Beykent Üniversitesi
Transkript
Beykent Üniversitesi
BEYKENT ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ SAHİBİ / PROPRIETOR: Prof. Dr. Ahmet YÜKSEL (Beykent Üniversitesi adına/ On The Behalf of Beykent University) GENEL YAYIN YÖNETMENİ EDITOR -IN-CHIEF: Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ YAYIN SEKRETERİ PUBLISHING SECRETARY Songül OYANIK BEYKENT UNIVERSITY JOURNAL OF STRATEGIC STUDIES YAYIN KURULU PUBLISHING BOARD: Prof. Dr. Erol EREN Prof. Dr. Mithat BAYDUR Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK Prof. Dr. Mümin ERTÜRK Prof. Dr. Ahmet Güner SAYAR Prof. Dr. Abdulhaluk Mehmet ÇAY Yrd.Doç.Dr. Sait YILMAZ Yrd.Doç.Dr. Muzaffer ÜREKLİ E.Tümg. Armağan KULOĞLU DANIŞMA KURULU ADVISOR COMITTEE: Prof. Dr. Tuncer ÇELİK E.Org. Yaşar BÜYÜKANIT Prof. Dr. Hasan KÖNİ Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Prof. Dr. Selahattin SARI Prof. Dr. Muhittin KARABULUT Prof. Dr. İ. Yaşar HACISALİHOĞLU Doç. Dr. Veysel KILIÇ Her hakkı saklıdır. Stratejik Araştırmalar Dergisi yılda iki kez yayımlanan, bilimsel hakem kurulu olan bir yayındır. Stratejik Araştırmalar Dergisinde yayımlanan makalelerdeki görüş ve düşünceler yazarların kişisel görüşleri olup, hiçbir şekilde Stratejik Araştırmalar Dergisinin veya Beykent Üniversitesi’nin görüşlerini ifade etmez. Stratejik Araştırmalar Dergisine gönderilen makaleler iade edilmez. ISSN: 1307- 6108 Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Sıraselviler Cad. No: 65 PK:34437 Taksim/ İSTANBUL Tel: 0212 444 1997 Faks: 0212 867 55 77 www.beykent.edu.tr ISSN: 1307- 6108 BEYKENT ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ BEYKENT UNIVERSITY JOURNAL OF STRATEGIC STUDIES Sertifika No: 11374 Beykent Üniversitesi Yayınları, No.71 Cilt Volume: 2 Numara Number: 2 Yıl Year: 2009 Güz Fall Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) tarafından yılda iki kez yayınlanmakta olan Stratejik Araştırmalar Dergisi 4. Sayısı ile sizlere ulaşmaktadır. BÜSAM olarak gördüğümüz ilgi ve bize ulaşan övgülerden memnunuz. Dergimiz siz akademisyenlerin katkıları ile şimdiden akademik yayın hayatımızda önemli bir yer edinmiştir. Şimdi bu sayıdaki makaleleri gözden geçirelim. E.Org.Yaşar Büyükanıt’a göre ülke güvenlikleri çok boyut değiştirmiştir. Boyut değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik boyutları geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya çıkmıştır. Günümüzde asimetrik tehditler ve karanlık savaşlar öne çıkmıştır. Prof. Asım Şen, Atatürk’ün başarılı liderlik uygulamalarında kilit rol oynayan liderlik ana stratejilerini inceleyerek, insan yaşamını tehdit eden ulusal ve uluslararası birçok ortak sorunlara çözüm arayan lider ve yöneticiler için liderlik stratejileri geliştirmeyi amaçlamaktadır. Osman, Z. Orhan, Cemal Cehir ve Ümit Hacıoğlu, çatışma riskinin ekonomik nedenlerini Collier ve Starr ekonometrik modelleri üzerinden incelemektedir. Çatışma sonrası bölgelerde, istihdam, etkin mali disiplin ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin çatışma riskini azalttığı ortaya konulmuştur. Sait Yılmaz, ülkelerin, pandemi influenza gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip etmek, bunun içinde uygun bir kriz yönetim anlayışı içinde etkin bire acil durum planlama ve yönetim sistemi geliştirmesi gerektiğini söylemektedir. İnci Sökmen, küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin özelliklerini incelemekte ve küresel terörist organizasyon El Kaide’yi bir devlet-altı aktör olarak örneklemektir. Osman Akagündüz’e göre; Afganistan’da giderek kötüleşen mevcut durum, NATO ve ABD kuvvetlerinin yeni bir strateji geliştirip 2010 yılından itibaren bunu uygulamak için hazırlıklar yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce çekilmeyi arzu eden ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep etmektedir. Aygül Muran ve Ahmet Gürkan Atay, Humeyni ve Ahmedinejad dönemi İran dış politikasında yaşanan değişimi ve muhtemel sonuçlarını analiz etmektedir. ABD-İsrail karşıtı açıklamaların sürekliliği ve nükleer diplomaside gösterilen kararlılık, Ahmedinejad İran’ının en belirgin özelliğidir. Erkin Özlen Türkiye, İspanya ve İngiltere’nin terörizm ile mücadele stratejilerini açıklamaktadır. Bu bağlamda, güvenlik güçlerinin güncel görevleri, yasama organlarının görevleri, toplum desteğinin gücü ve uzun yıllardır sürmekte olan terörizm sorunu karşısındaki stratejilerin dönüşümü gibi konular birincil derecede önem taşıdığını söylemektedir. Yeni sayı için makaleleriniz bekliyoruz. Yrd.Doç.Dr.Sait Yılmaz Genel Yayın Yönetmeni II BU SAYININ HAKEMLERİ (REFREES OF THIS ISSUE) , Prof. Dr. Selahattin SARI…………… Beykent Üniv. IIBF (İşletme) Prof. Dr. Erol EREN ............................Beykent Üniv. IIBF (İşletme) Prof. Dr. Erol EREN ............................Beykent Üniv. IIBF (İşletme) Prof. Dr. Abdulhaluk M. ÇAY ……… Beykent Üniv. (Tarih) Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU................Galatasaray Üniv. (Uluslararası İlişk.) Prof. Dr. Hasan KÖNİ………………. Bahçeşehir Üniversitesi (Hukuk) Prof. Dr. Muhittin KARABULUT .......Beykent Üniv. IIBF (İşletme) Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK ................Gazi Üniv. (Uluslararası İlişk.) Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ .......................Gazi Üniv. (Uluslararası İlişk.) Prof. Dr. Mithat BAYDUR………….. Beykent Üniv. (Uluslararası İlişkiler) Prof.Dr. M. Emin KARAÖRS ……… Beykent Üniv. (Edebiyat) Prof.Dr. Adil DAĞISTAN … ……… Beykent Üniv. (Tarih) Prof. Dr. Ahmet Güner SAYAR……...Beykent Üniv. IIBF (Ekonomi) Prof. Dr. Sudi APAK……………….. Beykent Üniv. İİBF (Ekonomi) Doç. Dr. Veysel KILIÇ ........................Beykent Üniv. (İngiliz Dili Edebiyatı) Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ................Beykent Üniv. (Uluslararası İlişkiler) Yrd. Doç. Dr. Muzaffer ÜREKLİ ........Beykent Üniv. (Tarih) Yrd. Doç.Dr. Engin YÖRÜK……….. Beykent Üniv. (Sosyal Bilimler) IV İÇİNDEKİLER/ CONTENTS Sayfa No Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri Yaşar BÜYÜKANIT.…..………………………………………………………......1 - 27 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler Asım ŞEN………...……………………………………………………………...…28-49 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi Osman Z. ORHAN, Cemal CEHİR, Ümit HACIOĞLU…………….…..…...........50-68 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması “H1N1 (Domuz Gribi) Örneği” Sait YILMAZ..……………………………..……………………….………..…...69-106 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü İnci SÖKMEN...……………………………………………………...……..…...107-137 NATO ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri Osman AKAGÜNDÜZ…………………….………………..…………………..138-154 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi Aygül MURAN – Ahmet Gürkan ATAY………...…………………....………..155-168 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK Erkin ÖZLEN……...………………………………………………………….....169-196 V KAPSAM/ SUBJECTS Uluslararası İlişkiler/International Relations ● Ulusal Güvenlik / National Security ● Uluslararası Güvenlik / International Security ● Güvenlik Bilimleri / Security Sciencies ● Terör / Terror ● İstihbarat / Intelligence ● Uluslararası Kuruluşlar / International Institutions ● Teknoloji / Technology ● Uluslararası İlişkiler Teorileri / Int. Relations Theories ● Orta Doğu / Middle East ● A.B.D. / U.S.A. ● AB ve Avrupa / EU and Europe ● Afrika / Africa ● Avrasya / Euroasia - Kafkasya / Caucasus - Orta Asya / Central Asia - Rusya / Russia ● Asya- Pasifik / Asia-Pasific ● Latin Amerika / Latin America ● Kıbrıs / Cyprus ● Diaspora / Diaspora ● Teoloji ve Sosyo-Kültürel Konular / Teology and Socio-Cultural Issues ● Lojistik / Logistics Ekonomi Politik/Political Economy ● Ekonomi Politik /Political Economy ● Küreselleşme / Globalization ● Lojistik / Logistics ● Enerji ve Su Konuları / Energy and Water matters ● Kurumlar ve Bölgesel Çalışmalar / Instutions and Regional Studies Uluslararası Hukuk/International Law ● Uluslararası Çatışma Konuları / Int. Conflict Issues ● Uluslararası Adalet / International Justice ● Uluslararası Sorun Çözme / Int. Dispute Settlement Uygulamalı Araştırmalar/Applied Research ● Strateji ve Karar Vermede Matematiksel Yaklaşım / Math Approach to Staretgy and Decision Making ● Uluslararası Sorunların Analizi / Analysis of International Affairs ● Harekat Araştırması / Operational Resarch Vak’a Analizleri/Case Analysis VI The Journal of Strategic Research, published by BUSRC twice in a year, is now in your hands with the fourth volume. We are very glad to have your interest and praise. Our journal has gained great poisition in academic literature with your contributions. Now let’s examine the essays in that issue. According to Yaşar Büyükanıt, 25 th Chief of TGS and (R) Maj.Gen., national security has faced many dimensional changes. Additionally, scope of threat and security expanded in many ways. At that point, a new idiom; “Security is at everywhere or now where.” has been raised. At the present time, asymmetric threats and dark wars are at the front side. Prof. Asım Şen investigates the core strategies of Atatürk’s leadership that played the key role in his successful leadership practices and aims to develop the leadership strategies for those leaders and managers who are seeking solutions for many common national and global problems that became a threat to human life. Osman, Z. Orhan, Cemal Cehir, and Ümit Hacıoğlu study the economic dimensions of the conflict have been analyzed using the econometric models of Collier and Starr. It has been also examined that employment, effective monetary discipline and sustainable growth are able to reduce the risk of conflict in post conflict areas. Sait Yılmaz advocates that the nations have to monitor closely those ongoing and potential pandemics and to develop effective emergency planning and execution system in accordance with a proper crisis management understanding. İnci Sökmen questions globalization and emerging network-based terrorist organizations to examine the characteristics and different organizational structures showing al Qaeda as global terrorist organization. Osman Akagünduz says that deteriorating situation in Afghanistan caused to develop a new strategy and preparations for the NATO and US Forces to launch in 2010. The US, willing to terminate Afghan mission immediately, demands much forces from NATO countries for that strategy. Aygül Muran and Ahmet Gürkan Atay analyze Iran's foreign policy at the Homeyni and Ahmadinejad periods detecting the changes and possible consequences. The most prominent characteristic to Ahmedinejad’s Iran is the continuity on the anti-USA and anti-Israeli policies and determination on the nuclear diplomacy. Erkin Özlen explains Turkey, Spain and the UK’s strategies for tackling terrorism. He emphasizes that the recent role of security forces, the role of legislative power, usage of public support as an implicit power and transformation of counter strategies against these pro-longed conflicts these various understandings could be deemed as fundamental. We look forward to receiving further studies from esteemed researchers for the upcoming issues Asst. Prof. Sait Yılmaz Editor in Chief III Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY YENİ GÜVENLİK ANLAYIŞLARI VE ORDULARIN DÖNÜŞÜMLERİ E.Org.Yaşar Büyükanıt∗ ÖZET Güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit algılaması ile doğrudan ilişkilidir. Soğuk Savaş döneminde tehdit algılaması son derece sade idi. Bir tarafta NATO, diğer tarafta ise VARŞOVA Paktı vardı. Varşova Paktı ve Sovyetlerin dağılmasından sonra güvenlik kavramındaki değişikliğin makas aralıkları daralmaya başlamıştır. Ülke güvenlikleri çok boyut değiştirmiştir. Boyut değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik boyutları geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya çıkmıştır. Günümüzde asimetrik tehditler ve karanlık savaşlar öne çıkmıştır. Ülkeler ulusal güvenliklerini kendi çıkarları açısından değerlendirmek zorundadır. İthal malı tehdit algılamaları ile ulusal güvenlik düzenlemeleri yapılamaz. Bugün toprak kazanmaktan önce “Ulusal Çıkarlar” güvenlik anlayışının da ön plana çıkmıştır. NATO’nun Afganistan’da sorumluluk almasından sonra ortaya çıkan kuvvet zafiyeti, NATO’nun en önemli gündemini oluşturmuştur. NATO, aynı zamanda AB üyesi olan ülkelerine etkisi ile iki başlı hale gelmiştir. NATO’nun Afganistan’da görev alması kurulduğu günden beri NATO’nun aldığı en hatalı karardır. Bölgedeki gelişmeler böyle devam ederse Pakistan’da tamamen kökten dincilerin kontrolüne girebilir. Balkanlardan Ortadoğu’ya, oradan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya Türkiye’nin ve bir anlamda TSK’nin ilgi alanı içerisine girmiştir. Her iki Körfez Savaşı’ndan da Türkiye en fazla zarar gören ülke olarak çıkmıştır. Yunanistan ile sorunlar konusunda kamuoyunu aydınlatmalıyız. Bu coğrafyada güçlü olmanın ön şartı, caydırıcı bir silahlı kuvvetlere sahip olmanızdır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yönde planlı ve organize olarak ilerliyor. Bu gerekli ve sağlıklı bir yaklaşımdır. Anahtar Kelimeler: Güvenlik, Türkiye, NATO, Türk Silahlı Kuvvetleri. ABSTRACT The logic behind the security compositions are very directly related to the threat perception. It was ratherly simple at the Cold War period. There were NATO at one side, and WARSAW Pact on the other side. Stairs of various security understandings have been shrinked with the dissolution of Warsaw Pact and Soviet Union. National security has faced many dimensional changes. Additionally, scope of threat and ∗ Emekli Orgeneral, 25. Genel Kurmay Başkanı, Beykent Üniversitesi Danışmanı. Yaşar Büyükanıt security expanded in many ways. At that point, a new idiom; “Security is at everywhere or now where.” has been rised. At the present time, asymmetric threats and dark wars are at the front side. Nations essentially have to assess their security in terms of their own interests. It is a fact that a nation can not make own security arrangements based on the imported threat perceptions. National interests have been foremost in the security approachs in stead of occupying any ground. Afterward involvement for Afghan operations, the force caveats make great agenda in NATO. NATO has also been a double-headed organization with effects of EU countries inside. Afghan mission for NATO has been the most vital error since it established. If the events in the region go on so, even Pakistan may become under the control of fundamentalists. A great geography from Balkans to Middle East and Afghanistan has been the interest of Turkey and, in a sense, Turkish Armed Forces. In recent decades, Turkey suffered many vital harms from both of the Gulf Operations. We have to better inform the public opinion about the problems between Turkey and Greece. Precondition of being powerful in that geography is to have a strong armed forces. Turkish Armed Forces is on that way as being planned and organized. This is an essential and healthy approach. Key Words: Security, Turkey, NATO, Turkish Armed Forces. GİRİŞ Mağara devrinden günümüze insan topluluklarında güvenlik konusu hep gündemde olmuştur. Şüphesiz güvenlik anlayışları ve uygulamaları her devirde; coğrafi faktörlere, toplulukların ilgi ve çıkarları ile teknolojik gelişmelere göre sürekli değişimlere uğramıştır. İlk çağlarda küresel ilklim değişiklikleri her halde insan topluluklarını hiçbir şekilde ilgilendirmiyordu. Güvenlik anlayışının geçmişine bakıldığında sıcak savaşlardan soğuk savaşlara, asimetrik tehditlerden teröre ve günümüzde giderek önem kazanan Siber savaşa kadar geniş bir yelpazede güvenlik endişeleri ülke ve ülke gruplarını yakından ilgilendirmiştir. Bu makalenin amacı; tüm bu gelişmelerin, anlayış ve yaklaşımların kırılma noktalarını analiz etmek ve geleceğe yönelik bazı öngörülerde bulunmaktır. Bu öngörülerde bulunurken geçmişe bakıp, onun sonuçlarıyla güvenliğe yönelik ön yargılara saplanmamak gereği göz ardı edilmemelidir. Tarihten ders almak doğaldır ki gereklidir. Ancak, tarih bilinci örnekleri ile bir gerçeği ortaya koymaktadır. Bu gerçek şudur; tarih hiçbir zaman kendini aynen 2 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri tekrar etmemektedir. Tarihten ders alırken geçmişle bugünü farklı kılan hususları çok iyi analiz edilmesi yaşamsal bir önem taşımaktadır. Tarihsel bir örnek vererek asıl konumuza geri dönebiliriz. Fransa, II. Dünya Savaşı’na, I. Dünya Savaşı’ndan çıkardığı derslerle hazırlanarak, akıl almaz koruganlar hazırlayarak, olası bir Alman saldırısına karşı mevzi savaşı esaslarına dayanan bir savunma düzeni kurdu. Ancak, Almanların geliştirdiği zırhlı birlik konsepti, Fransa’nın bu mevzilerini kısa sürede darmadağın ederek Manş’a ulaştı. Bu kısa girişten sonra asıl konumuza “yeni güvenlik anlayışları ve orduların dönüşümü” konusuna girebiliriz. Bu konu üç bölümde incelenecektir. Birinci bölümde güvenlik anlayışındaki tarihi gelişim, ikinci bölümde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleceğe bakışı ve üçüncü bölümde ise, yazarın güvenlik bağlamında geleceğe bakışı ortaya konmaya çalışılacaktır. Doğaldır ki bu değerlendirmeler kapsamında bir yandan küresel anlamda güvenlik mülahazaları irdelenirken, diğer yandan bu yaklaşımların Türkiye ye etkileri de dikkate alınacaktır. II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI GÜVENLİK ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİM VE TÜRKİYE II. Dünya Savaşı sonunun yakın tarihin en önemli kırılma noktası olduğu söylenebilir. II. Dünya Savaşı esnasında müttefik olarak savaşan iki ülke olan Rusya ve ABD, savaştan sonra karşı karşıya gelerek, dünya da iki kutuplu bir düzenin oluşumuna yol açtılar. Almanya’nın ikiye bölünmesi ve Rusya’nın, Sovyet Rusya olarak ve ortaya çıkması karşısında NATO’nun örgütlenmesi, iki kutuplu bir dünyayı 1990’lı yıllar başına kadar taşıyan Soğuk Savaş döneminin başlangıcı oldu. Bu oluşum aynı zamanda çok önemli bir güvenlik anlayışının da doğumuna neden oldu. Olaya Türkiye açısından bakıldığında, Kore Savaşı’ndan sonra NATO’ya üye olması ile birlikte Türkiye’nin güvenlik anlayışında köklü değişiklikler meydana geldi. Bu hususa tekrar değinilecektir. Çünkü ülkeler uzaydaki yıldızlar gibi tek başına var olmuyorlar, onlarda bir büyük sistemin parçalarıdır. Ülkeler küresel bağlamda bir bütünün parçalarıdır. 3 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt Soğuk Savaş dönemi “dehşet dengesinin” oluştuğu bir dönemdir. Buna değinmek gerekir. Soğuk Savaş dönemi öncesi, ABD’nin gecikmeyle de olsa II. Dünya Savaşı’na girmesi ve o devirde sadece ABD’nin sahip olduğu nükleer silahların Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine karşı kullanılması, II. Dünya Savaşı’nın Uzakdoğu da sona ermesi sonucunu doğurdu. Nükleer silah geliştirilmesi ABD’de Nazi baskısından kaçan Alman kökenli nükleer fizikçilerden oluşan ve Manhattan Projesi olarak isimlendirilen bir çalışma kapsamında geliştirildi. Bu projede yaklaşık 130.000 uzman görev almıştır. Gurubun başında ”Atom bombasının babası” olarak bilinen Robert Oppenheimer yer almıştır. Bu kapsamda üretilen ilk bomba “Little Boy” 6 Ağustos 1945’de Hiroşima’ya, “Fat Man” adı verilen diğer bomba 9 Ağustos 1945’de Nagazaki’ye atıldı. Bu iki bomba, Japonya’nın teslim olmasını sağlamıştır. Bu bombalar nükleer çağında başlangıcını oluşturmuşlardır. Rus’ların 1949’da ilk Atom bombasını başarılı bir şekilde denemesiyle Dünya yeni bir döneme girmiştir. Bu yarış sonraki yıllarda devam etmiş ve dünya “dehşet dengesi” olarak isimlendirilen bir güvenlik ortamına sürüklenmiştir. Bu gelişmelerle birlikte, gerek ABD, gerek Sovyetler hidrojen bombasını geliştirmişlerdir. Ancak bu ürkütücü silahlar her iki tarafta da esnek ve sınırlandırılmaya dayanan politikalarının oluşmasını sağlamıştır. Bu noktada bir hususun altının çizilmesi gerekmektedir. Ülkeler grubu şeklinde bir araya gelen NATO gibi güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit algılaması ile doğrudan ilişkilidir. Soğuk Savaş döneminde tehdit algılaması son derece sade idi. Bir tarafta NATO, diğer tarafta ise VARŞOVA paktı vardı. Tehdit algılamasına göre VARŞOVA Paktı saldıracak, NATO bu saldırıya karşı koyacaktır. Bu anlayışa göre VARŞOVA Parktı saldıran, NATO ise savunan taraf olacaktır. Tüm güvenlik planlaması da bu temel esasa dayanıyordu. Unutulmaması gereken bir husus ise istihbaratın zaman zaman politik amaçlar için kullanılmasıdır. NATO”da yönlendirici güç olan (başta ABD) ülkeler 4 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri abartılı yaklaşımlarla ile tehdidi olduğundan fazlada göstermeye çalışmışlardır. Bu amaçla yazılan kitaplar olmuştur. Bu kitaplara göre VARŞOVA Paktı ve Sovyet güçlerinin saldırısının bir hafta içinde Baltık denizine ineceği işlenmiştir. Oysa 1970’lerin sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin askeri etkinliği giderek azalmaya başlamıştır. Ancak bu husus özenle NATO dokümanlarına yansıtılmamıştır. Bu yaklaşımın temel amacı NATO’yu bir arada tutma yaklaşımlarının bir sonucudur. 1990’da, VARŞOVA Paktı’nın ve Sovyetlerin dağılması sonrası NATO büyük bir şok yaşamış, NATO’nun var olmasını sağlayan tehdidin ortadan kalkmasından sonra NATO’nun varlığı tartışılacak hale gelmiştir. Bu kırılma noktasından sonra -bunu yaşayanlar bilir- NATO iki yaklaşım göstermiştir. Birinci yaklaşım, NATO karargâhlarında görevli personelde %20 indirim kararı alınmış, ikinci yaklaşımda ise, Kuzey Afrika’daki köklen dinci hareketler tehdit algılaması içine dahil edilmiştir. Bu yaklaşımlar güçlü ülkelerin kullandıkları tipik yaklaşımlardır. Nitekim ünlü tarihçi Toybe’nin ortaya koyduğu (Challenge and Response) tezi (meydan okuma ve karşılık verme) bu düşüncenin bir ürünüdür. Bu düşünceyi Huntington da benimsemiş ve “Medeniyetler Çatışması” kitabına dayanak olarak kullanmıştır. Burada vurgulanmaya çalışılan husus şudur; ülkeler ulusal güvenliklerini kendi çıkarları acısından değerlendirmek zorundadır. İthal malı tehdit algılamaları ile ulusal güvenlik düzenlemeleri yapılamaz (Büyükanıt, 2003: 37). Her ülke, kendine yönelik tehdit algılamalarını kendisinin yapması gerekir. Nitekim ABD’nin iki kez IRAK’a müdahale etmesinin temelinde Irak’ın sahip olduğu kitlesel imha silahları gerekçe gösterilmiş, ancak zamanın ABD Dışişleri Bakanının da itiraf ettiği gibi bunun gerçek olmadığı ortaya çıkmıştır. Şimdi biraz kendimize dönelim. Güvenlik kavramı çok şekil değiştirdi. Eski çağlardaki gibi toprak kazanmak tarihe karıştı. Yasadığımız günlerde ABD, Irak’tan ve Afganistan’dan çekilme hesapları yapıyor. Gelinen nokta da, bugün toprak kazanmaktan önce “Ulusal Çıkarlar” güvenlik anlayışının da önüne 5 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt çıkmıştır. Bu husus en büyük değişimdir. Atatürk, son dönemlerinde Hatay’ın ana vatana kavuşturulmasını söyle ifade ediyor: “Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barışı bozma alışkanlığım yoktur. Ancak antlaşmalara dayanan hakkımın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Ben Meclisin kürsüsünde söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getiremezsem O’nun huzuruna çıkamam yerimde kalamam (Gökçen, 1982: 343).” Burada çıkarılacak ders şudur; Sırf toprak kazanmak için savaşılmaz ancak ulusal çıkarlar söz konusu ise her şey göze alınır. SOĞUK SAVAŞ’IN SONA ERMESİNDEN SONRA GÜVENLİK ANLAYIŞLARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER VE YENİ DÜNYA DÜZENİ Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ortaya çıkan en büyük değişim şüphesiz dünyanın tek kutuplu hale gelmesidir. Tek kutuplu hale gelen dünyada önde gelen ABD, güvenlik anlayışını nasıl bir eksene oturtacaktır? Bu husus küresel anlamda önem taşıyordu. Bu dönemde ABD içinde partiler üstünde komisyon oluşturuldu. Bu komisyon 12 Temmuz 2000 bir rapor yayınladı. Bu raporda ABD’nin ulusal çıkarları dört kategoriye ayrılıyordu (Öymen, 2005: 209-218): Hayati çıkarlar, çok önemli çıkarlar, önemli çıkarlar ve ikinci derecede önemli çıkarlar. Bu kapsamda, hayati ulusal çıkarlar olarak 5 hedef saptanmıştır; - ABD‘ye veya ABD kuvvetlerine karşı nükleer, biyolojik ve kimyasal saldırıları önlemek, - Müttefik ülkelerin varlığını korumak, - ABD’nin sınırlarında güçlü hasım ülkelerin veya çökmekte olan devletlerin ortaya çıkmasını engellemek, - Uluslararası siyaset, mali piyasalar ve çevresel konularda dünya çapındaki sistemlerin varlığını ve istikrarını korumak, 6 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri - ABD’nin stratejik hasmı olması muhtemel ÇİN ve RUSYA gibi ülkelerle ABD‘nin ulusal çıkarlarına uygun biçimde verimli işbirliği sağlamak. Bu 5 maddeye ilave olarak “Çok Önemli” veya “Önemli” çıkarlar da tespit edilmişti. Bu kategoriye kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi, uluslararası hukuka saygı gösterilmesinin sağlanması, ihtilafların barışçı yollardan çözümü ve soykırımın önlenmesi giriyordu. 2000 yılında hazırlanan bu raporun eleştirisinin yapılması gerekiyor. - Listeye bakıldığında, bu rapordan kısa süre sonra icra ettiği Irak harekâtının gerekçesi olarak kitle imha silahlarının yayılmasını göstermesi, ancak bu hususun (hayati çıkarları) içinde yer almaması, diğeri ABD’nin enerji ihtiyacının göz ardı edilmesi, - Terör konusuna hiç değinmemesi dikkat çekmektedir. (Bu rapordan 1 yıl sonra 11 Eylül saldırısı vuku buldu.) Bu husus, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tek kutuplu dünyanın ABD’de yarattığı aşırı güvenin yanılgısını göstermektedir. Güvenlik çalışmaları aşırı güven ve kibrin her zaman yanlış değerlendirmelere yol açabileceğini geçmiş örneklerle ortaya koymuştur. Bu makalenin yazarı, Humeyni öncesi İran olayları sırasında Belçika‘da NATO karargâhında görevli bir subaydı. İran’daki gelişmeler hakkında her sabah NATO Başkomutanı Org. Alexandre Haig’e brifing veriliyordu. Her brifing sonunda “İran ordusu Şah’a bağlı, bir şey olmaz “ deniyordu. Bir gün şah kaçtı, Humeyni Irana döndü. Ertesi sabah, başkomutan bilgilendirme öncesi SACEUR1 brifing subayına “-Binbaşı sen bana bu konuda doğru değerlendirme yapmadın.“ dedi. Brifing subayı “-Efendim, benim size verdiğim bilgiler tamamen ABD istihbaratının bize aktardığı bilgilere 1 SACEUR: NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Komutanı. (Supreme Allied Commander in Europe). 7 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt dayanıyordu. Bu soruyu her halde onlara sormanız gerekiyor.” diye cevap verdi. Güvenlik değerlendirmelerinde ne kadar güçlü olursanız olun mutlaka zaaflarınızda vardır. Bu hususu göz ardı etmemeniz gerekir. Soğuk Savaş sonrası güvenlik bağlamında değinilmesi gereken bir husus daha vardır. Bu, Soğuk Savaş sonrası Avrupa ülkelerinde –NATO ülkeleri dâhil – askeri güce bakış açıları ile ilgilidir. Soğuk Savaşın sona ermesi, VARŞOVA Paktı ve Sovyetlerin dağılması, Avrupa’ya tehdit ortamının ortadan kalkması sonucu, ülkeler silahlı kuvvetlerinde önemli indirimler gerçekleştirmişlerdir. İlk bakışta bu yaklaşım makul görülebilir. Ancak, önce ABD’nin, daha sonra NATO’nun AFGANİSTAN’da sorumluluk almasından sonra ortaya çıkan kuvvet zafiyeti, NATO’nun en önemli gündemini oluşturmuştur. NATO Askeri Komitesi’nin üç yıldır devam eden süreçte en önemli gündem maddesini, Afganistan’a daha çok kuvvet gerekliliği oluşturmuştur. Bu husus Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. O zaman 11 Eylül olayına ve sonrasına bakmamızın zamanı gelmiştir. 11 EYLÜL SONRASI GÜVENLİK KAVRAMI VE GELİŞMELER Bir gün geldi, 11 Eylül 2001’de ABD kendi ana kıtasında vuruldu Böyle bir şey hiç beklenmiyordu. ABD ve ordusu çok güçlüydü, yenilmezdi, böyle bir şey olamazdı. ABD güçlüydü, o zaman doğaldır ki haklıydı. Saldırılar sonrası ABD Başkanı George W.Bush mademki onlar bizi yaşadığımız yerde vurdular, bizde onları, yaşadıkları yerde vururuz dedi. Bu yaklaşım, güvenlik kavramını tümüyle değiştirdi. 11 Eylül 2001 saldırısından sonra NATO tarihte ilk defa, NATO Antlaşmasının 5. Maddesini yürürlüğe koydu. Bu maddeye göre üye ülkelerinden herhangi birisine yapılan saldırı tüm ülkelere yapılmış sayılıyordu. Bu kararla ABD, Afganistan’a müdahale etti. Amaç El Kaide’yi tesirsiz kılmaktı. Ancak bu karar ve uygulamanın kısa sürede sonuç vermeyeceği anlaşıldı. Arkasından ABD’nin NATO üzerindeki baskısı sonuç 8 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri verdi ve NATO, Afganistan’daki sorumluluğu üstlendi. Bu karar, kurulduğu günden beri NATO’nun en hatalı kararlarından en başta geleniydi. Gelinen nokta bu iddianın kanıtıdır. Birçok ülke Afganistan’da görev aldı. Ancak, Afganistan’da görev alan ülkelerin gönderdikleri askerler ihtiyacı karşılamıyor, bu ülkeler gönderdikleri kuvvet için “Caveat” denilen sınırlandırmalar koyuyorlardı. Kısa sürede ortaya çıkan diğer bir husus ise gönderilen kuvvetlerle, Afganistan’da ki terörün bertaraf edilemeyeceğini gerçeği ile yüz yüze gelinmesi oldu. Yapılacak şey daha fazla asker gönderilmesi haline dönüştü. Bu konuda en fazla baskı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne döndü. Onlara göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bir insan deposuydu. Ancak bir şeyi unutuyorlardı. TSK, 1984 yılından beri terörle mücadele ediyordu. Bu mücadelede 5000’nin üzerinde kayıp vermişti ve bunu tek başına yapıyordu. Türk milleti terörde şehit olanlar için “Vatan Sağ olsun” diyebiliyordu. Afganistan’dan şehitler gelmeye başladığında bu husus halka nasıl anlatılacaktı? Bu nedenle Türkiye terörle mücadele kapsamında Afganistan’a asker göndermeme kararı aldı. Umarız bu kararlılık değişmez. Öte yandan Türkiye, en başından itibaren Afganistan’a en fazla yardım eden ülkelerden biriydi. Bu gelişmelere bakılmasında yarar vardır. İlk başta uluslararası güvenlik yardım kuvveti denilen bir güç oluşturulmasına karar verildi. Bu gücü İngilizce kelimelerin baş harfleri ile “ISAF2” adı verildi. Bu kuvvetin esas görevi Kabil bölgesi olarak belirlendi ve görevleri içinde konsepti gereği terörle mücadele yoktur. Türk Silahlı Kuvvetleri, ISAF- II ve ISAF-VII dönemlerinde bu gücün liderliğini başarıyla üslendi. Bu hususun vurgulanmasında yarar var. Türkiye bu iki dönemde liderliği hiçbir ülkeden yardım almadan üstlendi ve çok başarılı oldu. 2 ISAF: International Security Assistance Forces. 9 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt ISAF dışında TSK bir önemli görev daha üstlendi. Bu görev Kabil havaalanının çalıştırılması idi. Bu havaalanı, Afganistan’ı Dünyaya bağlayan tek hava alanıdır. Alan konum olarak, bir tarafı Himalaya, diğer tarafı Hindikuş Dağları ile çevrili adeta bir çukur içinde idi ve tüm tesisleri tahrip edilmiş, çevresi mayınlarla çevrili bir durumda idi. Türk Hava Kuvvetleri, Kabil Havalanını ISAF-II ve ISAF-VII dönemlerinde iki kez başarı ile yönetti. Kabil ve çevresinde görev yapan ülkelerden yaya devriyeye çıkan Türk askerinden başka hiçbir ülkenin askeri yoktu. Neden? Bu hususun açıklanması gerekir. Çünkü Türkiye ile Afganistan’ın tarihsel gerçeklere dayanan bir iş birliği vardı. Bu temel 1922’de daha Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmadan Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından atılmıştı. Savaştan çıkan, kendisi yoksulluklarda uğraşan Türkiye’nin lideri yalnız günü düşünen değil, geleceği görebilen sezgi gücü ile olağanüstü bir insandı. İlk kararı iki ülkeye arasında köprü kurabilecek resmi büyükelçiler atamaktı. Bu iki ülkeden biri Azerbaycan, diğeri ise Afganistan’dı. Afganistan’a gönderilen büyükelçi3 Atatürk’ün en yakınlarından birisiydi. Ayrıca bu ülkelere gönderilecek iki grup oluşturuldu. Birinci grup sağlık ekibi, ikinci grup ise güvenlik ve askeri eğitim grubu idi. Bu girişimler Afgan halkında Türkiye’ye karşı olağan üstü bir sıcaklık yarattı. O günkü imkânlar ile oraya gidenler hayatlarını Afgan halkına verdiler ve hayatları orada sona erdi. Bir kısmının mezarları onarılmış ve bakımlı bir şekilde Kabil’de bulunmaktadır. Bir diğer çarpıcı örnek bugün yalnız Kabil’in değil Afganistan’ın en büyük hastanesinin ismi hala “GÜLHANE”dir. Bunların yazılmasının nedeni, bir gerçeği vurgulamaktır. Bu gerçek şudur; Devlet adamları üst düzey kişiler arasında dostluklar kolay kurulur. Ancak ulusal çıkarlar çakıştığı takdirde çok kolay yok olur. 3 Henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış idi ancak şimdi deyimiyle büyükelçi diyebiliriz. 10 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri Dostluklar halk arasında yapıldığında kalıcı olur. Bugün, Afgan halkına, Pakistan halkına, Azerbaycan halkına ve hatta Kore halkına bakıldığı zaman bu gerçek açık olarak görülebilir. Amaç sadece geçmişi hatırlamak değil bugüne de bir bakış açısı getirmektir. Bu husus aynı zamanda güvenlik politikaları ile de yakından ilgilidir. Son bir örnekle bu değerlendirmeye son verip, Afganistan ve Irak ile devam edelim. Ancak bu örnek çok çarpıcıdır. Bir gün Ankara’ya Afganistan’dan zarf içinde bir rapor geldi. Hazırlayanlar Afganistan’da görev yapan Türk birliğinden idi ve içinde çarpıcı resimler vardı. Zarfın özeti şu: Terörün en fazla olduğu Güney Afganistan bölgesinde terörle mücadele eden bazı ülkeler kendilerini güvende hissetmek amacı ile sol kol omuz başlarına küçük bir Türk bayrağı takıyorlardı. Herhalde bu gerçeğin başka bir yoruma ihtiyacı yoktur. IRAK VE AFGANİSTAN İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER VE TÜRKİYE Bu makalede, bir yaklaşıma özen gösterilmiştir, tarihsel süreçte, güvenlik anlayışında ki değişimler ancak bir kitap kapsamı içinde açıklanabilir, bu tür bir kitap için çok sayıda kitap ve yayınları alınır, dipnotlar konulur. Sonunda çok geniş bir referans listesi yer alır, yayınlar, konuşma kaynakları yer alır. Tabii ki, ortaya çıkan eser 500–600 sayfayı bulur. Bunu bir örnekte vurgulayalım; Biri yakın dostuna bir mektup yazmış, sonunu şöyle bitirmiş; “Değerli dostum, vaktim çok azdı, uzun yazmak zorunda kaldım”. Beşinci bölümde iki konuya verilecek bu bölüm AFGANİSTAN – TÜRKİYE ile IRAK – TÜRKİYE’ye ait değerlendirilmelerden oluşturulacaktır. Bölümün sonunda YUNANİSTAN – TÜRKİYE ilişkilerine değinilecektir. Afganistan–Türkiye İlişkileri ve Türkiye’yi Güvenlik Bağlamında Etkileyecek Hususlar Ortaya çıkan gerçek şudur; Afganistan olaylarının Türkiye’yi doğrudan etkileyecek bir yönü yoktur. Ancak, küresel aktörlerin politika ve stratejileri 11 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt uygulanırken başta NATO ve ABD’nin istekleri bu aktörlerin beklentileri Türkiye’nin çıkarları ile çelişebilir ve hatta çatışabilir. Önce konuya ABD penceresinden bakalım. 11 Eylül sonrası, kamuoyuna yansıyan yönü ile olaya ABD tarafından terör ve teröre karşı koyma şeklinde yaklaşılmış ve kamuoyunda büyük bir destek bulmuştur. Eski ABD Başkanı Bush’un “Terör bizi evimizde vuruyorsa, bizde onları yaşadıkları yerde vururuz.” sözleri bunun kanıtıdır. Bu husus ilk bakışta anlamlı sözler gibi görülebilir. Körfez Savaşı’nda da ABD’nin müdahalesi: “Kuveyt’e Özgürlük” sloganı ile başlamıştır. Ancak sonuçta; “El Sabah’a özgürlük ve ABD çıkarlarının savunulması” şekline dönüşmüştür. Afganistan’a ilk müdahale (Sürekli Özgürlük) sloganı ile ABD tarafından başlatılmıştır. Ancak başlangıçta ifade edilenler ile sonuçlar hiçte istedikleri gibi olmamıştır. ABD’nin ikinci adımı ise NATO’ya doğrudan ve tüm sorumluluğu vermek ve koalisyon ülkelerin sayısını mümkün olduğu kadar çoğaltmak olmuştur. Bu tarihten sonra NATO’nun ilk görevi Afganistan olmuş ve tüm gayretini üye ülkelerin Afganistan’daki asker sayısının arttırılmasına yöneltmiştir. Ancak bunda çok başarılı olamayınca, bu kez başka olanaklar bulmaya çalışmışlardır. Bu amaçla NATO Mukabele Kuvveti’nin terörle mücadele kapsamında kullanılma gayreti içine girilmiştir. NATO Mukabele Kuvveti (NRF: NATO Response Force) üye ülkelerinin oluşturduğu bir kuvvet havuzudur. Üyeler güçlerine göre bu havuza kuvvet tahsis ederler. Bu kuvvetler normal zamanlarda bir yere gitmez, ülkelerinde (in Place Forces) beklerler. NATO’nun bir krize müdahalesi söz konusu olduğunda, esas kuvvetler hazırlanana kadar bu kuvvetler ilk müdahaleyi yapmakla görevlidir. Esas kuvvetler gelince hemen harekat alanından çıkarlar. Tanıma göre kriz bölgesine ilk giden ve ilk çıkan kuvvetlerdir. NATO Başkomutanı’nın (SACEUR) bunların kullanması ile ilgili bir yetkisi yoktur. Yetki, NATO Askeri Komitesi ve en üst karar organı NATO Konseyi’dir. Bu iki organda da Türkiye eşit haklara sahip bir ülkedir ve kararları oy birliği ile verilir. 12 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri Bu noktada Türkiye’yi bekleyen tehlike şudur. 2007 yılında SACEUR bir teklif ile gelmiştir. Teklif NATO Mukabele Kuvveti konseptinin değiştirilmesidir. Yapılan teklif ile NRF’in ilk giren ve ilk çıkan kuvvet olması esasının kaldırılması yanında bu kuvvetin SACEUR’ün stratejik ihtiyatı haline getirilmesidir. Böyle bir durumda, Türkiye’nin eşit haklarında yer aldığı Askeri Komite ve NATO Konseyi’nde karşı koyma konumu ortadan kalkacaktır. Pratikte NATO Komutanı şüphesiz bu kuvveti istediği yerde kullanıyor. Bu yer Afganistan idi. Ancak yeni durumda Türkiye kendi arzusu hilafına Afganistan’daki teröre bulaştırılabilir. Türkiye’nin itirazı sonucu bu teklif kabul edilmedi. Bu satırların yazılmasının nedeni, bu tehlikenin şu veya bu şekilde tekrar gündeme gelme ihtimalidir ve çok dikkatli olunmalıdır. NATO’daki sıkıntı verici husus şudur; AB üyesi ülkelerin çoğunluğu aynı zamanda NATO üyesidir ve NATO bir şekilde iki başlı hale gelmiştir. Artık NATO’nun monolotik bir yapısı yoktur. Bu husus, Türkiye AB üyesi olmadığı sürece Türkiye’ye sıkıntı yaratacaktır. Afganistan’ın Geleceği Afganistan hakkında gerekli değerlendirme yapmak için önce Afganistan’a gidip gerçekleri görmek gerekir. Görmeden kitaplar ve makaleler okumak gerçeği görmeye yetmez. Afganistan şu anda insanlığın yüz karası durumunda olan dramatik bir ülkedir ve insanların yaşam biçimleri ve koşulları yüz kızartıcıdır. Gece yüksek bir binadan Kabil’le baktığımızda cılız birkaç ışık hariç sadece karanlığı görürsünüz. Kanalizasyonlar dışarıdan akar, size okul diye gösterdikleri kapkaranlık kerpiç binalar içindeki minik çocuklardır. Olaylardan sonra dünyada birçok konferanslar yapıldı. Ancak bunların hiçbiri Afgan halkına yansımadı. Özet olarak bir mucize olmazsa Afganistan yüz senede kendine gelemez. Uçağınız Kabil havaalanından kalkıp, aşağıya baktığınızda içinize sadece ve sadece hüzün dolar. Yürütülen operasyonlarda pek çok sayıda sivil zayiat verilmekte ve bu zayiat El-Kaide’yi güçlendirmektedir. Bir örnek verelim; bu sayfaların yazarı bir Afganistan 13 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt ziyaretinde günlerden Cuma idi. Cuma namazı için gidilen Kabil’in en büyük cami’si hava saldırısına uğradı ve yüzlerce kişi hayatını kaybetti. İçlerinde biri de Kabil Emniyet Müdürü idi. El-Kaide’nin bundan daha etkin propagandası herhalde yapılamazdı. Terörün etkisiz kılınamamasında, Pakistan’ın kuzeyinde ortaya çıkan durumun da rolü önemlidir. Çünkü bu bölge fiilen Pakistan yönetiminin kontrolü dışına çıkmıştır. Bölge kökten dinci aşiretlerin elindedir. Bölgenin Himalaya Dağları eteklerinde olması ve çok çetin arazi koşullarına sahip olması nedeniyle; bu bölgeden Afganistan’a sızmak çok kolaydır. Diğer sorunlu bölge ise Pakistan’ın Belücistan bölgesidir. Bu bölge adeta İran’ın eyaleti haline dönüşmüştür. Bu eyaletin, Afganistan ile ilgili hududu Pakistan ile Afganistan arasında büyük bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Geçmişe baktığımızda bu hududun Pakistan kurulurken İngilizler tarafından çizildiği görülmektedir. Tabii ki hafızalarımız silinmediyse Orta Doğu’da da aynı şeylerin yapıldığını ve bugün Orta Doğu’da sorunların kaynağını oluşturduğunu görmek mümkündür. Bugün Afganistan halkının tek gelir kaynağı uyuşturucudur. Başka bir gelir kaynakları yoktur. NATO ve ABD’nin bu konudaki yaklaşımı ise uyuşturucu üretimini durdurmaktır. Bu nasıl sağlanacaktır? Askeri tedbirler ile. Bir yanlış ta budur. Afganistan halkının yaşam standardının ekonomik ve sosyal tedbirlerle yükseltilememesi ve istihdam alanlarının yaratılmaması halinde bu tedbirler; Taliban (El-Kaide’nin) tarlalarına onları güçlendirecek tohumlar olarak serpmekten başka bir işe yaramaz. Bu karanlık tabloyu çizdikten sonra şu soru sorulabilir: Ne yapmak gerekir? Bu konuyu çok kısa başlıklar ile açıklayalım; - Afganları, Pakistan ile beraber görmek zorunludur. - Bu ülkedeki istikrarlılıklar yalnız iki ülkeyi değil tüm bölgeyi ilgilendiren bir kapsamdadır. 14 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri - Burada anahtar ülke Pakistan’dır. Bölgedeki gelişmeler, çözülmeden böyle devam ederse, Pakistan; Taliban / El Kaide tamamen diğer kökten dincilerin kontrolüne girebilir. Tabii ki bu ürkütücü bir tablodur. Neden ürkütücüdür? Böyle bir gelişme tüm dünyanın önüne dehşet verici bir tablo koyacaktır. Bu dehşet tablosu tarihte ilk kez nükleer silahlara sahip görülmemiş bir terör örgütü tablosudur. Böyle bir tablo istikrarsızlık boyutunu Hindistan’a da taşıyacaktır. Böyle şey olmaz demek tarihi hiç bilmemektir. - NATO ve ABD’nin bölgeye ilişkin terörle mücadele konseptlerini tümüyle değiştirmesi gerekmektedir. - Teröristle halk birbirinden ayrılmalıdır. Bu konuda ki en iyi örnek olarak Türkiye’nin terörle mücadele konusunda ki uygulamasını örnek almalıdırlar. Bu husus İsrail için de bir örnektir. - Afganistan’ın ekonomik ve sosyal kalkınması için göstermelik değil, çok ciddi adımlar atılmalıdır. Bugüne kadar bu yapılamamıştır. - Pakistan’ın istikrarlı bir ortama kavuşturulması konusunda uluslararası destek en üst düzeyde verilmelidir. Pakistan merkezi yönetimini devre dışı kalması kıyamet senaryosunun başlangıcıdır. Liderlerin söyledikleri “Terörle mücadele küresel boyutta yapılmalıdır.“ sözleri ayakları havada kalmış bir sözdür. Birleşmiş Milletlerde yüzlerce sözleşme vardır. Oysa BM daha terörün tanımını dahi yapamamıştır. Bu yaklaşım tüm bölgelerde “iyi teröristler”, “kötü teröristler” ikilemini ortaya koymuştur. Bu noktada bir soru sormak kaçınılmazdır. Tanımını yapamadığımız bir tehditle nasıl mücadele edeceksiniz? Cevabı da biz verelim; tabii ki yapamayacaksınız. ABD yaşadığımız günlerde Irak’tan asker çekmeyi planlarken, Afganistan’a asker göndermeye çalışıyor. Bu husus başarısızlığının göstergesidir. 15 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt Afganistan’la ilgili değerlendirmemizi geçmişle ilgili iki örnek vererek tamamlayacağız. Bu iki örnek liderlerin geleceğe bakışı ile ilgilidir ve çarpıcıdır. I. Dünya Savaşı’ndan 11 yıl sonra CHURCHIL Kanada’da yaptığı bir konuşmada (Parker, 2000: 14); “-Önümüzdeki 50 yıl içinde barış umudu hiç bu kadar güçlü olmamıştır.”, diyordu, oysa bu tarihten 10 yıl sonra yeni bir dünya savaşı çıktı ve insanlık tarihi bir felakete sürüklendi. İkinci örnek ATATÜRK’ten. Biraz önce belirtilen İngiltere’nin aşırı iyimserliğine karşı ATATÜRK İngiltere’nin Ankara’daki büyükelçisi Perey LOAİKE‘i çağırarak şu değerlendirmeyi yapıyor (Erkin, 1983: 81-83); “Sayın büyükelçi, İngiliz yetkililerinin açıklamalarından üzüntü duydum, tehlike var ve büyümektedir. Avrupa semaları üzerinde kara bulutlar her gün daha çok yoğunlaşmaktadır. Benim değerlendirmelerime göre 4–5 seneye varmaz, İtalya ile Almanya birleşerek ve başımıza II. Dünya Harbi’ni çıkaracaktır.” Bu görüşmenin olduğu tarih Temmuz 1936’dır. Yukarıdaki değerlendirme bir kehanetten daha ötedir. ATATÜRK daha 1932 yılında HİTLER’in iktidara geçmesinden 1 yıl sonra, CHAMBERLAIN ve HİTLER’in anlaşmasından da 6 yıl önce General Mc ARTHUR ile konuşmasında çok daha çarpıcı bir konuşma yapıyor konuşma şöyle (Akil, 1991: 198); “Almanya kısa süre içinde İngiltere ve Rusya hariç bütün Avrupa’yı işgal edebilecek ordu kurma yeteneğine sahiptir.” Savaş 1940 – 1945 tarihleri arasında çıkacaktır. Geçen savaşta olduğu gibi, Amerika bu defa tarafsız kalmayacaktır ve Amerika’nın müdahalelerinin sonunda Almanya savaşı kaybedecektir. Meydana gelen savaşların galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya olacaktır. Savaştan en büyük kazancı Bolşevizm sağlayacaktır. Rusya’nın komşusu olan ve Rusya ile en çok savaşmış bir devlet olmak bu ülkedeki gelişmeleri herkesten daha iyi izleyecek durumdayız ve tehlikeyi bütün çıplaklığı ile görüyoruz (Öymen, 2002: 23). 16 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri Yukarıda belirtilen iki örnek bir amaçla verilmiştir. Ülke güvenlikleri çok boyut değiştirmiştir. Boyut değiştirmeye ek olarak, tehdit ve güvenlik boyutları geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gelinen noktada “Güvenlik her yerde ya da hiçbir yerde” diyen bir tabir ortaya çıkmıştır. Ki bu tabir doğrudur, güvenlikle ilgili makamların işi geçmişi oranla daha zordur. Çünkü sadece güvenlik güçlerinin ilgi alanlarından olmaktan öte bir anlam kazanmıştır. Kurumların bu konuda çeşitli değerlendirmeleri yapan organları vardır. Sonunda kararı veren üst düzey kişiler vardır. Ancak, ATATÜRK’ün II. Dünya Savaşı’nı bu kadar açık şekilde ön görmesi hatta savaşın sonuçlarını bu kadar sağlıklı ve doğru ön görmesinin arkasında başka güç var mıdır? Düşüncemiz, evet vardır. Bu sezgi gücüdür. Bir karar verici, hiçbir zaman kararına tesir edebilecek tüm verilere sahip olamaz. Önüne konulan resimde mutlaka boşluklar vardır. O boşlukları ancak liderler doldurur. Onu dolduran güç ise sezgi gücüdür. Bugün çağdaş yönetim konusunda bu husus bilimsel olarak kabul görmektedir. Sezgi gücü nedir? diye sorduğumuzda bunun cevabını “Süratle idrak etme” yeteneği olarak görüyoruz. Ancak burada bu gücün bir ön şartı bulunmaktadır. Bu şart ise sezgi gücünü kullanacak kişi, kişilerin ve grupların ne derece kendilerini ya da kurumlarını şarj etmiş olduklarıdır. Yeteri düzeyde şarj olmayan kişilerden bunu beklemek doğru olmaz. Oysa ATATÜRK’ün nasıl şarj olduğu bilinen bir gerçektir. KÖRFEZ SAVAŞLARI, IRAK, TÜRKİYE Makaleye bu bölümü koyma zorunluluğu ortaya çıktı ancak bu konuya ayrıntılı olarak bu makale içinde yer verme olasılığı yoktur. Belki ayrıntılı bir makale veya inceleme içinde ayrıca ele alınabilir. Doğaldır ki bu konuyu Orta Doğu’dan soyutlayarak incelemek de kaçınılmazdır. Bu makale kapsamında iki körfez savaşı sonrasının Türkiye’ye etkilerine ilişkin özet bir yaklaşıma değineceğiz. Irak yaklaşık 10 yıllık bir süreç içinde (1991 – 2003) iki kez ABD’nin müdahalesine maruz kalmıştır. I. Körfez Savaşı’nın amacı; Kuveyt’i 17 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt kurtarmak, II. Körfez Savaşı’nın ise Irak’taki kitle imha silahlarını temizlemek ve Saddam’ı ortadan kaldırmaktır. Sonuçları göstermiştir ki her iki gerekçenin de ABD’nin gerçek nedenleri olmadığıdır. Bu husus ayrı bir inceleme konusudur. Ancak TÜRKİYE açısından bir gerçek vardır; her iki müdahalede de Türkiye en fazla zarar gören ülke olarak çıkmıştır. Bu bir gerçektir ve bu değerlendirmenin devamında bu hususun detayları verilecektir. I. Körfez Savaşı, biraz önce ifade edildiği gibi Kuveyt’i kurtarmaya yönelikti. Savaş sonrası Kuveyt özgürlüğe kavuşturulmuş Kuveyt yöneticileri ülkelerine dönmüşlerdir. Ancak ABD Bağdat’a yönelmemiş, bir anlamda Irak’tan çekilmiştir. Türkiye’yi ilgilendiren bölüm, bundan sonra başlamıştır. ABD savaş sonrası Irak’a konan Ambargo dışında, Irak’ın güneyinde 33. paralelden, kuzeyde 36. paralelinden bir hat çekmiştir. Uçuşa yasak bölge kapsamında, Irak’ı güneyde Basra körfezinden kuzeyde Musul’a yakın bir hattan izole etmiştir. Türkiye’yi ilgilendiren bölge 36. paraleldir. Bu uygulama ile Kuzeydeki Kürt grupların bulunduğu bölgeyi Saddam’ın tesirinden kurtararak koruma altına almıştır. Türkiye, TBMM’de aldığı karar ile uygulamayı kabul etmiş ve TBMM tarafından uygulama sürekli uzatılmıştır. Böylece Pirinçlik’te konuşlandırılan ABD ve İngiliz uçaklarının kuzey bölgede denetim uçuşları yapabilme imkânı sağlanmıştır. Bu uygulama ile Irak’ın kuzeyinde bir tür güvenli bölge (SAFE HEAVEN) ortaya çıkmıştır. Olayın vahim tarafı 1990 yılında da bitme noktasına gelen PKK için de Türkiye hududunun güneyinde bir güvenli bölgenin ortaya çıkmasıdır. Durma noktasına gelen PKK, o tarihten itibaren bu bölgelere yerleşerek terörü tırmandırmaya başlamış ve terörist faaliyetleri arttırarak terörün en kanlı, en fazla şehit verilen (1992 – 1997) dönemi yaşanmıştır. Bu nedenle diyoruz ki I. Körfez Savaşı’ndan en fazla zarar gören ülke Türkiye olmuştur. 2. Körfez Savaşı’nda da Türkiye aynı duruma düşmüştür. 18 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri 1 Mart teskeresinin Meclis’te kabul edilmemesi sonucu Türkiye’den Irak’a girme imkânı kalmayan ABD, doğal müttefik olarak bu Kürt grupları seçmiştir. Savaş sırasında. ABD Hava İndirme birlikleri bu bölgelere inmişlerdir. Diğer taraftan Irak’ın işgalinin tamamlanması ile birlikte Irak silahlı kuvvetlerinin silah ve mühimmat depolarını yağmalanmış, Irak, kontrolsüz bir silah mezarlığına dönüşmüştür. PKK açısından durum daha elverişli hale gelmiştir. Irak’ı işgal eden ABD ile Türkiye adeta komşu olmuştur. Bu tarihten itibaren PKK Irak’tan her türlü silah, mühimmat, patlayıcı temini imkânı bulmuştur. Sonuçta, 2000 yılından itibaren tekrar durma noktasına gelen PKK, 2004’ten itibaren terör eylemlerini artırmıştır. Kuzeydeki Kürt gruplar (KDP–KYB) PKK’nın kuzeydeki bu yapılanmasına hiç müdahale etmemişler ve PKK’yı her türlü imkânla desteklemişlerdir. Deyim yerinde ise Irak’ın kuzeyinde yerleşik düzene geçmişlerdir. Diğer yandan Türkiye hudutlarına hapsedilmiştir. Ancak TBMM’nin hudut ötesi operasyon izni vermesi ile 2007’den itibaren icra edilen operasyonlarla PKK’ya büyük zayiatlar verilmiştir. Görüldüğü gibi her iki körfez harekâtı da Türkiye’yi ulusal çıkarlar açısından önemli zararları veren sonuçlar ortaya çıkarmıştır. GÜVENLİKLE İLGİLİ YENİ BOYUTLAR VE TÜRKİYE Bu bölüm, makalenin en önemli boyutunu oluşturmaktadır, çünkü bugün kamuoyunda “güvenlik” denilince akla önce güvenlik güçlerini oluşturan asker (jandarma dâhil), polis, korucular hepsi akla gelebilir ve normaldir. Ancak bütün bunların dışında ulusal çıkarlarını etkileyen öylesine çok etkin aktörler ortaya çıkmıştır ki, bunların kategorize edilmesi zorunluluk hale gelmiştir. Bazı yazı ve kitaplarda bu tür yeni aktörler ve bunların oluşturduğu tehditler bir bütün olarak değil parça parça verilmeye çalışılmıştır. Ancak, olaya bütünsellik içinde bakmak büyük resmin oluşmasına katkıda bulunacaktır. Şüphesiz gerçekler bir bütün olarak eksiksiz ve hatta yanlışsız verilemez. Ancak her yaklaşım bir farklılaşma ortamını ortaya koyan etkileşimlerle daha 19 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt doğrusunun bulunmasına yardımcı olur. Bu konuda taslak bir şema Tablo’da sunulmuştur. Tablo: Güvenlik, Tehdit ve Yeni Uygulamalar Sıcak Savaşlar Silahlı K.ler Soğuk Savaşlar Askeri-Politik Asimetrik Tehdit İdeolojik Ayrışmalar Terör Siber Savaş Sağ Küresel Ekonomik Baskılar Sol Yerel Politik Baskılar Aşırı Gruplar Ulusla.Yaptırımlar Mafya Türü Oluşumlar İkili Yaptırımlar Uyuşturucu Trafiği Psikolojik Harekat İnsan Kaçakçılığı Devlet Grubu Dayatmaları Amaçlı STÖ Dayatmaları Sosyal Farklılıkların İstismarı İstikrarı Bozan Girişimler Etnik, Dini, Sosyal Yapıya Kışkırtmalar Tablo’ya bakıldığında, anlaşılması en kolay bölüm, ilk iki sırada yer alan sıcak ve soğuk savaş bölümleridir. Günümüzde (Körfez savaşları gibi) sıcak savaşlar istisnai durumlar halinde gündeme gelmektedir. Soğuk savaşlar ise küresel boyutunu büyük ölçüde yitirmiştir. Ancak yerel boyutta ikili –üçlü ülkeler arasında bu tür gerginlikler var olabilmektedir. Vurgulanması gereken ikinci husus şemanın ortasında yer alan “ASİMETRİK TEHDİTLER” bölümüdür. Burada belirtilen tehditler birçok ülkeyi şu veya bu boyutta tehdit etmektedir. Bu kapsamda, 12 adet olarak saptanan asimetrik tehditlerin hangi ülkeleri hedef aldıkları açıklamaları mümkün değildir. Bazı varsayımlar öne sürülebilir. Bu makalenin yazarı çeşitli konuşmalarda bu tür tehditleri ve uygulamaları ilk defa “KARANLIK SAVAŞLAR” şeklinde nitelendirdi. Çünkü bütün faaliyetlerin hemen tamamı örtülü hareketlerdir. Örneğin 2008 yılında Estonya’ya yöneltilen Siber saldırı, ağ tabanlı iletişim kullanan 20 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri Estonya’yı çökertti. Estonya’nın bankacılık sistemi dâhil günlük yaşamını durdurdu. Yapılan tahminlere göre ağ tabanlı iletişimi bütünüyle çöktü. Estonya Avrupa’da ağ tabanlı yaşam en fazla kullanan bir ülkedir. Sonuç olarak siber savaş geleceğin en önemli savaş yöntemidir. Şimdi Asimetrik tehdit tablosuna bir bakalım. Acaba Türkiye’nin hangi tanımlarda ki tehditlerle karşı karşıyadır? Tabii ki 12 adet tehditten hangilerinin hedefi olduğunu net olarak söylemek olanaklı değildir. Ancak bu ülkede yaşayan insanlar olanlara dikkatli bir gözlükle bakarsa, bazı gerçekleri göreceklerdir. Sadece şu örnek verilebilir; 2000 – 2001 yılında yaşanan ve Türk ekonomisini çökerten neydi? Bir gecede milyarlarca dolar Türkiye’yi nasıl terk etti? Bu nasıl oldu? Teknik detayını biz bilemeyiz, ancak sorunun sorulması gerekmez mi? Bu yazarın deyimi ile “Bir tür karanlık savaş” değil midir? YUNANİSTAN VE TÜRKİYE Türkiye’nin güvenliği açısından bakıldığında şüphesiz Türkiye-Yunanistan ilişkileri de ön plana çıkmaktadır. Bu konuda, önce Yunanistan ne istemektedir, buna bakmamız gerekir. Yunanistan Güney Kıbrıs yönetimi ile birlikte Avrupa Birliğine girmekle, tarihinin en avantajlı konumunu sağlamıştır. Avrupa Birliği, yalnız Yunanistan’ı değil, Annan Planı’nı kabul etmeyen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de AB’ye kabul ederek Türkiye’ye karşı tutumunu da ortaya koymuştur. Bu yaklaşımın kabul edilebilir gerekçesini izah etmek mümkün değildir. AB raporlarında Türkiye’ye yönelik olarak “Komşuları ile hudut sorunlarını çözmesi” öngörülürken (-ki Türkiye’nin hiçbir komşusu ile hudut sorunu yoktur-), Kıbrıs’taki sorunun göz ardı edilmesi, AB’nin Kıbrıs konusunda ilginç bir yaklaşımı olarak tarihe geçmiş durumdadır. Gelelim Yunan isteklerine. Ne istiyorlar? İlk istekleri, kara sularının 12 mile çıkartılması. Bunun anlamı, Ege Denizi’ni bir Yunan denizine dönüştürmektir. 21 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt Türkiye’nin böyle bir girişimi “Savaş nedeni olarak görme kararı” bu isteklerinin dondurulmasını neden olmuştur. Ancak gariptir ki Türkiye içinden dahi, bu kararın kaldırılmasını isteyen çevreler çıkmaktadır. Yunanlıların diğer iddiası “Türk Savaş uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal ettiğidir” ki bu yaklaşımın hiçbir uluslararası belgede dayanağı yoktur. Türk savaş uçakları Ege’ye uluslararası hava sahasına eğitim amaçla girmektedir ve Yunan iddialarına göre FIR hattına geçerek uçaklarımızın, Yunan hava sahasını ihlal ettiğini gerekçe gösterilmektedir. FIR hattı, Türkçesi ile uçuş malumat bölgesidir ve Yunanistan’ın egemenlik hakkı değildir. Bu sınır değildir. Ayrıca devlet uçaklarının bir bildirme zorunluluğu da yoktur. Yunanistan’ın, FIR hattını ulusal sema olarak görmesi her türlü hukuki dayanaktan yoksundur. Diğer bir husus ise adaların hava sahası ile ilgilidir uluslararası kurallara göre adaların hava sahası, kara sularının hudutları ile sınırlanmıştır. Adaların kara suları altı mil olarak sınırlandığına göre adaların hava sahaları da altı mil üzerindeki hava sahalarıdır. Durum böyle iken Yunanistan, “Evet adaların kara suları altı mil’dir. Ancak adaların hava sahası on mildir.” gibi bir iddia öne sürmektedir ki, bu girişimin de hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Yukarıda açıklanan üç temel soruna ilave olarak, Ekonomik Münhasır Bölge iddiası yer almaktadır. Rodos adası ile bir tür kaya parçası olan Meis adası bir hat ile birleştirilerek ve o hat Akdeniz ortasına kadar uzatılarak “Bu bölge benim ekonomik hattımdır” denilmektedir. Akdeniz’de en uzun sahil hattına sahip Türkiye; Antalya körfezine mahkûm edilmeye çalışılmaktadır. Uluslararası ilişkilerde güzel sözler söylemek normaldir. Ancak yukarıda açıklanan istekleri kabul etmek mümkün mü? Peki, bu söylemlere karşı, Türkiye’nin net söylemleri nelerdir? Karasuları konusu hariç Türk kamuoyunu aydınlatan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi durumda Yunan iddialarının peşinden koşan ülke durumuna geleceğiz. Bu satırların yazarı Yunanistan’ı en fazla ziyaret eden Asker kişidir. Amacı onları daha iyi tanımaktı ve tanıdı da. Edinilen izlenim şudur: Yunan gençleri, Türk insanına 22 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri düşman olarak yetiştiriliyor. Esas sorun budur. Yunanistan ile dost iki ülke olunmak isteniyorsa iki ülkenin gençleri arasında bu dostluk duygusunun geliştirilmesi ilk yapılacak iştir. Türkiye’de böylesine bir olumsuz duygu yoktur. Ancak Yunanistan’da özellikle politikacıların yaklaşımları nedeni ile halka pompalanan bu yaklaşım fazlası ile var. Bu ortamda iki halk arasında dostluk ve barışın filizlenmesi mümkün görülmemektedir. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ Sonuçtan önce TSK hakkında da bir şeyler söylememiz gerekiyor. Söylenecek sözlerin hiçbir gizlilik yönü yoktur çünkü hepsi zamanında kamuoyuna açıklanan konulardır. Türkiye belalı bir coğrafyada yaşıyor ve bu coğrafyada ancak güçlü olanlar var olmaya devam etmişlerdir. Bu coğrafyada güçlü olmanın ön şartı, caydırıcı bir silahlı kuvvetlere sahip olmanızdır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yönde planlı ve organize olarak ilerliyor. Bu gerekli ve sağlıklı bir yaklaşımdır. Son yıllarda gerçekleştirilen ve gerçekleşme yoluna giren projelere bakıldığında bu husus görülecektir. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine bakıldığında Silahlı Kuvvetlerin geleceğe nasıl hazırlandığı görülecektir. TSK, Türkiye’nin bekası açısından geleceğe azimle hazırlanmaktadır. Bu bağlamda geleceğe ilişkin bazı öngörülerde bulunulabilir. Şüphesiz bu öngörüler, yazarın kişisel görüşleri olup TSK’ni bağlayıcı hiçbir yönü bulunmamaktadır. Yaşanan ortamda yalnız TSK’nin değil, modern silahlı kuvvetlerin tamamının iki nedenle geleceğe bakışlarında önemli değişiklikler olmuştur. Bu nedenlerden ilki; güvenlik ve buna bağlı olarak ilgi alanlarının anormal derecede genişlemesidir. Türkiye’ye baktığımızda bugün, Balkanlardan Ortadoğu’ya, oradan Afganistan’a kadar uzanan bir coğrafya Türkiye’nin ve bir anlamda TSK’nin ilgi alanı içerisine girmiştir. Doğaldır ki geleceğe ilişkin öngörülerde bulunurken bu hususun dikkat alınması kaçınılmaz bir gerçektir. İkinci önemli değişiklik ise Silahlı Kuvvetlerin Konsept, Doktrin ve yeniden 23 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt yapılanmalarına tesir eden tehdit, risk ve ulusal çıkar alanlarının çok çeşitlenmesidir. Soğuk Savaş döneminde daha önce belirtildiği gibi son derece sade alan savunma ve güvenlik planlaması, Soğuk Savaş ve özellikle 11 Eylül sonrası çok karmaşık hale gelmiştir. Bu hususa teknolojideki gelişmeler de dâhil edildiğinde, olay daha karmaşık hale gelmektedir. Bu genel saptamaları yaptıktan sonra; çağdaş bir Silahlı Kuvvetler nasıl olmalıdır? şeklindeki soruya kısa madde başlıkları ile değinmeye çalışalım. a. Başarılı bir güvenlik planlaması sağlıklı öngörülere dayanır. Bu öngörülerin içinde şüphesiz belirlenen tehdit ve risklerin önyargılardan ve eski modası geçmiş yaklaşımlardan soyutlanmış olması gerekir. Bu hususun pek kolay olmadığı da bir gerçektir. Çarpıcı örnek ise bu makalenin başında yer alan ABD’de yayınlanan rapordur. 2000 yılında yayınlanan bu raporda ABD; terörün, ulusal çıkarlara tehdit olabileceğini dahi öngörememişti. Oysa bu rapor ve yayınlanmasından bir yıl sonra 11 Eylül 2001 saldırısı vuku buldu (Öymen, 2005: 209-218). b. Modern bir ordunun donatımını sağlayacak savunma sanayi’ne yüzde yüz sahip, Dünya üzerinde tek devlet yoktur. Ancak savunma sanayi teknolojilerine ne düzeyde sahiplenmiş olursa dışa bağımlılık ne kadar az olursa o derece güçlü olunabilir. Bu hususta Türkiye’nin son yıllarda epeyce yol alınmasına karşılık yeterli olduğu söylenemez. Bunun temelinde yatan, ARGE konusundaki yanlış anlayışlardır. Bir silah sistemi, tek başına bir teknoloji değildir. O silah sistemini oluşturan alt teknolojiler vardır. Bir ülkede ARGE faaliyetleri ve bu amaçla ayrılan kaynaklar bu alt teknolojileri temine yönelik olmalıdır. Aksi durumda bir sisteme ihtiyaç duyulduğunda bu sistemin ARGE ile sağlayalım demek en az on senesi gözden çıkarmak demektir. Oysa alt teknoloji havuzu oluşturulduğu takdirde, ihtiyacın büyük kısmı oradan temin edilir. Eksik olanlar satın alınarak veya ortak üretime gidilebilir (Joint Venture). Savunma sanayi için bu anlayışın yerleşmesi gereklidir. ARGE 24 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri konusunda bir örnek verelim. Güney Kore’de, Savunma Bakanlığı bünyesinde görev yapan ARGE teşkilatında 5.000 mühendis görev yapmaktadır. Ve her türlü sistemi kendileri üretebilmektedirler. Bu teşkilatın iyi incelenmesi gerekir. c. Kamuoyunda da sık sık tartışılmaktadır. Neden yüzde yüz profesyonel bir Ordu kurulmuyor? Silahlı Kuvvetlerin bu günkü mevcudu ile yüzde yüz profesyonel personelden oluşması için bugünkü Milli Savunma Bütçesini iki misline çıkarmak gerekir ki bugünkü bütçe koşullarında bu mümkün değildir. Bu gerçeği bilmeyenlerin iki de bir gündeme getirmesi ne kadar makuldür, bunu sormak gerekir. Ancak özellik isteyen görev yerlerinde, uzman personel istihdam etme konusunda büyük gayret sarf edilmektedir. Teknolojik silah sistemleri devreye girmesi ile makul ölçüde sayısal azalma mümkün olabilir. Bu yaklaşıma “Küçülerek Etkinleşme” denilebilir. d. Bir deyim vardır; “Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır.” denir. Silahlı Kuvvetler de bir sistemdir. Bu sistemi oluşturan tüm alt unsurlar benzer yeteneklere sahip olmalıdır. Silahlı Kuvvetlerin bu bütünsel yapısı göz ardı edilmemelidir. Ne kadar teknolojiye sahip olunur ise olunsun, bu teknolojiyi kullanacak olan insandır. Bir Ordunun generali, amirali, subayı, astsubayı, uzmanı, askeri, sivil memuru, işçisi bir bütünü oluşturan büyük bir sistemin parçalarıdır. Bu insanları, bir yetenek havuzunda birleştiren husus eğitim sistemidir. Modern bir Silahlı Kuvvetleri’nin eğitim sistemi, çok güçlü olmalıdır. Son yıllarda herhalde en çok hamle yapılan alan eğitim alanıdır. SONUÇ Bu makalenin bilimsel bir iddiası yoktur. Yazılanlar 53 yıllık devlet hizmetinde gözlenen, yaşananlar, bilgi birikiminin mütevazı bir yansıması olarak kabul edilebilir. Makale konusu, başlangıç bölümünde de belirtildiği gibi, geniş kapsamlı kitap olabilecek içeriktedir. Bu nedenle, güvenlik 25 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Yaşar Büyükanıt kavramındaki kırılma noktalarına II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan Soğuk Savaş dönemi ile başlanmıştır. Çünkü 20. yüzyıldaki güvenlik kavramındaki en büyük değişim Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkmıştır. Ve Dünya kırk yılı aşkın bir dehşet dengesi olan iki kutuplu bir dönemi yaşamıştır. Varşova Paktı ve Sovyetlerin dağılmasından sonra güvenlik kavramındaki değişikliğin makas aralıkları daralmaya başlamıştır. Soğuk Savaş’tan çok kısa süre sonra, I. Körfez Savaşı başlamış, ondan 10 yıldan az bir süre sonra,11 Eylül saldırıları yeni bir Dünya düzeni veya düzensizliği gündeme gelmiştir. Bu olayları Afganistan ve II. Körfez Savaşı takip etmiştir. Bu gelişmelerin bize öğrettiği bir husus var. İnsanoğlu, eski çağlardan beri, hep uçmayı hayal etti. Uçmak için 19. yüzyıla kadar hayal kurdu ve 1900’lü yılların başında uçtu. Bundan 50 sene sonra Ay’a ayakbastı. Yalnız bilim ve teknolojide basamaklar küçülmüyor Güvenlik kavramında da basamaklar küçülüyor. Bu bir gerçek ise, şunu vurgulayalım. İnsanlar zevkle yüksek dağlara bakarken, yürüdükleri yola dikkat etmeleri gerekiyor. Yürünen yollar bugündür. Bizi yarınlara götüren de bugünlerdir. O halde, yarınlara bakmadan bugünleri iyi görmeliyiz. Makale boyunca, gelecek ile ilgili yarınlara bakmaya çalıştık. Tarih, yalnız yarınlara yanlış bakanları değil bugünleri de göremeyenleri affetmiyor. 26 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,1-27 Yeni Güvenlik Anlayışları ve Orduların Dönüşümleri KAYNAKÇA AKİL Aksan: Quatations from ATATÜRK, Çev.Yılmaz Öz, Ministiry of Foreign Affairs, 1991. BÜYÜKANIT Yaşar: Genkur.Bşk.lığı Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik Sempozyumu Açılış Konuşması, Ankara, (30 Mayıs 2003). ERKİN, Feridun Cemal: Dış İşlerinde 34 Yıl, Türk Tarih Kurumu Basım Evi, (Ankara, 1983). GÖKÇEN Sabiha: Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Türk Hava Kurumu Yayınları (Ankara, 1982). ÖYMEN Onur: Ulusal Çıkarlar Küreselleşme Çağında Ulus Devleti Korumak, Remzi Kitapevi, (İstanbul, 2005). PARKER Rac: Churcill and Appe Assessment, Paper Mac, (London, 2000). ÖYMEN Onur: Silahsız Savaş, Remzi Kitap Evi, (İstanbul, 2002). 27 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 1-27 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY ATATÜRK’ÜN LİDERLİK STRATEJİLERİNDEN DERSLER Asım Şen∗ ÖZET Bu makale, Atatürk’ün başarılı liderlik uygulamalarında kilit rol oynayan liderlik ana stratejilerini inceleyerek, insan yaşamını tehdit eden ulusal ve uluslararası bir çok ortak sorunlara çözüm arayan lider ve yöneticiler için liderlik stratejileri geliştirmeyi amaçlar. Çalışma, insanların bireysel ve ulusal özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, refah ve sosyal birliğini ortak vizyon olarak oluşturan ve bunu gerçekleştirmek ve sürekli olarak geliştirmek için gerekli demokratikleşme, bağımsız ekonomi, sanayileşme, askeri güç, çevreyi koruma, adil küreselleşme, lider ve topluma çağdaş bilgi sağlayan liderlik stratejilerini kapsar. Bu stratejiler, günümüzün lider ve yöneticileri için bazı yararlı dersler sunar. Anahtar kelimeler: Atatürk, Liderlik, Strateji, Özgürlük, Bağımsızlık. ABSTRACT The objective of this study is to investigate the leadership core strategies of Atatürk that played the key role in his successful leadership practices for developing the leadership strategies for those leaders and managers who are seeking solutions for many common national and global problems that became a threat to human life. The study covers the leadership strategies for developing individual and national freedom, independence, equal opportunities, prosperity and social unity as a shared vision and the necassary strategies of democratization, independent economy, industrialization, military power, enviormental protection, fair globalization and contemporary knowledge for leaders and people for its successful development and continuous improvement. These strategies provide some valuable lessons for contemporary leaders and managers. Keywords: Atatürk, Leadership, Strategy, Freedom, Independence. GİRİŞ Yirminci yüzyıl, özgürlük ve bağımsızlık, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, fırsat eşitsizliği, terörizm, savaş, çevre kirliliği ve tahribatı, küresel ısınma gibi, Prof.Dr., Beykent Üniversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü, asimsen@beykent.edu.tr ∗ Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler birçok ortak ulusal ve uluslararası sorunların çoğaldığı bir devir olmuştur. Günümüzde, bu sorunlar insanların güncel yaşamlarını ve yarınlarını tehdit eden boyutlara ulaşmıştır (Sachs, 2008). Geçmişte birçok devletlerin, bu ve buna benzer problemler yüzünden bölündükleri ve yıkıldıkları, kaygılarımızı doğrular niteliktedir (Kennedy, 1989 ve Braudel, 1994). Ulusal ve uluslararası barışa zarar vermeye ve uygarlığımız için büyük bir tehdit oluşturmaya devam eden bu sorunları çözmek, her örgüt ve ulusal lider için kaçınılmaz bir görev durumuna gelmiştir. Bu sorunlar, Atatürk’ün liderliği zamanındaki sorunlara ve koşullara, büyük benzerlik göstermektedir. Atatürk, bu sorunları liderlik ana stratejilerini (leadership and core strategies) uygulayarak başarıyla çözmüştür. Bu çalışmanın ana amacı, başarıları dünyaca kabul edilen, Atatürk’ün liderlik uygulamalarında büyük rol oynayan Liderlik Ana Stratejileri’ni inceleyerek, günümüzün ulusal ve uluslararası sorunlarını çözmek isteyen liderlere, yardımcı olabilecek dersler çıkarmaktır. İnceleme, stratejik yönetim süreci (stratejik management process) çerçevesi içinde, strateji oluşturma ve uygulama işlevlerine odaklanarak yapıldı (Thompson, Strickland ve Gamble, 2008). GÜNÜMÜZÜN LİDERLİK UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Birçok akademisyenler ve liderlik uzmanları, geleneksel ve güncel liderlik uygulamalarının, ortak ulusal ve uluslararası sorunları çözemeyecekleri kanaatindedirler. Bunun başlıca nedeni, birçok ulusal liderlerin, eskimiş, katı ve otoriter stratejileri uygulamalarıdır. Bu stratejiler, çoğunlukla, kişisel ve mensupları bulundukları ayrıcalıklı sınıfların çıkarlarını kollamaya yönelik olup, memurlar, işçiler ve genel olarak halkı ihmal etmiş ve mevcut sorunları daha da artırmıştır (Kloby, 1990; Batra, 1996; Derber, 1998; Estes, 1996; Reich, 1992 ve Şen, May 2009). 29 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen Bu konuda çalışan birçok akademisyen ve liderlik uzmanları, ortak ulusal ve uluslararası sorunların çözümü için, daha bilimsel, esnek, paylaşımcı ve global liderlik uygulamalarını önermektedirler (Slater ve Bennis, 1992; Ackoff, 1994; Halal, 1996; Renesh, 1992; Şen, 2003 ve Hamel, 2007). Liderlik konusundaki bu teorik ve bilimsel çalışmalar açıkça gösteriyor ki, değişen yerel ve küresel koşullar, oluşan bilgi toplumunun istek ve ihtiyaçlarını karşılamak; günümüzün ve geleceğimizin ortak ulusal ve global sorunlarını çözebilmek için, daha demokratik ve global içerikli liderlik uygulamalarına büyük gereksinim vardır. Demokratik-Global Liderliğin Tanımı Demokratik-global liderlik, çoğunlukla demokratik değer ve prensipleri kullanarak, halkın halk tarafından kendisi için yönlendirilmesi olarak tanımlanmıştır (Fallet, 1984; Likert, 1967; Slater ve Bennis, 1992 ve Şen, 2003). Ancak, bu tanım, demokratikleşmek için bir hedef olmuş; fakat, pratik uygulamada, henüz böyle bir gerçek demokrasiye ulaşılamamıştır. Bu çalışmada, demokratik-global liderlik, bir toplum için ortak vizyonu oluşturmak ve bunu başarı ile geçekleştirmek için, ilgili ulusal ve uluslararası etkenlerin analizini gerçekçilikle ve eleştirisel olarak yapmak; en etken stratejileri tasarlamak ve bunları etkin olarak uygulamak; ortak ulusal ve global sorunları, işbirliğiyle ve uluslararası hukuk prensipleri içinde, başarı ile çözmek olarak tanımlanmıştır (Şen, 2009). Ortak vizyon, her bireyin, örgütün ve ulusun tam bir özgürlük, bağımsızlık ve fırsat eşitliği, refah ve barış içinde yaşamasını sağlamak; çağdaş uygarlığı yakalayarak onun üstüne çıkmak ve toplumun bu yönde sürekli olarak gelişmesini sağlamaktır (Şen, 2007). Demokratik-global lider’in en önemli görevi, arkadaşlarını (stakeholders) yönlendirerek örgüt ve ulusu için, ortak vizyonu oluşturmak ve bunu başarı ile gerçekleştirmek olmalıdır. 30 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler Atatürk, halkı için, böyle bir ortak vizyonu oluşturmuş ve bunu, liderlik ana stratejilerini uygulayarak başarı ile gerçekleştirmiştir (Şen, 2009). Bu çalışmada, bu stratejilerin nitelikleri, nicelikleri ve uygulamaları inceleyerek, günümüzün ulusal ve uluslararası sorunların çözümü için, liderlik uygulamalarının gelişmesine yardımcı olabilecek bazı dersler oluşturuldu. ATATÜRK’ÜN LİDERLİK ANA STRATEJİLERİNDEN DERSLER Yirminci yüzyılın en başarılı liderlik uygulamaları arasında, Atatürk’ün liderlik uygulamaları, belki de en mükemmelidir (Aydemir, 2006; Demirkan, 1972; Erendil, 1986; Kinross, 1994; Erickson, 2001; Mango, 2000; Ozankaya, 2000; Baykal, 2000; Dural, 2004; Özdemir, 2006; Bahar, 2006; Baykızı, 2006; Kili, 2006-2007 ve Şen, 2009). Atatürk’ün liderlik uygulamaları, halkın tam özgürlük ve bağımsızlığını kazanıp, işgal kuvvetleri altında çöken Osmanlı İmparatorluğu’ndan, çağdaş demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş; politik, ekonomik, sosyal, eğitim ve askeri alanlarda köklü reformlar yaparak, ulusuna çağdaş uygarlık yolunda büyük değişim ve gelişimler sağlamıştır. Atatürk, bu eşşiz başarıyı, liderlik ana stratejilerini uygulayarak gerçekleştirmiştir. Bu stratejileri, kısıtlı ekonomik ve zayıf teknolojik koşullarda, güçlü iç ve dış düşmanlara karşı başarı ile gerçekleştirmiş olduğu dikkate alındığında, O’nun liderliğinin büyüklüğü ve bunu sağlayan liderlik ana stratejilerinin değeri daha iyi anlaşılır. Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve bu Cumhuriyet’in özgürlük, bağımsızlık, refah, eşitlik ve birlik içinde yaşayabilirliğini ve gelişimini sağlayan başarıların özünü, Atatürk’ün liderlik ana stratejileri oluşturmuştur. Bu stratejiler, aşağıda “10 Ders” olarak özetlenmiştir. Ders 1: Ortak Bir Vizyon Oluşturma Stratejisi Birçok global sorunların çözümü, global bir vizyon birliğini gerektirmektedir. Tarih ve çağımız göstermektedir ki, en güçlü uluslar dahi, global sorunları tek 31 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen başlarına çözememektedirler. Tüm ülkelerin liderleri, ulusal vizyonlarını oluştururken yalnızca kendi uluslarının çıkarlarını değil, diğer ulusların da çıkarlarını düşünmelidirler. Zira uluslararası ortak sorunlar, ortak çözümlerle mümkündür. Atatürk, uluslararası işbirliğinin ve vizyon ortaklığının önemini şu sözlerle belirtmiştir: Her millet, diğer milletlerin yaşam hakkına, bağımsızlığına, özgürlüğüne, eşitliğine, barış ve refahına saygı göstermelidir. Yurtta ve dünyada barışı sağlamak için, başkalarının haklarına ve kültürlerine ve uluslararası hukuka saygılı davranmak gereklidir... Halklar, başka halkların bağımsızlık, refah ve mutluluklarını da, kendi bağımsızlık, refah ve mutlulukları kadar düşünmelidirler (Köklügiller, 2007: 93-95 ve Aydemir, 2006: 398). Atatürk’ün bu ortak global vizyon anlayışı, günümüzün global sorunlarını çözmekte yararlı olabilir. Global anlamda, bir vizyon birliği geliştirmek, bu sürecin adil olması ve global sorunların çözülebilmesi için zorunludur. Global anlamda işbirliği, karşılıklı anlayış, saygı ve uluslararası haklara özen, bugünün sorunlarının çözümü için gereklidir. Ders 2: Özgürlük ve Bağımsızlığı Kazanma ve Koruma Stratejisi Tarih boyunca, özgürlük ve bağımsızlık, insanların en büyük değerlerinden biri olmuştur. Günümüzün, ulusal ve uluslararası sorunlarının çoğu, birçok insanın, bu değerlere sahip olamamalarından kaynaklanmaktadır. Atatürk, özgürlük, bağımsızlık, barış ve refahın her millet için önemli olduğuna inanıyordu. O’na göre, bağımsız olmayan halk, bir ulus olamazdı. Esasen, Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir (Köklügiller, 2007: 9, 41) diyerek, bunu ne kadar önemsediğini açık olarak belirtmişti. Atatürk ve arkadaşları, özgürlük ve bağımsızlığın değerini iyi anlamışlar ve yaşamlarını, özgürlük ve bağımsızlığa adamışlardı. 32 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler Atatürk, ulusal özgürlük ve bağımsızlığı kazanmaya öncelik vermiş ve bunu gerçekleştirmeye hayatını adamıştır. Bu konuda, sivil halk ve Türk Silahlı Kuvvetleri, özgürlük ve bağımsızlık hakkını edinme, koruma ve savunmada yaşamsal roller üstlenmişlerdir. Türk Silahlı Kuvvetleri olmasaydı, Türk Ulusu varlığını yıllar önce yitirmiş olurdu. Nitekim, Atatürk de, bu konuda, Ya istiklal ya ölüm diyerek, özgürlük ve bağımsızlığın önemini vurgulamış ve bunun korunmasını sağlamıştır (Uzel, 2008: 128-129). Atatürk’ün bu konudaki önerileri, unutulmamalıdır: Özgürlük ve bağımsızlık, sizin varlığınızın ve geleceğinizin tek temelidir. Birinci göreviniz, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun bağımsızlığını sonsuza değin savunmak ve korumaktır... Bu, sizin en değerli hazinenizdir. Eğer, Cumhuriyeti ve bağımsızlığınızı savunmak zorunda kalırsanız, bunu, içinde bulunduğunuz koşulları düşünmeden yapmalısınız... Bunun için, muhtaç olduğunuz güç, damarlarınızdaki soylu kanda vardır (Nutuk, 2004: 665). Atatürk’ün yıllarca önce söylediği bu sözler, günümüzde, hala geçerliliğini devam ettirmektedir. Liderlerin en önemli görevi, uluslarının özgürlük ve bağımsızlıklarını titizlikle korumaları olmalıdır. Seçmenler de, liderleri seçerken, toplum bireylerinin ve örgütlerin, kişisel ve örgüt çıkarlarından ziyade, ulusal özgürlük ve bağısızlıklarını koruyan liderleri seçmelidirler. Ders 3: Özgürlük ve Bağımsızlık için Demokratikleşme Stratejisi Demokratikleşme stratejisi, özgürlük ve bağımsızlığın kalıcılığı için zorunludur. Ancak, gerçek bir demokratikleşme için, demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık kavramları halk tarafından iyi anlaşılmış, özümsenmiş ve sindirilmiş olmalıdır. Toplumun bu konularda bilinçlenmesi, öğretim ve eğitimin gelişmesi demokratikleşmeyi kolaylaştırır ve hızlandırır. Eğitim ve öğrenim düzeyi yüksek olan toplumlarda demokratikleşme hızlı, eğitim ve öğrenim düzeyi az olan toplumlarda demokratikleşme yavaş ve bazen de 33 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen problemli olmuştur ( Haggard ve Web, 1994; Haggard ve Kaufman, 1995; Huntington, 1991 ve Dankwart, 1990). Atatürk, özgürlük ve bağımsızlığın halk tarafından, halk için elde edilmesi gerektiğine inanıyordu. Nitekim Kurtuluş Savaşı sonrasında, padişahın otokratik yönetimini ve halifeliği kaldırmış, Egemenlik, bağsız, koşulsuz ulusundur (Köklügiller, 2007: 42) diyerek, halk demokrasisinin temellerini atmıştır. Bu temelleri koruyacak, bir anayasa oluşturmuş ve çok partili demokrasiye geçişi başlatmıştır. Fakat, halkın demokrasi bilincinin az, öğretim ve eğitim düzeyinin çok düşük oluşu, demokratikleşmeyi bir müddet aksatmış ve yavaşlatmıştır. Atatürk’ün sağ kolu İsmet İnönü, çok partili demokrasiye geçişi sağlayarak demokratikleşme sürecini tekrar başlattı. Birçok problemlere rağmen, bu süreç hala devam etmektedir. Türkiye’de demokrasi tohumlarının atılmasını ve demokratikleşmeyi, Atatürk’ün demokratikleşme stratejisi sağlamıştır. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri de, demokratikleşmenin koruyucusu rolünü benimsemiş ve bu görevini kararlılıkla yapmaktadır. Özgürlük ve bağımsızlığın kalıcılığını en iyi sağlayan süreç demokrasidir. Böyle bir süreç ise ancak, batıl inançlarla değil, bilimle mümkündür. Demokrasi ırk, renk, din ve diğer farklılıkları gözetmeksizin, herkes için var olmalıdır. Demokrasi, fırsat eşitliğini sağlamalı ve bir sınıf veya grup için değil, tüm bireylerin hizmetinde olmalıdır. Bunu da sağlayan, laiklik ilkesidir. Laiklik olmazsa, demokrasi, halkı aldatmak ve kandırmak için, bir araç haline getirilebilir. Dolayısıyla, laiklik ilkesini korumak, gerçek bir demokrasinin gelişmesi ve sürekliliği için şarttır. Atatürk, gerçek bir demokrasiyi geliştirmek ve bunun laiklik ve hukukla korunması için büyük duyarlılık göstermiştir. Demokrasinin bir aldatmaca aracı olmaması için, halkını uyarmış ve gerekli çağdaş yolu laiklikle belirlemiştir. Günümüz liderlerinin, Atatürk’ün özgürlük ve demokratikleşme 34 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler stratejisini iyi incelemeleri; sağlıklı ve hızlı bir demokratikleştirmeyi geliştirmek için toplumlarını bilinçlendirmeleri, kendilerinin, kurumlarının ve uluslarının demokratikleşmeleri için büyük yararlar sağlayabilir. Ders 4: Bağımsız Ekonomik Kalkınma Stratejisi Bağımsız ekonomik kalkınma stratejisi, bireysel özgürlük ve ulusal bağımsızlık için esastır. Bir, ülkenin teknolojik gelişmesi, silahlı kuvvetlerinin etkinliği ve bağımsızlığı için zorunludur. Ekonomik kalkınma, halkın istek ve ihtiyaçları için, gerekli olan mal ve kaynakların sağlanabilmesi için temel etkendir. Pek çok ülke, ekonomik kalkınmalarını hızlandırmak amacıyla, diğer ülkelerden sermaye, teknoloji ve diğer kaynakları temin ederek borçlanırlar. Bu tür ekonomik kalkınma stratejileri, yalnız ekonomide değil, aynı zamanda siyasette ve askeri alanlarda da bağımlılık sorunları yaratır (Prebisch, 1950). Bu nedenledir ki, bağımsız bir ekonomik kalkınma stratejisi, halkın ve ülkenin özgürlük ve bağımsızlığı açısından kesin bir gerekliliktir. Atatürk bu gereksinimi şu sözleriyle belirtmişti: Ulusal egemenlik, ekonomik egemenlikle sağlanır (Karaduman, 2006: 6159. Atatürk, ekonomik bağımsızlığa ilişkin bu sorunu, diğer ülkelerden yüklü borçlar almak yerine, daha çok yerli kaynaklardan yararlanarak çözdü. Ekonomik koşulların kötülüğü ve kaynakların azlığını, “devletçilik” ilkesini devreye sokarak gidermeye çalıştı. Bağımsız bir ekonomik kalkınma için, ilk önce tarımı geliştirmeye odaklandı. Bu çerçevede, topraksız köylüye toprak dağıtarak, ulusal kaynakları kullanmada fırsat eşitliğini ve verimliliği artırdı. Ulusal kaynakların verimli olarak kullanımı da, yatırımlar için gerekli olan sermaye birikimini sağladı. Atatürk, gelişmekte olan bir milletin kendi kaynaklarına güvenerek ve bağımsızlığını koruyarak etkileyici bir ekonomik büyüme örneği göstermiştir. O’nun ekonomik kalkınma stratejileri, ne sosyalizme ne de kapitalizme dayalı 35 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen olup, mevcut ekonomik koşulları ve ulusal kaynakları en verimli bir şekilde kullanmayı ve bağımsız kalmayı temel almıştır. Ağır dış borçlar altında ezilen pek çok gelişmekte olan ülkeler, Atatürk’ün bağımsız ekonomik kalkınma stratejisini örnek almalıdırlar. Japonya, bu stratejiyi uygulayarak, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden birini oluşturmuştur (Şen, 1982). Türkiye ve diğer kalkınmakta olan ulusların liderleri, Atatürk’ün bağımsız ekonomik kalkınma stratejisini uygulayarak, ekonomik ve ilgili birçok alanlarda, bağımlılıklarını azaltabilirler. Günümüzün liderleri, güncel ulusal ve uluslararası ekonomik krizi çözmek için yeni stratejiler aramaktadırlar; Atatürk’ün ekonomik stratejileri, onlar için çok yararlı bir seçenek olabilir. Ders 5: Yerli Sanayileşme/Yerli Teknoloji Geliştirme Stratejisi Bağımsız bir ekonomik kalkınma ve bağımsız bir askeri güç oluşturmak için, ulusal bir sanayinin geliştirilmesi zorunludur. Bağımsız bir ekonomi ile bağımsız bir sanayi, bağımsız bir silahlı kuvvetlere sahip olmanın temel koşuludur. Atatürk, yerel sanayileri geliştirmenin önemini kavramıştı. Onları geliştirmek için, ulusal kaynakları kullandı. Önce emek yoğun (labor intensive) tekstil, küçük ölçekli makineler ve ekipman teknolojilerini, daha sonra da, kapital yoğun teknolojileri (capital intensive technologies) geliştirmeye çalıştı. Teknolojik gelişmeyi sağlamak için, “devletçilik” ilkesi ile girişimcileri teşvik etti, yönlendirdi ve sanayi alanında istihdam etmek üzere eleman eğitip yetiştirdi. Atatürk, Gelecek göklerdedir sözleriyle, yıllarca önce havacılığın önemini anlamış ve havacılık teknolojisini geliştirip, uçak üretimine dahi girişmişti (Karaduman, 2006: 753-754). Bu onun, emek yoğun teknolojilere öncelik verip, kapital yoğun teknolojilerin geliştirmesini göstermektedir. 36 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler Günümüzde, gelişmekte olan pek çok ülkeler, teknolojik gelişmeleri açısından, gelişmiş uluslara bağımlı durumdadırlar. Atatürk’ün yerli sanayi stratejisi uygulamaları, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlık içinde kalkınması için, yerli teknolojinin (indigeneous) gelişme stratejisine sahip olması gerektiğini açık olarak göstermiştir. Büyük ölçüde, yerli kaynak kullanmış bulunan Japonya’nın sanayi kalkınmasının başarısı, Atatürk’ün bağımsız teknolojik gelişme stratejisi’nin geçerliliğini destekler niteliktedir (Şen, 1982). Japonya’da başarı ile uygulanan bu strateji, gelişmekte olan ülkeler için yararlı olabilir. Ders 6: Sosyal Birlik, Eşitlik ve Hukuk Oluşturma Stratejisi Bir ulusun, birlik ve beraberliğini koruyabilmesi ve devam ettirebilmesi, toplumun etnik grupları arasında sosyal birliği oluşturmasıyla mümkündür. Geçmiş ve günümüzde, sosyal birliği oluşturamayan bazı toplumların, ulusal birliklerini devam ettirmelerinin çok zor olduğunu ve bazılarının da, bu yüzden bölündüklerini görmekteyiz. Dolayısıyla, sosyal birliği sağlamak, ulusal birlik için zorunludur. Toplumsal ve sosyal birliği sağlamanın en iyi yolu, bir ulusun üniter yapısını ve ulusal birliğini bozmadan, farklı sosyal değer ve faaliyetlere, saygı göstermekten geçer. Çeşitlilik (diversity), bir topluma bilgi, beceri ve sanatta bolluk ve seçim fırsatları sağlayarak birçok avantajlar yaratır. Fakat bu çeşitliliği, bir ulusal kimlik ve bütünlük içinde birleştirmek gerekir; aksi halde çeşitlilik ayrışmaya, ulusal ve sosyal birliği bozmaya dönüşebilir. Atatürk, değişik etnik grupları Türk Ulusu için, bir avantaj olarak görmüş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir (Köklügiller, 2007: 155) ve Ne mutlu Türk’üm diyene (İnan, 2007: 224) sözleriyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal birliğinin önemini vurgulamıştır. Atatürk, üniter bir ulus için, her etnik grubun önemli olduğunu belirtmiş, fakat ayırımcılığa asla fırsat vermemiştir. 37 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen Atatürk, gerekli sosyal ve hukuksal reformları yaparak, kadınlara, erkeklerle eşit haklar sağlayan, yasal bir düzenleme getirdi. Sosyal reformlarla, kadınlara modern giyinme, çalışma, okuma, seçme ve seçilme olanağı; inanç ve ibadet özgürlüğü sağladı. Müzik, sanat, alfabe ve dil alanlarında modernleşmeye giderek, sosyal yaşamı çağdaşlaştırdı. Laikliği, dinsel dogmalar yerine, bilim ve akıl üzerine oturmuş yasalarla yönlendirici bir ilke olarak benimsedi. Modern yasalarla her vatandaşın politik, sosyal, ekonomik ve eğitim faaliyetlerinde fırsat eşitliğini sağladı. Günümüzde, eşitsizlik problemleri birçok örgüt ve ulusların önemli sorunlarından biridir. Liderler, her düzeyde, bu sorunları çözmek için, Atatürk’ün sosyal birlik ve eşitlik stratejisini aynı kararlılık ve istekle uygularlarsa, birçok sosyal ve toplumsal problemleri çözebilirler. Ders 7: Silahlı Kuvvetlerin Bağımsızlığını Sürdürme Stratejisi Güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olma stratejisi, ülkenin özgürlük ve bağımsızlığı için temel etkendir. Geçmiş ve güncel olaylar göstermiştir ki, yurttaşların desteğini sağlamış güçlü bir silahlı kuvvetler, bir ulusun varlığını ve güvenliğini sağlamanın ön koşuludur. Günümüzde, silahlı kuvvetleri güçlü olan bazı ulusların, kendi kişisel ve ulusal çıkarları için, güçsüz olan ulusların özgürlük ve bağımsızlıklarını nasıl ihlal ettiklerini, açık olarak görüyoruz. Diğer bazı ulusların da, bu haksız ve adaletsiz saldırılara seyirci kaldıkları yine günümüzün sık sık görülen olayları arasındadır. Dolayısıyla, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlığı, başka bir ulusun korumasına bırakılmamalıdır. Bunu da gerçekleştirebilecek güç, bir ulusun kendi silahlı kuvvetleridir. Her ulusun, özgürlük ve bağımsızlığını koruması, kollaması ve devam ettirebilmesi için, bağımsız ve güçlü bir silahlı kuvvetlerine ihtiyacı vardır. Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sayesinde, özgürlük ve bağımsızlığı sağlamış, sonra da, TSK sayesinde, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni 38 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler kurmuştur. Bu Cumhuriyet’in güvenliğini ve devamlılığını TSK sağlamıştır. Dolayısıyla, TSK’nin, Türkiye Cumhuriyeti Ulusu içinde, özel bir yeri vardır. TSK, Kurtuluş Savaşı süresince birçok şehitler vermiş, Türk Ulusu’nun özgürlük ve bağımsızlığının sürdürülebilirliğinin kilit kurumu olmuştur. TSK, Türk Ulusu’nun, geleceğe güvenle bakışının garantisidir. Günümüzün, uluslararası politik olayları açıkça gösteriyor ki, bağımsız ve güçlü bir silahlı kuvvetler, bir ulusun özgürlük ve bağımsızlığı için, temel bir ihtiyaçtır. Liderler, bağımsız bir ulus için, güçlü bir silahlı kuvvetlerin oluşmasını sağlamalıdırlar. Ancak, bir ulusun silahlı kuvvetleri, savunma amaçlı olup, diğer ulusların özgürlük ve bağımsızlıklarını ihlal etmemelidirler; ulusal ve uluslararası hak ve sosyal hukuk gereklerine karşı, saygılı ve özenli davranmalıdırlar. Ders 8: Adil ve Ortak Küreselleşme Stratejisi Günümüzde, küreselleşme pek çok ülke için, yaşamın bir tür gerçeği durumuna gelmiştir. Ancak, bu olgudan daha çok, gelişmiş ülkeler yararlanmaktadırlar (Stiglitz ve Charlton, 2005). Gelişmekte olan ülkeler, bundan büyük zararlar görmektedirler (Marber, 2009 ve Isaak, 2005). Atatürk, küreselleşmenin önemini kavramış ve diğer uluslarla iyi ilişkiler kurmuştu. O’nun işbirliği anlayışı, eşitlik, uluslararası hukuk, başkalarının özgürlük ve bağımsızlığına saygı üzerine dayalıydı. Gerçekten de, Kurtuluş Savaşı sırasında, düşmanın bizim özgürlük ve bağımsızlığımızı kabul etmesi halinde savaşın derhal sona erebileceğini söylemişti. Zorunlu olmadığı takdirde, çözümü asla askeri yollarda aramazdı. Atatürk, uluslararası ilişkilerin önemini aşağıdaki sözleriyle vurgulamıştır: En kudretli millet bile, küresel barış ve refah sağlanmadan, kendi ülkesinde tek başına barış ve refaha ulaşamaz. Dünyanın bütününü, tek bir vücut ve milletleri de onun parçaları gibi düşünmeliyiz. Dünyanın bir yerinde bir 39 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen sorun varsa, onu umursamazlık edemeyiz. Böyle bir sorun olduğu takdirde, onu kendi sorunumuz gibi düşünmeliyiz (Köklügiller, 2007: 94-95) ve Aydemir, 2006: 398). Atatürk, Türk Ulusu’nun bağımsızlığını koruyarak, diğer uluslarla iyi ilişkiler kurmuştu. Ulusal ve uluslararası karşılıklı saygı ve uluslararası hukuk, O’nun, uluslararası ilişkilerinin temelini oluşturuyordu (Karal, 1966). O, diğer uluslarla iyi ilişkiler kurmanın, ortak yararlar sağlayacağına inanıyor ve bu tür ilişkilerin geliştirilmesi için çalışıyordu. Atatürk, Yurtta barış, dünyada barış (Köklügiller, 2007: 95) diyerek, küreselleşme için, doğru yolu göstermiştir. Günümüzün liderleri, küreselleşmenin hakça paylaşılmasını sağlamak için, Birleşmiş Milletler aracılığıyla tüm ulusları kapsayan adil antlaşmalarla işbirliği sağlamalı ve ortak dayanışmalar düzenlemelidirler. Ders 9: Çevreyi Koruma ve Sürdürülebilir Gelişme Stratejisi Çevreyi koruma stratejisi, insan ve tüm canlıların dünya üzerinde yaşamlarını sürdürebilmeleri için zorunludur. Çevre, tüm yaşayan varlıkların temel gereksinimlerini karşılar. Yaşamın tüm kaynakları ondadır. Çevreye özen göstermeden özgürlük, bağımsızlık ve refaha ulaşmak olanaksızdır. Çevre kirlenmesi, erozyon, nüfus patlaması, açlık, bazı önemli kaynakların ve canlı türlerinin yok olması, iklim değişikliği gibi problemler, ciddi ekolojik dengesizliklere yol açmaktadır. Bu problemler, yalnızca bizim özgürlük, bağımsızlık ve refahımızı değil, aynı zamanda insan yaşamını da tehdit eden, büyük riskler oluşturmaktadır (Sachs, 2008). Atatürk, çevre konusuna çok önem veriyor ve çevreye özen gösteriyordu. Doğayı seviyor ve koruyordu. Kesilmiş bir ağaç için, gözyaşı döktüğü söylenir. Bir keresinde, bir ağacın kesilmesini önlemek için, inşa durumunda olan evini başka bir yere kaldırdığı belirtilir. O, hiç ayırmaksızın tüm hayvanların yaşamına saygı gösterirdi. Çevreye gösterdiği özeni, pek çok kez, “Ağaç, çiçek ve yeşillik uygarlık demektir, Ormansız ve ağaçsız toprak vatan 40 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler değildir” sözleriyle açıklamıştı (Kökligiller, 2007: 16 ve İnan, 2007: 234236). Çevreyi koruma, ulusların birlikte, adaletli ve sürdürülebilir bir üretim ve tüketim oluşturmaları ve ekolojik dengeyi kalıcı kılmalarıyla, mümkün olabilir. Kısa vadeli kişisel ve ulusal çıkarlara dayalı stratejiler, uzun vadede, herkes için, tehlike yaratan sorunlara yol açabilir. Liderler, ulusal ve küresel stratejilerini, sadece kısa devreli değil, uzun dönemleri de kapsayan istikrarlı enerji sistemleri ve kontrol edilebilir kaynak kullanımı ve nüfus artışları çerçevesinde oluşturmalıdır. Küresel üretim ve tüketimin, hakça paylaşımı da, ülkeler arasında çevreyi korumak için önemlidir. Bu da, ulusal ve uluslararası örgüt liderlerinin, ortak antlaşmalara ve uluslararası hukuka saygı göstermek; iyi niyet, güven ve işbirliğini oluşturmalarıyla mümkün olabilir. Günümüzün liderleri, Atatürk’ün çevre için gösterdiği duyarlılığı gösterebilirlerse, birçok çevre problemlerini çözmüş ve doğal felaketleri önlemiş olurlar. Ders 10: Liderleri ve Toplumu Öğreterek ve Eğiterek Bilgi Oluşturma Stratejisi Bilgi ve bilinç edinme stratejisi, diğer Liderlik Ana Stratejileri’nin temelidir. Diğer stratejilerle birlikte, bilgi her türlü gelişmenin ve ilerlemenin özüdür. Tüm başarılı örgüt ve uluslar, başarılarını bilgiyle donanmış liderler ve arkadaşlarıyla sağlamışlardır. Bilgi, liderlerin en değerli güç kaynağı ve başarıya giden stratejilerin saptanmasında ve uygulanmasında esas etkendir (Ryan ve Karen, 1999; Quin, 1992 ve Stewart, 1997). Atatürk’ün başarılı liderliğinde de, bilgi, beceri ve değerlerin çok büyük rolü olmuştur (Şen, 2009). Atatürk, iyi bir liderin öncelikle iyi bir insan olması gerektiğini belirtmişti. O’na göre, çağdaş bilgi, beceri ve değerlere sahip ve bunları toplumun yararı doğrultusunda optimal biçimde kullanan kişi, iyi bir liderdir. 41 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen İyi bir lideri yetiştirmenin yolu, iyi bir liderlik öğretimi ve eğitiminden geçer. Pek çok farklı alanlarda, kuşkusuz ki, çok sayıda iyi liderler vardır; mühendislik, hukuk, siyaset bilimi, tarih, tıp, ilahiyat, sanat ve diğer alanlar gibi. Ancak, liderliğe ilişkin incelemelerin çoğu, her meslek gibi, iyi bir liderin de, iyi bir liderlik öğretim ve eğitimi ile gerçekleşebileceğini göstermektedir (Weiner ve Mahoney, 1981; Burke, Richley ve De Angelis, 1985; Kotter, 1996 ve Burns, 1978). Atatürk’ün resmi liderlik eğitimi, Manastır’daki Askeri Ortaokul ve Lise’de başlamış, İstanbul’daki Harp Okulu ve Harp Akademileri’nde sürmüştür. Askeri okulların ortam ve programları, O’na, liderlik için gerekli bilgi, beceri ve değerlerle donanma fırsatı vermişti. Atatürk, temel, genel, liderlik bilgileri, becerileri ve evrensel değerleri, askeri okullarda öğrendi. Atatürk, aynı zamanda, devamlı okuyarak, öğrenerek, uygulayarak ve araştırarak liderlik bilgilerini geliştirdi. Atatürk’ün dört bin civarında kitap okuduğu düşünülürse, O’nun bilime ne kadar önem verdiği kolayca anlaşılır. Bunu, O’nun, Hayatta, en gerçek yol gösterici bilimdir sözü, açıkça belirtmektedir (İnan, 2007:137, 388). Atatürk, gerçekten de öğrenmeyi, araştırmayı ve öğretmeyi özümsemiş ve her stratejinin tasarım ve uygulamasını, bilim ve mantıkla oluşturmuştur. Atatürk, Türk Ulusu’nun çağdaş uygarlığı yakalamasının, bilgili vatandaşlarla mümkün olabileceğine inanmış ve bunun için, halkını süratle bilinçlendirmeye çalışmıştır. Bir ulusun, her alanda gelişmesi için, halkın öğrenim ve eğitimi de, liderlerin öğrenim ve eğitimleri kadar önemlidir. Liderler, bu konuda, öğrenim ve eğitim stratejilerini uygulayarak ve buna öncelik vererek halklarının bilinçlenmelerini sağlamalıdırlar. Özellikle, Türkiye ve diğer gelişmekte olan ulusların liderleri, Atatürk’ün öğretim ve eğitim stratejilerini kararlı ve sürekli uygulayarak, tüm vatandaşlarının çağdaş bilgi, beceri ve değerleri hızla öğrenmelerini sağlamalıdır. 42 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler SONUÇ Atatürk, çağının sadece eşsiz bir lideri değil aynı zamanda çok yönlü bir bilginiydi. O’nun Liderlik Ana Stratejileri’nin tasarımı ve uygulamaları için gösterdiği bilgi, beceri ve değerler, bugün ve yarınlar için de büyük değerler arz etmektedir. O’nun liderlik başarılarını, birçok dünya liderleri ve liderlik uzmanları mucizevî bir olay olarak görmüş ve O’nu, yirminci yüzyılın en büyük lideri ve Tek Adam olarak tanımlamışlardır (Ozankaya, 2000 ve Aydemir, 2006). Atatürk gibi düşünmek ve onun gibi olmak deyimi, yalnız Türkiye’de değil, başka birçok ülkelerde de, yönlendirici bir slogan olmuştur (Kalıpçı, 2006). Kendisine bu başarıları nasıl kazandığı sorulduğunda, şu yanıtı vermişti: Sizi konuşturdum, sizi koşturdum ve yaptım. Bu deyimi biraz açmak, Atatürk’ün liderliği konusunda, özet bir bilgi verebilir. Sizi konuşturdum: Atatürk’ün arkadaşları ve halkı ile olan açık iletişim ve yakın ilişkileri, O’nun liderlik başarılarının temelini oluşturmaktadır. Atatürk, ortak vizyonu oluşturmak; arkadaş, ekip ve vatandaşlarının desteklerini almak için, onlarla içten bir ilgiyle sık sık konuşmuş ve onlara ortak vizyonun önemini çok iyi anlatmıştı. Onlara önem vermiş, onları sevmiş ve onlara saygı göstermiştir. O, çoğu zamanını, arkadaşları ve halkla beraber geçirerek, onları tanıma fırsatı buldu ve onlarla bir aile gibi bütünleşti. Atatürk’ün halkla olan bu yakın ve içten ilişkilerinde, halk arasında yaptığı gezilerin, toplantıların, konuşmaların ve Türk halkının kültürel değerlerinin (Kinkead, 1959) büyük rolü olmuştur. Atatürk’ün ekibi ile bir “baba-evlat” ilişkileri oluşturması, O’nun liderlik başarılarında, çok büyük rol oynamış ve bu yüzden, halkı O’na, Atatürk ismini vermiştir. O, ortak vizyonu gerçekleştirmek için, kendini feda etmiş, halkı da onun için, canını vermiştir. 43 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen Günümüz liderlerinin, en büyük görevleri, ekibiyle sürekli, açık bir iletişim ve yakın ilişki kurmaları olmalıdır. Bu tür açık iletişim liderlere, taraftarlarının istek, ihtiyaç ve düşünceleri hakkında doğru ve yeni bilgiler vererek ortak vizyonun oluşturulmasını ve desteklenmesini sağlar. Liderlerin taraftarlarıyla yakın ilişkileri, taraftarlara moral verir ve onları, ortak vizyonun gerçekleşmesi için motive eder; kurum ve ulus içinde, birlik ve beraberliği sağlar. Her lider, lideri oldukları bireylerin sadece yönlendiricisi değil, onların en güvenilir arkadaşı ve hatta hizmetkârı (servant leader) olmalıdır. Sizi koşturdum: Atatürk, ortak vizyonu desteklemek ve gerçekleştirmek için, ekibini ve halkı, Bir Türk dünyaya bedeldir (Aydemir, 2006: 477. cilt III) ve Ne mutlu Türk’üm diyene (İnan, 2007: 224) sloganlarıyla, teşvik ediyor ve onlara moral veriyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında, çok güçlü düşmanları yenmek için, onlardan daha cesur olunması gerektiğini biliyordu. Düşmanlar için, Geldikleri gibi giderler (Aydemir, 2006: 309, cilt I) ve başarı için, Muhtaç olduğunuz güç sizsiniz (Atatürk Araştırma Merkezi, 1997: 319) sözleriyle, halkı sürekli teşvik etmiş ve onlara olan güvenini göstermiştir. Karşılıklı güven ve motivasyon güçlü iç ve dış düşmanlara karşı, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve özgürlük ve bağımsızlığın kazanılmasında önemli bir rol oynamıştır. Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra ülkesinin ekonomik, sosyal, teknolojik ve eğitim koşullarının çağdaş ülkelerin çok gerisinde olduğunu görüyordu. Bu durumu değiştirmek ve çağdaş uygarlığı yakalamak için, halkının çok çalışması ve bu yolda hızla ilerlemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden, Atatürk, çok çalışıyor ve halkı da, Türk! Öğün, Çalış, Güven! diyerek, motive ediyordu (İnan, 2007: 438 ve Atatürk Araştırma Merkezi, 1997: 319). Çağdaş uygarlığı yakalamak için, politik, ekonomik, sosyal, teknolojik ve eğitim alanlarında gerekli değişiklikleri cesaretle ve hızla yapıyordu. O, halkına güveniyor, onlarla gururlanıyor ve sık sık Bu halkla ne yapılmaz ki (Aydemir, 2006: 90, cilt I) ve Bir Türk dünyaya bedeldir (Aydemir, 2006: 477, cilt III) 44 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler diyerek, halkına güvenini belirtiyordu. Halkı da, O’na inanıyor ve O’nu güvenle destekliyordu. Bu, karşılıklı güven, sevgi ve inançla ve çok çalışarak, Avrupa’nın iki yüzyılda yaptığı Endüstri Devrimi ve Rönesans’ı, Atatürk 20 yıl gibi çok kısa bir zamanda gerçekleştirdi. O, halkını uygarlık yolunda, sadece koşturmadı; fakat uçurdu diyebiliriz. Bugünün rekabet ortamında, günümüzün ve geleceğin liderleri de, ulusal ve global kalkınmalarını hızla geliştirmelidirler; halklarını Atatürk gibi motive ederek, hızla koşturmalıdırlar. Ve Yaptım: Atatürk, Liderlik Ana Stratejileri’ni müstesna bir ileriyi görüş (visionary leader), yaratılıcık (innovative leader), bilim ve akılla (knowledge leader) tasarladı ve uyguladı; sürekli ve çok çalışarak ortak ulusal vizyonu başarı ile gerçekleştirdi. Atatürk, büyük bir yaratıcılık ve yetenekle, yenileme (reengineering), yeniden yapılanma (restructuring), dönüşüm (transformation and change), zamanında ve yerinde yapma (just in time), en iyiyi kullanma (benchmarking), sürekli geliştirme (continuous improvement), merkeziyetçilik (centrelization) ve bireyselleştirme (decentrelization) gibi, birçok teknikleri ilk kez keşfetti ve uyguladı. Bu tekniklerin, kendi zamanından 60-70 yıl sonra, Toplam Kalite Yönetimi (Total Quality Management) olarak, yeniden keşfedilmesi, O’nun yaratıcılığının ve ileriyi görüşünün en belirgin bir göstergesidir. Liderlerin, bugünkü ulusal ve küresel rekabet ortamında, başarılı olmaları için, sürekli ve çabuk öğrenmeleri, yaratıcı olmaları, hızlı değişime ayak uydurmaları ve ekibini motive ederek ileriye yönlendirmeleri gerekmektedir. Atatürk, bilimi öğrenme, araştırma, öğretme ve uygulamaya âşıktı. Bunu, Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, benim mirasçılarım olurlar diyerek, belirtmişti (Kocatürk, 2007:400). Bu mirası, iyi değerlendirmek ve Atatürk’ün Ana Stratejileri’ni 45 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen büyük bir istek ve kararlılkıla uygulamak, liderlere ve herkese, günümüzün sorunlarını çözmek, ulusal ve uluslararası barış ve refahı sağlamak için, büyük yararlar sağlayabilir. Öneri: Atatürk, liderlik ana stratejileri’nin, kendisinden sonra da, ülkesinde uygulanacağını düşlemişti. Ancak, bu stratejiler, sonradan, O’nun gösterdiği sebat ve sadakatle uygulanmadı. Umarım, siz, O’nun stratejilerini, kendiniz, aileniz, kurumunuz ve ülkeniz için uygularsınız. Unutmayınız, Atatürk, Yorulduğunuz zaman dahi, beni takip ediniz diyordu (İnan, 2007: 239). Sizler, Atatürk’ü yorulmadan okuyunuz, öğreniniz ve öğretiniz. O’nu okudukça, daha iyi anlayacak ve anladıkça daha çok seveceksiniz. O’nu takip ederseniz, başarırsınız, yücelirsiniz ve yüceltirsiniz. KAYNAKÇA ACKOFF, R. L.. The Democratic Corporation. Oxford University Press, (New York, 1994). AYDEMİR, Ş. S. Tek Adam. Cilt: I-III, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2006). Atatürk Araştırma Merkezi. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara, 1997). ATATÜRK, M. K.. Nutuk. Say Yayınları, (İstanbul, 2004). BAHAR, İ.. Atatürk ve Liderlik Sırları. Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2006). BATRA, R.. The Great American Deception. John Wiley, (New York, 1996). BAYKAL, A. N.. Mustafa Kemal Atatürk’ün Liderlik Sırları. Sistem Yayınları, (İstanbul, Kasım, 2000). BAYKIZI, M.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Kar Yayınları: (İstanbul, 2006). BRAUDEL, F.. A history of Civilization. (Translated by Richard Mayne). The Penguin Press, (New York, 1994). BURKE, W. Richley, E. A. and De Angelis, L.. “Changing Leadership and Planning Process at the Lewis Research Center, NASA”. Human resource Management, 24(1), (1985). pp. 81-90. BURNS, J. M.. Leadership. New York: Harper & Row, (New York, 1978). 46 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler DANKWARD, R. A.. (Fall 1990). “Democracy: A Global Revolution” Foreign Affairs, 69, No. 4. (Fall 1990), pp. 75-90. DEMİRKAN, S.. Bir Milletin Yarattığı Lider: Mustafa Kemal Atatürk. Belge Yayınları, (İstanbul, 1972). DERBER, C.. Corporation State. St. Martin’s Press, (New York, 1998). DURAL, B.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Okumuş Adam Yayınları, (İstanbul, 2004). ERENDİL, M.. Çok Yönlü Lider Atatürk. Genelkurmay Yayınları, (Ankara, 1986). ERİCKSON, J. E.. Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War. Greenwood Press, (Westport, 2001). ESTES, R.. Tyranny of the Bottom Line. Berrett-Koehler Publisher, (San Francisco, 1996). FALLET, M. P.. Freedom and Coordination. Management Publication Trust, (London, 1984). HAGGARD, S. & Kaufman, R. R.. The Political Economy of Democratic Transitions. Princeton University Press, (Princeton, 1995). HAGGARD, S. & Steven W. B.. Voting for Reform: Democracy, Political Liberalization and Economic Adjustment. Oxford University Press, (New York, 1994). HALAL, W. E.. The New Management: Democracy and Enterprise Are Transforming Organizations. Berrett- Koehler Publisher, (San Francisco, 1996) HAMEL, G. & Bill L. B.. The Future of Management. Harvard Business School Publishing, (Boston, 2007). HUNTİNGTON, S. P.. Democratization in the Late Twentieth Century. University Oklahoma Press, (Norman, 1991). ISAAK, R. A. . The Globalization Gap. Prentice Hall, (New York, 2005). İNAN, A.. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul, 2007). KALIPÇI, G. İ.. Anmaktan Anlamaya Doğru Atatürk. Epsilon Yayıncılık Hizmetleri, (İstanbul, 2006). KARAL. E.. Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleri. (Ankara, 1966). KENNEDY, P.. The Rise and Fall of the Great Powers. New York: Vintage Book, (New York, 1989). 47 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Asım Şen KİLİ, S.. Türk Devrim Tarihi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul, 2006). KİLİ, S.. The Atatürk Revolution: A Paradigm of Modernization. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, (İstanbul, 2007). KİNKEAD, E.. In Every War But One. W. W. Norton and Company Inc., (New York, 1959). KİNROSS, P.. Atatürk. (Translated by Necdet Sander). Altın Kitap, (İstanbul, 1994). KLOBY, J.. Inequality, Power and Development. Humanity Books, (New York, 1990). KOCATÜRK, U.. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Atatürk Araştırma Merkezi, (Ankara, 1999). KOTTER, J. P.. Leading Change. Harvard Business School Press, (Boston, 1996). KÖKLİGİLLER, A.. Atatürk’ten Düşünceler ve Özdeyişler. Uğur Eğitim Hizmetleri ve Yayımcılık A.Ş., (İstanbul, 2007). LİKERT, R.. The Human Organization. McGraw Hill, (New York, 1967). MANGO, A.. Atatürk: The Biography of the Founder of Modern Turkey. The Overlook Press, (New York, 2000). MARBER, P.. Seeing The Elephant. J. Wiley & Sons, Inc., (New York, 2009). OZANKAYA, Ö.. Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti. İş Bankası Yayınları, (İstanbul, 2000). ÖZDEMİR, H.. Atatürk’ün Liderlik Sırları. Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2006). PREBİSCH, R.. The Economic Development of Latin America and Its Principal Problems. United Nations, (New York, 1950). REİCH, R.B.. The Work of Nations. Vintage Books, (New York, 1992). QUİN, J. B.. Intelligent Enterprise: A Knowledge and Service Based Paradigm for Industry. The Free Press, (New York, 1992). RENESH, J.. New Traditions in Business: Spirit and Leadership in 21st Century. Berrett-Koehler Publisher, (San Fransisco, 1992). RYAN, K. & Karen E. B.. Building Character in Schools. Jossey-Bass Publishers, (San Francisco, 1999). ŞEN, A.. “Leadership, Inequality and Economic Crises”. Presented at Global Awareness Society International Conference. (Washington, May, 2009). 48 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,28-49 Atatürk’ün Liderlik Stratejilerinden Dersler ŞEN, A.. Leadership for the Twenty-First Century: Lessons From Atatürk’s Leadership. Booksurge Publishing, (Charleston, S.C. 2009). ŞEN, A.. ”Leadership with a Shared Vision in the Twenty-First Century”. Journal of Global Strategic Management. Volume: 1, No.: 2, (October, 2007). ŞEN, A.. Democratic Management: The Path to Total Quality with Total Liberty and Equality. University Press of America, Inc, (New York, 2003). ŞEN, A.. Science, Technology and Development: Lessons from Japan. METU Faculty of Administrative Sciences, (Ankara, 1982). SACHS, J. D.. Common Wealth: Economics for a Crowded Planet. Oxford University Press, (New York, 2008). SLATER, P. & Bennis, W. B.. ”Democracy On-Line: Tomorrow Electric Electorate.” In E. Cornish (edited). Exploring Your Future. World Future Society, (Betesta, 1992). STEWART, T. A.. Intellectual Capital: The New Wealth of Organizations. Doubleday, (New York, 1997). STİGLİTZ, E. J. & Andrew C.. Fair Trade for All. How Trade Promote Development. Oxford University Press, (New York, 2005). THOMPSON Jr. A. A., A J. Strickland III & J. E. G.. Crafting and Executing Strategy. McGrew-Hill, (New York, 2008). UZEL, N.. Atatürk’e Nasıl Vize Verdim. Şehir Kitapları, (İstanbul, 2008). WEİNER, N., and Mahoney, T.A.. “A Model of Corporate Performance as a Function of Environment, Organization, and Leadership Influences”. Academy of Management Journal. 24, (1981). 49 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 28-49 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY ÇATIŞMA RİSKİNİN EKONOMİK ANALİZİ Osman Z. ORHAN∗, Cemal CEHİR∗ Ümit HACIOĞLU∗ ÖZET Literatürde çatışmanın doğasını anlamaya yönelik yapılan çalışmalar temelde çatışmanın siyasi, etnik, dini ve kültürel boyutuna odaklanmıştır. Ancak, çatışmanın ekonomik boyutu yeterince analiz edilmemiştir. Bu çalışmada, çatışma riskinin ekonomik nedenleri Collier ve Starr ekonometrik modelleri üzerinden incelenmiştir. Çatışma sonrası bölgelerde, istihdam, etkin mali disiplin ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin çatışma riskini azalttığı ortaya konulmuştur. İklim değişikliği, gıda krizi ve 2008 Küresel Ekonomik Krizin çatışma sonrası bölgelerde çatışma riskini yeniden alevlendirdiği savunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çatışma, Çatışma Sonrası Bölgeler, Ekonomi, İstihdam, Ekonomik Kriz ABSTRACT The studies, in literature, trying to understand the nature of conflict did primarily focus on politic, ethnic, religious and cultural dimensions of conflict. However, economic dimension of conflict has not been sufficiently analyzed. In this study, the economic dimensions of the conflict have been analyzed using the econometric models of Collier and Starr. It has been also examined that employment, effective monetary discipline and sustainable growth are able to reduce the risk of conflict in post conflict areas. Moreover, it is advocated that the effect of climate change, food crisis and the 2008 Global Economic Crisis has sparked the risk of conflict in post conflict areas. Key Words: Conflict, Post-Conflict Areas, Economics, Employment, Economic Crisis GİRİŞ İktisat biliminde insanoğlu homoeconomicus bir varlık olarak tanımlanırken, uluslararası ve bölgesel çatışmaların temelinde çıkar çatışması yer almaktadır. Dünyayı tehdit eden küresel ısınmanın etkisinde, alternatif enerji kaynaklarının Prof.Dr., Beykent Üniversitesi Öğretim Üyesi, osmanzekaiorhan@beykent.edu.tr Doç.Dr., Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi, cemalzehir@gmail.com * Dr., Beykent Üniversitesi,Öğretim Görevlisi, umithacioglu@beykent.edu.tr ∗ * Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi yükselen enerji talebini karşılayamaması küresel iktisadi sorunları beraberinde getirmektedir. Uluslararası arenada, ekonomik ve politik faaliyetlere yön verebilme yeteneğine haiz gelişmiş Kuzey ülkelerinin küresel ısınma karşısındaki duyarsızlığı günümüz çatışmaların daha karmaşık hale gelmesine neden olmaktadır. KYOTO Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda ortak mücadele sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve anlaşmasıdır. Bu anlaşmayla, karbon dioksit salınımının azaltılması ve sera etkisinin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Küresel ekonominin lokomotifi durumundaki Amerika’nın bu protokolü imzalamasına rağmen uygulamayı kabul etmemesi düşündürücüdür. Karbon dioksit salınımını azaltacak önlemlerin diğer gelişmiş Kuzey ülkelerince de yeteri kadar alınmadığı konunun uzmanları tarafından dile getirilmektedir (UNCCT, Barcelona, 2009). Gelişmiş Kuzey ülkelerinin kayıtsız tutumunun ardında başlıca jeostratejik ve ekonomik nedenler incelenmelidir. Kanada, Rusya, ABD ve Danimarka kullanmadıkları ve buzul altında kalan bir kaç milyon kilometre karelik alanı kullanıma açmayı planlamaktadır. BM raporlarına göre; altın, gümüş, petrol, doğal gaz, kurşun, elmas, çinko kaynayan bu bölgenin yeraltı zenginlikleri, Kuzey Kutbu’na kıyısı olan ülkeler için gelecekte son derecede önemli bir gelir kaynağı teşkil edecektir (Bailey, 2007; USGS, 2008). Birçok maden için dünya rezervlerinin üçte birinin bu bölgede bulunduğunu ifade edilmektedir. Meselâ Rusya’nın Sibirya’daki kömür, petrol ve doğal gaz yatakları enerji karşılığı olarak dünya rezervlerinin %30’unu teşkil etmektedir (The Guardian, 2007). Küresel ısınmayla birlikte, 2008 yılında yaşanan gıda krizi ve küresel ekonomik kriz, homoeconomicus varlık olan insanda güvenlik kaygısı yaratmıştır. Bu güvenlik kaygısı, özellikle çatışma sonrası bölgelerde(post conflict areas), çatışma riskini artırmaktadır (Zehir ve Hacıoğlu, 2009). Önümüzdeki yarım asırda bu riski tetikleyecek bir diğer önemli unsur da enerji 51 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu kaynaklarının tükenmesidir. Dünya Bankası Küresel Isınma Raporuna göre; kısıtlı enerji kaynakları üzerinde yaşanabilecek küresel rekabet, toplu göçlere ve sonucunda çatışma riskinin artmasına neden olacaktır (BMKIR-BM Küresel Isınma Raporu, 2008). BM raporlarına göre; dünya çapında, yaklaşık 163 milyon insan günümüzde zor kullanılarak mülteci konumuna düşürülürken bu rakamın küresel ısınmanın da etkisi ile 2050 yılında bir milyar kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. 2080 yılında ise yaklaşık 3.2 Milyar insanın su sıkıntısı çekeceği tahmin edilmektedir. Söz konusu raporlar, günümüzde yaklaşık 200 Milyon insanın çölleşmenin doğurduğu sonuçlara doğrudan maruz kaldığına işaret etmektedir (Wolf, 2007: 2). Önümüzdeki yarım asırda, küresel ısınmanın ekolojik denge üzerinde doğuracağı sonuçların başlı başına çatışma kaynağı olacağı anlaşılmaktadır. Günümüzde ise, 2008 yılının son çeyreğinde derinleşen küresel ekonomik kriz, çatışma sonrası bölgelerde yaşanan hızlı ekonomik büyümeye ve altyapı çalışmalarına büyük zarar vermiştir. Bu zarar, çatışma sonrası bölgelerde siyasi istikrarı etkileyebilecek sonuçlar doğurmuştur. GÜVENLİK SORUNU OLARAK ÇATIŞMA OLGUSU VE EKONOMİK BOYUTU Dünya Bankası istatistiklerine göre; dünyanın en yoksul 20 ülkesinin %80’i son 15 yılda ağır silahlı çatışmalar ve iç karışıklıklar yaşamıştır. Çatışma sonrası sağlanan barış ortamında ise ilk 5 yıl %44’lük bir büyüme elde edilmiştir. Çatışma ile yoksulluk, bu riskin azalması ile ekonomik büyüme arasındaki etkileşim incelenmesi gereken bir paradoksa işaret etmektedir. Çatışma Kavramı ve Ekonomik Boyutu Bernard Mayer çatışmayı bilişsel, duygusal ve davranışsal farklılıkların neden olduğu uzlaşmazlık olarak tanımlarken, Kenneth E. Boulding’e göre çatışma, ekonomik alanda ekonomik örgütler arasında, politika alanında devletler 52 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi arasında, örgütlerde bölümler arasında ve antropolojide kültürler arasında, kısaca insanın olduğu her yerde ortaya çıkan bir olgudur (Mayer, 2000:1; Boulding, 1963:1). Dougherty ve Pfaltzgraff çatışmayı; kabilesel, etnik, dilsel, kültürel, dinsel, sosyo ekonomik, siyasal vb., gibi tanımlanabilir bir insan grubunun bir veya daha çok tanımlanabilir insan grubuna, birbiri ile uyuşmaz amaçlar yüzünden bilinçli olarak karşı koyması şeklinde tanımlamaktadır (Dougherty ve Pfaltzgraff, 1990: 187). Çatışmanın tanımından da anlaşılacağı üzere çatışmanın farklı boyutları bulunmaktadır: siyasi, kültürel, etnik, dini ve ekonomik. Günümüzde çatışma ile ilgili literatürde yapılan çalışmalara bakıldığında ise çatışmanın etnik ve kültürel boyutu üzerinde yoğun şekilde durulduğu gözlemlenebilmektedir. Ancak ekonomik boyutu yeterince irdelenmemiştir. Önümüzdeki yarım asırda, küresel ısınmanın beraberinde getireceği iktisadi sorunlar çatışmanın ekonomik temellerini ön plana taşıyacaktır. Özellikle gıda, enerji, su havzalarına erişim çabaları ve yaşanabilir alan arayışları gelecekteki çatışmaların temel ekonomik nedenleri olarak karşımıza çıkacaktır. Gıda ve Enerji Fiyatlarındaki Spekülatif Artış 2008 yılının nisan ayında gıda ve enerji fiyatlarındaki spekülatif artış beraberinde sosyal nitelikli bunalımları getirmiştir. Nisan ayının ilk haftalarında dünya genelinde gıda fiyatları dramatik bir şekilde artmıştır. Son 3 yılda ikiye katlanan gıda fiyatlarının yarattığı kriz, Mısır ve Filipinler gibi ülkelerde peş peşe ayaklanmalara yol açmıştır (www.npr.org: 11 Nisan 2008). Gıda fiyatlarındaki spekülatif artış gelişmekte olan ekonomilerde enflasyonda artışa neden olurken, gelişmemiş ekonomilerde açlık riskinin doğmasına neden olmuştur (http://news.bbc.co.uk: 14 Nisan 2008). BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, dünyadaki gıda krizinin acil boyutlara ulaştığını ve dünya genelinde yoksullukla mücadelede son dönemde kat edilen mesafeyi tehdit ettiğini belirtmiştir. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn ise, 53 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu dünyada yükselen gıda fiyatlarının, hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulunmuştur(IMF Survey Magazine; Bloomberg, 14 Nisan 2008). Küresel ısınmanın hasat verimini etkilemesi ile birlikte, bioyakıt talebindeki artış ve arbitraj kazancı için spekülatörlerin gıda stoku üzerindeki faaliyetleri dünyada gıda fiyatlarının aşırı yükselmesine neden olmuştur. Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick gıda fiyatlarındaki artıştaki anormaliteyi iki temel noktada özetlemiştir: Bioyakıt arzının ihtiyaç duyduğu bitkisel girdilere duyulan talep artışı ve finansal piyasalardaki spekülatörlerin bakliyat fiyatları üzerinden elde ettiği spekülatif kazançlar sorunu (www.npr.org: 11 Nisan, 2008). BM ve Dünya Bankası, alınacak ciddi tedbirlerle yoksullukla mücadelede daha kararlı olduğunu göstermelidir. Ayrıca, spekülatif fiyat artışlarını önleyecek yapısal düzenlemelerin uygulanması konusunda uluslararası kamuoyu daha duyarlı olmalıdır. Güvenlik Harcamalarındaki Artışın Yarattığı Dışlanma Etkisi ve Milli Gelire Etkisi Çatışma riski, silahlanma ve güvenlik harcamalarını artırırken hükümet harcamalarının artmasından dolayı ortaya çıkan borçlanma gereği, finansal piyasalarda yatırım tasarruf dengesini bozmaktadır. Artan faiz oranları ile birlikte özel kesim için Dışlanma etkisi ekonomik performansı etkilemektedir (Orhan ve Erdoğan, 2008: 241-247). Yüksek faiz ve düşük kur ortamında dışlanma etkisi, ihracatçı ve yerli müteşebbisleri olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, ödemeler bilançosunda cari işlemler açığında gözlenen artış ve çatışma riskinden dolayı sermaye yatırımlarının ülkeden çıkması resmi rezervlerin tükenmesine, likidite sorunu yaşanmasına ve ulusal paranın değerinin azalmasına neden olmaktadır. Alım gücünün azalması tüketim harcamalarını etkilemekte ve milli gelirin daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle gelişmekte olan ekonomilerin, gelişmiş ekonomilere oranla çatışma riskinden daha fazla etkilendikleri görülmektedir (Hacıoğlu, 2009:167-175). 54 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi Küresel Ekonomik Kriz ve Çatışma Sonrası Bölgeler Küreselleşen dünya için günümüzdeki en önemli güvenlik kaygılarının başında, çatışma sonrası bölgelerde çatışmaların tekrarlama riskinin artması gelmektedir. 2008 yılında küresel ısınmanın bir sonucu olarak ortaya çıktığı tahmin edilen gıda krizi ve küresel ekonomik kriz, çatışma sonrası bölgelerde yeniden yapılanma ve istikrar sağlama programlarını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Dünya Bankası destekli yatırım kredilerine ayrılabilecek fonların bir kısmı yoksullukla mücadele çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ancak, mali krizde 20 Trilyon $’ın üzerinde kurtarma paketlerinin açıklandığı bir ortamda, BM bütçesinden gelişmemiş ülkelere gıda krizi için 150 Milyon $ ayrılması oldukça manidardır. 2008 yılının son çeyreğinde derinleşen küresel ekonomik kriz gelişmiş ekonomiler ile küresel sermaye ve ticaret akımlarını olumsuz etkilemiştir. Küresel ekonomide yaşanan durgunluk, işsizlik oranlarında artışa ve makro ekonomik dengenin bozulmasına neden olmuştur. Küresel mali piyasalarda yaşanan likidite sıkıntısı, tutsat krizinden kurtulamayan büyük ölçekli bankaların sermaye yapısını bozmuştur. Sonucunda, büyük yatırım bankaları ile kredi kuruluşları iflas etmiş, reel ekonominin lokomotifi sayılan büyük otomotiv devleri iflasın eşiğine gelmiştir. Grafik 1. Büyüme Oranları: Yükselen, Gelişmiş Ekonomiler ve Küresel Ekonomi (Kaynak: IMF IMF: World Economic Outlook 2009.) 55 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu Mali piyasalarda artan belirsizlik ve risklere paralel, reel kesime yansıyan bu kriz dünya ticaret hacminin daralmasına neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerin finansal yapısında başlayan bozulma, reel ekonomileri etkilemiş ve dünya ekonomisi durgunluğa girmiştir. Küresel ekonomik kriz, özellikle çatışmaya duyarlı bölgelerde yatırım iklimini olumsuz etkilemiştir. 1990’ların başında Balkanlarda başlayan çatışmaların son bulmasıyla Hırvatistan, Sırbistan, Bosna Hersek ve Karadağ gibi ülkelerde hızlı büyüme oranları ve belirgin istihdam artışı sağlanırken ekonomideki gelişim siyasal istikrara katkı sağlamıştır. 2008 Küresel ekonomik krizi bu ülkelerin milli gelirinde dramatik düşüşlere neden olurken, talep daralması ekonomileri olumsuz etkilemiştir. Balkanlar’da Reel Milli Gelir 2009 yılında %- 7,5 düzeyinde daralmıştır (IMF: WEO, 2009:76.). Tablo 1: Balkan Ülkeleri 2009 Ekonomik Görünüm-Reel Hasıla ve Enflasyon Reel Enflasyon Hasıla(%) (%) 2009 2010 Bosna Hersek -3,0 0,9 Sırbistan -4,0 9,8 Hırvatistan -5,2 2,8 Slovenya -4,7 0,5 Makedonya -2,5 0,5 Karadağ -4,0 3,4 Kaynak: IMF: World Economic Outlook 2009.) Yaşanan kriz ile birlikte çatışma sonrası ülkelere sermaye girişi azalmış, kapasite kullanım oranları düşmüş, uluslararası kredi kaynaklarının azalması sonucu işletmeler alacaklarını tahsil etmekte güçlük yaşamış ve kısa vadeli borçlarını ödeyemez konuma gelmişlerdir. Bunun sonucunda artan işsizlik rakamları toplumsal sorunları yeniden tetiklemeye başlamıştır (Setimes, 2010). 56 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi Rasyonel Teori Çerçevesinde Çatışmanın Ekonomik Temelleri Çatışma riski ve beraberinde getirdiği belirsizlikler, günümüzde yatırım kararlarını etkileyen önemli faktörler arasına girmiştir. Bu risk özellikle çatışma sonrası bölgelerde ekonomik büyüme ve finansal istikrar önünde önemli bir engel konumuna gelmiştir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme ile politik istikrar arasındaki rasyonel bağlantı politik ekonomi ve rasyonel teori çerçevesinde tartışılmaktadır (Whitehead, 1991: 53-57). Yapılan saygın çalışmalar, siyasi, etnik ve dini faktörlerden ziyade ekonomik faktörlerin çatışma riski üzerinde birincil düzeyde etkileyici olduğunu göstermektedir (Starr, 2004; Collier, 1999: Collier and Hoeffler, 2004). Çatışmanın ekonomik temellerinin birincil düzeyde öneme sahip olması çatışma riskinin rasyonel teori içinde ele alınmasını gerektirmektedir. Rasyonel teoride nedensellik üzerinde durulurken, ekonomik aktivite içinde birey ve toplum ilişkilendirilmektedir. Bireyin ekonomik çıkarlarını maksimize etme çabası, ekonominin bütününde performans artışı sağlarken simetrik bir bağlantı ortaya çıkmaktadır (Whitehead, 1991: 68). Bu bağlantıda, ekonominin bütünündeki performans sorunu ve ekonomik kurumların işlevsellik sorunu bireyi etkileyecektir. Rasyonel teori çerçevesinde, kötüleşen ekonomi içindeki işsizlik toplumsal problemlere neden olmakta ve çatışmanın ekonomik temelini oluşturmaktadır. Çatışmanın Ekonomi Üzerindeki Etkileri Faiz Artırıcı Etki Makro açıdan çatışmanın ekonomik parametreler ve piyasalar üzerindeki etkisi dikkate alındığında; yabancı sermaye çıkışları, ihracatta azalış, faiz oranlarında artış, yatırım ikliminde bozulma, döviz kuru değişmelerinde belirsizlik, ithal girdi maliyetlerinde artış vb. faktörler firma kârlılığını etkilemektedir. Kâr payı beklentisi azalan yatırımcıların risk iştahındaki daralma sermaye piyasasında çatışmanın etkilerine bağlı olarak oynaklığa neden olmaktadır. Sığlaşan 57 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu finansal piyasalardan çıkan fonlar faizlerin yükselmesine ve enflasyon artışlarına neden olacaktır. Enerji Fiyatları ve Kredi Maliyetlerini Artırıcı Etkisi Çatışmanın uluslararası platformda enerji fiyatları üzerinde yaratacağı baskı, bu yükü enerji ithalatına bağımlı gelişmekte olan ekonomiler üzerine bırakacaktır. Özellikle kredi derecelendirme kuruluşlarının çatışmadan dolayı artan ülke riskine paralel, kredi notlarını düşürmesi, ülkedeki bankaların ve özel kuruluşların yurt dışından sağlayacağı kaynak maliyetlerini artmasına neden olacaktır. Kredi mekanizmasının o ülke için etkinliği zayıflayacaktır. Sistemik Riski Tetikleyici Etki Politik risk mali piyasalar üzerinde belirgin etkiye sahiptir. Ancak, ölçek ve etki bakımından derinleşen politik riskin bir çatışmayı veya savaşı beraberinde getirmesi, uluslararası mali piyasaları olumsuz etkileyecektir. Artan enerji fiyatları, bozulan parasal disiplin ve yüksek faiz, kredi mekanizmasının etkinliğini olumsuz etkileyecektir. Çatışmanın boyutuna göre bu risk, sistemik riske dönüşebilecektir (Bossane, 1998:3-7; Campbell, et al., 2009). Hükümetlerin olası politik açılımlarının neden olduğu belirsizlikler ve ekonomik problemler çatışma riskini artırıcı etki doğurmaktadır. Yatırım İklimini Bozucu Etki Türkiye gibi cari açık veren ülkeler bu açığı yabancı sermaye girişi ile gidermeye çalışırken, yatırım güvenliğini etkileyebilecek çatışma riskleri yatırım iklimini bozmakta ve yurt dışına fon çıkışına neden olmaktadır. Güvenlik sorununun yol açacağı savunma harcamalarının maliyeti değerlenen döviz karşısında artacak ve bütçe üzerindeki yük katlanarak büyüyecektir. Devlet bu açığı borçlanma yolu ile kapatmaya çalışacaktır. Özellikle nitelikli işgücünün polis gücüne dâhil edilmesi, güvensizlik ortamı, altyapının bozulması, kaynak sıkıntısı, finansal piyasaların sığlaşması gibi sorunlar dış yatırımlar için caydırıcı etki yaratmaktadır. 58 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi Çatışmanın ekonomi ve yatırım iklimi üzerindeki etkileri güvenlik sorununu daha da artırmaktadır. Bu nedenle dış yatırımlar çatışma riskinin arttığı bölgelerden uzak durmaktadır. Çatışma riskinin ölçülmesi sadece güvenlik önlemlerinin artırılmasında değil, çatışma sonrası ortamda yatırım kararlarının etkinliği açısından da etkili olacaktır. COLLIER VE STARR MODELLERİ İLE ÇATIŞMA RİSKİNİN EKONOMİK ANALİZİ Starr ve Collier modelleri çatışmanın ekonomik boyutu üzerinde dururken; mali disiplinin sağlanamaması, işsizlik, dış ticaretin gelişmemesi, ekonomik durgunluk gibi faktörlerin çatışmayı artırıcı etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu modeller yardımı ile çatışma riskinin çatışma sonrası bölgelerde ilk on yıl için yüksek olduğu, gelir düzeyinin risk üzerindeki etkisinin ise %40 olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Çatışma riskinin analizi ve ekonomik nedenleri konusunda Collier ve çalışma arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmalar literatürde önemli bir yere sahiptir (Collier, 1999; Collier, Hoeffler ve Rohner, 2006; Collier, Hoeffler ve Soderbom, 2007; Collier ve Hoeffler, 2004(a); Collier ve Hoeffler, 2004(b)). Bu çalışmalarda, çatışmanın gelişiminde zannedildiği gibi etnik faktörlerin birincil rol oynamadığı, aslında ekonomik faktörlerin daha belirleyici olduğu savunulmuştur (Collier, Hoeffler, Rohner, 2006: 3-17). Collier ve arkadaşlarının geliştirmiş oldukları modelde kullanmış olduğu bilimsel yöntem önemli bazı eleştirileri beraberinde getirmiştir. Özellikle Collier’in ampirik çalışmalarında Dünya Bankası imkanları çerçevesinde, kullanmış olduğu veri havuzunun diğer akademisyenlere açık olmaması ağır eleştirilerin odak noktasını oluşturmaktadır ( Suhrke, Villanger ve Woodward, 2005: 329-331). 59 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu Collier Modelinde Ekonomik Faktörler ve Çatışma Riskinin Analizi Collier, Hoeffler ve Soderbom, risk analiz modelinde, çatışma riskini etkileyen faktörleri incelerken, ekonomik etkilerin çatışma riski üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur (Collier, Hoeffler ve Soderbom, 2007:7-9). Ekonomik Kaygılar Collier ve arkadaşları, bireyin ekonomik kaygılarının çatışmaların temelinde birincil faktör olduğunu savunmaktadır. Bu çalışmalardan çıkan sonuca göre, iç çatışmaların temelindeki faktörlerin daha esnek bir duruma gelmelerindeki temel unsur, etnisiteden ve sosyal marjinalleşmeden ziyade çatışan tarafların ekonomik faktörlerle motive olması gerçeğidir. Bu ekole göre, ekonomik faktörler çatışmanın başlamasını kolaylaştıran birincil kaynak konumundadır (Collier ve Hoeffler, 2004, s. 3-17; Collier, Hoeffler ve Rohner, 2006: 1-10). Diğer faktörler arasında coğrafi koşullar, dışarıdan sağlanan güvenliğe bağımlılık, ekonomik durgunluk, düşük gelir düzeyi, doğal kaynakların ihraç edilmesidir. Açgözlülük, Mağduriyet ve Kaynak Dağılımında Adaletsizlik Collier’e göre çatışmaların ekonomik temelleri açgözlülük ve bunun neden olduğu mağduriyete dayanmaktadır. Bu mağduriyet sonucu, etnik-gruplar arasındaki (interethnic) çatışmanın ilk aşamasını ayaklanmalar ve isyanlar oluşturmaktadır ( Paul Collier, 1999:13). Collier ve arkadaşları, çatışma yaşamış toplumlarda, çatışma sonrası ekonomik faktörler ile ortaya çıkan isyan ve ayaklanmaları belirli bir model içinde ilişkilendirmektedir. Collier ve ekolü bu ayaklanmalarda temel itici faktörün kaynak dağılımındaki problemler ve yasal olmayan yöntemlerin uygulanmasını göstermektedir. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, federasyonu oluşturan devletlerin refah düzeyleri arasında farklılıklar bulunmakta ve merkezi bütçe sistemi federasyonun zengin ülkeleri için büyük sorunları beraberinde getirmekteydi. Gelişmiş Slovenya ve Hırvatistan, federasyon içinde bütçeye 60 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi daha fazla katkıda bulunmak istememiştir (John Baffin, 1996: 101). Bu ülkeler federe sistem içinde ekonomik açıdan mağduriyet hissetmiş ve bağımsızlığa adım atmışlardır. Modelin Bileşenleri Modelde 68 çatışma sonrası ortam ele alınırken, bunlardan 31’i savaşa dönüşmüştür. Ülkelerin ekonomik durumları, ayaklanmalar ve sosyal marjinalleşme ölçeklendirilerek modele dahil edilmiştir. Yapılan çalışmada, çatışma sonrası ortamda çatışma riskinin tekrarlama ihtimali aşağıdaki modelle açıklanmıştır (Collier, Hoeffler ve Soderbom, 2007: 10): h( xt , β ; t ) = exp( xt β )h B (t ) , t ; çatışma sonrası barış ortamı, xt ; t takvim zamanında sistem dışı, ekzogenyus değişkenlerin vektörü, dayanağı, β β; bilinmeyen parametreler, h B ; risk > 0 ; X tj açıklayıcı parametrelerdeki artış savaş tehlikesine yol açmakta, barış sürecinin kısalmasına neden olmaktadır. β < 0; X tj açıklayıcı parametrelerdeki azalma savaş tehlikesinin azalmasına neden olmakta, barış sürecinin uzamasına yardımcı olmaktadır. Collier’in modelinde risk dayanağı h B (t ) için, oldukça esnek katsal model uygulanmıştır. Collier’in modelinde zaman ekseninin, W aralıklarına, c1 , c2 , c3 ,......., cW ile bölünmesi ile başlangıç noktası oluşmaktadır ve bu sayede tutarlı risk dayanağı oranı her aralıkta tahmin edilmektedir. Modelin Sonuçları Collier, Hoeffler ve Soderbom’un risk analiz modeline göre; (i) ekonomik gelişmişlik düzeyi düşük ülkelerin karşılaştıkları çatışma riski gelişmiş ülkelere nazaran çok yüksektir, (ii) ekonomik büyümenin hızlandığı ve buna paralel gelir düzeyinin arttığı bir dönemde çatışma riski azalmaktadır, (iii) 61 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu çatışma sonrası ilk 10 yılda çatışmanın tekrarlama riski yüksektir; çatışma sonrası ilk 4 yıl çatışmanın tekrarlama riski %24 ve sonraki 6 yılda ise bu oran %17’dir, (iv) çatışmanın tekrarlama riski %46’dır, (v) ilk 10 yıl savaşan ülkelerin çatışma sonrasında başarısız olma ihtimali %40’dır (Collier, Hoeffler ve Soderbom, 2007:16). Starr Modelinde Ekonomik Faktörler ve Çatışma Riskinin Analizi Starr’ın ekonometrik modellemesi ile çatışma zamanı ve sonrası uygulanan mali politikaların enflasyon ve büyüme üzerindeki etkisi analiz edilmektedir. Starr’ın Ekonometrik Modellemesine göre; t zamanda i ülkesindeki enflasyon ve büyüme oranı modele dahil edilmektedir(Starr, 2004: 18): X it = pX it −1 + α i + δ t + V1CONFLICT + V2 POSTUNRE it + V3 POSTRE it + ε it Modelin Bileşenleri xit : t-1 ve t yılı arasında tüketici fiyat endeksi veya GSYİH üzerindeki değişimi; X it −1 :değişkenin tutarlılık için gecikmeli değeri; α i : ülkeye has durağan etki; δ t : zaman-belirli etki; CONFLICTit Değişkeni: eğer i ülkesi t zamanda çatışma halinde ise 1 değerini almaktadır( aksi durumda 0 değeri); POSTUNRE it Değişkeni: eğer i ülkesi t zamanda çatışmadan yeni çıkmış ve belirli bir mali disiplin reformu takip etmiyorsa, 1 değerini almaktadır. POSTRE it Değişkeni: i ülkesi t zamanda çatışmadan yeni çıkmış ve belirli bir mali disiplin takip etmekte ise, 1 değerini almaktadır. Katsayı V1 : çatışan ülkelerdeki enflasyon veya büyümedeki değişimleri, çatışmayan ülkelerinkinden farkını, Katsayı V2veV3 : çatışma sonrası çatışan ülkelerdeki enflasyon veya büyümedeki farkı, mali disiplin reformu uygulanışı ve uygulanmayışı ile diğer ülkelerinki ile farkını; ( V2 − V1 ) : inandırıcı mali disiplin olmaksızın çatışma ortamından çatışma sonrası (post conflict) ortama geçen ülkelerdeki enflasyon veya büyüme oranı değişimini göstermektedir. 62 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi (V3 − V1 ) : inandırıcı mali disiplin ile birlikte çatışma ortamından çatışma sonrası (post conflict) ortama geçen ülkelerdeki enflasyon veya büyüme oranı değişimini göstermektedir. Modelin Sonuçları Starr’ın Çatışma Riski Analizine göre; (i) çatışma sürecinde ve sonrasında, mali disiplin programını uygulayan ve uygulamayan devletler farklı çatışma risklerine maruz kalmaktadır, (ii) çatışma ile hiper-enflasyon arasında paralellik bulunmaktadır, (iii) çatışmadan yeni çıkan ve etkin parasal disiplin uygulamayan ülkeler diğer ülkelere göre çatışma sonrası hiper-enflasyon sorunu yaşamaktadır, (iv) Etkin para politikaları milli geliri etkilemektedir. Etkin parasal politikaların uygulandığı dönemlerde enflasyonda azalış ve istihdamda artış çatışma riskini azaltmaktadır, (v) çatışma sonrası dış alemle daha entegre olan ekonomiler uluslararası ticaret ve sermaye akımlarından olumlu etkilenmektedir. Büyüyen ekonomi çatışma ihtimalini daha da azaltmaktadır (Starr, 2004: 18; Hacıoğlu, 2009:39). Starr’ın ekonometrik analizi sonucunda 5 temel varsayım desteklenmektedir: (i) Çatışma sonrası ekonomilerde etkin mali disiplin barışı sağlamaktadır, (ii) Yerel hükümetin çatışma sonrası mali sembollerle oynaması ve beklentiler oluşturması büyümeyi sağlamamaktadır, (iii) Çatışmaya paralel mali disiplin programı yerine çapalı bir program izlenmelidir, (iv) Çatışma ortamında mali disiplin, milli güvenlik ve federe devlet yönetimi paralel seyretmektedir, (v) Çatışma sonrası ortaya çıkan mini devlette Euro gibi uluslararası bir para biriminin adapte edilmesi işletmeler için daha uygun bir yatırım ortamı yaratmaktadır (Hacıoğlu, 2009:37-39). ÇATIŞMA RİSKİNİN YATIRIM İKLİMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Günümüzde, küresel ekonomik bütünleşmenin getirdiği yatırım fırsatları bir anda tehdide dönüşebilmekte ve ulusal ekonomilerin temel yapılarını sarsabilmektedir. Gerek portföy yatırımları gerekse finansman stratejileri açısından, çatışma riskinin iyi analiz edilmesi ve rasyonel karar verme sürecine 63 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu dahil edilmesi gerekmektedir. Böylece mevcut yatırım riskleri daha etkin fiyatlandırılabilecektir. Collier ve Starr modellerinde, ekonomik durgunluk, enflasyon ve mali disiplin kaybı ile çatışma riski işsizlik arasında bir korelasyon olduğu ispatlanmıştır. Kısacası ekonomik parametrelerdeki bozulma çatışma riskini artırırken, tersi yöndeki bir iyileşme bu riski azaltmaktadır. Çatışma Sonrası Bölgelerde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımların Önemi Yabancı Sermaye Yatırımları’ndan beklenen en önemli etki ekonomik büyümeyi hızlandırmasıdır. Güven’e göre, ekonomik büyüme beraberinde ikincil yararları başka bir ifadeyle dışsallıkları da getirecektir. Büyüyen bir ekonomide issizlik azalacak, vergi gelirleri artacak, büyük olasılıkla ihracat artacaktır (Güven, 2007: 64). Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının sağladığı sermaye, bilgi, tecrübe ve teknoloji transferi milli gelirde artış sağlayacaktır. Yabancı sermaye girişlerinin önemi çatışmadan yeni çıkmış ekonomiler için hayati niteliktedir. Bu ülkelerin ekonomik kalkınma çabalarında karşı karşıya oldukları önemli engellerden birisi; bu ülkelerde sermaye faktörünün az bulunmasıdır. Düşük gelire bağlı olarak ortaya çıkan düşük tasarruf ve düşük yatırım kısır döngüsü, azgelişmiş ülkeleri dış tasarruflara yönlendirmektedir (Kula, 2003:141). Karluk’a göre; ekonomik sorunların başında “kaynak yetersizliği” gelmektedir. Çünkü ekonomik kalkınma için yatırım yapılması bir zorunluluktur. Yatırım olmadan gelişme sağlanamaz, üretim artmaz. Bu sebeple yatırımlar ekonominin kalkınma sürecinde büyük bir öneme sahiptir (Karluk, 1999: 98). Çatışma Riskinin Yatırım İklimi Üzerinde Etkisi Rob Mills ve Qimiao Fan’ın Dünya Bankası desteği ile yapmış olduğu çalışmaya göre Çatışma Riski yatırım iklimi üzerinde 8 temel etkiye sahiptir: (i) Fiziki güvenliğin ortadan kalkması, (ii) makroekonomik istikrarın 64 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi bozulması, (iii)sözleşme bağlayıcılığının ve mülkiyet güvenliğinin ortadan kalkması, (iv) finansman sorunu ve altyapının tahrip olması, (v) işgücü kaybı ve işgücü piyasasının ortadan kalkması, (vi) düzenleyici çerçevenin eksikliği ve aşırı vergilendirme, (vii) parasal politika eksikliği, (viii) dış çevrenin etkisiz hale gelmesi (Mills ve Fan, 2006: 5-17) Tablo 2: Yatırım İkliminin Temelleri Yatırım İkliminin Temelleri Güvenlik ve İstikrar Fiziki Güvenlik Makro Ekonomik İstikrar Sözleşme Bağlayıcılığı Mülkiyet Hakkı Finans ve Altyapı Kredi ve finansal Hizmetlere Ulaşma imkanı Enerjiye Ulaşma İmkanı Altyapı İşgücü Piyasası Düzenleyici Çerçeve ve Vergilendirme Nitelikli İşgücü Arzı İzinler, Lisanslar, işe alma/çıkarma Kayıtlar kolaylığı Gümrükler Vergi Politika ve Oranları Vergi Yönetimi (-) ← Etkin Çevre → (+) Kurumlar, Hükümet, Ekonomi Politika, Kapasite, Sosyal Kapasite Kaynak: Rob Mills ve Qimiao Fan, The Investment Climate in Post-Conflict Environement, The World Bank Institute, , Washington (2006) Merkez Bankası 2008 Ekonomik İstikrar Raporuna göre, 2008 yılında yaşanan küresel krizle birlikte, uluslararası sermaye akımları yön değiştirmiştir. Özellikle bu kriz döneminde küresel ekonominin yavaşlaması ve etkilerinin gelişmekte olan ekonomiler üzerinde daha belirgin hale gelmesi yatırımcıların yatırım şevkini kırmıştır. Raporda, 2008 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin de dâhil olduğu gelişmekte olan ülkeler yatırımcıların risk iştahındaki azalma sonucu sermaye çıkışına maruz kalmıştır. Para birimlerinde ve yatırım araçlarında önemli değer kayıpları yaşanmıştır. Yabancı Sermaye yatırımlarındaki azalmanın çatışma sonrası bölgelerdeki etkileri 65 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu düşünüldüğünde, istihdamda ortaya çıkacak problemler beraberinde çatışma riskinin artma ihtimalini de getirmektedir. SONUÇ 2008 yılında yaşanan gıda krizi ve ekonomik kriz, çatışma sonrası bölgelerde güvenlik kaygısını artırmıştır. Artan güvenlik kaygısı çatışma riskini tetiklemektedir. Özellikle 2008 yılının nisan ayında gıda ve enerji fiyatlarındaki spekülatif artışın beraberinde sosyal nitelikli bunalımları getirdiği görülmüştür. Küresel ısınmanın enerji kaynakları ve yaşanabilir alanlar üzerindeki etkileri gelecek yarım asırda toplu göçlere ve çatışmalar neden olacağı öngörülmektedir. Çatışmanın ekonomik boyutu, çatışma riski üzerinde birincil derecede öneme sahiptir. Doğal kaynak dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik ve ekonomik durgunluk gibi ekonomik faktörler çatışma riski üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Collier modeline göre, çatışma sonrası ortamda, çatışma riski devam etmektedir. Düşük gelir ve ekonomik durgunluk bu riski artırmaktadır. Starr modeline göre etkin mali disiplin uygulayan çatışma sonrası ekonomiler, uygulamayanlara göre daha düşük riskle karşılaşmaktadır. Çatışma riski ile enflasyon ve işsizlik arasında ilişki bulunmaktadır. Çatışma riski uygun yatırım iklimini bozmaktadır. Bu nedenle, savaştan yeni çıkmış ekonomiler dış kaynak ihtiyacını karşılayamaz durumdadır. 2008’de derinleşen küresel mali kriz çatışma sonrası bölgelere olan sermaye yatırımlarını olumsuz etkilemiş, artan işsizliğe paralel bu bölgelerde güvenlik kaygıları yeniden artmıştır. KAYNAKÇA BAFFIN, John: The Destruction of Yugoslavia: A Teste for Killing, The World in Conflict War Annual 7, Herndon, (1996). BAILEY, Alan: USGS: 25% Arctic Oil, Gas Estimate A Reporter’s Mistake, Petroleum News, Vol. 12, No. 42. 2007. Retrieved 2008-07-24. 66 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Çatışma Riskinin Ekonomik Analizi http://www.petroleumnews.com/pntruncate/347702651.shtml. BM Küresel Isınma Raporu (2008). BOSSANO, Biagio: Circuit Theory of Finance and the Role of Incentives in Financial Sector Reform”, Policy Research Paper, World Bank, N.2026, 1998. BOULDING, Kenneth E.: Conflict and Defence: A General Theory, Michigan, 1963. CAMPBELL, John, CHRISTOPER Polk, TUAMO Vuoltheenaho: Growth or Glomour? Fundamentals and Systemic Risks in Stock Returns, The Review ofFinancial Studies, April 2009. COLLIER, Paul: On the Economic Consequences of Civil War, Oxford Economic Papers, Vol. 51(1), 1999. COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler, DOMINIC Rohner: Beyond Greed and Grievance: Feasibility and Civil War, Center for the Study of African Economics, Working Paper 10, 2006. COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler: Greed and Grievance in Civil War, Oxford Economic Papers ,56, (2004(b). COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler: Aid, Policy and Growth in Post-Conflict Societies, European Economic Review, vol. 48(5). (2004(a). COLLIER, Paul: Doing Well out of War, Conference on Economic Agendas in Civil Wars, London, April 1999. COLLIER, Paul, ANKE Hoeffler, HANS Soderbom: Post-Conflict Risks, Center for the Study of American economics, Oxford OKI 3UQ, UK, (2007). DOUGHERTY, James E., ROBERT L. Pfaltzgraff: Contending Theories of International Relations: A Comprehensive Survey, Third Edition, HarperRow, Publishers, Inc., New York, 1990. GÜVEN, Yılmaz: Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Gelişme Yolunda Ülke Ekonomileri Üzerine Etkileri: Türkiye İçin Ampirik Bulgular ve Değerlendirilmesi”, Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi, SBE, 2007. HACIOĞLU, Ümit: Çatışma Riskinin Hisse Senedi Performansı Üzerine Etkisi”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kadir Has Üniv., İstanbul, 2009. IMF: World Economic Outlook 2009. KARLUK, Rıdvan: Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme’ye Katkısı”, Ekonomik İstikrar Büyüme ve Yabancı Sermaye, Merkez Bankası, 1999. 67 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 50-68 Osman Z. Orhan, Cemal Cehir, Ümit Hacıoğlu KULA, Ferit: Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine Gözlemler”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, (2003). MAYER, Bernard: The Dynamics of Conflict Resolution: A practioner’s Guide, California: Jossey-Bass Inc., 2000. MILLS, Rob, QIMIAO Fan: The Investment Climate in Post-Conflict Environement, The World Bank Institute, Washington, ( 2006). ORHAN, Osman Z., SEYFETTİN Erdoğan: İktisada Giriş, Palme Yay., 2008 SUHRKE, Astri, ESPEN Villenger, SUSAN L. Woodward: Economic Aid to Post-conflict Countries: a Methodological Critique of Collier and Hoeffler, Conflict, Security & Development, 5:3, (2005). STARR, Martha: Monetary Policy in Post-Conflict Countries: Restoring Credibility, Working Paper Series, American Univ., Washington, No.7, 2004. WHITEHEAD, Jaan W.: The Forgotten Limits: Reason and Regulation in Economic Theory”, (in) K. R. Monroe, The Economic Approach to Politics: A Critical Reassessment of the Theory of Rational Action, HarperCollins, 1991 WOLF, S. Rowan: Shifting Tides: Migration in the Era of Globalization, Global Conflict, and Environmental Collapse, 2007: (http://www.forumonpublicpolicy.com/archivesum07/wolf.pdf), YILMAZ, Sait: National Security Report for Turkey, Beykent University, İstanbul BUSAM, (Ekim 2007). Zehir CEMAL, HACIOĞLU Ümit: Challenging Issue of Sustainable Interethnic Peace and Security: Which Strategy Secures Best in the Balkans? 2nd International Strategy and Security Studies Symposium, BUSRC, İstanbul 2009. İnternet Kaynakları http://news.bbc.co.uk/2/hi/7344892.stm http://siteresources.worldbank.org/NEWS/Resources/risingfoodprices_backgro undnote_apr08.pdf http://unfccc.int/meetings/intersessional/barcelona_09/items/5024.php http://www.guardian.co.uk/world/2007/jun/28/russia.oil http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2008/new041008a.htm http://www.npr.org/templates/story/story.php?storyId=89545855 http://www.setimes.com 68 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,50-68 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 © BEYKENT ÜNĐVERSĐTESĐ/ BEYKENT UNIVERSITY KAMU GÜVENLĐĞĐ VE ACĐL DURUM PLANLAMASI “H1N1 (DOMUZ GRĐBĐ) ÖRNEĞĐ” Sait Yılmaz∗ ÖZET Ulusal güvenliğe yönelik tehditler artık doğal felaketler veya salgın hastalıklar gibi daha çok askeri nitelikte olmayan sorunlardan kaynaklanmaktadır. Ülkeler, pandemi influenza gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip etmek, bunun içinde uygun bir kriz yönetim anlayışı içinde etkin bir acil durum planlama ve yönetim sistemi geliştirmelidir. Türkiye’de H1N1 krizi ile ilgili çeşitli tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda ulusal bir kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri geçememiştir. Türkiye'de H1N1 virüsü vakalarının artmasına paralel olarak hastanelere başvuran insan sayısında artış yaşandı. Özellikle virüse karşı aşı konusunda spekülasyonlar gündeme daha çok gelirken ülkemizin sağlık sisteminin yeniden gözden geçirilmesi için daha fazla akademik çalışma yapılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada yeni bir güvenlik anlayışı kapsamında; daha etkin bir acil durum yönetimi için gerekli yasal ve mali düzenlemeler yanında ülkenin sağlık politikasının yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Salgın Grip, H1N1, Sağlık, Güvenlik. ABSTRACT Nowadays, threats to national security are sourced mostly by the non-military challenges like natural disasters and pandemics. The nations have to monitor closely those ongoing and potential pandemics and to develop effective emergency planning and execution system in accordance with a proper crisis manegement understanding. Despite the Turkey took many precautions to react to the H1N1 (Swan Influenza), they were limited to the detective dimension due to the lack of public health policy at the national level. Applications to hospitals in Turkey increased tremendously in parallel to escalation in H1N1 cases. As the Turkey faces many speculations particularly on the vaccaniation campaign against H1N1 virus, it is acknowledged that new academic studies should be encouraged in order to develop proper national health system. In this study, we mainly focused on the needs of the reconsiderataion of national public health policy in the context of a new security concept in addition to legal and financial arrangements. Key Words: Turkey, Pandemic Influenza, H1N1, Health, Security. ∗ Yrd.Doç.Dr., Beykent Üniversitesi BÜSAM Müdürü, saityilmaz@beykent.edu.tr. Sait Yılmaz GĐRĐŞ Ulusal güvenlik; asayiş hizmetinin de ötesinde, güvenliğin en üst yapısı ve toplam güvenliğin bir şemsiyesi konumundadır. Ulusal güvenlik kavramının, devletin sınırları içerisinde kalan bireyleri kapsayacak şekilde iç güvenliği, diğer yandan devlete karşı dışarıdan gelebilecek tehlikelere yönelik dış güvenliği kapsadığı genel kabul görmektedir. Ancak ekonomik, politik, psikolojik ve sosyolojik yönleriyle güvenlik bir bütündür. 21. yüzyılın değişen güvenlik kapsamı; güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Son dönemde yaşanan ulus aşan nitelikteki Tsunami benzeri doğal felaketler yanında Domuz Gribi (H1N1) gibi bulaşıcı hastalıkların toplum sağlığını tehdit etmesi; uluslararası işbirliği yanında kamu güvenliğini ön plana çıkarmıştır. Dünyadaki ölümlerin çoğunluğu sanıldığı gibi doğal felaketler ya da savaşlardan değil, kamu sağlığını ilgilendiren daha çok hastalıklar ve kazalardan kaynaklanmaktadır. Bulaşıcı hastalıklar kişiden kişiye bulaşabilme, geniş kitlelere yayılma ve büyük toplulukları etkileme yeteneğine sahip hastalıklardır. Bireysel sonuçları ağır olabilmekle birlikte, bulaşıcı hastalıkların büyük kitleleri etkileme gücü olduğundan, toplumsal sonuçları da büyük olmaktadır. Bu çalışmanın amacı; ulusal güvenlik kapsamında, H1N1 krizi ile ilgili Türkiye’nin kriz yönetimi ve acil durum planlaması performansını ve bu yönde yolunda gitmeyen konuları ve alınabilecek tedbirleri sorgulamaktır. Makalenin birinci bölümünde ulusal güvenlik, kriz yönetimi ve acil durum planlamasının kavramsal temellerine yer verilmiş, ikinci bölümde ise Türkiye’de kriz ve acil durum yönetim sistemi açıklanmıştır. Üçüncü bölümde H1N1 krizi ve kamu güvenliğine etkileri açıklandıktan sonra Türkiye’de pandemik influenza acil durum planlaması, H1N1’in Türkiye’de gelişimi, acil durum uygulaması ve nihayet alınması gereken tedbirler üzerinde durulmuştur. Söz konusu çalışma için geniş bir alanda yerli ve yabancı literatür taraması yapılmış, konu ile ilgili gelişmeler 70 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması medya kanalı ile yakından takip edilerek bilgilerin güncel olmasına dikkat edilmiştir. 1. ULUSAL GÜVENLĐK, KRĐZ YÖNETĐMĐ VE ACĐL DURUM PLANLAMASI Ulusal Güvenlik Kavramı ve Yeni Tehditler Türk Dil Kurumu sözlüğünde "Güvenlik; toplum yaşamında kanuni düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet" şeklinde açıklanmıştır (TDK, 1965: 221). Korunma isteğiyle ortaya çıkan ve koruma dürtüsüyle kurumsallaşma eğilimine giren güvenlik, fonksiyonel olarak; personel güvenliği, sektör güvenliği, kamu güvenliği ve ulusal güvenlik gibi çeşitli alanları ihtiva etmektedir. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik tehditleri artık askerlerden değil; ekonomik çöküş, siyasi baskı, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, çevre tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır (Booth, 2003: 59). 21. yüzyılın değişen güvenlik kapsamı güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramı, uluslararası sistemin bütünü veya bütününe yakınının güvenliği (evrensel boyut), coğrafi ya da fonksiyonel altsistemlerin güvenliği (bölgesel güvenlik), devlet güvenliği, kamu güvenliği, toplumsal alt-grupların güvenliği, bireylerin güvenliği gibi farklı düzlemlerde ele alınabilir (Dedeoğlu, 2003: 12). Ancak, günümüzde uluslararası ilişkilerin küresel ve bölgesel yönlerinin öne çıkmasıyla; ulus aşan nitelikteki Domuz Gribi (H1N1) gibi bulaşıcı hastalıkların toplum sağılığını tehdit etmesi; uluslararası işbirliği yanında kamu güvenliğini ön plana çıkarmıştır. Kamu güvenliği; en basit anlamı ile devletin zabıta hizmetleriyle halka sağladığı can ve mal güvenliği olarak tanımlanmaktadır. Kamu sağlığı iie bir toplumda büyük hak kitlelerinin sağlık koşulları açısından içinde bulunduğu durum anlaşılmaktadır (turkcebilgi.com). Tablo 1’den de anlaşılacağı gibi dünyadaki 71 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz ölümlerin çoğunluğu sanıldığı gibi doğal felaketler ya da savaşlardan değil, kamu sağlığını ilgilendiren daha çok hastalıklar ve kazalardan kaynaklanmaktadır. Tablo 1: 2001 Yılında Dünyadaki Ölümlerin Nedenleri Sıra 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Neden Hastalıklar Çeşitli Kazalar Yol Kazaları Đntihar Cinayet Toplu Saldırılar Doğal Felaketler Yüzde (%) 91 4.1 2.1 1.5 0.9 0.4 0.05 Kaynak: Peter Hough: Understanding Global Security, London, 2005, p.16, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2002 Yayınına atfen. Đçinde bulunduğumuz teknoloji çağında yeni ve çok kapsamlı tehditlerin ulus aşan yapılar içinde sınırları geçirgen hale getirmesi ve ulusal güvenliği sağlamada devletlerin tek başına yetersiz kalması; ulusal güvenliğe yardımcı olmak ve tamamlamak üzere uluslararası güvenlik arayışlarını ön plana çıkarmaktadır. Artık eksiksiz bir ulusal güvenlik ve savunma fikri efsanedir. Gerçek güvenlik sorunu, giderek etkileşimli ve birbirine bağımlı hale gelen bir dünyada çıkarlarını korurken güvensizlik ortamına ne kadar tahammül edilebileceğine karar vermektir. Güvensizlik, rahatsız edici de olsa birçok ulusun asırlardır kaderidir ve en azından siyasi olarak idare edilebilir olmalıdır. Öte yandan pandemikler gibi yeni tip tehditler başta biyoteknoloji olmak üzere sağlık alanında yeni teknoloji ve buluşların önemini artırmaktadır. Söz konusu yeniliklerin tedavici edici yönü kadar silah olarak kullanılma riski de vardır. Gelişen genom teknolojisi ve biyoenformatik araçlar, uzun zamandır insanlara büyük yararlar sağlayan biyoteknoloji uygulamalarını bilimde, teknolojide ve küresel ekonomilerde devrim yaratacak duruma getirmiştir (Dindar, 2004: 142). Đçinde bulunduğumuz yüzyılın biyoloji yüzyılı olacağı değerlendirilmektedir. Tıp alanında genel aşı üretimi, gen terapisi ve ilaç 72 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması üretimi gibi geniş bir spektrumda uygulamaları bulunan biyoteknolojinin önemi giderek artmaktadır. Geleneksel yöntemlerle hazırlanan aşılarda zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroorganizmalar kullanılmakta ve bu aşılar bazı durumlarda tehlike arz edebilmektedir. Biyoteknolojinin kötü maksatlı kullanımı pek çok hastalıkların ulus aşan nitelikte kamu sağlığını tehdit etme olasılığı bulunmaktadır. Kriz Yönetimi ‘Kriz’ terimi, genel olarak, güvenliği tehdit eden, hızla karşılık verilmesi gereken ve buna bağlı olarak da karar vericilerin dikkatlerini en yüksek seviyede tutmaları gereken durumu ifade etmek için kullanılır (Pfallzgraff, 1997: 185-188). Ülkeler, devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip ederek, her seviyede güvenliğe gelecek tehdit ve riskleri önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri önceden almak ve mevcut imkânları dâhilinde krizden en az zarar ile çıkacak politikaları izlemek zorundadır. Kriz yönetiminde başarının faktörlerini şunlar oluşturur (Yılmaz, 2008); (1) Krizi önceden sezmek. (2) Önleyici tedbirler konusunda süratle karar alarak yürürlüğe koymak. (3) Krizi büyümeden önlemek veya (4) Krizi kabul edilebilir bir risk seviyesinde tutmak veya tehdidi tamamen yok etmek. Kriz yönetimi kurgusu şu unsurlardan oluşur Yılmaz, 2001): (1) Fiziki tesisler ve kadrolar. (2) Önceden belirlenmiş düzenlemeler ve süreçler. (3) Krizi önlemek ve karşılık vermek için önceden belirlenmiş tedbirler. Tablo 2: Bir Güvenlik Modeli Tehditler Patlayıcılar, kimyasalbiyolojik-radyolojik-nükleer, hastalıklar, konvansiyonel silahlar, fiziki objeler, insan, afetler Hedefler Tedbirler Kaynaklar (su vb.), altyapı (binalar vb.), ağlar (IT vb.), ulaştırma, kamu sağlığı, sanayi üsleri, hükümet, halk Değerlendirme, koruma, tespit etme, tanımlama, karşılık verme, hafifletme, restore etme, yönetme Kaynak: Seber, Alois J.: Emerging Technologies in the Context of “Security, Institute for the Protection and Security of the Citizen, Quarterly Journal. (Fall 2006), s.122. 73 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz Söz konusu tesisler içinde Kriz Yönetim Merkezleri; politik, ekonomik ve askeri istihbarat ve bilginin alınması, değişimi ve dağıtımı yanında brifingler ve personelin çalışması için gerekli alt yapıyı sağlar. Öncen belirlenmiş süreçler ve düzenlemeler içinde şu hususlar sağlanır; krizin tanımlanması ve izlenmesi, istihbarat ve bilginin paylaşımı, değerlendirilmelerin üretim ve dağıtımı, medya ve kamuoyunun bilgilendirilmesi, sivil acil durum konuları. Tablo 2’de kriz yönetim anlayışı içinde bir güvenlik modeli görülmektedir. Kriz Yönetimi Türkiye’de çok az bilinen bir çalışma alanıdır. Son yıllarda başta doğal afetler olmak üzere ülkenin karşı karşıya krizler bu alanda akademik çalışmaları zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, etkin bir kriz yönetiminin nasıl olması gerektiği özellikle üniversiteler ve araştırma merkezlerinin önemli bir çalışma alanı haline gelmelidir. Kriz yönetimi başta istihbarat fonksiyonları, güvenlik politikası oluşturma, karar verme, güç kullanımı olmak üzere pek çok süreci bir araya getirmeyi ve koordineli bir şekilde çalışmayı gerektirmektedir. Devletin güç ve kaynakları ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanılırken iyi düşünülmüş, hazırlıklı, tüm aktörler ve vasıtaları entegre eden bir kriz yönetim sistemine ihtiyaç bulunmaktadır. Acil Durum Yönetimi Acil durum yönetimi; doğal veya insanların neden olduğu felaketler oluşmadan hazırlanma, felakete reaksiyon gösterme (acil tahliye, karantina, kitle dekontaminasyonu vb.), yardım ve toplumu yeniden inşa etme faaliyetlerini kapsayan bir disiplindir (Haddow, 2004: 12). Etkili acil durum yönetimi; hükümet ve hükümet dışı her düzeyde acil durum planlarının ayrıntılı entegrasyonunu, kurum ve kuruluşların etkin işbirliğini gerektirir (Wisner: 2004: 23). Bu etkinlik her düzeyde sivil savunma ve acil hizmetler ile ilgili kurumların acil durum yönetimi kapsamında öncülüğünü gerektirir. Askeri saldırılara karşı sivilleri korumak olarak için oluşturulan Sivil Savunma hizmetlerinin yerini Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte büyük ölçüde Acil 74 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Durum Yönetimi almıştır. Acil durum yönetimi süreci dört aşamadan oluşmaktadır (Şekil 1); hafifletme, hazırlık, reaksiyon ve kurtarma. Şekil 1: Acil Durum Yönetiminin Safhaları Hafifletme; meydana gelen veya gelişmekte olan afetlerin etkilerini azaltmak ve ortaya çıkan tehlikeleri önlemek için alınan tedbirlerdir. Uzun vadeli önlemler ile riski ortadan kaldırmaya veya azaltmaya odaklanır (Lindell, 2006). Felaket olduktan sonra uygulanan zararı azaltma gayretleri de bu sürecin bir parçası olarak kabul edilebilir. Hafifletme faaliyetlerine tehdit değerlendirmesi ve bu kapsamda fiziksel risklerin tespiti ile başlanır. Söz konusu risk ölçümü için geliştirilen formüle göre; tehlikeye özgü risk (Rh) belirli bir tehlikenin etkisinin muhtemel seviyesini temsil etmekte olup, nüfus (H) ile nüfustaki güvenlik açığının (Vh) çarpımına eşittir. Güvenlik açığı riski örneğin bir deprem için şehirde ve çölde farklı olacaktır. Hafifletme çalışmaları güvenlik açıklarını azaltmayı hedeflemektedir. Hazırlık safhasında acil durum yöneticileri afet halinde uygulanacak planlarını hazırlar. Ortak hazırlıklar şu tedbirleri içerir (fema.gov.); (1) Haberleşme planı. (2) Acil Reaksiyon Timleri gibi insan kaynaklarının planlanması. (3) Acil durum ikaz yöntemleri, sığınaklar ve tahliye planlarının geliştirilmesi ve uygulamasının yapılması. (4) Acil durum destek malzemesi ve teçhizatının stok ve muhafazası. (5) Siviller arasında gönüllülerin eğitimi için teşkilatlanma 75 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz yapılması. Hazırlık, felaketin oluşmasını önlemeyi, felaket oluştuğunda ise gerekli teçhizat ve süreçler ile kişisel hazırlığı sağlamayı amaç edinir. Reaksiyon safhası; gerekli acil durum hizmetlerinin ve felaket bölgesinde ilk müdahaleyi yapacakların harekete geçirilmesini içerir. Bu safhada itfaiye, polis ve ambulans ekipleri gibi çekirdek acil hizmetlerin ilk dalgası harekete geçer. Reaksiyon safhası arama ve kurtarma ile başlayabilir ve hemen mağdurların ihtiyaçlarının karşılandığı insani yardım faaliyetlerini de içine alabilir. Genellikle yerel acil durum yönetim teşkilatı yetersiz kalacağından, bu yardımlar ulusal ve uluslararası düzeyde kuruluş ve örgütler tarafından sağlanabilir. Söz konusu yardımlar sığınaklara ya da evlerinde mahsur kalmış insanlara götürülebilir ve tahliyeyi gerektirebilir. Bölgedeki hava koşulları ve su kaynaklarına göre felaket mağdurlarının çoğu felaket meydana geldikten sonra 72 saat içinde ölebilir (Jaffin: 2008). Kurtarma safhası için hazırlanan kurtarma planlarının amacı mağdurları önceki hallerine getirecek restorasyon faaliyetlerini yerine getirmektir. Reaksiyon safhasından farklı olarak kurtarma safhasında mağdurların hayatını sürdürmesi için belirlenen ilk ihtiyaçları karşılanmaya başlanır. Kurtarma gayretleri hasar gören binaların yeniden inşası, yeniden iş imkânı yaratma, alt yapının tamiri gibi hususları içerir. Bu faaliyetler aynı zamanda hafifletme çalışmalarının da bir parçasıdır (Buchanan, 2009). Acil Durum Planlaması Genel bir tanımla acil durum planları, bir yerleşme biriminin (köy, ilçe veya il) karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri, bu tehlikelerin meydana gelmesi halinde uğranacak, kayıp ve zararları gerçekçi bir biçimde ortaya koyan ve bu kayıp ve zararların en düşük düzeyde tutulabilmesi için, kimlerin, ne zaman, hangi görev ve yetkiyle, hangi kaynaklar kullanılarak görev üstleneceklerini açıkça tanımlayan bir belgelerdir. Bu özellikleriyle de acil durum planları, değişen şartlar, yeni ortaya çıkan tehlike ve riskler, görev, yetki ve sorumluluklardaki 76 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması değişmeler ve gelişmeleri sürekli olarak güncel tutan, planlarda kendilerine görev verilen personeli eğiten, büro veya arazi çalışmaları ile test eden ve sürekli geliştirilen çalışmalara ihtiyaç duymaktadır. Acil durum planları uygulamada çok sık görüldüğü şekilde bir kez hazırlanıp daha sonra unutulan belgeler değillerdir. Acil durum planlaması; gerçek olaylardan elde edilen dersler, eğitim ve tatbikatlar sırasında görülen eksiklikler dikkate alınarak, sürekli güncelleştirilmesi ve geliştirilmesi gereken bir süreçtir. Acil durum planlamaları Tablo 3’de örneği verildiği gibi çok çeşitli senaryolar dâhilinde değişik seviyelerde olağan dışı durumlara cevap verecek şekilde kategorik yaklaşım sergilemelidir. Acil durumu doğuran olayların değişik sonuçlar doğurması, doğal olarak acil durum planlamasının da esnek olması sonucunu doğurmaktadır. Acil durum planlaması süreci, bir yerleşme birimindeki en üst düzey kamu yöneticisinin kararıyla başlar veya geliştirilir. Planlama süreci, bu planı hazırlayacak bir grup veya komitenin kurulması ve bir koordinatörün atanması ile başlar. Geçmişte sevk ve idare hazırlığı ve hazır insan gücü nedeni ile bu tür faaliyetler genellikle askerlere bırakılmıştır. Ancak, şehirlerin çok gelişmiş olması ve acil durum yönetiminin çok değişik alanlarda uzmanlar (iletişim, kültürel mirası koruma, özel sağlık yönetimi vb.) gerektirmesi nedeni ile artık bu durum yerel ve ulusal düzeyde ilgili kamu ve özel kurumların ortak işi haline gelmektedir. Tablo 3: Yaralı Sayısına Göre Olağan Dışı Durumların Sınıflandırılması Basit-hafif olağan dışı durumlar 10-99 yaralının olduğu veya 10-49 kişinin hastaneye yatırılarak tedavi edildiği olağan dışı durumlardır. Orta derece olağan dışı durumlar 100-999 yaralının olduğu veya 50-249 kişinin hastaneye yatırılarak tedavi edildiği olağan dışı durumlardır. Büyük olağan dışı durumlar 1000 ve üzeri yaralının olduğu veya 250 kişinin hastaneye yatırılarak tedavi edildiği olağan dışı durumlardır. Kaynak: Demirhan N.: Türkiye’de 112 Đlk ve Acil yardım Hizmetleri ve Afetlerdeki Rolü, Đstanbul, 2003, s.31. 77 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz Acil durum yöneticileri pek çok disiplin dâhilinde özel olarak yetiştirilmiş olmalıdır. Örneğin ABD’de acil durum yönetimi ile ilgili sekiz üniversitede doktora programı uygulanmakta ve sertifika programları düzenlenmektedir. Profesyonel acil durum yöneticileri resmi ve özel kuruluşların planlama ve operasyonel gayretlerinin farkında olacak ve koordine edecek bir yeterliliğe sahip olmalıdır. Bu eğitim yerel, devlet veya özel kuruluşlar tarafından basın ve halkla ilişkilerden üst düzey sevk ve idare yeteneklerinin geliştirilmesine kadar pek çok hususu içerecektir. Yönetici bir terörist saldırısı ya da bir bulaşıcı hastalığın ortaya çıkması halinde durumdan duruma değişen koşullarda nasıl davranacağı ve elindeki imkânları her düzeyde nasıl kullanacağına dair bilgili ve hazır olmalıdır. Acil durum halinde çok geniş bir alanda pek çok kurum ve kuruluşun faaliyetlerini kontrol ve yönetme gayreti özel bir haberleşme sisteminin kurulmasını gerekli kılmaktadır. Acil Durum Yönetim Bilgi Sistemi, acil durum sisteminde yer alan kamu ve özel tüm unsurların arasında her safhada kesintisiz ve birlikte kullanabilecekleri bir haberleşme ve bilgi aktarma imkânı sağlamaktadır. Bu sisteme; saha sağlık ekipleri, kamu ve özel hastaneler ile bunların uzantıları da dâhil edilmektedir. Söz konusu planlamalar için önceki felaketler ile ilgili kayıtların sağılıklı bir şekilde tutulması kadar, isabetli bir risk değerlendirmesinin yapılması da önemlidir. Türkiye’de de özellikle 1999 yılındaki Gölcük depreminden yana doğal afet planlaması konusunda duyarlılığın arttığı ancak yeterli düzeye gelmediği bilinmektedir. Geliştirilen bilgi sistemleri, ekipler ve diğer vasıtaların gerektiğinde ülke içinde diğer bölgelerde ve bazen de yurt dışında yardım amacı ile de kullanılabileceği unutulmamalıdır. Söz konusu vasıtaların geliştirilmesinde her kurum ve kuruluş yapılan risk değerlendirmesi ve acil durum planlanması çerçevesinde öncelikle kendi ihtiyaçlarını belirlemeli, bu ihtiyaçlar ulusal düzeyde bir süreç tarafından gözden geçirilerek temin edilmesi ile ilgili 78 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması kriterler oluşturulmalıdır. 2009 yılında ABD’de bu amaçla USAID1 doğal afetlerden etkilenecek bölgeler için gerekli vasıtaları öngören bir web sayfası (FEWS NET) hazırlamıştır. Söz konusu programda dünyanın herhangi bir yerinde bir km. içinde yaşayan nüfus ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Geliştirilen projelere Dünya Bankası gibi kuruluşların destek sağladığı unutulmamalıdır2. 2. TÜRKĐYE’DE KRĐZ VE ACĐL DURUM YÖNETĐMĐ Türkiye’de Kriz Yönetimi ve Doğal Afet Koordinasyon Kurulu Türkiye’de kriz yönetimine geçilmesi halinde Başbakan’ın başkanlığında Kriz Koordinasyon Kurulu oluşturulmaktadır. Bu kurulda ilgili bakanların yanında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri de bulunmaktadır. 1996 yılında yürürlüğe konulan “Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği” merkezdeki örgütlenme şeklini tamamen değiştirmiş, il ve ilçelerdeki Đl Kurtarma ve Yardım Komiteleri “Kriz Yönetim Merkezleri” adını almıştır. Türkiye, doğal fertlere çok sık maruz kalan ve Tablo 4’de görüldüğü çok çeşitli afetlerin can ve mal kaybına neden olduğu bir ülkedir. Tablo 4: Türkiye’de Doğal Afet Sonucu Ölüm Yüzdeleri Doğal Afetler Ölüm Oranı (%) Depremler % 65 Heyelanlar % 15 Su Baskınları % 14 Kaya Düşmeleri %7 Yangınlar %4 Çığ, Fırtına, Aşırı Yağış %1 Kaynak: Akdur R.: Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi, Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Müdürlüğü, Takav Matbaacılık, Ankara, 2001. 1 USAID: US Agency for International Development. Dünya Bankası Doğal Afet Risk Yönetimi Projeleri (World Bank Disaster Risk Management Projects). 2 79 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz Ülkemizde afet planlaması ve afete müdahale açısından 7269 sayılı Afetler Kanunu’nun ön gördüğü örgütlenme ile müdahale edilmektedir. Merkezde kurulacak “Afetler Merkez Koordinasyon Kurulu” Bayındırlık ve Đskan Bakanlığı Müsteşarının Başkanlığı’nda belirlenmiş bakanlıkların müsteşarlıklarından oluşturulmuştur. Genelkurmay başkanlığının görev ve sorumlulukları ile ilgili konularda bu kurula Genelkurmay Başkanlığı temsilcisi de katılmaktadır. Türkiye’de il veya ilçe düzeyinde acil durum planlarının hazırlanması, geliştirilmesi, güncelleştirilmesi, güncelliklerinin korunması ve bu planlarda kendilerine özel görevler verilen kişi veya kuruluşların eğitim veya tatbikatlarla sürekli geliştirilmesi, 7269 sayılı afetler kanunu gereğince, zorunlu bir görevdir. Đllerde kurulacak Afet Merkez Koordinasyon Kurulu teşkilatı ise Şekil 2’de görülmektedir. ….. ĐLĐ AFETLER MERKEZ KOORDĐNASYON KURULU BAŞKANLIĞI VALĐLĐK ĐL KURTARMA VE YARDIM KOMĐTESĐ Vali Yard. (Başkan) Garnizon Komutanı Emniyet Müdürü Sağlık Müdürü Tarım Đl Müdürü Haberleşme Hizm.Gr.Bşk. Kurt.ve Yık.Kal. Hizm.Gr.Bşk. Ulaştırma Hizm.Gr.Bşk. Belediye Başkanı Jandarma Komutanı Đl Savunma Müdürü Bay. ve Đskan Md. Kızılay Başkanı Ön Has. Tes. Geç. Đsk. Hizm.Gr.Bşk. Bay. ve Sağ. Hizm.Gr.Bşk. Sat.Al.Klr.El.Kol.ve Dağ. Hizm.Gr.Bşk. Güvenlik Hizm.Gr.Bşk. Elk.Su Kan. Hizm.Gr.Bşk. Tarım Hizm. Gr.Bşk. Şekil 2: Đl Afet Merkez Koordinasyon Kurulu (Ergünay, 2002: 34) 80 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Đl ve Đlçe düzeyindeki örgütlenme “Afetlere Đlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik” ile düzenlenmiştir. Bu yönetmelik il ve ilçelerde “Đl veya Đlçe Kurtarma ve Yardım Komitesi” şeklinde örgütlemeyi öngörmüştür. Đl ve Đlçeler, karşı karşıya bulundukları afet tehlikesi ve riski, planlama çalışmalarına esas olacak afet senaryolarında belirlenen sorunlar ve acil yardım hizmetlerinin daha hızlı ve etkili yürütülebilmesi için ihtiyaç duyacakları diğer hizmet gruplarını da kurabilmekte ve özellikle de özel sektör ve halkın arama –kurtarma ve ilk yardım faaliyetlerini de planlarına dâhil edebilmektedir. Türkiye’de Acil Durum Planlaması Kapsamında Sorumluluklar Sağlık Bakanlığı merkez teşkilatı içinde; Türkiye’de pandemi planlamasında ve pandemi durumunda ana sorumlu kuruluş Sağlık Bakanlığı’na bağlı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün (TSHGM)’dir. Diğer kurumların çalışmalarında koordinatör olarak görev almaktadır. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı; laboratuar hizmetlerinin planlanması, merkez ve il düzeyinde laboratuarların kapasitelerinin geliştirilmesi, uluslararası referans laboratuarlarla iletişimin sağlanması, laboratuar rehberlerinin hazırlanması, bilimsel araştırmalara destek sağlanması ve TSHGM tarafından düzenlenecek saha çalışmalarına katkı sağlanması ile görevlidir. Diğer kurumlar arasında; - Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü; sınır kapılarında gerekli sağlık önlemlerinin alınması, uluslararası Sağlık Tüzüğü gereği diğer ülkelerdeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılması, bilimsel çalışmalara destek sağlanması, sınır kapılarında giriş ve çıkış yapan insanlar için, pandemi konusunda broşür hazırlanması ile görevlendirilmiştir. - Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü ise; hastane hazırlıklarının TSHGM ile işbirliği içinde tamamlanması, seyyar hastane ve kamu binalarının lojistik ihtiyaçlarının belirlenmesi, yoğun bakım ünitelerinin hazırlıklı hale getirilmesi, tatbikatlar için TSHGM ile işbirliği yapılması bulunmaktadır. 81 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz - Đlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü; pandemide kullanılacak ilaç ve tıbbi malzemenin ülkeye getirilmesi ve piyasadan temini için gerekli düzenlemelerin yapılması, uluslararası ilaç sektörünün takip edilmesi ve bilimsel çalışmalara destek verilmesinden sorumludur. Sağlık Bakanlığı taşra teşkilatı içinde Valilikler; Đl Kriz Merkezinin oluşturulması, Đl Hıfzıssıhha Kurulunun kararlarının uygulanması, karantina, izolasyon, okul ve işyeri kapatma, tatil edilme gibi uygulamaların gerçekleştirilmesi ve toplum düzeninin sağlanması, sağlık kuruluşlarında gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasından sorumludur. Đl Pandemi Planı’nı hazırlayan Đl Sağlık Müdürlüğü, hastane organizasyonu ile birlikte hastanelerin kullanılma kriterlerinden de sorumludur (Sağlık Bakanlığı, 2006: 43). Birinci basamak sağlık kurumları (sağlık ocakları, AÇSAP merkezleri, dispanserler, evde bakım hizmetleri vb.) kurumsal sağlık hizmetlerinin sunulması, sevk zinciri ve triaj uygulaması, salgın kontrol önlemlerinin uygulanması, verilerin toplanması ve bilimsel çalışmalara destek verilmesi ile görevlendirilmişlerdir. Genel anlamı ile hastaneler diyebileceğimiz Đkinci Basamak Sağlık Kurumları ise yataklı tedavi hizmetlerinin planlanması ve uygulanmasından sorumludur. Eğitim ve Araştırma Hastaneleri Pandemi ile ilgili bilimsel kurullara destek sağlanmaktadır. Üniversitelerden pandemi acil planlaması kapsamında; eğitim çalışmalarına destek verilmesi beklenmektedir. 3. H1N1 KRĐZĐ VE KAMU GÜVENLĐĞĐNE ETKĐLERĐ Salgın Grip (Đnfluenza Pandemi) Tarihte influenzaya benzer ilk pandemi 1580 yılında yaşanmış ve o tarihten bugüne 31 muhtemel influenza pandemisi tespit edilmiştir. 20. yüzyılda, 19181919 influenza pandemisi (H1N1) 20 milyon insanın ölümüne neden olmuş, bunu dünya çapında 40-50 milyon ölüme sebep olduğu tahmin edilen, 1957 – 1958 (H2N2) ve 1968 – 1969 (H3N2) salgınları izlemiştir (Pratt, 2001: 39-46). 20. yüzyılda ortaya çıkan önemli pandemilerin özellikleri Tablo 5’te 82 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması görülmektedir. Ülkemizde 1969 yılı başında Hong Kong virüsle meydana gelen salgınlar sınırlı kalmış, ancak 1970 yılı başında aynı virüs suşu ile geniş bir epidemi ortaya çıkmıştır. 1969–70 mevsiminde gribal vakalar Aralık ayının ortalarından itibaren artmaya başlamış, 1970 Ocak ayına kadar şiddetli ve geniş bir epidemi halini almıştır. Türkiye’de, influenza üzerindeki çalışmalara Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’nde, 1948–49 yıllarında görülen influenza salgını sırasında başlanmıştır. Hasta boğaz çalkantılarından izole edilen virüsler, Dünya Grip Merkezi’nde (WIC) A1 tipi influenza virüsü olarak identifiye edilmiştir. 1958 salgınında A/Turkey 1/57 izole edilmiştir. Bu ağır salgın sırasında birçok virüs izole edilmiş ve bunlar Dünya Grip Merkezi tarafından Asya gribi virüsüne identik bulunarak A2 olarak adlandırılmıştır. Tablo 5: 20. Yüzyıldaki Pandemilerin Genel Özellikleri Pandemi Ölüm Özellikler Virüs tipi 1918–1919 Đspanyol gribi 20.000.000 A (H1N1) 1957–1958 Asya gribi ~40.000.000 1968–1969 Hong Kong ~40.000.000 1977 Rus gribi 25.000 En yüksek mortalite 15–35 yaş grubunda tespit edilmiştir. Hızla solunum yetmezliği ve ölüme götüren ağır bir seyir göstermiştir. Mortalite daha çok çocuk ve yaşlılarda görülmüştür.(ılımlı seyirli virüs) Bu salgına ait özellikler Asya gribine benzemektedir. Ölenlerin yaklaşık %25’i yaşlılardır. Bu salgına ait özellikler 1918-1919 yıllarındaki pandemiye benzemektedir. A (H2N2) A (H3N2) A (H3 N2) ve (H1 N1) Kaynak: Pratt, R.J., Pellowe, C., Loveday, H: The Epic Project. Developing National Evidence-Based Guidelines For Preventing Healthcare-Associated Đnfections. Journal of Hospital Infection, (Supplement), 2001, p.39-46. www.dh.gov.uk/PublicationsAndStatistics/ . (Giriş Tarihi: 12 Ocak 2010). Grip hastalığı virüsünün (influenza virus) A, B ve C olmak üzere üç tipi vardır. Đnfluenza A ve B virüsü insanlarda salgınlar yapan grip virüsüdür. Đnfluenza A ve B virüsleri antijenlerine göre alt gruplara ayrılırlar (Alan, 2009). A virüsünün 15 farklı H, 9 farklı N antijeni vardır. Bazı influenza virüsleri 83 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz insanlarda, bazıları domuzlarda, bazıları ise kuşlarda infeksiyona yol açar. Domuzlar hem insan hem kuş influenza virüslerine hassas olabilir. Domuz gribi daha önce de zaman zaman insanlarda hastalığa neden olmuştur. Son salgında domuz gribi olarak adı geçen grip virüsünün adı, yeni influenza A H1N1 (H1N1) virüsü olarak kullanılmaktadır. Pandemik Đnfluenza H1N1 enfeksiyonu, 1-3 günlük kuluçka süresinden sonra başlamakta ve hastalık 3-7 gün sürmektedir. Đnsandan insana hapşırma ve öksürme ile saçılan damlacıklar yoluyla yayılır. Belirtileri mevsimsel gribe benzer, ateş, öksürük, boğaz ağrısı, yaygın vücut ağrıları, baş ağrısı, titreme ve yorgunluk ön plandadır. Bazı kişilerde ishal ve kusma görülür. Zatürreye bağlı ciddi hastalıklar ve ölümler olabilir (klimik.org). Mevsimsel influenza aşısına ek olarak influenza H1N1 aşıları uygulanmaktadır. Aşılar, eczanelerde satılmamakta, Sağlık Bakanlığı tarafından uygulanmaktadır. 21. yüzyılda; 2003-2004’de A/H7N7 insan vakaları (Hollanda, Đngiliz Kolombiyası), 2002-2003 SARS salgını (respiratuvar bir virüsün global ve hızlı yayılımı), 2003-2005 A/H5N1 (Kuş Gribi) vakaları (Kore, Vietnam, Tayland) ve son olarak H1N1 Krizi ile virüs değişimi devam etmektedir. Virüsün değişim göstermesi onun diğer ülkelere de yayılmasının, böylece dünya nüfusunu tehdit etmesinin önünü açmaktadır. Virüslerin bulaşıcı olması ölüm ve hastalık miktarında ani artış potansiyeli oluşturmaktadır. Son yıllarda ortaya çıkan H5N1, H7N7, H9N2 ve H1N1 gibi bulaşıcı yeni virüs tiplerine karşı insanların bağışıklığı bulunmamaktaydı. Bunlar içinde en tehlikeli boyutlarda olan ve 2004 yılında Kamboçya, Endonezya ve Tayland’ta ortaya çıkan H5N1 (Kuş Gribi) insandan insana geçmekte ve seyrekte olsa hala görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre grip virüsünün kuluçka süresi ortalama 7 gündür ve ölümler daha çok yaşlılar arasında yaygındır. Virüsün açık ortamda yaşaması ısı ve nem faktörlerine bağlı olmakla birlikte genel olarak gözenekli olmayan ortamlara 24-48 saat, elbise ve kağıtta 8-12 saat, 84 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması ellerde ise 5 dk.dır. Soğuk ve kuru hava koşullarında virüsün yaşam süresi artmaktadır. H1N1’in Krizi’nin Kamu Sağlığına Etkileri Gelişen ve ilerleyen teknoloji hayatımızı kolaylaştırırken, dünyayı da küçültmüş ve bütünleştirmiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan yeni veya değişip güçlenerek geri gelen eski bir bulaşıcı hastalık, artık dünyadaki çok uzak yerlere dahi kolay ve hızlı bir şekilde ulaşabilmekte ve dünya çapında salgınlara yol açabilmektedir. Bu nedenle bulaşıcı hastalıkları hassas bir şekilde ve yakından takip etmek gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından, kendini değiştirerek tamamen farklı bir virüs olarak yeniden ortaya çıkma yeteneği olan influenza etkeninin, yakın bir gelecekte dünya çapında bir influenza salgınına (pandemi) yol açabileceği uyarısı yapılmaktadır. Muhtemel bir influenza pandemisinin, geçmiş salgınlarla kıyaslandığında daha büyük bir paniğe yol açacağı ve ağır kayıplarla sonuçlanabileceği tahmin edilmektedir. Virüsün yaklaşık 20–30 sene gibi aralıklarla oluşturduğu ve normal seyrine göre yakın bir gelecekte ortaya çıkması beklenen bir influenza pandemisi çeşidi belki de tahminlerden çok daha hızlı gelişecektir. Hiç kimsenin bağışık olmadığı yeni bir influenza alt tipi ortaya çıktığında, influenza pandemisi görülür. Çünkü bu virüs artık tamamen yeni bir virüstür. Bu virüsün kişiler arasında bulaşma kapasitesi varsa, pandemi gelişebilir demektir (UK, 2005). Yeni bir influenza pandemisinin bir yıldan az bir sürede tüm dünyaya yayılması ve dünya nüfusunun yaklaşık %25’inin salgından etkilenmesi beklenmektedir. Muhtemel bir pandemi için iyimser senaryolara göre, dünya çapında 233 milyon poliklinik muayenesi, 5.2 milyon hasta yatışı ve 7.4 milyon ölüm tahmini yapılmaktadır. Genel olarak yetersiz sağlık ve beslenme şartlarından dolayı gelişmekte olan ülkelerde salgının etkisi muhtemelen çok daha büyük olacaktır. Yeni bir pandemiye yol açacak virüsün enfektivitesi, 85 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz farklı yaş gruplarındaki atak hızı ve hastalığın şiddetini önceden kestirmek zordur. Pandeminin bir toplumdaki etkilerini tahmin etmek için teorik matematiksel modeller ortaya konmuştur. Kontrol önlemleri (aşılama, ilaçlar) alınmadığı takdirde orta düzey bir pandemide ABD’de 89.000–207.000 bin ölüm, 314.000–734.000 hastaneye yatış, 18–42 milyon ayaktan muayene ve 20–47 milyon ek hastanın ortaya çıkacağı tahmin edilmektedir. Dünyanın her yerinin birbiriyle yakın temas ve iletişim içinde olması ve çeşitli alanlardaki bağımlılıklar sebebiyle insan kaybının yanı sıra, epidemilerde çok büyük olumsuz sosyal ve ekonomik sonuçlar beklenir. Örneğin 2003 yılında SARS, etkilenen ülkelerin dışında da hastalanan ve ölen hasta sayısı ile orantısız şekilde çok büyük ekonomik kayıplara ve sosyal sıkıntılara neden olmuştur. Bir influenza salgınının SARS’dan çok daha fazla olumsuz etkisinin olabileceği kabul edilmekle birlikte, bu örnekten yola çıkarak bir pandeminin sosyal ve ekonomik olarak ne kadar etkili olabileceğini tahmin etmek mümkündür (Cooper, 2004). Küresel Đnfluenza Sürveyansı ve H1N1 Krizi’nin Bugün Geldiği Boyutlar Đnfluenza kontrolünün etkili olmasında ana elemanlardan biri de sürveyanstır. Đnterpandemik dönemlerde hastalığın insidansını ve önemini gösteren sürveyans, salgınların erkenden anlaşılmasını sağlar. Pandemi dönemlerinde yeni virüs zincirlerinin ve kontrol önlemlerinin etkinliğinin gösterilmesinde ve kaynakların uygun kullanımının sağlanmasında sürveyans çok önemlidir (Salgado, 2002: 45-55). Günümüzde 85 ülkede bulunan 114 Ulusal Đnfluenza Merkezi, Dünya Sağlık Örgütü ile işbirliği yaparak, Global Đnfluenza Programını yürütmektedir. Bunlardan Atlanta-A.B.D., Londra-Đngiltere, Melbourne-Avustralya, ve Tokyo-Japonya’da bulunan 4 laboratuar, Đnfluenza Referans Laboratuarı olarak görev yapmaktadır. Bu laboratuarlar FLUNET isimli bir internet ağıyla birbirlerine bağlıdır. 86 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Tüm verilerin toplandığı DSÖ, yeni bir pandeminin fark edilmesinde ve uluslar arası kontrol çalışmalarının koordinasyonunda anahtar rol oynamaktadır. Global sürveyansın yanısıra, Avrupa Bölgesi için Avrupa Birliği kapsamında European Đnfluenza Surveillance Scheme (EISS) oluşturulmuştur. Bu çerçevede 23 ülkedeki 31 referans laboratuardan ve 12.000 seçilmiş hekimden toplam 453 milyon kişiyi temsilen veri akışı sağlanmaktadır. www.eiss.org sayfasında bu gruba ilişkin veriler ve bu verilere yönelik değerlendirme ve öneriler yer almaktadır. Ülkemizde Ulusal Đnfluenza Referans Laboratuarları, Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Viroloji Laboratuarı Bölümü ve Đstanbul Üniversitesi Đstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Viroloji Laboratuarı’dır. Bu laboratuarlar uluslararası bilgi ağlarına üyedir. Tablo 6: Dünya Sağlık Örgütü Bölge Ofislerine Bildirilen Pandemik (H1N1) Ölüm Sayısı, 20 Aralık 2009. Bölgeler WHO Afrika Bölge Ofisi (AFRO) WHO Amerika Bölge Ofisi (AMRO) WHO Doğu Akdeniz Bölge Ofisi (EMRO) WHO Avrupa Bölge Ofisi (EURO) WHO Güneydoğu Asya Bölge Ofisi (SEARO) WHO Batı Pasifik Bölge Ofisi (WPRO) GENEL TOPLAM Toplam Ölüm 109 En az 6670 663 En az 2045 990 1039 En az 11156 Kaynak: MedPedia Web Sitesi: 2009 Flu Influenza Pandemic, (09 Jan, 2010). http://www.flutrackers.com/forum/showthread.php?p=334221 Pandemik influenza H1N1 salgını 2009 yılı Nisan ayının sonlarında başladı ve 6 ay içinde 400 000’e yakın olgu ve 12.000’e yakın ölüm saptandı. Türkiye’de saptanan olgu sayısı 20 Ocak 2010 itibarı ile 627’dir (Tablo 6). Dünya Sağlık Örgütü, bu hızlı yayılma nedeniyle, pandemi düzeyini 6’çıkardı. Kuş gribi salgınında pandemi düzeyi 4’te kalmıştı. Pandeminin 6 olması, artık her ülkede salgının başlayabileceği anlamına gelmektedir. Olguların dışarıdan geleceğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Pandemik Đnfluenza H1N1 salgını son 50 yılın en önemli salgınıdır. Salgının yaygın olması, ölüm oranının yüksek olduğu anlamına gelmemektedir. Ölüm oranı % 87 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz 1.2 kadardır. Özellikle gebeler ve aşırı kilolu olanlarda ölüm oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Ölümler, kronik hastalığı olanlarda daha yüksektir (klimik.org). Pandemik Đnfluenza H1N1 salgını son 50 yılın en önemli salgınıdır ve grip pandemisi tüm dünyayı etkilemeye devam etmekte olmakla birlikte domuz gribi Aralık 2009 itibarı ile düşüşe geçmiştir. Aralık 2009 itibarı ile 100 milyon civarında aşı yapıldı. Halen, H1N1’in mutasyonları DSÖ laboratuarlarında izlenmekte ve korkulacak bir değişim görülmemektedir. H1N1 Bir Komplo mu? Dünya genelinde paniğe sebep olan domuz gribinden en belirgin faydayı ilaç şirketleri almaktadır. H1N1 çıkar çıkmaz, küresel sermayenin elinde olan ve dünyada birçok devletin bütçesinden daha fazla sermayeye sahip olan Đsviçreli ilaç firması Novartis, A tipi H1N1 virüsüne karşı kullanılacak aşının ilk üretiminin gerçekleştirildiğini bildirerek, harekete geçmekte gecikmedi. Aşının ilk serisinin ön klinik deneyler ve değerlendirmeler için kullanılacağını açıklayan şirket yetkilileri, aşı üretiminin Almanya'nın Marburg kentindeki tesislerinde üretmeye başladı. Diğer küresel ilaç şirketleri de pazara katılmakta gecikmediler. Sanofi Pasteur şirketi, grip aşısı üretimini Swiftwater, Pennsylvania ve Fransa Val de Reuil'daki tesislerinde gerçekleştirdiğini duyurdu. Dünyanın önde gelen en büyük ilaç üreticileri de sırayla -Glaxo Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç firmaları- domuz aşısını üretmeye başladıklarını açıkladı. Gelinen noktanın parasal ifadesi; 600 milyon doz aşı üreten dünya ilaç şirketlerinin domuz gribinden 48 milyar dolar kazanması beklenmektedir (euroactiv.com). Bu veriler ışığında bakıldığında; dünyada her yıl yeni bir virüsün ortaya çıkması ve ardından da aşılarının bulunması kafaları iyice karıştırmaktadır. Avrupa Konseyi Sağlık Birimi Başkanı Wolfgang Wodarg, domuz gribi salgınının dünya çapındaki panikten faydalanmak isteyen ilaç firmalarının 88 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması başlattığı “sahte bir salgın” olduğunu savundu. Đngiliz Daily Mail Gazetesi’nde yer alan haberde, domuz gribini “yüzyılın en büyük tıp skandallarından biri” olarak nitelendiren Wodarg, “Đlaç firmaları, domuz gribine karşı geliştirdikleri patentli ilaçlarını satmak için, bilim adamlarına ve halk sağlığından sorumlu resmi kurumlara telkinlerde bulunarak, dünya çapında hükümetlerin alarm durumuna geçmesini sağladılar” dedi. H1N1 virüsünün aslında abartıldığı kadar ölümcül, salgının da şiddetli olmadığı; grip konusunda dünyanın bir numaralı otoritesi olan bir profesör ile 3 arkadaşının, danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerine para kazandırmak için panik yarattığı iddia edildi. Rotterdam Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. Albert Osterhaus, dünyada grip konu olduğunda akla gelen tek isim. Hatta bu nedenle kendisine bilim dünyasında takılan ad: Doktor Grip’tir. SARS ve kuş gribi paniklerinde hep Dünya Sağlık Örgütü'nün krizi önlemek için başvurduğu ilk isim o olmuştur (odatv.com). Ama daha vahim olan ise Danimarka'nın "Information" ve Đsveç'in "SVG" gazetelerinde çıkan iddialardır. Bu da SAGE'deki 8 kişilik heyette yer alan Osterhaus ve 3 arkadaşının "danışmanlık yaptıkları ilaç şirketlerinin baskısıyla DSÖ'yü yönlendirerek aslında var olmayan bir paniği tüm dünyaya yutturduğu" iddiasıdır. Bu konudaki en önemli kanıtlardan biri "Der Spiegel" dergisine konuşan ve grip konusundaki araştırmaları değerlendiren Cochrane Teşkilatı'nın başkanı Epidemolog Tom Jefferson'un altını çizdiği gerçektir. Buna göre DSÖ, Nisan 2009'da yine bu bilim adamlarının tavsiyesiyle tüm dünyada hükümetlerin referans aldığı "pandemi"(salgın) tanımını değiştirdi. Eski tanımda WHO'nun bir hastalığı pandemi olarak ilan edebilmesi için yeni bir virüsün ortaya çıkması, hızla yayılması, insanların bu hastalığa bağışıklığının bulunmaması, yüksek ölüm oranına sahip olması ve bulaşma oranının yüksek olması gerekiyordu. Ancak Nisan ayında alınan kararla WHO, bu son iki şarttan vazgeçti ve ölüm oranı yüksek olmayan domuz gribi hastalığı bir anda pandemi tanımının içinde kendine yer bulmuş oldu. 89 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz Stern dergisinin verdiği bilgiye göre bu firmalar, milyarlarca Euro kazanacakları bu iş için büyük yatırımlarda bulundu. Oluşan korku dalgası öylesine etkili oldu ki ciddi bir durum karşısında hazırlıksız yakalanmamak için bütün hükümetler ilaç firmalarının öngördüğü bütün tıbbi önlemleri göz önünde bulundurarak kitlesel siparişe yöneldi. Grip maskeleri stoklandı, ilaçlar depolandı, aşılar ısmarlandı. Đki ayrı örnek aşı geliştiren ilaç devi GlaxoSmith-Kline'ninsiparişleri yetiştiremediği bildirildi. Sadece Alman hükümeti 50 milyon kutu "Pandemrix" ısmarladı. 50'den fazla ülkenin ısmarladığı miktar ise 291 milyon kutuyu buluyor. Dünyanın her yerinde kullanılacak standart bir ilacın kullanılması suretiyle ilaç firmalarının korkudan kâr etme faaliyetlerinin önüne geçilebileceğini söylüyor. Đlaç firmalarını oluşan korkuyu arkalarına alıp her yıl farklı ilacı piyasaya sürmesini haksız bulan Max Planck Enstitüsü uzmanları da standart aşı ile problemin çözülebileceğinin bilindiğini kaydediyor (dw-world.de). 4. TÜRKĐYE’DE PANDEMĐK ĐNFLUENZA ACĐL DURUM PLANLAMASI Ulusal Đnfluenza Sürveyans Đzleme Sistemi T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün (TSHGM) 24.02.04 tarih ve 1534 sayılı yönergesi ile ülkemizdeki bulaşıcı hastalıkların sürveyans sistemi yeniden düzenlenmiştir. Buna göre hastalıklar A, B, C ve D sınıflarına ayrılmıştır. Đnfluenza hastalığı C sınıfına alınmıştır (Sağlık Bakanlığı, 2006: 19). Ulusal Đnfluenza Sürveyans Đzleme Komitesi hem sürveyansı (veri akışını) hem de elde edilen verileri epidemiyolojik olarak düzenli aralıklarla (Đnfluenza sezonunda haftalık/iki haftalık periyotta, diğer dönemlerde aylık/üç aylık periyotta) değerlendirecektir. Đnfluenza bildirimi 14 ilden (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Đstanbul, Đzmir, Konya, Malatya, Samsun, Trabzon ve Van) yapılacaktır. 90 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Sürveyansın yürütüldüğü 14 ilde, aynı hafta içinde tüm okul nüfusunun %10’undan fazla öğrencinin influenza benzeri hastalık nedeniyle okula devamsız olduğu bildirilmişse, bu durum ‘salgın’ olarak ele alınacak ve olguların hepsinin bildirimi yapılacaktır. Bu olgulardan en az iki muhtemel vakadan virolojik inceleme yapılmak üzere klinik örnek alınacak ve uygun şartlarda ilgili laboratuara gönderilecektir. Diğer iller ise, aynı durumla karşılaştığında ‘salgın’ olarak değerlendirecek ve laboratuara en az iki muhtemel vakadan örnek yollayacak ve salgın raporu hazırlayacaktır. Diğer ülkelerde influenza pandemisi ortaya çıktığında verilmesi gerekli ilk cevap, pandemiye neden olan virüs subtipinin spesifik özellikleri dikkate alınarak, mevcut ulusal pandemi planının gözden geçirilmesi olacaktır. Daha sonra, ülkemizde muhtemel salgını en erken aşamada saptamak için, sürveyans aktiviteleri artırılacaktır. Tablo 7: Çeşitli Atak Hızlarına Göre Sağlık Kurumlarında Đnfluenza Nedeniyle Oluşabilecek Hastalık Yükü, Hastaneye Yatış Ve Ölümler3 Kümülatif Atak Hızı Đnfluenza Olan Kişi Sayısı Sağlık Kurumuna Başvuran (%50) Hastaneye Yatan Kişi Ölüm Vaka Sayısı 0,25 18.000.000 9.000.000 495.000 666.000 0.20 14.400.000 7.200.000 396.000 532.800 0,15 10.800.000 5.400.000 297.000 399.000 0,10 7.200.000 3.600.000 198.000 266.400 0,05 3.600.000 1.800.000 99.000 133.200 Kaynak: T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Pandemik Đnfluenza Ulusal Faaliyet Planı, Ankara, Nisan 2006, s.30. Pandemi durumunda vaka ve ölüm sayısının beklenenin çok üzerinde olacağı göz önünde bulundurularak, bütün sağlık hizmetlerinin kurumsal bir koordinasyon içinde verilmesi gerekmektedir. Bu koordinasyon “Ulusal Otorite” konumunda olan Sağlık Bakanlığının önderliğinde sağlanacaktır. Sağlık Bakanlığı, 3 kendine bağlı kurumlar, Türk Silahlı Kuvvetleri, Ülkemiz Nüfusu 72.000.000 Olarak Alınmıştır. 91 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz üniversiteler ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının sağlık hizmeti sunan birimlerinde verilecek hizmetlerin nitelikleri ve hizmet sistemini belirlemekle yükümlüdür. Genel hazırlık, merkez ve taşra düzeyinde olmak üzere iki aşamalı olarak gerçekleştirilecektir. Tablo 7’de çeşitli atak hızlarına göre oluşabilecek vakaların sonuçları ile ilgili bir çalışma görülmektedir. Türkiye’de Pandemi Đnfluenza Acil Durum Planlaması Ulusal Düzeyde acil durum yönetimi için ana sorumluluk Başbakanlık Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne aittir. Bu müdürlük kurumlar arası koordinasyonunun sağlanmasından sorumludur. Sağlık Bakanlığı; pandemi durumunda ülke çapında organizasyon ve koordinasyondan sorumlu temel kuruluştur. Pandemi, bir kriz olarak algılanarak ulusal kriz yönetim sistemi kapsamında; Başbakanlık Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü (TAY) başkanlığında Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi (BKYM) aracılığıyla gerekli koordinasyon sağlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün belirlediği alarmlar, küresel düzeyde belirlenmiştir. Alarm düzeyi Sağlık Bakanlığı tarafından Tarım ve Köy Đşleri Bakanlığı ile koordineli olarak belirlenmektedir. Alarm Düzeyi 2 A ve 2B (Enfekte bölgeyle olan ilişkiler ve turizm amaçlı olarak sağlık önlemlerinin alınması) durumunda Sağlık Bakanlığı; kurumların görev planlamasını yapmakta, sınır kapılarında gerekli sağlık önlemlerinin alınmakta, il düzeyindeki hazırlıkların yapılması ve Đl Hıfzıssıhha Kurulunun kararlarının uygulanması başlamaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2006: 15-16). Alarm düzeylerinin anlamı aşağıda özetlenmiştir; Alarm Düzeyi 1: Ülkemizde hayvan vakası yok ama yakın sosyal ve ticari ilişkide olduğumuz ülkelerde hayvan vakası var. Alarm Düzeyi 2: Ülkemizde hayvan vakası var. Alarm Düzeyi 3: Ülkemizde insan vakası var. 92 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Alarm Düzeyi 4: Ulusal düzeyde sürveyans programı ve koruyucu önlemlerin yaşama geçirilmesi. Alarm Düzeyi 5: Vakalar birden fazla coğrafik bölgede görülmesi, salgın yayılma önlemlerinin yaşama geçirilmesi Alarm Düzeyi 6: Pandemik bulaşma artmış ve toplumda süreklilik göstermektedir. Alarm Seviyesi 3 (Seçilmiş gruplarda sürveyans programının uygulamaya girmesi) halinde; Sağlık Bakanlığı ve Taşra Teşkilatı tarafından hastane hazırlıkları TSHGM ile işbirliği içinde tamamlanmaktadır. Alarm Düzeyi 5’de Sağlık Bakanlığı bir operasyon merkezi hazırlamakta, operasyonel iletişim bu merkezden yürütülmektedir. Pandemi Đzleme Kurulu mesleki bilgilendirme ve danışmanlık konusunda destek sağlamaktadır. Pandemi influenza vakaları ile ilgili olarak Tarım ve Köy işleri Bakanlığı ile ortak hareket edilmektedir. Ulusal kriz yönetim sisteminin bir parçası olarak ‘Valilik Kriz Merkezleri’ devreye girmiştir. Hasta nakli, koordinasyon ve ulaştırma, çağrı sistemi ve ambulans sistemi için Sağlık Bakanlığı’na bağlı ‘112 ambulans sistemi’ öncelikle kullanılmaktadır. Đl Pandemi Planlama Komitesi, influenza pandemi hazırlık planını çerçevesinde sorumlu kişim veya kuruluşları organize eder. Pandemi öncesi dönemde hasta nakli için kullanılacak medikal ve paramedikal personelin sayısı ve ilaç-aşı gereksinimi Đl Sağlık Müdürlükleri tarafından belirlenmektedir. Đl Sağlık Müdürlükleri tarafından belirlenen referans hastanelere hasta akımı sağlanmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2006: 38). 5. H1N1 KRĐZĐ VE TÜRKĐYE’DE ACĐL DURUM UYGULAMASI H1N1’in Türkiye’de Gelişimi, Tanı ve Test Faaliyetleri Nisan ayında Meksika’da ortaya çıkan H1N1 ile ilgili ülkemizde ilk vaka 15 Mayıs 2009’da ABD’den gelen bir kişide havaalanında termal kamerayla tespit edilmiştir. Ülkemiz coğrafi uzaklık nedeniyle aşı ile korunma dönemi 93 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz başlayıncaya kadar hazırlık için zaman kazanmış, bu krizde sosyal hayatımız mümkün olduğunca az etkilenmiştir. Ülkemiz halen hastalıktan az etkilenen ülkeler kategorisindedir. Coğrafi olarak Kuzey Yarımkürede bulunan TürkiyeĐstanbul’da sonbahar mevsiminin başlaması nedeniyle 2009 Eylül ayı başlangıcından itibaren sporadik olarak A H1N1 salgını beklenmeye başladı. Şekil 3: Türkiye’de Pandemik Gribe Bağlı Ölümlerin Đllere Göre Dağılımı (Milyonda), 19 Ekim - 7 Aralık 2009 (haberdata.com) Dünya Sağlık Örgütü, 74 ülkeye yayılan domuz gribi için alarm seviyesini altıya çıkardı. Tüm uluslararası havaalanları yolcu giriş koridorlarında termal kamera ile ateşli yolcu tespiti ve takibi yapmak ve tespit edilen kişileri gözlem ve tedavi altına alarak yayılımı engellemek için önlemler alınmıştır. Kurban Bayramı'yla birlikte salgın riskinin artacağı uyarıları, Sağlık Bakanlığı'nın yurt çapında aldığı önlemleri artırırken firmaları da kırmızı alarma geçirdi. Başta bankalar ve okullar olmak üzere pek çok kurum, olası bir grip salgını için domuz gribini tespit eden termal kamera almaya başladı. Buna şehirlerarası otobüs firmaları, özel hastaneler hatta eğlence mekânları eklendi (Öztürk, 2009). Pandemik gribe bağlı ölümlerin illere göre dağılımı Şekil 3’de görülmektedir. 94 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Bu dönemde; domuz gribine karşı devletin yetki verdiği 3 hastane bulunmakta idi. Ancak, test yapma ve aşı gibi hizmetler için bazı kamu hastaneleri özel hastanelerden daha iyi donanıma sahip olmasına rağmen halkın genellikle daha dostça ve kişisel ilgisinden dolayı özel hastaneleri tercih ettiği görüldü (Alvares, 2010). A gribi salgınının ardından pek çok kişi tedavi gördüğü özel hastanelerde test yaptırdı. Ancak A gribi olup olmadığının belirlenmesi için yapılan bu testleri özel sağlık sigortaları karşılamamaktadır. Hastanelerde farklı fiyata yapılan testlerin sonucunda hastalara "negatif" ya da "pozitif" yani "virüsü taşıyorsunuz" şeklinde sonuçlar verilmektedir. Sağlık Bakanlığı bu konuda yasaklama kararı alırken, uzmanlar da "o testler doğru sonuç vermiyor" yorumunu yaptı. Sağlık Bakanlığı Aşı Danışma Komitesi üyelerinden, Prof. Dr. Mehmet Ceyhan özel hastanedeki testlerle ilgili şu açıklamayı yaptı (nethaber): “Hiç bilmiyoruz ve önermiyoruz. Đstanbul Üniversitesi ve Hıfzıssıhha merkezlerinde yapılan testler standardize edilmiştir ve gerekli görüldüğü zaman ücretsiz yapılır. Özel hastanelerde ciddi paralar alınıyor. Metotları belli değil. Gereksiz vakalara yapılıyor. Sağlık Bakanlığı uyarı yazısını yaptı, 'yapılmamalı' dedi ama kontrol edemiyoruz. Gideri 40-50 lira olan testleri 580 liraya yapıyorlar.” Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seracettin Çom, Türkiye'de sadece Ankara ve Đstanbul'daki iki merkezde A/H1N1 tanısı konulabildiğini vurguladı (Zaman, 2009). Özel sağlık kuruluşları ya da laboratuarlarda yapılan testlerle domuz gribinin tespit edilemeyeceğini belirten Çom; "Bu testlerle ancak bir grip virüsü olup olmadığı belirlenebilir. Mevsimsel grip virüsü müdür, yoksa pandemik influenza mıdır bilinemez. Bunun doğruluk oranı da yüzde 30'dur. Vatandaşlar paralarını boşa harcamasın." uyarısında bulundu. Bu arada Sağlık Bakanlığı, domuz gribi salgını hızla yayıldığı için virüs doğrulama testlerini sınırlandırdı. Hastalardan durumu kötü olmadığı sürece örnek alınıp, referans laboratuarlara gönderilmedi. Kısaca; Sağlık Bakanlığı geç de olsa devreye girdi ve özel 95 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz hastanelerde uygulanan hızlı A gribi testini yasakladı. Kararın sebebi özel hastanelerde yapılan hızlı A gribi (domuz gribi) testlerinin 'pahalı ve hata payı yüksek' olması olarak açıklandı. Bu testlerden alınacak sonuçların ne teşhisi ne de tedaviyi değiştirmesi söz konusu değildi (Küçükusta, 2009). Aşı ve Đlaç Fiyaskosu Aşı konusu Türkiye’de gündeminde uzun süre bir iç siyasi polemik meselesi haline geldi. Yurt dışından ithal edilen ve H1N1’e karşı yeni geliştirilen aşı; Sağlık Bakanlığı’nca belirli bir sıra dâhilinde uygulamaya konulurken, yetkili konumdaki bazı siyasilerin “-Ben aşı olmayacağım” şeklindeki açıklamaları medyada geniş yankı yaptı. Bu durum gribe karşı önlem almak isteyen vatandaşların aşı olmak konusunda endişeye sevk ederken, söz konusu aşı ile ilgili pek çok spekülasyonun ortaya çıkmasına neden oldu. Yüz milyonlarca insana H1N1 (Domuz Gribi) aşısı olmasını öneren Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan de, Cenevre’de kendisine aşı olup olmadığını soran Đsviçreli gazetecilere “Hayır henüz olmadım” açıklaması (h1n1.gen.tr) ile spekülasyonlara katkı sağladı. Bu spekülasyonlar ithal edilerek pek çok masraf yapılan söz konusu aşının pek çok durumda kullanımını engelledi. Ayrıca, öngörülen şiddette bir salgın yaşanmaması, vatandaşların domuz gribi aşısına fazla ilgi göstermemelerinde önemli bir rol oynadı. “Tıp ahlaktan soyulduğunda, yeryüzünün en soysuz ticari vasıtalarından biri olmaya adaydır” diyen Prof. Dr. Kemal Sayar’a göre; domuz gribi salgını da aklını kullananlar için bulunmaz bir fırsat oldu. Nitekim H1N1 virüsünün biyolojik bir silah olup olmadığını bilinmemekle birlikte 'etki gücü çok yüksek ekonomik bir silah' olarak kullanıldığına ilişkin kuvvetli şüpheler var. Bu işten en karlı çıkanların başında aşı üreten firmalar geliyor. Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre 43 milyon doz ısmarladığımız domuz gribi aşısının tek dozunun fiyatı 5.2 Euro. Türkiye önce Glaxo Smith Kline'dan 25 milyon doz, Novartis'ten 15 milyon doz, Sanofi Pasteur'den 3 milyon doz aşı siparişi verdi. 96 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması Sipariş edilen aşıları Glaxo Smith Kline, Novartis ve Sanofi Pasteur isimli ilaç firmaları üretiyor. Bu durumda sadece Türkiye için salgının toplam maliyetinin 640 milyon TL.dır. Bu miktar herhangi bir aracı olmadan doğrudan üreticiye ödenecek olan paradır (Küçükusta, 2009). Aşının fiyatının en fazla 1 veya 0.5 Euro olması lazım gerekirken aradaki fark en az 4 Euro'dur. Yani aşı üreticileri aşı başına ekstradan 4 Euro kar etmişlerdir. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ise, ''Đlerleyen yıllarda mevsimsel grip aşılarının içeriğinde H1N1 de olacak'' dedi. Mustafa Kemal Atatürk'ün de Đspanyol gribine yakalandığını ifade eden Mehmet Ceyhan, salgının Mart ayındaki ilk dalgasında küçük çocuklar ile yaşlıların etkilendiğini ve ölüm oranının yüksek olmadığını, ancak Eylül’deki ikinci dalgayla birlikte ölüm oranlarının arttığını bildirdi. Ceyhan, adjuvansız aşılarda antijen oranının daha fazla olduğunu, adjuvanlı aşılarda ise bu oran az olduğu için aşının etkinliğini artırmak için katkı maddelerinin konulduğunu anlatarak, tartışmalara yol açan katkı maddeleri ''adjuvan'', ''skuaren'' ve ''civa''nın aşılarda bulunmasına bağlı ciddi bir yan etki kaydedilmediğini bildirdi. Aşılarda asıl yan etkiyi antijenin oluşturduğunu ifade eden Ceyhan, ''H1N1'e bağlı ölüm riski şu an için binde 1'dir. Tartışılan skuarene bağlı yan etki olasılığı ise yüz binde 0,3'tür'' diye konuştu. Aşı üreticilerinden sonra sırayı ilaç endüstrisi alıyor; başta antiviral ilaçlar (Tamiflu ve Relenza) olmak üzere her türlü antibiyotik, öksürük-grip ilaçları, vitaminler, bağışıklığı kuvvetlendirici ilaçlar yok sattı. Bu 'bağışıklığı kuvvetlendirdiği iddia edilen ilaçların' etkinliğini gösteren kesin bir kanıt da yoktur. Hatta bunlara verilen parayı tabii yiyecek ve içeceklere ayırmak çok daha doğrudur. Tıbbi maske ve özellikle de dezenfektan ve el temizlik ürünleri üreten firmalar da H1N1 virüsü sayesinde hayal bile edemeyecekleri satış rakamlarına ulaştılar. 97 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz Tedavi Hizmetleri Türkiye'de her geçen gün yaygınlaşan domuz gribi nedeni ile okulların çoğunda ciddi devamsızlıklar oldu (Siirt Güney, 2009). Gribin faturası sosyal güvencesi olmayan bazı vatandaşları zor durumda bıraktı. Örneğin, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde domuz gribi tedavisi gören ve 6 gün hastanede kalan Nuriye Sarı hastalığı yendi. Ancak işsiz ve sigortasız kocası hastaneye, 572 TL.lik faturaya karşılık senet verdi (Takvim, 2009). Sağlık-Sen yetkilileri domuz gribinin salgın olduğunu belirterek fatura kesilmemesi gerektiğini söyledi. Tedavilerin ücretsiz olmasını öneren yetkililer ise, "Bakanlık bu konuda bir çalışma yapmalı" dedi. Türkiye'de H1N1 virüsü (domuz gribi) vakalarının artmasına paralel olarak hastanelere başvuran insan sayısında da artış yaşandı. Grip salgını nedeniyle Siirt’teki tüm hastaneler dolup taştı. Devlet ve özel hastanelerin acil poliklinik servisleri hasta yoğunluğuyla karşılaştı. Bu durum devlet hastanesinde Acil Grip Polikliniği açılması ihtiyacını ortaya çıkardı. Bu anlamda grip sebebiyle acile başvuran hastaların uzman bir hekim tarafından muayene edilmeleri ve diğer hastaların risk altında kalmaması amacıyla yeni bir uygulama başlatılması ihtiyacı olduğu değerlendirilmektedir. Acil servis yakınlarında kurulması önerilen acil grip polikliniğine grip sebebiyle başvuranlar, burada yapılan muayenenin ardından gerekli bölümlere sevk edilmesi istenmektedir. H1N1’in Ekonomi Ve Piyasaya Etkileri Ülkemizde domuz gribine yönelik tedbirler seferberlik halinde devam ederken, hastalıkla mücadele çabası adeta ‘dev bir ekonomi’ yarattı. Alınan bireysel önlemlerin yanı sıra kurumlar da ciddi kaygıya yol açan domuz gribi salgınına karşı önlemlerini hızlandırdı. O dönemde yayınlanan haberlerle alakalı bir çalışma yapıldığında hangi sektörlerde ne gibi bir değişiklik ve hareketlilik olduğu gözlemlenmektedir. Bu değişiklikler aşağıdaki şekilde özetlenebilir; 98 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması - Piyasada ambalaj ve alkol bazlı dezenfektanların satışı arttı; özellikle jel formundaki alkol bazlı el dezenfektanı satışının yoğun oldu, domuz gribi nedeniyle bireysel kullanıcılarda da artış gözlendi, kapasite doldu, alkol kalmadı, fiyatların arttı, farklı alkoller kullanılmaya başlandı. - Maske talebi arttı; domuz gribi dolayısıyla maske satışlarında yüzde 200-300 artış yaşandı, maske talebi karşılanamadı. - Asansör kapasitesi azaltıldı; bazı kuruluşlar öpüşme-el sıkma gibi fiziksel temasların engellenmesi için binalarda çeşitli noktalara dezenfektan spreyler yerleştirdi. Hastalığa özel ek tedbir olarak, solunumla yayılıma karşı asansörlerin kapasitesi azaltıldı. Binalara taze hava üfleyen mekanik sistemler yeniden ayarlanarak, taze hava miktarı artırılıp, bina içi havanın daha sık dolaşımı sağlandı. - AVM’ler temizliği artırdı; çok sayıda insanın ziyaret ettiği alışveriş merkezleri de domuz gribine karşı önlemlerini artırdı. Gribin bulaşma riskini azaltmak için sensörlü kağıt havlu, sensörlü musluk, sensörlü sifon kullanıldı. - Đlaç borsasına etkileri; borsalar domuz gribi endişeleri ile sarsılırken, kazanan ilaç şirketleri oldu. Turizm, ulaştırma, hammadde hisselerinde salgın endişesi ile sert satışlar yaşanırken sağlık sektörü hisseleri kazandırdı. - Islak mendil satışı arttı; suya ve sabuna kolay ulaşma imkanı olmayan durumlarda kullanılan antibakteriyel jellerin satışlarında, H1N1 riski yüzünden ciddi oranda artış oldu. El yıkama jelleri ve ıslak mendillerin satışları neredeyse üç katına çıkarken sabuna olan talep yüzde 20, gripten korunmaya yönelik vitaminlere olan talep ise yüzde 50 arttı. - Vitamin satışları da arttı; H1N1’den sonra vitamin satışlarında yüzde 50 civarında artış yaşandı. Özellikle C vitaminleri, ekinezya ve doğum yapmış ineğin ilk sütü olarak bilinen colostrum’un en çok satılan ürünler oldu. 99 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz 6. H1N1 ÖRNEĞĐNE GÖRE TÜRKĐYE’DE ACĐL DURUM PLANLAMASINDA ALINMASI GEREKEN TEDBĐRLER Planlama ve Yasal Alanda Alınabilecek Tedbirler ABD’de 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası kurulan Anavatan Güvenliği Başkanlığı’nda anavatan güvenliği ile ilgili dört halka halinde bir sistem öngörüldüğü halde Türkiye’de ulusal düzeyde böyle bir sistemin varlığından söz etmek mümkün değildir. Her ne kadar ülke düzeyinde sorumluluklar belirlenmiş ve kuruluşlar arasında bir organizasyona gidilmiş olmakla beraber, ülke güvenliği ile ilgili öngörülmüş bir çerçeve güvenlik sistemi söz konusu değildir. Türk ulusal sistemi durumdan duruma kısa dönemli ilave tedbirlerle değişen, sistemsiz ve kopuk bir acil durum yönetimine sahiptir. Örneğin ülke güvenliği ile sistemin çatı kurumu Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği olması gerekirken, Pandemik Đnfluenza ile ilgili acil durum yönetimi pratik bir çözüm ile tamamen Sağlık Bakanlığı içinde bir kurumun (Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü) sorumluluğuna verilmiştir. Böylece icracı kurumlar arası bir kolaylık sağlanmaya çalışılırken ülke güvenliği ile ilgili asıl kurumlar sistem dışına itilmiştir. Nitekim bu durum planlama çalışmaları yanında kapsamlı bir güvenlik anlayışının geliştirilmemesine neden olmuş, günlük ve palyatif tedbirlerle influenza krizine yaklaşılmıştır. Türk ulusal güvenlik sistemi içerisinde tehditler ortaya çıkmadan (kriz öncesi), kriz esnası ve sonrasında tüm kuruluş ve kurulumları kategorik olarak sistemin içine koyacak, anlaşılır bir güvenlik konsepti çerçevesinde sınırların ötesinden tüm Türkiye’yi kapsayacak bir güvenlik yapılanmasının gerçekleştirilmesi (sadece pandemi sorunu ile sınırlı olmayan) ülkemizin devam eden en önemli sorunlarından biridir. Oluşturulacak sistem dâhilinde acil durum yönetimi en dıştan içe halkalar halinde gerekli ve koordine edilmiş acil durum hazırlığı ve müdahale sistemini öngörülmelidir. Söz konusu sistem içinde merkezi 100 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması planlama yanında adem-i merkezi uygulama esas olmalı; iller, yerel yönetimler ve yerel diğer kuruluşlar mümkün olduğu kadar çok rol almalıdır. Alınması gereken diğer bir tedbir ise ABD’de örneği görüldüğü gibi bir Ulusal Müdahale Planı çerçevesinde bölge halkının da acil durum planlaması içine sokulmasıdır. Bu kapsamda vatandaşlardan (ABD’deki Vatandaş Kolordusu gibi) teşkil edilecek birliklerin Savunma Müdürlükleri ya da belirlenecek diğer bir yerel sistem içerisinde kullanılması düşünülmelidir. Ulusal bir sistem dâhilinde koordine edilecek ve gönüllü hizmet programı teşkilatı haline getirilecek böyle bir kuruluşta yer almak, tüm yayın organlarınca teşvik edilmeli, ünlü kişilerin de katılımı sağlanarak eğitim kurumlarına (üniversite gençliği) kadar yayılmalıdır. Keza, afet iyileştirme ve acil müdahale konularında halkın eğitimine gayret edilmelidir. Oluşturulacak sistem dâhilinde yerel müdahale yetenekleri ile ilgili hazırlıklar tatbikatlar ile pekiştirilmelidir. Bu alanda sivil toplum örgütü yapılanmaları ve projeleri teşvik edilmelidir. Đnfluenza ile ilgili gerektiği takdirde başvurulacak kamu mevzuatının en yenisi 1987 tarihli Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu olup, konunun yeni bir sağlık politikası çerçevesi içerisinde yasal olarak ele alınma ihtiyacı ortadadır. Pandemi ve benzeri krizlerin ortaya çıkması halinde yapılacak yasal düzenlemeler ile krize getirilecek tedbirler ile ilgili bütçeden kaynak tahsisi yanında, yeni duruma uygun bir “Hazırlık ve Reaksiyon Ulusal Çerçevesi” dokümanı ortaya konmalı, bu doküman acil durum çerçeve dokümanında yer alan kamu, özel ve yerel tüm birimlere rehber teşkil etmelidir. Bu kapsamda; “Pandemi Görev Kuvveti”, mobil sağlık timleri, acil müdahale timleri oluşturularak; ilk anda müdahale edecek unsurlar yanında, (tehdidin henüz yayılmadığı safhada) gerekli ön bilgi birikimi merkezden kontrol edilebilmelidir. Nitekim söz konusu görev kuvveti ABD’de H1N1 stratejik program faaliyetlerini koordine etmiş ve uygun politikaların geliştirilmesine 101 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz odak teşkil etmiştir. Kriz için ayrılacak bütçede yerel yönetimler, hastaneler ve diğer sağlık birimleri için uygun ve yeterli bir tahsis sağlanmalıdır. Uluslararası Đşbirliği ve Sürveyans H1N1 virüsü ile ilgili olarak DSÖ Genel Direktörü Dr. Margaret Chan Haziran ayında “Virüsün artık durdurulmadığını” açıklamıştı. ABD, hemen domuz gribi virüsünün daha çabuk belirlenebilmesi ve hastalığın daha iyi incelenmesi amacıyla Meksika'da bir laboratuar kurdu. Türkiye’de de hastalığın takibi ile ilgili tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda ulusal bir kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri geçemedi. Kısaca, hastalığın özellikleri ve alınacak tedbirler konusunda başından beri dış haberlere bağımlı ve sınırlı bir araştırma kabiliyetinin ötesine geçilemedi. Bu kapsamda uluslararası ve (Avrupa, Orta Doğu vb.) bölgesel düzeyde işbirliği yapılacak örgütlenmelere ve bir network’e ihtiyaç olduğu da açıktır. Bu örgütlenmeler sadece hastalığın takibi için değil, alınacak tedbirler, aşı ve tedavi usulleri hakkında araştırma ve geliştirme yapacak kurumsal işbirliğini de sağlamalıdır. Bu kapsamda ülkemizde de “Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi” oluşturularak potansiyel vakaları gerçekten teyit edebilecek, bu vakalardan hareketle risk faktörünü değerlendirip, tedaviye geçebilecek kabiliyetleri geliştirilmelidir. H1N1 krizi esnasında pek çok ülke belirsizlikler nedeni ile sağlıklı politikalar geliştiremedi ve bu durum tehdidin gereğinden fazla abartılarak iş gücü israfı yanında özellikle ithal edilen aşı konusunda sonradan ihtiyaç fazlası olduğu anlaşılan masraflara yol açtı. Bu krizin Türkiye’den çok uzakta başlamış olması ülkemize daha ihtiyatlı olma fırsatı vermiş olmakla birlikte, ülkemizin bu alanda kurumsal ve teknolojik eksikleri göz önüne alınarak daha geniş ve bulaşıcı bir hastalığa karşı hazırlıklı olmak için uluslararası işbirliğine olan ihtiyaç ortadadır. Bu kapsamda özellikle BM, DSÖ ve AB içinde yapılacak işbirliği çalışmaları önem kazanmaktadır. Muhtemel hastalıklara karşı etkin bir 102 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması aşı ve tedavi hizmeti geliştirecek nitelikte araştırma merkezlerimiz bulunmamaktadır. Türkiye’deki hekimlerin de ABD, Rus veya Đtalya’daki meslektaşları gibi yeni aşı ve tedavi yöntemleri ile ortaya çıkacağı bir bilimsel alt yapı hazırlanmalıdır. Bu kamu güvenliği bakımından dışarıya bağımlılığın önüne geçilmesi ve finansal kolaylıklar yanında ülke prestiji açısından da önemli bir konudur. SONUÇ Ülkeler, pandemi influenza gibi salgın hastalıklar da dâhil devam eden ve muhtemel krizleri ve yeni oluşumları yakından takip ederek, her seviyede güvenliğe gelecek tehdit ve riskleri önceden değerlendirmek, gerekli önlemleri önceden almak ve mevcut imkânları dâhilinde krizden en az zarar ile çıkacak politikaları izlemek zorundadır. Türkiye’de her ne kadar ülke düzeyinde sorumluluklar belirlenmiş ve kuruluşlar arasında bir organizasyona gidilmiş olmakla beraber, ülke güvenliği ile ilgili öngörülmüş bir çerçeve güvenlik sisteminden söz etmek mümkün değildir. Türk ulusal güvenlik sistemi; durumdan duruma kısa dönemli ilave tedbirlerle değişen, sistemsiz ve kopuk bir acil durum yönetimine sahiptir. Türkiye’de H1N1 virüsünün takibi ile ilgili tedbirler alınmış olmasına rağmen bu tedbirler pandemi konusunda ulusal bir kamu sağlığı güvenlik politikası olmadığı için polisiye tedbirleri geçemedi. Gelecekte çok önemli ölüm miktarlarına yol açabilecek bu tür tehditlere karşı dışa oldukça bağımlı ve sınırlı bir araştırma kabiliyetimiz bulunmaktadır. Đnfluenza ile ilgili gerektiği takdirde başvurulacak kamu mevzuatının en yenisi 1987 tarihli Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu olup, konunun yeni bir sağlık politikası çerçevesi içerisinde yasal olarak ele alınma ihtiyacı ortadadır. Ülkemizde de “Hastalık Kontrolü ve Önleme Merkezi” oluşturularak potansiyel vakaları gerçekten teyit edebilecek, bu vakalardan hareketle risk faktörünü değerlendirip, tedaviye geçebilecek kabiliyetleri geliştirilmelidir. Acil durum hasta takibi için sağlık altyapısı yeni teknolojiler ile modernize 103 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz edilmelidir. Öte yandan Türkiye’de sağlık sektörünün ilgili bütün kesimlerin memnuniyetsizliğine neden olan kronik bir problemin içinde olması, özellikle ücret politikaları nedeni ile etkin bir acil durum yönetimini olumsuz etkileyebilir. Nitekim Türkiye'de her geçen gün yaygınlaşan domuz gribinin faturası sosyal güvencesi olmayan bazı vatandaşları zor durumda bırakmıştır. KAYNAKÇA AKDUR R.: Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi, Sağlık Bakanlığı Sağlık Projesi Genel Müdürlüğü, Takav Matbaacılık, Ankara, 2001. ALAN, Servet: Grip ve H1N1 Gribi Brifingi, Memorial Hastanesi, (12 Mayıs 2009). BOOTH, Ken: Güvenlik ve Özgürleş(tir)me, Avrasya Dosyası, Güvenlik Bilimleri Özel, Cilt: 9, Sayı: 2, Ankara, Yaz 2003. BUCHANAN, Sally: Emergency Preparedness, Preservation Issues and Planning, American Library Association, Chicago, 2000. COOPER B.S., TROTTER C.L., PITMAN R.J.: Modelling The Đnternational Spread Of Pandemic Influenza: How Much Time Can Interventions Buy? Influenza Vaccines for the World, 24 th -26 th May 2004, Lisbon. DEDEOĞLU, Beril: Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları, Đstanbul, 2003. DEMĐRHAN N.: Türkiye’de 112 Đlk ve Acil Yardım Hizmetleri ve Afetlerdeki Rolü, Đstanbul, 2003. ERGÜNAY, Oktay: Afete Hazırlık ve Afet Yönetimi, Türkiye Kızılay Genel Müdürlüğü Afet Operasyon Merkezi (AFOM), Ankara, 2002. HADDOW George D.: Butterworth-Heinemann: Introduction to Emergency Management, Amsterdam, 2004. KÜÇÜKUSTA, Ahmet Rasim: H1N1 Virüsünden Allah Razı Olsun, Güneş, (22 Aralık 200). ÖZTÜRK, Özgül: Domuz Gribi Şirketleri Alarma Geçirdi, Referans Gazetesi, (26 Kasım 2009). 104 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Kamu Güvenliği ve Acil Durum Planlaması PFALLZGRAFF, Robert L.: Future Use of Military Power, Security Studies for t he 21 st Century, (Ed. Richard H. Shultz, Roy Godson, Geırge H. Quester), Brasney’s Inc., Virginia, 1997. SALGADO C.D., FARR B.M., HALL K.K., HAYDEN F.G.: Influenza in the Acute Hospital Setting. Lancet Infect Dis, 2002. SEBER, Alois J.: Emerging Technologies in the Context of “Security, Institute for the Protection and Security of the Citizen, Quarterly Journal. (Fall 2006). Siirt Güney Gazetesi: Hastaneler Dolup Taştı Acil Grip Polikliniği Kurulmalıdır, (17 Kasım, 2009). T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Pandemik Đnfluenza Ulusal Faaliyet Planı, Ankara, Nisan 2006. Takvim: H1N1'i Atlattı Ama Faturaya Takıldı, (02 Aralık 2009). Türk Dil Kurumu: Türk Dil Kurumu Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara, 1965. UK Cabinet Office: Capaility Review of the Foreign and Commonwealth Office, London, March 2007. Vatan Gazetesi: Aşıda Şok, (05 Aralık 2010). YILMAZ, Sait: Kriz Yönetimi ve Đstihbarat, Bahçeşehir Üniversitesi Kriz Yönetimi ve Psikopolitik Sertifika Programı Konferans Notları, 02 Şubat 2008, Đstanbul. YILMAZ, Sait: Crisis Management in NATO, NATO School CM Course Lecture, Oberammergau-Germany, 2001. WISNER, Ben; P. Blaikie, T. Cannon, and I. Davis: At Risk - Natural Hazards, People's Vulnerability And Disasters, Routledge, Wiltshire, 2004. Zaman Gazetesi: Özel Hastaneler Test Yapamaz, Paranızı Boşa Harcamayın, (06 Kasım 2009). ĐNTERNET KAYNAKLARI ALVAREZ, Gloria: H1N1 Puts Hospitals on Defense, egpnews.com, (02 Jan 2010). FEMA Web Sitesi, www.fema.gov Federal Emergency Management Agency Website (Access: Jan 05, 2010). Haber Data, Pandemi Son Gelişmeler, (Giriş: 19 Ocak 2010). http://www.haberdata.com/haber/10002/pandemi-son-gelismeler-haberi.html JAFFIN, Bob: Emergency Management Training: How to Find the Right Program, Emergency Management Magazine, (September 17, 2008). http://www.govtech.com/em/articles/400741 . (Access: 25 Dec, 2009). 105 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009, 69-106 Sait Yılmaz LINDELL, M.; Prater, C.; Perry, R: Fundamentals of Emergency Management, 2006. (Retrieved January 9, 2009) at: http://training.fema.gov/EMIWeb/edu/fem.asp . MedPedia Web Sitesi: 2009 Flu Influenza Pandemic, (09 Jan, 2010). http://www.flutrackers.com/forum/showthread.php?p=334221 Net Haber, Özel Hastaneler Domuz Gribi Testleri Yapmaya Başladı, 26 Kasım 2009. (Giriş: 10 Ocak 2010). PRATT, R.J., PELLOWE, C., LOVEDAY, H: The Epic project. Developing National Evidence-Based Guidelines For Preventing Healthcare-Associated Đnfections. Journal of Hospital Infection, (Supplement), 2001, p.39-46. www.dh.gov.uk/PublicationsAndStatistics/ . (Giriş Tarihi: 12 Ocak 2010). Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Đnfeksiyon Hastalıkları Derneği: Pandemik H1N1 Gribi Toplantılarından Çıkan Sonuçlar, 21 Ekim 2009, http://www.klimik.org.tr/News.aspx?newsId=254 (Giriş: 14 Ocak 2010). UK, Department Of Health: Influenza Pandemic Contingency Planning. Operational Guidance For Health Service Planners in England. London, 2005. http://www.dh.gov.uk/assetRoot/04/11/10/82/04111082.pdf (Giriş: 13 Ocak 2010). www.h1n1.gen.tr/portal/genel-haberler/dso-baskani-margaret-chan-asiolmadigini-soyledi (Giriş: 04 Ocak 2010). http://www.turkcebilgi.com/kamu_sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1/s ozluk (Giriş: 01 Şubat 2010). http://www.euractiv.com.tr, (Giriş: 21 Şubat 2010). http://www.odatv.com, (Giriş: 25 Şubat 2010). http://www.dw-world.de, (Giriş: 22 Şubat 2010). 106 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009, 69-106 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,107-137 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY AĞ TABANLI TERÖRİST ORGANİZASYONLAR EL KAİDE TERÖRİST ÖRGÜTÜ İnci Sökmen∗ ÖZET Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde, ABD deki 11 Eylül 2001 saldırısı, Soğuk Savaş Sonrası ABD hâkimiyetine dayalı tek kutuplu sistemde, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Saldırı ile ortaya çıkan küreselleşme karşıtı küresel terörizmin simgesi, İslam dinini referans alan Sünni El Kaide terörist örgütü bir devlet-altı aktör olarak önem kazandı. Dünya çapında bir ağ şeklinde örgütlenerek, “Küreselleşen Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılmış dönemi “Düzensizlik ve Kaos” olarak dönüştürdü. Yeni dönemde uluslar arası aktörler olarak terörist gruplar ve organize suç örgütleri güvenlik unsurunu tehdit eden aktörler olarak önem kazandılar. Örgüt yapıları da; küreselleşmeye paralel ağ tabanlı bir network üzerinden hem eylemlerin hem de tüm operasyon için gerekli finansal alt yapılar üzerinden herhangi bir yerde ve zamanda gerçekleştirildiği, emir komuta zincirinin merkeziyetçi bir yapı olmayan biçimde değişime uğradı. Tüm şebeke yapılar, bilgi çağının getirmiş olduğu organizasyon, doktrin, strateji ve teknolojiyi benimseyerek ortaya çıktılar. Bu çalışmada küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin özelliklerini incelemek ve farklı organizasyon yapısı ve yeni teknikleri kullanmasıyla gerek terörizm literatüründe gerekse uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlamasına neden olan, küresel terörist organizasyon El Kaide’yi bir devlet-altı aktör olarak örneklemektir. Bu ağ tabanlı organizasyonların ortaya koymuş olduğu Ağ savaş özeliklerini belirterek, gelecekte ağ tabanlı terörist örgütlerin, var olan mevcut koşulları dikkate alarak nasıl şekilleneceği üzerinde bir öngörüde bulunmaktır. Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Terör örgütleri, El Kaide, Şebeke (network) yapılar. ABSTRACT Within the discipline of International Relations, September 11, 2001 attacks in the United States, based on the Post-Cold War US-dominated unipolar system, was the ∗ KHO Doktora Öğrencisi, BÜSAM Terör Masası Uzmanı, incisokmen@gmail.com İnci Sökmen beginning of a new era. Emerging anti-globalization attack a symbol of global terrorism, with reference to Islam, a Sunni al-Qaida terrorist organization has become more important as non- state actors. A worldwide network in the form of organizing, "Global New World Order" has been called the period "Disorder and Chaos" as converted. The new era of international actors as organized crime and terrorist groups that threaten the security aspect of its importance as actors have won. Organizational structure also, parallel to globalization over the network and network-based actions required for all operations and financial infrastructure through any place and time was carried out, the chain of command structure of the non-centralized manner has changed. All network structures of the information age has brought the organization, doctrine, strategy and technology by adopting emerged. In this study, globalization and emerging network-based terrorist organizations to examine the characteristics and different organizational structures and new techniques need's implementation in the literature as well as terrorism in international relations of a new era began causing global terrorist organization al Qaeda the non- state actors, as is sampling. This network-based organizations have been put forth by specifying the Net wars features in the future network-based terrorist organizations, are taking into account the current conditions on how to shape is to a prediction. Key Words: Globalization, Terrorist organizations, Al-Qaida, Network Management Structures. GİRİŞ Uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde, ABD deki 11 Eylül 2001 saldırısı, Soğuk Savaş Sonrası ABD hâkimiyetine dayalı tek kutuplu sistemde, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Saldırı ile ortaya çıkan küreselleşme karşıtı küresel terörizmin simgesi, İslam dinini referans alan Sünni El Kaide terörist örgütü, tüm dünya gündeminin odak noktası yaptı. Dünya Mcluhan’in 1960’da belirttiği gibi dünyanın Global Köy haline geldiği bir yapıyı amaçlamaktadır. (McLuhan ve Povers, 2001) Bu fikrin temelinde dünyanın tek bir ulus olması ve 20.yy da evrensel bir batı kültürü yaratma isteği vardı. Öngörülen yapı oluşmasa da Bilgi çağının ulusal ve uluslar arası güvenlik sorunları, geleneksel güvenlik sorunlarından daha dağınık, çok boyutlu ve belirsiz nitelik kazanmıştır. İlaveten küreselleşme ulus-devletlerin zayıflamasına yol açtığı gibi farklılıkların birbirini beslediği, etnik, dini, milliyetçi terörünün gelişimine de katkıda bulunmuştur. Ulus-devletin zayıflaması “çökmüş devlet” olarak da adlandırılarak, ülke içinde yaratılmış otorite boşluğunun illegal yapılar 108 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü tarafından doldurulduğu devlet şekli olarak küresel terörizmi besleyen bir neden olarak gösterilmiştir. Geçmişte terörizm, kolayca tarif edilebilen ve belirli bir komuta –kontrol mekanizmasına sahip, ideolojik bir amaç ya da ulusal kurtuluş mücadelesi olarak tanımlanırdı. Günümüzde Küresel terör, sınırları ve kimliği nerede olabileceği tam belli olmayan yapısıyla geçmişe nazaran daha tehlikeli ve öldürücü niteliktedir. Ağ tabanlı organizasyon yapısı ve gevşek bağları nedeniyle çözülmeleri de oldukça zordur. Dünya üzerindeki hiçbir devlet bu tehditten muaf değildir. Terörizmin değişen yüzünde,1990 sonrası dönemde değişim geçirmeye başlayan uluslararası sistemin yapısından kaynaklanan, iletişim ve ulaşım teknolojilerinde görülen gelişmelerin de önemli bir katkısı vardır. Diğer bir önemli nokta, küreselleşme öncesi ülkeler arasındaki rekabet de bir araç olarak kullanılan terörist grupların, Yeni Düzen ‘de kendini yaratanlara karşı eyleme girmiş olmalarıdır. Devlet Destekli Uluslararası Terörizm olarak adlandırılan bu faaliyetler, ABD’de Reagan Doktrini çerçevesinde aktif bir dış politika aracı olarak görülüyordu. Afganistan’ın 1979’da SSCB tarafından işgal edilmesiyle, El Kaide Rus güçlerine karşı ABD tarafından yaratılmış ve kullanılmış bir örgüttü. 11 Eylül 2001 saldırısı ile bir bakıma kendini yaratmış olan güce karşı bir tepki verme özelliği vardı. Terör grupları, bir devlet altı aktör olarak dünya sistemi üzerinde etkili sonuçlar doğurmaya başlamıştır. El Kaide terör örgütü de yukarıda sayılan nitelikleri gösteren bir örnektir. El Kaide saldırılarıyla adlandırılan Küresel terör bu tepkinin ve çökmüş devlet yapısının yarattığı ortamda ortaya çıkmış ve küreselleşmenin sembolü sayılan hedeflere yaptığı saldırılar ile bu tepkisini dünya kamuoyunun gündemine taşımıştır. Bu çalışmada amaç, küreselleşmeyle ortaya çıkan ağ tabanlı terörist örgütlerin özelliklerini belirterek; farklı organizasyon yapısı ve yeni teknikleri 109 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen kullanmasıyla gerek terörizm literatüründe gerekse uluslararası ilişkilerde yeni bir dönemin başlamasına neden olan, küresel terörist organizasyon El Kaide’yi bu yapıya uygun bir örnek olarak incelemektir. Bu ağ tabanlı organizasyonların ortaya koymuş olduğu yeni çatışma biçimi Netwars (Ağ Savaşları) özellikleri toplumların içine girebilecekleri çatışmalar ve bu çatışmalara güvenlik güçlerinin nasıl hazırlanması ve cevap vermesi gerektiği açıdan önem taşımaktadır. Gelecekte ağ tabanlı terörist örgütlerin, var olan mevcut koşulları dikkate alarak Terörizmin Geleceği nasıl şekilleneceği üzerinde bir öngörüde bulunmaktır. KÜRESELLEŞME Küreselleşme teriminin isim babası Ronald Robertsin, bu kelimeyi “dünyanın tek bir mekan olarak belirginleşmesi ve bir bütün olduğu bilincinin artması” şeklinde tanımlar.(King, 1998: 11) Son yıllarda üzerinde en çok tartışılan, çok farklı anlam ve değerler yüklenen kavramlardan biridir. Geçerli sayılabilecek tanımlar; “ dünyanın tek bir mekan olarak algılanabilecek ölçüde sıkışıp küçülmesi anlamına gelen bir süreç “(Tutar, 2000:18); “ Ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal sınırlar dışına taşarak dünya genelinde yayılması” (Erbay, 2000: 170); “Dünya çapında giderek daha yaygın ilişkiler,artan karşılıklı bağımlılık ve herkes için daha fazla olanak ve hassasiyetler doğuracak şekilde yoğunlaşan uluslar arası faaliyetler “(Aydın, 2005: 1) süreci şeklinde belirtilebilir. Küreselleşme; siyasal, ekonomik, kurumsal, kültürel olmak üzere dört boyutlu bir kavramdır. Kimilerine göre ekonomik bütünlük, bazılarına göre kitle iletişim araçlarının etkisiyle ortak kültüre yönelik bir süreç, bazılarına göre ise emperyalizmin yeni adı olarak değerlendirilmektedir. Tek boyutlu değil, birbirine bağlı olan ve birbirini destekleyen ilişkiler içerisindeki olgular bütünüdür.Bir değişim rüzgarı olarak nitelendirilebilecek olan bu kavram, teknoloji devriminin meydana getirdiği haberleşmede yaşanan hızlanma ve 110 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü ulaşılabilen alanların genişlemesiyle bir çok alanda sayısız değişimlere yol açmıştır. (Kazgan, 2000: 21) Soğuk Savaş sonrası, 1990-2000 dönemi bir yandan her alanda küreselleşmenin yaşandığı, diğer yandan küreselleşmenin merkezi ABD'nin savunduğu ekonomik ve siyasal modellerle bunların sosyal uzantılarının tüm dünyada etkili olmaya başladığı topyekun bir geçiş dönemi olmuştur. Uluslararası sistemin yapısını temelinden sarsabilecek yeni olgu ve eğilimler ortaya çıkmıştır; İletişim teknolojisinin ulaştığı boyut devlet sınırlarını aşındırmış devlet’in birçok konuda yetkileri tartışılır hale gelmiştir. Bireyler, Sivil toplum kuruluşları, medya, uluslar ötesi şirketler ve diğer ekonomik aktörler alternatif bir güç potansiyeli oluşturmuşlardır. Hükümetlerin denetimi dışında kalan çok uluslu kuruluşların servetleri bazı ülkelerin ulusal bütçelerinden fazla gözükmektedir. Küreselleşme sonucunda yeni endüstri alanları ve e-ticaret gibi iş yapma şekilleri ortaya çıkmıştır. Yönetim kavramları olarak Ağ tabanlı (şebeke) organizasyonlar, stratejik birliktelikler, sanal yönetim ve organizasyonlar önem kazanmıştır. Finansal alanda birçok kontrol edilemeyen finansal araç veya düzenin oluşmasına yol açmıştır. Devletlerin bu finansal yapıları kontrol etme gayreti, gerek bu yapıların büyüklüğü gerekse devamlı işler halinde bulunmaları nedeniyle yetersiz kalmaktadır. Giderek fazlalaşan ve karmaşıklaşan haberleşme ağları sayesinde para elektronik sinyaller haline gelmiş ve devletlerce takibi daha da zorlaşmıştır. Bunu bilen terör ve organize suç grupları devletlerce takibi zor finansal ağları kullanarak devamlılıklarını ve etkinliklerini sürdürebilir hale gelmişlerdir. KÜRESELLEŞME VE TERÖRİZM Küreselleşme, baskıcı devletlerdeki yeni liberalleşme hareketleri, devletlerin işlevlerinin özelleşmesi ve bilgi teknolojilerindeki artış dünyanın güvenlik ajandasını, tehditleri ve aktörleri etkilemiştir. Güvenlik sorunu günümüzde 111 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen küresel bir hal almıştır. Devlet merkezli ve bölgesel sorunlar hala önemli güvenlik sorunları olarak kabul edilirken, terörizm ve örgütlü suçlar başta olmak üzere devlet dışı birimlerce yürütülen ve kimi zaman bazı devletlerin çıkarları doğrultusunda destek verdikleri faaliyetler, küreselleşme döneminin uluslararası güvenlik sisteminin öncelikli sorunları haline gelmiştir. (Tuathail, 2003: 162) 1990'lara kadar sınırlı bölgelerde faaliyet gösteren terör örgütleri küreselleşmenin getirdiği ortamlardan yararlanarak ve yine küreselleşmeden kaynaklanan olumsuzlukları taraftar toplama ve meşrulaştırma unsuru olarak kullanarak, küresel ölçekte faaliyet göstermeye başlamışlardır.. Batılılaşma, demokratikleşme, tüketicilik, piyasa kapitalizminin artışı şeklinde ortaya çıkan küreselleşme, hem yarattığı küresel değişiklikler hem de elde edilen faydanın eşit dağılmaması sonucu tutucu bir kültürle yetişmiş belirli ayrıcalıkları olmayan insanlarda bir karşı duruş yaratmıştır. Günümüz küresel terör olarak adlandırılan olaylar, merkez/yerel, büyük/küçük veya modern/geleneksel güç mücadelesinin devamı niteliğindedir. Terörizm, zayıfın silahıdır. Gücü açık biçimde üstün olan karşı tarafa karşı yenmek için en iyi araç asimetrik biçimde saldırmaktır. İslam’ı referans alan terör gruplarının etkin olduğu yerlere bakıldığında kapalı, dinin hâkim olduğu, mevcut yönetimler için demokrasinin tehdit olduğu ülkeler göze çarpmaktadır. Güçsüz kesim olarak algılanan bu ülkeler terörizmi bir araç olarak kullanarak hem amaçlarını dünyaya belirtmek hem de direnç noktası olarak kullanmaktadırlar. Terörist gruplar gelişen bilgi teknolojileri ve bunun diğer imkânlarından yararlanmakta ve bunu kendi lehine yarayacak şekilde kullanmayı öğrenmeye devam edip bu yolla yeni strateji ve yöntemler üretmektedir. Bu yüzden bilgi teknolojileri terörizmin değişiminde hem niteliksel hem de örgütsel bakımdan etkili olmuştur. Organizasyon yapılarında değişiklikler meydana gelmiş, yapılan eylemlerin nitelikleri değişmiştir. Kitle imha silahlarını elde edebilmekte, medya ile dünyaya ulaşabilmektedirler. Karmaşık haberleşme 112 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü ağları sayesinde elektronik sinyaller şeklindeki paralar, devletlerce takibi zor olduğundan terör ve organize suç grupları bu finansal ağlara yoğun ilgi göstererek devamlılıklarını ve etkinliklerini sürdürebilir hale gelmişlerdir. (Cronin, 2004 :42) BİLGİ TEKNOLOJİLERİ VE TERÖRİZM Bilgi Toplumu; toplumsal yaşamda temel kaynağın bilgi olduğu, toplumda hareketliliğin bilgiye dayandığı, bilginin kolayca elde edilebildiği ve dağıtılabildiği, disiplinler arası yatay ilişkilerin önem kazandığı bir toplum olarak tarif edilmektedir. (Koçel,2005: 23) Soğuk Savaşın tanımlayıcı ölçütü ağırlık, özellikle de füzelerin taşıdığı savaş başlıklarının ağırlığı iken, küreselleşme sisteminin tanımlayıcı ölçütü ticarette, ulaşımda, iletişimde ve buluşçulukta hızdır. Küreselleşmenin Geleceği: Lexus ve Zeytin Ağacı kitabının yazarı Thomas Friedman “Soğuk Savaş Einstein’in kütle-enerji denklemi e=mc2 ile ilgiliydi. Küreselleşme Moore Yasasıyla ilgilidir: Silikon çiplerinin işlem gücünün her on sekiz ila yirmi dört ayda iki katına çıkacağını söyler: Soğuk Savaş sırasında en sık sorulan soru şuyd : Füzenizin büyüklüğü ne kadar ? Küreselleşme çağında ise en sık sorulan soru: Modeminizin hızı ne kadar?. diyerek hız kavramının bilgi toplumundaki önemine vurgu yapmaktadır. (Friedman, 1999: 32) Bilgi elde edinimi devletler için önemli bir stratejik üstünlük sağlamaktadır. Bilginin sağladığı bu güç, istihbarat toplama, terörizm, stratejik savaşlar, saldırılar, ekonomik savaşlar, savaş dışı faaliyetler, lojistik destek sağlamak gibi birçok faaliyette kullanılabilmektedir. Bu güce erişim için gereken ücretlerin düşük olması sebebiyle devletlerin yanında terörist örgütler de etkin bir biçimde bu güçten faydalanmaktadırlar. (Lonsdale, 2003: 197) Bilgi çağının terörizm bağlamında ele alınan yönü, büyük ölçüde artan teknolojik imkânların teröristlerin de kullanımına açık araçlar haline gelmiş olmalarıdır. Bilgi çağına uyum sağlamış yeni bir terörizmin oluşumu, 113 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen doktrinsel, stratejik, teknolojik ve örgütsel anlamda toplu bir değişimin sonucunda gerçekleşmiştir. (Arquilla ve Ronfeld, 1999: 40) Bilgi devrimi doktrin ve strateji bağlamında bazı terörist gruplar geleneksel olarak benimsemiş oldukları baskı ve zorlamaya dayalı paradigmalarını terk ederek, daha çok bir savaşın (asimetrik savaş) özellikleri çerçevesinde eylem yapmaktadırlar. ABD hedeflerine karşı gerçekleştirilen saldırılar bu paradigma ekseninde gerçekleştirilmiştir. Teknolojik olarak düşmanın bilgi alt yapılarını yok etme stratejisi, fiziksel saldırının yanında önem kazanmıştır. Terörist örgütlerin, bilgi sistemlerine saldırmak yoluyla çok az risk alarak ve gözle görünür faydalar sağlayabilme potansiyelleri vardır. Ayrıca yüksek ölüm ve zarara yol açan eş zamanlı saldırılar ve kitle imha silahların üretilmesine ilişkin bilgilerde bilgi teknolojileri kullanarak sağlanabilmektedir. Bilgi çağında internet, faaliyet sahasını genişleten terörizmin en önde gelen araçlarından biri olmuş ve terörizm tarafından kendisine yararlı olacak her şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Tim Thomas internetin terörist amaçlara ulaşmak için kullanılmasını “Bilgi Terörizmi“ olarak nitelendirmektedir. (O’Brien, 2002: 86) Terörist örgütler açık veya gizli şekilde bağış paralarının toplanması, örgüt elemanlarıyla şifreli mesajlar, operasyonların kontrol edilmesi, örgüte eleman kazandırma, örgüt içindeki iletişimin sağlanması ve sempatizan kitlelerin oluşturulması gibi amaçlarda kullanılmaktadır. Terörist grupların etkinliğini artıran bilgi teknolojileri aynı zamanda örgütlerin yapısal biçimlerinde ağ tabanlı (network) örgüt yapısının benimsenmesini sağlamıştır. AĞ (NETWORK ) TABANLI TERÖRİST ORGANİZASYONLAR Bilgi devriminin en önemli sonuçlarından biri, şebeke (network) biçimindeki örgüt yapılarının ulusal ve uluslar arası tüm sosyal alanlarda yükselişe geçişi olmuştur. Organizasyonların çevredeki değişimlere hemen cevap verebilecek 114 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü bir yapıya kavuşması, etkinliğinin arttırılması ve organizasyonun uzman olduğu asıl işini yapması, diğerlerini de başka organizasyonlara devretmesi sonucunda şebeke (network) organizasyonlar ortaya çıkmıştır. Yönetim ve organizasyon alanında Şebeke (Network); “ Bir mal veya hizmeti üretebilmek için yapılması gereken faaliyetlerin ve gerekli olan kaynakların tek bir elde toplanması yerine farklı organizasyonlara dağıtılmış olması” şeklinde tanımlanmaktadır. (Koçel, 1998: 283) Ağ yapılı örgütlenmeler alışılan hiyerarşik yapılı örgütlerden daha avantajlı konum sağlamaktadır. Washington Uzlaşısı ilkeleriyle 1980’li yıllardan itibaren yaygınlaşan neoliberal politikalarla sermayenin uluslararasılaşması hız kazanmış ve şirketlerin şebeke sistemlerinin işleyişi ulusal politikaların küreselleşmeye uyumlaştırılmasıyla güçlü kurumlar olarak dünya sisteminde yer almaya başlamışlardır. Neo-liberalizm çok uluslu şirketlerinin uluslararası işbölümü vasıtasıyla şebeke sistemi kurmalarının itici gücü olmuş, şirket birleşmeleri veya satın almaları sonucunda sermaye yoğunlaşması paralelinde oligarşik yapılanma oluşmuştur. Devletlerin milli gelirinden daha üstün dev şirketler olduğundan bu şirketlerin gücü ticari kârlarının artması ötesinde siyasi olarak da kendini göstermiştir. Ekonomik olarak devletlerden daha güçlü çok uluslu bir şirketin devletin karar mekanizmasında de facto yer alması, uluslararası kurumların toplantı gündemini oluşturması, gittikleri ülkelerdeki ulusal mali ve siyasi politikaları kendi yapılarına uyumlu hale getirmeleri günümüzde yaygın olan uygulamalardır. Şebeke şirketi olgusu, denizaşırı ortaklıkları olan çok uluslulardan daha karmaşıktır çünkü bu şebekeler, ulusal sınırların ötesinde, firmalar arası teknoloji, üretim, finansman ve pazarlama becerileri ittifaklarına dayanır. Son zamanlarda sadece bir ülkenin uluslararası rekabetçiliğinden çok küresel ya da birçok yerli firmaya dayanan daha ileri düzeydeki bir teknolojik 115 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen uluslararasılaşma eğilimini ifade etmek üzere Tekno küreselleşme terimi de kullanılmaya başlamıştır. (Freeman ve Soete, 2003 ) İyi yapılanmış bir şebeke organizasyonun, haberleşme, güven ve güç olarak üç önemli unsuru vardır. Şebeke organizasyonlar, faaliyet gösterdikleri çevrede stratejik ve taktik planları oluşturabilmeyi haberleşme kanalları sayesinde gerçekleştirirler. Doğru ve hızlı bilgi akışı (hem yatay hem de dikey) başarı için belirleyici bir faktördür. Daha fazla güven duyan organizasyonlar arasında kurulur. Bir işbirliğinde organizasyonlar kendi personellerini, teknolojilerini ve bilgilerini ortakları ile paylaşırlar. Güven olmadan her şeyin paylaşımı çok güç olacaktır. Yine organizasyonların sahip oldukları geçmişleri, etnik yapıları, bölgesel ve ideolojik yapıları veya profesyonellikleri bu işbirliğini daha da kolaylaştırmaktadır. Şebeke sisteminin çalışması benzer görüş ve değerlere sahip kurumlar arasında daha da kolaylaşmaktadır. Güç ise karşılıklı dayanışmadan doğar. Şebekedeki her organizasyonun farklı kapasiteye sahip olmasının sonucu (ekonomik, teknolojik, uzmanlık) karşılıklı dayanışma gerçekleşmektedir. (Dinçer, 1991: 334-335) Ağ tabanlı organizasyonların temel özellikleri, organizasyon içindeki iletişim ve koordinasyonun dikey veya yatay resmi bir rapor verme şeklinde olmayıp, mevcut görevin niteliğine göre şekil alan bir yapılanma biçiminde olması, ağın iç yapısındaki çeşitli bağlantılar organizasyon dışında ulus sınırları boyunca dağılmış bireylerle oluşturulan ilişkilerle tamamlanması, örgüt içi ve dışındaki bağların bürokratik emirlerle değil karşılıklı güvene dayanan, ortak paylaşılan kural ve değerler yoluyla güçlü tutulması sayılabilir. (Zanini ve Edwars, 2001: 32-33) Yeni tür ağ tabanlı örgütlenmeler ana olarak üç biçimde şekillenmektedir. Bu örgütlenme biçimleri Zincir, Yıldız (Tekerlek Göbeği) ve Çok Bağlı Ağ yapılarıdır. Bu ağ tabanlı örgütlenme biçimleri kısaca şunlardır (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 7-8); 116 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü 1.Zincir Ağ (Chain Network): Bu ağ yapısında bir kaçakçılık güzergahındaki gibi insanlara, mallar ve bilgi birbirinden ayrı temas noktaları boyunca bir çizgi üzerinde hareket etmektedir. Bu örgütlenme de iletilen bir mesajın bir uçtan diğer bir uca ara noktalar üzerinden geçmesi gerekmektedir. Şekil -1 : Zincir Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 8) 2. Yıldız (Tekerlek Göbeği) Ağ (Hub and Spoke Network) : Bu tür ağ yapılanmaları bir kartel yapılanması veya bir şirkete bağlı bayiliklerde görülen yapıya benzemektedir. Bu örgütlenme biçiminde her aktör veya grup merkezde ki bir noktaya bağlanmaktadır. Bu organizasyon yapısında örgüt içi iletişim ve koordinasyon, merkezde bulunan noktadan geçerek diğer noktalara iletilmektedir. Şekil -2 itibariyle yıldız veya tekerlek göbeğini andırmaktadır. Şekil -2: Yıldız Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 8) 117 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen 3.Çok Bağlı Ağ Yapısı (All Channel Network): Ağ yapısında bulunan herkes birbiriyle ve diğer herkesle bir bağlantıya sahiptir. Şekil-3 de görüldüğü gibi her bağlantı noktası bir bireyi ,bir grubu, organizasyonu veya bunların bir bölümünü nitelediği gibi bir devleti de temsil edebilir.Bu ağ modelinde bağlar küçük veya geniş olabileceği gibi sıkı veya gevşek bir şekilde de bağlanmış olabilir. Ağ içerisindeki bu bölünmeler bir konuda uzmanlaşan kısımlar olabileceği gibi aynı konuda görevler yapan noktaları da temsil edebilirler. Ağ yapısının mevcut sınırları dış ortamla girilen ilişkiye göre ya çok belirli ya da belirsiz bir şekil almaktadır. Ortaya konulacak bu üç ana ağ organizasyon modeli kullanılacakları yere ve amaca uygun olacak şekilde seçilmektedir. Örneğin zincir ağ modeli kaçakçılık eylemlerinde kullanılabilirken, yıldız modeli bir terörist örgütün lider kadrosunun yapılanmasında kullanılabilmektedir. Genelde çok bağlı ağ yapısını dağınık hareket eden, iletişim imkânı yüksek merkez yapısı olmayan militan gruplarında görebilmekteyiz. İlaveten bu ağ yapıları beraber kullanılarak melez ağ yapıları (hibrid) oluşturabilmekte hatta hiyerarşik yapılarla birlikte bu organizasyonlarda yer almaktadır. ( Jackson, 2006: 255) Şekil -3: Çok Bağlı Ağ Yapısı (Arquilla ve Ronfeldt, 2001 : 8) Ancak bu üç ağ modeli içerisinde organizasyon ve sürdürülebilirlik bakımından oluşturulması en zor olanı, çok yoğun bilgi akışı nedeniyle çok 118 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü bağlı ağ yapısıdır. Yatay organizasyon şekli bulunan ağ yapısında terörist grup olarak bakarsak hedef alınarak yok edilebilecek belirli bir lider, karargâh veya komutan bulunmamaktadır. Ağ içerisinde hiyerarşik yapı en az seviyededir fakat birden fazla lider yönlendirmede rol almaktadır. Karar alma ve eylemlerde merkezi olmayan bir yaklaşım bulunmakta, yerel inisiyatife ve otonomiye izin verilmektedir. Baş olmayan bir grup olarak hareket edilebilirken başka zamanlarda çok başlı hareket edebilme kabiliyetine sahip bir yapılanma biçimi ortaya çıkmaktadır. (Arquilla ve Ronfeldt, 2001: 2) Ağ tabanlı örgütlenmelerin sayısı artıkça yaptırım gücü devlet dışı aktörlere geçmesi ve onlar tarafından kullanılmaya başlaması uluslar arası sistem için en önemli sonuçlardan biridir. Aktif olarak bu tip örgütlenmeler; terörist gruplar, organize suç örgütleri ve hükümet dışı örgütlerce (NG0) benimsenmiştir. Geniş bir alana yayılarak ve çoklu örgütlenme yapılarıyla devlet kaynaklı aktörlerden daha hazırlıklı ve yeterli olarak karar alıp hareket edebilir hale gelmişlerdir. (Arquilla ve Ronfeldt , 1999: 45-46) Örgütsel anlamda terörist gruplarda da, özel şirketler gibi geleneksel hiyerarşik gruplardan daha esnek şebeke biçiminde örgütlere doğru bir dönüşüm gerçekleştirmişlerdir. (Hoffman, 1998-1999: 19) Hiyerarşik yapılanmanın terk edilmeye başlanması terörist grupların karar alma mekanizmalarında tek adam liderliğinin yerini daha düz merkez niteliğinde olmayan örgüt tasarımlarına bırakarak terörizmin ulus aşan/uluslararası nitelik kazanmasına neden olmuştur. Bilgi çağı koşullarına uyarlanmış terörizmde, müttefikler bulmak insan topluluklarını etkilemek ve komuta ve kontrolü sağlayabilmek yoğun bir karşılıklı iletişimi gerektirdiğinden şebeke yapılar bilgi teknolojileri kullanarak, terörist örgüt içerisinde birden fazla liderin farklı ülkelerde birbirine paralel faaliyet göstermelerine olanak sağlamıştır. Ayrıca bu ortam içerisinde teröristler parasal kaynak sağlanması, istihbarat paylaşımı, eğitim, 119 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen lojistik, planlama, saldırıların icrası konusunda beraber çalışmaktadırlar. Bu bağlantılar sayesinde eylem yapacak olan gruplar farklı coğrafyada ki diğer gruplardan ihtiyaç duydukları güç ve desteği rahatça sağlayabilmektedirler. Gerek siber alanda gerekse fiziksel olarak coğrafi alanda yayılmışlık teröristler için eylemlerinin maliyetini azaltarak devamlılıkları içinde güvenli ortamlar oluşturmaktadır. . Günümüz tehlikeli terör grupları çoklu ağ yapılanmasını kullanarak hareket etmekte ve bilgi teknolojilerinin yardımı ile yakalanmadan, etkili ve eş zamanlı eylemler yaparak hiyerarşik yapılı devlet örgütlenmelerine karşı bir üstünlük sağlamaktadırlar. Terörizm tehdidi bugün, esnek ve uluslar ötesi erişime sahip ağ tabanlı bir örgütlenme biçimindedir. (National Strategy for Combating Terrorism [web], 2003: 8) Gerilla tarzı vur-kaç yöntemi düzenli birliklere karşı terör örgütlerinin geçmişte sonuç elde edebildiği bir savaşma şekline ilaveten bu tip çoklu ağ yapısı da aynı açıdan militan gruplara üstünlük sağlayan bir unsur olmuştur. Ağ yapısını bir silah olarak kullanarak, eylemlerinin hem şiddet miktarını hem de yaratacağı etkiyi çoğaltmak için eşgüdümlü planlama yaparak farklı noktalarda eylem gerçekleştirebilmektedirler. Militan grubu genç insanlardan oluşan terör grupları, bilgi teknolojilerini yakından bilen bu gençleri örgüt içerisine alarak kendilerine de yüksek seviyede ağ tabanlı ve bilgisayar kullanan yapılar haline dönüşmelerine olanak sağlamaktadır. Terörizm tehdidi bu ağ yapısı sayesinde daha yaygın, güçlü ve korkutucu bir hale gelmiştir. İlaveten elinde ciddi maddi gelir bulunan organize suç örgütlerinin kimi yerlerde terör örgütleriyle iç içe geçmekte ya da ortaklıklar kurarak melez bir yapıda finansal network ağı içinde çalışmaktadırlar. Farklı ideolojik amaç (radikal veya etnik ) ve farklı coğrafyalarda eylem yapan terör grupları aynı finansal network havuzundan beslenebilmekte, amacını yitirmiş terör grupları organize suç gruplarına dönüşerek sisteme katkılarını devam ettirebilmektedirler. İllegal yollardan elde edilen gelirlerin sisteme girişi 120 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü aklanarak yani kara paranın aklanması şeklinde olmakta ve ortaya çok ciddi bir terörizm ekonomisi yaratılmış olmaktadır. Resmi olmayan bankacılık sistemleri bu tip örgütler tarafından rahatlıkla kullanılmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte özelleştirme, kuralsızlaştırma, açıklık, emek ve sermayenin serbest dolaşımı, teknolojik ilerleme gibi gelişmeler terör ekonomisi tarafından da benimsenmiş ve kapsamlı işletme teknikleri ve finansman araçları kullanarak kendilerini finanse edebilen organizasyonlara dönüşmüşlerdir.(Napoleoni, 2004: 14-15) AĞ SAVAŞLARI (NETWARS) Ağ tabanlı yapılar yoluyla terör örgütlerinin yürüttüğü bu mücadele Ağ Savaşları (Netwars) terimiyle de kullanılmaktadır. Ağ Savaşları genel bir ifadeyle terörist gruplar gibi devlet dışı aktörlerin bilgi çağı ile uyumlu şebeke tipi örgüt yapılarını, doktrin, strateji ve teknolojileri kullandıkları, yeni oluşmakta olan bir çatışma şeklidir. Bu yeni çatışma biçimi küçük gruplardan oluşan ve dağınık bir biçimde yerleşmiş, eylemlerini oluşturdukları ağ yapısı üzerinden planlayıp icra eden ağ tabanlı örgütlenmeler yer almaktadır. Geleneksel savaşın sahip olmadığı özellikleri içeren bir çatışma ve suç şeklidir. (Arguilla ve Ronfeldt, 2005: 15) Siber savaş ise internet ortamında karşı tarafın bilgilerine ulaşabilme, stratejik noktaları çökertme şeklinde gerçekleşen savaştır. Gerek siber savaş ve Ağ Savaşı geleneksel olarak tanımlandığı şekliyle gerçek savaşlar değildir. Her ikisi de bilgi hakkında, kimin neyi, ne zaman, nerede ve niçin bildiği ve bir toplum ya da bir ordunun, kendisi ve düşmanları ile ilgili bilgisine bağlı olarak ne kadar güvende olduğu hakkında bir savaş biçimidir. Siber boşluktaki tüm silahlar Ağ Savaşı’nda, propaganda faaliyetleri ve veri tabanlarına, bilgi sistemlerine müdahale bulunma amaçları için kullanılabilmektedir. Ağ savaşının uygulayıcıları, mutlak bir merkezi komuta sistemi olmayan, karşılıklı olarak birbirine bağlanmış biçimde, mesafe gözetmeksizin iletişim ve 121 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen koordinasyon gerçekleştirip, kampanyalarını bu şekilde sürdürebilen küçük ölçekli, coğrafi anlamda yayılmış küçük gruplardan oluşmaktadır. Toplumsal düzeyde çatışmalar ve eylemler asimetrik olarak planlanıp, tüm bilgi toplumu teknolojisini ve bağlantılı hücreleri kullanarak gerçekleştirilmektedir. Hücreler merkezi otoriteden bağımsız hareket etmektedir. Eylem yapılacak ülkede yetkili bir kişi ya da o ülkeye gelen örgüt temsilcisi 5 kişilik bir grup (hücre) oluşturarak eylem yapmakta, eylem sonrası grup dağılmaktadır. 11 Eylül 2001 Saldırısı Ağ savaşı biçimindeki çatışmanın örneklerinden sayılabilir. El Kaide terörist örgütünün gevşek, çok ağ tabanlı yapısı bilgi teknolojilerini kullanarak eylemi gerçekleştirecek militanlarını eğitmiş, haberleşmelerini sağlamış, eylem için militanlar farklı ülkelerden bir araya gelerek operasyonu gerçekleştirmişlerdir. Küresel alanda yaşanan gelişmeler Ağ Savaşı’nın gelip geçici bir güvenlik sorunu olmayacağını göstermektedir. Bilgi devrimi dünya çapında genişlemeye ve derinleşmeye devam ettiği sürece Ağ Savaşı’nın daha da sıklıkla uygulanması beklenebilir. Ağ Savaşı örnekleri çoğaldıkça farklı terörist grupların sahip oldukları tekniklerin ve kapasitelerin seviyesinin de arttığının bir göstergesi olmaktadır. Ağ Savaşı uygulamaları şebeke tipi örgüt yapısına önemli ölçüde bağımlı olduğundan dolayı son yıllarda uluslararası karşılıklı bağımlılığın artması Ağ savaşının uygulanmasını kolaylaştırıcı bir etki yapmıştır. AĞ TABANLI (NETWORK) TERÖRİST ÖRGÜT: EL KAİDE TERÖRİST ÖRGÜTÜ 11 Eylül 2001 de dört yolcu uçağı füze şeklinde kullanılarak, ABD Dünya Ticaret Merkezi ile Pentagon olarak bilinen Amerikan Savunma Bakanlığı’na çarptırılmıştır. Bu eylemin sorumlusu merkezi Afganistan’da bulunan ve dünyanın altmış dan fazla ülkesinde şubesi olduğu söylenen İslam dinini referans alan Sünni El Kaide örgütü olarak belirtilmiştir. El Kaide 11 Eylül 2001 saldırısının sorumlusu olarak geçen altı yılda dünyanın değişik 122 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü bölgelerinde, büyük çaplı silahlı saldırı eylemleri gerçekleştirmiş, birbirinden bağımsız, farklı ülkelerde bulunan, adem-i merkeziyetçi örgüt yapısına sahip Sünni radikal dinci terörist örgüt organizasyonun adıdır. Liderliğini Yemen doğumlu zengin bir Suudi aileden gelen Usame bin Ladin’ in yürüttüğü düşünülen bu örgüt dünyanın birçok ülkelerine yayılmış çok sayıda hücrelerden oluşmaktadır. Usame bin Ladin ve El Kaide isimleri birbirleriyle özdeş hale gelmiş olsalar bile, örgüt sadece Ladin tarafından tek başına yönetilmemektedir. 1988 yılında Usame Bin ladin tarafından Sovyet birlikleri ile savaşmak için Afganistan’da kurulmuş örgüt, Soğuk Savaş sonrasında yüksek gücüyle denetimsiz kalmıştır. Siyasi ajanda olarak Müslüman ülkelerde halifelik adı altında büyük bir devlet hedefini belirlemiştir. DÜNYA TİCARET MERKEZİ ABD SAVUNMA BAKANLIĞI PENTAGON Uluslar arası sermayenin ekonomik egemenliğinin, emperyalizmin ve kapitalizmin sembolü olarak algılanmış ve vurularak ABD ekonomik alandaki hegemonyasını yok etme anlamı yüklemiştir. Pentagon, dünyadaki ABD askeri gücünün varlığının merkezi olarak algılanmış ve sembol olan Pentagon’u vurarak dünyadaki ABD askeri gücünü vurma anlamı yüklenmiştir. Şekil -4: 11 Eylül 2001 Saldırı Hedefleri Terör uzmanı Thornton’ın terörizmi tanımlarken “ şiddet kullanmaya ya da şiddet tehdidi içeren normal dışı yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere dizayn edilmiş sembolik bir fiildir “ diyerek sembolik yanını vurgulamaktadır (Thornton, 1964: 77) Terörizmde eylem semboliktir. El Kaide örgütü 11 Eylül saldırılarında seçmiş olduğu hedefleri, amacına uygun olarak belirlemiştir. Hedeflerin bu yönü ile simgesel özellikleri iyi vurgulanmıştır. Küreselleşme sürecine ve bu sürecin lideri olan ABD ye karşıdır. 123 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen ABD tarafından küreselleşme karşıtı hedefi ile bu terör Küresel Terör olarak adlandırılmıştır. Bu saldırı ile birlikte terörizm dünya barışını ve güvenliği tehdit eden küresel bir sorun olarak kabul edilmiştir. Dünya güvenliğinde bu tip terörist örgütlerin Kitle İmha Silahlarına sahip olabileceği de ihtimal dâhilinde tutularak 21.yy.da yükselen yeni küresel tehditler olarak tanımlanmıştır. Her yeni terör örgütü bir öncekinden daha fazla yaratıcı, daha kuralsız ve acımasız savaşmanın yollarını bulmakta ve geliştirmektedir. 19.yy. da basit silahlar ile mücadele eden teröristler 20.yy. da bir yolcu uçağını füze olarak kullanarak veya biyolojik ve kimyasal silahlar ile eylemlerini gerçekleştirebilmektedirler. David Rapoport’a göre Terörizm tarihinde dördüncü dalganın bir ürünü olan dini motifli küresel terör, terör gruplarının hem eylem hem de kullandıkları taktikler açısından yeni teknolojik gelişmeleri kullanarak ne kadar profesyonelleştiklerini göstermektedir. Yaşanan saldırıların boyutu, etkisi, yöntemi ve sonuçları daha önceki terörist eylemlerden bazı yönlerden farklı olarak terörizm literatüründe yer almıştır. Bu özellikleri nedeniyle küresel terör, terörizmin yeni miladı olarak da adlandırılmaktadır. El Kaide terörist örgütü gevşek bağlarla birbirine bağlanmış ağ örgütlenmesi yapılanmasına sahiptir. Küresel terör ve El Kaide’nin korkutucu yanlarından biri dünyada farklı yerlerde bağlantıları olan bir terörist şebekesi (Ağ Yapısı) olmasıdır. Bu tip şebeke terör örgütü biçimi modern tarihte tek ve yeni değildir. Terörizmin üçüncü dalgası 1960 ve 1970’lı yıllarda, sol ideolojili terörist örgütleri şebeke örgüt yapılarını kullanmaktaydı. Marksist gruplar endüstriyel açıdan gelişmiş ülkelerde özellikle öğrenci grupları arasında sempatizan kazanarak küçük grupların örgütlenmesine neden olmuşlardı. Kentli şiddet hareketlerini gerçekleştiren terör örgütleri arasında Baader – Meinhof, Kızıl Tugaylar ve Japon Kızıl Ordusu gibi örgütler bu şekilde ortaya çıkmış ve kendi aralarında bağlar kurarak ve birbirlerinden çok şeyler 124 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü öğrenerek evrensel bir iletişim ağı şeklinde hareket etmişlerdir. Filistin Kurtuluş Örgütü de (FKÖ) İsrail güvenlik güçlerine göre 1981 de 22 tane alt grubu olan yarı network bir terör örgütüydü. (Mcallister, 2004: 304) El Kaide örgütü de değişik alt kültürlerden gelen ve üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan Müslümanların mağduriyet, mazlum duygularını, kurban psikolojisini kullanarak eleman toplamaktadır. Terörist ağı ile radikal İslam düşüncesini Cihat adı altında tüm dünyaya yaymayı hedeflemektedir. Oliver Roy’un Afgan Matrisi diye tanımladığı göçebe cihatçılardan oluşan El Kaide, birçok ülkedeki radikal İslamcı örgütlerin bir araya gelmesiyle ilan edilmiş bir cihat”ın yönlendiricisidir. Örgütü oluşturan temel mantık ise, tek başına hareket ederek başarılı olamayacak örgütlerin amaçlarına bir arada ulaşmasıdır. Nihai amaç dünyadaki bütün Müslümanları tek bir hilafet yönetimi altında toplamaktır.(Roy, 2003: 172) Siyasal İslam’ın Sünni terörizm kolu Usame Bin Ladin İslam adına yaptığı savaşı cihatçılık ideolojisini yeniden yorumlayarak yaymaya çalışmaktadır. Bu yeni cihat ideolojisi; cihatçıları gerçek inanlar, onların dışında kalanları kafir yapmaktadır. Dar-ül Harbte bulunan kâfirler dine zarar verdikleri için öldürülmeleri gerekir. Bu savaşın sonunda kalıcı olan bir İslami dünyaya yani tüm dünyanın Dar-ül İslam olmasıdır. İslamın küresel olarak egemen olması ile dünya barışı sağlanacaktır. Ladin’in Benim Cihadım kitabını temel eğitim kitabı olarak kullanarak, terörizmi dini söylemler ile meşrulaştırmaktadır. Terörist eylemini terör olarak görmemekte, Allah yolunda cihat yaptığını düşünmektedir. Maaş verilen teröristlerin dünyanın her yerindeki varlığının sağlanması, istihbarat elde edilmesi, finansal kaynakların dolaşımı, insan kaynaklarının elde edilmesi, eğitim kamplarının mevcudiyetinin sürdürülmesi ve birçok saldırının planlaması, örgüt lider Usame Bin Ladin’in çok uluslu yapılanmış terör örgütü (network) aracılığıyla kendisine bağlı veya beraber hareket eden 125 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen gruplar arasında kurduğu ağ yoluyla gerçekleştirmektedir. Örgütün bilinen lideri Ladin olmasına karşın, Irak’ta şimdi hayatta olmayan Ebu Musab El Zarkavi gibi örgütün bağlantıda bulunduğu topraklarda liderler farklıdır. (Jenkins, 2001: 11-12) Terörist organizasyonlar zayıf yapılar oldukları için gizli hareket etmek ve korunaklı alan bulmak zorundadırlar. Küresel terör’ün hücre tipi yapılanması güvenlik güçleri ve istihbarat servislerinin süreklilik arz eden yöntemlerini terör örgütlerini izlemede başarısız kılmaktadır. Seçilmiş hedef ülkede El Kaide örgütünün yetkili kişisi taşeronlar kullanmak suretiyle eylem yapabilmektedir. 11 Eylül ve Londra patlamalarında Amerikan Gizli Sevisi CIA ve İngiliz Gizli sevisi M16 bu yapıyı gerekçe göstererek eylemi önceden engellemeyi başaramadıklarını bildirmişlerdir. Çökmüş devlet yapıları ve istikrarsız bölgeler örgüt için korunaklı alan imkânı sağlamaktadır. El Kaide örgütü bugüne kadar bilinen terör örgütlerinin hiyerarşik dikey yapılanmasından çok farklı; yatay, gevşek ve dünyanın dört bir yanında birbirinden bağımsız ağ tabanlı yapıyı 3 şekilde biçimlendirmiştir: 1.Hücreler Hücreler yarı bağımsız ve yalnızca kendilerine verilen görevleri yerine getirmektedirler. Her grup dört veya beş kişiden oluşan hücre sistemini kullanırlar. Her hücreden yalnız bir kişinin diğer hücreler ile veya daha yüksek liderlik sorumlularıyla teması vardır. Böylece birimlerden biri yakalanacak olursa diğerlerini ele veremez. Her hücre bağımsız eylem yapmakta ve diğer hücrelerde faaliyet gösteren örgüt üyelerinin kimliğini bilememektedir. Kendi teröristlerinin bile birbirini tanımadığı bu örgüte Ladin’in Gizli Ordusu demek daha uygun olur. Gizli polis ve istihbarat ajanlarının sızmasına karşı çok geniş ve dağınık olarak büyürler. Kolluk kuvvetlerinin örgüte yönelik operasyonlarında yerel hücrelerden üst düzey kadrolara ulaşmak mümkün değildir. 126 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü ABD olaydan sonra Afganistan’a yaptığı saldırı ve bombalama sonucu, örgüt zarara uğrasa da ve Usame Bin Ladin ölse de sistem bir şekilde kendini devam ettirecek şekilde oluşturulmuştur. Hücrelerin liderleri gizli ve özel eğitim almış kişilerden oluşur. Operasyon esnasında kimlerin yer alacağı yapılmasına çok kısa bir süre önce belirlenir. Şebeke elemanları sadece internet ya da video kasetleri üzerinden mesajları almaktadır. El-Kaide liderinin hiç tanımadığı ya da hiçbir şekilde bir araya gelemeyeceği dünyanın çeşitli yerlerinde destekçileri böylece ortaya çıkmaktadır. Yerel yerlerde taşeron kullanmak suretiyle örgüte üye olmadan bağımsız kişiler de kullanılabilmektedir. TERÖRİST ÖRGÜTSEL KUMANDA Liderin kimliği gizli Sadece operasyon zamanı tim bir araya gelecek Yönetim elemanı DESTEK İSTİHBARAT TAKTİK Her birimin 2-3 hücresi ve her hücrenin 2-5 elemanı vardır. KUMANDA Yönetim Elemanı ALT-KUMANDA ALT-YÖNETİM BİRİM Hedef hakkında bilgi toplama ALT-KUMANDA ALT-YÖNETİM BİRİM İstihbarat kısmı Destek kısmı Taktik kısmı ALT-KUMANDA ALT-YÖNETİM BİRİM Bir kişi daha görevliyle kontak kuracak Şekil-5: Hücre Tipi (Brown,2004:45) 2.Mücahit Gruplar: Bir kısmını 1980’ler de Afganistan’daki savaş için başta ABD, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan’da bulunan yaklaşık 50 ülkedeki temsilcilikler aracılığıyla toplamış olduğu gönüllüler, diğer bir kısmını Bosna, Çeçenistan, Somali, Kosova, Irak, Lübnan ve Filistin gibi dünyanın birçok 127 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen bölgesinde yaşanan çatışmalara cihat yapmak amacıyla katılan kişilerden meydana gelmektedir. El Kaide gerek Cihat Bölgeleri olarak adlandırılan ülkelere savaşmak için gelen mücahitlerin eğitimi, gerekse de özel bazı hücrelerin eğitimi için Afganistan, Sudan, Yemen, Pakistan gibi ülkelerde eğitim kampları ve barınak sağlamaktadır. 3.Yerel Örgütlenmeler El-Kaide organizasyonu altında faaliyet gösteren, bir kısmı doğrudan veya dolaylı irtibat halinde bulunan değişik İslam ülkelerindeki radikal İslamcı gruplardan oluşan örgütlenmelerdir. El-Kaide, bir yönüyle radikal İslamcı grupların toplanma noktası ya da Cemaat-i İslamiye, Özbekistan İslam Hareketi ve Hareket-ül Mücahidin gibi dünya çapında faaliyet gösteren radikal İslamcı örgütlerin içinde yer aldığı geniş bir yelpaze olarak nitelendirilebilecek yapıya sahip bir örgüttür. El Kaidenin merkezi ile bu örgütler arasındaki ilişki hiyerarşik değil gevşektir. Bilgi teknolojilerini kullanarak ağ merkezli yapıyı yaratmıştır. Bu ağ 60 ülke üzerinde faaliyet göstermektedir. (wikipedia,[web],2008) Bilinen bağlantısı olan gruplar; Esbat el Ensar (Lübnan), Hareket ül Ensar/Mücahitler (Pakistan),El Badar (Pakistan), Silahlı İslami Grup/GIA (Cezayir), Saafi Grup (Cezayir), Taha el Fetih (Fetihin Öncüleri), Grup Roubaix (Kanada/Fransa), Hareket ül Cihat (Pakistan), Şah Muhammed (Pakistan), Cemaat Ulema-e İslam (Pakistan), Hizb-ul Mücahitler (Pakistan), El Gama’a İslamiya (Mısır), Beytül İmam (Ürdün), İslami Cihat (Filistinli yetkililer), Özbekistan İslamı Hareketi, El Cihat (Mısır), El –Cihat (Yemen), Laskar-e Tuba (Pakistan), Libya İslami Grubu, Moro İslami Özgürlük Cephesi (Filipinler), Partizanlar Hareketi (Keşmir), Ebu Seyf (Filipinler), El İttihat (Somali), Tevhid ve Cihat (Irak) sayılabilir. (Swetnam ve Alexandar, 2001: 5253) 128 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü Usame Bin Ladin’in liderliğinin altında eylemlere ve faaliyetlere onay veren Danışma Meclisi altında örgütün üst yönetimi ve yapılanması içinde 4 ayrı komite bulunmaktadır; 1.Askeri Komite: Askeri konular ile ilgili komite, eleman toplama, eğitim, silah tedariki, 2. Finans Komite: Örgütün finansal kaynaklarını organize eden komite. İslami vakıflardan gelen paraları kontrol etmektedir. 3.Dini Komite (fetva komitesi): Dini propagandanın hazırlandığı komite. 4. Medya Komitesi: Basın ve yayınla ilgili komite. Usame Bin Ladin ⇓ Danışma Meclisi ⇓ Asıl Komiteler Dini Politika Belirleme Askeri Finans Medya Bütün dünyadaki hücreler ve ilişkide bulunan örgütler Şekil-6: Örgüt Organizasyon Yapısı Bu şekli ile çok uluslu bir şirketin örgütlenme modeline benzemektedir. Danışma Meclisi -Yönetim Kurulu, Mali komite- Finansman Müdürlüğü, Dini Komite–Stratejik Planlama, Askeri Komite- Eğitim ve Satın Alma Departmanı, Medya Komitesi- Basın ve Halkla İlişkiler Departmanı, diğer farklı ülkelerdeki örgütler ise şirketin şubeleridir. Çok uluslu şirketin örgüt yapısından esinlenmiş küresel bir terör şebekesi görünümündedir. Usame Bin Ladin iş adamı kimliği altında, ortak olduğu telekomünikasyon, inşaat, emlak 129 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen alanlarında faaliyet de bulunan Bin Ladin Şirketler grubundan örgüt modelinden esinlenmiştir. Ağ tabanlı (şebeke) terör örgütlerinin işleyişinin sağlıklı olması için temel unsur karşılıklı güvendi. El Kaide terör örgütünün yerel örgütlenmeleri sahip oldukları geçmişleri, etnik yapıları, bölgesel ve ideolojik yapılarındaki homojenlik ile amaçlarda ortaklığı hedeflemiş çok uluslu bir yapı niteliğini ortaya koymaktadır. Şebeke sisteminin çalışması benzer görüş ve değerlere sahip kurumlar arasında daha da kolay olduğundan El Kaide terör örgütünün etrafında birleştirdiği ortak değer ya da başka bir deyişle ideoloji; Cihat’tır. Uzun vadeli hedefi Müslüman topraklardan batılıları çıkararak, sınırları kaldırılmış din temeline dayalı tek bir hilafet devleti kurmaktır. Buna Grand strateji denmektir. Bu hedefe ulaşmak için sürekli ABD ve müttefiklerini rahatsız ederek onların İslam devletlerine yönelik politikalarını değiştirmektir. Kısa vadeli hedef öncelikle batılı güçlerin Müslüman topraklarından çıkması, ülke rejimlerinin Ladin görüş açısını benimseyen rejimlere dönüşmesidir. Devrimci bir amaçla yeniden İslam coğrafyasının şekillenmesidir. Bu cihat sonunda belirtilmiş topraklarda bir halifelik kurulacak, İslami esaslara uygun yaşam sürdürülecektir. Örgüt yapısında küresel bir yaklaşım olmasına rağmen, ilişkili bulunan örgütler kendi geleneklerini ve düşünce biçimlerini danışma kurulunun dikkatine taşımışlardır. Örneğin, Filistin meselesi El Kaide’nin gündemine asıl olarak Usame Bin Ladin ile Ayman El Zevahiri’nin örgütlerini birleştirmesiyle girmiştir. O zamandan beri, örgütte Mısır’daki İslamcı hareketlerden gelenlerin ağırlığı bulunmaktadır. Örgütün iç güvenlik teşkilatında sorumlu ve birçok eylemin asıl ismi olarak görülen kişiler, iki kuşaktan beri Mısırlıdır. Fiziksel birlikteliği olmayan değişik bir örgütlenme tarzına sahip, El Kaide örgütünün bu yapısını eleştirenler onu daha çok sanal bir örgüt yapısı içinde farklı coğrafya da eylem yapan hayalet savaşçılarına benzetmektir. Bileşim 130 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü terminolojisinde kullanılan Sanal kelimesi hem Ladin’in 1988 de dünyanın çeşitli yerlerinden topladığı mücahitlerin bilgisini içeren bir veri tabanı oluşturmasından hem de açılmış farklı Arapça dini siteler ile kendi görüşlerinin propagandasını yapmasından almaktadır. Bu siteler bir bakıma Ladin’in hücre üyelerini etkilediği sanal ümmet şeklindedir. (Roy, 2003: 158163) El Kaide terör örgütü bileşim teknolojisini azami şekilde kullanmaktadır. Enformasyon teknolojisine çok sıkı bir şekilde entegre olmuştur. Kayıt edilmiş lider ve yardımcılarının konuşmaları VCD şeklinde dağıtılarak ve internet ortamında El Kaide web sitelerinde herkesin ulaşabileceği şekilde yer almaktadır. Bu sitelerde El Kaide ideolojisi ve amaçları detaylı şekilde yer alarak yeni militan kazanımı hedeflenmektedir. Lider fetvaları bilgisayar ortamının dışında el ilanı ve cep telefonlarına gelen mesajlar şeklinde de militanlarına ulaştırılmaktadır. Global Terör –Finansal Sistem Havale Yasal Ekonomik Aktiviteler Terör Aktiviteleri Global terör Yardım Vakıfları İslam ülkelerinden gelen bağışlar Bireyler ve Özel firmalardan gelen bağışlar Şekil-6 El Kaide Finans Ağı (Basile, 2004: 170) 131 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen El Kaide terör örgütünün finans kaynakları da dünya geneline yayılmış bir ağ üzerinden çeşitli kaynaklardan toplanmaktadır. Suudi Arabistan, Taliban ve Pakistan’daki sponsorlara çok ciddi mali yardımlarda bulunmuşlardır. İslam dünyasında yapılan para transferleri çoğu gizli Havale sistemiyle elden yapıldığı için izlenmesi zordur. Afganistan’da yaygın olarak kullanılan fakat yasal olmayan Havale sistemini uyuşturucu kaçakçıları, kara para aklayıcıları kullanmaktadır. Güven anlamındaki Havale sisteminde dünyanın herhangi bir yerine para göndermek isteyen kişi parayı nakit olarak simsara teslim etmekte verilen kod ve faksla öbür taraftaki simsara kod söylenerek parasını almaktadır. (Napoleoni, 2003: 12) Başta lider Bin laden şahsi serveti, medrese ve camilerden gelen bağışlar, terör aktiviteleri, havale sisteminden toplanan paralarla Şekil-6 da görüldüğü gibi bir ağ tabanlı yapı üzerinden örgüte ciddi paralar aktarılmaktadır. SONUÇ Küreselleşme ile iletişim, bilgi teknolojilerinde görülen gelişmeler bundan istifade eden terör gruplarını yeni dönemin özelliklerine adapte olmalarını sağlamıştır. Terörist gruplar dünya sisteminde önümüzdeki dönemde de kıt kaynakların olduğu bölgelerde devletlerin bir aracı, kimi nokta da onlarla rekabet eden bir güç olarak aktör rolünü devam ettireceklerdir. Geleceğin savaşı, bir milletin ya da devletler grubunun ordularının birbirleriyle savaş meydanındaki mücadelesi olarak düşünülmemelidir. Savaş kavramı da, teknolojideki gelişmelere paralel olarak, askeri gücün kullanımından ibaret olmaktan çıkmış, terörist organizasyonlardan, uyuşturucu kaçakçılığına, psikolojik harekâttan sistematik ve bilinçli bilgisayar saldırılarına kadar geniş bir boyuta yayılmıştır. Ağ tabanlı örgütsel modeli benimsemiş El Kaide terör örgütü şebeke sisteminin tüm özelliklerini taşımaktadır; 132 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü - Dağınık ve ağ yapılı bir organizasyon yapısı, çağdaş ordulara göre daha ademi merkeziyetçi. - Ulus içi ve uluslar arası örgütlenmesi bir arada. - Uluslararası sistemdeki boşluklardan faydalanmakta (finansal ve siber alem) ve küresel biçimde ülkeler içinde var olmakta. - Bireysel hücre yapılanmaları ve işlevsel alanlar (planlama, operasyonlar, destek, istihbarat, medya) birbirinden izole edilmiş - Kaynaklara, eylemcilere ve genel konulara ilişkin talimatlar merkezden verilse dahi inisiyatif daha çok merkez dışında bulunanlarca kullanılmakta. - Bilgi teknolojilerinden en üst düzeyde faydalanma. - Ağlar sayesinde birden fazla eylem çok farklı coğrafyalarda eş zamanlı eylem yapabilme. Küresel alanda yaşanan gelişmeler Ağ Savaşı’nın gelip geçici bir güvenlik sorunu olmayacağını göstermektedir. Bilgi devrimi dünya çapında genişlemeye ve derinleşmeye devam ettiği sürece Ağ Savaşı’nın daha da sıklıkla uygulanması beklenebilir. Temelde terörist organizasyonlar Darvinci bir yaklaşımla kendinden öncekilerden çok şey öğrenme eğilimindedirler. Bu yüzden de mevcut uluslararası sistemdeki yeni değişikliklere adapte olmak için yenilikçi tarzlar geliştirmek eğilimindedirler. Ağ savaşı uygulamalarının sayısal olarak artması, farklı terörist grupların sahip oldukları tekniklerin ve kapasitelerin seviyesinin de arttığının bir göstergesi olacaktır. Conor Cruise O’Brien Küresel terörizmin devamına neden olan faktörleri şöyle sıralamaktadır; (Arıboğan,2001:250) - Dünyadaki siyasi bölünmeler, istikrarsız rejimler, çökmüş devletler terörist taktiklere başvurmayı teşvik etmektedir. 133 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen - Dünyada daha küçük, hafif, taşınabilir, eksiksiz ve daha ucuz silahlara doğru bir eğilim vardır. - Modern endüstriyel toplum çok karmaşık ve bütünleşmiş durumda olduğu gibi, hassas teknolojisi de çökmelere başarısızlıklara karşı çok duyarlıdır. - Terörizm özgür toplumlara karşı sürdürülmesi göreceli olarak çok daha kolay olduğu için totaliter toplumlarda fazlaca karşılaşılmaması şaşırtıcı olmamalıdır. - Devlet destekli terörizm zayıf devletlere bundan sonra da fazla kullanılır hale gelecek, düzenli ordular karşısında amaca ulaşmada tek yol durumuna gelecektir. - Teröristler açısından da terörizmin devamında birtakım çıkarlar söz konusudur. Teröriste bu yöntem statü,prestij, örgütlenme ve para sağlamaktadır. Benzer bir şekilde Ocak 2005’te CIA tarafından yayınlanan Mapping the Global Future raporunda, terörizm geleceği konusunda şu fikirler ileri sürülmüştür ;( CIA Map,[web], 2005 ) ABD’nin başlattığı küresel terörle mücadelenin ardından yeni bir militan sınıfı ortaya çıkacaktır. El Kaide’nin yerini aşırı dinci, merkezi olmayan küçük örgütler alacaktır. Tespit edilmesi ve yakalanması daha zor olan bu örgütler güvenlik güçlerinin işini zorlaştıracaktır. Önümüzdeki 15 yılda, uluslararası terör örgütleri radikal İslam kimliği ile tanımlanmaya devam edecek, Ortadoğu, Batı Avrupa, Güneydoğu Asya, Orta Asya gibi bölgelerde radikal İslam ideolojisi yayılacaktır. Mensuplarının sayısı azalsa da terör örgütlerinin tehdidi devam edecektir Tabanlı terörist örgütler ile mücadele de güce dayalı askeri çözümlü politikalar sonuçları itibariyle bekleneni ortaya koyamayacak aksine var olan nefreti daha da körükleyerek eylemlerin sürekliliğini sağlayacaktır. Bu nedenle küresel 134 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü terörün nedenlerine inerek, ekonomik sosyal,psikolojik ve siyasi çok yönlü politikalar ortaya konarak ağ yapılarının beslendiği damarları ortadan kaldırmak gerekir. Özellikle dünyadaki artan insan nüfusu karşısında mevcut kıt kaynakların dağılımına yönelik uzun vadeli uluslararası işbirliği ve planlama olmazsa bu kaynakların bulunduğu bölgelerde terör gruplarından kaynaklanan istikrarsızlıkların olması kaçınılmazdır. Kısaca B.M.Jenkins’e göre terörizmin geleceği; (Pırtaş, 2002: 94) “Teröristler, dünyanın herhangi bir yerinde ki hedefi vurabilecek nitelik de, akışkan olarak kalacaklardır. Aralarındaki bağlar ise, giderek güçleneceğe ve karmaşık bir hal alacağa benzemektedir. Kendi hesabına çalışan (freelance) teröristler çıkabilir. Bazı ülkeler terörist grupları kendi çıkarları doğrultusunda çalıştırabilir.” şeklinde özetlemiştir. Terörü tam anlamıyla yok edilmese de kontrol altına alınabilecek seviyeye getirmek önemlidir. 2001 yılından itibaren yapılan tüm uluslar arası işbirliği ve güçlü istihbarat terör gruplarının var oldukları alanları daraltacaktır. KAYNAKLAR ARIBOĞAN, Deniz Ülke: Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, Der Yay., İstanbul, 2001. ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: Netwar Revitised: The Fight for the Future Continues”, R.Bunker(ed), Networks Terrorism and Global Insurgency, Routledge Group, New York, 2005. ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: The Advent of Netwar, A. John and R. David (ed) Networks and Netwars :The Future of Terror, Crime and Militancy , Rand Copr. Santa Monica, 2001. ARQUİLLA, John and RONFELDT, David: Networks, Netwar and the Information Age Terrorism, I.O.Lesser (ed) Countering the New Terrorism, Rand Copr. Santa Monica, 2001. AYDIN, Mustafa: Küreselleşme Karşısında Ulus Devlet-Ulusal Ekonomi ve Güvenlik, Panorama Dergisi, Sayı 12, İstanbul, 2005. 135 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 İnci Sökmen BASİLE, Mark: Going to The Source Why Al Queda’s Financial Network is Likely to Withstand The Current War on Terrorist Financing, Studies in Conflict & Terrorism, 2004. BROWN, Doug: Terörizm ve Terör ile Mücadele Eğitim Kitabı (ACT-TM-1) (çev.) Lütfi Tamer, 2004. CRONİN, A.Kurt: Behind the Curve : Globalization and International Terrorism, M.E.Brown ,O.R. Cote ,S.M. Lynn-Jones, S.E. Miller (ed) New Global Dangers Changing Dimensions of International Security, MIT Press, Cambridge, 2004. DİNÇER, Ömer: Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Beta Yay., İstanbul, 1991. ERBAY, Y.: Kavram olarak Küreselleşme, Yeni Türkiye Dergisi, 21.Yüzyıl Özel Sayısı 1, Ankara, 2000. FREEMAN, Chris & SOETE, Luc: Yenilik İktisadı, TÜBİTAK Yay., Ankara, 2003. FRİEDMAN, Thomas: Lexux ve Zeytin Ağacı. Küreselleşmenin Geleceği, Boyner Yay., İstanbul, 1999. Global Map Report <www.dni.gov/nic/NIC_2020_project.htm> HOFFMAN, Bruce: Terrorism Evolves Toward Netwar, RAND Review ,Vol 22, No2. Winter1998 -1999. JACKSON, Brian: Groups, Networks, or Movements: A Command-andControl-Driven Approach to Classifying Terrorist Organizations and Its Application to Al-Qaeda, Studies in Conflict & Terrorism, Routledge Taylor & Francis Group, 2006. JENKİNS, Brian: The Organization Men: Anatomy of a Terrorist Attack, J.F.Hoge, J.R. ve G.Rose (ed), How Did This Happen :Terrorism and The New War, Public Affairs, New York , 2001. KAZGAN, Gülten: Küreselleşme ve Ulus Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, Bilgi Üniversitesi Yay., 1.Basım, İstanbul, 2000. King, A.D.: Kültür, Küreselleşme ve Dünya Sistemi, (Çev.G.Seçkin, Ü.Hüsrev Yolsal), 2.Baskı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1998. KOÇEL, Tamer: Bilgi Çağı, Yönetim Düşüncesi ve Uygulamaları, Uluslararası Yönetim ve Askerlik Sempozyum Bildirisi, Kara Harp Okulu, 2627 Mayıs 2005, Ankara, 2005. KOÇEL, Tamer: İşletme Yöneticiliği, Beta Yay., İstanbul, 1998. 136 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,107-137 Ağ Tabanlı Terörist Organizasyonlar El Kaide Terörist Örgütü LONSDALE, David: Enformasyon Gücü: Strateji, Jeopolitik ve Beşinci Boyut, C.S.Gray, G.Sloan (ed): Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. (Çev T.Karabacak), Asam Yay., Ankara, 2005. NAPOLEONİ, Loretta: Modern Cihat, Neşenur Domaniç ve Nusrey Ayhan (çev) , Bulut Yayınları, İstanbul, 2003. McALLİSTER. Brad: Al Qaeda and The Innovative Firm :Demythologizing the Network”, Studies in Conflict & Terrorism, 2004. MARSHALL, McLuhan, BRUCE R. Povers: Global Köy, Scala Yayıncılık, İstanbul, 2001. O’BRİEN, Kevin: Networks, Netwar and Information – Age Terrorism, A.Tan, K.Ramakishna (ed).The New Terrorism Anatomy, Trends and Counter Eastern Universities Press, Strategies, Singapore, 2002. PURTAŞ, Fırat: Yeni Boyutlarıyla Terörizm ve Dış Politika, Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, Prof.Dr.Osman Metin Öztürk (der.) Biltek Yay., Ankara, 2002. ROY, Oliver: Küreselleşen İslam, Metis Yay., İstanbul, 2003. THORNTON Perry, Thomas: Terror as a Weapon of Political Agitation, in Internal War: Problems and Approaches, ed. Harry Eckstein Free Press of Glencoe New York, 1964. SWETNAM, Michel ve YONAH, Alexander: Bir Terörist Ağının Profili; Usame Bin Laden, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 2001. TUATHAİL, Gearoid.O.: Eleştirel Jeopolitiği Anlamak :Jeopolitik ve Risk Toplumu, C.S.Gray, G.Sloan (ed) Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya .(çev T.Karabacak), Asam Yay., Ankara, 2003. TUTAR, H.: Küreselleşme Sürecinde İşletme Yönetimi, Hayat Yayıncılık, İstanbul: 2000. <http://en.wikipedia.org/wiki/Al_Quaeda> WHELAN, Richard: El-Kaidecilik. İslam’a Tehdit, Dünya’ya Tehdit, Platin Yayınları, Ankara, 2006. White House: National Strategy for Combating Terrorism, Şubat 2003. The White House Web sitesi, 1 Aralık 2005.<www.Whitehouse.gov/news/releases/2003/02/counterterrorism/countert errorismstrategy.pdf> ZANİNİ M. ve EDWARDS S.J.A.: The Networking of Terror in The Information Age , J.Arquilla ve D.Ronfeldt (ed) Networks and Netwars: The Future of Terror, Crime and Militancy, Rand Corp., Santa Monica, 2001. 137 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,107-137 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,138-154 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY NATO VE ABD’NİN AFGANİSTAN STRATEJİSİ, YENİ STRATEJİNİN TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ Osman Akagündüz∗ ÖZET Güvenlik yapılanmalarının arkasındaki mantık tehdit algılaması ile doğrudan ilişkilidir. Afganistan operasyonu için 2001 yılında kabul edilen stratejiye göre NATO ve ABD kuvvetleri, Taliban ve El-Kaide ile ilişkili olan teröristlerin yakalanmasını veya ortadan kaldırılmasını öngören “Karşı-Terörizm” stratejisini benimsemişti. Başlangıçta Afganistan halkının geniş kesiminin de desteğini alan ISAF kuvvetleri, daha sonraki dönemlerde uygulanan sert ve ölçüsüz kuvvet kullanımı metotları nedeniyle önemli ölçüde halkın desteğini yitirmiştir. Giderek kötüleşen mevcut durum, NATO ve ABD kuvvetlerinin yeni bir strateji geliştirip 2010 yılından itibaren bunu uygulamak için hazırlıklar yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce çekilmeyi arzu eden ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep etmektedir. ABD bir yandan 34.000 kişilik ilave bir kuvvet gönderme kararı almıştır. Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin askerlerinin, Afganistan’da doğrudan muharip bir görevde kullanılması uygun değildir. Anahtar Kelimeler: Afganistan, ABD, NATO, Türkiye, Strateji. ABSTRACT Afghan strategy approved in 2001 for NATO and USA envisaged a counter-terrorism strategy in order to capture or eradicate the terrorists of Taliban and El Qaeda. Although the ISAF Forces had a great support of the Afghan people at the beginning, they gradually losted that support aftermath of the operations due to the rough and careless force implementations. Deteriorating situation caused to develop a new strategy and preparations for the NATO and US Forces to launch in 2010. The US, willing to terminate Afghan mission immediately, demands much forces from NATO countries for that strategy. On the other hand USA has decided to send a troop with 34,000 people to Afghanistan. In reaction force demands, it is foreseen that Turkish involvement to combat missions is not appropriate due to her Muslim character. Key Words: Afghanistan, USA, NATO, Turkey, Strategy. ∗ Araştırmacı Yazar, (Habertürk Televizyonu), akagunduz@cyh.com.tr Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri GİRİŞ Türkiye Başbakanının 6-8 Aralık 2009 tarihlerindeki ABD ziyareti öncesinde, ABD’nin karşılıklı görüşmeler sırasında iki ülkenin birbirinden muhtemel talepleri medyada geniş yer buldu. ABD’nin bu ziyaret sırasında Türkiye’den bir NATO ülkesi olarak Afganistan’a muharip güç, yani bizzat çatışmalara girecek ve teröristlerle çarpışacak asker gönderilmesini isteyeceği hakkındaki iddialar bu muhtemel taleplerden birisi olarak gösterildi. Bununla beraber, çeşitli Türk yetkili kaynaklar, hatta ABD’ye hareketinden önce bizzat Başbakan tarafından; Türkiye’nin harekâtın başarısı için mutlaka gerekli olan “halkın kazanılması” faaliyetlerinde din faktörü nedeniyle etkin bir rol oynayabileceği ifade edilerek “eğitime destek verilebileceği” ancak NATO’nun Afganistan’daki hedeflerine ulaşabilmesi için Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin askerlerinin, yine Müslüman olan terörist veya ayaklanmacılarla karşı karşıya getirilmesinin, Türk askerinin doğrudan muharip bir görevde kullanılmasının uygun olmayacağı ifade edildi. Bu makalede, gelinen aşamada Afganistan’da yapılan hatalar nedeniyle giderek etkinliği azalmakta olan NATO kuvvetlerinin yeni yılda uygulayacağı strateji ve ayaklanmaya doğru giden faaliyetlere karşı uygulayacağı yeni harekât konsepti hakkında bilgi vermek amaçlanmaktadır. Çünkü ülkemizde de terör faaliyetlerini ayaklanma noktalarına kadar getirip, bağımsız bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan ve bunu siyasal uzantısı partilerle de gerçekleştirmeye çalışan PKK denilen bir terör örgütü mevcut ve Afganistan’da bu yıl uygulanacak bu yeni harekat konseptinin, uzak bir ihtimal de olsa ve hiç arzu edilmemekle birlikte, böyle bir kalkışmaya karşı ülkemizde de benzer biçimde uygulanması, uzak bir ihtimal de olsa mümkündür. Bu nedenle konu ülkemiz açısından da büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle öncelikle NATO’nun ve ABD’nin Afganistan’da bulunma sebebi, bugüne 139 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz kadar uygulanan NATO ve ABD stratejisinin sonuçları, ABD’nin yeni bir strateji ve harekât konsepti uygulamak istemesinin nedenleri ve bu yeni strateji ile ilgili bilgilere yer verilecektir. NATO VE ABD NEDEN AFGANİSTAN’DA BULUNUYOR? 11 Eylül 2001 tarihinde, El-Kaide terör örgütünün ABD’de New York, Washington D.C. ve Pennsylvania’da yaptığı terör saldırılarını birçoğumuz hatırlayacaktır. İkiz kuleler adı verilen New York’taki ticaret merkezine yolcu uçakları ile yapılan saldırılar sonucu binlerce insan ölmüş ve bu binalar saldırı sonucu yıkılmış, ele geçirilen bu yolcu uçakları ile ABD Silahlı Kuvvetlerinin genel karargâhı olan Washington’daki Pentagon’a bile saldırılar yapılarak, büyük hasar ve zayiat verdirilmişti. Gerçekten eşi görülmemiş ve hiç beklenmeyen bu terör saldırılarının sonucunda; ABD, NATO Daimi Konseyi’ni acilen toplantıya çağırmış, bu toplantıda “NATO üyelerinden birine yapılan saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağına” ilişkin NATO anlaşmasının 5. Maddesi1 işleme koyulmuş, tüm NATO ülkelerince kabul edilerek ilan edilmiştir. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) 12 Eylül 2001 tarihinde bu saldırıları lanetlemiş, tüm ülkeleri gerekli adımları atmak ve terörizme karşı koymak üzere koordineye ve işbirliğine çağırmıştır2. ABD’ye karşı uygulanan bu terör saldırılarının planlayıcısı olan El-Kaide terör örgütünün elebaşısı Bin Ladin ve yardımcılarının o tarihlerde Afganistan’da bulunduğu ve burada yönetime hakim olan ve Taliban adı verilen dinci gruplar tarafından da desteklenip himaye edildiği belirlendiğinden, BM tarafından ISAF adı verilen “Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti”nin BM çatısı altında görevlendirmesi kararı alınmıştır3. Almanya-Bonn’da 5 Aralık 2001 tarihinde yapılan Afganistan konferansı ve arkasından imzalanan anlaşmaya göre teşkili BM tarafından da uygun görülen ISAF kuvvetinin, Afganistan’daki 1 Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO), 04 Nisan 1949, Washington D.C. Madde 5. BM Güvenlik Konseyinin, 1368 sayılı kararı. 3 BM Güvenlik Konseyinin, 1373 sayılı kararı. 2 140 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri geçici hükümeti desteklemesi, ülkeye hakim Taliban yönetimini devirerek ElKaide terör örgütünü ortadan kaldırması ve Afganistan’da istikrarı ve düzeni sağlaması amacıyla başlangıçta Kabil ve çevresinin emniyetini sağlamak üzere konuşlanmasına karar verilmiştir. 5000 kişilik ISAF kuvvetinin Aralık 2001 ayından itibaren konuşlanması başlamıştır4. ISAF kuvvetinin 11 Ağustos 2003 tarihinden itibaren NATO harekat komutasına devredilmesine karar verilmiş, arkasından Ekim 2003 ayında BM tarafından bu kuvvetin tüm Afganistan’ı kontrol etmesine yönelik karar da alınarak yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvet seviyesine de ulaşılması hedeflenmiştir5. BUGÜNE KADAR UYGULANAN STRATEJİ VE YAPILAN HATALAR Afganistan’da NATO ve ABD kuvvetlerinin 2001 yılından itibaren bugüne kadar sürdürdüğü strateji; - Taliban yönetimi devrildikten sonra seçilen Afganistan hükümetinin ülkede etkinliği sağlaması için ekonomik yardım, güvenlik, yeniden teşkiline başlanan Afganistan ordusunun eğitimi, teçhizat ve silah desteği ile ülke istikrarına destek, uyuşturucu üretimini ve kaçakçılığını önlemek faaliyetlerini sürdürürken, - Direnişe başlayan Taliban ve El-Kaide teröristlerine karşı-terörizm operasyonları yürütme stratejisi olarak özetlenebilir. Bu stratejiye göre NATO ve ABD kuvvetleri, Taliban ve El-Kaide ile ilişkili olan teröristlerin yakalanmasını veya ortadan kaldırılmasını öngören “KarşıTerörizm” stratejisi; teröristlerin ve onlara destek verenlerin yerlerinin tespiti, yakalanmalarını veya ortadan kaldırılmasını hedefleyen hava harekâtı dâhil tüm operasyonlar, emniyet ve güvenlik gereken bölge ve yerlerde polis görevi niteliğindeki görevler, yeniden teşkiline başlanan Afganistan ordusunun ve 4 5 BM Güvenlik Konseyinin, 1378 sayılı kararı. BM Güvenlik Konseyinin, 1383 sayılı kararı. 141 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz güvenlik güçlerinin eğitimi şeklinde sürdürülmüştür. Görevlendirilen tüm kuvvetler genelde özel harekât yürütebilecek nitelikteki, üst düzey eğitim almış, özel harp kuvvetleri şeklindedir. Bu arada Taliban’ın tasfiyesi ile kurulan yeni hükümetin de işlerliğinin artırılması maksadıyla, BM veya ABD’den görevlendirilen sivil örgütler ve personel ile de, sivil-asker işbirliği ve sivil alanda gerekli olan tedbirler ve yeniden imar faaliyetleri de uygulanmaya başlamıştır. Başlangıçta Afganistan halkının geniş kesiminin de desteğini alan ISAF kuvvetleri, daha sonraki dönemlerde uygulanan sert ve ölçüsüz kuvvet kullanımı metotları ve özellikle hava taarruzları ve insansız hava araçları kullanımları nedeniyle, sivil halk ile terörist ayırımını tam olarak yapamamış, sivil ve masum halkın ağır kayıplar vermesine neden olmuştur. Bunun neticesinde de halkın ISAF kuvvetlerine olan inancında ve desteğinde çok ciddi azalmalar meydana gelmiştir. Özellikle son yıllarda, yukarıda açıklanan nedenlerle Afganistan halkının desteği giderek azalmış, halktan elde edilen istihbarat bilgilerinin akışında önemli azalmalar gözlenmiştir. Bazı Taliban ve El-Kaide terör örgütü lideri Bin Ladin’in ve diğer üyelerinin henüz yakalanamayışı, Pakistan sınırının kontrolünde meydana gelen zafiyetlerin artması, Pakistan topraklarındaki oldukça sarp olan güvenli bölgelerin verdiği saklanma ve barınma imkânları, dini propagandaların halk üzerindeki giderek artan etkileri, Taliban’a ve ElKaide’ye ilave olarak bunlarla işbirliğine giden yeni örgütlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Tüm bunların neticesinde ISAF kuvvetlerinin etkinliğinde ve karşı-terörizm faaliyetlerinin sonuçlarında ve başarısında oldukça fazla gerileme görülmüştür. Yukarıda sayılan hatalar, 2009 yılında Taliban ve diğer terör örgütlerinin terörizm faaliyetlerini artırmalarına ve ISAF’tan zarar gören halkı da yanlarına çekmelerinde oldukça olumsuz etki eden önemli etkenler olmuşlardır. Giderek 142 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri kötüleşen mevcut durum, bir an önce Afganistan’dan kurtulmak isteyen ABD’nin ve dolayısıyla NATO’nun burada uygulanan mevcut stratejiyi terk edip içinde bulunduğumuz 2010 yılından başlayarak yeni bir strateji uygulama kararı almasında önemli rol oynamıştır. ISAF’IN MÜCADELE EDECEĞİ TEHDİDİN BUGÜNKÜ DURUMU: Afganistan’da ISAF kuvvetlerinin bugüne kadar uyguladığı hatalı stratejinin de etkisiyle giderek artan tehdit bugün aşağıdaki boyutlara ulaşmış, basit bir terör örgütünün çok ötesinde, El-Kaide ile koordineli ve müşterek faaliyette bulunan çeşitli fraksiyonlarca ortaklaşa sürdürülen bir ayaklanmaya 6 dönüşmüştür. Bu fraksiyonlar ve örgütler şunlardır ; - Quetta Taliban Şurası; Lideri Molla Ömer’dir. Afganistan’da Şeriat kuralları uygulamak üzere mücadele etmektedir. Pakistan’da saklanmaktadır. “Afganistan İslami Emirliği” adında alternatif bir hükümet kurmuş, birçok vilayette de gölge valiler tayin etmiştir. Özellikle Kandahar bölgesinde çok etkilidir. Halktan zorla vergi toplamakta, halkı zorla işçi olarak kullanmakta, örgütüne savaşçı teminini zorla ve tehditle yapabilecek güçtedir. Halkı, yabancı kuvvetlere karşı Afganistan halkını korumak ve Müslümanlara karşı yürütülen harekâta karşı savaştığı şeklindeki propagandalarla motive edebilmektedir. Tüm ülkede uyuşturucu kaçakçılığını kontrol etmeye çalışmaktadır. - Hakkani Örgütü; Güneydoğu Afganistan’da çok etkilidir. İnsan gücünü ve finansmanını Körfez’deki Arap ülkelerinden ve Pakistan’dan temin etmektedir. El-Kaide ile çok yakın ilişki içinde hareket etmekte, bu örgütün lideri Bin Ladin’i de Pakistan’da sakladığı söylenmektedir. Pakistan’da konuşlu diğer örgütlerle işbirliği içinde faaliyette bulunmakta, Afganistan topraklarının yabancı güçlerden temizlenmesi için mücadele ettiğini açıklamaktadır. Aşırı dinci elemanlarını da, yaptıkları propagandalarla bütün 6 NATO istihbarat raporları, 2008-2009, Brüksel-Belçika. 143 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz Müslüman ülkelerden sağlayabilmektedir. Uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı ile de mali yönden kendine destek sağlamaktadır. - Hizbe-İslami Gulbiddin; Pakistan ve 3 değişik Afganistan vilayetinde konuşlu ve etkindir. Eski mücahit komutan Gulbiddin Hekmatyar tarafından yönetilmektedir. Talibanı desteklediğini ifade etmekte, ilerde kurulması amaçlanan Taliban hükümetinde aktif ve belirleyici bir rol almak istemektedir. Bu örgüt, Doğu Afganistan’daki uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığını kontrol etmekte, ayrıca maden yollarını ve kaynaklarını da kontrol etmeye çalışarak, ekonomik açıdan da önemli zararlar vermektedir. Tüm bu gruplar ve örgütler, ISAF kuvvetleri ile etkisi her gün giderek artan biçimde sürekli olarak mücadele etmektedir. Etkin oldukları ve kontrol ettikleri bölgelerdeki Afganistan halkını da kışkırtıp tahrik ederek, kendilerine zorla destek verilmesini ve eleman teminini de sağlayıp şu anda mevcut ayaklanmayı daha geniş bir boyuta çıkartmak ve genişletmek gayreti içindedirler. TÜRKİYE’NİN AFGANİSTAN’A YÖNELİK FAALİYETLERİ Bir NATO ülkesi olan Türkiye, 11 Eylül 2001 tarihindeki ABD’ne yönelik terör saldırılarını müteakip, NATO anlaşmasının 5. Maddesinin işleme konulması neticesinde, ABD’ne yapılan saldırının tüm NATO ülkelerine yapıldığının kabul edilmesi ve bunun BM tarafından da kabul edilmesi ve desteklenmesi ile başlayan NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşların faaliyetlerine “Barışı Destekleme Harekâtı” kapsamı içinde destek vermiştir. Türkiye, TBMM’nde 5 Ekim 2001 tarihinde alınan kararla, BM ve NATO’da alınan tüm bu kararları onayladığını açıklamış, 10 Ekim 2001 tarihinde ise yine TBMM’nde alınan 722 sayılı karar ile de, Hükümete “Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerinin Türkiye’de bulundurulması konusunda sınırsız ve süresiz yetki” verilmiştir. Bu karar ve yetki neticesinde de Türkiye, İngiltere liderliğindeki ilk dönem ISAF 144 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri yapısına 267 kişilik bir askeri birlik ile katılmıştır. Bu kuvvet ile Türkiye daha çok Kabil merkezindeki eğitim ve karargah faaliyetlerinde görev almıştır. 20 Haziran 2002 tarihinde başlayan ikinci dönem ISAF liderliğini Türkiye üstlenmiş ve bu dönemde Kabil havaalanı sorumluluğunu da almıştır. 2005 yılında Türkiye’nin toplam askeri personel katkısı 1450 kişiye ulaşmıştır. Şu anda 2008 yılındaki toplam personel miktarı olan 780 askeri personel ile ISAF’a katkısı sürmektedir. Yeni NATO/ABD stratejisi kapsamında, 4 Ekim 2009 tarihinde sona eren NATO zirvesi toplantısında NATO’daki çeşitli üye devletler (25 üye devlet) ilave olarak 7000 asker daha gönderme kararı almışlardır. Bu kapsamda, Türkiye’nin Kasım 2009 ayı içinde ISAF Komutanlığını devralacağı, 1000 kişilik ilave bir güç daha göndererek toplam mevcudunu 1780 kişilik bir askeri güce çıkaracağı da açıklanmış, daha sonra Türkiye ISAF Komutanlığı görevini Kasım 2009 ayı içinde, 3. kez ve çok kritik bir dönemde devralmıştır7. NATO ülkelerinin göndereceği 7000 kişilik toplam ilave güce, yeni strateji kapsamında ABD’nin göndereceğini açıkladığı yaklaşık 34.000 kişilik ilave askeri güç dâhil değildir. Bugüne kadar Afganistan’daki Türk askerleri genel olarak, Kabil şehri bölgesinde güvenlik ve emniyet görevlerini yürütmüştür. Ayrıca çeşitli alt yapı hizmetlerinin sorumluluğunu da alarak hastane, okul, revir, su depolama ve su şebekesi hatları inşası, insani yardımlarda bulunmuştur. Afganistan’da ve Türkiye’de yeni kurulan Afgan ordusuna askeri eğitim desteği verilmesi, askeri silah ve mühimmat desteği kapsamında hibeler, meslek eğitim kursları, güvenlik eğitimi kursları, üniversitelere destek faaliyetleri gibi sivil-asker işbirliği kapsamındaki faaliyetlere destek vermiştir8. Bu bölgedeki sivil halkın güvenini ve desteğini kazanmıştır. 7 8 Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası. (Giriş: 10 Aralık 2009). Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası. (Giriş: 10 Aralık 2009). 145 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz Afganistan’da özellikle Kabil şehri bölgesindeki halkın saygı ve güven duyduğu Türkiye’nin, yeni strateji kapsamında muharip görevlerde kullanılmasının, yani teröristlerle mücadele görevleri almasının, NATO ve ABD’nin “halkın güveninin kazanılması kapsamındaki sivil-asker işbirliği” faaliyetlerine zarar vereceği açıktır. Türk askerlerinin güvenlik, emniyet ve sivil-asker işbirliği görevlerine devam etmesinin önemli bir katkı olacağı, yabancı uzmanlar tarafından bile ifade edilmektedir. Türkiye’deki ilgililerin de yaptıkları açıklamalarda, Türk askerlerine değişik bölgelerde karşı-terörizm ile ilgili muharip görevi verilmemesi, yapılandırılan Afganistan silahlı kuvvetleri ile polis gücüne eğitim vermelerinin ülkenin geleceği açısından çok önemli bir hizmet olacağı konusunda kararlı ve ısrarlı olduğu gözlenmektedir. Başbakan da ABD ziyaretinin dönüşünde benzer açıklamalar yapmıştır9. NATO VE ABD’NİN YENİ STRATEJİSİ NATO ve ABD kuvvetlerince bugüne kadar sürdürülen karşı-terörizm harekâtında, sivil halk ile teröristlerin birbirlerinden ayrılamaması, sivil halkın ağır kayıplar vermesine neden olmuştur. Ağır hava bombardımanları uygulaması ile suçsuz ve masum hedeflerin de vurulması sonucunda; başlangıçta desteği alınan Afganistan halkının istihbarat bilgileri dâhil desteğinin azalmasına ve hatta çoğunlukla Taliban, El-Kaide ve diğer örgütleri desteklemeye başlamasına neden olmuştur. Yapılan dini propagandalar, cihat ilanı, komşu Pakistan topraklarının da geniş biçimde kullanılmaya başlaması ve desteğin artması neticesinde bazı bölgelerde ayaklanmalar başlamış, terör daha da genişlemiştir. Bu durum, sivil halk desteğinden yoksun bir yabancı gücün başarı şansının bulunmadığı konusunda bir başka önemli örnek olarak ortaya çıkmıştır. Kısaca, mevcut durum ABD kuvvetlerinin, Vietnam ve Irak’tan ders ve örnek almadıklarını ispatlayan ve bunu yeniden anlamalarına sebep olan, önemli bir gelişme olmuştur. 9 Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde ve dönüşünde yaptığı basın açıklamaları. 146 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri Giderek kötüleşen mevcut durum, NATO ve ABD kuvvetlerinin yeni bir strateji geliştirip 2010 yılından itibaren bunu uygulamak için hazırlıklar yapmasına neden olmuştur. Afganistan’dan bir an önce çekilmeyi arzu eden ABD, bu strateji için NATO ülkelerinden daha fazla kuvvet talep etmektedir. ABD bir yandan 34.000 kişilik ilave bir kuvvet gönderme kararı almıştır. ABD, Afganistan’da bir an önce sonuç almaya yönelik arayışlar içindedir. Bu arada Afganistan’daki ABD kuvvetlerinin komutanlığına gönderilen General Stanley McChrystal, bu hazırlıklarla birlikte halkın yeniden kazanılması maksadıyla, ABD hava taarruzlarını derhal durdurmuş ve psikolojik harekatla koordineli olarak sivil-asker işbirliğine ağırlık vermeye başlamıştır. ABD’li General Stanley McChrystal tarafından hazırlanan ve ilave olarak yaklaşık 40.000 askeri öngören (34.000 ABD, 7000 NATO) “yeni stratejik harekat konsepti”, Başkan Obama tarafından da onaylanmış, ancak harekatın bitirilmesi için 2010 yılından başlayarak 2011 yılının Haziran ayına kadar sürecek bir sınırlama da getirmiştir. Başkan Obama, 10 Aralık 2009 günü Nobel Barış ödülü (!) aldığı Oslo’da da bu savaşın öneminden bahsederek enteresan bir açıklama da yapmıştır. Obama, savaşın bazen gerekli olduğunu, 2011 yılının Haziran ayından başlayarak ABD ve NATO kuvvetlerinin Afganistan’dan çekilmeye başlayacaklarını ve sorumluluğun da Afganistan silahlı kuvvetleri ile polis gücüne devredilmesinin planlandığını ifade etmiştir10. Başkan Obama’nın NATO’dan ilave kuvvet talebinin ve ilave 34.000 kişilik ABD kuvveti göndermesinin nedenlerinden birisi de budur. YENİ STRATEJİNİN UYGULAMA ESASLARI Yeni strateji, NATO kuvvetleri ve mevcut hükümet ile müştereken ve koordine içinde uygulanacak Sivil ve Askeri Strateji Uygulamaları olmak üzere 2 bölümlü olarak planlanmıştır. Sivil strateji uygulamaları aşağıdaki hususları içermektedir; 10 Başkan Obama’nın, 10 Aralık 2009 tarihinde, Oslo-Norveç’te Nobel Barış Ödülü . 147 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz - Afganistan hükümetinin halkın güven duyduğu ve desteklediği bir hükümet haline getirilmesini sağlamak amacıyla BM ile müştereken her türlü sivil tedbirlerin alınması, planlamalar yapılması. - Mevcut Afganistan silahlı kuvvetlerinin ve polis gücünün, sayısal açıdan tüm etnik yapıları kapsayacak şekilde oluşturulması, eğitim ve teçhizat yönünden geliştirilmesi için her türlü desteğin sağlanması ve tüm halkı ve bölgeleri koruyabilecek, terörle mücadele edebilecek imkân ve kabiliyete kavuşturulması. - Bu tedbirler kapsamında ülkede demokrasi, insan hakları ve hukuk sisteminin geliştirilmesi, uyuşturucu kaçakçılığının ve üretiminin önlenmesi faaliyetleri. - Ekonomik yapının geliştirilip kuvvetlendirilerek halkın refah seviyesinin artırılmasına yönelik yatırımlara ağırlık verilmesi, alt yapı yatırımlarının, insanca yaşama imkânlarının artırılması. - Halkın Taliban ve El-Kaide ile diğer örgütlere olan desteğinin azaltılıp, ortadan kaldırılması ve Afgan güvenlik kuvvetlerine ve hükümete duyduğu güvenin artırılması için psikolojik harekat tedbirlerinin yukarıdaki faaliyetler ile müşterek uygulanması. - Komşu Pakistan halkının ve hükümetinin Afganistan’da yapılacak harekata destek olacak ve zaman zaman Pakistan topraklarında (Swat ve Güney Veziristan) yapılabilecek harekata destek olmasını sağlayıcı psikolojik harekat ve sivil tedbirlerin uygulanması. - İran hükümetinin ve halkının din faktörü nedeniyle, yapılacak harekâta zararlı etkisi olabilecek destek faaliyetlerinin askeri ve sivil tedbirlerle önlenmesi, en azından İran’a giriş ve çıkışların önlenebilmesini temin edecek şekilde uluslararası kuruluşlarca caydırıcı tedbirler alınmasının sağlanması. 148 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri Askeri strateji uygulamaları ise şunları kapsamaktadır; - Mevcut Afganistan ve NATO kuvvetlerine karşı çeşitli örgütlerin sürdürdüğü direnişin ve terör eylemlerinin bundan böyle; “Meşru hükümete ve otoriteye karşı yapılan bir ayaklanma” olarak kabul edilerek, yapılacak karşı harekâtın da “Ayaklanmaya Karşı Harekât (Counter insurgency)” kapsamında sürdürülecek şekilde değiştirilip planlanması ve buna göre icra edilmesi. - Ayaklanmaya karşı harekât kapsamında uygulanacak askeri ve sivil faaliyetlerin aşağıda sunulan safhaları kapsayacak şekilde uygulanması, gerekli bölgelerde bizdeki olağanüstü hal veya sıkı yönetim tarzı kısıtlama tedbirleri alınması ve bu tedbirlerin ilanı; * Birinci safha; Taarruzi Askeri harekat uygulanarak örgütlerin, teröristlerin ve ayaklanmacıların güçlü olduğu ve ele geçirdiği hedef bölgelerinin (yerleşim yerleri veya arazi bölgesi) ele geçirilmesi, örgüt liderlerinin ele geçirilmesine yönelik özel harekat ve imhaları için karşı terörizm faaliyetlerinin aralıksız icrası. * İkinci safha; Ele geçirilen bölgeleri tam olarak işgal edip, direnişçilerin istihbarat tedbirlerinden de istifade edilerek saf dışı bırakılıp temizlenmesi, buralarda askeri birlik konuşlandırılmak suretiyle bölgenin sürekli emniyet ve kontrol altına alınması, otoritenin tam olarak tesisi. * Üçüncü safha; Bölgede bulunan sivil halkın kontrol altına alınması ve sürdürülecek sivil-asker işbirliği faaliyetleri ile desteğinin sağlanması, hükümete desteklerinin sağlanması maksadıyla da buradaki kanaat önderlerinden, halkın saygı duyduğu liderlerden işbirliği yapmalarını temin etmek üzere bazı faaliyetler icra edilmesi, direnişe katılan ve ayaklananlarla, bunlara destek veren sivillerin açığa çıkarılıp tespit edilerek cezalandırılmaları, zor ve şiddet yoluyla ayaklanmaya katılmaya ve destek vermeye zorlananların tespit edilerek ayıklanması, bölgede tahrip olan ve zarar gören tesislerin ve alt yapıların onarılmaya başlanması, halkın ihtiyaçlarının tespit edilerek 149 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz karşılanmasına yönelik faaliyetler icra edilmesi, halkın düşünce ve algılamasının olumlu tedbir ve faaliyetlerle hükümet lehine değişiminin temini, - Bu faaliyetlerin her birinin psikolojik harekât ve propaganda faaliyetleri ile desteklenmesi, halkın doğru bilgilerle sürekli aydınlatılması. - Bütün bölgelerde mevcut direnişçilere, teröristlere ve ayaklananlara karşı da yukarıdaki safhaların aynı anda başlatılarak aralıksız sürdürülmesi. - Böylece tüm bölgelerin ayaklananlar ve teröristlerden temizlenip kontrol altına alınmasının sağlanması, sınırların tam olarak kontrolü, yabancı devletlerdeki sığınma yerlerinin tespiti ve imhasının temini, buralardaki halkın meşru hükümete duyduğu güvenin ve desteğin yeniden sağlanması, halkın teröristlerle irtibatının tamamen ortadan kaldırılması, halk desteğinin yeniden temini için halkın daha önce tepki duyduğu faaliyetlerin yapılmaması ve düzeltilmesine yönelik sivil faaliyetler icrası, bu arada kaçan teröristlerin ve ayaklanmacıların da yakalanıp saf dışı bırakılmasıdır. Tüm bu askeri safhalarla birlikte yukarıda açıklanan sivil strateji faaliyetleri müştereken ve koordineli biçimde uygulanacak, bu arada eğitilmiş Afgan silahlı kuvvetlerinin ve polis gücünün de harekâtta görev almaları, kontrol altına alınmış bölgeleri devralmaları temin edilecektir. Açıklanan sivil ve askeri strateji faaliyetlerinin neticesinde; tüm halkın hükümete ve güvenlik güçlerine duyduğu güvenin yeniden tesis edileceği, Taliban ve El-Kaide örgütleriyle diğer örgütlerde zorla tutulan elemanlardan büyük çözülmeler görüleceği, halkın bu örgütlere desteğinin azalacağı, kontrol altına alınan bölgelerin eğitilmiş Afgan kuvvetlerine devrinin sağlanarak yabancı silahlı kuvvetlere olacak muhtemel tepkinin de ortadan kaldırılacağı, böylece örgütlerin halkın üzerindeki kontrol ve etkisinin de ortadan kaldırılarak tüm bölgenin tamamen kontrol altına alınıp, hükümet otoritesinin yeniden tesis edilmesi planlanmış durumdadır. 150 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri Bu planlamanın uygulaması, 2010 yılı başında ilave askerlerin bölgeye sevkini müteakip başlatılacak, süratli ve etkin bir harekât ile sonuç alınmasına çalışılacaktır. Bu nedenle önümüzdeki 2010 yılı ve 2011 yılında Afganistan’ın içinde ve Pakistan’ın sınır bölgelerinde oldukça fazla yoğunlukta askeri faaliyetler izleneceği, Dünyanın dikkatinin oldukça karışacak bu bölgelere daha fazla odaklanacağı açıkça belli olmuştur. TÜRKİYE AÇISINDAN SORGULANMASI GEREKLİ HUSUSLAR Türkiye’nin, kendi ülkesindeki PKK terörünün istenmeyen noktalara gelmesi ve iyice tırmanıp belli bölge ve yerlerde provaları yapıldığı gözlenen ayaklanmalara dönüşmesi halinde uygulayacakları da benzer tedbirler olabilecektir. Bundan da özellikle terörün bu noktalara geldiği belirli bölgelerdeki ve yerlerdeki kışkırtılan vatandaşlarımız büyük zararlar görecektir. Bu nedenle son Tokat olayı sonrası gelişmelerde görüldüğü gibi vatandaşlarımızın çok dikkatli ve sağduyulu hareket etmeleri, bölücülüğü kışkırtma ve tahrik etme yerine sorunları demokratik kurallar içinde akıl ve mantık yoluyla çözmek için gayret göstermeleri hususu önem kazanmıştır. Çünkü son gelişen olaylar, ülkemizin bazı bölgelerindeki vatandaşlarımızın PKK terör örgütünce yapılan tahrikler ve kışkırtmalar sonucunda büyük zararlar görebilecekleri ihtimalini de artırmaktadır. Zaten PKK terör örgütünün istediği ve hedeflediği ortam da budur. Türkiye, bir NATO ülkesi olarak NATO’da ve BM’de alınan kararlar gereği, Afganistan’a kuvvet göndererek, Atatürk’ümüzün “Yurtta sulh, Cihanda sulh” vecizesi ışığında uyguladığı politika gereği üzerine düşen “Dünya Barışına Katkı Sağlama” misyonunu yerine getirmiştir. Ancak, Türkiye, tıpkı ABD gibi bir NATO ülkesi olduğu halde diğer NATO ülkelerinden beklediği desteği görmemiştir. PKK terör örgütü yüzünden yaklaşık 30 yıldır insanlarını kaybeden ve bu nedenle de büyük ekonomik kayıplara uğrayan Türkiye, ABD için çalıştırılan 5. Madde kapsamında NATO’dan ciddi olarak destekleme 151 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz kararı almamıştır. NATO, kuvvet ile olmasa da, politik ve psikolojik açıdan etkili ve kararlı bir destek vermemiştir. NATO’nun 1991 yılında kabul edilen ve tüm üye ülkelerce de onaylanan yeni stratejik konseptine göre, daha önce “tehdit” olarak kabul edilen kavramlar kaldırılmış ve yerine “riskler” kavramı kabul edilmiştir. “Terörizm” bu risklerden birisi olarak kabul edilmiş ve üye ülkelerin beraberce mücadele edip, karşı koyacağını belirlediği risklerden birisidir. Bu konseptin hazırlanması ve oluşturulması esnasında NATO’nun Brüksel’deki Uluslararası Askeri Karargahında görevli olan (1991-1994) ve bizzat katkı sağlayanlardan birisi olarak aynı ittifaka üye olan ABD ve Türkiye’ye neden ayrı muamele yapıldığını sorgulamaktayım. İttifakın 5. Maddesinin çalıştırılması bir yana, birçok NATO ülkesinde PKK’ya göstermelik yasaklar uygulanmakta, bazı ülkelerce gizli destekler verilebilmektedir. Terörist başı, bir NATO ülkesinin Kenya’daki büyükelçiliğinden (Yunanistan Büyükelçiliği) çıkışında yakalanmıştır. Kuzey Avrupalı birçok NATO ülkesinde kırmızı bültenle aranan bazı PKK terör örgütü liderleri ve mensupları elini kolunu sallayarak dolaşmaktadır. İadeleri talep edildiği halde iade edilmemeleri için bazı ülkelerce korunup, teslimleri dışında her şey yapılmaktadır. Bu ülkelerdeki terör örgütünün propaganda ve psikolojik harekât silahı olan MED ve ROJ televizyonlarından ülkemize yönelik bölücü yayınlara günümüzde bile göz yumulmaktadır. Bu nedenle NATO Genel Sekreterinin (Danimarka’lı Rasmussen) seçiminde problemler çıkmıştır. ABD ve İtalya araya girerek bu yanlışlıkların düzeleceği yönde kesin sözler verdikleri halde günümüzde bile, bu bölücü yayınlar devam etmektedir. Şu anda PKK terör örgütünün büyük çoğunluğu ile konuşlandığı Kuzey Irak’taki Kandil Dağı, Afganistan’da kendi ülkesine karşı terör uygulayan ElKaide terör örgütüne karşı tüm NATO ülkelerinden kuvvet ve yardım talep eden ABD’nin kontrolündedir. ABD gerçekten istese bundan büyük zararlar gören Türkiye ile müştereken yürüteceği bir harekat ile bu örgütün tüm 152 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Nato ve ABD’nin Afganistan Stratejisi, Yeni Stratejinin Türkiye ile İlişkileri mensuplarının Kandil ve Kuzey Irak’taki etkinliğini ortadan kaldırabilir. Bunu kendisi yapmak istemiyorsa bile, devletimizin BM Anlaşmasının 51. Maddesi gereği Kuzey Irak’a, meşru müdafaa hakkı gereği yapabileceği kara harekatına bile, IRAK’taki kendi menfaatlerini gözeterek teşkil etmeye çalıştığı Federe veya Bağımsız Kürt devleti nedeniyle ABD engel olmaktadır. Fransa gibi güya müttefik bir NATO ülkesi yerli halkının en az % 20’sinin değişik etnik kökenlerden geldiği (Almanlar, Flamanlar, Brötanlar, Basklılar, Katalonlar, Korsikalılar, Yahudiler, Ermeniler, İtalyanlar, Çingeneler, Cezayirliler, Portekizliler, İspanyollar, Polonyalılar, Faslılar, Tunuslular olmak üzere yaklaşık 18 milyonluk bir etnik yapı11), anayasasında Fransız milletinin bölünmez bütünlüğünü kabul ettiği, ülkesinde milli bir azınlık ve azınlık hakkını kabul etmediği, resmi dilinin Fransızca olduğunu kabul ettiği ve kendi dilini konuşamayan bir yabancının Fransız mahkemelerinde bile başka bir dille savunma yapmasına müsaade etmediği halde, ülkesinde PKK terör örgütü mensuplarının barınması ve teşkilatlanmasına göz yummaktadır. Kürtlerle ve Ermenilerle ilgili her konuyu sürekli kaşımakta, desteklemekte ve hatta bunları AB toplantılarında ve AB ilerleme raporlarında bile Türkiye aleyhine gündeme getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. SONUÇ; TÜRKİYE NE YAPMALI? Türkiye Cumhuriyeti’nin görevdeki ilgili sorumluları ve etnik kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşları, artık tüm bu gerçekleri ve aynı amaçlarla üye olduğu NATO’daki ortaklarınca da uygulanan ikiyüzlü uygulamaları ve politikaları görmeli, anlamalı ve bunun neden böyle olduğunu da mutlaka sorgulamalıdır. Dış ülkelerce tarihimizde sık sık rastladığımız ve her seferinde üstesinden geldiğimiz, gizli veya açık tahrik ve kışkırtmaların, ihanetlerin ve bazı ayaklanmaların nedenlerini sorguladığınızda istediğiniz doğru cevapları da bulacaksınız. Kısa cevabı da şu; giderek güçlenen Türkiye, etnik ve dini 11 Abdülhaluk M. ÇAY: Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1993, s.516-518. 153 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,138-154 Osman Akagündüz ayrılıklar kaşınarak iç harbe sürükletilmeli ve dikkatini sadece içine yöneltmeli, vatandaşları birbirine kırdırılmalı, bunun için de evrensel değerler ileri sürülerek ve bunlar kışkırtılarak olaylar sürekli hale getirilmelidir. Bugün müttefik dediğimiz benzer kaynaklardan sürdürülen kışkırtmalara, buralardan açık veya gizli destek gören terörizm faaliyetlerine, her zaman ve her dönemde şahidi olduğumuz ihanetlere ve maksatlı kalemlere gösterilecek reaksiyon için, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok şükür gücü, cesareti ve inancı mevcuttur. Asla unutmayalım; “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur”. Bu kan, kendini bu ülkenin vatandaşı olarak hissedip öyle gören, etnik kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın asil kanıdır. KAYNAKÇA Başbakan ERDOĞAN’ın ABD Ziyaretinde ve Dönüşünde Yaptığı Basın Açıklamaları. Başkan OBAMA’nın, 10 Aralık 2009 Tarihinde, Oslo-Norveç’te Nobel Barış Ödülü Takdim Edilmesi Sırasında Yaptığı Açıklama. BM Güvenlik Konseyinin, 1368 Sayılı Kararı. BM Güvenlik Konseyinin, 1373 Sayılı Kararı. BM Güvenlik Konseyinin, 1378 Sayılı Kararı. BM Güvenlik Konseyinin, 1383 Sayılı Kararı. ÇAY ABDÜLHALUK M.: Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1993. Genelkurmay Başkanlığı Web Sayfası (10 Aralık 2009). Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO), 04 Nisan 1949, Washington D.C. NATO İstihbarat Raporları, 2008-2009, Brüksel-Belçika. 154 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,138-154 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,155-168 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY HUMEYNİ ve AHMEDİNEJAD DÖNEMİ İRAN DIŞ POLİTİKASININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay∗ ÖZET Devrim sonrasında gerek siyasi yapısı gerekse uluslararası platformdaki deneyimlerinin getirdiği savunma mekanizması, önyargı ve şüpheciliği nedeniyle İran zor bir ülkedir. ABD-İsrail karşıtı açıklamaların sürekliliği ve nükleer diplomaside gösterilen kararlılık, Ahmedinejad İran’ının en belirgin özelliğidir. Gelinen son noktada İran dış politikasını yeniden değerlendirme zorunluluğunu doğmaktadır. Makalenin amacı Humeyni ve Ahmedinejad dönemi İran dış politikasında yaşanan değişimi ve muhtemel sonuçlarını analiz etmektir. Anahtar Kelimeler: İran, Dış politika, Devrim ABSTRACT Aftermath the revolution, Iran has been a difficult country due to the defense mechanism experienced either in its political structure or international platform in addition to prejudice and skepticism on way. The most prominent characteristic to Ahmedinejad’s Iran is the continuity on the anti-USA and anti-Israeli policies and determination on the nuclear diplomacy. It is acknowledged that we have to reevaluate Iranian foreign policy at the present stage. The purpose of this article is to analysis Iran's foreign policy at the Homeyni and Ahmadinejad periods detecting the changes and possible consequences. Key Words: Iran, Foreign policy, Revolution GİRİŞ İran’ın güvenliği ve dış politikası ülke içindeki bilişsel ve ideolojik faktörlerden derin olarak etkilenmektedir. Ülke içinde köklü ekonomik ve kültürel değişimler yaşanmakta fakat uluslar arası topluluk çoğu zaman bunlardan haberdar olmamaktadır. Başka ülkelerin çok BÜSAM Orta Doğu ve Kıbrıs Masası Uzmanları, ay_muran@hotmail.com, atay.gurkan@gmail.com ∗ daha rahat Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay gözlemleyebildiği ve onlar için önemli olan dış politika ve güvenlik konularında ise hem tarz hem de içerik olarak yapılan değişiklikler çok daha yavaş gerçekleşmektedir. 20. yüzyılın en kilit noktasından biri olmuştur İran İslam Devrimi. Devrim hem İran toplumunu hem radikal grupların kol gezdiği Ortadoğu’daki Arap ülkelerini hem de Türkiye’yi derinlemesine etkilemiştir. “İslam Devrimi” zaten bölgesinde yalnız olan İran’ı tam bir yalnızlık içersine itmiş ve kendisinin diğerleri tarafından “öteki” olarak algılanmasına sebep olmuştur. Zaten dini (Şii)ve etnik yönden (Farsi) ayırt edici kimliğine bir de “devrimci” faktörü etkilenince bölgede tek başına ayakta durmaya çalışan ülke görünümüne bürünmüştür. Gerek bölgesel ve gerekse küresel düzeyde bir dışlanma ile karşı karşıya kalmıştır. İran sadece kendi adına değil, genel olarak İslam dünyası adına egemenlik kavramı ile ilgilenmektedir. Egemenlik kavramı devrimin ideolojik mirasıdır ve İslami vurgu taşımaktadır. İran, İslam dünyasının ciddi bir büyüme ve gelişme kapasitesine sahip olmasına rağmen uzun süredir Batı’nın tahakkümü altında yaşadığına inanmaktadır. Düşmanca ilişkilerin ağır bastığı bir güvenlik ortamında İran, bazı ikilemlerle karşı karşıya kalmıştır. İran; ideolojik bir siyasa olarak İran, ulusal çıkarlarına duyarlı bir İran yada İslami değerlerin savunucusu İran ve ekonomik kalkınmayı ön planda tutan bir devlet olarak İran seçenekleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır. HUMEYNİ VE İRAN DEVRİMİ İLE AHMEDİNEJAD DÖNEMLERİ Ahmedinejad İran’ının dış politikası birkaç fark hariç devrim sonrası Humeyni dönemini hatırlatmaktadır. Bu birkaç farklılık arasında en dikkati çeken şey ise hiç kuşkusuz Arap ülkeleriyle olan ilişkilerdir. Humeyni dönemi İran’ında birçok İslam ülkesinin rejimi meşru olarak görülmemekte ve bu ülkelere devrim ihraç edilmesi düşünülmekteydi. Ahmedinejad yönetimi ise Humeyni’den farklı olarak, Batı karşısında daha iyi direnebilmek için şimdilik 156 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi İslam ülkeleri ile iyi ve yakın ilişki kurma eğilimi içinde gözükmektedir. Başka bir ifade ile yeni İran yönetiminin radikalleşme gündeminde ABD, AB ve İsrail öncelikli bir konuma sahiptir. Devrim lideri Humeyni, temel amacının “İslami Dünya düzeninin kurulmasına çalışmak” olduğunu ilan etmiştir. Yaşanan devrimle beraber, bu devrimin ihracı politikası, İran’ın yeni dış politikasının temelini oluşturmaktadır. 1979’dan bu yana da İran, ülkesindeki rejimi Türkiye’ye ihraç etme çabalarını sürdürmektedir. yetullah Humeyni, imam adına siyasi otoritenin de üstlenildiği ve adil bir fakihin devlet başkanı olduğu Velayeti Fakih1 teorisini savunuyordu. Bu teoriyi açıklayan ve destekleyen en önemli çalışma Irak’taki Şiilerin lideri Muhammed Bakır el-Sadr tarafından yapıldı.1979’da ‘Lemha Temhidiyye an Meşrui’d Desturi’l Cumhuriyyeti’l İslammiyye’ adlı bir risale yazan Sadr, dini ve siyasi liderliğin birliğini ortaya koymuştu. İran İslam Cumhuriyeti’nin yeni anayasasına göre Humeyni hem iç politikada hem de dış politikada en önemli karar verici haline gelmiştir ve kendisini Veliyi Fakih olarak nitelemiştir. Yani tüm güç Humeyni’nin ellerinde toplanmıştır. Humeyni başat güç olmanın avantajını da kullanarak yeni İran dış politikasını kolayca şekillendirmiştir. Genel itibariyle Humeyni dönemi dış politikasını özetlemek gerekirse, bu dönem dış politikada “siyah” ve “beyaz” alanların hâkim olduğu bir dönemdir. Humeyni’nin 1989 yılında ölmesiyle, muhafazakâr ve imamlar cephesinde önemli bir kan kaybı yaşanmıştır. Humeyni döneminin dış politikasında ülkenin üstlendiği en önemli misyon rejimin ihracı ve sömürülen ülkelerin destekçisi, korumalığıdır. Bu politikayı sağlayacak hakim duruş Şii İslam felsefesidir. İran İslam Cumhuriyeti daha en başından kendi dışındaki rejimleri reddettiğinden uluslararası nitelikte siyasal ilişkiler kurma konusunda daha en 1 Velayet-i fakih:İmamiye Şia’sında masum imamlardan sonra adil fakihlerin yönetim ve yargı yetkilerini ellerinde tuıtmasıdır. 157 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay başından kendisini ve hareket alanını sınırlandırmış durumdadır. Humeyni bu dönemde diğer bütün rejimlerin ezenler ve sömürenler tarafından kurulduğunu söylemekteydi. Dolayısıyla bununla herhangi bir uzlaşma ezilenlere karşı en büyük ihanet olacaktı. 1971 yılından sonra giderek kötüleşen İran ekonomisi, Şah’ın dış ülkelere (özellikle ABD’ye karşı) pasif rolü ve halkın giderek yoksullaşması, Şah’a karşı direnişin hareketlerinin başlamasının temellerini oluşturmuştu. İşte böyle bir ortamda Humeyni halka kurtuluş sözü verdi: İslam Cumhuriyeti. Kendisine ve ülkenin durumuna karşı ayaklanan halka en ağır cezaları uygulatan Şah, ülke içinde bütün itibarını yitirmiş ve kitleleri peşinde sürükleyen karşıt grupların doğmasına sebep olmuştu. Artık Şah iktidarını yavaş yavaş yitirmeye başlamış ve psikolojik olarak çökmüştü.16 Ocak 1979’da Şah, ailesi ile İran’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine halkın dinmeyen öfkesini çok iyi değerlendiren mollalar kendi lehlerinde mitingler düzenlemeye başladı. Humeyni sürgün edildiği Paris’ten 1 Şubat 1979’da döndü ve artık Humeyni’nin önderliğinde ve mollaların elinde bulunan İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştu. 1979 Mart’ında yapılan referandum sonucunda %99 gibi ezici bir çoğunlukla İran İslam Cumhuriyeti kabul edilmiştir. Devrim hem halk hareketi olması hem de İslam ve Cumhuriyet kelimelerini yan yana getirmesi açısından oldukça önemlidir. Devrimden sonra İran ve Ortadoğu da dengeler ve saflar değişmiştir. İran, Batı’nın “sadık kölesi” olmayı bırakıp, artık kendi “kendisinin efendisi” olmaya karar vermiştir. Devrimin ilk günlerinde İran’daki İsrail büyükelçiliği kapatılarak Filistin Büyükelçiliğine dönüştürülmüştür. Ahmedinejad, İran-Irak savaşında Devrim Muhafızları’na bağlı olarak istihbarat ve güvenlik birimlerinde çalışmıştır. Savaş sonrası bir süre Devrim Muhafızları içerisinde görev alan Ahmedinejad, daha sonra çeşitli yerleşim yerlerinde belediye başkanlıkları yapmıştır. Ahmedinejad İslamcı ve popülist görüşleri savunan bir dini muhafazakardır. 158 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi İRAN DIŞ POLİTİKASININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ İran yönetimi içinde reformcular, hararetle demokrasi ve batıyla uyumlu olma politikasını savunurken, Radikal muhafazakarlara göre Batı karşısında uyum adı altında verilecek tavizlerle rejiminin kalıcılığını sağlamak mümkün değildir. Ahmedinejad’ın, politikada pragmatist konseptin iflasına inanan bir düşünceye sahip olduğu dile getirilmektedir. Bu nedenle Ahmedinejad, Rafsancani ve Hatemi dönemlerindeki batıyla uyum geleneğinden kopmuştur. Dış politikada çıkış yolunun uyum yerine güç ve kuvvet gösterişi olduğuna inanmaktadır. İran’ın İsrail’e farklı bir bakış açısı olmasına rağmen, günümüze kadar etkin olan politika Humeyni tarafından kuramsallaştırılmış ve 1979’dan bu yana yürütülmüştür. Bu görüşe göre, İsrail ile barış yapmak için ortaya konacak her türlü çaba İslâm dünyasına ve Filistin’e ihanettir. İsrail’in varlığı gayrî meşrudur ve yok edilmelidir. İran bu bağlamda Hamas, İslamî Cihat ve İntifada’yı desteklemiştir. İsrail’in varlığını “gayrı meşru” bulduğunu resmi makamlar tarafından dinlendirmemeye gayret gösteren İran’ın bu söylemi, 1989’den sonra ilk defa Ahmedinejad tarafından dile getirilmiştir. Ahmedinejad, ABD’nin Afganistan, Irak operasyonları ile beraber İslam dünyasında oluşan ABD karşıtlığını güçlendirmeye ve kendi sorununa ideolojik bir temel kazandırmaya çalışmaktadır. Ahmedinejad yönetiminin batı karşıtı açıklamaları Arap kamuoyunda olumlu yankı bulmaktadır. Özellikle ABD’nin Afganistan ve Irak operasyonları ile İsrail’in bölgedeki faaliyetlerinden rahatsız olan kesimler tarafından destek bulmaktadır. Ahmedinejad’ın göreve gelmesi ile reformcular iktidardan dışlanmıştır. Ahmedinejad Hükümetinin önemli bir kısmı asker kökenlidir. Bu ekip, diplomasiden çok askeri gücün caydırıcılığına inanmaktadır. İran; ABD’nin Irak ve Afganistan’daki sorunlu durumu nedeniyle, kendisini hem bir tehdit 159 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay altında görmekte hem de Düşman olarak tanımladığı ABD’nin bölgedeki zor durumunu lehine kullanmaktan geri durmamaktadır. ABD ve İsrail’i en büyük tehdit gören İran, dış politikasını bir “kriz yönetimi” hâline getirmektedir. Bu kriz yönetiminde ise sert söylemlerle krizi tırmandırma, ana diplomatik strateji olarak göze çarpmaktadır. Kendilerini Batıyla bir savaş halinde gören Muhafazakarlara göre, rejimin bekâsının sırrı güç sahibi olmaktan geçmektedir. Gücün caydırıcılığı daha güvenilirdir. İran’ın dış politikasını; güce sahip ol, saldırgan ol ve krizi yeni bir kriz yaratarak çöz ilkeleri çerçevesinde temellendirebiliriz. Ahmedinejad İran’ının dış politikası devrim sonrası Humeyni dönemini hatırlatmaktadır. Ancak, temel bir farklılık söz konusudur. Ahmedinejad yönetimi Humeyni’den farklı olarak, Batı karşısında İslam ülkeleri ile yakın ilişki kurmaktadır. Devrim sonrası İran dış politikasını iki faktörü “Batı karşıtlığı” ve “İslam kimliği” oluşturmuştur. Devrim sonrasında Amerika (Büyük Şeytan), Sovyetler Birliği (Küçük Şeytan) ve İsrail (Siyonist Rejim) üzerine özel bir vurgu yapılmıştır. Bu nitelemeler ve oluşumlar aslında Dini Lider Humeyni’nin fikirlerini yansıtmaktadır. Devrimden sonra İran, ABD’nin bölgede kurduğu ittifak sisteminden kendini çıkarttı ve iki büyük uluslar arası çatışmaya katıldı. On beş ay süren Amerikan rehineleri krizi ve Irak ile başlayan savaş. İran Anayasası dış politikasında ABD olmak üzere sömürgeci olarak tanımladığı süper güçlerle her türlü ilişkide bulunmayı reddetmektedir. Humeyni’nin izinde yürüyen öğrenciler Amerikan Büyükelçiliğini basarak planlarını ve casusluk dosyalarını gözler önüne sermişlerdir. Böylelikle ABD’nin İran’ı kullanma süreci sona ermişti. ABD, İran’ın etki alanını yıkma ve kendine bağımlı yönetim kurma arayışı içinde fırsat kollamaktadır. ABD, İran içinde rejim karşıtı halk ayaklanması yaratmada kısmen başarılı olsa da, küresel sistemde devletleri İran aleyhinde 160 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi seferber edebilecek ölçekte bir güce sahip bulunmamaktadır. ABD, Irak savaşı boyunca dünya kamuoyunda ciddi bir imaj kaybına uğramıştır. Bu imaj kaybı sonucu, dünya kamuoyunu İran karşıtı bir seferberliğe ikna etme güç ve yetisini yitirmiştir. Ahmedinejad yönetiminin iç ve dış politikada kullandığı söylemler, ABD’ye İran karşıtı çalışmalarında önemli kozlar sağlamaktadır. Ahmedinejad’ın radikal söylemleri, bölgesel ve küresel güç odaklarını tedirgin etmektedir. ABD, aleyhine olan demeçleri fırsat olarak değerlendirmekte, bu fırsatı kaçırmak istememektedir. Bu fırsatlardan biri Arap Devletleri açısından Ahmedinejad yönetiminin nükleer silahlanma çabaları tedirginlik yaratmasıdır. Bunu kullanmak isteyen ABD, İran’ı bölgeye ve komşularına bir tehdit olarak takdim ederek yalnızlaşmasını sağlarken, diğer yandan da müttefik etki alanını genişletmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, İran’daki müttefiki şahı devirip iktidara gelen İslami rejimden hiçbir zaman hoşnut olmamıştı. Bu sebeple 1967 yılında diplomatik ilişkileri kestiği Irak ile tekrar yakınlaşmaya çalıştı. Irak’ın biyolojik ve kimyasal silah üretmesine yardımcı oldu. Hatta ABD ve İngiltere Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları kullanmasını eleştiren kararlar almasına karşı oy kullanarak engelledi. Ahmedinejad’la beraber İran-AB ilişkileri sarsılmış ve AB’nin İran politikaları ABD’ye yakınlaştırmıştır. AB ve ABD’nin İran’dan iç ve dış politikada talepleri aynı doğrultudadır. AB’ye göre İran ile öncelikli olarak diyalog ve ilişki kurulmaya çalışılmalıdır. AB, nükleer güç olacak radikal bir İran yerine ABD’nin baskı, tecrit ve güç kullanımı gibi politikalarına destek vermeyi tercih edecektir. AB radikalleşmiş bir İran’ı kabul etmeyecektir. Ayetullah Humeyni, devrim ihracının bir zorunluluk olduğunu şöyle ifade eder: ‘İhraç etmediğimiz devrim fikrini bir kenara bırakmalıyız. Çünkü İslamiyet çeşitli Arap ülkelerini farklı düşünmez. İslamiyet, tüm ezilmiş dünya halklarının destekleyicisidir. Humeyni,1989’da SSCB lideri Gorbaçov’a 161 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay gönderdiği mektupla Rus halkını İslam’a davet ederken, Ortadoğu halklarını ise Hizbullah’ın Lübnan’da yaptığı eylemlerle etkilemeye çalışmıştır. Humeyni döneminde, ülkenin askeri açıdan yeniden yapılandırılmasına yatırım yapılması, ABD’nin etkisine direnebilmek için Sovyetler Birliği’nden silah satın alınarak ülkenin askeri olanakları ve silah kapasitesinin artırılması İranlı yetkililerce benimsenen en önemli güvenlik politikaları olmuştur. İran-Rusya ilişkisi bölgesel açıdan ortak çıkar alanlarına, küresel sistem konusunda da ortak bakış açısına sahiptir. Ayrıca her iki ülkenin bölgedeki çıkar tanımlamaları birbirine yakındır. Her iki ülke tek kutuplu dünya düzeninden ve ABD'nin hegemonya arayışından ciddi şekilde rahatsızdır. Rusya, İran’ın nükleer ve askeri çalışmalarından önemli ekonomik fayda sağlamaktadır. Rusya, İran ile ilişkilerini korumayı arzu etmekle beraber Batı dünyasıyla olan ilişkisini zedelemek de istememektedir. İran, İslam Devleti siyaseti çerçevesinde kapılarını İslami örgüt ve partilere, bağımsızlığı önemseyen yapı ve devletlere açmıştı. İslam Birliği ve Filistin ile ilgili sayısız konferanslar düzenlendi ve Filistin davası desteklenip maddi yardımlarda bulunuldu. Lübnanlı İslami gruplarda yeni kurulan İslam devletini bir ümit olarak gördüler. Hizbullah beklenti ve hedeflerine ulaşma sürecinde İran İslam Cumhuriyetinin defalarca ifade ettiği yardım ve desteği alabileceğini düşündü. Nitekim İsrail’in Lübnan’a yönelik işgalinin hemen ardından Devrim Muhafızlarından bir grup Lübnan’a gelerek İsrail ordusuyla savaşmak isteyen gençlerin eğitimine başladı. Böylece devrimin temel ilkelerinden olan rejimin ihracı süreci İslami örgütlere yapılan destekler ile başlamış oldu. Devrim sonrası Ortadoğu’da, diğer devletlerin de İran’a karşı olan bakış açıları ve İran algılamaları da tabii olarak değişmiştir. Devrimin kendi ülkelerine ihraç edilme tehlikesi bölgedeki diğer yönetimleri oldukça rahatsız etmiştir. Türkiye’de aynı rahatsızlık ve tedirginliği yaşayan ülkeler arasında yerini 162 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi almıştır. Çünkü Türkiye’nin hem müslüman hem de modern görünüme sahip olmasıyla beraber Batı ile olan iyi ilişkileri İran için bir tehdit hissi yaratmakta ve ne olursa olsun rejim ihracının gerçekleşmesi gerekmekteydi. İran devrimi uluslararası bir gelişmeydi. Irak’ın ve Arap yarımadasının yöneticilerine meydan okur gözüktü, Lübnan’daki Şiileri hareketlendirdi ve 1978’de yönetimi ele geçiren devrimci Afgan hükümetiyle ile savaşan İslami güçleri cesaretlendirdi. 1980 tarihinde Irak Silahlı Kuvvetlerinin ortak sınır boyunca İran’ın batı kesimini işgal etmesiyle İran-Irak savaşı başlamıştı. Tam sekiz yıl süren savaş iki ülkeyi zayıflatmış ve yıllarca sürecek anlaşmazlıklara temel olmuştu. Savaş İran’da milliyetçiliği alevlendirmiş ve kitleler Humeyni’ye olan bağlılıklarını pekiştirmişlerdi. Türkiye bu savaşın bir an önce bitmesi isteğindeydi. Çünkü savaşın uzaması dengelerin değişmesine ve Sovyetler Birliği’nin bu iki ülkeye nüfus etmesine kolaylık sağlayacaktı. Bu durumda Türkiye kuzeyden gelebilecek tehdit algılamasına daha açık olacaktı. İran-Irak savaşının başından beri Türkiye tarafsızlık politikası izledi. Savaş sırasında her iki ülkeye eşit mesafede durarak ekonomik çıkarlarını ön planda tuttu. İran’ın Devrimle birlikte bölge ülkeleriyle gerginleşen ilişkilerinde olumlu anlamda somut bir gelişme olmamakla birlikte bu konuda Humeyni sonrasında Rafsancani ve Hatemi döneminde ciddi adımlar atılmıştır. Ancak bu adımların tam anlamıyla yeterli olduğu söylenemez. Türkiye 1979 İran İslam Devrimini önce İran’ın iç sorunu olarak gördü ve İran’ın içişlerine müdahale etmekten çekinip en yakın zamanda ülkeyi tanıdı. Türkiye’nin bu tutumu Sovyet tehdidine karşı yeni kurulan rejimin komünizm karşıtı olmasından kaynaklanıyordu. Türkiye ile İran arasında olan ekonomik ilişkilerin varlığı Türkiye’nin yeni rejimi vakit kaybetmeden tanımasıyla sonuçlandı. Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çeşitli özel birimler oluşturan İran, pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’deki İslamcı harekete verdiği desteği büyükelçilik 163 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay ve konsolosluklar eliyle organize etmiştir. Tahran’ın gerek yurtdışındaki İslamcı örgütlerle bilgi alışverişi, gerekse eylemler bazında somutlaşan faaliyetleri yürüten birimler arasında Türkiye üçüncü sırada bulunuyordu. Ahmedinejad'ın radikal tutumu, İran-Türkiye ilişkilerinde sorun yaratmanın yanı sıra Türkiye-ABD ilişkilerinde de yeni bir kriz alanı oluşması anlamına gelmektedir. Türkiye; İran’ın kitle imha silahı geliştirme, terörizmi destekleme, siyasal İslam olgusunu yayma, Orta Doğu Barış Süreci’ne engel olma ve ülke içindeki totaliter şeriat rejimi modeli konularından endişe duymaktadır. Türkiye, Batı’nın İran'da köklü rejim değişikliğine dönük sert ve radikal politikalarından yana olmamıştır. ABD-İran arasındaki gerginlik Türkiye için çok çeşitli sorun ve krizlerin ortaya çıkması anlamına gelmektedir. EKONOMİ 1980-1988 döneminde, Humeyni yönetiminin aşırı devletçi icraatları ve Irak ile sekiz yıllık büyük tahribat getiren savaş süreci söz konusuydu. Bu dönemde İran uluslararası izolasyona da tabi oluyordu. Petrol üretimi, dönem sonundaki 1988 yılında, 1976 düzeyinin yüzde 36 altına kadar inmiştir. Kral'ın kaçtığı 1978-1979 yıllarından başlayarak gerçekleşen Humeyni devrimi sonrasında, Saddam Hüseyin yönetimindeki ABD destekli Irak ile uzun savaşta, İran ekonomisi çok zayıflamıştır. İran bu süreçte, iyice kendi içine kapanan ve teokratik yönetimin, söz verdiği ekonomik ve sosyal atılımları büyük vatandaş desteğine rağmen yapamadığı, reel büyümenin durduğu ama fakir halkın siyasi desteğinin gene de büyük ölçüde devam ettiği molla yönetimine dayanılan bir reaksiyon dönemi yaşadı. Bu dönemde Şiiliğin dini ilkelerine dayanan tutucu, içe dönük, milliyetçi ve Sünni-Şii kavgasının ortasında kalan bir İran vardı. İran yeni dönemde varlığı kabul edilmediği takdirde uyumlu olmayacağını bildirmektedir. Ahmedinejad’ın İsrail, ABD ve AB karşıtı açıklamaları bunun açık göstergesidir. 164 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi Bu politikaların sonucu olarak İran, önemli sorunlar yaşamaya başlamıştır. İran’ın tehlikeli olduğu konusunda uluslararası toplumda fikir birliği oluşmaya başlamıştır. Nitekim uluslararası kuruluşlarda İran aleyhinde kararlar alınabilmektedir. Nükleer çalışmaları bağlamında Atom Enerji Ajansı ile ilişkileri gerginleşmiştir. Ayrıca, İsrail ve insan hakları konusunda BM’de İran aleyhinde kararlar çıkmıştır. Bölge devletlerinin İran’ın nükleer çalışmalarından duydukları tedirginlik artmaktadır. Bu fırsattan mutlaka yararlanmak isteyen ABD ve İsrail, İran karşıtı propaganda çalışmalarına hız vermiştir. ABD ve İsrail içinde İran’a askeri müdahalede bulunulmasını isteyen grupların var olduğu bir dönemde, İran’ın radikalleşmesi askeri müdahale için meşru bir zemin oluşturabilir. İran’ın nükleer faaliyetlerinin sonucunda kendi nükleer silahlarını üretmesi durumunda ise Türkiye’nin önünde kendi nükleer caydırıcılığını sağlamak adına iki seçenek bulunacaktır. Birincisi Türkiye’nin kendi nükleer programını başlatarak kendi nükleer silahını geliştirmeye çalışmasıdır. Fakat bu seçenek Nükleer Silahlanmanın Önlenmesi Antlaşması’nın yeni bir ihlali olacağı için A.B.D. , Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nden çok ciddi tepkileri ve yaptırımları da beraberinde getirecek, Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerini de bozacak ve onları da aynı arayışa itecektir. Dolayısıyla, bu seçeneğin tercih edilmesi yakın dönem itibarıyla mümkün görünmemektedir. İkinci seçenek ise, Türkiye’nin, NATO’nun ve dolayısıyla A.B.D.’nin nükleer caydırıcılığını İran’a karşı vurgulaması ve bu konuda İttifak’tan yeni güvenceler almasıdır. Bu durumda, öncelikli olarak mevcut rejimin devamını ve güvenliği düşünen bir İran, kendi nükleer silahını geliştirmesi durumunda bile, hâlihazırda bölgesinde büyük bir konvansiyonel güç olan ve içinde bulunduğu NATO ittifakı dolayısıyla nükleer caydırıcılığı pekişen bir Türkiye’yi karşısına almak istemeyecektir. Bütün uluslar arası krizlerde ve sorunlarda olduğu gibi her ülke kendi uzun ve kıssa vadeli çıkarları çerçevesinde konuya yaklaşmakta ve ilgili uluslar arası 165 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay kuruluşları kendi düşünceleri doğrultusunda tavır almaya ve siyaset belirlemeye zorlamaktadır. Batılı güçler, İran’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırası ve sonrasında meydana gelen olumsuz gelişmeleri de fırsat bilerek istediklerini bu ülkeye dikte ettirmeye ve baskılarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. İsrail, en büyük düşmanı olarak algıladığı bu ülkeyi köşeye sıkıştırma peşinde olup her türlü kışkırtma ve provokasyonu yapmaktan çekinmemektedir. Bunun son örneği Rusya’dan İran’a mal taşıyan bir yük gemisinin İsrail ajan korsanları tarafından açık denizlerde kaçırılması ve yüküne el konulmasıdır. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler, nükleer İran’ı bahane ederek bölgeyi askeri olarak işgal etmekte ve komşu devletleri silahlandırarak silah satışından milyarlar doları ülkesine transfer etmektedirler. İran, demokratikleşme hareketlerini ve yasal muhalefeti susturma yöntemini sorunların çözümünde yaygın bir yöntem olarak algılamaktadır. Oysaki içte zaafı olan bir yönetimin dışarıdaki krizlerde güçlü bir konuma sahip olamayacağını bilmeleri gerekiyor. SONUÇ İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının içerisinde İslami esaslar ile ideolojik yaklaşımlar bulunmakta, bunlar dış politikanın belirlenmesinde etkili olmaktadır. Humeyni’nin kurmuş olduğu İran İslam Cumhuriyeti bir önceki dönemin tüm siyasi ve sosyal sistemini reddetmiştir. Bu döneme ait bütün kurumlar ortadan kaldırılmış yerine İslami kurallara uygun kurumlar inşa edilmişti. Bu kurumlar aynı zamanda ülkenin iç ve dış siyasetini belirlemektedir. Uzun bir zaman Pehlevi hanedanlığı tarafından bastırılan “İslam” kimliği de baskın bir faktör haline gelerek gerek sosyal hayatta gerekse siyasi hayatta etkisini hissettirmeye başlamıştır. Devrimle beraber gelen değişim rüzgârı İran’ı genel anlamda “Batı”, özel anlamda ise “ABD” ve İsrail düşmanı haline getirmiştir. 166 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Humeyni ve Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikasının Karşılaştırmalı Analizi İran Batıya, kendisine yapılacak bir saldırı karşısında Irak ve Afganistan gibi olmayacağını ve bu eylemin faturasının Batı için çok ağır olabileceğini hissettirmektedir. Batı dünyası, radikal İslam çevrelerinde nüfuza sahip olan bir İran’ın nükleerleşmesini istememektedir. Bu açıdan bakıldığında Batılılar için nükleerleşmiş bir İran büyük bir tehdittir. İran’ın radikalleşmesi Batının da sertleşmesine yol açmaktadır. Bölge yavaş yavaş istenilmeyen bir mecraya sürüklenmektedir. Türkiye, yumuşak güç politikasıyla Ortadoğu bölgesinde model bir ülke olmasının temelini güçlendirmekte, stratejik konumunu ulusal çıkarlarına hizmet eden diplomatik adımlarla güçlendirirken uluslararası kamuoyunun dikkatlerini üzerinde toplamaktadır. Son gelişmeler ışığında Ahmedinejad’ın dört yıl daha kullanacağı başkanlık makamında; gerek reform yanlılarının gerçekleştirdiği eylemlere yönelik sert tedbirler ve müdahalelerde bulunması, gerekse dış politikadaki sert demeçleri Pasdaran’ın politik yaşamdaki etkisini arttıracağı olasılığını güçlendirmektedir. Türkiye ve İran’ın, tarihi geçmişleri ve sahip oldukları kültürel zenginlik, her iki devlete işbirliği imkânı ve ihtiyacı sunmaktadır. İran, Türkiye için Orta Asya’ya açılan bir kapı iken, Türkiye ise İran için Avrupa’ya açılan bir kapıdır. İran’ın, Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına açılma şansı varken, Türkiye de İran üzerinden Orta Asya, Kafkasya ve Hazar Havzası ile çeşitli ekonomik ilişkiler kurma potansiyeline sahiptir. İki ülkenin jeopolitik konumları her ülkeye farklı stratejik, jeopolitik ve ekonomik değerler sunmakta ve çeşitli alanlarda ortak çalışma zorunluluğu doğurmaktadır. KAYNAKÇA BAYIR Emre, “Reform Yapamayan Reformcuların Anatomisi”, Stratejik Analiz, Ocak 2003, Sayı 33. BORAN Yıldırım, Lübnan’daki İran Hizbullah, Siyah Beyaz Yay., 2007, İstanbul. EKİNCİ Arzu Celalifer, Son Ziyaretler Kapsamında Türkiye-İran İlişkileri, Kasım 2009, USAK Web Adresi. 167 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,155-168 Aygül Muran – Ahmet Gürkan Atay ERDİN Murat, Hizbullah ve Hamas, Kastaş Yay., 2002, İstanbul. GÖRÇÜN Ö.Faruk, 1979 İran İslam Devrimi Sonrası Türkiye-İran İlişkileri, Beta Yay., İst., 2008. HALLIDAY Fred, İslam ve Çatışma Miti, Çev.:Umut Özkırımlı, Gülberk Koç, Sarmal Yay., 1998, İstanbul. KARAAĞAÇLI Abbas, Nükleer İran, Bilgesam Web Adresi ( 10-12.2009). KESKİN Arif, İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler, Tartışmalar ve Sonuçlar, Stratejik Analiz, Mart, 2005 Sayı 59. KESKİN, A., Ahmedinejad Dönemi İran Dış Politikası: Saldırganlığın Rasyonelleşmesi, Stratejik Analiz, (6.6.2006). ARSLAN Ozan, Nükleer Güç Olma http://www.upsam.org.tr/r8.html (10.12.2009) Arayışı ve İran, ÖZCAN Ali Nihat VE BAYIR Emre, Orta Doğu Barış Süreci, Oyuncuları ve İran, Stratejik Analiz, Cilt 3, Sayı 22, Şubat 2002. YENİ YÖNELİMLER, Der.:Augustus Richard Norton, Büke Yay., İstanbul. QASSAM Naem, Hizbullah, Çev.:Muharrem Tan,, Karma Kitaplar, 2007. http://www.aksam.com.tr/2009/03/12/yazar/7545/aksam/yazi.html http://www.gunaskam.com/tr/index.php?option=com_content&task=view&id= 69&Itemid=41 http://www.turksam.org/tr/a653.html http://www.azsam.org/modules.php?name=News&file=print&sid=121 http://www.hsstrateji.com/iran.asp 168 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,155-168 Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1 (4),2009,169-196 © BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY COMPARATIVE EXPERIENCES OF THREE COUNTRIES AGAINST SEPARATIST TERRORISM: TURKEY, SPAIN, THE UK Erkin Özlen∗ ÖZET Türkiye, İspanya ve İngiltere, bu üç ülke, terörizm ile mücadele stratejilerinin anlaşılması açısından büyük önem arz etmektedir. Aynı zamanda bu üç ülke, ayrılıkçı terör ile uzun yıllar mücadele eden, Avrupa kıtasında toprağı bulunan NATO üyesi ülkelerdir. Bu bağlamda, güvenlik güçlerinin güncel görevleri, yasama organlarının görevleri, toplum desteğinin gücü ve uzun yıllardır sürmekte olan terörizm sorunu karşısındaki stratejilerin dönüşümü gibi konular birincil derecede önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: PKK, ETA, IRA, Türkiye, İspanya, İngiltere, Ayrılıkçı Terörle Mücadele Yöntemleri, Bu Yöntemlerdeki Dönüşüm ABSTRACT Three countries Turkey, Spain and the UK have a primary meaning with the intention of understanding the strategies for tackling terrorism. These three countries are the only countries in NATO and have territories in the continent of Europe which have been combating with separatist terrorism for many years. Significantly, the recent role of security forces, the role of legislative power, usage of public support as an implicit power and transformation of counter strategies against these pro-longed conflicts these various understandings could be deemed as fundamental. Keywords: PKK, ETA, IRA, Turkey, Spain, The UK, Strategies of Combating with Separatist Terrorism, Transformation in these Strategies INTRODUCTION The focus of this paper is comparative experience of these three countries against terrorism. The unique experience of these three countries has a significant meaning for understanding the recent progresses and strategies against terrorism. Therefore, this study will compare and contrast the problems of Turkey, Spain and the UK with regards to separatist terrorism. Afterwards, ∗ Oxford Üniversitesi Y.Lisans Öğrencisi, erkinozlen@gmail.com Erkin özlen through structure of a basic compilation of knowledge of these experiences it will intend to evaluate the successes and deficiencies in order to analyse the consequences of these three countries’ experience. Basically, these three NATO countries long standing experiences about separatist terrorism and their counter terrorism strategies against PKK, ETA and the IRA will be explained in deep firstly. All these diverse features of these countries make the borders of this argument more expanded therefore to analyse the research question better, similarities and distinctions, successes and failures will be sought objectively. It is for this reason that theoretical structure of this argument based on realism. Additionally, due to natural character of the topic and also due to the difficulties of recognizing one definition about terrorism, while the argument will be analysed: critical realism will also be used as well as the empirical realism for discovering the dilemmas of the argument objectively. Therefore, it is not unreasonable to suggest that, the methodology of this study is classified as a case study. “The basic case study entails the detailed and intensive analysis of a single case” (Bryman, 2004: 48). Hence, especially while investigating the cases in a detailed and also objective way, mostly media sources like reports and then academic articles will be used. Although research question of our argument consist of numerous cases, for analysing them in a wide range it is essential to unify them. Therefore, case study methodology will be used one by one while analysing the three countries and their experiences as well. It is noteworthy to mention that, sharing the similar experiences of different countries lead more enhanced strategies besides will also lead being understood internationally. Owing to the complicated description of terror, sharing would lead more empathy and a rational point of view. 170 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK 1. TURKEY AND PKK TERROR ORGANIZATION PKK terrorist organization can be defined as a separatist terror organization which carries out separatist activities in Turkey. PKK is not only considered as a terror organization by Turkey but also by numerous institutions and states including the UN, the EU, NATO and the US. PKK has been carrying out these activities for a substantial amount of time pending 2009 and had cost the Turkish state more than 30,000 lives by 1999, the year that the PKK leader was captured (Somer, 2002: 74-93). Briefly, PKK might be defined as a separatist terror organization that has been representing the Kurdish separatist movements in Turkey since the 1970’s. Originally, it was founded by some Kurdish students who were representing the communist ideologies in 1974, led by Abdullah Öcalan, who was also studying political science at Ankara University (Mumcu, 1993). Next, this movement, referred to as the ‘Apo movement’, sought to found a socialist Turkish state instead of the democratic Turkish state (Özcan, 1999). Even though there were many socialist terror organizations that had been struggling to found a socialist Turkish state, the ‘Apo movement’ did not find satisfactory support as a result of this its extremely nationalist identity (ibid). Besides, the ‘Apo movement’ might be perceived as separated from other socialist movements not only in terms of its nationalist identity but also in its extremely violent and aggressive policies, even against opposing Kurdish groups (Bruinessen, 1998: 40-50). Accordingly, the ‘Apo movement’ first tried to collapse the other Kurdish groups and socialist movements, possibly as a result of Abdullah Öcalan’s accusations against other Kurdish movements for confusing the Kurdish population on the way to unity (Criss, 1995: 17-37). In brief, Abdullah Öcalan and his supporters founded PKK on 27th of November 1978 which could be depicted as a hidden way but also assumed as an official date of foundation for the terror organization (blegenet.com). Finally, since 171 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen 1982 and especially with the first terrorist attack towards Eruh gendarme station and Şemdinli gendarme station on 15th of August 1984 and the first martyr against this organization, the PKK terror has been on the agenda of the Turkish state (Hürriyet, 1999). Following this brief background and history; Turkey’s strategies against separatist terrorism will be explored in to the next section of this chapter. Strategy of Turkey Armies of the last century were mostly equipped and trained against high intensity and the strategies of these armies were certainly described as conventional against single type of enemies. Thus, these conventional armies have a great lock against a new type of strategy that has occurred since the end of the Cold War and could be classified as ‘Guerrilla War’ or ‘Low Intensity Conflict’. Moreover, this new type would also be considered as the new way of war for the last decades. It is essential, therefore, that the Turkish Armed Forces (TAF) and its strategies against this new tactic also be evaluated as conventional. Nevertheless, the TAF’s war against PKK and this new strategy could be assumed as one of the longest conflicts which noticeably could be referred to as a low intensity conflict. It is not unreasonable to suggest that, new strategies that had been used by PKK got it roots from some former ones. Specifically it was based on Mao’s strategy as it is stated in ‘On Protracted War’ by Mao Tse-tung and this new strategy consists of three phases such as strategic defence, strategic stabilization and strategic attack (turksiyer.com). Regarding these phases specially the first phase which includes the late 80s and beginning of 90s, the Turkish state’s responses through the TAF can not be evaluated as successful. It is clear that these responses did not encompass the new tactics of that era and the ones PKK had been using. Indeed, the Turkish state had been using the same military forces in all parts of the country since 1930’s. This unit is the Turkish Gendarme Forces for certain, which is 172 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK usually responsible for the public security in the countryside, particularly in peace conditions. Consequently, they did not have any specialization for asymmetric warfare or counter terrorism (Kışlalı, 2000). On the contrary, this situation had proven the Turkish state’s and the TAF’s inappropriate strategies against new form of war on that territory. Due to that reason, especially at the beginning of 90s but definitely in 1992, the Turkish Land Forces were taken their position instead of abandoning the gendarme forces on the field and also while they were taking their position they got the support of the Turkish Air Forces for the first time (Kundakçı, 2004). Moreover, the TAF realized significantly the importance of public support and especially the importance of citizens of that region as a consequence of the violent terror attacks towards innocent civilians and local villagers in that territory who did not support PKK. Afterwards, the TAF has started to give psychological support to the victimized local citizens in that area for preventing the potential joining or support to the terrorists as a consequence of fear which PKK had been trying to set up. Seriously, PKK made its first violent attack towards the local innocents in 1985, they killed nine citizens including five babies, they killed ten citizens including seven babies brutally again in 1985 in the second attack (ibid). These two attacks were considered the first ones towards local villages in that territory and it is not surprising then, that the main aim of these attacks is taken as creating fear among citizens as a result of an approach of guerrilla war (Özdağ, 1999). The reaction of the TAF and the Turkish state to these violent attacks of terror organization might be evaluated as the first distinctive ones. Although the changes have already started, the TAF had some deficiencies too. For instance, insufficiency of intelligence is assumed as one of the significant ones. Because the TAF still did not have enough intelligence about the main 173 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen routes of PKK or hidden civilian supporters in the local population (ibid). Moreover, the Turkish state did not have adequate intelligence about the financing sources of PKK either. As it was stated in a report by Imset, the PKK was earning 56 Million Deutsch Mark per year in the beginning of the 90s (İmset, 1992). As a consequence of these facts the Turkish state made some crucial improvements in terms of sharing international intelligence which will be substantial concerning our analysis. Regarding the major points of the argument which should be stated here as the new strategies of Turkey against this new way of threat and terrorist strategy. In the first place, as a result of the lack of domestic intelligence and the importance of communication with public and obviously due to the inadequate number of platoons on that territory the Turkish state reactivated the law of ‘Temporary Rural Guard System’ in 1985 (mevzuat.adalet.gov.tr). In point of fact, this system was being used in the 1920s for protecting villagers from the gangs and band of thugs. Additionally, Turkey has declared the ‘State of Emergency Region’ on that territory which consisted of ten cities in those territories: Hakkari; Van; Mardin; Diyarbakır; Adıyaman; Bitlis; Siirt; Bingöl; Muş and Tunceli in 1987 (ibid). The law of ‘State of Emergency Region’ was declared as a consequence of some essentials and in order to change some regional dynamics. For instance, civilian society was assisted by state and military forces which might conceive self confidence in local populations. Hence, this law might be taken to be significant in regards to the way state power interacts with the local community. Briefly, the concept of emergency region consists of some military and public elements. In the second place, on account of this law, an army corps headquarters established in Diyarbakır which was commanded by a lieutenant general then as a result of the requisite of harmony among the governors of these ten cities and the synchronization with military, one specific governor was assigned in the title of governor of the ‘State of Emergency Region’ 174 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK (Özdağ, 1999). In the third place, ‘Internal Security Brigades’ were deployed in 1991 that was a sign that the TAF had been working on a new strategy which could be described as targeting the domination of specific areas by using the quantitative power of the TAF moreover by new trained armed forces that consist of professionally specialized units as counter terrorist troops (Kundakçı, 2004). Subsequently, the situation had been starting to change in advantage of the Turkish state and the further years of this conflict could be evaluated as another argument but especially on 20th of March 1993, almost one and a half years after these new strategies of the Turkish state PKK had to make an armistice (Özdağ, 1999). Although the Turkish state did not consider the armistice request as a sincere one it tended to act peacefully unless PKK would acted oppositely. Indeed, PKK did one of the most brutal attacks towards the TAF on 24th of May 1993 and murdered 33 disarmed soldiers during the armistice era who were informally clothed civilians (Hürriyet, 2008). This would be deemed as a milestone and the further years of the war on the PKK terror. Subsequently strategies of the Turkish state were converted into a psychological warfare and total war. Accordingly, the Turkish state realized the major effects of the media and some non governmental institutions as well. First, Turkish politicians invited the media to support them on this psychological warfare and then they requested TÜSİAD (Turkish Industrialists’ And Businessmen’s Association) to support them too. Consequently, the media, governmental and non governmental organizations, and also associations announced their support against the PKK terror (Kundakçı, 2004). It is important to recognize that these strategies could be assumed as determination of the Turkish state against terrorism not only in a military way but also using the public support. Moreover regarding the 175 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen military strategies, these new strategies might be considered as a new perception of threats too. Therefore, it is not surprising to find that, the goal of destroying the PKK terror has been changed by the TAF’s perception of threat from the Aegean Coast to the South East of Turkey. Until these years the Turkish Armed Forces were considering major threat from the west coasts but with the new concept of total war of the TAF against PKK, the TAF has been beginning to improve the second Army Corps on the South East part of Turkey (Özdağ, 1999). Simultaneously, the TAF has changed their trainings and knowledge first time for tackling with low intensity conflict in these years. Thus, the war against PKK may be recognized as a psychological warfare since 1994 which could be considered as a milestone in terms of getting a military victory (ibid). Indeed, due to the decrease in conflicts, economical movements began and consequently the number of incidents related to PKK dropped. There are three main factors which could be evaluated as victorious steps which brought the outcome. Firstly, the TAF realized the fact of communication with the public and local population; therefore they were trying to get the control of whole territory for supporting the civilian local population and securing them from PKK threats. Secondly, Turkish diplomacy made great efforts to prevent supports towards PKK not only from Western countries but also from the neighbours of the Turkish Republic in that region. Thirdly, as has mentioned above, the Turkish state realized the primary power of public support and politics in this war and Turkish politicians were doing their best performance against the politic movements of PKK terror organization. In brief, regarding the low intensity conflict and the counter strategies of the TAF the transformation of the perception of threat could be taken as vital on the road as this conclusion. Meanwhile, the developments and the capability augmentation in the Land Air Forces especially for the hard territory 176 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK conditions could also be crucial. Lastly, the security personnel includes military officers, military sergeants and even special police forces staff have been adapted to the circumstances of low intensity conflict subsequently the acquaintance with war on terror has been increased by the experiences. 2. SPAIN AND ETA Another Mediterranean country has been anguished by separatist terror which has existed since late 60s. Spain is a NATO country as well as Turkey in addition to being a member of the EU. Hence, Spain and separatist terror organization ETA will be clarified in this part of paper. Briefly the historical background and the dynamics of these conflicts will be discussed and also the strategies of Spain against this prolonged conflict will be explained in this section of paper. Although sources about this argument show that ETA and the Basque nationalism have a long history, the intention of this section is to explain the problem after 60s. Briefly, “ETA (Euskadi ta Askatasuna or Basque Homeland and Freedom) is a terrorist organization formed during the late sixties, in the context of a dictatorial regime, namely Francoism” (Reinares, 2004: 455-6). In order to understand the mentality of separatist thoughts in Spain it is noteworthy to point out that; as a consequence of the suppressed policy of Franco and its regime towards the population of the Basque region, Catalan region and Canary Islands, nationalist and separatist movements gathered strength (Sullivan, 1998). However, in comparison to responses of these regions the Basque region has distinguished features. These could be classified as; first, the own characteristic of Basque Nationalism, second, totalitarian and common responses against the nationalist problems during the years between 1939 – 1977; third during these terms the limited and weak central nationalist power also made these totalitarian common responses possible (Hunter vd., 1998: 119-145). 177 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen Regarding these points it is anticipated that there are similarities between the foundation of PKK organization in Turkey, for the reason that ETA and PKK both distinguished themselves from others. Back to the brief information about ETA terror organization, the first armed attack occurred in 1968 and the further ones are enough to identify them as one of the most terrifying separatist group, as CNN has already stated. According to CNN World; “The Basque separatist group ETA has been fighting for an independent Basque state in northern Spain since 1968 (cnn.com). Moreover, it is significantly stated that, “During that period, ETA has been blamed for killing more than 800 people, kidnapping 70 others and wounding thousands, making it one of the most feared organisations of its kind in Europe” (cnn.com). This definition would be substantial to our argument in order to understand the influences of terrorism on the public and the necessity of this fear for persuasion. Thus, ETA was involved in numerous kidnapping cases for increasing the control of persuasion. Certainly, ETA was involved in 77 kidnapping cases not only for the fear effect but also the financial sources that it is gaining by ransoms (Clutterbuck, 1990). Gradually, ETA planned one of the most brutal terror attacks in the summer of 1987 and as a consequence 21 people were killed and 45 people wounded (ibid). Although these cruel attacks lead to reactions from the Spanish state, especially since the late 80s, ETA terrorists have been supported in terms of education and shelter primarily from the IRA and some other terror organizations from Latin America. Subsequently, until the Spanish state changed its domestic and international policies, this situation was stable. Hence, the next part of this section will concentrate on the policies of the Spanish state. The Spanish state reactions and policies against ETA could be classified as democratic however one of the major things worth noting is that the policies of state in the period of Franco and his dictatorship and democratic administrations after him are different. Although the intention of this section is 178 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK not the policies of Franco, it is noteworthy to mention briefly here to explain the cause effect relation of terrorism and policies. Therefore, the crucial point we need to remember here is that the policies of Franco against ETA turned out to be more beneficial for the terrorist organization than the Spanish state (Clutterbuck, 1990). Owing to the nature of terrorism, the reaction of the state was created more conflicts as a consequence of the violence of their reactions, thus they were all grounded more violent terror attacks too. On the contrary, the democratic elections in Spain after Franco’s death changed the policies and strategies of state entirely. The policies of this new period could be evaluated in some cases in regards to precautions specially taken among the institutions and the terrorist organization. Strategy of Spain The first change the new democratic administration has made might be perceived as the improvements of the counter terror units of the police organization. In fact, as it is anticipated above, Franco’s death led to many changes in the country concerning to be a democratic country. Thus, the improvements in police organizations are going to be stated below. As it was expressed above, approximately two years after the death of Franco, autonomy was given to the Basque region as a consequence of the elections. Moreover, they were also given the right to establish their own television channels and police organization as well (Khatami, 1991: 161-181). Besides, these would be evaluated as evidence that the Basque region gained more opportunities than the other autonym regions (Soria, 2003: 517-556). Nevertheless, these democratic improvements which occurred after decades of dictatorship could not be enough to resolve these conflicts, furthermore, it is not unreasonable to suggest that these improvements might be defined as a having catalyst effect on increasing violence. In addition to this point back to our initial argument the Spanish state has improved many policies initially starting with civilizing the 179 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen police organization in 1978 by the new constitutional law (Çökmez, 2008: 355-371). It is essential therefore that the Franco era could be evaluated as military reactions against terrorism, thus the new constitutional law has a great meaning regarding the response to terror in a civilized and democratic way. On the other hand, while civilizing the police organization they also established ‘Special Operations Task Force’ which was going to lead a sizeable decline in the kidnapping events which could be estimated as the main finance source for the terror organization. Furthermore, Gonzales who was the winner in the 1982 national elections has also established a task force which could be defined as ‘Civilian Guards’ (ibid). These forces could also be correlated with the Turkish ‘Rural Guard System’ which has also been mentioned above. Meanwhile, the importance of international relations and cooperative precautions and strategies became vital in this era. Therefore, significantly in 1984, Spanish and French governments made a special treaty which would obligate Basque population that was living in French territory to return back to Spain (Waldman, 1991: 1-32). This vital development causes; wide range of favourable consequences; shortly it might be described as a collaboration of two formerly socialist neighbour states and administrations. Indeed, the Gonzales government in Spain and the Mitterrand government in France set unforgettable milestones in terms of proving the importance of collaboration in their war on separatist terror. As a consequence of this improvement it is not unreasonable to suggest that ETA would be defeated not only in a military way but also psychologically. It is also worth noting that these consequences could have occurred as a result of a special cause which is the GAL (Antiterrorist Liberation Group) which will be discussed further parts of this paper. 180 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK Back to our initial argument, further substantial improvements which occurred in the democratic era of Spain in the struggle against ETA could be deemed crucial in terms of improvements in legacy and law enforcement. Therefore, the necessity of reinforcing these improvements by law enforcement and special recruitments executed to law system which were specialized for counter terrorism was understandable. One of the vital enforcements was increasing the detention times which were defined as ‘incommunicado detention’ to ten days between the 1984 – 1987 period and then it decreased three days in normal conditions and five days regarding special cases (Weschler, 1993). Equally importantly, another improvement that led to psychological victory against ETA terror could be classified as some agreements which have signed regionally. Hence, after the new law and legal regulations since 1987 some agreements have been signed gradually (Soria, 2003). These agreements were aimed to reduce the power of ETA on the population and also to achieve an increase in support from the public towards the state. Consequently, these agreements were evaluated as psychological warfare against terrorism and considered as successful significantly for decreasing the importance of terror, especially on the public. Regarding our argument, this would be a milestone for proving the importance of psychological responses against terrorism. Indeed, the actions of Spain and Turkey in opposition to their common problem of separatist terrorism emphasised the gaining of public support which was concerned to get a psychological victory against terror (Bal, 2000). In closing, another strategy that is also assessed as common especially against separatist terror would be ‘Reinserción’ which could be defined as a strategy that would intend to get support from the public, not only from the regional population but also from the terrorists who decided to leave terror attacks in order to give them a chance of amnesty (Özçer, 2006). 181 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen Therefore, the Spanish Penal Code at Article 579 additionally included this topic as a result of these improvements (ohchr.org). Besides, for strengthening the psychological victory and also preventing the captured leaders of terror organizations who could still guide terrorists from prison, new regulations about jails has made the prisons more isolated (Bal, 2000). As a consequence of these new regulations, leaders of ETA could not act together in the prison conditions and also could not find ways to communicate with the terrorists. In brief, all these enhancements could be considered as significant but regards to our argument and the importance of psychological war and substantial meaning of psychological victory new regulations could be taken as major changes. Especially in terms of leaders of ETA have lost their power on their organizations subsequently, ETA has lost its power towards the public and the way which brought success to the Spanish state became clear. 3. THE UNITED KINGDOM AND THE IRA One of the other considerable conflict which could be evaluated as the longlasting one in comparison with Turkey and PKK, and Spain and ETA is the United Kingdom and the IRA. In this section of the chapter the brief history especially after the 80s will be mentioned then the policies of the United Kingdom, changes in these policies and strategies through the changes on policies of the IRA and international terrorism will be mentioned as well. Despite the fact that the IRA has a long history, especially during the World War Two and the further decades after the World War Two, it was hard to found out an important act in the sense of war again separatist terror. Nevertheless, since the late 60s and especially 70s and 80s, the separatist terror acts have raised gradually owing to the necessity for some acts that have emerged. The UK met terrorism much earlier than many other countries as a consequence of the prolonged Ireland conflict. Therefore, it is understandable 182 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK that acts of the state would be evaluated as mostly centred against the Ireland conflict. Besides, the UK had never focused counter terror acts against global terrorism. This point will be discussed in the further sections of this paper but regarding our argument in this section, it is noteworthy to state that the UK has acknowledged experiences against terrorism but chiefly against separatist terrorism. Thus, it is not unreasonable to suggest that the first regulations or strategic acts opposing terrorism have been made against the Northern Ireland conflict. Additionally, these regulations have also been modified owing to the necessities which have been changing by circumstances during the different eras. Until the year 2000 through to the ‘Terrorism Act 2000’ it is easy to mention one counter terror act which could be examined in 5 different regulations in order to various necessities of different periods. Thereby these different regulations will be explained briefly in this section. Prevention of Terrorism Acts To begin with, the first regulation or act stated on 29th of November 1974 also would be defined as ‘Temporary Provisions Act 1974’ that is legitimately stated as ‘Prevention of Terrorism Act 1974’ – The PTA (cain.ulst.ac.uk). Although it was prepared as a temporary act, it has converted into a permanent one. Basically, the PTA has lifted up the limits of power of the armed forces or in other words generally security forces. Thus, the police forces and the home office of the UK have been affected, subsequently the duration of detention has increased and the limit of searching has risen as well. Nevertheless, the first form of this act had some weak points too. In spite of the fact that this form could be considered as a strict one, it could only cause much more detention or investigation towards suspects rather than finding the real guilty ones (usakgundem.com). Therefore, it is not unreasonable to suggest that this first form of the PTA might be criticised as instead of punishing the guilty ones it was more focusing on improving the intelligence abilities and also a kind of 183 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen suppression policy which could be evaluated as a psychological war as well (Greaghty, 2000). Indeed, most of the detentions were concluded without any action being taken against them. As it is stated, “6932 people had been detained regards to Northern Ireland issues during the period of 1974 – 1990 and virtually 6000 of them released without any legal actions against them” (radstats.com). According to this information it is also noteworthy to summarize that, there were some changes and regulations during this period especially between the years 1974 and 1984, but it is hard to consider them as a new intention. However, the regulation in 1984 could be claimed as a sign for new intention in order to prevent terrorism. Because the perception changed and the new perception of threat was not only related to the Northern Ireland conflict but also the suspects who were connected with the international terrorism. In that sense, it was one of the initial steps which tried to change the perception and extended the authority against international terrorism (Ulusoy, 1994: 80-81). Although it could be evaluated as one of the first steps for transforming the perception of threat from a regional to an international level, the UK’s security forces did not use this new authority so often. On the other hand, the regulation of 1989 would be accounted as more rational than the former regulations (egm.gov.tr). Apparently, the Prevention of Terrorism Act 1989 was also evaluated as a temporary act but also was the first one which had new powers arranged in 7 sections (opsi.gov.uk). These are stated as follows 1. Proscribed Organisations, 2. Exclusion Orders, 3. Financial Assistance for Terrorism, 4. Arrest, Detention and Control of Entry, 5. Information, Proceedings and Interpretation, 6. Further Provisions for Northern Ireland, 7. Supplementary (opsi.gov.uk). Regarding our argument, the major points of these seven sections could be defined in few words as, supporting financially or displaying 184 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK signs of public support or any kind of support for listed illegal organizations might lead to an arrestable offence and also time periods of detentions are designated as 48 hours but could be extended by five additional days by the permission of the Home Secretary (absoluteastronomy.com). The next regulation is the 1996 Act and one of the points that is crucial regarding our argument is that additional powers added an important power for the security forces which was stated as ‘Power to stop and search pedestrians’ in 1996 act (opsi.gov.uk). One other point would be that, security forces have gained power for searching any suspicious civilian moreover, even if they couldn’t find any connection with terrorist organization, security forces have a right which allows 12 hours detention without any clues by the provided power of 1996 Act. It would seem clear that the United Kingdom has various acts which would have been trying to prevent terrorism in their land thus; the further section of this chapter will briefly mention the transformation of the perception of terror as a threat in their own land or in the manner of an international threat. It is also noteworthy in a few words that the predecessor of these acts could be regarded as the ‘Prevention of Violence Act 1939’ (Temporary Provisions) which was carried into law in response to the IRA (Ulusoy, 1994: 80-81). Furthermore, the Prevention of Violence Act was allowed to expire in 1953 and was abolished in 1973 to be reintroduced under the Prevention of Terrorism (Temporary Provisions) Act (ibid). In 2000 the acts were replaced with the more permanent ones, especially by the Terrorism Act 2000. On the Terrorism Act 2000 and the further years the acts were formed favourable for the threat of international terrorism which is going to be discussed in depth below. Briefly, since the end of the 90s it is not surprising to find that the acts and regulations were mostly focused on the Northern Ireland conflict and they 185 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen would not be evaluated as acts that challenges against international terrorism. Regarding our argument this has a specific meaning in order to understand the importance of taking precautions towards international terror organizations in the United Kingdom. Due to the fact that, many regional terror organizations for instance it is possible to link by PKK concerning with the topic, was sponsored and supported in the UK during this time period however there were strict precautions against terrorism (Laçiner, 2001). As it has mentioned, the precautions were not against international terrorism, they were only against the IRA terror. This specific point will also be mentioned in more detailed way in the subsequent parts of this study. Nonetheless, in order to comprehend the main cause of necessity of a new and wide ranging act, this point is vital. Especially after 1999 perceptions of threat have been changing crucially and the perception of radical religious organizations as a threat has become a considerable approach. According to this approach, it is noteworthy to recognize some roots for these changes in perceptions. Such roots as the similar perceptions of the United States might have influenced the newly forming acts of the United Kingdom. This could be considered as one of the first reasons for realizing the absence of a beneficial act against international terrorism and gradually religious terrorism. Another probable reason might be related with the lack of precautions and acts against international and religious terror organizations that could prevent them from organising and being networked in the UK. Hence, a substantial amount of supporters, member or even the leaders of many international terror organizations, could survive and hide in the UK during this era. All of these circumstances led to some problems for the state and also caused some international crises with some other countries due to the fact that terrorists could survive as a result of a lack of essential acts and laws in the UK in that sense (Ulusoy, 1994: 80-81). 186 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK Eventually, as a consequence of challenging discussions and procedures on 19th February 2001, the Terrorism Act 2001 has come into effect and replaced the Prevention of Terrorism Act 1974 that had been in effect since 1974 and could be evaluated as temporary provisions (libertas.bham.ac.uk). Regarding the argument specifically in this part of the paper, the Terrorism Act 2001 has a major meaning. As it has mentioned above it could be considered as a transformation of a regional and temporary provision act into an international and permanent act attempting to cope with international terrorism. Furthermore, the definition of terrorism in the Terrorism Act 2001 is important in order to transform the perception of a regional problem into an international one as well. This is a vital point for understanding the perceptions and also the steps towards cooperation against terrorism. 4. SIMILARITIES AND DIFFERENCES OF THESE THREE COUNTRIES’ STRATEGIES Last part of this study will intend to analyse briefly the similarities and differences of these three countries while encountering their separatist terror problem. First of all PKK, ETA and the IRA are both evaluated as separatist terror organizations however they all have some unique characteristics which may breed some similarities and differences. It is essential to do the first concise comparison with PKK and ETA in order to conceive the discrete experience of the UK and the IRA which will be mentioned further of this section. PKK and ETA both have common features and similar historical developments. In a few words, these two terror organizations both were founded aiming to become separated from the states which they were involved. These reasons could be defined as their different ethnicities and necessities for creating new identities for them. Furthermore, this case might include the IRA as well, they all tried to find financial funds in the territories where the ethnic populations (for the IRA the religions of populations), whom supports them for 187 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen surviving. The ways of finding financial funds are also similar, kidnapping for ransom, drug trafficking, human smuggling and arms trafficking. Although they both have been supported by some other countries and also could have been hiding and funding from other countries, apparently PKK has been influenced much more than the international developments not only from neighbours of that region or territory but mostly from the European countries. Actually, it is essential to say that PKK has been supported by European countries much more than ETA and the IRA (isref.org). At the same time, in the case of ETA there was another issue which is essential to mention. As a result of the geographical features of the Basque region which is between the borders of Spain and France it could be evaluated as a special case. Since that region is related with two countries, they were deciding to work on that issue cooperatively; however, they both had some crises during these collaborations (ibid). Nonetheless, for this case ETA would be assessed differently as a consequence of using international cooperation as a tool on account of the unique features of that case. Another point of view should be mentioned here is either the size of leader team and also the number of terrorists, PKK is noticeably larger than ETA and the IRA. Consequently, this would make possible to conceive the important necessity of a huge amount of support towards PKK which have been supplied from European countries for many years (Özdağ, 1999). Another point we need to state about ETA and PKK before than to mention the IRA and the UK’s distinction is some counter guerrilla organizations which both Spain and Turkey were using against their separatist terrorism many years. In addition to that, for Spain and their war against terror, it is possible to talk about an organization which would have been considered as a hidden power which might has been used towards France during this era. GAL (Anti Terrorist Liberation Group) is the name of this organization which is also pointed out in Çökmez as a part of a counter terror plan which was using by 188 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK Spain against ETA (Çökmez, 2008: 355-371). In the same manner, it is also possible to mention a similar organization for Turkey and its war against PKK. Especially during the early 1990s the Turkish state was using JİTEM (Gendarmerie Intelligence and Counterterrorism Centre) against separatist terror organization PKK, especially for supplementing various sources of intelligence (ansiklopedi.turkcebilgi.com). This point might be vital for proving that the TAF had already been understood the importance of any kind of intelligence in order to tackle with this pro-longed low intensity conflict. On the contrary, the UK and its war against the IRA would be separable in this sense. As it has been discussed above in the related part it is not surprising to suggest that, the war against the IRA and the war against ETA and PKK were different in such cases. The UK has been trying to tackle with its separatist terrorism mostly by using the power of law in comparison with the war of Turkey against PKK and war of Spain against ETA. This would have been linked with some reasons like different conjuncture of the conflict, geographical features, historical background but most probably existence of a third party in the whole situation. By the same token in the war against ETA and PKK, either the Turkish state or the Spanish state they have chosen to use security forces instead of using the power of law like the UK has done especially after 1980s. It is assumed that linking a third party in to a conflict like a separatist terror conflict might be distinguished from the other separatist terror conflicts. Hence, The Good Friday Agreement which was signed by the British and the Irish governments and also supported by Northern Ireland and its political parties on 10th of April 1998 was admired as a milestone (foreignaffairs.gov). As Martin stated it could be conceived as a vital point for the unification of the island: …the peace process in Northern Ireland enjoyed a significant turning point in May 1998 when the so called Good Friday Agreement of April 10, 1998 (also known as the Belfast Agreement), was overwhelmingly approved by voters in the Irish Republic and Northern Ireland in May 1998. It 189 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen signalled the mutual acceptance of a Northern Ireland assembly and the disarmament, or ‘decommissioning’ of all paramilitaries. (Martin, 2009: 489-490) It is also a necessity to convey a brief comparison of PKK and the IRA terror organizations in order to evaluate the long standing experiences of Turkey and the UK. Therefore, it is important to recognize that in terms of understanding international support en route for these organizations; as a consequence it is not unreasonable to suggest that the IRA has been supported mostly by the US (news.bbbc.co.uk). Additionally, also some Middle East countries like Libya could be taken as a hidden supporter of the IRA as well nevertheless, in comparison with the supports toward PKK from some European countries and also some Middle East countries like Iran and Syria the support from Libya to the IRA would be evaluated as insignificant (Laçiner, 2001). Into the bargain, as it has mentioned above in the comparison of ETA and PKK, the size of the IRA could be considered as notably small than the size of ETA and PKK. Last but not the least, in the connection with revealing the differences of the way of acts of the IRA and PKK, one crucial point in comparison with PKK would be, the IRA was trying to warn security forces to evacuate the target area from civilians (Laçiner, 2001). Hence, this attitude might have been assumed as one of the major reasons for gaining public support of the IRA. Besides, this might also be deemed as one of the reasons of British state’s struggling to act more in legal ways especially after 1980s. In addition to these brief comparisons and the explanations of long standing experiences of separatist terror of these three countries, last section of this chapter will shortly express the developments in Turkey concerning its role on preventing terrorism as the long term experienced with low intensity conflict due to PKK terror and also because of being first victim of religious terror in the European continent. 190 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK Hence, it is noteworthy to begin with some reforms from the Turkish state. First of all one of the recent debate is about the constitution and law on political parties which could be resembled with the role of Ireland and Northern Ireland parties against to the IRA terror. For that matter, initially the EU and some other NGOs struggle to solve the problem in terms of some regulations or in other words some reforms on constitution and law on political parties. Accordingly, the Venice Commission of the European Council has stated some vital points on its 78th Plenary Session on 13-14 March 2009 concerning this approach. Some of the most significant statements of this session pointed out some differences of Turkey in that sense. For instance as it has claimed in the report: 2. The procedure for initiating decisions on party prohibition or dissolution makes this initiative more arbitrary and less subject to democratic control, than in other European countries. 3. The tradition of regularly applying the rules on party closure to an extent that has no parallel in any other European country demonstrates that this is not in effect regarded as an extraordinary measure, but as a structural and operative part of the constitution.(abhaber.com) These critics would have changed the case of DTP (Democratic Society Party) positively. Moreover, these efforts could also be appraised as a sign from the Turkish government, which points out the perception of willing an absolute solution to the problem not only from security forces perspective. In addition to these efforts of the Turkish state and Turkish democracy that can be considered as a part of a whole reform in the counter terrorist strategy in Turkey which needs to be complemented with some conversions on the perspectives of the Turkish Armed Forces (TAF). For this reason it is essential to note that, the speech of 26th Commander of the Turkish Armed Forces - The chief of general staff İlker Başbuğ - towards the Turkish War Colleges Command on 14th April 2009 is critical to figure out the recent perspective of the TAF. He emphasized some crucial points concerning to our argument; 191 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen First, he said the counter terrorist strategy should be people oriented and must be conceived by the hearts and the brains of people; second, there should be a close relationship between the public and the government agencies for that reason, the state should understand the culture and the attitudes of regional folk or communal sincerely last; it wouldn’t be forgotten that terrorists are people too, hence the root causes of accessions to terror organization should be analyzed seriously and in multidimensional way in order to prevent more accessions and consequently for collapsing the terror organization (tsk.tr). To put it briefly, these three points can be taken as one of the most efficient approach concerning to set up sufficient counter terrorist strategies of the states which have suffered from terrorism. CONLUSION To conclude, as the Commander of the Turkish Armed Forces - The chief of general staff İlker Başbuğ emphasised the importance of people oriented strategies, significance of sharing knowledge, experience and the lessons learned by these experience are indisputable. In terms of finding out how to tackle with a problem, how to struggle with an enemy or how to resolve a conflict, clarifying these common experiences of different countries is vital. Therefore, the similarities of these three countries were clarified above and also in wide range of dimensions. Their strategies against separatist terror, the historical backgrounds of these terror organizations and their strategies were also analysed separately. Eventually, the consequences of their strategies were evaluated objectively; even the failures or successes were tried to be discussed in detail. Owing to the topic contains more than a single case and a perspective besides a connection, it could not easy to discuss entirely and linked each other. However, on account of the case study structure also, the similarities between the experiences and strategies; it was not so hard to find connections which 192 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK could be deemed as one of the main points of our argument. Therefore, as it has mentioned all in these three cases, the experiences of Turkey, Spain and the UK are crucial to enhance more efficient strategies. As these countries all have been trying to fight against terrorism, it would seems clear that the primary strategy should be considering the definition of terrorism and never become an instrument for its purpose which is using violent terror acts for achieving political goals. BIBLIOGRAPHY Books: BRYMAN, A: Social Reseach Methods, Oxford Univ. Press, 2004, New York. CLUTTERBUCK, R.: Terrorism, Drugs and Crime in Europe after 1992, Routledge, 1990, New York. GREAGHTY, T.: The Irish War, The Military History of a Domestic Conflict, HarperCollins Publisher, 2000, London. HUNTER, G. & POLLACK, B.: ‘Dictatorship, Democracy and Terrorism in Spain’ In Lodge, J. The Threat of Terrorism, Westview Press, Boulder, 1998. KIŞLALI, M. A.:Güneydoğu Düşük Yoğunlukta Çatışma, Ümit Yayıncılık, 2000, Ankara. KUNDAKÇI, H.: Güneydoğu’da Unutulmayanlar, Alfa Yay., 2004, Istanbul. LAÇİNER, S.: ABD – İngiltere: Özel Bir İlişki, ASAM, 2001, Ankara. LAÇİNER, S.: İngiltere, Terör Kuzey İrlanda Sorunu ve İnsan Hakları, Asam Yayınları - Ankara Çalışmaları Dizisi, No.6, ASAM, 2001, Ankara. MARTİN, G.: Understanding Terrorism: Challenges, perspectives, and issues, Sage Publications, 2009, California. MUMCU, U.: Kürt Dosyası, Tekin Yayıncılık, 1993, Ankara. ÖZCAN, N.A.: PKK: Tarihi, İdeolojisi ve Yöntemi, ASAM Yayınları, 1999, Ankara. ÖZDAĞ, Ü.: Türkiye, Kuzey Irak ve PKK: Bir Gayrinizami Savaşın Anatomisi, ASAM Yayınları, 1999, Ankara. ÖZÇER, A.: Çoğul İspanya, İmge Kitabevi Yayıncılık, 2006, Ankara. SULLIVAN, J.: ETA and Basque Nationalism, Routledge, 1998, London. 193 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen WALDMAN, P.: From The Vindication Of Honour To Blackmail: The İmpact Of The Changing Role Of ETA On Society And Politics İn The Basque Region Of Spain’ In Gal-Or, N. Tolerating Terrorism in the West: An International Survey, Routledge, 1991, London. WHITTAKER, D. J.: The Terrorism Reader, Routledge, 2007, New York. Reports: Arrangements of the Prevention of Terrorismt Act 1989, “Chapter 4”. Article 579, “Legislative framework for counter-terrorism measures in Spain”. BAL, İ.: Terörle Pro-Aktif Mücadele ve Hizbullah Örneği, Polis Bilimleri Dergisi, 2 ,No.5-6, Polis Akademisi Yayınları, 2000, Ankara. İMSET, İ.: The PKK: A Report on Seperatist Violence, Turkish Daily News Publications, 1992, Ankara. Köy Kanunu, (Turkish Legal Code regarding villages), “No. 442”. OHAL, “OHAL Bölge Valiliği ihdası hakkında kanun hükmünde kararname”. PKK fundings, “PKK ile Mücadelede İspanya’nın ETA ile Mücadele Örneği”. Available at: (http://www.isref.org/index.php?pid=43&page=view&id=738) Prevention of Terrorism (Additional Powers) Act 1996 – Power to stop and search pedestrians, “1996 Chapter 7”. Prevention of Terrorism Act 2005. Prevention of Terrorism Act, from Statewatch, No 2, May/June 1991. Prevention of Terrorism (Temporary Provisions), “Act 1974”. Report of the Official Account of the Bombings in London on 7th of July 2005. TAF Commander İlker Başbuğ’s speech towards the Turkish War Colleges Command on 14th April 2009. WESCHLER, J.: The Human Rights Watch Global Report on Prisons, Human Rights Watch, 1993, New York. Articles: BRUINESSEN, M.V.: Between Guerrilla War and Political Murder: The Workers’ Party of Kurdistan, Middle East Report, No. 153, July-August, 1998. CRISS, N. B.: The Nature of PKK Terrorism in Turkey, Studies in Conflict and Terrorism, 18, No. 1, 1995 194 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 Comparative Experiences of Three Countries Against Separatist Terrorism: Turkey, Spain, The UK ÇÖKMEZ, F. G.: The Basque Country: A Historical Case of Ethnical Nationalism and Impact of State Policies in Spain. Ege Academic Review, 8, No.1, 1998. KHATAMI, S.: Decentralization: A comparative study of France and Spain since the 1970s, Regional federal studies, 1, No.2, 1991. KOÇÖZ, R.: İnsanlık, Savaş ve Terör, EGM Polis Dergisi,47, 2006. REİNARES, F.: Who are the Terrorists? Analyzing Changes in Sociological Profile among Members of ETA, Studies in Conlflict & Terrorism, 27, No.6, 2004. SOMER, M.: Ethnic Kurds, Endogenous Identities, and Integration with Europe, The Global Review of Ethnopolitics, 1, No. 4, June, 2002. SORİA, J.M.: Country Report on Spain, In Walter, C. et al. Terrorism as a Challenge for National and International Law: Security versus Liberty?, Springer, Munich, 2003. ULUSOY, H.: Ingiltere’de Terörizm, Terörizme karşı alınan önlemler ve Sonuçlar, T.İ.D, 11, No 66, 1994. Newspapers: Hürriyet, 19.2.1999 “Başladığı yere döndü”. Hürriyet, 24.5.2008 “Şehitlikte büyük buluşma”. Online Sources: AB Haber, Venice Commission, “European Commission for Democracy through Law”. Available at: (http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=2819 [Last accessed: July 2009]) BBC News: Rich Friends in New York, http://news.bbc.co.uk/1/hi/world/ americas/ 1563119.stm [Last accessed: August 2009]) CNN World, ETA: Feared Separatist Group, (http://edition.cnn.com/ m2002 /WORLD/europe/05/21/basque.background/[Last accessed: August 2009]) Good Friday Agreement. Available at: http://www.foreignaffairs.gov.ie/home/ index.aspx?id=335 [Last accessed: July 2009]) JİTEM, JİTEM Hakkında Bilgi. http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Jitem [Last accessed: August 2009]) Öcalan Davası, II, Bölüm PKK Terör Örgütünün Kuruluşu, Amacı, Programı, Stratejisi, Yapılanması Ve Faaliyetleri. www.belgenet.com/dava/dava03.html [Last accessed: June 2009]) 195 Journal of Strategic Studies 1 (4), 2009,169-196 Erkin özlen Powers contained in the Acts - PTA 1989 Acts, “Arrest, Detention and Control of Entry”. www.absoluteastronomy.com/topics/Prevention_of_Terrorism_Act _%28Northern_Ireland%29#encyclopedia [Access: Augst 2009) PTA 1989, “11 Eylül Sonrası Terörle Mücadelede İngiltere Örneği “.Available at:http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/36/web/kriminoloji/ars_gor_bil al_sinik.htm [Last accessed: August 2009]) PTA Detentions, PKK Sorunu: Türkiye İçin Büyük Fırsatlar ve İngiltere’den Alınacak Dersler. http://www.usakgundem.com/yazar/289/pkk-sorunu-türkiyeiçin-büyük-firsatlar-ve-ingiltere’den-alinacak-dersler.html [Access: Aug 2009] Strategies of PKK: Teröristlerin Başvurduğu Stretejiler. Available at: http://turksiyer.com/pkk/teroristlerin-basvurdugu-stratejiler.html August 2009) The centre for US foreign policy, “The British War on Terror Timeline”. Available at: (www.libertas.bham.ac.uk [Last accessed: July 2009]) 196 Stratejik Araştırmalar Dergisi 1 (4), 2009,169-196 YAYIN KURALLARI: 1. Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergi; uluslararası ilişkiler, dış politika, ulusal ve uluslararası güvenlik alanında özgün çalışmaları amaçlayan bir dergidir. Aynı zamanda disiplinler arası çalışmalara yer vermektedir. 2. Hazırlanan makaleler; “Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, Sıraselviler Cad. No.65, 34437, Taksim, İstanbul” adresine gönderilmelidir. Tel: 0090 212 444 19 97 (dah. 5571 veya 5582). Faks: 0090 212 867 55 77. Elektronik başvurular Microsoft Word dosyası şeklinde aşağıdaki elektronik posta adreslerine gönderilebilir: saityilmaz@beykent.edu.tr songuloyanik@beykent.edu.tr 3. Dergiye gönderilen makaleler orijinal olmalı, aynı anda başka bir yayında yayımlanmak için gönderilmemiş olmalıdır. Eğer gönderilen makalenin bir kopyası diğer bir yayın kuruluşuna gönderilmiş veya burada yayınlanmış/yayınlanacaksa bu durum yazar tarafından başvuru esnasında açıkça ifade edilmelidir. 4. Yayın için gönderilen makaleler hakem değerlendirmesine tabidir. Editör ve redaksiyon kurulu tarafından gözden geçirilen makaleler bilimsel yazım kuralları açısından gözden geçirilir. Uygun görülen makaleler daha sonra ilgili alanlardaki üç hakeme akademik inceleme için gönderilir. Editör ve hakemler gönderilen makaleleri üç aşamalı bir metot ile inceleyecekledir: a) Edebi niteliği: yazım tarzı, dil kullanımı, metnin organizasyonu. b) Referans kullanımı: referans yazım uygunluğu, kaynaklar, dipnotların metinle ilişkisi. c) Bilimsel kalitesi: Araştırmanın derinliği, niteliği, bilime katkısı, orijinalliği ve bilimsel inandırıcılığı. Hakemlerin kararına göre, makaleler dergide yayımlanacak veya yayını uygun görülmeyecektir. Hakem raporları gizli tutulacak ve beş yıl süre ile arşiv olarak muhafaza edilecektir. 5. Metinler bir buçuk veya çift aralıklı olarak A4 boyutlu kağıdın bir yüzüne yazılacaktır. Sayfalar sırasına uygun olarak numaralandırılacaktır. Gönderilen metinler geri verilmeyeceğinden, yazar bir nüshasını muhafaza etmelidir. Editörler, metinlerin kaybolması veya hasar görmesinden sorumlu değildir. 6. Metinler aşağıdaki sıraya göre düzenlenmelidir: İlk sayfada; başlık, (varsa) alt başlık, yazar isimi (leri), bağlantılı olduğu kuruluş, tam posta adresi, telefon ve faks numarası. Devam eden sayfalarda; metinin ana bölümü, referans listesi ve dipnotlar, ekler, tablolar. 7. Kural olarak makaleler, dip notlar hariç, 10.000 kelimeyi geçmemelidir. Kitap incelemeleri 2.500 kelime civarında olmalıdır. 8. Yazarlar bu dergi için öngörülen yazım tarzına uygun olarak makalelerini hazırlamaktan sorumludur. 197 9. Makale başlıkları 12 punto, kalın ve büyük harfle yazılmalıdır. 10. Her makalede metnin ana tartışma konularını ve sonuçlarını özetleyen bir özet (abstract) ile altıdan fazla olmayan anahtar kelime bulunmalıdır. 11. Dipnotlar makale içinde sırası ile yükseltilmiş numara ile numaralandırılmalı ve makale sonunda listelenen dipnotlara atıf yapılmalıdır. Dipnotlar asgari düzeyde tutulmalıdır. Kitap referansları: yazarın soy ismi, isminin ilk harfi(leri), italik olarak kitabın başlığı, yayıncı kuruluş, parantez içinde basım yeri ve yılı, sayfa no.(ları) şeklinde olmalıdır. Makale referansları yazarın ismi ve soy ismi, aktarma işareti içinde makalenin başlığı, altı çizgili olarak yayının adı, Cilt no., parantez içinde yayın yılı ve sayfa no.(ları) şeklinde olacaktır. Aynı referansa müteakip atıflar sadece yazarın ismi, yayın yılı ve sayfa no.(ları) şeklinde olabilir. 12. Tablolar ve Şekiller metin içine konulmalıdır. Üstünde kısa bir tanımlayıcı başlık, altında ise açıklamaları ve dipnota atıf yer almalıdır. Şekiller gerekli kısaltmayı sağlayacak şekilde isimlendirilmelidir. 13. Telif hakları: Yazarlar makalelerinin ve özetlerinin her türlü telif ve izin verme hakkını Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne ait olduğunu kabul ederler. Yazarlar, makalelerinin yayınından sonra Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin iznine tabi olarak makalelerini başka yayınlarda kullanabilirler. TELİF TRANSFERİ: Yayını halinde……………………………………… başlıklı makalenin yazar/ları olarak, tüm telif haklarını Beykent Üniversitesi’ne devrediyorum/z. Yazar/lar: Ad/Soyad: İmza: Kurumu: Adres: İLETİŞİM: Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Sıra Selviler Cad. No.65, 34437 Taksim İstanbul. Tel: 0212 444 19 97 (dah. 5571 veya 5582) Faks: 0212 867 55 77, www.beykent.edu.tr 198 PUBLICATION REGULATIONS: 1. Beykent University, Journal of Strategic Studies is a refereed journal and published twice a year. The Journal (JSS) focuses on international relations, foreign policy, and national and international security studies. The journal also encourages interdisciplinary studies. 2. Manuscripts should be sent to Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi, Sıraselviler Cad. No.65, 34437, Taksim, Istanbul. Phone: 0090 212 444 19 97 (ext. 5571 - 5582). Fax: 0090 212 867 55 77. Electronic submissions as a Microsft world attachment file are also welcome at saityilmaz@beykent.edu.tr or songuloyanik@beykent.edu.tr 3. Articles submitted to JSS should be original contributions and should not be under consideration for any other publication at the same time. If another version of the article is under consideration by another publication or has been or will be published elsewhere authors should clearly indicate this at the time of submission. 4. Articles submitted for consideration of publication are subject to peer review. The editorial board and editors previously takes consideration whether submitted manuscript follows the rules of scientific writing. The appropriate articles are then sent to three referees known for their academic reputation in that respective areas. The Editors and referees use three-step guidelines in assessing submissions: a) Literary quality: writing style, usage of the language, organization of the text, b) Use of references: referencing, sources, relationships of the footnotes to the text, and c) Scholarship quality: depth of the research, quality, contribution originality, and plausibility of the argument. Upon the referees’ decision, the articles will be published in the journal, or rejected for publication. The referee reports are kept confidential and stored in the archives for five years. 5. Manuscripts should be one-and-half or double spaced throughout and typed in English on single sides of A4 paper. Pages should be numbered consecutively. The author should retain a copy, as submitted manuscripts cannot be returned. The Editorial Board cannot accept responsibility for loss of, or damage to, the manuscripts. 6. Manuscripts should be arranged in the following order of presentation: First sheet: title, subtitle (if any), author(s), name(s), affiliation, full postal address, telephone and fax numbers. Subsequent sheets: main body of text, list of references and footnotes, appendices, tables. 7. Articles as a rule should not exceed 10.000 words, not including footnotes. Book reviews should be about 2.500 word- length. 199 8. Authors are responsible for ensuring that their manuscripts conform to the JSS style. Editors will not undertake retyping of manuscripts before publication. 9. Titles in the article should be 12 punt, bold and in uppercase form. 10. Each manuscripts should be summarized in an abstract, which should describe the main arguments and conclusions of the manuscripts and up to six keywords. 11. Notes should be numbered consecutively throughout the article and indicated in the text by a raised numeral, referring to the list of notes, which should be placed at the end of the article. Notes should be kept to a minimum. References to books should give the author’s surname preceded by the initial letters of his/her forename, The title of the book should be in italics, and the place, publisher and year of publication should follow in brackets. References to articles should give the author’s forename and surname, the title of the article in single quotation marks, the name of publication underlined the number of volume in Arabic numerals, the year of publication in brackets and the page numbers. Subsequent references to a book or article may be made only the author’s name. 12. Tables and figures should be embedded in the text. A short descriptive title should appear above each table with a clear legend and any footnotes suitably identified below. All units must be included. Figures should be completely labeled, taking into account necessary reduction. 13. Copyright. It is a condition of publication that authors vest or license copyright in their articles, including abstracts, in Beykent University Center for Strategic Studies. The author may use the material elsewhere after publication providing prior permission from the Center for Strategic Studies. TRANSFER OF COPYRIGHT: In the event of its publication we, as the writer(s) of the article titled ………… transfer all of its copyrights to Beykent University. Writer(s): Name/Surname Signature: Institution: Address: CONTACT INFORMATION: Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Merkezi (Beykent University, Strategic Research Center), Sıra Selviler Cad. No.65, 34437 Taksim, Istanbul. Telephone: 0212 444 19 97 (ext. 5571 - 5582), Fax: 0212 867 55 77, www.beykent.edu.tr 200 BEYKENT ÜNİVERSİTESİ STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ MAKALE – YAYIN İNCELEME FORMU MAKALE YAZARI VE MAKALE ADI Makalenin Yazarı Makalenin Adı İNCELEYENİN Unvanı, Adı ve Soyadı, İmzası Adresi (Kurumu) Telefon Numarası İnceleme Tarihi İNCELEME ESASLARI Çok Uygun - Hiç Uygun Değil 5 4 3 2 1 Genel Değerlendirme Makale başlığı içeriğe uygun mudur? Özet uygun mudur? Yazının dili anlaşılabilir midir? Makale ilgili bilim dalına veya uygulamaya katkı yapabilecek nitelikte midir? Yazıda kullanılan araştırma yöntemi amaca uygun mudur? Sonuçlar objektif bir biçimde elde edilmiş midir? Konuyla ilgili kaynaklar yeterli midir? Sonuç bölümünde bulgular irdelenmiş midir? Tablolar uygun ve anlaşılabilir midir? Şekiller uygun ve anlaşılabilir midir? * 1’den 5’e kadar puan veriniz. (5: Çok Uygun, 4: Uygun, 3: Küçük Düzeltmeler Gerekli, 2: Önemli Değişiklikler Gerekli, 1: Hiç Uygun Değil) İMZA 201 SONUÇ DEĞERLENDİRME SONUCU Tarih: ( ) Olduğu gibi yayınlanabilir. İmza ……………………. ……………………. ( ) Küçük düzeltmelerle yayınlanabilir. ( ) Önemli değişikliklerin yapılması zorunludur. e-posta: ( ) Kesinlikle yayınlanamaz. * Başka görüşleriniz varsa lütfen aşağıya yazınız. Yazacaklarınız uzun ise ek sayfa(lar) kullanabilirsiniz. . 202 İLETİŞİM BİLGİLERİ: CORRESPONDENCE ADDRESES: Editör: Editor: Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Sıraselviler Cad. No:65 Taksim, İstanbul Tel: 212 444 19 97 (dah. 5571) e-mail: saityilmaz@beykent.edu.tr Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ Beykent University Strategıc Research Center Sıraselviler Cad. No:65 Taksim, İstanbul Tel: 212 444 19 97 (ext. 5571) e-mail: saityilmaz@beykent.edu.tr 203