Teknoloji 101
Transkript
Teknoloji 101
24 Eylül 2009 Teknoloji 101 - Sayı 2 http://ieee.bilkent.edu.tr/teknoloji101 Bu sayımızda neler var? Sayfa -3 Sayfa -9 Sayfa -11 Sayfa -14 Mazda RX-8 ve Wankel Motoru-Sayfa 20 3G-Cepte 3.Nesil – Sayfa 23 Memristörler WiTricity - Sayfa 27 - Sayfa 25 Hulusi Ağbiyle Kareli Gömlek – Sayfa 29 Ekmel Özbay ile Metamalzemeler ve Nanoteknoloji Üzerine iletkenliği sonsuz malzemeler var. Yalnız bunların µ’sünü değiştiremezsiniz, µ sabittir. Yani var olan malzemelerin elektromanyetik özelliklerini değiştiremezsiniz. Özetlersek, biz neye ihtiyaç varsa ona göre malzemeyi tasarlıyoruz. Bu yüzden metamalzeme elektromanyetik özelliklerini kontrol edebildiğimiz malzeme anlamına geliyor. Nanotam'ın direktörü, Türkiye'de nanoteknoloji denince akla ilk gelen isimlerden biri... Prof. Dr. Ekmel Özbay ile nanoteknoloji ve metamalzemeler üzerine kısa bir söyleşi yaptık... Tek101 : Öncelikle merhaba, sizin metamalzemenin isim babası ve geliştirenlerden biri oluduğunuz söyleniyor. Bize metamalzemeyi kısaca anlatabilir misiniz? Ekmel Özbay : Metamalzemenin isim babası tek başına abartılı olabilir ama biz metamalzemeyi keşfeden ve geliştiren guruplardan bir tanesiyiz. Şimdi meta, metafizik gibi.. Metafizik, fizik üstü demek, doğada olmayan. Metamalzeme de normalde doğada olmayan malzeme. Niye bunlar doğada yok, çünkü bunlar aslında bizim tasarladığımız malzemeler, yani biz özelliklerini önceden belirliyoruz; teorik hesaplarla diyoruz ki bu malzemenin özelliği şu olsun, yani burda bahsettiğim hep elektromanyetik özellikler. Elektromanyetik derken de, nasıl olsa IEEE dergisine konuştuğumuza göre, ε ve µ . Yani biz malzemenin hem ε’unu hem de µ’sünü bağımsız olarak istediğimiz değerde kaydırabiliyoruz. ε’u ve µ’yü sıfır da sonsuz da yapabiliyoruz, aynı anda ikisi de sıfır ya da sonsuz. Bunların hepsi uç bölgeler. Aslında doğada ε’u çok yüksek, hatta Peki metamalzeme görünmezlik pelerininde nasıl kullanılır? Şimdi aslında görünmezlik pelerini standart olarak optik bir problem. Görünmez ne demek, elbette bir malzemeyi yok etmiyorsunuz, sadece optik olarak gözükmüyor. Optik olarak 2 türlü gözükmemek var: biri radara yakalanmamak yani yansıyan ışığın sıfıra inmesi. Yalnız bu, görünmezlik değil çünkü arka taraftaki insan bunu farkedebiliyor. Görünmezlik siyah demek, yani yansımayan. Ancak, siyah bir şeyi beyaz bir ortama koyduğunuz zaman çok güzel bir şekilde gözüküyor. Görünmezliğin esas anlamı; gölgesi olmayan demek. Yani bir ışık tuttuğunuz zaman hiç gölge oluşmayacak; ışığı tuttuğunuzda, öbür taraftan ışığı görebileceksiniz. Şimdi, bu aslında çok güzel bir optik problem. Mesela; bir malzemeyi ben görünmez yapmak istiyorum. Yani gelen ışığı olduğu gibi yanlardan dolandırıp yine takip etmek istiyorum. Öyle üç boyutlu bir ε - µ dağılımı yaratmalıyım ki bu problemin çözümünde, gelen ışık cismin arkasında yeniden gözüksün. Bunun çözümü aslında var. Ancak sorun şu: ε ve µ uzayın her noktasında farklı olmalı ancak bu doğada olamayan bir olgu. Doğada ε - µ’yü kontrol edemiyoruz ancak metamalzeme bize bunu sağlıyor. Biz sonuç olarak bir maddenin etrafına öyle bir kalkan koyuyoruz ki gelen ışık etrafından dolanıp gidiyor. Bunun ε - µ’sünü analitik olarak Ar-ge demişken ben şunu sormak istiyorum. biliyoruz. Bizim yaptığımız bunu Toplumda şöyle bir inanış vardır: teknolojik metamalzeme ile oluşturmak. ar-ge ilk önce askeri amaç geliştirilir ve ardından sivil piyasaya sürülür. Bu konu Metamalzeme ya da görünmezlik pelerinini hakkında ne düşünüyorsunuz? askeri alanda, mesela tankları görünmez yapmada kullanabilir miyiz? İnsanların temel ihtiyaçları vardır: yemek,içmek ve korunmak. Şunu kabul Teorik olarak evet. Ama bunu yarın edelim 10000 yıllık insan tarihinde hep yapabilecek noktada değiliz. Niye değiliz savaşlar var; hep güçlü olan kazanıyor ve çünkü şu anda bizim kapladığımız cisimler tarihi onlar yazıyor. Askeri üstünlük 10000 geometrisi iyi bilinen cisimler. Mesela bir yıldır elden bırakılmayan bir şey, güçlü silindir şeklinde. Bir silindirin geometrideki toplum deyince yanına askeri gücü eklemek analitik çözümünü bulmak kolay. Biz şunu zorundasınız. Bu bakımdan askeri yapıyoruz: Herhangi bir cisim için teknolojiler en temel ihtiyaç. Bitmeyen bir elektromanyetik simülasyon yöntemleriyle şey bu. Sabit kaynak ve bu kaynaklara sahip uygun bir çözüm yaratıyoruz ve bu her olmak isteyen başka insanlar olduğu sürece noktada özel bir çözüme karşılık geliyor. siz bunları korumak elinizdekileri sahip Fakat bunu tanka uyarlamak çok zor bir olmak ya da daha fazlasına sahip olmak için elektromanyetik problem. Aslında bunun savaşlar devam ediyor. Bu yüzden, bütün daha kolay bir yöntemi de çıktı. Yerde duran dünyada askeri güce ihtiyaç duyuyorsunuz bir cismi, tank gibi, sadece üstüne ve ozaman bu askeri teknolojiler önceliğe kaplasanız, halının altına saklamak demek sahip oluyor. Orada önemli olan ihtiyaç bu, onu görünmez yapabiliyorsunuz. Şu an gidermek olduğu için pahalı bir teknolojiyi ar-ge olarak daha karmaşık cisimler üretmeye çekinmiyorsunuz. Bu bakımdan bu üzerinde çalışılmaya devam ediyor. olay sosyolojik bir durumun sonucu. Roma İmparatorluğu niye ayaktaydı? Çünkü çok Yani elimizde standart bir pelerin olup, güçlü bir teknolojiye sahipti. Aynı şey herhangi bir cisim üzerine koyamıyoruz. Osmanlılar için de geçerli. Hayır, öyle bir çözüm yok. Metamalzemenin askeri kaynakları desteklemek amaçlı bir misyonu var mıydı? Peki uzun vadede bu aşamaya geçilebileceğini düşünüyor musunuz? Yok hayır, metamalzeme tamamen merakla olan bir şeydi. Teorik olarak ortaya koyan da Bana elektromanyetik olarak mümkün zaten bir fizikçi, John Pendry. Biz deneysel geliyor. ar-genin amacı bu. Önce ufak bir olarak göstermiş olduk. Bu tür şeylerde, adım atıyorsunuz, sonra o adımlar büyüyor. araştırma yapmak istiyorsanız, kaynak Şu an cep telefonu ile konuşuyorsak, arayışı içine giriyorsunuz. Kaynak arayışında uçabiliyorsak bu 300-400 yıllık bilginin da askeri uygulamalar her zaman iyi küçük adımlarının sonucu oluyor. kaynaklardır. 1987’de Amerika’ya gittiğimde ar-ge’nin %80 i askeri kaynaklardan geliyordu. Şu an oran % 60 oldu. Aslında sulandırıp sizin bilgi seviyenize indirsek, askeri olarak geçiyor ama bunların sadece genel kültür kazanırsınız. İşi yapacak çoğunluğu temel araştırma. Şu bir gerçekki seviyeye gelemezsiniz. Bir de nanoteknoloji şirketler karlarından parayı üniversiteye kendi başına bir alan değil bu yüzden genel ayırmak istemiyor. Şirket sahipleri karın para bir nanoteknoloji eğitimi söz konusu değil. olarak gelmesini istiyor. Temel ar-ge’ye para Aksine mühendislik, matematik, kimya, ayırmıyorlar. Hükümetler ayırıyor. biyoloji, fizik ya da malzeme bilimi gibi Hükümetler de olmuşken biraz daha işimize değişik eğitimler almış insanların yarayan bir şey olsun dediklerinden işin oluşturduğu bir üst şemsiye. Biz yıllardır bu askeri kısmı önem kazanıyor. Mesela, işleri yapıyorduk; bu sadece yeni bir şemsiye Amerika’daki hızlı bir değişim. Bundan önce ismi. O yüzden nanoteknolojide bir şeyler en fazla yatırım savunma sanayiine giderken eksik kalmıyor. Zaten siz ileride bu konuda şu an NIH (National Institutes of Health) çalışmak için gerekli zemini alıyorsunuz. alıyor. Sağlık alanı çok büyük bir sektör oldu. Belli bir branşta eğitim almanız lazım. Amerikan ekonomisinin % 16 sı tamamen Elektronik de olabilir, inşaat mühendisliği de. tıbba yönelik. O temel eğitimi piramit gibi düşünelim. Onun sağlam olması lazım ki, başarılı bir - Peki bir şey sormak istiyorum, projemiz mühendis ya da bilim adamı olun. var, elimizde maddi kaynağımız da var. İnsan kaynağı sağlamak için lisans öğrencilerine mi Peki, biz mezun olduk sizin yanınızda nanoteknolojik anlamda eğitim verilmeli çalışmak istiyoruz. Siz nasıl koşullar yoksa lisansüstünde mi bu derslere arıyorsunuz sizin projelerinizde çalışmak yoğunlaşılmalı? isteyen öğrencilerden? - Her şeyi zamanında yapmak lazım. Siz aynı soruyu lisede de sorabilirsiniz. Niye üniversite derslerini almıyoruz diye. Niye almadınız? Bilgi birikiminiz ona yetmiyor çünkü. Size biz eletromanyetik öğretmeye kalksak lisede ne olurdu? Hiç bir işe yaramazdı. Aynı şekilde, bu bilgi birikimini de tuğla tuğla üzerine örmeniz lazım. Bazı şeyleri erkene almanın bir faydası yok. Yani size şimdi nanoteknoloji anlatsak çok temel seviyede bir şeyler anlatmamız lazım o da Bu koşul hemen hemen her hoca için aynı. dergide de okuyabileceğiniz bir şey. Siz Benim ilk başta aradığım Bilkent’te yeteri kadar elektromanyetik ya da quantum okuyacaksa, Bilkent’in aradığı minimum fiziği bilmiyorsanız, dediğim gibi 4 yıllık bir ölçütleri sağlaması: 2.8 ile mezun eğitimi hakkıyla almadıysanız, o olacaksınız, ingilizceniz belirli bir seviyede bahsettiğimiz lisansüstü ya da doktora olacak. Ondan sonra, benim baktığım şey derslerini almanızın bir mantığı yok. Yani biz sebat. Herkesi öncelikle mülakata alıyorum. lisansüstü ve doktora derslerini biraz Çalışma arzusu var mı, hevesli mi, hemen yılıyor mu.. Aslında bu bütün hocaların Nanoteknolojide doktora yapmaktan baktığı bir şey, çünkü lisans üstü ve doktora bahsettik ve bu konuda da akla elektronik, eğitimi çok uzun bir süreç. Tabii ki bunun malzeme mühendisliği ya da fizik dalları her anı keyifli değil. Şu anlamda siz de 4 geliyor. Nanoteknolojinin diğer alanlardaki sene belki 100 tane sınav olacaksınız. konumu nedir yani başka alanlarda ne gibi Hepsinin iyi geçmesi gibi bir durum söz nanoteknolojik çalışmalar var? Örneğin, ben konusu olamaz. Bazıları kötü geçecek, geçenlerde bir reklam da gördüm bazıları iyi geçecek. Bu durumda belki nanoteknolojik kumaşlarla ya da nano doktoroda da uğraşacaksın uğraşacaksın boyalarla ilgili. ama bir şey çıkmayacak. Sonra başka bir konuya başlayacaksınız. Aslına bakarsanız o Şimdi tekstil benim de hep verdiğim bir bir sene boşa giden bir sene değil; sonuç örnek. Tekstil 200-300 senelik bir sanayi almasanız da o sene, eğitimin bir parçası. ama son zamanlarda özellikle kumaşa farklı Sonuç olmasa bile size temel oluşturur. Bir özellikler vererek daha önce olmayan sene uğraşıp sonuç alamamak tabii ki insanı özellikler kazandırabiliyorsunuz. Mesela; üzecek bir durum. O psikolojiyi kumaşa sensör özelliği veriyorsunuz ,ıslaklık kaldırabilecek mi; sebat derken onu sensörü gibi. Ya da kumaşı nanoparçacıklarla kastediyorum. Bir de düzenli çalışacak . dokuyunca temizlik özelliği yani bakteri Sabah gelecek, akşam gidecek, bazen bütün tutmama özelliği verebiliyorsunuz. Bunların gece çalışacak. Dediğini zamanında yapacak, bazıları da eski teknoloji aslında; bir şeyi yani sorumluluk sahibi olacak. Baktığımız gümüşle kapladığın zaman ne kir tutar ne de ölçütler bunlar. başka bir şey. Ancak çok da dikkatli olmanız lazım, çünkü çok zehirli bir malzeme; bu Dışardan bakınca anlaşılıyor mu bari; yani yüzden Almanya’ da bir firma kötü duruma siz “evet bu yapabilir bu işi” diyebiliyor düştü. Bir ürün çıkardı; giyenlerde ölüm musunuz ya da master öğrencilerinizden ya olmadı ama ciddi yaralanmalar geçirdiler. İyi da doktora öğrencilerinizden bir süre sonra tutturamamışlar gümüş parçacıklarını, bu ya “ben yapamıyorum, bırakmak istiyorum” nedenle vücuda değince zehir etkisi oldu. diyenler olur mu? Yani kontrol altına alınması gerekiyor... Şöyle diyeyim. Onu diyen çok az oluyor. O olmuyor demek haksızlık şimdi, insanın Bu herşey için geçerli. Bunun en tipik örneği doğasında aykırı ama bazıları sıkılıyor. asbest. Asbestin yalıtımı çok iyi olduğundan “Sıkılma” diyorum; çünkü kendisi düşündüğü her yerde ısı yalıtımında asbest gibi eğlenceli olmadığına karar veriyor. Ama kullanılırdı.Asbest 30-40 yıl önce her bu yüzden ilk tanışmayı iyi yapmaya yerdeydi, şimdi siz belki de görmüyorsunuz çalışıyoruz. Her zaman başarılı oluyor bile. Sonra asbest ve kanser vakaları muyuz? Hayır. Ancak % 90-95’i tutuyor. Ama arasında ciddi bir bağ yakalandı. Anlaşıldı ki zaten Bilkent’in çok iyi bir eğitimi olduğu asbest havada parçacıklar halinde asılı için, Bilkent’in süzgecinden geçmiş olanlar o kalıyor, onu ciğerlerimize çektiğimizde, noktaya gelmiş oluyor. kansere yol açıyor. 30 sene önce, nanoteknoloji demediğimiz zamanalarda, bu şekilde ölen çok insan oldu. Asbestin Bu aslında genel bir hikayedir; Türkiye'ye kullanımı o zamandan beri yasak. Nano dönenler der ki ben yurtdışını teptim de boyutlardaki maddeler burun deliğinden ya geldim... Yok öyle bir şey. Hiçbir yerde kolay da ciltten geçebiliyor ve vücudun savunma değil araştırmak. Yani yurtdışında da çalıştım mekanizmasından rahatlıkla geçebiliyor. ben belli bir süre, burada da çalıştım. Bu bir Asbestin zararlı olduğunu daha önceden de tercih meselesi.Siz kendinizi nerde mutlu biliyorduk. Ancak bizim çalıştığımız hissediyosanız, oraya yerleşeceksiniz. Şimdi nanoteknolojik malzemenin havada asılı benim en sevmediğim şey, hatta şu örneği kalma gibi bir durumu yok. Bizim baktığımız de verelim: Köylü şehre gitmiş, leblebiyi daha çok elektronik, fotonik özellikleri. Biz görmüş, ekip biçtiğim nohut şehre geldin bir şeyin üzerinde parçacık olarak leblebi mi oldun demiş. Yani o yüzden durmuyoruz, onu kendimiz şekilledirip nano Türkiye’den çıkıp, Türkiye’yi beğenmeyen boyuta indiriyoruz. işte bu civciv yumurtadan çıkmış beğenmemiş ya kabuğunu durumunda.. Geçen sene Hilmi Volkan hocamız dersinde Şimdi eski ortamdan daha iyi bir noktaya Loreal’in IBM’den daha fazla patente sahip geldik. En azından bizler toplumun daha olduğunu söylemişti. Bu oran hala aynı şanslı kesimleriyiz diyeyim. Evimizde sıcak duruyor mu? su var, doğal gaz var. Yani temel ihtiyaç anlamında batı standartlarının çok çok Son istatisliklere bakmadım. Orada sonuç üzerindeyiz bazı konularda. Bizim olarak aslında nanoteknolojinin ne kadar zamanımızda bunlardı dönmemek için geniş bir şeyde olduğunu anlıyorsun. gösterilen sebepler. Tamam sen Amerikan Nanoteknoloji çok geniş bir yelpazeye hayatını veya Avrupa hayatını sevdiysen sev, dağılmış: elektronik, fizik, biyoloji, kimya... ama bunu Türkiye’yi kötülemek için Bu yüzden uygulama alanı oldukça fazla. Bu kullanmamak gerekir diye düşüyorum. da güzel bir şey, çünkü kendi bilgilerinizi Bardağın yarısı dolu yarısı boş olayına geliyor geliştirebileceksiniz. Ancak şu da bir gerçek bu durum. Benim açımdan bardağın yarısı ki, siz bir elektronik mühendisi olarak bir şey hep doluydu. Yurt dışında da sanmayın ki yapamazsınız kozmetik sanayinde. Ancak herkes kapıları açıyor, gerçekler öyle değil. şöyle olabilir sizin geliştirdiğiniz teknolojinin Orada da bir müthiş bir kavga var. Kavga var yan uygulaması kozmetikte kullanılır. Sizin derken sınırlı kaynaklara rağbet. Hatta bazen oluşturduğunuz bir parçalama yöntemi veya daha zor bir kavga; çünkü Amerika’ya aşındırma yöntemi orada bir işe yarayabilir. yerleşmek isteyen çok sayıda Çinli, Hintli Ama doğrudan kozmetikte çalışanlar daha olduğu için onlara karşı da mücadele çok kimyacılar. etmeniz lazım. Yani diyelim bir proje önerisi oluyor, buna yüz tane proje başvurusu Baktığımızda bir çok ürün oluyor, bunun 3 – 4 tanesi kabul ediliyor. Siz yaptınız.Türkiye’de zor olmadı mı, sonuçta o yüzde 3- 4’e girmek için uğraşıyosunuz ve yurt dışından gelmiştiniz. Yurt dışında bu bunun için çok çalışmanız lazım. Yani oraya çalışma olanakları çok fazla. Ama siz bu gidince hemen her şey kolay olacak değil. olanakları bir anlamda geri tepip Türkiye’ye Bunun zorluğunu bilmeyen insanlar var. döndünüz. Böyle bir dönüş yaptınız ve ... Mesela devlet gönderiyor ve bunlar geri dönüyorlar. Devlet parasıyla okudukları için asistanlara verdiğimiz para bundan daha hiç bu tür şeyler yaşamamışlar, iş bulma fazla. Sene 1994 Aralık. Ama krizin en kötü kaygılarını veya araştırma projesi nasıl zamanıydı, dolar üç kat değer kazanmıştı. yürütülür bilmediklerinden sonra ben ne Bilkent de zor zamandan geçiyordu, ama güzel araştırma yapıyordum Amerika’da, Bilkent’in verdiği o maaştan daha önemlisi, beni zorla döndürttüler diyorlar. bir imkan tanıyor size. Bunu imkanı iyi Sonuç olarak geldik, burada başarılı olduk ve kullandım ben. Benimle dönen başka hocalar geri dönüp bakınca da iyi ki dönmüşüm da oldu. Onlar da verimli kullandı bu imkanı, diyorum. yani herkes yolunu kendisi çizdi. Ben eskiden Amerika’da kalsaydınız şu anda geldiğiniz de çalışıyordum, şimdi de çalışıyorum, çok noktaya gelemeyecek miydiniz? Yani öyle mi çalışıyorum ve çalışmaya da devam düşünüyosunuz? edeceğim. Bilmiyorum diyeyim. Hep rakamlara Ben biliyorum, çok az uyuduğunuzu bakacaksınız; kaç yayın yaptınız, ne kadar söylemiştiniz derste. şey getirdiniz.. Amerika’da bakılan ölçüt kaç dolar getirdiğin. Üniversitelerde hocayı Geçmişte de az uyumuştum. Ama çocuklara alırken ilk baktığı şey o adamın ne kadar fon hala zamanımı ayırırım yani. getireği. Çünkü o fondan üniversite pay kesiyor. Üniversiteyi zenginleştiriyosunuz bir Zor olmuyor mu yani? anlamda. Aynı şey bizim için de geçerli. Bize ne kadar ün getirecek, kaç öğrenci getirecek, Hiç bir çocuğum babasızlık hissetmedi öyle daha iyi olabilecek mi diye bakıyoruz. Onun diyeyim, hepsine de ben baktım. Geceleri için, sayılara baktığımız zaman orada kalan ben bakıyordum; hala da geceleri öyle. Yani arkadaşlardan çok çok daha iyi durumdayım. onlar öncelik, her zaman zaman kalıyor. Yani bu noktaya bu yaşta gelen yok bildiğim Zamanı verimli de kullanmayı bilmeniz lazım. kadarıyla, Amerika da dahil buna. Sizinle röportaj yapmak çok keyifliydi. Bize Peki bu başarının sırrı ne? zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz... Başarının sırrı biraz şans. Bilkent’in bu imkanı sağlaması çok önemliydi. Sonuç Not: ε: Dielektrik sabiti, µ: mıknatıs olarak başarma olanağı tanıdı. geçirgenliği Bilkent bu imkanı sağladığı için mi döndünüz Amerika’dan? Ekmel Hoca'nın ağzından; Yani Bilkent’e dönmek için döndük aslında. Derslerde uyumazdım, o tip dersleri Çünkü, maddi anlamda, kamu çakıştırıp başka derse giderdim. 60-70 ders üniversitesindeki maaş ve 4 çocuğumla almışımdır. geçinmeme imkan yoktu. Döndüğüm zaman benim kazancım 800 dolardı. Şimdi Nanoteknoloji kısa dönemde sonuç alabileceğiniz bir dal değildir,ancak uzun vadeli çalışmalar sonucunda fayda alınabilir. Zaman benim için çok önemli, boşa Bu yüzden, yaz projesi ya da yüksek lisans harcamam... yapmak isteyenler kısa süre için bunlara Röportaj: katılmak istiyorlarsa, fazla tercih Oğuzhan Teke edilmemektedir. Onur Sinan Köksaldı Çok üniversitede profesörleri tanıdım, çok N. Elif Kurt huysuzdur, aile hayatı kötüdür ama çok başarılıdır. SAYILARI HIZLA ARTAN RÜZGAR TÜRBİNLERİ Kömür, doğalgaz gibi enerji kaynaklarının sınırlı olması ve çevreye verdikleri zarar, üreticileri yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneltti. Dünya rüzgar enejisi 2008 raporuna göre; dünyada rüzgar enerjisi kullanımı %29 arttı. Rüzgar enerjisinden elektrik üreten rüzgar santralleri ve dolayısıyla rüzgar türbinleri rüzgar enerjisinin en yoğun kullanıldığı yerler. Dıştan bakıldığında bir rüzgar türbini; pervane, motor, pervane ile motoru bağlayan bir göbek ve bu sistemi taşıyan bir kuleden oluşur. Rüzgar türbinlerinin çalışma prensibi iki temel enerji dönüşümüne dayanır: İlk olarak rüzgar pervanelere çarpar ve pervaneler dönmeye başlar. Böylece, rüzgarın sahip olduğu kinetik enerji mekanik enerjiye çevrilmiş olur. Pervaneler dönerek, kendisine bağlı dişlileri harekete geçirir. Dişli sisteminin yardımıyla pervanelerden alınan mekanik güç artarak üretece iletilir. Üretecin içinde bulunan mıknatısların dişlilerden aldıkları mekanik kuvvet tarafından döndürülmesiyle indüksiyon akımı oluşur. Bu akım trafo gibi çeşitli enerji çeviricileri ile istenilen voltaja, akım düzeyine ve türüne dönüştürülür. Oluşturulan elektrik enerjisi, bataryalarda depolanabileceği gibi kullanılmak üzere doğrudan şebekeye de dağıtılabilir. Rüzgar gücü W = ½ r A v³ şeklindedir. W=güç/enerji, r=hava yoğunluğu, A=pervane döndüğünde taradığı alan, v=rüzgar hızı. Buradan da anlaşılacağı üzere; rüzgar hızında oluşan küçük bir değişim bile rüzgar gücünü çok etkileyecektir. Bu sebepten ötürü rüzgar türbinleri, tepeler gibi etrafı açık, vadiler gibi rüzgarı toplayıcı yerlere yapılmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de yapılmamasına karşın, dünyada örnekleri görüldüğü üzere, karaya kurulan rüzgar türbinlerinin (onshore wind turbine) yanısıra deniz gibi geniş su birikintilerine de rüzgar türbinleri (offshore wind turbine) konulmaktadır. Denizlere kurulan rüzgar türbinleri en az karalarda bulunanlar kadar elektrik enerjisi sağlayabilir. Sular neredeyse pürüzsüz bir yüzeye sahip olduğundan, engeller karada olduğu gibi rüzgarın hızını azaltmaz. Ayrıca deniz, göl gibi geniş su kitlelerinde günlük sıcak farkına bağlı olarak sürekli meltemler oluşur ve denizlerde kurulan rüzgar türbinleri bu özelliklerden de yararlanmaktadır. Rüzgar enerjisinden yararlanma oranı son 10 yılda büyük bir ivmeyle artıyor. Dünya Rüzgar Enerjisi 2008 Yılı Raporu’na göre; toplam kapasite %29’luk bir artışla 121’188 MW oldu. Sera gazları etkisinin artmasıyla, yenilenebilir enerjiye olan ihtiyacın farkına varan hükümetler; rüzgar enerjisine olan yatırımları destekliyor. Rüzgar enerjisinden elektrik üreten ülkelere bakıldığında ilk sırayı ABD alırken onu Almanya, İspanya, Çin ve Hindistan takip ediyor. Türkiye’de ilki 1998’de İzmir’de kurulan rüzgar santrallerinin sayısı son 2 senedir hızla artıyor. 2007 yılında %220 ile dünyada rüzgar türbinleri konusunda en hızlı büyüyen ülke olan Türkiye 2008 yılı verilerine göre toplamda 333.4 MW’lık bir kapasiteye sahip. İzmir - Çeşme, Çanakkale İntepe, İzmir - Aliağa ve Türkiye’nin diğer birçok yerinde kurulan rüzgar santralleri, büyük ölçüde enerji ihtiyacını karşılıyor. Rüzgar enerjisinden eletrik üretimi; gerek maliyetin ucuz ve üretimin kolay olması, gerekse devletlerin verdiği destekle ileriki yıllarda Türkiye’de ve dünyada daha da büyüyen bir sektör haline gelmesi bekleniyor. Nermin Kurt Kaynaklar http://worldwide-energy.net/users/imgroot/windpower1.jpg http://www.eie.gov.tr/turkce/YEK/ruzgar/ruzgar_en_hak.html http://www.unendlich-viel-energie.de/de/wind/detailansicht/article/46/windkraft-imueberblick.html http://www.windpower.org/viden.html http://www.wwindea.org/home/images/stories/worldwindenergyreport2008_s.pdf Linux Nedir? Linux 1991 yılında Helsinki Üniversite'sinde Linus Torvalds adlı Finlandiyalı bir üniversite öğrencisinin "mevcut alternatiflerin yetersiz olması" sebebiyle geliştirmeye başladığı Unix tabanlı bir "işletim sistemi çekirdeğidir". Peki "işletim sistemi" ile "işletim sistemi çekirdeği" arasında ne fark var? Bir işletim sistemi belirli parçalardan oluşan bir bütündür. Ancak, çekirdek sistemin bel kemiğidir. İnsan vücudunu düşünün; vücudunuz bir bütün olarak işletim sistemini oluşturur, ama vücudunuza şeklini veren, işlevlerini sınırlayan şey omurganızdır. İşte bu çekirdek, Torvalds'ın Internet'te yaptığı duyuru sonucunda çabucak benimsenmiş ve dünya çapında birçok programcının emekleriyle hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Kısa süre içinde dünyada Richard Stallman önderliğindeki GNU (GNU's Not Unix) hareketiyle beraber yayılmaya başlayan özgür yazılım felsefesinin en büyük örneği haline gelmiş ve günümüzde "GNU/Linux" adını verdiğimiz işletim sisteminin temelini oluşturmuştur. Gelelim belki de en çok merak edilen sorulardan birine: "Neden Linux?". Bu sorunun onlarca farklı yanıtı olmasına ve bugün hala tartışılıyor olmasına rağmen cevaplamaya çalışalım. Öncelikle Linux "açık kaynak kodlu"dur. Peki nedir bu "açık kaynak"? Herhangi bir binayı düşünün. Bu binanın belirli özellikleri var; yükseklik, daire sayısı, depreme dayanıklılık v.s. Bu binayı istediğiniz gibi kullanabilir, dekore edebilirsiniz. Peki ya binaya bir balkon eklemek, ya da aynı binadan bir tane de kendinize isterseniz? O binanın nasıl yapıldığının bilgisi elinizde yoksa bunları yapamazsınız değil mi? İşte "açık kaynak" o bilginin sürekli, herkes için ulaşılabilir olmasını sağlar. Yani istediğiniz zaman o bilgiyi alabilir, zevkleriniz doğrultusunda değişiklikler yapabilir, hatta kendi binanızı yapabilirsiniz! Yazılımlarda da bu böyledir. Bir yazılımın kaynak kodu, neyin nasıl yapıldığının bilgisini taşır. Kaynak kod bilgisayar tarafından "ikili" (binary) hale getirilir ve yazılım çalıştırılır. İşte açık kaynak burada önem kazanmaktadır, zira kaynak koddan ikili koda geçiş her zaman mümkünken, tersi hiçbir zaman mümkün değildir, yani elinizde açık kaynak kodlu olmayan bir program varsa, o programın "neyi nasıl ve neden yaptığını" bilmeniz mümkün değildir. "Neden Linux" sorusuna cevap aramaya devam edelim. Belki de en önemli gerekçelerden birisi Linux'un "özgür" (free) olmasıdır. Ne yazık ki toplumun önemli bir kesimi bu konuda büyük bir yanılgı içindedir. Özgür yazılım "bedava yazılım" demek değildir, aksine ücretli bir yazılım da özgür olabilir. Bu kavramı açıklayan güzel bir kalıp var İngilizce'de: “free as in free beer” (bedava). Ancak özgür yazılımın kast ettiği “free as in freedom” (özgürlük). Aradaki fark basit görünse de son derece önemlidir. Peki bu özgür yazılımlar nasıl oluyor da bu kadar hızlı gelişiyorlar? İşte bu noktada "lisans" kavramıyla tanışıyoruz. Bir çok açık kaynak lisansı olsa da bizim için en önemlisi, Linux çekirdeğinin de lisansı olan GPL yani Genel Kamu Lisansı'dır. Bu lisans özelliği nedir? Bir program yazdığınızı ve bunu GPL ile lisansladığınızı düşünün. İşte o andan itibaren programınız kaynak kodu "toplumun malı"dır. Yani isteyen, istediği amaçla, istediği şekilde değiştirerek bu programı kullanabilir. Bu noktada en sık sorulan soru "Bunu neden isteyeyim ki? Ne faydası var ki?" olmaktadır. Bu soruya da örneklemeyle cevap verelim. Bir resim galerisi programınız var, her şey gayet güzel çalışıyor ama istiyorsunuz ki bütün resimlerin etrafında süslü bir çerçeve olsun, böylece program daha hoş gözüksün. İşte tam bu anda GPL lisansı sizi Amerika'yı yeniden keşfetmekten kurtarıyor. Başka birinin GPL ile lisansladığı, resimlerin etrafına çerçeve ekleyen bir kodu alıp, anında kendi programınıza ekleyip uyarlayabiliyorsunuz. Böylece ortaya çıkan ürün çok daha kısa sürede ve "toplumun çabasının ürünü" olarak çıkmış oluyor. Başkalarının GPL ile lisansladığı yazılımları kolayca kullanabilmek güzel değil mi? Peki bir programcı neden kendi yazılımını da bu lisansla dağıtsın? Çünkü bir başkası da sizin yazılımınızı kullanarak çeşitli programlar üretebilir ve böylece sürekli ve düzenli bir gelişmenin temelleri atılmış olur. Güzel! Bütün bunları okudunuz ve "Ya bu Linux iyi bir şeye benziyor, bir deneyeyim bari" diyorsunuz. O zaman Linux'un arkasında yatan felsefeyi bir kenara bırakalım ve daha pratik konulara gelelim. "Linux'u denemek" için ihtiyacınız olan şey bir "Linux dağıtımı"dır. Linux dağıtımları, çeşitli özgür yazılımları bünyesinde barındıran, kullanıcıya bir takım kolaylıklar sunan ve bütün bunları bünyelerindeki Linux çekirdeği ile uyumlu halde çalıştıran işletim sistemleridir. Günümüzde dünyada 1000'den fazla Linux dağıtımı bulunmaktadır. Her biri kendine özgü özellikler içermekte ve değişik amaçlara hizmet etmektedir. Diğer işletim sistemlerini düşünün. Sisteminizi kurduktan sonra çeşitli işleriniz için programlar kurmanız gerekiyor değil mi? Peki sistem kurulmuş olmasına rağmen neden hala başka yazılımlar kurmak zorundasınız? İşte bir Linux dağıtımı kullanarak bu sorunu da çözmüş oluyorsunuz, çünkü bu dağıtımlar ofis programlarından, Internet tarayıcılarına, grafik programlarından oyunlara kadar ihtiyacınız olabilecek her türlü özgür yazılımı da beraberinde getiriyorlar. Eğer bütün bu özellikler hoşunuza gittiyse muhtemelen aklınızdaki soru "İyi güzel de nereden bulunur ki bu dağıtımlar?" şeklindedir. O zaman Linux dağıtımları için küresel portal olarak kabul gören DistroWatch'u (http://distrowatch.com) ziyaret edebilir, ve istediğiniz dağıtımı indirip test edebilirsiniz. "Yazarın tavsiyesi" olarak, yeni başlayan kullanıcılara Tübitak'ın ürünü olan "Pardus GNU/Linux" dağıtımını öneriyorum. Pardus, oldukça basit kurulumu ve kullanımı ile "Linux acemileri" için oldukça uygun bir dağıtımdır. Pardus'u denemek isterseniz web sitesini (http://www.pardus.org.tr) ziyaret edebilirsiniz. Eğer yapamadığınız bir şey, aklınıza takılan bir soru veya herhangi bir şekilde yardıma ihtiyacınız olursa Pardus kullanıcılarının bir araya geldiği Pardus-Linux.Org'u (http://forum.pardus-linux.org) ya da Özgürlük İçin'i (http://www.ozgurlukicin.com) ziyaret edebilir, bu topluluklar sayesinde eğlenceli ve samimi bir ortamda yardım alabilirsiniz. D. Can Celasun dcelasun@ieee.org http://www.durucancelasun.info Kaynaklar http://www.journos.co.za/history/photos/The_GNU_logo.png Bilkent IEEE Teknik Proje Köşesi : "Kendimiz Yapalım!" Geçen sayımızda basit bir donanım oluşturarak kendi yanıp sönen ışığımızı yapmıştık. Bu sayımızda da elektronik yazılımlara odaklanacağız. Bilindiği gibi Elektrik-Elektronik Mühendisleri tarafından en sık kullanılan programlama dillerinden biri VHDL’dir (VHSIC Hardware Description Language). VHDL kullanarak FPGA (field-programmable gate array) ve ASIC (application specific integrated circuit) leri programlamak mümkündür. VHDL hakkında daha fazla bilgi için http://en.wikipedia.org/wiki/VHDL adresini ziyaret edebilirsiniz. FPGA’ler yüksek hızları ve büyük işlem kapasiteleri dolayısıyla çok karmaşık ve büyük çaplı projelerde kullanılır; fakat öğrenme amaçlı olarak FPGA ile birçok küçük proje de gerçekleştirilebilir. VHDL ve FPGA kullanarak yapılabilecek bazı basit projeler: 1. Saat / kronometre 2. Kayan yazı 3. Skor tahtası 4. FIFO ve FILO hafıza üniteleri 5. Mantık kapısı, multiplexer ve flip-flop uygulamaları Bu sayıda bir FPGA kullanarak kendi dijital kronometremizi tasarlayacağız. Aşağıda yer alan kodları herhangi bir VHDL derleyicisinde deneyebilirsiniz. Malzemeler: Quartus II Web Edition Altera Cyclone II Terasic DE1 Board (üzerindeki FPGA çipi, 4 tane 7-segment LED display ve 2 tane dip switch kullanılacak) 7-segment LED display, yani yedi parçalı LED gösterge, aşağıdaki yapıya sahip basit bir ekrandır. Kendisine “0” olarak gönderilen bitlere tekabül eden parçaları yanar. Sözgelimi “1111001” verisi gösterge üzerinde 1 sayısını yakar (1 ve 2 numaralı parçalar yanar), “0000000” verisi gösterge üzerinde 8 sayısını yakar (bütün parçalar yanar). Yapılacaklar: 1.Kronometremizi tasarlamaya başlamadan önce ne gibi özellikler istediğimize, yani bu projenin tasarım detaylarına (“design specifications”) karar verelim. Kronometreden beklentilerimiz şunlar olsun: - Ekran olarak 4 tane 7-segment LED display kullanması - Kronometrenin açıldığında 00:00 göstermesi - Kullanıcı tarafından Reset, Start ve Stop’un seçilebiliyor olması - Aynı anda Start veya Stop’tan yalnızca birinin seçilebiliyor olması - Reset seçili olduğunda göstergelerdeki bütün değerlerin sıfırlanması - (Reset seçili değilken) Start seçili olduğunda kronometrenin yukarı doğru sayması, Stop seçili olduğunda bulunduğu yerde kalması - Kronometrenin sayma durumundayken 59:99’a ulaştığında 00:00’a dönmesi. Buna göre kronometremizin diyagramı şöyle olacaktır: clk, reset ve start_stop girdileri olacaktır. Bunlardan reset ve start_stop kullanıcı tarafından değiştirilebilen girdilerdir. display3, display2, display1 ve display0 isimli dört çıktısı olacak, bu 7 bitlik (6. bitten 0. bite kadar) çıktıların her biri bir göstergeye gidecektir. Burada clk her bir saliseyi göstermektedir. 2. Kaç tane eşzamanlı sürece (“process”) ihtiyaç duyduğumuzu saptayalım. Bu projede: Salisede bir çalıştırılan, dakika ve saniyeyi güncelleyen Dakika ve saniye bilgisi değiştikçe çalıştırılan, göstergeleri güncelleyen iki süreç yeterli olacaktır. 3. Projemizdeki süreçleri küçük parçalara bölelim ve kodumuzu bloklar halinde yazalım. Buna göre birinci sürecimizin çalışma prensibi aşağıdaki gibi olacaktır: Salisede bir (clk’ta bir) reset anahtarı kontrol edilecek, reset seçiliyse 1. Blok uygulanacak. Reset seçili değilse start-stop anahtarı kontrol edilecek: start seçiliyse 2. Blok, stop seçiliyse 3. Blok uygulanacak. İkinci sürecimizin çalışma prensibi ise şöyledir: İlk önce kodun baş kısmında yer alması gereken tanımlamaları yapalım: Bu tanımlamalara göre: display değişkeni 4x7 bir matris (her satırında 7 bitlik gösterge bilgisi var) mytime değişkeni zamanı tutan 4 birim uzunluktaki bir vektör state değişkeni start_stop anahtarının start’a mı stop’a mı getirildiğini gösteren tamsayı (start = 0, stop = 1) clok isimli kronometremizin mclk, reset,start_stop girdileri ve display3, display2, display1, display0 çıktıları var. Şimdi yukarıdaki şemalara göre geri kalan kodu parçalar halinde oluşturalım: Bütün parçaları birleştirirsek; library IEEE; use IEEE.STD_LOGIC_1164.ALL; use IEEE.STD_LOGIC_ARITH.ALL; use IEEE.STD_LOGIC_UNSIGNED.ALL; begin (Hangi süreci önce yazdığımızın bir önemi yoktur çünkü VHDL bütün süreçleri eşzamanlı olarak uygular. İstediğiniz bir tanesini yukarı koyabilirsiniz.) display0 <= display(0); display1 <= display(1); display2 <= display(2); display3 <= display(3); end Behavioral; Yukarıdaki kodu, uygun pin atamaları ile herhangi bir demo board’da deneyebilirsiniz. Altera Cyclone II pin konfigürasyonu hakkında detaylı bilgi almak için aşağıdaki mail adresine “Teknoloji 101 - Dijital Kronometre” konulu bir mail atabilirsiniz. Çise Mıdoğlu cisemidoglu@gmail.com Mazda RX-8 ve Wankel Motoru Bilindiği üzere dünyada hemen hemen bütün arabalarda hepimizin bildiği dört zamanlı motor kullanılıyor. Aklınıza gelen A-dan Z’ye bütün markaların ve kullandığımız arabaların motorları bu dört zamanlı motor prensibiyle çalışıyorlar. Eğer Mazda RX-8 sürmediyseniz az önceki cümleme inanabilirsiniz. İşte Wankel motoru burada karşımıza çıkıyor. Mazda RX-8 pistonu olmayan birkaç rotordan oluşan Wankel motorunu kullanıyor. Motorun mucidi olan Felix Wankel çalışmaları sonucu ilk motorunu 1929’da yapmayı başardı. İleriki yıllarda motorunu geliştiren ve yeteneği fark edilen Wankel, Audi firmasında çalışmaya başladı. Wankel burada motoru daha da geliştirmeyi başarsa da, bu motor o dönemin arabalarının aerodinamik katsayılarının yetersizliği nedeniyle bir arabada kullanılacak kadar güvenli değildi. 1957’de çalışmalarını tamamlayan Wankel bu motoru ilk defa denedi. Sonucunda ise 1957’nin dünya hız rekorunu egale etmiş oldu. 1963 yılında ilk defa bu motor piyasaya sürülecek Audi Spider’e yerleştirildi. 1967’de motoru geliştiren Wankel bu motora çift rotor eklemeyi başardı. 900cm^3 iç hacmi olan motorun 103 kg ağırlığı vardı ve 136 beygirlik bir güç üretebiliyordu. Bu da o dönemin motorlarına göre geçilemeyecek bir hız sağlıyordu. Daha sonra Wankel motorunun bu performansını gören Japon ve Amerikan firmaları kendi ürettikleri otomobillerde bu motoru kullanmaya başladılar. 1972de, 50 milyon dolarlık bir yatırımla bu motorun gücünü 185 beygire kadar çıkaran Amerikalılar bu motorun gelişmesinde Audi markası kadar büyük bir pay sahibi oldular. Bu yatırımdan sonra Rolls-Royce, Mercedes ve Alfa Romeo da Wankel motorunu kullandılar. 1970lerin sonuna doğru ise bu motorun tüm haklarını Mazda’nın almasıyla diğer markaların Wankel motoru dönemi son buldu. Mazda, Wankel motorunu, Mazda 110 S Cosmo Sport (1967–1972), Mazda RX-2 (1971– 1974),Mazda R100 (1968–1975), Mazda RX-5 (1975–1981), Mazda RX-3 (1972–1977), Mazda 787B (1991), Mazda RX-7 (1978–2002) modellerinde denedi. Şu anda Wankel motorunu sadece Mazda’nın RX-8 modelinde bulabiliriz. Wankel motoru çok çabuk yıprandığı için çok fazla kullanılmayacak arabalara takılması gerekiyor. Bu yüzden de Mazda diğer modellerinde bu motoru kullanmıyor. Bunun dezavantajı ise dünyada diğer firmaların hepsi dört zamanlı motor kullandıkları için otomobil servislerindeki ustalar Wankel motorları hakkında çok bilgili değiller. Buna 88-92 seneleri arasında Türkiye’de çok fazla satılan ancak ustaların bilgisizliğinden dolayı motora yanlış bakım yapan Mazda RX7 serisini örnek verebiliriz. Bu iki neden de motora çok fazla zarar verdiği nedeniyle Mazda bu motoru daha çok yarışlar ve zevk için kullanılan bir arabaya takma gereği duymuş ki çok mantıklı bir hareket yapmışlar. Diğer otomobil markalarının ise bu motoru kullanmama nedeni çok farklı. Diğer markalar bu motoru kullanmaları halinde Mazda’ya ürettikleri her motor için yüklü miktarda para vermeleri gerekiyor. Motorun çalışma prensibine gelince Wankel motorunun diğer motorlardan çok daha kolay bir yapısı vardır. Motorun oval bir gövdesi ve bu oval gövde içine yerleştirilmiş 1 veya tasarımına göre 2-3 rotoru bulunmaktadır. Rotor hem içerden hem dışarıdan bir dişli ile motorun eksantrik miline bağlanır. Dört zamanlı motordan bildiğimiz emme, sıkıştırma, yanma ve egzoz zamanları rotorun çevresinde olur. Motor benzini bir koldan alır, rotor sürekli dönerek bu alınan benzini motorun diğer tarafına taşıyarak sıkıştırır ve burada bujiler tarafından ateşlenir. Ardından dönmeye devam eden rotor yakılan benzini motorun diğer tarafında bulunan egzoz kanadına taşıyarak motordan atılması sağlar. Sürekli dönmesi gereken ve her döndüğünde oval gövdeye sürtünen rotor çok kolay yıpranır ve sürekli bakımı gerekir. Wankel Motorun Avantajları : Hafiftir. Az yer kaplar. Daha sarsıntısız çalışır. Daha az hareket eden parça olduğu için daha çok güç üretir. Hareket sırasında krank milinin sadece yukarı aşağı hareketi(180 derecelik) yerine eksantrik mili 270 derecelik dönme yaparak daha çok güç üretmekte yardımcı olur. Böylece otomobil daha yüksek hızlara daha kısa sürede ulaşmış olur. Wankel Motorun Dezavantajları: Rotor sürekli sürtündüğü için çabuk yıpranır. Yani motor ömrü çok kısadır. Motorun yüzey/hacim oranı yüksek olduğundan dolayı çok benzin yakar.Ortalama 100km’de 20 litre benzin yakmaktadır. (Mazda RX-8) Çevreye daha fazla CO gazı vermektedir. Bakım yapacak nitelikli eleman azdır. Mazda RX-8 ve Wankel Motoru RX-8de kullanılan Wankel motorun hacmi 1300cm^3, maximum beygiri ise 231güçte. 6 ileri vitese sahip ve 231 beygirli modeli 100km’ye 6.4 saniyede çıkabiliyor. Toplam hızı ise 235km/saat. RX-8i Wankel motoru diğer arabalardan ayıran bir özellik de motorun devrinin diğer otomobiller gibi 7000 veya 8000 devirde kalmaması. Bu motor 10000devire kadar çıkabiliyor.Arabanın arka koltuğu 2 kişilik 3 kişilik değil.Bu da bu arabayı ilginç yapan başka bir unsur. Çünkü gücü arka tekerlere ulaştırmakla görevli şaft belirgin bir şekilde iki koltuk arasından geçiyor. RX-8’in bir başka özelliği ise arka kapıları. Arka kapılar alışık olduğumuz kapılar gibi sağdan çekerek açılmıyor.Tam tersine soldan çekerek açılıyor. Bu da otomobilin dış görüntüsüne ayrı bir şıklık ve sportiflik katıyor. Murat Nalçakan Kaynaklar: http://www.muradu.com/?p=396 http://tr.wikipedia.org/wiki/Wankel_motoru http://www.muradu.com/wp-content/wankel-engine-cutaway.jpg http://www.muradu.com/wp-content/wankel_cycle_anim.gif http://www.canim.net/araba/images/mazdaspeed_rx-8-31-1024.jpg http://www.dkimages.com/discover/previews/854/45004810.JPG 3G – 3 . Nesil Türkiye, 3G ile resmen tanışalı bir ay oldu. Kimimiz heyecanla bu teknolojiye adım attık, kimimizse kendimizce temkinli davranıp bu ilk adımı ileri bir tarihe erteledik. Üçüncü nesil mobil telekomünikasyondan önce dünya, ses iletimini sağlayan ve düşük hızlarda veri iletimini mümkün kılan 2G ile tanıştı, bundan önce ise sadece ses iletimi yapabilen analog mobil telefonlarla yani 1G ile tanıştı.Şimdiyse sıra daha hızlı, görüntülü ve güvenli iletişimi sağlayan 3G’ye geçti. 3G, mobil şebeke endüstrisinin gelişim aşamasında kablosuz iletişim standartlarının üçüncü kuşağını ifade eden bir terimdir. Bu teknoloji sayesinde cep telefonu, cep bilgisayarı, tablet PC veya dizüstü bilgisayar üzerinden internete sürekli bir bağlantı kurulabiliyor. 3G teknolojisi, daha yüksek güvenilirlik ve kalite, daha hızlı veri iletimi ve daha fazla bant genişliği sunuyor. Bu sayede cep telefonu, bilgisayar ve 3G uyumlu diğer mobil cihazlarla video dâhil her türlü veriyi gönderip almak mümkün oluyor.Dünyanın en hızlı mobil telefon ağı olan 3G ilk olarak Japonya’da ticari kullanıma açılmış.Ancak, 3G uyumlu cihazlar yeterince yaygınlaşmadan 3G hizmete açılınca, telekomünikasyon şirketleri altyapı masrafları yüzünden zarar etmişlerBu teknoloji Avrupa’ya ise altı yıl önce gelmiş ancak uygulama anlamında, Uzakdoğu’dan gelen ucuz cihazların çoğalması ve altyapının ucuzlamasıyla yaygınlaşmaya başlamış. Görüntülü konuşma ve USB modemler 3G’nin öne çıkan katkıları arasında yer almaktalar. Tüm GSM operatörleri müşterilerine görüntülü konuşmayı cazip kılmak amacıyla, normal tarifelerini bu servis için değiştirmediler. USB modemler ise kısa süreli internet ihtiyacı duyan kullanıcılara büyük bir kolaylık sağlıyor. Bu hizmet sayesinde, internet aracılığıyla veri aktarımı yapan kullanıcı, indirme anında kayda değer hız artışına sahip oldu. Aynı zamanda 3G sayesinde, hareket halinde doğabilecek hız kayıpları minimuma indirildi. Diğer bir hizmet ise, televizyondaki dizisini evinde değilken de izlemek isteyen teyzeye de, yoldayken bile futbol maçlarını kaçırmak istemeyen amcaya da hitap eden mobil televizyon hizmetidir. Bu hizmet bir süreliğine bedava da olsa, daha sonra ücretli olacağını unutmayıp bu imkâna çok bağlanmamak gerekir. 3G’nin kullanıcıya bir başka etkisi de görsel basında haberlerin daha hızlı ulaştırılması olacak. Önümüzdeki yıllarda sağlık servisleri, mobil eğitim hizmetleri, daha gelişmiş mobil devlet hizmetleri gibi uygulamalarında 3G kullanıcılarına sunulacağı öngörülüyor. Türkiye’de devletin ayrı lisans tipleri için açtığı ihalede, toplam elde edilen kazanç miktarı 1milyar 970 milyon TL. Bu lisans tipleri GSM operatörlerinin farklı frekanslarda haberleşme imkânı vermelerini sağlıyor. Tüm kablosuz cihazların iletişim kurarken kullandıkları frekansın yüksek olması, haberleşme sırasında daha az veri kaybının yaşanması ve daha iyi iletişim anlamına geliyor. Kapalı alanlarda veri aktarımında hız kaybı ve kesinti oranı azalıyor. Bunun yanında frekansın yüksek olması, uzaklığa bağlı hız düşüşünü de azaltıyor. Yani frekans ne kadar yüksek olursa, veri aktarım hızı o kadar iyi, kesintisi o kadar az oluyor. Buna göre A tipi lisans almaya hak kazanan şirket, 45 Mhz üzerinden haberleşmesini sağlayacak. B tipi lisansta frekans hızı 35 Mhz, C tipi lisanstaysa 30 Mhz olacak. Her teknolojik basamakta olduğu gibi 3G sürecinde de bazı aksaklıklar var.3G’ye geçişin ilk gününde operatörlerin, beklenenin üstünde gelen talebi karşılayamamaları ilk aksaklık olarak görüldü. Ayrıca bağlantı bulunamaması, 3G şebekesinin her yerde hizmet verememesi önemli sorunların başında geliyor. Ancak uzun vadede bu sorunların çözüleceği düşünülüyor. Zülal Aydın Kaynaklar: www.turkcell.com.tr wikipedia.org Elektronikte Yeni Devre Elemanı Bulundu! – Memristör Memristör nedir? Memristör, voltaj ve akımın zamana göre integrallerini ilişkilendiren iki kutuplu pasif bir devre elemanıdır. Direnç, kapasitör ve indüktör ile birlikte dört temel pasif devre elemanını oluşturur. Memristörün direnci, üzerinden geçen yük miktarıyla değişir. Belli bir yönde geçen yük, memristörun direncini artırırken, zıt yönde geçen yük memristörun direncini azaltır. Memristör devresinde güç kesilse bile, memristör son direnç değerini “hatırlar” ve bu değerde kalır. Memristörün akım-voltaj karakteristiğini belirleyen büyüklük, memristanstır (M). Memristans, yüke bağlı bir fonksiyon olduğundan M(q) şeklinde ifade edilir. Memristans, manyetik akı ve elektriksel yükü cinsinden M(q)=dФ/dq şeklinde tanımlanmaktadır. Böylece dört temel devre elemanı, dört temel elektriksel büyüklüğü şekil-2 deki gibi simetrik bir biçimde ilişkilendirmiş olur. Faraday Yasası’ndan ve akımın tanımından yararlanarak memristansın tanımı aşağıdaki hale getirilebilir. Böylece, memristansın rezistans değeri yüke bağlı olan direnç olduğu doğrulanmış olur. Bu ilişkiye göre, akım sıfırdan farklı olduğu sürece memristans değişken olacağından, memristör doğrusal özellik göstermez. Ancak alternatif akım uygulandığında, net yük hareketi olmayacağından, memristör doğrusala yakın özellik gösterir. Akım uygulanmadığında, M(t) sabit kalır. Memristörün bellek özelliği göstermesi de bundan kaynaklanır. Memristörün harcadığı güç, P(t) = i(t) v(t) = i(t).i(t).M(t) ile ifade edilir. Memristörün Fiziksel Sınırları: Ф=ʃM(q)d(q) olduğundan, sabit voltaj uygulandığında manyetik akının teorik olarak sonsuza gitmesi gerekir. Ancak fiziksel olarak bu mümkün değildir. Bundan engellemek için üç alternatif bulunmaktadır. 1. Ф=ʃM(q)d(q) sınırlı kalacak şekilde M(q) değeri zamanla azalır. Ancak bu sırada Φ azalan bir hızda değişmeye devam eder. 2. M(q), periyodik bir fonksiyondur. 3. Belli bir yük değeri aşıldıktan sonra memristör karakteristiği yok olur. M(q) sabit hale gelir ve akımın yönü ters dönmedikçe sıradan bir direnç gibi davranmaya başlar. Bu duruma “hysteresis” denir. Titanyum dioksit memristör, alternatif akımda yeterince hızlı yön değiştirmemektedir. Bu memristörün alternatif akımda uygun şekilde çalışması için frekansın yaklaşık 1Hz’e kadar düşürülmesi gerekmektedir. Memristör Üretimi: -Titanyum dioksit memristör Manyetik akı veya yük depolamaz. Kimyasal bir mekanizmayla çalışır. İki elektrodun arasına biri oksijen atomunca fakir olmak üzere, 5nm’lik iki titanyum dioksit film yerleştirilir. Az sayıda oksijen atomu içeren filmdaki boşluklar (hole) yük taşıyıcı olarak görev yaptığından direnci çok daha düşüktür. Memristör üzerine voltaj uygulanınca, bu boşluklar hareket edip iki film arasındaki sınırı değiştirmeye, dolayısıyla toplam direnci değiştirmeye başlar. -Spin memristif sistemler Elektronların spin(kendi ekseni etrafında dönme) hareketine dayanır Bugüne kadar yapıldığı iddia edilmiş diğer memristör veya memristif sistem türleri; polimerik memristörler, manganit memristif sistemler ve rezonant tünel diyodu memristörleridir. Uygulamalar ve Kullanım Alanları: Memristörün gelecekte, transistörün yerini alacak komponentin temel yapı taşı olması bekleniyor. Memristör taşıyan bu alternatif yapı taşının en önemli avantajı transistöre oranla çok daha az yer kaplaması. Memristör, “hatırlama” özelliğinden dolayı, yeni bellek yongalarının yapımında kullanılabilecek. Bu bellek yongaları, günümüzde bilgisayarlarda kullanılan DRAM’den çok daha az güç harcadığı gibi, kapladığı yer de çok daha az olacak. Bu yeni tip belleğin bilgi saklama kapasitesinin 100 gigabit/cm2 olması bekleniyor. Memristör tabanlı bellekler, sadece DRAM’lerin değil, harddisklerin, yani non-volatile belleklerin de yerini alabilir. Memristörün önemli bir özelliği de , sadece 1 ve 0 değerlerini taşıyan şu anki belleklerin aksine, ara değerleri de taşıyabilmesi. Memristör bu bakımdan, sinirsel sinapsların özelliğini taşımakta ve görme ve konuşulanı anlama gibi pek çok yapay zeka uygulamasının ve sinirsel ağ tasarımının önünü açmaktadır. Halihazırda, tek hücreli canlıların öğrenme mekanizmasını modelleyen memristörlü bir devre yapılmış bulunuyor. Memristörün kontrol, sinyal işleme programlanabilir mantık gibi alanlarda da yenilikler getirmesi bekleniyor. Can Karakuş Kaynaklar http://hardwaremania.com/news/wpcontent/uploads/old/2008/donanim/7991_large_memristor.jpg http://en.wikipedia.org/wiki/Memristör#cite_note-21 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/enerji/s-487-10.pdf http://www.spectrum.ieee.org/may08/6207 WiTricity Teknoloji günümüzde insan yaşamının önemli öğelerinden biri olmuştur. Bilim ve teknolojide birçok gelişmeye zemin oluşturan elektrik, insan yaşamını kolaylaştırmak açısından büyük bir evrim sürecinin içinden geçmektedir. Bu sürecin bir basamağı da, ilerde kökten değişiklere neden olabilecek WiTricity, yani “Wireless Electricity” dir. Geçmişte de denenmiş olan kablosuz enerji transferi, WiTricity ile yeni ve geçerli bir boyut kazanmıştır. WiTricity’i açıklamadan önce bu fikrin nasıl ortaya çıktığına değinmek yararlı olabilir. Bu projenin fikir babası olan MIT’den Prof. Marin Soljacic’in bir gece yarısı cep telefonu, şarjının bitmek üzere olduğunu haber vermek için uyarı gönderir. Bu durum doğal olarak sessizliğin hakim olduğu gece yarısında rahatsızlık vermektedir. Ayrıca telefon şarj edilmez ise ertesi gün bu teknoloji harikası istenmeyen sorunlara neden olabilir. Bu yüzden profesör kalkmak zorunda kalır ve mutfak tezgahındaki telefonuna uzun uzun bakar. Bu ay içinde altıncı kez bu sevimsiz olay olmaktadır. Bunun üzerine profesör, “keşke bu şey kendi kendine şarj olabilse” diye düşünür. Böyle bir şeyin mümkün olabilmesi için gücün kablosuz bir şekilde iletilmesi gerekir. Bunun farkına varan Soljacic, böyle bir şeyi mümkün kılacak fiziksel olgu üzerinde düşünmeye başlar. Böylece WiTricity için ilk adım atılmış olur. Kablosuz enerji transferi, WiTricity sayesinde yakın zamanda geniş çevreler tarafından tanınmasına rağmen enerjiyi kablosuz iletme fikri çok uzun zamandır bilim dünyasının ilgisini çekmektedir. En çok üzerinde durulan fiziksel olgu ise elektromanyetik radyasyondur. Ancak bu konuya bir çözüm getirilememiştir. Radyo dalgaları kablosuz bilgi transferi için oldukça elverişli olmasına rağmen kablosuz güç aktarımı için elverişli bir yol değildir. Nedenini kısaca açıklamak gerekirse, radyo dalgaları bir tür radyasyondur. Radyasyon ise her yöne yayılır. Eğer vericimiz enerjiyi kablosuz olarak iletmek için radyo dalgaları yayarsa, bu enerji büyük oranda doğaya ve uzaya yayılacaktır. Bu, insan hayatına ve doğaya zararlı olmasının yanı sıra tam anlamıyla enerji israfıdır. Üzerinde durulan başka bir olgu ise lazerlerdeki gibi yöneltilmiş elektromanyetik radyasyondur (directed electromagnetic radiation). Ancak, bu da iyi bir fikir değildir çünkü lazerler tehlikeli olmalarının yanı sıra hiç kullanışlı değillerdir. Lazer yoluyla enerji aktarımı olabilmesi için verici ile alıca arasında herhangi bir engel olmamalıdır. Kısaca, kablosuz enerji transferi üzerinde çok uzun zamandır düşünülmesine rağmen çözüm hep yanlış yerde aranmıştır. WiTricity’nin temelinde geçmişte kullanılandan çok daha farklı bir fiziksel olgu olan elektromanyetik rezonans yatmaktadır. Ama ilk önce CRO (coupled resonant objects)’e değinmek gerekir. WiTricity’i mümkün kılan, maddelerin bu özelliğidir. Kısaca CRO, maddelerin aynı dilden konuşarak anlaşmaları demektir. Örneğin; bir odada belli sayıda özdeş bardaklar olduğunu ama her bardağın doluluk oranının birbirinden farklı olduğunu düşünün. Bunun anlamı şudur, her bardak farklı frekansta sese duyarlıdır. Eğer odada belli frekansta ses yayan bir kaynak olursa, sesten etkilenen bardak, sesin frekansından etkilenecek oranda dolu olan bardaktır. Bardak, frekans uyumundan dolayı enerjiyi parçalanana kadar emer. Ama çok ilginçtir ki diğer bardaklar sesten nerdeyse hiç etkilenmezler çünkü onları etkileyecek frekans farklıdır. Diğer bir deyişle, anladıkları dil farklıdır. Başka bir örnek ise çoğu kişinin gördüğü ama fark etmediği gitar telleriyle ilgilidir. Aynı frekansta ses oluşturan teller arasında da kablosuz enerji aktarımı olabilir. Eğer bir gitarın 6. telinin (mi teli) 5. perdesini çalarsanız, gitarın 5. telinin kendiliğinden titreştiğini görebilirsiniz. Bunun nedeni iki telin de la notasını seslendirebilecek şekilde ayarlanmış olmalarıdır. Yani, iki tel de aynı frekansta sese duyarlıdır. Böylece bu iki tel arasında kablosuz enerji transferi olur. CRO’nun özelliğini anlatan örneklerdeki fiziksel olgu, akustik rezonanstır. WiTricity de ise aynı mantıkla çalışan elektromanyetik rezonans bulunmaktadır. WiTricity’nin sistemi iki parçadan oluşmaktadır. Birinci parçası vericidir. Bakır telden oluşturulmuş olan verici, enerji kaynağına bağlanır. Verici etrafa elektromanyetik dalgalarla enerji yaymak yerine menzilindeki alanı radyoaktif olmayan manyetik bir alanla doldurur. Bu manyetik alan MHz frekansındadır ve alıcıyla verici arasında güç aktarımına aracı olur. Alıcı ise bu aktarımı mümkün kılmak için tasarlanmış, bakır telden oluşan ve vericinin frekansına duyarlı bir mekanizmadır. Resim WiTricity mekanizmasını ve bu projeyi hayata geçiren MIT ekibini göstermektedir. İnsanları WiTricity hakkında en çok endişelendiren şeylerden biri kuşkusuz insan sağlığı üzerindeki olası tehlikeleridir. Ancak ortada endişelenecek bir şey yoktur. Elektromanyetik rezonansta da akustik rezonansta olduğu gibi aynı frekanstaki maddeler birbirlerini etkilerler. Bu sayede etraftaki mekanizmalar ve biyolojik organizmalar bu manyetik alandan nerdeyse hiç etkilenmezler. WiTricity, bu özelliğinin yanı sıra kablosuz güç aktarım denemelerinde (radyasyon kullanılanlarda) yaşanan büyük bir probleme çözüm sunmaktadır. Alıcı tarafından kullanılmayan manyetik alan, radyasyon gibi etrafa yayılmak yerine vericinin alanında muhafaza edilmektedir. Bu sayede enerji israfı önlenmiş olur. Şu anda WiTricity sınırlı bir menzile sahip olmasına rağmen hayatımızda çok fazla şeyi değiştireceğe benziyor. Etki alanının yaklaşık 2 metre yarıçapında bir alan olduğunu göz önünde tutarsak, özellikle ev ve işyerlerinde kablolardan ve bataryalardan kurtulmamızı sağlayacaktır. Laptoplar ve cep telefonları WiTricity sayesinde gerektikçe kendi kendilerini şarj edebileceklerdir. Bu teknolojik gelişme bizi sadece büyük bir kablo karmaşasından kurtarmakla kalmayacak, ilerde WiTricity’nin yaygınlaşmasıyla bizi ekonomik bir yükten kurtaracaktır. Ayrıca önümüzdeki yıllarda Amerika da bu teknolojinin bazı pilot evlerde denenecek olması bu projenin başarısını şimdiden göstermektedir. Bilim ve teknoloji sonu olmayan bir yoldur ve insanoğlu bu yolda yaklaşık iki asırdır çok büyük mesafe katetmiştir. WiTricity de bu yoldaki duraklarımızdan birisidir. Artık bizi bu durağın ötesinde uçsuz bucaksız bir yol beklemektedir. Yola çıktığımızda sınırları zorlamalıyız çünkü sınır bizim için sadece hayal gücümüzdür. Onur Berkay GAMGAM Kaynaklar http://www.digitaldrops.com.br/drops/imagens/witricity.jpg http://www.mit.edu/~soljacic/wireless_power.html http://www.sciencedaily.com Hulusi Ağbiyle Kareli Gömlek -Merhaba Hulusi Abi, nasılız bugün? +İyidir, ne oldu gelmezdin pek? -Abi yapma allasen, gelince de pişman ediyorsun ama. Yanına oturup iki dakka sohbet etmeye geliyoruz şurda. +Öyle olsun bakalım, anlat ne var ne yok? -Abim, iş bulmaya çalışıyoruz. Ne yapacağını bilememek ne kötü yahu. En son işte medya sektörüne bakıyorum, bir kaç yer var konuştuğum. +Ne yapıcaksın ki medyada? -Aslında onu da tam bilmiyorum, böyle internetidir, gazetesidir pek cafcaflı geliyor. Bir de şey mevzusu var tabi, işe git gel sıkıntı be abi. Bakıyorum adamlar daha rahat bu sektörde sanki? +Ah be oğlum. Bilmeden atlamasanız şöyle işlere. Medya sektörü dediğin ne ki hem böyle gazete, internet falan diyosun? -Nedir abi? +Medya iletişim araçlarının hepsini kapsar bir kere. Öyle internetle, gazeteyle falan bitmez. Bugün iletişimin olduğu nereye gidersen git, medya sektörünün göbeğindesin demektir. Dünya globalleşiyor oğlum. Bugün konuştuğun telefon, izlediğin televizyon, okuduğun gazete hepsi tek bir alette toplanabiliyor, hepsini tek bir servis halledebiliyor en başta. Şirket bakarken ona göre bak. “Yok, ben telefon işine hiç girmeyim, benim olayım televizyon” falan diye bakma olaya. Hepsi iç içe bunların unutma. -Tamam abi, şey şimdi.. +Dur bi lafımı bölme, şurda konuşuyoruz, açılmışız ne güzel. Senin okul hayatını da biliyorum zaten ben, bir rahatlık durumları vardı zaten sende hep. Madem böyle git geli sıkıntı ediyosun, medya sektörü diyosun, kendi medyanı kendin yarat oğlum. Bak adamlar ne güzel yapıyor işte. Kaybetti güvenini dünyada artık bütün iletişim firmaları. Şimdi “sosyal medya” dönemi oğlum. Devir değişiyor, insanlar blogları okuyorlar, birbirlerini takip ediyorlar. Diyorsun ki ne olucak beni okusalar, benim karnım aç olduktan sonra, ben para kazanmadıktan sonra; işte orda giriyor devreye firmalar zaten. Diyelim sen iyi bir teknoloji takipçisisin. Bloğunda yazıyorsun gördüklerini, beğendiklerini. İnsanlar seni takibe almaya başlamış, bin ikibin derken onbinleri vurmuşsun. Bir bakıyorsun telefonun çalıyo; “Alo, kiminle görüşüyorum.” “Ben bıdıbıdı hanım, bilmemne firmasından arıyorum, bu ay şöyle bir ürünümüz çıkıyor, acaba bloğunuzda inceleseniz bu ürünü de biz de sizin emeğinizi mükafatlandırsak?” Çat, kapanır telefon. Bakmışsın cebinde paraların. Üstelik sürekli son teknoloji cihazlar elinde, incelenmek için hediye edilmiş sana. İşini bileceksin tabii piyasada. -İyisin, hoşsun da abi, deminden beri söylemeye çalışıyorum, ben o işe giremem ya. Adamlar manyak oluyor abi, blogu var diye, sosyal medya diye bir anda bilgisayar bağımlısı gibi hareket etmeye başlıyor, kaldıramam gibi onu. Hem güzel de yazamıyorum, yok, olmaz. +Bilemem orasını valla, seni ilgilendirir o kısım. E nası bir şey hayalindeki madem, söyle bakalım? -Of be Hulusi Abi, bilsem ben de.. Mühendisiz neticede ne olucak ki sanki? +İşte hata yaptığın nokta burası. Mühendislik diploman var senin elinde, evet. Bu senin bir avantajın sadece. Bu sana mühendislik yapma zorunluluğu kılan bir dayatma falan değil. Gözlerini aç, be oğlum. Kaç tane yönetmen var mühendis, kaç tane yazar var mühendis. Mühendislik bir disiplindir, yaratıcılığı esas alan bir disiplin. Sen bunu eğer benliğine katarsan, zaten yapamayacağın iş yok ki. Adama bak, mühendisim, ne yapabilirim ki diye üzülüyor. Senin zaten doğan, soruna çözüm bulmak. Eğer istersen bir firmadaki her soruna kendin de çözüm olabilirsin. Elbet bunun için kendini de yeterli ölçüde geliştirmen gerek. Küçücük bir kübiğin içine hapsolmak, ya da kendi kübiğine sahip olmak. Farketmen gereken farklılık bu. Bakış açıların. Bunları belirle sadece. Hımm.. Bak mesela, istersen kendini tasarım alanında geliştir, ne bileyim bir grafik tasarım master’ı al. Sonra gir bir ajansa, öyle çabuk yükselirsin ki, kendin bile şaşarsın. Birden senin düşündüğün reklamlar televizyonlarda dönmeye başlar, birden proje yöneticisi olursun, bakarsın kendi şirketini bile kurarsın. Ya da gir kocaman bir iletişim firmasına, ufaktan başla. Düzenli hayatın olsun, maaşını her ay düzenli al. Seni tatmin edicek kadar üstelik. Bir tip Amerikan rüyası. Üstelik yıllar geçtikçe, hırsınla doğru orantılı olarak rütben yükselir, saygınlığın artar. Ya da bir yayın organının IT departmanına gir, oranın bütün sorunları senden sorulsun, yine düzenli hayat, bu seferki fark yüksek sorumluluk. Düşün sen olmasan, yüzbinlerce tiraj yapan gazete, belki satamayacak. Başka bir seçenek sana, AR-GE departmanlarına yönel, yenilikçi çalış. Sana en başında söylemiştim, bu sadece gazeteyle, internetle olan bir iş değil. AR-GE departmanı olan büyük bir iletişim firmasına gir. Zaten ziyadesiyle gelişmekte olan bir alan görüyosun. Sürekli G’leri çoğaltıyorlar ne güzel. Dene yanıl, dene yanıl. Motivasyonu zordur, evet. Ama başka bir harf icat ettiğin anda, milyonlar cebinde. Torununun çocuklarının geleceğini düşünürken bulabilirsin kendini... -Doğru söylüyorsun be abi, aslında baya seçenek var medya seköründe. Ne bileyim, temiz iş olsun istiyorum, hafif iş olsun istiyorum, sektör o yüzden biraz da cazip geliyor.. +Vur deyince, öldürücen illa di mi? Medya bu, bi saattir iletişim, iletişim, iletişim diyorum, gırtlağım çatladı yahu. Ne hafif işi, sorumluluğun farkında mısın? İnsanlar iletiştikçe insanlar birbirine yaklaşır, ki zaten sorun birbirimizden uzak olmamızda. Bilmiyoruz, duymuyoruz, tanımıyoruz birbirimizi. Medya mühimdir oğlum, sakın hafife alayım deme. -Ne bileyim abi, ben öyle şeyettim işte... +Demekki neymiş, düşünerek konuşuyomuşuz. Bak sana en basit öneri, madem medya işiyle uğraşmak istiyorsun, bu adamların hepsi sosyal medyada var olan insanlar. Hemen bugün blogunu kuruyorsun, Friendfeed olsun, Twitter olsun bütün bu sosyal ağlarda bulunmaya başlıyorsun, sadece izleyici olarak değil, üretken olup insanların da sana ulaşmalarını sağlayarak. -Neden abi, tam olarak anlamadım ben? +Çünkü medyadaki herkes orada, eğer sen onlarla paylaşmaya başlarsan onlarda olmayan ama sende olan bilgiyi; bu senin işine gelir. Çünkü onlar da sana yardımcı olmaya başlar. Üstelik nice kariyerli insanı takip ederek, hem onların tecrübelerinden faydalanırsın, hem de yeni kavramlarla tanışırsın. Güncel olucaksın, biliniceksin, insan ağın geniş olucak. Bunlar mühim şeyler. -Çok sağol abi, sanırım beni yeni bir düşünme süreci bekliyor. Ben yine uğrarım yalnız sana söyleyim... +Uğra tabi, oturuyoruz şurda sabahtan beri işte, of benim de saat gelmiş, hanıma gömlek al dediydim, ne yaptı acep? -Almıştır abi, üstündeki de çok güzel bu arada... +Tamam, cıvıma hemen, tak çantanı koluna herkes kendi yoluna, haydi hoşçakal bakalım. -Gidelim dedik, hemen de kovdun, iyi be abi, görüşürüz. Eyvallah yardımın için. +Hadi canım, hadi canım... Aykut Bal