PDF biçiminde görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız
Transkript
PDF biçiminde görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız
33. ULUSAL ÇOCUK CERRAHİSİ KONGRESİ Posterler P-1 Morbid Obes Çocuklarda Laparoskopik Sleeve Gastrektomi E Ergün, B Türedi, F Khanmmammadov, G Göllü, U Ateş, A Yağmurlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Son zamanlarda obezite dünya genelinde yaygın bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki beslenme alışkanlığı ve yaşam tarzı değişiklikleri obezite insidansını artırmaktadır. Erişkin hastalar için laparoskopik sleeve gastrektomi yıllardır sık kullanılan ve en başarılı tedavi yöntemidir. Son zamanlarda bu yöntem, adölesanlar ve daha genç hastalar için de kullanılmaktadır. Hastalar ve Yöntem: Yaşları sırasıyla 11-14 arasında değişen(2 kız, 2 erkek) dört çocuğa laparoskopik sleeve gastrektomi uygulandı. Ortalama vücut ağırlığı 141(115-155)kg, ortalama vücut kitle indeksleri (BMI) 64,5(41-76)ti. Çocuklardan ikisinin özellikle geceleri uyku apneleri nedeni ile pozitif basınçlı ventilasyon ihtiyacı olmaktaydı. Olgulardan birinde Bardet Biedl Sendromu ve polidaktili mevcutken, üç çocuk hipertansiyon nedeni ile tedavi almaktaydı. Hastalar ameliyat öncesi bütün ilgili Çocuk Hastalıkları bölümleri, Anesteziyoloji bölümü tarafından ameliyat öncesi, sırası ve sonrası oluşabilecek komplikasyonlar açısından konsey ile değerlendirildi. Ortalama ameliyat süresi 75 dakika idi(60-90dakika). Çocuklardan üçü ameliyat sonrası serviste takip edilirken, BMI 76 olan kız çocuk yoğun bakım ünitesinde izlendi ve ameliyat sonrası 4. gün pnömokok sepsisinden kaybedildi. Diğer çocuklar ameliyat sonrası 2. gün sulu gıda ile beslenmeye başlandı ve özel diyet ile 5-7. gün taburcu edildi. Hastaların ameliyat sonrası takiplerinde ilk 3 ayda ortalama 22 kg ağırlık kaybı yaşandı. (Vücut ağırlıklarının ortalama % 16). 5-15 ay takip edilen çocuklarda %26-41 ağırlık kaybı izlendi. Sonuç: Laparoskopik sleeve gastrektomi, erişkinde olduğu gibi çocuk hasta grubunda da morbid obezite tedavisinde uygulanabilir güvenli bir yöntemdir. Ameliyat tekniği kadar ameliyat öncesi alınacak önlemler ve ameliyat sonrası beslenme ve diyet programına hastanın uyumu da önemlidir. Çocukların fiziksel durumlarından ötürü multidisipliner bir yaklaşım tedavinin her aşamasında kilit rol oynayacaktır. *** Laparoscopic Sleeve Gastrectomy in Morbid Obese Children E Ergün, B Türedi, F Khanmmammadov, G Göllü, U Ateş, A Yağmurlu Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction: Obesity became one of the major health problems worldwide in the last couple of years. The incidence of obesity is increasing due to the nutritional habits and life styles of the children especially in the developed countries. Laparoscopic sleeve gastrectomy is the most commonly used and effective treatment method for adults for a long period of time. In the last decade, it is also used for adolescents and young patients. Patients and Methods: Laparoscopic sleeve gastrectomy was performed for 4 kids (2 girls and 2 boys) with the ages between 11 and 14. The mean body weight was 141 kgs (115-155 kgs) and the mean body mass indices (BMI) were 64.5 (41-76). Among the cases, 2 of them need positive pressure ventilation especially for the sleep apneas at nights. One of the cases had Bardet-Biedl Syndrome with polydactyl and the remaining 3 had treatment because of the hypertension. All patients were evaluated before, during and after the surgery by the paediatric and anesthesiology clinics in order to prevent any possible complications. The average time for surgery was 75 minutes (60-90 minutes). After surgery, 3 of the children were followed in the surgery ward and one kid with the BMI 76 was followed in the intensive care unit and 4 days after surgery, she died because of pneumococcal sepsis. The other cases were nourished 2 days after surgery with liquid diet and discharged from the hospital between 5 to 7 days after surgery with a special diet. In the postsurgical follow-up, an average 22 kgs of weight loss was observed in the first 3 months (16% of their body weight). A total of 26 to 41% of body weight loss was recorded in a total of 5 to 15 months of follow-up. Conclusion: Laparoscopic sleeve gastrectomy, as performed in adult patients, is also a safe method of treatment of morbid obesity in children. As well as the surgical technique, the precautions before the surgery and nutrition and compliance of the patient to the diet programs after surgery are also important factors. A multidisciplinary approach is the key factor in all steps of the treatment due to the physical conditions of the children with morbid obesity. P-2 Adölesan ratlarda deneysel barsak anastomozu modelinde albümin ve C-vitamini desteğinin yara iyileşmesindeki önemi A Bayraktaroğlu*, D Baskın Embleton*, MF Bozkurt**, T Köken***, S Çetinkurşun* *Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD. Afyonkarahisar, Türkiye **Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi Patoloji A.D., Afyonkarahisar, Türkiye ***Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya A.D., Afyonkarahisar, Türkiye Amaç: Deneysel barsak anastomozu modelinde; anastomoz kaçaklarını önlemek ve doku direncini arttırmak amacıyla adölesan ratlarda C-vitamini ve human albüminin tek tek ve kombine kullanımının barsak anatomozu iyileşmesi üzerine etkileri araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmada 6 haftalık adölesan Wistar albino dişi ratlar kullanıldı. Her birinde 6’şar rat bulunan 5 grup oluşturuldu: Kontrol, sham, albumin, C vitamini, albumin + C vitamini. Deney modelinde; anestezi altında preoperatif biyokimyasal değerlendirme için kan örnekleri alındı. Laparotomi yapılarak ileal anastomoz yapıldı. C-vitamini oral, albümin intraperitoneal olarak verildi. Postoperatif 7. günde relaparotomi yapılarak anastomoz bölgesi çıkarıldı ve patlama basıncı ölçüldü. Postoperatif, biyokimyasal değerlendirme için kan örnekleri alındı. Kan örneklerinde total protein ve albümin değerlerine bakıldı. Doku örnekleri histopatolojik ve immunohistokimyasal olarak hemotoksilen eozin, CD-31 ve Picrosirius red boyaması ile değerlendirildi. Bulgular: Histopatolojik skorlamada gruplar arasında istatistiki olarak anlamlı fark saptanmadı. Barsak patlama basıncında; albümin, C-vitamini ve albümin + C-vitamini verilen gruplarda kontrol grubuna göre daha yüksek basınç değerleri elde edilerek istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı(P<0,012), (P<0,004), (P<0,001). İmmunohistokimyasal olarak kollajen fibrillerinin picrosirius red boyama sonuçları değerlendirilerek kontrol grubundaki yeşil fibrillere (olgunlaşmamış kollajen fibrilleri) göre albümin grubu, C-vitamini grubu ve Cvitamini+albümin grubunda daha az sayıda yeşil fibril bulunması açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı(P<0,000), (P<0,001), (P<0,000). Anastomoze barsak dokularında CD31 boyaması yapılarak anjiogenezis değerlendirilerek kontrol grubuna göre C-vitamini ve Cvitamini + albümin gruplarında daha fazla anjiogenezis saptanarak istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P<0,021), (P<0,017). Albümin grubuna göre C-vitamini ve C-vitamini + albümin gruplarında daha fazla anjiogenezis saptanarak istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P<0,019), (P<0,015). Çıkarımlar: Anastomoz kaçaklarını önlemek ve doku direncini arttırmak amacıyla Cvitamini ve albüminin tek tek ve kombine kullanımı barsak patlama basıncını arttırarak doku direncine önemli katkı sağlamıştır. Anjiogenezisi de arttırarak doku iyileşmesini hızlandırmıştır. Bu bulgular, barsak anastomozu yapılan olgularda albümin ve C-vitamini kullanımının anastomoz iyileşmesine ve dokunun rejenerasyonuna önemli katkı sağlayacağını düşündürmüştür. *** Effects of albumin and vitamin C on wound healing in an ileal anastomosis model in adolescent rats A Bayraktaroğlu*, D Baskın Embleton*, MF Bozkurt**, T Köken***, S Çetinkurşun* *Afyon Kocatepe University, Medical Faculty, Department of Pediatric Surgery, Afyonkarahisar, Turkey **Afyon Kocatepe University Veterinary Faculty, Department of Pathology, Afyonkarahisar, Turkey ***Afyon Kocatepe University Medical Faculty, Department of Biochemistry, Afyonkarahisar, Turkey Aim: To prevent anastomotic leaks and increase the tissue strength, the effects of vitamin C and human albumin in wound healing were studied in an experimental model of intestinal anastomosis in adolescent rats. Materials and method: Six weeks old Wistar albino female rats were used. There were 5 groups consisted of 6 rats: control, sham, albumin, vitamin C and albumin + vitamin C. Laparotomy was performed, and after getting blood samples for biochemical evaluation of total protein and albumin values, an ileal anastomosis was created. Vitamin C was given orally, and albumin was given intraperitoneally. On postoperative 7th day, relaparotomy was performed, blood samples were taken, anastomosis site was excised and bursting pressure of the anastomosis was measured. Tissue samples including anastomosis were taken for histopathological examination. Hematoxylene eosilin, CD-31 and Picrosirius red staining were used to evaluate wound healing. Results: Bursting pressures of the anastomosis were higher in albumin, vitamin C and vitamin C + albumin groups compared to control group and the differences were statistically important (P<0,012), (P<0,004), (P<0,001). There were no statistically significant difference in histopahtological scoring between the groups. Immunohistochemical staining of collagen fibrils with Picrosirius red revealed that, compared to immature green fibrils in control group, there were less immature green fibrils in albumin, vitamin C and albumin + vitamin C groups which was statistically important (P<0,000), (P<0,001), (P<0,000). CD-31 staining was performed in tissues in the anastomosis area to evaluate angiogenesis. Angiogenesis was increased in vitamin C and albumin + vitamin C groups compared to control group and the difference was statistically important (P<0,021), (P<0,017). Increase in angiogenesis in these 2 groups were also higher than the increase in albumin group, and these differences were also statistically important (P<0,019), (P<0,015). Conclusion: Administration of vitamin C and albumin either alone or in combination increased the bursting pressure of the anastomosis. Angiogenesis was also increased. These findings suggest that in patients that an intestinal anastomosis was performed, using vitamin C and albumin may increase tissue strength and promote healing by increasing angiogenesis. P-3 Pilor stenozunda postoperatif kusma yetersiz miyotomi veya gastroözafageal reflü nedeniyle olmayabilir R Vargün Yıldız*, M Fedakar Şenyücel*, B Bilezikçi**, H Alp*** *Özel Ankara Güven Hastanesi, Çocuk Cerrahisi **Özel Ankara Güven Hastanesi, Patoloji Bölümü ***Özel Ankara Güven Hastanesi, Pediatrik Allerji Pilor stenozu, safrasız kusmaya neden olan ve infantil dönemde cerrahi gerektiren bir hastalıktır. 52 günlükken hipertrofik pilor stenozu nedeniyle piloromiyotomi yapılan hasta, ameliyat sonrası ilk 3 hafta şikayetsizken, 25. Günde tekrarlayan fışkırır tarzda kusma nedeniyle getirildi. Yapılan tetkiklerinde eozinofili ve mide boşalmasında belirgin gecikme saptanan hastaya endoskopik biyopsi ve repiloromiyotomi yapıldı. Biyopsi sonucu foveolar hücre hiperplazisi gelen hastaya elementer diyet başlandı. Takipte sorunu olmayan hastaya, pediatrik allerji bölümünce 9. Ayda inek sütü ürünleri yakın izlem altında başlandı. Foveolar hücre hiperplazisi çocuklarda nadir görülür, ancak pilor stenozu ameliyatı sonrası devam eden kusmalarda akılda tutulmalıdır. İnek sütü protein allerjisi ile birlikteliği düşünüldüğünde elementer diyet başlanması gerekmektedir. *** Postoperative vomiting in patients with infantile hypertrophic pyloric stenosis doesn’t mean that inadequate myotomy or gastroesophageal reflux R Vargün Yıldız*, M Fedakar Şenyücel*, B Bilezikçi**, H Alp*** *Ankara Guven Hospital, Department of Pediatric Surgery **Ankara Guven Hospital, Department of Pathology ***Ankara Guven Hospital, Department of Pediatric Allergy Postoperative vomiting in patients with infantile hypertrophic pyloric stenosis doesn’t mean that inadequate myotomy or gastroesophageal reflux Infantile hypertrophic pyloric stenosis (IHPS) is one of the several causes of nonbilious vomiting which required surgery. A 52 days old boy presenting with IHPS had pyloromyotomy without complication. After discharge, for three weeks, there was no problem but postoperatively on 25th day , the infant had projectile vomiting. Laboratuary exams showed eosinophilia and delayed gastric passage. Therefore endoscopic biopsy and extended pyloromyotomy were performed. The histology showed foveolar cell hyperplasia. The elementary diet was started. The child was well on follow up for two years. Regular feeding was started at nine months with close observation by department of pediatric allergy. Foveolar cell hyperplasia in the pyloris is very rare in children but it is important. Restrictive or elementary diet is suggested in the existence of cow’s milk protein allergy. P-4 İNFANTLARDA AMYAND HERNİ Y Günal Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş/Amaç: Amyand Herni (AH) inguinal herni kesesi içinde normal veya inflame apendiks vermiformis varlığı ile karakterize nadir bir herni türüdür. Çoğu zaman inkarsere inguinal herni ön tanısıyla opere edilen hastalarda tesadüfen bulunduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada sunulan AH vakalarının yenidoğan ve 2 ay altındaki süt çocuğu dönemini içermesi ve ayrıca daha öncesinde klinik bir şikayete neden olmaması dikkatimizi çekti. AH tanısı alan hastalar geriye dönük olarak incelendi. Gereç ve yöntem: Ocak 2011 ve Aralık 2011 tarihleri arasında 322 inguinal herni ameliyatı yapıldı ve bu hastaların 7’si inkarsere inguinal herni ve 5’i AH tanısı aldı. Bu hastalarda AH’nin yaşla ilişkisi, anatomik özellikleri ve tedavisi incelendi. Bulgular: İnguinal herni tanısıyla opere edilen 322 hastanın 5’inde (%1,5) AH bulundu. Hastaların tümü erkekti ve sağ inguinal hernileri mevcuttu. Ortalama yaş 36 gündü (25-60 gün). Tüm hastalar inguinal herni nedeniyle elektif olarak ameliyat edilirken tesadüfen tanı aldı. Hastaların hiçbirinde sağ kasıkta şişlik dışında sistemik ve klinik belirti yoktu. Preoperatif laboratuar tetkikleri normaldi. Ameliyat bulgularında; 3 olguda apendiks normal görünümdeydi ve apendiks batın içine redükte edilip sadece herni onarımı yapıldı. Diğer 2 hastada apendiks herni kesesinin iç yüzeyine yapışık, damarlanması artmış ve hafif ödemliydi, bu nedenle apendektomi ve herni onarımı birlikte yapıldı. Her ikisinin de patoloji sonucu akut apandisit olarak değerlendirildi. Tüm hastalar sorunsuz taburcu edildi. Apendektomi yapılmayan hastaların takibinde apandisit izlenmedi. Sonuç: AH’de akut apandisit oluşmasının tesadüf mü, yoksa apendiksin herni kesesinde sıkışmasına sekonder kan akımındaki azalmaya bağlı mı olduğu hala tartışmalıdır. Apendektomi yapılıp yapılmaması da diğer bir tartışma konusudur. Apendiks normal görünümde ve herni kesesine yapışık değilse apendektomi yapılmayabilir. Ancak klinik olarak hiç bir şikayeti olmasa da, özellikle herni kesesine yapışık, damarlanması artmış apandikslerde histopatolojik olarak akut apandisit bulguları gözlenebileceği unutulmamalıdır. *** AMYAND’S HERNIA IN INFANTS Y Günal Kırıkkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Introduction: Amyand’s hernia (AH) is a rare type of hernia which is characterized with the presence of normal or inflamed appendix vermiformis in the inguinal hernia sac. Generally it was shown to be found incidentally in the patients operated for the presumptive diagnosis of incarcerated inguinal hernia. It caught our attention that the cases presented in this study included newborns and infants under the age of 2 months and diagnosed incidentally without leading to any clinical symptoms. Therefore, the association of AH with age and anatomy and its treatment is presented here for discussion. Methods: Totally 322 inguinal hernia operations were performed between January 2011 and December 2011. Seven of those were incarcerated inguinal hernia and 5 of them were diagnosed as AH. The patients diagnosed with AH were retrospectively evaluated. Results: Five (1.5%) of the 322 patients operated for inguinal hernia were AH. All of the patients were males and the hernia were located on the right side. Mean age was 36 days (ranging between 25-60 days). All patients were diagnosed incidentally while being operated for inguinal hernia. None of the patients had systemic or clinical symptoms other than şişlik in the right inguinal area. Preoperative laboratory tests were normal. In operative findings: Appendix had usual look in 3 patients and appendix was reducted into the abdomen and only hernia was repaired . In 2 patients appendix was edematous, adherent to the inner layer of the hernia sac, and the vascularization was increased. Therefore, appendectomy was performed together with hernia repair. Both of the specimens were reported as acute appendicitis on pathological examination. All of the patients were discharged without any problem. None of the patients without appendectomy had appendicitis in the follow-up. Conclusion: It is still on debate whether acute appendicitis is coincidental in AH or AH is due to decreased blood flow as a result of the sequestration of appendix into the hernia sac. To perform appendectomy or not is also controversial. Appendectomy may not be required if appendix looks normal and not attached to hernia sac. However, even if there is no clinical symptom, it must be considered that especially in appendix with increased vascularization and attached to hernia sac, there may be signs of acute appendicitis. P-5 Çocuklarda primer omentum torsiyonu: 7 yıllık tek merkez deneyimi S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur, S Aslan Gaziantep Çocuk Hastanesi Primer omentum torsiyonu (POT), omentum pedikülünün kendi uzun ekseni etrafında dönmesi ile venöz obstruksiyon, ödem, dolaşım bozukluğuna neden olarak omentumun infarktı ile sonuçlanan durumdur. Nadir görülmesine rağmen, akut apandisiti taklit ettiği için son derece önemlidir. Burada, başlangıç tanısı akut apandisit olan 3186 çocuktan POT tanısı alan 6 olgunun (%0.188) demografik verileri, klinik semptomları, laboratuar sonuçları, tanısal görüntüleme yöntemleri, histopatolojik bulguları ve tedavi şekillerini retrospektif olarak değerlendirdik ve ilgili literatürü gözden geçirdik. Hastalarımızın 5'i erkek 1'i kız idi. E/K oranı 5:1, ortalama yaşı 11.5 idi (aralık: 8.8-12.3 yaş). Ağırlıkları 32-52 kg arasında (ortalama 42 kg) idi. Üç çocuğun ağırlık persentili %75'in üzerinde idi. Hastaların 1'ine (%16.6) ise açık operasyon, 1'ine (%16.6) laparaskopik omentektomi uygulandı. Diğer dördüne (% 66.6) ise USG ve BT ile POT tanısı konularak konservatif tedavi edildi. POT, akut batının alışılmadık bir nedenidir. İntraoperatif olarak tanı konulabilen olgularda yapılan geleneksel tedavi, omentektomidir. Günümüzde POT'una farkındalık artmaktadır. Bu durum, preoperatif tanı konulabilen olgu sayısının artmasına ve konservatif yaklaşımın giderek daha yaygın hale gelmesine neden olmaktadır. Konservatif yaklaşım, yakın klinik takip ile etkili ve güvenlidir. Ayrıca, gereksiz cerrahi girişimlerin oranını da azaltmaktadır. *** Primary omental torsion in children: A 7-year experience of a single center S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur, S Aslan Gaziantep Children's Hospital Primary omental torsion (POT) is a condition in which pedicle of the omentum rotates along its longer axis resulting in venous obstruction, edema and vascular compromise and consequently in omental infarction. Though rarely seen, it carries utmost importance in that it mimics acute appendicitis. Herein we retrospectively evaluated demographic data, clinical symptoms, laboratory data, diagnostic imaging methods, histopathological findings, and treatment modalities of 6 (0.188 %) cases with POT selected among a total of 3186 children with initial diagnosis of acute appendicitis, and reviewed the relevant literature. Our patient population consisted of 1 female, and 5 male children with a M/F ratio of 5:1 Mean age of the patients was 11.5 (range, 8.8-12.3) years. The weights of children were ranging between 32 and 52 kg (mean weight: 42 kg) and in 3 children, the weight percentiles were higher than 75. The patients underwent open surgery (n=1;16.6 %), and laparoscopic omentectomy (n=1; 16.6 %). The remaining four (66.6 %) patients were treated conservatively following diagnosis of POT established by US, and CT. POT is an unusual cause of acute abdominal emergency. In patients who can be diagnosed intraoperatively, traditional treatment is omentectomy. Nowadays, the level of awareness about POT is gradually raising. Consequently preoperatively diagnosed cases are gradually increasing, and conservative approach becomes more prevalent. Conservative approach together with close follow-up is effective, and safe. Besides it decreases the rate of unnecessary surgical interventions. P-6 Nadir bir duedonal obstrüksiyon nedeni: süperior mezenterik arter sendromu G Gerçel*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, M Çağlar*, A Yıkılmaz**, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Süperior mezenterik arter (SMA) sendromu, duodenumun üçüncü kıtasının aorta ve SMA arasında basıya uğraması sonucu ortaya çıkan ve nadir görülen klinik bir tablodur. Bu sendrom sıklıkla genç kadınlarda görülen, etyolojisinde yapısal ve edinsel faktörlerin yer aldığı bir durumdur. Bu çalışmada SMA sendromu tanısı alan bir hasta sunulması amaçlandı. Olgu Sunumu: Öncesinde bilinen bir gastrointestinal (GİS) semptomu olmayan 17 yaşında kız hasta son bir yıldır var olan aralıklı karın şişliği, safralı kusma, kilo kaybı şikayetleriyle başvurdu. Başvuru esnasında zayıf ve soluk görünümde olan hastanın öyküsünde skolyoz cerrahisi geçirdiği ve şikayetlerinin cerrahi sonrası dönemde başladığı öğrenildi. Fizik muayenesinde özellik yoktu. Tam kan ve biyokimyasal değerleri normal sınırlardaydı. Üst GİS endoskopik muayenede yoğun safra içeren dilate mide ve duedonum 2. kıtaya kadar dilatasyon izlendi. Kontrastlı üst GİS incelemede, duodenum 2. kıtasında dilatasyon ve kontrast madde geçişinde akut sonlanma izlendi. Duodenumun rotasyonu normaldi. Oral kontrastlı BT’ de aortomezenterik açının daraldığı ve duodenumun aorta ile SMA arasında sıkıştığı görüldü. Hasta SMA sendromu ön tanısıyla ameliyat edilerek SMA basısı teyit edildi ve yan yana duodenojejunostomi uygulandı. Ameliyat sonrası 6. günde taburcu edilen hastanın takibinde herhangi bir sorun gözlenmedi. Sonuç: SMA sendromu olan hastalar çoğunlukla nonspesifik bulgularla başvurduğundan tanıda gecikmeler yaşanabilmekte ve tanı genellikle diğer olasılıkların dışlanması ile konulabilmektedir. Ana bulgusu ergenlik ve sonrasında ortaya çıkan masif safralı kusmadır. Ayrıca sunulan vakada da olduğu gibi skolyoz cerrahisi, SMA sendromu gelişimi açısından önemli bir risk faktörüdür. Çoğu olguda cerrahi girişim gerekir ve cerrahi sonrası sonuçlar tatminkardır. *** A rare cause for duodenal obstruction: superior mesenteric artery syndrome G Gerçel*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, M Çağlar*, A Yıkılmaz**, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Radiology Introduction and Aim: Superior mesenteric artery (SMA) syndrome is an rare diagnosis characterized by compression of the third portion of the duodenum between the aorta and the superior mesenteric artery. This is a syndrome usually seen in young females and harboring anatomical as well as acquired factors in etiology. This study aims to present a patient with a diagnosis of SMA syndrome. Case Report: 17 years old female patient without history of a previous gastrointestinal (GİS) disorder presented with the complaints of intermittent abdominal distension, bilious vomiting and weight loss over a year. She was thin and pale on inspection. She had a history of previous scoliosis surgery and the complains were evident after the surgery. The physical examination was unremarkable. A complete blood count and biochemistry were within normal limits. Upper GI endoscopy showed dilated stomach with abundant bile and also proximal duodenum. Upper GI contrast study was compatible with dilatation of the first two portions of the duodenum and abrupt termination of the contrast material at the beginning of the third portion. The duodenal rotation was normal. Oral contrast-enhanced CT demonstrated that aortomesenteric angle was narrowed and the duodenum was compressed between the aorta and SMA. She underwent surgical exploration wit presumptive diagnoisis of SMA syndrome. The diagnosis was confirmed and a side-to-side duodenojejunostomy was performed. She was discharged on the 6th postoperative day. The follow up is uneventful. Conclusion: Patients with SMA syndrome often present with nonspecific complaints that may yield to a delay in diagnosis. It is usually diagnosed after all other possible causes are excluded. The main finding is massive bilious vomiting apparent during peripubertal period. Scoliosis surgery is a major risk factor for the development of SMA syndrome as in the presented case. Most cases need surgical intervention with satisfactory results. P-7 BEHÇET HASTALIĞI OLAN BİR ÇOCUKTA FİBRİN YAPIŞTIRICI İLE ENTEROKÜTANÖZ FİSTÜL KAPATILMASI EB Bulut*, B Altan*, YB Bayır*, B Çalışkan*, A Güven*, S Demirbağ*, B Karaman**, İ Sürer* *Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyoloji AD, Ankara, Türkiye AMAÇ Behçet Hastalığı (BH) multisistemik bir vaskülit olarak değerlendirilir. Gastrointestinal sistem bulguları olan bulantı,kusma,iştahsızlık,karın ağrısı gibi bulgular %10 ila 50 oranında BH’nda görülmektedir.BH’na bağlı görülen ölümlerin bir sebebi de intestinal perforasyonlardır. Bu metinde BH’na bağlı gözlenen intestinal perforasyon ile enterokutanöz fistül ve primer onarım sonrası izlenen ikinci enterokutanöz fistülün fibrin yapıştırıcı ile tedavi edilmesinden bahsedilmiştir. VAKA BH tanısı ile takip edilen 6 yaşındaki erkek hasta,karında hassasiyet ve karın bölgesinde hiperemi ile başvurdu.Medikal tedavisinde kolşisin,infliksimab,kalsitriol,enoksaparin (atrial trombüs için) kullanmaktaydı. Yapılan karın ultrasonu ve batın tomografisinde periton ile devamlılık göstermediği rapor edilen cilt altı hava sıvı seviyesi izlendi.Bu büyük cilt altı kavite için eksplorasyon, müteakiben de laparatomi uygulandı. Laparatomi ile batın içerisinde safra içeren pürülan mayi ve intestinal yapışıklıklar görüldü. Üç adet transvers kolona ait perforasyon, Treitz ligamentinin 40 cm distalinde barsaklar arası fistül ve enterokutanöz fistül traktı izlendi.Etkilenen segmentlere rezeksiyon anastomoz uygulandı. Postoperatif 8.günde insizyon hattında enfeksiyon izlendi. Sonrasında zaman kaybedilmeden Vakum Destekli Kapatılma(VAK) işlemi uygulandı.VAK yöntemi 4 gün sonra tekrarlandı.Primer onarım postoperatif 8.günde gerçekleştirildi.Ağızdan beslenmesi aynı gün başlanan hasta ilk operasyondan 23 gün sonra taburcu edildi.Taburcu olduktan 25 gün sonra batın sol kadranda izlenen enterokutanöz fistül nedeniyle medikal tedavi başlandı.Tekrar laparatomi ve primer onarım uygun görülmedi.Oktreotid ve Loperamid tedavisi ile fistüle ait gelen barsak içeriğinin miktarında azalma izlenmedi.Sonrasında medikal tedavi devam ederken enterokutanöz fistül 2,7f mikrokateter ile floroskopi eşliğinde 2cc Fibrin yapıştırıcı ve 1cc lipiodol fistüle uygulandı.Böylece fistüle ait akış kademeli olarak azaltıldı. SONUÇ BH’nda barsak tutulumu ile birliktelik gösteren enterokutanöz fistül,yaşamı tehdit edici boyutlarda olabilir.Tekrarlayan enterokutanöz fistüllerde yeniden cerrahi müdahale yerine floroskopi altında Fibrin Yapıştırıcı ile fistülün kapatılması başarılı bir yöntem olarak uygulanabilir. *** CLOSURE OF AN ENTEROCUTANEOUS FISTULA WITH THE FIBRIN GLUE IN A BOY WITH BEHCET'S DISEASE EB Bulut*, B Altan*, YB Bayır*, B Çalışkan*, A Güven*, S Demirbağ*, B Karaman**, İ Sürer* *Gulhane Military Medical Faculty Department of Pediatric Surgery **Gulhane Military Medical Faculty, Department of Radiology, Ankara, Turkey PURPOSE Behcet’s disease (BD) is a multisystemic vasculitic disorder which can affect a number of different systems. It involves the gastrointestinal tract in 10%-50% of patients, manifesting as diarrhea, nausea, anorexia and abdominal pain. Intestinal perforation is one of the common causes of death. Here we present a case of BD with enterocutaneous fistula successfully treated with fibrin glue. METHODS A 6-year-old boy had diagnosis of BD presented with abdominal tenderness and hyperemia. He had on treatment of colchicine, TNF-alpha inhibitors (infliximab), synthetic calcitriol, enoxaparin sodium (for atrial thrombus) treatment. The abdominal ultrasonography and computerized tomography showed air-filled fluid collection under skin without any connection with peritoneum. An explorative laparotomy was revealed a huge subcutaneous cavity filled with purulent and bilious fluid, multiple adhesions between intestines and an enterocutaneous fistula 40-cm distally to the Treitz ligament and three isolated perforations on the antimesenteric site in transverse colon. The involved segment was resected and a side to side anastomosis was performed. On postoperative day 8, he had incisional infection treated with vacuum-assisted closure procedure. This procedure was repeated once again after 4 days. Primer repair was performed 8 days after the initial surgery. Oral feeding was started on same day. He was discharged 23 days after the first operation uneventfully. 25 days after being discharged the patient was readmitted with a enterocutaneous fistula in the left lower quadrant. Medical treatment was started with octreotide and loperamide due to boy was not suitable for surgery. Since daily discharge of fistula was not decrease on medical treatment, it was decided to close the fistula by fibrin glue application. The fistula was obstructed with guidance of 2,7 f microcatheter 2 cc fibrin glue+1 cc lipiodol fluide under fluoroscopy. Enterocutaneous fistula flow was decreased gradually. CONCLUSION Intestinal involvement is an important concern in BD patients and enterocutaneus fistulas may be life-threatening. The closure of enterocutaneous fistulas with fibrin glue under fluoroscopy can be a successful treatment method for relapsing fistulas in BD and may avoid further surgery. P-8 Çocukta Appendiks Polipi Nedeni İle Oluşan Appendiks İnvaginasyonu E Abay*, A Sayan*, C Bilir*, T Özdemir*, G Orhan*, Ü Küçük**, G Köylüoğlu* *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuvarı AMAÇ: Nadir olarak görülen ve genellikle rastlansal olarak saptanan bir klinik görünümdür. Değişik nedenlere bağlı olarak oluşabilir. Appendiks polipine bağlı olarak oluşan appendiks invaginasyonu saptanan olgumuz sunularak klinik özelliklerinin vurgulanması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Acil servisimize, Mayıs 2015’de getirilen 10 yaşındaki erkek hastaya acil serviste rutin kan ve idrar incelemeleri yapıldıktan sonra ADBG ve karın USG çekilmiştir. Daha sonra kliniğimize danışılan hasta, kliniğimize yatırılmış ve acil olarak ameliyata alınmıştır. BULGULAR: Öyküsünde, bir gündür devam eden kramp şeklinde karın ağrısı, kusma yakınmaları olan hastaya acil serviste yapılan karın USG’de ileoçekal bölgede invaginasyon olduğu görülmüştür. Kliniğimize yatırılan hastanın ameliyatında appendiksin proksimal bölümünün çekum lümeni içine invagine olduğu saptanmıştır. Appendiks, çekum lümeninden redükte edildikten sonra palpasyonda appendiksin çekuma birleşim yerinde hareketli bir kitle olduğu belirlenmesi üzerine appendiks lümeni çekuma 2 cm. uzaklıktan açılmıştır. Daha sonra kitle çekumdan dışarıya doğru ilerletildiğinde kitlenin appendiks proksimalinde saplı bir polip olduğu görülmüştür. Appendektomi tamamlanarak polip çıkarılmıştır. Eksplorasyonda başka bir polip saptanmamıştır. Kitlenin histopatolojik incelemesinde juvenil polip olduğu belirlenmiştir. İyileşme sonrası yapılan incelemelerinde de polip görülmeyen hastamız sorunsuz izlemimizdedir. SONUÇ: Akut karın veya invaginasyon belirtileri ile getirilen hastalarda nadiren appendiks invaginasyonu saptanabilir. Tümör, mukosel gibi değişik nedenlerle olan appendiks invaginasyonunun nedeni bulunarak mutlaka ortadan kaldırılması önemlidir. *** Appendix Invagination Due To An Appendix Polyp E Abay*, A Sayan*, C Bilir*, T Özdemir*, G Orhan*, Ü Küçük**, G Köylüoğlu* *Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic **Tepecik Research and Training Hospital, Patology Laboratory AIM: It is aimed to emphasize the clinical features of our rare of appendix invagination caused by an appendix polyp. MATERIAL AND METHODS: A 10-year-old male patient was referred to our emergency department in May 2015 because of abdominal pain and vomiting. After obtaining routine blood and urine examination, plain X-ray and abdominal ultrasonography the patient was consulted to our clinic, the child is hospitalised and emergency operation was planned. FINDINGS: The patient whose story included crampy abdominal pain and vomiting enduring for one day was evaluated at the emergency department and the us revealed, ileocecal invagination. During the exploration, we observed that the proximal part of appendix was invaginated into the cecum. After reduction of appendix from cecum, a moving mass was observed by palpation in the appendicocecal junction the appendix was opened 2 cm distal to the junction and a pedunculated polyp was found. Polyp was removed with appendectomy. No another polyps were found during the exploration. The histopathological examination of the mass revealed a juvenile polyp. The follow up was eventless. RESULT: Appendix invagination is a rare finding in patients with symptoms of acute abdomen or invagination. Appendix invagination due to etiologies like tumor or mucosel should be removed with appendectomy. P-9 Sigmoid volvulus: çocukluk çağının nadir ileus nedeni İR User, SC Karakuş, BH Özokutan, H Ceylan Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Sigmoid volvulus, ileusun erişkinlerde sık, çocukluk çağında ise nadir rastlanan bir nedenidir. Erişkinlerde altta yatan faktör kabızlıkken çocuklarda daha çok kolon mezosunun uzun olması ve kolonun fikse olmayışı suçlanmaktadır. Tekrarlayan ve kendiliğinden düzelen ataklara neden olabildiği gibi hastalar müdahele edilmeksizin düzelmeyen ve acil cerrahi tedavi gerektiren klinik tablo ile de başvurabilir. Hirschsprung hastalığı da nadiren kolonik volvulusa neden olmaktadır. Bir yıldır kabızlık öyküsü olan 14 yaşında erkek hasta 1 haftadır olan karın şişliği ve ishal şikayetleriyle çocuk cerrahisi polikliniğine başvurdu. Yapılan fizik incelemede karında distansiyonu ve sol alt kadrandan başlayıp epigastrik bölgeye uzanan barsak ansı palpe edildi. Rektal tuşede anteriorda ele gelen ve lümene bası yapan dolgunluğu vardı. Labaratuvar değerleri normal olan hastanın ayakta direk karın grafisinde keskin tabanlı havasıvı seviyeleri izlendi. Çekilen karın tomografisinde kolonik volvulus tanısı konan hastaya acil şartlarda sigmoidoskopi ile redüksiyon yapıldı. Hirschsprung hastalığı açısından öyküsü uyumlu olmayan hastanın çekilen baryumlu kolon grafisinde redündan kolon dışında özellik yoktu. Volvulus atağının 2 hafta sonra tekrarlaması nedeniyle yapılan laparatomide 50 cm uzunluğunda sigmoid kolon rezeke edilip inen kolon rektuma anostomoz edildi. Postoperatif dönemi sorunsuz atlatan hasta 5. gün taburcu oldu. Patoloji sonucunda ganglion hücreleri pozitif olan konjesyone ödemli kolon tespit edildi. Hastanın takipteki 6 ayında şikayetleri tekrarlamadı.Sigmoid volvulus çocukluk çağında nadir görülen ileus nedenlerinden biridir. Tekrarlayan ileus atakları ve altta yatan kabızlık öyküsü olan çocuklarda ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Tekrarlaması nedeniyle cerrahi tedavi önerilmektedir. Ileus sırasında sigmoidoskopi ile redüksiyon yapılması, kolon temizliği ile elektif şartlarda kolon rezeksiyonu yapılmasına böylece morbiditenin azalmasına imkan sağlamaktadır. *** Sigmoid volvulus: rare cause of ileus in children İR User, SC Karakuş, BH Özokutan, H Ceylan Faculty of Medicine, University of Gaziantep Sigmoid volvulus is a cause of ileus which is rare among children but frequent among adults. Etiologic factor is constipation in adult population but short colonic mesentery and non-fixed colon in children. It may lead to both recurrent self-limiting attacks or clinical picture that needs emergent surgical treatment. Hirschsprung disease is seldomly associated with colonic volvulus.A 14-year-old boy who suffers from constipation for the last 1 year admitted to pediatric surgery clinic with the complaint of abdominal distention and diarrhea for a week. Physical examination revealed a distended abdomen and a dilated bowel loop extending from left lower quadrant to epigastric area. Anteriorly, a fullness narrowing the lumen was palpated in rectal examination. Laboratory results were normal. Abdominal x-ray showed colonic airfluid levels. Diagnosis of volvulus was confirmed with abdominal computed tomography and colonoscopic reduction was performed afterwards. His past medical history was not consistent with Hirschsprung disease. Barium series showed a redundant sigmoid colon. Volvulus recurred after 2 weeks so we performed laparatomy and resected 50 cm length of sigmoid colon and left colon was anostomosed to rectum. He had an uneventful postoperative period and discharged on day 5. Pathology result revealed congestive edematous colon with normal ganglion cells. He remained asymptomatic up to day in the following 6 months. Sigmoid volvulus is a rare cause of ileus in children. It should be kept in mind in differential diagnosis of recurrent ileus attacks with accompanying constipation. Surgical treatment is recommended due to its tendency to recur. Sigmoidoscopic reduction in acute settings enables elective surgery and preoperative colon preparation thus lowering postoperative morbidity. P - 10 Üçü bir arada: İki orta bağırsak duplikasyonu ve mesenterik kist M Güzel, AB Öztürk, NF Aras, M Küçükaydın, C Turan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri Gastrointestinal sistem (GIS) duplikasyonları nadir olmayan konjenital malformasyonlardandır. Bu malformasyonların büyük çoğunluğu ince bağırsak seviyesinde görüldüğünden dolayı orta bağırsak duplikasyonları olarak adlandırılırlar. Bunlar komşu normal bağırsak segmenti ile barsak duvarını ve kan damarlarını paylaşır iken mukozaları da aynı tiptir, nadiren mide mukozası vardır. Mezenterik tarafta yer alırlar. Orta bağırsak duplikasyonlarının belirtileri çoğunlukla karın içi kitle ve bağırsak obstrüksiyonu olup bazen rastlantısal olarak tespit edilirler. GIS duplikasyonlarının %10-20’ si çok sayıdadır. Bu sunumda hem kistik hem de tübüler duplikasyonun yanısıra mezenterik kisti de olan bir hastayı sunuyoruz. 37 yaşındaki anneden 3750 g ağırlığında term bir erkek bebek doğmuştur. Prenatal MRI’ da karın içerisinde bir kitle saptanmış idi. Ağızdan normal olarak beslenebilen ve sol kadranlarda hafif bir distansiyonu olan bebeğin direk grafi, USG ve MRI incelemesinde sol üst kadranda ve göbek altında orta hatta birer adet kitle tespit edildi. Hastaya 9. günde laparoskopi yapıldı. Treitz ligamanının 20 cm distalinde kistik bir yapı görüldü ve göbek portu giriş yeri genişletilerek dışarıya alındı. Yapılan eksplorasyonda ileoçekal valvin 30 cm yukarısında bir tübüler duplikasyon, ayrıca bir adet de mezenterik kist olduğu görüldü. Duplikasyonlar komşu 10 cm' lik barsak segmentleri ile beraber çıkarılırken mezenterik kist de etraf dokulara zarar verilmeden eksize edilebildi. Mezenterik kistin duvarından yapılan kesitlerde kistin yassı, yer yer küboidal epitelle örtülü, konjesyone kan damarlarının olduğu fibröz duvarlı olduğu görüldü. Kistik duplikasyonun ise iki kat kas tabakasının olduğu oldukça ince duvarlı ve çoğunlukla dökülmüş yassı epitelle döşeli olduğu görüldü. Postoperatif 3. günde beslenen hasta 9. günde hastaneden taburcu edildi. Hasta şimdi 18 aylık olup sorunsuz yaşamaktadır. Sonuç olarak bir intestinal duplikasyonla karşılaşıldığında bu anomalinin çok sayıda olabileceği ve diğer başka intestinal patolojilerin de beraber bulunabileceği hatırda tutulmalıdır. *** Three-in-one: Two midgut duplications and one mesenteric cyst M Güzel, AB Öztürk, NF Aras, M Küçükaydın, C Turan Erciyes University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Kayseri/Turkey Duplication of gastrointestinal system (GIS) is one of the infrequent congenital malformations. Majority of these malformations are seen in the small intestine, called as midgut duplications. These duplications share same smooth muscle wall and blood supply, lined same mucosal layer with adjacent bowel –sometimes gastric mucosa- and located mesenteric side of bowel. Symptoms of midgut duplications are abdominal mass, intestinal obstruction or detected incidentally. 10-20% of GIS duplications are multiple. There is a patient with synchoronous cystic and tubular duplications and a mesenteric cyst in this report. A male infant was born from 37-year-old mother as a term baby with 3750 g birth weigth. An intraabdominal mass was detected on magnetic resonance imagining (MRI) prenatally. He had a mild distension in left quadrants. He was fed oral normally. Abdominal radiograph, ultrasonography and MRI revealed a mass in upper left quadrant and another mass median placed under umblicus. Diagnostic laparoscopy was performed on the 9th day of life. This procedure showed of a cystic lesion on the 20th cm down to the Treitz ligament. The mass was taken out from enlarged umblical port site. Another cystic mass was determined originated from the ileal mesentery and a tubular duplication 30 cm proximally to the ileocecal valve. Sections from mesenteric cyst wall showed a flattened epithelium and at places with low cuboidal epithelial wall containing fibrous tissue and ectatic congested blood vessels. The histopathologic examination of cystic duplication showed an extremely thin wall with 2 distinct muscle layers and mostly denuded focally flattened lining epithelium, compatible with a duplication cyst. On the 3rd postoperative day the patient was fed orally and discharged on the 9th postoperative day. The child is now 18-month-old and asymptomatic. In conclusion it must be in mind that intestinal duplications may be multiple and there may be accompanying intestinal malformations. P - 11 İleumun idiyopatik segmental dilatasyonu: Olgu sunumu HM Mutuş*, K Maşrabacı*, Aİ Anadolulu*, IE Zemheri**, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı Giriş İleumun segmental dilatasyonu (İSD) %50 yi geçen oranlarda yenidoğanlarda ve yine olguların %50 sinden fazlasında omfalosel, omfalomezenterik kanal bozuklukları veya diğer gastrointestinal anomaliler ile veya bunların ortaya çıkarttığı tıkanma, kanama vb gibi sorunlarla beraber görülür. Çocuklarda eşlik eden başka bir bozukluğun bulunmadığı idiyopatik tip oldukça nadirdir. Kliniğimizde tanı ve tedavisi yapılmış eşlik eden anomalisi olmayan bir İSD olgusu sunulmaktadır. Olgu Sunumu İki gündür devam eden karın ağrısı ve kusma yakınmaları ile başvuran 5 yaşındaki erkek hastanın fizik muayenesinde sağ alt kadranda barsak kitlesi ele geliyordu. Rebound hassasiyeti ve defansı vardı. Hematolojik ve biyokimyasal testleri normal sınırlardaydı. Tüm batın ultrasonografisinde belirgin serbest sıvı, mezenterik yağlı planlarda kalınlaşma ve ödem izlendi. Mezenter içerisinde değişik boyutlarda çok sayıda lenf nodu saptandı. Appendiks görüntülenemedi. Feçesle dolu ve distandü görünümde barsak segmenti vardı. Akut karın ön tanısı ile ameliyat edilen hastada İleoçekal valvin yaklaşık 20 cm proksimalinde 20 cm lik ileal bir segmentin 7-8 cm çapa ulaşan derecede dilate olduğu gözlendi. Bu segmentin distali normal çaplı ve tıkanmaya yol açmayan ileum ile devam etmekteydi. Dilate segmentin çevresinde dışarıdan bası yapan bant veya kitle saptanmadı. Appendiks normaldi. Dilate görünümlü 20 cm lik segment rezeke edildikten sonra normal çaplı ileal uçlar anastomoze edildi ve appendektomi yapıldı. Ameliyat sonrası sorunsuz geçen hasta, 5. gün taburcu edildi. Rezeke edilen segmentin histopatolojik incelemesinde submukoza ve intermüsküler alanlarda düzenli yapıda gangliyon hücreleri ve kas tabakası gözlendi. İnflamasyon bulgusu gözlenmedi. Normal ileal doku nedeniyle olgu idiyopatik dilatasyon olarak değerlendirildi. Sonuç Sunulan olgu 5 yaşına kadar sorunsuz gelmiş ve sadece karın ağrısı ve kusma ile bulgu vermiştir. Akut karın tablosu ile eksplore edilen olgularda beklenmedik şekilde dilate barsaklar ile karşılaşıldığında ayırıcı tanıda İSD durumlarının da düşünülmesi gerektiğini önermekteyiz. Dilate segmentin rezeksiyonu tedavi için yeterlidir. *** Idiopathic segmental dilatation of ileum: Case report HM Mutuş*, K Maşrabacı*, Aİ Anadolulu*, IE Zemheri**, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pathology Introduction: Segmental dilatation of ileum (SDI) is rare and more than 50% of cases are observed in newborns. Additionally, more than 50% of cases have underlying conditions such as omphalocele, omphalomesenteric or other gastrointestinal tract anomalies, and may refer with complications like obstruction or bleeding. Idiopathic type with no underlying anomalies are rare in children. We present an idiopathic SDI case managed in our clinic. Case report: A 5 year old boy with a palpable mass in right lower abdominal quadrant referred with history of abdominal pain and vomiting for the last 2 days. He had abdominal rigidity and rebound tenderness. Hematological and biochemical tests were within normal limits. Abdominal ultrasonography revealed significant free fluid, thickening and edema in the mesentery. There were multiple lmyph nodes in mesentery varying in size. There was a dilated intestinal segment. The patient was considered as acute abdomen, and during exploration a 20 cm dilated ileal segment in 7-8 cm diameter 20 cm proximal to ileocecal valve was observed. There was no distal obstruction. There was no constricting band or a mass around the dilated segment. Appendix was normal. The dilated 20 cm ileal segment was resected, and normal calibered ends were anastomosed. The patient was discharged on day 5, uneventfully. Histopathological examination of resected ileal segment showed regular distribution of normal appearing ganglion cells in submucosal and intermuscular areas. No signs of inflammation was present. The diagnosis was idiopathic dilatation because of normal histological pattern of ileum. Result: The reported case had no clinical signs until the age of 5, and admitted with abdominal pain and vomiting. In cases which are explored for acute abdominal findings, when if unexpected dilated bowel segments are observed, we recommend that SDI should also be considered in differential diagnosis. Resection of dilated segment is usually curative. P - 12 Geç Bulgu Veren Konjenital Diyafram Hernisi; Akut İntratorasik Mide Volvulusu Şeklinde Bulgu Veren Nadir Bir Olgu FT Güvenç, Ö Balcı, A Karaman, İ Karaman, YH Çavuşoğlu Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara Giriş: Konjenital diyafram hernisi (KDH) diyaframın posterior parçasında defekt sonucu gelişir. Olguların çoğu prenetal ya da erken yenidoğan döneminde tanı alır. Geç bulgu veren diyafram hernisi az sayıda yazar tarafından özellikle de vaka takdimleri şeklinde sunulmuştur. Burada akut intratorasik gastrik volvulus şeklinde geç bulgu veren bir KDH olgusu sunulmaktadır. Vaka Sunumu: 2,5 yaşında kız hasta son 1 aydır olan beslenme güçlüğü, 1 günlük safrasız kusma ve nefes darlığı şikayeti ile acil servise başvurdu. Hastanın öyküsünde 3 kez pnömoni nedeniyle hastanede yatışı mevcuttu, travma öyküsü yoktu. Fizik muayenesinde sol hemitoraksta solunum sesleri belirgin azalmıştı. Akciğer grafisinde solda toraks boşluğunu dolduran kitle mevcuttu. Toraks tomografisinde, dilate görünümde midenin toraksa herniye olarak tüm sol hemitoraksı doldurduğu saptandı. Kontrast madde özofagus distalinde birikmiş ve mideye geçememişti, hasta diyafram hernisine sekonder intratorasik mide volvulusu olarak değerlendirildi ve acil ameliyata alındı. Operasyonda solda Bochdalek hernisi saptandı ve buradaki defektten mide, ince ve kalın barsakların bir kısmı toraks boşluğuna herniye olmuştu. Mide ileri derecede dilate ve volvule idi. Önce volvulus düzeltilip mide boşaltıldıktan sonra mide, ince ve kalın barsaklar batın içine redükte edilip, diyaframdaki defekt 2/0 etibond sütürlerle primer kapatıldı. Hastanın postoperatif takiplerinde gastrik atonisi devam etti. Bir süre total parenteral nutrisyon ve metoklopramid tedavisi aldı. Zamanla orali tolere eden hasta postoperatif 34. günde herhangi bir yakınması olmaksızın taburcu edildi. Tartışma: KDH daha yaygın olarak yenidoğan döneminde solunum sıkıntısı ve pulmoner hipertansiyonla seyreder. Hastaların %5-25’i yenidoğan dönemini sorunsuz geçirirler, ancak hayatlarının geç döneminde KDH tanısı alırlar. Burada, akut intratorasik mide volvulusu şeklinde bulgu veren gecikmiş bir KDH vakası, tanısı, operatif ve postoperatif takibi tartışılmıştır. *** Late Presenting Congenital Diaphragmatic Hernia; A Rare Case Presenting With Acute Intrathorasic Gastric Volvulus FT Güvenç, Ö Balcı, A Karaman, İ Karaman, YH Çavuşoğlu Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara Introduction: Congenital diaphragmatic hernia (CDH) is an anatomic defect in the posterolateral aspect of the diaphragm. Most cases are diagnosed prenatally or in the neonatal period. Late presenting CDH has been described by a number of authors, mainly as case reports. Herein we report a late presenting case occurs as acute intrathorasic gastric volvulus.Case Report: A 2.5 years old girl was admitted with the complaints of oral intolerance for the last month, non bilious vomiting and dispnea for the last one day. She was hospitalized 3 times for pneumonia in her past medical history and did not reveal any trauma. Physical examination revealed decreased breath sounds over the left chest wall. Plain chest xray the left hemithorax was full filled up with a well-circumscribed opacity. On Computerized tomography (CT) with oral contrast material showed, the opacity was the dilated stomach without any contrast in it, and contrast material was collected in dilated lower esophagus. These findings were indicative of left diaphragmatic hernia and acute intrathorasic gastric volvulus. The patient underwent urgent laparotomy. Left subcostal incision was taken and a left posterolateral diaphragmatic hernia with the size of 4x5 cm was noted. The stomach, small and large intestinal segments were herniated into the thorax through this defect. Stomach was volvulated and very dilated. First the volvulus was corrected and the stomach was decompressed then stomach, small and large intestines were reducted into the abdominal cavity, the diaphragmatic defect was repaired by using 2/0 ethibond sutures. She had gastric atonia in her postoperative course and treated with Total Parenteral Nutrition and metoclopramide. By the time, she tolerated oral intake well and was discharged on postoperative day 34. day without any complain. Discussion: The usual forms of presentation of CDH are severe neonatal asphyxia and pulmonary hypertension. Five to 25% of CDH may appear well during the newborn period, but manifest the abnormality in later life. In this case we report a late presenting CDH case occurs as acute intrathorasic gastric volvulus, her diagnosis, operative and postoperative courses. P - 13 MIKNATIS YUTULMASINA BAĞLI GELİŞEN SEMPTOMSUZ SEYREDEN İLEOÇEKAL FİSTÜL OLGUSU MN Cevizci*, AA Köseoğulları Bulut*, H Cevizci**, M Demir*, SS Kara*** *Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Kliniği ***Erzum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği Giriş: Yabancı cisim yutma özellikle 3 yaş altında çocuklarda sık karşılaşılan bir durumdur. Yutulan cisimlerin büyük bir çoğunluğu gastro intestinal sistemi sorunsuz terkederken olguların yaklaşık % 1'de gelişen tıkanıklık, fistül ya da perforasyon nedeniyle cerrahi yapılmaktadır. Bu komplikasyonların oranı ve şiddeti yutulan yabancı cismin şekline, büyüklüğüne ve yapısına göre daha da artabilmektedir. Burada yuttuğu cismin ne olduğu hakkında net bir öykü alınamayan mıknatısa bağlı asemptomatik seyreden ileoçekal fistül olgusu sunulmuştur. Olgu: 4 yaşında erkek hasta polikliniğimize 3 hafta önce ne olduğunu bilmedikleri bir yabancı cisim yutma şikayeti ile başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde ve kan değerlerinde özellik yoktu. Düz karın grafisinde sağ alt kadranda yaklaşık 60*5 mm silindirik görünümde metalik yabancı cisim saptandı. Lokalizasyonunu belirlemek için çekilen batın USG' de cismin çekumda ileoçekal valve takılmış olduğu rapor edildi. Hastaya laparoskopik apendektomi yapılarak yabancı cismi çekumdan alınabileceği düşüncesi ile laparoskopi yapıldı. Perop apendiks normal çekum duvarının hafif ödemli olduğu görüldü. Apendiks serbestleştirilirken mıknatıs özelliği olan yabancı cismin çekumda olduğu ve disektöre yapıştığı farkedildi. Apendiks göbekten 10 mm trokar içinden batın dışına alınarak apendektomi yapıldı yabancı cisim apendiks güdüğünden girilen klemp ile tutulup çekilmesine rağmen fikse olduğu ve dışarı alınamadığı görüldü. Bunun üzerine dikkatli bakıldığında ileo çekal bileşkede başka bir ansın çekuma sıkı yapışık olduğu görüldü. Burası serbestleştirildiğinde proksimal ileomun ileoçekal bileşke yakınında çekuma fistülüze olduğu farkedildi. Açık cerrahiye geçilmek üzere laparoskopiye son verildi. Mc Burney insizyonu ile batına girildi. Fistül serbesteştirildi tek parça şeklinde duran çekince ayrılan halkalar şeklindeki mıknatıs çıkarılarak çekum ve ileum duvarı primer tamir edildi. Hastaya PO 3. gün oral başlandı 5. gün sorunsuz taburcu edildi. Sonuç: Öyküsünde ne yuttuğu belli olmayan ve özellikle sağ alt kadranda saptanan yabancı cisimlerde klinik olmasa bile erken müdahale olası komplikasyonların önlenmesinde faydalı olabilir. Bu cisimlerin lokalizasyonunu belirlemede USG yardımcı olabilir. *** AN ASYMPTOMATIC ILEOCECAL FISTULA CASE DUE TO INGESTION OF A PIECE OF MAGNET MN Cevizci*, AA Köseoğulları Bulut*, H Cevizci**, M Demir*, SS Kara*** *Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Pediatric Surgery **University of Atatürk, Faculty of Medicine, Dept. Of Family Medicine ***Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept of Paediatric Infectious Diseases Introduction: Foreign body ingestion is frequent especially under 3 years old children. While most of the ingested foreign bodies pass through gastrointestinal tract (GIT) with no obvious complication, approximately 1% results in obstruction, fistula or perforation, and so surgery. The rate and severity of these complications depend on the shape, size, and dimension of the ingested foreign bodies. In here, asymptomatic ileocecal fistula case due to magnet ingestion with a doubtful history is presented. Case report: A 4-year old male patient was admitted to our outpatient clinic with a complaint of foreign body ingestion 3 weeks ago were unremarkable. His physical and laboratory examination revealed no abnormality. Plain radiography of his abdomen showed a cylindrical, metallic foreign body with dimensions of 60x5 mm on the right lower quadrant. The ultrasound carried out to determine the exact location revealed sticking of the foreign body at ileocecal valve location. A laparoscopic appendectomy was performed in order to pull out the foreign body. Perioperatively, it was seen that appendix was normal, while the wall of the cecum was minimally edematous. It was realized that the foreign body was in cecum and stuck on the dissector. The appendix was pulled through a 10 mm trochar, appendectomy was performed. At the same time, foreign body was tried to pull out with clamp, but it was seen that it was fixed. A second, careful examination revealed ileocecal part attached firmly to another part of bowel loop, and a fistula between proximal ileum and a part near cecum was realized. Laparoscopy was stopped to start an open surgery. After Mc Burney incision, fistula was liberalized and the ring magnet pieces, which stay as a whole, were pulled out, and the wall of the ileum was primarily repaired. On the postoperative 3rd day, oral nutrition was started, and he was discharged on the 5th day without a complication. Conclusions: It may be useful to manage rapidly foreign body ingestion cases with doubtful history and asymptomatic clinical picture in order to prevent complications. Ultrasound may help to define the localization of these foreign bodies P - 14 Klinik ve radyolojik olarak invaginasyonu taklit eden çekal duplikasyon kisti M Uğur, B Ardıçlı, A Karaman, İ Karaman, İF Özgüner Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara Klinik ve radyolojik olarak invaginasyonu taklit eden çekal duplikasyon kisti GİRİŞ: Duplikasyon kistleri, tüm gastrointestinal trakt boyunca yerleşebilen konjenital anomalilerdir. Kistik ve tubuler yapıya sahip olabilen, mezenterde yerleşen, retroperitoneal uzantısı olmayan kistlerdir . En sık yerleşim yeri ileumun mezenteridir. Genellikle asemptomatiktirler ve rutin tetkikler esnasında tesadüfen tanı alırlar. Yaptığımız araştırmada ingilizce literatürde klinik ve radyolojik olarak invajinasyon bulgusu veren 4 olgu olduğunu saptadık. Bu çalışmada klinik ve radyolojik olarak invaginasyon gibi bulgu veren bir çekal duplikasyon olgusunu sunduk. OLGU SUNUMU: Daha önce herhangi bir yakınması olmayan 7 aylık erkek hasta 2 günlük çok sayıda kusma şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde abdominal hassasiyeti mevcuttu, ele gelen kitle yoktu. Ayakta direkt batın grafisinde üst seviyelerde dilate barsak ansları görülürken, distalde gaz görülmedi. Abdomen ultrasonografide sağ kadranda invaginasyon saptandı. Kontrast enema redüksiyon için kullanıldı. Kontrol ultrasonografide invaginasyon izlenmezken, duodenumu basılayan duplikasyon kisti açısından şüpheli 2 cm’lik kistik lezyon izlendi. Batın Tomografisinde sağ üst kadranda ekstralüminal, barsağın posterior yüzünden bası yapan 2,5 x 2,2 x 2,5 cm boyutunda septasyon içeren kistik lezyon saptanması üzerine hasta operasyona alındı. Çekumda yaklaşık 2cm’lik intramural mobil kitle tesbit edildi. çekum, termnal ileum ve appendiks rezeke edilerek uç-uca anastomoz yapıldı. Oral beslenen hasta postop 6. gününde taburcu edildi. Hastanın patolojisi kistik duplikasyon olarak rapor edildi. TARTIŞMA: Duplikasyon kistleri ağızdan anüse kadar tüm GIS boyunca mezenterik yüzde yerleşebilen nadir konjenital anomalilerdir. Lokalizasyon yerine göre nadiren obstrüksiyon, kist içine kanama, volvulus, kist torsiyonu, kist rüptürü, kistin enfekte olması, üriner ya da bilier obstrüksiyon, malignite (%3 sarkom, lenfanjiosarkom) gibi komplikasyonlar oluşturabilir. Her ne kadar asemptomatik olup nadir görülse de potansiyel komplikasyonları ve malign dejenerasyon potansiyeli nedeniyle duplikasyon kistleri tesadüfen saptansa dahi cerrahi yolla çıkarılmalıdır. *** Cecal duplication cyst mimicking intussusception clinically and radiologically M Uğur, B Ardıçlı, A Karaman, İ Karaman, İF Özgüner Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara Cecal duplication cyst mimicking intussusception clinically and radiologically Introduction: Duplication cysts are congenital abnormalities that can be place in all gastrointestinal tractus. They present with a tubuler or cystic structure location on the mezenteric side with no retroperitoneal extension. The mesenter of ileum is the most common site for duplications. We determined only 4 cases in english literature which clinically and radiologically mimicking intussusception. We report a cecal duplication case mimicking intussusception clinically and radiologically. Case Report: A 7-month-old boy was admitted with complaints of bilious vomitting for the last two days. On pyhsical examination abdominal tenderness were observed., he had no palpable abdominal mass. On abdominal X-Ray dilatation of proksimal bowel was detected, whereas no gas was in distal bowel. Ultrasonography revealed intussusception in the right quadrant of the abdomen. Contrast enema was used for reduction of intussusception. On control ultrasonography no intussusception revealed, whereas a cycstic lession suspect interms of duplication cysts measuring 2 cm, compressing on duodenum. The patient underwent laparotomy after abdominal computerized tomography demonstrated extraluminal cystic lesion(2.5x2.2x2.5cm) containing septation. During the operation, a mobile intramural mass, which is approximately 2 cm was detected in the cecum. The cecum, terminal ileum, and appendix were resected and an end-to-end anastomosis was performed. By the time he tolerated oral intake, he was discharged on postoperative sixth day. Histopathology of the cyst revealed enteric duplication cyst. Discussion: Duplication cysts can occur anywhere along the digestive tract on the mesenteric side. Children can present with a variety of complications including obstruction, bleeding in cyst, volvulus, torsion of cyst, cyst rupture, infection of cyst, uriner and bilier obstruction, malignite (%3sarcom, lymphangiosarcoma). They may act as a lead point for intussesception. İn most of case total excision is recommended because of complications and the potential for malignant degeneration. P - 15 TRAVMAYA BAĞLI PANKREAS TÜMÖRÜ RÜPTÜRÜ SL Mirapoğlu*, İ Aydoğdu*, Z Gucin**, TF Yılmaz***, T Umutoğlu****, H Kılınçaslan* *Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı ***Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı ****Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı GİRİŞ Solid psödopapiller tümör (SPT), çoğunlukla asemptomatik, düşük malignite potansiyeline sahip ve kız çocuklarında daha sık görülen pankreasın nadir bir kitlesidir. Burada travmaya bağlı akut karın tablosu ile başvuran SPT olgusu sunulmuştur. OLGU On bir yaşında kız hasta acil servise karın ağrısı, kusma halsizlik şikayeti ile getirildi. Hikayesi künt karın travması ile uyumluydu (salıncak çarpması). Fizik muayenede karın tüm kadranlarda hassasiyet, defans ve ribaund mevcuttu. Tansiyon arteriyel 80/55 mmHg ve kalp tepe atımı 135 /dk olarak tespit edildi. Laboratuvar bulguları hgb 7gr/dl, hct % 24, lökosit 32000/mm3 değerleri dışında normaldi. Bilgisayarlı karın tomografisi sonucu karın içi yaygın hemoraji ve pankreas kuyruk kısmından kaynaklanan solid ve kistik komponentleri olan 9*10*12 cm boyutlarında anteromedial lokalizasyondan ruptüre kitle lezyon ile karşılaşıldı. Serum ve idrar tümör belirteçlerinde özellik saptanmadı. Hastaya hemodinamisinin stabilizasyonunu takiben laparotomi, total olarak kitle rezeksiyonu ile beraber distal pankreatektomi ve splenektomi yapıldı. Hastanın ameliyat sonrası takibinde problemi olmadı. TARTIŞMA Pankreasın solid psödopapiller tümörü oldukça nadir görülür. Sessiz seyretmesi nedeniyle genellikle tanısı gecikir. Kitle boyutları artınca spesifik olmayan bulgular ile kendini belli eder. Malign özellikler gösterebilir. Literatürde travma sonrası ruptür ile gelen vaka sayısı oldukça azdır. Bu tümörün tedavisinde total cerrahi rezeksiyon dışında ek tedaviye ihtiyaç yoktur. *** RUPTURE OF A PANCREAS TUMOR DUE TO TRAUMA SL Mirapoğlu*, İ Aydoğdu*, Z Gucin**, TF Yılmaz***, T Umutoğlu****, H Kılınçaslan* *Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Pathology ***Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Radiology ****Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Anesthesiology and Reanimation INTRODUCTION Solid pseudopapillary tumor (SPT) is a rare primary neoplasm of the pancreas that typically affects young women. It is frequently asymptomatic or minimally symptomatic and has low malignant potential. Here, we present a rare case of SPT, who presented with acute abdomen syndrome after abdominal trauma. CASE An 11-year-old girl was admitted to the emergency unit with abdominal pain, vomiting and fatigue. The symptoms began after she had been hit by a swing in her abdomen. Physical examination revealed abdominal rigidity and rebound tenderness. Heart rate was 135 per min. and diastolic and systolic blood pressures were 55 and 80 mmHg. Laboratory investigation revealed hemoglobin, 7 g/dL; hematocrit, 24% and leucocyte count, 32000 per mm3. Computerized tomography showed extensive intra-abdominal hemorrhage and a 9*10*12 cm ruptured mass, composed of cystic and solid components, originating from the tail of the pancreas and localized at the antero-medial region of the pancreas. Serum and urine tumor markers revealed no abnormality. The patient was taken to laparotomy and total mass resection with distal pancreatectomy and splenectomy. No complications were encountered in the follow-up period. DISCUSSION SPT of pancreas is a very rare tumor. The diagnosis is often delayed due to its asymptomatic course. Nonspecific symptoms may be seen when the volume of the tumor is increased. Report of cases with rupture after a traumatic injury is rarely reported. Total surgical resection of the mass is sufficient in the treatment. P - 16 Çocukta Saplı Polip Gibi Davranarak İnvaginasyona Yol Açan Ters Dönmüş Meckel Divertikülü C Bilir*, A Sayan*, T Özdemir*, G Orhan*, E Abay*, G Diniz**, G Köylüoğlu* *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuvarı AMAÇ: Erişkinlerde, ileum lümeninde polipe benzeyen ve invaginasyona yol açan ters dönmüş Meckel divertikülü sık görülmesine rağmen; bu tip olgular çocuklarda çok azdır. Kliniğimizde sağaltılan böyle bir olgu, klinik özelliklerine dikkat çekmek için sunulmuştur. GEREÇ VE YÖNTEM: Eylül 2014’de akut karın belirtileri ile acil servise getirilen 9 yaşındaki erkek hastaya acil serviste rutin kan ve idrar incelemeleri yapıldıktan sonra ADBG ve karın USG çekilmiştir. Acil servis doktorlarının kararı ile lavman uygulandıktan sonra belirtileri geçmeyen hasta kliniğimize yatırılarak acil ameliyata alınmıştır. BULGULAR: Öyküsünde, üç gündür devam eden karın ağrısı, kusma yakınmaları olan hastada çekilen ADBG’de yaygın hava-sıvı düzeyleri; karın USG’de ise barsaklar çevresinde sıvı saptanmıştır. Acil serviste, karın ağrısının barsaklardaki gaita retansiyonuna bağlı olduğu düşünülerek lavman uygulanan hastaya lavman sonrası çekilen ADBG’de hava-sıvı düzeylerinin kaybolduğu; ancak yakınmalarının devam ettiği gözlenerek hasta kliniğimize danışılmıştır. Kliniğimizde, hastada perfore apandisit olduğu düşünülerek yapılan ameliyatta appendiks normal bulunmuştur. Daha sonra ters dönmüş Meckel divertikülünün olduğu ve ektopik doku içerdiği; ileoçekal valve doğru ileumda yaklaşık 20 cm. alanda hiperemi bulunduğu görülmüştür. Bu alanda, yapılan lavman ile düzelen ileoileal invaginasyon bulunduğu düşünülmüş; ektopik doku içerdiğinden Meckel divertikülünün olduğu alan için rezeksiyon ve anastomoz yapılmıştır. Histopatolojik incelemede Meckel divertikülünde ektopik mide mukozası belirlenmiştir. SONUÇ: Akut karın veya invaginasyon belirtileri bulunan çocuklarda Meckel divertikülü veya ters dönmüş Meckel divertikülünün invaginasyon nedeni olabileceği düşünülmelidir. Böylece, lavman gibi gereksiz uygulamaların oluşturacağı perforasyon gibi komplikasyonlar önlenmiş olur. *** Inverted Meckel’s Diverticulum Simulating Pedunculated Polyp as a Lead Point for Intussusception In a Child C Bilir*, A Sayan*, T Özdemir*, G Orhan*, E Abay*, G Diniz**, G Köylüoğlu* *Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic **Tepecik Research and Training Hospital, Patology Laboratory AIM: Although inverted Meckel’s diverticulum leading to is commonly seen in adults, such cases are very few in children. A case is reported to emphasize the clinical features. MATERIAL AND METHODS: 9-year-old male patient was brought to the emergency department with acute abdominal symptoms in September 2014. After the routine examination and uncessation of the symptoms after enema, the patient was consulted to our clinic. FINDINGS: The patient’s story was crampy abdominal pain consistent for three days and vomiting Air-fluid levels in plain X-ray and fluid has been found around the intestines in abdominal ultrasonography. Patient has been operated with the prediagnosis of perforated appendicitis. During the exploration, the appendix was found to be normal. An inverted Meckel’s diverticulum containing ectopic tissue was found at a hyperemic zone 20 cm proximal to the ileocecal valve. Deinvagination was thought to be due to enema application. Resection and anastomosis was preferred because of the ectopic tissue. In histopathological examination ectopic gastric mucosa is identified in Meckel’s diverticulum. RESULT: Meckel’s diverticulum or inverted Meckel’s diverticulum may be the cause of invagination should be thought in children that have acute abdominal or invagination symptoms. This helps to prevent the complications such as perforation after unnecessary applications of enemas. P - 17 Nörolojik Defisitli İki Hastada Laparoskopik Fundoplikasyon ve Gastrostomi Sonrası Geç Dönemde Gelişen Duodenum Dördüncü Kısım Perforasyonu F Khanmmammadov*, G Göllü*, G Küçük*, A Yaman**, Ç Ödek**, T Kendirli**, M Bingöl Koloğlu* *Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ankara Universitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi Giriş: Nörolojik problemli çocuklarda; gastroözofageyal reflünün kontrolü ve beslenme için fundoplikasyon ve gastrostomi uygulamaları eş zamanlı olarak yapılmaktadır. Bu bildiride nörolojik defisitli iki hastada laparoskopik fundoplikasyon ve gastrostomi işlemi sonrası geç dönemde gelişen daha önce tanımlanmamış bir komplikasyon olan duodenum perforasyonunun sunulması amaçlandı. Olgular: Çift arkus aorta nedeni ile önceden opere edilen 96 günlük hastaya gastroözofageal reflü ve yutma disfonksiyonu nedeni ile laparoskopik fundoplikasyon ve gastrostomi uygulandı. Ameliyat sonrası 36. gününde genel durum kötüleşmesi ve sepsis ön tanıları ile yoğun bakıma alındı. Yapılan incelemelerde diyafram altı serbest hava saptanarak ameliyata alındı. Nörolojik gelişme geriliği nedeni ile takip edilen 74 günlük hastanın kusmaları olması üzerine yapılan incelemelerde gastroözofageal reflü ve hiatal herni saptandı. Hastaya laparoskopik fundoplikasyon, hiatal herni onarımı ve gastrostomi işlemi uygulandı. Ameliyat sonrası 46. günde karında distansiyon ve sepsis nedeni ile yoğun bakımda takibe alınan hastanın akut karın bulguları ve diyafram altı serbest havası olması nedeni ile ameliyata alındı. Bebeklerin her ikisinde de periaortik alandan iliac damarlar çevresine inguinal bölgeye uzanan retroperitoneal apse bulguları ve duodenum dördüncü kısım perforasyonu görülerek onarıldı. İkinci bebeğe beslenme jejunostomisi de konuldu. Ailelerden öykü alındığında her ikisinin de genel durum kötüleşmeden birkaç gün önce gastrostomi tüplerinin tıkandığı ve ailelerin tüpleri açmak için basınçlı irrigasyonlar yaptıkları öğrenildi. Hastalardan ilki 3. gün kontrol edilemeyen sepsis nedeni ile kaybedilirken diğeri gastrostomiden beslenmekte ve herhangi bir problemi bulunmamaktadır. Sonuç: Fundoplikasyon sonrası gastrostomiden beslenen nörolojik defisitli hastaların gastrostomilerinin basınçlı irrigasyonları ile duodenum dördüncü kısım perforasyonunun gerçekleşebileceği akılda tutulmalı ve gastrostomi ile beslenen hastaların ebeveyn ve bakıcılarına doğru beslenme şekli özenle anlatılmalıdır. Laparoskopik fundoplikasyon ve gastrostomi işlemi sonrasında sepsis, akut karın ve retroperitoneal apse bulguları olan hastalarda özellikle duedonum dördüncü bölüm perforasyonu akla getirilmelidir. *** Retroperitoneal Perforation of Duodenum after Laparoscopic Nissen Fundoplication and Gastrostomy Tube Placement in Two Neurologically Impaired Infants. An Unusual Late Complication F Khanmmammadov*, G Göllü*, G Küçük*, A Yaman**, Ç Ödek**, T Kendirli**, M Bingöl Koloğlu* *Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatrics, Pediatric Intensive Care Unit Introduction: Laparoscopic Nissen fundoplication and gastrostomy tube placement are standard procedures in neurologically impaired children. The aim is to present an unusual late complication, retroperitoneal duodenal perforation which occurred in two neurologically impaired infants after laparoscopic Nissen fundoplication and gastrostomy placement. Case 1: Ninety-six–day-old, 2.700gr male infant who had previous surgery for double aortic arch presented with cerebral palsy, feeding difficulties, failure to thrive and gastroesophageal reflux. He underwent laparoscopic Nissen fundoplication and gastrostomy tube placement. His early postoperative period was uneventful and he was doing well on his last control. On postoperative 36th day, he presented with clinical deterioration and findings of sepsis. Workup revealed retroperitoneal free air, mostly around the left kidney. He underwent laparotomy and found to have a retroperitoneal duodenal perforation on the posterior wall, 2 cm proximal to duodeno-jejunal junction and presence of retroperitoneal abscess around abdominal aorta extending to the both peri-iliac and inguinal areas. The perforation was primarily sutured and retroperitoneal area was drained. The patient died on postoperative third day because of uncontrolled sepsis. Case 2: Seventy-four-day-old, 2500gr infant with cerebral hypoplasia, dysmorphic face and spastic extremities presented with recurrent lower respiratory tract infection episodes, feeding difficulties and failure to thrive. Work-up for evaluation of gastroesophageal reflux revealed presence of a congenital hiatal hernia. He underwent a successful laparoscopic hiatal hernia repair, Nissen fundoplication and gastrostomy placement. On postoperative 46th day, he presented with bilious vomiting and abdominal distention. Work-up revealed free air in the abdomen. He underwent laparotomy and found to have retroperitoneal duodenal perforation exactly on the same place like the previous patient. The perforation was primarily sutured and placement of a feeding jejunostomy tube was done. The patient recovered and doing well. Both patients had a history of occluded gastrostomy tube few hours before they became symptomatic and both parents tried to unclog the tubes by pushing plunger hardly and by forcing the water into the tube. Conclusion: Retroperitoneal duodenal perforation is an unusual complication which can occur after laparoscopic Nissen fundoplication and gastrostomy tube placement, especially in small infants with growth retardation. This complication should be kept in mind, especially in infants, presenting with symptoms of sepsis after Nissen fundoplication and gastrostomy tube placement. It could be speculated that forceful attempts for unclogging gastrostomy tubes and increased intraduodenal pressure could be the reason of perforation. Therefore parents and caregivers should be advised against forceful flushing of occluded gastrostomy tubes. P - 18 Çocukluk çağında safrasız kusmaların nadir bir nedeni: Preduodenal portal ven ve anular pankreas birlikteliği A Şencan, G Özdemir, Ö Atacan, A Karkıner, Ş Öztürk, KU Özkan Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Giriş: Preduodenal portal ven (PDPV), portal venin duodenumun posterioru yerine anteriorundan geçtiği, son derece nadir görülen bir patolojidir. Bu çalışmada, çok daha nadir olan PDPV ve anüler pankreas birlikteliğinin neden olduğu kısmi intestinal obstrüksiyonlu 8 aylık kız hastayı sunmak amaçlanmıştır. Olgu: 8 aylık kız hasta, 2 aylıktan itibaren başlayan, 5. aydan sonra şiddeti giderek artan yediklerini içerir tarzda kusma, kilo alamama şikayetleri ile başvurdu.5. ayda dış merkezde patent ductus arteriosus tanısı ve gastroözefageal reflü ön tanısı ile izlenmiş olan hastanın fizik muayenesinde boy ve kilo 3 persantilin altında idi. Sağ redüktabl inguinal herni dışında diğer sistem muayeneleri olağandı. Batın ultrasonografisinde dalak hilusunda 8 mm ‘lik aksesuar dalak dışında özellik yoktu. Baryumlu özofagus-mide-duodenum pasaj grafisinde mide dilate idi, ancak distale geçiş vardı. Kısmi mide çıkış obstrüksiyonu ön tanısı ile yapılan eksplorasyonda duodenumun birinci bölümüne bası yapan PDPV ve duodenumun birinci bölümünde lokalize, inkomplet anüler pankreas saptandı. Ayrıca obstrüksiyona sebep olmayan, ileoçekal bölgeden duodenuma uzanan ladd bantları vardı. Ladd bantları eksize edildi. Duodenumun birinci bölümü insize edilerek nazagastrik sonda ile intrensek obstrüksiyon açısından kontrol edildi. Obstrüksiyona sebep olabilecek intrensek faktör saptanmadı. Duodenumun birinci kısmı ile üçüncü kısmı, portal ven anteriorundan yan yana anastomoze (duodeno-duodenostomi) edilerek pasaj sağlandı. Sağ kasık fıtığı onarıldı. Postoperatif dönemi sorunsuz geçen hastanın 1 yıldır olan izleminde oral beslenmesi ve kilo alımı yeterli idi. Sonuç:İnfant döneminde aralıklı kusmalar ile birlikte olan büyüme gelişme geriliğinde, öncelikle obstrüksiyona sebep olabilecek anatomik nedenler dikkatlice araştırılmalı, cerrahi eksplorasyon sırasında duodenal obstrüksiyonun nedeni olarak anüler pankreas ile birlikte PDPV de akla getirilmelidir. *** A rare cause of non-bilious vomiting in childhood: Preduodenal portal vein in association with annular pancreas A Şencan, G Özdemir, Ö Atacan, A Karkıner, Ş Öztürk, KU Özkan Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery Introduction: Preduodenal portal vein (PDPV) is a rare anomaly in which the portal vein passes anterior to the duodenum rather than posteriorly. Here we present an 8-month-old girl with partial intestinal obstruction due to PDPV in association with annular pancreas, which is much more rare. Case: An 8 –month- old girl was referred with a history of nonbilious vomiting and failure to gain weight since she was 2-month-old. Her complaints increased since she was 5 months old. She had the diagnosis of patent ductus arteriosus and was treated with the prediagnosis of gastroesofageal reflux by another physican. Her weight and length were under 3 persentile. Other physical examination findings were normal except for right reductable inguinal hernia. Abdominal ultrasonography showed an 8-mm accessory spleen in the splenic hilus. Upper gastrointestinal contrast study showed a dilated stomach but conrast in the distal intestine. At exploration with the prediagnosis of partial gastric outlet obstruction, the portal vein was seen to cross the first part of duodenum and an incomplete annular pancreas was also localized in the first part. Besides, Ladd bands that were crossing over duodenum from ileocekal valv without causing obstruction were present. A ladd’s procedure was performed. A nasogastric tube was inserted through the doudenotomy in the first part of duodenum to check for a possible intraluminal obstruction but could not be observed. A side-to-side duodenoduodenostomy anterior to portal vein was performed. Right inguinal hernia was also repaired. Postoperative period was uneventful. She is free of symptoms and she can gain weight within 1year follow-up. Conclusion:Anatomic causes of obstruction should be carefully investigated in patients who have vomiting with growth retardation during infancy. At laparotomy, PDPV together with annular pancreas should be kept in mind as the cause of duodenal obstruction. P - 19 TESADÜFEN TANI KONAN REKTUMA TAKILMIŞ ÇENGELLİ İĞNE OLGUSU Y Günal, İ Özmen Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Yabancı cisim (YC) yutulması çocuklarda yaygın bir durumdur ve genellikle 2-6 yaş arası görülür. Çoğunlukla sorunsuz bir seyirle cisimler dışkı ile atılırken, keskin kenarlı veya keskin uçlu yutulan YC ler gastrointestinal traktın herhangi bir yerinde takılıp komplikasyonlara neden olabilir. Kaka yapamama, huzursuzluk ve ağlama şikayetleri ile polikliniğe başvuran 8 aylık kız hasta sunuldu. Fizik incelemesinde karın muayenesi normaldi. Rektal muayenede anüste, ucu açık ve rektum mukozasına gömülmüş çengelli iğne başı görüldü. Ayakta çekilen karın grafisinde ucu açık çengelli iğne görülerek doğrulandı. Aile çocuğun YC yuttuğunun farkında değildi. Ameliyathanede sedasyon altında çengelli iğne sorunsuz bir şekilde çıkarıldı. Ülkemizde çocukların omuzlarına çengelli iğne ile nazarlık takma geleneği olduğu için bu tür yabancı cisimlerin yutulması akılda tutulmalı, fizik muayene ve gereğinde basit radyolojik görüntüleme ihmal edilmemelidir *** A CASE OF İNCİDENTALLY DİAGNOSED SAFETY PİN STUCK İNTO RECTUM Y Günal, İ Özmen Kırıkkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Ingestion of foreign body is a common condition during childhood, and it is usually observed between 2-6 years of age. While most of the ingested foreign bodies are discarded in the stool without any problem, objects with a sharp edge or tip can stick to any place in the gastrointestinal tract and cause complications. Here we present a 8-month-old girl who was referred to our clinic with constipation, unrest, and crying. On physical examination abdomen was normal, whereas on rectal examination a safety pin, whose opened tip was stuck into rectum mucosa, was seen in the anus. On direct abdominal graphy at standing position safety pin was confirmed. The family was unaware of any foreign body ingestion history. Safety pin was removed without any complication in the operating room under sedation. As long as the tradition of putting evil eye with safety pin on the shoulder of children continues in our country, those cases should be considered in differential diagnosis and physical examination and simple radiological test should not be ignored. P - 20 Perkutan endoskopik gastrostomide (PEG) nadir bir komplikasyon: Gastrokolik fistül AB Öztürk, NF Aras, C Turan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri Amaç: Gastroenterik fistül hastaların %2-3’ünde görülen bir PEG komplikasyonudur. Bu çalışmanın amacı merkezimizde PEG takılması sonrası gastrokolik fistül izlenen iki hastanın sunulmasıdır. Olgular : Hastaların biri 10 yaşında erkek hasta ve intestinal obstrüksiyon tablosuyla tarafımıza başvururken diğer 8 yaşında erkek hastanın fistülü fundoplikasyon işlemi için yapılan eksplorasyonda insidental olarak ortaya çıktı. Bu hastaların en önemli ortak noktaları her ikisinin de serebral palsili oluşuydu. Bulgular: Hastaların PEG takılması işleminden fistül tespit edilene kadar geçen süre obstrüksiyon ile gelende 28 gün iken diğerinde 32 ay olarak izlendi. İntestinal obstrüksiyon tablosuyla gelen hastanın tanısı direkt grafi ile konuldu. Direkt grafide mide ile karın duvarının arasına giren kolondan dolayı PEG flanjının tüpün girdiği yerle üstüste gelmediği (side-on) izlendi. Bu hastada ayrıca bilgisayarlı tomografi (BT) ile de görüntüleme yapıldı ve gastrostomi tüpünün batın içinde izlediği yolun uzadığını ve transvers kolondan geçerek mideye girdiği gözlemlendi. Diğer hastanın görüntüleri ise retrospektif olarak incelendiğinde aynı “side-on” görüntüsünün bu hastada da olduğu görülmekteydi. Vakaların her ikisinde de gastrostomi tüpü midenin arka duvarından geçilerek yerleştirilmiş olduğu görüldü. Her iki hastanın ameliyatında da mide ve kolonu birbirinden ayırıp Stamm gastrostomi prosedürü uygulandı. Sonuç: Enteral beslenmede PEG pratik, güvenli ve kullanışlı bir yöntemdir. Fakat unutulmamalıdır ki PEG uygulaması sırasında gelişebilen gastroenterik fistül nadir görülse de önemli ve cerrahi düzeltme gerektiren bir komplikasyondur. Özellikle serebral palsili hastalar spinal deformiteleri, anormal postür ve anormal mide pozisyonu nedeniyle bu komplikasyon açısından risk grubundadırlar. Bu özel durumun akılda tutulmasında fayda vardır. *** A rare complication of percutaneous endoscopic gastrostomy (PEG) : Gastrocolic fistula AB Öztürk, NF Aras, C Turan Erciyes University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Kayseri/Turkey Aim: Gastroenteric fistula is a complication of PEG that occurs in 2% to3% of patients. The aim of this study is to report two patients presented with gastrocolic fistula after PEG in our institute. Cases: The patients were 10 and 8 year-old boys, and one of the patients presented with an intestinal obstruction and the other one realised insidentally when performing a fundoplication. The common point of these patients was their cerebral palsy (CP). Results: The patient with intestinal obstruction was presented on 28th day and the other patient was presented on 32th month after PEG insertion. The patient with intestinal obstruction diagnosed with plain abdominal x-ray. It showed us “side-on” appearance of the PEG flange. Also we used CT imaging to see increased intraabdominal length of the tube and the way through transvers colon to stomach. The other patient’s radiological findings were analyzed retrospectively and the same “side-on” appearance was seen obviously. In all cases the tube was inserted through the posterior gastric wall. In all patients, we seperated the stomach and the colon, after that a Stamm gastrostomy performed. Conclusion: PEG is a practical, safe and usefull prosedure for enteral feeding. But it must be remembered among many complications that gastroenteric fistula is an important problem and need a surgical replacement. Especially the patients with CP are at risk group because of their spinal deformity, they have got abnormal posture and abnormal position of the stomach. We must keep in mind this feature. P - 21 Preduodenal portal ven: 3 olgu N Gülçin, M Mutuş, A Bayar, Ç Ulukaya Durakbaşa, H Okur İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Konjenital preduodenal portal ven (PDPV), duodenal obstruksiyonların nadir görülen nedenlerinden biridir. Geniş duodenal obstruksiyon serilerinde serilerde sıklığı %4 olarak bildirilmiştir. Farklı klinik tablolarla başvuran 3 olgu sunuldu. Olgu sunumu: Olgu 1: 6 günlük erkek hasta, postnatal 3.günden itibaren beslenememe ve kusma şikayeti ile başvurdu. Hikayesinden situs inversus totalis olduğu öğrenildi. Çekilen ayakta direkt karın grafisinde duodenal obstruksiyon saptanıp ameliyata alındı. Eksplorasyonda PDPV basısına bağlı parsiyel duodenal obstruksiyon olduğu saptandı. Polisplenizm mevcuttu. Gastrojejunostomi ve appendektomi yapıldı. Hasta ameliyat sonrası sorunsuz taburcu edildi. Olgu 2: 37 günlük kız hasta akolik gayta yapma ve tıkanma sarılığı ile başvurdu. Klasik fenilketonüri ve situs inversus totalisli olduğu bilinen hasta bilier atrezi ön tanısıyla ameliyata alındı. Eksplorasyonda, bilier atreziye ek olarak, PDPV’ ye bağlı parsiyel duodenal obstruksiyon saptandı. Dalak lojunda normal boyutlu dalak yoktu; 2-3 adet aksesuar dalak ile uyumlu doku vardı. Duodenoduodenostomi ve hepatikojejunostomi yapıldı. Ameliyat sonrası cerrahi açıdan sorunsuz seyretti. Hasta izlemdedir. Olgu 3: 5 aylık erkek hasta, 2 gündür safralı kusma ve gaita yapamama nedeniyle başvurdu. Hikayesinden dekstrokardisinin olduğu ve daha önce atrioventriküler septal defekt nedeniyle ameliyat edildiği öğrenildi. Ayakta direkt karın grafisinde duodenal obstruksiyon düşünülen hastanın muayenesi akut batın ile uyumlu olması üzerine acil ameliyat edildi. Eksplorasyonda malrotasyona bağlı midgut volvulus ve PDPV basısına bağlı duodenal obstruksiyon saptandı. Dalak gözlenmedi. Ladd’s prosedürü uygulandı. Gastrojejunostomi ve appendektomi yapıldı. Hasta sorunsuz taburcu edildi. Sonuç: Preduodenal portal ven, tek başına duodenal obstruksiyona neden olabileceği gibi, lateralite sekansının bir komponenti olarak situs inversus abdominalis/totalis, bilier, pankreatik, dalak veya diğer kardiyak anomalilere de eşlik edebilir. PDPV ‘ye bağlı duodenal obstruksiyonun tedavisi bypass cerrahisidir. *** Preduodenal portal vein: 3 cases N Gülçin, M Mutuş, A Bayar, Ç Ulukaya Durakbaşa, H Okur Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery Background: Preduodenal portal vein ( PDPV ) is one of the rare causes of duodenal obstructions. In large series of patients with congenital duodenal obstructions, PDPV was found in only 4% of cases. We report 3 patients referred to our clinic with different clinical findings. Case Report Case 1: A 6-day-old boy presented with bilious vomiting since 3 days. He had sıtus inversus totalis. A supine abdominal radiograph demonstrated duodenal obstruction. During laparotomy, a PPV obstructing the second part of duodenum was observed. He also had polysplenia. A gastrojejunostomy was performed for PPV and appendectomy was done. The postoperative clinical course was uneventful. Case 2: A 37- day –old girl presented with jaundice and light colored stools. In her examination biliary atresia was suspected. She had classic phenylketonuria and situs inversus totalis. During abdominal exploration, biliary atresia was identified with PDPV which was partially causing duodenal obstruction. A normal sized spleen was not found in its usual location, but there were 3 accesory spleens in the abdomen. A duodenoduodenostomy and a hepaticojejunostomy were done. The postoperative clinical course was uneventful. Case 3: A 5- month-old boy presented with bilious vomiting and no defecation for two days. He had been operated for complete atrioventricular septal defect, and had previously identified dextrocardia. His abdominal plain radiography suggested a duodenal obstruction and he was operated for acute abdomen. Surgical exploration revealed midgut volvulus with malrotation, and duodenal obstruction due to PDPV compression. He additionally had aspleenia. After correction of volvulus, Ladd’s procedure, gastrojejunostomy and appendectomy were done. The postoperative course was uneventful and discharged at 10 days after operation. Conclusion: PDPV may itself cause duodenal obstruction, or as a component of laterality sequence, they may be associated with situs inversus abdominalis/totalis, duodenal, biliary, pancreatic, splenic or cardiac anomalies. The treatment for duodenal obstruction caused by PDPV is bypass surgery. P - 22 Adolesan bir kızda granülomatöz apandisit: Nadir bir olgu MY Özdamar*, S Şahin** *Bozok Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D, Yozgat **Bozok Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji A.D, Yozgat Giriş: Granülomatöz apandisit çocuklarda oldukça nadirdir ve etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Ancak, özellikle erişkinlerde; yabancı cisim, mantarlar, parazitler, mikobakteri, Yersinia ve Crohn gibi nedenlerle oluşan postoperatif kanıtlanmış granülomatöz histopatolojiye sahip apandikal inflamasyonun etyolojis olarak bildirililmiştir. Bizde literatürde de nadiren bildirilen böyle bir vakayı sunmayı amaçladık. Olgu: 13 yaşında karın ağrısı, bulantı ve kusması olan bir kız polikliniğimize başvurdu. İncelemelerimizde abdominal grafi ve fizik muayene dışında apandisitle ilişkili bulgu saptanmadı. Karın ağrısı olan hasta birkaç yıldan beri her hastaneye yatışında medikal tedavi ile taburcu edilmişti. Bu uygulamanın aksine, abdominal grafisinde sebat eden paraçekal hava-sıvı seviyesi ve sağ alt kadranda ribaund olmadan devam eden hassasiyeti olan hastaya abdominal eksplorasyon yapmaya karar verdik. Ameliyatta perforasyon olmayan, iskemik görünümlü, sert bir apendiks vermiformis tespit ettik (şekil 1). Apendektomi yapıldı.Histopatolojik tanı GA idi (şekil 2). Apandisit etyolojisi belirlenemedi ve idiopatik GA olarak kabul edildi. Bu nedenle, problemi olmayan hasta hala şu anda tespit edilemeyen muhtemel diğer hastalıklar açısından takip edilmektedir. Tartışma: Bir cerrah özellikle kronik karın ağrısı olan çocuklardaki apendektomi esnasında; perfore olmamış, sert ve iskemik görünümlü apandiksle karşılaştığı zaman patoloğu muhtemel tanı hakkında uyarmalıdır. Eğer histopatolojik tanı GA ise, hastanın uzun dönem Chron ve diğer inflamatuvar hastalıklar açısından takip edilmesini öneriyoruz. *** Idiopathic granulomatous appendicitis in an adolescent girl: A rare case MY Özdamar*, S Şahin** *Bozok University, Faculty Of Medicine, Department Of Pediatric Surgery, Yozgat,Turkey **Bozok Universty, Faculty of Medicine, Department of Pathology, Yozgat Introduction: Granulomatous appendicitis (GA) is extremely rare in children, and its etiology is wholly unknown. However, the etiology of postoperative proven appendiceal inflammation with granulomatous histopathology have been reported to occur due to several causes such as a foreign body, fungi, parasites, mycobacteria, Yersinia and Crohn's pathology, especially in adults. We also aimed to present such a case that was rarely reported in the literature as well. Case: A 13-year-old girl with abdominal pain, nausea and vomiting was admitted to our outpatient clinic. No findings were determined in our investigations related to appendicitis, excluding abdominal x-ray and physical examination. The patient with abdominal pain had been discharged with medical treatment from the hospital in each hospitalization for several years. Contrary to this application, we decided to make an abdominal exploration to the patient who had a persistent para caecal air-fluid level in abdominal x-ray and unchanging tenderness without the rebound in the right lower quadrant. We detected an ischemic looking and tough appendix vermiformis without perforation during the surgery (figure 1). Appendectomy was performed. Histopathological diagnosis was granulomatous appendicitis (figure 2). The etiology of appendicitis was not detected and accepted as an idiopathic GA. Therefore, the patient without a problem is still followed in terms of other probable diseases that is not currently be detected. Conclusion: When a surgeon encountered with a non-perforated, rough and ischemic looking appendix during the appendectomy, he/she should warn to the pathologist about a possible diagnosis, especially in the children with chronic abdominal pain. If the histopathological diagnosis is a GA, we suggest that the patient should be followed in terms of Crohn or other inflammatory diseases in the long period. P - 23 SAĞ ALT KADRANDA SEBAT EDEN YABANCI CİSİMLERDE ULTRASONOGRAFİNİN YERİ MN Cevizci*, AA Köseoğulları Bulut*, B Fırıncı*, SS Kara** *Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Erzum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği Giriş: Ağızdan alınan yabancı cisimlerin büyük çoğunluğu sindirim sistemini sorunsuz terkeder. Ancak nadiren de olsa, distal intestinal sisteme ulaşabilen yabancı cisimler fistül, perforasyon, volvulus veya apandisit gibi komplikasyonlara yol açabilir. Apendiks lümenine giren ( %0.005) yabancı cisimler asemptomatik kalmakta ya da akut apandisite sebep olabilmektedir. Bu olguda acil cerrahi klinik oluşturmayan, aralıklı karın ağrısına sebep olan apendiks lümeninde yabancı cisim olgusu sunuldu. Olgu: Bir ay önce metalik yabancı cisim yutma sonrasında dış merkezde takip edilen 4 yaşında kız hastanın son bir haftada aralıklı karın ağrısının olması üzerine kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayene ve laboratuvar değerlerinde özellik yoktu. Çekilen düz karın grafisinde sağ alt kadranda yakalşık 1.5*0.5 cm boyutunda metalik yabancı cisim saptandı. Cismin apendiks lümeninde olabileceği düşünülerek batın USG çekilde. USG de cismin apendiks lümeninde olduğu apendiks çapının 6mm ve duvarının hafif ödemli olduğu belirtildi. Hastaya aynı gün laparoskopik apendektomi yapılarak yabancı cisim sorunsuz çıkarıldı. Patoloji raporu akut apandisit olarak yorumlandı. Post operatif aynı gün oral başlandı 2. gün hasta taburcu edildi. Sonuç: Ağızdan alınan yabancı cisimlerin çoğu sindirim sistemini sorunsuz terkederken, çok az bir kısmı ileoçekal valve takılarak ya da daha küçük boyuttaki cisimler apendiks lümenine girerek sağ alt kadranda uzun süre asemptomatik kalmakta bazen de akut apandisite sebep olmaktadır. Bu tür olgular asemptomatik seyretse bile olası komplikasyonları önlemek için düz batın grafisi yerine batın USG ile yabancı cismin apendiks lümeninde olup oladığı kolaylıkla tespit edilebilir ve lümende yabancı cisim tespit edilen olgulara apendektomi yapılarak komlikasyonların önüne geçilebilir. *** THE ROLE OF ULTRASOUND FOR PERSISTING FOREIGN BODIES IN RIGHT LOWER QUADRANT MN Cevizci*, AA Köseoğulları Bulut*, B Fırıncı*, SS Kara** *Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Pediatric Surgery **Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept of Paediatric Infectious Diseases Introduction: Most of the ingested foreign bodies leave gastrointestinal tract (GIT) with no obvious complication. Rarely, they may complicate as fistula, perforation, volvulus, or appendicitis if they reach to the distal intestine. The foreign bodies in the appendix may stay either asymptomatic or cause acute appendicitis. In this report, a case of foreign body ingestion discovered in the appendix, with intermittent abdominal pain and without a prominent clinical picture of acute abdomen is reported. Case report: A 4-year old girl was admitted with intermittent abdominal pain for a week. She has been followed for metallic foreign body ingestion during for a month in another center. Her physical and laboratory examination revealed no abnormality. Plain abdominal radiography showed a metallic foreign body with 1.5x0.5 cm dimensions on the right lower quadrant. In case of obstruction in the appendix, abdominal ultrasound (USG) was performed and a foreign body was seen in the lumen of appendix. The diameter of the appendix was 6 mm and its wall was minimally edematous. On the same day, laparoscopic appendectomy was performed without a complication. Histopathological examination revealed acute appendicitis. Oral feeding was started and she was discharged on the postoperative second day. Conclusions: While most of the ingested foreign bodies leave GIT without a complication, a few of them attach on ileocecal valve or smaller ones enter the appendix lumen and stay there for a long time asymptomatically or cause acute appendicitis. Although these cases remain asymptomatic, in case of probable complications, abdominal USG, rather than plain radiography may be performed to detect foreign body in the appendix lumen. As a result appendectomy is performed and complications can be prevented. P - 24 AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ TANISIYLA İZLENEN OLGUDA MULTİPLE İLEAL PERFORASYON İ Aydoğdu*, SL Mirapoğlu*, N Göknar**, G Çoban***, H Kılınçaslan* *Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı ***Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı GİRİŞ Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF)’nde nadiren de olsa intestinal perforasyonlar bildirilmiştir. Burada FMF tanısı ile izlenen ve multiple ileal perforasyon ile prezente olan olguyu sunduk. OLGU İki yıldır FMF tanısı ile izlenen beş yaşındaki kız hasta acil servisimize yaklaşık bir haftadır devam eden karın ağrısı ve kusma şikayetiyle getirildi. Prednizolon ve kolşisin tedavileri almakta olan hastanın fizik muayenesinde karın tüm kadranlarda hassasiyet, defans ve ribaund mevcuttu. Kalp tepe atımı 140/dk, tansiyon arteriyel 90/60 mmHg idi. Ayakta direkt karın grafisinde sağ alt kadranda gaz stopajı dışında ek bulgusu yoktu. Karın ultrasonografisinde serbest ya da loküle mayisi olmayan ve apendiksi vizualize edilemeyen hastanın karın sağ alt kadran düzeyinde ince barsak ve kolonik anslarında duvar kalınlığında artış tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerinde Hct % 24.7, Hgb 8 gr/dl, C-reaktif protein 32 mg/dl (0-0,2) dışındaki bulguları normal sınırlardaydı. Hastaya akut karın sendromu ön tanısıyla laparotomi yapıldı. İleoçekal valvin 15 cm proksimalinden itibaren 45 cm’lik ileal segmentin antimezenterik yüzünde yedi adet zımba deliği şeklinde perfore alanlar izlendi. Apendiksin doğal olduğu görüldü. İleal rezeksiyon ve ileostomi yapıldı. Postop yapılan üst ve alt gastrointestinal sistem endoskopisinde herhangi bir patoloji saptanmadı. Klinik ve laboratuvar olarak tifo ve tüberküloz bulgularına rastlanmadı. Hastanın iki ay sonra stoması kapatıldı ve takibinde soruna rastlanmadı. TARTIŞMA FMF akut karını sıkça taklit eden bir hastalıktır. Özellikle kortikosteroid tedavisi alan FMF tanılı hastalarda nadir de olsa intestinal perforasyonlar bildirilmiştir. Akut apandisit ön tanısı ile operasyona alınan FMF hastalarında negatif eksplorasyon olasılığı yüksektir. Operasyon sırasında apendiksi normal bulunan bu vakalarda intestinal sistemin dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesi önemlidir. *** MULTIPLE ILEAL PERFORATIONS IN A PATIENT WITH FAMILIAL MEDITERRANEAN FEVER İ Aydoğdu*, SL Mirapoğlu*, N Göknar**, G Çoban***, H Kılınçaslan* *Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Nephrology ***Bezmialem Vakif University, Faculty of Medicine, Department of Pathology INTRODUCTION: Intestinal perforation is rarely reported in children with familial Mediterranean fever (FMF). Here, we present a case with FMF, who presented with multiple ileal perforations. CASE: A 5-year-old girl was admitted with continuous abdominal pain and bilious vomiting of 2 weeks’ duration. The patient had been diagnosed with FMF 2 years ago and receiving colchicine and prednisolone. Physical examination revealed severe abdominal rigidity and rebound tenderness. Laboratory investigation was unremarkable except hemoglobin, 8 g/dL; hematocrit, 24.7% and serum C-reactive protein, 32 mg/L. The plain abdominal x-ray showed free air and USG showed increased thickness in the small intestine and colonic wall in the in the right quadrant of the abdomen. The patient was taken to surgery with the diagnosis of acute abdomen syndrome. Seven perforated areas with punched-out appearance were detected on the antimesenteric aspect of the terminal ileum. Ileal resection and ileostomy were performed. Control endoscopy revealed no pathologic change at the upper and lower gastrointestinal tract. Serology and clinical findings excluded mycobacterium tuberculosis or salmonella typhi infections. The ileostomy was closed after two months with no complications in the follow-up period. DISCUSSION: Abdominal pain is the most common manifestation of FMF disease and it commonly mimics acute abdomen syndrome. Intestinal perforations have been reported in FMF, especially in patients using steroids. A great number of patients with FMF undergo surgical operations with the initial diagnosis of appendicitis. Gastrointestinal tract of the patients with FMF and intact appendix should be evaluated carefully for any signs of perforations. P - 25 NEONATAL AKUT APANDİSİTE EŞLİK EDEN İNTESTİNAL PERFORASYON : OLGU SUNUMU Y Günal*, N Güzoğlu**, İ Özmen*, P Atasoy***, D Aliefendioğlu** *Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Neonatoloji AD,Kırıkkale ***Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji AD Giriş: Akut apandisit; yenidoğan döneminde yüksek mortaliteye sahip nadir bir klinik durumdur. Preoperatif tanısı oldukça zor olduğu için genellikle cerrahi tedavi gecikir. Akut apandisit ile birlikte terminal ileumda perforasyon gelişen yenidoğan hastayı literatür bilgileri eşliğinde sunduk. Olgu Sunumu: 38 haftalık 2500 gram doğan erkek bebek solunum sıkıntısı ve retraksiyonları olması üzerine dış merkezde yenidoğan servisine yatırılmış. Takibinin 3. gününde safralı kusma ve sonrasında batın distansiyonu, ateş ve C-reaktif protein (CRP) yüksekliği gelişmiş. Abdominal ultrasonografi de serbest sıvı görülmesi üzerine nazogastrik sondadan kontrast madde verilerek çekilen ayakta karın grafisin de serbest hava görülünce postnatal 5. gününde hasta kliniğimize sevk edildi. Fizik muayenesinde septik görünümde, karın distansiyonu ve hassasiyeti mevcuttu. Laboratuar incelemede CRP: 174 mg/L; lökosit: 14200 /mm³, trombositleri 31*103/u; Hb: 10,8 g/dL ; procalsitonin: 13,5 ng/mL; K:3,3mmol/L idi. Ayakta karın grafisinde diyafram altı yaygın serbest hava mevcuttu. Destek tedavi sonrası hasta ameliyata alındı. Eksplorasyonda pürülan sıvı mevcuttu, sağ alt kadranda apandiks inflame görünümde ve terminal ileum üzerine yapışıktı. Apandiksin ayrıldığı yerde terminal ileumda perforasyon görüldü. Barsakların geri kalanı normal görünümdeydi. Appendektomi yapıldı, perfore alanı içerecek şekilde ileal segment eksize edilip proksimalden ileostomi açıldı. Postoperatif sorunsuz taburcu edildi. Patolojik incelemede akut apandisit bulguları ve yaygın fibrinöz inflamasyon izlendi. Apandiks ve ileal barsak segmentinde ganglion hücresi gözlendi. NEK’e spesifik belirgin patolojik bulgular izlenmedi. Sonuç: Klinik ve radyolojik olarak NEK’e özel belirgin semptom ve bulgular göstermeyen , özellikle genel durumu hızlı bozulan ve tedaviye cevap vermeyen abdominal sepsisli yenidoğanlarda akut/perfore apandisit ayırıcı tanıda düşünülmeli ve erken cerrahi girişim geciktirilmemelidir. *** INTESTINAL PERFORATION ACCOMPANYING NEONATAL ACUTE APPENDICITIS: A CASE REPORT Y Günal*, N Güzoğlu**, İ Özmen*, P Atasoy***, D Aliefendioğlu** *Kırıkkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Kırıkkale University, Medical Faculty, Department of Neonatology,Kırıkkale ***Kirikkale University Faculty of Medicine Dept. of Pathology Introduction: Acute appendicitis is a rare clinical condition in neonatal period with high mortality. Early surgical intervention is usually delayed because preoperative diagnosis is rather difficult. Here, we present a newborn with acute appendicitis accompanying with terminal ileum perforation, and aim to discuss with the literature. Case Presentation: A-38-week old newborn with a birthweight of 2500 gr was hospitalized in another healthcare facility because of respiratuar distress and retractions. On day 3 of follow-up, bilious vomitting, abdominal distention, fever and an increase in C-reactive protein (CRP) was reported. Following an abdominal ultrasonography revealing free fluid, direct abdominal graphy at standing position with contrast from nasogastric line also demonstrated free fluid and patient was referred to our clinic on day 5 of postnatal period. On physical examination the baby had septic look. There was abdominal distention and tenderness. Laboratory results were as follows: CRP: 174 mg/L, leukocyte count: 14200 /mm 3, trombocyte count: 31*103/u, Hemoglobin: 10.8 g/dL: procalsitonin: 13.5 ng/mL: K: 3.3 mmol/L. There was generalized free air density under diaphragm on direct abdominal graphy at standing position. After supportive treatment patient was taken to operating room and explored. There was purulant material in the right lower quadrant, and the appendix was inflamed and adherent to terminal ileum. After the appendix was removed it was revealed that terminal ileum was already perforated. The remaining intestine was normal. Appendectomy was performed and the ileal segment was excised including the perforated area. Proximally ileostomy was performed. Patient was discharged without any further problems. Pathological examination demostrated acute appendicitis and generalized fibrinoid inflammation. Ganglion cells were observed in the appendix and ileal intestine segment. There was no pathological clue of necrotising enterocolitis (NEC). Result: In a newborn with abdominal sepsis not responding to treatment and especially with quickly deteriorating general condition when there is no specific sign or symptom of NEC clinically or radiologically, acute and/or perforated appendicitis must be considered in the differential diagnosis, and early intervention should not be delayed. P - 26 Median Arkuat Ligament Sendromlu Hastaya Cerrahi Yaklaşım: Olgu Sunumu D Altıntaş Ural, HS Yalçın Cömert, D Başar, R Sümeli, M İmamoğlu, H Sarıhan Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Giriş: Çölyak arter kompresyon sendromu olarak da adlandırılan Median Arkuat Ligament Sendromu (MALS), median arkuat ligamanın aort çıkışında çölyak arter proksimaline basısına bağlı gastrointestinal sistem organlarına az kan akımı gitmesine nedeni ile gelişir. Burada MALS sendromu tanısı alan ve cerrahi uyguladığımız hasta sunulmaktadır. Olgu: 16 yaşında kız hasta yaklaşık 4 yıldır süren özellikle yemeklerden sonra başlayıp, birkaç saat süren karın ağrısı, halsizlik, bulantı, iştahsızlık şikayetleri ile tarafımıza başvurdu. Fizik muayenesi normal olan hastanın endoskopisinde, antral gastrit görüldü. Abdominal aorta doppler ultrasonografisinde çölyak arterde diyafram krusu basısına bağlı %50 stenoz görüldü. Bilgisayarlı tomografi anjiografisinde, diyafragma krusunun çölyak truncus orjinine bası oluşturduğu ve çölyak trunkusta darlık olduğu ancak çölyak truncusun dalları ve kalibrasyonu normal olduğu görüldü. Laparotomi yapılan hastada çölyak arter kökünün hipertrofik median arkuat ligament tarafından bası altında kaldığı görüldü ve hipertrofik ligament eksize edildi. Postoperatif çekilen abdominal aorta doppler ultrasonografi incelemesinde çölyak arter proximal kesiminde daha önce saptanmış olan darlık izlenmedi. Hastanın postoperatif poliklinik kontrollerinde şikayetlerinin azaldığı görüldü. Tartışma: MALS yemeklerden sonra ağrı, bulantı,kusma ve kilo kaybı ile ortaya çıkan nadir bir klinik durumdur. Semptomlar MAL'ın aort çıkışında çölyak artere basısına bağlı kan akımındaki azalmaya bağlıdır. Teşhiste çölyak arter doppler USG, konvansiyonel çok kesitli BT anjiyografi kullanılır. Cerrahi teknik açık veya laparoskopik olarak median arkuat ligament kesilerek yapılır. Ayırıcı tanıda diğer hastalıklar ekarte edildikten sonra akla getirilmesi gereken ve cerrahiye çok iyi yanıt veren bir hastalıktır. Hastalarda geç nüksler olabileceğinden takipleri uzun süreli yapılmalıdır. *** Surgical Management of Median Arcuat Ligament Syndrome: A Case Report D Altıntaş Ural, HS Yalçın Cömert, D Başar, R Sümeli, M İmamoğlu, H Sarıhan Karadeniz Technical University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Trabzon Introduction: Median arcuat ligament syndrome, also known as celiac artery compression syndrome, is caused by the compression of celiac artery by the median arcuat ligament(MAL) at the origin of aorta. It results in decrease of blood flow to the gastrointestinal tract. Herein we present a case of MALS treated with surgery . Case: A 16-year- old girl admitted to our hospital with abdominal pain starting after meals which lasts for several hours , malaise, nausea and anorexia. Physical examination was normal. Antral gastritis was demonstrated by endoskopy. Abdominal aorta Doopler USG revealed %50 stenozis of celiac artery at diaphragma crux. Compression to the celiac trunk origin without decrease in calibration of celiac trunk branches was detected in BT angiography. In laparotomy, celiac artery root was found to be compressed by the hypertrophic MAL. So hypertrophic ligament got excised. Postoperatively, abdominal aorta Doppler USG showed no stenosis of celiac artery. The complaints of patient recovered after operation. Discussion: MALS is a rare clinical condition that has a triad of nause , vomitting and weight loss. Symptoms were related to the decrease of blood flow. Celiac artery Doppler USG and convensionel multiple-section BT angiography are used for diagnosis. Operative technic include cut of MAL in open surgery or laparoscopy . It should be kept in mind for differantial diagnosis, as its response to surgery is very good. Patients should be followed up for long periods because of possible relapses. P - 27 Yenidoğanda Dev Konjenital Mezenterik Kistik Lenfanjioma; Olgu Sunumu Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Kütahya, Türkiye Mezenterik kistik lenfanjiom oldukça nadir görülen intraabdominal kitlelerdir. Büyük bir kısmı ilk 5 yaşta tanı alır. Antenatal ultrasonografi erken tanıda önemli bir araçtır. Tanı geciktiği durumlarda karın ağrısı, kusma, kilo alamama gibi şikayetlerin yanında volvulus, peritonit gibi hayatı tehdit eden komplikasyonlara da neden olabilir. Bu çalışmada antenatal tanılı intraabdominal kitlesi olan ve laparotomide mezenterik lenfanjiom olduğu tespit edilen bir olguyu sunmayı amaçladık. 3 günlük erkek hasta antenatal tanılı batın içi kitle ile değerlendirildi. Postnatal çekilen USG de batın içinde 15*10 cm büyüklüğünde multiple kistlerden oluşan bir kitle saptandı. Gerekli hazırlıkları takiben hasta ameliyata alındı. Yapılan eksplorasyonda trietz ligamanının 140 cm distalinden başlayıp ileoçekal valvin 20 cm proksimalinde sonlanan 100 cm lik barsak segmentinin mezenterini kaplayan multiple kistler olduğu görüldü. Kistik yapılar 100 cm lik barsak segmenti ile birlikte total olarak eksize edilip, uç uca anostomo yapıldı. Postoperatif 3. Gün beslenen hasta 5. Gün taburcu edildi. Patolojik olarak lenfanjiom tanısı verifiye edildi. Postoperatif takiplerinde herhangi bir sorunu olmayan hasta da yaşına uygun büyüme ve gelişme paterni gözlendi. Mezenterik kistik lenfanjiom nadir görülen bir durumdur, tedavi edilmediği takdirde ciddi komplikasyonlara neden olabilir. Kistin çıkarılması tedavi için yeterlidir. *** A Giant Mesenteric Cystic Lymphangioma in a Newborn Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Kutahya, Turkey Mesenteric cystic lymphangiomas (MCL) are uncommon benign mass. They are often diagnosed before the fifth year of age. Fetal ultrasonography is important tool in prenatal diagnosis. These masses have a variable presentation ranging from asymptomatic to intermittent abdominal pain, vomiting, or peritonitis. Large lesions, can cause volvulus due to mass effect. We report the case of a newborn with MCL. A full-term 3 day old newborn was referred to our department for an abdominal mass. Ultrasonographic examination showed an anechoic multi cystic mass measuring 15X10 cm. The patient was underwent surgery. A cystic mass of the small bowel mesentery was discovered. The tumor and the involved 100 cm bowel were resected, and an anastomosis was performed. The histological study confirms the diagnosis of lymphangioma. The clinical evolution was good. Cystic lymphangiomas might arise with life-threatening condition like volvulus. The main treatment for MCL is surgical excision. P - 28 Künt abdominal travma sonrası gelişen akut apandisit: Olgu sunumu S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Çocuk Hastanesi Akut apandisit (AA) ve künt abdominal travma birlikteliği az rastlanılan bir durum değildir. AA’in bilinen en temel nedeni lümen tıkanıklığı olmasına rağmen; künt abdominal travmada bu duruma sebep olabilmektedir. Posttravmatik apandisit oluşumunun patojenezinde, apendikste meydana gelen ödem, inflamasyon yada lenfoid dokunun hiperplazisinin rol oynadığı düşünülmektedir. Araç dışı trafik kazası geçiren altı yaşında erkek hasta, olaydan yaklaşık 10 saat sonra karın ağrısı başlaması üzerine hastanemize sevk edildi. Yaşamsal bulguları normaldi. Fizik muayenede batında sağ alt kadranda palpasyonla hassasiyet ve defans mevcuttu. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. PA akciğer, ayakta direk batın grafisi ve batın tomografisinde patolojik bulguya rastlanmadı. Hastanın ilk götürüldüğü merkezde yapılan laboratuar bulgularında beyaz küre (BK) sayısının 11.8103 (4.5-11) olması dışında özellik yoktu. İzleminin yaklaşık 6. saatinde karın ağrısı giderek artan ve safralı kusmaya başlayan hastanın kontrol hemogramında BK 18.103 olması üzerine batın USG yapıldı. Akut apandisit ile uyumlu olduğu saptanması üzerine laparotomi yapıldı. Eksplorasyonda, inflamasyonun primer nedeni olacak vasküler travma yada mezoapendikste hasara rastlanmadı. Apendiks inflame görünümlü olup, apendektomi yapıldı, fekalite rastlanmadı. Histopatolojik değerlendirme sonucu akut apandisit olarak raporlandı. Ameliyattan sonra sorun yaşanmayan hasta 3. gün taburcu edildi. Travma sonrası AA nadir rastlanmayan bir durumdur. Fizik muayenede geçirilen travmadan kaynaklı olduğu düşünülen batın hassasiyeti bulunan bir hastada; AA gelişmiş olabileceği akılda tutulmalıdır. Konservatif izleme alınan hastalarda fizik muayene ile beraber görüntüleme yöntemlerinin tekrarlanması gelişebilecek apandisit ve komplikasyonlarına karşı korunmada etkili olacaktır. *** Acute appendicitis developed after blunt abdominal trauma: A case Report S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Children's Hospital Concomitancy between acute appendicitis (AA), and blunt abdominal trauma is not a rarely seen entity. Despite the most fundamental etiology of AA is luminal obstruction, blunt trauma also may led to this condition. Appendiceal edema, inflammation or hyperplasia of the lymphoid tissue is thought to play a role in the pathogenesis of posttraumatic appendicitis. A 6-year –old male patient was referred to our hospital nearly 10 hours after the extravehicular traffic accident. His vital symptoms were normal. On palpation tenderness, and abdominal guarding were detected on the right lower quadrant. Examination of the other organ systems was unremarkable. On postero-anterior chest X-ray, plain abdominal X-ray in standing position, and abdominal tomograms did not reveal any pathology. Laboratory data obtained in the first referral center of the patient were not remarkable excepting white blood cell counts (WBC: 11.8103///mm3 (4.5-11/mm3 ). At nearly 6. hour of the observation period, his abdominal pain gradually increased, and he began to eject bilious vomitus. On his control hemogram his WBC increased to 18.103 /mm3 which necessitated ultrasonographic examination. His symptoms were consistent with acute appendicitis, so he underwent laparotomy. On exploration, vascular trauma or mesoappendiceal lesion which would be the primary etiology was not encountered. Appendix was inflamed, and then appendectomy was performed, while any fecalith was not encountered. Histopathological evaluation was reported as acute appendicitis. Postoperative period was uneventful, and the patient was discharged on the postoperative 3. day . Posttraumatic AA is not a rarely encountered condition. Development of AA should be kept in mind in a patient who had abdominal tenderness detected on physical examination suggestively stemmed from a traumatic event. In patients under conservative monitorization performing repetitive physical examinations , and imaging modalities will be effective in preventing against potential development of appendicitis, and related complications. P - 29 Pneumoperitoneum acil cerrahi eksplorasyon endikasyon mudur? M Çevik Acıbadem Universitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Pneumoperitoneum,karın içi boşluğunda ekstraluminal hava olmasıdır. Genellikle karında içi boş organların yaralanmasına bağlı olarak görülür. Çok nadirde olsa karın içi organ yaralanması olmadan da görülebilir. Burada mekanik ventilatöre bağlı karın içi organ perforasyonu olmadan pneumoperitoneum gelişen iki olguyu sunmak istedik. Olgu1; 6ay, kız hasta kombine immün yetmezliğine bağlı sepsis ön tanısıyla yoğun bakımda yatmaktaydı. Solunum yetmezliğine bağlı olarak mekanik ventilatöre bağlıydı. Takiplerinde çekilen grafisinde diafragma altında ve mediastende serbest hava saptandı. İntraabdominal içi boş organ yaralanma şüphesi ve genel durumu kötü olunca acil ameliyat kararı verildi. Ameliyatta karın içi boş organ yaralanması görülmedi. Pneumomediastinum için mediastene kateter uygulandı. Olgu 2; 24 haftalık ve 460gramlık prematüre kız hasta prematürite ve solunum yetmezliği nedeni ile mekanik ventilatöre bağlıydı. Takiplerinde çekilen kontrol grafisinde diafragma altında serbest hava görüldü. Peritonit bulguları olmayan hasta takip edildi. Sonuç; Mekanik ventilasyonda en önemli cerrahi girişim gerektirmeyen pnömoperitoneum sebebidir. Pnömoperitoneumlu hasta bir bütün olarak değerlendirilmeli. İlk planda konservatif gerekirse cerrahi girişim uygulanmalıdır. *** Is pneumoperitoneum emergency surgical exploration indications? M Çevik Acibadem University School of Medicine Department of Pediatric Surgery Objective: pneumoperitoneum, is extraluminal air in the abdominal cavity. It usually occurs due to injury of the hollow organs of the abdomen. Rare occasions seen in the intra-abdominal organs without injury. In this report, we wanted to provide two cases with pneumoperitoneum without perforation abdominal organs connected to a mechanical ventilator. Case1; 6m, depending on the patient combined immunodeficiency girl was in intensive care unite with the diagnosis of sepsis. She underwent mechanical ventilator Depending on the respiratory failure. In the follow-up, X-ray has free air under the diaphragm and the mediastinum. Suspected intra-abdominal hollow organ injuries and she underwent emergency surgery. At the abdominal surgery was not seen in hollow organ injuries. A catheter applied in the mediastinum for pneumomediastinum Case 2; 460-gram and 24-week premature female patient with respiratory failure due to prematurity and was connected to a mechanical ventilator. In the follow-up radiographs taken control showed free air under diaphragm. No signs of peritonitis patients were followed up. Conclusion; The mechanical ventilation is most important cause of non-surgical pneumoperitoneum. The Pnömoperitoneuml patient should be evaluated as a whole. The conservative approach may applied firstly. if necessary surgical procedure should be applied. P - 30 İDİOPATİK İLEOKOLİK İNVAJİNASYON TEDAVİSİNDE YENİ BİR YÖNTEM: FLOROSKOPİ ALTINDA EKSTERNAL MANUEL REDUKSİYON EB Bulut, B Altan, YB Bayır, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD AMAÇ: İnvajinasyon, çocuk aciller arasında en sık başvuru sebeplerinden biridir. Floroskopi eşliğinde hidropnömotik reduksiyon ise en sık uygulanan cerrahi dışı tedavi yöntemidir. İnvajinasyon tedavinde uygulanan redüksiyon işleminin başarısının artırılması için sedasyon, anestezi,glukagon kullanımı ve tekrarlayan enema yöntemleri geliştirilmiştir.Bu çalışmanın amacı ise floroskopi eşliğinde eksternal manuel reduksiyonun redükte edilemeyen idiyopatik invajinasyonlardaki değerini vurgulamaktır. MATERYAL ve METOD: 2012 yılı sonrası invajinasyonlarda eksternal manuel redüksiyon, redükte edilemeyen 10 ileokolik invajinasyonlu hastada uygulandı. Hastaların yaş aralığı 7-21 ay arasında ortalama yaşları ise 12 aydı. İnvajnasyon tanısını alan çocuklara sıvı replasmanı ve uygun antibiyoterapi başlandı. Sonrasında hidrostatik baryumlu enema tekniği redüksiyon için tercih edilmiştir. Yaklaşık 90 cm yükseklikten gönderilen baryumlu mayi redüksiyonun gerçekleşmemesi durumunda yüksekliğin yavaş olarak artırılması ile 30 dakika denemeye devam edilmiştir. Süre sonunda redüksiyonun gerçekleşmediği durumlarda işlem başarısız olarak değerlendirildi. Bu vakalarda sağ el ile masaj işlemine saat yönünün tersi yönünde invajinasyonun distalinden apekse doğru başlandı.Karın duvarı kas tonusu ve invajinasyonun uyguladığı direncin derecesine göre tersi yönünde basınç yavaş olarak artırıldı.Aralıklı olarak floroskopi ile redüksiyonun olup olmadığı kontrol edildi. SONUÇ: Hidrostatik baryum redüksiyon ile redükte edilemeyen hastalarda eksternal manuel reduksiyon manevrası, floroskopi altında uygulanan güvenli ve etkili bir yöntemdir. *** A NOVEL METHOD IN IRREDUCIBLE PEDIATRIC IDIOPATHIC ILEOCOLIC INTUSSUSCEPTION: EXTERNAL MANUAL REDUCTION MANEUVER UNDER FLUOROSCOPY EB Bulut, B Altan, YB Bayır, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gulhane Military Medical Faculty Department of Pediatric Surgery PURPOSE: Intussusception is one of the most common causes of pediatric emergency. Fluoroscopyguided hydrostatic/air reduction is a common non-operative management strategy for the treatment. A number of different approaches have been described to try to improve intussusception reduction on enema that include sedation, anesthesia, use of glucagon and delayed repeat enema.The aim of this study is to present the efficacy of external manual reduction under fluoroscopy in pediatric irreducible ileocolic intussusception. MATERIALS AND METHODS: After 2012, the external manual reduction maneuver under fluoroscopy was carried out in 10 children with irreducible idiopathic ileocolic intussusception. The mean age was 12 months. (range 7-21 months). Children with the diagnosis of intussusception had properly fluidresuscitation and antibiotics. Then hydrostatic barium enema technique was used in reduction of intussusception. The barium colon was started from a height of 3 ft, but it was slowly raised to higher level if necessary to see the sudden rush of Barium in to the terminal ileum. If this not happened after waiting 30 min, it was assumed that the reduction was incomplete. In these cases, we started massaging with our right hand, in an anti-clockwise direction, distal to the intussusception until meeting its apex. At this point, we gradually increased pressure, from the apex to the base, according to the degree of resistance provided by the intussusception and abdominal wall muscle tone. We intermittently checked with fluoroscopy whether achieved reduction. There was no morbidity in our cases. CONCLUSION: External manual reduction maneuver under fluoroscopy is a safe and effective procedure in irreducible intussusception during hydrostatic barium enema technique. P - 31 NADİR BİR İNGUiNAL HERNİ; SOL AMYAND HERNİ H Zeytun, MH Okur, E Basuguy, S Arslan, B Aydoğdu, S Otçu Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D GİRİŞ İnguinal herni kesesi içerisinde apendiks vermiformis rastlantısal bulunması yaklaşık %1 oranında görülmekte ve Amyand herni olarak bilinmektedir.Çoğu vakaların sağ tarafta görülmesi muhtemelen apendiksin normal anatomik pozisyonunun bir sonucudur ve ayrıca sağ taraf inguinal herninin sol taraftan daha fazla görülmesindendir. Biz 3 yaşında erkek hastada sol obstrükte inguinal herninin cerrahisi sırasında farkedilen bir sol amyand herni vakasını sunuyoruz. OLGU 3 yaşında erkek çocuk sol inguinal bölgede redükte edilemeyen şişlikle bize sevk edildi. Muayenede lokal ısı artışı ve hassasiyet ve ciltte kızarıklık mevcut idi. Obstrüktif sol inguinal herni tanısı konuldu. Genel anestezi uygulamasından sonra, sol inguinal bölgede yüzeyel ring üzerinden scine crease insizyon yapıldı. Herni kesesi açıldığında içerisinde çekum ve apendiks olduğu ve keseye minimal yapışık olduğu görüldü. Apendektomi yapılıp çekum batına reddedildi. SONUÇ Yazarların büyük çoğunluğu herni kesesi içerisinde apendiks normal ise, apendektomi yapılmasına gerek olmadığını ileri sürmektedirler. Ancak bazıları gibi biz de apendiks normal olsa bile, sol amyand herni vakalarında mobil çekum, situs inversus veya intestinal marotasyon durumlarında gelecekte appandisitin atipik klinik prezentasyonlarını önlemek için apendektomiyi öneriyoruz. *** A RARE İNGUİNAL HERNİA; LEFT AMYAND'S HERNİA H Zeytun, MH Okur, E Basuguy, S Arslan, B Aydoğdu, S Otçu Dicle University, Faculties of Medicine, Department of Pediatric Surgery INTRODUCTION The incidental finding of the vermiform appendix lying within an inguinal hernia occurs in approximately 1% of the cases of inguinal hernia, and is known as an Amyand's hernia. Most of the cases occur on the right side, probably as a consequence of the normal anatomical position of the appendix and also because right-sided inguinal hernias are more common than left-sided hernias. We present such a case of Amyand’s hernia discovered at surgery for a left-sided obstructed inguinal hernia in a 3 year-old boy. CASE A 3 years old male child presented to us with left irreducible inguinal swelling. On examination, the local temperature was raised and tenderness was present along with redness of the overlying skin. It was diagnosed as a case of obstructed left inguinal hernia. After administration of general anaesthesia, an incision was made in the skin crease of the left inguinal region, just above the superficial ring. On opening the hernial sac, the appendix and the caecum were found to be lying within, with minimal adhesions to the sac. Appendectomy was performed and caecum was reduced within the abdominal cavity. CONCLUSION The majority of the authors agree that a normal appendix within the hernial sac does not require appendectomy. However, we recommend that in case of left-sided Amyand's hernia, appendectomy is performed even if appendix is normal to prevent any atypical clinical presentation of appendicitis in the future because, in these cases, the caecum is mobile or the patient has situs inversus or intestinal malrotation. P - 32 Vulvar abse ile beliren H - tipi rektovestibüler fistül A Temiz, SS Ezer, E İnce, HÖ Gezer, A Hiçsönmez Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Anorektal anomali tiplerinden olan normal anüsün eşlik ettiği “H” tip rektovestibüler fistül oldukça nadir görülür. Literatürde “N” tip, perineal kanal, çift sonlanımlı gastroinetstinal sistem şeklinde farklı adlandırmalar da kullanılmıştır. Bu hastaların etiyolojisi ve tedavi seçenekleri halen tartışmalıdır. Vulvar abse ve selülit tablosu ile beliren normal anüslü, H tip rektovestibüler fistüllü olgu sunulmuştur. Olgu: 1 aylık kız hasta 1 haftalıkken başlayan, sol labium majusunda şişlik, kızarıklık ve gaita gelme şikayeti ile başvurdu. Muayenesinde sol labium majusta abse ve selülit tablosu mevcuttu. Abse kavitesinden gaita deşarjı izlendi. Anorektal muayenesi normaldi. Antibiyotik tedavisi başlandı. Fistülografi çekildi. Fistül traktının rektum ile bağlantılı olduğu görüldü. Anestezi altında yapılan muayenesinde fistül traktının içinde no:6 feeding sonda geçebilecek kadar geniş olduğu ve rektumdaki açılım noktası anal kriptlerin 0,5 cm proksimalinde görüldü. Konjenital “H” tip anorektal anomali tanısı ile sigmoid kolostomi yapıldı. 1 haftanın sonunda selülit tablosu düzeldi. 1 ay sonra definitif ameliyatı yapıldı. Perineye yapılan semilunar insizyon fistül traktı doğrultusunda yapılan vertikal insizyon ile birleştirildi. Fistül traktı künt ve keskin diseksiyonla rektum duvarına kadar serbestleştirilerek eksize edildi. Rektumdaki açıklık tek tek sütürler ile çift kat şeklinde onarıldı. Ameliyat sonrası takibi sorunsuz olan hastanın 1 ay sonra çekilen distal kolon grafisi normaldi. Kolostomisi kapatılan hastanın ameliyat sonrası 3. ay kontrolü normaldi. Tartışma: Özellikle gaita gelişi gözlenen, vulvar abse ve selülit tablosu ile başvuran hastalarda konjenital anorektal anomaliler akılda tutulmalıdır. Literatürde “H” tip anorektal anomalilerin kolostomisiz tek seanslı onarımı tarif edilmiştir. Bununla birlikte hastamızda olduğu gibi ciddi enfeksiyon ve selülit tablosunun olduğu hastalarda, enfeksiyonun tedavisi ve cerrahi tedavi sonrası rekürrens riskinin en azda tutulması amacı ile kolostomi yapıldıktan sonra evreli onarım yapılmasının daha güvenli bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz. *** “H” Type Rectovestibular fistula presented with vulvar abscess A Temiz, SS Ezer, E İnce, HÖ Gezer, A Hiçsönmez Baskent University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Aim: “H” type rectovestibular fistula with normal anus is very rare condition of anorectal anomalies. Different nomenclatures have been used to describe this anomaly, including Ntype fistula, perineal canal or double termination of the alimentary tract. The etiology and management of this anomaly are still controversial. This study presents a case with rectovestibular fistula with vulvar abscess and cellulitis. Case: A one month old female patient, presented with left vulvar hyperemia, swelling and discharge of faeces from left labium majus. Physical examination revealed the left labial abscess with fistula and cellulitis. Discharge of faeces from fistula was seen. Anorectal examination was normal. Antibiotherapy was administered. Fistulography demonstrated connection with rectum. No:6 feeding was passed through the fistula. Rectal orifis was seen 0,5 cm above the dentate line. Sigmoid colostomy was performed. Cellulitis and abscess recovered after one week. One month later, definitive operation was done. Fistulectomy was performed via perineal semilunar incision with vertical incision above the fistula tract. Rectal connection was closed with interrupted sutures as two layers. Distal colostography was normal at the end of the first month. Colostomy was closed. The patient was good in 3 months’ follow-up visit. Conclusion: Congenital anorectal anomalies must consider in patients with vulvar abscess and cellulitis, especially with faeces discharged. Surgical treatment of “H” type anorectal anomaly without colostomy was described in literatures. However we think that staged surgery with colostomy facilitates the recovery process and reduces recurrence rate. P - 33 Çocukluk çağında nadir bir üst gis kanama sebebi: Eozinofilik özofajit ve gastropati E Aydın*, ÖF Beşer** *Bahçelievler Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniği, İstanbul **Okmeydanı Eğitim Araştırma Hatanesi Çocuk Gastroenteroloji Kliniği Amaç: Kanlı kusma nedeni ile kliniğimize başvuran ve eozinofilik özofajit ve gastropati tanısı alan olguyu sunmak Olgu: Öncesinde bilinen bir hastalığı olmayan ve kanlı kusma şikayeti ile acil servisimize başvuran 16 yaşında kız olgunun genel durumu orta-iyi, tansiyonu 110/70mmHg, kalp tepe atımı 145/dak idi. Laboratuvarında hemoglobin 9,13gr/dl, hematokrit 27,1%, trombosit 340000mm3, albümin 2,7gr/dl, aPTT 18,6sn, PT 14,7sn, aktivitesi 68,1%, inr 1,22 idi. Nazogastrik tüpten aktif kanaması olan olgunun hemodinamik stabilizasyonu için 7 ünite kan transfüzyonu yapıldı. Portal doppler ultrasonunda portal ven akım hızı 15cm/sn ve hepatopedaldi. BT splenoportografisinde kavernöz transformasyon gözlenmedi. Üst GİS pasajında reflü mevcuttu. Hastanın yapılan endoskopisinde özofagus salim iken midede iyileşmekte olan ülseröz lezyonlar ve duodenumda aftöz lezyonlar mecuttu. Alınan biopsi örneklerinin incelenmesinde özonofiller ile infiltre özofajit ve gastrit olarak raporlandı. Hastanın tedavisi proton pompa inhibitörü, H2 reseptör antagonisti ve antihistaminik olarak düzenlendi. Olgunun son 6 aylık takibinde yeni bir kanama atağı gözlenmedi. Sonuç: Özonofilik özofajit ve gastritin çocukluk çağında masif üst gis kanamaya sebep olabilmektedir. Bu grup hastalarda antihistaminik ilaçlar tedaviye mutlaka eklenmelidir. *** A rare cause of upper gastrointestinal bleeding in childhood: Eosinophilic esophagitis and gastropathy E Aydın*, ÖF Beşer** *Bahcelievler State Hospital, Department of Pediatric Surgery **Department of Pediatric Gastroenterology, Okmeydani Training and Research Hospital Aim: To present a patient admitted with bloody vomiting to our department and diagnosed as eosinophilic esophagitis and gastropathy. Case: A 16 years-old girl who didn’t have any prior disease was admitted to our emergency department with bloody vomiting. She had blood pressure 110 / 70mmhg, a heart rate of 145 / min. Hemoglobin level was 9,13g / dL, hematocrit 27.1%, platelets 340000mm3, albumin 2,7g / dL, 18,6sn aPTT, PT 14,7sn, activity 68.1%, was in 1.22 in laboratory. She had active bleeding from nasogastric tube and 7 units blood transfused for hemodynamic stabilization. Portal vein velocity 15cm / s and hepatopedal at doppler ultrasound of the portal system. CT splenoportography cavernous transformation were not observed. There was reflux in upper Gİ studies. Esophagus was normal at endoscopy but ulcerous lesions in the stomach and aphthous lesions in duodenum were found. The examination of biopsy samples were reported as esophagitis and gastritis with infiltration of eosinophils. Proton pump inhibitor, H2 receptor antagonist and antihistamines were designed as treatment. She has been well for last 6 months on follow-up. Conclusion: Eosinophilic esophagitis and gastritis can lead to massive upper GI bleeding in childhood. Antihistaminic drugs must be added to the treatment of these patients. P - 34 Crohn hastası bir çocukta kolonoskopiye bağlı gelişen iatrojenik sigmoid kolon perforasyonu S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Çocuk Hastanesi Kolonoskopi, Crohn hastalığının tanı ve takibinde yaygın olarak kullanılmaktadır. İnvaziv bir işlem olup en sık görülen komplikasyonları kanama ve iatrojenik kolon perforasyonudur (İKP). Çocuklardaki en ciddi komplikasyon olan İKP, lümen görülmeden kolon duvarı boyunca kolonoskopun kontrolsüz itilmesi ve aşırı gaz verilmesi nedeni ile meydana gelen barotravma sonucu oluşabilir. Perforasyon; sıklıkla kıvrımlı anatomik yapısından dolayı sigmoid kolon ve rektosigmoid bileşkededir. Tanı, ayakta direkt batın grafisinde (ADBG), diyafragma altı serbest hava görülmesi ile konulur. Birden fazla perforasyonu olan hastalarla, geç yapılan başvurularda, mortalite oranı daha da yükselmektedir. Crohn hastalığı olan 14 yaşındaki bir kız olgudan, çocuk gastroenterologu tarafından tanısal kolonoskopi yapıldıktan sonraki ilk 6 saat içerisinde sol alt kadranda gelişen şiddetli karın ağrısı nedeni ile konsültasyon istendi. Fizik muayenede abdomende distansiyon ve palpasyonla hassasiyet mevcut olan hastanın yapılan tam kan sayımında lökositozis 18.2103 (4.5-11) ve ADBG’de diafragm altında yoğun serbest hava tespit edildi. Erken dönemde yapılan laparotomide sigmoid kolon ve rektosigmoid bileşkede büyüklükleri yaklaşık 1cm olan multipl perforasyon sahaları primer onarım yapıldıktan sonra batın kapatıldı. Ameliyat sonrası dönemde sorun yaşanmadı. Kolonoskopi yapılan hastaların kolik ağrı yakınması; kolonunun aşırı gazla şişirilmesi ve mezokolonun gerilmesine bağlı da görülebilmektedir. Bu nedenle zamanında tanı konulamadığında fatal seyredebilen İKP'ları kimi zaman gözardı edilebilmektedir. Bu olgu, İKP gelişen Crohn hastası bir çocukta erken tanı konulmasının önemine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Kolonoskopi sonrası şiddetli karın ağrısı yakınması olan bir hastada, perforasyon olabileceği hatırda tutularak yakın takiplerinin yapılması önemlidir. *** Iatrogenic sigmoid colon perforation developed secondary to colonoscopy in a child with Crohn’s disease S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Children's Hospital Colonoscopy has been used in the diagnosis, and monitorization of Crohn’s disease. It is an invasive procedure, and its most frequently seen complications are bleeding, and iatrogenic colon perforation (ICP). ICP which is the most serious complication seen in children which can occur due to uncontrolled insertion of colonoscope without visualization of the colon lumen, and delivery of excessive amount of gas with resultant barotrauma. Perforation frequently occurs at sigmoid colon because of its tortuous configuration , and rectosigmoid junction. Diagnosis is based on the presence of free air under diaphragm as detected on plain abdominal X-rays obtained in standing position. In patients with multiple perforations, delayed hospital admissions futher increase mortality rates. Consultation was requested by a pediatric gastroenterologist for a 14-year-old girl complaining of severe left lower quadrant abdominal pain developed within 6 hours after diagnostic colonoscopy. On physical examination abdominal distension, and tenderness on palpation were detected. His hemogram revealed leukocytosis (18.2103/mm3 (4.5-11), and on plain abdominal X-ray obtained in standing position revealed diffuse collection of free air under diaphragm. During laparotomy performed during the early stage, multiple perforation foci on sigmoid colon, and rectosigmoid junction measuring nearly 1 cm in size were closed with primary repair, and laparotomy incision sites were sutured. Any postoperative problem was not experienced. Complaints of colicky pain of the patients who underwent colonoscopy can be seen secondary to excessive inflation with gas, and distension of mesocolon. Therefore, if timely diagnosis can not be made, ICP with a potentially fatal course can be occasionally overlooked.This case report aims to distract attention to the importance of early diagnosis in a patient with Crohn’s disease who developed ICP. In a patient who complained of severe abdominal pain following colonoscopy, the probability of perforation should be kept in mind, and close follow-up conveys importance. P - 35 Mide perforasyonu nadir bir sebebi: anuler pankreas MA Akay*, GE Yıldız*, MN Muti*, F Kılıçbay** *Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD **Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD Mide perforasyonu çok nadir bir sebebi: anuler pankreas Giriş: Yenidoğanda mide perforasyonu görülme sıklığı 1/2900-5000 canlı doğumdur. Perforasyonlar kendiliğinden, travmatik ve iskemik olmak üzere 3 mekanizma ile oluşmaktadır. Anuler pankreas ise doğumsal duodenal tıkanıklık yapan sebepler arasında % 23,1 ile ikinci sıradadır. Literatürde anüler pankreasa bağlı mide perforasyonu 1 adet bildirilmiştir. Bildiride anuler pankreasa bağlı bir mide perforasyonu sunuldu. Olgu: Yirmisekiz yaşındaki sağlıklı anneden 29. GH’da C/S ile 1160 gr doğan kız bebek doğum sonrası inleme ve takipnesi olması üzerine yoğun bakım ünitesine alındı. Postnatal 2. günde ekstübe edilen hasta N/G den beslendi. Sonrasında batın distansiyonu gelişen hastaya çekilen ADBG de serbest hava görüldü. NEK perforasyonu ön tanısı ile opere edildi. Operasyonda NEK bulgusu olmayan hastanın mide büyük kurvaturunda özefagogastrik bileşkede lineer yırtık saptandı. Primer onarım yapıldı. Post op 5. günde başlanan beslenmeyi tolere etmedi. Çekilen mide pasaj grafisinde boşalım süresi 22 dk idi. Transpilorik kateter yerleştirildi. Ancak beslenmeyi yine tolere edemedi. Post operatif 34. gün opere edildi ve anuler pankreas tespit edildi. Gastrojejunostomi yapıldı. Post op 8. Gün beslenme başlandı ve tolere etti. Sonuç: Travma veya iskemiye bağlı olmayan yenidoğan mide spontan perforasyonlarında, doğumsal duodenal tıkanıklık yapan sebepler akılda bulundurulmalıdır. Operasyon sırasında bu bölge iyi eksplore edilmelidir. *** A rare cause of gastric perforation: annular pancreas MA Akay*, GE Yıldız*, MN Muti*, F Kılıçbay** *Medical Faculty Of Kocaeli University, Department of Pediatric Surgery **Medical Faculty Of Kocaeli Üniversity, Department Of Pediatrics Objective: Gastric perforation, in newborns, seen in about 1 in 2900/5000 live births. Gastric perforations in newborns occur by three mechanisms: trauma, ischaemia, or spontaneous. Here, we report a newborn with anuler pancreas presenting with full-cut gastric perforation. Case: Twenty-year-old mother of a healthy 29 in GH C / S with 1160 g birth after being taken to the intensive care unit on the baby girl was moaning and tachypnea.Postnatal day 2. The patient was extubated N / G was fed from. Than ADBGR withdrew due to distension of development, also seen free air. Patient was operated with the diagnosis of NEC perforation.There was no evidence of NEC.Greater curvature of the stomach to esophagogastric junction, revealed linear tear.Primary repair was performed.Post op 5. day, nutrition were initiated to tolerate.Stomach barium filmed and gastric emptying time was 22 min.Transpilorik catheter was placed.But we can not tolerate eating again.She was operated on 34 days post operative, annular pancreas was detected. Gastrojejunostomi was made. Day 8 of post op nutrition was initiated tolerated. Conclusion: no trauma or ischemia neonatal spontaneous perforation of the stomach, which causes congenital duodenal obstruction should be kept in mind.This area should be well explored during the operation. P - 36 Diyafram hernisi strangulasyonu C Turan, AB Öztürk, NF Aras Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri Giriş: Posterolateral diyafram hernileri çoğunlukla doğumdan hemen sonra belirti verir ve mortalitesi yüksektir. Bazı olgular ise daha ileri dönemde değişik bulgularla ortaya çıkar. Burada strangulasyonla gelen bir hasta sunulmaktadır. Olgu sunumu: 15 aylık kız hasta ateş, solunum sıkıntısı, morarma ve kusma şikayetleriyle getirildi. Çekilen direkt grafide toraksta hava-sıvı seviyeleri, tomografide sol hemitoraktsta barsak ansları olduğu ve mediastenin sağa itildiği görüldü. Aynı gün sol subkostal kesiyle yapılan laparotomide diyaframın sol kısmındaki yaklaşık 2 cm lik defektten fıtıklaşan barsakların sıkıştığı görüldü. Defekt büyütülerek karna döndürülen barsaklarda yaygın nekroz görüldü. İleum distalinde 45 cm lik bir kısım rezeke edilip uçuca anastomoz sağlandı. Oral beslenen ve solunumu düzelen hasta postoperatif 6. gün evine gönderildi. Sonuç: Her yaşta toraks içinde barsak ansları ve solunum sıkıntısıyla gelen hastalarda en kısa zamanda diyaframdaki defekt onarılmalıdır. Gelişebilecek barsak nekrozunu önlemek veya nekroze barsakları rezeke edebilmek için acil laparotomi gereklidir. *** Strangulation of diaphragmatic hernia C Turan, AB Öztürk, NF Aras Erciyes University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Kayseri/Turkey Aim: Posterolateral diaphragmatic hernias were semptomatic early postnatal period. But many cases present with different clinic syptomes in late period. Here we report a case with strangulation of diaphragmatic hernia. Case report: A 15 month-old girl is brought with fever, dyspnea, cyanose and vomiting. In the direct radiography, the intestinal loops were seen in the left hemothorax. In laparotomy via a left subcostal incision, a small (2 cm) diaphragmatic defect in left diaphragma and intestinal necrosis in herniated ileal loops were seen. The extensive (45 cm.) ileal resection and anastomosis was performed. There was no complication in early and late postoperative period. Conclusion: For to prevent a probable intestinal necrosis or perforation, the urgent surgical repair is necessary in the cases with late presentation of diaphragmatic hernia. P - 37 ANOREKTAL MALFORMASYONA EŞLiK EDEN AKSESUAR PERİNEAL LABİOSKROTAL KATLANTIDA KONJENİTAL HAMARTOMATOZ KİTLE : OLGU SUNUMU Y Günal*, N Güzoğlu**, P Atasoy***, İ Özmen*, T Soyer****, D Aliefendioğlu** *Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi ,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Neonatoloji AD,Kırıkkale ***Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji AD ****Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Yenidoğanda perineal kitle nadir bir durumdur. Karşılaşılan perineal kitlelerin çoğu anorektal malformasyon (ARM), sakrokoksigeal teratom, rektal prolapsus ve duplikasyon kistidir. ARM ile perineal hamartoma birlikteliği oldukça nadirdir. Biz ARM ile birlikte perineal kitlesi olan bu nadir olguyu sunuyoruz. Olgu Sunumu: Anal atrezi ve perineal kitle nedeniyle 39 haftalık 3700 gr ağırlığında kız hasta kliniğimize sevk edildi. Fizik incelemesinde rektovestibüler fitül + anal atrezi ve ek olarak perineal bölgede, orta hatta, pedüküllü, yaklaşık 3*2,5*2 cm boyutunda, polipoid yumuşak kitle tespit edildi. Genel anestezi altında stimülatörle yeni anüsün yeri tespit edilip sfinkter korunarak kitle total eksize edildi. Histopatolojik inceleme benign hamartoma olarak değerlendirildi. Hastanın 8 aylık takibinde rekürrens izlenmedi. Sonuç: Perineal hamartomaların cerrahi olarak çıkarılması genellikle basittir. Ancak ARM li bir hastada cerrahi tedavi daha karmaşık olabilir. Yine de bu lezyonların çoğu kas kompleksi korunarak dikkatli bir şekilde eksize edilebilir. Ayrıca hamartomatöz lezyonlar başlangıçta teratom olarak yanlış yorumlanıp gereksiz agresif eksizyon yapılabilir. Bu nedenle ayırıcı tanıda düşünülmesi ve histopatolojik inceleme önemlidir. *** CONGENITAL HAMARTOMATOUS MASS LESION IN PERINEAL LABIOSCROTAL FOLD ACCOMPANYING ANORECTAL MALFORMATION : A CASE REPORT Y Günal*, N Güzoğlu**, P Atasoy***, İ Özmen*, T Soyer****, D Aliefendioğlu** *Kırıkkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Kırıkkale University, Medical Faculty, Department of Neonatology,Kırıkkale ***Kirikkale University Faculty of Medicine Dept. of Pathology ****Hacettepe University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Introduction: Perineal mass lesion in newborn is a rare entity. Most of the lesions are anorectal malformation (ARM), sacrococcygeal teratoma, rectal prolapsus and duplication cyst. The association of ARM with perineal hamartoma is very rare. Here, we present a rare case with perineal mass lesion accompanying ARM. Case report: A - 39- week girl with a birth weight of 3700 gram was referred to our clinic because of anal atresia and perineal mass. On physical examination there was rectovestibular fistula and anal atresia with a 3*2,5*2 cm polypoidal smooth mass lesion at midline in the perineal area. Under general anesthesia mass lesion was totally excised with preservation of the sphincter after localization of the new anus with stimulator. Histopathological examination was reported as benign hamartoma. There was no recurrence on 8 months follow-up. Result: Surgical excision of perineal hamartomas is generally simple, but surgery may be more complicated in a patient with ARM. However, most of those lesions can be carefully excited with preservation of muscle complex. On the other hand hamartomatous lesions can be misdiagnosed as teratomas initially and excised aggresively. Therefore, considering hamartomas in differential diagnosis and histopathological examination are important. P - 38 ÇOCUK CERRAHİSİ PRATİĞİNDE PERİANAL FİSTÜLDE SETON UYGULAMSI Ö Cesur*, M Çakar*, H Keleş** *Karabük Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **Karabük Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Bölümü Amaç: Perianal fistül, çocukluk çağı operasyon gerektiren anorektal hastalıklarda için en sık görülen sağlıklı bir sorundur. Erkeklerde sık görülür. Fistül için tedavi yaygın seçenekleri fistülotomi ve fistülektomidir. Tam iyleşmeye rağmen nüks görülmektedir. Diğer cerrahi prosedürlere göre Seton ile yönetim daha iyi kontinans ve iyileşmeye sahip olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada çocuklarda Seton ile perianal fistül tedavisini değerlendirmek amaçlandı. Yöntem: Perianal fistülü olan iki (n = 2) erkek hastanın hastane kayıtları incelendi. Hastaların yaşı 14 ve16 yaşında idi. Crohn hastalığı olan hastalarda tespit edilmemiştir. Hastalara Manyetik Rezonans (MR) inceleme yapıldı. Bulgular: Hastaların MR’ı intersfinkterik tek fistül olarak rapor edildi. Hastalara seton yötemi ile perianal fistül onarımı yapıldı. Patolojik bulgular fistül yolu olarak sonuçlandı.Her iki hastada ameliyat sonrası üçüncü günde taburcu edildi. Ameliyat sonrası takip süreleri boyunca lokal enfeksiyon ve kanama gözlenmedi. Ortalama iki ayda tam iyleşme sağlandı. Hastalarda iyleşme sonrasında inkontinans saptanmadı. Sonuç: Perianal fistülde seton uygulanması kontinans ve iyleşme açısından çocuklarda olumlu sonuç veren bir girişim olduğu ancak iyleşme sürecinin uzun zaman aldığı gözlemlendi. Bu sonuçlar eşliğinde çocuklarda seton ile tedavi uygun bir seçenek olduğunu düşünüyoruz. *** PREFERRING TO USE SETON ON ANAL FISTULA IN PEDIATRIC SURGERY PRACTICE Ö Cesur*, M Çakar*, H Keleş** *Karabuk University Medicine Faculty Pediatric Surgery Department **Karabuk Unıversıty Education and Research Hospital Radyology Department Aim: Fistula in ano requires surgery is a healthy problem in anorectal diseases of childhood. It is more frequent in male. Treatment options for fistula are commonly fistulotomy and fistulectomy. Although excellent healing there was recurrence rate. It is known that cutting seton have better control of continance and healing than other procedures. The aim of study was evaluate to use cutting seton for anal fistula. Method: Latest one year, the hospital records of two (n=2) male patient suffers from perianal fistula were examined. Aged of patients were 14 to16 years old. Crohn’s disease was not detected on patients. Both of them were studied with magnetic resonance. Results: All of the patient magnetic resonance imagining has been reported as intersphincteric fistula and single fistulatract . vCutting seton was performed on patients . Pathological findings were resulted as fistula tract. Both of the patients were discharged on third day after surgery. During the postoperative follow-up periods local infection, hemorrhage wasn’t observed. The time of removal seton was avarege two months. Both of the patients were incontinance at the end of procedure. Wound healing was sucsessful. Conclusion: Perianal fistula seton implementation is a positive initiative that results in terms of continence and recovery in children, but it was observed that the recovery in the process take a long time. We think that is an appropriate treatment option for children with ketone with these results P - 39 OMFALOMEZENTERİK KANAL ARTIĞI VE URAKAL ANOMALİ BİRLİKTELİĞİ E Basuguy, H Zeytun, MŞ Arslan, B Aydoğdu, MH Okur, S Arslan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D Giriş ve Amaç: Göbekten akıntı gelmesi yeni doğan döneminde oldukça sık rastlanan bir problemdir. Bunun sebebi çoğunlukla omfalit, polip, daha az sıklıkta urakal anomali ve omfalomezenterik kanal(OMK) artığıdır. Bunlar genellikle hemen semptom verir ve tedavi buna göre düzenlenir. OMK embriyonal dönemde midgut ile vitellin kese arasındaki bağlantıyı sağlayan yapıdır ve ender olarak umbilikusa bağ dokusu ile bağlı olabilir Ancak omfalomezenterik kanal artığı ve urakal anomali birlikteliği sık rastlanan bir durum değildir. Biz bu çalışmamızda OMK ve urakal anomali birlikteliği olan olguyu sunmayı amaçladık. Olgu Sunumu: Hastamız 2.5 yaşında erkek hastaydı.. Yaklaşık 1 haftadır devam eden göbeğinde akıntı şikayeti ile başvurdu. Yapılan muayenede göbekte pürülan akıntı, eritem ve şişlik tespit edildi. Hastanın özgeçmişinde daha önce sağ üreterosel nedeni ile ameliyat edildiği ve tek böbreğinin olduğu öğrenildi. Hastanın ultrasonografisinde apseleşmiş kistik lezyon? enfekte OMK kanal kisti? şeklinde tespit edildi. Hastaya antibiyotik tedavisi başlanarak ameliyat edildi. Ameliyatta OMK ve urakus birlikteliği saptandı. Urakus mesaneye kadar serbestlenerek onarıldı. OMK vedge rezeksiyon ile düzeltildi. Hasta klinikte 3 gün takip edildikten sonra taburcu edildi. Şu an ameliyat sonrası 8. ayında problemsiz bir şekilde takip edilmektedir. Sonuç: Sonuç olarak, yenidoğan döneminde göbek ile ilgi patolojik durumlarda, göbekten kanama bulgusu olan ve inflamasyon olgularda omfalomezenterik kanal anomalileri akılda tutulmalıdır. Ayrıca OMK artığı ve urakus kisti nadirde olsa birlikte bulunabilir. *** ASSOCIATION OF OMPHALOMESENTERIC DUCT REMNANT AND URACHAL ABNORMALITY E Basuguy, H Zeytun, MŞ Arslan, B Aydoğdu, MH Okur, S Arslan Dicle University, Faculties of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction and Objective: Umbilical discharge is a very common problem in the newborn period. The cause for that is generally omphalitis, polyps and less frequently urachal abnormality and ompholomesenteric duct (OMD) remnant. These generally present symptoms immediately and the treatment is arranged according to this. OMD is a formation providing the connection between the midgut and the yolk-sac during embryonic period and it may be rarely connected with the umbilicus. We aimed to present a case who had association of OMD and urachal abnormality in the present case. Case: Our patient was a 2.5 year old boy. He referred because of umbilical discharge for about 1 week. In the physical examination, purulent discharge, erythema and swelling were detected on the umbilicus. In the past-medical history of the patient, it was learned that he was operated because of right uretherocele and he had single kidney. The ultrasound was interpreted as suppurated cystic lesion? infected OMD canal cyst? Antibiotherapy was started and the patient was operated. Association of OMD and urachus was detected in the surgery. The urachus was liberated until the bladder and repaired. OMD was corrected through a vedge resection. The patient was discharged after a follow-up period for 3 days. He is still under follow-up without any problem at 8th month after the procedure. Conclusion: Consequently, for pathological cases related with the umbilical cord during newborn period, omphalomesenteric duct abnormalities should be considered for the cases with umbilical bleeding and inflamation. Furthermore, OMD remnant and urachus cyst may exist rarely together. P - 40 Tifonun neden olduğu ileum perforasyonu S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur Gaziantep Çocuk Hastanesi Tifo, özellikle endemik olduğu ülkelerde hala önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Türkiye’de de özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde endemiktir. Gelişmekte olan ülkelerdeki tifonun en yaygın görülen ve en ciddi cerrahi komplikasyonu intestinal perforasyondur (İP). Hastalığın genellikle üçüncü haftasında görülmektedir. Onbeş yaşındaki erkek çocuk, iki günden bu yana devam eden karın ağrısı, safralı kusma şikayetleri ile hastanemize kabul edildi. Yüksek ateş nedeniyle yaklaşık iki hafta önce başka bir merkezde başlanan antibiyoterapiyi, tedavisinin 3. gününde bırakmıştı. Fizik muayenesinde abdominal distansiyonu, batında palpasyonla hasssasiyet mevcuttu. Ayakta direk karın grafisinde sağ diafragma altında serbest hava tespit edildi. Laboratuar bulgularında, hemoglobin 11.3 g/dl (14-18), Beyaz küre 15000/cm3 (4-10), CRP 9.9 (0-0.5) idi. Gruber-Widal aglutinasyonu >1/160 pozitifliği tespit edildi. İP nedeniyle orta hat insizyonla yapılan laparotomide ileoçekal valvden yaklaşık 20 cm proksimalde, antimezenterik sahada büyüklüğü 1cm olan perforasyon saptandı. Perforasyon kenarları iki kat halinde 3/0 vikril ile primer onarıldıktan sonra omentum bu sahaya fikse edildi. Postoperatif birinci günde gaita kültüründe Salmonella typhi ürediği tespit edildi. Metranidazol ve üçüncü kuşak sefalosporin tedavisine başlanan hasta, komplikasyonsuz bir şekilde taburcu edildi. Histopatolojik değerlendirmede, peyer plaklarında akut ve kronik inflamasyon ve kripta değişiklikleri tespit edildi. Endemik olduğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde tifonun en yaygın görülen ve en ciddi cerrahi komplikasyonu olan İP ile hala karşılaşılabilmektedir. Erken tanı konması, uygun cerrahi girişim uygulanması ve ameliyat sonrası bakımın iyi olması mortalite ve morbiditeyi önlemede son derece etkilidir. *** Ileal perforation caused by typhoid fever S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur Gaziantep Children's Hospital Typhoid fever still continues to be an important health problem in endemic countries. In Turkey, especially Southeastern Anatolia is an endemic region. In developing countries, its most widely seen, and serious complication is intestinal perforation (IP). IP is generally seen within the third week of the disease. A 15-year-old boy was admitted to our hospital with complaints of abdominal pain, and bilious vomiting lasting for 2 days. Antibiotherapy was initiated with ampicillin nearly two weeks previously in another center because of his febrile state, but he discontinued this antibiotherapy on the 3. day of his treatment. On his physical examination, abdominal distension, abdominal tenderness on palpation. Plain abdominal X-ray images obtained in standing position revealed the presence of free air under the right half of the diaphragm. Hematologic test results were as follows: hemoglobin, 11.3 g/dl (14-18), WBC, 15000/cm3 (4-10), CRP 9.9 (0-0.5). Gruber-Widal agglutination test positivity was detected at >1/160 dilutions. Laparotomy performed through midline incision with the indication of IP revealed a perforated area 1 cm in diameter localized on the antimesenteric side nearly 20 cm proximal to the ileocecal valve. Primary repair was performed using 3/0 vicryl sutures for double-layer closure of the defect. Then omentum was fixed on this area. On postoperative first day, Salmonella typhi were grown on stool culture media. Antibiotherapy was initiated with metranidazole, and a third-generation cephalosporin, and the patient was discharged uneventful. Histopathological evaluation revealed presence of acute and chronic inflammation on Peyer’s patches and cryptal alterations. In Southeastern Anatolia where typhoid fever is an endemic infection, one can still encounter IP which is the most serious, and most prevalently seen complication of typhoid fever. Establishment of early diagnosis, application of an appropriate surgical intervention, and improved postoperative care are extremely effective in the prevention of mortality, and morbidity. P - 41 Çocuklarda Ender Bir Antite: Mide Duvar Absesi E Ergün*, F Khanmmammadov*, Y Taştekin*, G Göllü*, AE Yıldız**, M Bektaş***, S Fitöz**, M Bingöl Koloğlu* *Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı ***Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Anabilim Dalı Giriş: Mide duvarı abseleri, erişkinde nadir olarak görülen ender enfeksiyöz patolojilerdir. Karın ağrısı ve kusma ile kabul edilen ve mide duvarı absesi tanısı alan 11 yaşındaki erkek çocuğun sunulması amaçlandı. Olgu: On bir yaşında erkek çocuk, 2 gün önce başlayan karın ağrısı ve kusma ile kabul edildi. Myastenia Gravis tanısı ile takipli olan hastanın bilgisayarlı tomografisinde, perigastrik inflamasyon ve submukozal multipl abselerden kaynaklanan pilor ve antrumda fokal duvar kalınlaşması görüldü. Hastanın oral alımı kesildi ve parenteral antibiyotik tedavisi başlandı. Hastaya endosonografi yapıldı ve sonrasında biyopsi alındı. Parenteral antibiyotik tedavisi sonrasında hasta taburcu edildi. 3. haftadaki kontrol ultrasonografisinde antrum ve pilorda minimal rezidüel duvar kalınlaşması izlendi. Sekiz aylık takibinde herhangi bir problem izlenmedi. Tartışma: Mide duvar abseleri, maligniteden ayırt edilmesi gereken ender antitelerdir. Bu olgu, çocuk hasta grubunda herhangi bir girişime gerek kalmadan parenteral antibiyoterapi ile tedavi edilen ilk mide duvarı absesi olgusudur. *** A Rare Entity In Children; Gastric Wall Abscess E Ergün*, F Khanmmammadov*, Y Taştekin*, G Göllü*, AE Yıldız**, M Bektaş***, S Fitöz**, M Bingöl Koloğlu* *Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ankara University School Of Medicine Department Of Pediatric Radiology ***Ankara University School Of Medicine Department Of Gastroenterology Introduction: Gastric wall abscesses are rare infectious pathologies and few reports described in adults. It is aimed to present 11 year-old boy who suffered from abdominal pain and vomiting and was diagnosed with gastric wall abscess. Case: Eleven year-old boy admitted with complaints of abdominal pain and vomiting started two days before. He was on treatment for Myastenia Gravis. The computed tomography revealed focal wall thickness of pylorus and antrum caused by submucosal multiple abscesses and marked perigastric inflammation. Oral nutrition was stopped and parenteral antibiotics treatment was started. After a course of ten days antibiotics treatment the patient was discharged. His third week follow-up ultrasonography showed minimal residue wall thickening at antrum and pylorus. Conclusion: Gastric wall abscess’ are very rare entities that must be certainly differentiated from malignancy. To the best of our knowledge, this the first pediatric case of gastric wall abscess which has been treated successfully with antibiotherapy without any need for invasive intervention. P - 42 Kanamalı Kolon Anjiodisplazili Bir Çocukta Endoskopik Argon Lazer Koagülasyonu; Vaka Sunumu ve Literatür Taraması Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Kütahya, Türkiye Kolon anjiyodisplazisi yaşlılarda alt gastrointestinal kanamanın önemli bir nedenidir, ancak çocuklarda çok nadirdir. Endoskopik termal koagülasyon genellikle yetişkin hastalarda anjiyodisplazinin invaziz tedavisinde ilk seçenektir. Ancak, çocuklarda bu konuda herhangi bir çalışma bulunamadı. Bu çalışmada alt gastrointestinal kanaması ile başvuran ve argon plazma lazer ile koagülasyon yapılan 5 yaşındaki bir hastanın sonuçlarını paylaşmayı amaçladık.Rektal kanama şikayeti ile başvuran hastada fizik muayene rektal kanama dışında patolojik bulgu yoktu. Laboratuvar araştırmaları normaldi. Karın ultrasonografi ve Meckel sintigrafi sonuçları normaldi. Hastay kolonoskopi yapıldı. Transvers kolonda ve hepatik fleksuradan hemorajik anjiodisplazi odakları görünlü. Bu lezyonlar argon plazma koagülasyon ile tedavi edildi. Hasta işlem sonrası komplikasyon olmaksızın birinci gün taburcu edildi. Kontrolde şikayetlerinin 3 hafta içinde geçtiği görüldü. Literatürde inceleyebildiğimiz kadarıyla çocuklarda argon plazma ile anjiodisplazi tedavisine rastlmadık. Uygun vakalarda çocuklarda da ilk tedavi seçeneği olabileceğinin düşünmekteyiz. *** Endoscopic argon plasma coagulation for the treatment of acute hemorrhagic angiodysplasia in a child: A case report and literature review Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Kutahya, Turkey Angiodysplasia of the colon is an important cause of lower gastrointestinal hemorrhage in the elderly, but it is extremly rare in children. Endoscopic thermal coagulation has generally performed as the first line treatment for angiodysplasia in adults patients. However, in the children any study about this issue could not be found. Here in we present a case of a 5-year-old boy who presented with lower gastrointestinal hemorrhagia. The physical examination was unremarkable except for rectal hemorrhagia. There were not any anal fistule and anal fissure. Rectal examination was normal. Laboratory investigations revealed a normal complete blood cell count, electrolytes, liver function tests, amylase, lipase, and lactate dehydrogenase. Results of abdominal ultrasonography and Meckel scintigraphy were normal. We decided to perform a colonoscopy. At the colonoscopy in the level of hepatic flexure and transverse colon, we saw hemorrhagic angiodysplasia focuses. İn addition to this colonoscopy angiodysplasia were treated with argon plasma coagulation. The patient normally had his diet following the operation and discharged from the hospital after one day. When we rewieved about this subject in literature, angiodysplasia of the colon is very rare in childhood. In addition to this, in these cases generally surgery is choosen for treatment. In our patient we performed a minimally invasive technique; endoscopic argon plasma coagulation. Eventually, we can offer endoscopic argon plasma coagulation as a first preference for acute hemorrhagic anjiodysplasias by expericienced endoscopic surgeons. P - 43 Akut apandisiti taklit eden primer omentum torsiyonu: Olgu sunumu S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin**, W Almahli*** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi ***Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Primer omentum torsiyonu (POT), omentum majusun kendi uzun ekseni boyunca dönmesi sonucu gelişen, hemorajik iskemik infarkt ve yağ nekrozu ile karakterize bir hastalıktır. Klinik özellikleri ve laboratuar bulguları bakımından akut apandisite çok benzediği için çocukluk çağında, preoperatif tanı koymak zordur. Tedavide konservatif yaklaşımın başarılı olacağı ileri sürülmüş olsa da gelişebilecek komplikasyonlar nedeniyle, iskemik omentumun eksizyonu ideal tedavidir. Devamlı ve yayılım göstermeyen sağ alt kadran ağrısı nedeniyle hastanemize başvuran 11 yaşındaki erkek çocuğun semptomlarına, yatışının 24. saatinde ateş, bulantı ve kusma şikayetleri de eklendi. Fizik muayenede sağ alt kadranda hassasiyeti mevcut olup, diğer sistem muayeneleri doğaldı. Tartı 59 kg(>97), boy 148 cm (75p) ölçüldü. Ayakta direk karın grafisi ve ultrasonografide patolojiye rastlanmadı. Beyaz küre 14.5 103 (4.5-11), CRP 0,68 (0-0.6) idi. Apandisit ön tanısı ile Mc Burney insizyonu ile batına girildi. Eksplorasyonda, nekrotik sert kitle görünümündeki omentumun 720 derece torsiyone olduğu, görüldü. Apendiksin normal olduğu, ek başka patolojinin olmadığı tespit edildikten sonra apendektomi ve nekroze olan omentumun vasküler pedikülüne klemp konularak parsiyel omentektomi yapıldı. Histopatolojik değerlendirmede, omental kitlenin vasküler konjesyonu, hemorajik iskemik nekrozu ve non-spesifik inflamasyonu ile normal apandiks vermiformis tespit edildi. Postoperatif komplikasyon yaşanmayan hasta, yatışının dördüncü gününde taburcu edildi. Her ne kadar nadir rastlanan bir durum olsa da; akut apandisit için laparotomi yapılan özellikle de obez çocuklarda, apendiks normal ise, POT olabileceği gözardı edilmemelidir. *** Primary Omental torsion mimicking acute appendicitis: Case presentation S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin**, W Almahli*** *Gaziantep Children's Hospital **Haseki Training and Research Hospital ***Faculty of Medicine, University of Gaziantep Primary omental torsion (POT) develops as a result of the rotation of the greater omentum around its long axis, and it is characterized by hemorrhagic ischemic infarct, and fat necrosis. Since it is very similar to acute appendicitis with its clinical features, and laboratory findings, it is difficult to make a preoperative diagnosis during childhood. Although conservative treatment approach has been suggested to be successful, because of potential development of complications, excision of the ischemic omentum is the ideal treatment modality. A 11-year-old boy who was referred to our hospital because of persistent, but localized pain on the right lower quadrant, had complaints of fever, nausea, and vomiting at 24. hour of his hospitalization. On physical examination he had demonstrated right lower quadrant tenderness, while other systemic examination findings were within normal limits. He was 148 cm (75. percentile) tall, and weighed 59 kg (> 97 percentile). Plain abdominal X-ray, and ultrasonography did not reveal any pathology. WBC, and CRP values were 14.5 103/mm3 (4.5-11), and 0.68 mg/L(0-0.6) , respectively. With the initial diagnosis of appendicitis, through McBurney incision abdominal cavity was entered. During exploration, omentum appeared as a 720 degree torsioned solid mass . Appendix had a normal appearance, and any additional pathology was not detected. Then appendectomy was performed, and proceeded with partial omentectomy following clamping of the vascular pedicle of the omentum. On histopathological evaluation vascular congestion, hemorrhagic ischemic necrosis, and non-specific inflammation of the omental mass, and normal appendix were detected. Any postoperative complication did not occur, and the patient was discharged on the fourth day of his hospitalization. Although a rarely seen condition, in especially obese children who is undergoing laparotomy with the indication of acute appendicitis, if appendix is normal in appearance, then probability of POT should not be overlooked. P - 44 Nadir bir intestinal benign tümörün neden olduğu çocuklarda olağandışı volvulus komplikasyonunun ilk bildirimi: kavernöz hemanjiom A Oral*, A Ahıskalıoğlu**, M Yiğiter*, M Çalık***, M Kantarcı****, AB Salman* *Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum **Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezioloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Erzurum ***Atatürk üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji anabilim dalı,Erzurum ****Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı, Erzurum Gastrointestinal sistemi tutan hemanjiom çok nadir bir durumdur. Tüm intestinal tümörlerin % 0.05’ini benign tümörlerin de % 7-10’unu oluşturur. Preopoeratif tanısı son derece güçtür. Genellikle ince barsağı tutar ve en sık tutulum yeri mid-jejenumdur. Çok nadir olmasına rağmen ciddi kan kaybı oluşturması ve ilk planda varlığının akla gelmemesi nedeni ile hayatı tehdit eden ölümcül komplikasyonlara yol açabilir. Acil servise müracaat ettirilen karın ağrısı şikayeti dört saattir devam eden 4 yaşındaki erkek hasta kliniğimize kabul edildi. Batın muayenesinde kitle, rektal muayene ile kitle ve kanama tespit edilmedi. Hastanın acil batın ultrasonografisinde batında kitle tespit edilemedi. Takip eden 12 saat içerisinde abondan kahverengi-siyah renkli nazogastrik drenajı başlaması üzerine ve hemoglobinin 11’den 8 gr/dl’ye düşmesi üzerine hastaya acil bilgisayarlı batın tomografisi çekildi. Sağ alt kadranda ileal volvulus benzeri görünüm tespit edilmesi üzerine hastaya acil operasyon planlandı. Operasyon öncesi kardiyo pulmoner arrest gelişen hastaya iki dakika süre ile resütasyon uygulanıldı, eksplorasyonda terminal ileumun 30 cmlik kısmının volvüle olduğu ve nekrotik görünümde olduğu duvarında palpable kitle mevcut olduğu belirlendi. Distale geçiş yoktu ve proksimal intestinal anslar ileri derece hemorajik muhteva ile dolu ve dilate görünümdeydi. Kitlenin rezeksiyonu sonrası çifte namlusu şeklinde ileostomi stoması açıldı ve hasta postoperatif yoğun bakıma alındı. İnce barsakları çok nadir tutan benign bir tümör olan hemanjiom nadir görülmesine rağmen kanama komplikasyonu ile ciddi kan kaybı oluşturabilmektedir. Literatürde az sayıda vaka bildirilmiş olmasına rağmen kitleye bağlı ileal volvulus gelişimi daha önce hiç bildirilmemiş bir klinik durumdur. Karın ağrısı şikayeti bulunan çocuk hastalar değerlendirilirken ölümcül komplikasyonların önüne geçebilmek için altta yatan bu nadir durumun da hatırda tutulması gerekir. *** First Report of an Unusual Volvulus Complication in a Child Caused by a Rare Intestinal Benign Tumor: Cavernous Hemangioma A Oral*, A Ahıskalıoğlu**, M Yiğiter*, M Çalık***, M Kantarcı****, AB Salman* *Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum **Ataturk University Faculty of Medicine, Department of Anesthesiology and Reanimation Anesthesia,Erzurum, Turkey *** Ataturk University Faculty of Medicine,Department of Pathology, Erzurum, Turkey ****Ataturk University Medical Faculty Department of Radiology, Erzurum Abstract:Gastrointestinal hemangiomas are rare tumors,representing 0.05 % of all gastrointestinal tumors and 7-10 % of benign tumors.Preoperative diagnosis is extremely difficult.They are generally seen in small intestines and more frequent in the midjejunum.Although it is an uncommon,it may cause life-threatening fatal complications because of causing severe blood loss and escaping of the presence in first place. Case Report :A 4 year-old boy was admitted to the emergency room with abdominal pain of 4 hours duration.Abdominal examination on admission revealed no mass,in rectal examination no bleeding and mass were detected.An abdominal mass could not be determined in patient’s emergency abdominal sonography. In the following 12 hours,emergency computed tomography was taken to the patient upon starting abundant black-brown nasogastric drainage and falling hemoglobin levels from 11 to 8 g / dl.Emergency surgery was scheduled to the patient upon detection of ileal volvulus-like appearance in the right lower quadrant.Patient who developed cardio pulmonary arrest along with two minutes was administered resuscitation before the surgery.In exploration, volvulated 30 cm of terminal ileum ,necrotic appearance and palpable mass in the wall was determined.There was no observation about distal passage and proximal intestinal loops filled with severe hemorrhagic content and appearance was dilated.Double-barrel ileostomy stoma was opened after the mass resection and the patient was taken to the ICU,postoperatively. Conclusion:Although hemangioma is a rare benign tumor that very rarely seen in small intestines,it can cause severe blood loss with bleeding complication.In the literature,although a few cases have been reported , development of ileal volvulus depending on a mass is a clinical condition that has never been reported before.When evaluating the pediatric patients with abdominal pain,this underlying rare condition should be remembered to avoiding fatal complications. P - 45 Nutcracker Sendromu Tanısı Alan ve Cerrahi Uygulanan 2 Hasta: Olgu Sunumu HS Yalçın Cömert, D Başar, D Altıntaş Ural, R Sümeli, M İmamoğlu, H Sarıhan Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Giriş: Nutcracker sendromu, çok nadir rastlanan bir patoloji olup sol renal venin abdominal aorta ve süperior mezenterik arter arasında sıkışması sonucu oluşan bir durumdur. Burada tedavide cerrahinin uygulandığı merkezimize başvuran Nutcracker sendromu tanısı almış 2 hastaya yaklaşımı tartışmayı amaçladık. Olgu1: Onbir yaşında kız hasta, bir yıldır tekrarlayan sol yan ağrısı ve hematüri nedeni ile pediatrik nefroloji polikliniğinde takip edilmektedir. Hastanın karın ağrılarının kolik tarzda oluşu ve hematürisinin devam etmesi üzerine Nutcracker sendromu ön tanısı ile BT anjiyografi çekildi. Hastanın aorta mezenterik açısı 22 derece ölçüldü. Medikal tedaviye cevap vermeyen hastaya cerrahi planlandı. Yapılan laparotomide sol renal ven etrafına koruyucu damar grefti yerleştirildi. İzleminde yakınmaları olmayan hasta taburcu edildi. Kontrollerinde ağrı ataklarının ve mikroskobik hamatürinin tekrarlamadığı öğrenildi. Olgu 2: 10 yaşında kız hasta, tekrarlayan karın ağrısı ve proteinüri nedeni ile pediatrik nefroloji polikliniğinde takip edilmektedir. Hastanın karın ağrılarının kolik tarzda oluşu ve proteinürisinin devam etmesi üzerine Nutcracker sendromu ön tanısı ile MR anjiografi çekildi. Hastanın aorta mezenterik açısı 10 derece ölçüldü. Medikal tedaviye cevap vermeyen hastaya cerrahi planlandı. Yapılan laparotomide sol renal ven xxxxxxx İzleminde yakınmaları olmayan hasta taburcu edildi. Kontrollerinde ağrı ataklarının ve proteinürisinin tekrarlamadığı öğrenildi. Tartışma: Daha çok genç ve orta yaşlı bayanlarda görülür. Nutcracker sendromu genellikle tekrarlayan renal kolik ağrı, makroskobik hematüri ve proteinüri ataklarıyla başvurmaktadır. Tanısı ultrasonografi, renkli Doppler ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme ile konulmaktadır. Fizyolojik olarak süperior mezenterik arter ile sol renal ven arasında 35°-40° olan bu açının azalmış olduğu saptanmıştır. Tedavisinde medikal izlem, cerrahi, intravasküler veya ekstravasküler stent implantasyonu ya da intrapelvik kimyasal koterizasyon gibi yöntemler uygulanmaktadır. Nutcracker sendromlu olgularda sıklıkla renal retranspozisyon, renal venin direkt veya greftle reimplantasyonu şeklinde majör cerrahi uygulanmaktadır. Hastalarımıza sol renal ven etrafına koruyucu greft uygulanması ve sol renal ven xxxxx uygulanarak klinik başarı sağlanmıştır. *** Surgıcal Management Of Nutcracker Syndrome Of 2 Cases: Case Report HS Yalçın Cömert, D Başar, D Altıntaş Ural, R Sümeli, M İmamoğlu, H Sarıhan Karadeniz Technical University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Trabzon Introduction: Nutcracker syndrome is a rare condition caused by the compression left renal vein between abdonimal aorto and superiar mesenteric artery. Here we aimed to discuss 2 Nutcracher syndrome cases that we have treated by sungery. Cases: Case 1: A girl 11 years old girl, with recurrent left flank pain and hematuria was followed by pediatric nephrology clinic. Her pain was colic and the hematuria was persistent. Therfore she has performed CT angiography with potential diagnosis of Nutcracker syndrome. The aorta mesenteric angle was measured 22 degree. She had any respond with medical treatment. Hence we have done laparotomy and replaced a ‘preventative vessel greft’ around the left renal vein. There was any colic pain and microscopic hematuria in her follow ups. Case 2: A girl 10 years old girl, with recurrent abdominal pain and protenuria was followed by pediatric nephrology clinic. Her pain was colic and the protenuria was persistent. She has performed MRI angiography with potential diagnosis of Nutcracker syndrome. The aorta mesenteric angle was measured 10 degree. She had any respond with medical treatment. Hence we have done laparotomy and performed medial nephropexy with anteior transposition of left renal vein. She has discharged and there was any colic pain and microscopic hematuria in her follow ups. Results: In case of especially colic flank pain and proteinuria Nutcracker syndrome should keep in mind in differential diagnosis. Surgical managament may supply more enough clinic improvement when the patient has a respond of medical therapy. P - 46 Kronik karın ağrısı ile başvuran bir olgu: rapunzel sendromu A Alptekin*, Z Önal** *Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi **Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları, Çocuk Gastroenteroloji GİRİŞ: Çocukluk çağında karın ağrısı ve kusma nedenleri yaşlara göre değişmektedir. Fizik muayene ve öykü hastanın değerlendirilmesinde ve teşhise gidilmesinde yol gösterici olur. OLGU: 13 yaşında kız hasta karın ağrısı ve kusma nedeniyle başvurdu.Karın ağrısının 3 aydır olduğu yemeklerden sonra arttığı bir saat kadar sürdüğü ve epigastriuma yerleşimli olduğu öğrenildi. Karın ağrısına son on beş gündür yediklerini içeren tarzda safrasız kansız kusmanın eşlik ettiği öğrenildi. Fizik muayenede; düşkün görünümlü olup tartısı 40 kg idi. Karın muayenesinde epigastiuma yerleşim gösteren yaklaşık 10 cm büyüklüğünde düzgün sınırları tam belli olmayan kitle ele geliyordu. Diğer sistem muayenelerinde özellik yoktu. Labaruvar tetkiklerinde özellik yoktu. Karın ultrasonunda; epigastrik bölgede mide ve yoğun mide içeriğine gömülmüş olan yaklaşık 30 mm uzunluğunda belirgin posterior gölge veren imaj (bezoar?) izlendi. Kontrastlı karın tomografisinde; mide fundusdan antruma uzanan 18 cm uzunluğunda boyutları 84x64 mm ölçülen ve pilor duodenum bileşke düzeyinde vertikal boyutu 44 mm, en geniş yerinde 64x40 mm boyutlarında bezoar ile uyumlu lezyon izlendi. Bunun üzerine öyküsü tekrar sorgulandığında iki beş yaş arasında saçlarını kopartarak yuttuğu ancak daha sonra bu alışkanlığını bıraktığı öğrenildi. Olgunun endoskopisinde; distal özofagusda evre II özofajiti, midede fundusdan antruma kadar uzanan yaklaşık 10 cm büyüklüğünde saç içerikli oldukça sert bezoar gözlendi ancak endoskopik olarak çıkarılamadı. Laparotomi ve gastrotomi ile 18x7 cm mide şeklini almış sert kalıp şeklinde Bezoar çıkarıldı. SONUÇ: Çocukluk çağında epigastrik ağrı ve kusma ile gelen kız hastalarda Trikobezoar’a bağlı obstrüksiyon da akla getirilmelidir. Ayrıca bu tür çocuk hastalar psikiyatri polikliniği izlemine de yönlendirilmelidir. *** In childhood, The reasons of abdominal pain and vomit: rapunzel syndrome A Alptekin*, Z Önal** *Bakirkoy Dr Sadi Konuk Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Bakırköy Dr.Sadi Konuk Training and Research Hospital Clinics of Pediatri, Pediatric Gastroenterology In childhood, The reasons of abdominal pain and vomiting varies according yo age. Physical examination and history will guide the evaluation and diagnosis of the patient's situation. Case: 13-years-old girl was admitted to our clinic because of abdominal pain and vomiting. It is learned that abdominal pain persists for 3 months, which is increased after meals, it lasts about an hour and located to epigastrium. For the last fifteen days ,Abdominal pain is accompanied by non-bilious and bloodless vomiting. In Physical examination; The weight was 40 kg of looking poor. On abdominal examination, there was a palpable mass located to epigastrium , about 10 cm in size, smooth, and had unclear boundaries. Examination was unremarkable in other systems. Laboratory tests were normal. In the abdominal ultrasounds; approximately 30 mm in length buried in the stomach and the stomach contents in epigastric region that has posterior shadow image (bezoar?) was observed. In contrast abdominal CT; bezoar was observed that extends from gastric fundus to the antrum, 18 cm in length and 84x64 mm in size; measured at the level of pyloric duodenal junction vertical dimension is 44 mm, the widest part of bezoar is 64x40 mm. Hereupon, history was questioned again, and learned that between 2-5 years, she plucked her hair and swallowed but later left this habit. In endoscopy; stage II esophagitis in the distal esophagus; hair content and quite hard bezoar in stomach that extends from fundus to the antrum about 10 cm in size were observed but could not be removed endoscopically. 18x7 cm , hard and gastric shaped bezoar was removed by laparatomy and gastrotomy. Result: In childhood; patients admitted with epigastric pain and vomiting should be considered in mind due to obstruction in trichobezoar. Moreover, such patients should be directed at the child psychiatry outpatient follow-up. P - 47 Laparoskopide İyonize Duman Uzaklaştırma Sisteminin Etkinliği F Khanmmammadov, U Ateş, F Mammadov, E Ergün, G Göllü, A Yağmurlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Günümüzde hızla gelişen teknoloji sayesinde bugün temel laparoskopi uygulamaları rutin olarak gerçekleşmektedir. Laparoskopi sırasında karın boşluğuna CO2 verilmesi, işlem yapılacak sahanın genişlemesine ve görüntü kalitesinin daha iyi olmasına olanak sağlar. Özellikle çocuk hasta gibi dar karın boşluğu olan alanlarda ameliyat sırasında monopolar veya bipolar koter kullanımına bağlı oluşan CO2 gaz dumanı görüntü kalitesini düşürür. Sonuç olarak görüntü kalitesi düşer ve yapılan işlemin uzamasına neden olabilir. İyonize duman uzaklaştırma sisteminin kullanılması ile diğer konvansiyonel gaz boşaltma yöntemlerine göre daha iyi görüntü kalitesinin sağlanması ile ilgili ameliyat detaylarının gösterilmesi amaçlandı. *** The effectiveness of ionized gas unsufflator system in Laparoscopic surgery F Khanmmammadov, U Ateş, F Mammadov, E Ergün, G Göllü, A Yağmurlu Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Major laparoscopic applications are now routinely used with the fast advancement of surgical technologies. CO2 gas is insufflated into the abdominal cavity in order to widen the surgical area and increase the image quality during laparoscopic surgery. Especially in children who have a very small abdominal cavity, CO2 gas created via the usage of monopolar or bipolar cauterization while surgery, decreases the image quality. As a result of this decrease in image quality, the surgical time extends unexpectedly. The purpose of this study is to present the surgical details of the use of ionized gas unsufflator system in comparison with the conventional gas unsufflation methods for the achievement of a better image quality. P - 48 Mide Perforasyonu İle Başvuran Bochdalek Hernisi A Özkan*, AT Bozkurter**, M Kaya*, İ Etçioğlu***, M Okur**** *Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Düzce **Düzce Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ***Düzce Atatürk Devlet Hastanesi, Radyoloji Bölümü ****Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Düzce Amaç: Tam bir fizik muayene, belirtileri yorumlama ve tanı araçlarını doğru kullanmanın önemini vurgulamak hem de pratisyen hekim, acil servis doktor ve radyologlar için geç başlangıçlı diyafragma hernisinin farklı, beklenmedik şekillerde olabilen akciğer grafisi bulgularına farkındalığı artırmak.Olgu Sunumu: Geç başlangıçlı konjenital diyafragma hernisi, yenidoğan döneminde ötesinde klinik bulgu vermesi nadirdir ve teşhis etmesi de zordur. Tanı genellikle acil cerrahi onarım gereksinimi daha yüksek olan bağırsak tıkanıklığı, strangulasyon ve perforasyon gibi komplikasyonlar durumunda konur. Bochdalek hernisine bağlı mide strangulasyonu ve perforasyonu sonucunda akut solunum sıkıntısı ile başvuran 5 yaşındaki çocuk olgu bildirildi.Sonuç: ileri yaşlarda başvuru daha az yaygın olmasına rağmen, konjenital diyafragma hernisi çocuklardaki solunum sıkıntısı ayırıcı tanısına dahil edilmelidir. Belirtiler ve tanı araçları gerçekten doğru olarak yorumlanmalıdır. Gastrointestinal komplikasyonlara acilen tanı konulmalı ve erken cerrahi müdahale yapılmalıdır. *** Late Presenting Bochdalek Hernia with Gastric Perforation A Özkan*, AT Bozkurter**, M Kaya*, İ Etçioğlu***, M Okur**** *Department of Pediatric Surgery, Duzce University, Medical Faculty, Duzce ** Duzce Ataturk State Hospital, Department of Pediatric Surgery ***Duzce Ataturk State Hospital, Department of Radiology ****Department of Pediatrics, Duzce University, Medical Faculty, Duzce Object: To emphasize the importance of a full physical examination and interpreting the symptoms and diagnostic tools right and increase the awareness of both general practitioners, emergency ward doctors and radiologists on the various appearances of late-onset diaphragmatic hernias on chest X-rays.Case Presentation: Late-onset congenital diaphragmatic hernias that give sypmtoms beyond the neonatal period, are rare and are difficult to diagnose. The diagnosis is usually made in case of complications such as intestinal obstruction, strangulation and perforation which further necessiate immediate surgical repair. The case of a 5-year-old child presenting with acute respiratory distress with gastric strangulation and perforation secondary to Bochdalek hernia is reported here.Conclusion: Although presentation in the latter ages is less common,congenital diaphragmatic hernia should be included in the differential diagnosis of respiratory distress in children. Symptoms and diagnostic tools should truly be interpreted.Gastrointestinal complications must urgently be recognized and early surgical intervention must be performed. P - 49 Apendiks duplikasyon kisti: olgu sunumu S Aydoğdu*, A Bıyıklı*, GÖ Elpek**, A Aslan* *Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Duplikasyon kistleri gastrointestinal sistemde en sık ileal segmentlerde yerleşimlidir. Burada nadir görülen bir apendiks duplikasyon kisti olgusunu değerlendirmeyi amaçladık. Olgu: 1 aylık kız hasta, intraabdominal kistik kitle nedeniyle yatırıldı. Yapılan abdominal ultrasonografide 43x34 mm boyutunda sağ adneksial alanda sağ parakolik bölgeye uzanan kitle saptandı. Mezenter kisti ön tanısı ile ameliyat edildi. Hastaya transumblikal insizyon ile mini-laparatomi yapıldı. İntraperitoneal kistik kitleye ulaşıldı ve bu kitleden 15 ml kahverengli sıvı aspire edildi. Kitle transumblikal insizyondan karın dışarısına alındı. Apendiks vermiformise yapışık üzerinde 2.5x1x0.2 cm solid alan bulunduran 5x5x2.5 cm boyutunda, içerisinde kahverengi sıvı barındıran kistik bir kitle olduğu görüldü. Kist, apendiksten ayırıldı ve total olarak eksize edildi. Histopatolojik incelemede, kitlenin apendiks duplikasyon kisti olduğu tespit edildi. Hasta herhangi bir yakınması olmaksızın 4 aydır izlenmektedir. Sonuç: İngilizce literatürde nadir olarak tariflenen apendiks duplikasyon kistleri, transumblikal insizyonla yapılan mini-laparotomi aracılığıyla güvenli bir şekilde eksize edilebilir. *** Appendıx duplicatıon cyst: a case report S Aydoğdu*, A Bıyıklı*, GÖ Elpek**, A Aslan* *Akdeniz University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Antalya **Akdeniz University School of Medicine Department of Pathology, Antalya Aim: Duplication cysts tend to be seen more frequently ileal segment of gastrointestinal tract. Herein, we aimed to evaluate a case of an uncommon duplication cyst of appendix . Case: One-month-old female patient was admitted because of intraabdominal cystic mass. Ultrasonography revealed a 43x34 mm mass, which was located at right adnexial region extending through right paracolic reigon. The patient was operated with initial diagnosis of mezenteric cyst. Mini-laparatomy was done by through transumbilical incision. İntraperitonealy located mass was found and 15 ml brownish liguid was aspirated. Then, cystic mass was taken out through transumblical incision. The cystic mass was attached to the appendix vermiformis and was measured as 5x5x2.5 cm in diameter that was including 2.5x 1x 0.2 cm solid component. It was separated from the appendix and totally excised. Histopathological examination reported as duplication cyst of apendix. Patient is under follow- up for 4 months without any complaint. Conclusion: Appendix duplication cysts which are rarely described in the English literature, can safely be excised by mini-laparotomy through transumbilical incision. P - 50 Karın ağrısının alışılmadık bir nedeni: Rapunzel Sendromu olgusu ve Literatür derleme S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur, M Demirci Gaziantep Çocuk Hastanesi Bezoar, sindirilemeyen yabancı cisimlerin mide çıkış yolunda ya da ince barsakta birikmesi ile mide boşalmasında bozukluk oluşturması sonucu oluşan kitleye denir. Gastrik bezoarın, incebarsak yada kolona kadar uzayarak neden olduğu klinik durum; Rapunzel sendromu olarak adlandırılır. Oniki yaşındaki kız çocuğu karın ağrısı, büyüme geriliği ve parsiyel saç kaybı nedeniyle hastanemize kabul edildi. Palpasyonla epigastrik sahada sert, hareketli, sınırları düzensiz kitle olduğu tespit edildi. Ayakta direk batın grafisinde sol üst kadranda opasite mevcuttu. Abdominal tomografide midenin normalden distandü olduğu ve mide lümeninden duodenum boyunca uzanan ve yabancı cisme ait olduğu düşünülen görünümü mevcuttu. Yapılan özefagogastroduodenoskopide; mide kardiya bölgesinden başlayıp endoskopun geçişine izin vermeyen ve duodenuma uzanan fikse yapıdaki kitle trikobezoar olarak değerlendirildi. Kitle, endoskopik olarak çıkarmak için çok büyük olduğundan geleneksel laparotomi yapıldı. Mide korpusuna yapılan anterior gastrotomi insizyonu ile mideyi tamamen doldurarak duodenum 2. kısmına kadar uzanan mide ve duodenumun şeklini alan trikobezoar çıkarıldı. Trikobezoara bağlı mukozada ülser ve perforasyon, protein enerji malnütrisyonu, tıkanma sarılığı, pankreatit ve ölüm vakaları bildirilmiştir. Komplikasyonları gelişmeden tedavi edilmesi bakımından önemli bir durumdur. Bu nedenle, trikotillomani (saç-kıl koparma) ve trikofaji gibi alışkanlıkların eşlik ettiği psikiyatrik rahatsızlığı olan genç kızlarda karın ağrısına karında kitlede eşlik ediyorsa trikobezoar olabileceği düşünülmelidir. Ayrıca trikobezoarı olan genç kızların çocuk psikiyatristi tarafından takip edilmesi nüksleri önlemesi açısından önemli olduğu unutulmamalıdır. *** An unexpected cause of the abdominal pain: A case with Rapunzel Syndrome, and Review of the Literature S Büyükbeşe Sarsu, A Karapur, M Demirci Gaziantep Children's Hospital Bezoar is defined as a mass formed as a result of the accumulation of indigestible foreign substances within the gastric outlet or small bowels with resultant dysfunctional gastric emptying Gastric bezoar extends into small or large bowels and causes a clinical condition called Rapunzel syndrome. A 12-year-old girl was admitted to our hospital with complaints of abdominal pain, growth retardation, and partial hair loss. A solid, mobile epigastric mass with irregular contours was palpated. Direct abdominal X-ray in a standing position demonstrated an opacity in left upper quadrant. On abdominal tomogram, an abnormally distended stomach, and an image extending from the gastric lumen, and along the length of the duodenum which was thought to be related to a foreign body were observed. On esophagogastroduodenoscopy, the fixed mass which stemmed from the gastric cardia, and extended up to the duodenum, and prevented access of endoscope was evaluated as trichobezoar. Since the mass was too large to be extracted endoscopically, traditional laparotomy was performed. Through an anteror gastrotomy incision on the gastric corpus , the stomach was completely filled up. Then a trichobezoar which extended up to the 2. part of the duodenum, and took the shape of stomach, and duodenum was removed. Mucosal ulceration, and perforation, protein-energy malnutrition, obstructive jaundice, pancreatitis, and mortalities related to the presence of a trichobezoar have been reported. It is important to treat this disorder before development of complications. Therefore, if abdominal pain accompanied with an intraabdominal mass is detected in young girls who have psychiatric disorders associated with abnormal habits such as trichotillomania (hair plucking disorder), and trichophagia, one should consider potential causative factor of trichobezoar. Besides, it should not be forgotten that young girls with trichobezoar should be followed up by a pediatric psychiatrist which is important in the prevention of recurrences. P - 51 Meckel Divertikülü Perforasyonunda Laparoskopik Yardımlı Eksizyon F Khanmmammadov, E Ergün, F Mammadov, G Göllü, M Bingöl Koloğlu, H Dindar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Gastrointestinal sistemin en sık görülen konjenital anomalisi olan Meckel divertikülü, genellikle asemptomatiktir. Meckel divertikülü perforasyonunun ameliyat öncesi tanısı diğer akut karın nedenlerine göre daha zordur. Bu bidiride akut karın bulguları ile gelen tanısal laparoskopide Meckel divertikülü perforasyonu saptanan ve laparoskopik yardımlı Meckel divertikülü eksizyonu yapılan iki çocuk hastanın sunulması planlandı. Olgu sunumu: Beş ve on iki yaşındaki iki erkek hasta iki gündür devam eden karın ağrısı ve kusma yakınması ile getirildi. Fizik incelemede karında yaygın hassasiyet, defans ve rebaund tespit edildi. Laboratuvar incelemelerinde akut faz reaktanları yüksek olarak saptandı. Ayakta direkt karın grafisinde özellik saptanmadı. Yapılan abdomen ultrasonografide pelvik düzeyde ince barsak segmentlerinde dilatasyon ve intraabdominal yoğun içerikli serbest sıvı izlendi. Her iki çocukta da yapılan laparoskopi sırasında apendiksin normal olduğu gözlendi ve karın içi yaygın serbest sıvı izlendi. İnce barsaklar incelendiğinde çekumun 50 ve 60 cm proksimalinde perfore Meckel divertikülü izlendi. Göbekteki kamera trokarı yeri kesisi 1cm genişletilerek, divertikülü içeren ince barsak segmenti dışarı alındı. İlk olguda wedge rezeksiyon, diğer olguda Meckel divertikülü kökünden perfore olduğu için rezeksiyon anastomoz yapıldı. Ameliyat sonrası komplikasyon gözlenmeyen hastalar ameliyat sonrası ikinci gün beslendi ve ameliyat sonrası 5. gün sorunsuz taburcu edildi. Sonuç: Cerrahi tedavi gerektiren akut karın oluşturan hastalıkların tanı ve tedavisindeki gecikme, morbidite ve mortalitede belirgin artışa neden olabilmektedir. Akut karın ile gelen, özellikle fizik inceleme ve laboratuvar tetkiklerinde spesifik etyolojisi bulunamayan çocuklarda tanısal laparoskopi ile patoloji belirlenerek nedene yönelik minimal invaziv girişim yapılabilir.Meckel divertikülünün laparoskopik yardımlı eksizyonu güvenli, kolay uygulanabilir ve daha iyi kozmetik sonuçlara sahip bir tekniktir *** Laparoscopy Assisted Excision of Meckel’s Diverticulum Perforation F Khanmmammadov, E Ergün, F Mammadov, G Göllü, M Bingöl Koloğlu, H Dindar Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction: Meckel’s Diverticulum, the most common congenital anomaly of gastrointestinal tract, is usually asymptomatic. Meckel’s diverticulum perforation is harder to diagnose preoperatively among other acute abdomen reasons. It is aimed to present two children who applied to hospital with acute abdomen symptoms and laparoscopically diagnosed as Meckel’s Diverticulum perforation and underwent laparoscopic exicion.. Cases: Five and 12 year old boys applied to hospital with complaints of abdominal pain and vomiting started two days ago. Physical examination revealed broad tenderness of abdomen, defense and rebound. Blood work up revealed high acute phase reactans levels. There were no pathologies in abdomen x-ray. Ultrasound examination (US) revealed dilatation in intestines and dense intraabdominal fluid. In both patients, appendiks was normal in laparoscopy. There were also free fluid in abdominal cavity. When the intestines were examined, perforated Meckel’s Diverticulum was seen 50 and 60 centimeters away from caecum respectively. Umbilical port aperture was slightly extended and the bowel brought out in both cases. In first patient, Wedge resection was performed and resection-anastomosis was done due to the perforation of diverticulum radix, in the other patient. There were no postoperative complications. Both patients were fed on postoperative second day and they were discharged postoperative fifth day. Comment: Delayed diagnosis and treatment of surgical problems causing acute abdomen clearly.increase morbidity and mortality.Laparoscopy not only helps to diagnose the reason of acute abdomen other than acute apendicitis but helps to treat them, as well. Laparoscopic assisted excision of Meckel’s Diverticulum is safe, technically feasible and has beter cosmetic results. P - 52 VERTİKAL REDÜKSİYON REKTOPLASTİ İLE BAŞARILI TEDAVİ EDİLEN MEGAREKTUMLU ÇOCUK HASTA: İNGİLİZCE LİTERATÜRDEKİ İLK OLGU İ Akkoyun Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği, Konya, Türkiye Tedaviye dirençli kabızlığı olan bazı hastalarda megarektum gelişebilir. Bu da rektumda his eşiğinin artmasına ve rektal fullnes ın poor perception ına neden olur. En sonunda da megarektum içinde daha fazla gaita birikir ve enkoprezis başlar. Bu sorun çocuk ve aile için son derece can sıkıcı bir durumdur. Megarektum için önerilen bir çok cerrahi prosedür vardır, örneğin anterior resection, proctectomy, endorectal pull-through, Duhamel operation vs, bunların da başarı ve morbidite oranları oldukça değişkendir. Megarektum cerrahisinde en yeni teknik vertical reduction rectoplastidir ki sadece 16 erişkin hastada bildirilmiştir. Biz burada tam başarıyla tedavi edilmiş tedaviye dirençli kabızlığı ve enkoprezisi olan megarektumlu bir çocuk hastayı sunuyoruz ki bu İngilizce literatürdeki ilk çocuk olgudur. *** SUCCESSFULLY TREATED PEDIATRIC PATIENT WITH MEGARECTUM BY VERTICAL REDUCTION RECTOPLASTY: THE FIRST CASE IN ENGLISH LITERATURE İ Akkoyun Department of Pediatric Surgery, Konya Education and Research Hospital, Konya, Turkey Megarectum can develop in some patients with intractable constipation. Because of excessive laxity and hypomotility of the rectum, this is increases the threshold of sensation in the rectum and leads to rectal fullnes in poor perception . Finally, more stool accumulate in megarectum and encopresis occurs. This problem is an extremely annoying status for the child and family. There are many surgical procedures have recommended for megarectum, including anterior resection, proctectomy, endorectal pull-through, Duhamel operation, etc. Their success and morbidity rates are highly variable. The novel technique for the treatment of megarectum is vertical reduction rectoplasty (VRR); have been reported only in 16 adult patients. Here we are presenting a child patient with megarectum concomitant intractable constipation and encopresis, who is treated with complete success; and this is the first pediatric patient case in the English literature. P - 53 Çoliak hastalığının sıradışı başlangıç prezentasyonu: ileum perforasyonu S Büyükbeşe Sarsu, M Demirci Gaziantep Çocuk Hastanesi Çocukluk çağı invajinasyonları genellikle idiyopatik olup, Çoliak hastalığı (ÇH) gibi başka bir hastalığa sekonder gelişmesi çok nadir görülen bir durumdur. Dokuz yaşındaki Suriyeli erkek çocuk üç günden bu yana devam eden abdominal ağrı, safralı kusma ve rektal kanama nedeni ile hastanemize başvurdu. Fizik muayenede ateş 380C, kalp hızı 110/dk olup abdominal distansiyonu, palpasyonla yaygın hassasiyeti ve sol alt kadranda ele gelen kitle mevcuttu. Hb 9 (14-18), Beyaz küre sayısı 22103 (4.5-11) ve Na değeri 128 (134-145) CRP :4,8 (0-0,8) idi. Ayakta direk batın grafisinde (ADBG) diafragm altında serbest hava ve karın bilgisayarlı tomografisinde sol alt kadranda 5.8 cm uzunluğunda ileoileal invajinasyon tespit edildi. Laparotomide çekumun yaklaşık 40 cm proksimalindeki ileoileal invajine segmentte nekroz ve perforasyon tespit edilmesi üzerine parsiyel ileal rezeksiyon ile uçuca anastomoz yapıldı. Lenfadenopati saptanmadı. Postoperatif 8. gününde abdomende hala devam eden distansiyon ile ADBG ve ultrasonografide (USG) dilate barsak ansları saptanması üzerine serum anti-tissue transglutaminase düzeylerine bakıldı. IgG 172, IgA 136 idi (<20). Kolonoskopik biopsilerin histopatolojik bulguları (focal villöz atrofi, kriptada hiperplazi ve mitoz) ise ÇH'ını desteklemekte idi. İnvajinasyona sekonder gelişen ileum perforasyonunun, ÇH'ı olan bir çocuğun başlangıç prezentasyonu olabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Ayrıca invajinasyon nedeniyle opere edildikten sonra, karında distansiyon ile ADBG ve USG'de dilate barsak ansları devam eden hastalar ÇH açısından araştırılmalıdırlar. *** Unusual presentation of Celiac disease: ileal perforation S Büyükbeşe Sarsu, M Demirci Gaziantep Children's Hospital Pediatric invaginations are generally idiopathic, and they very rarely develop secondary to another disease as Celiac disease (CD). A 9-year-old Syrian boy consulted to our hospital with abdominal pain, bilious vomiting, and rectal bleeding lasting for 3 days. On physical examination, high fever 38oC, faster heart rate 110/min, abdominal distension, widespread abdominal tenderness on palpation, and a palpable mass in the left lower quadrant were detected Results of some biochemical tests were as follows: . Hb 9 g/dL(14-18), WBC, 22103 /mm2 (4.5-11), Na, 128 mEq/L (134-145) , and CRP :4.8 mg/dL (0-0.8) On plain abdominal X-ray obtained in the standing position, free air under diaphragm, and on abdominal computed-tomograms a 5.8 cm long ileo-ileal invagination in the left lower quadrant were detected. During laparotomy, necrosis, and perforation were detected on ileoileal invaginated segment nearly 40 cm proximal to the cecum, and then partial ileal resection, and end-to-end anastomosis were performed. Any lymphadenopathy was not etected. On postoperative 8. day abdominal distension still persisted. Therefore, abdominal X ray in the standing position, and abdominal ultrasound (US) were performed which demonstrated dilated bowel loops that required determination of serum anti-tissue transglutaminase levels IgG 172 mg/dL, and IgA 136 mg/dL (<20). Histopathological findings (focal villous atrophy, cryptal hyperpasia, and mitosis) of colonoscopic specimens supported the presence of CD It should not be forgotten that ileal perforation developed secondary to an invagination in a child may be the baseline presentation of CD. Besides, detection of persistent abdominal distension, and dilated intestinal loops on abdominal X ray, and abdominal US in patients who underwent surgery because of invagination, should lead the physician to investigate the presence of CD. P - 54 Malrotasyonun Eşlik Ettiği Kolesistoduodenal Fistül A Özkan*, İ Özaydın**, M Okur***, M Kaya*, A Küçük**** *Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Düzce **Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı ***Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Düzce ****Düzce Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Kolesistoduodenal fistül (KDF) en sık kolesistoenterik fistüldür ve taşlı safra kesesi hastalığının geç bir komplikasyonudur ve özellikle yaşlı ve kadınlarda görülür. Kolesistoduodenal fistül ve malrotasyonu olan bir adölesan hasta sunulmuştur. Direkt düz karın grafisinde safra yollarında hava göstermiştir. Bilgisayarlı tomografide KDF nin intestinal malrotasyon anomalisi ile ilişkili olduğu saptandı. Malrotasyon ve kolesistitin neden olduğu KDF hiç bildirilmemiştir. Bu bağlamda bizim hastamız ilk ve en genç olgudur. Biz muhtemelen KDF nin, malrotasyonun bir sonucu olarak ortaya çıktığını düşünüyoruz. Hastanın klinik ve operatif yaklaşım özellikleri güncel bilgilerle sunulmuştur. *** Cholecystoduodenal Fistula Associated With Malrotation A Özkan*, İ Özaydın**, M Okur***, M Kaya*, A Küçük**** *Department of Pediatric Surgery, Duzce University, Medical Faculty, Duzce **Duzce University, Medical Faculty, Departments of General Surgery ***Department of Pediatrics, Duzce University, Medical Faculty, Duzce **** Duzce Ataturk State Hospital, Department of Pediatric Surgery Cholecystoduodenal fistula (CDF) is the most common cholecystoenteric fistula, a late complication of gall-bladder disease with calculus, and is mainly encountered in elderly and female. A adolescent patient with cholecystoduodenal fistula and malrotation is illustrated. Direct plain abdomen x-ray demonstrated air in the biliary system. Computerized tomography revealed CDF associated with anomaly of intestinal malrotation. CDF is caused by malrotation, and cholecystitis has not been reported before. In this regard our patient is the first and youngest reported case. We suggest that CDF, probably, is a consequence of malrotation. The patient’s clinical features and operative management are presented and discussed with current literatures. P - 55 Apandisit ve teratom birlikteliği, olgu sunumu V Avci*, E Altun** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Patoloji Bölümü Bingöl Giriş: Akut apandisit, en sık karşılaşılan ve acil cerrahi girişim gerektiren karın ağrısı sebeplerindendir. Matür kistik teratomlar ise özellikle reprodüktif dönemde sık görülen over tümörlerindendir. Karın ağrısı şikayeti ile gelip akut apandisit ve matür kistik teratom tanıları alan on altı yaşında hasta sunuldu. Olgu: Kliniğimize iki gündür devam eden karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayetleri olan on altı yaşında kız hasta başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde batın sağ alt kadranda hassasiyeti vardı. Yine aynı kadranda yaklaşık 8x8 santimetrelik, mobil, sert kıvamda ve düzgün sınırlı kitle ele geldi. Çekilen karın ultrasonografisinde akut apandisit ve dermoid kist olarak değerlendirildi. Ameliyata alınan hastaya, apendektomi ve over kist eksizyonu yapıldı. Patoloji sonucu gangrenöz apandisit ve matür kistik teratom olarak rapor edildi. Tartışma: Karın ağrısı şikayeti ile hekime başvuruların önemli bir kısmını apandisitli hastalar oluşturmaktadır. Akut apandisit tanısında hastanın anamnezi ve fizik muayenesi önemlidir. Laboratuvar ve görüntüleme tanıda sadece yardımcıdır. Ancak ele gelen kitlelerde görüntüleme yöntemlerinin (özellikle tümöral kitlenin ayırıcı tanısı açısından) değerli olduğu gözden kaçırılmamalıdır. *** Appendicitis and teratoma simultaneously, case report V Avci*, E Altun** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Maternity and Children Hospital Deparment of Pathology. Bingöl Introduction: Acute appendicitis is one of the most common causes of abdominal pain and requiring emergency surgery. The mature cystic teratomas are common, especially among ovarian tumors in the reproductive period. Acute appendicitis and mature cystic teratoma diagnosis were given sixteen-year-old patient, who is suffering from abdominal pain, was presented. Case: For two days continuing abdominal pain, nausea and vomiting, sixteen-year-old girl was admitted to our clinic. In physical examination there was tenderness in the right lower quadrant and approximately 8x8 cm in the same quadrant, mobile, hard consistency and were well circumscribed mass. In abdominal ultrasonography were evaluated as acute appendicitis and dermoid cysts. Patient received surgery, appendectomy and ovarian cyst excision was performed.Pathology was reported as gangrenous appendicitis and mature cystic teratoma. Discussion: Patients who referred to doctor with abdominal complaint, is an important part of appendicitis patients. Anamnesis and physical examination of patients are important in the diagnosis of acute appendicitis. Laboratory and imaging techniques is only helpful in diagnosis. However, palpable masses, imaging methods (especially in terms of differential diagnosis of the tumor mass) is valuable and should not be overlooked. P - 56 Dalak reimplantasyonu sonrası nadir bir komplikasyon: intestinal obstrüksiyon A Aslan, A Bıyıklı, A Karaman Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Dalak reimplantasyonunu takiben intestinal obstrüksiyon gelişimi, çocukluk çağında çok nadirdir. İmplantasyon sonrası geç dönemde intestinal obstrüksiyon gelişen bir olgu sunuldu. Olgu: 13 yaşında erkek olgu, künt karın travmasına bağlı ileri derecede dalak yaralanması tespit edilmiş ve splenektomi yapılmıştı. Ameliyat sırasında küçük dalak parçaları omentum içine implante edilmişti. Hasta 1 yıl sonra intestinal obstrüksiyon bulguları ile kliniğimize başvurdu. Laparotomi yapıldı; implante dalaktan köken alan fibröz bandın basısına bağlı olarak, jejunumda obstrüksiyon geliştiği görüldü. Fibröz band eksize edildi, yapışıklıklar açıldı. İmplante dalak yerinde bırakıldı. Postoperatif 4.günde hasta taburcu edildi. Sonuçlar: İngilizce literatürde, dalak reimplantasyonu sonrası geç dönemde intestinal obstrüksiyon gelişen çocukluk çağında bir olgu şimdiye kadar bildirilmemiştir. *** A rare complication after spleen reimplantation: intestinal obstruction A Aslan, A Bıyıklı, A Karaman Akdeniz University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Antalya Aim: Following spleen reimplantation, development of intestinal obstruction is very rare in the childhood. After implantation, a case who developd intestinal obstruction in the late period, was presented. Case: 13-year-old boy, high grade splenic injury due to blunt abdominal trauma had been detected and splenectomy done. During operation, pieces of spleen had been implanted into the omentum. After one year, the patient admitted to our clinic with findings of intestinal obstruction. Laparotomy was performed; it was seen that intestinal obstruction developed in the jejunum, due to compression of the fibrous band originated from the implanted spleen. The fibrous band was excised, adhesions opened. The implanted spleen was left in place. On postoperative day 4, the patient was discharged. Conclusion: In the literature, a case of late period intestinal obstruction followed by spleen reimplantation has not been described previously in the childhood. P - 57 Evdeki mıknatıslar ne kadar masum? Çoklu mıknatıs yutumuna bağlı multipl intestisnal perforasyon ve nekroz; Olgu Sunumu T Sekmenli, İ Çiftçi Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Yabancı cisimlerin yutulması beş yaş altı çocuk populasyonda çok sık olup, bunların büyük çoğunluğu müdehale edilmeden doğal yoldan çıkabilmektedir. Çoklu mıknatıs yutumu yutulan yabancı cisimler arasında oldukça az görülür. İntestisnal perforasyon, fistül, ileus riskleri nedeniyle yaşamı ciddi şekilde tehdit eden klinik tabloları oluşturduğundan erken tanı ve müdahale çok önemlidir. Olgu sunumu: 4 yaş, erkek hasta, çoklu mıknatıs yutumundan 36 saat sonra, akşam saatlerinde karın ağrıları ve kusma şikayetleriyle Selçuk Üniversitesi Çocuk Cerrahisi polikliniğine getirildi. Hastanın yatışı yapıldı, damar yolu açıldı, gerekli mayisi verildi, lavmana rağmen kontrol grafilerinde ileus tablosu düzelmeyen hastanın operasyonuna karar verildi. Operasyonda terminal ileumun 90 cm proksimalinden başlayan ve 50 cm boyunca barsak mezosunun da etkilendiği nekroz alanları ve 4 adet jejunal mukozayı krater tarzında eritmiş olan zımba deliği görünümünde perforasyonları mevcuttu. Bu alanın 50cm proksimalinde ve treitz’in 50 cm distalinde bir adet jejunal perforasyon mevcuttu. Buradaki perforasyon primer tamir edildi. Yer yer nekroze 4 yerinden perfore olmuş 50 cm’lik jejunal ans çıkarılıp uç uca anastomoz yapıldı, loja dren kondu. Postop 4. Gün sıvı gıdayla besletilen hastanın 5. Gün katı gıdayı tolere etmesi üzerine dreni çekilip taburcusu yapıldı. Sonuç: Çocuklar arasında popüler oyuncaklar arasında olan mıknatıslı setler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde giderek yaygınlaşmaktadır. Bunların yutulmasıyla intestinal perforasyon fistül hatta olgumuzda olduğu gibi segmental barsak nekrozu oluşabildiğinden, yutulan mıknatıslar ağır sonuçlara neden olmaktadır. Evdeki bu tehlikenin farkında olunması önemli olup, beş yaş altı çocuklardan bunların uzak tutulması faydalı olacaktır. *** How Innocent are Home-Magnets// Are Home Magnets Innocent? Multiple Intestinal perforation and necrosis due to magnet ingestion: Case Report T Sekmenli, İ Çiftçi Selcuk University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction: Foreign body ingestion is very common in the population of children under the age of five. The vast majority of the ingested foreign bodies leave the digestive system naturally without the need for interference. Among the few foreign bodies swallowed, multiple magnets are very rare. Early diagnosis and intervention is of utmost importance due to the possibility of life threatening clinical conditions stemming from intestinal perforation, fistula, and ileus risk. Case report: A four year old male patient was delivered in the evening, 36 hours after multiple magnet ingestion to Selçuk University Pediatric Surgery Clinic with abdominal pain and vomiting complaints. He was immediately hospitalized and necessary fluids injected after establishing vascular access. When there was no improvement in the ileus table despite enema applications in the radiography, patient was considered for surgery. During the surgery, starting 90 cm proximal from the terminal ileum along 50 cm there were necrosis of the affected bowel mesentery and 4 crater-like punch hole jejunal mucosa perforations. 50cm proximal to this area and 50 cm distal to the Ligament of Treitz, there was one jejunal perforation. This perforation was repaired primarily. With several necrosis and perforated at 4 spots, this 50 cm jejunal segment was excised, end to end anastomosis performed, and catheter drainage placed into the operation area. Patient nourished with liquids until the 4th postoperative day was removed on the 5th day upon tolerating solid nutrients upon catheter removal. Conclusion: Magnet sets among the popular toys of children are becoming more and more common in developed and developing countries. Swallowing these will have serious consequences such as intestinal perforation fistula or even, as in the present case, segmental bowel necrosis. Becoming aware of the dangers at home and keeping little children less than five years age is important. P - 58 Postoperatif invajinasyon-olgu sunumu V Avci*, S Bilici** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: İnvajinasyon, gastrointestinal traktın birbirini takip eden iki segmentinin iç içe geçmesidir. İnvajinasyonlar içinde seyrek görülen postoperatif invajinasyon genellikle operasyondan sonraki ilk hafta içinde ortaya çıkar. Laparoskopik pyelolitotomi operasyonu sonrası meydana gelen invajinasyon olgusu sunuldu. Olgu: Laparoskopik pyelolitotomi operasyonu sonrası safralı kusma ve karın şişliği gelişen beş yaşında erkek hasta değerlendirildi. Karında yaygın hassasiyeti, ayakta direk batın grafisinde hava-sıvı seviyeleri vardı. Çekilen ultrasonografisinde 7 cm uzunluğunda iç içe geçmiş bağırsak ansı rapor edildi. İnvajinasyon teşhisi konulan hastaya serum fizyolojik ile başarılı bir hidrostatik redüksiyon uygulandı. Tartışma: Normal sayılabilecek bir ameliyat sonrası postoperatif dönemin ardından hastada safralı kusma, karın şişliği ve kramp tarzında karın ağrısı varsa postoperatif invajinasyon düşülmelidir. *** Postoperative intussusception-a case report V Avci*, S Bilici** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Yüzüncü Yıl University. Dursun Odabaş Medical Center. Departman of Pediatric Surgery. Summary: Intussusception is the interlocking of two consecutive segments of gastrointestinal tract . A rare postoperative intussusception within the obstruction usually occurs within the first week of the surgery. Pyelolitoto cases of intussusception occurred after laparoscopic surgeries were presented intertwined. Case: Pyelolitoto after laparoscopic surgeries, bilious vomiting and abdominal distension was evaluated developing on a five-year-old male patient. Diffuse abdominal tenderness, it had air-fluid levels in direct abdominal X-ray to. In ultrasonography, 7 cm long interlocking bowel loops was reported. Intussusception diagnosed patient underwent a successful hydrostatic reduction with physiological serum. Discussion: After a surgery that can be considered ordinary, bilious vomiting in patients following postoperative period, if abdominal distension and cramping abdominal pain were detected; postoperative intussusception should be deducted. P - 59 Amyand Hernili Çocuklarda Apendektomi Gerekli mi? S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Çocuk Hastanesi Herni kesesinin bir duvarının karın içi bir organ tarafından oluşturulduğu sliding herninin en sık görülen tipi olan Amyand herni, inguinal herni kesesi içinde normal ya da inflame apendiks vermiformisin bulunmasına denir. Olguların çoğunluğunu erişkinler oluştururken çocuklarda bu durum son derece nadirdir. Ameliyat öncesi tanı koymadaki güçlük kadar tedavi edilme şekli de halen farklı görüşler taşıyan cerrahi bir patolojidir. Çünkü Amyand herninin tedavisi, herni kesesi içerisindeki apendiksin inflame olup olmaması durumuna göre değişmektedir. Apendisit olmayan vakalarda bile oluşabilecek komplikasyonları önlemek için apendektomi yapılmasını önerenler bulunduğu gibi aslında tam bir görüş birliği de sağlanamıştır. Beş yaşındaki erkek çocuk yaklaşık iki haftadan bu yana devam eden sağ kasıkta şişlik şikayeti ile hastanemize getirildi. Fizik muayenede sağ kasıkta redükte edilebilen inguinal herni tespit edildi. Elektif şartlarda herni onarımı planlandı. Operasyon günü anestezi öncesi yapılan değerlendirmede; herni kesesindeki içeriğin redükte edilemediği görüldü. Preoperatif laboratuar bulguları normal sınırlarda idi. Genel anestezi altında yapılan sağ inguinal transvers kesi ile indirekt herni kesesi bulundu. Oldukça ince olan herni kesesinden içindeki apendiks görülmekte idi. Hastada apandisit bulguları yoktu. Apendiksin batın içine redüksiyonunun ardından spermatik kord ve damarlar herni kesesi üzerinden sıyrılarak ayrıldıktan sonra yapılan yüksek ligasyon ile işlem sonlandırıldı. Ameliyat sonrası dönemde komplikasyon yaşanmayan hasta taburcu edildi. Amyand herni ameliyat öncesi tanı konulması çok zor olan ve nadir görülen cerrahi bir durumdur. Enflame olmayan apendiks varlığında apendektomi yapılmadan apendiks redüksiyonunu takiben herni onarımı yapılan vakalarda; ameliyat sonrası dönemde komplikasyon gelişmeyeceği kanaatindeyiz *** Is appendectomy required for children with Amyand hernia ? S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Children's Hospital Amyand hernia which is the the most frequently seen type of sliding hernia where one of the walls of hernial sac is formed by an intraabdominal organ, contains normal or inflsamed appendix vermiformis in its hernial sac. Most of the cases are adult patients, and it is very rarely seen in children. In addition to diagnostic difficulties encountered during preoperative period, diverse opinions have been put forth related to the management of this surgical pathology. Indeed, treatment of Amyand hernia varies according to inflammatory status of appendix contained in the hernial sac. Some authors advocated appendectomy even in cases without any evidence of appendicitis, in essence, a complete consensus has not been reached on this issue. A 5-year-old boy was brought to our hospital with a complaint of swelling on his right inguinal region lasting for nearly two weeks. On physical examination a right-sided reducible inguinal hernia was detected. Under elective conditions, herniorrhaphy was planned. On the day of surgery , preanesthetic evaluation revealed that the contents of the hernial sac could not be reduced. Preoperative laboratory data were within normal limits. Under general anesthesia through right inguinal transverse incison indirect hernial sac was found. Appendix was discerned within the very thin hernial sac. The patient had not any symptoms of appendicitis. Following intraabdominal reduction of appendix, spermatic chord, and vascular structures were peeled away from the hernial sac, and then high-ligation was performed before termination of the operation. The patient was discharged without development of any postoperative complication. Amyand hernia is a very rarely seen surgical entity, and it is very difficult to diagnose this condition preoperatively. We think that postoperative complications may develop in patients with noninflammatory appendix where herniorrhapy was performed before appendectomy, and following reduction of appendix. P - 60 Çocuklarda fundoplikasyon deneyimlerimiz SC Karakuş, V Akçaer, İR User, H Ceylan, BH Özokutan Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş: Nissen fundoplikasyon en sık kullanılan antireflü cerrahi yöntemi olmakla birlikte, özofagus peristaltizminin zayıf olduğu hastalarda Toupet ve Dor fundoplikasyonları da alternatif teknikler olarak tercih edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, fundoplikasyon ile ilgili deneyimlerimizi sunmaktır. Hastalar ve Yöntem: Eylül 2013- Haziran 2015 tarihleri arasında fundoplikasyon yapılan 23 (6 erkek, 17 kız) hasta geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 6.3±5.1 yaş (5 ay-17 yaş) idi. Ortalama takip süresi 11.5±6 (1-22 ) aydı. 4 hastaya akalazya, 19 hastaya ise gastroözofageal reflü hastalığı nedeni ile fundoplikasyon yapıldı. Hastaların 16’sında ek patoloji ( 2 özofagus atrezisi, 12 nörolojik bozukluk, 3 hiatal herni) mevcuttu. Ortalama operasyon süresi 146.7±36.8 (75-190) dakikaydı. 7 (%30.4) hastada açık, 16 (%69.6) hastada laparoskopik cerrahi tercih edildi. Karbondioksit insuflasyonuna bağlı gelişen metabolik asidoz nedeni ile 1 hastada laparoskopiden açık cerrahiye geçildi. 18 hastaya Nissen fundoplikasyon, 1 hastaya Toupet fundoplikasyon ve 4 hastaya Heller myotomi ile birlikte Dor fundoplikasyon yapıldı. 1 hastada meydana gelen mukozal perforasyon laparoskopik olarak onarıldı. Nörolojik hastalığı olan 10 hastaya gastrostomi yapıldı. Ortalama hastanede kalış süresi 14.9±8.9 (6-34) gündü. Bir hastaya özofagus dilatasyonuna yanıtsız disfaji ve 1 hastaya da nüks hiatal herni nedeni ile redo antireflü cerrahi yapıldı. 2(%8.3) hastada gelişen disfaji postoperatif 3 ay içinde kendiliğinden düzeldi. Sonuç: Fundoplikasyon antireflü cerrahide tatmin edici sonuçlar sunmakta ve son yıllarda genellikle laparoskopik olarak yapılmaktadır. Fundoplikasyon tipinin seçimi, cerrahın tercihine ve eşlik eden özofageal hastalığa bağlıdır. *** Our fundoplication experiences in children SC Karakuş, V Akçaer, İR User, H Ceylan, BH Özokutan Faculty of Medicine, University of Gaziantep Introduction: Nissen fundoplication is the most commonly performed antireflux surgery. Toupet and Dor fundoplications are the alternative procedures for the patients with weak esophageal peristaltis documented preoperatively. The aim of this study is to present our experience with fundoplication. Patients and Method: A retrospective study from September 2013 to June 2015 was carried out in 23 children (6 male and 17 female) who underwent fundoplication. Results: The mean age of the patients was 6.3±5.1 years (range, 5 months-17 years). The mean follow-up was 11.5±6 (range, 1-22) months. Fundoplication is performed for achalasia in 4 patients and gastroesophageal reflux disease in rest of them. 16 of the patients had associated anomalies (2 esophageal atresia, 12 neurological impairment, 3 hiatal hernia). The mean operative time was 146.7±36.8 (range, 75-190) minutes. Fundoplication was performed open in 7 (30.4%) patients and laparoscopically in 16 (69.6%) patients with one conversion from laparoscopic to open fundoplication for metabolic acidosis due to carbon dioxide insufflation. Nissen fundoplication, Toupet fundoplication and Heller myotomy combined with Dor fundoplication were performed in 18, 1 and 4 patients, respectively. Mucosal perforation was occurred in 1 patient and repaired laparoscopically. Gastrostomy was performed in 10 patients with neurological impairment. Mean postoperative hospitalization period was 14.9±8.9 (range, 6-34) days. We recorded 2 redo procedures (8.3%), one for dysphagia refractory to esophageal dilatation and one for recurrent hiatal hernia. Transient dysphagia was occurred in 2 patients (8.3%), which resolved after an average period of 3 months. Conclusion: Antireflux procedures , especially laparoscopic types, yield satisfactory results. The choice of one procedure over others depends on the surgeon’s experience in performing it and the associated esophageal disorders. P - 61 Nekrotizan enterokolit sonrası cerrahi gerektiren bir komplikasyon: İntestinal striktür M Uğur, D Erdoğan, B Ardıçlı, İF Özgüner, ÇE Afşarlar, İ Karaman, A Karaman, HA Maden, E Yılmaz Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara Nekrotizan enterokolit sonrası cerrahi gerektiren bir komplikasyon: İntestinal striktür Amaç: Nekrotizan Enterokolit (NEK) yenidoğan döneminde barsakların kısmi veya tam iskemisi ile karakterli önemli bir gastrointestnal hastalıktır. Amacımız NEK sonrası intestinal striktür gelişen hastalarımızı değerlendirmek ve klinik profillerini ortaya koymaktır. Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2014-Mayıs 2015 tarihleri arasında NEK'e bağlı striktür tanısı alarak opere olan 7 olgunun kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Sonuçlar: 7 olgunun ortalama doğum yaşı 35,11 ±3,48 (31-40) hafta, 5 tanesi preterm, 2 tanesi term bebekti. Ortalama doğum kilosu 2321,66 ± 843,00 (1560-3800) gram, Erkek:Kız: 4:3, operasyon anında ortalama yaşları 47.6 gün, hastalığın başlagıcından cerrahi müdahale kadar geçen süre ortalama 45,14±14,90 (30-71)gün olarak hesaplandı. Tanı yöntemi 7 olgunun 6’sında kolon grafisi, 1’inde üst gastrointestinal sistem grafisiydi. Striktür bölgesi 5 hastada (%71.4) kolonda görülürken 2 hastada (%28.6) ileumdaydı. Olguların 1 tanesinde kapalı perforasyon mevcuttu, ve ileumda striktürü olan bu vakada ileostomi açılması tercih edilirken, diğer vakalarda rezeksiyon anastomoz uygulandı. Çıkarılan barsak segment uzunluğu ortalama 10 cm’ydi. Postoperatif nazogastrik sonda ile takip süresi ortalama 4,5±1,77 (2-7), beslenmeye geçiş süresi ise ortalama 6,77±3,03 (4-12)gündü. Postoperatif hastanede kalış süresi ortalama 23,55 ±25,62(5-71) gündü, ostomi açılan tek vakada 71 gün, rezeksiyon anastomoz yapılan diğer 6 vakada ortalama hastanede kalış süresi 8,3 gündü. Tartışma: NEK vakalarının çoğunda medikal tedavi yeterli olmaktadır, ancak aktif dönem sonrasında oral tolere edemeyen bebeklerde NEK striktürü her zaman akılda tutulması gereken bir geç komplikasyondur. *** A complication after necrotizing enterocolitis requiring surgical intervation: Intestinal stricture M Uğur, D Erdoğan, B Ardıçlı, İF Özgüner, ÇE Afşarlar, İ Karaman, A Karaman, HA Maden, E Yılmaz Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara A complication after necrotizing enterocolitis requiring surgical intervation: Intestinal stricture Introduction: Necrotizing enterocolitis(NEC) is an important gastrointestinal diseases in the newborn period characterized by the partial or total ischemia of the intestine. Our goal is to present patients with intestinal stricture after NEC and determine the clinical profile of our patients. Method: Medical charts were reviewed for the 7 cases that is operated with the diagnosis of NEC stricture in our institution (from January 2014 to May 2015) Results: Mean birth day of 7 cases 35.11 ±3.48 (31-40) week, 5 of cases preterm and 2 of cases was term infant. Mean birth weight was 2321.66 ± 843.00 gr(1560-3800) Male:Female :4:3, mean operation age of infants 47.6 day, The postoperative hospital stay was 23.55 ± 25.62 (5-71) days, The mean time to the surgery until the disease beginning was calculated as 45.1 4±14.90(30-71) days. In 6 of patients barium enema was used as diagnotic method whereas upper gastrointestinal system graphy in one of the patient. In 5 patients (71.4%) stricture was observed in the colon, and it was in ileum at 2 patients (28.6%). Perforasyon was determined 1 of the cases in which an intestinal stricture was existing, ileostomi was prefered as operation technique. In other cases resection –anastomosis was chosen. Mean length of the resection was 10 cm. Postoperative follow-up with a nasogastric tube was 4.5±1.77 (2-7) days, mean enteral feding time was 6.77±3.03 (4-12) days. The average hospital stay was 8.3 days. Discussion: Medical treatment is sufficeant in the majority of NEC cases, but stricture should be considered as the cause of intestinal malfunction and intolerence of feeding in any child who survives acute NEC. P - 62 Çocukluk çağı invajinasyon olgularında serum fizyolojik ile redüksiyon V Avci*, K Ağengin**, S Bilici**, M Melek** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: İnvajinasyon 3-24 ay arasındaki çocuklarda en sık intestinal obstrüksiyon nedenidir. Tedavide cerrahi ve noncerrahi (hidrostatik ve pnömotik redüksiyon) yöntemleri kullanılmaktadır. Bu çalışmada invajinasyon olgularında ultrason eşliğinde serum fizyolojik(SF) ile redüksiyon işleminin başarısı ve etkileyen faktörler irdelendi. Gereç ve yöntem: 2010 ve 2012 yılları arasında kliniğimize başvurmuş olan ve invajinasyon tanısı ile tedavi edilen 100 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Bu hastaların şikayet süresi, hastanede yatış süreleri, tedavi şekli, nüks eden hasta sayısı, ameliyata alınma nedenleri, hastaların cinsiyet ve yaşları arasındaki farklılıklar ortaya kondu. Ayrıca SF ile redüksiyonda başarıya kusma, kanlı gaita ve invajine olmuş segmentin çapı ve uzunluğu değerlendirildi. Bulgular: 100 olgunun 88’inde işlem başarılı idi (%88). Hastanın şikayet gün sayısı, invajine segmentin çapı ve uzunluğunun artması ile başarının azaldığı, işlem sayısının artması ile de başarının arttığı gözlendi. İşlemin başarısı ile nüks, kanlı gaita, kusma şikayeti, hastanın cinsiyeti, yaşı, vücut ağırlığı ve işlem için uygulanan SF miktarı arasındaki ilişki istatiksel olarak anlamsız bulundu. Sonuç: Çocuklarda invajinasyonun tedavisinde ultrason eşliğinde SF ile hidrostatik redüksiyon yöntemi basit, etkili, güvenilir, yüksek başarı oranına sahip bir yöntemdir. Erken saptanan olgularda invagine segmentin uzunluğu ve çapının az olması işlemin başarısını arttırmaktadır. *** Reductıon of ıntussusceptıon wıth saline at chıldhood V Avci*, K Ağengin**, S Bilici**, M Melek** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Yüzüncü Yıl University. Dursun Odabaş Medical Center. Departman of Pediatric Surgery. Introductıon: Intussusception is the most common cause of intestinal obstruction in children from 3 months to 24 months. Surgical and non-surgical (hydrostatic and pneumatic) methods are used at treatment. In this study; the succes of ultrasound-guided reduction of intussusception with SF (saline) and affecting factors were assesed. Materıal and method: A retrospective analysis was performed by reviewing 100 cases of intussusception, diagnosed and treated between 2010 and 2012 in our clinic. Period of complaint, hospitality period, treated modality, number of reccurances, cause reason to surgical treatment, sex and ages were assesed in this study. Vomitting, bloody stool, lengthwidth of intussuscept segment were also studied. Results: 88 patients of 100 were treated succesfully (88%). It was obtained that; by the increasing numbers of complaint days, length-width of intussuscept segment and the number of treatment; the succes of procedure is decreasing. The succes of procedure; statistically were not correlated with reccurance, vomitting, hematochesia, sex, age, weight and amount of SF that used. Conclusıon: Ultrasound-guided reduction of intussusception with SF is an easy, safe, effective and succesful method for the treatment at childhood. Succes of procedure increases at early diagnosed cases by the meaning of small length-width of intussucept segment. P - 63 NİSSEN FUNDOPLİKASYONU UYGULANAN 64 OLGUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ SA Bostancı, G Demirtaş, R Demir, MN Azılı, A Şenaylı, F Akbıyık, Z Livanelioğlu, E Şenel, HT Tiryaki Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği Nissen fundoplikasyonu antireflü ameliyatları içerisinde en sık uygulanan girişimdir. Son yıllarda laparoskopik nissen operasyonu gastroözofagial reflüsü olan çocuklarda ilk tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Antireflü prosedürlerinin en bilineni olmasına karşın özellikle nörolojik problemi olan çocuklarda komplikasyon oranları oldukça fazladır. Kliniğimizde 2009-2014 yılları arasında Gastroözofagial reflü nedeni ile laparoskopik ve açık nissen fundoplikasyonu yapılan olgularımız sunularak komplikasyonları karşılaştırılması amaçlandı. Yöntem ve Gereç 2009-2014 yılları arasında gastroözofagial reflü nedeniyle nissen operasyonu yapılan 64 olgu hastane kayıtlarından geriye doğru değerlendirmeye alındı. Olguların yaşı, cinsiyeti, gastroözofagial reflüye eşlik eden hastalıkları, ameliyat sonrası komplikasyonlar ve sonuçları kayıt altına alındı. Bulgular Yaşları 5 gün ile 18 yaş arasında (ortalama 7,06+5,16) değişen 29 kız 35 erkek hasta değerlendirmeye alındı. Olguların 26'sında nörolojik problem yok iken 38 olguda nörolojik problem eşlik ediyor idi. 14 olgu laparoskopik opere edilirken 50 olgu açık opere edildi. 40 olguda nissen ile beraber gastrostomi uygulaması da hastalara yapıldı. Postoperatif dönemde 24 hastada herhangi bir komplikasyon görülmez iken 40 hastada komplikasyon izlendi. Tartışma Gastroözofagial reflü nedeni ile yapılan nissen operasyonları özellikle nörolojik problemi olan çocuklarda yüksek morbidite ve mortaliteye sahiptir. Operasyonun açık yada laparoskopik yapılması morbiditeyi etkilemez iken cerrahi girişimin daha kolay olması ve ameliyat sonrası bakımın kolaylaşması laparoskopik girişimlerde gözlenir. Bu tür hastalarda ameliyat öncesi akciğer sorunlarının en az düzeye indirildikten sonra opere edilmeleri morbiditeyi etkileyecek en önemli faktördür. *** THE EVALUATİON OF 64 CASES WHİCH ARE APPLİED NİSSEN FUNDOPLICATION SA Bostancı, G Demirtaş, R Demir, MN Azılı, A Şenaylı, F Akbıyık, Z Livanelioğlu, E Şenel, HT Tiryaki Ankara Child Health and Diseases, Hematology Oncology Training and Research Hospital Department of Pediatric Surgery Nissen fundoplication is the most frequently used procedures in anti-reflux operations. In recent years, Laparoscopic Nissen operations is the first choice for children who have gastroesophageal reflux. Complication rates is very high in children with neurological problems although it is the best known procedure of anti-reflux operation. Patients who have been operated by the laparoscopic and open Nissen fundoplication for gastroesophageal reflux from 2009 to 2014, it has been aimed compared the complications. Materials and Methods Between the 2009-2014 hospital records of 64 Patients who underwent Nissen operation because of gastroesophageal reflux were included backward evaluation. Patient's age, gender, concomitant gastroesophageal reflux disease, postoperative complications and results were recorded. Results The ages between from 5 days to 18 age (mean 7.06 + 5.16) 29 girl and 35 boy were evaluated. 38 cases was accompanied by neurological problems while there is no neurological problems in 26 cases. 14 cases were operated laparoscopically while 50 cases operated open. 40 cases were operated gastrostomy in conjunction with Nissen. In 24 cases were not observed any complications in the postoperative period, 40 patients were observed complication. Debate Children who has been operated nissen for GER with neurological problems especially has a high morbidity and mortality. While operation will not affect the morbidity whether open or laparoscopic, surgical intervention and post-operative care will be easier with the laparoscopic procedures. The most important factor that effects the morbidity that plumonary problems should be minimized before the operation in such patients to decrease the morbidity. P - 64 İntraabdominal Abse ile Birlikte Saptanan Appendiks Karsinoid Tümör Olgusu M Sağnak Akıllı, T Acer, LH Güney, EE Arslan, E Fakıoğlu, A Hiçsönmez Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Primer appendiks tümörü, appendektomi yapılan hastaların %3’ünden azında, karsinoid tümör ise %0,3-0,9’unda saptanır. Appendiks karsinoid tümörü çocuklarda çok daha nadir görülür(%0,08). Olgu: On üç yaşında kız, 5 gündür olan, 2 gündür sağ alt kadranda yoğunlaşan karın ağrısı ile başvurdu. Fizik muayenede, 38°C ateş, batın sağ alt kadranda hassasiyet mevcuttu. Ultrasonografide normal kanlanan sağ overde; 63x48mm, heterojen, kalın duvarlı, yoğun içerikli komplike kiste ait görünüm izlendi, hemorajik olduğu düşünüldü. Kist komşuluğunda izlenen 12 mm çaplı tübüler yapının, periçekal bölgeye uzanımı nedeni ile appendiks olduğu düşünüldü”. Lökosit:18400/µL , serum CRP:67,44 mg/L olup, β-hcg ve AFP normaldi. Ameliyatta, batın sağ posterior duvarda, üzeri periton ile kaplı, düzgün sınırlı adneksiyal apse görüldü. Apsenin sağ over süperolateralinde, tuba uterina posteriorunda, tuba ve overle konglomere olduğu görüldü. Douglas poşuna uzanan appendiks, apseden ayrı, kalın, ödemliydi , perforasyon izlenmedi. Appendektomi yapılarak, apse lojuna dren konuldu. Histopatolojik incelemede “0,7cm’lik, mukozadan başlayıp submukoza ve muskülaris propriyaya infiltre iyi diferansiye nöroendokrin tümör (karsinoid tümör)” saptandı. Tartışma: Appendiksin karsinoid tümörlerinin %80’i 1 cm’den küçük (metastaz riski %0-2), %15’i 1-2 cm arasında, %5’i 2 cm’den büyüktür (metastaz riski %20-80). Appendektomi 1 cm’den küçüklerde yeterliyken, 2 cm’den büyüklerde sağ hemikolektomi önerilmektedir. 12cm arası tartışmalıdır. Mitotik indeks, onluk büyütmede genellikle 1’in altındadır, 2-3’te prognoz kötüdür. Ki-67 yayılımı %2’nin altındaysa prognoz iyidir. Olgumuzda mitotik indeks 1/10, Ki-67 yayılımı %2’dir. Olgumuzda tümör 1 cm’den küçük olduğundan, Pediatrik Onkoloji görüşüyle ek cerrahiye gerek duyulmamış, takip kararlaştırılmıştır. Appendiks karsinoid tümörüyle, perforasyon olmaksızın apse daha önce rapor edilmemiştir. Appendiksin önceden perfore olup iyileşmiş olması, bakteriyel translokasyon veya daha düşük olasılıkla ovarian apse olma ihtimalleri düşünülse de, apse etiyolojisi saptanamamıştır. Appendektomi yapılan hastalarda histopatolojik inceleme sonucu mutlaka takip edilmelidir. Karsinoid tümör görülmesi durumunda olası ek cerrahi gerekliliği gözetilmeli, hasta mutlaka takibe alınmalıdır. *** Carcinoid Tumor of Appendix Accompanied by Intraabdominal Abscess M Sağnak Akıllı, T Acer, LH Güney, EE Arslan, E Fakıoğlu, A Hiçsönmez Baskent University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Introduction:Primary appendix tumors are detected in less than 3% of appendectomy specimens,and carcinoid tumor is detected in 0.3–0.9%.Carcinoid tumor of appendix is less frequent in children (0.08%).Case:A 13-year-old girl admitted with five-day-long abdominal pain,mainly at right lower quadrant for two days.She had fever(38°C),right lower quadrant tenderness.Ultrasonography reported “a heterogenous,thick-walled,complicated,right ovarian cyst of 63x48mm,suggesting hemorrhagic origin,next to tubular structure of 12mm diameter,thought to be appendix as it was extending to pericecal area”.Ovarian blood flow was normal.White blood cell count was 18400/µL,CRP level was 67.44 mg/L,β-hcg and AFP levels were normal.Laparotomy revealed a right adnexal abscess next to posterior abdominal wall,with regular margins,covered by peritoneum.The abscess was superolateral to right ovary and posterior to tuba uterina,conglomerated with ovary and tuba.The appendix was thick,edematous,separate from the abscess,extending to Douglas pouch without gross perforation.Following appendectomy,a drainage catheter was placed to the abscess pouch.Histopathological examination revealed;“a 0.7-cm-sized,well differentiated neuroendocrine tumor(carcinoid tumor),extending from mucosa,through submucosa,infiltrating muscularis propria”.Discussion:Eighty percent of the appendiceal carcinoid tumors are smaller than 1cm(metastasis risk: 0-2%),15% are 1-2cm in size and 5% are larger than 2cm(risk of metastasis:20-80%).While appendectomy is sufficient for tumors smaller than 1cm,right hemicolectomy is recommended if the tumor is larger than 2cm.There is still a debate for tumors of 1-2cm size. Mitotic index is generally under 1 on 10-times magnification,2-3 means bad prognosis.If Ki-67 invasion is less than 2%,prognosis is good.At our case,mitotic index was less than 1/10,Ki-67 invasion was 2%.As the tumor was smaller than 1cm,no further operation was needed after consulting the Peditric Oncologist.Appendiceal carcinoid tumor together with intra-abdominal abscess without perforated appendicitis was not reported before.The abscess might possibly originate from once perforated and healed appendicitis,bacterial translocation or ovarian abscess.Histopathological examination results of the appendectomy specimens should be followed.If carcinoid tumor is detected,need for an additional surgery should be considered,the follow-up should be more strict. P - 65 Akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen çocuklarda apendiksin histopatolojik bulguları M Abeş*, İ Erdoğan**, HÖ Apaydın*, N Aksoy***, B Aydın Türk****, B Pehlivanoğlu****, HM İnan**** *Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Adıyaman **Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Adıyaman ***Sağlık Bakanlığı Adıyaman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği, Adıyaman ****Sağlık Bakanlığı Adıyaman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü, Adıyaman Amaç: Akut apandisit çocuklarda en sık yapılan ameliyat nedenlerinden biri olmasına karşın, seyri olgular arasında büyük bir farklılık göstermektedir. Bu çalışmada akut apandisit tanısıyla apendektomi yaptığımız olguların demografik ve histopatolojik bulgularını gözden geçirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Ocak 2012- Haziran 2015 yılları arasında akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen olguların appendiksleri histopatolojik olarak değerlendirildi. Bulgular: 214 olgu çalışmaya alındı. Yaşları 1-15 yaş (ortalama 10,27 yıl) arasında değişiyordu. 146 (%68,22) olgu erkek, 68 (%31,77) olgu kız çocuğuydu. Apandisit, 111 (%51,86) olguda komplike değildi, 74 (%34,57) olguda komplikeydi. Apendiks 29 (%13,55) olguda normal bulundu. Enflamasyon 115 (%62,5) olguda apendiksin her tarafında, 33 (%17,93) olguda ucu ve gövdesinde, 21 (%11,41) olguda ucunda, 10 (%5,43) olguda gövdesinde, 3 (% 1,63) olguda gövde ve kökünde, 2 (% 1,08) olguda kökündeydi. 74 komplike apandisitin 50 sinde perforasyon vardı. Perforasyon, 30 (%60) olguda uçta, 12 (%24) olguda gövdede, 7 (%14) olguda uç ve gövdede, 1 (%2) olguda kökteydi. Apendiks lümen açıklığı 212 olguda değerlendirildi. 131 (%61,79) olguda kapalı, 81 (%38) olguda açıktı. Apendiks lümeni açık 45 (% 55,55) olgu komplike olmayan apandisitti, 18 (% 22,22) olgu komplike apandisitti (11 de perforasyon vardı), 18 (%22,22) olguda normaldi. Apendiks lümeni kapalı, 65 (% 49,61) olguda komplike olmayan apandisit, 55 (% 41,98) olguda komplike apandisit, 11 (%8,39) olguda lenfoid hiperplazi vardı. Lümen tıkanıklığının nedeni 131 olgunun 122 de tespit edildi. 52 (% 42,62) olguda fekalite, 57 (%46,72) olguda süpürasyona , 11 (%9,01) olguda lenfoid hiperplaziye , 2 (% 1,63) olguda parazite bağlıydı. Tüm olguların 83 (% 38,78) de lenfoid hiperplazi vardı. 1 olguda lüminal obtrüksiyon olmadan uçta, karsinoid tümör tespit edildi. Sonuç: Lüminal obstrüksiyon apandisitin önemli sebeplerinden olmasına karşın, obstrüksiyon olmadan komplike apandisit gelişebildiği gibi, bazen lüminal obstrüksiyon olduğu halde apandisit gelişmemektedir. Mevcut bulgular akut apandisit olgularının gerek neden ve gerekse seyrinin geniş bir farklılığa sahip olduğunu göstermektedir. *** The histopathological findings of appendix in children operated for acute appendicitis M Abeş*, İ Erdoğan**, HÖ Apaydın*, N Aksoy***, B Aydın Türk****, B Pehlivanoğlu****, HM İnan**** *Adıyaman University Faculty of Medicine, Departments of Pediatric Surgery, Adıyaman **Adıyaman University Faculty of Medicine, Department Pathology, Adıyaman ***Ministry of Health Adıyaman University Research and Training Hospital, Department of Pediatric Surgery, Adıyaman ****Ministry of Health Adıyaman University Research and Training Hospital, Department of Pathology, Adıyaman Aim: Although acute appendicitis is the one of the most common cause of surgery in children, the progressions shows a wide variations among the patients. In this study, we aimed to reviewed the demographic and histopathological findings of patients with appendicitis who underwent surgery . Materials and Methods: The appendixes of the patients who underwent appendectomy for acute appendicitis between January 2012- June 2015 were evaluated histopathologically. Results: 214 patients were enrolled. The ages of the patients ranged between 1-15 years (mean 10,27 years). 146 (68.22%) patients were boys and 68 (31.77%) were girls. Appendicitis was not complicated in the 111(51,86%) patients and was complicated in the 74 (34,57%). The appendixes were normal in 29 (13.55%) patients. Inflamation of appendixes were widespread in 115 (62,5%) patients, at the tip and corpus in 33 (7,93%) patients , at the tip in 21 (11,41%) patients , in the corpus in 10 (5,43%) patients , in the corpus and radix in 3 (1,63%) patients, at the radix in 2 (1,08%) patients. There were perforations in the 50 of the 74 complicated appendicitis. Perforations were localized at the tip in 30 (60%) appendixes , in the corpus in 12 (24%) appendixes , at the tip and corpus in 7(14%) appendixes and, at the radix in 1 (2 %) appendix. Appendixes lumen opening were evaluated in 212 patients. The lumens were closed in 131 (61,79%) and open in 81 (38%). The 44 (55,55%) patients whose the lumen of appendices were open had noncomplicated appendicitis, 18 (22,22%) had complicated appendicitis( 11 of the patients had perforation), 18 (22,22%) of the patients were normal. The 65 (% 49,61) patients whose the lumen of the appendices were close had noncomplicated appendicitis, 55 (% 41,98) had complicated appendicitis, 11 (%8,39) had lenfoid hyperplasia. The causes of the luminal obstruction were dedected in 122 patients of 131. The causes of obstruction were fecaloid in 52 (42,62%) patients, suppurations in 57 (46,72%) patients, lenfoid hyperplasia in 11 (%9,01) patients and, parasite in 2 (% 1,63) patients. There were lenfoid hyperplasia in 83(38,78%) of the all patients. One patient had carcinoid tumor at the tip of appendix without obstruction. Conclusion: Although the luminal obstruction is the important cause of acute appendicitis, complicated appendicitis can develop without luminal obstruction. Sometimes despite of the luminal obstruction, acute appendicitis cannot occur. Our findings demonstrate that the causes and progressions of acute appendicitis shows a wide variations. P - 66 Transanal Endorektal Pull-Through Sonrası Gelişen Enterokolitin ve Perianal Dermatitin Önlenmesinde Rektal İrrigasyonun Önemi R Özcan*, O Uzunlu*, Ş Emre*, Ç Tütüncü**, E Erdoğan*, G Topuzlu Tekant* *İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Anesteziyoloji AD Amaç : Hirschsprung hastalığında transanal endorektal pull-through (TERP) yapılan olgularda ameliyat sonrası dönemde görülebilen enterokolit ataklarını ve perianal dermatiti önlemede rektal irrigasyonun önemi. Olgular ve Yöntem : Kliniğimizde 2001-2015 yılları arasında Hirschsprung hastalığı nedeni ile TERP ameliyatı sonrası enterokolit atağı geçiren ve perianal dermatit görülen olgular yaş, cinsiyet, uygulanan cerrahi yöntem, enterokolit sıklığı, dermatit gelişimi ve mücadele yöntemleri değerlendirildi. Bulgular : TERP yapılan 75 olgunun 26’sında(%34,6) ameliyat sonrası dönemde enterokolit atakları görülü. 18 olguda (%24) perianal dermatit gelişti. Olguların tanı yaşı 4 gün-9 yaş , erkek/kız oranı 64/11 idi. Ameliyat öncesi 21 hasta enterokolit atağı , 24’ü kronik konstipasyon bulguları ve 30’u ise yenidoğan dönemi intestinal obstrüksiyon bulguları ile başvurdu. Lavman opak grafilerinde 65 olguda geçiş bölgesi görüldü, 10’unda ise geçiş bölgesi gösterilemedi. Hastaların tümüne kesin tanı işlem öncesi uygulanan rektal biyopsi ile konuldu. Operasyon yaşları 32 gün-9 yaş idi. Olguların 16’sına TERP öncesi dönemde, 3 olguya TERP esnasında koruyucu stoma açıldı.56 ‘sına ise kolostomisiz TERP prosedürü uygulandı. İki olguya laparoskopi destekli TERP, 5 hastaya ise laparatomi ile birlikte TERP uygulandı.Ortalama hastanede yatış süresi 7 gün olarak saptandı. Tüm hastalara rektal buji uygulaması ve rektal irrigasyona ameliyat sonrası 1.haftada başlandı. Takiplerinde 20 olguda 1 kere, 6 olguda 2 veya daha fazla enterokolit atağı görüldü. Perianal dermatit 18 olguda görüldü. Perianal dermatit gelişen olgular rektal irrigasyon ve lokal bakım ile tedavi edilerek kısa sürede yanıt alındı. Tedaviye dirençli perianal dermatit hiçbir olguda görülmedi. Rektal irrigasyon yapılma süresi 6 ay-2 yıl idi. Olguların hiçbirinde mortalite saptanmadı. Hastaların ortalama izlem süresi 2.5 yıl ( 2 ay-10 yıl ) idi. Sonuç : Hirschsprung hastalığında Perianal dermatit ameliyat sonrası dönemde sık ve az miktarda kaka yapmaya bağlı olarak gelişebilmektedir. Rutin rektal irrigasyon enterokolit sıklığını, perianal dermatit gelişimini, mortalite ve morbiditeyi önlemede etkili bir uygulamadır. *** To emphasize the importance of rectal irrigation in preventing the enterocolitis episodes and perianal dermatitis in patients who underwent TERP for HD R Özcan*, O Uzunlu*, Ş Emre*, Ç Tütüncü**, E Erdoğan*, G Topuzlu Tekant* *Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pediatric Surgery **Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Anesthesiology Aim : To emphasize the importance of rectal irrigation in preventing the enterocolitis episodes and perianal dermatitis in patients who underwent TERP for HD Methods and materials : Patients in our clinic who underwent TERP for HD and had enterocolitis episodes between 2001 and 2015 are evaluated according to their ages, sex, surgery performed, incidence of enterocolitis ,perianal dermatitis and management follow up results Results : 26(%34) of 75 patients who underwent TERP had enterocolitis episodes post op period. 18 cases (24%) developed perianal dermatitis.The diagnosis ages of patients ranged from 4 days- 9 years , male to female ratio is 64/11. 21 patients applied due to enterocolitis , 24 patients applied due to chronic constipation and 30 patient applied due to intestinal obstruction findings at newborn period Definitive diagnosis is made by rectal biopsy before the surgery.16 patients had colostomy before TERP, 56 patients had single stage TERP and 3 patient had protective colostomy during TERP. 2 patients had laparoscopy assisted TERP and 2 patients had TERP with laparatomy Range of operative age 32 days to 9 years. Average patient time is 7 days. Rectal dilators and rectal irrigation is performed 7 days after surgery to all patients. One enterocolitis episode in 20 patients, 2 or more ataks in 6 patients detected follow ups. Perianal dermatitis was observed in 18 cases. Perianal dermatitis patients were treated with a response as soon as rectal irrigation and local care. Perianal dermatitis treatment-resistant patients was not observed. Mortality is not detected in any patients. The average follow up time is 2 months to 10 years Conclusion : In Hirschsprung's disease post-operative perianal dermatitis may occur frequently and small amounts defecation.Enterocolitis is detected after definitive surgery in HD routine rectal irrigation is highly effective in preventing the frequency of enterocolitis, mortality and morbidity P - 67 BİR ÇOCUK HASTADA CHİLAİDİTİ SENDROMU: OLGU SUNUMU S Demir Bartın Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Özet: Chilaiditi sendromu tekrarlayan karın ağrısı, respiratuvar distress, kabızlık ve kusma ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. Genelde asemptomatik olarak görülür ve tesadüfen çekilen karın veya göğüs grafilerinde teşhis konur. Grafilerde karaciğer sağ lobu ile diyafram arasına kolon veya ince barsak segmentinin interpoze olduğu görülür. Asemptomatik olgularda tedaviye gerek yoktur. Semptomatik hastalarda ise ilk tedavi konservatiftir. Obstrüksiyon, kolonik volvulus veya perforasyon saptanan hastalarda ise cerrahi tedavi yapılmalıdır. Özellikle çocuk hastalarda nadir görülen bir sendrom olması nedeniyle kronik karın ağrısı, kusma ve karında şişlik ve öksürük şikayeti ile getirilen ve Chilaiditi sendromu tanısı koyduğumuz 8 yaşında kız hastayı sunmayı amaçladık. Anahtar kelimeler: Chilaiditi sendromu, çocuklar, karın ağrısı, kolopeksi. *** CHILAIDITI SYNDROME IN A CHILD PATIENT: A CASE REPORT S Demir Bartın State Hospiital, Clinic of Pediatric Surgery. Abstract: Chilaiditi syndrome is a rare disease that characterized by recurrent abdominal pain, respiratory distress, constipation, and vomiting. Usually ıt is seen asymptomatic, and anomaly is diagnosed incidentally on chest or abdominal radiographs. In the radiographs, interposed segment of colon or small bowel is seen between the right lobe of the liver and the diaphragm. No treatment is required for an asymptomatic patient. In symptomatic patients, the initial treatment is conservative. Surgical treatment should be done in patients with obstruction, colonic volvulus or perforation. Because it is a rare syndrome in pediatric patients, we aimed to present an 8 year old female patient who has chronic abdominal pain, vomiting, and cough and we put the diagnosis of the Chilaiditi syndrome. Key words: Chilaiditi syndrome, children, abdominal pain, colopexy. P - 68 Özofagus Onarımı Sonrası Oral Alıma Erken ve Geç Başlanan Özofagus Atrezili Çocuklarda Büyümenin ve Beslenme Sorunlarının Karşılaştırılması F Ilgaz*, T Soyer**, N Demir**, H Gökmen Özel* *Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü **Hacettepe Üniversitesi Yutma Bozuklukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Amaç: Özofagus atrezisi (ÖA) onarımı sonrası oral alıma erken başlanan (<1 ay) ve oral alımı geciken (1 ay £) çocuklarda büyümenin ve beslenme sorunlarının karşılaştırılması amacıyla kesitsel bir çalışma planlanmıştır. Yöntem: ÖA nedeniyle opere edilmiş hastaların ailelerine Ağustos 14’-Haziran 15’ arasında beslenme durumları ve sorunlarına yönelik toplam 79 sorudan oluşan on-line anket uygulanmış; yanıtlanan toplam 45 anketten tümüne yanıt alınan 36 anketin verileri değerlendirilmiştir. Hastalar oral alıma erken ve geç başlanan olmak üzere iki gruba ayrılarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: Medyan yaşı 25.5 ay (1-130 ay) olan 36 çocuk (%44.4 erkek) araştırmaya dâhil edilmiştir. Çocukların %47.2’sinde izole-atrezi, %52.8’inde atrezi ile trakeözofageal fistül (TÖF) mevcuttur. Hastaların %69.4’üne doğum sonrası medyan 2. günde (1-26 gün) primer onarım yapıldığı ve medyan 20. günde (7-150 gün) oral alıma başlandığı saptanmıştır. Çocukların %30.6’sına ise medyan 8. ayda (2.5 – 18 ay) özofagus onarımı yapıldığı ve oral alıma medyan 11. ayda (3-30 ay) başlandığı tespit edilmiştir. Oral alıma geç başlanan (n:17; %47.2) çocuklarda doğum ağırlığı ile yaşa göre ağırlık ve boy z-skorlarının erken başlanan (n:19; %52.8) ÖA’li çocuklardan anlamlı olarak daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0.05). Süte dayalı beslenme döneminde öğün süresinde uzama, besin reddi, öksürme ve kusma sıklığının oral alıma geç başlanan çocuklarda, erken başlanan çocuklara göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Pütürlü ve katı ek gıdalara başlama yaşı, beslenme sorunlarının düzelme yaşı, öğün süresi, katı besinlerde beslenme güçlüğü, yutma ve çiğneme güçlüğü ile darlık ve reflü gelişimi sıklığı oral alıma geç başlanan çocuklarda erken başlanan çocuklara göre daha yüksek; toplam emzirme süresi ise daha düşük olmasına rağmen aradaki farkın anlamlı olmadığı saptanmıştır. Sonuç: ÖA’li çocuklarda primer onarım ve oral alıma başlama yaşı büyüme üzerinde etkili olabilmekte ve özellikle süt çocukluğu ve erken çocukluk döneminde beslenme sorunlarının daha sık görülmesine yol açabilmektedir. *** Comparison of Growth and Feeding Problems in Children with Esophageal Atresia with Early or Delayed Oral Feeding After Repair of Esophagus F Ilgaz*, T Soyer**, N Demir**, H Gökmen Özel* *Hacettepe University Faculty of Health Sciences Department of Nutrition and Dietetics **Hacettepe University Swallowing Disorders Research and Application Center Objective: This cross-sectional study was planned to compare growth and feeding problems in children with EA with early (< 1 month) or delayed (1 month £) oral feeding after repair of esophagus. Methods: Data was obtained from families of patients operated for EA, by an online survey with a total of 79 questions. From 45 survey responses, only 36 questionnaires which were completely answered were evaluated. Patients were divided into two groups as early or delayed oral feeding. Results: 36 children (44.4% boys) with a median age of 25.5 months (1-130 months) were included. Isolated-atresia was present in 47.2% while 52.8% had tracheaoesophageal fistula (TEF) with atresia. We found that primary repair was performed in 2 days (median; range 126 days) and oral feeding was started in 20 days (median; range 7-150 days) in 69.4% of patients. Esophageal repair and oral feeding were found to be delayed in 30.6% of children (median 8 months [range 2.5 – 18] and 11 months [range 3-30], respectively). Mean birth weight, weight-for-age and height-for-age z-scores were significantly lower in children whose oral feeding was delayed (n:17; 47.2%). Longer meal times, food-refusal, choking and vomiting at meals were significantly more common in children with delayed oral feeding in milk-based feeding period. The age at onset of lumpy and solid complementary foods as well as the age at which feeding problems were resolved, meal times, frequency of problems with solid foods, swallowing-chewing problems and development of strictures and reflux were found to be higher while total breastfeeding time was lower in delayed oral feeding group, however the difference was not statistically significant. Conclusion: The age at primary repair and the age at onset of oral feeding may effect growth and lead to more frequent feeding problems particularly in infancy and early childhood in children with EA. P - 69 Güvenli cerrahi hayat kurtarır F Mehmetoğlu Dörtçelik Çocuk Hastanesi Amaç: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cerrahi Güvenlik Kontrol listesi, ekip iletişimini artırarak cerrahi işlemlerden kaynaklanan hata ve komplikasyon sayısını azaltmak için tasarlanmıştır. Bu listenin kullanımı tüm Dünya'da gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bazı ülke ve hastanelerin kendi yerel uyarlamaları mevcuttur. Bu çalışmanın amacı bizim hastane uyarlamamızı sunmaktır. Türkiye Sağlık Bakanlığı(TSB), DSÖ' nün listesine 1 sütun daha eklemiştir. Bu kontrol listesi 4 sütundan oluşmaktadır: Klinikten ayrılmadan önce, anestezi verilmeden önce, ameliyat kesisinden önce ve ameliyattan çıkmadan önce. Hastanemizde ise DSÖ-TSB listesine ek olarak şematik bir bilgilendirme ve onay formu tasarlanmıştır. Yöntem: Formun üst kısmında vücut ön ve arka şekilleri gösterilmektedir. Alt kısmında hastanın kimlik bilgileri, hasta sahibi ve ekibin isimleri ve onay kutucukları yer almaktadır. Yapılacak işlem ve ameliyat tarafı vücut şekilleri üzerinde aileye gösterilerek sözlü ve yazılı onam alınmaktadır. Başvuru anında hasta sahibi ve cerrah, klinikte sorumlu hemşiresi, ameliyathanede anestezi uzmanı; çocuğun kimliğini, aynı şekil üzerinde ameliyat bölge ve/veya tarafını, işlemi ve onamı kontrol ederek doğrular ve imzalar. Operasyon bölgesi ve/veya tarafı sözel ve yazılı onam esnasında aileye şekil üzerinde çizilerek gösterilir. Sonuç: Bu form Kasım 2009 ve Temmuz 2015 tarihleri arasında tüm cerrahlar tarafından genel anestezi ile opere edilen yaklaşık 45000 hastanın (major-minor cerrahi) ameliyatlarında kullanılmıştır. Bu zaman aralığında tüm ameliyatlar yazar tarafından tasarlanan bu form üzerinde kontrol edilerek doğrulanmıştır. Tartışma: Cerrahi güvenlik listesine ek olarak bu şematik figürler ve onay kutularının kullanımı emin, basit ve hızlıdır. Özellikle ekip iletişimi için yararlıdır. Aile bilgi ve onamı kolay anlaşılabilirdir. Aile ve takım memnuniyeti yüksek düzeyde olmuştur. *** Safe surgery saves lives F Mehmetoğlu Dörtçelik Children's Hospital Aim: The World Health Organization Surgical Safety Checklist is designed to reduce the number of errors and complications resulting from surgical procedures by improving team communication. Using this checklist is becoming more common all of the World. Some countries and hospitals have their own local adaptations. The aim of the present study was to introduce our adaptation. Turkey's Health Ministry has added one more column to the list. This checklist has 4 columns: Before leaving the clinic, sign in, time out and sign out. In our hospital a schematic information and consent checklist is designed in additional to the WHOMinistry of Health of Turkey checklist. Methods: Front and back figures of the body are shown on the upper part of the form; the identity of the patient, patient's guardian and team have their own box to check and sign in the lower part of the form. During the admission, patient's guardian and surgeon, nurse in charge in the clinic, anesthesiologist in the operation room check and verify child's identity, site or/and side of the body, procedure and consent on the same schematic body diagram and sign their own box. The operation site and/or side are shown to family by drawing on the diagram during the verbal and written consent. Results: From November 2009 to July 2015, the form was used by all surgeons who operated approximately 45000 patients (major-minor surgery) under general anesthesia. During this period of time, all operations were correctly verified by the family and team member on the form which is designed by the author. Conclusions: Using this schematic body figures and consent boxes in addition to the safety checklist is safe, simple and quick. Especially it is useful for team communication. Easy to understand parent information and consent. Family and team have a high level of satisfaction. P - 70 İntrauterin over torsiyonlarında tanı özellikleri ve tedavi sonuçları B Toker, Z Dökümcü, E Divarcı, O Ergün, G Özok, A Çelik Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: İntrauterin over torsiyonları (İUOT) pediarik yaş grubunda nadirdir ve ayırıcı tanıda başka patolojilerle karışabilir. Bu çalışmanın amacı, intrauterin over torsiyonu tanılı olguların prenatal özelliklerini ve postnatal sonuçlarını değerlendirmektir. Hastalar ve yöntem: Kliniğimizde 2000-2015 yılları arasında İUOT tanısı almış 19 olgunun prenatal özellikleri ve postnatal fizik muayene, görüntüleme ve operasyon bulguları değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya İUOT tanısı almış 19 olgu dahil edildi. Olguların 17’sinde (%89,5) antenatal tanı mevcuttu. Olguların tamamı miad doğumdu (ortalama doğum ağırlığı:2900 gr) ve ortalama anne yaşı 25 idi. Hiçbirinde prenatal öyküde özellik ve ek anomali saptanmadı. Fizik muayenede 10 olguda batında hareketli ele gelen kitle saptandı. Postnatal ultrasonda saptanan intraabdominal kistik kitle başvuru öncesi 9 hastada intestinal duplikasyon kisti, basit böbrek kisti, basit adneksiyel kist ve ektopik böbrek olarak rapor edilmiş, 6 olguya ek görüntüleme (bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme) tetkiki uygulanmıştı. Üç olgu dev kistik kitle nedeniyle acil olarak açık cerrahi ile, geri kalan 16’sı ise elektif laparoskopik ooferektomi ile tedavi edildi. Eksplorasyonda 12 olguda sağ, 7 olguda sol over torsiyonu saptandı. Dokuz olguda torsiyone overin oto-ampute olduğu izlendi. Histopatolojik incelemede overlerin tamamında nekroz ve distrofik kalsifikasyon, 2 olguda tümöral kitle (seröz kistadenom 1, gonadoblastom 1) saptandı. Ortama izlem süresi olan 3 ay içersinde komplikasyon gözlenmedi. Sonuç: İUOT nadir görülse de büyük çoğunluğuna antenatal dönemde tanı konmaktadır. Akla gelmediği takdirde ayırıcı tanıda yanlış tanı konması muhtemeldir. Yeni doğan kız bebeklerde intraabdominal hareketli kistik kitlelerde öncelikle düşünülmesi gereksiz tetkiklerin önüne geçebilir. Düşük de olsa eşlik eden tümöral kitle riski mevcuttur ve minimal invazif yöntemlerle güvenli ve etkili biçimde tedavi edilebilir. *** Diagnostic characteristics and treatment results of intrauterine ovarian torsions B Toker, Z Dökümcü, E Divarcı, O Ergün, G Özok, A Çelik Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery Background: Intrauterine ovarian torsions (IUOT) are rare in pediatric population and may mimic other pathologies. In this study, evaluation of prenatal characteristics and postnatal results of IOT is aimed. Patients and methods: Hospital records of patients with diagnosis of IUOT (n=19) between 2004-2015 were reviewed and prenatal characteristics, postnatal examination, imaging, operative and histopathological findings are evaluated. Results: Nineteen patients were enrolled in the study. Majority of the patients (89.5%) were prenatally detected. All were term babies with a mean birth weight of 2900 grams. Mean maternal age was 25 years. Prenatal history was event-free in all and none had additional anomalies. Physical examination revealed mobile intraabdominal cystic lesion in 10 patients. IUOT mimicked intestinal duplication cyst, simple renal cyst, simple ovarian cyst and ectopic kidney in 9 patients and 6 patients had been evaluated by CT scan and MRI before admission. Urgent laparotomy was necessary due to giant cystic masses in 3 patients whereas remaining 16 were treated by laparoscopic oopherectomy electively. On exploration, right ovary was involved in 12 of 19 patients. Ovaries were auto-amputated in 9 patients. Hystopathological examination revealed necrosis and dystrophic calcification in all specimens. There was tumoral involvement in 2 patient (Serous cystadenoma and gonadoblastoma). No complication occurred in early follow-up period (mean: 3 months). Conclusion: Athough rare, IUOT can be detected easily in antenatal period. It may mimic other cystic pathologies therefore it should be considered especially in newborn girls with mobile intra-abdominal cystic lesions to prevent unnecessary imaging studies. Malignity is rare but possible, and it can be efficiently and safely managed by minimal invasive techniques. P - 71 Çocuklardaki İnterval Apandektomi Materyallerinde Ksantogranülomatöz Apandisit Tanısı B Ardıçlı*, S Apaydın**, ÇE Afşarlar*, E Yılmaz*, YH Çavuşoğlu*** *Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara **Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji,Ankara ***Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD Ksantogranumatöz inflamasyon (Kİ) erişkin interval apandektomi spesmenlerinde sık görülürken çocukluk çağında nadirdir.Yoğun çalışan bir çocuk cerrahisi kliniğinde sekiz yıllık bir döneme ait interval apandektomi spesmenleri Kİ’nin çocukluk çağındaki gerçek sıklığını göstermek için tekrar değerlendirildi. Materyal ve Metot: İnterval apandektomileri tespit etmek için tüm apandektomi hastalarının kayıtları bilgisayarda tarandı. Hastalar intravenöz antibiyotik tedavisi almış ve altı hafta sonra elektif apandektomiye çağrılmıştı. Sonuçlar: 2008-2015 yılları arasında toplam 18 731 hasta opere edilmiş ve bu operasyonlardan 2 694’i apandektomiydi. Bu apandektomilerin 13 tanesi interval apandektomiydi ve yaş ortalaması 11,1±4,4 yaştı. Ameliyattan önce ortalama bekleme süresi 81,25±22,4 gündü.Spesmenlerin histopatolojik değerlendirmesinden sonra iki hastada (%15,4) ksantogranülomatöz apandisit (KA) tespit edildi. Hastalar postop ortalama 2,9±2,4 günde taburcu edilmişti. Tartışma: Kİ apandikste kronik inflamasyonun nadir bir formudur. Apandiksin uzun süren inflamasyonuna ksantoragülomatöz cevap ve apandikse ait kitle oluşumuyla ilişkili olduğu öne sürülmektedir.Plastron apandisitte IV antibiyotik ile konservatif tedaviden sonra elektif apandektomi önerilen bir yaklaşımdır. Erişkinlerde interval apandektomi spesmenlerinin histopatolojik incelenmesi sonrası granülomlar (%59), Kİ (%36), Crohn benzeri değişiklikler (%50) sıkılıkla rapor edilmektedir. Fakat KA çocuk yaş grubunda oldukça nadir bir durumdur. Şimdiye kadar iki vaka bildirilmiştir. Çalışmamızdaki vakalar çocukluk yaş grubunda İngilizce literatürdeki 3. ve 4. vakalardır ve her ikisi de interval apnadektomi vakasıdır. XA çocuk interval apandektomi materyallerinde de mevcut olabilmektedir. *** Xanthogranulomatous Appendicitis in Interval Appendectomy Specimens in Children B Ardıçlı*, S Apaydın**, ÇE Afşarlar*, E Yılmaz*, YH Çavuşoğlu*** *Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara **Ankara Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Pathology, Ankara ***Gazi University Faculty of Medicine Dept. of Pediatric Surgery Xanthogranulomatous inflammation(XI) is common in interval appendectomy specimens in adults, but its unusual in childhood.Histopathologic specimens of interval appendectomy materials, within an 8-year period, are reevaluated to see the true incidence in a highcirculation pediatric surgery clinic. Materials and Methods: A computer search of all appendectomies to find out interval appendectomies. The patients were treated with intravenous triple antibiotic therapy and called for interval appendectomy after six weeks. Results: A total of 18 731 patients were operated between 2008 and 2015, 2 964 of them were appendectomies. Thirteen of the appendectomies were interval appendectomies, and the mean age of patients was 11.1 ± 4.4 years. The mean waiting time before surgery was 81.25 ± 22.4 days. After pathologic evaluation two (15.4%) of the specimens were reported as Xanthogranulomatous appendicitis(XA). Patients were discharged on the mean 2.9±2.4 postoperative days after interval appendectomies. Discussion: XI is a rare form of chronic inflammation of the appendix. An association of xanthogranulomatous response with long standing appendiceal inflammation and the formation of appendiceal mass were suggested.Conservative treatment with IV antibiotics followed by elective appendectomy is the recommended management to patients with appendiceal mass. Histopathologic examination of these interval appendectomy specimens, granulomas (59%), XI (36%) and Crohn-like changes (50%) are common in adults. However XA is a rare clinical entity particularly in pediatric population. Only two cases of XA is reported in children. These two cases are the 3rd and 4th cases of XA in childhood. Both were interval appendectomies. It may be encountered in interval appendectomy specimens. P - 72 NADİR BİR LİPOBLASTOM OLGUSU B Altan, YB Bayır, EB Bulut, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD Giriş : Lipoblastom embriyonik beyaz yağ hücrelerinden köken alan, hızlı büyüyen, kapsüllü ve iyi huylu bir tümördür. Genellikle üç yaş altındaki çocuklarda ekstremitelerde ve gövdede rastlanır. Baş ve boyun yerleşimi oldukça nadirdir. Yüzeyel yerleşimli ve kapsüllü olan sınırlı lipoblastom (%70) ve derin yerleşimli ve kas dokusu içine doğru inlfiltratif büyüme gösteren diffüz lipoblastomatozis (%30) olmak üzere iki tipi vardır. Bu çalışmada nadir görülen boyun yerleşimli diffüz lipoblastomatozis olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: 8 aylık kız hasta yaklaşık 6 aydır boyun sol tarafında gittikçe büyüyen bir şişlik şikayetiyle kliniğimize getirildi. Fizik muayenesinde boyun sol arka üçgeninde yaklaşık 4x4 cm çaplı, yumuşak kıvamlı ve hareketsiz bir kitle palpe edilen hastanın diğer sistem muayeneleri doğaldı. Yüzeyel USG'de 45x34 mm boyutunda düzgün sınırlı hiperekoik kitle olarak saptanmasına rağmen Boyun MR'da 50x50x60 mm boyutunda internal karotid artere 7 mm mesafede, sinirlerle ilişkisi net belirlenemeyen, kapsüllü, internal lobülasyon gösteren, yağlı dokuyla karakterize bir kitle olduğu tespit edildi. Operasyona alınan hastada kitlenin internal karotid arter ve aksesuar sinir komşuluğunda olduğu, skalen kası infiltre ederek yapısını bozduğu izlendi. Tam olarak eksize edilen kitlenin patolojik değerlendirilmesinde sarı beyaz renkli, lobülasyon gösteren, düzensiz sınırlı, immatür yağ hücreleri içeren lipoblastom olduğu doğrulandı. Postoperatif 6 aylık takibinde sorun izlenmeyen hastanın nüks açısından 2 yıla kadar takip edilmesi planlandı. Sonuç: Çocuklarda hızlı büyüyerek basıya neden olan baş ve boyun kitlelerinde nadir bir sebep olan lipoblastom ayırıcı tanıda gözönünde bulundurulmalıdır. Tedavisinde tam eksizyon önerilen bu kitlelerin multidisipliner bir yaklaşımla takibi nüks açısından oldukça önem arzetmektedir. *** A RARE CASE OF LIPOBLASTOMA B Altan, YB Bayır, EB Bulut, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gulhane Military Medical Faculty Department of Pediatric Surgery Case report : Lipoblastoma is a rare, benign, rapidly enlarging and encapsulated tumor arising from embriyonic white fat. It is usually seen in the limb and trunk in children under 3 yearsold. Only a few lipoblastoma cases located in the head or neck have been reported. It is categorized in two types; the circumscribed lipoblastoma (70 %), which is a superficial and encapsulated lesion, and diffuse lipoblastomatosis (30%) which is poorly circumscribed and deeply located with infiltrative growth pattern that may affect surrounding muscle structures. A 8-months-old female infant was admitted with a painless soft mass at the neck, enlarging rapidly especially at the last six months. At the physical examination, it was detected as a soft and immobile mass at the left posterior triangle. The patient had no other symptom. Although USG showed that it was a clear-cut bordered 45x34 mm hyperechoic solid mass, MRI revealed an encapsulated mass of 50x50x60 mm with internal lobulation and fatty tissue characteristics. There was a 7 mm distance with internal carotid artery and cranial nerve but no relationship could be demostrated. The mass was totally excised with a careful dissection from internal carotid artery and accessory nerve under general anesthesia. Scalenius muscle was found totally destructed with fatty tissue invasion and a mass effect. The pathologic examination demostrated that the mass was yellow-white and had irregular borders and contained irregular lobules of immature fat cells separated by myxoid connective tissue. Pathologic findings confirmed the diagnosing of lipoblastoma. We planned a follow-up of up to 2 years because of the recurrence risk. Lipoblastoma is a rare cause of pediatric head and neck masses. It should be considered at the presence of chronic, painless, and rapidly enlarging neck masses. The recommended treatment is the complete surgical excision. P - 73 Allojenik Hematopoetik Kök Hücre Nakli Öncesi Fertilite Prezervasyonu B Türedi, E Ergün, Y Taştekin, G Göllü, M Bingöl Koloğlu, A Yağmurlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: Hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HSCT) planlanan çocuklarda tedavi sonrası fertilite fonksiyonlarının ne kadar etkilendiği hakkında elimizde çok veri yoktur. Fertilizasyonu korumak amaçlı; seksüel olarak immatür olan prepubertal kızlarda bir parça over dokusu alınıp kriyokonservasyonu sonrasında ortotopik retransplantasyon önerilmektedir. Çalışmada laparoskopik over biyopsisi ile over kriyokonservasyonu yapılan üç olgunun sunulması amaçlandı. Olgular: Hematopoetik kök hücre transplantasyonu planlanan ve kemoterapi ± total vücut radyoterapisi yapılan talasemi (n=2) ve orak hücreli anemili (n=1) üç çocuğun dosyaları geriye dönük tarandı. Sekiz ve on altı yaş arasındaki (ortanca 10) çocuklardan ikisi sağ ve biri sol overden olmak üzere laparoskopi yardımı ile over dokuları alındı. Laparoskopide göbekten 5 mmlik kamera trokarı ve bilateral rektus laterallerinden 5 mm lik çalışma trokarları ile girildi. Termal etkiden korunmak amaçlı sadece makas yardımı ile tubadan en uzak noktadan 3cm 3 lük doku örnekleri alınarak nitrojen tanklarında korunmaya alındı. Aynı gün orali açılıp mobilize olan çocukların ameliyat sırasında ve sonrasında işleme bağlı komplikasyon gözlenmedi. Sonuç: Primordial folikül içeren ovaryen korteks çıkarılıp sonrasında fertilizasyonu sürdürmek için kriyokonservasyon uygulanabilir. Minimal invaziv yöntemler ile alınacak over dokusu ile sonraki dönemlerde heterotopik ya da ortotopik otolog retransplantasyon yapılabilir.Kriyoconservasyon için laparoskopik over dokusu alınması güvenli ve teknik olarak kolay uygulanabilir bir yöntemdir. *** Fertility Preservation before Allogenic Haematopoietic Stem Cell Transplantation B Türedi, E Ergün, Y Taştekin, G Göllü, M Bingöl Koloğlu, A Yağmurlu Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Aim: There is not much evidence based data about how much fertility affects after Haematopoietic Stem Cell Transplantation(HSCT). To preserve the fertilisation for sexually in immature prepubertal girls, part of ovarian tissue is excised and orthotopic retransplantanion is planned after cryoconservation. In the study, it is aimed that to present three patients to whom laparoscopic ovarian biopsy and following cryoconservation was performed. Cases: Medical records of three children’s who underwent laparoscopic cryoconservation of ovarian tissue before haematopoietic stem cell transplantation were reviewed. Two of them were thallasemia (n=2) an done of them was sickle cell anemia(n=1). Median age was 10 (816). Ovarian biopsy was performed from left(n=1) and right(2) ovaries. 5 milimeter trochar from umbilicus for camera and 4 milimeter trochars from both rectus laterals were placed. To avoid thermal effect, 3 cm³ ovarian tissue was cut by scissors without cotherisation in the furthest point from tubes. There were not any intraoperative or postoperative complications. Oral feedings started and patients are discharged on the same day. Conclusion: Ovarian cortex, containing primordial follicles, can be removed and cryoconserved with the option of later re-transplantation to reestablish fertility in patient who will undergo bone marrow transplantation. Laparoscopic ovarian biopsy for cryopreservation is safe and technically feasible in children. P - 74 Lenfadenopatili çocukların tek merkezde retrospektif olarak değerlendirilmesi S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Amaç: Çalışmamızın amacı; çocukluk çağı lenfadenopatilerinin (LAP) etiyolojisini ve malign hastalık sıklığını belirlemek. Gereç ve yöntemler: Çalışmamız; Gaziantep Çocuk Hastanesine 2012 ocak ile 2015 ocak tarihleri arasında, vücudun çeşitli bölgelerindeki lenf nodu büyümesi nedeni ile çocuk hastalıkları ve çocuk cerrahisi polikliniklerine başvuran ve, yaşları 6 ay ile 18 yaş arasında değişen 1700 çocuk hastanın demografik özellikleri, lenf bezi tutulum bölgeleri, enfeksiyonu araştırmak amacıyla yapılan testler ve viral serolojileri, ultrasonografi ve patolojik bulgularının değerlendirmesinden oluşmaktadır. Bulgular: 1700 hastanın 1003 (%59)’ü erkek ve 697( %41)’u kız idi ve yaşları 6 ay ile 18 yaş arasında değişmekte idi. Kesin tanı konmuş hastaların %9’ u tek taraflı LAP iken %91’i çift taraflı idi. Hastaların 495(%29,1)’ ine laboratuvar, radyolojik ve patolojik değerlendirmeler ile tanı konabilmiş ve 204 ( %12) ‘üne kesin tanı konulamadığı ve malign hastalık şüphesi ile, lenf nodu biyopsisi yapılmış, 40’(%2,3)’ ına da malign hastalık tanısı konmuştur. En sık lenfadenopati nedeni enfeksiyonlardır. En sık malign hastalık nonhodgin lenfomadır. Sonuç: LAP, cocukluk çağının en yaygın rastlanılan hastalıklarından biridir. En sık LAP nedeni enfeksiyonlardır. Kesin tanı konmamış %70 lenfadenopatili hasta spontan düzelip tedavi ihtiyacı olmadığı için bunların da, spesifik olmayan viral enfeksiyon olabileceğini düşünmekteyiz. Retrospektif sonuçlar, malign hastalık oranımızın hastanemizin spesifik onkoloji merkezi olmadığı gözönünde bulundurulursa, diğer bazı serilerden daha yüksek olduğunu göstermiştir. *** A retrospective evaluation of lymphadenopathy with children in a single center's experience S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin** *Gaziantep Children's Hospital **Haseki Training and Research Hospital Objective: The aim of our study is to determine etiology of pediatric lymphadenopathies (LAP), and the frequency of malignant disease. Material and methods: Our study involves evaluation of findings of tests, viral serological, ultrasonographic, and pathological examinations in order to investigate demographic characteristics, lymph node involvement areas and infection in 1700 pediatric patients aged 6 months- 18 years who consulted to the polyclinics of Gaziantep Children’s Hospital between January 2012, and January 2015.with lymph node enlargement in various regions of their bodies. Results: The study population consisted of a total of 1700 patients (male, 1003; 59 %, and female, n=697; 41 %) aged between 6 months, and 18 years. The patients with final diagnosis had unilateral (9%) or bilateral (91 %) LAP. Final definitive diagnosis could be established in 495 (29.1 %) patients following laboratory, radiological, and pathological evaluations, while final diagnosis could not be made in 204 (12 %9 patients, and lymph node biopsies were performed with the initial diagnosis of suspect malignancy. Eventually 2.3 % (n=40) of them were diagnosed as malign disease. The most frequent causes of lymphadenopathy are various infections. Most frequently non-Hodgkin lymphoma is seen. Conclusion: LAP is one of the most prevalently encountered pediatric diseases The most frequent causes of LAP are infections. Since 70 % of the patients with lymphadenopathy without any established final diagnosis recover spontaneously without any need for medical therapy, we considered probable existence of nonspecific viral infection in these patients. Retrospective outcomes indicated that our rates of malignant disease were higher when compared with other case series which we attributed these relatively higher rates to lack of an oncology center in our hospital P - 75 WAARDENBURG SENDROMU İLE ÇOK ENDER BİRLİKTELİK: OLGU SUNUMU M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, AB Salman Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Waardenburg sendromu 1.5-2/100.000 oranında gözlenen genetik bir sendromdur. Klinik olarak dört tipi vardır. Tip IV Hirschprung’s ile birlikte görülen tiptir (ShahWaardenburg). Anal atrezi - Waardenburg birlikteliği günümüze kadar sadece olgu sunumu düzeyinde 3 vakada bildirilmiştir. Vaka Sunumu: Yeni doğan döneminde rekto-vestibüler fistüllü anal atrezi nedeni ile kolostomi açılan ve sorunsuz taburcu edilen hastanın bir yaşın da yapılan kontrollerin de, poliozis (saç da beyaz perçem), iris heterokromisi, distopia kantorum (iç kantuslar arası mesafenin uzaması), Bushy eyebrows (orta hatta birleşebilen kalın ve gür kaşlar) ve geniş burun kökü tespit edildi. Hastanın babası ve kardeşinde de benzer dış görünüş mevcut idi. Yapılan genetik çalışmada PAX3 geninde mutasyon tespit edildi. Hastaya Tip I Waardenburg sendromu tanısı konuldu. Anoplasti sonrası kolostomisi de kapatılan hasta sorunsuz şekilde taburcu edildi. Tartışma: Waardenburg sendromunun dört tipi vardır. Tip 1’de sensöri-nöral işitme kaybı, distopia kantorum, saçlar, gözler ve deride pigmentasyon değişiklikleri mevcuttur. Tip 2’de distopia kantorum yoktur, diğer bulgular aynıdır. Tip 3’te Tip 1 bulgularına ek olarak ekstremite kontraktürleri vardır. Tip 4’te ise Tip 1 bulgularına ek olarak Hirschprung hastalığı vardır. Bu tipe ShahWaardenburg Sendromu denir. WS Type I ve tipII de 2q35 kromozam da yerleşen PAX3 geninde çeşitli mutasyonlar mevcuttur. Bu gen tirozin kinazı aktive eder ve melanositlerin farklılaşmasında rol oynar. Tip IV de ise Endothelin-3 (EDN3) veya Endothelin-B receptor (EDNRB) de homozigoz mutasyonlar mevcuttur. Ayrıca SOX10 genindeki mutasyonlar da Shah-Waardenburg sendromuna yol açmaktadır. Hirschsprung’s hastalığı ile birlikteliği bilinmesine rağmen hastalığın anal atrezi ile birlikteliği günümüze kadar yalnızca Roux, Nutman ve arkadaşları tarafından 1981 yılında bildirilmiştir. Bu kadar nadir görülen bir sendrom da, anal atrezinin de nadir bir hastalık olduğu düşünülecek olursa, tesadüfi birliktelik oldukça düşük bir ihtimaldir. Bilinen gen mutasyonları dışında farklı mutasyonların, farklı alt tiplerin oluşumuna neden olabileceği akılda tutulmalıdır. *** AN UNUSUAL PRESENTATION OF WAARDENBURG SYNDROME: A CASE REPORT M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, AB Salman Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum Abstract: Waardenburg syndrome is a genetic syndrome observed at a rate of 1.52/100.000.There are four clinic types. Type IV is associated with Hirschprung’s disease (Shah- Waardenburg). Anal atresia-Waardenburg association has been reported only three cases at the level of case report until today. Case Report: Poliosis, iris heterochromia, dystopia canthorum, bushy eyebrows and broad nasal bridge were detected at 1 year-old-patient who opened colostomy due to anal atresia with recto-vestibular fistula in newborn period .The patient’s father and brother were also similar in external appearance. In genetic study, the mutation was detected in PAX3 gene. Patient was diagnosed as Type I Waardenburg syndrome. Colostomy was closed after anoplasty. Conclusion: There are four types of Waardenburg syndrome. Type 1 presented with sensoryneural hearing loss, dystopia canthorum and pigmentation changes on skin, hair and eyes. Type 2 is absent from dystopia, other symptoms are the same. There are extremity contractures in type 3 in addition to type 1 symptoms. Type 4 presented with Hirschprung disease in addition to type 1 symptoms. This type is called Shah-Waardenburg Syndrome. In WS Type 1 and Type 2, there are several mutations in PAX3 gene located on chromosome 2q35. This gene activates tyrosine kinase and plays a role in the differentiation of melanocytes. Homozygous mutations on Endothelin-3 (EDN3) or Endothelin-B receptor (EDNRB) are seen in type 4. Additionally, mutations on SOX10 gene cause ShahWaardenburg syndrome. Although it is known to be associated with Hirschsprung’s disease, anal atresia association has been reported by only Roux, Nutman et al. in 1981 until today. Random association is quite unlikely in this rarely seen syndrome, if considered that anal atresia is also a rare disease. It should be keep in mind that different mutations except known gene mutations could lead to the formation of different sub-types. P - 76 Over teratomuna bağlı tuboovariyan otoamputasyon A Atıcı*, E Yılmaz*, A Karaman*, S Apaydın**, ÇE Afşarlar* *Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara **Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji,Ankara Giriş: Otoampute over daha çok perinatal dönemde görülen oldukça nadir bir durumdur. İlk olarak 1748’de postmortem bir vakada Giovanni Morgagni tarafından tarif edilmiştir. Overin spontan ya da ovariyan bir lezyon sonucu torsiyonu, overin infaktına ve daha sonra otoamputasyonuna neden olabilmektedir. Bu yazıda akut apandisit nedeniyle laparaskopik appendektomi yapılan ve tesadüfen tespit edilen ‘sağ otoampute ovariyan teratom’ olgusu sunulmuştur. Olgu: Onaltı yaşında kız hasta bir günlük karın ağrısı şikayetiyle polikliniğimize başvurdu. Hastanın muayenesinde sağ alt kadranda hassasiyeti ve defansı vardı. Yapılan batın ultrasonografisinde akut apandisit dışında sonopatoloji yoktu. Akut apandisit ön tanısıyla laparoskopik apendektomi yapılan hastanın eksplorasyonunda pelviste serbest yüzen 2x2 cm büyüklüğünde, beyaz renkte, yuvarlak kalsifiye bir kitle tespit edildi. Hastanın sol overi yerinde ve normaldi. Ancak sağ tuba kör sonlanıyordu ve ucunda over ve fimbria yoktu. Takibinde sorunu olmayan hasta postoperatif ikinci gününde şifa ile taburcu edildi. Kitle patolojisi ‘nekrotik kalsifiye ovariyan teratom’ şeklinde raporlandı. Sonuç: Otoampute over unilateral ya da bilateral olarak daha çok perinatal dönemde görülen nadir bir durumdur. Bizim vakamızda da görüldüğü gibi genellikle tesadüfen tespit edilmekte ve daha çok sağ tarafta görülmektedir. Perinatal ve adolesan dönemde en çok otoamputasyon nedeni ovaryan kiste bağlı torsiyon olmakla birlikte otoampute over kitlesinin çok nadiren de teratom olabileceği akılda bulundurulmadır. *** Tuba-ovarian auto-amputation caused by ovarian teratoma A Atıcı*, E Yılmaz*, A Karaman*, S Apaydın**, ÇE Afşarlar* *Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara **Ankara Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Pathology, Ankara Introduction: Ovarian auto-amputation is an extremely rare condition commonly encountered in perinatal period. For the first time in 1748, Giovanni Morgagni defined this state in a postmortem case. Spontaneous or secondary torsion of ovary caused by an ovarian lesion may result in infarction and subsequent auto-amputation of ovary. This paper demonstrates a case undergone laparoscopic appendectomy in whom an auto-amputated right ovary was detected incidentally. Case: A sixteen years old adolescent girl was admitted to our department with a history of one-day abdominal pain. Physical examination of the patient revealed abdominal tenderness and rigidity on right lower quadrant. Abdominal US did not reveal any significant pathology except acute appendicitis. Patient underwent a laparoscopic appendectomy with a preliminary diagnosis of acute appendicitis, and further exploration revealed a 2x2 cm white ovoid mass flouting freely in the pelvis. The left ovary was clearly identified in its usual localization, but the right tuba was blindly ending without any fimbria and ovary. Postoperative course of the patient was uneventful and discharged by postoperative day 2. The histopathological examination revealed a necrotic calcified ovarian teratoma. Conclusion: Auto-amputated ovary is a rare occasion mostly encountered during perinatal period, which can be unilateral or bilateral. Similar with the reported case, it is usually identified incidentally and right side is the most common localization. Although the most common cause of auto-amputation during perinatal and adolescent period is torsion due to ovarian cyst, auto-amputated ovarian mass may be a teratoma as a rare occasion. P - 77 Psoas absesi ile belirti veren Spiegel hernisi İR User, SC Karakuş, H Ceylan, BH Özokutan Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Psoas absesi, çocukluk çağında nadir görülen, iliopsoas kasının komşu organlardan ya da hematojen yolla enfeksiyonu sonucu gelişen inflamatuar süreçtir. Retroperitoneal bölgede olması nedeniyle klinik bulgular geç ortaya çıkmaktadır. Psoas kası özellikle spinal tutulumlu hastalarda rastlanan ekstrapulmoner tüberküloz odaklarından biridir. Spiegel hernisi transversus abdominis kası aponevrozundaki defektten ortaya çıkan bir karın ön duvarı hernisidir, çocukluk çağında nadir görülür. Çoğunlukla idiopatiktir ancak travmaya ikincil de oluşabilir. Daha önce başka sağlık sorunu olmayan 10 yaşında kız hasta 2 aydır süren karın şişliği nedeniyle kliniğimize başvurdu. Öyküsünden başka şikayetinin ya da ateşinin olmadığı öğrenildi. Hastanın fizik muayenesinde Spiegel hernisi ile uyumlu fluktuasyon veren şişlik ve sağ alt kadranı dolduran hassas olmayan kitle palpe edildi. Labaratuvar sonuçlarında akut faz reaktanları ve tümör belirteçleri negatif olan hastanın çekilen karın ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi sonucunda sağ psoas kası üzerinde yerleşen 67x77x180mm boyutlarında yoğun içerikli kistik kitle tespit edildi. Tomografide retroperitondan fasya defekti aracılığı ile cilt altına uzanan abse devamlılığı görüldü. Hastaya fasya defektinin olduğu bölgeden yapılan kesi ile abse drenajı ve Spiegel hernisi onarımı yapıldı. Postoperatif süreci sorunsuz geçen hasta 6. gün taburcu edildi. Kültür sonuçlarında üreme olmadı. Patoloji sonucunda granulomatoz inflamasyon olan hastanın tüberküloz PCR sonucu negatif olmasına rağmen aynı evde yaşayan aile bireylerinde tüberküloz öyküsü ve soğuk abse kliniği göz önünde bulundurularak tüberküloz tanısı kondu. Antitüberküloz tedavi başlanan hasta postoperatif 2. ayında ve takiplerinde nüks görülmedi. Psoas absesi, retroperitoneal kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Soğuk abse kliniği olan hastalarda Mycobacterium tuberculosis etken patojen olabilir. Spiegel hernisi çoğunlukla idiopatik olmakla birlikte, kitle varlığı gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda da ortaya çıkabilir. *** Psoas abscess presenting as Spigelian hernia İR User, SC Karakuş, H Ceylan, BH Özokutan Faculty of Medicine, University of Gaziantep Psoas abscess is an inflammatory process of iliopsoas muscle as a result of infection either by neighbouring organs or hematogenous route and rarely seen in pediatric age group. Clinical symptoms may emerge late because of its retroperitoneal location. Psoas muscle is an extrapulmonary focus of tuberculosis especially seen in cases with spinal involvement. Spigelian hernia is an abdominal wall hernia arising from a defect in transversus abdominis muscle aponeurosis, it is also rare among children. It is mostly idiopathic but may be secondary to trauma.An otherwise healthy 10-year-old girl presented to pediatric surgery clinic with the complaint of abdominal distention for 2 months. She had any other complaints or fever and her physical examination revealed a fluactuating lump consistent with Spigelian hernia and a nontender mass filling right lower quadrant. Acute phase reactants and tumor markers were negative. Ultrasonography and computed tomography of abdomen showed a cystic mass filled with dense fluid measuring 67x77x180mm in diameter located on right psoas muscle. Tomography also demonstrate the contuinity of abscess from fascial defect up to subcutaneous level. Abscess was drained with an incision over fascial defect and Spigelian hernia was repaired. She had an eventful postoperative period and discharged on day 6. Culture results were negative. Pathology result revealed granulomatous inflammation and tuberculosis PCR was negative but since she had history of tuberculosis contact from household members and clinic of cold abscess, we established the diagnosis of tuberculosis. Antituberculosis treatment was started and she had no recurrence during 2 months followup.Psoas abscess should be kept in mind in differential diagnosis of retroperitoneal cystic masses. In patients with cold abscess clinic, Mycobacterium tuberculosis may be the causative agent. Although mostly idiopathic, spigelian hernia may occur in cases of increased intraabdominal pressure like intraabdominal masses P - 78 Pantolon (Saddle) Herni: Olgu sunumu M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, AB Salman Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Pantolon herni, direkt ve indirekt herninin bir kombinasyonudur. Çocuklarda inguinal herni %0,8 ile %4,4 arasında görülürken, bunların sadece % 0,7-1’i pantolon hernidir . Olgu: 10 yaşında erkek hasta sol inguinal herni ön tanısı ile operasyona alındı. İnguinal kanal açıldığında fıtık kesesinin dışında birbiri ile epigastrik damarlar vasıtası ile ayrılmış ikinci bir fıtık kesesi bulundu. Keseler açıldığında içeriden birbirleri ile bağlantılı olduğu görüldü. Bağlantı yerinin proksimalinde tek keseye indirgenerek yüksek ligasyon yapıldı (Hoquet manevrası). Sonuç: İnguinal herniler, klasik olarak üç ana grupta toplanırlar. İndirekt İnguinal Herniler, Direkt İnguinal Herniler ve Femoral Herniler. İndirekt inguinal herniler, iç halkadan çıkarlar, fıtık kesesi inferior epigastrik damarların lateralinde bulunur. Direkt inguinal herniler, zayıf olan arka duvardan çıkarlar. Bu zayıf nokta inferior epigastrik damarların medialindedir. Femoral herniler, karın içi basıncın artması sonucu femoral halkanın genişlemesi ile oluşur. Bir hastada aynı tarafta hem direkt hem indirekt herni var ve inferior epigastrik damarları iki yanından (ata biner gibi) sarmışsa buna "Pantolon Herni" denir. Laparaskopik herni onarımı esnasında tespit edilen direkt inguinal herni vakası daha fazladır. Açık cerrahi yöntemle yapılan onarımlar sonrasında nüks nedeni ile opere edilen hastaların yaklaşık yarısında direkt herni tespit edilmektedir. Direk herni ve çok nadir gözlenen pantolon herni gibi herni birliktelikleri göz önüne alındığında inguinal herni cerrahisin de laparoskopik girişimlerin önemi büyüktür. *** Saddle Hernia: A Case Report M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, AB Salman Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum Abstract: Saddle hernia is a combination of direct and indirect hernias.While inguinal hernia incidence in children between %0.8 and %4.4, just %0.7-1 of them are saddle hernia. Case: 10 year-old boy was operated with prediagnosis of left inguinal hernia.When inguinal canal opened,a second hernia sac that seperated by epigastric vessels with each other outside of the hernia sac was founded.When the sacs are opened,it was found to be connected to the inside.High ligation (Hoquet Maneuver) was made on the proximal of connection site by reducing single sac. Conclusion: Inguinal hernias are classically divided into three main groups; indirect inguinal hernias, direct inguinal hernias and femoral hernias. Indirect inguinal hernias, composed of inner ring, hernia sac is located lateral of the inferior epigastric vessels. Direct inguinal hernias composed of weak back wall. This weak point located medial of inferior epigastrik vessels. Femoral hernias occur due to expansion of femoral ring as a result of increasing intraabdominal pressure. If there are both direct and indirect hernias on the same side in a patient and inferior epigastric vessels are enwrapped on two sides, it’s called Saddle Hernia. Detected direct inguinal hernia cases are more during the laparascopic hernia repair. Approximately half of patients who operated due to recurrence after repairs made by open surgery method are detected direct hernia. To considering hernia associations like direct hernia and very rarely seen Saddle hernia , the importance of laparoscopic procedures in inguinal hernia surgery is huge. P - 79 Polikistik over sendromu zemininde gelişen tek tarafli masif ovaryan ödem İR User, SC Karakuş, H Ceylan, BH Özokutan Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Masif ovaryan ödem, over stromasında ödem sıvısı birikmesi olarak tanımlanan neoplastik olmayan bir over patolojisidir. Etiyolojide overin geçiçi ya da kısmi torsiyonu suçlanmaktadır. Polikistik over sendromu ise menstruel disfonksiyon, anovulasyon ve hiperandrojenizm ile karakterize bir klinik tablodur. Masif ovaryan ödemin polikistik over sendromu ile beraberliği nadirdir. On gündür süren karın ağrısı ve düzensiz adet şikayeti ile çocuk cerrahisi polikliniğine başvuran 12 yaşındaki kız hastanın yapılan fizik muayenesinde karın sol alt kadranda ele gelen dolgunluğu vardı. Dış genital muayenesinde özellik olmayan hastanın virilizasyon bulguları mevcuttu. Yapılan pelvik ultrasonografisinde sol over kaynaklı 5x8x11cm boyutlarında solid, içinde yer yer kistik alanlar içeren kitle tespit edildi. Çekilen pelvik manyetik rezonans görüntülemede sol over kaynaklı 53x81x110mm boyutlarında içinde çok sayıda milimetrik periferal kistik yapı izlenen solid kitle görüldü. Tümör belirteçleri (AFP, β-HCG, CA-125, CEA 19-9) normal sınırlardaydı. Testosteron (95,04ng/dl), 17-alfa-OH-progesteron(1,872 ng/ml) ve dihidroepiandrosteron-sülfat (119,8 μg/dl) düzeyleri yüksekti. Yapılan eksplorasyonda sol overin torsiyone olduğu ancak kanlanmasının bozulmadığı görüldü. Over kapsülü insize edildiğinde bol miktarda ödem sıvısı drene oldu ve overin boyutları küçüldü. Frozen patoloji sonucu ovaryan ödem ile uyumlu gelen hastada kapsül onarılıp, over retroperitona fikse edildi. Sağ overde çok sayıda milimetrik kistler vardı. Postoperatif dönemi sorunsuz geçen hasta 3. gün taburcu edildi. Takiplerinde şikayeti olmayan hastanın ultrasonografide overlerinin polikistik görünümü nedeniyle pediatrik endokrin bölümüne de konsülte edilerek kombine oral kontraseptif tedavi başlandı. Postoperatif 3. ayında olan hastanın izlemine devam edilmektedir.Over kitlesi ile başvuran hastalarda masif ovaryan ödem tanısının akılda tutulması gereksiz ooferektomilerden kaçınılmasını sağlar. Fizik muayenede virilizasyon bulguları olan hastalarda, eşlik eden polikistik over sendromu varlığı araştırılmalıdır. *** Unilateral massive ovarian edema with polycystic ovarian syndrome İR User, SC Karakuş, H Ceylan, BH Özokutan Faculty of Medicine, University of Gaziantep Massive ovarian edema is a non-neoplastic ovarian pathology defined as the accumulation of edema fluid in ovarian stroma. Partial or transient torsion of ovary is accused in etiology. Polycystic ovarian syndrome is a clinical picture characterized by menstruel dysfunction, anovulation and hyperandrogenism. Association of massive ovarian edema with polycystic ovarian syndrome is rare.A 12-year-old girl having irregular menstruel cycles presented to pediatric surgey clinic with abdominal pain for the last 10 days. Her physical examination revealed fullness in left lower quadrant. Her external genital examination was normal but she had signs of virilization. Pelvic ultrasonography detected a solid mass containing multiple milimetric peripheral cysts measuring 5x8x11cm in its greatest diameter in left ovary. Tumor markers (AFP, β-HCG, CA-125, CEA 19-9) were normal. Testosteron (95.04ng/dl), 17-alfaOH-progesteron(1.872 ng/ml) and dihydroepiandrosterone-sulphate (119.8 μg/dl) levels were elevated. Left ovarian torsion with normal vascularisation was found at exploration. When ovarian capsule was incised, a great amount of edema fluid drained and the ovary shrinked. Frozen pathology revealed massive ovarian edema and the capsule was repaired and the ovary was fixed to retroperitoneum. She had an uneventful postoperative recovery period and dischared on day 3. Her follow-up examinations showed polycystic ovaries and she was consulted with the pediatric endocrinology unit and combined oral contraceptive treatment was begun. She recently has no complaints and her follow-up continues for 3 months. Keeping in mind the diagnosis of massive ovarian edema may prevent unnecessary oopherectomies in patients presenting with ovarian masses. Association of polycystic ovarian syndrome should be investigated in case of virilisation findings in physical examination. P - 80 PREMENARŞ BİR KIZ HASTADA OVER TORSİYONUNUN NADİR BİR NEDENİ : OVERYAN MUSİNÖZ KİSTADENOM Y Günal Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Overyan musinöz kistadenom (MKA) premenarş yaş grubunda oldukça nadir görülen benign epitelyal tümördür ve tedavisinde genellikle unilateral salpingo-ooferektomi veya ooferektomi yeterlidir. Sol over kaynaklı musinöz kistadenomaya bağlı sol over torsiyonu gelişen ve acil opere edilen 13 yaşında premenarş kız hasta olgusu sunulmuştur. Olgu : 13 yaşında premenarş kız hasta şiddetli karın ağrısı, karın şişliği ve idrar yapamama şikayetleri ile acil servisimize başvurdu. Karın muayenesinde alt kadranda yaygın hassasiyeti ve defansı mevcuttu. Suprapubik bölgede hassas büyük kitle palpe edildi. Öyküsünde yaklaşık 5 aydır ara ara karın ağrısı, artan karın şişliği ve idrar yapmada zorluk şikayetlerinin olduğu öğrenildi. Laboratuvar incelemelerinde lökosit: 9000/mm³, idrar tetkikinde 4 lökosit ve 2 eritrosit mevcuttu. Diğer rutin biyokimya değerleri normaldi. Hastaya idrar sondası takıldı. Karın ultrasonografisinde sol adneksde 96mm çapında içerisinde seviye veren uniloküle kist izlendi. Doppler ultrasonografide sol overde kan akımı izlenmedi. Akut batın tablosunda olan hasta over torsiyonu ön tanısıyla acil ameliyata alındı. Laparotomide sol over ve tubanın saat yönünde kendi etrafında 2 tur (360 derece) döndüğü görüldü. Sol over ve tuba nekrotikti. Sol over yaklaşık 14*12*9 cm boyutlarındaydı ve kistik kitle mevcuttu. Sol salpingo-ooferektomi yapıldı. Sağ over normal görünümdeydi. Eksplorasyonda pelvis, karın duvarı, diyafragmatik yüzey ve peritonda metastatik alanlar izlenmedi. Ameliyat sırasında alınan kan örneklerinde α- fetoprotein, β-HCG , CA-125, CA- 19-9 ve CEA değerleri normaldi. Histopatolojik incelemede over kaynaklı musinöz kistadenom ve nekrotik hemoraji alanları saptandı. Hastanın cerrahi sonrası 3 yıllık takibinde nüks gelişmedi. Sonuç: MKA genellikle 20-40’ lı yaşlarda görülen büyük kistik pelvik kitlelerdir. Menarş öncesi çocuklarda oldukça nadirdir. Bizim vakamızda olduğu gibi over torsiyonu ile acil olarak başvuran vaka sayısı çok sınırlıdır. Over torsiyonunun ayırıcı tanısında akılda tutulmalı ve cerrahi sonrasında tekrarlama riski nedeniyle takip edilmelidir. *** AN UNCOMMON CAUSE OF OVARIAN TORSION IN A PREMENARCH GIRL: OVARIAN MUCINOUS CYSTADENOMA Y Günal Kırıkkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery Introduction: Ovarian mucinous cystadenoma (OMC) is a benign epithelial tumor which is rarely seen in premenarch period. We report a 13 year old girl with mucinous cystadenoma arising from left ovary who underwent emergent surgical treatment. Case: A 13 year old premenarch girl presented with abdominal pain and distension and anuria admitted to emergency department. Her physical examination revealed tenderness and rebound in lover quadrant with a gross, palpable mass. There were progressive abdominal distension, disuria and intermittent abdominal pain in her medical history. Leukocytes were 9000/mm3 in her complete blood count and there were 4 leucocytes and 2 erytrocytes in her urinalaysis. After urinary catheterization an abdominal ultrasonography was performed and an uniloculated cyst of 96 mm in size was noted in left adnexal region with a fluid level inside. There were no blood flow in left ovary on doppler ultrasonography. An emergency laparotomy was performed due to acute abdomen with an initial diagnosis of ovarian torsion. The left uterine tube and ovary were rotated around their axes about 360 degrees and they were necrotic. The left ovary was approximately 14*12*9 cm in size and there was a cystic mass within. The right ovary was normal and a left salpingo-oophorectomy was performed. There were no signs of metastasis on pelvic, diaphragmatic and peritoneal surfaces and in remaining abdominal cavity. Tumor markers including Beta HCG, CA-125, CA 19-9 and CEA levels were normal, postoperatively. Histopathological examination revealed ovarian mucinous cystadenoma with necrotic-hemorrhagic areas. The patient was followed-up for 3 years without any recurrence. Conclusion: Ovarian mucinous cystadenomas are usually big pelvic masses occuring between 2nd and 4th decades. It is extremely rare in premenarchal girls. There were only a few cases of OMC presented with ovarian torsion reported. However, it should be kept in mind in the differential diagnosis of ovarian torsion and a close follow-up is important after the surgery by reason of recurrences. P - 81 ÇOCUKLARDA VENTRİKÜLOPERİTONEAL ŞANTIN NADİR AMA ÖNEMLİ BİR KOMPLİKASYONU: ABDOMİNAL SEREBROSPİNAL SIVI PSEUDOKİSTİ MO Öztan*, A Sayan**, T Özdemir**, G Orhan**, G Köylüoğlu* *İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği Giriş: Abdominal serebrospinal sıvı pseudokisti (SSP) ventriküloperitoneal şantlı (VPS) hastalarda nadir ama önemli bir komplikasyondur. SSP peritoneal seröz membranın kronik enflamatuar uyarı sonucu kalınlaşması sonrası oluşur. Etyolojide serebrospinal sıvıdaki yüksek proteine veya enfeksiyona karşı oluşan enflamasyon yanıtı gösterilmektedir. Klinikte kusma, baş ağrısı, bilinç bulanıklığı, hidronefroz, karaciğer enzim yüksekliği, sağ plevral efüzyon ve abdominal kitle ile bulgu verir. Semptomlar genellikle şant takılmasından yaklaşık 2 sene sonra ama sıklıkla da ilk 6 ayda başlar. Tedavide eksplorasyon + şantın peritonun diğer tarafına yerleştirilmesi / nonperitoneal boşluğa alınması / dışarıya alınması veya yeniden takılması gibi seçenekler değerlendirilir. Olgular: Birinci olgu: Ensefalosel nedeniyle 1,5 yaşında VPS takılan 8 yaşındaki hasta VPS revizyonundan 1 ay sonra öksürük şikayetiyle başvurduğu pediatri servisindeki tetkiklerinde sağ hemitoraksta yaygın sıvı ve karaciğer alt kısmında loküle kistik lezyon gözlenmiş. Hastanın operasyon sırasında VPS ucunun karaciğer alt kısmına yapışık bir kistik yapının içine girdiği gözlendi. İçinden 50 cc BOS kıvamında sıvı aspire edilen kist eksize edilerek şant ucu sağ alt kadrana yerleştirildi. Hasta sonrasında sorunsuz taburcu edildi. 1,5 yıldır izlenen hastada rekürrens gözlenmedi. İkinci olgu: Doğumunun 2. gününde meningomiyelosel nedeniyle opere edilen hastaya üç aylıkken Chiari malformasyonu nedeniyle VPS takılmış. Başvuru anında 1 yaşında olan hasta genel durum bozukluğu, sepsis, batın distansiyonu nedeniyle pediatri servisine yatırılmış. Yapılan USG ve BT’de batında VPS distal ucunun içinde görüldüğü septalı multipl kistler saptanmış. Hatsya SSP ön tanısıyla önce laparoskopi denendi. Laparoskopi sırasında batın içinin gözlenememesi nedneyle laparotomi yapıldı. Laparotomide tüm alt ve orta kadranlarda kalın cidarlı birkaç adet kistik oluşum gözlendi. Tüm kistler açıldı, fakat bazı yerlerde ince barsaklara yapışık duvarları eksize edilemedi (Resim 1,2,3,). Şant batın içinde sağ alt kadrana yerleştirildi. 7 aydır izlenen hastada intestinal obstrüksiyon veya rekürrens gözlenmedi. Sonuç: Abdominal serebrospinal sıvı pseudokisti VPS’li hastalarda görülen nadir bir komplikasyonudur. Enfeksiyon eşlik etmeyen hastalarda şantın repozisyonu sonrası bizim tecrübelerimizde rekürrens gözlenmemiştir. *** A RARE BUT IMPORTANT COMPLICATION OF VENTRICULOPERITONEAL SHUNTS IN CHILDREN: ABDOMINAL CEREBROSPINAL FLUID PSEUDOCYST MO Öztan*, A Sayan**, T Özdemir**, G Orhan**, G Köylüoğlu* *Izmir Katip Celebi University Department of Pediatric Surgery **Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic Introduction: Abdominal cerebrospinal fluid pseudocyst (CFP) is a rare but important complication in patients with ventriculoperitoneal shunt (VPS). CFP consists of thick peritoneal serous membrane as a result of chronic inflammatory stimuli. Symptoms may be vomiting, headache, confusion, hydronephrosis, elevated liver enzymes, pleural effusion and abdominal mass. Symptoms usually start after about 2 years after shunt insertion, but often in the first 6 months. Treatment options are laparotomy and placing the peritoneal shunt to the other side / to the nonperitoneal space / reinstalling or the shunt Patients: First case was a 8-year-old patient who has a VPS revision 1 month ago. He was admitted to the hospital with cough and investigations revealed a loculated cystic lesion at the the right side of the liver. At the operation, 50 cc liquid consistent with CSF was aspirated and after the excision of the cyst, VPS was placed in the lower right quadrant of abdomen. No recurrence was observed in the 1.5 years follow-up. Second case was a 1-year-old patient with VPS, who was admitted to the hospital with septic appearance and abdominal distention. Multiple septal cysts at the tip of the VPS were found in USG and CT. At the laparotomy, all thick-walled cystic cysts observed at the lower and middle were opened and the shunt was placed in the right lower quadrant of the abdomen. Some walls which are attached to the small intestine could not be excised (Figure 1,2,3). No recurrence or intestinal obstruction has been onserved at the 7 months follow-up. Conclusions: Abdominal cerebrospinal fluid pseudocyst is a rare complication in patients with VPS. In our experience, there have been no recurrence observed after repositioning of the shunt in patients without infection. P - 82 Aksiller Kitle Olgusu; Bilateral Aksesuar Meme H Kahraman Esen*, MA Akay**, C Malkoç*** *İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği **Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD ***İstanbul Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği Adolesan dönemde kızlarda aksesuar meme varlığı nadir görülmektedir. Aksesuar meme dokusu normal meme dokusu ile fonksiyonel olarak benzerdir. Adolesan kızlarda menarş ile başlayan, menstrüel sikluslarda belirginleşen aksesuar meme dokusu şişlik, ağrı ve kozmetik problemler gibi şikâyetlere neden olabilir. On altı yaşında kız hasta çocuk cerrahisi polikliniğine sağ ve sol koltuk altında şişlik ve ağrı şikâyeti ile başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde bilateral aksillada yumuşak ve sınırları belli olmayan palpasyonla ağrısız kitle tespit edildi. Hastaya yapılan ultrasonografide sol aksillar bölgede 52x17 mm, sağ aksiller bölgede 43x10mm boyutlarında hipoekoik heterojen lobülasyon gösteren fibroglandüler doku (aksesuar meme dokusu) saptandı. Fizik muayenede aksesuar meme olarak düşünülen ön tanı radyolojik olarak da desteklendi. Genel anestezi altında yapılan eksizyonel biyopsi ile bilateral kitleler çıkarıldı. Kitlelerin histopatolojik incelemesinde aksesuar meme dokusu tesbit edildi. Operasyon sonrası yapılan takiplerde nüks, hareket kısıtlılığı ve kozmetik sorunlarla karşılaşılmadı. Adolesan dönemde aksiller bölge ve süt çizgisi hattında şişlik ve ağrı ile başvuran kız hastalarda aksesuar meme ayırıcı tanıda düşünülmelidir. *** Case of Axillary Mass ; Bilateral Accessories Breast H Kahraman Esen*, MA Akay**, C Malkoç*** *İstanbul Fatih Sultan Mehmet Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Medical Faculty Of Kocaeli University, Department of Pediatric Surgery ***İstanbul Fatih Sultan Mehmet Training and Research Hospital, Department of Plastic and Reconstructive Surgery Accessory breast in girls during adolescence is rare. Accessories breast tissue is functionally similar to normal breast tissue. Adolescent girls after menstruation, accessory breast tissue swelling in the menstrual cycle can cause symptoms like pain and cosmetic problems. Sixteen-year-old female patient was admitted to pediatric surgery clinic with complain of swelling and pain in the left and right axillary region. Bilateral axillary mass was detected on physical examination, these axillary mass were soft with unclear limits and painless with palpation. Performed ultrasonography of the left axillary region of tissue was 52x17 mm and of the right was 43x10 mm, showing a hypoechoic heterogeneous lobulation the fibroglandula (accessory breast tissue) were detected. Accessory breast diagnotion after physical examination was supported with radiological diagnosis. Excisional biopsy was performed to the bilateral masses with general anesthesia. Histopathological examination of accessory breast tissue mass was comfirmed. In a follow-up after operation no recurrence, no limitation of movement and no cosmetic problems. In adolescent young females swelling and pain with in the axillary and milk line accessories should be considered in the differential of diagnosis. P - 83 Ama Biz Sünneti Çocuk Cerrahına Yaptırmıştık! OD Ayvaz*, A Cerrah Celayir*, OZ Pektaş*, C Özmen*, H Yavuz**, N Koç** *Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği **Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği Giriş/Amaç: Travma veya cerrahi prosedürler sonrası yüzeyel epidermal dokunun dermis yada subkutan dokuya implantasyonu sonucu gelişen epidermal kistler, vücudun herhangi bir bölgesinde görülebilen gerçek kistik oluşumlardır. Kistlerin çevresi keratinize skuamöz epitelle çevrili, içi keratin yıkıntısı ile doludur. Bu çalışmada, cerrahi sünnet sonrası gelişen penil epidermal kistli iki olgu sunulmuştur. Olgu 1: 2 yıl önce dış merkezde çocuk cerrahisi uzmanı tarafından yapılan sünnet öyküsü mevcut 4 yaşındaki olguda, bir yıldır farkedilen ve giderek büyüyen penil kitlesel lezyonu mevcuttu. Penil frenilum bölgesinde sirkümsizyon insizyonunun altında yaklaşık 1cm çapında yuvarlak düzgün konturlu mobil kitlesel lezyon palpe edilmekteydi. Yüzeyel Doku ultrasonografisi, penil frenilum bölgesi cilt altında 10,7x10,4mm solid kitlesel lezyon şeklinde rapor edildi. Doppler ultrason ile kitle çevresinde akım sinyali izlenirken santralinde akım olmadığı tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerinde bir özellik saptanmayan olguda operasyonda kitle total olarak rüptüre olmadan çıkarıldı. Kitlenin histopatolojik incelemesinde iltihaplı epidermal kist saptandı. Olgu 2: 1 yıl önce merkezimizde çocuk cerrahisi uzmanı tarafından yapılan sünnet öyküsü mevcut 2 yaşındaki olguda, yeni farkedilen penil kitlesel lezyonu mevcuttu. Penil frenilumda sünnet insizyonu hizasında 0,6mm çapında yuvarlak şekilli nodüler görüntülü polipoid mobil kitle palpe edilmekteydi. Laboratuvar tetkiklerinde bir özellik saptanmayan olgu opere edildi, kitle total olarak rüptüre olmadan çıkartıldı. Kitlenin histopatolojisi epidermal kist şeklinde raporlandı. Sonuç: Çocukların tekrarlanan psikolojik ve cerrahi travmalara maruz kalmamaları için sünnetin önemsiz ve sıradan bir işlem gibi görülmemesi ve çocuk cerrahları tarafından da özenli bir şekilde yapılması gerekmektedir. Sünnet, sağlam bir vücut parçası üzerine yapılan gerçek bir ameliyattır. Her cerrahi işlem gibi geçerli olması gereken özenin gösterilmesi ile bu ve bunun gibi diğer sünnet komplikasyonlarının önüne geçilebilir. “Ama biz sünneti çocuk cerrahına yaptırmıştık!” şeklinde ifade ettikleri hayal kırıklığını ebeveynlere yaşatmamak temel amaçlarımızdan biri olmalıdır. *** But a pediatric surgeon performed the circumcision! OD Ayvaz*, A Cerrah Celayir*, OZ Pektaş*, C Özmen*, H Yavuz**, N Koç** *Zeynep Kamil Maternity and Children’s Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Zeynep Kamil Maternity and Children's Training and Research Hospital, Department of Patology Background/ Aim: After the trauma or surgical procedures epidermal cysts, which occurred implantation of the superficial epidermal tissue to the dermis or subcutaneous tissue, can be seen in any part of the human body and they are real cystic formation., Perimeter of cysts are surrounded by keratinized squamous epithelium, and inside of it is filled with keratin debris. In this study, two patients with penile epidermal cysts growing after the circumcision surgery were presented. Case 1: A 4 years old boy who had circumcised by a pediatric surgeon in another center 2 years ago, was consulted with a growing mass in penis for one year. There was a 1 cm diameter mass under the circumcision incision on the physical examination, it was mobil, and round and smooth contoured. Superficial sonography of the penil tissue showed a 10.7X10.4mm solid mass of penile tissue. Doppler US reported blood flow around the mass, but showed that there was no blood flow inside of the mass. Laboratory tests were normal, and the mass was excised without any rupture or complications. Histological examination was reported as inflamed epidermal cyst. Case 2: A 2 years old boy who had circumcised at our department one year ago admitted us with a penil mass. There was a 0.6 mm diameter noduler polypoid lession at the level of circumcision insicion in frenular area. It was mobil. Laboratory tests were normal, and lession was excised totally without any complications. Histological examination of the mass was reported as epidermal cyst. Conclusion: Circumcision should not be seen as an ordinary process and it also must be done carefully by pediatric surgeons to prevent of children from repeated psychological and surgical trauma. Circumcision is a real surgery performed on a healthy body part. As all surgical operations, this surgical procedure has to be performed with special attention for prevention of these and other circumcision complications. To prevent of parents frustrations which expressed with “But, a pediatric surgeon performed the circumcision!" should be one of our main objectives. P - 84 Aksesur ekstremite ve ektopik barsak birlikteliği: nadir bir olgu KK Cerit*, T Abdullayev*, A Dağçınar**, G Kıyan*, H Tuğtepe*, T Dağlı* *Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: Spina bifida ve aksesuar ekstremite birlikteliği nadir görülen anomalilerdir. Bu çalışmada lomber bölgede aksesuar ekstremite nedeniyle beyin cerrahisi tarafından opere edilen hastanın sonrasında aynı bölgede ektopik barsak ansları nedeniyle yapılan cerrahi yaklaşım sunulmuştur. Olgu: G2P2 anneden, 3900 gram olarak miadında C/S ile doğan hasta sırtta aksesuar ekstremite bulunması nedeni ile beyin cerrahisi bölümüne danışılmış. Hastaya onbeş günlükken ekstra extremite amputasyonu ve spinal disrafizm onarımı yapılmış. Postoperatif üçüncü ayda lomber operasyon yerinde şişlik nedeniyle tekrar beyin cerrahisine başvuran hasta tarafımıza konsulte edildi. Hastaya yapılan lomber MR görüntülenmesinde operasyona sekonder gelişmiş fasyal defekt ve lomber herniasyon olabileceği düşünüldü. Tarafımızca takibe alınan hasta kusma, batın distansiyonu ve lomber şişlik şikayetleri ile çocuk acile başvurdu. Obstrüksiyon semptomları gerilememesi üzerine hasta acilen operasyona alındı. Laparotomiyle girilen hastanın eksplorasyonda barsaklar eksplore edildi ancak herniasyona neden olacak bir arka duvar defektine rastlanılmadı. Bunun üzerine batın kapatılarak hasta prone pozisyona çevrildi. Hasta beyin cerrahisi ile tekrar değerlendirilerek sırttaki şişliğe iğne ile aspirasyon yapıldı. İçinden şeffaf hafif jelöz sıvı (300 cc) geldi ve kitle küçüldü. Eski insizyon yerinden girilip açıldığında içinde barsaklar olduğu görüldü. Barsaklar eksplore edildiğinde, batınla herhangi bir ilişkisi olmadığı görüldü. Bir ucu incecik bir fistül traktı ile arka cilde açılıyordu ve vertebra üzerinden duraya yapışıyordu. Barsaklar tamamıyla rezeke edilerek, dura dikişlerle güçlendirildi. Hastanın postoperatif takibi sorunsuz seyretti. Sonuç: Aksesuar ekstremitesi olan hastalarda aynı bölgede diğer aksesuar organlarında bulunabileceği akılda bulundurulmalıdır. *** Accessory limb with ectopic intestine : a rare entity KK Cerit*, T Abdullayev*, A Dağçınar**, G Kıyan*, H Tuğtepe*, T Dağlı* *Marmara University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Marmara University School of Medicine, Department of Neurosurgery Aim: Accessory limb associated with spina bifida is a rare clinical entity. A case operated by neurosurgerons due to accessory limb in lomber area and then operated due to ectopic intestinal loops in the same area is presented. Case: A patient born with C/S from G2P2 mother, 3900 gr, full term and with an accessory limb on back was consultated to neurosurgery. Accessory limb amputation and spinal dysraphism repair were performed when the patient was 15 days old. The patient was consultated to our clinic for swelling in the lomber area on the postop third month. Fascial defect secondary to operation and lomber herniation was the primary diagnosis in lomber MRI. On the follow-up, patient admitted to emergency department with vomitting, abdominal distension and lomber swelling. The patient was operated promptly that his obstruction symptoms resumed. The bowels were explored after laparatomy but no posterior wall defect causing to herniation was detected. Thereupon abdomen is closed and patient is turned to prone position. The patient is cosultated to neurosurgergeons and needle aspiration performed to the swelling on back. Transparent, gelous liquid (300 cc) came from inside and the swelling is minimized. The bowels are detected when entered from the previous incision area. The bowels are explored and it is observed that they have no association with abdomen. A little, thiny fistula was observed opening to the skin and attached to the dura. The intestines were resected and dura was strengthened with sutures. There was no problem during the postoperative follow up period. Conclusion: Ectopic intestinal loops could be identified under the skin around the extra limb and surgeons should be aware of this condition. P - 85 DEV INGUINOSKROTAL HERNI: YANLIZCA INGUINAL HERNI OLMAYABILIR KK Cerit, R Ergün, T Abdullayev, G Kıyan, H Tuğtepe, T Dağlı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: Dev inguinoskrotal herni; barsakların çoğu veya tümünün dahil olduğu, çocukluk çağında nadir karşılaşılan bir durumdur. Bu çalışmada, bilateral dev inguinoskrotal hernisinin tanısal laparoskopi, laparotomi ve orşiopeksi yaklaşımıyla onarım yapılmış bir olgu sunulmuştur. Olgu: 3 yaşında erkek hasta, dev bilateral inguinal herni nedeniyle kliniğimize yönlendirildi. Hastanın kardiak problemleri nedeniyle (Fallot tetralojisi) operasyonu ertelenmiş. Operasyon öncesi konsultasyonları tamamlandıktan sonra hasta operasyona alındı. Tanısal laparoskopi ile batın içinin ilk değerlendirmesinde bilateral inguinal geniş defekt olduğu izlendi. Sağ testis intraabdominal yerleşimliydi ve çevresinde fimbria ve tubuler yapı benzeri dokular görüldü. Sol testis de inguinal kanal proksimalinde yerleşimliydi, değerlendirildiğinde bunda da fimbria ve tubuler yapı benzeri dokular görüldü. Bu görüntülerden sonra inguinal eksplorasyona karar verildi. Sol inguinal skin crease insizyonu ile girildi. Testis değerlendirildi, uterus olduğu düşünülen bir yapı saptandı. Vas deferens izlenmedi. Kesenin izolasyonu oldukça zordu, laparatomiye karar verildi. İntraabdominal testisler ve bunun etrafında da fimbria ve tubuler yapı konfirme edildi. Sol testise orşiopeksi yapılırken uterus benzeri doku inguinal kanal içinde kaldı. Sağ testise Fowler Stephan’s 1. seans uygulandı. Persistan müllerian kanal sendromu tanısıyla hasta tarafımızdan takibe alındı. Sonuç: Dev inguinoskrotal hernilerde ek anomalilerin olabileceği ve tanısal laparoskopinin de tedavi planında yardımcı olabileceği akılda tutulmalıdır. *** GIANT INGUINOSCROTAL HERNIA: MAY NOT BE ONLY A INGUINAL HERNIA KK Cerit, R Ergün, T Abdullayev, G Kıyan, H Tuğtepe, T Dağlı Marmara University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Aim: Giant inguinal hernias, involving most or all of the bowels are rarely encountered in childhood. In this study, we report a case with a giant bilateral inguinoscrotal hernia, managed by a diagnostic laparoscopy, laparotomy and orchidopexy. Case: A 3 years old boy admitted to our clinic with bilateral iguinal hernia. The operation was postponed because of patient’s cardiac problems (fallot tetrology). The patient was operated after preop consultations had completed. Large bilateral inguinal defect was observed with diagnostic laparoscopy in the first evaluation of the abdomen. Right testicle was located intraabdominally and surrounded by fimbria-tubuler like tissue. Left testicle was located in the proximal inguinal canal and likewise surrounded by fimbria-tubuler like tissue. Inguinal exploration was decided after these findings. Left inguinal skin crease incision is done. Testicles were evaluated. A structure -thought to be an uterine- detected. No was deferens was observed. Laparatomy was decided that the isolation of the pouch was quite difficult. Intraabdominal testicles and around fimbria and tubuler structure was confirmed. Orchiopexi was done for the left testicle and uterine-like tissue was left in the inguinal canal. Fowler Stephan’s 1. session was applied for the right testicle. The patient was followed up with the diagnosis “persistan mullerian canal syndrome”. Conclusion: It should be considered that giant inguinoscrotal hernias can emerge together with other anomalies and diagnostic laparoscopy can be helpful in the treatment plan. P - 86 AXİLLER LENFADENİTİ TAKLİT EDEN LEİOMİYOMA OLGUSU MN Cevizci*, A Fettah**, AA Köseoğulları Bulut*, M Demir*, H Cevizci*** *Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Erzum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji ***Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Kliniği Giriş: Çocuklarda oldukça nadir görülen benign karekterde bir düz kas tümörü olan leiomiyoma makroskopik ve histopatolojik olarak leiomiyosarkomadan ayırmak oldukça güçtür. En sık gastrointestinal sistemde görülür, bunu mesane, derin yumuşak doku, baş boyun ve cilt cilt altı dokular takip eder. Derin yumuşak doku leiomiyomları en sık extremite derin kasları, abdominal kavite ve retroperiton yerleşimli olarak görülür. Burada axiller lenfadeniti taklit eden atipik yerleşimli leiomiyoma olgusunu sunmak istedik Olgu: Sol axiller bölgede son bir yıldır tıbbi tedaviye cevap vermeyen şişlik ve özellikle kol hareketi sırasında ortaya çıkan ağrı nedeniyle başvuran 4 yaşında kız hasta yapılan fizik muayenede sol axiller bölgede lenf noduna uyan lokalizasyonda yaklaşık 2.5*2*1 cmlik yarı mobil orta sertlikte ve kol abduksiyonu ile ağrıya sebep olan kitle tespit edildi. USG raporu axiller lenfadenit ile uyumlu geldi. Bir yıllık öykünün olması, ağrı şikayetinin devam etmesi ve olası tümöral oluşumun ekarte edilmesi amacıyla eksizyonel biyopsi yapılmak üzere hasta yatırıldı. Maske anestezi altında axiller bölgede sınırları net seçilen ve kas üzerine oturmuş kasa invaze olmayan yüzeyel sinir tarafından sarılmış( ağrı sebebi olduğu düşünülen) yaklaşık 2.5*2*1 cm lik solid karekterde kitle total olarak çıkarıldı. PO aynı gün hasta taburcu edildi. Patolojik değerlendirme santralinde kalsifikasyon izlenen leiomiyoma olgusu şeklinde rapor edildi. Hastanın post operatif 6 aylık takipte herhangi bir şikayet olmadı. Sonuç: Axiller lenfanenopatiler genellikle enfeksiyöz nedenlere bağlı olarak karşımıza çıkmakta ve çoğu tıbbi tedaviye cevap vermektedir. Tedavi ile küçülmeyen ya da olgumuzda olduğu gibi kronik ağrıya sebep olan kitlelerin olası tümöral oluşumların ekarte edilmesi ve şikayetlerin giderilmesi için eksizyon yapılması önerilmelidir. *** LEIOMYOMA CASE MIMICKING AXILLARY LYMPHADENITIS MN Cevizci*, A Fettah**, AA Köseoğulları Bulut*, M Demir*, H Cevizci*** *Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Pediatric Surgery ** Erzurum Regional Training and Research Hospital, Pediatric Hematology ***University of Atatürk, Faculty of Medicine, Dept. Of Family Medicine Introduction: Leiomyoma is a benign smooth muscle tumor that is rarely seen in childhood and is difficult to differentiate from leiomyosarcoma both macroscopically and histopatologically. Most commonly seen in gastrointestinal tract, followed by bladder, deep soft tissue, head-neck and subcutaneous tissue. Deep soft tissue leiomyomas are mainly seen in deep extremity muscles, abdominal cavity and retroperitoneal region. We wanted to present an atypically located leiomyoma case mimicking axillary lymphadenitis. Case: Four years old female patient presented with left axillary swelling unresponsive to treatment for one year and causing pain during arm movement. A 2.5x2x1 cm, semi-mobile, medium hard mass in left axillary region compatible with lymph node location causing pain during arm abduction was found in physical examination. USG report was compatible with axillary lymph adenitis. Patient was admitted to perform biopsy because of one-year history, persisting pain and to rule out possible tumoral lesion. Patient was operated under mask anesthesia and approximately 2.5x2x1 cm solid mass in axillary region with clearly seen margins, located above muscle tissue, non-invasive to muscle, surrounded by superficial nerve (thought to be the reason of pain) was totally excised. Patient was discharged at the same day. Pathological examination was reported as leiomyoma with central calcification. The patient did not have any complaints during 6 months of postoperative follow-up. Conclusion: Axillary lymphadenopathies are usually caused by infectious reasons and most of them respond to medical treatment. Masses which do not shrink with treatment or cause chronic pain should be excised to rule out possible tumoral lesions and relieve symptoms. P - 87 Travma sonrası tesadüfen saptanan alışılmadık yabancı cisim: Olgu Sunumu S Büyükbeşe Sarsu*, E Çabalar** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Gaziantep Ersin Arslan Devlet Hastanesi Yabancı cisimlerin ağızdan alımı, çocukların yabancı cisimleri tanımak için ağızlarına götürdükleri yaş aralığı olan altı ay ile üç yaş arasında daha yaygındır. Bu yabancı cisimler sıklıkla madeni para, oyuncak parçaları, bilye, balık kemiği, iğne ve pildir. Onsekiz aylık Suriyeli bir erkek çocuğu, acil servise yaklaşık bir saat önce merdivenden düşme yakınması ile getirildi. Yaşamsal bulguları ve fizik muayenesi normaldi. Lökosit sayısı 14 000/mm3 olup diğer laboratuvar bulgularında patolojiye rastlanmadı. İzlemlerinde karın ağrısı ve kusma olmadı. Ayakta direkt karın grafisilerinde sağ alt kadranda mermi olduğu görüldü. Yapılan abdomen bilgisayarlı tomografisinde ise, çıkan kolonda olduğu düşünülen mermiden başka bir patoloji bulunmamakta idi. Aile anamnezinden çocuklarının mermiyi ne zaman oral olarak aldığı öğrenilemedi. Hemolitik anemi açısından çocuk hematoloji bölümü tarafından değerlendirilen hastanın izleminde mikrositer anemi gelişmedi. Serum ve 24 saatlik idrar kurşun düzeyleri de normaldi. Günlük ayakta direkt karın grafisi izleminde merminin kalın bağırsakta ilerlediği izlendi. Yatışının yaklaşık kırksekizinci saatinde mermi makattan kendiliğinden çıktı. Çocukların yuttukları yabancı cisimleri, aslında içinde bulundukları toplumun yaşam koşulları belirler. Travma nedeniyle acil servise getirilen bir çocukta abdomen bilgisayarlı tomografisinde alışılmadık bir yabancı cisim olan mermiye rastlanması literatürde daha önce bildirilmemiştir. Ağızdan mermi alımı, kurşun zehirlenmesi bakımından klinik ve laboratuvar olarak yakından izlenmelidir. Bu olgu, kurşun zehirlenme bulguları gelişmeyen bir hastanın acil ameliyat yerine izlenmesi gerektiğini göstermesi bakımından anlamlıdır. *** An Unexpected foreign body detected incidentally after trauma: A Case report S Büyükbeşe Sarsu*, E Çabalar** *Gaziantep Children's Hospital **Gaziantep Ersin Arslan State Hospital Oral intake of foreign bodies is more prevalently seen during the time interval between 6 months, and 3 years of age where children put foreign bodies into their mouths to recognize these substances These foreign bodies are usually metallic coins, pieces of toys, marbles, fishbones, needles, and batteries. A-16-month-Syrian boy was brought into the emergency service because of a fall from the stairs happened nearly one hour previously. His vital signs, and physical examination were unremarkable. White blood cell count was 14.000 /mm3, and his other laboratory values were within normal limits. During his follow-up period, abdominal pain, and vomiting did not occur. Standing plain abdominal radiograms revealed a bullet in the right abdominal quadrant. On abdominal computed tomograms, any other pathology apart from a bullet presumably localized in the ascending colon was not detected. The time of the oral intake of the bullet could not be learnt from his family. During the monitorization of the patient evaluated by the Department of Pediatric Hematology with respect to hemolytic anemia, microcytic anemia did not develop. Levels of lead in serum, and 24-hour –urine samples .were within normal limits. During daily life, plain KUB X-rays displayed migration of the bullet within the large bowel. At approximately 48 hours of his hospital stay, the bullet was spontaneously thrown out from the anal canal. Foreign bodies swallowed by the children are essentially determined by their living conditions. Detection of a bullet as a foreign body on abdominal computed tomograms obtained has not been reported in the literature before. Oral intake of bullet should be closely followed up with clinical, and laboratory tests as for the presence of lead poisoning. This case is an important example in that it demonstrates that a patient who does not develop symptoms of lead poisoning should be closely followed up rather than resorting to emergency operation. P - 88 Dev parovaryan kist: olgu sunumu VS Erikci, D Payza, Y Örnek, GB Özdemir, İ Genişol, N Malbora, M Hoşgör Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Çocukluk çağında parovaryan kistler nadir görülmektedir. Küçük asemptomatik lezyonlardan geniş kistler şeklinde çok değişik boyutlarda olabilmektedir. Bir aydır mevcut olan simfizis pubisten epigastriuma uzanan dev kistik kitlesi olan 14 yaşında kız olgu kliniğimize kabul edildi. Klinik bakısında tüm abdomeni dolduran belirgin abdominal dolgunluk mevcuttu. Yapılan batın ve pelvik BT’de dev, uniloküler, düzgün yüzeyli ve septasyonu olmayan tüm abdominal kaviteyi dolduran kistik kitle saptandı. LDH, β-HCG, AFP ve CA-125’i de içeren tüm laboratuvar çalışmaları normaldi. Abdomendeki kısıtlı hacim ve kist rüptürü tehlikesi nedeni ile laparoskopik yaklaşım tehlikeli bulunarak açık laparotomi uygulandı. İntraoperatif olarak ebatları 40x27x19 cm ve 14 litre sıvı içeriği olan sol over ve tubaya uzanan dev parovaryan kist saptandı. Sağ over ve fallop tüpü normaldi. Sol fallop tüpüne yakın komşuluk nedeni ile dev kist sol over korunarak sol tuba ile birlikte total olarak çıkarıldı. Histopatolojik inceleme solid komponenti olmayan seröz kistadenom olarak rapor edildi. Ameliyat sonrası gidişat sorunsuz olup olgu iyi durumdadır. Parovaryan kistler genellikle puberte döneminde gözlenmekle beraber neonatal abdominal kitleler şeklinde de izlenebilirler. Malignite şüphesi nedeni ile görüntüleme yöntemleri ve tümör markerleri ile onkoloji konsültasyonunu da içeren dikkatli tanısal çalışma gereklidir. Malignite durumunda, açık cerrahi girişim önerilmektedir. Bu olgularda overin korunduğu parovaryan kistin enükleasyonu önerilmektedir. Parovaryan kistlerde preoperatif tanı güç olup, bu klinik durum abdomino-pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Adneksiyal torsiyonlardaki gibi overleri koruyucu yaklaşımın uygulandığı cerrahi uygulamalar, bu olguların ileri dönemdeki üreme potansiyellerini arttırabilir. *** Giant parovarian cyst: a case report VS Erikci, D Payza, Y Örnek, GB Özdemir, İ Genişol, N Malbora, M Hoşgör Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery Paraovarian cysts are uncommon in children. They vary from small asymptomatic lesions to larger cysts. A 14-year-old girl with a huge abdominal cystic mass extending from the symphysis pubis to the epigastric region was admitted to our department. Clinical examination revealed a manifest bulge of the entire abdomen. Computed tomography (CT) of the abdomen and pelvis revealed a huge unilocular smooth surface cyst without septations filling the entire abdominal cavity. The laboratory work-up was normal, including the LDH, β-HCG, AFP, and CA-125. Regarding the risk of cyst rupture and limited space within the abdomen, laparoscopic approach was found to be difficult and the patient underwent elective surgery with laparatomy. Intraoperatively, there was a huge paraovarian cyst measuring 40x27x19 cm with a fluid volume of 14 liters extending to the left fallopian tube and left ovary. The right ovary and fallopian tube was found to be normal. Due to close proximity to the left fallopian tube, the giant cyst was excised together with the left fallopian tube and the left ovary was preserved. Histopathology revealed serous cystadenoma with no solid components. The postoperative course is eventless and the patient is well. These masses are usually seen during puberty period but may arise as a neonatal intraabdominal mass. Careful diagnostic work-up including imaging and tumor markers with a oncology consultation should be carried out due to the suspicion of malignancy. In the case of malignancy, open surgical intervention is recommended. Enucleation of the paraovarian cyst with an attempt of ovarian salvage should be considered. Preoperative diagnosis of paraovarian cyst is difficult and it should be included in the differential diagnosis of abdomino-pelvic masses. As is commonly advocated for ovarian salvage in adnexal torsions, preservation of the ovary during the surgical intervention if possible may increase the future reproductive potential of these patients. P - 89 Dört ekstremitinin birden polidaktilisi S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Çocuk Hastanesi Polidaktili, el ve ayakların en yaygın rastlanan doğumsal anomalisidir. İzole olabileceği gibi diğer doğumsal defektlerle birliktelik gösterebilir. En yaygın görülen tipi postaksiyel olanıdır. Dört ekstremitede birden olduğunda tetrapolidaktili adını alan bu duruma son derece nadir rastlanılır. Yirmiiki yaşındaki Suriyeli bir annenin 2. çocuğu olarak 37 haftalık spontan vajinal doğumla dünyaya gelen 28 günlük erkek bebek, dört ekstremitesinde birden polidaktili olması nedeni ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenede, sağ el ulnar postaksiyel polidaktilide sadece cilt bağlantısı varken, sol el ve her iki ayakta kemik bağlantısı da olan postaksiyel polidaktili mevcuttu. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Direk grafi, abdomen USG ve EKO'da patolojiye rastlanmadı. Laboratuar testleri normal sınırlarda idi. Tedavide sağ eldeki rudimenter polidaktili ligate edilirken, sol el ve her iki ayaktaki fazla olan parmaklar eksize edilerek, geride kalan yumuşak dokular rekonstrükte edildi. Postoperatif dönem komplikasyonsuz idi. Birinci derece akrabalarında herhangi bir doğumsal defekt bulunmamakta idi. Bu yazıda, son derece nadir bir durum olan postaksiyel tetrapolidaktilinin sporadik bir olgusu bildirilmiştir. Her ne kadar olgumuz, izole bir polidaktili vakası olsa da bu durumun bir sendroma eşlik edebileceği, bu yüzden tetrapolidaktili ile başvuran hastalarda diğer sistem muayeneleri ile görüntüleme yöntemlerinin mutlaka yapılması gerektiği unutulmamalıdır. *** Polydactyly of all four extremities S Büyükbeşe Sarsu Gaziantep Children's Hospital Polydactyly is the most prevalently encountered congenital anömaly of hands, and feet. It can be seen as an isolated anomaly or it can be associated with other congenital defects. Its most widely seen type is postaxial polydactyly. If it involves all of four extremities it is called tetrapolydactyly which is extremely rare. A 22-year-old Syrian mother gave birth to her second children via spontaneous vaginal delivery at her 37. gestational week . The 28-day-old baby boy was referred to our polyclinic because of polydactyly of all of his four extremities On physical examination right hand ulnar postaxial polydactyly had only skin connection , while in her left hand, and both feet postaxial polydactyly was detected where fusion of the underlying bones is seen. Examination of other systems was unremarkable. Plain radiograms,, abdominal US, and echocardiograms were not pathologic. Laboratory test results were within normal limits As treatment rudimentary polydactyly of the right hand was ligated, supernumerary digits of the left hand, and both feet were excised, and the remaining soft tissues were reconstructed. Postoperative period was uneventful. Any congenital defect was not found in his first- degree relatives. In this paper, an extremely rare sporadic case of postaxial tetrapolydactyly was reported. Even though our case was an isolated case with polydactyly, it should not be forgotten that this condition can be associated with a syndrome, and consequently in patients presenting with tetrapolydactyly, other systems should be also examined , and imaging modalities should be performed. P - 90 Prepisyuma Sıkışan Fermuarı Sedo-Analjezi Yöntemiyle Cerrahiye Gerek Kalmadan Çıkarabilirsiniz A Özkan*, M Kaya*, A Küçük**, M Kabaklıoğlu*, F Timur*** *Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Düzce **Düzce Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ***Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Düzce Altı yaşında erkek çocuk pantolon fermuarını penisine sıkıştırma yakınmasıyla acil servisimize getirildi. Muayenede iç çamaşırı giymediği, fermuarın sünnet derisini sıkıştırdığı görüldü. Fermuar açılmaya çalışıldı ancak çocuğun çok ajite olması üzerine başarılı olunmayınca penisine lokal anestezi ve sedasyon uygulandı. Çocuğun ağrısını geçirilip sedasyon sağladıktan sonra fermuar açılarak sıkışmış olan sünnet derisi rahatlatıldı. İşlem sonrası sünnet derisinde minimal bir hasar oluştuğu gözlendi. Ağızdan ağrı kesici ile sorunsuz bir şekilde evine gönderildi. Bir gün ve bir hafta sonraki kontrolde de hiç bir sorununun bulunmadığı gözlendi. Bu olguda sünnet derisinin kazara fermuara sıkıştığı ve hastaneye getirilmeden önce ailesi tarafından fermuarın çıkarılmaya çalışıldığı, çıkarılamayacağı anlaşılınca hastaneye getirildiği anlaşılmıştır. Biz bu olgu ile doğrudan sedasyon ve lokal anestezi ile fermuarın çıkarılmasının mümkün olabileceğini göstermek istedik. Ve yine bu işlem sırasında sünnet derisindeki minimal hasar oluşabileceğini bununda daha sonra sorunsuz iyileştiğini ve ayrıca da acil cerrahi bir işleme ya da planlanmamış bir sünnet işlemine gerek olmadığını göstermek istedik. *** Prepisium Entrapped In The Zipper Can Be Extricated Without Surgical Treatment By The Sedo-Analgesia Method A Özkan*, M Kaya*, A Küçük**, M Kabaklıoğlu*, F Timur*** *Department of Pediatric Surgery, Duzce University, Medical Faculty, Duzce ** Duzce Ataturk State Hospital, Department of Pediatric Surgery ***Department of Pediatrics, Duzce University, Medical Faculty, Duzce A six year old boy was brought to the emergency department with symptoms of after boy trouser’s zipper entrapment of his penis. On physical examination that was revealed not wearing underwear and the zipper was found to entrap prepuce of the penis. We tried to open the zipper, but the child is too agitated and we were not succeeded. A local anesthesia and sedation was performed. After providing sedation and relieved the pain of the child, the entrapped foreskin was released by opening the zipper. After the operation, minimal damage was observed the foreskin. The patient sent to home with oral painkillers and with no problem. There is no problem at control for a day and a week later. In this case, foreskin accidentally caught in the zipper and the attempted removal of the foreskin of the zipper by his family before being brought to the hospital, they were brought him to the hospital when they understood not removed it. We want to show that it is possible the removal of the zipper directly with sedation and local anesthesia. And minimal injury can occur in the foreskin during this process, later it is in recovered uneventfully and we also want to show that there is no need for an urgent surgical treatment or unplanned circumcision. P - 91 Asenkron bilateral over torsiyonu. Ne yapalım? Ş Kurtuluş*, N Ertürk** *Marmaris Devlet Hastanesi **Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Hastanesi GİRİŞ Adneksal torsiyon overin ve veya tubanın kendi ligamentoz yapıları üzerinde dönmesidir. Daha önce over torsiyonu geçirmiş çocuk ve adolesanlar asenkrone over torsiyonu riski taşırlar.Tedavide güncel yaklaşım, overin makroskopik görünümüne bakılmaksızın detorsiyon yapılarak overin korunması ve ilaveten ooforopeksi yapılmasıdır. Sol over torsiyonu nedeniyle salpigoooferektomi geçirdikten sonra sağ over torsiyonu gelişen 11 yaşındaki olgu, ailesel olabileceği düşünülerek sunulmuştur. OLGU Hasta 3 gündür devam eden kolik tarzda sağ alt kadran ağrısı nedeni acil servise başvurdu. Muayenesinde akut karın bulguları mevcuttu, pelvik ultrasonografide, sağ overde multiple milimetrik kistler mevcuttu ve sağ over ödemli ve boyutları artmıştı. Doppler ultrasonografide, sağ overde kan akımı gösterilemedi. Cerrahi eksplorasyonda; overin uzun aksı boyunda iki kez döndüğü görüldü, over ödemliydi ve hemen hemen normal renkte görünüyordu. Sağ over detorsiyone edilip pelvis yan duvarına tespitlendi. Hasta, yedi yaşındayken sol over torsiyonu nedeniyle salpingoooferektomi geçirmişti. TARTIŞMA Asenkrone bilateral over torsiyonu, altta yatan adneksiyal patoloji olmaksızın gelişebilir.Anormal uzun ligamentler ya da peritonda adhesyon gelişiminin az olması gibi anatomik varyasyonlara bağlı olarak adneksin aşırı mobil olması torsiyona zemin hazırlayabilir. Azalmış adezyon oluşumu da over torsiyonu riskinin artmasına katkıda bulunabilir.Adezyon formasyonu, fibrozisin bir türüdür ve kollajen metabolizması ile ilişkilidir.Bu olguda kollajen metabolizmasına ilişkin bir araştırma yapılmamış olmasına rağmen etyolojik faktörden biri ailesel kollajen bozukluğu olabilir.Çünkü, hastanın annesi sağ over torsiyonu nedeniyle salpingoooferektomi geçirmiş, erkek kardeşine de sol inmemiş testis nedeniyle orşiopeksi yapılmıştır.Özellikle tek taraflı ooferektomi geçirmiş hastalarda karşı taraf overin fikse edilmesini kesinlikle önermekteyiz. *** Asynchronous bilateral ovarian torsion: case report. Ş Kurtuluş*, N Ertürk** *Marmaris State Hospital **Muğla Sıtkı Koçman University Hospital BACKGROUND Adnexal torsion is the rotation of ovary or fallopian tube on its own ligamentous structure. Children and adolescents who have suffered from ovarian torsion may be at risk for asynchronous torsion of the ovary. Current approach in the management is conserving ovary by performing detorsion and additionally oophoropexy irrespective of macroscopic appearance of the ovary. We report the case of asynchronous bilateral ovarian torsion in a 11year-old girl, resulting in left salpingo-oophorectomy and subsequently right ovary torsion. CASE A girl applied to emergency service with intermittent abdominal pain in the right lower quadrant persisting for three days. The physical examination revealed the findings of acute abdomen. In ultrasonography, there was multiple milimetric cyst,biggest one of which is 7 mm, in right ovary and significantly increase in the volume of the ovarian stroma. Doppler ultrasonography showed no vascular flow. In the surgical exploration, right ovary was found to be torsioned twice around its long axis and appeared edematous increased in the volume,the colour of ovary looked almost normal. It was detorsioned and fixed to the pelvic side-wall. The patient had underwent a laparotomy with the presumptive diagnosis of left ovarian torsion when she was 7-year old and was left salpingo-oophorectomy. CONCLUSION Asynchronous bilateral ovarian torsion occurs even with no underlying adnexal pathology. It is likely that these patients have underlying anatomic variations such as excess mobility of the adnexa due to an abnormally long ligamens or the lack of adhesion formation on the peritoneum. Decreased adhesion may contribute to the increased risk of ovarian torsion. Adhesion formation that is a kind of fibrosis is involved in collagen metabolism. Although we have not searched any abnormality of collagen, underlying etiology may be a familial collagen disorder in this patient. Because her mother had salpingo-oophorectomy for a rightsided ovarian torsion and her brother had underwent orchiopexy for undescended testicle. P - 92 Boğulmuş İnguinal Herni Bulunan İki Bebekte Over Patolojileri E Abay*, A Sayan*, T Özdemir*, C Bilir*, G Orhan*, E Çakır**, G Köylüoğlu* *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuvarı AMAÇ: Kız bebeklerde inguinal herni kesesi içinde sıklıkla over ve tuba uterinaya rastlanır. Ancak over torsiyonu ve over kistleri az görülür. Strangüle inguinal herni kesesi içinde torsiyone over ve over kisti saptanan iki olgumuz az görülen patolojiler olmasından dolayı sunulmuştur. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz acil servisine sol kasıkta geçmeyen şişlik yakınması ile getirilen 2 ve 8 aylık iki kız hasta, rutin incelemelerden sonra kliniğimize yatırılarak acil ameliyata alınmışlardır. BULGULAR: Boğulmuş inguinal herni ön tanılı 2 aylık hastada yakınmanın bir gündür olduğu öğrenilmiştir. Acil ameliyatta inguinal herni kesesi içinde sol tuba uterina ve kistik overin olduğu görülmüştür. Over korunarak kist çıkarılmıştır. Tuba uterina ve over redükte edilerek herniotomi yapılmıştır. Diğer 8 aylık hastada ise yakınmanın üç gündür bulunduğu öğrenilmiştir. Ameliyatta sol overin torsiyone olduğu ve nekroz geliştiği görülerek over detorsiyone edilmiştir. Ancak nekroz görünümünün sürmesi üzerine ooferektomi ve herniotomi yapılmıştır. Hastalarımız sorunsuz poliklinik izlemimizdedir. SONUÇ: Bebeklik çağında kasık fıtığı içinde over ve tuba uterina sıklıkla görülebilir. Bu nedenle overin fıtık kesesi içinde torsiyone olabileceği ya da kist içerebileceği düşünülmelidir. Erken yapılacak cerrahi girişim overin gereksiz kaybını önleyebilir. *** Ovarian Pathologies In Two Babies with Incarcerated Inguinal Hernias E Abay*, A Sayan*, T Özdemir*, C Bilir*, G Orhan*, E Çakır**, G Köylüoğlu* *Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic **Tepecik Research and Training Hospital, Patology Laboratory AIM: Ovaries and uterine tubes are frequently found in hernia sacs but ovarian torsion and cysts are rarely encountered. Two patients with the aforementioned findings were presented due to rarity of these pathologies. MATERIALS AND METHODS: Two female patients aged 2 and 8 months were operated due to stubborn inguinal swelling after routine examinations. FINDINGS: The emergency operation of the 2-month-old patient revealed uterine tube and ovarian cyst inside the hernia sac. Cystectomy with the preservation of the healthy ovarian tissue and herniotomy after the reduction of the tube and ovary were performed. In the 8month-old patient, the family observed the complaints for 3 consecutive days. During the exploration left ovarian torsion inside the sac was found. Oopherectomy and herniotomy was done after detorsion and watchful waiting. Both patients are under follow up without any clinical problem. RESULT: Ovaries or uterine tubes are frequently found in hernia sacs of girls. It should be recalled that ovarian cysts or torsion might complicate the hernias. The decision of early surgery prevents the unnecessary ovarian loss. P - 93 LABİAL FÜZYON F Sarac*, S Büyükbeşe Sarsu**, M Toptaş*, A Saygılı*** *Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi **Gaziantep Çocuk Hastanesi ***Ok Meydanı Eğitim Ve araştırma Hastanesi Amaç: Labial füzyon labium minoraların tam veya kısmi olarak orta hatta yapışmasıdır. Çalışmamızın amacı,labial füzyon tanısı ile tedavi ettiğimiz hastalarda, medikal tedavi ile mekanik separasyon sonuçlarımızın karşılaştırılmasıdır. Yöntem: Haseki Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk cerrahisi polikliniğinde 2012 Ocak ile 2015 Ocak tarihleri arasında, labial füzyon nedeni ile tedavi edilmiş 25 hasta, tedavi yöntemi ve sonuçlarına göre retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmamız için Haseki Eğitim araştırma Hastanesi Etik kurulundan onam alındı. Sonuç: Hastalarımızın yaşı 3-66 ay arasında ortalama 28,8 ay olarak bulundu. Toplam rekürrens oranı % 32 idi. Estriol ile tedavi başarısı % 60, manuel açma ile tedavi başarısı % 63,2 olarak hesaplandı. *** LABIAL FUSION F Sarac*, S Büyükbeşe Sarsu**, M Toptaş*, A Saygılı*** *Haseki Training and Research Hospital **Gaziantep Children's Hospital ***Ok meydanı Training and Research Hospital Objectıve: Labial fusiun is defined as complete or partial fusion of labium minora at midline. The purpose of our study is to compare the outcomes of our patients we treated either with medical therapy or mechanical separation Method : The outcomes, and the treatment modality applied on a total of 25 patients treated between January 2012, and January 2015 in the outpatient clinics of Pediatric Surgery of Haseki Training and Research Hospital with the indication of labial fusion were retrospectively evaluated. For our study the approval of the Ethics Committee of Haseki Training and Research Hospital was obtained. Conclusion: Median age of our patients was 28.8 months (range 3-66 mos). In a total of 32 % of the patients recurrences were seen. Treatment success rates with estriol therapy, and manual separation were 60%, and 63.2% respectively P - 94 Nadir Bir Akut Karın Nedeni: Torsiyone Omentum Kisti Hİ Tanrıverdi*, U Şenel*, N Arslan** *Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat **Tokat Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği, Tokat Amaç: Omentum kistleri oldukça nadirdir. Genellikle çocukluk çağında ağrı ve kitle ile klinik bulgu verirler. Zaman zaman torsiyone olarak akut karın bulgularına neden olabilirler. Tedavileri cerrahi eksizyondur. Akut karın bulgularıyla başvuran ve torsiyone omentum kisti saptanan iki yaşındaki erkek olgu sunulmuştur. Olgu: Akut karın bulgularıyla başvuran ve yapılan tetkilerinde intraabdominal kistik kitle saptanması üzerine kliniğimize gönderin iki yaşındaki erkek olgu yatırıldı. Karnında yaygın hassasiyeti ve orta hattın hemen sağında yaklaşık 10 cm büyüklüğünde düzgün sınırlı, orta sertlikte, mobil kitle saptanan olgunun laboratuvar tetkikleri olağandı, lökositozu yoktu. Abdominal ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi tetkiklerinde karaciğerin inferiorunda, 8.5 x 6.5 cm büyüklüğünde, ince duvarlı içi sıvı dolu kistik kitle saptandı. Operasyona alınan olguda büyük omentumum distalinde yaklaşık 10 cm büyüklüğünde düzgün sınırlı, etraf dokulara yapışıklığı olmayan kistik kitle saptandı. Kitlenin pedikülünün saat yönünde 5 tur tosiyone olduğu görüldü. Kitle pedikülünden eksize edildi. Karın içinde başka patoloji saptanmadı. Herhangi biri sorunu olmayan olgu postoperatif ikinci gün taburcu edildi. Kitlenin patolojik incelemesi basit omental kist olarak yorumlandı. Sonuç: Akut karınla başvuran ve intraabdominal kistik kitle saptanan olgularda nadir görülseler de omentum kistleri akla getirilmelidir. *** Torsioned Omental Cyst: A Rare Reason of Acute Abdomen Hİ Tanrıverdi*, U Şenel*, N Arslan** *Gaziosmanpasa University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Tokat, Turkey **Tokat State Hospital, Department of Pediatric Surgery, Tokat, Turkey Aim: Omental cysts are considerably rare. They usually cause pain and mass at childhood. They also cause acute abdomen symptoms occasionaly if they torsions. Surgical resection is the main treatment. In this case report, two years old boy with acute abdomen symptoms who torsioned omental cyst was determined at him, is presented. Case: Two years old boy with acute abdomen symptoms was hospitalized because of intraabdominal cystic mass. There were susceptibility at abdominal examination. Also a mobil mass with 10 cm diameter, laminar verge, modarete vicious was determined at right of midline on abdominal palpation. The laboratory tests were normal. There wasn't leukocytosis. A 8.5 x 6.5 cm, liquid fulled cystic mass with thin wall was determined below liver at ultrasonography and computerized tomography. A cystic mass which was approximately 10 cm diameter determined at distal of major omentum on operation. There wasn't adhesion between the mass and surrounding tissues.There was a 5 lap clockwise torsion at the pedicule of mass. The mass was excised from the pedicule. There wasn't any other pathology intraabdominaly. The patiend was discharged at second day postoperatively. The mass was evaluated as simple omental cyst pathologically. Conclusion: Even so omental cysts are rare they are keep in mind at the cases with acute abdomen symptoms who cystic mass was determined at them. P - 95 Çocuklarda Nadir Görünen Bir Olgu: Dalağın Konjenital Epidermoid Kisti M Çakar, Ö Cesur Karabük Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD GİRİŞ: Dalak kistleri, epitel olup olmamasına göre gerçek (% 25) ve psödokist (% 75) olarak ikiye ayrılır. Konjenital epidermoid dalak kisti, dalağın son derece nadir rastlanan kistik bir hastalığıdır. Literatürde 800'ü aşkın dalak kisti olgusundan ancak % 2,5'unu konjenital epidermoid kist oluşturmaktadır ve sıklıkla çocuklarda görülür. Olgumuzda saptanan dalağın konjenital epidermoid kisti, nadir görülen bir vaka olduğundan bu hastalık etiyolojisi, klinik ve histopatolojik bulguları ile tanı ve tedavi alternatifleri açısından tartışılmıştır. OLGU: Kliniğimize 11 yaşında kız hasta iki aydır aralıklı karın ağrısı şikayeti ile başvurdu. Bulantı kusma ve ateş öyküsü olmayan hastanın öncesinde de travma hikayesi yoktu. Yapılan fizik muayenesinde batında sol üst kadranda minimal hassasiyet mevcuttu, rebaund ve defans yoktu, barsak sesleri normo aktifti. Öz ve soy geçmişinde özellik yoktu. Batın ultrasonografisinde dalak inferior polünde 82 mm çaplı yuvarlak lobüler konfigurasyonlu multi septalı kist saptandı. Çekilen abdominal tomografisinde dalak parankimi içerisinde parahiler bölgeye yakın lokalize 10x9x8 cm büyüklüğünde lobüle kontür özelliği sergileyen, ince septalı patolojik kontrast tutulumu sergilemeyen hipodens kitle lezyon şeklinde raporalandı. Laboratuvar tetkiklerinde Hb:13,38 gr/dl, BK: 6,300 /mm3, trombosit: 225,800 /mm3, Kisthidatik hemaglutinasyon testi negatif, Karsinoemriyojenik antijen : 1,08 ng/ml, Alfa fetoprotein : 1,08 ng/ml olarak saptandı. Hastaya pnömokok veHaemophilus influenzae aşıları yapıldı ve operasyonu planlandı. Ameliyatta dalak hilusunda bulunan 10 x 15 cm boyutlarında kistik kitle total splenektomi ile çıkarıldı. Patoloji dalakta Epidermoid kist olarak raporlandı. Hastanın 6 aylık takiplerinde problem olmadı. TARTIŞMA: Son zamanlarda dalağın immün sistem açısında önemi nedeniyle dalak kistlerinde koruyucu cerrahi önerilmektedir. Ancak parsiyel splenektomide kistin yerleşim yeri önemlidir. Hiler bölgede yerleşik olan kistlerde parsiyel splenektomi işlemi pek tercih edilmemektedir. Sunmuş olduğumuz olguda hem kistin büyüklüğü hemde hiler bölgeye yakın olması nedeniyle total splenektomi yapıldı. Sonuç olarak literatür bilgileri doğrultusunda dalak kistlerinde cerrahi yaklaşım kararında kistin büyüklüğü ve yerleşim yerinin önemli olduğu gözlemlenmiştir. *** It Seems A Rare Case In Children; Congenital Epidermoid Cyst Of The Spleen M Çakar, Ö Cesur Karabuk University Medicine Faculty Pediatric Surgery Department Introduction: Splenic cysts are divided into two categories according to whether the actual epithelium (25%), pseudocysts (75%). Congenital epidermoid cyst of the spleen, is a rare cystic disease of spleen. This disease has been discussed etiology, clinical and histopathological findings in terms of diagnosis and treatment alternatives. Case: 11 years old girl was admitted to our clinic with intermittent abdominal pain lasting two months. The patient’s medical history was unremarkable, including previous abdominal trauma. In physical examination there was minimally tenderness in the left upper quadrant abdominal. Abdominal ultrasound revealed the inferior pole of the spleen in 82 mm diameter round lobular configuration of multi septal cysts. The abdominal CT scan demonstrated that in the parenchyma of the spleen close to parahilar localized 10x9x8 cm in size exhibiting lobular contour feature which does not exhibit pathological septal thin hypodense mass lesion contrast enhancement. Routine blood tests were within normal ranges and cystic hydatid hemagglutination test negative. Surgery was removed in a 10 x 15 cm cystic mass in the splenic hilum with the total splenectomy. Pathology was reported as epidermoid cyst in the spleen. The patient was not a problem in the 6-month follow-up. Discussion: Lately conserving surgery is recommended in splenic cyst, spleen because of their importance in terms of the immune system. However, it is important to partial splenectomy cyst place. The cysts which built in the hilus region is not preferred partial splenectomy operation. In case we have to offer underwent total splenectomy both size of the cyst and proximity to the splenic hilum. As a result, ıt has been observed in accordance literatur information the size of the cyst and place important that the surgical treatment of splenic cysts decision. P - 96 Ektima Gangrenozumu olan nötropenik bir çocuğun definitif tedavisi S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, A Yaman Gaziantep Çocuk Hastanesi Ektima gangrenozum (EG), tipik olarak kronik hastalığı olan ya da immün sistemi baskılanmış hastalarda, deri ve müköz membranların enfektif lezyonudur. İlerleyici ve fatal seyredebilen ve çok nadir görülen bir vaskülüttir. Tedavide cerrahi eksizyon mortaliteyi önlemesi bakımından çok önemlidir. Sekiz yaşında, erkek hasta, 2 gün önce başlayan ateş, karın ağrısı ve döküntü şikayetleri ile götürüldüğü dış merkezden, genel durumunun kötüleşmesi üzerine septik şok ile cerrahi yoğun bakım ünitesine kabul edildi. Fizik muayenesinde ateşi 390C, kalp hızı 150/dk, ve solunum sayısı 44/dk. Karın ön duvarında göbek çukurunun sağından başlayan sınırları düzenli başta pembe renkli olan sonrasında siyah renge dönen 10X12 cm çapında ülsere, nekrotik görünüm mevcuttu. Laboratuvar tetkiklerinde; Beyaz küre sayısı 1.27103 (4.5-11), total nötrofil sayısı 260 idi. Abdominal tomografide derinliği peritona kadar uzanan yaygın nekroz mevcuttu. İnotropik ajanlara ek olarak klindamisin, vankomisin, meropenem, metronidazol, flukonazol ve trimetoprim-sulfametoksazol verildi. immunolojik incelemesi kronik granülomatöz hastalığı desteklemekte idi. Tedavide sağlıklı dokuya ulaşıncaya kadar cilt ve cilt altındaki tüm nekrotik dokunun eksizyonunun ardından, bu sahaya uygulanan Vacuum Assisted Closure (VAC) ile drenaj sağlandı. Eksizyonun ardından 12. saatte eksize edilen sahanın lateralinde yeni beliren 2X2 cmlik nekrotik dokuları eksize edildi. Burada, EG'u olan nötropenik bir çocukta definitif tedavinin cerrahi eksizyon olduğunu, eksizyon sonrası kısa süre içinde gelişebilen yeni nekrotik dokunun erken dönemde tekrar eksize edilmesinin ve yakın takibin prognozda ne kadar önemli olduğunu bildirmeyi amaçladık. *** Definitive treatment of a pediatric neutropenic patient with Ecythema Gangrenosum S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, A Yaman Gaziantep Children's Hospital Ecythema Gangrenosum (EG) is an infective lesion of skin, and mucous membranes typically occurring in patients with chronic disease or immunocompromised patients. İt is a very rarely seen vasculitis with a potentially progressive, and fatal course. Treatment with surgical excision is very important for the prevention of mortality. An 8-year-old pediatric patient was referred to an external medical center with complaints of fever, abdominal pain, and skin rashes starting 2 days previously, and upon deterioration of his general health state, he was admitted into a surgical intensive care unit with manifestations of septic shock. Physical examination findings were as follows: body temperature, 39oC , heart rate, 150/min; and respiratory rate, 44/min. On the anterior abdominal wall, an ulcerated, necrotic mass with with regular contours and a diameter of 10 x 12 cm originating from the right side of the umbilicus which was pink-coloured at the onset, and then turned into a black colour. White blood cell counts, and total number of of neutrophils were 1.27103 (4.5-11), and 260, respectively. On abdominal tomograms widespread necrosis down to peritoneum was detected. In addition to inotropic agents, clindamycin, vancomycin, meropenem, metronidazole, fluconazole , and trimetoprim-sulfametoxazole were prescribed. His immunological examination was supporting diagnosis of a chronic granulomatous disease, In the treatment, all necrotic tissues including skin, and subcutaneous tissue were excised down to a healthy tissue.after excision of all necrotic tissue , Vacuum Assisted Closure (VAC) was applied on this area for drainage. Twenty hours following excision, lateral to the excised area, newly developed 2 x 2 cm necrotic tissues were excised. Herein, we aimed to indicate that definitive treatment of a a neuropathic child with EG is surgery excision, and also emphasize critical importance of re-excision of newly developed necrotic tissue at an early stage, and close monitorization of the patient . P - 97 Abdominal kurşun yaralanması: şanslı hasta V Avci*, S Bilici** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Ateşli silah yaralanmasına bağlı ölümler tüm ölümler arasında sekizinci; travmaya bağlı ölümler arasında ikinci sırada yer alır. Ateşli silah yaralanmalarında en sık bağırsaklar, ikinci sıklıkla karaciğer etkilenir. Ağır makinalı tüfek ile batın bölgesinden yaralanan 10 yaşında erkek hasta sunuldu. Olgu: 10 yaşında erkek hasta dağda koyun otlatma esnasında meydana gelen ateşli silah yaralanması nedeni ile kliniğimize sevk edildi. Muayene esnasında batın sol üst kadranda alt kosta hizasında kurşun giriş deliği saptandı. Direkt grafide kurşun karında pelvis hizasında görüldü. Operasyona alınan hastada eksplorasyon esnasında kurşun morrison poşunda görüldü. Batın içindeki seyri sırasında herhangi bir organ hasarının görülmemesi hayretle karşılandı. Hasta ameliyattan üç gün sonra şifa taburcu edildi. Tartışma: Yüksek mortalite ve morbidite oranına sahip ateşli silah yaralanmalarında hastalar her zaman olgumuzda olduğu gibi şanslı olmayabilir. *** Abdominal bullet injury: lucky patient V Avci*, S Bilici** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Yüzüncü Yıl University. Dursun Odabaş Medical Center. Departman of Pediatric Surgery. Summary: Deaths due to gunshot wounds are eighth among all deaths; It takes second place among trauma-related deaths. In gunshot wounds, intestines are the most often affected, liver is the second most affected organ. A 10-year-old male patient wounded from the abdominal area by a heavy machine guns, was presented. Case: A 10-year-old male patient, while grazing sheep in a pstural area , was referred to our clinic due to gunshot injury case . During the examination, at the level of the lower ribs on the left upper quadrant abdominal a bullet entry hole was detected. It was found in the pelvis alignment in the abdomen lead to direct graphite. The patient was taken to surgery, the pouch was found during the exploration morrison lead. During the course of the bullet through the abdomen no organ damage was astonishingly observed. Three days after the surgery the patient was discharged in healing. Discussion: Patients with gunshot wounds that causing high mortality and morbidity rates, as always, may not be so lucky as was in our case. P - 98 Akut karın nadir nedeni: imperfore hymen olgusu V Avci*, N Özcan** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Radyoloji Departmanı. Giriş: Müllerian sistem kanalizasyonunda defekt sonucu ortaya çıkan İmperfore hymen vajinal obstrüksiyona neden olur. Bu malformasyon genelde puberte döneminde amenore, karın ağrısı veya pelvik kitle gibi semptomlar ile kendini gösterir.12 yaşında imperfore hymen olgusu sunuldu. Olgu: 12 yaşındaki kız hasta kliniğimize ara ara devam eden karın ağrısı, kusma ve idrar yapmada güçlük şikayetleri ile başvurdu. Karında yaygın hassasiyeti ve suprapubik bölgede distansiyonu olan hastaya akut karın düşünüldü.. Hiç adet görmediği öğrenilen hastaya çekilen ultrasonografi sonucu imperfore hymen teşhisi konuldu. Hymenoplasti uygulanan hastanın rahatladığı gözlendi. Tartışma: Karın ağrısı şikayeti ile başvuran puberte dönemindeki kız çocuklarında karın ağrısı nedenleri arasında imperfore hymen unutulmamalıdır. *** A rare cause of acute abdomen: a case of hymen imperforatus V Avci*, N Özcan** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Bingöl Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Radiological Bingöl Introduction: Hymen imperforatus; arises from defect of mullerian system development and causes vaginal obstruction. This malformation usually represents with primary amenorrhea, abdominal pain and pelvic mass in early puberty. A case of 12-year-old hymen imperforatus is presented. Case: A 12-year-old girl with a complaint of abdominal pain, vomitting and dysuria was admitted to our clinic. On physical examination, abdominal tenderness and suprapubic distantion were revealed and acute abdomen was considered. An abdominal ultrasonic examination was performed to primar amenorrheic patient and imperforate hymen was diagnosed. The pain of patient reliefed after hymenoplasty operation. Discussion: At pubertal girl patients with complaint of abdominal pain imperforate hymen should be remembered P - 99 Anal Atrezinin nadir bir birlikteliği: Currarino Sendromu S Büyükbeşe Sarsu*, ME Parmaksız*, E Çabalar**, A Karapur*, C Kaya** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Gaziantep Ersin Arslan Devlet Hastanesi Currarino Sendromu (triadı) presakral kitle, anorektal malformasyon (ARM) ve sakral kemik deformasyonundan oluşan son derece nadir görülen bir durumdur. Erken tanı menenjit ve idrar yolu enfeksiyonu gibi komplikasyonların önlenmesi bakımından önemlidir. İki yaşında erkek çocuk idrar yapamama nedeniyle hastanemize kabul edildi. Anamnezinden doğumunun 24. saatinde anal atrezi ve rektovestübüler fistül nedeniyle kolostomi yapıldığı öğrenildi. Fizik muayenede abdominal distansiyon dışında bulguya rastlanmadı. Tam idrar tetkikinde bol lökosit ve eritrosit saptandı. Ayakta direk batın grafisinde sakrum sağ inferiorunda defekt ile sola deviyasyon gösteren displazik görünüm mevcuttu (scimitar sakrum). Bunun üzerine yapılan abdominopelvik ultrasonografide presakral alanda 5.7x6 cm boyutunda septalı multiloküle kistik lezyon izlendi. Abdomen bilgisayarlı tomografisinde S3 ve inferiorundaki vertebraların sağ kesimlerinde hipoplazik görünüm ile birlikte sakrumda sola deviyasyon (scimitar sakrum) ve presakral kistik lezyon saptandı. Lumbosakral manyetik rezonansta ise sağda S3-S4 ve S4-S5 nöral foramenlerde genişleme ve sakral spinal kanal ile devamlılığı bulunan, mesaneyi ve rektumu anteriora iten, multiloküle ve septalı görünümde anterior sakral meningosel (ASM) izlendi. Posterior sagittal anorektoplasti (PSARP) yaptığımız hasta, Beyin Cerrahisi Kliniğinde ASM nedeniyle opere edildi. Anal atrezi, Currarino triadının bileşenlerinden biri olabilir. Anal atrezi nedeniyle kabul edilen bir hastada gelişebilecek komplikasyonların önüne geçebilmek için bu sendromun eşlik edebileceği unutulmamalıdır. *** A rare association with anal atresia: Currarino Syndrome S Büyükbeşe Sarsu*, ME Parmaksız*, E Çabalar**, A Karapur*, C Kaya** *Gaziantep Children's Hospital **Gaziantep Ersin Arslan State Hospital Currarino Syndrome (triad) is an extremely rare condition characterized by presacral mass, anorectal malformation (ARM) , and sacral bone deformation. Early diagnosis is important for the prevention of meningitis, and urinary tract infections. A 2-year-old male infant was admitted to our hospital with inability to urinate. From his medical history, it was learnt that 24 hours after his birth he had undergone colostomy operation with the indication of anal atresia, and rectovestibular fistula. On physical examination any abnormal finding apart from abdominal distension was not detected,. Complete urinalysis revealed abundant leukocytes, and erythrocytes in urine. On plain abdominal X-ray performed in the standing position demonstrated a defect at the right lower side of the sacrum, and a dysplasic image displaying deviation to the left (scimitar sacrum). On abdominopelvic ultrasound, a multilocular septated cystic lesion measuring 5.7 x 6 cm in the presacral area was detected. On abdominal tomogram, hypoplasic appearance of the right sides of S3, and vertebras inferior to S3, leftward deviation of sacrum (scimitar sacrum) , and a preacral cystic lesion were detected. On lumbosacral magnetic resonance imaging, widening of the right S3-S4, and S4-S5 neural foramens, and a multilocular, septated anterior sacral meningocele (ASM) which in continuum with sacral spinal canal anteriorly displaced bladder, and rectum were observed. We performed posterior sagittal anorectoplasty (PSARP). The patient also operated in the Clinics of Neurosurgery with the indication of ASM. Anal atresia can be one of the components of Currarino triad. In a patient who was admitted because of the presence of anal atresia, in order to preclude potential complications, probable concomitancy of this syndrome should not be forgotten. P - 100 Çocukta dalak kist hidatiğinin laparoskopik eksizyonu M Kaya, S Sancar, E Özçakır Şevket Yılmaz EAH, Çocuk Cerrahisi Kliniği, Bursa, Türkiye Hidatik kist hastalığında, karaciğer dışı tutulum nadirdir ve dalak en sık rastlanan üçüncü organdır. Hernekadar karaciğer kist hidatiğinin tedavisinde, antiparaziter ilaçlarla birlikte PAIR yöntemi, açık veya laparoskopik cerrahi kadar başarılı olduğu gösterilse de, dalak kistlerinin klasik tedavisi açık tam veya parsiyel splenektomidir. Bu sunuda 15 yaşında bir erkek çocukta, laparoskopik kistektomi ve dalağı koruyarak başarıyla tedavi edilen dalak kist hidatiği sunulmaktadır. Dalak kist hidatiğine laparoskopik yaklaşım başarılı ve güvenlidir, endsokopik cerrahinin avantajlarını sağlamıştır. *** Laparoscopic excision of splenic hydatid cyst in a boy M Kaya, S Sancar, E Özçakır Sevket Yilmaz Education and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Bursa, Türkey Extrahepatic involvement in hydatid disease is very rare, and spleen is the third most common organ. Although, PAIR combined with antihelmintic medications has been recently shown to be as effective as open or laparoscopic surgery in the treatment of liver hydatidosis, the traditional treatment of splenic cysts is open total or partial splenectomy. A case is described of splenic hydatid cyst in a 15 year old boy that was successfully treated by laparoscopic cystectomy and splenic preservation. Laparoscopic approach to the splenic hydatid cyst is feasible and safe, and provided the advantages of endoscopic surgery. P - 101 Elektrik çarpmasına eşlik eden vertebra kompresyon fraktürü S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin**, MS Özdemir*** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi ***Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesi Elektrik çarpması, sonucu meydana gelen yaralanmalar, her ne kadar nadir görülse de, birden fazla sistemi etkileyebilmesi ve yüksek mortalite, morbiditeye neden olması bakımından önem taşır. Oniki yaşında erkek çocuk yaklaşık 8 metre yüksekliğindeki elektrik direğinden, elektrik çarpması sonucunda beton zemine düşme nedeni ile acil servisi başvurdu. Fizik muayenede şuuru açık, sol elde avuç içi ve 4. parmak pulpasında elektrik giriş yerine ait 1. derece yanığı mevcuttu. Ancak elektrik çıkış yerine rastlanmadı. Lomber sahada yaygın hassasiyeti dışında fizik muayene bulgusu yoktu. Hastanın elektrokardiyografisinde (EKG) ve monitörizasyonunda 106 atım /dk, sinüs taşikardisi vardı. Ekokardiyografide patolojiye rastlanmadı.Tetkiklerinde, Kreatinin kinaz (CK): 568 IU/L (28-190), Troponin I 0.11ng/mL (0-0.09), CK-MB:12.0 ng/mL (0.6-6.3), LDH:1023 IU/L (0-936), AST:166 IU/L (1-35), ALT: 82 IU/L (0-55) ölçüldü. Lomber vertebra tomografisinde ise L2 vertebra korpusunda sol inferio-lateralinden orta hatta spinal kanala uzanan, spinal kanalda belirgin daralmaya neden olmayan minimal deplase kompresyon fraktürü mevcuttu. Takiplerinde sinüs taşikardisinin gerilediği, CK, CK-MB ve Troponin I’nın giderek düştüğü gözlendi. Pediatrik kardiyoloji ve ortopedi polikliniklerinde izlem önerisi ile komplikasyonsuz bir şekilde taburcu edildi. Elektrik çarpmalarıyla birlikte yüksekten düşmeye sık rastlanılır. Elektrik çarpması, çoklu travma olarak değerlendirilmeli, multidisipliner yaklaşımlarla takip ve tedavi edilmelidir. *** Vertebra compression fracture associated with electric shock S Büyükbeşe Sarsu*, K Şahin**, MS Özdemir*** *Gaziantep Children's Hospital **Haseki Training and Research Hospital ***Gaziantep Sehitkamil State Hospital Though rarely seen injuries, injuries occurring as a result of electric shock carry impartance in that it can involve multiple organ systems, and leads to higher rates of mortality, and morbidity. A 12-year-old boy was referred to the emergency service because of a fall from a electric pole nearly 8 m high on to a concrete floor. On physical examination (PE) his conscious was open, and 1. degree burn was detected on his left palm, and pulp of the 4. finger at the entry site of the electric current. However exit site of the electric current was not detected. Other PE findings were unremarkable excepting widespread tenderness on lumbar region. On his electrocardiograms (EKG) , and monitorization, his heart rate (HR) was 106 bpm, and he had sinus tachycardia. Any pathology was not encountered on electrocardiograms..His measured biochemical test results were as follows: creatinine kinase (CK): 568 IU/L (28-190), troponin I 0.11ng/mL (0-0.09), CK-MB:12.0 ng/mL (0.6-6.3), LDH:1023 IU/L (0-936), AST:166 IU/L (135), ALT: 82 IU/L (0-55). However on computed tomograms of the lumbar vertebra a minimally displaced compression fracture of L2 vertebral body, extending from the left inferolateral border of the vertebral body to the midline into the spinal canal which caused a marked constriction of the spinal canal. During his follow-up period regression of sinus tachycardia, and decreases in CK, CK-MB , and troponin I levels were observed, so he was discharged without any complications, and with recommendations of attending control visits in the polyclinics of pediatric oncology, and orthopedics.. Falls from a height due to electric shocks are frequently encountered. Electric shocks should be evaluated as cases with nultiple traumas, and followed up, and treated with a multidisciplinary team. P - 102 Uterin Anomali: İki Olgu Sunumu AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, Ö Çöloğlu*, S Soyupak**, Ü Zorludemir* *çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad **çukurova unv. tıp fak. radyoloji ad Uterin Anomali: İki Olgu Sunumu Amaç: Uterin anomaliler nadir görülen konjenital anomalilerdir. Hastalar sıklıkla menarş sonrasında dismenore, ciddi pelvik veya abdominal ağrı, pelvik veya intraabdominal kitle nedeniyle başvurmaktadır. Tıkalı hemivajen ve ipsilateral renal agenezi eşlik edebilmektedir. İki hasta ile deneyimlerimizi sunmayı amaçladık. Yöntem: Nisan -Temmuz 2015 arasında uterin anomali tanısı alan iki hastanın başvuru anında semptom ve bulguları, tanısal incelemeleri, cerrahi tedavi ve sonuçları geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 14 (13-15) yaş olan 2 hastanın başvuru yakınması şiddetli pelvik ağrı olarak bulundu. Bir hastada sağ renal agenezi eşlik etmekteydi ve sol grade V vezikoüreteral reflü nedeniyle operasyon öyküsü bulunmaktaydı. Abdominopelvik ultrasonografide 1 hastada hidrometrokolpos, diğerinde bikorni bikoli uterus saptandı. Abdominopelvik MR ile 2 hastada da uterus didelphis ve tıkalı hemivajen saptandı. Bir hastada sağ renal agenezi eşlik etmekteydi. Hastalara vajinoskopi yapıldı. Bir hastada "bulging" yapan sağ hemivajen görüldü. İki hastada da tek serviks ağzı görüldü. İki hastaya laparotomi ile sağ hemiuterektomi ve salfingektomi yapıldı. Ameliyat sırasında komplikasyon gelişmedi. Ameliyat sonrasında hastalar sorunsuz taburcu edildi. Ameliyat sonrası tanıları 1 hastada non kommunike rudimente horn, diğerinde Herlyn-Werner Wunderlich sendromu, uterus didelphis olarak konuldu. Ameliyat sonrası ortalama izlem süresi 2 (1-3) ay olan hastalarda dismenore veya ek sorun saptanmadı. Sonuç: Literatürde uterin anomaliler sağ tarafta sola göre iki kat sık belirtilmiştir. Embriyonun sağ tarafının hipoksik hasardan daha çok etkilenmesi ile açıklanmıştır. Eşlik eden renal agenezi mezonefrik kanalının yokluğu veya distal agenezisi ile açıklanmaktadır. Klinik açıdan ise uzun dönemde karşılaşılabilecek komplikasyonların önlenmesi açısından hastaların erken tanı ve tedavileri önem kazanmaktadır. *** Uterine Anomalies: Two Case Reports AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, Ö Çöloğlu*, S Soyupak**, Ü Zorludemir* *Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept **Çukurova University, Medicine School, Radiology Dept Objective: Uterine anomalies are rare congenital anomalies. Patients often admit after menarche with dysmenorrhea, severe pelvic or abdominal pain, pelvic or abdominal mass . Obstructed hemivagina and ipsilateral renal agenesis may be associated. We present our experience with two patients. Methods: Between April-July 2015 the records of two patients with uterine anomaly for signs and symptoms, diagnostic tests, surgical treatment and results were evaluated retrospectively. Results: The mean age was found 14 (13-15) years of age. Presenting symptom of 2 patients was severe pelvic pain. One patient was accompanied by the right renal agenesis and opereted for left grade V vesicoureteral reflux . Hydrometrocolpos was deteched in one patient and bicornus bicollis uterus was deteched in the other by abdominopelvic ultrasonography. By abdominopelvic magnetic resonance imaging uterus didelphys and obstructed hemivagina was revealed in 2 patients. One patient was accompanied by right renal agenesis. Vaginoscopy was performed to patients. One patient had "bulging" right hemivagina. In two patients one ostıum of cerviks were seen. Two patients underwent laparotomy with right hemiuterectomy and salfingectomy. No complications were observed intraoperatively. Postoperatively, the patients were discharged without problem. Postoperative diagnosis were, one patient had non-communicating rudimentary horn, the other had Wunderlich HerlynWerner syndrome with uterine didelphys. The average follow-up period was 2 (1-3) months. None had dysmenorrhea or additional problems during followup. Conclusion: In the literature uterine anomalies are seen twice frequent on the right side than the left. It is explained by the theory that right side of the embryo is more affected with hypoxic damage. Ipslateral renal agenesis is explained by the absence or agenesis of the distal mesonephric duct. Clinically the early diagnosis and treatment of patients is important for the prevention of complications that may be encountered in the long term. P - 103 Ağır hipospadiaslı obez hastada hipospadias onarımı ve "liposuction" Ö Çöloğlu*, M Alkan*, C Eser**, AG Karakurt*, Ü Zorludemir* *çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad **çukurova unv. tıp fak. plastik ve rekonstruktif cerrahi ad Amaç : Penoskrotal hipospadiaslı gömülü penisi olan hastada pubik “liposuction” yardımı ile penil şaftı ortaya çıkardığımız hastayı sunmayı amaçladık. Olgu sunumu: Penoskrotal hipospadiası olan 10 yaşındaki hasta, kliniğimizde kademeli olarak onarılmıştı. Obez hastanın pubik yağlanması fazlaydı. Nüks kordisi ve gömülü penisi vardı (Resim 1). Ameliyat tekniği: Hastaya degloving, penopubik askı, plikasyon, chordee release ve Z plasti işlemleri yapıldı (Resim 2). Ardından 30 cc Tümesans solüsyonu infiltrasyonunu takiben 3 mm’lik künt uçlu Coleman™ kanül ile sağ ve sol suprapubik bölgeden girilerek criss-cross metodla liposuction yapıldı (Resim 3). Penil şaft uzunluğu ortaya çıkarıldıktan sonra alt abdominal bölgeden alınan cilt grefti penil şafta sütüre edildi (Resim 4). Postoperatif takibinde problem gözlenmedi (Resim 5). Tartışma : Pubik liposuction gömülü penis tedavisinde nadiren tercih edilen yardımcı tekniktir. Penil şafta yönelik çok sayıda tanımlanmış cerrahi tedaviler mevcuttur. Çoğu yazar komplet degloving ve fibrotik dartos eksizyonunu tercih eder. Penis tabanında dartosun Buck fasyasına fiksasyonu, dartos fasyasının eksizyon sınırında dermisin iç yönde ankorlanması (Mitrofanoff tekniği) ile penopubik ve penoskrotal açının restorasyonu, suspansory ligament serbestleme gibi yöntemler kullanılmaktadır (1). Pubik yağlanma bu cerrahilerdeki başarıyı gölgelemektedir. Ağır hipospadiaslı hastalarda üretral mea anatomik lokalizasyona getirilmesine rağmen tatmin edici görüntü sağlanamadıysa, klasik yöntemlere pubik liposuction eklenebilir (1-5). Sonuç: Ağır hipospadiaslı hastalarda aşırı pubik yağlanma varsa kozmetik olarak daha iyi sonuçlar sağlamak için liposuction bir seçenek olabilir. Bu gibi durumlarda lipektomi ya da liposuction yöntemlerinin standart tekniklerle kombine edilmesinin uygun olacağını düşünüyoruz. *** hypospadiasis repair and liposuction for the patient with severe hypospadiasis and obesity Ö Çöloğlu*, M Alkan*, C Eser**, AG Karakurt*, Ü Zorludemir* *Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept **çukurova university medicine school plastic and reconstructive surgery dept Aim: We aimed to present a patient with penoscrotal hypospadiasis and buried penis who had penile shaft revealed by “liposuction” method. Case : Ten years old patient had penoscrotal hypospadiasis repairment gradually in our clinic. The obese patient had excess pubic fat. He had recurrent chordee and buried penis. Surgical technique: We performed degloving, penopubic sling, plication,chordee release and Z plasty of penis . Afterward 30cc solution of tumescence was infiltrated and liposuction were performed with 3mm Coleman canule from the right and left suprapubic areas by criss-cross method. Penile shaft was revealed and skin greft from lower abdominal region was sutured to penile shaft. Patient had no postoperative problem. Discussion: Pubic liposuction is rarely preferred for the treatment of buried penis. There are numerous surgical methods for revealing the penile shaft. Most of the surgeons prefer complete degloving and excision of the fibrous dartos. Fixation of dartos to the Buck fascia at the base of penis, internal anchoring of dermis at the border of dartos excision (Mitrofanoff technique) and restoration of penopubic and penoscrotal angles, releasing of suspansory ligament are some of these methods. Excess fat in the pubic area is a disadvantage for the success. If the result is not satisfactory for the patients with penoscrotal hypospadiais repairmen, liposuction may be an alternative method. Results: If the patient with severe hypospadisis had excess pubic fat, liposuction can be preferred for better cosmesis. We suggest that lipectomy or liposuction can be performed besides standart methods. P - 104 Ele gelmeyen testislerde Modifiye Clavien Skalasını kullanarak komplikasyonlar ve uzun dönem sonuçların değerlendirilmesi F Mammadov*, O Telli**, G Göllü*, E Ergün*, M Çakmak*, T Aktuğ*, H Dindar*, M Bingöl Koloğlu* *Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Çocuk Üroloji Birimi Giriş: Günümüzde karın içi yerleşimli testislerin boyut ve konumunun değerlendirilmesinde tanısal laparoskopi kullanılmaktadır. Cerrahi işlemlerin komplikasyon oranlarını değerlendirmede sıklıkla uygulanan Modifiye Clavien sınıflama sistemi(MCSS) kullanılarak ele gelmeyen testislerin sonuç ve ameliyat sonrası komplikasyonlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: 2004- 2014 yılları arasındaki dosyalar geriye dönük tarandı, laparoskopi yapılan 44 erkek çocuğun 50 ele gelmeyen testisi değerlendirildi. Karın içi testis alçak yerleşimli ise laparoskopik orşidopeksi, yüksek yerleşimli Fowler- Stephens ya da iki basamaklı cerrahi uygulandı, atrofik testislere ise orşiyektomi yapıldı. Çocuklar; ameliyat sonrası testisin boyut ve yerleşimi ve diğer olası komplikasyonlar açısından takip edildi. Ameliyat sonrası komplikasyonlar MCSS ile değerlendirildi. Sonuçlar: Ortanca yaş 14 aydı(7- 36 ay) ve ortalama takip süresi 32(±0.3) aydı. On iki çocukta (%24) testisin yokluğu ya da atrofisi mevcuttu. Bu hastaların sekizinde skrotal nubbin mevcutken dördünde kör sonlanan vas ve damarlar görüldü. Karın içerisinde yer alan 15 inmemiş testis ve internal inguinal kanalda yer alan 19 testise orşidopeksi yapıldı. Bir hastaya Fowler Stephens, üç hastaya iki basamaklı orşidopeksi uygulandı. Komplikasyon on beş (%30) çocukta görüldü. Hematom(n=5,%10)(MCSS grade I), kesi yeri enfeksiyonu(n=1,%2 )(MCSS grade I) izlendi. Altı olguda (%12) testiküler atrofi saptandı(MCSS grade IIIb). Bunlardan dördü indirildikten sonra ikisi ise iki aşamalı indirme işleminin ilk basamağında görüldü ve orşiyektomi yapıldı. Ameliyat sonrası testisi yukarıya çıkan beş çocuk (%10)(MCSS grade IIIb) tekrar ameliyat edildi. Grade IV ya da V komplikasyon izlenmedi. Sonuç: Ele gelmeyen testislerin tanı ve yönetiminde laparoskopi ve orşidopeksi güvenli ve etkin olarak kullanılan bir yöntemdir. Ancak komplikasyon olması durumunda ikincil cerrahi gerekebilir. *** Long-Term Results and Complication Rates Using Modified Clavien Classification System of Non-Palpable Testis F Mammadov*, O Telli**, G Göllü*, E Ergün*, M Çakmak*, T Aktuğ*, H Dindar*, M Bingöl Koloğlu* *Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ankara University School Of Medicine Department Of Pediatric Surgery Pediatric Urology Unit Objective: Currently, diagnostic laparoscopy is the method of choice for the definition of the existence, size and localization of intra-abdominal testicles. We aimed to evaluate the outcome of non-palpable testis and postoperative complications in children by using the modified Clavien classification system (MCCS), which has been widely used for complication rating of surgical procedures. Methods: A retrospective review of medical records from 2004 to 2014 identified 44 boys with 50 non-palpable testes who underwent laparoscopy. Intra-abdominal testes were managed by laparoscopic orchidopexy if low, two-stage Fowler-Stephens technique and two stages orchidopexy if high, and orchiectomy if atrophic. Children were evaluated postoperatively to check the location and size of the testicle and to exclude any other complication. Postoperative complications were evaluated according to the MCCS. Results: The median age was 14 months (range 7-36 months) and the mean (SD) follow-up was 32 (±0.3) months. Testicular absence or atrophy was confirmed in 12 (24%) patients a scrotal nubbin in eight, and blind-ending vas and vessels at the external inguinal ring in four patient. Orchidopexy was carried out in 15 undescended testes that were purely intraabdominal and 19 testes that were placed in the internal inguinal orifice.One case required a two stage Fowler Stephens, three children required two stage orchidopexy.. Complications occurred in 15(30%) children; 5 (10%) were hematoma (MCCS grade I) and 1(2%) wound infection(MCCS grade I). Totally 6 (12%) testicular atrophy (MCCS grade IIIb) occurred in 4 cases after descent and in 2 cases after the first stage of the two stage operation and orchiectomy was performed. 5 (10%) cases re-operated(MCCS grade IIIb) because of ascent after surgery. No Grade IV or V complication occurred. Conclusions:Laparoscopy and orchidopexy provides a safe and efficient modality for diagnosing and managing patients with non-palpable testes but most of the complications requires a secondary surgery. P - 105 Atipik poliorşidizm: olgu sunumu S Fettahoğlu, N Gülçin, M Çağlar Oskaylı, B Aksu, HM Mutuş, Ç Ulukaya Durakbaşa, H Okur İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Poliorşidizm nadir görülen konjenital ve anatomik bir anomalidir. Olguların çoğunluğu asemptomatiktir ve cerrahi eksplorasyon esnasında rastlantısal olarak ortaya çıkar. Bu çalışmada tek taraflı palpe edilemeyen testis nedeni ile yapılan cerrahi onarım sırasında saptanan poliorşidizm olgusu sunulmaktadır. Olgu Sunumu: 1,5 yaşında erkek hasta, sol yumurtasının torbada ele gelmemesi nedeni ile polikliniğe başvurdu. Fizik muayenede, sol testis inguinoskrotal bölgede palpe edilemedi. Sağ testis normal olarak palpe edildi. Laboratuar tetkiklerinde özellik saptanmadı. Hasta sol palpe edilemeyen testis ön tanısı ile ameliyata alındı. Laparoskopik eksplorasyonda intraabdominal yerleşimli sol testisin torsiyone olduğu görüldü ve detorsiyone edildi. Testisin damarsal yapıları mevcuttu ancak kord görülemedi. Sol tarafta intraabdominal testisten ayrı olarak kord ve damarsal yapıların iç inguinal kanala girdiği görüldü. Peritoneal bantlar eksize edilerek testis yeterli serbestliğe ulaştıktan sonra iç inguinal kanal ağzına getirildi. İnguinal eksplorasyonda, ayrı bir yapı olarak gözlenen kordun devamında atrofik görünümde testis dokusu mevcuttu ve damarsal yapıları ise mevcut değildi. Atrofik testise orşiektomi yapılırken intraabdominal yerleşimli testise orşiopeksi yapılarak işlem sonlandırıldı. Çıkarılan dokunun histopatolojik incelemesinde, vanishing testis ile uyumlu bulgular saptandı ve duktus yapıları izlendi. Sonuç: Poliorşidizm nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte embriyonel genital çatının bölünme anomalisi olduğu düşünülmektedir. Anatomik, fonksiyonel ve embriyolojik özelliklerine göre yapılan çeşitli sınıflamalar mevcuttur. Sunulan olgudaki poliorşidizm, literatürde yer alan sınıflamalardan farklılık göstermektedir. Günümüzde poliorşik testisin çıkarılması veya korunması tartışmalı iken hasta bazlı yaklaşım önerilmektedir. *** Atypical polyorchidism: a case presentation S Fettahoğlu, N Gülçin, M Çağlar Oskaylı, B Aksu, HM Mutuş, Ç Ulukaya Durakbaşa, H Okur Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery Introduction: Polyorchidism is a rare congenital and anatomical anomaly. Most of the cases are asymptomatic and discovered incidentally during surgical exploration. A case of polyorchidism discovered during surgical repair for unilateral non-palpable testis has presented in this study. Case Presentation: A 1.5-year old boy was applied to the hospital for non-palpable left testis in the scrotum. Left testis couldn’t be palpated in the inguinoscrotal region in his physical examination. Right testis was found in the right hemiscrotum. Laboratory tests were normal. The patient has undergone surgery due to prediagnosis of non-palpable left testis. Spermatic cord and vascular structures was normal in the right side. The torsioned left intraabdominal testis was found in the laparoscopic exploration and detorsioned. The vessels of the testis were existing but spermatic cord couldnt’t be seen. Separate cord and vascular structures were found to enter into the internal inguinal ring detached from the left intraabdominal testis. Testis is sufficiently liberated by excision of peritoneal bands and brought to the opening of the internal inguinal ring. Inguinal exploration showed an atrophic testicular tissue in the continuing of spermatic cord appearing as a separate structure and its vasculature were absent. Orchiectomy was performed to the atrophic testis. Orchidopexy was applied to the intraabdominal testis. The histopathological examination of the removed tissue demonstrated findings of vanishing testis and ductal structures were seen. Conclusion: Etiology of polyorchidism is not clearly known, however, it is considered to be as the division anomaly of embryonic genital ridge. There are various classifications based on anatomical, functional and embryonic characteristics. The poliorchid testis in this presentation is different from the defined classifications in the literature. Removal or preservation of the polyorchid testis is controversial in the present time and a patient-based approach is recommended. P - 106 İleri virilizan konjenital adrenal hiperplazide modifiye passerini genitoplasti tekniğinin uygulanması: beş olgu sunumu AG Karakurt, M Alkan, R Tuncer, Ü Zorludemir çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad Amaç : İleri virilizasyonu olan ve geç başvuran konjenital adrenal hiperplazili (KAH) dört hastada uygulanan Modifiye Passerini Feminizan Genitoplastinin kısa dönem sonuçlarını sunmayı amaçladık. Yöntem: İleri virilizan konjenital adrenal hiperplazili hastaların başvuru yaşı, uygulanan ameliyat tekniği ve sonuçları geriye dönük incelendi. Ameliyat tekniği: Passerini-Glazel tekniği ileri virilizan KAH’lı hastalarda uygulanan bir tekniktir. Penil ciltten tüp oluşturularak distal vajene anastomoz edilir1 (Figür 1). Modifiye teknikte ise distal vajen ön duvarını penil cilt, arka duvarını perineden getirilen cilt oluşturur2. Bulgular: Olguların kliniğimize geç başvurmaları (3.5, 3.5, 5, 7 ve 9 yaş) sonucu ileri virilizan oldukları görüldü. Üç olgu Prader IV, 2 olgu Prader V idi. Tüm olgulara sistoskopi yapıldı. Kliteroplasti Passerini tekniğiyle gerçekleştirildikten sonra vajinoplastide Passerini tekniğinde kullanılan penil cilt fleplerinden oluşturulan silindir vajen yerine penil fleplerden vajen ön duvarı oluşturuldu. Hastalar ortalama 2.2 yıl takip edildi. Bir hastada vajende daralma saptandı. Tüm hastaların dış genital görünümü kozmetik olarak tatmin edici bulundu. Sonuç: İleri virilizan konjenital adrenal hiperplazili olgularda Modifiye Passerini Genitoplasti tekniği kısa dönem takiplerinde güvenilir ve görüntü olarak memnuniyet verici bir yöntemdir. Vajende daralma sıklığı ve derecesi daha fazla sayıda hastaya uygulanıp daha uzun dönem takiplerinin sonucunda fikir verecektir. *** Modified Passerini Feminizing Genitoplasty: Five Patients with Severely Masculinized Congenital Adrenal Hyperplasia AG Karakurt, M Alkan, R Tuncer, Ü Zorludemir Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept Aim : We aimed to present the short term results of modified Passerini feminizing genitoplasty performed for 5 patients with congenital adrenal hyperplasia ( CAH) who had severe masculinization and late hospital admission. Material and methods: Age at admission, surgical tecnique and outcomes of severely masculinized patients with CAH were examined retrospectively. Surgical technique: Passerini- Glazel technique is preferred for severely masculinized patients with CAH. A cylinder of tissue made of “penile” skin is being anastomosed to native vagina (Figure 1, reference 1). “Penile” skin forms the ventral wall of distal vagina in the modified technique. Perineal skin flap forms the dorsal wall (reference 2). Results: Late admission of cases ( 3.5, 3.5, 5, 7 and 9 years of age) was detected as the reason of severely masculinization. Prader classification was as follows: grade 4 in 3 cases and grade 5 in 2 patient. All patients underwent cystoscopy. After cliteroplasty with Passerini technique ventral wall of vagina was formed by the “penile” skin flap instead of clyndrical neovagina formed by “penile” skin flap. The mean follow up time was 2.2 years. One patient had stenotic vaginal introitus. All patients had satisfactory external genital appearance. Conclusion: Modified Passerini feminizing genitoplasty is safe and effective procedure for severely masculinized patients with CAH. P - 107 Prepubik sinus; penisin nadir bir konjenital anomalisi E Eroğlu, G Gündoğdu Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Amaç: Penisin nadir bir doğumsal anomalisi olan prebubik sinüs tanılı bir olguyu sunmak. Olgu: 7 yaşında erkek hasta sünnet istemi ile başvurdu. İşlem öncesi muayenede penis kökünde kızarıklık mevcut idi. Ebeveynleri doğumdan bu yana bu aralıklar ile bu yakınmanın var olduğunu bildirdi. Cerrahi sırasında penis şaftı aşağı doğru çekildiğinde penis tabanında sırtta bir açıklık saptandı. (resim 1) Lezyonun 4 cm kadar bir sinus ile iştiraki saptandı. Bir kateter ile bu açıklığın 4 cm kadar pubis altına kadar devamı olduğu saptandı. Lezyon tabanından tamamen çıkarıldı. (resim 2) Patolojik incelemede lezyonun içi üroepitelyum ile döşeli olduğu saptandı. Hastaya ameliyat sonrası yapılan üriner ultrasonda ek patoloji saptanmadı. Hastanın takiplerinde operasyon sonrası yakınması olmadı. Tartışma ve Sonuç: Konjenital prepubik sinus penisin nadir anomalilerindendir. Etyoloji kesin değildir. Kloakal membranın birleşme kusuruna bağlı veya bir çeşit üretral duplikasyon formu olabileceği öngörülmüştür. Sinüsün tam olarak çıkarılması kesin tedavi edicidir. Penis tabanında nedeni belirsiz ciltte kızarıklık varlığında prepubik sinus tanısı akla gelmelidir. *** A rare congenital anomaly of penis; prepubic sinus E Eroğlu, G Gündoğdu Koc University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Aim: To present a case with rare congenital anomaly of penis, prepubic sinus. Case: A 7-years old boy admitted for circumcision. In physical examination a skin rush at the base of penile skin was noticed. Caregivers declared that the boy had such a complaint since birth. An orifice at the base of dorsal penile shaft was noticed while penis was pulled downwards (picture 1). The lesion had a 4 cm length sinus tract reaching to the pubic bones. The lesion was completely excised at its base (picture 2). The inner side of the lesion was lined with uroepithelium. No additional pathology was demonstrated at postoperative urinary ultrasonographic investigations. Patient was asymptomatic at postoperative period. Conclusion:The exact etiology of congenital prebubic sinus is missing. It was thought to be consequence of malunion of cloacal membrane or a variety of urethral duplication. Complete excision of the sinus tract is curative. It should be kept in mind in presence of unknown rush at the base of penile skin. P - 108 PRİMER VE SEKONDER VEZİKOÜRETERAL REFLÜDE TANISAL YÖNTEMLERİN KARŞILAŞTIRILMASI K Maşrabacı*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, M Mutuş*, N Gülçin*, C Candan**, P Turhan**, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **TCSB İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK NEFROLOJİSİ BİLİM DALI Amaç: Primer (PVUR) ve sekonder (SVUR) vezikoüreteral reflü nedeniyle girişim uygulanan hastalarda işlem öncesi tanısal yöntemlerin etkinliğinin ve farklılıklarının değerlendirilmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: 2006-2012 yıllarına ait kayıtlar geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: 110’u (%63) kız ve 65’i (%37) erkek olan 175 hastanın 248 üreterinde VUR vardı. Ortalama yaş 7±4 yıldı. 130 (%74) hastanın 188 (%76) üreterinde PVUR ve 45 (%26) hastanın 60 (%24) üreterinde SVUR vardı. İşeme sistoüretrografisi (İSÜG) görüntülere ulaşılabilen 208 üreterin, 9’unda (%4) 1.derece, 46’sında (%22) 2.derece, 78’inde (%38) 3.derece, 53’ünde (%25) 4.derece ve 22’sinde (%11) 5. derece reflü vardı. Üreterlerin 155’inde (%74) PVUR ve 53’ünde (%26) SVUR mevcuttu. İki grup arasında reflü dereceleri açısından anlamlı fark yoktu. 5.derece PVUR’da erkekler daha sık görüldü (p=0,015). 1. ve 2. derece PVUR’da tek taraflı tutulumun çift taraflı tutuluma göre yüksek olduğu bulundu (p=0,002). 5. derece SVUR’da daha yüksek oranda çift taraflı tutulum gösterdiği saptandı (p=0,044). Ultrasonografi (USG) bilgilerine ulaşılan 174 üreterin 64’ünde (%37) pelvikalisiyel ektazi (PKE) saptanmıştı. PVUR’lu 123 üreterin 43’ünde (%35) ve SVUR’lu 51 üreterin 21’sinde (%41) PKE vardı. 3. ve 5.derece PVUR ile 3. ve 4. derece SVUR’da PKE görülme oranı yüksekti (p=0,0001). 4. derece SVUR’da PKE görülme sıklığı PVUR’a göre daha yüksekti (p=0,014). 5. derece PVUR’da ise PKE görülme sıklığı SVUR’dan daha yüksekti (p=0,002). Dimerkaptosüksinik asit (DMSA) sintigrafisi bilgilerine ulaşılan 174 üreterin 94’ünde (%54) tutulan taraf böbreğinde skar saptanmıştı. PVUR’lu 123 üreterin 60’ında (%49) ve SVUR’lu 51 üreterin 34’ünde (%67) renal skar vardı. 3.derecede SVUR’da aynı derecedeki PVUR’a göre daha yüksek oranda skar saptandı (p=0,043). Sonuç: PVUR ve SVUR’da demografik özellikler, tutulan taraf ve reflü dereceleri benzer dağılım göstermektedir. Yüksek derecelerde, hem PVUR hem de SVUR’da çift taraflı tutulum daha sıktır ve ultrasonografi PKE varlığını saptamada etkindir. Statik sintigrafi ile hastaların yarısında girişim öncesinde skar saptanmıştır. *** IN PRIMARY AND SECONDARY VESICOURETERAL REFLUX PATIENTS COMPARISON OF DIAGNOSTIC METHODS K Maşrabacı*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, M Mutuş*, N Gülçin*, C Candan**, P Turhan**, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Nephrology Aim: Primary (PVUR) and secondary (SVUR) vesicoureteral reflux because the effectiveness of before the procedures in the diagnostic methods of patients and aimed to evaluate the differences. Patients and Methods: Records of the years 2006-2012 were evaluated retrospectively. Results: 110 (63%) were female and 65 (37%) men with 175 patients in 248 ureters have VUR. The mean age was 7 ± 4 years. 130 (74%) patients in188 ureters (76%) have PVUR and 45 (26%) patients in 60 ureters (24%) have SVUR. The results of voiding cystourethrography (VCUG) were available in 208 ureters; 9 (4%) have grade 1, 46 (22%) have grade 2, 78 (38%) have grade 3, 53 (25%) have grade 4 and 22 (11%) have grade 5 reflux. 155 ureters (74%) have PVUR and 53 (26%) ureters have SVUR. There was no significant difference between the two groups in terms of the degree of reflux. In PVUR grade 5 was more common in men (p = 0.015). In PVUR grade 1 and 2 unilateral involvement was found to be higher than bilateral involvement (p = 0.002). In SVUR grade 5 was found that a higher rate of dual-sided involvement (p = 0.044). Ultrasonography (USG) information reached 64 (37%) of 174 ureters pelvicaliceal ectasia (PCE) were determined. 43 (35%) of 123 ureters for PVUR and 21 (41%) of 51 ureters for SVUR have PCE. In grade 3 and 5 PVUR with grade 3 and 4 SVUR incidence of PCE was high (p=0,0001). In grade 4 SVUR incidence of PCE was higher than PVUR (p = 0.014). In grade 5 PVUR incidence of PCE was higher than SVR (p = 0.002). Dimercaptosuccinic acid (DMSA) scintigraphy information accessed 94 (54%) of 174 ureters were detected in the affected side renal scarring. 60 (49%) of 123 ureters that PVUR and 34 (67%) of 51 ureters for SVUR have renal scarring. In grade 3 SVUR was found higher rates than PVUR scar in the same grade (p = 0.043). Conclusion: In PVUR and SVUR demographic characteristics, affected side and grade of reflux was similar. In high grades, both PVUR as well as SVUR double-sided involvement is more frequent and ultrasound are effective in detecting the presence of PCE. Static scintigraphy was detected in the pre-intervention half of the patients with scarring. P - 109 Yeni bir endoskopik dekompresyon tekniği olan sulama süzgeci yöntemi ile tedavi edilen dev ektopik üreterosel ve çift toplayıcı sistem olgusu H Çayırlı, HC Demirtürk, A Genç, C Taneli Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı, Manisa Obstrüksiyona neden olan bir üreteroselin tedavisi için kullanılacak endoskopik tekniğin iatrojenik vezikoüreteal reflü(VUR) oluşturmaksızın obstrüksiyonu gidermesi beklenmektedir. Klasik endoskopik üreterosel insizyonu(unroofing) dekompresyon sağlar fakat çoğunlukla vezikoüreteal reflü oluşumuna neden olur. Yeni bir endoskopik teknik olan sulama süzgeci yönteminin ektopik üreterosel tanılı olgularda başarılı bir şekilde dekompresyonu sağladığı ve postoperatif iatrojenik VUR gelişme insidansını klasik endoskopik insizyon yapılan olgulara göre azalttığı düşünülmektedir. Antenatal hidronefroz ve postnatal sol üreterosel, sağ Grade 2 VUR, sol çift toplayıcı sistem ve sol üst polde dilatasyon tanısı almış olan kız olgu ateşli idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle yatırıldı. Olguya yapılan tanısal sistoskopide, sağ üreter orifisi atnalı konfigünosyonunda, sol üreter orifisi mesane içinde görülemedi. Mesane kısmen boşaltılarak üreteroselin görünmesi sağlandı. Mesane boynunda saat 6 hizasında geniş ağızlı bir ektopik üreteral orifis ve devamında üreterosel ortaya konuldu. Ektopik üreter ağzından 8 Fr sistoskop rahatça girebiliyordu. Bu nedenle olguya ‘’endoscopic watering can puncture” tekniği ile dekompresyon yapılmasına karar verildi. Sistoskobun çalışma kanalından girilen üçgen uçlu 3Fr soğuk bıçak ile üreterosele 8 adet ponksiyon uygulandı. Postoperatif 1 yıllık izlemde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu saptanmadı. Kontrol miksiyosistoüreterografi tetkikinde de novo vezikoüreteral reflü gelişmediği görüldü. Bu yeni endoskopik dekompresyon tekniği, ektopik üreterosel ve ilişkili hidronefroz tedavisinde postoperatif vezikoüreteral reflü gelişme riskinin az olduğu başarılı bir yöntemdir. *** Ectopic large ureterocelle associated with upper moity of duplex kidney decompressed by endoscopic watering can puncture technique H Çayırlı, HC Demirtürk, A Genç, C Taneli Celal Bayar University, Medical Faculty, Dept. of Pediatric Surgery, Division of Pediatric Urology, Manisa The optimal endoscopic technique to manage an obstructing ureterocele would reliably relieve obstruction without creating de novo vesicoureteral reflux. The classic endoscopic ureterocele incision(unroofing) achieves decompression but mostly creates new vesicoureteral reflux. Ectopic ureteroceles treated with watering can puncture procedure; which is anew endoscopic puncture techique, have less de novo VUR than the ones who treated classic endoscopic ureterocele incision. We present a baby girl who is diagnosed antenatal left hydronefrosis, left ureterocele, left renal duplication , left upper pole dilatation and rigth vesicoureteral reflux (Grade 2). She has history of hospitalization due to febrile urinary tract infection. Diagnostic cystoscopy showed moderate mucosal trabeculation. The right ureteral orifice showed horseshoe configuration and the left ureteral orifice has not been able to seen. The bladder was emptied and this allowed ureterocele to appear. In the bladder neck, at level 6 o’clock, an ectopic large ureteral orifice was seen and ureterocele were revealed. Endoscopic watering can puncture procedure was decided to be done. Through the 8 Fr operating cyctoscop a triangular tip 3 Fr cold knife has been used to perform 8 punctures to ectopic ureterocele. At one year follow-up, recurrent urinary tract infection hasn’t been detected and control voiding cystourethrography didn’t show de novo vesicoureteral reflux. In conclusion; this new endoscopic approach successfully decompresses the obstructing ureterocele and associated hydronephrosis without creating de novo vesicoureteral reflux. P - 110 Çocuk Yaş Grubunda Ekstrofia Vezikalı Hastada Dev Üretra Taşı O Telli*, G Göllü**, F Khanmmammadov**, Y Taştekin**, T Aktuğ** *Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Çocuk Üroloji Birimi **Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Üriner sistem taşları içerisinde üretra taşları ender olarak görülmektedir. Genellikle üretradaki taşların büyük bir kısmı üst üriner sistemde oluşan sonradan üretraya geçen taşlardır. Üretra darlığı, divertikülü ve üretrada yabancı cisim varlığı gibi durumlarda nadir de olsa taş üretrada birincil olarak oluşabilmektedir. Literatüre bakıldığında, üretrada yer alan 63 gr’ lık dev taşın çocuk çağında görülen en büyük üretra taşı olması nedeni ile sunulması amaçlandı. Olgu sunumu: Yenidoğan döneminde ekstrofiya vezikalis nedeni ile takip edilen yedi yaşında erkek çocuk skrotal kitle ve dizüri yakınması sonucu başvurduğu dış merkezden skrotal kitle ön tanısıyla sevk edildi. Çekilen düz karın radyografisi, skrotal ultrasonografi ve alt abdomen-pelvik bilgisayarlı tomografide dev üretral taş izlendi. Yapılan sistoskopi sırasında üretral obstruksiyona neden olmayan posterior üretrada oluşan divertikülde saptanan, 5x5x4 cm’lik ve 63 gr ağırlığındaki taş skrotal kesi ile divertikül açılarak çıkarıldı. Yorum: Altta yatan hastalığı olan çocuklarda üretranın anatomik yapısı bozularak duvarından divertikül gelişebileceği ve bu yaş grubunda ender de olsa alt üriner sistem taşları olabileceği akılda tutulmalıdır. *** Giant Urethral Stone in a Childhood Patient with Extrophia Vesica O Telli*, G Göllü**, F Khanmmammadov**, Y Taştekin**, T Aktuğ** *Ankara University School Of Medicine Department Of Pediatric Surgery Pediatric Urology Unit **Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction: Among the all urinary tract stones, urethral stones are very rarely seen. Generally, most of the stones seen in the urethra are formed in the upper urinary tract and then passed through the urethra. In rare conditions, like as urethral stenosis, diverticule, and foreign body in urethra, the stones can be formed primarly in the urethra. Although urethral stones are rarely seen in children, they can have a variety of clinical presentation including disuria, hematuria, lower urinary tract obsturction and scrotal masses. The purpose of this case report is to present a giant urethral stone detected in a 7-year old boy who had a scrotal mass and a previous extropiha vesica repair surgery. Case Report: A 7-year old boy admitted to our outpatient clinic with the compliant of a hard scrotal mass which was detected during an abceess drainage performed in a different center for the treatment of scrotal mass and disuria. A giant urethral stone was detected in plain abdominal radiography, scrotal ultrasonography and lower abdomen-pelvic computed tomography. While cystoscopy, the stone which was formed in the posteior urethra and detected in the diverticle without any sign of obstruction was get out with a scrotal incision of the diverticle. The wall of the diverticle was excised and the urethra was repaired. Comment: It must be kept in mind that, in children who had comorbidities, the anatomical structure of the urethra may be broken leading to a diverticle and this may lead to a rarely seen lower urinary tract stones in this age group. P - 111 NADİR BİR PATOLOJİ: PARAMEATAL ÜRETRAL KİST B Tanır Beyhekim Devlet Hastanesi Selçuklu/KONYA Giriş: Çalışmada oldukça nadir görülen, genellikle asemptomatik, benign bir patoloji olan ‘’ Parameatal Üretral Kistli’’ bir olgu sunulmuştur. Olgu Sunumu: Sekiz yaşındaki erkek hasta, sünnetçi tarafından farkedilen şişlik yakınması ile başvurdu. Yapılan muayenede; eksternal üretral meatusu her iki yandan çevreleyen ve onunla ilişkili, 2 adet kistik lezyon görüldü. Hastaya sedasyon anestezisi + bupivakainli dorsal penil blok ile ‘’Kistlerin Total Eksizyonu ve Meatoplasti’’ uygulandı. Patoloji: Çapları; 0,5 ve 0,4 cm.’lik 2 adet, iç yüzeyi yalancı çok katlı kolumnar epitelle döşeli kistik yapı ve kist duvarında seyrek iltihabi hücre infiltrasyonu olarak raporlandı. Tartışma ve Sonuç: Literatürde en geniş seri; 1992-2010 yılları arasında görülen 18 vakanın sunulduğu çalışmadır. Tamamı 1cm.’den küçük kistlere total eksizyon uygulanmış ve nüks görülmemiştir. Bir olgu, postnatal ilk birkaç hafta içinde spontan rezolüsyona uğramıştır. Patolojik bulgular; kistlerin küboidal, transizyonel ve/veya kolumnar epitel içerdiğini, hiçbirinde malignitenin olmadığını ve bir olguda iltihabi hücre infiltrasyonunu göstermiştir. Sonuç olarak; ‘’ Parameatal Üretral Kist’’, benign, genellikle asemptomatik ve değişik epitel tipleri içerebilen oldukça seyrek görülen bir lezyondur. Tedavide üretrayla yakın ilişki nedeniyle eksizyon, meatoplastiyi de gerektirebilir. *** A RARE PATHOLOGY: PARAMEATAL URETHRAL CYST B Tanır Beyhekim State Hospital Selçuklu/KONYA Introduction: In this study, very rare, generally asymptomatic, which is a benign pathology 'Parameatal urethral cyst' was presented. Case Report: Eight-year-old male patient presented with swelling spotted by a mohel. Made in the examination; external urethral meatus surrounding both sides and associated with cystic lesions were observed 2. The patient sedation anesthesia + bupivacaine with dorsal penile block 'Total excision of cysts and Meatoplasty' was performed. Pathology: diameter; 0.5 and 0.4 cm 2, the inner surface of the pseudo-stratified columnar epithelium have been reported rarely paved cystic structure and infiltration of inflammatory cells in the cyst wall. Conclusion: The largest series in the literature; Between the years 1992-2010 has seen the introduction of 18 case studies. All applied to small cyst excision and recurrence is unprecedented 1cm.. One patient suffered a spontaneous resolution within the first few weeks postnatally. Pathological findings; cuboidal cysts, transitional and / or that include the columnar epithelium, and that showed malignancy in any of the inflammatory cell infiltration in one case. Consequently; 'Parameatal urethral cyst', a benign, usually asymptomatic, and it is a very rare lesion that can contain different types of epithelium. Due to the close relationship to the treatment urethral excision it may also require the meatoplasty. P - 112 Testis koruyucu cerrahi ile tedavi edilen bir intratestiküler epidermoid kist olgusu H Çayırlı*, HC Demirtürk*, A Genç*, G Pekindil**, C Taneli* *Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Çocuk Ürolojisi Bilim Dalı, Manisa **Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Manisa İntratestiküler kitleler çocukluk çağında çok ender görülen patolojilerdir. İntratestiküler kistler; epidermoid kist, dermoid kist, teratoma, juvenil granuloza hücrel tümör,rete testisin kistik displazisi, testiküler kistik lenfangioma ve basit kist gibi geniş bir spektrumu kapsar. Son yıllarda testis koruyucu cerrahi önerilmektedir. İntratestiküler epidermoid kist tanısı alan puberte çağındaki bir olguda tanı ve tedavi yaklaşımımız sunulmuştur. Skrotumda sertlik ve testiste ağrısız kitle yakınması olan 16 yaşında erkek hastanın fizik muayenesinde sağ testiste 2 cm boyutlu yumuşak kıvamlı kitle palpe edilmiştir. Tümör markırları(AFP, B-HCG) normal bulunmuştur. Skrotal ultrasonografide sağ intratestiküler 1.5 cm boyutunda,kalsifikasyon içermeyen soğan kabuğu görünümü olan kitle ve manyetik rezonans incelemesind ; sağ intratestiküler, periferik ağırlıklı kontrastlanma gösteren, santrali hemorajik kistik lezyon saptanmıştır. Bu bulgularla benign intratestiküler kist düşünülerek cerrahiye karar verilmiştir. Testis inguinal insizyondan dışarı çıkarılıp damarlar kontrol altına alındıktan sonra kapsül insize edilerek normal parankim künt olarak disseke edilip kitleye enükleasyon yapılmıştır. Frozen patolojik incelemeye gönderilen kitle eksizyonel biyopsisi değerlendirmesinde malignite lehine bulgu saptanmamıştır. Bunun izerine kapsül primer kapatılıp testis skrotum içerisine yerleştirilerek testis koruyucu cerrahi ile kitle eksizyonu tamamlanmıştır. Olgu sorunsuz eksterne edilmiştir. Olgunun patolojik tanısı epidermoid kist olarak saptanmıştır. Postoperatif 1. yıl kontrolünde nüks ya da ek patoloji saptanmamıştır. Skrotal patolojisi olan çocuklarda ultrasonografi en güvenilir ve doğru görüntüleme yöntemidir. Kistik kitlelerin anekoik görünümü ve kalsifikasyon olmaması gibi ultrasonografik görüntüleri solid kitlelerden ayrımını sağlamakta faydalıdır. Sonuç olarak, testis tümörlerinde ultrasonografide soğan kabuğu görünümü benzeri bulguların varlığı benign karakterli kitlelerin preoperatif belirlenmesine yardımcı olabilir ve testis koruyucu cerrahi planlanmasına olanak sağlayabilir. *** Intratesticular epidermoid cyst treated with testis sparing surgery: case report H Çayırlı*, HC Demirtürk*, A Genç*, G Pekindil**, C Taneli* *Celal Bayar University, Medical Faculty, Dept. of Pediatric Surgery, Division of Pediatric Urology, Manisa **Celal Bayar University, Medical Faculty, Dept. of Radiology, Manisa Intratesticular masses are a rare clinical entity in the pediatric population. Intratesticular cysts have a broad differential diagnosis, including epidermoid cyst, dermoid cyst, teratoma, juvenile granulosa cell tumor, cystic dysplasia of the rete testes, testicular cystic lymphangioma and simple cyst Recently, testis sparing surgery has been recommended. We share our experience with diagnosis and management of testicular epidermoid tumor of an adolescent boy. A 16-year-old boy admitted to our department with Scrotal firmness, painless testicular mass At phisical examination of right testis 2cm soft mass palpated. Tumor markers were normal (AFP, B-HCG).Scrotal ultrasonography demonstrated a 1.5 cm right intratesticular cyst with onion skin appaerence without calcification. The magnetic resonance imaging showed a right intratesticular cystic lesion which is showing predominantly peripheral enhancement with central hemorrhagie. With these findings it was thought as a benign intratesticular cyst and the surgical treatment has been decided. The surgical technique involved delivery of testis and control of the vessels. The capsule was incised and the normal parenchyma was bluntly separated to the level of the tumor. The mass then mobilized circumferentially and enucleated intact. Frozen section investigation was not diagnostic for malignancy. The residual parenchyma was reapproximated, the capsule was closed and the testicle was replaced in the scrotum. The patient was discharged after uneventful recovery. The pathological diagnosis of the case was epidermoid cyst. At one year follow-up, recurrence or additional pathology hasn’t been detected. Ultrasonography is the most reliable and accurate imaging modality for assessment of children with scrotal abnormalities. Ultrasound features of cystic lesions, such as anechoic appearance and absence of calcifications , can help diferentiate them from solid tumors. In conclusion, classic ultrasonographich onion skin appereance of testicular masses may permit preoperatie identification of a benign process, permitting a testis sparing procedure to be planned. P - 113 Nadir bir karın ağrısı nedeni: Ektopik yerleşimli over ve intestinal malrotasyon birlikteliği EA Kırlı*, R Özcan**, M Öncül***, E Özmen****, M Eliçevik*, C Büyükünal*, H Emir*, GT Tekant** *İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD Çocuk Ürolojisi BD **İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD ***İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD ****İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji AD Giriş: Over dokusunun iliak damarların üzerinde yerleşmesi ektopik yerleşim olarak adlandırılır. Unikorni uterus gibi müller kanalı anomalileri ve renal anomaliler ile birliktelik göstermektedir. Embriyolojik gelişim sırasında sindirim sisteminin rotasyon veya fiksasyon hareketinde oluşabilecek bir duraksama malrotasyon ile sonuçlanır. Bu durum yüksek morbidite ve mortaliteye sahip olan midgut volvulus ile sonuçlanabilir. İki patolojik durumun ortak noktası özellikle adölesan çağda tekrarlayan karın ağrısı şikayetinin olmasıdır. Olgu: 15 yaşında kız olgu tekrarlayan karın ağrısı şikayeti nedeni ile incelendi. Hikayesinde ağrının özellikle adet dönemlerinde arttığı öğrenildi. Fizik muayenesinde skolyoz dışında özellik olmayan olgunun yapılan radyolojik incelemelerinde malrotasyon ve ektopik yerleşimli sağ over tespit edildi. Ultrasonografi ve MR’da sağ pelvik böbreği olduğu ve sağ overin karaciğer altına yerleştiği tespit edildi. Laparotomide; sağ overin kısa bir pedikülle karaciğer altında yerleştiği izlendi. Unikornu uterus anomalisi mevcuttu. Ayrıca intestinal malrotasyonu da vardı. Ladd prosedürü uygulandı. Sağ over pedikülü korunarak serbestlendi ve iliak kanat hizasında karın yan arka duvara tespit edildi. Olgu postoperatif sorunsuz olarak izlenmektedir. Sonuç: Adölesan çağda tekrarlayan karın ağrısı etiyolojisinde mortalite ve morbiditesi yüksek intestinal patolojilere, ektopik yerleşimli over gibi jinekolojik patolojilerin de eşlik edebileceği akılda tutulmalıdır. Ektopik over ağrı ve infertiliteye neden olabilir. *** A rare cause of abdominal pain : Ectopic ovary and intestinal malrotation EA Kırlı*, R Özcan**, M Öncül***, E Özmen****, M Eliçevik*, C Büyükünal*, H Emir*, GT Tekant** *Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pediatric Surgery Division of Pediatric Urology **Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pediatric Surgery ***Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Obstetrics and Gynecology ****Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Radiology Introduction : Ectopic ovaries are characterized by the attachment of the upper pole to an area above the level of the common iliac vessels and this condition may associated with uterus unicornus. Intestinal rotational anomalies are failure of normal rotation and fixation of any portion of the intestinal tract during embryonic development. This arrest in development can predispose to develop a malfixated midgut that is a risk factor for volvulus and significant morbidity and mortality. Cyclic abdominal pain is a common symptom for both of two distinct pathologies in adolescent ages. Case: A 15 years of girl was examined for complaint of cyclic abdominal pain. Physical examination was normal but in radiological evaluation Intestinal rotation anomaly and ectopic right ovary and uterus unicornus were detected. Ladd procedure and fixation of right ovary to lateral abdominal wall were performed. Conclusion: As a result intestinal pathologies can be accompanies to gynecological anomalies especially in adolescent ages and can cause cyclic abdominal pain. P - 114 Doğum Öncesi Ve Yenidoğan Döneminde Tanı Konan Over Torsiyonu Ş Emre*, SY Turan*, M Hüseyinov*, N Üstündağ**, S Kuruğoğlu***, M Eliçevik*, C Büyükünal*, H Emir* *İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD Çocuk Ürolojisi BD **İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji AD ***İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji AD Amaç: İntrauterin over torsiyonu (İOT) tanısıyla tedavi ettiğimiz olguların tanı, tedavi ve sonuçlarının sunulmasıdır. Olgular ve Yöntem: 2004-2014 yılları arasındaki İOT tanılı olguların kayıtları geriye dönük incelendi. Başvuru, Serum AFP düzeyleri, tedavi yöntemi, histopatolojik incelemeler ve komplikasyonlar irdelendi. Ortalama takip zamanı 50 ay (6 ay-10 yıl) idi. Bulgular: Olgular semptomsuz karın içi ele gelen kitle ile başvurdu.Ortalama başvuru yaşı :2,3 ay(3 gün-9 ay)idi. Yirmi olgu doğum öncesi dönemde, iki olgu ise doğum sonrası tanısı konulmuş kistik kitle ile başvurdu. Postnatal ultrasonografide (US) hiperekoik kistik yapı (n.22), sıvı-sıvı seviyesi (n:15) ve kist duvarında solid alanlar(n:5) görülen olgular İOT olarak yorumlandı. US'da ortalama kist hacmi 81 cm3 (29-430cm3) idi. Bir olguda yaşına göre AFP değeri yüksek olup diğer olgularda normal sınırlardaydı. Ortalama ameliyat yaşı 3,9 ay(15 gün-11 ay) idi. Tüm olgulara laparoskopik işlem yapıdı. Laparoskopide ince bir pedikülü olan kistik over (n:16) ya da karında serbest halde dolaşan pedikülünden kopmuş kist(n:6) görüldü. Kist içeriği karın ön duvarından ilerletilen bir 14 G kanül ile aspire edilip boşalmış kist umbilikustan çıkarıldı. Tüm olguların histopatolojik incelemesinde hemorajik enfarkt ve distrofik kalsifikasyon izlendi. Malign hücre ya da canlı doku görülmedi. Bir olguda kanül giriş alanından kanama oldu. Sonuç: Ele gelen karın içi kitle ile başvuran kız bebeklerde US'da hiperekoik görünümlü kist, sıvı sıvı seviyelenmesi ve duvarda kalınlaşma görüldüğünde tanı yüksek olasılıkla İOT'dur. Bu bulgular prenatal tanı ile desteklenmiş ise bu olgulara İOT ön tanısıyla geciktirilmiş, elektif laparoskopik işlem uygulanabilir. Laproskopide ince bir pedikülü olan ya da otoampute over kaynaklı kist görülmesi operasyon öncesi tanıyı destekler. *** Intrauterine Ovarian Torsion Diagnosed in Infant Girls Ş Emre*, SY Turan*, M Hüseyinov*, N Üstündağ**, S Kuruğoğlu***, M Eliçevik*, C Büyükünal*, H Emir* *Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pediatric Surgery Division of Pediatric Urology **Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pathology ***Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Radiology Aim: To present diagnosis, treatment and outcome of patients treated for intrauterine ovarian torsion (IOT) Patients and method: The medical records of 22 patients with IOT between 2004-2014 were analyzed retrospectively. The presentation, serum AFP levels, treatment, histopathology and outcome was abstracted. The mean follow–up was 50 months (r: 6 months- 10 years) Results: The patients were presented with a palpable abdominal mass (Mean age: 2,3 months, r: 3 days - 9 months). Twenty patients had prenatally diagnosed cystic mass. The postnatal ultrasonography findings were hyperechoic cyst (n: 22)(right: 13, left: 9), fluid-fluid level (n: 15) and, solid appereance (n: 5) and they were interpretted as IOT. The mean volume of cyst was 81 cm3 (r: 29-430). Serum AFP levels were evaluated in regard to age and, they were in normal range, except 1. The mean age at the operation was 3,9 months (r: 15 days -11 months). Laparoscopy revealed the presence of a cystic mass with a very thiny pedicule corresponding to ovarian vessels (n: 16) and a free floating cyst (n:6). The cyst content was aspirated with a 14 gauge intravenous canulla penetrated from the abdomen. The empty cyst was removed through the umbilicus. Hemorrhagic infarction and dsytrophic calcification without malignancy and viable ovarian tissue was noted at histopathology. Bleeding occured from the puncture side in 1 patient. Conclusion: A palpable abdominal mass with hyperchoic cyst, fluid-fluid levels with variable solid appereance on ultrasonography in girls at newborn and infancy period were highly suggestive of torsed ovary. Presence of a prenatal diagnosis under these circumstances usually defines the diagnosis of intrauterine ovarian torsion and the patients can be treated by delayed laparoscopy. The laparsocopic findings consisting of a cyst with a thiny or autoamputated ovarian vessel supports the preoperative diagnosis. P - 115 Üretra duplikasyonu: 3 olgu sunumu K Tutuş, M Alkan, Ö Çöloğlu, MA Narsat, AG Karakurt, R Tuncer, Ü Zorludemir çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad Amaç: Üretral duplikasyon (ÜD) nadir görülen bir konjenital anomalidir. Erkeklerde daha sık görülmektedir. En sık kullanılan ÜD sınıflaması Effmann sınıflandırmasıdır. Kliniğimizde tanı alan 3 olgunun sonuçları sunulmuştur. Gereç ve Yöntem: Mart 2012 ve Mart 2014 yılları arasında ÜD tanısı alan üç hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastalar cinsiyet, yaş, ameliyat veya sistoskopi bulguları, ÜD tipi, cerrahi uygulama, eşlik eden ek hastalık, klinik izlem süresi ve sonuçları açısından değerlendirildi. Bulgular: Mart 2012 ve Mart 2014 yılları arasında tanı alan 3 hastanın yaşı 16, 36 ve 36 ay olarak bulundu. Hastaların ikisi erkek ve biri kız idi. Sistoüretroskopi ve retrograd üretrografide Effmann sınıflandırmasına göre bir hastada Tip IIA2, birinde Tip IIA1 ve diğerinde Tip IIB ÜD saptandı. Tip IIA2 ÜD için ek cerrahi işlem yapılmadı. Tip IIA1 ÜD için üretroplasti yapıldı. Tip IIB ÜD için Bugbee elektrod ile fulgurasyon yapıldı. Bir hastada sol grade 3 vezikoüreteral reflü nedeniyle subüreterik enjeksiyon yapıldı. Ortalama izlem süresi 24 ay (7-34 ay) olarak hesaplandı. İzlemde hiçbir hastada alt üriner sistem disfonksiyonu saptanmadı. Sonuç: ÜD klinik olarak nadir rastladığımız hastalıklardandır. Hastadan hastaya cerrahi tedavi ve klinik izlem kararı değişmektedir. *** Urethral duplication: 3 case reports K Tutuş, M Alkan, Ö Çöloğlu, MA Narsat, AG Karakurt, R Tuncer, Ü Zorludemir Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept Aim: Urethral duplication (UD) is a rare congenital malformation. It is more common in boys. The most used classification for UD is Effmann Classification. We represent 3 cases who had diagnosis of UD. Material and Methods: Between March 2012 and March 2014 the records of patients who had the diagnosis of UD were investigated retrospectively. Gender, age, results of surgery and cystoscopy, classification of UD, operation, associated diseases, follow-up time and clinical results were evaluated. Bulgular: Between March 2012 and March 2014 ages of 3 patients were 16, 36 and 36 months. There were 2 male and 1 female patient. One patient had Type IIA2, 1 had Type IIA1 and 1 had Type IIB UD according to Effmann Classification by cystourethroscopy and retrograd urethrography. Type IIA2 UD had no further surgery. Type IIA1 UD had urethroplasty. Type IIB UD was fulgurated with a Bugbee electrode. We performed subureteric injection for one patients who had also left grade 3 vesicoureteral reflux. Median followup time was calculated as 24 months (7-34 months). None of them had lower urinary tract disfunction during the following. Sonuç: UD is a rare pathology which we see in our clinics. Decision of surgery or clinical follow-up varies from patient to patient. P - 116 Çekal ligasyon ve perforasyon oluşturulan septik ratlarda amiodaronun böbrek üzerinde koruyucu etkisi O Yalçın*, A Oral**, Z Halıcı***, Y Bayır****, M Yiğiter**, AB Salman** *Gümüşhane Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum ***Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farmakoloji Anabilim dalı, Erzurum ****Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim dalı, Erzurum Giriş: Sepsis, enfeksiyonun tüm vücutta yaygın inflamatuvar yanıt oluşturduğu ciddi bir tıbbi durumdur. Sonucunda ciddi hipotansiyon, metabolik asidoz, organ hasarı, multiple organ yetmezliği ve ölüm gelişebilir. Amiodaron kalp hücrelerinde etkili nonkompetetif α- ve β-adrenerjik bloker olan klas III anti aritmik ajandır. Özellikle yüksek riskli hayatı tehdit eden ventriküler taşiaritmilerin tedavisinde altın standart olarak kullanılır. Bu çalışmada amiodaron’un deneysel olarak oluşturulmuş abdominal sepsis modelinde rat böbrek dokusu üzerindeki koruyucu etkisini inceledik. Materyal Metod: Her gurupta 20 rat bulunan beş gurup oluşturuldu. Gurup I: Sham-operasyon Gurup II: 50 mg/kg amiodaron kontrol gurup Gurup III: Çekal ligasyon perforasyon (ÇLP) oluşturulan gurup Gurup IV: 25 mg/kg amiodaron+ ÇLP Gurup V: 50 mg/kg amiodaron+ÇLP. İlgili guruplarda çekumda perforasyon ile abdominal sepsis oluşturuldu. 16 saat sonra tüm guruplar sakrifiye edildi ve böbrekler ve kan örnekleri histopatolojik ve biyokimyasal analizler için alındı. Serumda üre ve kreatinin düzeyleri incelendi. Böbreklerde IL-1β ve TNF-α mRNA ekspresyon seviyeleri. Real Time PCR analizi ile belirlendi, ayrıca oksidan/antioksidan ölçümleri için SOD, GSH ve MDA değerlerine bakıldı. Sonuç: Histolojik olarak ÇLP gurubunda çok ciddi inflamatuvar hücre infiltrasyonları tüm periferal ve interstisiyel bölgelerin vasküler yapılarında mevcuttu. Doz artışı ile paralel olarak 50 mg/kg amiodaron+ÇLP grubunda çok daha belirgin olmak üzere, enflamasyonun gerilemiş olduğu görüldü. Amiodaron+ÇLP gurubunda daha belirgin olarak serum kreatinin ve üre değerlerinin normale yaklaştığı istatistiksel olarak gösterildi. ÇLP guruplarında sham grubuyla karşılaştırıldığında sırası ile 8.52 kat ve 6,42 kat IL-1β ve TNF-α gen ekspresyonun artmış olduğu belirlendi. Sepsis ile SOD, GSH düzeylerindeki düşüş, MDA’daki yükselişin amiodaron doz artışına bağlı olarak özellikle 50 mg/kg dozda sham gurubun yakın değerlere geldiği belirlendi. Histopatolojik skorlar ve değerlendirme sonuçları biyokimyasal analiz sonuçları ile uyum içerisindeydi. Tartışma: Amiodaron kullanımı oksidatif sitresi ve sitokinlerin etkisini engellemekte ve sepsis durumunda böbrek dokusunu korumaktadır. Klinik perspektifle bakıldığında daha başka doz bağımlı çalışmaların ve beşeri kullanım için ileri çalışmaların yapılması gereklidir. *** The protective effect of amiodarone in kidney of cecal ligation and puncture-induced septic rats. O Yalçın*, A Oral**, Z Halıcı***, Y Bayır****, M Yiğiter**, AB Salman** *Gumushane State Hospital, Department of Pediatric Surgery **Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum *** Faculty of Medicine, Department of Pharmacology, Ataturk University, Erzurum, Turkey ****Faculty of Pharmacy, Department of Biochemistry, Ataturk University,Erzurum, Turkey Abstract: Sepsis is a serious medical condition that is characterized by a whole-body inflammatory state and the presence of a known or suspected infection. Results of this complex pathophysiology can be watched in different ways such as serious hypotension metabolic acidosis, tissue damage and multiple organ failure, acute respiratory distress syndrome /acute lung injury, and even death.Amiodarone is a class III antiarrhythmic agent, a multichannel P - 117 Varikosel nedeni olan Nutcracker sendromu - olgu sunumu AA Tuncer*, N Tuncer**, K Sağlam***, D Sağlam**** *Yüksekova Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği, Hakkari, Türkiye **Yüksekova Devlet Hastanesi Kadın Doğum Kliniği, Hakkari, Türkiye ***Yüksekova Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Hakkari, Türkiye ****Yüksekova Devlet Hastanesi Radyoloji Kliniği, Hakkari, Türkiye Amaç Sol renal venin aorta ve süperior mezenterik arter arasında sıkışması Nutcracker fenomeni olarak adlandırılır. Bu tabloya hematüri, varikosel, anormal menstrüel kanama gibi kompleks semptomların eşlik etmesine Nutcracker sendromu denir. Bu yazıda sol tarafta varikosele sebep olan Nutcracker sendromlu 16 yaşında erkek hasta sunulacaktır. Olgu 16 yaşında erkek hasta son 2 yıldan beri sol testiste ve sol kasıkta var olan ağrı şikayetiyle başvurdu. Ağrı ara ara ve batıcı tarzda olmaktaymış. Hastanın muayenesinde sol grade 3 varikosel mevcuttu. Sağ testis normaldi. Skrotal renkli dopler USG ve etyolojiyi araştırmak için tüm batın USG yapıldı. Skrotal renkli dopler USG de bilateral testis boyutları normal olarak değerlendirildi. Sol pleksus pampiniformis venleri en geniş yerinde 4 mm ölçüldü ve belirgin reflü izlendi. Tüm batın USG de Sol gonadal ven 6 mm ölçüldü. Sol renal ven en geniş yerinde 9 mm ölçülürken aorta- mezenterik kısımda 2-3 mm genişlikte ölçüldü. Bu durum nutcracker fenomeniyle uyumluydu. Hastaya operasyon planlandı. İvanissewich tekniğiyle sol varikoselektomi yapıldı. Hasta postoperatif 4. Ayında komplikasyonsuz olarak izlenmektedir. Tartışma Nutcracker sendromlu hastalarda çocuklarda konservatif takip edilebilir ancak kronik pelvik ağrı, anemi, varikosel gibi bulgular ortaya çıkarsa cerrahi tedavi düşünülmelidir. Varikosel erkeklerde infertiliteye sebep olabilen ve düzeltilebilen bir patolojidir. Varikoselin cerrahi tedavisinde de laparoskopik Palomo ve İvanissewich teknikleri kulanılabilir. Acil servise skrotal ağrı, pelvik ağrı, renal kolik ağrısı ve tekralayan hematüri şikayetiyle başvuran hastalarda Nutcracker sendromu akılda tutulmalıdır. *** A cause of varicocele: Nutcracker syndrome- case report AA Tuncer*, N Tuncer**, K Sağlam***, D Sağlam**** *Yuksekova State Hospital Clinics of Pediatric Surgery, Hakkari/Turkey **Yuksekova State Hospital Clinics of Obstetrics and Gynecology, Hakkari/Turkey ***Yuksekova State Hospital Clinics of General Surgery , Hakkari/Turkey ****Yuksekova State Hospital Clinics of Radiology, Hakkari/Turkey Aim Nutcracker phenomenon is the compression of left renal vein between aorta and superior mesenteric artery. In case of accompanying complicated symptoms like hematuria, varicocele, abnormal menstrual bleeding, the condition is called nutcracker syndrome. In the present report, we present a 16-year-old male with Nutcracker syndrome causing left side varicocele. Case Report A 16-year-old male admitted to our hospital with intermittent and pricking pain in left inguinal and testicular region lasting for 2 years. On physical examination, grade 3 varicocele was found. The right testicle was normal. Scrotal colored doppler US and abdominal USG were performed for determining the etiology. On scrotal colored doppler examination, bilateral testicular size were normal. Left pampiniform plexus veins were dilated up to 4 mm and reflux was observed. On abdominal US examination, left gonadal vein diameter was 6 mm. Widest diameter of left renal vein was measured 9 mm, decreasing to 2-3 mm on aortomesenteric portion. These findings were compatible with nutcracker phenomenon. The operation was planned and left varicocelectomy was performed by Ivanissewich technique. On four months follow-up, no complications were found. Conclusion Pediatric age group patients with Nutcracker syndrome may be managed conservatively. Symptoms like chronic pelvic pain, anemia, varicocele should lead us to think about surgery. Varicocele is a treatable pathology in men that may cause infertility. Laparoscopic Palomo and Ivanissewich techniques can be used in surgical treatment of varicocele. Nutcracker syndrome should be thought in patients with scrotal or pelvic pain, renal colic and recurrent hematuria admitting to the emergency room. P - 118 PRİMER VE SEKONDER VEZİKOÜRETERAL REFLÜDE TEDAVİ YÖNTEMLERİN KARŞILAŞTIRILMASI K Maşrabacı*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, B Aksu*, M Çağlar*, P Turhan**, C Candan**, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **TCSB İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK NEFROLOJİSİ BİLİM DALI Amaç: Primer (PVUR) ve sekonder (SVUR) vezikoüreteral reflü nedeniyle girişim uygulanan hastalarda tedavi yöntemlerinin etkinliği ve farklılıklarının değerlendirilmesi amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: 2006-2012 yıllarına ait kayıtlar geriye dönük olarak değerlendirildi. Bulgular: 110’u kız ve 65’i erkek olan 175 hastanın 248 üreterinde VUR vardı. Ortalama yaş 7±4 yıldı. 188 (%76) üreterde PVUR ve 60 (%24) üreterde SVUR vardı. Cinsiyet veya ilk girişimin yapıldığı yaş dağılımında fark yoktu. 248 üretere toplam 367 girişim yapıldı. Üreterlerin 170’ine (%69) bir ve 78’ine (%31) en az iki kez girişim yapıldı. Reflü derecesi bilinen 208 üreterden reflü derecesi düşük (1-2) 55 üreterin 42’sine (%76) bir ve 13’üne (%24) en az iki girişim yapıldı. Reflü derecesi yüksek (3-5) 153 üreterin 97’sine (%63) bir ve 56’sına (%37) en az iki girişim yapıldı. İlk girişimde üreterlerin 188’ine (%76) subüreterik enjeksiyon (SÜE) ve 60’ına (%24) üreteroneosistostomi (UNS) yapıldı. SÜE yapılan 110 (%58) ve UNS yapılan 59 (%98) üretere tekrar girişim yapılmadı. PVUR’lu 188 üretere 283 girişim yapıldı. Üreterlerin 128’ine (%68) bir ve 60’ına (%32) en az iki kez girişim yapıldı. İlk girişimde SÜE yapılan 148 (%79) ve UNS yapılan 40 (%21) PVUR’lu üreter vardı. SÜE uygulanan 88 (%59) ve UNS uygulanan 39 (%98) üretere tekrar girişim yapılmadı. SVUR’lu 60 üretere 84 girişim yapıldı. Üreterlerin 46’sına (%77) bir ve 14’üne (%23) en az iki kez girişim yapıldı. İlk girişimde SÜE yapılan 40 (%67) ve UNS yapılan 20 (%33) SVUR’lu üreter vardı. SÜE uygulanan 14 (%35) ve UNS uygulanan hiçbir üretere tekrar girişim yapılmadı. PVUR ve SVUR grupları arasında girişim sayısı dağılımı açısından anlamlı fark tespit edilmedi (p=0,796). Sonuç: Primer ve sekonder VUR’da SÜE ve UNS sonuçları açısından gruplar arasında bir fark görülmemiştir. Az invaziv bir girişim olma avantajını taşıyan SÜE’nun tek girişimde başarı etkinliği UNS’den daha düşük bulunmuştur. *** IN PRIMARY AND SECONDARY VESICOURETERAL REFLUX PATIENTS COMPARISON OF TREATMENT METHODS K Maşrabacı*, Ç Ulukaya Durakbaşa*, B Aksu*, M Çağlar*, P Turhan**, C Candan**, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Nephrology Aim: Primary (PVUR) and secondary (SVUR) vesicoureteral reflux because the effectiveness of the procedures in the treatment methods of patients and aimed to evaluate the differences. Patients and Methods: Records of the years 2006-2012 were evaluated retrospectively. Results: 110 (63%) were female and 65 (37%) men with 175 patients in 248 ureters have VUR. The mean age was 7 ± 4 years. 188 (76%) ureters have PVUR and 60 (24%) ureters have SVUR. Gender or the first procedure was made there was no difference in the distribution of age. 248 ureters total 367 procedures were performed. 170 (69%) ureters have made once procedure and 78 (31%) ureters have made at least two procedures. The degree of reflux known 208 ureters from low grade (1-2) reflux 42 (76%) of 55 ureters have made one procedure and 13 (24%) of 55 ureters have made at least two procedures. High grade (3-5) reflux 97 (63%) of 153 ureters have made one procedure and 56 (37%) of 153 ureters have made at least two procedures. In first procedure 188 (76%) ureters have made subureteral injection (SUI) and 60 (24%) ureters have made ureteroneocystostomy (UNS). 110 (%58) ureters have made SUI and 59 (%98) ureters have made UNS performed were no required any additional procedure. 188 ureters for PVUR 283 procedures were performed. 128 (68%) ureters have made one procedure and 60 (32%) ureters have made at least two procedures. In first procedure 148 (79%) ureters have made SUI and 40 (21%) ureters have made UNS for PVUR. 88 (%59) ureters have made SUI and 39 (%98) ureters have made UNS performed were no required any additional procedure. 60 ureters for SVUR 84 procedures were performed. 46 (77%) ureters have made one procedure and 14 (23%) ureters have made at least two procedures. In first procedure 40 (67%) ureters have made SUI and 20 (33%) ureters have made UNS for SVUR. 14 (%35) ureters have made SUI and no ureter had made UNS performed were no required any additional procedure. The statistically significant difference was not detected between PVUR and SVUR groups in terms of distribution of number of attempts (p=0,796). Conclusion: In the PVUR and SVUR there was no difference between the groups in terms of SUI and UNS results. The SUI with the advantage of being less invasive procedure success events in a single procedure was lower after surgery. P - 119 Fallik dönemdeki bir kızda vajinal yabancı cisim nedeniyle oluşan disüri ve genital ağrı: Bir olgu sunumu ve literatür taraması MY Özdamar Bozok Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D, Yozgat Giriş: Freud’a gore, çocuklar (3-6 yaş arası) özellikle psikoseksüel gelişimin fallik döneminde ,genital organlarına onlarla oynayarak belirgin olarak ilgi göstreriler. Bu dönemde, orgazm olmak ana amaç olmamasına rağmen; böyle bir davranış kendini stimuli etmekle alınan cinsel bir hazla ilişkili olabilir. Yani, bu dönemdeki çocuklar genital organlarıyla oynayabilir veya onlara ilgi duyabilir. Kızlar genellikle meraklarından dolayı vajinalarına oyuncaklar,göz kalemi kapağı, şekerlemeler ve tokaları sokabilirler. Fakat, cerrahlar tarafından vajinada tespit edilen yabancı cisim genellikle tuvalet kağıdı olmuştur. Çocuk istismarı diğer nedenlerden çok daha nadir bir sebeptir. Genellikle vajinal akıntı, dizüri, abdominal ağrı hatta herhangi bir tanı ve tedavi almadan uzun süre kaldığında rektovajinal fistüle yol açan vajinal yabancı cisim çocuklarda nadir bir etyolojik sebeptir. Ayrıca, üriner inkontinans da bildirilen bir diğer komplikasyondur. Böyle vakalarda ebeveyn ve doktor belirtilerin zamanında tam olarak farkına varmazlarsa, istenilmeyen komplikasyonlar oluşabilir. Biz bu olgu sunumunda, vajinasında yabancı cisim tespit ettiğimiz bir kızı ve literatür taramasını sunuyoruz. Olgu: Yedi yaşında bir kız çocuğu ağrlı idrar yapma ve genital ağrı şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenede, hymen ve eksternal üretral orifis bölgelerinde orta derece hiperemi, ödem ve hassasiyet vardı. Hasta, hastaneye gelmeden bir gün öce oyun oynarken vajinasına bir düğme soktuğunu itiraf etti. Sedasyonla, hastanın vajinasında yaklaşık iki santimetre çapında bir düğme tespit ettik ve ince bir pensetle onu çıkardık (resim-1). Ayrıca, vajinal perine ve eksternal mea civarında dermatit ve şeffaf vajinal akıntı tespit ettik fakat himen deforme değildi. Deformasyon olmadığı için çocuk istismarı düşünülmedi. Hastaya herhangi bir oral antibiotic verilmedi ama dermatit için local krem verilerek taburcu edildi. Bir hafta sonraki kontrol muayenesinde problem yoktu. Sonuç: Literatürde yedi yaş altında vajinasında yabancı cisim tespit edilen vakalar vardır. Uzmanlar teşhis için bazı test ve tanı araçları kullanmıştır. Bu uygulamalar, üriner şikayetleri olan özellikle komplike olmuş rektovajinal fistüllü hastalarda veya rektoraji ve vajinal akıntısı olanlarda sebebe yönelik araştırmalar için rektoskopi, sistoskopi, vajinal sürüntü ve idrar kültürü gibi uygulamalardır. Böyle bir vakayla karşılaşıldığı zaman, hasta veya ailesi yeterli bilgi vermese bile; dizüri, genital dermatit yada rektal şikayetleri olan özellikle yedi yaş altı kızda vajinal yabancı cisim düşünülmelidir. *** Acute dysuria and genital pain caused by a vaginal foreign body in a girl at the phallic stage: A case report and review of the literature MY Özdamar Bozok University, Faculty Of Medicine, Department Of Pediatric Surgery, Yozgat,Turkey Introduction: According to Freud, children (3,5 - 6 years) become particularly interested in playing with their genitals at the phallic stage of psychosexual development. In this stage, though having an orgasm isn't the primary aim, such a behavior may be related to getting sexual gratification through self-stimulation. That is; they can be interested in or play with their genitals at this stage. Girls may insert toys, cap of eyebrow pencil, sweets and hairpins into the vagina mainly due to their curiosity. However, foreign body is commonly toilet paper found by the surgeon in their vagina. The child abuse is more rare reason for it than others. Vaginal foreign body is a rare the reason for etiology, usually leading to vaginal discharge, dysuria, abdominal pain, even rectovaginal fistula when it remains for a long time without any diagnosis and treatment. Urinary incontinence is also another reported complication. In such cases, unless parent or practitioner fully realizes symptoms in time, undesirable complications may occur. We present a girl with a vaginal foreign body detected by us in this case report and a review of literature. Case: An eight years old girl was admitted to our outpatient clinic with dysuria and genital pain since two days. There were moderate hyperemia and edema on areas of hymen and external urethral orifice as well as tenderness on the physical examination. The patient admitted that she inserted a button into her vagina while playing her genital area before they came to the hospital one-day ego. We detected a button with nearly two centimeters in diameter at the bottom of her vagina under sedation and removed it from there by a fine forceps (picture-1). We also observed that there were transparent white vaginal discharge and dermatitis around the vaginal perineum as well as external urethral meatus but hymen was no deformed. Since the deformation of vagina was absent, it was not thought the child abuse. Without being given any oral antibiotic but by being given local cream for dermatitis, patient was discharged. She had no problem on the control examination after a week. Without being given any oral antibiotic but by being given local cream for dermatitis, patient was discharged. She had no problem on the control examination after a week. Conclusion: In the literature, there are similar patients with vaginal foreign body detected under seven ages. Practitioners have used some diagnosis tools or tests for diagnosis. These have been such applications as rectoscopy, cystoscopy, vaginal swab and urine cultures in order to identify the reason for rectorrhagia and vaginal discharge or urinary complaints especially in complicated patients with rectovaginal fistula. They had eventually detected their vaginal foreign body with hysteroscopy or vaginal irrigation under general anesthesia after patients get improper diagnosis and treatment such as colitis, urinary tract infection or vaginitis. When it was encountered like this patient, we recommended that it should be considered vaginal foreign body in especially under seven years girl with dysuria, genital dermatitis or rectal complaints, even if she or her parent gives enough information. P - 120 Alt üriner sistem disfonksiyonu ve böbrek fonksiyon kaybının eşlik ettiği bilateral vezikoüreteral reflü’ye yol açan distal hipospadias; Olgu sunumu A Şencan, D Payza, İ Genişol, Ş Öztürk, T Okay, A Karkıner, Ö Atacan, KU Özkan Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Giriş: Distal obstrüksiyonlu, ileri yaşa kadar beklemiş hipospadias olgularında mesane dinamikleri bozulabilmekte, renal fonksiyon kaybına yol açabilen ileri dereceli vezikoüreteral reflü gelişebilmektedir. Bu çalışmada, geç yaşta başvuran, aşırı aktif mesane ve disfonksiyonel işeme ile distal hipospadias’ın eşlik ettiği ileri dereceli VUR’nün, hipospadias onarımı sonrasında gerilediği bir olguyu sunmak amaçlanmıştır. Olgu: 12 yaşında erkek, aralıklı gece idrar kaçırma ve urge inkontinans, ince akımlı işeme şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenede mea subkoronal yerleşimli ve oldukça dardı. Başvurudan 5 yıl önce dış merkezde sünnet olma öyküsü vardı. Batın ultrasonografisinde sağda grade 4, solda grade 3 hidroüreteronefroz, sağ böbrek parankiminde ileri derecede incelme, mesane duvarında kalınlaşma ve trabekülasyon saptandı. Dimerkaptosüksinik asit sintigrafisinde sağ böbrek parankimine ait belirgin tutulum izlenmedi, sol böbrekte hidronefroza sekonder heterojen kortikal aktivite tutulumu saptandı. İşeme sistoüretrografisinde (MSÜG) sağda grade 5, solda grade 1 VUR saptandı. Yapılan ürodinamik incelemede, mesane kapasite ve kompliansında azalma, dolum basıncında artma, plato tarzı işeme paterni, işeme hacminde azalma, işeme basıncında artma, işeme anında eksternal üretral sfinkterde kontraksiyon artışı saptandı. Antikolinerjik tedavi başlanan hastanın çekilen sakral MR’da spinal disrafizme ait bulgu görülmedi. Yapılan sistoskopide; mesane ileri derecede trabeküle ve divertiküler yapıda idi. Sağ orifis net olarak görülemedi, sol orifis trogon köşesinde, normalden geniş olarak izlendi. Posterior üretral valv yoktu. Snodgrass üretroplasti uygulandı. Postoperatif dönemde yapılan kontrol sistoskopide üretra normal kalibrasyonda idi. Mesane trabekülasyonu öncekine göre azalmakla birlikte devam ediyordu. Kontrol MSÜG’de bilateral reflünün kaybolduğu görüldü. Kontrol ürodinamide; alt üriner sistem disfonksiyonun kısmi bir düzelme dışında devam ettiği saptandı. Sonuç: Hipospadias’ın cerrahi onarımı infant döneminde yapılmalıdır. Ağır üretral obstrüksiyonlu distal hipospadias VUR ve alt üriner sistem disfonksiyonuna yol açabileceğinden, bu tür hiposspadiasın erken cerrahi onarımı böbrek fonksiyonlarının korunması açısından önem arz etmektedir. *** Distal hypospadias causing lower urinary tract dysfunction and bilateral vezicoureteral reflux with loss of renal function: Case report A Şencan, D Payza, İ Genişol, Ş Öztürk, T Okay, A Karkıner, Ö Atacan, KU Özkan Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery Introduction:Distal hypospadias with severe uretral obstruction may deteriorate bladder dynamics and may lead to high grade vesicouretral reflux (VUR) causing loss of renal function if presented at an old age. In this study, we aimed to present a case of late presenting high grade VUR together with overactive bladder and dysfunctional voiding together with distal hypospadias which showed spontaneous resolution after the correction of hypospadias. Case: 12 year-old male admitted with the symptoms of intermittent nocturnal enuresis and urge incontinence. Physical examination revealed a stenotic distal hypospadiac meatus. He had the history of circumcision 5 years before admission.Abdominal ultrasonography showed right grade 4 and left grade 3 hydroureteronephrosis, severe right parancimal thinning, bladder wall thickening and trabeculation.Dimercaptosuccinic acid renal scan established no apparent right uptake. Right grade 5, left grade 1 VUR was detected on voiding cystouretrography(VCUG).Urodynamic study revealed decrease in bladder capacity and compliance, high filling pressure, plateau voiding, decrease in voided volume, increase in maximal voiding pressure and external sphincter contractility.. No sign of spinal dysraphism was observed on sacral magnetic resonance imaging. Cystoscopy revealed severely trabeculated bladder with diverticulum. Right ureteral orifice could not be identified, left orifice was localized on the trigon but wider than normal. Posterior uretral valv was not present.Snodgrass uretroplasty was performed. On control cystoscopy, uretra was of normal caliber, bladder trabeculation was decreased. Postoperative VCUG showed no reflux. Urodynamic study revealed lower urinary tract dysfunction with slight improvement. Result: Hypospadias surgery should be performed during infancy. Distal hypospadias with meatal stenosis may lead to lower urinary tract dysfunction and high grade VUR . Early surgical repair of this kind of hypospadias is important for the preservation of renal function. P - 121 Böbrek Dışına yerleşmis Wilm’s tümörü SK Özkısacık*, AO Erdem*, C Tataroğlu**, M Ayhan***, Y Durum****, M Yazıcı* *Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın **Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Aydın ***Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Anabilim Dalı , Aydın ****Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Aydın Wilm’s tümörü sık görülen bir böbrek tümörü olup böbrek dışında yerleşimi oldukça nadir görülmektedir. Biz burada retrovezikal yerleşim gösteren Wilm’s tümörünü sunmaktayız; 3 yaşında erkek hasta karın ağrısı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Rektal muayenede rektum anteriorunda kitle palpe edilmesi dışında fizik muayenesi normaldi. Karın MR’ında rektovezikal alanda 47x43x23 mm boyutlarında heterojen kitle tespit edilmesi üzerine laparatomi yapıldı. Mesanenin arkasında, rektosigmoid bileşkenin anterioruna yapışık, MR’ da tanımlanan boyut ve nitelikte kitle gözlendi. Kitle sorunsuz olarak tamamen çıkartıldı. Patolojik tanısı Wilm’s olarak yorumlandı. İntraperitoneal yerleşimi nedeniyle National Tumor Wilm’s Study Group’a göre Evre 3 olarak kabul edildi ve kemoterapi+radyoterapi başlandı. Hastanın 1 yıllık izleminde herhangi bir sorunla karşılaşılmadı. Bu olgu nedeniyle, nadir görülmesine rağmen batın içi kitlelerde böbrek dışı yerleşimli Wilm’s tümörünün de akılda tutulması gerektiğini düşünmekteyiz. *** Extrarenal Wilms tumor SK Özkısacık*, AO Erdem*, C Tataroğlu**, M Ayhan***, Y Durum****, M Yazıcı* *Adnan Menderes Üniversity School of Medicine Department of Pediatric Surgery **Adnan Menderes Üniversity School of Medicine Department of Pathology ***Adnan Menderes Üniversty School of Medicine Department of pediatric oncology ****Adnan Menderes Üniversity School of Medicine Department of Radiology Abstract Extrarenal Wilms tumor is extremely rare. The development of this tumor outside of the kidney parenchyma is rare. 3 year old boy presented an abdominal pain. A mass was palpeted anteriorly of the rectum on rectal examination. Magnetic Resonans (MR) scan with intravenous (IV) contrast revealed a 47x43x23 milimeters, heterogeneous pelvic mass located rectovesical area. At laparotomy, tumor was fixed at the level of anterior rectosigmoid joint. Pathologic diagnosis of the tumor was extrarenal Wilms tumor. There was no any leymphoid hypertrophy and metastasis. After complete tumor resection, tumor phase was accepted Stage 3 and chemotherapy and radiotherapy were administered according to the treatment protocol of the Natioanl Tumor Wilm’s Study Group. A year after treatment, the patient has had no evidence of recurrence. We thought that because of it is rare we have to thought extrarenal Wilms tumor in differantial diagnosis of intraabdominal masses. P - 122 İnmemiş testis ameliyatı sonrasında geç dönem testis torsiyonu E Ergün, B Türedi, F Mammadov, G Göllü, U Ateş, M Çakmak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: İnmemiş testis; çocukluk çağında sıklıkla görülen tedavisi cerrahi olan inguinal bölge problemlerindendir. İşlem sırasında testis supradartos poşa yerleştirilir, daraltma işlemi uygulanır ve geç dönemde etraf dokulara yapışarak yukarı kaçmayacağı ya da torsiyone olmayacağı düşünülür. İki yıl önce dış merkezde orşidopeksi yapılmış olan testiste, travma öyküsü olmadan, gelişen testis torsiyonu olgusunun sunulması amaçlandı. Olgu: Acil servise sol skrotal ağrı ve şişme ile başvuran, 3 yaşında erkek hastanın iki yıl önce dış merkezde sol inmemiş testis nedeni ile ameliyat olduğu öğrenildi. Fizik incelemesinde sol testis hiperemik, şişkin ve hassas saptandı. Skrotal doppler ultrasonografide sol testiste kan akımı gözlenmedi. Acil sol skrotal eksplorasyon yapılan hastada 270 derece torsiyon saptandı ve detorsiyon ile birlikte fiksasyon yapıldı. Sonuç: İnmemiş testis ameliyatı yapılan hastalarda da ender olsa da geç dönem testis torsiyonunun, akut skrotum nedeni olabileceği akılda tutulmalıdır. *** Late Testicular Torsion After Previous Orchidopexy E Ergün, B Türedi, F Mammadov, G Göllü, U Ateş, M Çakmak Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Aim: Undescended testicle is a common surgical inguinal region pathology in childhood. The undescended testicle is placed to supradartos pouch. It is thought that, after orchidopexy, the testicle would not to be torsioned or gone up again. It is aimed to present an unusual testicle torsion two years after orchidopexy, without any trauma history. Case: Three years old boy applied to the pediatric emergency service with complaints of left scrotal pain and swelling. When his medical history was questioned, it is learnt that he had a left orchidopexy two years ago. In physical examination he had swollen and red left scrotum and it was very tender when palpated. Scrotal doppler ultrasound examination was performed and it revealed that the left scrotum was edematous and there was no circulation. The left scrotal exploration revealed a 270 degree testicular torsion . It was detorsioned and fixed. Result:Testicular torsion can be an emergency of scrotum as a late postoperative complication even in patients who had had orchidopexy previously. P - 123 Proksimal hipospadias onarımında ikinci tabaka flepler A Aslan, A Bıyıklı, A Karaman Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Proksimal hipospadias onarımı sonrası üretrokutanöz fistül gelişimini engellemek için kullanılan ikinci tabaka fleplerin etkinliğini değerlendirdik. Hasta ve Metod: Penoskrotal hipospadias ve şiddetli penile kordi nedeniyle daha önce kordi düzeltilmesi yapılan ve penisin ventraline Byars flebi getirilen 36 olgu (18 ay-10 yaş), ikinci aşama hipospadias onarımı için kabul edildi. İkinci aşama onarımda yeni üretra, ventral penil yüzeydeki düzlemin tübülarize edilmesiyle oluşturuldu ve elde edilen ikinci tabaka flepler, yeni üretra üzerine serildi. İkinci tabaka flepler, 22 hastada (grup 1) tunika vajinalisden elde edildi ve penisin latero-ventral yüzünden elde edilen dartos flebi ise, tunika vajinalis febi alınamayan 14 hastada (grup 2) kullanıldı. Üretral kateter, ameliyat sonrası 12.-15. günler arasında çekildi. Sonuçlar: Grup 1’de sadece bir hastada (%4) subkoronal üretrokutanöz fistül gelişti ve 4 hastada (%18) distal ayrılma (glanstan midpenil alana kadar) tespit edildi ve bir olguda (%8) dilatasyonlara cevap veren üretral stenoz gelişti. Grup 2’de 14 hastanın dördünde (%28) distal ayrılma vardı. Komplikasyonlar açısından iki grup arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0.05). Sonuç: Proksimal hipospadias onarımında fleplerin birbirine herhangi bir üstünlüğü gösterilememesine rağmen, ikinci tabaka flep kullanımı, üretrokutanöz fistül gibi komplikasyonların sıklığını azaltmak için kolay ve uygulanabilir alternatif bir yöntemdir. *** Second layer flaps in the proximal hypospadias repair A Aslan, A Bıyıklı, A Karaman Akdeniz University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Antalya Aim: We evaluated the efficacy of the second layer flaps used to prevent the development of the urethrocutaneous fistula after proximal hypospadias repair. Patients and Methods: Because of the peno-scrotal hypospadias and severe penile chordee, 36 cases (18 months to 10 years), who previously performed chordee release and Byars flap were brought to the ventral surface of the penis, were admitted for second stage hypospadias repair. In the second stage repair, neourethra was created by tubularized of the plate in the ventral penile surface, and obtained second layer flaps laid onto the neourethra. The second layer flaps were harvested from the tunica vaginalis in 22 patients (group 1), and the dartos flap which was obtained from latero-ventral surface of the penis, was used in 14 patients (group 2) who tunica vaginalis flap could not be taken. The urethral catheter was withdrawn on postoperative days 12 to 15. Results: In group 1, subcoronal urethrocutaneous fistula developed in the only one patient (4%), and distal dehiscence (from glans to midpenile area) was detected in three patients (18%), and urethral stenosis response to the dilatations developed in one case (%4). In group 2, of 14 children, three had distal dehiscence (28%). In regard to the complications there was no significant difference between both groups (p>0.05). Conclusion: Although the flaps could not be shown superiority from each other, in the proximal hypospadias repair, using of these both flaps as second layer is also easy and feasible an alternative method for reduce the incidence of the complications such as urethrocutaneous fistula. P - 124 Erkek çocuklarda üretraya yabancı cisim sokulması N Çördük, U Koltuksuz, A Akbulut, Ş Doğan Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD, Denizli Çocuklarda üretraya yabancı cisim sokulması nadirdir. Üretralarına iğne sokan iki erkek çocuğu sunulmaktadır. İlk olgu üç gün önce üretrasına yorgan iğnesi sokma ve dizüri yakınması ile başvuran 12 yaşında erkek çocuğu idi. Fizik bakısında glob vezikale saptandı. Direk grafide iğnenin external üretral meadan prostatik üretraya kadar uzandığı görüldü. İğne klemp yardımıyla çıkarıldı. İkinci olgu üretrasına toplu iğne sokmuş olan 6 yaşında erkek çocuğu idi. Fizik bakısında subkoronal hipospadias saptandı. Direkt grafide proksimal üretral seviyede gözlenen iğne sistoskopi ile komplikasyonsuz çıkarıldı. Her iki hasta Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü’ne yönlendirilerek taburcu edildi. *** Self-insertion urethral foreign body in boys N Çördük, U Koltuksuz, A Akbulut, Ş Doğan Pamukkale University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery, Denizli Self-insertion of the foreign body into the urethra is rare in children. We present two boys who had inserted needle into their urethra. Case 1 was a 12-year-old boy presented with dysuria due to put of quilt needle into his urethra three days ago. Glob vesicale was determined in his physical examination. X-rays showed that the needle extends from the external urethral meatus to the prostatic urethra. Needle was removed by aid of a clamp. Case 2 was a 6-year-old boy admitted with self-insertion of a pin into his urethra. Subcoronal hypospadias was determined in his physical examination. X-rays revealed that the needle at the proximal urethral level. The pin was removed cystoscopically without complication. Both of them were referred to Department of Child and Adolescent Psychiatry after discharge. P - 125 İnmemiş testisle ilişkili konjenital bantlar nedeniyle oluşan varikosel: Konjenital bantlar etiyolojik bir faktör olabilir mi? MY Özdamar Bozok Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D, Yozgat Giriş: Varikosel testisin internal spermatik ven ve pampiniform pleksusunun dilatasyonudur ve testis hasarıyla infertiliteye neden olabilir. Varikosel insidansı hem erişkin hemde adolesanlarda yaklaşık % 15 olduğu ve 15 yaşında pik yaptığı için, varikosel oluşumunun peripubertal dönemde başladığı kabul edilmektedir. Fakat olayın ilk ne zaman başladığı ya da nasıl tetiklendiği hala bir tartışma konusudur. Varikosel genellikle vakaların %78-93ünde solda görülür, sağdakiler çoğunlukla bilateral olgulardadır ya da sağ internal spermatik ven obstrüksiyonuna neden olan bir retroperitoneal kitle varsa tek başına nadiren görülebilir. Etiyolojik nedenler; testisin ana venlerindeki kapakçıkların yetersizliği yada olmaması ve sol testiküler venin sol renal vene 90 derecelik açıyla girmesinden oluşan Venturi etkisinden dolayı vende artmış hidrostatik basınçtır. Bir diğer sebep ise, aorta ve süperior mezenterik arter veya iliak arter tarafından sol spermatik ven ve testisin venöz sistemine anatomik kompresyonunu oluşturan nutcracker(fındıkkıran) fenomenidir. Bu fenomen de internal spermatik vende staza neden olup, nihayetinde varikosele sebep oabilir. Bu olgu sunumunda, cerrahi sırasında bilateral kriptorşidizmle beraber sol tarafında grade 3 varikosel tespit edilen 12 yaşında bir erkek çocuğu sunuyoruz. Olgu: 12 yaşında bilateral kriptorşidizmli bir erkek çocuk ebeveyni ile beraber polikliniğimize başvurdu. Hem fizik muayene hemde USG de bilateral testisler inguinal bölgenin orta kısmındaydı. Ameliyat esnasnda sol testisin internal spermatik veninin genişlemiş ve yaklaşık 1 cm çapında olduğunu tespit ettik(resim-1). Tıpkı Ladd bandlarının intestinal obstrüksiyon ve dilatasyona sebep olduğu gibi, internal spermatik ven etrafındaki bantlarda venin kısmi obstrüksiyonuna ve dilatasyonuna sebep olmuştu. Bandlar eksize edilir edilmez venin çapı azaldı(resim-2). Bilateral orşiopeksi yapıldı fakat sol varikoselektomi yapılmadı. Altı ay sonraki postoperatif USG'de hastanın sol varikoseli grade 2 idi ve her iki testis boyutu preopretif boyutla aynı, yaklaşık 22x13 mm idi. Yani testiküler hacim kaybı yoktu. Ayrıca hastanın şikâyeti de yoktu. Hastanın takibi hâlâ sürmektedir. Tartışma: Bildiğimiz kadarıyla, vakamızda karşılaştığımız etyolojik durum adolesan varikoselinin yeni bir etyolojik sebebidir. Fakat, hastanın takip ve tedavisi; semptomatik varikosel,testikuler boyut kaybı ve patolojik sperm(daha ileriki yaşlarda) olup olmamasına göre devam edecektir. Şu anda hasta için varikoselektomi düşünülmemektedir. *** Varicocele occurring due to congenital bands related to an undescended testis: May congenital bands be a etiological factor? MY Özdamar Bozok University, Faculty Of Medicine, Department Of Pediatric Surgery, Yozgat,Turkey Introduction: Varicocele is the dilation of the internal spermatic vein and pampiniform plexus of the testis and can causes testicular injury as well as infertility. Since the incidence of varicocele both in adult and adolescents, which is about % 15 and peaks at age 15 years, it is accepted that the formation of varicocele begins in peri pubertal stage. However, it is still a contention when the onset of the event started or how it is triggered. It is usually seen on the left side (78-93% of cases) but right-sided varicoceles are least common; they are mostly encountered only when bilateral varicoceles are present or rarely occur alone if there is a retroperitoneal mass causing obstruction of the right internal spermatic vein. The etiological reasons are incompetent or absent valves in the major veins of the testis, increased hydrostatic pressure in the left testicular vein resulting from the Venturi effect in which it has an angle of insertion into the left renal vein of 90 degrees. Another reason is the nutcracker phenomenon whereby occurs an anatomic compression of the venous system of the testis and the left spermatic vein by the aorta and superior mesenteric artery or the common iliac artery. It might also cause the venous stasis in the left internal spermatic vein and eventually to form varicocele. In this case report, we present a 12 years old boy with bilateral cryptorchidism along with grade 3 varicocele on the left side detected during surgery. Case: A 12 years old boy with bilateral undescended testis was admitted our outpatient clinic together with him parent. On both physical and ultrasound examination, testicles were in the middle of the inguinal region. We detected the left testis with enlarged and about 1 cm in diameter internal spermatic vein during the surgery(figure-1). Just as Ladd's bands caused intestinal obstruction and dilation, congenital bands around the internal spermatic vein had caused the partial obstructionand dilation of the vein. As soon as bands were excised, the diameter of the vein reduced(figure-2 The bilateral orchiopexy was performed, but the left varicocelectomy was not. On USG examination after six months postoperatively, the patient's left varicocele was grade 2 and both of testes sizes were about 22x13 mm as they were the same sizes preoperatively. Testicular volume loss was namely no. The patient had no complaint. Follow-up of the patient still continues. Conclusion: As far as we know, the etiological condition in our case we encountered is a new etiological reason for the varicocele of adolescent. But, the follow-up and treatment of patient will continue according to whether symptomatic varicocele, testicular size loss and pathological sperm quality (in older ages) are present or not. It isn’t currently thought that he is performed varicocelectomy. P - 126 OPERE OVER TORSİYONU DOPLER ULTRASONDA REKÜRREN OVER TORSİYONU İLE KARIŞABİLİYOR A Süzen, E Akbaba, N Ertürk Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Hastanesi Over torsiyonu çocuklarda düşük insidastadır ve klinik bulguları nonspesifiktir. Bu nedenle tanıda gecikmeler olabilir. Genel kabul edilen görüş over nekrotik görünümlü ise ooferektomi yapılması yönünde iken yeni trend overin korunmasıdır. Torsiyon genelde tüm overi etkileyen bir patolojidir ve over kisti ile birlikte olması gerekli değildir. Dopler ultrasonografi ile kan akımının değerlendirilmesi tanıda yardımcıdır. Şüpheli over torsiyonunda erken laparaskopi ile hem tanı hem tedavi yapılabilir. Rekürren over torsiyonu nadiren görülür. Olgu Sunumu: 15 yaşında kız olgu 3 gündür karın ağrısı, kusma şikayeti ile polikliniğe başvurdu. 2 kez acil servise gelme öyküsü vardı. Fizik muayede sağ alt-üst kadranda rebaund ve defansı vardı. Dopler ultrasonografide sağ over 80x57 mm olup, parankimi heterojen idi. Parankimde kanlanma yoktu ve parankim içinde 5 cm çaplı anekoik kist vardı. .Laparoskopide overde torsiyon ve over kisti saptandı. Detorsiyon ve kist eksizyonu uygulandı. Patolojisi hemorajik folikül kisti ile uyumlu geldi. Daha sonra kontrole gelmeyen olgu 3 ay sonra karın ağrısı , kusma nedeni ile acil servise başvurdu. Fizik muayede sağ altta defansı vardı, rebaund yoktu. Acil serviste istenen US’de sağ overde 43*29mm, içinde ince septalar olan kist saptandı. Over çevresinde vaskülarite artışı vardı, parankimde vaskülarite yoktu.Rekürren over torsiyonu düşünülerek olgu servise yatırıldı. Laparoskopi yapılan olguda over torsiyonu yoktu. Over dolaşımı iyi görünüyordu. Over kisti eksize edilip işlem sonlandırıldı. Patolojisi korpus luteum kisti olarak geldi. Sonuç: Gecikmiş over torsiyonu geçiren olgularda dokularda fibrotik değişiklikler olur. Buna bağlı kan akımının azalması nedeniyle dopler US’de rekürrens olarak yanlış değerlendirilebilir. *** OPERATED OVARİAN TORSİON MAY MİMİC RECURRENT OVARİAN TORSİON İN DOPLER ULTRASOUND A Süzen, E Akbaba, N Ertürk Muğla Sıtkı Koçman University Hospital Ovarian torsion is seen low insidans and has nonspecific clinical findings. Therefore there can be delays in diagnosis. If the over looks necrotic, ooferectomy was the treatment of choice in the past but nowadays the new trend is the protection of the over. Torsion is usually seen all of the over but not necessery always in assosiation with ovarian cysts. Dopler ultrasonography is helpful in diagnosis. If the diagnosis is in doubt, early diagnosis and treatment can be done with laparoscopy. Recurrent ovarian torsion is rare. Case Report: A 15 year old girl who had abdominal pain and vomiting for three days admitted to the clinic. She had a history of coming to emergency room 2 times with the same complaints nearly. Pyisical examination showed defansive rebound in right lower and upper quadrant. On Doppler ultrasonography, right over was 80x57 mm and the parechyma was heterogeneous. There was no blood supply. The over had consisted a 5cm diameter anechoic cyst. Torsion of the ovary and ovarian cyst was found in laparoscopy. Detorsion and excicion of the cyst were done. Pathology was hemorrhagic follicle cyst. The patient didn’t come to control. 3 months later, she admitted to emergency room because of abdominal pain and vomiting. Physical examination showed right lowerabdominal qudrant defance and no rebaund. In Dopler ultrasonography 43x29mm right ovarian cyst with thin septa was detected. Vascularity had increased around the over but was absent in the ovarian parenchima. The patient was explored with laparoscopy. There was no ovarian torsion and over vascularity looked like good. Ovarian cyst was excized. Pathology was corpus luteum cyst. Conclution:The patients who operated for delayed ovarian torsion may have fibrotic changes in tissues. Due to reduced blood flow in fibrotic tissues, Dopler ultrasonographic appearance may be evaluated recurrence incorrectly. P - 127 Rabdomyosarkom hastalarında cerrahi deneyimlerimiz AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, G Sezgin**, S Soyupak***, S Küpeli**, Ş Erdoğan****, S İskit*, R Tuncer*, Ü Zorludemir* *çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad **çukurova unv. tıp fak. çocuk onkolojisi bilim dalı ***çukurova unv. tıp fak. radyoloji ad ****çukurova unv. tıp fak. patoloji ad Amaç : Rabdomyosarkom çocuklarda görülen en sık yumuşak doku sarkomudur¹. Cerrahi yöntem tanı, evreleme, tedavi ve uzun dönem izlem açısından önemlidir. Rabdomyosarkom tanısıyla kliniğimizde ameliyat edilen hastaların sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem : 2008-2015 yılları arasında ameliyat edilen rabdomyosarkom hastaları geriye dönük olarak incelendi. Hastalar cinsiyet, başvuru yakınması, ameliyat yaşı, tümör boyutu, tümörün yerleşim yeri, histolojik tipi, metastaz varlığı, ameliyat yöntemi, kemoterapi, radyoterapi ve sağkalım açısından değerlendirildi. Bulgular : 2008-2015 yılları arasında ameliyat edilen 8 hastanın yaş ortalaması 30,6 ay (16 60 ay) olarak bulundu. Hastaların tümü erkek idi. Üç hastada karında şişlik, birer hastada idrarını yapamama, kabızlık, leğen kemiği üzerinde şişlik, düşme sonrası farkedilen perinede kitle, bisikletten düşme sonrası tetkik edilirken saptanan diyafram altında kitle, 1 hastada ek olarak kaşıntı ve sarılık yakınmasıyla başvurulduğu saptandı. Altı hastada tümör boyutu 59cm, 2 hastada ≥ 10cm olarak bulundu. Dört hastada tümör pelvik yerleşimli idi. Üç hastada prostatik üretra ve birinde pelvik taban kaslarından kaynaklanmıştı. Birer hastada tümör perine, iliak bölge, portal hilus ve supradiyafragmatik yerleşimli idi. Yedi hastada kitle eksizyonu, 2 hastada ek olarak sistektomi yapıldı. Bir hastada kitle ve karaciğerden biyopsi alındı. Sekiz hastanın patolojik inceleme sonucu embriyonel rabdomyosarkom olarak bulundu. Bir hastada ameliyat sonrası ikinci yılda torakal rabdomyosarkom saptanarak ameliyat edildi. IRSG (International Rhabdomyosarcoma Study group) IV tedavi şemasına göre tüm hastalara kemoterapi ve 7 hastaya radyoterapi uygulandı. Ortalama sağkalım süresi 29,1 ay (13- 49ay) olarak bulundu. İki hasta ameliyattan 13 ve 29 ay sonra kaybedildi.(Tablo 1) Tartışma : Günümüzde rabdomyosarkom cerrahisinde radikal yöntemlerden uzaklaşılmaktadır. Kemoterapi yanıtlarına bağlı olarak sağkalım oranlarının artması nedeniyle radyoterapinin de seçili hastalarda uygulanması önerilmektedir. Sonuç : Rabdomyosarkom cerrahisi tartışmalı bir konudur. Sağkalım oranlarının artmasıyla hastaların gelecekteki yaşam kaliteleri önem kazanmıştır. Sonuç olarak rabdomyosarkom tedavisinde multidisipliner yaklaşım önemlidir. *** Our surgical eperience with rhabdomyosarcoma patients AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, G Sezgin**, S Soyupak***, S Küpeli**, Ş Erdoğan****, S İskit*, R Tuncer*, Ü Zorludemir* *Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept **Çukurova University, Medicine School, Pediatric Oncology Dept ***Çukurova University, Medicine School, Radiology Dept ****Çukurova University, Medicine School, Pathology Dept Aim: Rhabdomyosarcoma is the most common soft tissue sarcoma in children. Surgical method is important for diagnosis, staging, treatment and long term follow-up. We aimed to evaluate the results of rhabdomyosarcoma patients whom we operated. Material and method: Between 2008-2015 the records of rhabdomyosarcoma patients were retrospectively reviewed. Gender, initial complaints, age at surgery, size and site of the tumor, histological subtype, metastasis, surgery, chemotherapy, radiotherapy and survey of the patients were evaluated. Results: The median age of 8 patients was 30.6 months (16-60 months). All of the patients were male. Initial complaints were abdominal distension, inability to urinate, constipation, swelling on the pelvis, mass on the perineum noticed after falling, subdiaphragmatic mass detected by tests after falling from bike. One patient also had itching and jaundice. Tumor size was 5-9cm for 6 patients and ≥ 10cm for 2 patients. Four patients had pelvic tumor. The origin was prostatic urethra in 3 patients and pelvic floor muscles in 1 patient. Others were located in perineal region, iliac region, portal hilus and subdiaphragmatic area. Seven patients underwent tumor excision and two of them also underwent cystectomy. Tumor and liver biopsy were performed in 1 patient. Pathological results were embryonal rhabdomyosarcoma for 8 patients. Thoracal rhabdomyosarcoma was detected in the postoperative second year in the patient with perineal tumor and it was resected. All patients had chemotherapy and 7 patients had radiotherapy according to IRSG (International Rhabdomyosarcoma Study group) IV treatment guidelines. Median survival time was 29.1 months (13-49 months). two patients died 13 and 29 months after the surgery.(table 1) Conclusion: Surgery of rhabdomyosarcoma is a controversial subject. As the survival times increased the quality of future lives of the patients gained importance. As a result multidisiplinary treatment of rhabdomyosarcoma patients is important. P - 128 SOLİD PSÖDOPAPİLLER PANKREAS TÜMÖRÜ TEDAVİSİNDE RADİKAL CERRAHİ REZEKSİYON GEREKLİ Mİ? E Divarcı*, Z Dökümcü*, N Çetingül**, D Nart***, FY Barbet***, A Çelik* *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı ***Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Amaç: Solid psödopapiller pankreas tümörü (SPPT) çocuklarda nadiren gözlenmektedir. Tam cerrahi rezeksiyon sonrası yüksek uzun dönem sağ kalım oranları gözlenirken, tam olmayan rezeksiyonlar sonrası lokal rekürrens veya uzak metastaz gelişebilmektedir. Bu yüzden SPPT tedavisinde genellikle pankreatikoduodenoktomi veya splenektomi ile birlikte distal pankreatektomi gibi radikal rezeksiyonlar tercih edilmektedir. Bu çalışmada, çevre organ veya pankreatik kanala invazyon göstermeyen tümörlerde enükleasyon veya sınırlı rezeksiyon uygulanan hastaların sonuçları sunularak radikal rezeksiyonun gerekliliği tartışılmaya çalışıldı. Yöntem: Kliniğimizde Ekim 2011- Mayıs 2014 tarihleri arasında SPPT tanısıyla cerrahi rezeksiyon uygulanan hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: 3 kız hasta SPPT tanısıyla opere edildi. Hastaların yaş ortancası 16 yaştı (15- 17 yaş). Tümör iki hastada pankreas baş kısmında, bir hastada kuyruk kısmında yerleşmişti. Ortanca tümör çapı 5,5 cm idi (5- 13 cm). Tüm hastalarda cerrahi rezeksiyon öncesi tümörün pankreatik kanal ile ilişkisinin ortaya konması amacıyla MR kolanjiopankreatografi uygulandı. Cerrahi rezeksiyonda pankreas baş kısmına yerleşenlerde tümörün enükleasyonu, kuyruk kısmına yerleşende ise splenektomi yapılmadan distal pankreatektomi tercih edildi. Ameliyat sırasında ve sonrasında majör komplikasyon gözlenmedi. Patolojik değerlendirmede tüm hastalarda cerrahi sınırın tümörsüz salim olduğu saptandı. Ortanca izlem süresi 32 aydı (12- 41 ay). Hiçbir hastada lokal rekürrens veya uzak metastaz gözlenmedi. Sonuç: Çocuklarda SPPT tedavisinde tek seçenek cerrahi rezeksiyon iken rezeksiyon stratejisi halen tartışmalıdır. Radikal rezeksiyonlar pankreasın endokrin ve ekzokrin fonksiyonları için gerekli pankreatik dokuda önemli kayıplara yol açmaktadır. Enükleasyon veya sınırlı distal pankreatektomi gibi minimal rezeksiyon stratejileri seçilmiş hastalarda tercih edilebilecek bir tedavi seçeneğidir. *** IS RADICAL SURGICAL RESECTION NECESSARY IN THE TREATMENT OF SOLID PSEUDOPAPILLARY TUMOR OF THE PANCREAS? E Divarcı*, Z Dökümcü*, N Çetingül**, D Nart***, FY Barbet***, A Çelik* *Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ege University Faculty of Medicine, Division of Pediatric Oncology ***Ege University Faculty of Medicine, Department of Pathology Aim of the study: Solid pseudopapillary tumor (SPT) of the pancreas is a rare neoplasm in children. Most of the patients have good long- term survival rates after surgical excision but also local recurrences or distal metastases can be seen after incomplete resections. Therefore, radical resections are usually preferred. In this study, we aimed to present our surgical strategy based on minimal resection by enucleation or limited resection in localized SPT of the pancreas. Methods: We retrospectively analysed the medical records of children who underwent surgical excision for solid pseudopapillary tumor of the pancreas in our clinic between October 2011 and May 2014. Results: Three female patients were operated with a median age of 16 years (range, 1517).Tumors were located in head (2) or tail (1) of the pancreas. Median greatest tumor diameter was 5.5 cm (range, 5- 13 cm).All of the patients were investigated by MRI before the resection to disclose the relationship between the tumor and main pancreatic duct. Tumors underwent enucleation (2) at head localization or local distal resection without splenectomy (1) at the tail of the pancreas. Postoperative period was uneventful and surgical margins were negative in all patients. The median follow- up period was 32 months (range, 12- 41 months). No local recurrence or distant metastasis was seen in the postoperative period. Discussion: The optimal surgical strategy is still controversial in solid pseudopapillary tumor of the pancreas in children. Radical resections like pancreaticoduodenoctomy or distal pancreatectomy with splenectomy results with an important loss of pancreatic tissue for endocrine and exocrine functions of the pancreas. Minimal resections like enucleation or limited pancreatic resection with negative surgical margins should be performed in selected patients with no invasion to main pancreatic duct or adjacent organs. P - 129 Olgu sunumu : Papiller tiroid karsinom nedeniyle yapılan tamamlayıcı tiroidektomi sonrasında gelişen pnömomediasten H Çayırlı*, Ö Yılmaz*, E Kara**, A Genç* *Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Manisa **Celal Bayar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Manisa Erişkinlerde pnömomediastene neden olan cerrahi işlemler arasında trakeotomi, gastrostomi tüpü yerleştirilmesi ve dental operasyonlar yer almaktadır.Çocuklarda nadirdir ve genellikle adolesan erkeklerde görülür. Yapılan sağ hemitiroidektomi operasyonu ardından patolojik tanının papiller tiroid karsinom saptanması üzerine gerçekleştirilen tamamlayıcı sol hemitiroidektomi operasyonunu takiben ciltaltı amfizem, pnömoperikardiyum ve pnömomediasten gelişen 11 yaşında erkek olgu sunulmuştur.Transservikal insizyonla yapılan operasyonda tiroid dokusu trakea ön yüzünden diseke edilmiş ve loja hemovak dren yerleştirilmiştir.Operasyon sırasında trakeal herhangi bir hasar gözlenmemiştir.Postoperatif 13. saatte ayağa kalkarken ani başlayan göğüs ağrısı şikayeti olması üzerine yapılan fizik muayenede cilaltı amfizem ve Hamman belirtisi saptanmıştır.Her iki hemitoraks oskultasyonu normal olan olgunun solunum sıkıntısı gözlenmemiş ve hemodinamisi stabil olarak seyretmiştir.Anteroposterior akciğer grafisinde pnömomediasten açısından şüpheli görünüm saptanması üzerine çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde ciltaltı amfizem, pnömoperikardiyum ve pnömomediasten saptanmıştır.Hastanın tüm vital bulgularının stabil olması nedeniyle vital bulguların monitörize izlemi, koruyucu antibiyotik uygulaması ve tekrarlayan fizik muayene ile konservatif tedavi planlanmıştır.Konservatif yaklaşım ile izlemde ek sorun yaşanmaması üzerine postoperatif 2. günde hemovak dren çekilen olgu postoperatif 5. günde taburcu edilmiştir.Bildiğimiz kadarıyla İngilizce literatürde tiroidektomi sonrasında pnömomediasten gelişen ve konservatif tedavi ile iyileşen başka çocuk olgu bulunmamaktadır. Tiroid operasyonları çok düşük komplikasyon oranlarına sahip olmasına rağmen, tiroidektomi sırasında trakeal yaralanma daha önce olgu serilerinde açıklanmıştır.Tiroid operasyonları ile ilgili trakeal yaralanmalar konusunda 2 ayrı durum tarif edilmektedir.Birincisi tiroidektomi sırasında fark edilerek primer onarım ile tamir edilen yaralanmalardır.İkincisi ise tiroid cerrahisinden sonra gecikmiş trakeal rüptür olarak tarif edilir.Pnömomediasten gelişen hastalar genellikle cilt altı amfizem, göğüs ağrısı, öksürük, boyun ağrısı, dispne, taşipne ve Hamman bulgusu gibi şikayet ve bulgularla tanı alır.Tedavi tercihi neden olan primer patolojiye ve hastanın kliniğine göre değişmektedir. Tiroidektomi sonrasında ciltaltı amfizem ve pnömomediasten gelişen olgular, diğer nedenler ortaya konulana kadar gecikmiş trakeal rüptür açısından dikkatlice değerlendirilmelidirler. *** Pneumomediastinum following completion thyroidectomy for papillary thyroid carcinoma : case report H Çayırlı*, Ö Yılmaz*, E Kara**, A Genç* *Celal Bayar University, Medical Faculty, Dept. of Pediatric Surgery, Manisa **Celal Bayar University, Medical Faculty, Dept of General Surgery, Manisa Procedures causing pneumomediastinum(PM) in adults have included tracheotomy,gastrostomy tube placement and dental procedures.It is uncommon in children and mainly occurs in male adolescents. We present a 11 year-old boy who developed subcutaneous emphsema(SE), PM and pneumopericardium after completion thyroidectomy for the diagnosis of papillay carcinoma.The thyroid gland was dissected from the anterior part of the trachea and there was no evidence intraoperatively of damage to trachea.A suction drain was left at the surgical site.On postoperative(PO) day 1,the patient felt chest pain while standing up.Physical examination revealed obvious SE and Hamman’s crunch but bilateral lung oscultation was normal.The patinet did not have respiratory distress and was hemodynamically stable.Aneteroposterior chest X-ray was suspicious about PM and the computed tomography(CT) of chest identified SE,pneumopericardium and PM without pneumothorax.Because of patient stability and overall status,observation was chosen in association with monitoring of vital signs and administration of antibiotics.Conservative management was successful.The drain was removed on PO day 2 and the patient discharged home on PO day 5. There are no other children cases described in the available literatüre who developed pneumomediastinum and improved with conservative treatment. Although thyroid operations are associated with very low complication rates,tracheal injury during thyroidectomy has been described previously.There are 2 distinct settings for tracheal injury associated with thyroid operations.The first is injury to the trachea; identified and repaired primarily during the thyroidectomy.The second is delayed tracheal rupture after a thyroid surgical procedure.Patients who have PM usually present with SE,chest pain,cough,neck pain,dyspnea,tachypnea and Hamman’s crunch.The treatment recommendations depend on the cause and the patient’s status. Patients who present with subcutaneous emphysema and PM after thyroidectomy should be considered as having delayed tracheal rupture until proved otherwise. P - 130 Pulmoner Mukoepidermoid Karsinom ve Pankreasın Solid Psödopapiller Neoplazmı: Ender Görülen İki Tümörün 8 Yaşında Çocukta Birlikteliği Ö Boybeyi*, B Oğuz**, D Orhan***, A Varan****, İ Karnak* *Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Radyoloji AD ***Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Patoloji AD ****Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji AD Amaç: Primer Pulmoner mukoepidermoid karsinom (MEK) çocuklarda çok ender görülür ve mukus salgılayan hücrelerle yassı hücrelerden oluşur. Pankreasın solid psödopapiller neoplazmı (PPN), diğer adıyla Frantz tümörü, çoğunlukla genç kadınlarda görülen ender bir tümördür. PPN psödopapiller görünüm oluşturan çokgen şekilli epitelyum hücreleri ve kistik alanlardan oluşur. PPN, β-katenin gen mutasyonu ile karakterizedir. Ender görülen bu iki tümörün birlikte görülebilme olasılığına dikkat çekmek amacıyla, daha önce MEK tanısı alıp sağaltılmış ve rastlantısal olarak PPN saptanan 8 yaşında olgu sunulmuştur. Olgu: 8 yaşında erkek hasta daha önce MEK tanısı alıp, lobektomi yapılarak sağaltılmış ve Ameliyat sonrası tarama incelemelerinde rastlantısal olarak saptanan pankreas kitlesi nedeniyle merkezimize başvurmuştur. Göğüs bilgisayarlı tomografi incelemesinin alt kesitlerinde, pankreas orta kesiminde 1×1 cm çapında hipodens lezyon görülmüştür. Dalak korunarak distal pankreatektomi yapılmıştır. Mikroskopik incelemede solid PPN olarak rapor edilen tümör kapsüllü olup, iğsi hücrelerle çevrilmiş, eozinofilik ve pleomorfik hücrelerden oluşmaktaydı. İmmünohistokimyasal çalışmada tümör hücreleri β-katenin, nöron spesifik enolaz, ve CD56 ile pozitif boyanmıştır. Sonuç: Çocuk yaş grubunda ender görülen iki tümörün birlikteliği sunulmuştur. Her iki tümör cerrahi eksizyon yapılarak sağaltılmıştır. Bildiğimiz kadarıyla olgumuz, MEK ve PPN tümörlerinin birlikteliğinin ilk ve tek örneğidir. *** Pulmonary Mucoepidermoid Carcinoma and Solid Pseudopapillary Neoplasm of the Pancreas: A Coincidence of Two Rare Tumors in 8-year-old Ö Boybeyi*, B Oğuz**, D Orhan***, A Varan****, İ Karnak* *Hacettepe University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Hacettepe University, Faculty of Medicine, Department Pediatric Radiology ***Hacettepe University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Pathology ****Hacettepe University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Oncology Aim: The primary pulmonary mucoepidermoid carcinoma (MEC) is extremely rare in children and characterized by mucus-secreting and squamous cells combination. Solid pseudopapillary neoplasm (PPN) of the pancreas, namely Frantz tumor, is a rare tumor of the pancreas which is mostly seen in young women. Solid PPN is characterized by polygonal epithelial cells and cystic spaces leading to pseudopapillary appearance and it is associated with β-catenin gene mutation. Herein, we presented an 8-year old boy previously diagnosed and treated with MEC and incidentally diagnosed PPN in order to draw attention to the possibility of co-existence of these two rare primary tumors. Case: An 8-year old boy previously diagnosed as MEC. He was treated surgically. He was admitted to our hospital with the incidentally recognized mass at pancreas during postoperative work-out studies. The lower sections of chest computerized tomography revealed a hypodens mass which is 1 × 1 cm in diameter and located at the middle of the pancreas. Distal pancreatectomy was performed and the spleen was spared. Microscopically, the lesion was diagnosed as solid PPN which was an encapsulated tumor consisting of eosinophilic and pleomorphic cells surrounded by spindle shaped cells. Immunohistochemically, tumor cells were positively stained with β-catenin, neuron specific enolase, and CD56. Conclusion: Two rare tumors presenting at a rare range of age, and resulting in a very rare coincidence have been reported in the present paper. Surgery was curative for both tumors of the presented case. To the best of our knowledge, this is the first reported case of PPN concomitant with MEC in the literature. P - 131 Mezenter Kaynaklı İğsi Hücreli Sarkom - Olgu sunumu R Alim*, T Celkan**, H Baloğlu***, H Güvenç* *Bakırköy Dr Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi **İstanbul Universitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Kliniği ***Özel Gebze Anadolu Sağlık Merkezi - Patoloji Departmanı Amaç: Düşük dereceli fibromiksoid sarkom (LGFMS) nadir görülen mezenkimal tümörlerdendir. Genellikle ekstremite yerleşimli derin yumuşak doku kitlesi olmakla birlikte intraabdominal, mediastinal, retroperitoneal yerleşimli olgular da bildirilmiştir. Literatürde pediatrik yaş grubu intraabdominal yerleşimli LGFMS olgu sunumu oldukça nadirdir. Bu çalışmada, cerrahi total eksizyon ile kür sağlanan mezenter kaynaklı bir LGFMS olgusu sunulmuştur. Olgu: 6 yaşında erkek hasta bir aydır farkedilen ve giderek büyüyen karın kitlesi yakınması ile başvurdu. Batın MR'da batını dolduran, kistik ve solid komponentler içeren 21x20x12cm boyutlarında kitle saptandı. Olgunun tümör belirteçleri normal bulundu. Yapılan eksploratris laparotomide, ileum mezosundan kaynaklanan 20x10cm gri pembe renkte jelatinöz ve sert lobule alanlar içeren kitle saptandı ve komuşuluğundaki ileum segmenti ile birlikte total olarak eksize edildi. Histopatolojik incelemede tümörün miksoid değişiklikler gösteren stromada atipik iğsi hücrelerden oluştuğu görüldü. SMA pozitif; Dezmin, CD34, CD117 negatif saptandı. Tanı miksoid değişiklikler gösteren düşük dereceli iğsi hücreli sarkom olarak değerlendirildi. Cerrahi eksizyon küratif kabul edilen hastaya ek tedavi önerilmedi. Post operatif 2 yıllık takipte özellik saptanmadı. Sonuç: İntraabdominal yerleşimli tümöral kitlelerin ayırıcı tanısında nadir de olsa mezenkimal kaynaklı tümörler yer almaktadır. LGFMS doğru histopatolojik tanı konduğunda cerrahi tedavi ile kür sağlanabilen bir tümördür. Ancak, benign histopatolojik görünümüne rağmen lokal nüks ve geç metastaz olabileceği akılda bulundurulmalı ve hastalar yakın izlemde tutulmalıdırlar. *** Mesenteric originated Low-grade Spindle Cell Sarcoma - Case Report R Alim*, T Celkan**, H Baloğlu***, H Güvenç* *Bakirkoy Dr Sadi Konuk Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty, Department of Pediatric Haemotology and Oncology ***Anadolu Medical Center, Department of Pathology Aim: Low-grade fibromyxoid sarcoma (LGFMS) is a rare mesencymal sarcoma that usually presents in the deep soft tissue of the lower extremity and trunk. Few cases are reported to arise from the mediastinal, abdominal and retroperitoneal areas. Primary occurrence within the small intestine mesentery is extremely rare. Herein we present a mesenteric originated LGFMS, cured by total surgical extirpation. Case : Six years old boy was admitted to the hospital complaining of a progressive abdominal mass within a month's duration. MRI study revealed a giant tumor,located in the abdomen 21X20X12cm in size, showing solid and cystic components. None of the tumor markers were elevated. Surgical intervention revealed a large, pink-gray coloured, multilobulated mass about 20x10 cm in diameter embedded within the mesentery of the distal ileum. Tumor was excised along with concomitant resection of the lowlying ileal segment. Histopathological study of the tumor presented an atypical cell population, composed of spindle cells with myxoid stromal changes, whereas immunohistochemical staining revealed that the tumor was positive for smooth muscle actin(SMA), negative for Desmin, CD34, CD117 and a diagnosis of LGFMS was made. Post-operative period was uneventfull , the patient is disease free during the follow-up period for two years, obviating need of radiation and chemotherapy. Conclusion : Low grade fibromyxoid tumors are potentially curable, but managing them is often a challenge in terms of their correct diagnosis and appropriate treatment. Although benign in histopathologic appearance, these lesions can behave aggressively, with local recurrence and distant metastases which indicates the need for careful clinical follow up. P - 132 Wilms Tümörünün olağandışı seyri: 14 yıl sonra nüks HM Mutuş*, G Gerçel*, A Yörük**, IE Zemheri***, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **İstnabul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı ***İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı Giriş Wilms tümöründe (WT) cerrahi ve kemoradyasyon tedavisi ile 5 yıllık yaşam oranı günümüzde %90’ın üzerindedir. WT lerinde özellikle iyi histolojili olanlarda nüks %15 ile 20 arasında görülebilmekte ve genellikle birincil kitleye benzer histolojik nitelikler taşımaktadır. Ancak ilk 5 yıl geçtikten uzun süre sonra tümörün tekrarlaması son derece nadirdir. Bildirilen en geç tekrarlayan olgu 25 yıllıktır. Birincil tanı ve tedavisinden 14 yıl sonra nüks nedeniyle kliniğimizde tedavi edilen bir hasta sunulmaktadır. Olgu Sunumu Sağ böbrek üst polden köken alan 8x5 cm boyutlu evre II WT saptanan 4 yaşındaki kız hastaya sağ nefroüreterektomi ile total kitle eksizyonu yapıldı. Histopatolojik incelemede kapsül invazyonu gösteren, blastem üstünlüğü bulunan iyi histolojili WT saptandı. Ameliyat sonrası kemoterapi alan hastanın en son geldiği 4. yılındaki kontrolünde nüks bulgusu görülmedi ve izlem dışı kaldı. 2014 yılında 19 yaşındayken karın ağrısı nedeniyle başvuran hastanın yapılan ultrasonografisinde subhepatik lojda 8x6 cm boyutlu heterojen kitle saptandı. Hematolojik, biyokimyasal ve tümör belirteç incelemelerinde özellik saptanmadı. Batın MR görüntülemede karın ön duvarına, karaciğer hilusuna, pankreas başına, duedonuma ve kolonhepatik fleksuraya uzanan safra kesesine bası yapan malign özellikte kitle görüldü. Hasta ameliyat edildi ve kitlenin invaze ettiği safra kesesi ile beraber total çıkarıldı. Ameliyat sonrası histopatolojik inceleme birincil tümörden farklılık göstermeyen iyi histolojili trifazik patern (stromal, blastemal, epitelyal alanlar içeren) WT ile uyumluydu ve nüks tedavisi planlandı. Sonuç İyi histolojili ve tamamen çıkarılmış, düşük evreli de olsa WT lerinde 5 yılı geçen uzun dönemlerde de takibe devam edilmesi önerilmektedir. Wilms tümörü nedeniyle tedavi edilmiş hastalarda geç dönemde de olsa karında kitle saptandığı durumlarda geç nüks ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. *** An unusual course of Wilms’ Tumor: Recurrence after 14 years HM Mutuş*, G Gerçel*, A Yörük**, IE Zemheri***, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Oncology ***Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pathology İntroduction: Surgery and chemoradiation therapy increased the 5 year survival rate of Wilms’ Tumor (WT) patients to more than 90% today. Reported recurrence rates of favorable histology WT cases are between 15 and 20 %, and recurring masses generally carry similar cellular characteristics of primary tumor. Recurrence beyond 5 year period is extremely rare. The longest reported period is 25 years. We present a WT patient who had recurrence after 14 years of primary tumor treatment. Case Report: A 4 year old girl having a 8x5 cm mass originating from upper pole of kidney with diagnosis of stage II WT had total excision with right nephroureterectomy. Histopathologic study was WT with favorable histology and capsule invasion. The patient had chemotherapy after the operation, and had no signs of recurrence in 4 years of follow up. Patient was then quitted visits, and lost to follow up. In the year 2014, while when she was 19 years old, she admitted by abdominal pain, and an abdominal ultrasound revealed a subhepatic heterogenous mass in size of 8x6 cm. Hematological, biochemical, and tumor marker tests were inconclusive. In abdominal magnetic resonance imaging, a malign appearing mass was observed compressing to abdominal wall, liver hilus, head of pancreas, duodenum, hepatic colonic flexura, and gall bladder. Patient was then operated, and total mass excision with cholecystectomy (because of tumor invasion) was performed. Postoperative histopathologic examination reported favorable histology WT with similar cellular characteristics of antecedent primary tumor. Recurrence chemotherapy protocol was planned for the patient. Result: We recommend extended follow up of more than 5 years in patients with WT even if they have totally resected low grade and favorable histology masses. In patients with previous history of WT, if admitted with an abdominal mass, possibility of late recurrence should be considered. P - 133 SWYER SENDROMU OLAN BİR KIZ HASTADA İNSİDENTAL GONADOBLASTOM; OLGU SUNUMU Ö Balcı, A Karaman, İ Karaman, S Akman, İF Özgüner Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği,Ankara GİRİŞ: Swyer Sendromu ( 46 XY tam gonadal disgenezis) 46 XY karyotipi, normal dişi eksternal genitalyası ve disgenetik gonadlar ile karakterize nadir görülen bir durumdur. Bu hastaların %25-30 unda gonadoblastom geliştiği rapor edilmiştir. Gonadal malignite gelişmesini önlemek için tanı sırasında gonadektomi yapılması önerilen tedavi seçeneğidir. OLGU SUNUMU: 17 yaşında kız hasta adet görememe ve meme gelişiminin az olması şikayetleri ile hastanemize başvurdu. Hastanın ileri değerlendirmesinde kromozom analizi sonucu 46 XY olarak saptandı ve Swyer Sendromu tanısı aldı. Proflaktik bilateral gonadektomi uygulanan hastanın patolojisinde sol gonadında gonadoblastom tespit edildi. SONUÇ: 46 XY tam gondal disgenezis yüksek gonadal tümör gelişme riskine sahiptir. Malignite gelişimini önlemek için, tanısı konduktan sonra proflaktik bilateral gonadektomi yapılması hastalığın tedavi ve takibinde yer almalıdır. *** INCIDENTAL GONADOBLASTOMA IN A GIRL WITH SWYER SYNDROME; A CASE REPORT Ö Balcı, A Karaman, İ Karaman, S Akman, İF Özgüner Dr.Sami Ulus Maternity and Children Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Ankara BACKGROUND: Swyer Syndrome (46 XY complete gonadal dysgenesis) is a rare condition which is characterized by a 46 XY karyotype, normal female external genitalia and comletely dysgenetic gonads. Gonadoblastomas are found in 25-30 % of these patients. Gonadectomy is recommended to prevent the development of gonadal malignancy, at the time of diagnosis. CASE REPORT: A 17 years old girl presented to us with primary amenorrhea and poor breast development. In her further evaluation, peripheral blood chromosome analysis showed the 46 XY karyotype and diagnosed with Swyer Syndrome. Prophilactic bilateral gonadectomy was performed unilateral gonadoblastoma was diagnosed in her left streak gonad. CONCLUSION: 46 XY complete gonadal dysgenesis has a high risk of gonadal tumors. For preventing the development of gonadal malignancy, a prophilactic bilateral gonadectomy should be a part of their management, after diagnosis of their condition. P - 134 ROSAI DORFMAN SENDROMU'NDA RETROPERİTONEAL FİBROZİS VE EŞLİK EDEN HİDRONEFROZ EB Bulut*, B Altan*, YB Bayır*, B Çalışkan*, A Güven*, S Demirbağ*, S Kılıç**, İ Sürer* *Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları AD, Ankara, Türkiye GİRİŞ Rosai-Dorfman Hastalığı (RDH) masif lenfadenopati ile giden bir sinüs histiyositozu olarak değerlendirilir. Masif lenfadenopati ve boyunda tutulum en sık izlendiği yerlerdir. Ekstranodal tutulumunu solunum sistemi ve ciltte yapmaktadır. Retroperitoneal fibrozis pediatrik popülasyonda nadiren görülür. Bu nonspesifik durumun etiyolojisi bilinmemektedir. Primer veya idiyopatik retroperitoneal fibrozis, vakaların % 70'ini oluşturmaktadır. Sekonder retroperitoneal fibrozis etiyolojisi öncelikle geçirilmiş cerrahi, ilaçlar, malign hastalıklar, otoimmün hastalıklar, enfeksiyon, anevrizmalar, ateroskleroz olarak sıralanabilir. Bu metinde, RDH’nın takibinde retroperitoneal fibrozise bağlı olarak gelişen sol bacakta şişme ve sol hidronefroz tanımlanmıştır. OLGU RDH tanılı 14 yaşındaki erkek hasta sol bacakta şişlik ile başvurdu. Etiyoloji araştırmasında üriner ultrason ile sol grade 4 hidronefroz saptandı.Yapılan MR ürografi hidronefrozu teyit etti ve renal parankim kalınlığı 9 mm olarak değerlendirildi. Ayrıca presakral bölgede 5x6x10 cm boyutlarında irregular sınırları olan yumuşak doku dansitesinde, vaskuler yapıları ve sol üreteri sınırlayıcı, sol ana iliak arter bifurkasyosuna yayılım gösteren kitle izlendi. Kitle için ultrason eşliğinde perkütan iğne biyopsisi yapıldı. Patoloji raporunun kas ve yağ dokusu gelmesi üzerine laparatomiye karar verildi.Laparatomide kitle sol üreter,sol eksternal iliak arter,sol iliak ven ayrım noktasında oldukça sert olarak izlendi. Sol üreter serbestlendikten sonra kitle biyopsisi alındı. Biyopsi Retroperitoneal fibrozis ile uyumlu olarak değerlendirildi.Mevcut patoloji sonucuna göre hastaya tedavi protokolü gereği steroid tedavisi başlandı. SONUÇ RDH genellikle lenf nodlarını tutmakla birlikte atipik yerleşim de gösterebilir. Hastalığın immünolojik kökenli bir hastalık olduğuna dair tartışmalar devam etmektedir. RDH’nda bacakta şişlik ve hidronefroz izlendiğinde retroperitoneal fibrozisin etiyolojiide yer alabileceği düşünülmelidir. Tanının netleşmesi tedavinin planlanması açısından büyük önem arz etmektedir. *** RETROPERITONEAL FIBROSIS AND ACCOMPANYING HYDRONEPHROSIS IN ROSAI DORFMAN SYNDROME EB Bulut*, B Altan*, YB Bayır*, B Çalışkan*, A Güven*, S Demirbağ*, S Kılıç**, İ Sürer* *Gulhane Military Medical Faculty Department of Pediatric Surgery **Gulhane Military Medical Faculty, Department of Pediatry, Ankara, Turkey PURPOSE: Rosai-Dorfman disease (RDD) is known as sinus histiocytosis with massive lymphadenopathy. It involves the lymph nodes and the neck is the most common place of histiocyte accumulation in this disease. The most common extranodal sites of involvement are upper respiratory tract, skin, and the sinuses.Retroperitoneal fibrosis is rarely seen in the pediatric population and the etiology of this nonspecific condition is unknown. Primary or idiopathic retroperitoneal fibrosis constitutes up 70% of the cases. The etiology of secondary retroperitoneal fibrosis includes previous surgery, drugs, malignant disorders, autoimmune diseases, infection, aneurysms, atherosclerosis. In this text, a patient with a diagnosis RDD presenting with swelling in the left leg and left hydronephrosis, finally diagnosed as retroperitoneal mass and fibrosis has been described. CASE: A 14-year-old male patient with a diagnosis of RDD presented with swelling in his left leg. In the etiologic examination, a left-sided grade 4 hydronephrosis was observed in the patient's urinary ultrasonography. MR urography revealed grade 3 hydronephrosis in the left. Left renal parenchymal thickness was 9 mm. Also, in the presacral region, there was a 5x6x10 cm soft tissue with irregular extensions, showing intense enhancement, limiting the vascular structures and left ureter, and extending to the left common iliac artery bifurcation. An-ultrasonography-guided percutaneous needle biopsy was performed. Pathology report was apparently as normal muscle mass, and fat, so laparotomy was decided for mass biopsy. In the laparotomy procedure, the mass was found to be quite hard at the left ureter, left external iliac artery, left external iliac vein and the left internal iliac distinction. The left ureter was released, and mass biopsy was taken. Mass biopsy was compatible with retroperitoneal fibrosis. With the existing pathology, steroid treatment was introduced to the patient. CONCLUSION: Though RDD often involves the lymph nodes, it may also show atypical involvements. There is still debate about whether it is a disease of immunological origin. Clinicians should be aware of retroperitoneal fibrosis in patients with a diagnosis of RDD with symptoms of swelling in the legs and hydronephrosis. It is also important to reveal retroperitoneal fibrosis in terms of guiding the treatment. P - 135 Femoral venden köken alan ekstravasküler lipoblastom A Parlak, AN Gürpınar, H Doğruyol Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, BURSA Giriş Lipoblastomlar embriyonel adipoz dokudan kaynaklanan nadir benign mezankimal tümörlerdir.Tipik olarak yaşamın ilk 3 yılında ağrısız kitle ile prezente olurlar.Tümör yeri gövde, ekstremite, baş- boyun, retroperiton, inguinal kanal, periton boşluğu, akciğerdir.Bulunduğu yere göre damarları sarabilir ,ancak damar duvarından köken alan lipoblastom; literatürde bir olguda sunulmuştur.Biz hem tümörün hemde köken aldığı yerin oldukça nadir görülmesi nedeniyle sağ femoral ven duvarından kaynaklanan ekstravaskuler yerleşimli lipoblastom olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: Sağ kasıkta ağrısız şişlik nedeniyle başvuran 3 yaşında kız olgunun Ultrason ve MR görüntülemesinde ; sağ uyluk medial kesiminde inguinal bölgeye yakin kas planları arasında 5,5*4,5*3 cm lobule iyi sinirli heterojen kitle saptandı.Görüntüleme sonuçlarına göre intramusküler lipom düşünülen olgu opere edildi.Femoral bölgede kas planları arasından 5*4’cmlik kitle diseke edildiğinde sağ femoral ven ile 1 cm’lik alanda sıkı sıkıya yapışık ortak duvarı olduğu kitlenin bu bölgede kapsülü olmadığı görüldü. Kitlenin damar lümeni içerisine 1*1’cmlik uzantısı da görüldü Kitlenin femoral venden ayrılması mümkün değildi.Femoral ven klemplendikten sonra kitlenin köken aldığı femoral ven ön duvarını içine alacak şekilde temiz cerrahi sınır ile kitle total olarak çıkarıldı.Femoral vendeki defekt Heineke-Mikulicz yöntemi ile onarıldı.Loja minivac dren konuldu. Postoperatif 1.gün dren çekildi.Postoperatif 2.gün hasta taburcu edildi.Olgunun postop 1 aylık takibi sorunsuzdur . Sonuç Görüntüleme yöntemleri kitle hakkında bilgi verse de preoperatif tanı çoğu lipoblastom olgusunda mümkün değildir.Nadir gorülseler de ekstremite kaynaklı kitlelerde lipoblastomlar ayırıcı tanıda düşünülmeli ve damar duvarından kaynaklanabileceği unutulmamalıdır. *** An extravascular lipoblastoma arising from the femoral vein A Parlak, AN Gürpınar, H Doğruyol Uludag University, Faculty of Medicine , Department of Pediatric Surgery, BURSA İNTRODUCTİON: Lipoblastomas are rare benign mesencymal tumors and arise from embryonic white fat.They typically occur in in younger then 3 years of age and present with a painless mass.The trunk, extremities,head and neck, retroperitoneum, inguinal canal, peritoneal cavity, and lung were the tumor sites.They may wrap vessels according to their locations but there is a case with lipoblastoma arising from the vessel wall in data.We present a case with an extravascular lipoblastoma arising from right femaral vein wall because of the place of origin is very rarely seen in both the tumor. CASE: The patient was a 3 year old girl who presented with an painless swelling of the right medial thigh.MRI and ultrasound showed a 5,5*4,5*3 cm septate ,regular edges, heterogeneous mass between muscles planes in the medial region of right thigh.Lipoma was initial diagnosis than imaging results.At surgery , while the mass(size of 5*4 cm) was dissected from muscle planes , no capsule was seen between the mass and the wall of femoral vein.The mass was so tightly involved with the wall of the femoral vein in this area size of 1*1 cm,that it was impossible to dissect completely the femoral vein from the mass. 1*1 cm extension of the mass was in the lumen of femoral vein.After the femoral vein was clamped, both the anterior wall of femoral vein and the mass were resected to achieve complete exision.The defect of femoral vein was sutured by Heineke-Mikulicz approach.The drenage catheter was placed.İt was removed in postoperative first day.She was discharged in postoperative second day.There was no problem in postoperative period with one month. CONCLUSION: In many cases with lipoblastoma, preoperative diagnosis is not possible although radiologic imaging defines the mass.Although lipoblastomas occur rarely; should be remembered when a mass is occurred in extremite ,and it can arise from the vessel wall. P - 136 Bir adolesanda memenin dev sistosarkoma filloides tümörü: Olgu Sunumu S Büyükbeşe Sarsu*, ME Parmaksız*, R Ucak** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tüm yaş gruplarında nadir görülen memenin sistosarkoma filloides tümörüne adolesan dönemde çok daha az rastlanır. Fibroepitelyal tümörler olup, nüks ve metastatik yayılım potansiyeline sahiptirler. Primer tedavisi, normal meme dokusu sınırlarının sağlandığı geniş cerrahi eksizyondur. On üç yaşındaki Suriyeli kız çocuğu son iki aydan bu yana sol memede ağrısız hızla büyüyen kitle şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Aile özgeçmişinde özellik yoktu. Fizik muayenede, sol memede belirgin asimetriye neden olan üst dış ve alt dış kadranı tamamıyla dolduran yaklaşık olarak 11x6.5X5 cm’lik kıvamı sert, mobil, düzenli sınırlı kitle saptandı. Karşı taraf meme muayenesinde patolojik bulguya rastlanmadı. Yapılan meme ultrasonografi (USG) görüntüsünde sol memede 10x6 cm’lik, yüzeyel yerleşimli, lobüle konturlu, heterojen hipoekoik solid kitle tespit edildi. Laboratuvar tetkikleri normal değerlerde idi. Hasta genel anestezi altında, sol meme üst ve alt dış kadrana yapılan cilt ve cilt altı kesisi ile çevre dokulara yapışık, yüzeyi lobüle konturlu kitle, çevre sağlam meme dokusu ile birlikte total olarak çıkarıldı. Ameliyat sonrası komplikasyon yaşanmayan hastanın histopatolojik değerlendirmede gözlenen atipi ile beraber stromal proliferasyon sistosarkoma filloides tümörü ile uyumlu idi. Cerrahi sınırlarda tümör saptanmayan hastanın ameliyat sonrası 1. yıl takibinde nükse rastlanmadı. Adolesan döneminde memede kitle nedeniyle kabul edilen hastalarda ayırıcı tanıda nadir görülen filloides tümörü düşünülmelidir. Tedavide normal meme dokusu sınırlarının sağlandığı geniş cerrahi eksizyon yapılması ve nüks gelişimi açısından yakın takip önemlidir. *** A giant cystosarcoma phylloides of the mammary gland in an adolescent : A Case Report S Büyükbeşe Sarsu*, ME Parmaksız*, R Ucak** *Gaziantep Children's Hospital **Sisli Etfal Training And Research Hospital Cystosarcoma phylloides of the mammary gland is rarely seen in all age groups, and even much more rarely during adolescency. They are fibroepithelial tumours with a potential for recurrence, and metastatic spread. Its primary treatment is an extensive surgical excision including contours of the normal mammary tissue A 13-year-old Syrian girl consulted to our polyclinic with complaints of rapidly growing painless mass in her left breast for the previous 2 months. Her family history was unremarkable. On physical examination, a solid, mobile compact mass with regular contours measuring nearly 11x6.5X5 which filled the upper, and lower outer quadrants of the left breast, and caused a prominent asymmetry was found. Physical examination of the contralateral breast did not reveal any pathology. On breast ultrasonograms (US), a heterogenous hypoechoic superficial solid mass measuring 10 x 6 cm with lobulated contours in the left breast was detected. Laboratory data was within normal limits. Under general anesthesia, skin, and subcutaneous incisions were made on the upper , and lower outer quadrants of the left breast and the mass with lobulated contours which adhered to the surrounding tissues were totally excised together with the healthy peripheral mammary tissue. Postoperative complication was not encountered, and on histopathological evaluation cellular atypia together with stromal proliferation was consistent with cystosarcoma phyllodes tumour. Any evidence of tumour was not detected on surgical margins, and tumour recurrence was not encountered up to the 1. year of the postoperative follow-up period. In the differential diagnosis of the patients admitted with the indication of a breast mass, rarely seen cystosarcome phyllodes should be also taken into consideration In the treatment an extensive surgical excision encompassing the contours of the healthy mammary tissue , and also close follow-up of the patient regarding the development of recurrences are important issues. P - 137 TESTİSİN JÜVENİL GRANÜLOZA HÜCRELİ TÜMÖRÜ S Tiryaki*, L Doğanay**, İ Yağmur*, A Tekin*, A Avanoğlu*, İ Ulman* *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **İzmir Kent Hastanesi, Patoloji Birimi Amaç Patolojik ve klinik bulgularıyla özgün bir tümor olan juvenil granüloza hücreli tumor olgusunu sunuyoruz. Olgu Sunumu 1 aylık olgu doğumundan hemen sonra fark edilen sol testiküler kitle ile başvurdu. Başka bir merkezde alınan ince iğne aspirasyon biyopsisi atipik hücre içermemekteydi. Fizik muayenede yaklaşık 2 cm düzgün sınırlı kitle palpe edilmekteydi. Ultrasonografi ile 20x15 mm kistik alanlar içeren heterojen kitle görülmüş, normal testis dokusu ayırt edilememişti, bulgular yolk sac tümörü ile uyumlu olarak rapor edilmişti. AFP seviyesi 120 ng/mL, diğer laboratuar değerleri normal sınırlarda idi. Abdominal ultrasonografide herhangi patoloji saptanmadı. İnguinal eksplorasyonda periferinde 1 mm inceliğinde testis dokusu olan sert kitle görüldü, biyopsi malignensi açısından şüpheli olarak bildirildi. Sol inguinal orşiektomi uygulandı. Histolojik inceleme kitlenin testise sınırlı olduğunu ve tunica albuginea invazyonu olmadığı ortaya koydu. Tümör hiperkromatik nükleuslu, hyalin yada fibriller sitoplazmalı pleomorfik ve sirküler hücrelerden oluşmaktaydı. Mitotik aktivite düşüktü, nekroz yoktu. İmmünhistokimyasal incelemede inhibin (+), SMA (+), α1-anti-tripsin (+), kalretinin (+), vimentin (+), keratin (-) boyanma saptandı. Kistik alanlar bazofilik boyanmaktaydı ve komşu testis parankimi normaldi. Bu bulgularla kitle jüvenil granüloza hücreli tümör olarak rapor edildi. Sonuç Testisin jüvenil granüloza hücreli tümörü oldukça nadirdir. Erişkin tipi malignite potansiyeli mevcut olarak bildirilirken jüvenil varyantında invazyon yada metastaz bildirilmemiştir. Hastamızda kurtarılabilir testis dokusu olmadığından düşünülmemiştir ancak yenidoğanda kistik testis tümörü saptandığında akla gelmeli ve testis koruyucu cerrahi açısından değerlendirilmelidir. *** JUVENILE GRANULOSA CELL TUMOR OF TESTIS S Tiryaki*, L Doğanay**, İ Yağmur*, A Tekin*, A Avanoğlu*, İ Ulman* *Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Izmir Kent Hospital, Department of Pathology Aim: We report a rare tumor of testis unique with its pathological findings, clinical presentation and behavior. Case report:A 1 month-old boy was admitted with a left testicular mass noticed soon after birth. Fine needle biopsy performed in another clinic reported no atypical cells. Physical examination revealed a 2 cm firm testicular mass with regular margins. Ultrasonography showed a 20x15mm heterogeneous mass with cystic areas with no identifiable normal testicular parenchyma, suggesting a yolk sac tumor. Serum AFP level was 1210 ng/ml. Abdominal ultrasonography was normal. Surgical exploration revealed a firm mass and a 1 mm thin peripheral testis tissue. Frozen biopsy was suspicious for malignancy; so left inguinal orchiectomy was performed. Pathological evaluation confirmed the tumor to be restricted to the testis without invasion beyond tunica albuginea. It consisted of pleomorphic, circular cells with hyperchromatic nucleus and hyaline or fibrillar cytoplasms. Mitotic activity was low. There was no necrosis. Immunohistochemistry revealed inhibin (+), SMA (+), α1-anti-trypsin (+), calretinin (+), vimentin (+), keratin (-) staining of tumor cells. Cystic spaces showed basophilic staining. Adjacent testis parenchyma was normal. The tumor was reported as juvenile granulosa cell tumor of testis. Conclusion: Juvenile granulosa cell tumor of testis is extremely rare. Its adult type is accepted as a borderline tumor; however, no cases of invasion/metastasis has been reported for the juvenile variant. Our patient had no salvageable testis parenchyma; but, this benign tumor should be kept in mind in cystic tumors of newborn testis and testis sparing surgery be considered if feasible. P - 138 Renal clear cell sarkoma: 2 olgu sunumu AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, EB Kılıç**, G Sezgin***, S Soyupak****, R Tuncer*, Ü Zorludemir* *çukurova ünv. tıp fak. çocuk cerrahisi ve ürolojisi ad **çukurova unv. tıp fak. patoloji ad ***çukurova unv. tıp fak. çocuk onkolojisi bilim dalı ****çukurova unv. tıp fak. radyoloji ad GİRİŞ: Çocuklarda malign renal tümörlerin %5’i clear cell sarkomadır¹ . Agresif seyir, rekürrensin sık olması ve sık kemik iliği metastazı karakteristik özellikleridir ². Clear cell sarkom tanısı alan iki olgu sunuldu. OLGU 1: 4 yaş 2 aylık kız hasta. Karında şişlik yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayenede sol üst kadranda ele gelen kitle saptandı. Ultrasonografi ve abdominal tomografide sol böbrek üst polde 12x9x6.5cm lobüle heterojen kitle (resim 1) saptandı. Wilms tümör ön tanısıyla 4 kür neoadjuvan kemoterapi sonrası sol nefroüreterektomi yapıldı(resim 2). Histopatolojik incelemesi sonucu; Clear cell sarkoma, tümör böbrek kapsülünü infiltre etmektedir. Renal sinüs yağ dokusunda tümör invazyonu vardır. İmmünohistokimyasal yöntem ile uygulanan vimentin (+), bcl 2(+), WT1(-)(resim3 ). OLGU 2: 3 yaş 10 aylık kız hasta. Kanlı işeme ve karın ağrısı yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayenede sol üst kadranda ele gelen kitle saptandı. Ultrasonografi ve abdominal tomografide sol böbrek üst polde 6x5x2cm boyutlarında kistik alanlar içeren solid kitle saptandı(resim4). Neoadjuvan kemoterapi verilmeden Wilms tümörü ön tanısıyla sol nefroüreterektomi yapıldı(resim5). Histopatolojik incelemesi sonucu; Clear cell sarkoma,böbrek kapsülü ve perinefritik yağ doku intaktır. İmmünohistokimyasal y öntem ile uygulanan Vimentin ve bcl2 (+), Desmin, CD99 ve WT1 (-) sonuç vermiştir.(resim 6 ). SONUÇ: Görüntüleme yöntemleriyle Wilms tümör ve renal clear cell sarkomayı ayırt etmek zordur. Neoadjuvan kemoterapi ile yanıt alınamayan Wilms tümörü tanılı hastalarda agresif seyirli bir tümör olan clear cell sarkoma akılda tutulmalıdır. *** Clear cell sarcoma of kidney: 2 case reports AG Karakurt*, M Alkan*, Ö Özden*, EB Kılıç**, G Sezgin***, S Soyupak****, R Tuncer*, Ü Zorludemir* *Çukurova University, Medicine School, Pediatric Surgery and Urology Dept **Çukurova University, Medicine School, Pathology Dept ***Çukurova University, Medicine School, Pediatric Oncology Dept ****Çukurova University, Medicine School, Radiology Dept INTRODUCTION: Clear cell sarcoma is %5 of malignant renal tumors of childhood. It’s known for aggressiveness, its tendency for recurrence and to metastasize to bone. We represent two cases who had diagnosis of clear cell sarcoma. CASE 1: 4 years 2 months girl. Initial complaint was mass in the abdomen. In the left loin a mass was palpated. By ultrasonography and abdominal computed tomography 12x9x6.5 cm solid heterogeneous mass in the upper pole of left kidney was detected. 4 cures of neoadjuvant chemotherapy was given with the initial diagnosis of Wilms tumor. She underwent left nephroureterectomy. Histopathological report; Clear cell sarcoma, tumor infiltrates capsule of the kidney. Tumor invasion in the fat tissue of renal sinus.Immunohistochemical dyes: vimentin (+) , bcl 2(+), WT1( -). CASE 2: 3 years 10 months old girl. Initial complaints were bloody urination and abdominal pain. In the left loin a mass was palpated. By ultrasonography and abdominal computed tomography 6x5x2 cm solid mass with cystic components in the upper pole of left kidney was detected. She underwent left nephroureterectomy. Histopathological report; Clear cell sarcoma,renal capsule and perinephritic fat tissue is intact. Immunohistochemical dyes: Vimentin and bcl2 (+), Desmin, CD99 ve WT1 (-) . Both patients ‘ pathological investigation revealed Vimentin +, Bcl 2+, WT 1 -; Clear cell sarkoma. CONCLUSION: It is difficult to discriminate Wilms tumor and renal clear cell sarcoma by imaging techniques. Clear cell sarcoma which is an aggresive tumor should be in the differential dignosis when the neoadjuvant chemotheraphy for Wilms tumor is not effective. P - 139 Hızlı Büyüyen Solid Meme Kitlelelerinde Yönetim SS Ezer*, A Temiz*, B Hasbay**, H Aslan***, A Hiçsönmez* *Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ***Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD Giriş: Adolesan dönemde görülen meme kitleleri çoğunlukla iyi huylu olmalarına rağmen nadiren cerrahi müdalale gerektirirler. Biri iki taraflı, diğeri tek taraflı memede hızlı ve deformatif büyüme ile seyreden çok sayıda solid kitleleri olan iki kız hasta sunuldu. Olgu 1: 4 yıl önce memeden kitle (juvenil fibroademon) çıkarılması hikayesi 14 yaşında kız hastada 4 ay içinde giderek büyüyen; manyetik rezonans görüntülemede her iki memede, toplam 9 adet; en büyüğü 76x64mm’lik solid kitleler tespit edildi. Kitlelerin tamamı eksize edildi. Kitlelerin histopatolojik incelemesinde fibroadenom ve fibrotübüler adenom saptandı. Olgu 2: 6 aydan beri giderek büyüyen, iğne biyopsisi sonrası fibroadenom tanısı ile takip hikayesi olan 14 yaşında kız hasta memede şekil bozukluğu başlayınca hastanemize başvurdu. Manyetik rezonans görüntülemede sağ memede 110x105x65mm ve sol memede 17x13mm boyutlarında iki adet meme kitlesi ile saptandı. Sağ memede deformasyona neden olan kitle ve son bir ayda ortaya çıkan sol memedeki kitle total olarak çıkarıldı. Her iki kitlenin patolojisi de juvenil fibroadenom ile uyumlu bildirildi. Sonuç: Genç kızlardaki solid meme kitleleri, gerek görüntüleme ve gerekse patolojik inceleme sonucunda fibroadenom tanısı ile takip edilebilir. İğne biyopsisinin kesin tanıyı veremeyebileceği akılda tutulmalı, kitlelerde; hızlı boyut artışı, memede ağrı, deformatif şekilde büyüme ve vasküler belirginleşme durumlarında cerrahi sağaltım ile patolojik tanı doğrulanmalıdır. Hızlı büyüyen veya memede deformasyona neden olan kitleler dev fibroadenom ve juvenil fibroadenom olarak değerlendirilmelidir. Juvenil fibroadenomlar klinik ve radyolojik olarak agressif seyirli filoides tümörle karışabilmektedirler. Ayırıcı tanının yapılabilmesi için bu tip kitleler, kapsül bütünlüğü korunarak total olarak çıkarılmalıdır. Uzun dönemde bu hastalar meme dokusunun multisentrik lezyonları açısından yakın izleme alınmalıdır. *** The Management of Rapidly Growing Solid Breast Masses SS Ezer*, A Temiz*, B Hasbay**, H Aslan***, A Hiçsönmez* *Baskent University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Baskent University Faculty of Medicine Department of Pathology ***Baskent University Faculty of Medicine Department of Radiology Introduction: Although breast masses in adolescent age are mostly benign character, they occasionally need surgical treatment. We presented two girls with multiple masses that are rapidly and deformation in bilateral and unilateral masses. Case-1: A-14 year-old girl was admitted progresive growing bilateral breast masses in 4 months period with the history of juvenil fibroadenoma 4 years ago. The imaging studies showed that multiple bilateral solid breast masses (9 masses), the biggest one was 76x64mm. Following surgical excision the pathological study revealed that fibroadenoma and fibrotubulary adenoma. Case-2: A-14 year-old girl had a history of rapidly breast masses that undertaken fine needle biopsy and followed as fibroadenoma in other center. She was admitted with marked right breast asymmetry and deformation. Radiological studies showed 110x105x65mm in sized mass in right breast, and 17x13mm sized in left breast. The surgical excision was done for huge right breast mass and left breast mass that existing in last one month period. Pathologic studies of both masses revealed juvenil fibroadenoma. Conclusion: Although fibroadenomas according to the both radiological and pathological studis are followed, when the breast masses show asymmetry and rapidly increasing in size, pain, deformation and prominent veins, the surgical treatment should be done for confirmations of the right diagnosis. Rapidly growing fibroadenomas should be considered as juvenil fibroadenoma. Because of deformation of the breast and resemble phyllodes tumor, these masses must be excised totally by protected tumor capsula without destroying normal breast gland for differential diagnosis. These patients should be followed for multisentric other lesion of the breast tissue. P - 140 Tanısal İkilem: Dev Over Kisti M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AB Salman Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Özet: Çocukluk çağın da görülen over kitlelerin çoğu neoplastik olmayan sıklıkla beningn kistik lezyonlardır. Basit fonksiyonel kistler en sık karşılaşılanlar olmakla beraber kistik epiteliyal tümörler veya kistik germ hücreli tümörler de nadir olarak karşımıza çıkmaktadır. Olgu: 15 yaşında kız hasta, hızla kilo alma ve karnında giderek artan şişlik yakınması ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede yaygın batın distansiyonu mevcut idi. Palpasyon ile sınırları net ayırt edilemeyen, kistik olduğu düşünülen pelvisden ksifoide kadar uzanan dev bir kitle tespit edildi. USG’de tüm batını dolduran multiloküle kistik kitle gözlendi. MR’da batının tamamını dolduran ince duvarlı, solid komponent içermeyen, abdominal yapıları belirgin baskılayan, sağ üreter distal kesiminde basıya bağlı stenoza neden olan öncelikle mezenterik kist olduğu düşünülen kistik yapı gözlendi. CA 19-9: 125U/ml (0–33 U/ml) ve CA-125: 34.5 U/ml (0–16.3 U/ml) idi ancak AFP: 2.06 (0-5 ng/ml) ve ΒHCG: 0.11(1-5 mIU/ml) ile normal aralıkta idi. Operasyonda kistik kitlenin sol ovaryal kaynaklı olduğu görüldü. Diafragma da, pelvis de, periton da veya abdominal duvar da tümör metastazı gözlenmedi. Sol salphingo-ooferektomi yapıldı. Kitle yaklaşık 25x30 cm ebatlarında ve 10 kg ağırlığında idi. Histopatholojik incelemede tümör matür kistik teratom olarak rapor edildi. Sonuç: Kistik over kitlelerinin ayırıcı tanısında, intestinal duplikasyon kistleri, mezenter kistleri, omentum kistleri, hematokolpos, urakus kisti, koledok kistleri, pankreatik, splenik ve ranal kistler, hidronefroz, kist hidatik ve asit yer almaktadır. İlerlemiş radyolojik tanı yötemleri ile kistik yapının orjini genellikle belirlenebilmesine karşın, bizim vakamızda ne Ultrasonografi ile ne de MR ile kistik yapının over kaynaklı olduğu tespit edilememiştir. Tümör markerları birçok hasta da ameliyat öncesi ayırıcı tanı da kullanılmaktadır. Özelikle dev over tümörlerinde tümör duvarının ince olması ve buna bağlı olarak rüptürü veya inflamasyonu neticesinde CA19-9un yüksek olması değerli bir tanı yöntemidir. *** Diagnostic Dilemma: Giant Ovary Cyst M Yiğiter, ME Çelikkaya, A Oral, T Chyndolotov, AB Salman Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum Abstract: The most of non neoplastic over cysts that seen in pediatric age group are often benign cystic lesions. Although the simple functional cysts are predominant, cystic epithelial tumors or cystic germ cell tumors are also seen rarely. Case Report: A 15-year-old girl referred to our clinic with rapid gaining weight and abdominal distention. In physical examination, there was a giant mass lie down from pelvis to xyphoid process. An abdominal USG scan showed a multilocular cystic mass involving the whole abdomen. MR Imaging showed cystic structure which has thin walls. It is considered as mesenteric cyst in first thought. The tumor markers AFP was 2.06 (0-5 ng/ml) and BHCG was 0.11 (1-5 mIU/ml). They were almost normal except for CA 19-9: 125U/ml (0-33 U/ml) and CA-125:34.5 U/ml (0-16.3 U/ml). The mass was observed left ovarian origin in operation. There wasn’t any observation for tumor metastasis of diaphragm, pelvis, periton or abdominal wall. Left salpingo-oophorectomy was made. The mass was measured approximately 25x30 cm and 10 kg in weight. Histopathological assessment revealed a mature cystic teratoma. Conclusion: Intestinal duplication cysts, mesentary cysts, omentum cysts, hematocolpos, urakus cyst, choledochus cysts, pancreatic,splenic and renal cysts, hydronephrosis, hydatic cyst and ascites involve in the differential diagnosis of cystic ovarian masses. Although origin of cystic structure determined by advanced radiological diagnostic methods, the ovarian origin of cystic structure could not be determined neither USG nor MR imaging as in our case. On the other hand tumor markers are use in many of patients for pre-operative differential diagnosis. The thin tumor wall and as a consequence of that ; ruptured or inflammated tumor wall cause increase in the level of CA 19-9 that are valuable diagnostic methods especially in giant ovary tumors. P - 141 Antenatal tanı konulan retroperitoneal yerleşimli bir fetiform teratom olgusu S Arabul*, E Peştereli**, G Karagüzel* *Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya Ekstragonadal yerleşimli fetiform teratom nadir görülen bir teratom tipidir. Burada, antenatal dönemde tanı konulan retroperitoneal yerleşimli bir fetiform teratom olgusunun sunulması amaçlanmıştır. Antenatal takiplerinde retroperitoneal kitle saptanan hasta 35 haftalık olarak sezaryan ile doğmuştur. Postnatal izleminde αfetoprotein (AFP), abdominal ultrasonografi ve magnetik rezonans (MR) görüntülemeleri yapılmıştır. AFP değerleri birinci ve 15’inci gün sırasıyla 57.362 ve 9.038 ng/ml olarak saptanmıştır. Postnatal birinci gün yapılan ultrasonografide, surrenal lojda 5x4x3 cm boyutlarında, 1 ay sonra ise 8x4x7 cm kistik ve solid komponentleri olan kitle (hamartom? teratom? kistik nöroblastom?) görülmüştür. MR görüntülemesinde heterojen (hipo/hiperintens) yapıda teratom ile uyumlu, iyi sınırlanmış bir retroperitoneal kitle saptanmıştır. Hasta iki aylıkken ameliyat edilmiştir. İntraoperatif değerlendirmede, surrenal beze yapışıklık gösteren, karaciğeri superiora, böbreği inferiora iten, sıvı dolu bir kese ile çevrili, içerisinde kemik/kıkırdak dokuların palpe edildiği bir kitle (9x8x5cm) görülmüştür. İçerisinde bağırsak ve ekstremite taslakları olan kitle, surrenal bez ile birlikte total olarak eksize edilmiştir. Histopatolojik değerlendirmede, vertebral farklılaşma saptanmamış olup bulgular fetiform teratom ile uyumlu olarak rapor edilmiştir. *** A case of retroperitoneal fetiform teratoma diagnosed antenataly S Arabul*, E Peştereli**, G Karagüzel* *Akdeniz University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Antalya **Akdeniz University School of Medicine Department of Pathology, Antalya Extrgonadally located fetiform teratoma is an uncommon type of teratoma. Herein, we aimed to present a case of retroperitonealy located fetiform teratoma which was diagnosed at antenatal period. The patient in whom a retroperitoneal mass was detected antenatal follow up was born at 35th week by ceserian section . At the postnatal follow-up, α- fetoprotein (AFP), abdominal ultrasonography and magnetic resonans (MR) imaging were obtained. AFP levels at first and 15th day of life were 57.362 and 9038ng/ml, respectively. Ultrasonography that was done in the first day of life revealed a 5x4x3 cm mass in surrenal region, including solid and cystic components (hamartoma? teratoma? cystic neuroblastoma?). After one month, it was measured as 8x4x7 cm. MR imaging represented a retroperitoneal mass which was well limited and showing heterogenous (hypo/hyperintens) structure, concordant with teratoma. The patient operated on when it was two months of age. Intraoperatively a cystic/solid mass including bone/cartilogenous tissiues and surrounded with a membrane was found that was adherent to surrenal gland, pushing liver superiorly and kidney inferiorly. The mass which was containing rudimentary parts of bowel and extremity was excised together with surrenal gland. Histopathological examination reported as fetiform teratoma which has no vertabral differantiation. Patient is under follow- up for one year without any complaint. Differantial diagnosis of retroperitonealy located masses determined at antenatal period should include fetiform teratoma. Although MR is helpful in differantial diagnosis, histopathologic examination is important to distinguish fetiform teratoma from fetus- in-fetu. In fetiform teratoma , succesful results are obtained with close clinical follow- up and proper timing for surgery. P - 142 Çok nadir bir olgu: Testesteron salgılayan adrenokortikal karsinom A Oral*, M Yiğiter*, ME Çelikkaya*, Z Orbak**, AB Salman* *Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum **Atatürk üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı,Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalıı,Erzurum Giriş: Adrenal kortikal tümörler pediatrik popülasyonda çok nadiren yer alır. Adenomlar ve karsinomlardan oluşur. Tüm adrenal tümörlerin sadece %6’sını, tüm pediatrik tümörlerin ise sadece %0.5’ni oluştururlar. Bildirilmiş olgularının çoğu 4 yaş civarındaki kız hastalardır. Adrenal korteksin üç tabakasından hangisinden kaynaklandığına bağlı olarak hormonal aktivitesi oluşabilir ve klinik tablo ortaya çıkar. İzole testesteron salgılayan adrenokortikal karsinom ise çok daha nadir bir durumdur. Bilinen çok az sayıda pediatrik vaka mevcuttur. Olgu: Acil polikliniğe karın ağrısı şikayeti müracaat ettirilen 3 yaşındaki erkek hasta kliniğimize kabul edildi. Fizik muayene esnasında penisin yaşına göre büyük olduğu çocuğun sesinin kalın olduğu belirlendi. Bilgisayarlı batın tomografisi ile sol sürrenal 30x30 mm ebatlı kitle tespit edildi. Pediatrik endokrinoloji kliniğine devir edilen hastanın tansiyonu yaşa göre normal, testesteron düzeyi aşırı yüksekti. Diğer endokrin parametreler olağandı. Laparotomi ile kitlenin blok olarak çıkartılması sağlandı. Operasyonda ve sonrasında komplikasyon gelişmedi. Patolojik değerlendirme, adrenokortikal karsinom olarak rapor edildi. Sonuç: Adrenokortikal karsinom çok nadir olması ve korteksteki lokalizasyonuna bağlı olarak hormono aktif olabilmesi nedeni ile tanısı güçtür. Tedavisinde en önemli nokta erken tanı ve total çıkarımdır. Bildirilmiş tüm kötü prognoz olguları ileri evre ve parsiyel çıkartılan vakalardır. Bu nedenle, yapılacak her muayenede hastanın tüm vücudunun dikkatlice değerlendirilmesi , hatta ses tonuna dikkat edilmesi hayat kurtarıcı çok önemli ipuçları bize verebilir. Bu sayede gereksiz zaman kaybı önlenebilir ve tam tedavi sağlanabilir. *** A very rare case : Testesterone-secreting adrenocortical carcinoma A Oral*, M Yiğiter*, ME Çelikkaya*, Z Orbak**, AB Salman* *Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum ** Ataturk University School of Medicine,Department of Pediatric Endocrinology and Metabolism, Erzurum, Turkey Abstract: Adrenocortical tumors are very rarely involved in the pediatric population.It consists from adenomas and carcinomas.They represent only 6 % of all adrenal tumors and, only 0.5 % of all pediatric tumors. Most of the reported cases are around 4 years old female patient.Hormonal activity may occur depending on which of the three layers that arising from the adrenal cortex and clinical manifestation occurs. Case report: A 3 year-old boy was admitted to the emergency room with abdominal pain.Physical examination on admission revealed large penis by age and sound thickness.Abdominal CT scan showed an adrenal mass measured 30x30 mm.The patient who transferred pediatric endocrinology department with normal blood pressure by age but testesterone levels were too high.Other endocrine parameters were normal.Removal of block mass was achieved by laparotomy.No complications were observed in and after the operation.Pathological assessment was reported as adrenocortical carcinoma. Conclusion: Adrenocortical carcinoma diagnosis is difficult because of very rare and hormonactivity depending on the localization in the cortex.Early diagnosis and total removal are the most important points in treatment.Reported all cases with poor prognosis are in advanced stages and partial removal cases.Therefore,careful evaluation of each patient’s entire body to be examined ,even the tone of voice can give us life-saving important clues.In this way, unnecessary loss of time can be prevented and cure can be provided. P - 143 Nadir Bir Olgu: Non Hodgkin lenfomalı hastada gelişen nonbakteriyel trombotik endokardit ve buna bağlı superior mezenter arter embolisi A Oral*, M Yiğiter*, ME Çelikkaya*, Z Keskin Yıldırım**, N Ceviz***, AB Salman* *Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum **Atatürk Üniversitesi Tıp fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum ***Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Kardiyolojisi Bilim Dalı,Erzurum Giriş: Nonbakteriyel trombotik endokardit, bağ dokusu hastalıkları ve malignitelerde görülebilen kalp kapaklarının noninfeksiyöz tutulumu ile ortaya çıkan, ciddi komplikasyonlar yaratabilen, nadir bir durumdur. Olgu: Non-Hodgkin lenfoma tanısı ile 10 gündür NHL BFM 90 protokolü tedavisi gören 14 yaşındaki erkek hastada ani gelişen şiddetli karın ağrısı ve akut batın tablosu nedeni ile opere edilmiş olup operasyonda superior mezenterik arter embolisi oluştuğu ve buna bağlı olarak duodemum üç, dördüncü kısım, jejenum ve mid ileuma kadar uzanan intestinal nekroz tespit edildi. Bu segmentlerin rezeksiyonu gerçekleştirildi. Duodenum 2. kısım ve midileumun salim olduğu değerlendirilen uç noktaları poş haline getirildi ve bu segmentlerin yan yana anastamozu gerçekleştirildi. Postoperatif bilgisayarlı beyin tomografinde fronto temporal alanda iskemik sahalar ve ekokardiyografi ile aort sağ ve sol koroner kusplarının ventrikül tarafında birbirlerine yapışık 7.7x5 mm ebadında trombüsleri tespit edildi. Kan kültüründe üreme yoktu. Kardiyak cerrahi için durumu uygun bulunmayan hastaya medikal tedavi başlandı 4 hafta tedavi sonucu trombotik görüntü kayboldu. Sonuç: Malignite nedeni ile tanı almış ve tedavi başlanılmış çocuk hastalarda ani gelişen şiddetli karın ağrısı nedeni ile çocuk cerrahisi konsültasyonu gerçekleştirilirken, nonbakteriyel trombotik endokardit ve buna bağlı periferik embolinin bu süre dahilinde gelişebileceği ve buna bağlı çok dramatik intestinal nekroz tablosunun oluşabileceği hatırda tutulmalıdır. *** A Rare Case : Non-hodgkin lymphoma patient who develops nonbacterial thrombotic endocarditis and associated superior mesenteric artery embolism A Oral*, M Yiğiter*, ME Çelikkaya*, Z Keskin Yıldırım**, N Ceviz***, AB Salman* *Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum ** Atatürk University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Oncology,Erzurum, Turkey *** Atatürk University School of Medicine, Division of Pediatric Cardiology,Erzurum, Turkey Abstract: Nonbacterial thrombotic endocarditis is a rare condition which can cause serious complicatons,emerging with noninfectious involvement of heart valves that can be seen connective tissue disease and malignancies. Case report: 14 year-old boy with Non-Hodgkin’s lymphoma who is treated by NHL BFM 90 protocol duration of 10 days was operated due to sudden onset of severe abdominal pain and acute abdomen.In operation, intestinal necrosis in third and fourth part of duodenum,jejunum and extending mid-ileum depending on presence of superior mesenteric artery embolism was detected.The resection of this segments were performed.Second part of duodenum and midileum endpoints assessed as intact were made pouch and side to side anastomosis was performed. Postoperatively,brain CT scan showed ischemic areas in frontotemporal region and with echocardiography ,thrombi in 7-7.5 mm attached to each other on the ventricular side of the right and left coronary aortic cusps were detected.There was no positive blood cultures.Medical treatment was started to the patient who was inproper for cardiac surgery.Thrombotic image was disappeared as a result of 4 weeks of treatment. Result:When performing pediatric surgery consultation due to sudden onset of abdominal pain in pediatric patients who are diagnosed by malignancy and initiated treatment,it should be kept in mind that nonbacterial thrombotic endocarditis and associated peripheral embolism may develop during this period and very dramatically intestinal necrosis may occur. P - 144 Uzun süreli kabızlık tedavisinin altında yatan embriyonel rabdomyosarkom B Erginel, T İlksöz, E Keskin, T Salman İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD Giriş: Çocukluk çağı konstipasyon çocukların %25-50’sini etkileyen kronik bir durumdur. Yaklaşık %5 hastada altta yatan bir neden bulabilirken geride kalanlar idiyopatik ya da fonksiyonel olarak adlandırılmaktadır. Bu denli sık idiyopatik konstipasyon olgusu ile karşılaşmak altta yatan diğer nedenlerin tanısının gecikmesine neden olabilir. Olgu: 4 ay erkek hasta kronik konstipasyon şikayeti ile tarafımıza başvurdu. Öncesinde birçok merkezde fonksiyonel konstipasyon tanısı ile konstipasyon diyeti ve ilaç tedavileri ile şikayetlerinde gerileme olmayan hastanın yapılan muayenesinde batını rahattı, hassasiyeti yoktu, rektal tuşede mesane arkasında parmağın rektuma girmesini engelleyecek kadar yer kaplayan dügün sınırlı ağrısız kitle plape edildi. Çekilen batın bilgisayarlı tomografisinde pelvisi tümü ile dolduran pelvis minörden majore doğru uzanan iliak kanatları tutan mesaneye baskı yapan, iliak vasküler yapıları yaylandıran sakrum L5 seviyesine uzanan düzgün yüzeyli kitle lezyon gözlendi. Hastanın ferritini 69 ng/mL, LDH’ı 339 IU/L, AFP’si 37 µg/L, NSE’si 43 ng/mL, βHCG’si 0.1 mIU/mL’ydi. Hasta servise yattıktan sonra idrar çıkışı olmaması üzerine idrar çıkışı ancak sonda takılarak sağlanabildi. Operasyon kararı alınan hastaya GAA pelvik kitle eksizyonu yapıldı. Takiplerinde gaita çıkışı olmayan hastanın ileri değerlendirilmesinde invajinasyon saptanarak ileoileal invajinasyon manüel redüksiyonu yapıldı. Takiplerinde gaita ve idrar çıkışında sorun olmayan hasta ikinci ameliyatından 7. gününde taburcu edildi. Hastanın patoloji raporu embriyonik rabdomyosarkom olarak geldi. Sonuç: Sıkça karşılaşılan kabızlık şikayetinin büyük çoğunluğunun idiyopatik ya da fonksiyonel olması altta yatan diğer nedenlerin geç tanı almasına neden olabilmektedir. İdiyopatik ya da fonksiyonel kabızlığın bir dışlama tanısı olduğu unutulmamalı, diğer nedenler dışlanarak tanı konmasının erken tanıda önemli olduğu unutulmamalıdır. *** Embryonic rhabdomyosarcoma as underlying reason of chronic constipation B Erginel, T İlksöz, E Keskin, T Salman Istanbul University, Istanbul Medical Faculty, Department of Pediatric Surgery Background: Childhood constipation is a chronic condition, which continues to affect 25%50% of youth into adulthood. Approximately with less than 5% of these children having an underlying cause and the remaining can be identified as idiopathic or functional. The high prevalence of idiopathic or functional constipation and challenges in identifying underlying reasons can cause delays in diagnosis of these other reasons. Case: A 4 year old male patient was admitted to our clinic with complaints of chronic constipation. Constipation diet and medical treatment with a diagnosis of functional constipation was given in several centers beforehand but no regression of the complaints was observed. In our physical examination no abdominal tenderness was detected and in our rectal examination a painless, smooth surfaced mass located posterior to the bladder and preventing entry to the rectum was palpated. In computed tomography a mass extending from minor pelvis to major pelvis, filling iliac wings pressuring the bladder arching the iliac vasculature and extending to L5 was seen: Patients’ blood levels of ferritin was 69 ng/mL, LDH was 339 IU/L, AFP was 37 µg/L, NSE was 43 ng/mL, βHCG was 0.1 mIU/mL. Upon hospitalization no urine output was seen and only could be obtained with urethral catheterization. Pelvic mass excision under general anesthesia was performed. During the post-op follow up ileoileal intussusception was detected and manual reduction was performed. No problem was seen in the stool and urine output during follow up the patient and he was discharged on the 7th day of the second operation. The pathology report revealed embryonic rhabdomyosarcoma. Conclusion: Idiopathic or functional constipation being the reason of majority of chronic constipations could cause delays in diagnose of other reasons. Idiopathic or functional constipation being a diagnosis of exclusion and importance of exclusion of other reasons for early diagnosis, should always be remembered. P - 145 Perikarda Komşu Mediastinal Germ Hücre Tümörlü Nadir Bir Olgu Sunumu B Erginel, S Yuksel, A Çelik, T Salman İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD Germ hücreli tümörler (GCT) çocukluk çağı tümörlerinin sadece % 1-3 oluşturan nadir tümörlerdir. Germ hücreli tümörlerin yüzde yirmisi maligndirr. Malign GHT anterior mediastende yaygın olarak bulunurlar perikard tutulumu nadir olarak bildirilmiştir. Olgumuz ön mediastende GCT saptanan 13 yaşında erkek hastadır. Hastanın kemoterapi sonrasında yapılan tüm vücut PET-BT’sinde rezidü kitle saptamıştır. Yapılan torakotomide parakardiyak, sağ akciğer orta lob hilusu ve perikard ile yapışıklık gösteren solid kitle tespit edildi. Kitle perikard, akciğer dokusu ve vena cava superiordan keskin ve künt diseksiyonlar ile ayrılıp total çıkarıldı. Mediastinal GHT’leri nadir ve hayati yapılara komşuluğu nedeni ile cerrahi açıdan önem taşıyan tümörlerdir. *** A Rare Case With Germ Cell Tumor Adjacent to the Pericardium B Erginel, S Yuksel, A Çelik, T Salman Istanbul University, Istanbul Medical Faculty, Department of Pediatric Surgery Germ cell tumors (GCT) are rare, presenting only 1-3% of childhood tumors. Twenty per cent of GCT are malignant. Anterior mediastinum is a common location of malignant germ cell tumors, but pericardial involvement have been rarely reported. We report a case of a 13year-old boy who presented with anterior mediastinal GCT involving pericardium. After chemotheraphy on his whole body PET-CT revealed residual mediastinal mass. On right thoracotomy solid mass the to the middle lobe of the right lung and pericardium was detected. The mass is extipated with sharp and blunt dissections from the pericardium and the lung. Mediastinal GCT are rare tumors and their neighbourhood to the vital organs has importance. P - 146 Nadir görülen bir olgu: Bilateral testiküler epidermoid kist IE Zemheri*, M Çağlar Oskaylı**, A Bayar**, A Yıkılmaz***, Ç Ulukaya Durakbaşa**, H Okur** *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı **İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı ***İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı GİRİŞ: Testiküler epidermoid kist (TEK) testiküler tümörlerin % 1-2’ sini oluşturur. Genelde tek taraf testiste ve 20 -40 yaşları arasında izlenir. Bilateral ve pediatrik yaşta çok nadir görülür. Histogenezi tam olarak anlaşılmamıştır. OLGU SUNUMU: Yirmi aylık erkek hasta 1 yıl önce idrar yapamama şikayetiyle tetkik edilirken yapılan ultrasonografisinde (USG) bilateral milimetrik boyutlarda skrotal kitle saptandı. Tümör belirteçleri normal sınırlarda olan hasta takibe alındı. Kontrol USG’lerinde kitlenin sebat etmesi ve kistik açıklıklar içeren solid kitle olarak tariflenmesi üzerine biyopsi kararı alındı. Normal görünümde olan sol testisten insizyonel biyopsi yapıldı. Biyopsi alanının altında 2-3 mm’lik beyaz renkli solid lezyon görülerek çıkarıldı. Sol testisten daha büyük olan sağ testiste iki adet yaklaşık 5 ve 7 mm boyutlarında beyaz renkli farklı dokular görülerek çıkarıldı. Çıkarılan dokuların histopatolojik incelemesinde skuamöz epitel ile döşeli, keratin ile dolu uniloküler intratestiküler epidermoid kistik yapılar tespit edilmesi üzerine bilateral TEK tanısı konularak skrotal USG incelemeleri ile takibe alındı. SONUÇ: Çocuklarda ve bilateral TEK oldukça nadir olup literatürde az sayıda vaka rapor edilmiştir. Testiküler kitlelerin ayırıcı tanısında epidermoid kistler de düşünülmelidir. *** A rare case: Bilateral testicular epidermoid cyst IE Zemheri*, M Çağlar Oskaylı**, A Bayar**, A Yıkılmaz***, Ç Ulukaya Durakbaşa**, H Okur** *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pathology **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery ***Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Radiology OBJECTIVE: The incidence of testicular epidermoid cyst (TEC) is the 1-2% of all testicular tumors. They usually occur unilaterally between 20 -40 years of age. Bilateral occurrence is very rare especially in pediatric age group. Histogenesis of TEC is not fully understood. CASE REPORT: 20 months old male child admitted to the hospital because of mictirution difficulty. Bilateral testicular mass several millimetres in size was detected on ultrasonographic(USG) examination. Tumour markers were within normal limits and close follow-up was decided. The masses were sustained at follow-up and control USG demonstrated cystic developments in addition to the solid lesions. Ekcisional biopsi decisin was taken with the consultations of pediatric endocrinology and oncology. Whitish masses 23 mm in size from the left testis and 5-7 mm in size from the right testis were removed. Histopathologic examination showed that unilocular cystic structures filled with keratin and lined with squamous epithelium. So, the diagnosis was bilateral TEC. The patiint is at followup with scroetal USG examinations. CONCLUSION: Bilateral TEC in children is very rare and a small number of cases have been reported in the literature. Epidermoid cyst should also be considered in the differential diagnosis of the testicular masses. P - 147 İNSİDENTAL OLARAK SAPTANAN BİR NÖROBLASTOM OLGUSU B Altan, EB Bulut, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD GİRİŞ : Nöroblastom primordial nöral krest hücrelerinden köken alan çocukluk çağının en sık görülen ekstrakranial solid tümörüdür. Olguların çoğunluğu karında kitle ile başvurmaktadırlar. Burada, insidental olarak saptanan bir olguyu tartışmayı amaçladık. OLGU SUNUMU : 7 aylık erkek hasta dış merkezde yapılan abdominal USG de karaciğerde yaklaşık 19x12 mm boyutlarında kitle saptanması nedeniyle kliniğimize getirildi. Hikayesinde hastanın bir buçuk ay önce aynı dış merkezde invajinasyon manuel redüksiyonu ve appendektomi operasyonu uygulandığı ancak şikayetlerinin tekrarlaması üzerine 15 gün sonra tekrar opere edildiği ve invajinasyon manuel redüksiyonu ve meckel divertikül eksizyonu yapıldığı öğrenildi. Fizik muayenede patolojik bulgu yoktu. Hastanın abdominal bilgisayarlı tomografisinde sağ sürrenal glandda 19x14x15 mm ebatlarında santrali hipodens, heterojenite gösteren solid kitle tespit edildi. Paraaortik ve portokaval alanlarda patolojik lenf nodu saptanmadı. İdrar VMA düzeyi 1,2 mg /gün düşük (normal değerleri: 1,8 – 6,7 mg/gün) olarak saptandı. Olguya sağ adrenalektomi uygulandı. Patolojik değerlendirmede tümörün nöroblastom ile uyumlu olduğu, adrenal korteks ve kapsüle infiltre olup cerrahi sınırı aşmadığı izlendi. Postoperatif değerlendirmede kemoterapiye ihtiyaç duyulmadı. TARTIŞMA: Nöroblastom erken çocukluk çağı tümörlerinin en sık görülenidir. En sık karında kitle olmak üzere değişik şekillerde belirti vermesine rağmen olguların insidental olarak da tanı alabilmektedir. Bu olgular genelde düşük riskli tümörler olup cerrahi müdahale yeterli olabilmektedir. *** AN INCIDENTAL CASE OF NEUROBLASTOMA B Altan, EB Bulut, B Çalışkan, A Güven, S Demirbağ, İ Sürer Gulhane Military Medical Faculty Department of Pediatric Surgery Neuroblastoma is the most common extracranial solid tumor of childhood and is derived from primordial neural crest cells. Although abdominal mass discovered by parents is common sign in abdominal neuroblastoma, it can be diagnosed incidentally in children. A 7-month-old boy was refereed to our clinic with the diagnosis of a liver mass of about 19x12 mm in size in the abdominal ultrasonography. In his history, he had a manual reduction of an intussusception and appendectomy operation one and a half months before. But 15 days later, after the recurrence of his complaints, he underwent a second operation for manual intussusception reduction and excision of Meckel's diverticulum. On physical examination, the boy was healthy and has no symptoms suggestive of any neoplastic disease. Abdominal computed tomography scan of the patient revealed a solid mass lesion in the right adrenal gland with dimensions of 19x14x15 mm, with an hypodense center showing heterogeneity. Urinary VMA level was 1.2 mg/day (normal range 1.8-6.7 mg/day). The patient underwent a right adrenalectomy. There was no pathological lymph nodes in paraaortic and portacaval areas.. On the pathological analysis, the tumor was compatible with neuroblastoma, adrenal cortex and capsule was infiltrated, but it was not exceeding the surgical border. No postoperative chemotherapy was scheduled. Neuroblastoma is the most common one of early childhood tumors. The most common symptom is abdominal mass, but may be diagnosed in different ways. Sometimes the diagnosis can be on incidental cases. These cases are generally low-risk tumors, and surgical intervention may be sufficient. P - 148 Nüks lenfanjiomda bleomisin etkinliği V Avci*, S Bilici** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Yüzüncü Yıl Üniversitesi Dursun Odabaş Tıp Merkezi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Lenfanjiom birbiriyle ilişkili lenf kanalları ve kistik boşluklardan meydana gelmiş, konjenital bir lenfatik malformasyondur. Çocukluk çağının en sık görülen ikinci benign vasküler tümörüdür. Tedavisi cerrahi ve skleroterapidir. Skleroterapide alkol, iyot, lipidol, kinin ve bleomisin kullanılabilir. 2 yaşındaki nüks lenfanjiom olgusu sunuldu. Olgu: Aksiler lenfanjiom nedeni ile başka bir merkezde opere edilen 2 yaşındaki kız hasta Nüks gelişmesi üzerine kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde sağ aksiler bölgede yaklaşık 4x3x3 santimetrelik kistik lezyon tespit edildi. Lezyona birer ay arayla iki kez bleomisin enjeksiyonu uygulandı. Takipte 6 ay süre içinde nüks gözlenmedi. Tartışma: Aksiller bölgenin kistik lenfanjiom ameliyatı, komşuluğundaki damar ve sinir yapılarından dolayı anatomik olarak güç aynı zamanda komplikasyon ve nüks oranı yüksektir. Bu nedene son yıllarda sklerozan madde enjeksiyonu tercih edilen tedavi yöntemdir. Cerrahi sonrası nüks olan vakalara bleomisin enjeksiyonu kolay, başarı oranı yüksek alternatif bir tedavi yöntemidir. *** Efficiency of bleomycine in recürrent lymphangioma V Avci*, S Bilici** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Yüzüncü Yıl University. Dursun Odabaş Medical Center. Departman of Pediatric Surgery. Introduction: Lymphangioma is a congenital malformation of lymphatic system that consists of communicated lymphatic ducts and cystic spaces. It is the second most common benign vascular tumor of childhood. Surgery and sclerotherapy are used in treatment. Alcohol, iodine (iyot), lipidol, kinin and bleomycinecan be used in sclerotherapy. A 2-year-old recurrant lymphangioma case is presented. Case: A 2-year-old girl with an axillary lymphangioma which was operated at an other clinic, consulted to our clinic. In physical examination; cystic lesion with diameter of 4x3x3 cm was diagnosed at right axillary region. Bleomycine is injected twice with one month interval. No recurrance was seen in following 6 months. Discussion: Surgical operation of axillary cystic lymphangioma is anatomically difficult, meanwhile has a high recurrance and complication rate because of its vascular and nervous structures. Due to the difficulty of surgical operation, sclerozing drug injection is a preferred treatment method recently. After surgical recurrance, bleomycine injection is an alternative treatment method which is simple and has a high succes rate. P - 149 ÇOCUKLARDA NADİR GÖRÜLEN OVER TÜMÖRÜ: JUVENİL GRANULOSA HÜCRELİ TÜMÖR M Günaydın*, S Hancıoğlu*, M Kefeli**, M Ceyhan Bilgici***, M Tosun****, B Tander* *Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi A.D Samsun -Türkiye **Ondokuz Mayıs Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Patoloji A.D Samsun-Türkiye ***Ondokuz Mayıs Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji A.D Samsun-Türkiye ****Ondokuz Mayıs Üniveristesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D Samsun Giriş: Over tümörleri çocukluk çağı solid tümörlerinin %1-2’sini oluşturur. Seks kord stromal kaynaklı juvenil granulosa hücreli tümörler( JGHT) ise çocuklarda çok daha nadirdir. Olgu: Onbeş yaşında kız hasta yaklaşık onbeş gün içinde karnının miadında gebe kadar şişmesi şikayeti ile geldi. Yapılan USG ve Abdominal MR’da karın orta hatta , tüm orta bölgeyi dolduran, pelvik bölgeye uzanan yaklaşık 30x23x12 cm boyutlarında kistik yer kaplayan lezyon mevcut olduğu, kist postero-inferior kesimlerinde en büyüğü solda 1,5 cm çapında olan İVKM sonrasında diffüz kontrast tutulum gösteren nodüler alanlar görüldü. AFP, B-HCG ve CA 125 normal sınırlarda, östrodiol yüksek bulundu. Laparoskopik olarak kist içeriği boşaltılarak, pfanenstel insizyonla dışarı alınarak salpingo-ooferektomi yapıldı. Sol over normal olarak gözlendi. Patoloji JGHT olarak rapor edildi. Operasyondan altı ay sonra sol overde de 6x5x5 cm. kitle gözlendi. Laparatomide, sol over kaynaklı metakronoz yeni bir tümör, omentum, kolon ve uterusta çok sayıda nodüler lezyonlar görüldü. Tümöral doku kalmayacak şekilde omentektomi, sol salpingo-ooferektomi, histerektomi yapıldı. Sigmoid kolon üzerinden de iki adet nodül temizlendi. Hastaya onkoloji tarafından bleomisin+Etoposid+Cis-platin’den (BEP) oluşan kemoterapi altı kür verildi. Hastanın takip ve tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Çocuklarda over tümörlerinin takibinde nadir over tümörleri akılda tutmalı, malignite şüphesi varsa asla laparoskopik aspirasyon denenmemelidir. *** A RARE OVARIAN TUMOR OF THE CHILDHOOD: JUVENILE GRANULOSA CELL TUMOR M Günaydın*, S Hancıoğlu*, M Kefeli**, M Ceyhan Bilgici***, M Tosun****, B Tander* *Ondokuz Mayıs University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Samsun Turkey **Ondokuz Mayıs University, Medical School, Pathology Department Samsun-Türkiye ***Ondokuz Mayıs University, Medical School, Radiology Department Samsun-Türkiye ****Ondokuz Mayıs University, Medical School, Gynecology and Obstetric Department Samsun-Türkiye Background: Ovarian tumors of the childhood make up 1-2% of the solid tumors at childhood. Juvenile granulomatosa cell tumor of the ovary originating from the sex-cord stroma is quite rare in children. Case Presentation: 15-year-old female patient presented with abdominal distention as if a term pregnancy, which ahd been developed in the last 15 days. US and abdominal MRI were carried out, which showed a 30x23x12cm cystic mass filling the entire midline in the abdomen extending to pelvic cavity. At the posterior-inferior side of the cyst nodules of the highest diameter of 1,5cm were seen. These nodules were diffusely affected afterintravenous contrast agent administration. AFP, ?-HCG and CA 125 were at normal range, whereas estradiol was detected high. The cyst was drained laparoscopically and salpingooophorectomy was performed via pfannenstiel incision. Left ovary was normal. The pathological diagnosis was juvenile granulosa cell tumor. After six months of the operation 6x5x5cm mass was detected in the left ovary. During the laparatomy a new metachronous tumor of the left ovary, and noduler lesions on omentum, colon and uterus were seen. Omentectomy with no remaining tumoral tissue, left salpingo-oophorectomy and histerectomy were carried on. Two nodules on the sigmoid colon were excised. A chemotherapy regimen of six cycles composed of Bleomycin + Etoposid + Cis-platin (BEP) has been held by the pediatric oncology department. The treatment and follow-up of the patient is going on. Conclusion: Rare pediatric ovarian tumors of the childhood should be kept in mind and in the doubt of malignancy, laparoscopic aspiration of the cyst should be avoided. P - 150 Bir adölesanda habis uterin tümör: tanısal güçlükler Nİ Atay*, AC Celayir*, O Bosnalı*, H Yavuz**, H Akay***, S Ayaz****, A Karateke****, G Tokuç***** *Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği **Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği ***Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği ****Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın hastalıkları ve Doğum Kliniği *****Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Onkolojisi Kliniği Giriş/Amaç: Uterusun Primitif Nöro Ektodermal Tümörü (PNET) çocuklarda metrorajinin çok nadir bir nedenidir. Bu çalışmanın amacı, metroraji ve uterusta kistik kitle ile başvuran bir adolesanda PNET tanısı konulmasında ve tedavi yolu seçiminde yaşanan zorlukların paylaşılmasıdır. Olgu sunumu: Bir aydır devam eden menoraji şikayetiyle kliniğimize başvuran 14 yaşındaki adolesanın ultrasonografisinde sağ uterin duvarda 5cm çapında kistik kitle saptandı. Pelvik MRI’de uterus kitlesi yanısıra iliak kanatta 15mm’lik hemanjiom olduğu raporlandı. Sistoskopisi normal bulunan hastanın kolposkopisinde uterus serviksinden hemorajik vasıflı sekresyon gelmekteydi. Laparoskopide uterus total olarak büyüten sağ üst arka tarafında beyazımsı lezyon görüldü. Açık cerrahide, kitleyi de içerecek şekilde uterus domuna yapılan yaklaşık 8 cm uzunluğundaki transvers insizyonda inkomplet uterin duplikasyona benzeyen iki ayrı kavite olduğu, sağdaki tümöral kavitenin nekrotik deskuamatif materyalle dolu olduğu görüldü. Deskuamatif materyalden alınan örnek ve kitle ile beraber uterus duvarından alınan örnekte frozen biyopsinin benign tümoral lezyon olarak değerlendirilmesi nedeniyle ortak duvar tümüyle eksize edilerek uterus tek lümen olacak insizyon kapatıldı. Yoğun mitotik aktiviteye rağmen immuno histokimyasal incelemelerde malignite teyit edilemedi. Aylık US kontrollerinde kitle kavitesi stabil seyrederken 6. ayda sağ kasıkta şişlik ile müracaat eden hastada US ve MRI’de uterustaki kitlenin 12cm’ye ulaştığı, inguinal kanaldan kasığa doğru yayıldığı ve kemik metaztazları yaptığı saptandı. Sağ inguinalden yapılan açık biyopside PNET tanısı konuldu. İleri tedavi için çocuk onkoloji merkezine refere edildi. Bu sırada hastanın gerçek yaşının 19 olduğu ve annesinin 9 yıl önce disgerminom nedeniyle histerosalfingo-ooferektomi ameliyatı olduğu öğrenildi. Sonuç: Menoraji ile başvuran uterus kitleli bir çocukta, malinite olasılığınında akılda tutulması, erken tanı imkanını sağlar. Bu hastada, hastanın nüfus kaydının 4 yaş küçük kayıt ettirilmesi ve ilk başvuruda gerçek yaşının gizlenmesi uterus malignitesi olası tanısından uzaklaşmamıza ve ileri tedavinin gecikmesine yol açmıştır. *** Uterin malignant tumor in an adolescent: diagnostic difficulties Nİ Atay*, AC Celayir*, O Bosnalı*, H Yavuz**, H Akay***, S Ayaz****, A Karateke****, G Tokuç***** *Zeynep Kamil Maternity and Children’s Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Zeynep Kamil Maternity and Children's Training and Research Hospital, Department of Patology ***Zeynep Kamil Maternity and Children's Training and Research Hospital, Department of Radiology ****Zeynep Kamil Maternity and Children's Training and Research Hospital, Department of Gynecology and Obstetrics *****Marmara University, Medical Faculty, Pendik Training and Research Hospital, Department of Pediatric Oncology Introduction/Aim: PNET of the uterus is very rare causes of metrorrhagia in children. The aim of this study is to assess the difficulties in diagnosis of adolescence who presented with metrorrhagia and cystic mass in the uterus. Case Report: One year ago, a 14-year-old girl admitted with menorrhagia in last one month. There was a 5 cm diameter cystic mass in the right uterus wall in US. Pelvic MRI revealed same with a 15 mm diameter haemangioma within the iliac bone. Cystoscopy was normal; colposcopy was revealed haemorrhage from the cervix. White swelling cystic mass towards right upper back of the uterus was seen at laparoscopy. In open surgery, two cavities were seen like an incomplete uterine duplication by 8 cm’s transvers incision from dome of uterus. Common wall of two lumens was excised. Frozen section biopsies of desquamations and common wall were revealed benign. All immunohistochemical investigations were revealed any malignity in regard of excessive mitotic activity. While in results of the follow-up US were same until 6th months; patient admitted with a right inguinal inflammatory mass. An inguinal mass with connected 12 cm’s uterine tumour from inguinal canal and diffuse bone metastases had been confirmed by US and Pelvic MRI. Diagnosis was made as Uterine PNET with inguinal open biopsy; and she referred an pediatric oncology centre for further treatment. During the last admission, we learned that the real age of patient had been 19 years old and her mother had been operated due to ovarian dysgerminoma 9 years ago. Conclusion: Early diagnosis can be made if this condition is kept in mind while treating any uterine mass due to menorrhagia. Because birth date of patient had been recorded lesser in ID card and also her real age had been hidden from us at first admission; these had been caused away from the differential diagnosis of malignancies of uterus and led to a delay in further treatment. P - 151 Çocuklukta nadir bir sakrokoksigeal tümör: Nörotekoma YH Çavuşoğlu*, A Okur**, Ö Erdem***, FG Pınarlı**, İO Özen* *Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji ve Onkoloji BD ***Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji AD Nörotekoma cildin nadir, benign ve asemptomatik tümörüdür. Sıklıkla yüz ve ekstremitelerde görülür. Sakrokoksigeal bölge bu tümörler için alışıldık olmayan bir bölgedir. Vaka Takdimi: 8,5 aylık kız hastada abdominopelvik ultrasonda sol adneksial lojda 4x2,3cm boyutlarında kistik kitle tespit edilmişti. Muayenesinde GD iyi, olduğu, rektal tuşesinde rektum ile sakrum arasında, bilobule, kist imajı veren, parmakla üst ucuna uzanılabilen kitle dışında patolojik bulgusu yoktu. Çekilen alt batın BT’sinde presakral alanda 42x49x46mm boyutlarında rektumu öne iten, bilobule kistik kitle olduğu, spinal kanal ve tekal kese ile ilişkisi olmadığı saptanmış ve ön tanı olarak kistik teratom düşünülmüştü. GAA posterosagital insizyonla opere edilen hastada presakral bölgede, sakrum ve koksiksin önüne yapışık, bilobule kistik kitle vardı. Her iki kist koksiks ile beraber total çıkartıldı. Patoloji sonucu nörotekoma olarak geldi. Konseyde tartışılan hastanın tedavisiz takibine karar verildi. Tartışma: Ölü doğanlar da dâhil edilince yenidoğanın en sık tümörü sakrokoksigeal teratomlardır. Yenidoğan ve bebeklik çağındaki sakrokoksigeal kitlelerin ayrıcı tanısında esas olarak meningoselin dışında lenfanjiom, lipom, mekonyum psödokisti, rektal duplikasyon ve diğer bazı nadir durumlar göz önüne alınmalıdır. Nörotekoma periferik sinir kılıfından köken alan, tüm yaş gruplarında görülebilen nadir bir benign tümördür. Sıklıkla baş boyun ve üst ekstremitelerde görülür. Neurotekomanın tedavisi total eksizyondur. Total eksizyon hemen her zaman tedavi edici olsa da nüks gösteren vakalar da vardır. Sakrokoksigeal bölgede daha önce sadece bir vakada bildirilmiş olup total çıkartılmadan sonra nüks görülmeden takip edilmiştir. Çocukluk çağında sakrokoksigeal bölgede daha önce sadece bir kere raporlanmış nörotekoma vakası sunulmuştur. *** A rare sacrococcygeal tumor in childhood: Neurothekeoma YH Çavuşoğlu*, A Okur**, Ö Erdem***, FG Pınarlı**, İO Özen* *Gazi University Faculty of Medicine Dept. of Pediatric Surgery **Gazi University Faculty of Medicine Dept. of Pediatric Hematology and Oncology ***Gazi University Faculty of Medicine Department of Pathology Neurothekeoma is a rare, benign, asymptomatic tumor of the skin. Mostly found on the face or limbs. Sacrococcygeal region is a very unusual site for these tumors. Case Report: An 8.5-months-old girl presented with cystic mass of 4x2.3cm was presented in left adnexal area on abdominopelvic ultrasonography. On physical examination; a bilobulated cystic mass between rectum and sacrum was palpated by rectal examination. Computerized tomography scan of lower abdomen showed a 42x49x46mm bilobulated cystic mass in presacral area without any connection with spinal channel. The diagnosis of sacrococccygeal teratoma was suspected. Under general anesthesia, presacral cystic masses including the coccyx were totally excised en masse through a posterosagittal incision. Histopathology of the specimen was reported as neurothekeoma. She has been discharged with advice of regular follow-up. Discussion: Sacrococcygeal teratomas are the most common tumor in the newborn, even when stillbirths are considered. Differential diagnosis of neonatal sacrococcygeal masses include meningoceles, lymphangiomas, lipomas, tail-like remnants, meconium pseudocysts, rectal duplications, and several other rare conditions. Neurothekeoma is rare tumor derived from peripheral nerve sheath cells, which can occur in all age groups. It’s mostly found on face and upper limb. Treatment of neurothekeoma is total excision. Recurrence can occur after excision. Only one case was presented in sacrococcygeal region an there has been no evidence of recurrence during follow-up period. A second case of neurothekeoma in sacrococcygeal region is reported. P - 152 Malherbe’nin kalsifiye epiteliyoması (pilomatriksoma): iki nadir lokalizasyon V Avci*, E Altun**, M Azatçam** *Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği. Bingöl **Bingöl Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Patoloji Bölümü Bingöl Özet: Pilomatriksoma kıl folikülünün matriksinden köken alan selim bir deri tümörüdür. Çocuklarda genellikle baş ve boyun bölgesinde, deri altında şişlik şeklinde izlenir. Kesin tanısı histopatolojik olarak konulmaktadır. Bu tümöre bazen hekimler tarafından yanlış tanılar konulabilmekte ve gereksiz cerrahi girişimler uygulanabilmektedir. Bu çalışmada, sıra dışı yerleşimli 2 pilomatriksoma olgusu sunuldu. Olgular Olgu 1: Beş yaşında kız hasta sırt sağ skapulanın alt kısmında ele gelen ağrılı şişlik nedeniyle polikliniğimize getirildi. Öyküsünde kitlenin yaklaşık bir yıldır olduğu öğrenildi. Fizik muayenede sırt sağ alt kısmında yaklaşık 1x1 santimetrelik sert, düzgün sınırlı, yüzeyel ve mobil kitle palpe edildi. Kitleye ağrı nedeni ile eksizyonel biyopsi planlandı. Ameliyat ile alınan parçanın patolojik tanısı pilomatriksoma olarak rapor edildi. Hastanın üç ve altı ay sonraki kontrolünde rekürens görülmedi. Olgu 2: Dokuz yaşında kız hasta sağ ön kolda ele gelen şişlik nedeniyle polikliniğimize getirildi. Öyküsünde kitlenin yaklaşık iki aydır olduğu ve hızla büyüdüğü öğrenildi. Fizik muayenede sağ ön kolda yaklaşık 2x1 santimetrelik sert, düzgün sınırlı, yüzeyel ve mobil kitle palpe edildi. Kitlenin hızla büyümesi nedeni ile eksizyonel biyopsi planlandı. Ameliyat ile alınan parçanın parçanın patolojik tanısı pilomatriksoma olarak rapor edildi. Hastanın üç ve altı ay sonraki kontrolünde rekürens görülmedi. Tartışma: Nadir bir lokalizasyon olmasına rağmen özellikle sırt ve ön koldaki tüm deri altı kitlelerde ön tanıda pilomatriksoma düşünülmelidir. *** Calcifying epithelioma of malharbe (pilomatriksoma): two rare localisation V Avci*, E Altun**, M Azatçam** *Bingöl Maternity and Children Hospital Deparment of Pediatric Surgery. Bingöl **Maternity and Children Hospital Deparment of Pathology. Bingöl Summary: Pilomatrixoma is a benign skin tumor a rising from hair follicle matrix. They are mostly localized at head and neckregion in pediatric population. The definite diagnosis is made histopathologically. This tumor sometime can be misdiagnosed and unnecessary surgical process can be done. In this article ; 2 unusaul localized pilomatrixoma cases were presented. Cases: Case1: A 6-year-old girl was referred to our clinic with a complaint of painfull swelling at right scapular area, that stars 1 year ago. In physical examination at right scapular area 1 cm diameter, mobile, rigid, superficial mass swelling was palpated. Exicisional biopsy was performed. It was histopathologically diagnosed as pilomatrixoma. On following controls at third and sixth months, no reccurance was seen. Case2: A 9-year-old girl was referred too our clinic with a complaint of painfull swelling at right fore arm, that stars 2 year ago growing rapidly. In physical examination at right fore arm 2 cm diameter, mobile, rigid, superficial mass was palpated. Exicisional biopsy was performed. It was histopathologically diagnosed as pilomatrixoma. On following controls at third and sixth months: no reccurance was seen. Discussion: Although it is rarely seen in these localisation, pilomatrixoma should be remembered for all back region and fore arm subcutaneous mass. P - 153 Cerrahın tercihi: Hasta mı, radyolog mu? Dezmoid tümör E Aydın Bahçelievler Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniği, İstanbul Amaç: Kliniğimize tekrarlayan üst karın ağrısı nedeni ile başvuran ve başvuru öncesinde dış merkezlerde yapılan ultrasonlarında patoloji saptanmayan batın ön duvarı yerleşimli dezmoid tümör olgusuna yaklaşımı sunmak. Olgu: On beş yaşında erkek hasta kliniğimize yaklaşık 2 yıldır olan sağ üst kadran ağrısı ve şişlik şikayeti ile başvurdu. Başvurudan 4 yıl önce bir kez apendektomi bir kez de batın içi apse nedeni ile opere edilen hastada ek patolojiden söz edilmemekteydi. Hasta son iki yıl içinde birçok farklı kliniğe aynı şikayetler ile başvurmuştu. Hastaya yapılan ultrasonlardan birinde ağrı lokalizasyonunda hemanjiom şüphesinden bahsetmekteydi. Aynı dönemde yapılan biyokimya incelemelerinde karaciğer enzimleri sınırın hafif üstündeydi. Hastanın fizik muayenesinde yatar pozisyondan kalkarken ağrı tarif edilen lokalizasyonda şüpheli bir lezyon hissedilmekteydi. Kliniğimizde yapılan ultrasonda da herhangi bir patoloji saptanmaması üzerine kontrastlı batın tomografisi çekildi. Tomografi sağ rektus abdominis kasının 6cm’lik bir bölümünün normalden daha kalın ve heterojen görüldüğü ancak olası bir kitle lezyonu ve karaciğer ile komşuluğu ekarte edilememiştir olarak raporlandı. Hastaya batın MR çekildi ve rektus kasına infiltre 6cm’lik yumuşak doku tümörü olarak raporlandı. Biyokimya ve tümör belirteçleri normal sınırlarda idi. Hasta eksplore edildi. Cilt altından itibaren başlayan, sınırları düzensiz, fasya ve peritona yapışık kitle en-blok olarak ve kitlenin seçilebilen sınırlarından yaklaşık 5cm uzaktan olacak şekilde eksize edildi. Hastanın patoloji raporu en büyük çapı 10cm olan dezmoid tümör olarak raporlandı. Tüm yönlerde cerrahi sınır temiz bulundu. Olgu post op 5.ayında sorunsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Temel incelemeler olumsuz sonuç verse de hastaların klinik yakınmaları devam ediyorsa tanı aşamasında agresif davranılması olası malinitelerin takip edilmesinin önüne geçecektir. *** Preference of the Surgeon: The patient or the radiologist? Desmoid tumor E Aydın Bahcelievler State Hospital, Department of Pediatric Surgery Aim: To present a case with recurrent upper abdominal pain and mass in whom abdominal wall desmoid tumor was found even USG can’t find any pathology. Case: Fifteen-year-old male patient was admitted to our clinic with complaint of 2 right upper quadrant pain and swelling for 2 years. He was operated two times four years ago, one for appendectomy and one for intraabdominal abscess. The patient had been admitted with the same complaint many different clinics in the last two years. One of the ultrasounds mentioned hemangioma at the localization of pain. Liver enzymes in biochemistry performed in the same period was slightly high. There is a suspicious lesion at physical examination where the pain felt. Because USG didn’t reveal any problem abdominal CT was performed. There was 6cm thickening and heterogenicity of right rectus abdominis muscle with a suspicious mass neighboring the liver. MRI was performed and 6cm soft tissue tumor was found. Biochemistry and tumor markers were within normal limits. Patients were operated. Pathology was reported as desmoid tumor. After 5 months post operatively he is still free of tumor. Conclusion: Even basic studies doesn’t reveal any pathology if the patient’s complaint goes on surgeon must be aggressive for diagnosis in order not to miss out malignancies. P - 154 Bir Aydır Süregelen Invajinasyon E Aydın Bahçelievler Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniği, İstanbul Amaç: İnvajinasyon şüphesi ile opere edilen ve lenfoma saptanan olguyu ve tedavi yaklaşımını sunmaktır. Olgu: Altı yaşında erkek olgu acil servisimize bir aydır olan kolik karın ağrısı ve aralıklı olan safralı kusma nedeni başvurdu. Dış merkezde yapılan tetkiklerinde patoloji saptanmayan olgunun fizik muayenesinde batında ele gelen kitle bulunmamaktaydı ancak batın sağ üst ve alt kadranlarda hassasiyeti ve defansı mevcuttu. Kan tahlillerinde hafif lökositoz dışında pozitif bulgu saptanmadı, biyokimyasal parametreleri normaldi. Karın grafisinde gaz dağılımı eşitti. Batın ultrasonu ileoçekal bölgede yaklaşık 3cm’lik invajine segment ile uyumlu olarak raporlandı. Nazogastrik drenajda safralı geleni mevcuttu. Takibinde kolik karın ağrısının olması ve yapılan kontrol batın ultrasonunda 3cm’lik ileoçekal invajinasyonun sebat ettiğinin raporlanması üzerine pnömotik redüksiyon planlandı. Olguya sedasyon altında yapılan pnömotik redüksiyon işlemi esnasında invajine barsak segmenti görülmedi ve çekumdan ileuma gaz geçişi mevcuttu. Ancak skopide ileoçekal bölgede geniş bir dolum defekti görüldü. Dolum defektinin kaybolmaması ve işlem öncesi çocuğun akut batın tablosunun devam etmesi nedeni ile laparatomi kararı alındı. Eksplorasyonda ileoçekal bölgede barsak anslarının ödemli ve üzerinin pseudomembran ile kaplı olduğu görüldü. Mezenter üzerinde multiple lenf nodları görüldü. İleoçekal bölgede lümen içinde yaklaşık 6cm çapında, sert, yarı mobil, posteriorunda barsağı kendi içine invajine eden bir kitle palpe edildi. Olguya ileum, çekum ve asendan kolunu kapsayacak şekilde yaklaşık 25cm barsak rezeksiyonu ve ileoasendostomi ve lenf nodu örneklemesi yapıldı. Patolojisi Burkitt lenfoma olarak raporlanan olgu post operatif dönemde iki kür kemoterapi aldı. Olgu postoperatif 1.yılında sorunsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Çocukluk çağında sık karşılaşılan invajinasyon olgularında lenfomanın da patolojiye sebep olabileceği unutulmamalıdır. *** One Month Ongoing Intussusception E Aydın Bahcelievler State Hospital, Department of Pediatric Surgery Aim: To present a case operated due to suspected intussusception and diagnosed as lymphoma Case: A six years old boy was admitted tour clinic with a complaint of colicky abdominal pain and bilious vomiting for the last month. No pathology was found at his examinations in other clinics. He had tenderness and defense at physical examination but no mass was palpated. All biochemical parameters were normal except leukocytosis. Abdominal X-ray was normal. 3cm long intussusception was found at ileocecal part at ultrasound. He had colicky abdominal pain at his follow up and bilious content at nasogastric tube. Pneumotic reduction was performed but no intussusception was found. Air passage to the proximal part of intestine was normal but there was a mass image at ileocecal valve. Edematous and pseudomembranous intestinal segment was found. There was multiple lymph nodes at mesenteric area. Ileoascendostomy was performed. Pathology was reported as Burkitt lymphoma. He received two cycles of chemotherapy at post-operative period. He is still event free for the last year. Conclusion: One must remember that lymphoma can be the lead point in intussuseption. P - 155 Kronik Ampiyem Nedeniyle Dekortikasyon Yapılar Hastalar ve Tüberküloz İlişkisi N Malbora*, A Karkıner*, A Şencan*, A Kara**, N Bayram**, İ Devrim**, Ş Öztürk*, Ö Atacan*, S Bahçeci***, CŞ Karkıner***, U Özkan* *Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği **Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği ***Dr. Behçet Uz Çocuk Hastenesi, Alleri ve Solunum Hastalıkları Kliniği Giriş- Amaç: Tüberküloz, primer akciğer bulgularının yanı sıra ileri dönemde plevral tutulum ve kronik ampiyemle komplike olabilmektedir. Bu çalışmada plevral kalınlaşma nedeniyle dekortikasyon yapılan ve tüberküloz saptanan hastalar sunuldu. Hasta ve Yöntem: 2001-2014 yılları arasında plevral kalınlaşma nedeniyle plevral dekortikasyon yapılan ve histopatolojik olarak tüberküloz tanısı alan dört olgu yaş, cinsiyet, başvuru yakınması, yakınmalarının süresi, PPD sonucu, toraks BT yorumu, patolojik tanısı ve aile öyküsü açısından sorgulandı. Bulgular: Yaş (yıl) Olgu 1 Olgu 2 7 11 Seks E K Yakınma Semptom süresi (gün) Öksürük , ateş Öksürük , ateş 23 75 PPD negatif yapılm amış Aile öyküsü yok yok Olgu 3 13 K Öksürük , ateş 24 pozitif yok Olgu 4 14 E Öksürük 28 yapılm amış yok Toraks BT Sağ generaliz e efüzyon + plevral kalınlaşm a Sol loküke efüzyon ve duvar kalınlaşm ası Sol loküle efüzyon Sağ ampiyem Patoloji Tüberkülo zla uyumlu kazeöz nekrozs Tüberkülo zla uyumlu kazeöz nekrozs Kazeöz granüloma töz infiltrasyo n Langerhan s hücreli kazeöz nekroz Sonuç: Dekortikasyon yapılan hastalarda patolojik tanı oldukça önemlidir. Özellikle sosyoekonomik ve göç problemleriyle uğraşan ülkemizde ampiyem ve plevral kalınlaşması olan hastalarda tüberküloz ayırıcı tanıda yer almalıdır. Bu hastalarda uzun süreli yatış gereksinimi, toraks tüpünün uzun süreli kalması ve yoğun bakımda kalış sürelerinin uzun olması nedeni ile dekortikasyon endikasyonu dikkatlice konulmalıdır. Bu tür hastaların izleminde hem serviste hem de ameliyathanede gerekli izolasyon önlemleri alınmalı; N95 (3M®) gibi koruyucu maske takılması ve enfeksiyon kontrol komitesine haber verilmesine önem verilmelidir. *** Relationship between tuberculosis and patients undergoing decortication due to chronic empyema N Malbora*, A Karkıner*, A Şencan*, A Kara**, N Bayram**, İ Devrim**, Ş Öztürk*, Ö Atacan*, S Bahçeci***, CŞ Karkıner***, U Özkan* *Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery **Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Infectious Disease ***Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Allergy and Respiratory Disease Introduction: Tuberculosis can be complicated with chronic empyema and may present with pleural involvement eventually besides its primary pulmonary findings. In this study, patients with tuberculosis who have undergone decortication due to thickening of pleura are analyzed. Patients and Methods: Between 2001- 2014, four cases who had pleural decortication operations due to pleural thickening and whose pathology reports suggested tuberculosis are analyzed for age, gender, presenting symptoms, duration of symptoms, PPD test results, thorax CT reports, pathology reports and family history. Results: Age (years ) Se x Complaint Duration of symptoms (days) PPD Family history Case 1 7 M Cough, fever 23 negativ e none Case 2 11 F Cough, fever 75 Not done none Thorax CT Pathology Right generaliz ed effusion + pleural thickenin g Left loculated Caseous necrosis consistent with tuberculos is Caseous necrosis Case 3 13 F Cough, fever 24 positiv e none Case 4 14 M Cough 28 Not done none effusion and thickened wall Left loculated collectio n consistent with tuberculos is Caseous granuloma tous infiltration Caseous necrosis Right with empyema Langerhan s cells Conclusion: Pathological diagnosis is important in patients who undergo pleural decortication. Especially, in our country, coping with socioeconomical and immigration problems, tuberculosis must take place in differential diagnosis of patients with empyema and pleural thickening. In such cases the decision of decortication must be given carefully since these patients have prolonged duration of tube drainage, length of stay in intensive care unit and hospital. The follow-up of these patients must have special considerations for isolation in wards and operation theatres. Usage of protective masques such as N95 (3M®) and information of local infection committee is especially necessary. P - 156 Plevral kitle ön tanılı supra diafragmatik heterotopik karaciger dokusu: Olgu sunumu A Karkıner*, A Şencan*, İ Genişol*, G Özdemir*, Ş Öztürk*, Ö Atacan*, M Ergin**, U Özkan* *Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği **Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü Giriş Anormal yerleşimli karaciğer dokusu genellikle karaciger yakınlarında yani safra kesesi, umblikal fossa, adrenal bez, pankreas, dalak civarında görülür. Supra diafragmatik ektopik karaciğer dokusu genellikle transdiafragmatik bir sapla batın içindeki karaciğerle bağlantılıdır. Bu çalışmada supra diafragmatik heterotopik karaciğer dokusu saptanan bir olgu sunulmuştur. Olgu 10 gün önce başlayan öksürük, burun akıntısı yakınmaları olan ve yapılan radyolojik değerlendirmelerde sağ hemitoraksta kitle görünümü saptanan 2 yaşında erkek olgu kliniğimize nakil alındı. Akciğer grafisinde diaframla komşuluğu net ayırt edilemeyen kitle saptandı. Lezyon Toraks Magnetik Rezonans Görüntüleme (MRG) de karaciğerden diaframla ayrılmış karaciğerle aynı dansitede 31x22 mm noduler plevral kitle olarak yorumlandı. Operasyona alınan olgunun sağ hemitoraksında diafram ile bağlantısı olmayan, saplı 3x3x2 cm boyutlarında solid yapıdaki kitle total olarak çıkarıldı. Patoloji sonucu ektopik karaciğer dokusu olarak yorumlandı. Postoperatif izlem sorunsuz geçti. Sonuç Supradiafragmatik ektopik karaciğer dokusu literatürde çok nadir rapor edilmiştir. Sıklıkla insidental olarak akciğer grafilerinde saptanır. Çocuk hastada en sık başvuru nedeni akciğer problemleri ve göğüs ağrısıdır. Renkli dopler ultrasonografi veya anjiografi damarlanmayı ve pulmoner sekestrasyondan ayrımında yardımcıdır. Cerrahi müdahale en iyi prognoza sahiptir. *** Supra-diaphragmatic heterotopic liver diagnosed as pleural mass: Case report A Karkıner*, A Şencan*, İ Genişol*, G Özdemir*, Ş Öztürk*, Ö Atacan*, M Ergin**, U Özkan* *Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery **Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pathology Introduction Abnormal localization of liver is generally seen near to gall bladder, umblical fossa, adrenal gland, pancreas and spleen. Supra-diaphragmatic heterotopic liver tissue is a very rare entity and generally connected to the intraabdominal liver with a trans-diaphragmatic pedicle. Here a case of supra diaphragmatic heterotopic liver case is presented. Case report A 2 year old boy with the complaints of upper airway infection symptoms for 10 days and a mass appearance on right hemithorax at the direct chest graphy was referred to our clinic. The lesion was defined as a 31X22 mm nodular pleural mass having the same density with liver by magnetic resonance imaging. It was separated from the liver by the right hemidiaphragm. Serologic and tumor markers were normal. Right thoracotomy was performed and a 3X3X2 cm completely mobile mass attached to the apex of the diaphragm with a pedicle was detected. The mass was resected. Pathological examination defined the mass as liver tissue. Postoperative course was uneventful. Conclusion Supra diaphragmatic ectopic liver tissue is a very rare reported entity in the literature. It is generally detected incidentally on chest graphies. Respiratory problems and chest pain are common presenting symptoms. Colored Doppler ultrasonography or angiography are helpful in differentiation of such lesions from pulmonary sequestration or other congenital malformations. Surgical resection is the choice of treatment with nonproblematic follow-up. P - 157 Buton pile bağlı gelişen trakeoözefageal fistüllerde torakotomi her zaman gerekli değildir: nadir bir olgu sunumu O Bosnalı, S Moralıoğlu, AC Celayir Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Giriş ve Amaç: Buton pillerin günlük hayatta ve oyuncaklarda kullanımının artmasına paralel olarak buton pillere bağlı çocuk yaralanmaları günümüz pratiğinde giderek artmaktadır. Buton piller trakeobronşial, gastrointestinal ve hatta genitoüriner sistemde dahi gözlenebilirler. Bulunduğu bölgede uzun süre kalan piller lokal nekroza, perforasyon ve fistüllere yol açabilir. Özefagusta takılı kalan ve trakeoözefageal fistül oluşturan bir buton pil yutma olgusu; olgunun seyri ve tedavi yaklaşımımıza dikkat çekilmesi amacıyla sunulmuştur. Olgu sunumu: 2,5 yaşında kız olgu, oyuncak pili yutma şüphesi ile götürüldüğü bir hastanede yapılan tetkikler sonrası x-ray de pil gözlenmediği için evine gönderilmiş. Üçüncü gün yutma güçlüğü gelişen hasta kliniğimize getirildi ve PA akciğer grafisinde özefagus üst 1/3 kısmında buton pil ile uyumlu opakt görünüm saptandı. Özefagoskopi ile pil çıkarıldı, özefagusu ödemli ve hemorajik görünümlü idi. Olgu 24 saat sonra oral besledi. Postoperatif 3.gün beslenme sırasında öksürük ve morarma şikayetleri ve ardından solunum arresti gelişen hastada acil resüssitasyon sonrası yapılan rijit bronkoskopide trakea üst 1/3 kısımda trakea membranöz yüzde yaklaşık 1,5 cm çapında bir defekt olduğu ve bu defektin içerisinden tükürük geldiği görüldü. Olguya aynı seansta servikal özefagostomi ve Stamm gastrostomi açıldı. 8. ayda yapılan bronkoskopide fistülün, özefagus ön duvarı tarafından kapatıldığı ve trakeanın membranöz kısmınında bu kısım üzerinde kısmen kapanmış olduğu; trakea ve özefagusta herhangi bir darlık olmadığı saptandı. Oral beslenmesi sorunsuz olan hastanın gatstrostomi tüpü çekildikten bu yana 1,5 yıldır yapılan takiplerinde yakınması yoktur. Sonuç: Servikal özefagostomi ve gastrostomi ile yapılan takiplerde, buton pile bağlı olarak gelişen trakeoözefageal fistülün spontan kapanmış olması; hastada daha morbid ve hatta mortal olabilecek torakotomi ile fistül onarımı gereksinimini ortadan kaldırmıştır. *** Thoracotomy is not always necessary in traceoesophageal fistula secondary to button battery ingestion: report of a rare case. O Bosnalı, S Moralıoğlu, AC Celayir Zeynep Kamil Maternity and Children’s Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery Background and purpose: Childhood injuries due to button batteries are increasing in daily practice due to increasing use of such batteries in daily life and toys. Button batteries can be seen in tracheobronchial, gastrointestinal, and even in genitourinary system. Those batteries can result with local necrosis if they lodge and stay for long time on tissue and can cause different type fistulas according to their localization. In this study we report a tracheoesophageal fistula case due to a button battery in esophagus to draw attention to our clinical approach and to clinical course of the patient. Case report: 2.5-year-old girl was admitted to a hospital with suspicion of battery ingestion. As investigations and X-ray did not reveal any abnormality, she was discharged home. Three days after her first admission she was admitted to our clinic with difficulty in swallowing. PA chest X-ray showed an image consistent with button battery in upper one-third of the esophagus. Battery was extracted with rigid esophagoscopy. Esophagus was edematous and hemorrhagic, thus oral feeding was started 24-hour later. On third postoperative day, coughing and cyanosis was detected and bronchoscopy was performed immediately after respiratory arrest. There was a fistula on the membranous part of upper one-third trachea. The diameter of the fistula was 1.5 cm and saliva was coming out of this defect. Cervical esophagostomy and Stamm gastrostomy was performed at the same session. During follow-up of the case, approximately 8-month later we found tracheoesophageal fistula was closed spontaneously by complete healing of anterior esophageal wall and incomplete closure of the membranous part of the trachea. There were no stricture detected either in esophagus and trachea. Oral feeding was uneventful after gastrostomy closed. The follow–up period is uneventful in last 1.5-year. Conclusion: The spontan closure of the tracheoesophageal fistulas developed due to button battery in our case in which followed-up with cervical esophagostomy and gastrostomy, prevented the case from thoracotomy to repair tracheoesophageal fistula which is much morbid and even mortal. P - 158 Pulmoner SekestrasyonunTorakoskopik Sağaltımı F Khanmmammadov, B Türedi, F Mammadov, G Göllü, M Bingöl Koloğlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Ekstralobar pulmoner sekestrasyon akciğer dokusunun trakeobronşiyal sistemle bağlantısı olmadan anormal sistemik arteryel sistem ile kanlanan fonksiyon göstermeyen akciğer kitlesi ile karşımıza çıkar. Çıkarılmadığı takdirde enfekte olup komplike hale gelebilir.Bu video sunumunda ekstralober sekestrasyonda torakoskopik yaklaşımın teknik ayrıntılarının sunulması amaçlandı. Olgu: İntrauterin 6.ayda akciğerde kistik kitle saptanan erkek çocuğun, doğum sonrası çekilen tomografisinde sağ akciğer alt lobun posterior bazalinde sistemik besleyici vasküler yapıya sahip kistik lezyon görüldü. Pulmoner sekestrasyon ön tanısı ile torakoskopik eksizyon planlanarak girildi. Lezyonun besleyici damarları bağlandıktan sonra lezyon damar mühürleme cihazı ile eksize edildi. Ameliyat süresi 30 dk olup ameliyat sırasında ya da sonrasında herhangi bir komplikasyona rastlanmadı. Göğüs tüpü ameliyat sonrası birinci gün çekilerek çocuk taburcu edildi. Histopatolojik incelemesi pulmoner sekestrasyonla uyumlu saptandı. Sonuç: Çocuklarda toraks patolojilerinin ayrıcı tanısı ve tedavisinde torakoskopik yaklaşım minimal invaziv olması ve ameliyat sonrası hasta konforu açısından deneyimli merkezlerde altın standart kabul edilmektedir. *** Thoracoscopic Management of Pulmonary Sequestration F Khanmmammadov, B Türedi, F Mammadov, G Göllü, M Bingöl Koloğlu Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction: Extrapulmonary sequestration is a non-functional mass. It has an aberrant systemic arterial blood supply which is not connected with tracheobronchial system. If not resected it can be complicated with infecton. In this video presentation, we aimed to present the technical details of thoracoscopic excision of pulmonary sequestration procedure. Case: Computer Tomography(CT) revealed a cystic lesion which has a systemic vascular blood supply in the posterior inferior segment of the right lung of a newborn, diagnosed to have lung cyst in intrauterine sixth month,.Thoracoacopic excision is performed with a prediagnosis of pulmonary sequestration. After ligation of the feding vessels of the cystic mass, we excised the lesion by ligasure. Operation time was thirty minutes and there was no intraoperative or postoperative complication. Histopathological examination of the lesion revealed pulmonary sequestration. Result:Thoracoscopic management is a gold standard technique which is minimal invasive and better for postoperative patient comfort for thoracic pathologies in pediatric population. P - 159 Dev timoma olgusunda yaklaşım: olgu sunumu A Temiz*, E İnce*, SS Ezer*, HÖ Gezer*, B Hasbay**, A Erbay***, A Hiçsönmez* *Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı ***Başkent Üniversitesi, Pediatri AD Giriş: Timus kökenli kitleler çocukluk çağı mediastinal kitlelerin %2-3’ünü oluşturur. Timomalar %1’den daha az oranda, oldukça nadirdir. Timik kitleler asemptomatik, rastlantısal tespit edilen kitle olabileceği gibi sıklıkla bası semptomları ile belirti verebilirler. Burada torakal boşluğun büyük kısmını dolduran ve non-spesifik bulgularla seyreden dev timoma olgusunu sunduk. Olgu: 6,5 yaşında kız olguda, 5 ay önce başlayan aralıklı öksürük şikayetine 1 ay önce ateş şikayeti eklenmiş. Çekilen tomografisinde ön mediasteni dolduran, sola daha belirgin olmak üzere her iki akciğer anterioruna uzanan, torakal boşluğun büyük kısmını dolduran, mediastinal ana vasküler yapıları ve kalbi büyük oranda çevreleyen solid ve kistik alanlardan oluşmuş, 15x18x11 cm boyutlarında kitlesel lezyon tespit edildi. Trucut biyopsi sonucu timoma olarak sonuçlandı. Median sternotomi yaklaşımı ile toraksa girildiğinde tüm ön mediasteni dolduran sağ ve sol hemitoraksa uzanan kitleye ulaşıldı. Önce kitlenin sağ tarafa uzanan kısmı serbestleştirildikten sonra plevral boşluğa ulaşıldı. Sağ frenik sinir görüldü ve korundu. Kitle perikard, aort kökü, vena kava ve sol brakial venden serbestleştirildi. İnternal mamarian damarlardan ve boyundan gelen üç adet arteriel yapı bağlandı. Sağ ve sol timus loblarından sol brakial vene uzanan kalın iki adet ven görüldü ve bağlandı. Sol tarafta kitle ile perikard ve vasküler yapılar arasında kalan sol frenik sinir ve nervus vagus ayrı ayrı görülerek korundu. Kitle proksimalde boyuna doğru uzanan kısmı ile birlikte total eksize edildi. Patolojik inceleme timoma olarak sonuçlandı. Tartışma: Timik kitleler sıklıkla torakoskopik yaklaşımla rahatlıkla eksize edilebilmektedir. Bununla birlikte, olgumuz gibi geç tanı alan, her iki hemitoraksta geniş alanları dolduran, dev kitlelerde, torakoskopi mümkün olmayabilir. Bu olgularda morbidite ve mortalitenin düşürülmesi açısından sternotomi ile yapılan girişimler cerrahi ve hasta güvenliği açısından akılda tutulmalıdır. *** Giant thymoma: A case report: A Temiz*, E İnce*, SS Ezer*, HÖ Gezer*, B Hasbay**, A Erbay***, A Hiçsönmez* *Baskent University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Baskent University Faculty of Medicine Department of Pathology ***Başkent University, Department of Pedaitrics Aim: Thymic masses consist of 2-3% of all mediastinal masses in children. Thymoma is very rare, less than 1% of mediastinal masses. Thymic masses may be asymptomatic or present with mass effect. This study presents a case with giant thymoma that filled major portion of the thoracic space and presented with non-specific symptoms. Case: A 6,5 years old female patient administered with intermittent caught and fever. Computerized thoracic tomography demonstrated giant mass that located predominantly at anterior mediastinum, spreaded to the both hemithorax, filled major portion of the thoracic space and surrounded the hearth, and main vascular structures. Trucut biopsy diagnosed as thymoma. Median sternotomy was performed. Left phrenic nerve was preserved and right portion of the mass delivered from incision. Mass was dissected from vena cava, arcus aorta, pericardium and left brachial vein. Three arterial braches from internal mammarial arteries were ligated and divided. Two venous branches connected with left brachial vein were ligated and divided. Left phrenic nerve and nervus vagus were found between mass and pericardium and were preserved. Mass was totally excised. Pathologic evaluation was resulted as thymoma. Conclusion: Thymic masses usually excised thoracoscopically. However, thoracoscopy cannot be purposive for excision of giant masses. Surgical treatment and excision via sternotomy should keep in mind to reduce morbidity and mortality and to perform complete excision. P - 160 TRAVMA SONRASI GELİŞEN PERİKARDİYAL DİAFRAGMATİK HERNİ: VAKA SUNUMU M Yiğiter, ME Çelikkaya, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, A Oral, AB Salman Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Travmatik diafragma hernileri nadir görülen ve hayatı tehdit eden olaylardır. Travmanın hemen sonrasında rüptür olsa bile herniasyon gerçekleşmiyebileceği için tanı alamayan hastalar, genellikle travmadan aylar veya yıllar sonra ilişkili semptomlar nedeni ile tanı almaktadır. Sıklıkla sol tarafta gözlenirler. Perikardiyal diafragmatik herniler çocuklar da oldukça nadirdir. Olgu: 2,5 yaşında kız hasta, öksürük, hırıltılı solunum halsizlik, büyüme geriliği ve genel durum bozukluğu nedeni ile hastanemize getirildi. Fizik muayene de interkostal retraksiyonlar, dispne ve batın distansiyonu mevcut idi. Çekilen PA akciğer grafisinde ve BTsinde mediastende intestinal gaz gölgeleri görüldü. Hastanın 9 ay öncesinde geçirdiği araç dışı trafik kazası nedeni ile oluşan kapalı kafa travmasına bağlı olarak paraplejik olduğu ve gene bu nedenle trakeostomi yapıldığı, ancak herhangi batın ya da toraks içi organ yaralanmasından şüphe edilmediği ve bu sebep ile müdahale edilmediği öğrenildi. Yapılan incelemeler de enfeksiyon tespit edilmeyen hasta travmatik diyafragma hernisi ön tanısı ile opere edildi. Explorasyonda diafragmanın perikardiyal bölgesinde yaklaşık 6x4 cm.lik defekt olduğu, bu defek içinden intestinal ansların mediastene herniye olduğu görüldü. İntestinal anslar batına yerleştirilerek defekt primer onarıldı. Postoperatif 14. gün hasta sorunsuz taburcu edildi. Sonuç: Travmatik diyafragma hernisi çocuklar da oldukça nadirdir. Genellkikle künt travmalar sonrası gözlenmektedir. Hayatı tehdit eden diğer yaralanmaların varlığı ile birlikte olduğun da tanı çoğunlukla gecikmektedir. Perikardiyal diafragmatik herniler özellikle barsakların perikardiyal boşluğa herniye olması neticesinde bası nedeni ile kalbe olan venöz dönüşü bozarak kardiyak tamponat bulgularına neden olabilmektedir. Perikardit ve intestinal rahatsızlıklar diğer görülebilecek semptomlardır. Tanı ve tedavi hayatı tehdit edebilecek komlikasyonlar nedeni ile hızlı olmalıdır. *** POST TRAUMATİC PERİCARDİAL DİAPHRAGMATİC HERNİA: A CASE REPORT M Yiğiter, ME Çelikkaya, T Chyndolotov, AK Mansuroğlu, E Cesur, A Oral, AB Salman Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum Abstract: Traumatic diaphragmatic hernias are rare and life-threatening cases. Patients who can not to be diagnosed just after the trauma are generally diagnosed months or years after the trauma due to associated symptoms. They are generally seen on the left side. Pericardialdiaphragmatic hernias are rare in children. Case : 2,5 year-old-girl presented with cough ,wheezing, weakness, growth retardation and impaired vital signs .In physical examination, there were intercostal retractions, dispnea and abdominal distension. PA lung graphy showed intestinal gas shadows in mediastinum. The same findings were observed on CT scan. It was learned that the patient is paraplegic and tracheostomy performed depending on closed head trauma because of non-vehicle traffic accident 9 months ago. But it’s not suspected of any intraabdominal and intrathoracic organ injuries so that no intervention was made. The patient who can not be detected any infection in examinations was operated with diagnosis of diaphragmatic hernia. In exploration, there was a defect measuring approximately 6x4 cm in pericardial diaphragmatic region and intestinal loops herniated by passing through this defect to mediastinum. The defect was repaired primarily after placed intestinal loops into abdomen. The patient was discharged without any complication on postoperative 14th day. Conclusion: Traumatic diaphragma hernias are very rare in children. It is generally seen after blunt traumas. Diagnosis is often delays when combined with the presence of other lifethreatening injuries. Pericardial diaphragmatic hernias can cause cardiac tamponade symptoms by impairing venous return to the heart due to compression especially as a result of herniated intestines to pericardial cavity. Pericarditis and intestinal disorders are other symptoms that can be seen. Diagnosis and treatment should be fast because of the lifethreatening complications. P - 161 Morgagni Hernisi Tedavisinde Cilt İnsizyonu Yapılmaksızın Laparaskopik Tam Kat Karın Duvarı Fiksasyonu Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Kütahya, Türkiye Retrosternal konjenital diafragma hernileri çocuklarda nadir görülür. Tüm diafragma hernilerinin %1-6 sını oluşturur. Tedavisinde açık yöntemden minimal invaziv yöntemlere kadar çeşitli teknikler tanımlanmıştır. Biz bu çalışmamızda cilt insizyonu yapmadan laparaskopik tam kat karın duvarı fiksasyonu yaptığımız bir hastayı paylaşmayı amaçladık. 7 yaşında erkek hasta alt solunum yolu enfeksiyonu sırasında yapılan tetkiklerlerde Morgagni hernisi olduğu tespit edildi. Hastaya laparaskopik onarım yapılmasına karar verildi. 3 adet port girildi. Öncelikle herni kesesi çepe çevre çıkarıldı. Daha sonra 18 G kanül defektin izdüşümünden girildi, içerisinden düz iğneli 2/0 Ethibond sütür geçirildi ve defektin posterior kenardan geçirildi daha sonra plagit takılarak posterior duvardan geri geçirilerek batın dışına alındı. Aynı şekilde 4 adet sütür geçirildikten sonra dışarda bağlanarak cilt altına gömüldü. Laparaskopi kontrolde defektin kapandığı görüldü. Postoperatif 1. gün beslenen hasta 3. gün sorunsuz olarak taburcu edildi. Postoperatif 4. aya kadar yapılan kontrollerde herhangi bir soruna rastlanmazken tatmin edici bir kozmetik görünüm sağlandı. Morgagni hernisinin insizyonsuz tam kat duvar fiksasyonu ile laparaskopi onarımı cerrahi ve kozmetik olarak tatmin edici sonuçlar vermektedir. *** Laparoscopic Repair of Morgagni Hernia: Full-thickness Abdominal Wall Fixation without Skin Incision Ü Adıgüzel, B Savran Dumlupınar University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Kutahya, Turkey Congenital retrosternal diaphragmatic hernia is rare in children. Morgagni hernias account for 1–6% of all diaphragmatic hernias. Numerous approaches to their repair have been described over the years, ranging from open procedures to minimally invasive techniques. In this study we present a patient with Morgagni hernia which was repaired with laparoscopic approach without skin incision. A-7-year old boy was diagnosed Morgagni hernia incidentally on chest X-rays for lung infections. Laparoscopic repair was planned. Three ports were inserted into the abdominal cavity for the procedure. The hernia sac was circumferentially excised with Hook cautery. And then 2-0 ethibond sutures were passed into the abdominal cavity through the 18-G angiocath. The sutures are then passed through the diaphragmatic defect in a U-shape and tied subcutaneously. Defect was closed with four sutures. He recovered uneventfully and had an uncomplicated postoperative course. Laparoscopic repair for Morgagni hernia with full-thickness anterior abdominal wall fixation without skin incision is a safe and effective treatment modality P - 162 Çocuklarda Spontan Pnömotoraksta VATS(Video Assisted Thoracoscopic Surgery) ile apikal plörektomi ve kimyasal plörodezis E Ergün, B Türedi, Y Taştekin, G Göllü, A Yağmurlu, H Dindar, M Bingöl Koloğlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Spontan Pnömotoraks(SP), hızlı tanı konması ve tedavi edilmesi gereken, ender fakat hayatı tehdit eden bir durumdur. Seconder olgular altta yatan akciğer patolojilerine bağlı olarak ortaya çıkabilirken, primer olgular akciğer dokusundaki büllerin açılması sonucu gelişir. Bu bildiride tekrarlayan SP olan ve VATS ile tedavi edilen dört çocuk hastanın sunulması amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Spontan pnömotoraks nedeni ile acil servise başvuran çocuklardan ikisi kız, ikisi erkekti. Ortanca yaş on beşti. Üç olguda bilateral VATS, apikal plörektomi, bül eksizyonu ve kimyasal plöradezis yapıldı. Diğer olguda sol üst lobektomi ve tek taraflı plörodezis uygulandı.Tüm olgularda kimyasal plörodezis steril talk insuflasyonu ile yapıldı. Ortalama göğüs tüpünün çekilme süresi 5.7(3-9) gün, ortalama hastanede kalış süresi ise 8(416) gündü. Ameliyat öncesi ya da sonrası herhangi bir komplikasyon izlenmedi. Histopatolojik incelemede büllerde eozinofilik bül formasyonu , lobektomi materyalinde ise amfizematöz akciğer dokusu izlendi. Olguların 16 aylık izleminde herhangi bir problem yaşanmadı. Sonuç: VATS ve kimyasal plörodezis, SP’ın tedavisinde minimal invaziv, etkili ve güvenli bir yöntemdir. *** VATS apical pleurectomy and chemical pleurodesis for spontaneous pneumothorax in children E Ergün, B Türedi, Y Taştekin, G Göllü, A Yağmurlu, H Dindar, M Bingöl Koloğlu Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Introduction :Spontaneous pneumothorax (SP) is a rare life-threatening condition that requires rapid diagnosis and treatment . Most cases are secondary to various underlying lung pathology but a primary SP may occur due to rupture of bullae. We herein describe 4 children who presented with recurrent SP and treated with VATS. Cases:Two of them were boys and two of them were girls. Median age was 15(14-17). Three patients underwent bilateral VATS apical pleurectomy, bullectomy and chemical pleurodezis. In the remaining patient left upper lobectomy and unilateral pleurodesis was performed. In all patients, chemical pleurodesis was performed with sterile talk. The mean removal time of the first shest tube was 5.7 days (3-9) and mean hospital stay was eight days (4-16). No intraoperative or postoperative complications were seen. Histopathological examination revealed eosinophilic bulla formation and lobectomy material was full of emphysematous lung tissue. The patients are doing well during 16 months follow up. Conclusion:VATS and chemical pleurodesis is a minimal invasive, effective and safe alternative in management of spontaneous pneumothorax in children. P - 163 PUBERTAL KIZ HASTALARDA MASTİT Ö Cesur, M Çakar Karabük Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD AMAÇ: Mastit laktasyon olmayan pubertal kız çocuklarında nadir görülen bir durumdur. Çalışmamızda mastit görülen hastalarda tedavi yönetimini tartışmayı amaçladık. METOD: Ocak 2012’ den Temmuz 2015 e kadar mastit tanısı almış 15 pubertal kız hastaların klinik kayıtları retrospektif olarak incelendi. BULGULAR: Mastit tanısı almış hastaların yaş aralığı 12-16(n=) yaş arasındaydı. Hasataların ortalama vücut kitle indeksi sırasıyla (20-25 arası olan 11hasta ), (20nin altı olan 3 hasta), (25 in üstü olan 1 hasta) şeklindeydi. Klinik belirtiler arasında memede hassasiyet, ağrı, şişlik, kızarıklık, sıcaklık, fluktuasyon, ateş sayılabilir. Dokuz (n=9) hastada lokal enfeksiyon bulguları mevcut iken laboratuar sonuçlarını normal olark değerlendirldi. Alt (n=6) hastada ise labarotuar incelemelerinde lökositoz, yüksek CRP düzeyleri saptandı. Ultrasonografik incelemede meme dokusunda ekojenite artışı, parankiminde hipoekoik alanlar ve septalı kistik değişiklikler saptandı. Malign etiyoloji ince iğne aspirasyon biyopsisi ile ekarte edilip mastit lehine ayırıcı tanısı yapıldı. Mikrobiyolojik incelemede en sık izole edilen Staphylococcus aureus daha nadir olarakta anaerobları ve B grubu streptokok sayılabilir. Sistemik belirtileri olan dokuz (n=9) hasta oral antimikrobiyal tedavi verildi. Dokuz hasta (n = 9) oral antimikrobiyal tedavi ile tam iyileşme sağlandı. Sistemik semptomlar gösteren altı hastada (n = 6) parenteral tedavi verildi bu tedaviye cevap vermeyen üç hastaya (n=3) ise cerrahi drenaj uygulandı. Vücut kitle indeksi ve mastitis arasında ilişki saptanmadı. SONUÇ: Ergenlik çağındaki mastit olgularının tedavi yönetiminde uygun antibiyoterapi yeterli olmaktadır. Nadiren cerrahi drenaj gerektirir. Çalışmamızda malignite saptamamıza rağmen bu olgularda ince iğne aspirasyon örneklemesinin olası malign patolojilerin ayırıcı tanısı için önemli olduğunu düşünüyoruz. *** MASTITIS IN PUBERTAL GIRLS Ö Cesur, M Çakar Karabuk University Medicine Faculty Pediatric Surgery Department AIM: In lactation mastitis is a rare non-pubertal girls. We aimed to discuss the management of patients with mastitis treatment. METHODS: January 2012 from July 2015 until 15 pubertal girls had been diagnosed with mastitis were examined patients' clinical records retrospectively. RESULTS: The age range of the patients had been diagnosed with mastitis 12-16 (n) ranged from age. The average body mass index of patients, respectively (11 patients within 20-25), (3 patients six to 20 sets), (1 patient in 25 above) was in the form. Clinical signs include breast tenderness, pain, swelling, redness, warmth, fluctuating fever counted. Nine (n = 9), while in patients with signs of local infection lab results were normal time.This be evaluated. Sub (n = 6) patients labarotu examination of leukocytosis, elevated CRP levels were detected. Ultrasonographic examination of breast tissue echogenicity increase, revealed a hypoechoic cystic changes in the septal area and parenchyma. Whether malignant etiology is ruled out with a fine needle aspiration biopsy in the differential diagnosis it was made in favor of mastitis. Microbiological examination of the most frequently isolated as more rare in Staphylococcus aureus and group B streptococci considered anaerobic. Nine with systemic symptoms (n = 9) patients were given oral antimicrobial therapy. Nine patients (n = 9) had complete recovery with oral antimicrobial therapy. In six patients with systemic symptoms (n = 6) were given parenteral therapy in three patients who do not respond to this treatment (n = 3) underwent a surgical drainage. There was no association between body mass index and mastitis. CONCLUSION: Appropriate antibiotic therapy in the management of mastitis cases in adolescents is adequate. Rarely require surgical drainage. Although we detect malignancy in our study in these cases, we think it is important for differential diagnosis of probable malignant fine-needle aspiration of the sample. P - 164 Eşzamanlı bilateral primer spontan pnömotoraks S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, M Demirci Gaziantep Çocuk Hastanesi Eşzamanlı bilateral primer spontan pnömotoraks (PSP), genellikle genç sigara içen erkeklerde subplevral bleblerin patlaması sonucunda ortaya çıkan son derece nadir bir durumdur. Oniki yaşındaki astenik yapılı bir kız olgu, günlük aktivite sırasında, ani başlayan sağ taraf göğüs ağrısı ve nefes darlığı nedeni ile kabul edildi. Anamnezinde ebeveynlerinde sigara içme öyküsü mevcuttu. Fizik muayenede, nabız 110/dk olup, solunum sayısı 26/dk idi. Sağ hemitoraksta perküsyonda hiperrezonans ve solunum seslerinde azalma mevcuttu. Ayakta çekilmiş PA akciğer grafisinde sağ hemitoraksta viseral plevraya ait çizgi ve kollabe akciğerin dansitesinde artma görülmekte idi. Yapılan tüp torakostomi ile pnömotoraks düzeldi. Yedi gün sonra PA akciğer grafisinde bilateral pnömotoraks tespit edilmesi üzerine, eş zamanlı olarak her iki hemitoraksa ayrı ayrı tüp torakostomi uygulandı. Toraks bilgisayarlı tomografisinde blebe rastlanmadı. İkinci kez tüp torakostominin 2 yıllık takibinde nüks gelişmedi. PSP'nin primer tedavisi tüp torakostomidir. Ancak nüks ile gelen çocuk yaş grubunun tedavi yaklaşımında hala tam bir görüş birliği sağlanamamıştır. Bu durumda,erişkinlerde video destekli torakoskopi ya da açık torakotomi ile plörektomi ya da plöredezi yapılması önerilmektedir. Küçük yaş grubunda ise, birinci PSP nüksünde tüp torakostominin tedavi için genellikle yeterli olabileceğini düşünüyoruz. *** Simultaneous bilateral primary spontaneous pneumothorax S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, M Demirci Gaziantep Children's Hospital Simultaneous bilateral primary spontaneous pneumothorax (PSP) is a very rarely seen condition generally in male smokers as a result of rupture of subpeural blebs. A-12-year-old asthenic girl was admitted because of sudden onset of right-sided chest pain, and shortness of breath. Her parents were smokers. On physical examination her pulse rate was 110/min, and respiratory rate 26/min. Percussion of her right hemithorax revealed hyperresonance, and decrease in respiratory sounds. On standing PA chest radiogram, a line in the right hemithorax representing visceral pleura, and increase in the density of collapsed lung were seen. Tube thoracostomy resolved pneumothorax. Seven days later PA chest X-ray revealed bilateral pneumothorax which resulted in simultaneous placement of thoracostomy tubes in both hemithoraxes Bleb formation was not encountered on thoracal CT. During 2 years of follow-up after the second tube thoracostomy, any recurrence did not develop Primary treatment of PSP is tube thoracostomy. However, a complete consensus has not been reached concerning treatment approach in pediatric patients presenting with recurrent PSP. In adult patients video-aided thoracoscopy or open thoracotomy followed by pleurectomy or pleurodesis is recommended. We think that tube thoracostomy will generally suffice for the treatment of the first recurrence of PSP in the pediatric age group. P - 165 Olgu sunumu: Neonatal dönemde Sağ aksesuar bronş nedeniyle Sağ üst lobektomi yaptığımız hasta F Huseynov*, A Musayev**, G Amiraslanova* *Merkezi Klinik Hastane Çocuk Cerrahisi Bölümü **1 Nolu Klinik Tibbi Merkez Çocuk Cerrahisi Bölümü Özet: Aksesuar bronş nadir görülen doğumsal bir anomalidir. İlk olarak 1785’te Sandifort tarafından trakeadan köken alan sağ üst lob bronşu olarak tanımlanmıştır. Son zamanlarda üst lobla ilişkili trakea ya da ana bronşlardan köken alan değişik bronş anormallikleri de trakeal bronş anomalisi olarak kabul edilmektedir. Genellikle ana karinanın 2 cm üzerindeki trakeal segment içerisinde yer alır. Radyografik ve bronkoskopik çalışmalarda görülme sıklığı sağda %0.1-2, solda %0.3-1 bulunmuştur. Genellikle semptomsuzdur ve tesadüfen saptanmaktadır. Bazen öksürük, hemoptizi, tekrarlayan lokal enfeksiyon, atelektazi ya da bronşektazi ile beraber görülebilir. Olgu Sunumu: Hasta 2-ci gebelik,2-ci doğuşdandır. 37-38 haftalık ,Doğum kilosu 3340 qr.Doğumdan sonra ilk gün fiziyolojik neonotoloji bölümüne transfer olunmuşdur.1 gün sonra solunum zorluğu başladığı için neonotoloji reanimasyon ünitesine devr edilmişdir. Akciğer grafisi sağ akciğer üst lob atelektatik olduğu görüldü. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografide (BT) trakea sağ alt komşuluğunda ayrı bir bronş lümeni izlendi Yapılan bronkoskopide karinanın 2 cm üzerinde trakeadan ayrılan trakeal bronş izlendi. TÖF ekarte etmek için guide wire orifisten yeritildi ve ardından özofogoskopi yapıldı, guide wire özofagusta görüntülenmedi.Skopi yapılarak guide wire toraksa yönlendiyi görüldü.Sağ torokotomi kararı verildi.Hastaya sağ üst lobektomi ameliyyatı yapıldı.Postop 1-ci gününde extübe olundu.postop 7 gün hasta taburcu edildi. *** case F Huseynov*, A Musayev**, G Amiraslanova* *Central Clinical Hospital, Department of Pediatric Surgery **Clinical Medical Centre, Department of Pediatric Surgery There are various anatomic variations in tracheobronchial system (tracheal bronchus, ectopic bronchus, and accessory bronchus). Accessory bronchus is a rare congenıtal anomaly. It was described first by Sandifort in 1785 as an upper right lobe bronchus which begins from trachea. Nowdays all upper lobe bronchs non depending of it’s place of begining are called as tracheal bronch anomalies. Usually it is located in tracheal segment aproximately 2 cm above carina. İn all radiologic and bronchoscopyc studies the frequency of this pathology is about 0.1-2% on the right side and 0.3-1% on the left side. İn general it’s asymptomatic and is seen incidentally. Sometimes a cough, hemoptysis, reccurent enfection or bronchiectasis can be seen. Case report. Patient of 37-38 gestational week and birth weight was 3340gr. After the birth was sent to physiologic unity of newborn. Next day due to respiratory problems was put in NİCU. After the chest X-ray an upper right lobe atelectasis was determined. After the chest CT scan a lumen above the carina was found. To evaluated the TEF a bronchoscopy was done and after placing a guidewire in lumen a control oesophagoscopy was perfomed. Guidewire wasn’t seen in oesophagus. Control X-ray study in operation room showed a guidewire into the parenchyma of upper right lobe. Thoracotomy, an upper right lobectomy was perfomed. Postop day 1 a patient was extubated, postop day 7 discharged. P - 166 Geç Tanı Alan AtipikYerleşimli Diyafram Hernisi: Nadir Bir Olgu M Saraç*, Ü Bakal*, MY Sarı**, Ş Canpolat*, A Kazez* *Fırat Üniversitesi Çocuk Cerrahisi AD **Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Has. Yoğun Bakım Bilim Dalı Giriş: Diyafram hernisi sıklıkla Bochdalek ve Morgagni olarak iki tipte görülür. Nadiren atipik yerleşim gösteren olgular sunulmuştur. Sunulan anterolateral yerleşimli bu nadir olgu geç tanı konulması ve ciddi beslenme sorunlarına yol açması nedeni ile sunuldu. Olgu: Onbeş yaşında erkek hastanın; doğduğundan beri aralıklı kusma, düşük hacimli beslenme sonrasında bile şişkinlik ve on gündür hematemez şeklinde kusmaları vardı. Hastanın genel durumu düşkün, dehidrate, batını çökük, sol hemitoraks bazalde akciğer solunum sesi alınamıyordu. Kilo persantili 3’ ün altındaydı. Toraks BT’de midenin fundus kısmının diafragma defektinden toraksa geçtiği belirlendi. Laparotomide sol diafragma anterior-lateral kısmında 10X15 cm boyutunda defekt mevcuttu. Midenin fundusu ve korpusunun bir kısmı ile omentumun sol hemitoraksa herniye olarak fibrozisle yapışık olduğu görüldü. Yapılar batın içine alınıp, defekt onarıldı. Hasta ameliyat sonrası kontrollerinde sorunsuz izlenmektedir. Sonuç: Tipik diyafram hernilerinin büyük çoğunluğu yeni doğan ve erken çocukluk döneminde klinik bulgu vermesine rağmen, atipik yerleşimli defekti olan bu hasta geç tanımlanmıştır. Gastrik şikayetler ve beslenme geriliği olan hastalarda diyafram bölgesi daha dikkatli incelenmelidir. *** Late Diagnosed Atypical Localized Diaphragmatic Hernia: A Rare Case M Saraç*, Ü Bakal*, MY Sarı**, Ş Canpolat*, A Kazez* *University of Firat Department of Paediatric Surgery **Firat University Medical Faculty Dept. of Pediatric Intensive Care Unit Introduction: Diaphragmatic hernia occurs frequently in two types; Bochdalek and Morgagni. Rarely, cases are presented in showing atypical layout. This anterolateral localized rare case was presented due to its late diagnosis, and causing serious nutritional problems. Case: Fifteen-year-old boy, since birth; intermittent vomiting, and even after low-volume diet bloating occurs. He had been vomiting as haematemesis in last 10 days. He has poor general condition, dehydration with a sunken abdomen, also no breath sounds from left side of the chest baseline. Weight percentile was under 3. It was defined that a diaphragmatic hernia on thorax-BT which located in the fundus of the stomach. There was a defect in the size of 10x15 cm on the left antero-lateral of diafragma during laparotomy. It was observed that omentum with a portion of the gastric fundus and corpus are attached to the left hemithorax with fibrosis through the defect. The defect was repaired after the organs were placed intraperitoneally. There was no problem with the patient during follow-up, and he gained weight. Conclusion: Although the majority of typical diaphragmatic hernia give clinical signs in newborn and early childhood periods, this patient has been identified late as it was atypical localized defect. Diaphragm of patients with gastric complaints and nutrition problems should be examined more carefully. P - 167 TRAVMATİK HEPATİK ARTER PSÖDOANEVRİZMASININ MİNİMAL İNVAZİV TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU Ş Emre*, M Hüseyinov*, R Özcan*, F Gülşen**, OF Şenyüz* *İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi AD **İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji AD Amaç: Delici kesici alet yaralanması(DKAY) nedeni ile intrahepatik psödoanevrizma gelişen olgunun değerlendirilmesi. Olgu: Darp ve DKAY nedeni ile başvuran 15 yaşında erkek hastada başlangıçta hemodinamik parametreleri instabil, sağda solunum sesleri azalmış, karın distandü ve yaygın hassasiyeti ve defansı mevcuttu. Kan ve sıvı resisütasyonu sonrası hemodinamik bulguları stabilleşen olguya kranial-intravenöz kontrastlı toraks-batın-pelvis bilgisayarlı tomografi(BT) çekildi. Toraks BT de sağ hemitoraksta derin yerinde 40 mm ölçülen plevral effüzyon, batınpelvis BT’de karaciğer segment 6 da hematom ve etrafında kontüzyon - laserasyon alanı, karaciğer segment 6 arterinde 1 cm çaplı psödoanevrizma ile uyumlu olabilecek kontrastlanan lezyon, pelviste minimal sıvı saptandı. Acil eksplorasyonda diafragma rüptürü, hemotorax ve karaciğer 6. segment diafragmatik yüzde sızma tarzında hemorajinin olduğu yaklaşık 1.5 cm’lik kesi görüldü. Sağ Tüp Torakostomi, diafragmanın primer onarımı ve karaciğer segment 6 düzeyindeki laserasyon alanının primer onarımı yapıldı. Operasyon sonrası takipleri sorunsuz seyreden hastanın toraks ve batın drenleri operasyon sonrası 6. gün alındı. Rutin yapılan 7. gün ultrasonografi kontrolünde karaciğer segment 6 da yaklaşık 1 cm çapında hızlı akımlı arteriovenöz fistül saptandı. Bunun üzerine fistül, anjiografik olarak mikrokoil ile embolize edildi. Hasta 9. gün taburcu edildi. Operasyon sonrası 8. ayında olan olgu sorunsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Delici kesici alet yaralanmasında hastanın hemodinamik durumu elverişli ise intravenöz kontrastlı tomografi çekilmesi sonradan saptanması zor bulguların baştan bilinmesini sağlayabilir. Hepatik arter psödo anevrizması geç dönemde kanamalara ve arteriovenöz fistüllere neden olabilir. Olguda intraparankimal psödoanevrizmanın olduğu ilk BT’de görüldüğü halde kontrast ekstravazasyonun olmaması nedeni ile geniş rezeksiyondan kaçınmak için eksplorasyonda müdahale edilmemiştir. Hemodinamik olarak stabil seyreden hastada geciktirilmiş minimal invaziv girişim, karaciğerde parankim kaybını önlemiştir. *** MINIMAL INVASIVE TREATMENT OF TRAUMATIC HEPATIC ARTERY PSEUDOANEURYSM: CASE PRESENTATION Ş Emre*, M Hüseyinov*, R Özcan*, F Gülşen**, OF Şenyüz* *Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Pediatric Surgery **Istanbul University Cerrahpasa Medical Faculty Department of Radiology Aim: The evaluation of the patient who had intrahepatic pseudoaneurysm due to stab wound. Case: Fifteen-year old beaten and stabbed male patient was admitted with initially instable hemodynamic parameters, decreased breath sounds on the right-side, abdominal distension with extensive sensitivity and defence. Hemodynamic parameters stabilized following blood and fluid resuscitation and intravenous contrasted thorax, abdomen and pelvis computed tomography (CT) was performed. Pleural effusion 40 mm on the deepest in right hemithorax, hematoma of sixth segment of the liver, encircled with contusion-laceration, 1 cm diameter contrasting lesion coherent with pseudoaneurysm on the liver sixth segment artery and minimal fluid in pelvis were observed on CT scans. Diaphragmatic rupture, hemothorax and 1.5 cm cut on the diaphragmatic side of sixth segment of the liver with leakage of blood were stated on the emergent exploration. Right tube thoracostomy, primary repair of the diaphragm and primary repair of laceration area on liver sixth segment were performed. The patient was uneventful in the post-op period. Drains were removed on the sixth day following surgery. Arteriovenous fistula of liver sixth segment with 1 cm diameter and high flow rate was observed on the routin ultrasonography control on the post-op seventh day. Fistula was embolized angiographically, using microcoil. Patient was discharged on the ninth day. Recently, on the 8th month following surgery, the patient is followed-up without complaints. Conclusion: In the stab wounds, if the hemodynamic condition of the patient is suitable, intravenous contrast CT provides valuable primary information for defects which could be difficult to be determined, subsequently. Hepatic artery pseudoaneurysm could lead to hemorrhage and arteriovenous fistula on the late period. For this case, intraparenchimal pseudoaneurysm lacking contrast extravasation was observed on CT scan initially, but no intervention was performed on exploration in order to avoid wide resection. Delayed minimally invasive intervention prohibited parenchimal loss of the liver in the patient with stable hemodynamic parameters. P - 168 KARİNADAN SOL ANA BRONŞA UZANAN YARALANMANIN PRİMER REZEKSİYONLA ANASTOMOZU M Günaydın*, B Tander*, Ş Paksu**, Ü Bıçakcı*, S Hancıoğlu*, F Bernay* *Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi A.D Samsun -Türkiye **Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Yoğun Bakım B.D, Samsun-Türkiye Giriş: Trakeobronşial yaralanmaların onarımında başarı, yaralamanın yerine, yaralanmanın üzerinden geçen zamana ve yaralanmanın derecesine göre değişir. Olgu: İki yaşında erkek araç dışı trafik kazası nedeniyle pnömotoraks ve yoğun ciltaltı amfizem gelişen hastanın rijid bronkoskopisinde, karinadan başlayıp sol ana bronşa uzanan defekt görüldü. Konservatif izlem sonunda defektin spontan iyileştiği görülüp 15. günde taburcu edildi. Olaydan dört hafta sonra kontrole gelen hastanın sol akciğerinde tam atelektazi gelişmişti. Bronkoskopide sol ana bronşun tam oklüze olduğu görüldü. Torakotomide, sol ana bronşun karinaya kadar granülasyon dokusu ile 1 cm. oklüze olduğu saptanarak bu doku eksize edildi ve bronş ile karina arasına primer anastomoz uygulandı. İntraoperatif akciğerin tam ekpanse olduğu görüldü. Postoperatif 3.günde toraks BT’de atelektazi gözlendi. Postoperatif 5.günde tekrar bronkoskopi yapıldı. Granulasyon dokusunun anastomoz hattında darlık oluşturduğu izlenerek Fogarty kateter yardımı ile sol ana bronş ve anastomoz hattı dilate edilerek darlık açıldı. Akciğer ekpanse oldu ve sorunsuz taburcu edildi . Sonuç: Bronş yaralanmalarının takibinde bronşta tam oklüzyon gelişebileceği akıldan çıkarılmamalı, bu durumda üzerinden ne kadar zaman geçtiğine ve yaralanmanın düzeyine bakılmaksızın primer onarım uygulanmalıdır. Onarım yerinde darlık oluştuğunda, bronkoskopi yardımıyla uygun bir balon kateter ile dilate edilmelidir. *** PRIMARY RESECTION WITH ANASTAMOSIS OF TRACHEOBRONCHIAL INJURY EXTENDING FROM THE CARINA TO LEFT BRONCHI M Günaydın*, B Tander*, Ş Paksu**, Ü Bıçakcı*, S Hancıoğlu*, F Bernay* *Ondokuz Mayıs University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Samsun Turkey **Ondokuz Mayıs University, Medical School, Pediatric Intensive Care Unit** Samsun, Türkiye Background: The success in management of tracheobronchial injury depends on injury site, grade of infury and time out of injury. Case Presentation: Two year old male patient was referred to our hospital with pneumothorax and gross subcutaneous emphysema caused by vehicle traffic accident. A lesion starting from the carina extending to left bronchi was detected by rigid bronchoscopy After conservative follow-up of 15 days, the lesion healed spontaneously and patient was discharged. Four weeks after the accident, atelectasis of the left lung was seen on x-ray films at the outpatient clinic. The left main bronchus was seen to be completely obstructed on bronchoscopy. On thoracotomy we found that the left bronchus was occluded with granulation tissue of 1cm length. Granulation tissue was resected, afterwards primary anastamosis was performed between the left brochus and carina. Full expansion of the left lung was seen intraoperatively. Atelectasis in left lung was seen on post op third day. Post op fifth day rigid broncoscopy was performed. Granulation tissue on anastamosis region was obstructing the left bronchus. Dilatation of the anastamosis region with the help of Fogarty catater was applied. Lung was expanded and the patient was discharged. Conclusion: The probability of complete occlusion of the bronchi after bronchial injury should be kept in mind. Primary repair should be put in practice regardless of the grade and time out of injury. In the case of stricture development, balloon dilatation with appropriate catheter should be done. P - 169 Çocuk istismarı Türkiye’nin bir gerçeğidir: Üzücü bir vaka raporu NF Aras, AB Öztürk, C Turan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahi Anabilim Dalı, Kayseri Amaç: İstismara uğrayan bir erkek çocuğu hakkındaki deneyimimizi paylaşmak. Olgu: Dört yaşında bir erkek çocuğu arkadaşı tarafından karnına tekme vurulması hikayesi ve karın ağrısı, kusma şikayetleriyle acil servise başvurdu. Bilgisayarlı tomografi (BT) görüntülemesinde hastanın mesanesi ve rektumunda perforasyon alanları ve batın içinde bol miktarda serbest sıvı izlendi. Bulgular: Litotomi pozisyonunda yapılan ilk değerlendirmede rektumun ön duvarında yaklaşık 2 cm çapında bir perforasyon alanı izlendi. Daha sonra batın eksplore edildiğinde abdominal kavitenin tamamen idrar ile dolu olduğu görüldü. Mesane kubbesinde bir perforasyon alanı izlendi. Mesane eksplore edilerek mesane tabanında rektumdaki perforasyon yerine komşu ikinci delik görüldü. Böylelikle bu yaralanmada hastanın anüsünden sokulan yaklaşık 2 cm çaplı sopa benzeri bir cismin (oklava) mesanenin alt ve üst duvarını katederek batına ulaşması ile bu perforasyonlara neden olduğu anlaşıldı. Operasyonda mevcut bütün perforasyon alanları onarıldıktan sonra Hartmann tipi kolostomi açıldı. Hasta 6 hafta hastanede takip edildi. Bu sırada yapılan soruşturmada hastanın üvey annesi tarafından şiddete maruz kaldığı anlaşıldı. Altı haftanın sonunda kolostomisi kapatıldı. Hasta 1 hafta sonra sağlıklı bir şekilde taburcu edildi. Sonuç: Çocuk istismarı ve ihmali ülkemize hiç de uzak bir konu değildir. Bu tarz travmalarda hastalar ileri görüntüleme yöntemleriyle ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmeli ve çocuk istismarı hep akılda tutulmalıdır. Oral ve arkadaşlarının 2000 yılında sunduğu 50 vakalık çalışmada hastaların %14’ ü ölmüş, %42’ si ise takibe bir daha gelmemiştir. Bu nedenle bu tarz yaralanmaların gerçek sebebini bulmada emniyet güçleri ve sosyal hizmetler müdürlüğüne elimizden gelen yardımı esirgememeliyiz. Zira bu hastalar korunmasız olarak evlerine geri gönderildiğinde bir daha asla kontrole gelemeyebilirler. *** Child buse is a reality in Turkey: A saddening case report NF Aras, AB Öztürk, C Turan Erciyes University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Kayseri/Turkey Objective: To share an experience about a male patient abused. Case: A four-year-old boy was taken to the emergency service with an abdominal pain and vomiting on suspicion of a kick in his abdomen by a friend. After a computerized tomography (CT) imaging we noticed multipl perforations of bladder and rectum and intraabdominal free fluid Results: We take him to the operation room, performed an examination in lithotomy position and realised a perforation (approximately 2 cm diameter) on the anterior wall of the rectum. Then we explored the abdominal cavity and saw the cavity full of urine. There was a perforation on the top of bladder. This just got us to thinking may be an extra perforation on the posterior wall of the bladder beside the perforation in rectum. After the exploration of bladder we found the last hole. So we understood that a tool like a stick with diameter of 2 cm was penetrated from anus to the abdominal cavity through the bladder’s posterior and upper walls. We repaired all perforated tissues and performed Hartmann’s colostomy. He was followed up six weeks in hospital. Meanwhile, it turns out that the real cause of this injuries was stepmom of him. At the and of six weeks, colostomy reversal surgery was done.We followed up extra one week after the last operation. Then he discharged healthfully. Conclusion: Child abuse and neglect is a reality in our country. It must be assessed by advanced imaging prosedures and child abuse must be remembered. Oral et al. reported 50 cases in 2000 and 14% of these patients died, 42% patients were lost to follow-up. So we must help social affairs bureau and police office to find the real causes of such physical injuries. If these patients go home unprotectedly, they could never come to follow up again. P - 170 TRAVMATİK BRONŞ RÜPTÜRÜNDE GECİKTİRİLMİŞ ONARIM: OLGU SUNUMU E Divarcı*, Z Dökümcü*, B Toker*, O Işık**, B Karapınar***, A Erdener*, C Özcan* *Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Kalp Damar Cerrahisi Bilim Dalı ***Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Yoğun Bakım Bilim Dalı Bu çalışmada travmaya bağlı gelişmiş sol ana bronş rüptüründe geciktirilmiş onarım uygulanan bir olgunun sunulması amaçlandı. 4 yaşında erkek hasta, araç dışı trafik kazası sonrası gelişen bilateral hemopnömotoraks nedeniyle başka bir merkezde tüp torakostomi uygulandıktan sonra kliniğimize refere edildi. Hemodinamisi stabil olması nedeniyle acil girişimde bulunulmadı. Toraks BT’de trakea düzeyinde yaralanmaya bağlı sol ana bronşta tam rüptür, sağ ana bronş seviyesinde sınırlı laserasyon saptandı. Sol pulmoner arterde psödoanevrizma gözlendi. İzleminin onuncu günü yapılan bronkoskopide trakea düzeyinden sağ ana bronşa doğru uzanan iyileşmekte olan yaralanma izlendi. Sol ana bronş distali ise tam kapalı olarak saptandı. Pnömotoraksı gerileyen olgunun toraks tüpleri çekildi. İzleminin 40. günü girişimsel radyoloji tarafından sol ana bronş distalinin kateteriazsyonu ve dilatasyonu denendi. Yol bulunamadığı için yapılamadı. Sol ana bronşa geciktirilmiş primer onarım planlandı. İzleminin 80. günü sol torakotomi uygulandı. Operasyonda sol akciğer havalanmamaktadı. Pulmoner arter akciğer dokusundan diseke edilirken kanama gelişti. Kanama kontrolü amaçlı perikard açılarak ana pulmoner arterler ve venler diseke edilip askıya alındı. Sol pulmoner arterdeki anevrizma suture edilerek onarıldı. Sonrasında sol ana bronş proksimali çevre dokulardan ve pulmoner arterden diseke edilerek serbestleştirildi. Bronş distali tam transeke ve parankim içine gömülmüştü. Bronş distali akciğer parankim içinden diseke edilip ortaya kondu. Proksimal kör sonlanan bronş ağzı açılarak distal bronş ile primer sütüre edilerek anastomoze edildi. Anastomoz sonrası sol akciğerin havalandığı gözlendi. Postoperatif erken dönemde sekresyona bağlı kapanan hava yolunun bronkoskopi ile temizlenmesi gerekti. Ameliyat sonrası üçüncü ay izlemine devam edilen olgunun akciğer havalanması ile ilgili sorun gelişmedi. Travma sonrası ana hava yollarında ciddi yaralanmalar gelişebilmektedir. Hemodinamisi stabil hastalarda erken cerrahi girişimden kaçınılmalıdır. Geciktirilmiş onarım ile hava yolu bütünlüğü tam olarak sağlanabilmektedir. *** DELAYED REPAIR IN TRAUMATIC BRONCHIAL RUPTURE: CASE PRESENTATION E Divarcı*, Z Dökümcü*, B Toker*, O Işık**, B Karapınar***, A Erdener*, C Özcan* *Ege University Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ege University Faculty of Medicine, Division of Pediatric Cardiovascular Surgery ***Ege University Faculty of Medicine, Division of Pediatric Intensive Care Unit In this study, we aimed to present a patient treated by delayed repair in traumatic bronchial rupture. 4 years old male patient was injured at a traffic accident and referred to our clinic with bilateral tube thoracostomy due to hemopneumothorax. Patient’s hemodynamic findings were stable and didn’t necessitate urgent surgical treatment. Thorax CT demonstrated left bronchial rupture, right bronchial limited laceration and a pseudoaneurysm at left pulmonary artery. Patient underwent bronchoscopy at 10th day of follow-up. A limited laceration was seen at right bronchus. The distal part of the left bronchus was obstructed and couldn’t be demonstrated. Tube thoracostomies were removed after disappearance of pneumothorax. At 40th follow-up day, balloon dilatation was tried by invasive radiology. However, catheter couldn’t progressed to distal bronchus. Delayed surgical repair of the bronchus was planned. At 80th follow-up day, patient underwent surgery with left thoracotomy. Pulmonary artery was injured during dissection from the lung tissue. Pericardium was opened to control the vessels. Main pulmonary arteries and veins were hanged to prevent another major bleeding. Left pulmonary aneurysm was repaired by primary sutures. Then, the proximal part of the bronchus was freed with dissection from adjacent tissues and pulmonary artery. The distal part of the bronchus had been separated from proximal part and embed to the pulmonary parenchyma. The distal part was emerged from parenchyma with careful dissection. Proximal and distal parts of the bronchus were anastomosed with primary sutures. Left lung was filled with air after the anastomosis. In the early postoperative period bronchoscopy was required to aspirating secretions. At third postoperative month, there isn’t any problem at ventilation of the left lung. Major airway injuries can be occurred at thoracic traumas. Urgent surgical interventions must be avoided in stabile patients. Delayed repair can provide the integrity of airway with minimal morbidity. P - 171 Penetran travmaya sekonder gelişen nekrotizan fasiit için VAC tedavisi KK Cerit*, FND Kocaaslan**, A Kalyoncu*, R Ergün*, D Yalçın**, G Kıyan*, T Dağlı* *Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik Cerrahi Anabilim Dalı Amaç: Nekrotizan fasiit, yüzeyel fasia ve deri altı dokuyu tutan bir yumuşak doku infeksiyonudur. Bu çalışmada, penetran bir perianal travma sonrası gelişen nekrotizan fasiit olgusunun instilayonlu vakum yardımlı yara kapama (VAC) tedavisi sunulmuştur. Olgu: 12 yasında erkek hasta, motorsiklet kazası sonrası perianal bölgede penetran travma nedeniyle acil servisimize başvurdu. Tarafımızdan değerlendirilen hastada sol gluteus lateralinden giren ve anüs komşuluğunda sonlanan penetran yabancı cisim travması mevcuttu. Muayenede perinedeki laserasyonun iskium kemiğine kadar uzandığı ve sol gluteal alana doğru devam ettiği gözlendi. Rektal tuşede anüs ve rektum mukozası intaktı. Sol iskiorektal alandaki laserasyonun uzandığı boşluk eksplore edildi, bu alanda da rektum intakt olduğu izlendi. Eksternal sfinkter yapılar rektal tuşe ve hegar bujisi kontrolünde ve yumuşak dokular orta hatta yaklaştırıldı ve hastaya sigmoid diverjan kolostomi açıldı. Hastanın postoperatif takibinde ciltte nekroz gelişmesi üzerine plastik cerrahiye konsulte edilerek ameliyata alındı. Yara yerinin değerlendirilmesinde sakral bölgede her iki gluteal bölgeye uzanan sol gluteal bölgede daha fazla olmak üzere yaklaşık 20x15cm boyutunda doku defektinin olduğu, cilt-cilt altı dokuların tüm gluteal kas fasyası üzerinden dekole olmuş olduğu ve geniş poşunun olduğu görüldü. Seri yara debridmanı ve instilayonlu vakum yardımlı yara kapama(VAC) tedavisi uygulanmasına karar verildi. Takiplerinde günaşırı olarak VAC pansumanı genel anestezi altında toplamda on defa değiştirildi. Takibinin onaltıncı gününde plastik cerrahi tarafından yeterli granülasyon dokusu oluştuğu, tüm nekrozların temizlendiği ve defektin onarıma hazır hale geldiği görülerek VAC pansumanına son verilip gluteal rotasyon flebi ve deri grefti ile gluteal doku defekti onarımı operasyonu yapıldı. Postoperatif altıncı günde hasta taburcu edildi. Üç ay sonra insizyonlarının tamamen iyileşmesi üzerine kolostomisi de kapatıldı. Sonuç: İnstilayonlu vakum yardımlı yara kapama(VAC) tedavisi, perianal nekrotizan fasiit olgularında kullanılabilecek etkin bir tedavi yöntemidir. *** VAC therapy for necrotising fasciitis seconder to penetran trauma KK Cerit*, FND Kocaaslan**, A Kalyoncu*, R Ergün*, D Yalçın**, G Kıyan*, T Dağlı* *Marmara University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Marmara University School of Medicine, Department of Plastic Surgery Aim: Necrotising fasciitis is a soft tissue infection primarily involving the superficial fascia and subcutaneous tissue. In this study, a necrotising fasciitis case due to penetrating perianal trauma treatment with instillation vacuum assisted wound closure® (VAC) therapy (KCI Licensing, Inc., San Antonio, TX) was presented. Case: 12 years old male patient was refer to our emergency service with perianal penetrating trauma due to motorcycle accident. In psychical examination, a perineal laceration was seen. The laceration was extended from perianal area to left superior gluteal crease. In rectal palpation, anus and rectum mucosa were intact. Patient was taken to operating room. The laceration was explored. External sphincter and soft tissue was approximated under the rectal examination and hegar control. A sigmoid divergant colostomy was performed. In postoperative follow-up patient was consulted to the Plastic Surgery Department owing to skin necrosis development. The was taken to operating room and the necrosis was debrided. In psychical examination both of the gluteal skin flap were elevated over the muscle fascia and there was a huge defect was determined 20x15 cm in diameter over sacral area particularly on left gluteal area. Serial wound debridements and VAC® therapy under general anesthesia was planned on alternative days. Totally VAC® therapy dressing was changed 10 times and on 16th day Plastic Surgeons were decided that the wound was clean and adequate granulation tissue was formed and instillation VAC® therapy was ended. Defect was repaired with gluteal rotation flap and skin graft. On postoperative 16th day the patient was discharged. After 3 months colostomy was closed. Conclusion: Instillation VAC® therapy is an efficient treatment modality that can be used in perianal necrotising fasciitis cases. P - 172 Rektum ve Duodenum Perforasyonu Olgusu S Abidoğlu, M Melikoğlu, S Arabul Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Delici alet yaralanmaları sonrasında birçok organ hasar görebilir. burada yüksekten düşme sonrası delici alet yaralanmasıyla gerçekleşen rektum ve duedonum perforasyonu olan bir olgudan bahsedilmesi amaçlanmıştır. Olgu: 14 yaşında erkek hasta 1 metre yüksekten düşme sonrası sol uyluk medialinden delici alet(kazık) girmesi nedeniyle başvurdu. İlk başvurusunda yapılan değerlendirmede rektum perforasyonu saptandı. Karın ultrasonografisi (USG) yapıldı ve intrabdominal organ yaralanması yoktu. Abdominal tomografide rektal perforasyon saptandı. Hasta ameliyat edildi. Rektumda iki adet perforasyon olduğu tespit edildi. Perforasyonlar primer olarak onarıldı. Kazığın giriş bölgesinden perirektal bölgeye doğru uzanan 1 adet boru dren konuldu. Hastanın ameliyat sonrası izleminde postoperatif 5.gün karın bulgularının kötüleşmesi üzerine laparotomi yapıldı. Duedonumum 3. kısmında birbirinden bağımsız olarak iki adet perforasyon alanı izlendi. Ayrıca aynı alanlar arasında duodenumun serozasında da defekt tespit edildi. Her iki perforasyon ayrı ayrı olarak onarıldı. Ameliyat sonrasında komplikasyon olmadı. Hasta ameliyat sonrası 24. günde taburcu edildi. Hasta herhangi bir yakınması olmadan 2 aydır takip edilmektedir. Sonuç: Transrektal yaralanmalarda intraabdominal organ yaralanma olasılığının akılda bulundurulması gerekmektedir. *** A case of rectum and duedonum perforation S Abidoğlu, M Melikoğlu, S Arabul Akdeniz University School of Medicine Department of Pediatric Surgery, Antalya Aim: Many organs are damaged after penetrating stab wounds injuries. Herein, we aimed to evaluate rectum and dudeonum perforated case because of penetrating stab wound injury after falling down from height. Case: 14 years of age male patient was admitted because of penetrating stab(stake) enterance into the medial side of left thigh after falling down from 1 metre heigh. Ultrasonography (USG) was done, and there wasn’t any intraabdominal organ damage. Abdominal tomography was found rectal perforation. The patient was operated. Peroperatively, there was two perforationf side on the posterior face of rectum. Perforations were suturated primeraly through transrectal way and one drainage tube put into perirectal region from enterance side of stake. Laparatomy was done to the patient at the postoperative fifth day, because of abdominal examination findings of patient were worsened. Two perforations which were independent from each other were found in the third part of duedonum. Furthermore deudonal serosal defects were established between same perforated region. Two perforation zones were repaired primeraly. There wasn’t any complication during follow-up of patient and he was discharged from hospital at patient is under fololw-up for two months witout any complaint. Conclusion:İntraabdominal organ damage probability should be realised in transrectal penetrating stab wounds P - 173 Künt Karaciğer Travmasını Takibinden Safra Kaçağı Gelişen Olgu Sunumu B Erginel*, G Karlı*, FG Soysal*, E Keskin*, K Gök**, C İbiş**, T Salman* *İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD **İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi ABD Travma çocukluk döneminde önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. İzole karaciğer travması olan çocuklarda hemodinamisi stabil olması halinde konservatif izlem standart tedavi yöntemi haline gelmiştir. Ancak bu hastalarda tanısı gecikebilecek olası safra yolu yaralanması, hemobilioma, hepatik arter pseudoanevrizması gibi komplikasyonlar göz önünde tutulmalıdır. Travma sonrası dönemde karın ağrısı, kusma, batın distansiyonu gibi şikayetleri olan çocuklarda safra yolu yaralanması da olabileceği düşünülmelidir. Olgumuz araç dışı trafik kazası sonrası karaciğer yaralanması nedeni ile konservatif takibe alınan 7 yaşında bir erkek çocuktur. Travma sonrası çekilen karın tomografisinde karaciğer 3. Segmentte devaskülarize alan saptanmıştır. Klinik takibinde batın distansiyonu olan hastaya yapılan laparoskopide karaciğer 3. segmentten safra kaçağı olduğu görüldü ve perihepatik alana dren yerleştirildi. Drenden safra gelenin azalmaması üzerine eksplore edildi. Kolesistektomi yapılmasının ardından ve mevcut safra kaçağına ve sistik kanala birer adet kateter yerleştirildi ve dişarı ağızlaştırıldı. İzleminde drenden safra gelimi azaldı ve drenlerin kapatılmasının ardından herhangi bir sorun olmadı. *** Management of a Complicating Blunt Hepatic Trauma in a Child B Erginel*, G Karlı*, FG Soysal*, E Keskin*, K Gök**, C İbiş**, T Salman* *Istanbul University, Istanbul Medical Faculty, Department of Pediatric Surgery **Istanbul University, Istanbul Medical Faculty, Department of General Surgery Trauma is an important cause of morbidity and mortality in pediatric age group. Hepatic injury is conservatively treated unless hemodynamic instability occurs. In conservative follow up late complications such as bile duct injury, bilioma should be kept in mind. In the post traumatic period abdominal pain, vomiting and abdominal distension must alert the the surgeon in terms of bile leakage. Herein, we report a case of 7 years old boy, admitted to our hospital with blunt hepatic trauma after a traffic accident outside the car. He had revascularization in the 3rd hepatic segment in abdominal CT and followed conservatively. In his clinical follow up he underwent laparoscopy for abdominal distension, bile leakage is detected and a subhepatic drain is placed. On his follow up bile leakage continued from the drain. On laparotomy, after cholecystectomy, catheterisation and externalisation of the bile is performed both from the cystic duct and injured bile channel. In the follow up period the drainage from the catheters diminished and he had no problem after the closure of the drains. P - 174 Şanslı bir penetran göğüs travması: izole toraks duvarı bıçak yarası VS Erikci, D Payza, Y Örnek, GB Özdemir, İ Genişol, N Malbora, M Hoşgör Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Göğüse penetran travmalı olgularda hızlı ve uygun tanısal çalışmayı takiben yeterli cerrahi girişimle prognoz iyi olabilmektedir. Sağ hipokondrium, sağ hemitoraksa nafiz kesici-delici alet (mutfak bıçağı) yaralanması ile başvuran bir olgu kliniğimize kabul edilmiştir. Üç yaşındaki kız olgu bulaşık makinesine sivri ve keskin ucu yukarı bakacak şekilde konulan bıçak sebebiyle, mutfakta oynarken sağ hipokondrium bölgesine bıçak yarası almış ve kazaen bıçağın üstüne düşmesiyle bıçağın sağ hemitoraksa penetrasyonu oluşmuştur. Kliniğe kabulü esnasında olguda normovolemik durum ve stabil vital fonsiyonlar mevcuttu. Fizik muayenede sağ hipokondriumda alt toraks duvarında 2 cm çapında penetran göğüs yaralanması saptandı. Göğüs grafisinde hemo-pnömotoraks veya pulmoner parankimal incinme bulguları görülmedi. Yapılan cerrahi eksplorasyonda metal prob yara ağzından içeri sokuldu ve yaklaşık 4 cm. uzunlukta subkutanöz traktüs saptandı. Anılan subkutanöz incinmenin sivri ve keskin ucu yukarı bakan bıçak tarafından meydana getirildiği düşünüldü. İnsizyon kraniale doğru yaklaşık 4 cm uzatılarak yapılan detaylı cerrahi eksplorasyonda şans eseri viseral ve parietal plevranın salim olduğu, pulmoner parankimal incinmenin bulunmadığı, interkostal kasların incindiği saptandı. İnce emilebilir materyelle primer sütürasyon yapılan olguda postoperatif gidişat sorunsuz seyretmiştir. Göğüse penetran travmalı olgularda hızlı ve uygun tanısal çalışmayı takiben yeterli cerrahi girişimle prognoz iyi olabilmektedir. Bu çalışmada penetran göğüs travmalı çocuklarda bıçak yarasının şiddetinin önceden kestirilemeyecek derecede ciddi olabileceği ve uygun cerrahi eksplorasyon yapılmazsa kolaylıkla gözden kaçırılabileceğinin altı çizilmek istenmiştir. *** A fortunate penetrating chest trauma: isolated thoracic wall stab wound VS Erikci, D Payza, Y Örnek, GB Özdemir, İ Genişol, N Malbora, M Hoşgör Dr. Behçet Uz Children's Hospital, Department of Pediatric Surgery Patients with penetrating chest trauma should undergo a rapid and accurate diagnostic workup followed by an adequate surgical management in order to keep their prognosis relatively good. We report a case of a child presenting with stab wound on her right hypocondrium. A 3year-old girl was taken to the emergency department due to penetrating thoracic wall injury. She had suffered an assault with a knife to her right hypocondrium while playing in the kitchen. The knife had been put into the dishwashing machine with the sharp tip looking upwards. By accident the girl had fallen down to the knife and a penetration of the knife to the right hemithorax was observed. On admission, the patient was well in normovolemic state with stable vital function. Physical examination revealed a penetrating wound to the right hypocondrium and lower thoracic wall with a diameter of 2 cm. Chest roentgenogram revealed neither hemo-pneumothorax nor signs of pulmonary parenchymal injury. The patient was transferred to the operating room for wound exploration and appropriate surgical management. A metal probe was inserted into the wound edge and a subcutaneous tract with a measurement of 4-cm was found. It was postulated that the position of the knife with its sharp tip looking upwards made it appear as a subcutaneous traumatic tract. The intercostal muscles were found to be violated and hopefully the visceral and parietal pleura was found to be intact without producing any pulmonary parenchymal injury. Primary suture closure with fine absorbable materials was performed and the postoperative recovery was uneventful. This report highlights the unpredictability of knife injury in children with penetrating thoracic wall trauma. These injuries may easily be missed if surgical exploration of the wound is not performed. P - 175 Künt karaciğer yaralanma olgusunda, vakum yardımlı yara kapatmaya bağlı sağ vena portadan masif kanama ÜN Başaran*, S Ayvaz*, M İnan*, H Gençhellaç**, S Karaca***, M Pul* *Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı ***Edirne Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği 15 yaşında erkek hasta yüksekten düşme sonucu karaciğer yaralanması nedeniyle hastanemize getirildi. İlk olarak başvurduğu merkezde acil ameliyat alınan hastaya kolesistektomi yapılıp, çok sayıda dren konarak üniversitemize ileri bakım ve tedavisi için gönderildi. Geldiğinde drenlerden aktif kanaması mevcuttu. Yoğun bakımda konservatif olarak takip edildi. Kanaması duran hasta servise alındı. Fakat tüm drenlerinden ve insizyonundan masif safra drenajı gelişti. Mevcut orta hat insizyonu açıldı. Açık karına giden hastanın safra kaçağını kontrol altına almak için 90 cm suluk negatif basınç ile vakum yardımlı yara kapatma (VYYK) tekniği uygulanmaya başladı. Fakat uygulamanın 4. günü aniden yaklaşık 600 cc masif kanaması oldu. Hastada hipovolemi gelişti. Vakum kesildi ve kanama durdu. Dört ünite kan ürünü verildi. Çekilen karın BT‘de sağ vena portada erezyon saptandı. Kanamanın buradan olduğuna kanaat getirildi. Ameliyata alındı. Karaciğer lojundan bir miktar kanama oldu ise de aktif kanama odağı görmek için disseksiyon yapılmadı. Karaciğer loju spongostan ve surgicel ile desteklendi. Fakat karın içinde saptanan bol miktardaki safra ve debrisler temizlendi. VYYK uygulamasının safra kaçağını iyi drene etmesi sebebi ile tekrardan VYYK yapıldı. Negatif basınç daha evvel yapıldığı gibi karaciğerin hemen üzerindeki karın duvarından değil de insizyonun en alt kısmından uygulandı ve basınç -60 cm su’ya düşürüldü. Hastaya yaklaşık 2 ay boyunca 4-5 günde bir değiştirilecek şekilde VYYK tekniği uygulandı. Hastaya yattığı sürece 33 ünite kan ürünü kullanıldı ve insizyonel hernili olarak taburcu edildi. Literatürde az sayıda VYYK tekniğine bağlı masif kanama komplikasyonu bildirilmiştir. Bunlar genellikle major bir damar veya kalpten kaynaklanan kanamalardır. Olgumuzda bazı basit önlemler ile VYYK tekniğine devam edilmiş, kanama komplikasyonu tekrarlamamıştır. VYYK komplike karın duvarı yaralarının pansumanında etkili bir tedavi metodudur. Fakat ağır karın içi yaralanması olan olgularda VYYK tedavisinin masif bir kanamaya sebep olabileceği de akıldan çıkarılmamalıdır. *** Vacuum-assisted closure complicated by hemorrhage of the right vena porta; a case report in a blunt liver injury ÜN Başaran*, S Ayvaz*, M İnan*, H Gençhellaç**, S Karaca***, M Pul* *Trakya University, Faculty of Medicine, Depertment of Pediatric Surgery **Trakya University, Faculty of Medicine, Department of Radiology ***Edirne State Hospital, Department of Pediatric Surgery 15-year-old boy was admitted to our hospital due to liver injury as a result of a fall from height. He was received by the state hospital and underwent an emergency surgery. Cholecystectomy was done and drains were applicated. He was sent to our hospital for intensive care and treatment. Active bleeding was present in the drain when he comes. He was followed conservatively. However, massive bile drainage started from all drains and incision. This situation caused the midline incision detachment. Open abdomen was improved. In order to take control of the bile leakage, vacuum-assisted wound closure technique (VAC) with -90 cm of water pressure was started. There was about 600cc of massive bleeding on the 4th day of the application. Following the termination of the vacuum. The bleeding stopped. There were fluid collection in the abdomen shot in the abdomen CT scan. It was detected erosion in right portal vein. The bleeding was believed to be here. At the operation, amount of bleeding from the liver area was observed but a dissection was not performed to view the active bleeding point. But it was found bloody bilious fluid and debris. Those were cleared. Since VAC drained the bile leakage very well, it was started again. A pressure of -60 cm of water was implemented through the bottom section of the incision to prevent any further massive bleeding as seen before. VAC dressing was changed every 4-5 days for two mounts. Few massive bleeding complications have been reported in the literature due to VAC techniques. These were usually caused by a major vessels or the heart. In our case, we were able to continue to use the VAC technique with simple precautions without having further bleeding. In patients with severe intra-abdominal injuries, VAC technique might cause bleeding. P - 176 Böbrekte mermi: Alışılmadık bir olgu ve tedavi yaklaşımı S Büyükbeşe Sarsu*, E Çabalar** *Gaziantep Çocuk Hastanesi **Gaziantep Ersin Arslan Devlet Hastanesi Ateşli silah yaralanmasının (ASY), diğer penetran travmalara göre yüksek enerjili olmasından dolayı komplikasyonları daha fazladır. Önceleri bu olgularda acil cerrahi girişim yapılırken, günümüzde çoğu zaman nonoperatif yaklaşım tercih edilmektedir. Ancak ASY sonrasında mermi bırakılan olgularda serum kurşun düzeyindeki yükselmenin 2 gün ile 52 yıl arasında gelişebileceği de bildirilmiştir. Onbir yaşındaki erkek hasta, polikliniğe 4 yıl önce geçirdiği ASY sonrası rutin kontrol amacıyla kabul edildi. Travma sonrası kabulde ilk yapılan abdominal bilgisayarlı tomografisinde (BT) karaciğer sağ lob posteriorunda 17x10 mm intraparankimal hematom (Evre I), sağ böbrek üst pol anterolateralinde 21x10 mm intraparankimal ve subkapsüler hematom (Evre III) ve üst pol posteromedialde kortekse gömülü mermi tespit edilerek konservatif tedavi ile komplikasyonsuz taburcu edilmişti. Fizik muyenede posterolateral göğüs duvarında 9. interkostal aralıkta mermi giriş deliği mevcuttu. Hastanın rutin laboratuar bulguları ve serum kurşun düzeyi normal sınırlardaydı. Direk grafide sağ böbrek lojunda mermi izlendi. Abdomen BT'de sağ böbrekteki mermi lokalizasyonunda değişiklik saptanmadı. ASY nedeniyle ciddi renal yaralanması olan hemodinamisi stabil ve peritonit bulguları bulunmayan hastalar, abdominopelvik BT inceleme ve tekrarlanan fizik muayenelerle güvenli ve etkili bir şekilde nonoperatif tedavi edilebilirler. Uzun süre izlemde olan hastaların kan kurşun düzeyinin yükselebileceği akılda bulundurulmalı, düzenli poliklinik izlemleri ihmal edilmemelidir. *** A bullet in the kidney: An unexpected case, and treatment approach S Büyükbeşe Sarsu*, E Çabalar** *Gaziantep Children's Hospital **Gaziantep Ersin Arslan State Hospital Complications of firearm injuries (FAI) are more numerous because of they are high-energy traumas when compared with other penetrating traumas. Previously emergency surgery was performed in these cases , nowadays nonoperative approach is preferred. However, increase in serum lead levels has been reported to develop 2 days, and 52 years after the incident in cases who had a bullet left in their bodies after FAI A 11-year-old male patient was admitted to the polyclinics 4 years after a FAI incident for the purpose of routine control. At his admission after the first traumatic incident, on abdominal computed tomograms (CT) an intraparenchymal hematoma measuring 17 x10 mm (Stage1) on the posterior aspect of the right lobe, intraparenchymal hematoma measuring 21 x 10 mm, and subcapsular hematoma (Stage III) on the anterolateral aspect of the upper pole of the right kidney, and , and a bullet embedded in the cortex of the posteromedial aspect of the upper pole of the same kidney were detected. He was treated conservatively, and discharged without any complication. On physical examination entry site of the bullet was detected on the 9. intercostal space on the posterolateral aspect of the chest wall. Serum lead levels were within normal limits On plain radiograms a bullet was observed in the loge of the right kidney. On abdominal CT, any change in the location of the bullet previously found in right kidney was not detected In patients with stable hemodynamic status without symptoms of peritonitis whose kidneys were severely exposed to firearm injury can be safely, and effectively managed with nonoperative treatment modalities under the guidance of abdominopelvic CT, and recurrent physical examinations. It should not be forgotten that blood lead levels can be elevated in patients under long-term follow-up, and regular polyclinic control check-ups should not be omitted. P - 177 Trafik kazası sonrası izole jejunum perforasyonu MA Akay, MN Muti, GE Yıldız Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD Trafik kazası sonrası izole jejunum perforasyonu Giriş: Künt abdominal travmanın neden olduğu izole jejunal perforasyon nadirdir ve çoğu kez motorlu taşıt kazalarından sonra görülür. Bildiride araç dışı trafik kazası (ADTK) sonrası izole jejunal perforasyon olgusu sunuldu. Olgu: Oniki yaşında erkek hasta ADTK sonrası hastanemize getirildi. Fizik muayenesinde batın hassasiyeti ve minimal distansiyonu vardı. Hasta kliniğimize yatırıldı. Grafilerinde serbest hava görüntüsü yoktu. Kontrastlı batın BT çekilen hastada serbest intraperitoneal hava bulunduğunu görüldü. Tanısal laparotomide , treitz ligamanının 30 cm distalinde yer alan 2x1 cm boyutlu jejunal perforasyon belirlendi. Rezeksiyon anastomoz yapıldı. Post op 5. Günde beslendi. Tolere eden hasta post op 12. günde taburcu edildi. Klinik kuşku ve zamanında gerçekleştirilen eksplorasyonla başarılı bir sonuç elde edildi. Sonuç: Künt abdominal travma sonrası nadir de olsa, izole intestinal perforasyonların gelişebileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Künt, jejunum; perforasyon; travma. *** Isolated jejunal perforation after a traffic accident MA Akay, MN Muti, GE Yıldız Medical Faculty Of Kocaeli University, Department of Pediatric Surgery Isolated jejunal perforation after a traffic accident İntroduction: İsolated blunt abdominal trauma caused by jejunal perforation is rare and most often seen after motor vehicle accidents. After non-vehicle traffic accident was presented to isolated cases of jejunal perforation. Case: Twelve-year-old male patient was admitted to our hospital after car crash. There was minimal abdominal distention and tenderness on physical examination. The patient was admitted to our clinic. There was no free air image in the X-ray. Contrast-enhanced abdominal CT showed that the patients taken free intraperitoneal air. The exploratory laparotomy, 1 piece, 30 cm distal to the ligament of Treitz, 2x1 cm in size were determined, jejunal perforation. Resection anastomosis was made. Post op 5. day were fed. Patients who tolerate and was discharged post op 12. day. Conducted a successful outcome with clinical suspicion and timely exploration was obtained. Conclusion: Although rare, blunt abdominal trauma, intestinal perforation should be kept in mind that the arrival of isolation. Contrast-enhanced abdomen CT should be avoided. Keywords: blunt, jejunum; perforation; trauma. P - 178 Doğumsal bilateral şilotoraksda octreotid kullanımı L Elemen*, G Günbey Elemen**, E Gönüllü**, E Ersoy** *Özel Ataşehir Memorial Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü **Özel Ataşehir Memorial Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi Amaç: Doğumsal bilateral şilotorakslı bir yenidoğan olgusunun irdelenmesi. Olgu: 32. Gestasyon haftasındaki erkek fetusun prenatal ultrasonografisinde polihidroamnios, çift taraflı plevral efüzyon ve kalp kontraktilitesinde azalma saptandı. Hasta kardiak nedenli hidrops öntanısıyla acil s/c ile doğurtuldu. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne alınan hastaya öncelikle nasal CPAP tedavisi uygulandı. Postnatal 18. saatte solunum sıkıntısı artan hasta entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlandı ve sürfaktan tedavisi uygulandı. Akciğer grafisinde ve toraks ultrasonografisinde bilateral plörezi saptandı. Ekokardiografide sol ventrikülün ve aort çapının normalden küçük olduğu görülerek sildenafil sitrat ve dopamin başlandı. Tedavinin beşinci gününde plörezinin azalmaması üzerine torasentez yapıldı. Sıvının şilotoraks ile uyumlu gelmesi üzerine kardiak nedenler dışlanarak vazodilatatör ve inotrop tedavi sonlandırıldı. Enteral beslenme kesilerek TPN başlandı. Plörezinin devam etmesi üzerine postnatal 10. gün intravenöz octreotid başlandı (3 mcg/kg/saat). İki gün bilateral torasentez yapılarak takip edilen hastanın boşaltılan sıvı miktarının 60 cc/kg/gün olması nedeniyle bilateral toraks tüpü takıldı. Octreotid günlük 1mcg/kg/saat artışlarla 10 mcg/kg/saat maksimal dozuna çıkılarak 7 gün bu dozda tutuldu. Destek amaçlı IVIG ve albumin tedavisi uygulandı. Hasta yatışının 21. gününde ekstübe edildi. Octreotid tedavisinin 14. gününde toraks drenajı azalmaya başladı ve tedavinin 16. gününde (tüp torakostominin 14. günü, yatışının 26. günü) tamamen kesildi. Toraks tüpleri klampe edilerek çekildi. Octreotid azaltılarak 1 haftada kesildi. Orta zincirli trigliserid içeren formül mamayla beslenmeye başlanan hasta kademeli olarak anne sütüyle beslenmeye geçirildi. Hasta yatışının 45. günü anne sütüyle tam oral beslenerek taburcu edildi ve 9 aydır sorunsuz olarak takip edilmektedir. Tartışma: Doğumsal şilotoraks nadir bir anomalidir (1/15000). Ciddi solunum, beslenme problemlerinin yanında yüksek mortalite oranına sahiptir. Nadiren bilateral görülebilmektedir. Konservatif tedaviyle (orta zincirli trigliseridlerle beslenme, torasentez) 2 haftada gerilemeyen olgularda cerrahi (ductus torasikusun bağlanması, plöredesis) önerilmektedir. Sentetik somatostatin anoloğu olan octreotid, bağırsaktan sekresyon ve emilimi engelleyerek şilomikron oluşumunu, duktus torasikustaki lenf akımını ve kaçağı azalmaktadır. Octreotid doğumsal bilateral şilotoraksta cerrahiye alternatif bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. *** The use of octreotide in congenital bilateral chylothorax L Elemen*, G Günbey Elemen**, E Gönüllü**, E Ersoy** *Ataşehir Memorial Hospital Department of Pediatric Sugery **Ataşehir Memorial Hospital Department of Pediatrics Neonatal Intensive Care Unit Aim: To report a newborn with congenital bilateral chylothorax. Patient: Prenatal ultrasonography revealed polyhydroamnios, bilateral pleural effusion (BPE) and reduced cardiac contractility in a 32 gestation weeks-old male fetus. An emergent s/c sectio was performed with the presumptive diagnosis of fetal hydrops. The baby was taken to NICU and nasal CPAP was started. On the 18th hour, the patient was intubated and surfactant therapy was performed. Thoracic ultrasonography and chest x-ray showed BPE. Left ventricular and aortic diameters were decreased in echocardiography. Sildenafil citrate and dopamin were started. On the 5th day, thoracentesis was performed, that the fluid was consistent with chylothorax. The cardiac causes were excluded, cardiac therapy was terminated and TPN was started. On the 10th day, intravenous octreotide was started (3mcg/kg/day). For the following 2 days bilateral thoracentesis was employed. Daily 60 cc/kg fluid volume dictated insertion of bilateral thorax tubes. Octreotide was increased with 1mcg/kg of daily doses to the maximum of 10mcg/kg/day and continued 7 days. Intravenous gamma-globulin and albumin were given. On the 21st day, the patient was extubated. On the 14th day of octreotide therapy, pleural fluid began to decrease and on the 16th day (14 days after thorax tubes, 26th post-natal day) ceased permanently. Enteral feedings with lowmedium-chain-triglyceride (LMCT) formula was transferred to breast milk. The patient was discharged on the 45th day and doing well without complications for 9 months. Discussion: Congenital chylothorax is a rare anomaly (1/15000). It may more rarely present as bilaterally and cause severe problems with high mortality. Surgical therapy (thoracic duct ligation, pleurodesis) is advocated in cases refractory to medical treatment (LMCT, thoracenthesis) for 2-weeks. Octreotide is a synthetic somatostatin anolog which reduces chylomicron synthesis and lymph leakage by preventing intestinal secretion and absorption. Octreotide may be an alternative to surgery in congenital bilateral chylothorax. P - 179 AZ GÖRÜLEN BİR OLGU: YENİDOĞAN APANDİSİTİ EB Çığşar, Ü Bakal, M Saraç Fırat Üniversitesi Çocuk Cerrahisi AD GİRİŞ : Çocukluk çağının en sık akut karın nedenlerinden biri olan apandisit yenidoğan yaş grubunda oldukça seyrek görülür. Fizik muayene ve labaratuar bulgularının nonspesifik olması tanı koymayı güçleştirir. Neonatal apandisit özellikle prematür bebeklerde yüksek mortaliteyle seyreder.OLGU SUNUMU: 18 yaşındaki preeklamptik annenin ilk gebeliğinden C/S doğan 31 (+5) haftalık 1490 gram prematüre erkek hasta solunum yetmezliği ve prematürite nedeniyle YYBÜ’nde takip edilmekteyken yatışının 18. Gününde son 24 saate artarak devam eden batın distansiyonu, oral toleransta bozulma ve safralı rezidülerinin olması nedeniyle konsülte edildi. Batın muayenesinde batında distansiyon ve hassasyeti mevcuttu, rektal muayenesinde özellik yoktu. Labaratuar sonuçlarında WBC: 9300 /mm3,PMN: %41.1, HMG: 11.2 g/dL, HTC: %34.9, PLT: 590000/ mm3, T. Bilirubun:4.9 mg/dL, D.Blirubin: 0.5 mg/dL, CRP:88 mg/L olarak tesbit edildi. ADBG'de diafragma altında serbest hava olan hastaya intestinal perforasyon ön tanısıyla laparatomi yapıldı. Eksplorasyonda retroçekal yerleşimli perfore apandisit ve batın içi seropürülan mayi mevcuttu. Apandektomi yapıldı batın içi yıkanıp, dren yerleştirildi. Postoperatif takipleri sorunsuz seyreden hastanın histopatoloji raporu perfore apandisit ve peritonit ile uyumlu olarak değerlendirildi. SONUÇ: Yenidoğan döneminde apandisit oldukça az görülmekle beraber nonspesifik akut karın semptomları gösteren bebeklerde ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Çoğunlukla yüksek mortalite ile seyreden hastalar erken cerrahi müdahale ile sorunsuz olarak iyileşebilir. *** A RARE DIAGNOSIS: NEWBORN APPENDICITS EB Çığşar, Ü Bakal, M Saraç University of Firat Department of Paediatric Surgery INTRODUCTION : Appendicitis is a common paediatric surgical procedure but in the neonatal period it is extremely rare. Its low incidence together with non-specific clinical symptoms often leads to delayed diagnosis thus increased rates of peritonitis and mortalityCASE REPORT: We report a premature male newborn of a 18 years old preeclamptic mother with gestational age of 31(+5) weeks, birth-weight 1490g, who underwent laparotomy due to perforation. The baby was admitted to NICU after birth with transitory respiratory failure and prematurity, At day 18 after birth he was consulted with pediatric surgery due to progressing distension of the abdomen, oral intolerance and billous vomitting. Abdominal radiography showed free air underdiaphragm.The baby was transferred to the surgery with the initial diagnosis of NEC with perforation. Surgery revealed perforated appendicitis with peritonitis without signs of NEC. Appendectomy and sanitation of the abdominal cavity were carried out. The histological result confirmed gangrenous perforative appendicitis and purulent necrotic peritonitis. The postoperative course was unremarkable. The boy was home 11 days later. CONCLUSION: Despite of the low incidence of neonatal appendicitis, it should be taken into consideration if unclear abdominal symptoms occur in the neonatal period. Early surgical intervention contribute to reduction of potential complications. P - 180 Mowat-Wilson Sendromu E Abay*, A Sayan*, M Mert*, T Özdemir*, MO Öztan*, C Bilir*, A Özgüzer**, G Köylüoğlu* *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuvarı AMAÇ: Mowat-Wilson Sendromu, günümüze kadar 250 değişik özelliklerde olgular yayınlanmış çoklu bir doğumsal anomalidir. Yenidoğan döneminden başlayarak izlenen olgumuz sendromun özelliklerini anlatmak amacı ile sunulmuştur. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz yenidoğan ünitesinden Hirschsprung hastalığı ön tanısı ile kliniğimize nakil edilen hastanın tüm klinik özellikleri incelenmiş ve anomalilerin sağaltımı için ameliyatlar planlanmıştır. BULGULAR: Öyküsünde, annenin hamilelik döneminin 5. Haftasına kadar X grubu ilaç kullanımı olduğu ve polihidramnioz bulunduğu öğrenilmiştir. Karında distansiyon bulunan hasta ameliyata alınmış ve ameliyatta Hirschsprung hastalığı saptanarak sigmoid kolostomi yapılmıştır. Hastada tipik yüz görünümü (yüksek alın çizgisi, çıkıntılı alın, derin yerleşimli ve geniş gözbebekleri, hipertelorizm, semer burun, geniş kaşlar, kulak anomalileri, açık ağız, çıkıntılı ve üçgen şeklinde çene, M şeklinde üst dudak, belirgin columella, geniş ense), ürogenital anomaliler (hipospadias, gömülü ve torsiyone penis, VUR), göz bozuklukları, doğumsal kalp anomalileri (ASD, PDA), corpus callosum anomalisi, epilepsi, entelektüel bozukluk (gelişme ve zeka geriliği, konuşma bozukluğu), eklem bozuklukları ve Hirschsprung hastalığı ile Mowat-Wilson Sendromu düşünülmüştür. Genetik incelemeler ile tanısı kesinleşen hastanın Hirschsprung hastalığı ve kalp anomalilerine yönelik ameliyatları tamamlanmıştır. Diğer girişimleri için hastamızın izlemi devam etmektedir. SONUÇ: Mowat-Wilson Sendromunun bir parçasının da Hirschsprung hastalığı olması yönünden önemlidir. Tipik yüz görünümü ile dikkat çeken böyle bir hastada Hirschsprung hastalığının bulunacağı düşünülerek acil girişimler planlanmalıdır. Genetik tanı kesinleştiği zaman sendromun diğer özellikleri de aranmalıdır. *** Mowat-Wilson Syndrome E Abay*, A Sayan*, M Mert*, T Özdemir*, MO Öztan*, C Bilir*, A Özgüzer**, G Köylüoğlu* *Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic **Tepecik Research and Training Hospital, Patology Laboratory AIM: Mowat-Wilson Syndrome is multiple congenital anomaly which 250 different cases published until now. We wanted to present the features of this syndrome by our case, which is followed from the newborn period. MATERIAL AND METHODS: The patient was transported from the newborn clinic with the prediagnosis of Hirschsprung’s disease (HD). All clinical features were examined and operation was planned. FINDINGS: The history of X group medication and polyhydramniosis was attained from the mother. The patient was operated for abdominal distension and Hirschsprung’s disease and sigmoid colostomy was performed. Mowat-Wilson syndrome was suspected in the patient due to typical facial appearance (high forehead lines, prominent forehead, deep-seated and large eyeballs, hypertelorism, saddle nose, wide eyebrows, ear anomalies, open mouth, protruding and triangular chin, M-shaped upper lip, prominent columella, wide neck), urogenital anomalies (hypospadias, embedded and torsion of the penis, VUR), eye disorders, congenital heart defects (ASD, PDA), the corpus callosum abnormalities, epilepsy, intellectual impairment (growth and mental retardation, speech impairment and Hirschsprung's disease. The diagnosis was confirmed by genetic studies and surgeries for Hirschsprung's disease and cardiac abnormalities has been completed. He is under follow up for other interventions. RESULT: Mowat-Wilson syndrome which has a Hirschsprung's disease component, .is an important entity. Urgent intervention should be planned for HD in a patient with typical facial features. Other features of the syndrome should be sought when the final genetic diagnosis is made. P - 181 Yenidoğanda spontan pnömotoraks: Üç olgunun değerlendirilmesi L Elemen*, G Günbey Elemen**, M Başkan***, E Dağdeviren***, İ Kılıç*** *Özel Ataşehir Memorial Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü **Özel Ataşehir Memorial Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi ***Özel Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü, Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi Amaç: Üç term yenidoğanda görülen spontan pnömotoraks olgusunun değerlendirilmesi. Hastalar: Hastaların üçü de erkek bebeklerdi. Ortalama doğum haftaları 38 2/7 idi (36 4/7 – 39 4/7). Ortalama doğum ağırlıkları 3050 gr (3200-2900 gr) idi. Hastaların hepsi anne yanında izlenirken ağlama sonrası solunum sıkıntısının gelişmesi nedeni ile Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne alınmıştı. Çekilen akciğer grafilerinde 2 hastada sağ, 1 hastada sol pnömotoraks saptanarak toraks tüpü takılmıştı. İki hasta eş zamanlı entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlanmıştı. Bir hastaya TTN düşünülerek nazal CPAP tedavisi başlanmış ancak 2. gün entübe edilerek mekanik ventilatöre bağlanmıştı. Hastaların YDYBÜ’ ne giriş saatleri 33 (548 saat) idi. Pnömotoraks saptanması ise 34 saatte (6-48 saat) olmuştu. Hiçbir hastanın ekokardiografi ve renal ultrasonografinde patoloji saptanmadı. Hastalar toraks tüpü takıldıktan ortalama 48 saat sonra ekstübe edildiler ve toraks tüpleri ortalama 6 günde (5-8 gün) çekildi. Hastalar ortalama 7,6 günde ( 7-9 gün) YDYBÜ’ den anne yanına çıkartıldılar ve 9 günde (7-10 gün) taburcu edildiler. Ortalama takip süresi 517 (30-1460 gün) gündür ve hiçbir hastada sorun bulunmamaktadır. Tartışma: Term yenidoğanlarda spontan pnömotoraks nadir görülmektedir (% 0,05-1). Altta yatan kardiak ve renal anomaliler spontan pnömotoraks oluşumuna zemin hazırlayabilmektedir. Altta yatan anomalisi olmayan sağlıklı bebeklerde beslenme veya ağlama sonrası ani başlayan solunum sıkıntısı, takipne ve siyanoz durumunda spontan pnömotoraks hatırlanmalı ve akciğer grafisi çekilmelidir. İlk tedavi nazal oksijen ile izlem olabilir ancak masif pnömotoraksda tüp torakostomi, endotrekael entübasyon ve mekanik ventilasyona sıklıkla ihtiyaç duyulabilir. Altta yatabilecek anomalileri dışlamak için ekokardiografi ve renal ultrasonografi yapılmalıdır. Anomalisi olmayan bebeklerde tüp torakostomi yüz güldürücüdür ve mortalite düşüktür. *** Spontaneous pneumothorax in new-borns: Report of three cases L Elemen*, G Günbey Elemen**, M Başkan***, E Dağdeviren***, İ Kılıç*** *Ataşehir Memorial Hospital Department of Pediatric Sugery **Ataşehir Memorial Hospital Department of Pediatrics Neonatal Intensive Care Unit ***Kadıköy Şifa Ataşehir Hospital Department of Pediatrics, Neonatal Intensive Care Unit Aim: To report 3 spontaneous pneumothorax cases in term newborns. Patients: All of the patiensts were male babies with a mean gestation age of 38 2/7 weeks (36 4/7 – 39 4/7 weeks) and mean birth-weigth of 3050 gr (2900-3200 gr). While all the babies were room in, they were taken to NICU due to sudden onset of respiratory distress. Chest xrays revealed rigth pneumothorax in two patients and left in one, thus thorax tubes were inserted. Two patients were endotrecheally intubated and mechanically ventilated while 1 patient initially recieved nasal CPAP for one day and was intubated the following day. The mean time for NICU admittance was 33 hours (5-48 hours) and diagnosis of pneumothoraces were 34 (6-48 hours). Echocardiography and renal ultrasonography detected no anomalies in none of the patients. All the patients were extubated with a mean of 48 hours following thorax tube insertion and thorax tubes were removed at the 6 days (5-8 days). The patients were discharged from NICU at the 7.6 days (7-9 days) and discharged from hospital at 9 days (7-9 days). All the patients are doing well with a mean follow-up of 517 days (30-1460 days). Discussion: Spontaneos pneumothorax is rare in the term newborns (0.05-1 %.). Underlying cardiac or renal anomalies may predispose the situation. Sudden onset of dyspnea, tachipnea or cyanosis in an otherwise healthy infant should remind spontaneous pneumothorax which dictates the chest x-ray. The first line therap may be observation with nasal oxygen but endotrecheal intubation and thorax tubes are frequently necessary to resolve the massive pneumothorax. Underlying cardiac and renal anomalies should be ruled out with echocardiography and renal ultrasonography. Mortality is low and tube thoracoctomy is life saving in babies without underlying anomalies. P - 182 Doğumsal Rabdomyomatöz Mezenkimal Hamartom C Bilir*, A Sayan*, E Abay*, T Özdemir*, M Mert*, G Diniz**, G Köylüoğlu* *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Laboratuvarı AMAÇ: Rabdomyomatöz Mezenkimal Hamartom, günümüze kadar 30 kadar olgu yayınlanmış deri kökenli doğumsal bir lezyondur. Genellikle yüz ve boyun yerleşimlidir. Hastamız, anüsteki lezyonun yayınlanmamış bir yerleşim yeri olması nedeniyle sunulmuştur. GEREÇ VE YÖNTEM: Polikliniğimize anüs kenarında kitle yakınması ile getirilen 38 günlük kız olgu ileri inceleme ve sağaltım için yatırılmıştır. BULGULAR: Hastamızda, anüs kenarında, deriden köken alan, iki lob şeklinde, ağrısız, polipoid kitle saptanmıştır. İleri incelemelerde ek anomali görülmeyen hasta ameliyata alınarak kitle total olarak çıkarılmıştır. Histopatolojik incelemesi “rabdomyomatöz mezenkimal hamartom” olarak bildirilmiştir. İlk olarak 1986’da bildirilen lezyon genellikle yüz ve boyun yerleşimlidir. En sık burun, çene, periorbital ve periauricular bölgede görülür. Erişkinlerde birkaç olgu bildirilmiştir. Etiyolojisi bilinmemektedir. Embriyogenezis sırasında mezodermal dokunun göç anomalisinden oluştuğu düşünülür. Bazı olgularda ek olarak bazı genetik anomaliler bildirilmiştir. Genetik olarak X genine bağlı olduğu düşünülür. Bu nedenle erkeklerde daha fazladır. Ancak birkaç kız olgu da bildirilmiştir. Kesin tanı histopatolojiktir. Total eksizyon sağaltım için yeterlidir. Hastamız yayınlardaki yerleşim yerinin dışında anüs yerleşimli olması ve etiyolojik teorilerin tersine kız olması ile ilginçtir. Olgumuz bir yıldır izlemimizdedir ve yineleme görülmemiştir. SONUÇ: Yayınlarda çok az bildirilen bir lezyon olan “rabdomyomatöz mezenkimal hamartom” olgumuzda olduğu gibi anüs yerleşimli de olabilir. Polip görüntüsü vermesi nedeniyle tanı histopatolojik olarak kesinleştirilmeli ve ek genetik anomaliler mutlaka araştırılmalıdır. *** Congenital Rhabdomyomatous Mesenchymal Hamartoma C Bilir*, A Sayan*, E Abay*, T Özdemir*, M Mert*, G Diniz**, G Köylüoğlu* *Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic **Tepecik Research and Training Hospital, Patology Laboratory AIM: Rhabdomyomatous Mesenchymal Hamartoma is a congenital lesion originating from skin, which about 30 cases are published until today. They are usually located in the face and neck. We present a patient with an unusual location, anus. MATERIAL AND METHODS: A 38-day-old female patient was brought to our polyclinic with the complaint of a mass on the edge of the anus, was hospitalized for further examination and treatment. FINDINGS: A non-painful bilobular polypoid skin mass was observed during the examination. No additional pathologies were detected and total mass excision was done. The histopathological examination revealed rhabdomyomatous mesenchymal hamartoma. The lesion is mostly seen in face or neck and the first case was reported in 1986. It is mostly encountered in nose, chin, periorbital and periauricular areas. A few cases were reported in adults. There is male dominance. The exact etiology is unknown. It is postulated that it is the result of abnormal mesodermal migration. The exact diagnosis is achieved with histopathological examination of the lesion. Total excision is curative. Our case is interesting because of its location and gender. She is under follow up without recurrence. RESULT: Rhabdomyomatous Mesenchymal Hamartoma is a rare congenital lesion which may also be seen at the anal region. Because of its polypoid appearance the exact histopathological diagnosis should be obtained and additional genetic work up should be done. P - 183 YENİDOĞANDA ASEMPTOMATİK KOMPLİKE MEZENTERİK KİST: LAPAROSKOPİK EKSİZYON MN Cevizci*, H Cevizci**, AA Köseoğulları Bulut*, F Karakoç***, Z Çollak***, H Kahvaci**** *Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Kliniği ***Erzum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği ****Erzum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Yenidoğan Kliniği Giriş: Mezenter kistleri mezenterde yerleşen, belirgin bir endotelyal veya mezotelyal hücre örtüsü bulunan bening karekterli nadir intra abdominal kitlelerdendir. Daha çok ince barsak mezosundan köken almasına rağmen duodenumdan rektuma kadar herhangi bir lokalizasyonda da ortaya çıkabilir. Yenidoğan döneminde genellikle batında ele gelen kitle ve obstrüksiyona bağlı kusma ilk semptomdur. En sık over kisti, omentum kisti ve barsak duplikasyonu ile karıştırılır. Radyolojik olarak kesin ayırıcı tanıyı yapmak her zaman mümkün olmayabilir. Laparoskopik girişimin ayırıcı tanı ve tedavideki önemi gittikçe artmaktadır. Olgu: İntra uterin batın içi kistik kitle tanılı term 3300 gr NSVY doğan kız bebek intra abdominal kistik kitle nedeniyle yatırıldı. Minimal batın distansiyonu dışında fizik muayenede özellik yoktu. AFP, B- HCG ve diğer kan değerleri normal sınırlarda izlendi. Batın USG ve MR de sağ adneksiyel lojdan karaciğer inferiyoruna uzanan yaklaşık 48*30*50 mm içinde seviyelenme veren kanlanmayan kalın duvarlı over kaynaklı kistik oluşum olarak rapor edildi. Over kisti, mezenter kisti ve omentum kisti ön tanıları ile laparoskopiye karar verildi. Göbek, sağ üst kadran ve sol alt kadrandan 5mm üç adet port yerleştirildi, basınç maksimum 8 mmHg olacak şekilde karbondioksit verildi. Sigmoid kolon mezosundan kaynaklanan mezoya ince bir pedikül ile bağlı kalın duvarlı yaklaşık 50*40*35mm lik kistik kitle görüldü. Kamera eşliğinde dışarıdan yönlendirilen enjektör ile kitleden yaklaşık 40cc yoğun hemorajik sıvı aspire edildi. Kanca koter yardımı ile kistin pedikülü kesilerek tamamen serbestleştirildi sağ alt kadranda 2cm lik insizyonla kist dışarı alındı. PO 1. gün oral başlandı 3. gün sorunsuz taburcu edildi Sonuç: Yenidoğan döneminde radyolojik olarak ayırıcı tanısı yapılamayan özellikle komplike olan kistik kitlelerin tanı ve tedavisinde laparoskopi uygun şartlarda önerilebilen bir seçenektir. *** ASYMPTOMATIC COMPLICATED MESENTERIC CYST IN A NEWBORN: LAPAROSCOPIC EXCISION MN Cevizci*, H Cevizci**, AA Köseoğulları Bulut*, F Karakoç***, Z Çollak***, H Kahvaci**** *Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Pediatric Surgery **University of Atatürk, Faculty of Medicine, Dept. Of Family Medicine ***Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. Of Anesthesiology ****Erzum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Neonatology Introduction: Mesenteric cysts are benign and rare intra abdominal masses which have significant endothelial or mesothelial cell sheets. Although they more commonly originate from mesentery of small intestines, they also can be seen in any parts from duodenum to rectum. First symptoms in newborns are palpable mass in abdomen and vomiting due to obstruction. Most commonly can be mistaken as ovarian cyst, omentum cyst and intestinal duplication. Definitive differential diagnosis is not always possible with radiological methods. Importance of laparoscopic interventions in differential diagnosis and treatment is increasing. Case: Term baby girl born via normal spontaneous vaginal route as 3300 grams had been diagnosed with intra abdominal cystic mass in intra uterine period and admitted with this diagnosis. Physical examination did not reveal any abnormal signs other than minimal abdominal distension. AFP, B-HCG and other blood values were within normal ranges. Abdominal USG and MRI reported approximately 48x30x50 mm non-vascular ovarian cystic lesion with leveling and thick wall, extending from right adnexal compartment to inferior part of the liver. Laparoscopy was decided with prediagnoses of ovarian cyst, mesenteric cyst and omentum cyst. Three 5 mm ports were placed in umbilicus, right upper and left upper quadrants, carbon dioxide administered to obtain maximum 8 mmHg pressure. Approximately 50x40x35 mm cystic mass with thick wall, originating from sigmoid mesentery and connected to it with a thin pedicle was visualized. A syringe was placed from outside and directed with camera and approximately 40 ml of dense hemorrhagic fluid was aspirated from the mass. Pedicle of the cyst was cut with hook cautery and the cyst was separated completely. The cyst was extracted through a 2 cm incision in right lower quadrant. Per oral feeding started on first postoperative day and the patient was discharged on third day without any problems. Conclusion: Laparoscopy is a suggestible choice for newborn masses in suitable conditions, especially complicated cysts, which cannot be differentiated with radiological methods. P - 184 GASTROŞİZİSLİ BİR YENİDOĞANDA NEGATIVE PRESSURE WOUND THERAPY (NPWT): FARKLI BİR UYGULAMA S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, A Karapur Gaziantep Çocuk Hastanesi Gastroşizisli yenidoğanlarda herniye olan karın içi organ miktarı ile peritoneal boşluğun ölçüsü arasındaki uyumsuzluk durumunda, tek aşamalı redüksiyon yapılması; solunum sıkıntısı ve abdominal kompartman sendromuna neden olmaktadır. NPWT, gerilimin daha geniş yüzey alanına yayılmasını sağlayarak, karın içi basıncı düşürür. Böylece abdominal kompartman sendromunun semptomlarının gelişmesini önler. Kan akımını artırır, ödemi azaltır. Bakteri proliferasyonunu düşürür. Epitelyal hücre mitozunu ve migrasyonunu artırarak granülasyon dokusunun daha erken oluşmasını sağlar. İyileşmeyi hızlandırır. 18 yaşında sağlıklı anneden, 32. gebelik haftasında sezaryenle 1.89 kg doğan kız yenidoğan, gastroşizis tanısı ile kabul edildi. Fizik muayenede mide ve ince bağırsaklar karın dışında olup son derece ödemli idi. Abdominal defekt 9X5.5 cm idi. Eşlik eden başka anomali yoktu. Genel anestezi altında, abdominal organlar batın içerisine yerleştirildikten sonra, NPWT (ATMOS® S 042, Lenzkirch, Germany) ile bağırsak arasında arayüzey olarak sünger (VivanoMed® Foam, Hartmann, USA) kullanıldı. NPWT 40 mmHg devamlı basınca ayarlandı. İlk üç gün 48, daha sonra 72 saatlik aralıklarla değiştirildi. Uygulamanın 9. gününde abdomenin yumuşak ve esnek olduğu saptanınca NPWT çıkartılarak, batın genel anestezi altında kapatıldı. Sütur hattı, başka bir işlem gerektirmeden komplikasyonsuz bir şekilde taburcu edildi. Bu, abdominal organların tek aşamalı redüksiyonununda NPWT'nin kullanıldığı ilk olgudur. NPWT, karın içi basıncı düşürerek, abdominal kompartman sendromunun gelişmesini önlediği için, güvenli ve etkili bir metod olabilir. *** NEGATIVE PRESSURE WOUND THERAPY (NPWT) IN A NEWBORN WITH GASTROSCHISIS: A DIFFERENT APPLICATION S Büyükbeşe Sarsu, ME Parmaksız, A Karapur Gaziantep Children's Hospital In newborns with gastroschisis in cases where incompatibility exists between the bulk of the herniated intraabdominal organ, and peritoneal cavity, application of a singlestage reduction causes respiratory distress, and abdominal compartment syndrome. NPWT dissipates the tension to a wider surface area, and consequently decreases intraabdominal pressure. Thus it prevents the development of symptoms of abdominal compartment syndrome. It increases blood flow, and decreases edema, and bacterial proliferation. It promotes epithelial cell mitosis, and migration which enables earlier formation of a granulation tissue. It also accelerates wound healing A newborn baby girl (bwt, 1.89 kg) who was delivered at 32 gestational week via cesarean section from a healthy 18-year-old mother was admitted with the diagnosis of gastroschisis. On physical examination, extremely edematous stomach, and small bowels were detected outside the abdominal cavity. An abdominal defect with an area of 9X5.5 cm was observed. Any other comorbidity was not found. Under general anesthesia abdominal organs were reduced into abdominal cavity, NPWT (ATMOS® S 042, Lenzkirch, Germany) was applied and as an interface (VivanoMed® Foam, Hartmann, USA) sponge was interposed between intestinal loops. NPWT was maintained at continuous pressure of 40 mmHg. For the first three days pressure of NPWT was changed at 48-hour, then at 72 –hour intervals. On the 9. day of the application abdomen was soft, and resilient on palpation which necessitated removal of NPWT device. Afterwards, abdominal wound was closed under general anesthesia. The patient was discharged without any complication This was the first case in the literature where NPWT was used in a single-stage reduction of intraabdominal organs. NPWT may be a safe, and effective method in that it decreases intraabdominal pressure, and prevents the development of compartment syndrome. P - 185 Konjenital Pankreatik Kistin Spontan Rezolüsyonu: Olgu Sunumu E Mammadov*, M Kocaoğlu** *Yakın Doğu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD **Yakın Doğu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji AD AMAÇ: Konjenital pankreatik kistin spontan rezolüsyonu gözlenen olguyu sunmak HASTA: Hastanın prenatal dönemdeki rutin USG incelemesinde 32. gebelik haftasında 26x24mm boyutunda kistik kitle saptandı. Kistin duvarı ince olup, içinde debris veya septasyon görülmedi. Hastanın ek fetal anomalisi yoktu. Miadında elektif sezaryenle doğan kız hasta postnatal erken dönemde tarafımıza konsülte edildi. Klinik şikâyeti olmayan ve rutin biyokimyasal incelemesi normal olan hastanın postnatal 10. günde yapılan batın USG’sinde 31x29 mm boyutunda pankreatik kist görüldü. Kistin duvarı ince olup içinde hafif debris görüldü. Konjenital pankreatik kist tanısıyla takibe alınan hastanın bir aylıkken yapılan kontrol USG incelemesinde de değişiklik görülmedi. Bir buçuk aylıkken yapılan ter testi sonucu da negatif olarak değerlendirildi. Üç aylıkken yapılan ultrasonografik incelemede kistin kaybolduğu ve sadece pankreas gövdesinde lineer bir odak şeklini aldığı görüldü. Aynı gün yapılan kontrastsız batın MR incelemesinde de aynı görüntü görüldü. SONUÇ: Oldukça nadir bir patoloji olan konjenital pankreatik kistin spontan rezolüsyonuna literatürde rastlanmamıştır. Perforasyon durumuna karşın bu tür olgularda erken tanı ve cerrahi girişim önerilmektedir. Bizim olguda komplikasyon gelişmeden spontan düzelme görülmesi, bu tür olgularda yakın takipli gözlemin de alternatif bir yaklaşım olabileceğini göstermiştir. *** Spontaneous Resolution of a Congenital Pancreatic Cyst: Case Report E Mammadov*, M Kocaoğlu** *Near East University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Near East University, Faculty of Medicine, Department of Radiology AIM: To present the case report of the patient with spontaneous resolution of congenital pancreatic cyst CASE: The female fetus was diagnosed with abdominal cyst of 26x24 mm size at 32. week of gestation. The cyst was thin waled with no evidence of debris or septation inside. After term cesarean delivery the patient was consulted to our institution. The baby had no clinical complaints and routine blood biochemistry was found to be normal. Ultrasonographic examination at 10 days of age showed pancreatic cyst with 31x29 mm size and slight debris inside. The patient was decided to be followed conservatively with the diagnosis of congenital pancreatic cyst. Second ultrasound examination showed no change in size or composition of the cyst. Sweat test performed at the age of one and half months came out to be normal. During the third utrasonographic examination the cyst seemed to be resolved, leaving only a linear focus at the body of pancreas. The findings were confirmed by the abdominal MRI performed at the same day. DISCUSSION: Congenital pancreatic cyst is a rare pathology and spontaneous resolution is not reported in the literature. The authors advocate early diagnosis and surgical intervention due to the risk of cyst perforation. However uncomplicated recovery in our patient showed that watchful waiting may be an alternative approach in such cases. P - 186 Yenidoğanda Nadiren İleusa Neden Olan Over Torsiyonu: Olgu Sunumu HS Yalçın Cömert, H Sarıhan, M İmamoğlu, D Başar Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Giriş: Çocukluk çağında overin basit folliküler kistleri sık karşılaşılan patolojileridir ve genellikle konservatif yaklaşım uygulanır. Sıklıkla cerrahi gereken over patolojileri over torsiyonu ya da rüptür gibi komplikasyonlardır. Yenidoğan döneminde over torsiyonu nadir görülür ve torsiyone over ileus tablosuna da neden olabilir. Kliniğimize over torsiyonunun neden olduğu ileus komplikasyonu ile başvuran 3 yenidoğan olgusu sunulmuştur. Olgular: Her üç hastada yenidoğan döneminde ileus nedeni ile kliniğimize başvuran kız bebekler. Hastaların hepsinde safralı kusma ve distansiyonu mevcuttu. Direkt grafilerinde hava-sıvı seviyeleri olan hastaların abdomen ultarsonografileri veya MRI görüntülerinde kistik kitle mevcuttu. Hastalara acil eksploratif laparotomi yapıldı. Bir hastada torsiyone gitmiş overin; diğer iki hastada ise torsiyon sonucu rüptüre gitmiş olan serbest overin ileusa neden olduğu görüldü. Her üç hastada da nekrotik over dokuları ileumdan serbestleştirilip eksize edildi ve barsak rezeksiyonuna gerek kalmadı. Hastalar post-operatif ilk haftalarında taburcu edildiler. Tartışma: Over kistlerinin torsiyonu yenidoğan döneminde sık görülmekle beraber intestinal obstrüksiyon tablosuna neden olmaları çık nadir bir durumdur. Burada yenidoğan döneminde ileusa neden olan over torsiyonlu 3 hastaya yaklaşımımızı sunuldu. Prenatal dönemde overin torsiyon sonucu ya da otoamputasyonu sonucu karın içerisinde göç eden over ileusa neden olabilmektedir ve yenidoğan döneminde ayırıcı tanıda akla gelmelidir. *** Ovarian Torsion Rarely Causing Ileus in Neonates: Case Report HS Yalçın Cömert, H Sarıhan, M İmamoğlu, D Başar Karadeniz Technical University, Faculty of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Trabzon Introduction: Simple follicular cysts in childhood are frequently seen pathologies and usually conservative approach is applied. Frequently the ovary pathologies requiring surgery are ovarian torsion and complications like rupture. Ovarian torsion is rarely seen in neonates and ovarian torsion may cause ileus. 3 neonatal cases are presented who applied to our clinics with ileus complication caused by ovarian torsion. Cases: Three cases of ovarian torsion complicated by intestinal obstruction in newborns are presented. All patients had bilious vomiting and abdominal distension started on postnatal few days. All had air-fluid levels in direct graphy and a cystic mass has detected on ultrasound scan or MRI techniques. During the exploratory laparotomies, we found out that torsioned (one patient) and free (two patients) ovarian cysts caused the intestinal obstruction. We removed the necrotic ovaries and ileal resections were not required. All patients have discharged within a week. Discussion: Ovarian cyst torsion is frequently seen in neonates but complication by intestinal obstruction is extremely rare circumstances. In this article, we present neonatal ovarian torsion complicated by intestinal obstruction cases and assess their diagnosis and therapeutic management. Ovarian autoamputation and migration to abdomen may develop due to prenatal ovarian torsion and it must be certainly considered in the differential diagnosis of ileus. P - 187 Yenidoğanda Cerrahi Olmayan Pnömoperiton: Yaygın Tansiyon Pnömotoraksa Bağlı Retroperitoneal Serbest Hava Ü Bakal*, M Aydın**, A Orman**, E Taşkın**, A Kazez* *Fırat Üniversitesi Çocuk Cerrahisi AD **Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağ. Hast. Yenidoğan Bilim Dalı Yenidoğanda pnömoperiton, genellikle sindirim sistemi perforasyonunu düşündüren ve hayatı tehdit ettiği için acil cerrahi gerektiren bir durumdur. Ancak bazı cerrahi gerektirmeyen durumlarda laparatomiye ihtiyaç olmaz. Bu çalışmada yaygın tansiyon pnömotoraksın yol açtığı pnömoperitonlu yenidoğan olgu sunulmaktadır. Retroperitondaki serbest hava tüp torakostomi sonrası rezolüsyon göstermiştir. Bu olgu sunumu yaygın tansiyon pnömotoraksın cerrahi olmayan pnömoperitonun nadir bir sebebi olabileceğini düşündürür. *** A Non-Surgical Condition of Neonatal Pneumoperitoneum: Retroperitoneal Free Air Secondary to Massive Tension Pneumothorax Ü Bakal*, M Aydın**, A Orman**, E Taşkın**, A Kazez* *University of Firat Department of Paediatric Surgery **Firat University Medical Faculty Dept. of Pediatrics and Neonatology Pneumoperitoneum in newborns is usually an emergent surgical condition which indicative of alimentary tract perforation and therefore threatens the life. However, there are some nonsurgical conditions causing to pneumoperitoneum which don’t require the explorative laparotomy. This report describes a rare case of neonate with pneumoperitoneum developed secondary to massive tension pneumothorax. Resolution of the free air in the retroperitoneal space was observed after tube thoracostomy. This case report suggest that massive tension pneumothorax can be a rare cause of non-surgical pneumoperitoneum. P - 188 Prematürelerde nadir bir akut batın sebebi: İnvajinasyon E Aydın Bahçelievler Devlet Hastanesi Çocuk Cerrahi Kliniği, İstanbul Amaç: Akut batın nedeni ile kliniğimize refere edilen ve invajinasyon saptanan yenidoğan döneminde ki olguyu sunmak. Olgu: Prenatal herhangi bir problemi olmayan, 34. gestasyonel haftada normal spontan vajinal yol ile 2500gr olarak doğan erkek olgu 10 gün boyunca yoğun bakımda takip edilmiş. Bir gün entübe kalan olgunun takibinde sorunsuz seyretmesi üzerine taburcu edilmiş. Olgu taburcu edildikten bir hafta sonra dış merkezden tarafımıza batın distansiyonu, safralı kusma ve rektal kanama şikayeti ile refere edildi. Olgunun yapılan ilk muayenesinde barsak sesleri dört kadranda normoaktif, batın distandü idi. Sağ alt kadranda hassasiyeti mevcuttu ancak defans ve rebound yoktu. Parlak kırmızı renkte kanlı gaytası mevcuttu. Laboratuvarında beyaz küresinin 22000/mm3 olması dışında anormallik yoktu. Ayakta karın grafisinde diyafram altı serbest hava yoktu. Karın ultrasonunda sağ alt kadranda 2cm’lik ileokolik invajinasyon saptandı. Olgu ngt drenajına alındı ve safralı gelenlerinin olduğu görüldü. Operasyon kararı verilen olguda eksplorasyonda ileokolik invajinasyon saptandı. Manuel redüksiyon yapılan olguda batın içi ek patoloji saptanmadı. Olgu post operatif 2. günde beslenmeye başlandı ve post operatif 8. günde full oral beslenir olarak taburcu edildi. Olgu 6 aylık süreçte sorunsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Yenidoğan döneminde safralı kusma ve rektal kanama ile başvuran olgularda nekrotizan enterokolitin yanında invajinasyonda olabileceği unutulmamalıdır. *** A rare cause of acute abdomen in prematurity: Intussusception E Aydın Bahcelievler State Hospital, Department of Pediatric Surgery Aim: To present a neonatal referred to our clinic due to acute abdomen and diagnosed as intussusception. Case: A newborn who didn’t have any prenatal problem born at 34th gestational weeks with normal spontaneous vaginal way, weighed 2500gr was monitored in intensive care unit for 10 days. Except being intubated for one day he was well on follow up and discharged to home. One week after discharge he was referred tour clinic with bilious vomiting and rectal bleeding. At physical examination he had normoactive bowel sounds and abdominal distension with tenderness on the right lower quadrant without defense or rebounds. White blood cell count was 22000/mm3 besides other values were normal. There was no free air under the diaphragm at abdominal radiography but abdominal ultrasound revealed 2cm ileocolic intussusception in the right lower quadrant. Operation decision were taken and ileocolic intussusception was revealed. Manuel reduction was performed and no more pathology was found. He was fed 2 days after operation and discharged 8 days after. He was free of any symptom for the last 6 months. Conclusion: Intussusception should be remembered in neonatal admitted with bilious vomiting and rectal bleeding besides necrotizing enterocolitis. P - 189 Yenidoğanların büyük over kistlerinde cerrahi tedavi E Eroğlu, B Solmaz, G Gündoğdu Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği Önbilgi ve amaç: Over kistleri radyolojik görüntüleme tekniklerindeki gelişmelere bağlı antenatal daha sık saptanmaktadır. Over kistleri doğum öncesi veya sonrasında çoğunlukla asemptomatik olmakla birlikte bazen torsiyon veya kist içine kanama over kaybına neden olabilir. Bu çalışmada yenidoğanlarda erken cerrahi tedavinin over korunmasına etkisi değerlendirilmiştir. Hastalar ve yöntem: Son 4 yılda 5 cm üzeri over kisti tanılı hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Yaş, kist çapı, ultrasonografik kist yapısı, tedavi yöntemi, cerrahi yaşı, cerrahi süre, yatış süresi ve takip sonuçları değerlendirildi. Bulgular: Ocak 2010 ve Eylül 2014 tarihleri arası 6 yenidoğan over kisti nedeni tedavi edildi. Olguların hepsi antenatal tanılı idi. Tanı sırasında gestastyonel yaş 35 ile 38 hafta arası idi. (36.8±1.3) Ultrasonografide kistlerden 3’ü basit 3’ü komplike idi. Basit kistlerde ort 6.2±1.4 günlük iken laparoskopi yardımlı kistektomi yapıldı. Diğer 3 hastada ort 10±2.1 günlük iken laparoskopi yardımlı ooferektomi yapıldı. Ortalama cerrahi süre 23±5 idi. Hastalar 18 ve 36 saat arasında taburcu edildi. Operasyon sonrası sorunsuz idi ve ortalama yatış süresi 23.7 (23.7±5.8) saat idi. Örneklerin histopatolojisinde over folikül kisti ile uyumlu idi. Sonuç: Laparoskopi yenidoğanlarda 5 cm üzeri over kistlerinin tedavisinde güvenli bir yöntemdir. Serimizde hasta sayısı sınırlı olsa da laparoskopi yardımlı kistektomi ooferektomiden daha erken dönemde idi. Yazarlar büyük over kistlerinde erken cerrahi torsiyon olasılığını azaltabileceğini düşünmektedir. *** Surgical treatment of large ovarian cysts in newborns E Eroğlu, B Solmaz, G Gündoğdu Koc University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery Background and aim: Ovarian cysts are more frequently diagnosed antenatally due to advances in imagination studies. They are mostly asymptomatic, but loss of ovaries can occur in case of torsion or intracystic bleeding. In our study, we aimed to investigate affect of early surgical treatment over preserving the ovaries. Patients and methods: Medical records of patients with ovarian cysts larger than 5 cm in last 4 years were retrospectively evaluated. Age, cyst diameter, sonographically cyts nature, treatment method, age at surgery, operation time, lenght of hospital stay and outcomes were evaluated. Results: Between January 2010 and September 2014, 6 newborns were treated for ovarian cysts. All of were detected antenatally. Gestational age at diagnosis ranged between 35 and 38 weeks with a mean gestational age of 36.8 (36.8±1.3) weeks. Three of the cysts were simple, and the other 3 were complicated ultrasonographically. For the simple cysts, laparoscopy assisted cystectomy was performed at the mean age of 6.2±1.4 days. The other three patients needed laparoscopy-assisted oophorectomy due to ovarian torsion at the mean age of 10±2.1 days. The mean time of surgery was 23±5 minutes. The patients were discharged between 18 and 36 hours after the operation. The postoperative course was uneventful and the mean time of hospitalization was 23.7 (23.7±5.8) hours. Histopathological examinations of the specimens were reported as ovarian follicular cysts. Conclusion In newborns, laparoscopy is a safe method in treatment of ovarian cysts larger than 5 cm. Despite our limited number of patients, we noticed that laparoscopy assisted cystectomy was performed in earlier period compared with oopherectomy. The authors advocates that early decision of surgery might decrease the torsion risk in large ovarian cysts. P - 190 Long Gap Özefagus atrezi tedavisinde özefago-torakostomi Sonrası Küçük Kurvatürden Gastrik Tüp İle Özefagus Transposizyonu : Olgu Sunumu İ Akkoyun, M Loğoğlu Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği, Konya, Türkiye Long gap özefagus atrezisi çocuk cerrahlarını çok uğraştıran, morbidite ve mortalitesi yüksek olabilen bir tiptir. Tedavisinde genellikle evreli ameliyatlar gerektirir. Amaç her zaman primer anastomoz olsa da bu genellikle tek seansta mümkün olmayabilir. Long gap özefagus atrezisi ( 12 vertebra ) nedeniyle Foker ameliyatı yaparak üst segmenti uzatıp alt segmenti uzatmayı başaramadığımız hastamızın uzayan üst özefagusunu ilerde kullanmak amacıyla toraks ön duvarına ağızlaştırdık. Sonraki aşamada küçük kurvatürden oluşturduğumuz gastrik tüp ile özefagus transposizyonu yaptık. Bu sayede özefagusun yaklaşık 2/3 ü kendi özefagusundan oluşmuş oldu. Biz burada hastanın tedavisinin tüm aşamalarını ve sonucu tartışmak istedik. *** In the Treatment of Long Gap Esophagial Atresia, esophagial transposition by gastric tube derived from lesser curvature of the stomach after esophago-thoracostomy : A case report İ Akkoyun, M Loğoğlu Department of Pediatric Surgery, Konya Education and Research Hospital, Konya, Turkey The long gap esophagial atresia is a type which tires pediatric surgeons and has high morbidity and mortality. It generally requires staged operations in its treatment. Although the aim is always primary anastomosis, it may not be generally possible in one operaton period. Owing to the long gap esophagial atresia (12 vertebra), we made the prolonged upper esophagus a stoma on the anterior thorax wall on the purpose of using later. With this prolonged upper esophagus, the patient has had Foker’s operation and in this operation the upper esophageal segment was prolonged but the lower esophageal segment was not. In the later stage, we performed esophageal transposition by gastric tube cretaed by lesser curvature. Thus the 2/3 of the esophagus has been consisted of its own esophagus. In this presentation, we aimed to discuss all the stages and results of the treatment of the patient. P - 191 Yenidoğanda fetal barsak dilatasyonunun çok ender bir doğum sonrası tanısı: Nöronal intestinal displazi M Kaya*, Ö Yalçın**, S Sancar*, A Akdağ*** *Şevket Yılmaz EAH, Çocuk Cerrahisi Kliniği, Bursa, Türkiye **Şevket Yılmaz EAH, Patoloji Kliniği, Bursa, Türkiye ***Şevket Yılmaz EAH, Yenidoğan Kliniği, Bursa, Türkiye Antenatal barsak dilatasyonu fetal barsak obstruksiyonunu düşündürür. Dilate barsak anslarının ayırıcı tanısında, intestinal atreziler, barsakların aganglionozisi, malrotasyon, meconyum peritoniti, barsak duplikasyon kistleri gibi durumlar yer almaktadır. Nadir durumlar haricinde , bu anomalilerin antenatal tespit edilmesi, erken resustasyon ve uygun cerrahi girişimlerle perinatal dönemde morbiditeyi ve mortaliteyi azaltmaktadır. Bu sunumda postnatal nöronal intestinal displazi tanısı konulan, bugüne kadar bu belirti ile tanımlanmış fetal barsak dilatasyonu olan tek olguyu sunmayı amaçladık. *** An extremely rare post-natal diagnosis of the fetal bowel dilatation in a neonate: Neuronal intestinal dysplasia M Kaya*, Ö Yalçın**, S Sancar*, A Akdağ*** *Sevket Yilmaz Education and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery, Bursa, Türkey **Sevket Yilmaz Education and Research Hospital, Department of Pathology, Bursa, Turkey ***Sevket Yilmaz Education and Research Hospital, Department of Neonatalogy, Bursa, Türkey The presence of antenatal dilated bowel loops is is suggestive of fetal bowel obstruction. The differential diagnosis for dilated bowel loops includes intestinal atresia, aganglionosis of bowels, intestinal malrotation, meconium peritonitis, intestinal duplication cysts, etc. Antenatal identification of these diseases reduces perinatal morbidity and mortality by early resuscitation and suitable surgical interventions, except in rare situations. We aim to report a case of fetal bowel dilatation with neuronal intestinal dysplasia diagnosis of the unique term infant described with this symptom to date. P - 192 Pygopagus Yapışık İkizler E İnce*, A Temiz*, HÖ Gezer*, G Özkoç**, A Hiçsönmez* *Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD Amaç: Yapışık ikizler en nadir görülen konjenital anomalilerden biridir. Yapışık ikizlerin doğumu, aileler için çok zor ve dramatik bir andır. Bu olağanüstü durumun teşhis ve tedavisi multidisipliner sağlık ekibinin yakın işbirliğini gerektirir. Bir yapışık ikiz olgusunu sunduk. Olgu: Erkek yapışık ikizler, gestasyonun 36. haftasında özel bir tıp merkezinde sezaryen ile dünyaya geldi. Doğumdan 2 gün sonra hastanemiz yenidoğan yoğun bakım ünitesine kabul edildi. İkizlerin her biri yaklaşık 2,6 kg, toplam 5,2 kg ağırlığındaydı. Fizik muayenelerinde sırt sırta dönük pozisyonda ve koksigial bölgeden yapışık oldukları görüldü. Her birinin ayrı anüsü vardı ve mekonyum çıkışı normaldi. Santral sinir sistemi, kalp ve akciğerlerin değerlendirilmesin de ek anomaliye rastlanmadı. Direkgrafide koksikslerinde füzyon dışında başka vertebral anomalileri yoktu. Manyetik rezonans görüntülemede birinci lomber vertebra seviyesinde spinal kanalın sonlandığını görüldü. Tüm omurgada sakrumlarda dahil anomali yoktu. Her bir koksiks dışa doğru açı yaparak, bir kuyruk gibi diğeri ile kaynaşmış durumdaydı. Cerrahi öncesi değerlendirme çocuk cerrahisi, beyin cerrahisi, ortopedi ve anestezi bölümleri ile birlikte yapıldı. Ayırma işlemi yapılacak olan ameliyat odasında tüm cerrahi ve anestezi ekipmanları her bir hastaya ayrı olarak hazırlandı. Her bir ikizin sakrokoksigeal seviyeden füzyone olan koksiksleri 2 saat süren bir operasyonla çıkarıldı. Ayırma işleminden sonra cilt defekti V şeklinde cilt flep ile primer kapatıldı. Postoperatif 2. gün genel durumları iyi olan hastalara beslenme başlandı. Operasyondan 14 gün sonra taburcu edildiler. 10 ay süren ameliyat sonrası takiplerinde sağlıklı oldukları tespit edildi. Sonuç: İkizlerin detaylı anatomik çalışması ve planlama, cerrahi ayırmadan önce gelmelidir. Bu olağanüstü durumun teşhis ve tedavisi multidisipliner sağlık ekibinin yakın işbirliğini gerektirir. *** Pygopagus Conjoined Twins E İnce*, A Temiz*, HÖ Gezer*, G Özkoç**, A Hiçsönmez* *Baskent University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery **Baskent University, Faculty of Medicine, Department of orthopedics and Traumatology Aim: Conjoined twinning is one of the most uncommon congenital abnormalities. The birth of conjoined twins is a very difficult and dramatic moment for parents. Diagnose and treatment in this extraordinary situation requires close cooperation of the multidisciplinary medical team. We report a case of pygopagus conjoined twins. Case: Male conjoined twins were delivered by cesarean section at 36 weeks’ gestation at a peripheral hospital. They were referred to our neonatal intensive care unit after postnatal 2th day. They had a combined weight of 5.2 kg, each weighing about 2.6 kg. Joined back to back at the coccyx region was detected by the physical examination. Each had a separate anus that passed meconium. Assessment of the central nervous system, heart, and lungs revealed no abnormalities. Plain radiograph of the spine showed the sacral to be separate, but fused coccyx without any other vertebral anomalies. Magnetic resonance imaging of the spine showed that the spinal canal was ending at the level of the first lumbar vertebra. There wasn’t any other sacral vertebral anomaly. It was exhibited that each of the coccyx angled to outward and fused with the other like a tail. The preoperative assessment was performed by pediatric surgery, neurosurgery, orthopedy and anesthesia clinics together. All surgical and anesthesia equipments which will be used at separation prepared as double for each patient. Fused coccyx was removed at the level of the sacrococcygeal region in each twin by 2 hours taken operation. After separation, the skin was closed using V-shaped skin flaps primarily. Oral feeding was started on the 2th postoperative day. They were discharged home on the 14th postoperative day, and on followed during 10 months postoperativly. They were healthy and thriving normally without any residual problem. Conclusions: A detailed anatomic study of the twins and surgical planning must precede separation. The diagnostics and treatment in this extraordinary situation requires close cooperation of the multidisciplinary medical team. P - 193 KISA BARSAK SENDROMLU BİR HASTADA UYGULADIĞIMIZ 2 BASAMAKLI SERİ TRANSVERS ENTEROPLASTİ (STEP) DENEYİMİMİZ MO Öztan*, T Özdemir**, A Sayan**, C Bilir**, M Baran***, G Köylüoğlu* *İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği ***İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Çocuk Gastroenterolojisi Bilim Dalı Giriş: Kısa Barsak Sendromu (KBS), ince barsakların önemli bir kısmının rezeke edilmesi sonrasında intestinal sindirimin ve absorbsiyonun bozulması ile başlayan kompleks bir hastalıktır. KBS’lu hastalarda enteral nutrisyonun başarısı; geride kalan barsağın uzunluğuna, ileoçekal valv veya kolonun bulunması ve intestinal adaptasyonun nasıl geliştiği gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Cerrahi yöntemler ile kalan barsağın boyunun uzatılması için çok çeşitli ameliyat teknikleri tanımlanmıştır. Bunlardan biri olan seri transvers enteroplasi (STEP) tekniğinde barsağa stapler ile karşılıklı enteroplastiler yapılarak genişlemiş olan barsak zigzag şekline getirilerek hem lümen daraltılır, hem boyu uzatılmış olur. Biz de KBS hastamızda kullandığımız teknikle ilgili tecrübeyi aktarmak istedik. Olgu: Hasta prenatal gastroşizis tanısıyla takipli iken doğum sonrası kliniğimize kabul edilmiştir. Hastada umblikus sağ lateralindeki 0.5 cm’lik açıklıktan mezenterin dışarıya uzandığı ve distalindeki barsakların füzyon halinde birleştiği ve renklerini koyu mor olduğu gözlendi (Şekil 1). Bu barsaklar eksize edildi. Batında pilordan itibaren bulunan 25 cm’lik barsak kör sonlanıyordu. Transvers kolon tam orta kısmı incelip göbekten dışarı uzanıyordu (Şekil 2). Kör olan kısımdan ostomi açıldı. Hasta 2. gün oral ve TPN ile beslenmeye başlandı. 3 hafta sonra hastaya mezentere göre 90° ve 270°’lerden 4 adet GIA stapler ile STEP prosedürü uygulandı (Şekil 3-5). Kolon ile uç-yan anastomoz yapıldı. Gastroenteroloji kliniğinin de desteği ile hastamız oral ve TPN desteği ile doğum kilosu olan 2100 gr.’dan 5. Ayda 3570 gr’a geldi. Bu sırada çekilen batın grafisinde dilate barsak ansları gözlenen hastaya 2. kez 3 adet lineer stapler ile STEP prosedürü uygulandı (şekil 6-7). 1 ay sonra ise stoması kapatıldı ve hastanın gaita çıkışı sağlandı. Fakat hastamız 1 yaşında yaklaşık 5.5 kg’a kadar ulaşmasına rağmen yoğun bakımda septik komplikasyonlar nedeniyle ex olmuştur. Sonuç: STEP kısa barsak sendromu olan hastalarda hem uygulaması kolay hem de intestinal tıkanıklığa yol açmayan bir tekniktir. Özellikle mevcut barsakları dilate olan hastalarda 2 kez de kolaylıkla kullanılabileceğini düşünmekteyiz. *** OUR "2 STEP" SERIAL TRANSVERSE ENTEROPLASTY (STEP) EXPERIENCE IN A PATIENT WITH SHORT BOWEL SYNDROME MO Öztan*, T Özdemir**, A Sayan**, C Bilir**, M Baran***, G Köylüoğlu* *Izmir Katip Celebi University Department of Pediatric Surgery **Tepecik Research and Trainnig Hospital Pediatric Surgery Clinic ***Izmir Katip Celebi University Department of Pediatric Gastroenterology Introduction: Short Bowel Syndrome (SBS) is deterioration of intestinal digestion and absorption after resection of a significant portion of intestine. The success of enteral nutrition is related to the length of the remaining intestine and presence of ileocecal valve or colon. A variety of surgical techniques for extending the length of the remaining intestine have been described. One of them is the serial transverse enteroplasty (STEP), where intestinal stapler is used and brought to the zigzag shape and the intestinal lumen is narrowed and extended. We want to discuss about our experience with the technique. Case: Our patient was a boy, whos intestines was resected because of a complication of gastroschisis (Figure 1). He has a bowel 25 cm distal to the pylorus and from the half of the transverse colon to the anus (Figure 2). An ostomy was done from the distal tip of the jejenum. The patient was started on day 2 with oral feeding and TPN. After 3 weeks, the patient underwent STEP procedure with 4 firings of GIA stapler at 90 ° and 270 ° according to the mesentery (Figure 3-5). An end-to-side anastomosis was made with colon. With the support of the gastroenterology clinic, patient had gain weight with both oral feeding and TPN and became from birth weight of 2,100 grams to 3,570 grams at the 5th month. Abdominal radiography showed dilated bowel loops and second STEP procedure was performed with 3 firings (Figure 6-7). The stoma was closed one month later. But the patient had died in intensive care because of sepsis, despite receiving up to 5.5 kg at 1 year. Conclusions: STEP is a simple technique in patients with short bowel syndrome is one of the procedures. We believe that it is safe to use it twice in patients with dilated intestines. P - 194 Biliyer obstrüksiyon oluşturulmuş sıçanlarda probiyotik kullanımının bakteriyel translokasyon üzerindeki etkileri ME Çelikkaya*, B Akçora** *Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum **Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Kliniği, Hatay Safra yolları tıkanıklıklarında genellikle gram negatif mikroorganizmalara bağlı gelişen sepsis; ciddi morbidite ve mortalite sebebidir. Probiyotiklerin tıkanma sarılıklarında bakteriyel translokasyonu azalttığına dair deneysel çalısmalar vardır. Bu çalışmanın amacı kombine probiyotik mikroorganizma kullanımının bakteriyel translokasyon yanısıra karaciğer (KC) ve ileum (İL) histolojisi üzerindeki etkilerinin araştırılması idi. Yöntem: Çalışmada her biri 10'ar rat içeren 3 grup oluşturuldu. Grup 1 (Sham grubu), grup 2 (Tıkanma sarılığı), grup 3 (Tıkanma sarılığı+Probiyotik). Deneklere lactobacillus acidophilus, lactobacillus rhamnosus, bifidobacterium bifidum, enterococcus faecium ve bifidobacterium longum içeren solüsyon oral yoldan verildi. 7. günün sonunda mikrobiylojik açıdan değerlendirmek amacıyla mezenterik lenf nodu (MLN), dalak ve portal venden kan örnekleri; Histopatolojik değerlendirme için İL ve KC doku örnekleri; Biyokimyasal inceleme için de kan örnekleri alındı. Bulgular: Kan, dalak ve MLN kültürlerinde grup 2 de % 33.8-58.8 oranında üreme saptanırken grup 3'te %14.3-28.6 oranında üreme saptandı ve bu düşüş istatistiksel olarak anlamlıydı (p˂0.05). KC histolojisinde safra duktus proliferasyonu, KC dejenerasyonu, mikroapse varlığı ve kapsül inflamasyonu bulgularında grup 2 ile grup 3 karşılaştırıldığında grup 2'de anlamlı düzeyde hasarın şiddetli olduğu görüldü (p<0.01). İleal villöz derinlik ve ileal inflamasyon parametreleinde grup 2'de patolojinin grup 3'e göre anlamlı düzeyde şiddetli olduğu görüldü (p<0.05). KC hasarlanmasının belirteçleri olan ALT, ALP, AST değerlerinde de tedavi grubunda (grup 3) anlamlı derecede (p˂0.05) düzelme olduğu saptandı. Sonuç: Safra yolu obstrüksiyonunda kombine probiyotik kullanımının bakteriyel translokasyonu azalttığını, karaciğer ve terminal ileum histolojisinde ortaya çıkan patolojik değişiklikleri hafiflettiğini söyleyebiliriz. *** Effects of probiotics on the bacterial translocation at the biliary obstuction in rats ME Çelikkaya*, B Akçora** *Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum **Mustafa Kemal University Faculty of Medicine Department of Pediatric Surgery, Hatay Background And Aim: Biliary obstruction, results in significant morbidity and mortality secodary to the development of sepsis which most commonly caused by gram-negative microorganism. Experimental studies has shown that probiotics reduces bacterial translocation in obstructive jaundice. The purpose of this study is to assess the effects of using combined probiotic microorganisms on bacterial translocation and to assess the histolojical effects on liver and ileum. Methods: In this study, three groups were designed, each containing 10 rats. Group 1 (sham group), group 2 (obstructive jaundice) and group 3 (obstructive jaundice + Probiotics). Solution containing Lactobacillus acidophilus, Lactobacillus rhamnosus, Bifidobacterium bifidum, Bifidobacterium longum and Enterococcus faecium were given orally via gavage. At the end of 7 days blood samples from the portal vein, lymph node and spleen samples were assessed for micobyological evaluation. For histopathological evaluation, tissue samples were obtained from the ileum and liver and blood samples were taken for biochemical analysis. Results: Blood, spleen and mesenteric lymph nodes cultures were positive in 33.8-58.8% in the second group and in 14.3-28.6% of the third group. This decrease was statistically significant (p˂0.05). Histological changes in the liver tissue including bile duct proliferation, hepatic degeneration, microabcess and capsular inflammation were assesed and the assessment parameters were statistically signinficntly higher in group 2 comparing to the third group, (p<0.01). Severe pathological changes in the ileal villous depth and ileal inflammation were found in group 2 comparing with group3 and this was statistically significant (p<0.05). There was statistically significant improvement in the biochemical markers of liver injury, including the ALT, ALP and AST in the treatment group (p˂ 0.05). Conclusion: The combined use of probiotics in bile duct obstruction, will reduced bacterial translocation, and improve the the histological changes in the liver tissue and terminal ileum. P - 195 Çocuklarda non-hemolitik kolelitiazis D Baskın Embleton*, S Yılmaz**, A Bükülmez***, A Bayraktaroğlu*, S Çetinkurşun* *Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi AD. Afyonkarahisar, Türkiye **Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi A.D. ***Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Amaç: Ultrasonografinin (US) yaygın kullanımı ile birlikte hematolojik açıdan normal çocuklarda kolelitiazis tanısı giderek artmaktadır. Komplikasyon gelişmeyen hastalarda tedavi yaklaşımları ve endikasyonları henüz standardize edilmemiştir. Sunduğumuz çalışma, nonhemolitik kolelitiazisli çocuklarda medikal ve cerrahi tedavi sonuçlarını değerlendirmek için yapılmıştır. Hasta ve yöntemler: Non-hemolitik kolelitiazis tanısı alan ve 2011-2014 yılları arasında çocuk cerrahisi bölümüne başvurarak yatarak ya da ayaktan izlenen çocuklar; yaş, cins, ek patolojiler, başvuru semptomları, uygulanan tedavi türü ve sonuçlar bakımından retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: On dokuz hasta incelendi. Ortalama yaş 11.5 yıldı (1-17 yaş). On bir erkek, 8 kız hasta vardı. Tesadüfi tanı alan biri dışında tüm hastalar karın ağrısı ve kusma ile başvurdular ve tanı US ile koyuldu. Dört hastada geçirilmiş cerrahi, bir hastada seftriakson kullanımı saptandı. Bir hasta serebral palsili, 2 hasta obesti, bir hastada aile öyküsü vardı. Yedi hastaya kolesistektomi uygulandı. Kolesistektomi sonrası 3 hastada karın ağrıları devam etti, bir hastada ishal atağı görüldü. On bir hasta akut atak tedavisi sonrası günde 2 kez oral 10 mg/kg ursodeoksikolik asit kullanmak istedi. Bu hastalar aylık US izlemine alındılar. Hastalar 1 ay-3 yıl arasında izlendi. İki tanesinde taşlar kayboldu, 7 hastada taşlar değişmeden kaldı, 2 hasta izlenemedi. Bu grupta iki hastanın karın ağrısı devam etti. Sonuç: Çocuklarda kolesistektomi sonrası cerrahi komplikasyonlar hakkında çalışmalar olmasına rağmen, fonksiyonel sonuçlarla ilgili çalışmalar azdır. Serimizde postoperatif dönemde cerrahiye bağlı komplikasyon görülmemesine rağmen 7 hastanın 3'ünde karın ağrısı devam etmiştir. Oral ursodeoksikolik asit tedavisi ise taşlar üzerinde etkili olmamıştır. Ancak her iki grupta da hasta sayımız azdır. Kolesistektomi ve oral ursodeoksikolik asit tedavisinin çocuklardaki uzun dönemli fonksiyonel sonuçlarının daha büyük serilerde değerlendirilmesi gereklidir. *** Non-hemoliytic cholelithiasis in children D Baskın Embleton*, S Yılmaz**, A Bükülmez***, A Bayraktaroğlu*, S Çetinkurşun* *Afyon Kocatepe University, Medical Faculty, Department of Pediatric Surgery, Afyonkarahisar, Turkey **Afyon Kocatepe University Mecidal Faculty Department of General Surgery ***Afyon Kocatepe University Medical Faculty Department of Pediatrics Aim: After the widespread use of ultrasonography (US), cholelithiasis is increasingly being diagnosed in hematologically normal children. Treatment types and indications are not clear except in the presence of complications. Present study is being conducted to determine the results of medical and surgical treatment of non-hemolytic cholelithiasis in children. Patients and methods: Children that were admitted to a pediatric surgery unit either as outpatients or inpatients for non-hemolytic cholelithiasis between 2011 and 2014 were included in the study. Age, sex, additional pathologies, symptoms at admittance, type of treatment given and results were examined retrospectively. Results: Nineteen patients were included. Mean age was 11.5 (1-17 years). There were 11 male and 8 female patients. All patients except one that was diagnosed incidentally were admitted with abdominal pain and vomiting and the diagnosis was made with US. Four patients had previous surgeries, one had a history of cefriaxone usage, one had cerebral palsy, 2 patients were obese and one had a history of familial gall bladder stones. Seven patients had cholecystectomy. After cholecystectomy, 3 patients still have intermittent abdominal pain and 1 had a diarrhea attack. After the initial attack treatment, 11 patients were preferred oral ursodeoxycholic acid 10 mg/kg twice daily. Follow-up was made with monthly US with a range of 1 month to 3 years. Stones disappeared in 2 patients, did not change in size in 7 patients and of these 2 has complaints of intermittent abdominal pain. Two patients were lost for follow-up. Conclusion: There are several studies about the postoperative surgical complications of cholecystectomy, but functional results are not well established. Although there were no surgical postoperative complications in our series, abdominal pain persisted in 3 of the 7 cholecystectomy patients. Oral ursodeoxycholic acid treatment seems to have not much benefit in our study group. The number of patients are not enough to make a solid conclusion in both groups. Large scale studies are needed regarding the functional complications of both cholecystectomy and ursodeoxycholic acid treatment in children. P - 196 Biliyer atrezinin eşlik etmediği prenatal tanılı izole safra kesesi agenezisi B Türedi*, U Ateş*, F Mammadov*, G Göllü*, AE Yıldız**, DC Katlan***, M Bingöl Koloğlu*, A Yağmurlu* *Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı ***Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları Ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı Giriş:Biliyer atrezinin eşlik etmediği safra kesesi agenezisi 6000 doğumda bir görülen nadir bir anomalidir.Diğer konjenital anomaliler ile beraber ve sendromların parçası olarak görülebildiği gibi izole olarak da gelişebilir. Bu bildiride prenatal izleminde safra kesesi görülemediği için prenatal biliyer atrezi tanısı ile kliniğimize yönlendirilen ancak izole safra kesesi agenezi saptanan iki yenidoğan olgusunun sunulması amaçlandı. Olgular:Prenatal ultrasonografilerinde safra kesesi görülemeyen iki yenidoğan biliyer atrezi ön tanısı ile postnatal 1. gün çocuk cerrahisi kliniğine danışıldı. Bebeklerin fizik incelemesinde özellik izlenmedi. Kolik gaitası olan hastaların rutin incelemelerinde karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma ya da direkt hiperbilirubinemi gözlenmedi.Postnatal ultrasonografide safra kesesinin görülmediği ancak ekstrahepatik safra yollarının olduğu raporlandı. Tanıyı kesinleştirmek için yapılan manyetik rezonans kolanjiyografide he iki hastada da koledokla birlikte tüm ekstrahepatik safra yollarının sağlam olduğu ancak safra kesesinin olmadığı saptandı. Sonuç:Prenatal safra kesesinin görülemediği ek anomalinin eşlik etmediği olgularda biliyer atrezi dışında izole safra kesesi yokluğunun olabileceği akla getirilmelidir. Bu hastaların uzun dönem izleminde herhangi bir sorun beklenmemektedir ve ileri tetkik veya cerrahi işlemlere gerek yoktur. Ailelere bu yönde bilgi verilmesi uygundur. *** Isolated Gallbladder Agenesis without Biliary Atresia B Türedi*, U Ateş*, F Mammadov*, G Göllü*, AE Yıldız**, DC Katlan***, M Bingöl Koloğlu*, A Yağmurlu* *Ankara University, School of Medicine, Department of Pediatric Surgery **Ankara University School Of Medicine Department Of Pediatric Radiology ***Ankara University School Of Medicine Department Of Obstetrics And Gynecology Perinatology Unit Introduction Gallbladder agenesis without extrahepatic biliary atresia is extremely rare (1 in 6000) and can occur in association with other congenital defects or as part of complex syndromes. We aimed to present two newborns who were refered to our clinic with suspected diagnosis of biliary atresia for having absent gall bladder on prenatal ultrasounds but diagnosed as isolated gallbladder agenesis. Cases:Two newborns were consulted to our clinic with suspected diagnosis of biliary atresia for having absent gallbladder on prenatal ultrasounds. Their physical examinations were unremarkable with normally pigmented stools. The bilirubin levels and liver function tests were normal without any evidence of cholestasis. Both postnatal ultrasonography and magnetic resonans cholangiopancreatography showed normal extrahepatic biliary tracts with isolated gallbladder agenezis in both patients. Conclusion Gallbladder non-visualization on prenatal ultrasounds can be associated with isolated gallbladder agenesis. In cases of isolated gallbladder agenesis the parents should be reassured that the outcome is likely to be good and no furthe revaluation or surgical procedure required. P - 197 Multiseptalı safra kesesi;tekrarlayan karın ağrısının nadir bir sebebi Cİ Öztorun*, R Demir*, E Karakuş**, C Kırsaçoğlu***, SA Bostancı*, A Şenaylı*, MN Azılı*, E Şenel* *Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Ankara Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji EAH. Patoloji Kliniği ***Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji EAH Çocuk Gastroenteroloji Kliniği GİRİŞ: Multiseptalı safra kesesi nadir rastlanılan konjenital bir malformasyondur. İlk kez 1963 yılında Simon ve Tandon tarafından tanımlanmıştır. Asemptomatik hastalar tanımlansa da bir çok hasta,intermitant bilier kolik ağrı sebebiyle acil servise başvurmaktadırlar. OLGU: Bir yaşında erkek hasta,kliniğimize ara ara olan karın ağrısı ve kaşıntı şikayetiyle başvurdu. Fizik muayene doğal olup labaratuar testlerinde karaciğer fonksyon testleri(AST:442 U/L , ALT:270 U/L)ve GGT (73 U/L) nin yüksek olduğu görüldü. Takiplerinde karaciğer fonskiyon testlerinde düşme olmayan ve kaşıntı şikayeti devam eden hasta cerrahi ye konsülte edildi.Usg de safra kesesi lokalizasyonunda yaklaşık 41x33x46 mm boyutlu içinde ekojen septasyon yapıları ve multilokule yoğun içerikli safra kesesi görünümü izlenmiştir. MR kolanjiografi de karaciğer inferomedialinde yaklaşık 90x50x80 mm boyutunda multıseptalı kistik lezyon izlendi. Hastaya laparaskopik kolesistektomi yapıldı. Patolojisinde makroskopik olarak safra kesesinin farklı büyüklükte septalarla bölmelere ayrıldığı izlendi. Hematoksilen&Eozin kesitlerde fibröz septa yapıları ve kronik kolesistit bulguları mevcuttu. Post operatif takiplerinde karaciğer enzim testleri normal sınırlarına geriledi. TARTIŞMA Multiseptalı safra kesesi,safra yolunun çok nadir görülen anomalilerinden birisidir.Olguların çoğunda kolik ağrı ile birlikte bulantı olduğu görülmüştür.akut pankreatit , kolelithiazis, safra kesesi hipoplazisi ve koledok kisti nadir de olsa rapor edilmiştir. Literatürde, daha önce Dalgıç ve ark ve Pacierok ve ark tarafından karaciğer enzim yüksekliği ile birlikte multiseptalı safra kesesi olguları bildirilmiştir. Pacierok ve ark geçici karaciğer enzim yüksekliğinin,safra yolunun geçici tıkanıklığına bağlı olduğunu bildirmiştir. Tanıda USG,CT,MRCP ERCP, bilier sintigrafi kullanılabilir. USG de septasyonlar, kese lümeninde lineer internal ekojeniteler izlenir ve balpeteği görünümünü oluşturur.USG ve MRCP kombinasyonu, multiseptalı safra kesesini değerlendirmede en uygun ve non invazif görüntüleme yöntemidir. Bilier kolik ile başvuran olgularda tedavide kolesistektomi tercih edilir.Asemptomatik olgularda ise cerrahiye gerek yoktur,ultrasonografi ile takip yapılır. SONUÇ: Multiseptalı safra kesesi,intermitant sağ üst kadran ağrısı olan hastalarda,akut taşlı kolesistit ve akalkülöz kolesistit dışında ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken nadir bir klinik durumdur. *** Multiseptated gallbladder; a rare cause of recurrent abdominal pain Cİ Öztorun*, R Demir*, E Karakuş**, C Kırsaçoğlu***, SA Bostancı*, A Şenaylı*, MN Azılı*, E Şenel* *Ankara Child Health and Diseases, Hematology Oncology Training and Research Hospital Department of Pediatric Surgery **Ankara Child Health And Medicine Hematology OncologyTraining and Research Hospital . ***Ankara Child Health and Diseases, Hematology Oncology Training and Research hospital, Department of Paediatric Gastroenterology INTRODUCTION: Multiseptated gallbladder rare congenital malformation. It was described first in 1963 by Simon and Tandon. Almost asymptomatic patients weredescribed, most patients are admitted to the emergency room, biliary colic due to intermittent pain. CASE REPORT: One-year-old boy patient was admitted our clinic with complaints of abdominal pain and itching occasionally. Physical examination was normal, in laboratory tests only liver function tests were (AST 442 U / L, ALT: 270 U / L) and GGT (73 U / L) higher. In USG, approximately 41x33x46 mm size and structure of echogenic septation intensive content multiloculated gallbladder appearance was followed in gallbladder locations. In MR cholangiography, approximately 90x50x80 mm size multiseptated cystic lesion was observed in the liver inferomedial. Laparoscopic cholecystectomy was performed on the patient. on macroscopic pathology, the gallbladder was observed separated into the different size of compartments by septa. Structure of fibrous septa and signs of chronic cholecystitis showed ın hematoxylin and eosin-sections. In the post-operative follow-up, liver enzyme tests fell to the normal range. DISCUSSION Multiseptated gallbladder, is very rare anomalies of the bile. In most cases , colic pain with nausea is seen. Rarely, acute pancreatitis, cholelithiasis, gallbladder hypoplasia and bile duct cysts have been reported. In literature, Dalgıç et al and Pacierok et al have reported multiseptated gallbladder with by elevated the liver enzymes. Pacierok et al reported that of transient liver enzyme elevation due to the temporary blockage of the bile ducts. USG, CT, MRCP ,ERCP, biliary scintigraphy can be used in diagnosis. Septations, linear internal echogenicity are monitored in the lumen and creates a honeycomb appearance ın USG. The combination of ultrasound and MRCP is the most convenient and non-invasive imaging method to evaluate the multiseptated gallbladder. cholecystectomy is preferred as the treatment of cases presenting with biliary colic.asemptomatic cases are no need for surgery, follow-up with ultrasound. CONCLUSION: Multiseptated gall bladder; is a rare clinical condition, should be considered in the differential diagnosis of acute cholecystitis and acalculous cholecystitis. in patients with intermittent right upper quadrant pain P - 198 Atipik klinik seyirli akalkiloz kolesistit nedeni: Ascaris lumbricoides ME Çelikkaya, A Oral, M Yiğiter, AB Salman Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Safra kesesinde intestinal parazit bulunması çok nadir bir durumdur. Çocuklarda çok daha az görülür. Olgularda çoğunlukla sessiz klinik seyir ve nadir olgularda parazite bağlı akalkiloz kolesistit, kolanjit, pankreatit ve hepatik abse oluşabileceği bildirilmiştir. Batın ultrasonografisinde yapanın tecrübesine bağlı olarak lümende lineer ekojenite ve hareketli “dans eden kurtlar” görülebilir. Biz bu çalışmada operasyon öncesi kesin tanı alamayan atipik klinik seyirli olguyu sunuyoruz. Olgu: 9 yaşında kız hasta 5 gündür devam eden karın ağrısı, ateş, kusma şikayetleri nedeni ile kliniğimize kabul edildi. Batın ultrasonografisinde safra kesesi duvar kalınlığında artış ve lümeni tama yakın dolduran debris rapor edildi. AST, ALT, GGT, LDH ve ALP değerleri normalden yüksekti. Hemogramda eozinofili mevcut idi. Bilirubin değerleri normaldi. Hastaya yapılan ERCP’de koledok normal görünümde rapor edildi. Çekilen MR kolanjiografide safra kesesi lümeninde milimetrik ebatlı taşlar ve lümeni tama yakın dolduran çamura ait görünüm rapor edildi. Hastaya açık kolesistektomi yapılması planlandı. Rezeksiyon materyalinde kese içerisinde bulunan çok sayıda intestinal parazit belirlendi. Postoperatif, eozinofili hızla düzeldi ve hasta sorunsuz taburcu edildi. İntestinal parazitler Ascaris lumbricoides olarak rapor edildi. Sonuç: Her ne kadar pediatrik yaş gurubunda safra kesesi hastalıkları nadir bulunsa da, kolesistit tablosu ile baş vuran hastalarda intestinal parazitlerin ülkemizde endemik olarak bulunmasını nedeni ile altta yatan asıl patojenin parazit olabileceği hatırda tutulmalıdır. Yapanın tecrübesine bağlı olarak batın ultrasonografisi ve hastanın kliniğinde eosinofilinin varlığı aslında çok kıymetli bilgiler verebilir. *** A cause of atypical clinical course of acalculous cholecystitis: Ascaris lumbricoides ME Çelikkaya, A Oral, M Yiğiter, AB Salman Ataturk University School of Medicine, Department of Pediatric Surgery, Erzurum Abstract:The presence of intestinal parasites in the gallbladder is a very rare condition.Much less common in children.Silent clinical course in most cases and hepatic abscess,pancreatitis,cholangitis and acalculous cholecystitis due to parasite in rare cases has been reported.On abdominal sonography,linear echogenic shadows into lumen or ‘’belly dance’’ of worms can be seen depending on the operator’s experience.We are presenting the case with atypical clinical course who can not get a definite preoperative diagnosis in this study. Case Report:9 year-old girl was admitted to our clinic because of continuous abdominal pain duration of 5 days, nausea, and fever.Abdominal ultrasonography showed an increase in thickness of the wall of gallbladder and debris that almost completely filled into the lumen . AST, ALT, GGT, LDH and ALP levels were higher than normal. Eosinophilia was present at hemogram.Bilirubin levels were normal.Common bile duct has been reported normal appearance in ERCP.MRI cholangiography showed a milimeter-sized stones in the gallbladder lumen and ‘’mud appearance’’ that almost completely filled into the lumen. The patient was scheduled for open cholecystectomy.In a many number of intestinal parasites found in pouch of the resection material were determined. Postoperatively, eosinophilia was rapidly improved and the patient was discharged. Intestinal parasites were reported as Ascaris lumbricoides. Conclusion: Although gallbladder diseases are rarely seen in pediatric age group,it should be kept in mind that the actual underlying pathogen can be parasite due to endemic presentation of intestinal parasites in our country in patients with cholecystitis.In fact, abdominal ultrasonography depending on operator’s experience and presence of eosinophilia can give very valuable informations. P - 199 KOLEDOK KANALI TIKANIKLIĞININ NADIR BIR NEDENI; KARACIĞER KIST HIDATIK RÜPTÜRÜ MH Okur, H Zeytun, B Aydoğdu, E Basugay, S Otçu Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi A.D GIRIŞ Hidatik hastalık hernekadar nadir olsada hala akdeniz bölgesinde endemik halk sağlığı problemidir. Karaciğer hidatik kisti olan vakaların dörte birinde yüksek basınçtan dolayı sonunda küçük veya büyük olan safra yollarına sızar veya perfore olur. Inrabiliyer rüptür iki farklı klinik oluşturabilir, bunlar gizli olarak semptom vermez veya aşikardir. Biz bu çalışmada koledoğa spontan rüptüre olmuş ve sarılık ve kolanjite neden olan acil tedavi ettiğimiz karaciğer kist hidatiği vakasını sunduk. VAKA SUNUMU 13 yaşında kız hasta 5 gündür mevcut ağrılı ve ilerleyen sarılık şikayeti ile başvurdu. Karaciğeri palpabl değildi, leukosit 10.2x 103/L. Biokimyasal değerleri Total bilirubin: 7 mg/ dL, direkt bilurubin: 5.5 mg/dl, aspartate aminotransferaz: 61 IU/L, alanine aminotransferaz: 106 IU/L, LDH: 324 IU/L, GGT:469IU/L idi. Abdominal ultrasonografi’de 13x12 cm boyutunda intraparankimal kistik lezyon ve dilate intrahepatik safra kanalları ve koledok saptandı (3.3 cm). Bilgisayarlı tomografi ile yapılan görüntülemede; koledoğa açılan ve koledoğun distalinde daralmaya proksimalinde dilatasyona neden olan intraparankimal tip IV hydatik kist (segment 5, 7, 8) olduğu saptandı. Hastaya sağ subkostal laparotomi yapıldı. Kistin inferiordan sağ hepatik kanal vasıtası ile koledoğa uzanan membranlar mevcuttu, sağ hepatik safra kanalı ile kist kavitesinin ilişkili olduğu görüldü. Kist açıldı germinatif membran çıkarıldı, kistektomi ve drenaj yapıldı, sağ hepatik safra kanalından ilerlenip dilate koledok temizlendi sağ hepatik safra kanalı onarıldı, omentopeksi yapıldı. Ameliyat sonrası hasta 7. gün sorunsuz olarak taburcu edildi. SONUÇ Karaciğer kist hidatiklerinin sık görülen komplikasyonu biliyer sisteme rüptürüdür. Genellikle biliyer kolik, kolanjit ve sarılığa neden olur. Eğer karaciğer hidatik kistinin biliyer sistem ile belirgin ilişkisi varsa doğru tanı ve acil müdahale zorunludur *** A RARE CAUSE OF THE COMMON BILE DUCT OBSTRUCTION; LIVER HYDATID CYST RUPTURE MH Okur, H Zeytun, B Aydoğdu, E Basugay, S Otçu Dicle University, Faculties of Medicine, Department of Pediatric Surgery INTRODUCTION Hydatid disease, although rare, is still endemic in many countries, representing an important public health problem such as the Mediterranean region. Hydatid cysts of the liver exert pressure on the surrounding parenchyma, and in approximately one-fourth of the cases, due to higher pressure in the cyst, the cysts eventually leak into small bile ducts or perforate into large ones. Intrabiliary rupture can occur with two different clinical settings which are followed by certain symptoms. These are occult communication and apparent intrabiliary rupture. We present a case of a hydatid cyst of the liver which ruptured spontaneously into the common bile duct resulting in jaundice and cholangitis that treated on emergency. CASE REPORT A 13-year-old female patient was admitted with a 5 days history of painful progressive jaundice. Her liver was not palpable, leucocyte count 10.2x 103/L. Biochemical values were total bilirubin: 7 mg/ dL, conjugated bilurubin: 5.5 mg/dl, aspartate aminotransferase: 61 IU/L, alanine aminotransferase: 106 IU/L, LDH: 324 IU/L, GGT:469IU/L. Abdominal ultrasonography showed a cystic lesion of 13 x 12 cm in size located in the intraparenchymic hydatid cyst type and dilated intrahepatic and common bile duct (3.3 cm) Computed Tomography scan revealed intraparenchymic hydatid cyst type IV(segments 7,8 and 5th segments) that opened totally into common bile duct and also showed dilated proximal and narrowed distal choledochal bile ducts (Figure 1). Patient under went right subcostal laparotomy was performed. The cyst was seen to communicate inferiorly with common hepatic duct in the region of ductal confluence with extension of the hydatid membranes into common hepatic duct and proximal common bile duct withupstream dilatation of the right and left hepatic ducts and intra-hepatic biliary radicles with ruptured membranes present, the right intrahepatic duct was seen communicating with cyst cavity. the cyst was opened, germinative membrane was extracted, cystectomy and drainage, omentopexy were performed, was cleaned common bile duct through right hepatic duct and then right hepatic duct repaired the postoperative period was unremarkable and patient was discharged on day 7. CONCLUSİON Frequent common complication of hydatid hepatic cyst disease is rupture into the biliary tree. it is usually leads to biliary colic, cholangitis and jaundice. Accurate diagnosis and emergency P - 200 Neonatal kolestazın nadir bir sebebi: biliyer hipoplazi B Aksu*, G Gerçel*, E Zemheri**, M Çağlar*, S Çam***, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı ***İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Gastroenterolojisi Biilim Dalı Giriş ve Amaç: Neonatal kolestazın cerrahi ayırıcı tanısında, intaoperatif kolanjiyografi ve karaciğer biyopsisi halen altın standarttır. Bu çalışmada biliyer atrezi ön tanısıyla değerlendirilmeye alınıp biliyer hipoplazi saptanan bir olgunun sunulması amaçlandı. Olgu Sunumu: 27 haftalık 1410 gr doğum öyküsü olan, düzeltilmiş yaşı 1 aylık erkek hasta sarılık şikayetiyle polikliniğe başvurdu. Fizik muayenede cilt ve skleralar ikterikti, akolik gayta çıkışı, hepatomegali ve splenomegali mevcuttu. Kan tetkiklerinde total bilirubin 8,6 mg/dl (1-1,2), direk bilirubin 6 mg/dl (0-0,2), aspartat aminotransferaz 180 U/L (15-60), alanin aminotransferaz 70 U/L (0-41), gama-glutamil transferaz 229 U/L (3-22), alkalen fosfataz 1411 U/L (0-300) idi. Hastanın öyküsünden prematurite ve portal ven trombozu nedeniyle 81 gün yoğun bakım ünitesinde takip edildiği öğrenildi. Hastanın yapılan enfeksiyöz, metabolik ve genetik taramaları ile karaciğer depo hastalıkları, alfa 1 antitripsin eksikliği ve TORCH grubu enfeksiyöz ajanlar dışlanmıştı. Tetkiklerinde metilentetrahidrofolat redüktaz enzim geni homozigot mutasyonu dışında özellik yoktu. Optimal açlık süresi sonrası yapılan ultrasonografik incelemede safra kesesi kontrakte görünümde saptandı, ana safra kanalları ve koledok görüntülenemedi. Hasta biliyer atrezi ön tanısıyla ameliyata alındı. Eksplorasyonda safra kesesinin hipoplazik olduğu görüldü ve aspire edildiğinde herhangi bir sıvı gelişinin olmadığı saptandı. Hipoplazik safra kesesi kateterize edilerek intraoperatif kolanjiyografi çekildi. Ekstrahepatik ve intrahepatik safra yollarının açık ancak hipoplazik olduğu görüldü. Kontrast maddenin duodenuma geçtiği gözlendi. Hastada biliyer hipoplazi düşünülerek karaciğerden kama şeklinde biyopsi alınıp işlem sonlandırıldı. Histopatolojik incelemede, portal alanlarda safra duktus azlığı, kolestaz ve hafif portal fibröz genişleme saptandı. İncelenen 10 portal alanın sadece 2' sinde safra duktusu mevcuttu. Bu bulgularla biliyer hipoplazi tanısı konulan hasta, çocuk gastroenterolojisi ile birlikte takibe alındı. Sonuç: Biliyer atrezi ön tanısıyla ameliyat edilen hastalarda perioperatif kolanjiyografi mutlaka yapılmalı ve kolonjiyografi bulgularına göre tedavi planlanmalıdır. *** A rare cause of neonatal cholestasis: biliary hypoplasia B Aksu*, G Gerçel*, E Zemheri**, M Çağlar*, S Çam***, Ç Ulukaya Durakbaşa*, H Okur* *Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery **Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pathology ***Istanbul Medeniyet University Göztepe Training and Research Hospital, Department of Pediatric Gastroenterology Introduction and Aim: Intraoperative cholangiography and liver biopsy is still the gold standard in the surgical differential diagnosis of neonatal cholestasis. In this study we aimed to present biliary hypoplasia case which was evaluated with the prediagnosis of biliary atresia. Case report: 27 weeks 1410 g birth story with the corrected age of 1 month old male patient was admitted to the hospital with jaundice. On physical examination, icteric skin and sclera, acholik stool output, hepatomegaly and splenomegaly were present. In laboratory tests, total bilirubin 8.6 mg/dL (1-1.2), direct bilirubin 6 mg/dL (0 to 0.2), aspartate aminotransferase, 180 U/L (1560), alanine aminotransferase 70 U/L (0 -41), gamma-glutamyl transferase 229 U/L (3-22), alkaline phosphatase 1411 U/L (0-300). His medical history was learned that 81 days be monitored in the intensive care unit due to prematurity and portal vein thrombosis. Liver storage diseases, alpha-1 antitrypsin deficiency and the TORCH group of infectious agents were excluded with infectious, metabolic and genetic screening. The examination was unremarkable except for homozygous mutation of methylenetetrahydrofolate reductase enzyme gene. Ultrasonographic examination performed after optimal fasting period. The gallbladder was found in contracted view, the main bile duct and bile duct could not be visualized. The patient underwent surgery. Exploration showed that hypoplasia of the gallbladder and when it aspirated, there was not any liquid content. Intraoperative cholangiography was taken. Extrahepatic and intrahepatic bile ducts was patent, but hypoplastic. It was observed that the contrast agent transition into the duodenum. Liver biopsy was performed. Histopathological examination of the bile ducts in the portal area scarcity revealed mild portal fibrosis and cholestasis expansion. 10 portal areas was revealed and only 2 of them contain bile duct. He entered the follow-up of pediatric gastroenterology department. Conclusion: Perioperative cholangiography must be done in suspection of biliary atresia. Treatment should be planned according to the findings of cholangiography. P - 201 Spontan safra kesesi perforasyonu: çocuk yaş grubunda nadir bir akut batın nedeni AA Köseoğulları Bulut*, MN Cevizci*, B Fırıncı*, Y Albarrak**, S Akalp Özmen*** *Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Kliniği **Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği ***Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği GİRİŞ: Çocuk yaş grubunda safra kesesi ve safra yollarının spontan perforasyonu nadir rastlanan bir durumdur. Diğer sık rastlanan akut batın nedenleri ile gerek semptomlar gerekse fizik muayene, laboratuar testleri ve radyolojik değerlendirmeleri benzer olduğu için genellikle tanının ameliyat öncesinde konulması zordur. Ancak tedavide gecikilmesi yüksek morbidite ve mortalite nedenidir. OLGU: 13 yaşında kız hasta, yaklaşık 12 saat önce özellikle alt kadranlardan başlayan künt vasıflı ağrı, bulantı ve kusma şikayetleri ile acil servise başvurdu. Hastada travma öyküsü yoktu. Fizik muayenede batında yaygın distansiyon, defans ve rebound vardı. Laboratuvar tetkiklerinde lökositoz ( 26000/ul) dışında özellik yoktu. Batın ultrasonografisinde yaygın komplike mayi tespit edildi. Ancak safra kesesinde hafif ödem dışında özellik gözlenmedi. Acil operasyona alınan hastada batında yaygın safralı mayi mevcuttu. Safra kesesi hidropik ve ödemli görünümdeydi. Sistik kanalın üst kısmında tespit edilen perforasyondan aktif safra drenajı olduğu gözlendi. Koledok ya da kesede taş yoktu Ek patolojiye rastlanmadı. Kolesistektomi yapıldı. Histopatolojik inceleme sonucu akut kolesisitit olarak değerlendirildi. Postoperatif seyrinde herhangi bir problem gözlenmeyen hasta, 5. Gün sorunsuz olarak taburcu edildi. Bir yıllık takibinde sorun gözlenmedi. TARTIŞMA: Tipik akut batın tablosu ile gelen her hastada, özellikle semptomların hızlı ilerlemesi durumlarında safra kesesi ve safra yollarının perforasyonu ile de karşılaşılabileceğine dikkat çekmek için bu vaka sunuldu. *** Spontaneous gall bladder perforation: a rare cause of acute abdomen in children AA Köseoğulları Bulut*, MN Cevizci*, B Fırıncı*, Y Albarrak**, S Akalp Özmen*** *Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. of Pediatric Surgery **Erzum Regional Training and Research Hospital, Dept. of General Surgery ***Erzurum Regional Training and Research Hospital, Dept. Of Pathology INTRODUCTION: Biliar peritonitis following common bile duct or gall bladder perforation is a rare entitiyin paediatric age group. Because the symptoms of gall bladder perforation and other causes of acute abdomen are similar, the differential diagnosis may be difficult based on physical examination, laboratory tests and radiologic methods and may not be established preoperatively. Delay in diagnosos is the major cause of its high morbidity and mortality. CASE:A 13 years old girl presented to the emergency department with a 12 hours history of severe and blunt lower abdominal pain and vomiting. There was no history of trauma. Abdominal examination showed distention,guarding and diffuse tenderness. The preoperative investigations were unremarkable except for raised white blood cell count of 26.000 /uL. Ultrasound of the abdomen demonstrated massive ascites with internal septations and the gall bladder was minimally oedematous. At surgery, sıgnıfıcant biliary ascites were noted. The gall bladder was hidropic and oedematous. A small perforation was found on the bile duct. The gall bladder was not contain calculi. Cholecystectomy was done. Pathological examination of the gall bladder showed features of acute cholecystitis.The patient was discharged on the fifth postoperative day. She is doing well 1 year later. CONCLUSİON: The case was presented for its rare cause of acute abdomen. Gall bladder perforation should be included in the differential diagnosis in children with an acute abdomen. P - 202 Sistik kanalın agenezisi ile ilgili dev safra kesesi A Özkan*, M Kaya*, AO Katrancı**, A Küçük***, E Ülgen****, M Oktay***** *Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Düzce **Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ***Düzce Atatürk Devlet Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ****Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Düzce *****Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi. Patoloji Anabilim Dalı Çok iyi bilindiği üzere safra yolları atrezilerinde, hemen daima küçük fibrotik safra kesesi ile karşılarız. Sistik kanal atrezisi veya agenezisine bağlı büyük safra kesesi neredeyse hiç gözlenmiştir. Bir yaşındaki erkek hasta iştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı, hafif sarılık ve üst karında şişlik şikâyeti ile acil servise gelen bir hasta karşılaşıldı. Radyolojik incelemede karında çok büyük kistik kitle saptandı; Ancak, safra kesesi görüntülenemedi. Laparotomide, dev safra kesesi ile karşılaşıldı. Safra kesesi tamamen kistik kitle halinde olduğu görüldü. Safra kesesi ile ana safra kanalı koledok arasında hiçbir ilişki gözlenmedi. Dev safra kesesi çıkarıldı. Biz literatürde benzeri hiç yayınlanmamış bu olguyu ilk olarak sunmak istiyoruz. *** The giant gallbladder in connection with agenesis of cystic duct A Özkan*, M Kaya*, AO Katrancı**, A Küçük***, E Ülgen****, M Oktay***** *Department of Pediatric Surgery, Duzce University, Medical Faculty, Duzce **Samsun Education and Research Hospital, Department of Pediatric Surgery *** Duzce Ataturk State Hospital, Department of Pediatric Surgery ****Department of Pediatrics, Duzce University, Medical Faculty, Duzce *****Duzce University, Faculty of Medicine, Department of Pathology As well-known in case of bile ducts atresias, we usually find out as a small fibrotic gallbladder. Huge gall bladder depending on cystic duct atresia or agenesis had nearly never been observed. We have encountered this infant case who one-year-old boy was admitted to our emergency department with complaints of loss of appetite, malaise, weight loss, mild jaundice and after the meal upper abdominal swelling. Radiological investigation showed very large cystic mass; however, the gallbladder was not visualized. At laparotomy, the giant gallbladder was recognized. Of the gallbladder was found to completely become a cystic mass. Gallbladder was observed to have no relationship with into the common bile duct. Huge gallbladder was removed. We want to present this case firstly because in the literature we could not find the similar case that had never been published.