelere oturtuyorlar. www.frankwillems.net 20 30/08/2009 Ömer Durmaz Prof. Dr. Oğuzcan Özcan omer.durmaz@deu.edu.tr oozcan@yildiz.edu.tr LOGOYU ETKİLEŞİMLİ TASARIM’DA YENİ DÖNEM: DİRİ DİRİ GÖMMEK! Philippe Starck, geçtiğimiz yıl Die Zeit dergisine verdiği röportajda, “Tasarım öldü!” demiş ve epey bir gürültü patırdı koparmıştı. Starck’ın savı bir yana, tasarım ve sanat dünyasında “ölüm” sözcüğü her zaman fazlasıyla ilgi görmüştür. Starck bu şifreyi çözmüş olacak ki “tasarım yapmadan da” adından söz ettirebilmişti. Bugünlerde, “ölüm” sözcüğünün cazibesini keşfeden bir diğer isim de geçtiğimiz aylarda Türkiye’de bir seminer veren ve Time dergisinin dünyanın en önemli 100 insanı arasına seçtiği pazarlama ve marka danışmanı Martin Lindstrom. Lindstrom, yazılarıyla logonun sonunun geldiğini belirterek reklam ve tasarım dünyasında yeni bir tartışma başlattı. Ona karşı çıkan kişi ise pazarlama iletişiminin önde gelen isimlerinden A. Selim Tuncer. İki marka profesyoneli arasındaki ortak nokta ise, düşüncelerini The Brand Age dergisinin sayfalarında kaleme alıyor olmaları... Çünkü ikisi de aynı derginin köşe yazarı... The Brand Age dergisinin iki yazarı... Bir yanda Martin Lindstrom, diğerinde Selim Tuncer. Mesele ‘hayati’, soru açık: Logoyu öldürmek mi gerek? Belediyeler ardı ardına logo yarışması düzenleyip “layığını” bulamazken infaz kaçınılmaz mı? Reklamcılar “işin içindeki kelek” konusunda haklı mı? Yoksa, içimizdeki logo aşkı saklı mı? Lindstrom, “Logonuzu Öldürmenin Zamanı Geldi” başlığı altında şunları söylüyor: “Logonuzu kaldırırsanız, geriye ne kalır? Bu soru çok önemlidir, çünkü bir marka logosundan kat kat büyüktür. Geri kalan unsurların size ait olduğu kolayca anlaşılabiliyor mu? Markanızı parçalama felsefesi tüketicilerle her olası temas noktasına, markanın imajını oluşturma ve koruma mantığıyla yaklaşır. Görüntüler, sesler, dokunma hissi ve metin gibi bileşenlerin markalandırma platformunda tümüyle bütünleşmiş bir hale gelmesi gerekir. Her unsur logonun kendisi kadar can alıcı bir işleve sahiptir.” Tuncer ise özetle şu sözlerle karşılık veriyor: “Ben bu ‘cinayet’ arzusu içeren başlığı ilk okuduğumda, Lindstrom’ın, tezini güçlendirmek için ‘mübalağa sanatı’na başvurduğunu düşünmüştüm. Çünkü, her unsur eğer logonun kendisi kadar can alıcıysa, logonun da en azından diğer unsurlar kadar can alıcı bir işleve sahip olduğunu zımnen kabul ediyoruz demektir. Ancak, Lindstrom, The Brand Age’teki geçen ayki yazısında, ‘Logoyu Öldürelim’ başlığı altında ‘Logo henüz ölmedi, ama günlerinin sayılı olduğunu söyleyebilirim.’ diye yazınca, bu iddiasının ‘mübalağa’ sınırlarını aştığını ve ‘Her unsur logonun kendisi kadar can alıcı bir işleve sahiptir.’ yargısının ‘Logo dışındaki her unsur can alıcı bir işleve sahiptir, logonun ise canı cehenneme!’ şekline dönüştüğünü gördük. Şimdi, bu tehlikeli iddianın önünde durmazsak, zaten bir sürü abuk logonun her gün arz-ı endam ettiği memleketimizde bir sürü yeteneksiz adamın eline korkunç bir koz vermiş oluruz: ‘Yahu, logo zaten can çekişiyor, siz ise işin kılına tüyüne takılıyorsunuz!” Aslında tartışma, pazarlama iletişimi dergisi “MediaCat”in, yeni çıkarmaya başladığı Tasarım ekinde, dosya konusu olarak markanın seçilmiş olması ile başlamıştı. Söz konusu ekte reklamcı Serdar Erener, Lindstrom’un yazdıklarına methiyeler düzmüş, öğrencilerin bile bildiği şeyleri sanki ilk kez keşfedilmişçesine ve referans hataları yaparak anlatmış, “Ben bu logo işinde bir kelek olduğunu biliyodum” diyerek “logoyu öldürmek” üzere yakılan ateşi körüklemişti (!). Bunun üzerine Tuncer’in bu görüşe yönelik ilk karşı yazısı kişisel bloğunda yer almış, Lindstrom, “The Brand Age”teki köşesinde iddiasını abartarak sürüdünce de tartışma dergi sayfalarına taşınmıştı. Meseleye Türkiye’nin grafik tasarım gerçekleri açısından bakacak olursak: Türkiye’de grafik tasarım mesleğinin en zor problemlerinden biri olarak kabul edilen logo konusunda gerçekten başarılı kaç tasarımcı olduğunu söyleyebiliriz? Türkiye özgün logo tasarımı konusunda bir doyuma mı ulaşmıştır? Markanın tek bileşeninin “logo” olduğunu kim söylemiş ki, üstelik okullarda bile böyle öğretilmiyorken! Yerel seçimler sonrası değişen belediyelerin, ardı ardına açtıkları logo yarışmalarında “ödüle layık eser bulunamadığı” şeklinde açıklamalar duyulurken, yeni kurulan üniversitelerin açtıkları logo yarışmalarının birincilerinin benzerleri çıkıyorken, bir de logoyu öldürmeye niyetli “büyük” reklamcılarımız varken, ne diye tasarım bölümlerinde görsel kimlik ve logo tasarımı üzerine dersler veriliyor ki? Baksanıza dünyanın en önemli 100 insanından biri “logoyu öldürün!” diyor, birileri de ardından gidiyor. Onlardan daha mı iyi bileceğiz!? EĞRİSEL EKRANLAR VE USSAL-BİO ETKİLEŞİM Teknoloji ve tasarım bütünlüğü, kullanıcı için heyecan verici bir dönemin geldiğini müjdeliyor. Ekran odaklı yenilikler işin bir boyutunu oluştururken, uzmanlar parmak etkileşimi, beyin gücü gibi “mecra”lara odaklanıyor. iPhone ile çok dokunuşlu ekranların ticari kullanımına henüz alışmaya başlamışken, teknoloji geliştiricileri biz tasarımcıları yeniliklerle şaşırtmaya devam ediyor. Üstelik Philips gibi firmaların piyasaya sunmaya hazırlandığı masa ve duvar boyutunda çok dokunuşlu ekranları henüz daha denememişken... Bu konudaki en radikal buluşun nano teknolojiye dayalı spray ekranlar olduğu söyleniyor. (Sözkonusu teknoloji bir tüp içindeki özel karışımın sıkıldığı yüzeyde irrasyonel formda ekran oluşturmakta.) Spray ekranlar kablosuz iletişim ve kablosuz elektrik kullanımıyla akılları zorlayan bir ekran düzeneği vaat ediyor, ancak henüz ortada somut kullanılan bir prototip yok aslında. Ama Japon bilim insanlarının geliştirdiği silindir ekranlarla, Microsoft Research Lab. ile Kanadalı bilim insanlarının geliştirdiği küresel ekranlar meraklıları tarafından denendi bile. Küresel ekranların teknoloji gösterisinden öte henüz tam olarak neye yarayacağı interaktif tasarımcıların kafasını kurcalayan bir soru olarak tartışma listelerinde yer almaya devam ediyor. Oysa silindir ekranlar şimdiden tıp görselleştirmesinde yerini almış durumda: Japon bilim insanları üç boyutlu beden tomografisini sağa sola elle çevirerek izlenebilmesini sağlayacak bir model geliştirmeyi başardılar bile. Etkileşim tasarımındaki tüm bu gelişmeler sadece ekrana bağlı değil üstelik. Bilim Beyin gücüyle etkileşim son yıllarda büyük mesafeler kattetti. Amerikalı bilim insanları düşünme gücüyle bir dairenin ekranda çizdirmeyi başardılar. Her ne kadar bu denemeler daha çok felçli hastaların iletişimi için geliştirilse de interaktif tasarımcıların farklı inovatif tasarımlar yaratması için önemli bir fırsat oluşturmakta. Sözkonusu yolda en önemli diğer gelişme ise bedensel etkileşim: Bilim insanları, üşüme, korku, mutluluk gibi duyguların yarattığı tendeki değişimleri etkileşimli bir iletişime çevirmeyi başardılar. Bu yolla insan tenine takılan kılcal sensörlerin, örnegin bedendeki “tüylerin diken diken olması” korku durumunu bir başka bireye mesaj olarak iletmesi sağlandı. Bio-etkileşim olarak da tanımlanan teknoloji daha çok felçli hastalar için geliştirmiş olsa da interaktif tasarımda yeni mekanizmalar arayan tasarımcılar için önemli bir adım olarak görülebilir. 9 Yaş, Artık Uzman! Öyle görünüyor ki teknoloji geliştiriciler önümüzdeki dönemde de tasarımcılara alışılmadık yeni seçenekler sunmaya devam edecek. Bizlerin bu yeni teknolojileri kullanım deneyimimiz ve beğeni düzeyimiz arttıkça, tasarımcıların daha inovatif fikirler geliştirmesi kaçınılmaz olacak. Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin yaptığı araştırmaya göre, 2015’e kadar kullanıcı deneyimi ve efektif-inovatif tasarım beklentileri giderek çoğalacak. Sosyoekonomik açıdan bunun önemi ülkeler için de giderek artacak. Tüm bu bulgular interaktif tasarımda önümüzdeki günlerde yeni bir dönemi müjdeliyor. Bu nedenle interaktif tasarımcılarının, kullanıcıların beğeni ve beklentilerini giderek karşılaması daha zor olacağını söylemek yanlış olamasa gerek. Cevaplar için: http://selimtuncer.blogspot.com 01 Oscar Bjornoson tasarımı logolar. insanları, son olarak, parmak etkileşiminin yanında beden ve hatta beyin gücüyle etkileşim üzerine kafa yoruyorlar: YTU İnteraktif Medya Tasarımı Ana Bilim Dalı’nda yapılan bir deney bu hipotezi doğrulamakta: Yapılan denemelerde, 9 yaş çocuklarının arayüz kritiği yapmada artık uzman kullanıcı olarak kullanılabileceğini gösteren şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. 2000 doğumlu çocuklarının yetişkin olacağı 2025 yılından sonra çok farklı bir interaktif medya deneyimi göreceğimize ve 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde çok ileri bir medya anlayışı gelişeceğine dair önemli ipuçlarımız var. Bakalım Martin Lindstrom, Türkiye’den A. Selim Tuncer’in seslendirdiği itiraza Amerika’dan yanıt verecek mi? 01 21 01 01 3 boyutlu beyin tomografisi bilindirik ekrandan izlenebiliyor. 22 Ayhan Enşici ensicia@itu.edu.tr ÇOCUKLA ÇOCUK OLMAK... Bu ara... Çocuk kültürü tasarımı üzerine bir yüksek lisans programı kapılarını açıyor, çocuklar için tasarım konferansları organize ediliyor, pediatri klinikleri için mimarlık yarışmaları düzenleniyor. Tüm çalışmaların temelinde “çocuk” tanımı sorgulanıyor. ‘Çocuklar için tasarım’ kavramının sınırları henüz kesinleşmiş olmamakla birlikte, genel ve ortak kabul gören bir tasarım yaklaşımını tanımlıyor. Kavram, en geniş anlamıyla genç kullanıcılar için onların ihtiyaçlarını ve sınırlamalarını göz önünde bulundurarak tasarım yapılmasını anlatıyor. Zaman zaman böyle algılanmasa da, çocuklar için tasarım duyumsanandan çok daha karmaşık. Çocukluk insan hayatının sıfırından başlayarak çok dinamik ve geniş bir zaman dilimini kapsıyor. İngiltere, Huddersfield Üniversitesi’nde bulunan Ürün Tasarımı: Çocuk Ürünleri ve Oyuncakları lisans programı internet sitesinde ‘çocuklar için tasarım’ kavramını doğumdan gençliğe kadar olan dönem içinde insan gereksinimlerini belirleyerek ürün tasarımı çalışmaları ve projeleri yapmak olarak tanımlıyor. Çocuklar için tasarlanacak ürünler biberondan, eğitim oyuncaklarına, geniş bir yelpazeyi kapsayabiliyor. 2009 Eylül ayında ilk öğrencilerini kabul etmeye başlayacak olan ve dünyada tek olan İsveç Gothenburg Üniversitesi, Tasarım ve Zanaat Okulu (HDK) Çocuk Kültürü Tasarımı (Child Culture Design) master programı çocuk kültürü oluşturmak amacıyla araştırmalar yaparak ve bilgi üreterek bunların tasarım projelerinde kullanılmasının temel hedef olarak belirlemiş. Bu hedefin sadece sürdürülebilir toplum yaratmak için değil aynı zamanda eşitlik, ahlak, adalet ve ekonomi gibi kavramlarla ilişkili olduğunun altı çiziliyor. Unicef’in Kasım 1989’da 18 yaş altı gençler ile çocuklar için yayınladığı çocuk hakları konvansiyonu ile çocukların korunma, katılım, eğitim, sağlık, oyun ve ifade özgürlüğü haklarını tanımlıyor. Oyun, eğitim, sağlık, güvenlik ve gelişim aynı zamanda çocuklar için tasarım alanının da temel konuları. Bu açıdan bakıldığında çocuklar için sağlanması gereken haklar ve bu hakların iyileştirilmesinde tasarımın önemli bir rolü olduğu görülecektir. Çocuklar için tasarım, ergonomik ya da sağlık gibi sınırlı açılarından tasarım 01 nedenle çocuklar için tasarım konusu ürün tasarımı ile birlikte mimarlık, etkileşim tasarımı ve grafik tasarımı başta olmak üzere iç mimarlık, kentsel tasarım gibi farklı tasarım alanlarının da konusu olmakta. İkinci dünya savaşının ardından modern tasarımın gelişmesi ile çocuklar için mobilya ve oyuncak tasarımının çektiği ilgiyi günümüzde çocuk oyunları ve eğitimi çözümleri getirmenin ötesinde yapılacak tasarımlarda pediatrik, eğitimsel ve gelişimsel kaygıların psikolojik ve sosyolojik bağlamlarda ele alınması gerekir. Çocukların kullandıkları ürünler ya da onlar için kullanılan ürünlerin yanısıra çevrelerinin de tasarlanması çocuk sağlığı, eğitimi ve gelişimi konuları ile ilişkili. Bu konuları devralmış sayılabilir. Eğitimbilimci Maria Montessori geliştirdiği eğitim metodunda oynamayı ve öğrenmeyi bir arada yapılandırdıktan sonra birçok yeni ürünün tasarlanmasının yolu açıldı. Ürünlerle birlikte oyun alanları gibi yerlerin de tasarlanması çocuklar için tasarlamak alanı içine girmeye başladı. Yakın geçmişte, sürekli bir ortamda bulunan çocuklara yönelik yapıların tasarım prensipleri üzerine bir mimarlık doktora tezi yapıldı. Diğer yandan bu sene düzenlenen ‘Design For The Children’ tasarım yarışmasında mimarlardan Batı Afrika için sürdürülebilir, kültürel açıdan uyumlu bir pediatrik klinik tasarlanmasının istenmesi de artık çocuklar için tasarım konusunda çok daha özelleşmiş çözümlere ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Günümüzde çocukların yaşamına bilgisayar teknolojilerinin girmesi ile ‘çocuklar için etkileşim tasarımı’ bir başka çocuklar için tasarım alanı olarak ortaya çıktı. Bu alan çocukların bilişsel becerileri, deneyimleri öğrenme davranışları ışığında interaktif ürünlerin tasarımında çocukların fizyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını da tanımlamakla uğraşıyor. Geçtiğimiz haziran ayında İtalya Como’da sekizinci ‘Interaction Design and Children’ konferansı düzenlendi. 200’den fazla bildirinin sunulduğu konferansta ayrıca birçok yan çalışma da yapıldı. Konferansta yer alan ‘engelli çocuklar için oyun’ ve ‘mobil cihazlarda eğitimsel oyunlar’ gibi konular bu yeni alanın nerelere kadar genişleyebileceğini gösteriyor. ‘Çocuklar İçin Tasarım’ın çerçevesini tanımlamak kolaylıkla mümkün olmamakla beraber, henüz gelişmekte olan bir alan olduğunun ve yeni alt disiplinler yaratmaya devam edeceğinin vurgusu yapıldı. Bu alandaki çalışmaların temelinde ise, çocukların “farklı bir insan” mı yoksa sadece “yetişkinlerin küçük modelleri” mi olduğu yer alacak gibi görünüyor. 02 01. Knoll’un çocuk mobilyaları 02. Ray ve Charles Eames’in “Fil” taburesi Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 sanat@radikal.com.tr, umut@kaletasarimmerkezi.com Radikal'in ücretsiz ekidir.