BENELÜKS 1 Köln`de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı
Transkript
BENELÜKS 1 Köln`de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı
BENELÜKS 1 Köln’de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı olacak Lüksemburg’a doğru uzanan bir ferahlık duygusu. Benelüks’ü ters sırasıyla görmek ve yaşamak üzere 2600 km civarında yol kat edilecek bir gezinin belirsizliği ve meraklı beklentileri ile başlıyoruz. Bu bir paket turun hikâyesi olacak. ETS Tur’la Benelüks + Paris, 8 gün – 7 gece’nin hikayesi. Rehberimiz Tolga Kaptanoğlu. Tarih 2128 Ekim 2012. Almanya’nın disiplin ve düzen sistematiğini bir kez daha gözlemekle başlıyor gezi. Köln’e 2,5 yıl sonra yeniden ayak basmanın bir tanışıklık duygusu verdiğini kabul etmek lazım. Bir kente yabancılanmakla o kentle tanışıklık arasında gidip gelen bir ibre. Köln Katedralinin (Dom) önünde Suriye’deki olaylarla ilgili bilgilendirme ve propaganda arasında bir eylem gerçekleştirmekte olan 1520 kişilik bir kalabalık. Almanca ve Arapça dövizlerde Esad karşıtı ibareler olduğu anlaşılıyor. Çıplak ve yüksek bir sesle Almanca bilgi veren, saçları ağarmaya başlamış karayağız bir adam, arkasında uzunca bir süredir orada beklemekten sıkılmış olduğu duruşlarından ve tavırlarından anlaşılan insan öbeği ve olan biteni anlamaya gayret eden bir o kadar sayıda meraklı göz. Katedralin içinde ayin zamanı. Saat 16:0017:00 civarı ve bir Pazar günü. Kapıdan girişte tam karşıdaki ayin ekibini gözle seçmekte zorlanıyor insan. Rehberimizin anlatımıyla, gül tarzına geçisin ilk adımları olan gotik mimarî tarzının büyük eserlerinden olan katedralin büyüklüğü etkiliyor insanı. Katedralin uzunluğunun 144,5 metre, genişliğinin 86,5 metre ve kule yüksekliğinin 157 metre olduğunu öğrenince büyüklüğünü kavramak daha kolaylaşıyor. Yapımı, arada kesinti dönemleriyle birlikte, 1248’den 1880'e kadar 6 yüzyıldan fazla süren dev bir tapınak burası. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesindeki yapılardan ve Almanya’nın en çok ziyaret edilen binası. Köln, köprüleri ve modern şehir mimarisiyle kendine özgü güzelliği olan, ancak biraz aydınlık bir çehreyle albenisi artabilecek bir büyük şehir. Pazar gününün terk edilmişliği sinmiş şehrin merkezine. Mağazaların ve dükkânların hemen hemen tamamı kapalı. Açık kafeterya ve lokantalar arasında farklı tatlara yelken açmaya korkar gibi kendi damağımıza uyan bir şeyler arayıp bulma derdindeyiz. Ama zor iş. Türkiye’den gelip, ilk iş olarak döner yemek de pek cazip gelmiyor doğrusu. Bir telaş, bir dikkat, bir gelgitle geçen yarım saat, kırkbeş dakikadan sonra insanın ne yediğinin de önemi kalmıyor nasılsa. Fazla oyalanmıyoruz Köln’de. Asıl hedefimiz değil çünkü bu şehir. Sadece bir uğrak noktası, bir başlangıç limanı. Zorunlu uçak bağlantısı nedeniyle uğradığımız görülmeye değecek bir yer Köln. Katedralin hemen yanındaki, otobüsümüzün bizi alacağı caddeye doğru ilerlerken trafik ışığını bekliyoruz bir ara. Bu arada birbirleriyle sohbet ederek gelen yirmilerinde üç genç de beklemeye başlıyor bizimle birlikte. Almanca aksanıyla kırık bir Türkçe konuşuyorlar. Bizle yan yana gelinceye kadar öbekler halinde karşılaştıkları bir otobüs dolusu Türkçe konuşan insan onları şaşırtmış besbelli. Birisi diğerine şunu derken gülümsüyoruz eşimle birbirimize: “Bunlar Türkçe konuşuyorlar ama Türk’e benzemiyorlar”. Lüksemburg’a doğru yola çıkıyoruz hava iyice kararmaya yüz tutarken. Köln’ün şehir ışıkları bir bir kaybolmaya doğru, bizde 230 km.’lik yolun seyir telaşı başlıyor. Karanlığın yoğunluğu arttıkça etrafı gözleme imkânı kalmıyor artık. Otobüs ışıklarının aydınlattığı yol akışından başka seçilebilir bir şey kalmıyor. Yolda bir mola veriyoruz, sürüş kuralları gereği zorunlu bir mola aslında. Sürücünün iki saatte bir, ilki en az 15 dakika ve sonrakiler en az 30 dakika olacak şekilde mola vermesi ve otobüsten inmesi gerekiyor. Bu molalarla birlikte, 24 saat içinde dokuz saatten fazla otobüsü kullanmaması ve molalar dahil tüm sürüşün 12 saati doldurması halinde sürücünün 12 saatlik bir dinlenme yapması gerekiyor. Otobüsün bütün hareketleri elektronik olarak otobüsteki bir çipe kaydediliyor. Sürücü de ayrıca kendisi el ile hazır bir formu doldurmak suretiyle seyahatin raporunu çıkarıyor. Türkiye’deki gibi yoğun yolcu akışına hizmet edecek bir hizmet anlayışının yollarda olmadığı anlaşılıyor. Otobüsümüz otomobiller için ayrılmış park bölümüne değil de, kamyonlar ve diğer ağır taşıtlar için ayrılmış bölüme park ediyor bütün molalarda. Hatta ilk molamızda böyle bir park imkânı da olmadığından, otobüs kaldırıma çıkarak yol kenarına par etti ve bizler 15 dakikada demleme çayın olmadığı diyarlarda sallama çaydan en fazla damak keyfini alabilmenin arayışı ile biraz ferahladık. Saat 21:15 civarında Lüksemburg’a doğru yeniden çıktık yola. Nihayet saat 22:10 civarlarında, düzgün bir yol akışı ve Hollanda yapımı sade ve rahat bir otobüsle Lüksemburg’a varıyoruz. Lüksemburg şehrinin dışında, bir alışveriş merkezinin yanında büyükçe bir otel. Odaları küçük ama rahat ve temiz. Yeni donatılmış gibi bir havası var. Yorgunluk insanda seçiciliği azaltıyor iyice. Seçicilik azalmamış olsa da beğenilmemesi söz konusu değil. Güzel bir otel. Sabah bir çok kişinin rahat uyuyamamaktan şikayet etmesi otelden daha çok herkesin yeterince yol yorgunu olmasından kaynaklanmış olsa gerek. Bir tur için çok iyi bir toplanma performansı göstererek belirlenen zaman noktasından önce otobüsteki yerlerini alıyor grup. Buna rehberimiz de şaşırıyor. Hollanda’lı sürücümüze “best of all times” deyişini duyuyorum. Bütün zamanların en iyi toplanmasını göstererek başlıyoruz Lüksemburg turumuza. BENELÜKS 2 Lüksemburg’un neredeyse yatay yansıyan hafif güneş ışığıyla ısınan ve sabahının tatlı bir serinlik duygusu veren havasına uyanmak hoşuma gitti. Dünkü yol yorgunluğunun son kalıntıları da silindi. Sabah güneşiyle serinleyen soğuk bir iklimin olağan bir sabahıydı besbelli bu Ekim ayının 22’si. Ve Lüksemburg şehrine yaklaşırken, umulası olmayan, oldukça yavaş akan, durmasa da durmaya yeltenen bir trafik. İnsanı şaşırtan sıkışıklık. İstanbul’un 15 milyonu aşan oturanıyla karşılaştırıldığında tüm ülke olarak 510.000’i ancak aşan, şehir olarak da 100.000’e ulaşmayan oturanı için bu trafik anlaşılabilir ve anlatılabilir bir durum olarak gözükmüyor doğrusu. Ülkenin en kalabalık şehri ve başkenti olsa da Lüksemburg şehrinin içine girince karşılaştığımız yalnızlık derecesindeki sakin ortamı anlamak bir başka güçlük. Bu terk edilmişliği gördüğümüz trafikle bağdaştırmak da mümkün değil. Kişi başına millî gelir hesabında dünya ikincisi ve öyle bir ikincilik ki yıllık 110.000 ABD Dolarını ($) aşan bir tutardan dem vuruyoruz. Resmi nominal rakamlarla 113.500 $ civarındaki kişi başına milli gelir, satın alma gücü paritesine göre 80.000 $ civarlarına düşüyor. Böylece nominal hesapla dünya üçüncülüğünden, satın alma paritesiyle dünya ikinciliğine yükselmiş oluyor Lüksemburg. (http://en.wikipedia.org/wiki/Luxembourg) Türkiye’nin kişi başına 10.300 $ civarındaki nominal ve 17.500 $ civarındaki satın alma gücü esaslı milli geliri (http://en.wikipedia.org/wiki/Turkey) ile karşılaştırıldığında bir uçurumdan söz ediyoruz. Nominal ve satın alma gücü esaslı rakamlardaki iki ülke arasındaki ters çalışan ilişki, Lüksemburg’da yaşamanın bedelinin Türkiye’ye kıyasla bariz şekilde yüksek olduğunu anlatıyor. Öyle ya 113.500 $ kazandığınız halde size 80.000 $’la alabileceğiniz kadar bir yaşam standardı sunan Lüksemburg’a karşılık 10.300 $ kadar kazanıp 17.500 $’la alabileceğiniz bir yaşam standardına sahip olma fırsatı veren Türkiye. Satın alma gücü paritesi, tanım olarak, ortama ve duruma uydurulmuş bir rakam elde etmeyi sağlayan bir hesaplama esası. Satın alma gücü hesaplamalarında Lüksemburg’da satın alınabilen herhangi bir mal (araba, beyaz eşya, yiyecek, ilaç vb.), hizmet (otel, hastane, lokanta vb.) ve yaşam havası ile Türkiye’de satın alınabilecek aynı mal, hizmet ve yaşam havasının arasındaki kaliteye ve niteliksel özelliklere ilişkin farklar hesaba katılıyor mu sorusunu cevaplayabilmem için hesaplama yöntemine ilişkin bilgi edinmem gerekiyor. Bunu başka bir zamana erteliyorum şimdilik. Şehre varınca, merkezî bir noktada otobüsten iniyoruz. Herkesin yüzünde bir gülümseme ifadesi var gibi. 51 kişilik grubun ilk günde kaynaşması beklenemez kuşkusuz. Ancak Lüksemburg’un, Unesco’nun koruması altındaki, dünyadaki halen faal olan en yaşlı manastırına ve bunu çevreleyen renk cümbüşüne yukarıdan bakan terasında bir resim alma telaşındaki grup üyelerinin birbirleriyle resim çekmede yardımlaşmaları dostlukların ilk temellerini atıyordu galiba. Değerleri korumanın ve bunları nesilden nesile aktarmanın oldukça sembolik ve kuşkusuz başarılı örneklerinden birisi duruyor karşımızda. Sonbaharın yeşilin kahverengiye, sarıya ve hatta bordoya dönmeye yüz tutmuş ağaç yapraklarındaki resminin arada bir kendini gösterdiği ağaçlar kümesi. Bu küçük orman keyfinin çevrelediği, kendi halinde, yorgun ve hatta hüzünlü bir manastır ve eklentileri ile kocaman bir kompleks. Uzakta bir eski saray. Bir Avrupa başkenti. Üç beş yüzyılı, böyle söylendiği kadar kolay ve ucuz olmayan bedellerle arkasına almış, savaşlar görse de aynısı yeniden yapılmış, yıkılsa da her seferinde bir başka güçle ayağa kalkmış, şehrin birçok yerini kaplayan ve ağırlığı, hatta bazen ihtişamı hiç eksilmemiş yapılarıyla ve yeşiliyle benliğini bulan bir Avrupa başkenti Lüksemburg. Etrafındaki büyük mücadeleleri, paylaşım ve bölüşüm kavgalarını hesaba katmayan, hesaba katsa da gücünün sözüne güç katmaya yetmeyeceğinin farkında olan, kralıyla barışık bir saygı iklimine yerleşmiş haliyle monarşiyi içine sindirmiş ve kendi yolunda huzurlu bir küçük ülke Lüksemburg. Saat 11’i geçmiş, 12’ye yaklaşırken, halâ açılmamış dükkânlar, lokantalar, hediyelik eşya mağazaları ve sanki halâ uyanmamış bir şehir. Kişi başı millî gelir düzeyi ile ilişkisi olsa gerek bu durumun. Otobüsle ve yaya olarak gezdiğimiz her noktada ve özellikle şehrin iş merkezinde rastladığımız hesap işleri[1] danışmanlığı ve hukuk büroları. Şirket tabelalarının çokluğu ve bunun yanında çok sayıda bankanın ve şirketin bürosunun varlığına işaret eden kocaman tabelaların bolluğu ülkenin zenginliğini açıklamaya yarayan sebepler arasında kuşkusuz. Bir zamanların sayılı vergi cennetlerinden birisi ve halen daha önemli bir uluslararası güvenli liman olarak kabul edilen bir ülke. Hiç deniz kıyısı olmayan, Almanya, Hollanda ve Belçika arasında sıkışıp kalmış küçücük bir ülke. Fazla vaktimizi almıyor Lüksemburg şehrinin sokaklarını arşınlamak, dar sokaklarını keşfetmek ve Mc Donald’s dışında bir sıcak kahvesini yudumlayacak uygun bir yer bulamayacağımızı kavramak. Renkli ve hareketli olduğunu öğrendiğimiz gecesini beklemek planlarımızda yok. Rotamız Hollanda… Nederland, yani alçak topraklar ya da alçak ülke… Topraklarının % 20 civarında ve nüfusunun % 21 civarında bölümü deniz su seviyesinin altında yaşayan ve topraklarının % 50 civarında bölümü deniz seviyesinden 1 metre yukarıda olan bir kanallar ülkesi. Kuzeyin Venedik’i yakıştırmasını haksız yere taşımayan sular ülkesi. Bir görsel şölen gibi geçiyor otobüs penceresinden doğanın sonsuzluğuna yerleşmiş yaşam durakları. Bitmeyecek gibi uzanan yeşilin üstünde, öbek öbek yer edinmiş insan yuvaları. Yeşilin altındaki kahverengiyi gün yüzüne çıkarmak istercesine sulara teslim olmuş topraklar, başını eğmiş dik ve gür dallı ağaçlar, verimli olduğu her halinden belli bir doğa geçidi. Her 3040 metrelik toprak parçasını diğerinden ayıran su kanalları her yerde. Tarlaların her bölümünde, evlerin diplerinde, şehrin orta yerinde, yolların kenarında hatta koca binaların altında. Suyun üstünde bir dev bina hiç şaşırtmamaya başlıyor insanı bir süre sonra. Bu sulak topraklarda hayvan yetiştirmekten başka bir toprağa bağlı faaliyet yürütmenin pek mümkün olmayacağını düşünüyorum. Gördüğüm manzara, elimde başka hiçbir veri olmadan, beni o noktaya götürüyor. Bu kadar suyun ortasında hangi meyve ağacını veya hangi sebzeyi dikebilir veya ekebilir insan acaba? Hollanda’nın toprak yüzey ölçüsü ve tarımsal ürün hacmi konusunda diğer ülkelerle ve kuşkusuz Türkiye ile karşılaştırmalı hesaplamaların şaşırtıcılığına daha sonraki yazılarımda değineceğim. Hollanda’nın kuzeyindeki bu sulak toprak varlığı bakımından varabileceğim tek sonuç, doğal olarak yetişen otlarla semiren hayvanların en iyi türlerini yetiştirip et ve süt ürünleri elde etmekten başka bir akıllı yol olmasa gerek ki bu topraklarda hayat aynen böyle kurulmuş görünüyor. Hollanda... Bisiklet ülkesi. İddiasız, işlevsel, vazgeçilmez bir yaşam aracı olmuş Hollanda insanı için bisiklet. Düz coğrafyanın olağan malzemesi. Gelişmiş bisiklet modellerine çok seyrek rastlıyoruz. "Anneanne bisikleti" tabir ettiklerini öğrendiğimiz klasik tarz bisikletler hemen her yerde, her yaştan, her iki cinsten ve sanki her meslekten insanda, her caddede ve sokakta, kentin orta yerinde veya bir alışveriş veya eğlence veya iş veya gezinti bölgesinde bisikletliye ya da park edilmiş bir bisiklet öbeğine rastlamamak mümkün değil. Muğla'nın Ula'sına benzetiyorum bisiklet yoğunluğunu. Hemen hemen her kapı önünde, gencinde yaşlısında, erkeğinde kadınında bisikletli yaşamın olağanlaştığı Ula'ya. Kuşkusuz Amsterdam çok daha ilkeli ve çok başka bir kent mimarisi ile içselleştirmiş bisikleti. Amsterdam bir büyük şehir. Dünyanın en fazla turist çeken şehirlerinden birisi olarak da kendine özgü bir evrenselliği, bir dışa dönüklüğü var. Ne New York kadar içselleştirilmiş bir evrensellik ve çok kültürlülüğe benziyor bu, ne de Paris kadar. Hollanda insanının kendi kültürüne bağlılık ve ondan kopamazlık ve dahası ona yabancıyı ortak etmemezlik eğilimi olabileceğini düşünmemiştim daha önce. Hollanda'da yıllardır (en az 5 yıldır) yaşayan bir kaç insanın hikâyelerini ve deneyimlerini dinleyince anlaşılır oluyor kafamda durum. Bireyselliği ön planda tutan gezgin ruhundan söz ediyor rehberimiz yolda bir ara Hollanda insanının. Uzak Asya insanlarının topluluk halindeki ve rahatlığa daha dikkat eder gezginlikleri ile kıyaslayarak Hollanda insanının tek başına dünya yüzünde maceralı gezilere çıkma, bir anlamda tek başına dünyayı keşfe çıkma örneklerinin daha öne çıktığını anlatıyor. Türkiye televizyonlarında kırık dökük Türkçeleri ile Türkiye insanının ve coğrafyasının özelliklerini yakalamaya ve yansıtmaya çalışan yabancıların galiba hepsinin Hollanda insanı olduğunu konuşuyoruz. Erzurum Anadolu Lisesi’nde okuduğum 1970’li yıllarda, bir hafta sonu, bugün psikiyatri profesörü olan arkadaşım Mehmet Erkan’la birlikte şehrin caddelerinde dolaşırken, Erzurum’da az rastlanır bir durum olarak karşılaştığımız bir uzak ülke vatandaşına, çocuk halimizle, İngilizce sohbet edebilmek için selam verdiğimiz aklıma geldi. Çocukluğumuzun, İngilizce konuşmamızın ve kendisine bu şekilde yaklaşmamızın birleşik etkisiyle olsa gerek, önce garipsediğini hatırladığım o yabancının Hollanda insanı olması geldi aklıma. İran ve sonra Ağrı’ya gelmiş, 70’li yılların olanakları ile Türkiye’yi keşfetmeye çıkmıştı. O gün akşama kadar Erzurum şehrini, insanını, yaşamını keşfetmekte ona ne kadar yardımcı olduğumuzu sonradan anlamıştım. Benim için de bulunmaz bir çocukluk hatırası olarak hafızamda hiç silinmez o ilk merhaba ve sonrasının bölük pörçük resimleri. Hava kararmaya yüz tutarken ve bizim okul yatakhanesine dönüş vaktimiz yaklaşırken, bize ad ve adreslerimizi yazdırışı ve kendisinin bizle arkadaşlık yapmasının ve yazışmasının yaş farkı dolayısıyla mümkün olamayacağını, ancak Hollanda’ya döndüğünde bize kendi yaşımızda İngilizce yazışacak arkadaşlar bulmaya çalışacağını biraz utangaç ama daha çok bir borç ödemek ister gibi söylemesi de bana ilginç ve hoş gelmişti. Sanırım para teklifini kabul etmemiş olmamız da etkilemişti onu. Ve aylar sonra, Hollanda’da iki farklı arkadaşım olmuştu yazıştığım. İkisi de Alkmaar’da idi. 70’li yılların Erzurum’unda ve dünya ikliminde çok kolay ulaşılabilir bir imkân değildi doğrusu bu. İşte Hollanda ve Amsterdam’a böyle başladım. “I amsterdam”ı görmeden, önünde bir resim almadan Amsterdam’a gelinmiş olmaz imiş. Onu da yaptık. Şehrin orta yerinde, Kraliyet sarayının önündeki koca meydana yılda iki defa kurulduğunu öğrendiğimiz lunaparkın ışık ve ses karmaşası ile sarayın, etrafındaki tarihsel ve estetik mimarî ortamın nasıl bağdaştırılabildiğini hala çözebilmiş değilim. Biz güzel meydanın yılda toplam kaç gün ise, bu şekilde uyumsuz ve benim anlamlandıramadığım bir birlikteliğe zorlanmasının nasıl açıklanabileceğini bilemiyorum. Resmini çekmedim. Elim gitmedi nedense. Ve Kırmızı Fener bölgesi (Red Light District). Meraklı gözlerle bir ucundan girdiğim caddede olağanı zorlayan bir durum yok gibi geldi. Yanıldım mı acaba? Düz bir cadde beklerken, ortasından bir kanal geçen, karşısına ancak köprüden geçilebilen bir engebeli cadde çıktı karşıma. Bir kısmı kapalı perdeler, açık olanlarından yarı çıplak kadınların cesur duruşlarıyla süzüldüğü, arada yiyecek ve içecek mekânlarının da olduğu bir cadde. Rehberimiz bir ara sokağa girince önce garipsedim. Meğer ara sokaklarda da aynı ortam devam ediyor imiş. Ara sokakların hepsi birlikte düşünüldüğünde caddedeki perde sayısının oldukça az olduğu anlaşılıyordu. Özetle, dünyanın herhangi bir köşesinde farklı bir ortamda karşılaşılabilecek, nerdeyse insanoğlu kadar eski bir meslek, bu bölgede bu formatta, devletin sağladığı bir resmiyet içinde icra edilmekteydi. Amsterdam’ı gezmek bahsi geçtiğinde kendisinden söz edilmeden geçilmeyen, hatta anlatımlarda allanması, pullanması nedeniyle bir merak da uyandıran kırmızı noktalı bölgenin çok da allama ve pullamayı hak etmediğini düşündüm. “Dünyanın başka yerlerinde yasak olan şeylerin serbest olduğu şehir” de dediler Amsterdam için. Sigaraya sarılan, kekin içine konulan dumanlı nesneleri pek bilmem, sigarayla da hiç barışamadım. O yüzden nerde yenildiğini ve içildiğini ne ben sordum, ne de birisi bana anlattı. Amsterdam’ın akşamını anlamakta biraz zayıf hissettim kendimi. Yol yorgunluğu da mı vardı bilmem. Bir dahaki sefere bıraktım akşamının ışıklarını ve gece lambası alacasında sokaklarını, caddelerini Amsterdam'ın. Milliyet Blog Benelüks Turu İzlenimleri Gazete ve internet sitelerinde rastladığım, "Benelux turu" ilan başlıkları ilgimi çekmiş ve baharın yüzünü göstereceği günlerde katılmayı planlamıştm! Gezi 8 günde tamamlanacaktı ve Brüksel, Paris, Lüksemburg, Köln, Amsterdam'ı kapsıyordu! Ancak aynı günün akşamı aynı şartlar dahilinde katılım için "son üç kişi" şeklinde uyarıları fark ettiğimde ise sabırsızlanmıştım doğrusu! Öyle ya, ya gösterilen talep bu yoğunlukta devam ederse.. İlgili evrakları tamamlayıp başvuru yaptığımda rahatlamıştım nihayet! Rezervasyonların daha şimdiden üç ay sonrasına kadar dolduğunu açıklamışlardı çünkü! Dile kolay, bu paket turda neredeyse uçak biletleri fiyatına tam beş ülkeyi dolaşıyorsunuz! Hemde ülkeler arası transferler ve otel konaklamaları dahil! Kim istemez? Ama siz siz olun, bu turlar hakkında biraz bilgi sahibi olmadan asla yola çıkmayınız lütfen! Bir gazeteyi açıp bakmak bu bilgilere ulaşmak için yeterli olacaktır diyoruz ama yetmiyor! Gezi planlarınızı ve harcayacağınız paranın limitlerini belirlerken yanılabiliyorsunuz! Özellikle de yemek yenecek mekanların çok çok pahalı olduğunu belirtmeliyim! Örneğin 0,5 litre su orta halli bir restoranda bile 3,75 eurodan (8 TL) başlıyor, inanamadım! Hala şaşırıyorum aradaki bu büyük fiyat farklarına! En doğrusu bu tür ihtiyaçları süpermarketlerden karşılamak! Ayrıca rehberler tarafından organize edilen ekstra gezi programlarını da yola çıkmadan önce incelemekte fayda var! Çünkü tlalep edilen ücretler gerçek maliyetin ikiüç katı olabiliyor! Katılımlar grubun genel isteği üzerine sağlanıyor aslında ama ilk kez gidiyorsanız katımaktan başka çareniz kalmıyor! "Yol bilmem iz bilmem, dil bilmem", ya kaybolursam korkunuz daha ağır basıyor! Bu geziden kısaca bahsetmem gerekirse; Konaklamalar Brüksel 1 gece, Paris 3 gece, Lüksemburg 1 gece, Köln günü birlik, Amsterdam 2 gece ve 34 yıldızlı otellerde gerçekleşiyor. ( Brüksel Gidiş – Amsterdam Dönüş ) 1’inci gün İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı dış hatlar gidiş terminali önünde sizi bekleyen rehberlerinizle buluşup direkt Brüksel’e hareket ediyorsunuz. Varışın ardından size özel tahsis edilmiş halde bekleyen bir tur otobüsü ile Panoramik şehir turu başlıyor ve sırasıyla Kraliyet Sarayı Çin ve Japon evleri,Grand Place, Borsa Binası, Atomium ve Heysel stadyumu dolaşılıyor! Birkaç saatte tamamlanan bu tur sonrasında gruba alışveriş ve kişisel aktiviteler için serbest zaman veriliyor! 2'inci gün, Brükselde gecelediğiniz ilk günün sabahı erken saatlerde yapılan kahvaltısı sonrasında 1 saatlik mesafede olan Brugge doğru yola çıkılıyor!. Belçika’nın kuzeyinde bulunan Brugge sadece Belçika’nın değil, Avrupa’nın en romantik kentlerinden biri kabul ediliyor. Ortaçağ mimarisine sahip olması nedeniyle bu tarihi kent merkezinin 2000 yılında UNESCO Dünya kültür mirası listesi’ne alınması boşuna değil yani! Kırmızı çatılı eski evlerin arasından geçen kanalların çevrelediği Brugge, kuzeyin Venedik’i olarak da anılıyor. Kanallar boyunca kenti sandallarla gezmek mümkün. Diğer bir benzeri Paris’te bulunan Notre Dame Kilisesi ve 14. yüzyılda inşa edilen belediye binası kentin önemli mimari değerleri arasında. Aynı gün Paris’e hareket ediliyor! 4 saat süren ve molalı bir yolculuk sonrasında kalan zaman içerisinde yapılan panoramik şehir turu, Eyfel Kulesi, ünlü alışveriş caddesi Rivoli ve Champs Elysees, Louvre Müzesi, Zafer Meydanı ve Takı, Napolyon’un mezarı ziyaretlerini kapsıyor! 3'üncü gün sabırsızlıkla beklediğiniz o an gelip çatıyor ve Paris'i keşfetme şansına sahip oluyorsunuz nihayet<b>.</b> Arzu edenler rehber tarafından ekstra olarak organize edilen Montmartre ressamlar tepesi, Socra Core kilisesi, tekne ile Seine Nehri gezisi ve Eiffel kulesine çıkış turuna katılabilme imkanı bulabiliyorlar! Ya da tüm bu aktiviteleri kendi imkanlarıyla gerçekleştirebiliyorlar! Aynı günün akşamı yine ekstra olan Paris by night, ve dünyaca ünlü Lido Show programlarına katılmak mümkün! 4’üncü gün Disneyland rüyanızı gerçekleştirme imkanınız doğuyor, o gün akşam geç saatlere kadar park ve stüdyoların tadını çıkartıyorsunuz, ama yine ekstra ücrete tabi! Bu tura da katılmazsanız yine tam gün serbest zamanınız var! Paris’te dilediğinizce gezebilirsiniz ama yine de her ihtimale karşı ana yerler dışına çıkmamak kaydıyla! Paris metrosunun kentte gitmediği yer yok, öyle geniş bir ulaşım ağına sahip ki, yer altını baştan başa kaplıyor. Bazı bölgelerde yerin tam 5 kat altında bulunan metro istasyonları bile var hemde! Eyfel kulesi, Sacre Coeur, Louvre, Galerias de Lafayette, Place de la Concorde, Montmartre'nin ufak, sanat ve ressam dolu sokaklari, Notre Dame ve sen nehri en fazla 1520 dakika ötenizde hemen! Yanınızda kaldığınız otelin resepsiyonundan temin edeceğiniz harita bulunsun yeter, fazla zorlanmazsınız zaten! Metro, rer ve otobüs hatlarını kapsayan bu renkli harita sayesinde her yer ile ilgili detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Sahi bu arada hazır Paris’den söz açılmışken başıma gelen bir olaydan bahsetmek isterim sizlere. Paris sokaklarında yürürken, “bu yüzük size mi ait” diyerek, sözüm ona yerden buldukları bir yüzüğü size gösteren birileriyle karşılaşabilirsiniz. Bu yüzük size mi ait denildiğinde, evet deyip atlar ve alırsanız yüklü bir bahşiş ödemeyi de peşinen kabul etmiş sayılıyorsunuz! Öyle ya, kaz gelen yerden tavuk esirgenir mi hiç:) O tombul yüzüğü bozdurduğunuzda verdiğiniz bahşişin kat be kat fazlası paranız olacağını düşünüyorsunuz o an için!!! Aynı gün aynı bulvarda iki kez karşılaştığım bu olayı Holandalı tur şoförümüze anlattığımda o taklit yüzüğün gerçek fiyatının aslında 5 cent olduğunu anlatmıştı! Oysa kaç ayar olduğu bile yazılıydı içerisinde! Yani, modern yankesicilik, hırsızlık, dolandırıcılık. Sakın ha, uzak durun bu tür tuzaklardan! 5'inci’ günün sabahı istikamet Lüksemburg, gün boyu şehir turunda Petrus vadisini, eski şehir merkezini ve dar sokaklarını, şehir katedralini, Dükler sarayını görme imkânına sahip oluyorsunuz! Devamında yine alışveriş ve ara sokakları keşfetmek için otelinize dönüş saatine kadar serbest zamanınız var tabii! Luxembourg’da tıpkı Brugge gibi yürüye yürüye gezilen bir yer zaten! Kent bir vadide kurulmuş. Vadinin içinde yürüme yolları, parklar, tarihi evler ve bir nehir var. Vadiye iniş çıkış için belli noktalardaki asansörler de kullanılabilir 6'ıncı günün sabahında bu defa Köln gezisi var programda, varış sonrası yapılan şehir turunda Gotik Katedrali, alışveriş caddeleri ve Rhein Nehri Köln’de görülecek yerler arasında! Köln’ü ben gerçekten çok sevdim. Tıpkı İzmir'e benziyor.. Neredeyse adım başı Türk vatandaşlarımıza rastlıyorsunuz ve hemen her konuda yardımcı oluyorlar! Sora sora Bağdat bulunur sözü burada çok geçerli yani... Akşam saatlerine doğru da Amsterdam’a hareket ve varış sonrasını takiben panoramik şehir turu başlıyor. Dam Meydanı, Kraliyet Sarayı, Çiçek Pazarı, Kırmızı Fener Sokağı görülecek yerler arasında! Daha sonra otelinize dönüyorsunuz! 7'inci'gün yine ekstra olan yarım gün Marken & Volendam turu veya tam gün Grand Holland turuna katılma imkanınız var! Eski bir balıkçı kasabası olan Volendam’da tarihi evler ve liman, küçük bir ada olan Marken’de ise dünyaca ünlü peynir fabrikası ve Hollanda’nın meşhur tahta sabolarının yapıldığı atölyeler görülecek yerler arasında! Grand Holland turunda ise, Parlemanto binası, Kraliçe Sarayı, Lahey Adalet divanı, Maduredam minyatür şehir, Maas nehri üzerindeki görkemli köprüler, küp evler ve eski liman görülecek yerler arasında. Ama pahalı olması nedeniyle katılım için genelde yeterli çoğunluk sağlanamıyor ve mecburen kenti kendi başınıza arşınlamayı tercih etmek zorunda kalıyorsunuz! Gezinizi nehir gemisiyle yapılan kanal turu ile destekleseniz bile Amsterdam’ı keşfetmek için yetmiyor ama yapacak bir şey yok! Çünkü Amsterdam tüm çılgınlıkların özgürce yaşandığı süper bir şehir.. (Bizler için sadece seyreylemek anlamında pek tabii ki!) Hele ki, Red light sokağı başlı başına karnaval yeri gibi..Neler gördüğümü söylemiyeyim hiç:) Bulldog cafeleri ise değişik ülkelerden gelen turistlerin saldırısına uğramış vaziyette, sanki hepsi kafayı çekmeye gelmişler! O daracık sokaklar uyuşturucu madde kokularından geçilmiyor, hatta başınızı döndürüyor! 8’inci gün Sabah kahvaltısı sonrası uçak saatine bağlı olarak yine alışveriş ve gezme imkânı var! Öğle saatlerinde gördüğüm en büyük hava alanlarından biri olan Amsterdam Schiphol havaalanına ulaşım, oradanda İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı’a uçuş ve gezinin sonu! Unutmadan, geziye başlarken yanına ne alınması gerekir derseniz. Ben sırt çantanızı alın yeterli derim. Çünkü hemen her gün ve sabah akşam tekrarlanan otelotobüs arasında mekik dokuma telaşeleri gerçekten yoruyor insanı! Hem ekstralara katılmayarak tasarruf ettiğiniz mangırlarla kıyafet vs, alışverişler yapacaksınız ya zaten:) Az önce fotoğraflara şöyle bir baktımda ne çok yer görmüşüm meğerse! Kara yoluyla hemen her yere 34 saat gibi kısa sürelerde ulaşabiliyor hemde Ülke değiştirme, sınır kapısı, pasaport kontrolü gibi dertler olmadan her yere gidebiliyorsunuz! Yani her ülke girişinde cep telefonuma gelen "Hollanda'ya hoşgeldiniz", "Belçika'ya hoşgeldiniz" gibi mesajları olmasa, ülke değiştirdiğimizi anlayamayacaktım! Ben ilk kez tur formatında bir yurtdışı gezisine katıldığımdan karşılaştırma yapamıyorum ama genel olarak memnun ayrıldım diyebilirim. Paris’e daha önce de gitmiştim ama bana hiç bu kadar güzel görünmemişti! Gruplar eşliğinde yapılan gezilerin keyfi bir başka oluyormuş demek ki! Fırsat oluştuğu takdirde hiç düşünmeden değerlendirmenizi öneririm.. BALAYINDA BENELUX PARİS TURU Bilgisayarda resimlere dalmış turluyordum.Derken kendimi birden balayı resimlerimiz içerisinde buldum.Çok yoğun bir çalışma temposu birde üzerine yorucu düğün telaşı derken hızımızı alamadık 5 ülkeyi kapsayan bir tura katıldık balayı için.2007 yılının soğuk bir aralık ayında başladık gezmeye. Haydi resimlerle biraz gezelim ne dersiniz. Belçika dan başladık tur yolculuğuna... Brüksel de bugünün modern mimarisinin sembolü olan Atom.(EXPO) Mühendis Andre Watarkeyn tarafından tasarlanan anıt,demir atomunun 156 milyon kez orijinal ölçülerde büyütülmesiyle oluşturulmuş. Chinese Pavillion dan bir görüntü. Ama ben Belçika da en çok Brugge yi sevdim orta çağ mimarisi evler,çikolata kokan sokakları...Kokusu hala burnumda, gezerken çikolata aromasından olsa gerek ayaklarınız yere basmıyordu sanki.Oradan Türkiye ye getirmek üzere çok fazla çikolata almıştık.Ama geldiğimizde hiç kalmamıştı,ülkeye dönünceye kadar eşimle ben yaramaz çocuklar gibi çoktan bitirmiştik çikolataları... Gerçi o gün çok yağmur yağıyordu.Dün gibi hatırlıyorum sanki tüm Avrupa nın yağmuru o gün üzerimize yağmıştı.Ama buna rağmen kıyafetlerimiz de bir tane çamur lekesi yoktu.Sokakları o kadar temiz ve düzenliydi ki... Bol yağmurlu Belçika gezisinden sonra rotamızı Fransa ya çevirdik.Başka bir şehir Paris evet gerçekten aşıklar şehri...O gün güneşi gördüğüme bu kadar sevineceğimi tahmin etmezdim.Biraz karışık da olsa metro sistemini çözmek zor olmadı.Paris manzarasının en güzel izlendiği Ressamlar tepesine (Montmarte ) gittik.Gerçekten manzara çok güzeldi.Bir de soğan çorbası :) Louvre Müzesi ni gitmeden olmaz tabiki.Gerçi müzeyi nin tamamını gezmek 2 gün sürüyormuş ama biz sadece 3 saat ayırabildik. İçeride o kadar çok sanat eseri vardı ki gez gez bitmiyor.Tabi en çok ilgimi çeken yine resimler oldu.Yağlı boya tablolar figürleriyle ebatlarıyla gerçekten çok ilgi çekiciydi... Ve tabiki Leonarda Da Vinci nin dünyaca ünlü Mona Lisa sı ve ben... Çıkışını zor bulabildiğimiz müzeden ayrılınca Seine Nehrinde tekne turu yaptık Paris e bir de nehirden baktık.Aşıklar şehri buradan da çok güzeldi. 324 metrelik Eiffel Kulesi...Canım eşim tekneyle gezerken gerçekten güzel çekmiş...Zaten tüm gezi boyunca hem fotoğraf hem kamera çekimleri O na aitti ben gerçekten turist gibi geziyordum:) Güneş gitmeden eşimin çektiği güzel resimlerden birisi daha.Paris manzarası ve güneş gitmeden şehrin üzerine gölgesi yansımış Eiffel Kulesi... Akşam bile bir başka oluyor kule sadece demirden yapılmış olsa da hiç de soğuk bir görünümü yok... Paris e gidilir de Disneyland a gidilmez mi.Bambaşka bir dünyaydı sanki...Evet sanki masal dünyasının içerisindeydim.Sağdan soldan birileri fırlıyor...Mickey mouse,pinokyo, pamuk prenses,tabiki yedi cüceler aklınıza gelebilek tüm çizgi film kahramaları...Tüm günü orada geçirdik o kadar çok eğlence aracına bindik ki akşam olduğunda hala başım dönüyordu.Hız trenine hızımı alamayıp 2 defa binmiştim:) O kadar çok geziyorduk ki gecemiz gündüzümüze karışmıştı adeta...Bu da Lüksemburg dan bir kare... Sonra Almanya ya geçtik Köln e gittik.Yalovadan komsumuzun kızı Arzu abla orada yaşıyor telefonlaştık bizi tüm gün boyunca Köln de gezdirdi.O gün de yine yağmur vardı.Dom Katedrali önünde bir hatıra fotoğrafı çekildik.Katedral çok ilginçti yapımı tam 632 sene sürmüş duyunca şok olmuştum.Bizim Osmanlı imparatorluğu o kadar sene de neredeyse çağ açıp çağ kapattılar.... Ve benim favori ülkem Hollanda...Amsterdam gerçekten süper bir şehir tabi orada da nehir turu yaptık..Kanallar üzerine kurulmuş bir şehir evleri tam bir mimari harikası.Evlerin ön cepheleri çok dar rehberimiz anlatmıştı sokağa bakan ön cephelerin ölçüsü ne kadar büyükse ödenen vergi o kadar fazla oluyormuş.Bu nedenle dar uzun evler yan yana inci gibi dizilmiş.Çok ilginç, evlere mobilyalar kapılardan sığmadığı için çatılarda kocaman makaralar var ,bu makaralar sayesinde eşyalar yukarı çekilip camlardan evin içerisine alınıyormuş... Burada da devlet müzesini gezmeden olmaz tabiki...Kırmızı fener sokağına da gitmedik değil hani:) sırf meraktan... Dediğim gibi çok yorucu ama bir o kadar da eğlenceli bir geziydi...Farklı yerler farklı kültürler tanımak gerçekten keyif verici… Radikal Blog - Dönme dolap tadında bir gezi: Paris ve Benelüks ülkeleri Bir haftada toplam beş ülke, dokuz şehir gezilip 3000 km de yol yapılır mı? Yapılır, hem de çok güzel yapılır. Tüm yorgunluklarına sonuna kadar değdiğini düşündüğüm oldukça renkli bir geziydi ParisBenelüks turu... Kısa sürede bu kadar çok yer gezince ve rehberimiz T.Ç de mükemmel bir donanıma ve derin bir tarihi bilgiye sahip olunca, abartmıyorum; bir elimde fotoğraf makinem, bir elimde defterim ve kalemimle yatıp kalktığım bir gezi oldu. Brüksel... Kadıköy kadar küçük bir şehir... Ünlü Atomium heykeli, dünyada Fen Bilimleri adına yapılmış ilk anıt olması açısından dikkatleri üzerine çekiyor. Avrupa'nın en büyük Adalet Sarayı'nın da bu şehirde olduğunu öğreniyoruz. Belçika, bira üretimi konusunda oldukça iyi durumda... Tam 1243 çeşit bira bulunuyor. Birayla bu kadar çok haşır neşir olunca İşeyen Çocuk heykeline de hemen her yerde rastlamak kaçınılmaz oluyor!! Bu şirin heykelin ortaya çıkışı konusunda iki ayrı rivayet bulunmakta... Birincisi, bir soylunun kaybolan çocuğunun bu şekilde bulunması ile yaşanan sevinç, diğeri ise kentte çıkan büyük bir yangını gökten inen peri çocuğun bu yolla söndürdüğüne inanılması... Brüksel çok keyifli ve güzel bir kent fakat küçük olmasına rağmen sokaklarındaki sigara izmaritlerinin fazlalığı ve çevre temizliğine yeterli özenin gösterilmemesi dikkatlerden kaçmıyor. Merkezine girmeden önünden geçtiğimiz, güzelliğiyle ünlü Gent şehrinin UNESCO'nun koruma altına aldığı kentlerden olduğunu öğreniyoruz. Belçika'da yer alan dünyadaki üç büyük Ortaçağ kentinden biri olan Brugge (Brüj)diğerleri Toledo (İspanya) ve Siena (İtalya) imiştüm gezi boyunca bizi en çok etkileyen kent oldu. Bu romantik şehirde yaptığımız tekne turuyla cennetteki yaşamdan bir saat olsun çalıvermiştik sanki... Tekne turu boyunca sağlı sollu sıralanmış o şahane görüntülerin hangisine bakacağımızı şaşırmış bir durumdayken aldığımız hazzı unutmak mümkün değil... Brugge'de hepsi birbirinden güzel toplam 38 köprü yer alıyor. Bunlardan sadece dördü trafiğe açık... Geçmiş yüzyıllarda, bu köprülerin kimilerinin üzerine konmuş olan çarpı işareti, atlı geçişe izin verildiğinin bir sembolüymüş. Danteli ve goblenleri ile de ünlü bu keyifli kenti istemeden de olsa geride bırakarak bu kez Paris'e gitmek üzere otobüsümüzde yerlerimizi alıyoruz. "Işıklar Şehri" olarak anılan Paris ve kentin sembolü olan Eyfel Kulesi tıpkı düşündüğümüz gibiydi. Büyük ve kalabalık bir şehir. Buna karşın, daha önceden de duyduğumuz gibi minicik odaları olan otellerle dolu... Yılda 16 milyon kişi, zamanında geçici olarak yapılan ve beğenilmediği için de sökülmesine çalışılan ancak başarılamadığından bugünkü ününü edinmiş Eyfel Kulesi'ni ziyarete geliyor. Bu demir yığınından oluşmuş kuleye çıkmak isteyenler yaklaşık iki saat kuyruk bekliyorlar. Eyfel Kulesi deyince aklıma hemen, serbest zamanımızda kendi kendimize gezdiğimiz gün geliyor... Sabah erken saatlerde Eyfel'in önünden 6 kişi, kişi başına 25 Euro'ya pazarlık yaparak taksisine bindiğimiz Albert, aslında Elektrik Mühendisi'ymiş ama daha çok kazandırdığı için pek çok mühendis gibi Paris'te rehberlik yapıyormuş. Albert bizi öğlene kadar gezdirdi, gitmek istediğimiz her yere götürdü, bilgilendirdi, kapıda bizi bekledi ve sonunda hepimizi çok şaşırtarak hiç para almadan gitti. Bu vesileyle Albert'e de buradan selamlarımızı gönderelim. Louvre Müzesi, Versay Sarayı, Sacre Coure Kilisesi, Notre Dame Kilisesi, Ressamlar Tepesi ve Lüksemburg Bahçeleri hepsi birbirinden hoş mekânlar olarak belleklerimizde yerlerini alıyorlar. Louvre Müzesi'ne girer girmez elbette Mona Lisa tablosu bir mıknatıs gibi sizi kendisine çekiyor. Her eserin önünde bir dakika durulduğunda üç ayda tamamı gezilebilecek bu muhteşem müzeyi büyük bir iştahla sınırlı vaktimize sığdırabildiğimiz kadar geziyoruz. Louvre'da yorulan ayaklarımız, Versay Sarayı'nın muhteşem büyüklükteki ve güzellikteki bahçesini ve içini gezerken isyan etmeye başlıyor. Onlarca merdiven basamağıyla ulaşılabilen Ressamlar Tepesi'ne neyse ki teleferikle çıkıyoruz. Çok şirin ve resimden hoşlananların gözlerine iyi bir ziyafet çekebilecekleri bir yer burası... Lüksemburg Bahçeleri de oldukça büyük, yemyeşil bir bahçe... En önemli özelliği, Versay Sarayı'nın o cennet bahçesindeki çiçeklerin burada yetiştiriliyor olması... Paris, bilindiği gibi Seine Nehri tarafından ikiye bölünmüş bir şehir... Bu güzel nehrin üzerindeki tekne turu bizler için çok hoş bir deneyim oluyor. Bu bölgede yazın hava akşam saat on birde karardığı için günü dolu dolu değerlendirebiliyorsunuz. Seine Nehri'nde 38 köprünün yanı sıra yüzen evler de dikkatleri çekiyor. Bu arada Lady Diana'nın kaza geçirip öldüğü yere konulan "alev topu"nun da önünden geçiyoruz. Şanzelize, Arnavut kaldırımı taşlarıyla doğal dokusunu korumayı başarmış bir cadde... Burada vakit geçirmek, özellikle hava karardıktan sonra iyice ilginç bir durum alıyor. Önümüzden geçen, çoğu oldukça ilginç insanlara baktıkça biz de âdeta vakumlanarak kendimizi Şanzelize'nin ruhuna kaptırıveriyoruz. Her gezinin ve her şehrin size verdiği enerji birbirinden oldukça farklı... Çünkü gezerken, sanki daha önce kapalı duran bir sinema perdesi açılarak, size mutluluk ve haz veren, ufkunuzu genişleten rengârenk ve ilginç görüntüler, gözünüzün önünden birbiri ardına geçmeye başlıyor. O güzel filmin hiç sona ermemesini diliyorsunuz. Gittiğiniz her yeni gezi, bir öncekini biraz daha sisler ardında bırakıyor. Olaylara ve insanlara bakış açınız değişip gelişiyor. Bu da sizi şaşırtarak mutlu ediyor. Işıklar Şehri Paris, adıyla mütenasip şekilde benim de beynimde adetâ bir flaş patlatıyor ve daha önce bilemediğim, çözemediğim bir takım noktalar orada aniden aydınlanıveriyor. Paris'i biraz da bu yüzden sevdim, diyebilirim. Paris'in kalabalığından sonra Lüksemburg, sakinliği ve dinginliğiyle üzerimizde, hızla dönen bir dönme dolaptan inivermişiz gibi bir his bıraktı. Paris'te üç gün süreyle dönme dolaba binmek, kimi zaman hızla dönmek, kimi zaman havada asılı kalmanın heyecanını yaşamak ve hemen ardından Lüksemburg'da inivermek...Bir anımız diğerini tutmuyordu ve bu da bize bu mekânlar açısından anlatılması zor ve çok güzel bir duygu yoğunluğu yaşatıyordu. Lüksemburg, dünyadaki en küçük 172. ülke ve beş yüz bin kişilik bir nüfusu var. Koyu katolik, siyahîlerden pek hoşlanmayan, komşuları olan Almanya ve Fransa'ya göre oldukça pahalı bir ülke. Öyle ki yüksek ücret kazanabilmek için Lüksemburg'da çalışıp Almanya veya Fransa'da oturan çok insan var. Kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülke sanılanın aksine, artık İsviçre değil, Lüksemburg'muş. Lüksemburg, Avrupa'da iki kere kültür başkenti seçilmiş. Son derecede sakin geçen ve gözlerinizin yeşile doyduğu tekne gezisi sırasında Şengen'den geçmek ilginçti. Şengen; Hollanda, Belçika, Fransa ve Batı Almanya'nın 1985'te Şengen Anlaşmasını imzaladıkları yer olan kanalın adı... Aynı zamanda Almanya, Fransa ve Lüksemburg'un kesiştikleri nokta... Şarapçılıkla ünlü bu bölgede özellikle Petrus şarabının yapıldığı üzümler yetişiyor. Doğası, dinginliği, birbirinden güzel evleri, temizlik ve düzeniyle Lüksemburg, insanda bir butik ülke izlenimi bırakıyor. Ertesi gün günü birlik uğradığımız Köln, İstanbul'a benzerliğiyle bizlere pek de yabancı gelmedi. Köln, oldukça eski bir şehir... Hristiyanlar için, Roma, Kudüs ve Konstantinopolis'le birlikte dört kutsal kentten biri... Aynı zamanda Martin Luther'in protestanlık mezhebini ortaya çıkarttığı nokta... Köln Katedrali (Dom Kilisesi) gerçekten görülmeye değer bir eser... Köln'de çok fazla Türk yaşıyor. Türklerin kendi aralarında para toplayarak yaptırdıkları Avrupa'nın en büyük camii de burada bulunmakta... Almanya genellikle sanayi ülkesi olduğundan, turistik ziyaret konusunda birçok insan gibi beni de bugüne kadar pek çekmedi. Ta ki turizm acentamızdan "Romantik Yol" rotasını duyana dek... Dünyaca çok önceden bilindiği halde, ülkemizde nisan ayından beri yapılmaya başlanan, doğal güzelliklerden ve birbirinden güzel şatolardan oluşan bu rota bu... Gezginlerin gezi planlarına bu bölgeyi de dahil etmelerinde yarar var sanırım. Gezimizin son üç gününün ayrıldığı "Kuzey'in Venedik'i" denilen Amsterdam'a ulaşmadan önce, rehberimizden ön bilgileri almıştık bile... Hollanda Türkiye'nin 17'de 1'i kadar bir alana kurulmuş, nüfusu ise 17 milyon... Yüzde altmışı deniz seviyesinin altına inşa edilen dümdüz bir ülke... Avrupa kıtasının en genç toprak parçası... 11. yüzyılda bir balıkçı kenti olarak kurulmuş. Bir müze cenneti... Marihuana Tohumları Müzesi gibi pek çok ilginç müzeye ev sahipliği yapıyor. Dünyadaki en büyük çiçek mezatı ünvanını elinde tutması, eşcinsel evliliğe ilk resmî izni veren ülke olması gibi pek çok özelliğiyle öne çıkan bir kent burası... Van Gogh Müzesi, Amsterdam Müzesi, Dam Meydanı, Kırmızı Fener Sokağı (Red Light) ile de ünlü... Müzeleri hakkını vererek gezebilmek için özel olarak tekrar gelinesi bir şehir burası... Çünkü eserler şahane, gözlerinizin pası siliniyor ve hemen eve dönerek elinize bir tuval ve fırça geçirip resim yapasınız geliyor.(Ben hiç anlamasam bile!) Kırmızı Fener Sokağı, çok eski dönemlerde ellerinde fenerlerle limanda denizcileri bekleyen kadınlara istinaden bu adı almış. Dört futbol sahası büyüklüğünde birbirine paralel sokaklardan oluşuyor. Bu güzel kent, akla gelebilecek her türlü şeyin serbest olduğu bir şehir özelliği de taşıyor. Bu arada, Hollanda'nın simgelerinden olan şu meşhur tahta çarıkların, bir zamanlar veba salgınında kanallarda çalışan işçilerin giydikleri ayakkabılar olduğunu da öğreniyoruz. Amsterdam, bohem hayatı yaşayan çılgın mı çılgın bir kadın... Saçı başı bir tarafta sürekli çılgınlık peşinde koşuyor. Özellikle geceleri bol miktarda marihuana içtiğini, yanından geçtiğiniz zaman saçlarına sinen kokudan anlıyorsunuz. Bir yönüyle sanata ve kültüre meraklı bu çılgın kadın, bir yönüyle de oldukça çapkın! Kırmızı Fener Sokağı'nı gezerken tüm çapkınlığını çekinmeden gözler önüne seriveriyor. İki ruhlu olmak da yetmiyor ona...Bir de çocuk ruhu var ki bisiklete binmeyi çok seviyor, belki on binlerce bisikleti var. En sevdiği çiçekse tohumu Osmanlı'dan gelen lâle... Lâleyi marihuana kokan saçlarına takıp salınarak gezmeyi pek seviyor. Amsterdam, bu çılgınlıklardan yorulduğu vakitler sanırım soluğu Marken Adası'nda alıyordur. Bu gezide Brugge'dan sonra beni en çok etkileyen yer burası oldu diyebilirim. 1952 yılında karayla bağlantısı kurulmuş, 1200 nüfuslu bu ada, gezimizin son günü âdeta mucizevi bir ilaç yerine geçti. Bir tatil kasabası havasında, şirin mi şirin limanı, bir o kadar güzel bahçeli evleri ve bol yeşiliyle hepimizi dinlendirdi. Özellikle peynir çeşitlerinin sergilendiği ve onlarca deniz ürününün pişirilip sunulduğu şirin sokaklarını gezmeye doyamadık. Bir hafta boyunca sanki bir kuyruklu yıldızın eteğine tutunarak oradan oraya uçup durduk. Bu gezi sonunda tüm tükenmişlikleri, tüm olumsuzlukları geride bırakıyoruz. Öyle ki ben kendi adıma, aylardır sırtımda taşıdığımı hissettiğim koca bir çuval ağırlığı orada bırakıp dönüyorum. Kuşlar gibi hafiflemiş ve yine onlar gibi özgürce uçmuş olduğumuzu hissetmek çok güzel... Her gezide olduğu gibi birçok yararlı alışkanlık ve farklı bakış açıları kazanmış olarak tatilimizi sonlandırıyoruz. Şehirlerin kokuları mı? Paris'te başlayan ıhlamur ağaçlarının kokusuna, yol boyunca Köln'deki lavanta çiçeği kokusu eşlik etti. Bu iki kokuyu birden teneffüs etmenin güzelliği de bambaşkaydı… http://kvrckgezgin.wordpress.com Midye Bira Çikolata : Brüksel Haziran 2012… Yaz başında kongre amaçlı yapacağımız Frankfurt seyahatini “gençken gezelim” maksadıyla biraz daha genişleterek eşimle beraber bir tur şirketinin BENELUX turuna katıldık;) Öncelikle tur şirketlerinin Benelux turlarıyla ilgili söyleyeceğim birkaç şey var: turların hemen hepsi aynı otellerde kalıyor ve aynı extra turları düzenliyor, sadece kullandıkları havayolu firması farklı oluyor; işte bu da aralarındaki fiyat farkını meydana getiriyor. Tur şirketinden yana bir şikayetimiz olmadı ama son anda Paris’teki otelimizi değiştirip şehrin baya bi dışında kaldığımızı da eklemek isterim. Aklınızda olsun tur şirketleri bu tür değişiklikleri yapma hakkına sahip! Rehberimiz bilgi bakımından çok iyiyidi. Yol boyunca anlattıkları sayesinde otobüs yolculuklarımız keyifli bir hal aldı. “Para verdiniz uyumak yok gezeceksiniz!” der gibi her sabah 7 de kalkıp, 8 de yollara düşüyorduk ;) Açıkçası birazcık yorulsak da turla gittiğim için memnunum; çünkü başka türlü bu kadar kısa sürede bu kadar yere gidemezdim (bir haftada 6 şehir=4 ülke!) ayrıca rehberlik hizmeti sayesinde anlayarak, bilerek gezmek çok daha keyifli oluyor! İşte Benelux turumuzun ilk durağı:…. Belçika’da Bruksel & Brugge AVRUPA BAŞKENTİ: BRUKSEL Bruksel Avrupa Birliği ile ilişkili kurumların çoğuna ev sahipliği yapmaktadır, ancak nedense bir bakımsızlık da söz konusuydu. Bazı binaların camları kırılmış, bazılarının adları silinmiş… örneğin çok komikti: “finance” olmuş “nance”, “business” olmuş “usiness”…. Şu aralar euro kriziyle uğraşan Avrupa birliğinin eski gücünü kaybettiğini haykırıyor adeta şehir! İklim olarak Belçika bize göre daha kuzeyde kalıyor, yazın bile gitseniz, Türkiye’den daha soğuk olacağı aklınızda olsun! Şehir genel olarak düzenli ve düz, bisiklet çok yaygın. İnsanlar takım elbiseyle, bayanlar etektopuklu ayakkabı ile hem de hiçbir yerlerini göstermeden işe bisikletle gidiyorlar!! Brukselde ilk olarak Atomium‘u gördük. Birkaç tane atom bir araya gelir ve aralarında bir bağ oluşturarak molekül oluşturur ya işte onun maket hali gibi (demirin kristal yapısının 165 milyon kez büyütülmüş hali). Aslında Expo 58 fuarı için yapılmış, fuardan sonra kaldırılmamış. Halkı birlik ve beraberlik içinde tutmak için, “birlikten kuvvet doğar” anlayışıyla yapılmış. Çünkü Belçika’nın siyasalsosyal yapısı biraz karışık, federal bir devlet, 3 ana topluluk mevcut: Flaman, Fransız ve Alman toplulukları… Üç farklı bölgeye ayrılmış ülkede üç farklı dil konuşuluyor (Flemenkçe, Fransızca ve Almanca: ne ararsan var gibi bir durum yani) :) Çelikten yapılmasının nedeni ise demirçelik sanayideki ilerlemelerine itafen. Kürelerin içinde sergi salonu, restoran… bulunmakta. Atomium’um yakınında bulunan Avrupa’daki önemli yapıların minyatürlerinin bulunduğu Mini Europe da bu bölgede gezilebilecek yerler arasında. Giriş ücreti ve ziyaret saatleri için Atomium ve Mini Europe, Bruksel (http://visitbrussels.be/bitc/BE_en/monument/708/atomium.do) Ardından Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri olan Brukselin büyük meydanını (Grand Place) gezdik. Rehberimiz bizi bu meydanda salınca, elimizde fotoğraf makineleriyle donduk kaldık ;) Dört bir yanımızda tüm heybetiyle orta çağa ait yapılar vardı; zamanda yolculuk yapmıştık sanki!.. Meydan 2. Dünya savaşında bombalanmasına rağmen aslı gibi yeniden yapılmış, restorasyon nedir nasıl olmalıdır burada anlıyor insan! Bu meydanın ara sokaklarından birinde kalabalığı takip etmeniz yeterli İsa’nın yatar pozisyonunda ufak bir heykeli var, buna el sürmek şans getiriyormuş dedikleri için herkes heykeli elleme telaşında. İsa heykelinden yürüyerek ilerleyince doğruca ‘Manneken pis’ yani işeyen çocuk heykeliçeşmesine geliyorsunuz. Bruksel nasıl kokar? Çikolata, Bira ve Midye… Bu şehir en azından içlerinden birini kesin seveceğiniz birşey kokuyor:: ÇİKOLATA… Sokaklar çikolata dükkanlarıyla dolu, serotonin zirvede! Hemen Manneken pis heykelinin yanıbaşında çikolata tadabileceğiniz bir dükkan var… Konu yemeğe geldi, bizim de karınlar acıkmaya başladı… Akşam yemeği için rehberimizin önerisiyle büyük meydanın ara sokaklarına girdik. Arnavut kaldırımlı sevimli daracık sokaklarda sıra sıra kafe, barlar dizilmişti. Akşam yemeği: sebze çorbası, midye, patates kızartması ve bira.. Midyeyi (moules) büyük bir tencerede getiriyorlar. Sebzeli bir sosla pişiriyorlar anladığım kadarıyla,, içinde pirinç falan yok yani. Ben beğendim, farklı bir lezzet, “midye sevenler” tatmalı… (2 kişiye bir tencere çok rahat yeter, hatta artıyor bile) Bira’ya gelirsek; şehirde her çeşit bira mevcut (kirazlı, ahududulu!…), meraklıları için şehirde ayık gezmek zor ;) Bir de sokakta herkesin elinde görüp canımız çekti waffle aldık ama, çok büyüktü, çikolatadan, tatlıdan bayıldık, bitiremedik,, herşey kocaman kocaman ya!… Brukselle ilgili linkler: visitbrussel (http://visitbrussels.be/bitc/front/home/display/lg/en/section/visiteur.do) vikipedibruksel (http://tr.wikipedia.org/wiki/Br%C3%BCksel) Bir sonraki postum Belçika’nın romantik şehri Brugge için… Bir Küçücük Venedik : Bruge Kuzeyin Venedik’i lakabını hak eden romantik bir şehir Brugge… Eskiden kanallarıyla Avrupa’da önemli bir ticaret merkezi iken, sonradan kanalların dolmasıyla turizmde ilerlemiş. UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan Brugge yürüyerek rahatlıkla gezilebilir veya kanal turu da yapılabilir. Brugge Brugge’de vakit: Ortaçağı gösteriyor :) Belediye binası, Markt place Belediye binası, Markt place II.Dünya savaşında zarar görmemesinin de sayesinde Brugge’ün tarihi dokusu muhteşem! Ortaçağa ait binaların yanında pasta süsü gibi renkli renkli evler (özellikle çatıları) dikkatimi çekti. Markt place Markt place Markt place Markt place Bruge’ün 2 tane meydanı var. Bunlardan ilki olan Markt place tarihi dokusuyla etkileyici büyük bir meydandır. Belediye binası ve şehrin ana siluetini oluşturan Çan kulesi (Belfry of Brugge) bu meydanda bulunuyor. Çan kulesinin içine girmek ve kuleye çıkmak mümkün. Çan kulesi, Markt place Çan kulesi, Markt place Şehrin diğer meydanı olan Burg meydanında bulunan tarihi yapı da görülmeye değer: gotik tarzda yapılmış bu yapı birkaç yüzyıla ait izler taşımakta; binanın sağ tarafındaki kule 10. yy’da meydana gelen yangından günümüze ulaşmayı başarmış. Orta kısmı 13 yy’da yapılmış, sol tarafı ise 16. yy’da eklenmiş! Burg meydanı Burg meydanı Burg meydanı Burg meydanı Brugge’de son durağımız Minnewater gölü ve çevresindeki parktı. (Flemenkçede Mine: Aşk anlamına gelmektedir) Beyaz kuğularıyla şehrin romantizmine katkıda bulunuyor. Minnewater gölü Minnewater gölü Minnewater gölü Minnewater gölü AYRICA: Michelangelo’nun ünlü Madonna of Bruges Meryem ve bebek İsa heykeli de Brugge’de The Church of Our Lady Kilisesi’nde (Meryem kilisesi) bulunmaktadır. Bruge’de en çok karşılaşacağınız 3′lü : Bira, Çikolata, Dantel… evet hani o annelerimizin naftalin kokan sandıklarından çıkarıp bize verdikleri, çoğumuzun burun kıvırdığı (ben çok severim) :) danteller buralarda kapış kapış satılıyor… dantelci :) dantelci :) Benelux turu dahilinde (extra tur olarak) Brugge şehrini yarım günde gezdik. Çikolata kokan bu masal şehrin bir hafta sonu kaçamağı için ideal olacağını düşünüyorum: sakin, huzurlu, sanat ve tarih dolu kısa bir tatil yapabilirsiniz. Brugge’de daha çok vaktiniz varsa: Dantel müzesi (Lace centre and Jerusalem chapel) Çikolata müzesi (Chocostory) Patates müzesi (Friet museum) Katedraller Bira fabrikasını (Brewery de halve maan) da gezebilirsiniz ;) Müzeler hakkında detaylı bilgi için visit brugge /museums (http://www.brugge.be/internet/en/toerisme/bezienswaardigheden/musea.htm) BONUS: Çocukluğumuzun çizgi roman kahramanlarından biri: Tenten’in de anavatanıdır Brugge. Meraklısıysanız Tenten mağazasına uğramadan olmaz… Brugge / Bruges / Brügge hakkında www.brugge.be / vikipedi Brugge’den vitrininde çeşit çeşit biraların olduğu sevimli bi cafe’den veda ediyorum. Şimdilik, tekrar görüşeceğiz :) Bonjour Paris Benelux turu dahilinde Belçika’dan sonra otobüsle Paris’e geçtik. Otobüs şoförümüz Hollandalı Alfred’den bahsetmeden olmaz. Kocaman otobüsü o daracık sokaklarda gayet ustaca kullanarak hepimizin takdirini kazandı. louvre müzesinde :) louvre müzesinde :) Paris’de 3 gün geçirdik. Gitmeden Paris’e 3 gün yetmez diye üzülüyordum, ama bana yetti. Tabi ben baştan aşağı bütün müzeleri gezicem diyorsanız, o zaman Paris’e ancak 1 hafta yeter Paris çok güzel bir şehir. Düzenli & ihtişamlı, her binanın ayrı bir hikayesi var, tüm şehir tarih kokuyor… eyfeli tutmak... eyfeli tutmak… Lakin bir daha gitmek ister misin deseler ya da Benelux turunda en beğendiğin şehir Paris miydi diye sorsalar: Hayır derim… Neden mi? Paris Eğrisiyle doğrusuyla: Paris reklamı çok iyi yapılan bir şehir, dünyanın en çok turist çeken şehri! Hakkını vermek lazım tabi ki görsel olarak muhteşem bir şehir amaaaa trafik berbat, müzeler dışında çok pahalı, şehirde Fransız görürseniz şanslısınız her yer göçmen dolu, ingilizce konuşmuyorlar ki buna sonra değineceğim, Paris demek ‘sıra’ demek bir müzeye girmek en az 1 saat, çok kalabalık, insanlar arasında müthiş uçurum var şanzelize bile evsiz insanlarla dolu, kesinlikle güvenli değil, pek de eğlenceli bir şehir değil …. Yine de fırsatınız varsa tarih için sanat için gidin görün derim… eyfel'den paris... eyfel’den paris… Paris’te gezilecek yerler malum klasik, çok kısa bunlardan bahsettikten sonra Paris ve Fransızlarla ilgili birkaç detayla yazımı bitireceğim…. Paris’te ulaşım:: Taksi yerine metroyu kullanmanızı öneririm, her yere giden çok geniş bir metro ağına sahip; hem trafiğe takılmazsınız, hem de paranız cebinizde kalır :) pariste toplu taşıma / metro ağı resmi sitesi (http://www.vianavigo.com/) ZAFER TAKI VE LUKSOR DİKİLİ TAŞI Charles de Gaulle denilen meydanın ortasında bulunan Zafer takı (Arc de triomphe) Şanzelize caddesinin başında bulunur. Burada metro durağı da vardır. Gezinize buradan başlarsanız yürüyerek Şanzelizeye geçebilirsiniz. zafet takı zafet takı Zafer takının altında 1. dünya savaşında ölen fransız askerler için yapılmış “meçhul aker mezarı” var, mezarın üzerinde bulunan alev 1923 yılından beri sürekli yanıyormuş. Zafet takının yapılmasını emreden Napolyon Bonapart’ın naaşı da bu takın altından geçirilip Les invalides’e götürülmüş. Şanzelize caddesinin diğer ucunda ise bir benzeri de İstanbul’da olan Luksor Dikili taşı bulunur. luksor dikili taşı luksor dikili taşı ŞANZELİZE DEDİKLERİ (Avenue des ChampElysees) Yunanca’da cennet anlamına gelen ‘elysion’dan türetilmiştir. İki yanında tarihi binaları ve geniş kaldırımları olan, en ünlü mağazaları, en uçuk fiyatlarla görebileceğiniz caddedir. Modanın başkenti Paris’in en ünlü caddesi Şanzelize’de şıkır şıkır Fransız bayanlarını göreceğinizi sanmayın, her yer göçmen ve turist doludur! (Zaten Paris’te garson, taksi şöförü, temizlikçi.. hep göçmenlerdendir…) Ünlü Lido Show kabaresi de Şanzelizededir. şanzelizede... şanzelizede… DEMİR YIĞINI DEMEYİN EYFEL’E MUTLAKA ÇIKIN ! Eyfel kulesi 188789 yılları arasında bir fuar için inşa edildiğinde Paris halkı için bir “demir yığını” olarak görülerek çok tepki almıştır. Bugün dünyanın en güzel mimari yapıları arasındadır. Paris dümdüz bir şehir, muhtemelen manzara için yapılmış olan Eyfel 3 katlıdır. Biz ordayken asansörle 2. kata kadar çıkış 9 euro, 3. kat yani tepeye kadar çıkış 14 euro idi. eyfel'den paris... eyfel’den paris… Asansörle çıkmak için tabiki kuyruğa gireceksiniz, ya da bacaklarınıza güveniyorsanız yürüyerek çıkacaksınız. Biz asansör için 2,5 saat sıra bekledik ve 2. kata kadar çıktık; manzara muhteşemdi! eyfel'den paris Tracodore meydanı eyfel’den paris – Tracodore meydanı Akşam saatlerinde Eyfel ışıklar içinde bibaşka güzeldir, hava kararınca saat başında 5 dk boyunca yapılan ışık gösterisini izlemek için en ideal yer (yukarda görülen) Trocadore meydanıdır (Place du Trocadero). Metro ile gelebileceğiniz bu meydanda bulunan en önemli yapı ise Palais de Chaillot‘tur. Eyfel kulesi ve internetten bilet satışı için eiffeltower.com SEINE NEHRİNDE KANAL TURU seine nehri seine nehri Paris’de yapabileceğiniz bir aktivite: Seine nehrinde kanal turu yaparak, tüm o tarihi binaları nehir boyunca izlemek. Hemen Eyfelin önünden kalkıyor ve dönüşte buraya bırakıyor. LOUVRE MÜZESİ’nde Mona Lisa ile fotoğraf çektirin :) Paris Paris tam anlamıyla müzeler şehri, hepsini baştan sona gezecem diyorsanız çok vakte ihtiyacınız var. Ama vaktiniz kısa da olsa Louvre’a gidin, en azından dünya gözüyle Mona Lisa’yı bi görün! loure müzesinde... loure müzesinde… Louvre müzesinde Da Vinci’nin tablolarından, mısırdaki piramitlere kadar ne ararsanız var! Giriş ücreti 9 euro. Tamamını gezemedik ama en önemli eserleri gördük. Girişte önemli eserleri gösteren bir broşür veriyorlar, 10 tane falan, onları görmek yetti bana. Ben ki müze gezmeyi çok severim; heykel tablo görmekten bayıldım bir süre sonra! mona lisanın önü!!! mona lisanın önü!!! “Mona Lisa” ise çok şirindi diyeceğim, çünkü öyle büyük bir tablo beklemeyin; cam korumanın arkasında küçücük… Önündeki insan yığınını aşmayı başarıp tabloya yaklaşabilirseniz, Mona Lisa ile güzel bir fotoğraf çektirebilirsiniz ;) mona lisa & ben :) mona lisa & ben :) Diğer beğendiğim eserler “Cana’da düğünü” tablosu (Mona Lisa’nın hemen karşısında), Napolyonun eşi Josephine’e taç giydirdiği anı resmeden “La Sacre de Napoleon”. Bir de Kudüs’deki bir savaş sırasında yaşanan bir olayı anlatan çift taraflı resmedilmiş bir tablo var o da şahane. Paris çift taraflı tablo çift taraflı tablo Louvre müzesi resmi sitesi, müzenin bölümleri ve online bilet satışı: louvre (http://www.louvre.fr/) notre damme katedrali notre damme katedrali NOTRE DAMME KATEDRALİ Fransız yazar Victor Hugo vakti zamanında bakımsızlıktan dolayı yıkılması düşünülen bu katedrale dikat çekmek için ünlü eseri “Notre Damme’ın kamburu”nu yazmış; romanda bu katedralde çanları çalan sakat Qusamodo’nun Esmeralda’ya duyduğu büyük aşkı anlatılır. Notre damme deyince benim aklıma ilkgelense gargoyle denilen (bilirsiniz şu yarasaya benzeyen heykeller) gotik mimari eserlerdir. MOULIN ROUGE, MONT MARTE (Ressamlar tepesi) & SACRE COEUR BAZİLİKASI Paris Paris’in şehir merkezinin biraz dışında yer alır. Ünlü kabare Moulin Rouge’un (kırmızı değirmen) hemen yanındaki sokaktan yukarı doğru çıkılınca 10 dk mesafede Paris’li ressamların yerine yani Mont Marte’ye gelirsiniz. Paris Buradaki ressamlara portrenizi yaptırabilir, caferestoranlarda krep ve soğan çorbasını deneyebilir, Sacre couer’un merdivenlerinden Paris’i izleyebilirsiniz (manzara Eyfel’deki kadar güzel değil). Bu bölgedeki hediyelikçiler Paris merkeze göre daha ucuzdur. sacre couer sacre couer Bizim 3 günde Paris’te gezdiğimiz yerler bunlar. Şehrin dışında olan bahçeleriyle ünlü Versay sarayına gitmedik. Pek de içimde kaldığını söyleyemem, 3 gün boyunca tüm o muhteşem tarihi binalar, heykeller bana yetti sanırım. Daha çok müze gezmek isterseniz Monet, Degas, Cezanne gibi ressamların eserlerinin bulunduğu Orsay müzesini de listenize ekleyebilirsiniz. İlginiz varsa Eurodisney Paris‘e de 1 tam gün ayırmanız lazım. Paris PARİS’TEN NOTLAR… Perfume: 16. yy’da en çok parfüm üretilen ve tüketilen ülke Fransa imiş. Nedeni basit: ne yazık ki pek temiz olmayan Fransızlar, hastalıkların da sudan geçtiğini düşündüklerinden kötü kokuları maskelemek için çok fazla parfüm tüketirlermiş! (“Koku” filmi veya kitabından hatırlarsınız…) Bonjour Paris :( Paris’te siz siz olun bir Fransıza bir şey soracaksanız en azından cümleye ‘Bonjour’ diye başlayın, yoksa suratınıza bile bakmıyorlar! Devamında şansınız varsa sizinle İngilizce konuşabilir! Köhne teknoloji: Burası Paris ama bazen “köhne/eskimiş teknoloji” ile karşılaşabilirsiniz. Ne demek stediğimi şöyle anlatayım: fotoselli musluklar çalışmayabilir, tuvalet kapıları para yutabilir vs…. Paris Alışveriş: Paris’te illaki kozmetik alışveriş yapmak istiyorsanız; Benlux diye bir kozmetik dükkanı var, Louvre müzesine çok yakın. Tax free, bir de içinde her milletten satış elemanı var, Türk de var, yani ‘yok İngilizce konuşmuyor’ diye bir sorun da olmuyor. Paris’de Şanzelize dışında popüler bir alışveriş merkezi de Galeries Lafayette‘dir. Metro hattı ile ulaşımı kolaydır. Yeme içme: Paris’in hamur işleri mükemmel; ekmek, francala çok lezzetli. Sıkılsam da sürekli sandviç yedim durdum. (favorim füme somonlu sandviç) :) Ancak ‘Evian’ marka suyun tadı berbat! Özgürlük heykeli: Paris’de gezerken anlayacaksınız Fransızlar tarihi bina ve heykele çok düşkünler ;) 2. Dünya savaşında Almanlar tarafından işgal edilen Fransa, ancak Amerika’nın savaşa katılıp savaşın seyrinin değişmesiyle işgalden kurtulmuştur. 1885′de Fransa ABD ile olan iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak, kuruluşunun 100. yılı nedeniyle Amerika’ya Özgürlük Heykelini hediye etmiştir! Bu geziden sonra sürekli savaşlarla geçen Avrupa tarihine olan merakım bir hayli arttı. Dönüşte ilk iş bu konularda bir kitap araştırmak :) louvre müzesinde... louvre müzesinde… Yazıma Seine nehri üzerindeki Pont des Arts köprüsü veya halk arasında Pont des Amoureux (Aşıklar köprüsü)’den bir görüntü ile son veriyorum. Aşıklar bu köprünün korkuluklarına kilit takıp anahtarını nehre atıyorlar :) Paris Paris’le ilgili linkler: wikipedia/Paris paris.com parisinfo (http://en.parisinfo.com/) Frankfurt: Geçmişle Geleceğin Buluştuğu Şehir Main nehrinin üzerindeki Eisener Steg köprüsünün bir yanı tarihi binalarıyla sizi geçmişe götürürken bir yanı da modern binalar ve gökdelenlerle geleceğe açılan bir pencere sanki… Frankfurt Asıl ismi Frankfurt am Main (Main nehri etrafındaki Frankfurt) olan Frankfurt Avrupa’nın finans başkenti (tüm bankaların burada şubesi bulunuyormuş) ve sürekli gelişmekte. Zaten şehirde gezerken bunu anlıyorsunuz, çünkü devam eden gökdelen inşaatları, koca koca vinçler bu şehrin giderek daha da büyüyeceğini haykırıyor adeta! Frankfurt Ancak beni etkileyen tarihi dokunun da korunması oldu. Farklı bir mimari yapıya sahip ortaçağ evlerinin, kilisenin yanında yükselen gökdelenler şehre son derece modern ve estetik bir hava katmış. Frankfurt Eşimle beraber Benelux tur grubumuzdan ayrılıp kongre için hızlı trenle Frankfurt’a geçtik (bizim tur bu arada Luxemburg’a gitti). İyi ki de geçmişiz, karşınıza Frankfurt’u görmek için bir fırsat çıkarsa sakın KAÇIRMAYIN derim :) Frankfurt Avrupa’da yaşanılacak şehirler arasında üst sıralarda olan Frankfurt’u gezmek için 12 gün yeterli. Frankfurt için bizim gibi kısa bir vakit ayırdıysanız, şehir merkezinde yürüyerek gezebileceğiniz yerler: Dom katedrali Dom katedrali Domplatz’daki Dom katedrali ile gezinize başlayabilirsiniz. Römerberg, Frankfurt Römerberg, Frankfurt Ardından yürüyerek tipik Alman evlerine sahip Römerberg (eski şehir meydanı) bölgesine geçip Adalet çeşmesi ve Nikolai kilisesine bi göz atın. Adalet çeşmesi & Nikolai kilisesi Adalet çeşmesi & Nikolai kilisesi FrankfurtRömerberg’den sonra Eisener steg köprüsünden geçip şehrin diğer tarafını keşfedin. (Bu köprü birkaç yıla Paris’deki aşk köpsüne rakip olacak gibi; aşıklar kilitlerini takmaya başlamışlar bile) ;) Eisener steg köprüsü Eisener steg köprüsü Frankfurt Karşı yakada nehir boyunca geniş bir yürüyüş yolu ve park mevcut. Siz de dilerseniz çimlerin üzerinde ufak bir piknik yapabilirsiniz ya da buradaki kafelerde oturup nefis meinhattan manzarasının (gökdeleni bol olan bölgeye bu ad verilmiş!) keyfini çıkarabilirsiniz ;) Meinhattan Meinhattan Frankfurt’ta daha çok vaktiniz varsa Müzelere vakit ayırabilirsiniz: Goethe haus/museum: Goethe’nin Frankfurt’ta doğduğu evdir. Ulaşım:Hauptwache istasyonuna 510 dakikalık yürüme mesafesinde. Alte Oper: Rönesans stilindeki eski opera binası. Ulaşım: Alte oper durağı Karşı kıyı da müzeler açısından zengindir. Mimarlık, İletişim ve Sinema müzeleri vardır. Özellikle İletişim müzesinin (Museum für kommunication) girişinde yer alan telefon kablolarından yapılmış koyunlar orjinal. Stadel müzesi: İletişim müzesinin biraz ilerisinde bulunur. Picasso, Monet vb. ressamların tabloları sergilenir. Römerberg Römerberg Toplu taşıma: Resmi toplu taşıma sayfası (Türkçe dil seçeneği de var!) (http://www.rmv.de/tr/) “Alman disiplini” derler ya işte Frankfurt metrosunda bunu bizzat gördüm. Tren saniyesinde kalkar, üstelik baya da karışık bir metro sistemleri var, aynı raydan BİRDEN ÇOK istikamete tren gidiyor, bir de farklı farklı bir sürü bileti var: birlik, beşlik, 24 saatlik, günlük…. Bu sistemin biraz karışık olduğunu otelimizdeki bir Alman’la paylaştığımızda nazik bir şekilde “karışık olmadığını herşeyin kuralına uygun bir şekilde işlediğini” söyledi. :) Konaklama: Best Western Hotel Scala, Adres: Schafergasse 31. Frankfurt’ta kaldığımız otel; temiz, büyük ve merkezi bir otel. Gezilecek yerlere yürüme mesafesinde, tavsiye edilir… Zeil caddesi Zeil caddesi Mutfak: Frankfurta özel tatlar şöyle; Frankfurter bildiğimiz sosisin daha büyüğü, domuz ve veya dana eti! Sosis & patates yeşil sos ile (Grúne soβe) Ebellwein şarabı, Paulaner buğday birası Almanya’da sular gazlı ve mineralli. Normal suya ulaşmak için birkaç maden suyu içmek gerekebilir :) Main Tower: Meinhattan bölgesindeki gökdelenin üst katında bulunan restaurant Frankfurt manzarası için güzel bir seçenek olabilir. Türk nüfus yoğun olduğundan köşebaşında dönerci/kebapçı bulma olasılığınız bir hayli yüksek. Alışveriş: Zeil caddesi ve mimarisiyle dikkat çeken alışveriş merkezi My Zeil alışveriş tutkunları için… My Zeil My Zeil Bu farklı şehirden güzel duygularla ayrılırken Frankfurt çok özel bir hatıra ile uğurladı bizi :) Amsterdam : Ahşap Kazıklar Üzerinde Bir Şehir Frankfurttan HIZLI TRENLE Köln’e geçip Benelux Tur grubumuzla yeniden birleştik. Meğer en güzeli en sona saklanmış: Amsterdam‘a doğru yola düştük….. ÖZGÜRLÜKLER ŞEHRİ: Amsterdam deyince ilk akla gelen ne yazık ki sex ve uyuşturu serbestliği oluyor. Açıkçası Hollandalılar bu durumdan pek de memnun değiller ve bazı kısıtlamalar getirmeye başlamışlar. Gidince göreceksiniz Amsterdam kesinlikle bunlardan ibaret değil… Amsterdam Amsterdam tamamen AHŞAP KAZIKLAR üzerine inşa edilmiş bir şehir! Topraklarının 1/4′ünü denizden kazanan Hollandalılar’ın başlıca marifeti yel değirmenleriyle bataklıkları kurutup, denizenehire set çekip ülke kurmak… Tarihinde birçok su baskını yaşayan Hollanda, bu su bentlerinin yapılmasında da çok can kaybı vermiş! Amsterdam ismi de Amstel nehri üzerindeki bent (dam) anlamına geliyor. Amsterdam Hollanda’nın en büyük şehri ve başkentidir. Ancak hükümet Lahey’de bulunduğu için Hollanda’nın idari başkenti Lahey’dir. Amsterdam KANALLAR ŞEHRİ AMSTERDAM’da 1300 köprü var. Şehirde su seviyesinin düşmesiyle ahşap kazıklarda hava ile temas sonucunda çürüme olduğundan su seviyesinin sabit kalması gerekiyor. Hollandalılar yaptıkları bentlerle, yel değirmenleriyle su seviyesini sabit tutabiliyorlar! Yine de bazı evlerde eğrilmeler görülüyor. Bu Amsterdam’ın suya karşı verdiği mücadelenin bir fotoğrafı adeta… Amsterdam Amsterdamın kendine özgü büyük pencereli, birbirine yapışık şirin mi şirin evlerinin çatılarında göreceğiniz makaralar eşya taşımak için kullanılıyormuş. (bazı evlerin merdivenleri çok dar olduğu için) Amsterdam BİSİKLETLİLERE DİKKAT: Dümdüz bir şehir olan Amsterdam’da gezilecek yerler birbirine çok yakın. Biz tüm şehri yürüyerek rahatça gezdik. Ama şehirde asıl moda olan Bisikletle gezmek! Amsterdam Bisiklet kullanımı çok yaygın ve teşvik edimekte. Yollar geniş gibi görünür ancak dikkatli bakarsanız yolun yarısının bisiklet yolu olduğunu fark edersiniz. Şehirde tam anlamıyla bisiklet hegamonyası vardır, bisikletliler her yerdedir ve yaya bile olsanız geçiş üstünlüğü her zaman bisikletlilerdedir ;) Amsterdam AMSTERDAM’DA KANAL TURU: Şehri gezmek için kanal turu da güzel bir seçenek… Kanal turları için birçok seçenek var: Amsterdam kanallarında aralıksız 1 saat boyunca gezebileceğiniz kanal turları gibi, “hop on hop off” tarzında tüm gün geçerli olan bir bilet alıp müzelerin yakınında inip tekrar binebileceğiniz kanal turları da mevcut. Biraz daha luks isterseniz ‘akşam yemekli‘ veya ‘cheesewine tabağı’ ilaveli kanal turlarını da tercih edebilirsiniz. Seçim sizin! Amsterdam kanal turları. Central station Central station TARİHİ DOKU: Şehirdeki yapıların çoğu 17.yy’dan kalma tarihi binalardır. Amsterdam Centraal Station (Amsterdam Ana Tren İstasyonu) ve Dam meydanındaki Kraliyet Sarayı şehrin tarihi dokusunu yansıtan en güzel yapılardan. Kraliyet sarayı Kraliyet sarayı Dam meydanı Dam meydanı AMSTERDAM’DA TURİSTİK MERKEZLER Dam meydanı: Şehrin en popüler meydanı, Madame Tussauds müzesi ve şehrin tarihi binalarının çoğu da bu meydandadır. Red Light District: Ünlü kırmızı fener sokağında FOTOĞRAF veya Video çekmeyi düşünenler dikkat; ummadığınız tepkilerle karşılaşabilirsiniz! Leidseplein: Turistik eğlence meydanı. Cafe Americano buradaki ünlü ve eski cafelerden. Dünyanın ünlü cafelerinden Hard Rock Cafe de bu bölgede bulunur. Amsterdam Rembrantplein: Şehrin diğer eğlenceli meydanı. Vondelpark: İçinde cafe, restoranlar bulunan yeşillik park Museumplein: Rijksmuseum, Van Gogh Museum, Stadeljik Museum ve ünlü “Iamsterdam” yazısının olduğu bölge. Amsterdam MÜZELER ŞEHRİ: Amsterdam’da otçöp, lale, bira aklınıza ne gelirse herşeyin müzesi var. Belli başlı müzeler: Rijksmuseum: Hollandanın en büyük klasik sanatlar müzesi, Museumplein bölgesinde Van Gogh Müzesi: Museumplein bölgesindeki müze en geniş Van Gogh koleksiyonuna sahip Amsterdam Stadeljik Museum: Museumpleinde bir sanat müzesi daha Anne Frank House: 2.Dünya savaşında Anne Frank ve ailesinin saklandığı ev Amsterdam Madame Tussauds: Ünlülerin balmumu heykellerinin olduğu müze Dam Meydanında Heineken Experience: Heineken bira fabrikası/müzesi Amsterdam Amsterdam’daki tüm müzeler Amsterdam’da müzeler, toplu taşıma ve kanal turu için kullanabileceğiniz Amsterdam kart / Holland kart birkaç günlük gezi için işinize yarayabilir. Amsterdam XXX: Amsterdam’da sıkça rastlayacağınız XXX işareti Hollanda’nın tarihi boyunca savaş verdiği Ateş, Su & Vebayı temsil ediyor. AMSTERDAM’DA MUTFAK: Açıkçası Amsterdam’ın kendine has bir mutfağı yok (tabi “coffee shopları” saymazsak) :) ama şehirde herçeşit dünya mutfağından restoranlar mevcut. Şehirde çok sayıda Türk yaşadığından Türk restoranları da mevcut. Biz rehberimizin de önerisiyle tercihimizi Arjantin mutfağından yana yaptık. Tesadüfen garsonumuzun da Türk olması sayesinde çok leziz bir akşam yemeği (steak) yedik! Amsterdam hakkında link (http://www.amsterdam.info/tr/) Amsterdama bir post yetmedi :) Benelux turu dahilinde yaptığımız “MARKENVOLENDAM” gezimiz bir sonraki postumda… Amsterdam’dan Devam : Marken Volendam MASAL KÖYLER: MARKEN & VOLENDAM Marken volendam Amsterdam gezinize farklılık katmak için modern Hollanda köylerini de görmenizi tavsiye ederim. Marken & Volendam’a Benelux turu dahilinde yarım günlük “extra gezi” olarak rehber eşliğinde otobüsle gittik. MARKEN ADASI/YARIMADASI İlk olarak Marken ada/yarımadasına gittik. Burası Ijseelmeer gölünde bulunan bir yarımada. Aslında eskiden bir adaymış, günümüzde bir bağlantı yoluyla anakaraya bağlanmış. Marken’e gidiş yolunda gördüğümüz “Bra Bridge” (südyen köprü) ilgi çekiciydi… Marken volendam Yine yolda gördüğümüz göl içerisinde yeni doldurulmuş bir bölge ve buradaki yüksek binalar da ilgi çekiciydi. Rehberimizin anlattığına göre Holandalılar ihtiyaç duydukça denizi/gölü doldurarak, set çekerek kendilerine yaşam alanları yaratmaya çalışıyorlarmış. Marken volendam Ve MARKEN uzaktan görünüyor…. Marken volendam Marken Adası için ne yazmalı bilemiyorum… İnsana huzur verir, öylesine sessiz sakindir ki sanki o evlerde kimse yaşamıyormuş da bir açık hava müzesinde geziyormuşsunuz gibidir. Rengarenk çiçeklerle süslü pencereler, yemyeşil düzenli bahçeler, son derece bakımlı evler bir masal dünyasına götürür insanı… Marken volendam Marken volendam Maken volendam “Beatrix Brug” isimli şirin köprüde de onlarca fotoğraf çektikten sonra rehberimiz bizi eski bir Peynir Fabrikası’na götürdü. ESKİ PEYNİR FABRİKASI Eski peynir fabrikası Eski peynir fabrikası Marken volendam Burada yöresel kıyafetleri içerisinde Hollandalı bir bayandan ünlü Hollanda peynirinin nasıl yapıldığını pür dikkat dinledikten sonra sıra geldi peynir tatmaya ve peynir alışverişine! Marken volendam Marken volendam Marken volendam SIRADA VOLENDAM Marken’den sonra VOLENDAM‘a geçtik… Volendam’ın bazı bölgeleri rakım olarak DENİZ SEVİYESİNİN ALTINDA! Marken volendam Bölgenin deniz kısmı setle çevrili. Yine bentlerle deniz dizginlenmiş, bölge bu sayede sular altında kalmıyor! Açıkçası “Denizi yendik” diyen Hollandalıları takdir etmemek elde değil. Topraklarının % 18′i deniz seviyesinin altında olan Hollanda’nın ismi de zaten Alçak Ülke (HolLand) anlamına geliyormuş. Topraklarının 1/4′ünü denizden kazanan Hollandalıların söyledikleri bir söz daha var: “Tanrı dünyayı, Hollandalılar Hollanda’yı yarattı.” Tüm bunları nerden öğrendin derseniz: Bize Volendam’da tur dahilinde, hediyelik satan büyük bir dükkanda, daha çok Hollanda’nın suya karşı verdiği mücadeleyi anlatan, Hollanda ile ilgili bir belgesel izlettiler; üstelik Türkçe! Marken volendam Volendam’da da yine Marken’deki gibi güzel, bakımlı ahşap evler ve bahçeler var. Farklı olarak burası daha turistik ve canlı, atıştırmalık deniz ürünleri yiyebileceğiniz cafeler ve küçük restoranlar var. Marken volendam Laf aramızda hediyelik alacaksanız Volendam’daki dükkanlar ideal. Hem çeşit bol & orjinal, hem de fiyatları uygun. İşte bizim MarkenVolendam gezimiz böyle güzel geçti… son olarak… HOLLANDA’NIN ÜNLÜLERİ Maken volendam Hollandalılar bataklıkları kurutup en güzel şekilde değerlendirmişler: Meyve, sebze ve çiçek dikerek… Hollanda dünyada tarım üretiminde ilk sıralarda yer alıyor. İşte Hollandalıların Osmanlı’dan getirdikleri Lale, su seviyesini ayarlamak için kullandıkları Yel değirmeni ve Çarık Hollanda geziniz boyunca size eşlik edecek :) Marken volendam İKLİM: Hollanda bize göre daha kuzeyde deniz kenarında olması nedeniyle iklimi bize kıyasla soğuktur. MEVSİM YAZ BİLE OLSA yağmura rüzgara hazırlıklı gidilmesi tavsiye edilir…. Ve 1 haftalık Benelux Turumuzun sonuna geldik. Kısa zamanda çok yer gördük, birazcık da yorulduk ama değdi doğrusu; gönül rahatlığıyla ülkemize geri döndük diyebilirim…. Vikipedi Brüksel Brüksel (Fransızca: Bruxelles, Felemenkçe: Brussel), Belçika'nın başkentidir. Belçika'nın üç federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin başkentidir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin (Fransızca: Communes, Felemenkçe: Gemeenten) toplam nüfusu 1.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne alındığında toplam kapsamlı nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır. Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir. Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında Brüksel, bu sebeplerden AB veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez Karargahı da Brüksel'dedir. Nüfusun çoğunluğunun ana dili Fransızca'dır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman bölgesinden gelmiş ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil Fransızca ve Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur. Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan itibaren kaydadeğer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta Faslı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir Belçika sömürgesi olan Kongo'lu Afrikalılar köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar. 1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkânları nedeniyle yabancı kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları artmaktadır. Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arzeden bu süreç sonrasında son 3040 yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir. Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve zenci Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve çalışanları mahallesi oluşmuştur. Vikipedi Brugge Bruges[1] (Hollandaca: Brugge, Fransızca: Bruges, Almanca: Brügge), Belçika'nın Flandra'nın Batı Flandra ilinin başkenti. Orta Çağ'dan kalma mimarisi (II. Dünya Savaşı'nda zarar görmediği için bozulmadan korunmuştur), değişik çikolataları, danteli (diğer adıyla rahibe işi), kanalları ve Belçika birası (rengine, tadına ve sunuluş şekline göre çeşitlilik gösterir) ile ünlü turistik bir kenttir. 11. yüzyılda Avrupa'nın ticaret merkezi olan Brugge, seller ve coğrafi değişiklikler yüzünden denizle bağlantısını bir iki kanal dışında kesmektedir. Günümüzde şehir merkezinin Kuzey Denizi kıyısında bulunmamasına rağmen, denize yakınlığı nedeniyle hâlâ bir liman kenti olarak anılmaktadır. Şehrin içindeki kanallar günümüzde ulaşım maksadıyla kullanılmakta olup, bunlarda turistik geziler de düzenlenmektedir. Avrupa'nın günümüze kadar gelebilmiş önemli Ortaçağ kentlerinden biridir. Kentin, ortaçağdaki boyutlarının dışına hiç taşmamış olması ilgi çekicidir. XII. yüzyıl malikanelerinin arasından dolaşan pırıl pırıl kanalları ve çiçek pazarlarıyla gerçek bir âşıklar kentidir. Yaz aylarında turist yoğunluğu olduğu için sezon dışında ziyaret edilmesi ayrı bir tat bırakmaktadır. Bruges büyükkentinin toplam nüfusu 117.351 kişidir. Vikipedi Paris Paris, Fransa'nın başkenti ve ÎledeFrance bölgesinin merkezidir. Sen Nehri'nin üzerine, Paris Havzası'nın ortasına kurulmuştur. Paris'te ikamet edenlere Parisien(ne) diye hitap edilir. Tüm dünyada anıtları, sanatsal ve kültürel yaşamı ile bilinen Paris, aynı zamanda dünya tarihinde önemli bir şehir olmakla birlikte, başlıca ekonomik ve politik merkezler arasında yer almakta ve uluslararası taşımacılığın geçiş noktalarından birini oluşturmaktadır. Moda ve lüksün dünya başkenti olan Paris, "Işık Şehir" (Ville Lumière) diye de anılmaktadır. 2007 yılında Paris şehir sınırları içindeki nüfusun 2.200.000 kişi olduğu INSEE (Institut national de la statistique et des études économiques Ulusal istatistik ve ekonomik çalışmalar enstitüsü) tarafından tahmin edilmektedir. [1] 20. yüzyılda şehir sınırlarının dışına taşarak büyümüş ve banliyöleriyle birlikte 2007'de 11,8 milyonluk nüfusa ulaşmıştır. [2]. Paris şehrinin özlü sözü Latince "Fluctuat nec mergitur" yani "Sallanır ama batmaz" (Fransızca: « Il est battu par les flots sans être submergé »). Şehrin armasındaki "Scilicet" yani gemiyi anlatmak için kullanılır. Bu gemi Ortaçağ'da şehri yöneten güçlü "Gemiciler" (Nautes) ya da "Su tüccarları"nın kurduğu birliği sembolize eder. Şehrin koruyucusu, 5. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan Azize Geneviève'dir. Etimoloji Paris adını Galya halklarından Parisii lerden almaktadır. "Paris" aslında Romalıların "Lutetia" yerine kullandıkları "Civitas Parisiorum" (Parisiilerin şehri) adının zamanla değişmesi sonucu oluşmuştur. Paris aynı zamanda şehrin etrafındaki yöreye de ("Parisis") verilen isim olmuştur. CormeillesenParisis ve FontenayenParisis gibi şehirlerin isimlerinde buna rastlanır. Bu adın kaynağı tam olarak bilinememektedir. Paris bölgesinde çokça bulunan taş ocaklarına istinaden Galce "kwar" (taş ocağı) kelimesinden geliyor olabilir. Başka etimolojilerde önerilmiştir. Pierre Hubac ve Cheikh Anta Diop'a göre, Parisiilerin adı Mısır tanrıçası İsis'ten gelmektedir çünkü Paris bölgesinde İsis'e adanmış birçok tapınak ya da Eski Mısır dilinde "per Isis" bulunmaktaydı. Bir efsane de Paris adını dalgalar altında kalıp denize batan efsanevi Ys şehriyle birlikte anar. Maurice Druon "Paris de César à Saint Louis" (Sezar'dan St.Louis'ye kadar Paris) adlı kitabında Paris adının Galce "par" (gemi) sözcüğünden geldiğini iddia eder. Şekli gemiye benzeyen, su üzerine kurulmuş, geçimini suya borçlu olan ve ismini de belki sudan almış olan bir şehir. Bir ada olan Lutèce'in refahı "gemiciler" tarafından sağlanıyordu ve bu gemicilerin sembolü olan gemi de şehir armasını oluşturmuştur. Paris'in Tarih öncesi ChampsÉlysées Bulvarı'nın aşağı kısmındaki Wallace Çeşmesi Işık şehrinin sembolü Eyfel kulesi Seine nehri kıyılarında yapılan teraslama çalışmaları sırasında bulunan oymataş el aletlerinin gösterdiği gibi Paris kent alanı yaklaşık 40.000 yıldır insanlar tarafından yerleşim alanı olarak kullanılmaktadır. En önemli arkeolojik bulgular 12nci bölge'de 1991 yılında ortaya çıkartılan Paris bölgesindeki en eski kalıcı insan yerleşimine ait kalıntılardır. Bercy'de yapılan alt yapı çalışmaları sırasında M.Ö. 4.000 ile 3.800 yılları arasında avcılık dönemine ait Seine nehrinin eski kıyısında yerleşik bir köyün izlerine rastlanmıştır. Bu kalıntılar çok önemli arkeolojik değere sahip olan birçok tahtadan oyma kayık, topraktan çanak çömlek, ok ve yaylar, kemik ve taştan aletlerdi. Diğer buluşlar da 14ncü bölge ile 13ncü bölge arasındaki su kemerleridir. Aşıklar şehir olarak bilinir. Antik Çağ Tarih öncesi yerleşimlerle GalyaRoma dönemi arasında olup bitenler hakkında pek bir şey bilinememektedir. Tek emin olunan nokta Sezar'ın birlikleri ülkede dolaşırken bölgenin hâkimlerinin hala Parisiiler olduğudur. Bazıları Parisiilerin Paris'i kurmasının tarihi olarak M.Ö. 250 ile 200 yılları arasını göstermektedir ancak önemli kanıtları yoktur. M.Ö. 52 yılında Jül Sezar'ın teğmeni Labienus Paris şehrini ele geçirdiğinde Romalılar tarafından "Lutetia" (Fransızcası: Lutèce) diye adlandırılmıştır. Galya'nın başkenti görevini Lugdunum (Lyon) şehri yapmaktaydı. O zamanki Galya şehrinin tam olarak nerede yerleştiği konusunda kesin bilgi yoktur. Uzun süre buranın île de la Cité'de olduğu düşünülmüştür ancak metro çalışmaları nedeniyle baştan aşağı bu adada kazı çalışmalrı yapılmış ve hiçbir ize rastlanmamıştır. Galya şehri île SaintLouis'de ya da bugün artık karşı kıyı ile birleşmiş olan ve Bièvre nehri'nin yarattığı delta üzerinde bulunmuş olan bir adada da bulunmuş olabilir. Çok tartışılan başka bir varsayıma göre ise ilk kurulan Galya köyünün Nanterre'deki Valérien tepesi'nden çok uzak olmadığı yönündedir. Roma şehri 1. yüzyılda nehrin sol kıyısına kurulmuştur. Şehrin SaintGermain Bulvarı'ndan ValdeGrâce'a ve rue Descartes'tan jardins du Luxembourg'a kadar uzandığı düşünülmektedir. Lutèce şehri bir cardo (Roma şehirlerinde kuzeygüney doğrultusundaki ana cadde) olan rue SaintJacques çevresinde dik kesen sokaklardan oluşan bir şehir yapısıyla yerleşmişti. Roma şehirlerinde olduğu gibi forum, hamamlar, tiyatro, arena ve nekropol bu şehirde bulunmaktaydı Orta Çağ Paris şu andaki adını 5. yüzyılda alır ve Romalılar'a karşı elde ettiği zaferin ardından Frankların kralı Merovenj Hanedanından I. Clovis 508 yılında Paris'e yerleşerek burayı başkenti yapar. Nehrin sağ kıyısına 6. yüzyıldan itibaren bir kilisenin kurulduğu dikkat çeker: SaintGervais kilisesi (günümüzde Hôtel de ville 'in arkasında bulunmaktadır. 9. yüzyılda SaintGervais ve SaintGermainl'Auxerrois kiliselerinin (günümüzde Louvre'un yakınında bulunmaktadır) çevresinde koruma amaçlı duvarlar inşa edilmiştir. Nehrin sol kıyısı 885 yılında Vikingler tarafından tamamen yokedilmiştir. Taht 987 yılında Capet hanedanına geçti. Paris, Orleans şehri ile birlikte bu hanedanın kişisel serveti içinde yer alıyordu. Bu hanedanın atası I. Eudes şehri Vikingler'e karşı savunmasıyla ünlenmiştir. Önemli Mekanlar Ana madde: Notre Dame Katedrali Meryem Ana'ya adanarak yapılan bu gotik katedral, Sein Nehri'nin ortasında ki Île de la Cité'nin doğu kısmında bulunur.Bu katedral Paris'in sembollerinden biri haline gelmiştir.19. yüzyılın başlarında yıkılma kararı alınan katedralin kurtarılması için ünlü Fransız yazar Victor Hugo "Notre Dame'ın Kamburu" adlı romanı yazmıştır.Halkın da desteğiyle yıkılmaktan kurtulmuştur. Louvre Müzesi Ana madde: Louvre Müzesi 1793'te açılan ve müze yapılan bina aynı zamanda Fransa'nın ilk devlet müzesidir.Koleksiyonunda La liberté guidant le peuple,Mona Lisa, Winged Victory of Samothrace ve Venus de Milo gibi birçok şaheser görülebilir.Sadece dış görünüşü bile insana bu sarayın harikuladeliğini gösterir.Mimarinin en muhteşem örneklerinden biridir ve Fransız usulü dik çatıları da dikkat çekicidir. Église de la Madeleine Ana madde: Église de la Madeleine İnşasını Napoleon'un emrettiği kilise, Fransız Ordusu'nun ululuğuna ve görkemliliğine yaraşır bir zafer tapınağı olması için yapılmıştır. 1806'da PierreAlexandre Vignon tarafından tasarlanmıştır. Korint tarzı sütunlarla çevrelenmiş tapınak, Boubonlar'ın yönetimi ele geçirmesiyle Hristiyan kilisesine dönüştürülmüştür. ChampsÉlysées (Şanzelize) Ana madde: ChampsÉlysées Adını Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından almıştır. Paris'in en güzel caddesi olarak bilinir. Cadde, yukarı doğru çıkarsanız sizi Zafer Takı'na, aşağı doğru inerseniz sizi Concorde Meydanı'na çıkarır. Daha ilerde ise Jardin des Tuileries ve Louvre Müzesi vardır. Birçok gösterinin yapıldığı bu cadde adeta Paris'in kalbidir. Eyfel Kulesi Ana madde: Eyfel Kulesi İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel'den alır. Kule tüm dünyaya kendini Fransa'nın sembolü olarak tanıtmıştır. Muhteşem bir mühendislik eseri ve estetik bir kuledir. Fransız Devrimi'nin kutlamaları için düzenlenen Paris fuarına kapı olarak yapılmıştır. Kule sadece 20 yıl kalması için inşa edilmişti. 1909'da yıkılması gereken kule Atlantik ötesi haberleşmeye imkan tanıdığından kalmasına izin verildi. Vikipedi Amsterdam Amsterdam Hollanda'nın başkentidir. Ancak ülke hükümetin ve meclisin bulunduğu Lahey'den yönetilir. 12. yüzyılda Amstel ırmağının kıyısında bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, bugün Hollanda'nın kişi sayısı bakımından en büyük, kültürel ve parasal yönden de en önemli kentidir. Kentte 2005 sayımına göre 742.209 kişi yaşasa da, bu sayı çevresiyle birlikte 1,5 milyonu bulur. Adı, ilk kurulduğu zamanlarda Amstel ırmağının üzerine kurulan su bendi ("dam") olan Amstelredamme'ın zamanla Amsterdam olmasından gelir. Özellikle, Amsterdam'da bulunan Dam Meydanı çok ünlüdür ve dünyanın birçok yerinden ziyaretçi akınına uğramaktadır. Amsterdam, çoğunlukla 17. yüzyıldan kalma yapılarıyla, Avrupa'daki en köklü kent dokularından birini barındırır. Kentin eski bölümü iç içe geçmiş ay biçimindeki kanallardan oluşur. Bu kanalların iki yakasındaki tarihî evlerin bir bölümü bugün ev, geri kalanı ise, kamu ya da özel işyeri olarak kullanılır. Hollanda'nın birçok yerinde olduğu gibi, Amsterdam'da da kanallar bataklık olan bölgede öncelikle suları denetim altına almak için kazılmıştır. Bunun yanısıra savunma ile ulaşım için de kullanılmıştır. Bazı kanalların üzerinde tekne evler bulunur. Bunlar genellikle eski tekneler ya da baştan ev olarak tasarlanmış teknelerdir. İlk olarak 60'lı 70'li yıllardaki konut sıkıntısının sonucu olarak ortaya çıkan tekne evler, bugünlerde yalnızca zorunluluktan değil, daha çok bir yaşam tarzı yeğlemesi olarak öne çıkmaktadır. Tanınmış Concertgebouw ('konser yapısı') senfoni orkestrası ('Concertgebouworkest') Amsterdam'da bulunur. Ulaşım Amsterdam bisiklet dostu bir şehirdir. Şehirde bisiklet yolları ve bisiklet park alanlarıyla "bisiklet kültürü"nün geliştiği bir merkezdir. Şehirde 1 milyonu bisiklet bulunduğu tahmin edilmektedir. Ancak bisiklet hırsızlığı oldukça yaygındır. Bu yüzden bisiklet sahiplerinin büyük kilitlerle bisikletlerini hırsızlara karşı koruma eğilimi vardır. Şehir içinde araç kullanmak tercih edilmez. Çünkü park ücretleri oldukça yüksektir. Ayrıca birçok cadde ve sokak araç trafiğine kapatılmıştır. Toplu taşıma otobüs ve tramvaylar ile sağlanır. Şehirde dört metro hattı bulunmaktadır, beşinci hat ise yapım halindedir (ancak kentin doğal dokusuna zarar vermemek için yapımı yavaş sürmektedir). Kent kanalları artık çoğunlukla yük ya da yolcu ulaşımı için değil, tekne gezintileri için kullanılmaktadır. Amsterdam ana tren istasyonu'ndan ve kentin öteki bir iki yerinden kalkan 4050 kişilik gezinti tekneleri ile kentin kanalları gezilir. Bunun dışında özel tekneler ve pedallı 4 kişilik tekneler ("su bisikletleri") de kanal gezileri için kullanılır. Amsterdam yakınlarında bulunan Badhoevedorp Kavşağı, 1932'den bu yana Hollanda'da otoyolların ana merkezidir. Amsterdam Havalimanı(Amsterdam Airport Schiphol), Amsterdam Ana Tren İstasyonu'ndan (NS Amsterdam Centraal Station) trenle yaklaşık 1520 dakika kadar uzaktadır. İsmi her ne kadar Amsterdam Havalimanı diye geçse de aslında Amsterdam sınırları içinde olmayıp Haarlemermeer Belediyesi sınırlarındadır. Hollanda'nın bu en büyük havalimanı, Avrupa'da dördüncü, dünyada onuncu sıradadır. Yılda 44 milyon kişiyle dünyanın en kalabalık üçüncü havalimanıdır. Görülmesi Gereken Yerler Van Gogh Müzesi: 200'den fazla resim, 500 çizim ve taslak, ayrıca Japon eseri yer almaktadır. Anne Frank Huis veya Anne Frank Museum: Anne Frank'ın doğum evi her yıl yaklaşık 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Rijksmuseum (Devlet Müzesi) Amsterdam'ın en çarpıcı, önemli müzesidir. Birçok Rembrandt tablosunu barındırır. 1400 1900'ler arası 5000 resim içermektedir. Rembrandthuis (Rembrandt Evi): Ressam Rembrandt 17.yy izleri taşıyan bu evde yaklaşık 20 yıl yaşamıştır. Jordaan: Amsterdam'ın bambaşka yüzüdür. Çiçekli balkonları ile kanal boyunca sıralanan binalar ve kanal kenarlarında keyifli kafelerde tüm gece boyunca oturulabilir. Bölge adeta kanal boyu evleri müzesi gibidir. De Wallen ya da Red Light District: Ünlü Kırmızı Işık Bölgesi şehrin tam merkezinde yer almaktadır. Stedelijk Museum CS: 1895 yılında açılmış müze modern sanat müzesidir. Madame Tussauds Müzesi Özellikle Van Gogh ve Rijks müzeleri önünde oluşan uzun kuyruklardan dolayı biletlerin şehrin belirli bölgelerinde bulunan turist ofislerinden temin edilmesi zaman kaybının önüne geçmektedir. Forum gezenbilir.com *Paris'i çok da söylememe gerek yok sanırım..Lüksemburg çok güzel bir şehir..Özellikle old city dedikleri bölgeyi görmenizi tavsiye ederim..Köln'de katedrali görebilirsiniz. Onun dışında Ren nehri kenarında bir gezinti yapabilirsiniz.Almanya'ya gitmişken özellikle aldi ve dm 'den kozmetik ve çilkolata almanızı tavsiye ediyorum, çok çok ucuz....Amsterdam' da Van Gogh müzesi ilginizi çekebilir.Ayrıca Madame Tussauds müzesinde balmumu heykelleri görmenizi tavsiye edebilirim..Amsterdam'a kadar gitmişken Red Light'a uğramamak olmaz :) ..Onun dışında eğer vaktiniz varsa Amsterdam'a trenle 45 dakika uzaklıktaki Dan Hauge' a giderseniz kuzey denizinde denize girme şansınız olur.Brüksel' de özellikle , 250 çeşit bira satılan dükkanlara ve harika çikolata dükkanlarına uğrayıın.Restoranlarda deniz ürünleri ucuz ve doyurucu. Chez Leon'da yerseniz hem karnınız doyar hem de nefis bir yemek yemiş olursunuz.Biz Avrupa tatiline çıkmadan Saffet Emre Tonuguç'un Avrupa'da Görülecek 101 Yer kitabını aldık ve çok memnun kaldık..Her ülkenin ve şehrinin mutlaka görülmesi gereken yerlerini anlatıyor.Lüksemburg'a iki defa gitmeme rağmen bir kez daha gidebilirim.İyi tatiller Tura geldi, Tura Gittik – 1 (Yola ÇıkışAmsterdam) Gitmeden önce, Bir toplantı yapıldı. Şirket sahibi Atilla Bey, İki şey vurguladı; Aman hırsızlara dikkat! Beni bile çarptılar... Ki Bu işi yıllardır yaparım. Her gidene de nasihatlerde bulunurum. Aklıma gelir başıma gelmez diye düşünürdüm. Gülme komşuna gelir başına. İkincisi; Götürün efendim götürün. Götürün efendim götürün deyince; Aklıma götürmekten başka bir şey gelmedi. Çünkü Bizim gördüğümüz hep götürenler, Biz ise neyi götürecektik? Meğerse Götüreceğimiz gıda maddeleriymiş! Başladık hazırlıklara... Memlekete gelen turistlerin, Bizim gibi valizler dolusu dolaştıklarını pek görmedim. Hatta ayıptır söylemesi ama söyleyelim; Yanlarına yedek don bile almıyorlar ama Bizler ne bulursak, O da lazım olur, Bu da lazım olur derken, Kişi başına en az iki valiz! Bizim de öyle oldu. Üç kişiyiz tam tamamına altmış kilo. Dedik ki, İnşallah fazla para almazlar tartıda. Ya onlar yanlış yapıyor, Ya da biz? Ama bence onlar doğru yapıyor. Tabi bunda gelir seviyesi yüksekliği ile Bizim buranın oldukça ucuz olması yatıyor. Bir de kulağımızda Atilla Beyin, Bir yemeğe yüz Euro verirsiniz dediği kalınca, Alın efendim, alın, Götürün, efendim götürün, Valizler Hollanda ineği gibi şişti de şişti. Dedik ki Yapacak bir şey yok! Bu sefer, Böyle gidelim, Bir dahaki sefere tecrübelerden yararlanırız. Tecrübem; Sabah kahvaltıları bedava. Ne yersen ye, Tıka basa. Ata'mız ne demişti; Türk milleti zekidir! Bir kahvaltıdan, Öğle ve akşam yemekleri çıkar. Hatta artar bile! Yanınıza sadece hazır çorba ile Birkaç konserve, Otellerde zaten sıcak su ile Su ısıtıcısı var. Kahve ve çay bedava. Akıllı bir planlama ile O kadar valize gerek yok! Gezi ile birlikte, Benim hamallığım da başladı. Kim taşıyacak? Tabi ki ben! Hırsızlığa karşı da iki önlem aldık; Birincisi; Asker para çantası. İçine pasaport fotokopileri. Kazara çalınırsa, Hiç değilse geçici giriş imkânı sağlarmış! Altı valizi hazırlamak kolay değil, Ki, Ben kapatırken yoruldum. Aman onu unutmayalım, Aman bunu unutmayalım derken, Canımız çıktı. Geçenin üçünde kalktık, Bir taksiye atladık, Şirketin önüne geldik, İki otobüs ve şirket yetkilileri bizleri bekliyordu. Bizler için ilk heyecan, Kim bilir onlar için neydi? Daha valizleri yükleyince, Otobüs yan yattı, sağa doğru, Ayıptır söylemesi ama söyleyelim; Elli iki kişi idik, Esenboğa'ya gittik, Havaalanlarında, Serbest piyasa ekonomisi altında, Küçük bir pet suyun iki Euro'ya satılması. Bu fiyatlar, Benim diyen Avrupa havaalanlarından daha pahalı. Acaba böyle olunca, Daha mı Avrupai oluyoruz? Yoksa Serbest ekonomi demek; Vatandaşı bir güzel kazıklamak mı demek? Tuvaletler desen temiz değil, Hem de taret muslukları varken, Demek ki; Elin gâvuru (lafın gelişi)tareti takmasa da Bizden daha temiz, Doğruya doğru. Zaten AB ile aramızda ilk müzakere; Tuvalet konusu olmalı. Bizde taret musluğu var, Onlarda yok. Bizde ücretsiz tuvalet var, Onlarda nerdeyse hiç yok. Bunu halledersek, gerisi kolay! Biz klasik tuvalete, Onlar alafrangaya alışmış. Bizdeki alafrangalar, nedense, Onlardaki gibi temiz olamıyor... Uçağımız Onur air idi. Onur air bir ara çok gündeme geldi. Hatta uçuş yasağı bile kondu, Daha sonra kaldırıldı. Benim fikrim; Emniyetli, sağ salim uçalım da Lüks ve konfor ikinci planda. Zaten bu kalemler de fiyatı artırıyor... Eskiden uçak deyince, Sadece maddi durumu müsait olanlar binebiliyordu. Son zamanlarda hem dünya da Hem de güzel memlekette olumlu gelişmeler var... Görünüşte çok fakir, Aslında çok zengin dilenciler ise en çok binenler! Nasıl ki Dolmuşlar ucuz oluyor, İmece taşıma usulü, Bu uçaklar da öyle. Sürümden kazanıyorlar. Eskiden kraliçeye benzer hostesler konur, Yemek ve içkilerin en iyisi servis edilir, Çoğu kimse binemezdi. Şimdilerde tam tersi. Easyjette içecek bile para ile Bilet satış internet üzerinden, En ucuz onlar taşıyor. Yurtdışına giderken aklımdan geçen; Keşke çalışmaya gidecek vatandaşları, Bir esas dâhilinde seçip, Eğitip gönderebilseydik. Şimdi AB'ye girişte çok olumlu yansımaları olurdu. Maalesef İpini koparan, Eğitim ve kültür seviyesi çok düşük olanlar, Yasalardan kaçan, Art niyetliler, Gittiler... Eli yüzü düzgün adamlar burada kaldı. Avrupalı da tanıya tanıya onları tanıdı. Şimdi gel de hayır biz öyle değil, Böyleyiz de! Gördüğüne mi? Duyduğuna mı? AB'ye girişte orada yaratılan, Olumsuz imajların, Aleyhimize olduğu aşikâr. İşin ilginci orada yıllardan beri yaşamakla beraber, Pek değişiklik göremiyorsun. Bir de neyle övünüyorlar? Bir kelime bile yabancı dil öğrenmedim! Bunların adetlerinden tekini bile almadım! Orada kuzu olan vatandaşlarımız, Sanki burada yılların acısını çıkarır gibi Bizden bile beter olabiliyorlar... Orada hıza riayet ederken, Yurda, İsmail YK' dan bas gaza ile giriyorlar... Eskiden uçar iken, Bir bilinmeyene doğru uçardık. Ama şimdilerde çoklu ortam destekli, Haritalarla, Uçak o an nerede, Hangi yolu izliyor? Ne kadar yüksekteyiz? Süratimiz? Ne kadar zaman sonra varacağız gibi Soruların cevapları, Monitörlerden veriliyor. Bu da çok güzel bir uygulama. Yanıma bir beyefendi oturdu, Kendisi danışmanlık yapıyormuş, Koyu bir muhabbete girdik, Uçak tekeri yere vurdu, Kendimize geldik. Amsterdam Schiphol Havaalanı, Dünyaca meşhur. Yüz beş metre ile en yüksek uçak kulesine sahipmiş! Havada kuş yok! Uçak sürüsü var! Birbiri peşi sıra, İnen binen kalkan uçaklar... Nedeni de; Vergilerin düşüklüğü ve hizmet kalitesi. Temiz mi temiz tertemiz. Başladık beklemeye valizleri, Bekle Allah bekle, Neyse gelsin de, Bir de çıkmaz ise o zaman yandık! Hollanda süt ürünlerinde, Özellikle peynir ve tereyağında dünyaca meşhur. Gördüler mi valizde el koyuyorlar. Bunun nedeni; Bizden daha iyi yapanlar mı var? Ya da El koyalım da Evdekiler ekmek ister, Yanına, Peynir ve tereyağ! Gözümün önünde bir kilo tereyağa el koydular! İçim gitti ama İstersen hık de Adamı anasından doğduğuna pişman ederler! Elin oğlu acımaz adama! Şakaya bile gelmez, Olayı bir büyütürler, Tur yerine sınır dışı ederler, İlk uçakla! Sus sus kimseler duymasın! Tura katılan elli iki kişi olunca, Rehberin de işi zor. Elinde şirket levhası, O nereye biz peşine, Hemen çıkışta, baktık otobüs bizi bekliyor... Bir baktık, Bir otobüs, Bir de şoför! Bizde olsa, iki şoför, bir muavin. Bir hizmetli en az dört kişi. Çaylar, Kahveler, Kekler, Pastalar çörekler... Bunların hiç biri yok! Çünkü Hizmet pahalı bir sektör Avrupa'da. Hepsini aslanlar gibi şoför yapıyor. Otobüsün iç temizliği dâhil! Günde yasal süreden fazla süremiyor. Beş saatte bir, yarım saat, mola veriyor. Geceleri mutlaka otelde kalıyor, Belgeleri saklıyor. Kontrollerde aranıyor, bu belgeler. İkinci şoför olursa, En fazla on altı saat! Ama ikisi de otelde yatmak şartı ile Otobüs içinde kemerler bağlı olacak. Şoför bizi bildiği için Arada bir rehber vasıtası ile anons ettiriyor; Kemerleri takın! Dinleyen kim? Çünkü Bizler doğuştan Kemerliyiz! Cezalar çok ağır. Şoförümüz en az üç dil bilen, Otuz yıllık tecrübeli biri. Yaklaşık 2500 km yol kat ettik, Güzergâhı çok iyi biliyor, Kurallara hâkim, Belçikalı. Biraz soğuk ve ciddi duruyor. Bizim otobüslerdeki servis havayollarında yok! Bir de arada bir kaza yapmasalar? Hele mola yerlerindeki tuvaletler bedava! Değerini bilelim! Avrupa'da bu doğal ihtiyaç bile para ile 0,30 ila 0,50 Euro arası değişiyor. Tavsiyem, yanınızda bozuk para bulundurmanız. Tuvaletler temiz mi temiz. Çünkü Bu konuda kültür oluşmuş. Çıkan temiz bırakınca, giren de temiz buluyor. Ben şahsen klasik tuvaletlerin rahatlığını, Hiç bir yerde bulamıyorum. Toplu yerlerde yarısı alafranga, Yarısı klasik, Özürlü ve engelliler de düşünülse hiç fena olmaz. Hedefimiz; Amsterdam'dan Paris'e gitmek. Ve geceyi orada geçirmek. Hollanda'da dağ yok! O an aklıma Ferdi geldi. Burada yaşasa idi ''Ben de bu dağların nesine geldim'' Nasıl bestelenirdi? Ya da ''Dağ başını duman almış, Yürüyelim arkadaşlar'' Rahmetli Barış Manço; ''Dağlar dağlar'' ''Dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış'' ''Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur'' Atasözü çıkmazdı, buralardan. Hangi dağa tırmanırdın? Laf aramızda dağcılık federasyonu var, Ve de Dağa tırmanmaya çok meraklılar. Ama dağı olan yerlere gidiyorlar. Abudabililer olsa, Bastırırlardı parayı, Şöyle Ağrı Dağı gibi Yedi yıldızlı bir dağ yaparlardı, valla! Paranın gözü kör olsun! İnsan insana kavuşur, dağ dağa kavuşmaz sözünü, Değiştirdim; Dağ dağa kavuşmaz, Devre devreye kavuşur. Sağ olsun Cem geldi, Ziyaret etti. Büyük incelik gösterdi. Tabi dağ olmayan yerde, Terör de olmuyor... Terörün en sevdiği yerler dağlar! ''Alır giderim başımı, dağlarla. Dağa çıkarım bak ha!'' Askeri harekât olsa Hedef gösterecek dağ yok! Rehberimizin dediğine göre; Yolda araç yavaşlatma yükseltilerine dağ diyorlarmış! ''Nasıl ki bizim denizin dibinde Hatçem Demirden evler''diye bir türkümüz var, Onların da su ile başı dertte. Fakat Allah'ın verdiği aklı kullanınca, Dezavantaj avantaja dönüşmüş! Nasıl mı? Hollanda aslında bir bataklık. Sık sık su baskınları oluyor. Bazı yerler deniz seviyesinin de altında! Eksi altı buçuk metre. Bu durumda, Kuzey Denizi ne yapacak? İçeriye doğru akacak! Nereden? Nehirlerden. Bizim ''Halime'yi samanlıkta bastılar'' türkümüz var ama Onları da ha bire deniz basıyor. Sanki kalbin ana damarlarından, İçeriye doğru kılcal damarlar gibi kanal yapmışlar. Bizler demir ağlarla ördük yurdu, Onlar da Her yere kanal yapmışlar. Kanallara da yel değirmeni. Yel değirmenleri su taşkınlarını yavaşlatıyor, Fazla suyu dengeli bir şekilde, Diğer yel değirmenine aktarıyor. Bu esnada, tahıl öğütülüyor, Turistler geziyor. Bir taşla, üç kuş vurma, buna denir. Bizler de ağzımız açık bir şekilde vay be derken, Paralar ceplerine giriyor. Kanallarda kanal tedavisi bile yapıyorlar! Her tarlanın etrafı kanallarla çevrilmiş, Çite gerek yok! İçine yeteri kadar inek, Koyun, At, Deve(Yok devenin nalı, bu kadar da atılmaz ki!) Koymuşlar, çobana gerek yok. Çünkü hayvanların dört bir tarafı düşmanlarla(su ile) çevrilmiş! Bu durumda ne yapsın hayvanlar? Ye, iç, yan gel yat! Üstüne gübre. Yirmi dört saat geçe gündüz yeşil ot. Gel keyfim gel, Oh ne güzel hayat! Hele vakti gelince bir de kesmeseler! Hollanda'da adım başı bisiklet! Yolun her yerinde bisiklet yolu var! Ama Bu bisikletler dağ tipi değil, Düz, klasik tipler. Bisiklet olur da hırsızlığı olmaz mı? Bunu duyunca rahatladım. Malum benimki geçenlerde çalındı da! Hırsızlık evrensel. Bu bisikletler, laf olsun diye yok! Yaşlısı, genci, Eteklisi, pantolonlusu hepsi biniyor, Sağlıklı yaşam esas. Bisiklet park yerleri, Bazı yerlerde üç beş katlı, Sadece bisikletler için. Yollarda asfalttan taşa doğru gidiş var, Binalarda ise serbest tasarım. Maksat; yaratıcılığı teşvik etmek. Binalar tamamen birbirinden farklı, Özgün yapılar... Nehirleri ve kanalları yük taşımada, mükemmel kullanıyorlar. Gemi tasarımları da birbirinden çok farklı. Rehberin erkek olmasının da çok faydası var, Halden anlıyor, Alışveriş merkezlerinden uzak tutuyor! Bayan rehber olsa O da gidecek bir şekilde, alışveriş merkezlerine. Bazı turcuların alışveriş krizi gelmedi değil! Buna rağmen emellerine ulaşamadılar. Mümkünse yanınızda faturalı bir cep bulundurun ama Uluslar arası dolaşım maalesef ucuz değil. Kısa ve öz konuşun, Hatta mesajlaşmayı tercih edin, Rehberin cebini mutlaka alın ve kaydedin. İnsan kaybolur, Başına bir iş gelir. Bilmeden sizi birileri ararsa, Hemen uyarın, Yurtdışındayım, Size de çok yazar. Acil değilse sonra görüşelim, deyin. Gruptan kopmayın, Sürüden ayrılanı kurt kapar! Yaban ellerde tatil zehir olabilir, Hollanda'da zenci oldukça çok. Fakat ayrı bir renk katmışlar, Ve çok sempatikler. Amsterdam'dan sonra ilk mola; Rotterdam! Eğer rehber, serbest bırakacaksa grubu, Şehrin en bilinen, Meydanına götürüyor. Burada da mutlaka bir Mac'in Donald'ı var. Bir saat sonra, Aha burada buluşalım, diyor. Son derece akıllıca. Rehberimizin dediğine göre; Ben böyle grup görmedim dedi. Son derece uyumlu, Bu uyum, Başından sonuna kadar hiç aksamadı. Şahsen ben, Mac Donald'ların bu kadar faydalı olduğunu, Yurtdışında anladım. En kolay buluşma yeri. Ekonomik karın doyurma yeri. Yaklaşık beş Euroya mide tamam. En önemlisi; Tuvalet! Mac Donald'lar olmasa, Çoğumuz maalesef altımıza yapardık! Şöyle bir sorun var; Erkekler tuvaletinde kuyruk yok! Bayanlarda ise Aman Allah'ım! Nedeni; Erkekler ayakta da Küçük su döktüklerinden avantajlı. Çözüm; Bayanların tuvalet sayısı daha fazla olmalı. Her molada yapılacak ilk iş; Tuvalet ihtiyacının giderilmesi. Bunu yapmazsanız, Biraz sonra intikamını feci alır! Normal işyerleri tuvalet olsa bile buyur demiyor, Varsa da yok diyor. Rotterdam'da elektronik malzeme satan, Bir mağazaya girdik. Karşımıza kahraman bir hemşerimiz çıktı. Metrekareye bir Türk düşer olma yolunda, Hızla ilerleniyor. Dilenci göremedik, İnsanlar genelde mutlu görünüyor... Bu yüzlerinden okunuyor, Düzen var, Sistem tıkır tıkır işliyor. Hollanda yeşil mi yeşil! Su olmayan yer yok. Su olan yer de yeşil oluyor... Şemsiye ve yağmurluk, Sanki milli kıyafetleri. Obez insanlara pek rastlamadık. En önemli taşıma vasıtası bisiklet olunca! O bisikletlere burada biz binsek, Ne kadar da eski denir. Ama ne yapsınlar? Dağ yok ki Vitesli bisiklete binsinler. Hızlı tren çok yaygın. Ama bu trenler raydan çıkmayan tipten. Önce emniyet tedbiri alınmış, Test edilmiş. Bizde ise ilk deneme maalesef, Sanki üzerine hızlı yazıldı. O da ilk fırsatta raydan çıktı. Suçlu kim? Ölenler... Neden? Her şey Allah'tan. İnsanın kılı değerli olur mu? Kimse kılına dokunamıyor, Bizde ise insan hayatı sudan ucuz! Üreme oranı yüksek. Birinin başına bir şey gelse, Hemen arkadan birileri yetişiyor. Bizde tarihi binaları yıkıp Yeni bina yapma alışkanlığı var. Onlar ise tarihi binaları çok iyi koruyor, Aynı zamanda kullanıyor. Benim bildiğim Avrupa'da Adanalı göremedim! Adanalı yasak masak dinlemez, Kendini atar, kanala. Arada bir kanal şehitleri olsa da Hiç bir güç Adanalıya engel olamaz! Ya Adanalı yok, Ya da Kanunlar öyle sıkı ki Kimse yemiyor. Kanal olacak, Ve Adanalı öyle duracak? Ölümü göze almış asker gibi atlar kanala. Bu kanalda Adanalılar, Yüzemez diye bir yazı da görmedim ama Adana'da bağlasan durmaz halkımızın, Buralarda bu kurallara Otomatik uyması ne kadar ilginç değil mi? İnsan aynı, insan. Ortam değişik! Sanki birden kuzu oluyorlar, Elin diyarında. Rüzgâr santralleri çok yaygın. Enerji var ise canlı var. Enerji var ise hareket var. En çevreci, En ucuz enerji, doğal enerji. Ben bunu doğal gazdan bilirim. Tarlalarda bol bol mısır gördük. Aklıma bizim mısırcılar geldi. Hani şu yürü ya külüm denen mısırcılar. Hollanda o kadar küçük bir ülke olmasına rağmen, Tarım ihracatında dünyanın sayılı ülkelerinden biri. Su var mı, var, Toprak az ama Akıl olunca, İnanılmaz bir tarım ülkesi olmuşlar. Almak isteyene çok dersler var ama Benim anlamadığım; Yurtdışına giden bir sürü resmi yetkili var, Şimdiye kadar her biri bir güzellik getirseydi, Hep beraber köşeyi dönerdik! Bunların yaptığı, benim yaptığım gibi Ben Paris'teyken... Tamam, kardeşim sen Paris'te ol, O güzellikler neden gelmez buralara? Sadece ben Paris'te iken, demek için mi gidilir, yurtdışına? Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, Gördüklerinizi anlatın, hiç değilse? Kalın oralarda, kalın, Harcırahları alın, alın, Ama bir şeyler de katın! Mesela ben ne aldım? Alafranga tuvaletin kapağını temizlemek için Sıvı kimyasal bir temizlik maddesi koymuşlar, Tuvaletten önce temizliğini kendin yapıyor ve örtüyorsun, Çok hoşuma gitti, Ve Tam düşündüğüm gibi idi. Bisiklet kullanımı teşvik edin, Kullansın herkes. Bisiklet yolları yapın, Yöneticiler işe bisiklet ile gidin, Kampanyalarda bisiklet verin, Reklâmını yapın, Sadece hava atmak için gidiyorsanız, En havalı meslek grubu; Lastikçiler, Havanız batsın! Hollanda da kanal olur da Bu kanala, Araç düşmez mi? Düşer, tabi. Ama düşemez! Çepeçevre demirle örmüşler, İstersen düş? Zorlasan bile biraz zor. Biz muhtemelen görünmeyecek şekilde, Uyarı levhası asar, Yanına da Fatiha duası. Bol bol helvalarını yerdik gibi geliyor! Bisiklete binmek kültür olmuş, Bizde ise ben bisiklet yolu pek göremiyorum. Kazara bir kazaya karışsan, Suçlu da çıkarsın. Kardeşim niye arabaya binmiyon? Paran mı yok? Ölümüne mi susadın? Git Allah işine, Adamın başını belaya sokma! Akşam akşam. Bu kadar belediye başkanı gider yurtdışına, Ya benim gördüğümü onlar görmüyor, Ya da Bu şeytan icadı deyip vazgeçiyorlar. Bataklıklar içinden çıkmış Hollanda, Bir ara yangınlara maruz kalmış. Onlar da oturmuş bir güzel yeniden yapmışlar. Sel baskınlarına uğraya uğraya, Savunma mekanizmaları geliştirmişler. Akıl var işin içinde, akıl. Kanaldan evlere eşya çıkarmak, Kolay değil. Bu esnada, Evin tepesindeki kaldıraç sistemi devreye giriyor. Pencereden içeri alınıyor. Yağmura karşı eğimli yapılmış evler. Yağmur daha az çarpsın diye. Sular daha kolay aksın çatılardan, Hani derler ya Saka kuşu gibi küllerimden yarattım kendimi, Hollanda da bataklıktan. Dünyanın en eski ve büyük hava yolu şirketi, KLM ise bir başka gurur kaynakları. Adı hiç değişmemiş, Kuruldu kurulalı. Göklerde süzülüyor. Rotterdam da bir hamburgerci ye gittik, Şu bizim Mac Donald var ya Hani Donald'ın yeri. Aslında bizde daha yaygın bu ''yeri'' kelimesi. Nerdeyse dükkânların yarısı, Ahmet'in yeri, Mehmet'in yeri. Ama sevgili halkımıza Donald'ın yeri gibi gelmiyor. ''Mac Donald's'' olarak benimsemiş durumdalar. Çünkü marka olmuş! Bizde en iyi marka; Çay markası mı acaba? Donald'ın yerinde, Biraz çekim yapayım dedim, No Sir, dedi. No, no, no... Nihat Doğan gibi saygı ile karşıladık. Adamları tebrik etmek lazım, Dünyanın her yerinde aynı standardı yakalamışlar. En merkezi yerde olmaları, Tuvalet hizmeti, Ekonomik, Ayaküstü atıştırma, Molaların kısa olması, Rehberlerin tercih etmesi, Randevu için cazip olmaları gibi nedenlerle, Tercih ediliyorlar. Mecbur kalmadıkça asla yemem ama Yaban ellerde aç kalmaktansa... Zenciler ayrı bir renk katmışlar, Hollanda'ya... Onları görünce çikolata geliyor akla, nedense Genellikle, ağır işleri yapıyorlar. Bir renk nelere kadir! Beyazsan, şanslısın. Şarapta ise kırmızı daha çok tercih sebebi. Nasıl ki cinsiyetini seçemiyorsun, Renk te öyle ama Nasıl da fark ediyor, yaşamda. Resmi açıklamalarda ayrım yok dense de Hayat var diyor gibi Çukulata alırken ise beyaz pek tercih edilmiyor. Avrupa'da taş yollar revaçta. Biz ise asfalt aşığıyız. Asfalt olsun, çamurdan olsun! Belediye gelse, taş yapsa, kırarız. Belediye çalışmıyor, Asfalt alacak paranız mı yok, deriz. Gönül ferman dinlemiyor, Beyaz zenci evliliği, Melez çocuklar, Sevimli mi, sevimli. Duygusal bakışlı. Kafamdaki araç park yerini gördüm, Yola bir cep yapmışlar, Arabalar yol akışına birbiri peşi sıra park etmekte. Hem yol akmakta, Hem de parktan yola çıkarak, Hemen trafiğe karışmakta. Kurallara uyuyorlar... Kurala uymak kültür olmuş. Biz de ise Kurallar yasak gibi algılanıyor. Yasaklar da çiklet gibi çiğneniyor. Kurala uymanın eğitim boyutu var, Anadan babadan çevreden, Öyle görme boyutu var. O seviyeye gelmek için Daha çok fırın ekmek yeme derdimiz var, Var oğlu var. Hele trafik kuralları son derece katı, Ve çok ağır cezaları var. Bir gerçek var ki Bizler içeride kurt, Dışarıda kuzuyuz kuzu. Yaban ellerde son derece masum, İçeride işe son derece vahşi. İnsan aynı insan, Değişen sadece yer. Bunu kim yapar? Kültür sorunu olan milletler. Yol işaretlemeleri ve ikaz işaretleri, Olması gereken şekilde. Bizde ise biraz işimiz Allah'a kalmış. Geçenlerde tam solladım, karşımda koca bir TIR, Hata bende ama Ben de yolun teke düştüğünü anlamadım ki Allah yardım etti de şu an bu yazıları yazabiliyorum. Yoksa Trafik şehidi! Çünkü onlarda can çok değerli. Diyelim bir inşaat alanı. Alınması gereken tedbirler, En olması gereken şekilde alınmış. Eşeği sağlam kazığa bağla, Sonra Allah'a emanet et, ilkesi her yerde geçerli. Kaza olmuyor mu? Oluyor... Ama asgari. Kişisel hatalardan. Devlet işi şansa bırakmıyor. Eczanelerde yeşil bir işaret var, Sürekli yanıp sönüyor. Çünkü Bizdeki gibi adım başı eczane yok. Şehir içi arabalarda park sorunu nedeniyle, Minnacık arabalar yaygınlaşıyor. Bizim tabirle, döt kadar arabalarla. Park etmek çok kolay, Kapladığı alan çok komik. Ağaca bağlıyorlar bisikleti, Üzerine aşma kilit, Sanki sarmaş dolaş. Park yerleri var paralı makine ile Koluna bir bant bağlayıp, Ne idüğü belirsiz kişiler haraç toplamıyor. Avrupa'yı Uzakdoğulular geziyor, Hem de fark edilecek bir şekilde. Allah vergisi tiplerinden, Her yerde belli oluyorlar. Sadece gezmiyorlar ama dikkatle inceliyorlar, Film, video çekiyorlar, Son derece de sempatikler. Bizim de Uzakdoğu'ya gidip Suçu olmadığı halde suçlanınca, Pencereyi açıp neden kendini aşağıya atıyor, Anlamamız lazım. Biz de ise Herkes bu ne vicdansızlık derken, O kişi pişmiş kelle gibi sırıtıp millete benim vicdanım, Son derece rahat diyor. Ya onlarda, Ya da Bizde bir hata var ama Anneler her yerde anne. Annelikte fark yok. Bir anne çocuğunu emzirmekle meşgul, O an dünya umurunda değil! Kafe kültürü Avrupa'da çok yaygın. Bu kendini belli ediyor. Kafe kelimesinin tam manasını orada anlıyorsunuz. Ben kafeyim diyor. İlk molada karnı doyurmak gerek, İnsan aç olunca ve zaman sınırlı, Karnım doyarsa doysun da Nasıl doyarsa doysun diyor. Dikkatimi çeken; Bizde ekmek masaya bırakılır, Ye yiyebildiğin kadar, Onlarda ise her dilimi para ile Gözünü sevdiğim memleketim! Çorba , Ve makarna, Üç aşağı beş yukarı her yerde aynı lezzette. Paralı yollar Onlarda da var. Ama çok kuyruk yok. Cep telefonu kullanıyorlar ama bizim gibi manyak değiller. Malum bizler, Asla cepsiz yapamayız. Sanki anamızın karnında cep telefonu vardı! Emzik gibi alışkanlık yaptı! Hem cepten hem de cebimizden olur, Ama banamısın demez, Ha bire konuşuruz. Belki boş boş konuşuruz ama konuşuruz! Hatta son zamanlarda belki herkes dinleniyor, Halkımızın umurunda değil, Aman canım, Dinlerlerse dinlesinler, Bizim gizlimiz saklımız yok ki! Diyelim rehber oldunuz, Size emanet edilen, Başlarını yaşlarını almış da olsalar, Sorumluluklarınız var. Küçükler söz dinlemez görünseler de Büyükler daha yaman! Çok gezen mi? Çok okuyan mı? Bence her ikisi de. Şimdi desem ki Kızım Avrupa şöyle Avrupa böyle, Kendin çal, Kendin dinle. İnanıyorum, bu şekilde alınması gerekenleri aldı. Uygulamalı eğitim, bu olsa gerek. Eski araba pek göremedik, Görseniz de bunlar nostaljik olanlar. Kamyonlar bizdeki gibi yüklenmiyor. Geçenlerde Türkiye'de önümüzde, bir kamyon vardı, Allah'a emanet! Zaten Şunlar yazılı idi; Maşallah! Allah'a emanet! Ha devrildi ha devrilecek, Yüreğimiz ağzımıza geldi. Üzerime her an devrilebilir diye sollayamadım. Ne zaman düz yola çıktık, En uzağından, dikkatlice, baka baka sollayabildik. Kamyon taşımacılığı çeki düzen istiyor. Otobüste ise Onlardan daha ilerideyiz. Dikkatimizi çekti, Nerdeyse çocuk yaştaki kişiler, Kamyon veya TIR şoförü, Avrupa'da. Bu kadar genç insanlara, Koca koca TIR'ların hemen verilmesi ne kadar doğru acaba? Bizimkiler gibi Şöyle biraz pala bıyıklı Remzi olmalı! Her ne kadar Ata'm, ''Köylü milletin efendisi''demişse de Bizde çiftçiye biraz köylü gibi bakarlar. Son yıllarda, ekili alanlarda, Ekmek yerine sanki ekmeyin, Buraları arsa yapıp satın der gibi Bir hava var. Ekili alanlar, tarım alanları ilan edilmez, Ve buraları muhafaza edilmez ise İleride aç kalma ihtimalimiz çok yüksek. Tarım alanı, bir kişinin malı değil, Milletin bence. Çünkü Oradan herkes ekmek yiyecek. Böyle giderse, Açlıktan birbirimizi yiyebiliriz. Elin oğlu, daracık alanda, Daha nasıl fazla verim elde edebilirim derken, Bizler, tarım alanlarını nasıl imara açabiliriz, Açmazı içindeyiz! Bu konuda sadece ormana kafa yorulmakta, Tarım alanları hiç gündeme gelmemekte. Sonsuz hürriyet olmalı mı? Olmalı diyenler, Ne zaman millet açlıktan birbirini yiyecek, O zaman anlayacak. Araçlarda bisiklet taşıma yeri, sanki olmaz olmaz bir talep. Ama arkasında ama tepesinde. Araç nere, bisiklet ora. Bir yaşam tarzı haline gelmiş. Başıboş hayvan göremedik. Hayvan ve sahibi anca beraber, kanca beraber, Bakımları yerinde. Tura geldi, Tura Gittik – 2 (Paris) Fransa'nın sadece Paris'i olsa, Karınları doyar. Bazen insan şöyle düşünüyor; Biz de Paris gibi bir şehir yaratalım, Önce iflas eder, Üç beş nesil sonra da kara geçeriz. Paris'te mıntıka temizliği yok! Pis bir şehir. Yerler çer çöp içinde. Çöpçüler bile bu duruma alışmış! Kimsenin umurunda değil. Metrolar da aynı durumda. Çöpçü çöpün yanından geçiyor, bakmıyor. Bu pislik yakışmıyor, Paris'e. Hem medeniyetten bahsetmek, Hem de çöp içinde yaşamak büyük çelişki! Sanki Paris parfümleri, Pis kokularını örtbas etmek isteyenler sayesinde, Bu kadar meşhur oldu! Bir yanda insanın başını döndüren tarih, Diğer yanda pis bir şehir! Dükkân kepenkleri, Maksada hizmet ediyor olabilir ama Göze hoş gelmiyor. Estetik yok. Paris'te Mercure Hotelde kaldık, Otel işletmeciliğinde oldukça iyiler. Odalar son derece temiz, Personel eğitimli, Tek mahzuru internetin ücretli olması. Bizde olsa dükkân senin. Odalara lazım olacak her şeyi koymuşlar. Anket dâhil. Ama kaç kişi dolduruyor? Belirtecek hiç bir şey olmasa bile Kuru bir teşekkürü yazmak lazım diye düşünüyorum. Kritik şeyleri koymak için oda içinde, Şifreli bir kasa var. Hemen yanımızda ana tren istasyonu, Bu da demiryolu taşımacılığına verilen önemi gösteriyor, Muhtemelen kara tren diye bir türküleri yok ama Ya da Tren gelir hoş gelir. Hava kararınca, Sokağa çıkmak biraz riskli, Bazı tipler, Sanki belayım diyor. Lur müzesine gelince, Gurup ikiye ayrıldı. Lur'a gitmek isteyenler ve de Disneyland'çiler. Çoğunluk Disneyland dedi. Bu da bizim tarih ve sanata verdiğimiz değeri gösteriyor! Mona Lisa'nın da bulunduğu, Lur müzesini adam akıllı gezicem derseniz, işiniz iş. Bu aylar, hatta yıllar sürebilirmiş. Bunu düşünen halkımız, Göz atıp çıkmak yerine Disneyland'i tercih etti! Bir de, parfüm satan alışveriş mağazaları. Bazıları öyle hazırlıklı gelmişler ki Ellerinde listeler, Sepet sepet yumurta misali, Sepet sepet parfüm aldılar! Çalışanların da çoğu bizden. Vergi iadesine de çözüm şöyle çözüm buldu, zeki Halkımız! Uygulamada, uçağa binmeden yapılıyor, bu işlem. Bizimkiler demiş ki Türk halkı böyle şeylere gelmez. Biz alırken indirelim! Dahası birkaç kişi birleşip belli bir limiti var, Onu beraberce geçiyorlar. Gözünü sevdiğim menfaat! Nasıl da birleştiriyor insanları? Tanışın, tanışmayın, Dili, dini, ırkı, rengi hiç fark etmiyor! Aslında tüm sorunları çözmede, En etkili yöntem menfaat! Siz menfaati koyun, Kişiler hemen birbirini buluyor. Hanımlara satılacak en güzel şey de Parfüm! Bıraksan sanki hepsini alacakmış gibi saldırıyorlar! Allah'tan rehberimiz erkekti de, Bizi anladığı, Ve hemen yanı başında eşi olduğu için Özellikle uzak tutmuş olabilir. O sayede rahat ettik. Yoksa hep beraber yanmıştık! Demirel'in tabiri ile ''Yetmiş cent'e muhtaç bir şekilde, Anavatana dönebilirdik. Yabancı bir ülkeye gittiğinde, En büyük sorun; Yüzde doksan dokuz; Yüznumara! Yani sosyetik tabir ile Tuvalet! Kısaca; WC Paris'lileri tebrik etmek lazım, Yolda ilerlerken, hemen yol üzerinde, İki tane kapalı, Yana yana tuvalet! Jeton ile Dükkâna gitsen sadece tuvalet için Daha girer girmez yok diyor! Var ama Senin şeyin ile mi uğraşacağım diyor, aslında! Bana ne kardeşim, Yerken bana mı sordun? (Bu soruyu çok fazla bağıran doğum yapan annelere bazı hemşireler de diyebiliyor) Sıçarsan sıç! Altına yaparsan senin sorunun! Halka açık tuvalet te pek görünmüyor, Nereye yapacan? Bir bayan gördüm, Elinde sağ ayakkabısı, Yoldan akıp giden su ile ayağını yıkıyor, Ne kadar da rahat! Hem de şehrin tam göbeğinde. Paris'ten etkilenmiş olabilirim, Apartmanın önüne, Demirden bisiklet koyma yeri yaptırdım, Şimdilik kimse koyamıyor, İlk akla gelen hırsızlık! Şahsen benim şimdiye kadar iki tane çalındı. Helal hoş olsun! Benimki helal de Kızımı bilemiyorum! O arada bir levha; Fotokopici. Demek ki İhtiyaç her yerde İhtiyaç. Park etmeler bizdeki gibi değil, Öylesine aracını bırakıp giden, Pek görmedim. Ya da Kolunda tırıvırı bir kırmızı band, Elinde sahte fişle, Park parası toplayan, Vermeyenin arabasına güzel desenler çizen, Hatta üzerine bir güzel dayak, Sen misin vermeyen? Kavalalı Mehmet Paşa'nın, Hediye ettiği dikili taşın, Ucu epey sivri. Sivri biber mübarek! Sanki Kazıklı Voyvoda! Ya da Uçkurumuza ne kadar düşkün, Veya Bizim ne kadar sivri bir millet olduğumuzu mu anlatmak istedi acaba? Ah be Paşam, ah, Keşke başka bir şey gönderseydin! Mesela; güvercin kuşu. Nerde bir yüksek yer var, Tepesinde saat. Ya Avrupalılarda saat takma alışkanlığı yok, Ya da Mesaiye geç kaldıklarında, Yalan söylemeleri çok zor. Diyemezsin ki Saatim yanlıştı, Ya da bozuldu. Her ne kadar rehber erkek ise de Paris'te bir yerde, Alışveriş molası verdi. Hanımlar gök sevinç. Erkekler ise Eyvah şimdi yandık! Bu da mı başımıza gelecekti? Gitti paralar. Bir daha gelirsem, Alışverişsiz bir tur istiyorum. Tam karşımızda, Hatta yanımızda Lur Müzesi var ama Gören kim? Alışveriş sanki tüm gözleri kör ediyor. Lur bile üzülmüştür, bu duruma. Sen orada yıllanmış çınar ağacı gibi dururken, Üç kuruşluk alışverişe sattılar be seni Lur! İşte maalesef insanımız böyle. Para için babasını bile satar, valla! Ama sen, Kalbimin sende kaldığını bil Lur. İnşallah bir dahaki sefere. Söz Allah'ın izni ile. Lur'un bir maketi var. Sanki o da bir sanat şaheseri. Bakmak bile insanı yoruyor. Bir de içine girsek kesin kayboluruz! Paris'te köprü çok gördüm ama Köprüden geçen gelin görmedim. Ya denk gelmedi, Ya da Bizim gibi değiller. Bizde anlaşılmaması mümkün değil! Son model bir araba, Ama illa ki lüks olacak! Sanki öyle olmasa olmuyor, Ama raconu bu işin be! Yasakta olsa, Üzeri evleniyoruz, mutluyuz ile bir güzel kapatılacak, O an kazaya karışsa, Ya da Kötü niyetli kişiler art niyetli kullansa, Kim bilecek kimin arabası olduğunu, Abartılı bir şekilde süslenecek, Arkada kalabalık bir konvoy, Üstüne insanı sinir eden korna sesleri. Trafik kurallarının hepsi ihlal edilerek, Sanki son arzum şudur diyen mahkûm gibi Bir güzel dolaşılacak, Bazıları yol kesecek, Para isteyecek, Damat numaradan para yok diyecek, Hatta bazen bu yüzden kavgalar olacak, Olaya polis karışacak, Ben de bunları göremeyince, Ulan bunlar ne biçim millet? Bari köprüden geçti gelin türküsünü mırıldanayım da Kendimi hatırlayayım demedim değil! Bu arada, Köprülere bir numaratör konsun, Geçen gelin, o numarayı çevirsin, Böylece şimdiye kadar kaç gelin geçti, Belli olur! Bizimkiler mağazaya bir daldılar, Sanki aç ve susuzlar, Kıtlıktan çıkmışlar, Hayatlarında ilk defa görüyorlar! Aç kurtlar gibi saldırıyorlar. Mağaza sahipleri alışmışlar tabi. Bizim geldiğimizi anlamamaları mümkün değil. Memlekette daha güzelleri var, Daha da ucuza, Ama Paris'ten almazsan, Havayı nasıl atıcan? Paris'ten aldım, Veya ben Paris'teyken... Nasıl diyeceksin? Sanki benim şu an yaptığım çok farklı da. Yazı değil de sanki hava atıyormuşum gibi Bir his var içimde. Şimdi durduk yerde Paris desem, Ne görgüsüz adam diyeceksiniz. Laf olsun diye Lur'un içine giriş kapısı yapmış, Fransızlar. Çam gibi bir piramit, Ama öyle uyum sağlamış ki Lur Müzesi ile Sanki o piramit o tarihlerde yapılmış. Doğubayazıt'ta bunun ne olduğunu bizzat gördüm. Restorasyon yapmışlar, İshak Paşa Saray'ında, Sanki restorasyon yapmamışlar, Başka bir şey yapmışlar! Ehil olmayan kişilere verilince, Bu gibi ince işler, Başa bela da olabiliyor. Bir de şu heyecanlandırıyor insanı, Filmlerde gördüğün bir yeri, Veya kişiyi yakından görünce, Farklı bir heyecan ve duygu oluşuyor. Bendenizde bu cam piramidi bir filmde izlemiştim. Görünce dedim ki Demek ki O yer, bu yer. Şimdi sıra hava atmada. Bir daha izlersem, O yer, Paris'te. Lur müzesi içinde, Gezmiştim bir aralar(havan batsın be) Heykelin bir aslı var, Bir de astarı. Yani taklit olanı. Bazen o kadar kötü taklit ediyorlar ki Resmen içine ediyorlar. Hani ben böyle sanatın içine diyenlerimiz var ya Onların dediği gibiler. Uzakdoğulu kardeşlerimiz gezmeyi çok seviyorlar, çok... Bize çok turist gelir, çok. Yeter ki tanıtımı iyi yapalım. Güney Kore'lilerin, Kore savaşlarından müthiş sempatileri var. Anzaklar ise Çanakkale'de cirit atabilirler. Hele o Ata'nın müthiş sözü var ya Onlar da bizim evlatlarımız, Müsterih olun analar... Aman Allah'ım, O nasıl söz öyle! Savaş ortamında, Hangimiz söyleyebilirdik acaba? Paris'te bazı heykeller, Sanki saf altından yapılmışlar. Birçok yerde var, Işıl ışıl parlıyorlar. Orada yıllardan beri duruyorlar. Ya oralarda hırsız yok, Ya da Çalmaya müsait değil. Bizde olsa durur muydu? Bazı tarihi eserlerin taşları sökülüp, Bina yapımında kullanılırken. Kars'ta Rus evleri vardı, Göz göre göre Eriyip gidiyordu, koskoca binalar, Sanki kar gibi. Dedim ki İlgililer var mı? Var. Ya bunlar tarih dersi okumamış, Ya da Bu konu işlenmemiş! Tarih derslerinde öğretilmesi gereken en önemli konu; Tarihi eserlerin korunması. Bu konuda epey sıkıntımız var, Daha çok yol almamız lazım. Çok... Tabi bu arada eserler yerinde kalırsa? Hani bizim baklava dilimi var ya Sanki caddelerin tasarımı ona benziyor. Bizim baklava, Elin mühendislerine yol göstermiş, Daha o yıllarda, Bizim haberimiz yok! İki katlı otobüsler çok uygun gezmek için. Hele üst katı açık ve hava güzelse. En iyi gezme vasıtası. Oldukça yaygın, Paris caddelerinde. Geçenlerde Kayseri'ye gittik, Yolda arka arkaya, Üç araç düz yolda, Nasıl becermiş iseler, Üçü de Bazıları duymasın, Resmen yan gelip yatmış! Yani takla atmışlar! Biz elin memleketinde yaklaşık 3000 km kat ettik, Sadece bir kaza gördük. Onda da aman Allah'ım, İtfaiyeler, Ambülânslar, Polisler, Tedbir üstüne tedbir, Bu iş pek sık olmuyor, Olursa da en iyi şekilde müdahale ediyorlar. Şehrin merkezi, Tam merkezde bir anıt. Ve ne hikmetse bu anıt gidebildiğince, Dikine gider. Demek ki Bu sektörde çalışanların çoğu erkek! Sanki erkekliklerini belli etmek ister gibi Yine dikmişler! Ne zaman kadın eli değer, Dikine heykeller yerine, Daha yayvan, Daha yumuşak heykeller olabilir. Bunları yapanlar bayan olsa idi Biraz utanır, Bu şekilde dikmezlerdi. Ah erkekler, ah Ne kadar da meraklısınız, göstermeye! Paris'in en ünlü bulvarı; Şanzelize Bulvarı. Aynı zamanda da dünyanın diyorlar. Şanzelize bulvarı geniş bir cadde. Upuzun, En lüks alışveriş mağazaları, Jet sosyete, jet uçak, jet motor, Ve jet skiler söz konusu olunca, Bunlara; jet sosyete deniyor. Yeşili her yere koymuşlar. Bulvarın her iki yanı yeşil ağaçlarla bezenmiş, Doğa yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuş. Önce doğa, Sonra rant der gibi. Bizde ise maalesef rant gözümüzü bürümüş. Elimizden gelse, Her yeri betonla donatacağız, Sonra da yeşile boyayacağız. Yani göz boyama. Bulvar Şanzelize de olsa Yol bakımı yapılıyor, Ama emniyet tedbirleri alınmış, en iyi şekilde. İş şansa bırakılmamış. Biz, biraz kaderciyiz, bu konuda. Son derece lüks arabalar ve motosikletler. Ama mutlaka kasklı, Allah korur deyip takmamak yok, Ceza neyse yaz kardeşim diyen de yok. Kask, motosikletin olmazsa olmaz bir parçası olmuş. Şanzelize bulvarı bitiminde, Zafer takı var. Bu şöyle bir şey; Askerler savaş dönüşü buradan geçip günahlarından arınırlarmış. Bir nevi tören geçiş alanı. Onların takı varsa bizim de tak tak helvası var. Hatta bir rivayete göre Bu tak yetişmemiş, Napolyon maketini yaptırıp kız istemeye öyle gitmiş. Napolyon sadece adını tarihe yazdırmamış, Çok önemli izleri var, Fransa'da. 1789 Fransız ihtilalinden tam yüz yıl sonra, Demişler ki Yapalım, yapalım, Öyle bir şey yapalım ki Eiffel Kulesi çıkmış ortaya. Eiffel adı da yapan mühendisin adı. Eiffel'i tebrik etmek lazım. Daha o zamanlar GSM baz istasyonu yokken, Belki de dünyanın en büyük, GSM baz istasyonunu yapmış. Sanki her GSM baz istasyonu, küçük birer Eiffel Kulesi. Eiffel'e bulutların bekçisi gibi bazı işimler verilmiş. Benim de aklıma Haydar Abi'nin ekmek teknesi geldi. Ne yalan söyleyeyim, Eiffel üstüne ne kadar kişi çıkarsa çıksın, Çökmez gibi. Bizdeki çöken platformlara hiç benzemiyor. Ve darphane gibi para basıyor. Bende yükseklik korkusu olmasına rağmen, Hiç korkmadım. Eiffel'e çıkıp orada kalan hiç olmamış. Fransızlar her yere, Fransızca yazarken, Sadece buraya İngilizce yazmışlar; Aman hırsızlara dikkat edin! Demek ki Hırsızlığın, ne dini, ne dili, ne de imanı var! Her yerde aynı. Fransızlar işi garantiye almış. Diyelim soyuldunuz ve Fransızları mahkemeye verdiniz, Onlar da diyecek ki Ama biz İngilizce bile yazdık! Daha ne yapalım? Eiffel yapılmış ama O zamanlar da çok tartışılmış, Bizdeki köprüyü sattırırım, Hayır, efendim, sattırmam gibi. Grup ikiye ayrılmış, Bir grup çok güzel olacak derken, Diğer grup Paris'in içine edecek demiş. Yıkalım gitsin diyenler, Paris demir yığını oldu, Eskici dükkânına döndü, Eski havası kalmadı, Şimdi ise nerdeyse Paris ile aynı değerde. Demek ki En iyi gösterge zaman. Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekiyor. Eiffel de bu işi bu kadar sağlam yapmasaydı, Bu kadar meşhur olmazdı. Eseri ayakta durduğu sürece, O da onunla birlikte anılacak. Kalıcı eser bırakırsan, Baş tacı yapar bu millet. Normal insan sanatçı olamaz, Biraz uçuk kaçık olması lazım. Belki de Eiffel Sapığın teki idi, kim bilir? Dikeyim, Paris'in göbeğine, Görsün herkes, benimkini demiş olabilir! Hani derler ya Dikine dikine gitmeyin, Sanki sanat eserlerinde, Bu pek geçerli değil! Yatay sanat eseri yok gibi. Dikkat çekmek istiyorsanız, İlk yapacağınız şey; Dikmek! Dönerken bir şey getirmek lazım, Tanıdıklara. Ben de Paris inciri getirdim. Hem de Eiffel kulesinden topladım. Ey Eiffel Kulesi, Kuruldu kurulalı, Kimler çıktı, kimler indi? Ama seni kimse indiremedi. Sen hala orada, Dimdik duracaksın, Allah'ın izni ile. Sen şu dünyada, Nerdeyse tüm insanları tanıyan, Tek kulesin. Paris'te bizdeki kadar, Kamyon ve otobüs göremedim. Demek ki Bu konuda elimize kimse su dökemez. Birkaç tane olsa da Nasıl da özlemişim memleketimin derin manalı sözlerini; Şoförsün dediler, vermediler! Anan da sollardı! Taksileri belli bile olmuyor, Bizdekiler nerdeyse trafiğin yarısı onlar. Üstüne Polisimiz ile taksiciler köşe kapmaca oynamakta, Bazen saatler süren ağız muhabbetine girmekteler, Rüşvet ilişkileri dersen, Lafı bile olmaz! Bu açıdan Avrupa çok monoton. Sessiz, sakin ve çoğunluk kurallara uyuyor. Asfalt çıktı, Mertlik bozuldu. Nostalji gitti, Bizde bir zamanlar ne güzel taş yollar vardı. Şimdi her yer asfalt. Avrupalı ise çoğunlukla, Taş yolları muhafaza ediyor. Nostalji veriyor insana. Geliyoruz Napolyon'un, Mezun olduğu topçu okulu önüne, Topçular övünebilir, Bu zamanda ya topçu Ya da Popçu olacaksın. Napolyon da bakmış ses yok, Topçu olmuş! Ülkenin ve insanların kaderi ile bir güzel oynamış. Napolyon o kadar eser bıraktıktan sonra, Ata'nın Anıtkabir'i gibi görkemli bir yerde yatıyor. Bilmeyenler, Bu nedir? Burada kim yatıyor dediklerinde? Kim olabilir? Tabi ki Napolyon. Kubbesi sanki altın ile kaplı. Göğe doğru uzanıyor. Parlıyor, ışıl ışıl. Yanı başında da Eiffel. Bizler biliyoruz Eiffel' i ama Napolyon nerden bilsin? Ömür bu! Vakit gelince kim kalmış ki? Biz de kim bilir neleri bilmeyeceğiz, Eiffel gibi? Tam geçerken rehberimiz dedi ki Aha Prens Diana burada rahmetli oldu. Ruhuna bir Fatiha okuduk. Ne de olsa sevgilisi Müslüman'dı. Belki de bu yüzden öldürüldü, Kim bilir? Ah be Diana, Keşke yaşasaydın, Müslüman bir babadan evladın olurdu, Belki de dinler arası diyaloga katkıların çok olurdu. Bir opera binası yapmışlar, Sanki bina değil, Yaş pasta! Kes kes ye. Ama kıyamazsın bakmaya, Gezmeye,dolaşmaya. Tarihi binaların tam tepesinde, Haç işareti var, Oldukça uzun ve ucu sivri, Kazara biri paraşütle düşerse, Vay haline! Redkoskopi olur, Hatta üstüne endoskopi. Araçları yol akışına uygun, Bir şekilde park ediyorlar. Yol akışına dik park etmiş araç görmedim. Bizde ise şöyle bir geri geri çıkacan, O sırada akmakta olan trafik duracak, Hatta aksayacak, Arkadakiler, söylenecek, O zaman zevki çıkar, bu işin. Fransızca ''funiculaire'' demek; Eğimi oldukça dik olan tepeye ray üzerinde kayarak, Yolcu taşıyan teleferik gibi bir sistem demek. Ben de ilk kez orada duydum, Ve bindim. Ağır ağır gidiyor, Yavaş çalışıyor. Anlayacağınız biraz ağır abi. Ressamlar tepesine çıktık, Manzara harika. Başka resim nasıl yapılabilir ki? Ressamlar tepesine çıkarken, Oldukça büyük bir kilise, göze çarpmaz mı? Canım nasıl da papaz eriği çekti! Manzara öyle ki Hiç kabiliyeti olmayana resim yaptırır. Meşhur olmaya çalışanlar var. Aslında yapacakları çok basit! Bizden bazı devlet büyüklerimizin, Resim veya karikatürlerini yapacaklar, Ardından bir dava, Taşındı mı, dünya medyasına? Al şana şöhret, Tepe tepe harca! Avrupa'da dilenci görmedim dersem, Yalan olmaz. Görürsen de göçmen olduğu belli oluyor, Her halinden. Dilenci yerine bir müzik arabası. Hem çalıyor, Hem söylüyor, Üstüne bahşiş alıyor, Yani terlemeden kazanmak yok. Hazır yok, beleş yok. Bizdekiler ise Allah rızası dediler mi? Hangi yürek dayanır? Bazen yakalananlar, Benim diyenden daha zengin! Duygu sömürüsü değil de nedir? Versen bir dert, Vermesen acaba? Hediyelik eşya dükkânları, Bayanların güzergâhı üzerinde. Patlamaya hazır bomba gibiler. Gördüler mi dayanamıyorlar. Sanki çekim merkezi orası. Tutabilene aşk olsun. İnişte bir atlıkarınca gördük, Hemen şarkısı geldi aklımıza, Atlıkarınca dönüyor, dönüyor... İki genç uzanmış çimlere, Üstleri çıplak, Ayakkabılar çıkık, Yanlarında kesilmiş bir karpuz, Oh gel keyfim gel. Ama maalesef Diyarbakır karpuzları yok! Gezerken AXA yönetim binasını gördük, Şu paranın gözü kör olsun. Sen kalk, Paris gibi bir yerden, Bizim memlekete gel! Sigortalayabildiğin herkesi sigortala. Paris nire, Çemişgezek nire? Ama para söz konusu ise Fizana bile gidebiliyor, insanoğlu. Fransızlar demişler ki Şu ABD'lilerin Manhattan'a benzeyen, Bir yer de biz yapalım. Onların olur da Bizim niye olmasın? Bütün lüks binaları, İş merkezlerini buraya yapmışlar. Engelliler yeteri kadar düşünülmüş, Ne ister engelli? Normal bir insan gibi davranmak ister. Bu da bir altyapı gerektirir. Tabi önce buna inanmak lazım. Engelli birisi kullandığı vasıtaya binerek, Normal bir insan gibi Elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilir. Biz de ise yeni bu kavram. Bazı yerlerde de biraz eğreti duruyor. Yapmış olmak için yapmak. En büyük hastalıklardan birisi de maalesef, bu. Her yerden insan, Her dilden, Dinden, Ne ararsan var. Hal böyle olunca, Kimse biz buranın rejimini değiştirelim demiyor, Herkes nimetlerinden azami yararlanıyor. Biz ise yıllardır, maalesef Acı tuzaklara kanarak birbirimizi yiyiyoruz, bir şekilde. En son çatışma; Samimiler ile sinsiler arasında. Biri ben buyum diyor, Diğeri; Brütüs'ten beterim! Onlar nimetleri paylaşıyor. Biz işe birbirimizi yiyiyoruz. Bunu tezgâhlayanlar da Gelişmiş ülkeler, Yüze dost, Arkadan düşman. Vatandaşı oyalayacak etkinlik buluyorlar, Mesela basketbol. Hem reklâm yapıyorlar, Hem de vatandaş bir güzel izliyor. Sosyal aktivite sayısı çok fazla. Böyle olunca vatandaş enerjiyi faydalı işlere harcıyor. Bir, boş bırakmayacaksın, İki, faydalı işlerle oyalayacaksın, Yoksa başına dert olur. Paris'teki Zafer Tak'ı Oldukça devasa bir anıt. Modern nesil de bizde bir şey yapalım demiş, Ve Zafer Tak'ını da içine alacak devasa bir anıt yapmışlar, Ama eskinin tadı bir başka oluyor, Ne varsa eskilerde var. El emeği, Göz nuru, Sanat sanat için. Şimdikiler ise, teknoloji. Belki daha sağlam ama eskinin tadı, havası yok! İnsanlar rahat. Kim kime dum duma. İstediği yere oturuyor, Kimse dönüp bakmıyor, Bazı şeyler aşılmış. Şanzelize bulvarında meşhur bir otelin önünde, Otobüs durunca, Bir baktık acayip bir kalabalık var. Belli ki otelden dünyaca ünlü bir yıldız çıkacak, Herkes O'nu bekliyor... Hâlbuki Baksalar gökyüzüne, Her an birçok yıldız kayıyor. O da gökyüzündeki yıldızlar gibi Bir gün kayacak, Kendisi farkında mı acaba? Ya dışarıda bekleyenler, Neyi beklerler? Yıldızı mı? Bakın gökyüzüne, Sayısız yıldız var! Herkesin peşinde koştuğu yıldızlar, Yoksa Zeki Müren'in, ''Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, En az sizin kadar yalnızım demesi gibi Yalnızlar mı? Eiffel Kulesi yanında çayırlık bir alan var, Bizim Kırkpınar'a benziyor. Vatandaş saldım çayıra Mevla kayıra haleti ruhuyetinde. Kimi sere serpe, Kimi dünya yansa umurunda değil. Aslında bizden iki pehlivan göndersek, Hiç fena olmaz, Reklâm reklâmdır, İyisi kötüsü olmaz, Hayda bre deyip şöyle el ense çekseler? Eiffel uzaktan devasa, Yakından daha bir devasa. Eiffel Eiffel olalı, Belki hiç bu kadar kalabalık görmemiştir dersek, Biraz fazla abartmış olabiliriz ama Üstüne sıcaklar eklenince, Sıra, kuyruk derken, Hiç çekilmez oldu. Bindik asansöre, Çıkıyoruz birinci kata. Her asansörde, Görevli bir bayan var ama Nasıl otoriterler? Dedikleri dedik, Astıkları keriz! Belki de öyle olmak icap ediyor. Dur dedi mi duracan, İn dedi mi inecen. Yoksa işiniz zor. Eiffel'e grup olarak gelenler, Bir başka kapıdan çıktığı için avantajlı. Ferdi binmek ise daha zor. Hani deriz ya yiğidi öldür hakkını ver, Paris gerçekten çok güzel bir şehir. O zaman ne düşündüğünü pek bilemeyiz ama Eiffel, Öyle bir Kule yapayım ki İnşanlar gelsin, Paris'e kuş bakışı baksınlar, demiş olabilir. O zamanlar uçak yok, Balon yok, Uydu yok, Şimdiki gibi imkânlar yok. Bizler Eiffel'den bakarken Paris'e, Diğer gruplar da nehirden özel yapılmış botlarla, Kıyıdan gezinmekteler... Zaten herkes bir yere gidiyor, Paris'te. Yerinde duran hiç görmedim. Bir mumyasını koymuşlar, Şu bizim Eiffel'in. Yanında da şu bizim Edison! Eiffel, Eiffel'de, Edison ile derin bir muhabbette. Şaka ama gerçek, Allah rahmet eylesin, Nur içinde yatsınlar. İkisi de tarihe mal olmuş insanlar. Biri dünyamızı aydınlattı, Diğeri, çıkarıp çıkarıp indiriyor! Sırf O'nu görmek için, Milyonlarca kişi Paris'e... Eiffel'den Angara tam 2607 kilometre. Kim beş yüz milyar istemezde! sorulursa aklınızda olsun. Dünyanın önemli şehirlerini ve uzaklıklarını yazmışlar. Buradan Angara ve Ah İstanbul'un ne kadar önemli olduklarını, Bir kez daha anlıyoruz. Çünkü Eiffel'e öyle her yeri yazmazlar. Birden memleketimi özledim. Hani şu taşı toprağı altın olan memleketimi. Küçük çocuklar gibi Başladık sormaya; Ne zaman dönücez, biz amca? İstanbul'da 2263 km daha uzakta? Yarışmayı kazanan görür bizi her halde! Paris'e gidiler de Seine nehrinde şöyle bir mehtaba çıkılmaz mı? Ki bizler Heybeliada'da, Hem mehtaba çıkmış, Hem de bunun şarkısını yapmış bir milletin çocuklarıyız. Arabalar eskidikçe maalesef, Mezara gider, Kala kala pek azı kalır, Ve bunlar, müzelik olur. Ev ise tam tersi. Ayakta kaldıkça tarihi değeri daha da artar. Arabaya göre ömrü çok daha fazla uzundur. Bu bakımdan Paris'e bina mezarlığı diyebiliriz! Çünkü yeni binaya rastlamak çok zor. Hepsi restore edilmiş, Teknolojiden azami istifade edilerek. Yaşam bu binaların içinde geçiyor. Biz ise bir an önce yıkmayı, Yerine şöyle çok katlı binalar yapmayı, içimizden geçirir, İlk fırsatta da yaparız bir şekilde. Bazen yakarak, Bazen yıkarak, Eskiye rağbet olsa idi, Bitpazarına nur yağardı diyenler... Her halde Paris'i görmeyenler. Yeni bir şey yok ki Her şey eski, Ama eskici diye kimse dolaşmıyor ortalıkta. Muhaberelileri alıp Paris'e getirmek lazım. İdeal bir röle istasyonu nasıl olur, Göstermek lazım, Eiffel'i. Görüş hattı nasıl bir şey, Orada bizzat görmeleri lazım. Tekne ile gezide bilgiler, Dört dilde anlatılıyor. Fransızca, İngilizce, Rusça ve Japonca. Şimdilerde Türkçe yok! İleride inşallah. Ruslar bir köprü yapmışlar, Süslemişler de süslemişler, Hani deriz ya Çingen yağı bol bulunca, Ya öyle yapmışlar, Ya da gücümüzü görün demek mi istemişler? Paris'te Ben böyle sanatın içine tükürürüm türünden, Çok ucube eser var! Ama yerlere tükürmek yasak, Ve o kadar tükürük yetmez, Bu kadar esere! Nehirde turist dolaştıran firmalar da Köşeyi dönmüş vaziyetteler. Tekneler ağzına kadar turist dolu. Para basıyorlar, para. Binaların tepesinde bayraklar dalgalanıyor ama Bizdeki gibi çok büyük değil, Hatta oldukça küçük, Vardır bir bildikleri. Bizde deniz manzaralı evler, Paris'te ise nehir manzaralılar. Nerde olursanız olun, Suyun başında olun dedikleri bu olsa gerek. Bu tükürülecek sanat eserlerini, Bizimkiler ne yapardı bilemem. Bazı yerleri boyanır, örtünür, Hatta çaktırmadan ortadan kaldırılabilirdi. Görünüyor, arkadaş, Resmen görünüyor. Ne kadar mahrem yerleri var ise hepsi görünüyor. Sanki bize inat öyle yapmışlar! Yok, Rönesans demişler, Reform hareketleri, Ortalık müstehcen eserden geçilmiyor. Gel de tükürme! Bu arada, Söz tükürükten açılmış iken, Tükürüklü köfteyi çok severim! Baktım Japonlara, Ellerindeki dijital foto ve video kameralar, Bizden lüks değil! Bastırırız parayı, Alırız en iyisini. Racondan taviz yok! Fakir ama gururlu bir milletiz. Onlar üretebilir ama Biz de alırız yani. Ben yurtdışında gezerken nedense Aklıma türkülerimiz gelir Onların güzel yerleri olabilir, Paris gibi Ama türküleri var mı? Köprüden geçerken, Aklımdan geçen, Köprüden geçti gelin. Seine nehrinde tekne ile gezerken, Eiffel'i Gez göz arpacık gibi Rusların hediye ettiği köprünün üzerinde bulunan, Heykellerin tam silme tepesine oturttum. Ne de olsa asker milletiz! Resim veya video çekerken, En önemli şey; Resmin hemen önüne, Şahsın konması. Yoksa oraya gitti sayılmazsınız. Tek başına Eiffel ne anlam ifade edebilir ki? Önünde sen olmalısın, sen. Bulutların dili olsa anlatsalar, Şu Eiffel'i? Nasıl görünür kuş bakışı? Ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem gibi mi? Rehberimiz sordu; Eiffel'in ikinci katına çıkma gereği var mı? Dedik ki Olma mı? Buraya bi daha ne zaman gelicez? Gelmiş iken, Bir yerimize kaçmaz ise Çıkıp üzerine de oturabiliriz! Seine nehrindeki her köprü, Belli ki Farklı zamanlarda yapılmış. Her birinin mimarisi de farklı. Zaten standart olacak değil ya? ABD'dekine benzer, Bir hürriyet anıtı yapmışlar, Sanki bizim onlardan, Bir farkımız yok der gibi Yerli malı Türk malı, Herkes onu kullanmalı. Bazıları yavşak gibi çiklet çiğneme dese de Bende sigara yok, Çiklet var. Dumansız hava sahası. Yanımızda bol miktarda, Damla sakızlı çiklet götürdük. Yavşaklara mı benzedik bilemem ama Çiğnedik te çiğnedik. Tam o sırada tatlı mı tatlı, Şeker mi şeker bir Fransız kızı gördük, Bakıştık, el sallaştık, Ailesinden izin alıp bir güzel sevdik, Maşallah ne kadar da sevimli idi. Tur Şirketi, Bir akşam yemeği düzenlemiş Paris'te. Paralar bizden de olsa, Güzel bir düşünce. Paris olur da, Fransız şarabı olma mı, sofrada? Hem de kırmızısından. Bordeaux, beauchatel! Garsonlar, son derece sempatik. Genelde Fas, Tunus ve Cezayir'den. Hem okuyorlar, Hem de çalışıyorlar. Video çekimleri yaparken, Salaklığım tutmuş, açık unutmuşum. Ya da Kayıtta ama kapak takılı. Tabi ki Simsiyah görüntülerden başka bir şey yok! İnsan salak olur da bu kadar olmaz! Bu bende olsam salağım kardeşim, salak. Şanzelize bulvarında Lido bar var, Dünyanın sayılı eğlence merkezlerinden biri imiş. Kelle başı yüz Euro. Biz de baktık pabuç pahalı. Hiç değilse kızımız gitsin dedik Onu gönderdik. Dijital fotonun kartı doldu, Yeni bir tane almamız lazım ama Zaman çok sınırlı, Gecenin bu vaktinde nerede bulacağız derken, Bir baktık, Bir tane açık mağaza. Hemen daldık, Düşündüğümüz şekilde bir tane aldık. Bu gibi gezilerde, Gitmeden yedeklemek lazım, Orada bulurum düşüncesi, gerçekleşmiyor. Almaya fırsat dahi olmuyor, Hanım hariç her şeyin bir yedeği olmalı! Ertesi günü, Zabalan çıktık açık alınla Disneyland'e. Lur müzesiymiş, Bize gelmez arkadaş, Bize oyun lazım oyun. Kültür mü? Kültür mantarı var, Kültür balıkları var, daha ne olsun? Kişi başı 80 Euro. Sabah gir, gece çık, İstediğine bin, istediğinden in. Bir bindiğine, istersen bir daha bin. Girişte araç başına park parası alınıyor tipine bağlı olarak. Para parayı çeker, Çok daha iyi anlıyorsun, Disneyland'te. Ya da Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek lazım. İnsanları oyalayacak, her şey düşünülmüş. Vaktin nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Space Mountain(Uzay Dağı) biniyorsun, altı kişi, Bir fırlatıyor, pir fırlatıyor... Tam binecektim, Hanim dedi ki Binme, ne olur! Ben de az maço değilim, Hemen hanım sözü dinlerim, binmedim! Her ne kadar desem de Memlekette hıyar çok, Ben de bunlardan biriyim, Bana bir şey olursa, Bir başka hıyar kaldığı yerden aynen devam eder, Ama diyor ki Seninki bir başka! Disneyland'te paradan para kazanıyorlar, Diyelim çok tehlikeli bir serüven yaşadınız, Yüreğiniz ağzınıza geldi, Ama o anı resimlemek, Kimin aklına gelir? Gelse de kim çeker? Hiç merak etmeyin, Onlar çeker! Ve danesi 20 Euro'dan bir güzel satarlar, Hem de Çıkışta gözünüzün içine sokarlar. Gerçi zorlamıyorlar ama Öyle güzel bir tuzak ki Almayan pek yok gibi. Al sana paradan para. Mesela bizim kızın fotoğraf numarası, 1095 idi. Onu söyleyince hemen sarıp sarmalayıp veriyorlar, Hediye paketi şeklinde. Onlar cin ise biz de onlardan cin. Ben de kamera ile çok yakından çektim, Almış kadar olduk. Fayton, İsteyene fayton da var. Çocukluğumuzda ne kadar sık binerdik, Taksi gibiydi bizim için. Sonra sosyete olduk, okulları doldurduk, Seviyeli birliktelikler yaşadık! Şimdi ise Nostalji için bile pek kalmadı. Şimdilerde tekrar başladı ama eskisi gibi değil. Olsa da çok az. Bence yollar taş olmalı, Ve fayton her yerde kullanılmalı, Ayrı bir zevki var, Alıyor, götürüyor bir yerlere insanı. Çocuklarda hayvan sevgisi yaratıyor, Bir de bayanlar kullanırsa, Havası bir başka oluyor. Disneyland'te görevliler bayan, Yöresel kıyafetleri içinde. Beyaz ve mavi renkleri ağırlıkta. Uzun etekler, Çoğu da öğrenci. Yarı zamanlı çalışıyor gibiler. Cemil İpekçi ve Çok özel arkadaşı Bekir Coşar burada olsa idiler, Ne tasarımlar yaparlardı ama. Ah Tuğkaan Erez, Sen de ne koreograflar yapardın. Bu kelimeyi (koreograf) bırakın söylemeyi, Yazarken bile çok zorlanıyorum, Bir de mesleğim olsa idi Yanmıştım, yanmış. Disneyland'te, Şöyle bir felsefe var; Dünyaca bilinen kahramanlar, Pinokyo, Karayip Korsanları, Maden dağı, Pamuk Prenses ve yedi cüceler... Bir kapıdan gir, İçerisi kapkaranlık, Raylı sistem ile oturarak dolaşma, Özellikle çocukları korkutuyor, Ses efektleri ürkütücü. Işık oyunları bunları destekliyor. Figürler canlı gibi hareket halinde. Diğer kapıdan çık. Girişte sırada en az on beş dakika beklemeler de cabası. Bu bazen daha da artabiliyor. İsteyen ayrı bir gişeden randevu alıyor. Akla gelen tüm doğa olayları suni. Koskoca ağaç dışarıdan canlı gibi. Ama yapma! O kadar benzetmişler ki Yapma, bu kadar da olmaz ki dedirtiyor. Alan geniş mi geniş uçsuz bucaksız. Kara tren ile yaklaşık yarım saat sürüyor, çevresi. Bazı sallanan, Ya da Ani hareketle, Bir yukarı, bir aşağı indiren oyuncaklarda, Akla kaza olasılığı geliyor. Ama bu konuda çok sık kontroller yapılıyor, Ve olayın bilincindeler. Ellerinden geldiğince, Her şey Allah'' tan demek istemiyorlar. Karayip Korsanlarında, Gezi sular içinde, kayıkla. Disneyland'te Beni asıl etkileyen, Hadi o kadar geniş araziyi anladım da Ama bu sistemleri sağlıklı, Ve devamlı altyapıyı nasıl kurdunuz? Elektrik kesildi diyelim, Bunu hissettirmeden devam ettirecek, Sağlam sistemler olmalı. Su kesildi diyelim, Yedek sistemler anında devreye girmeli, Bir mühendislik harikası diyebiliriz. Karayip Korsalarında, hazineyi görünce, Hazine dedikleri, Demek buymuş dedim. Hazine olan yerde hazine avcıları olmaz mı? Bizim Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığımız da inşallah görmüştür. O an aklımdan devlet malı deniz, yemeyen domuz, Ye kürküm ye, Götürmek, Tüyü bitmemiş yetimler, Örtülü ödenekler gibi Saçma sapan şeyler geçti. Bindik kara trene, Daldık maden ocağına, Mini trenle. Mübarek bir aşağı, Bir yukarı ama aniden yüreğin ağzında. Arada bir yan gelip yatmasın mı? Bazıları kızardı gibime geliyor, Bu yan gelip yatmalara... Aldım elime kamerayı baştan sona çektim bu anı. Herkesin yapacağı iş değil, Yüreğin ağzında iken, Elinde kamera, Valla yan gelip yatma anını bile çektim, trenin. Bindik vapura, Anadolu vapuru gibi yandan çarklı değil, Arkadan çarklı. Dumanı tutuyor, Düdüğü ötüyor ama Çaylar diyen yok! Bu gördüğünüz ayna, Yanında da bu tarak diyen duymadım. Milli Piyango, sayısal satan yok! Göl suni ama ördekler gerçek! Hem de yeşilbaşlı gövel ördek! Müzeyyen Senar'ın yeşilbaşlı ördeğini nasıl çekti canım ama. Mırıldandım, hemen biraz. Hani bazıları turşu görünce dayanamaz ya, Ben de yeşilbaşlı gövel ördeği görünce başlarım, Yeşilbaşlı gövel ördeğe. Yanımdakiler, deli mi ne? Demiş olabilir, Bu da bizim memleketin çocuğu olma hasreti. Bir adam iskelede, Balık tutuyor. Ama bu da gerçek değil, yapma. Pamukkale travertenlerine benzeyen bir yer, Bu da yapma. Maden Dağı etrafında dolanıyoruz. Göl de yapma. Bu arada ''yapma'' dediğinizi duyar gibiyim! Ürkütücü bir eve girdik, Her yer karanlık. Odanın tabanı asansör ama aşağıya gidiyor. O arada bir bayan takıldı gözüme, Yıldız avcısı değilim ama Geleceğini çok parlak gördüm. Yönetmen olsa idim, Türk filmlerindeki gibi kartımı çoktan vermiştim. O nasıl bir ışık ise, Bende yıldız ışığı var diyor, Yanında da anası. Bakıyorum anasına alıyorum kızı! Anan seni benim için doğurmuş şarkısını mırıldanıyorum, Elimde olmadan. Evde, Cadılar, vampirler, Vals eşliğinde dans eden çiftler. Korku müziği, Cam fanus içinde, bir falcı, Aşağıya doğru sarkıtılmış, 208 adet kemiği görünen bir iskelet, Bir adam, şapkalı, Başını gövdeden ayırıp selam verip duruyor. Arabasında bir bebek uyuyor, Mışıl mışıl. Kemerle iyice bağlanmış, Tüm saflığı yüzünde, Samimiyetin canlı bir göstergesi, Başında babası, Anası? Kim bilir nerede? Tam bu sırada bizim kız, Yapma da olsa, Eline bir yılan almaz mı? Anası da hiç korkmaz! Sadece bayılır. İlk yapılan buharlı bir lokomotif var, Gösterimde, Bakın diyor, Ne haldeydim! Şimdi ne hale geldim? Arada bir raydan çıksam da, Eşek gibi çalışırım, kendimi bildim bileli. Gezmekten hem tabanlarım şişti, Hem de ağırlık beni maf etti. Tur müdürü geziye gitmeden önce, Alın efendim alın, Ne alırsanız alın, Yiyecek çok pahalı demişti ya, Biz de gezmekten yemeğe fırsat bulamadık! Ya geziyoruz, Ya da uyuyoruz, Ne zaman yiyicez? Tam Disneyland'in göbeğinde mola verdik. Ben de dedim ki Bu yiyecekleri yiyelim, Yoksa ben buradan buraya bir adım atmam! Yanımızda, misafirler de var Adana'dan, babakız, Ne kadar yersek, O kadar hafifleyeceğim diye En çok ben yedim. Derdi olan ben, Afiyetle bir güzel yiyen ben. Bir köprü var, asma, Oynamadık yeri yok, Bu da en çok çocukların hoşuna gitmekte. Üzerinde zıplayıp durmaktalar. Korsan gemisi de yerinde duruyor, Bire bir aynı. Hemen yanı başında Kafe hizmeti var. Gemici feneri, Korsan bayrağı, Yelkenler, Halatlar... Bir bina, Dışarıdan Kremlin Sarayına benziyor, Oldukça orijinal, Kiev'de gibi hissediyorsun. Buralara kadar geldik, Trene binmeden olur mu? Sırada yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra, Geldi bizim kara tren. Disneyland'ta, Dünyaca meşhur çizgi film kahramanlarının canlıları izleyici ile buluşuyor, Başta Miki Mouse olmak üzere, Günün belli saatlerinde. Özellikle çocuklar çok ilgi gösteriyor. Taklit eden sanatçılar da, Hem giyim, Özellikle sarı pabuçlar, Hem de davranışları birebir aynı. Hatta daha sevimli gibi. Onunla bir resim çektirmek için saatlerce beklemeler... Her şey sadece o an için. O da sanki kurulmuş robot gibi Tekrarlar halinde aynı şeyleri yapıyor, Ama çok başarılı, Hayat sadece içki ve seksten ibaret değil deyip Bir ara gidip öpesim geldi. Tam bu sırada bereket yağmaya başlamasın mı? Bereket demek; Şemsiye ve yağmurluk demek, Özellikle sarı renkli yağmurluklar, Elbise üzerine geçiriliyor. Yöre halkı o kadar alışkın ki Hemen o konuma geçiyorlar, Ve hiç umurlarında değil, yağmur. Bu arada biz de güneşimizin değerini bilelim, Varın çaresi var da Yokun yok. Maalesef onlarda güneş yok, Ha var, Ha yok gibi. Disneyland'te olacaksın, Yağmur yağacak, Ne olacak? Hiç bir şey olmayacak! Kimse durmuyor, Herkes sağa sola koşturuyor... Bizde bazen yağmur duası olur ya Bunlarda ise tam tersi olabilir. Aman Allah'ım, Ne olur bu gün yağmasın! Bir mağazaya girdik, Bir tane elbise tipli cırtlak sarı renk yağmurluk, Sekiz Euro. Neye binelim, Neye binelim derken, Karşımıza Pamuk Prenses ve yedi cüceler çıktı, O da aynı felsefe, Bin mini trene, Gir karanlık bir yere, Müzik eşliğinde yolculuk boyunca, Sağlı sollu, Karşına çıkıyorlar, Hem de hareket halinde. Tura geldi, Tura Gittik – 3 (Lüksemburg)... Lüksemburg'dayız! İsviçre'de çok hoşuma gitti ama Lüksemburg'un şöyle bir artısı var; Çok küçük! Boyu değil işlevi önemli! Mini mini. Sanki mini Cooper üretim merkezi. Ama Kişi başı gelir seviyesi bir o kadar yüksek! Nerdeyse hepsi eğitimli ve kültürlü, Her şeyden önemlisi göç almıyor, Gelirse de kalifiye kişiler... İsviçre'de göçün olumsuz yansılamaları başlamış. Deseniz ki bana nereye gidelim, Hiç düşünmeden, Lüksemburg derim. Tam kafa dinleme yeri. Islık bile çalan yok! Sessiz, Sakin, Ve huzurlu. Temiz mi temiz. Hani nerde çokluk orda kokoreç! Vadinin içine bir evler, Binalar yapmışlar, Her biri derebeylik. UNESCO tarafından koruma altına alınmış, Bu yer, Kültür mirası, Biz ise maalesef barajların altına gömmeye başladık! Çevresi yeşil mi yeşil, Sanki sera, Sanki orman, Ya da Çok büyük bir park, Tarihi yer ile yeşili, O kadar güzel uyumlu hale getirmişler ki İnşan bakmaya doyamıyor... Ressam olsan, Kesin çizmeye başlarsın. Lüksemburg çok temiz. Bu da bir kültür seviyesinin bir göstergesi. Kirletmiyorlar ki Pis olsun. Diyebilirsiniz ki Amma da yabancı aşığısın! Asla! Elimden geldiğince doğruya doğrucuyum. Bizim ülkemiz cennet ama Maalesef bu cennet yavaş yavaş özelliğini yitiriyor. İşte insan buna üzülüyor... Rehberimiz kaybolmayalım diye Elinde bölük flamasına benzer bir işaret çubuğunun uçuna geçirilmiş kırmızı bir kurdele ile En başta, Bizler de peşinde. Yıldırım yaratan bir ırkın ahfadıyız nidaları ile Yaban ellerde kaybolmak yaman olur, Sürüden ayrılanı kurt kapar. Lüksemburg'ta yollar taştan, Biz de ise Sadece Adana'nın yolları. O da türkü de kaldı. Ailelerin elinde bir köpek ile Gezmeleri moda. Yakında köpeksiz gezmeyen kalmaz gibi. Temizlik işlerinde çalışanlar, Sanki yer yarılmış, Ortada görünmüyorlar. Ama her yer pırıl pırıl. Turizm ofisine bir cihaz koymuşlar, Telefon cihazına benzer, Jeton atıyorsun, Sana bir harita veriyor, şehrin. Fena fikir değil. Mağazalar son derece şık, Ve dünya markaları burada. Kafeler inanılmaz kalabalık ama çok temiz, İnşanlar sessiz ve sakin oturmakta, Sohbet halindeler... Caddelerde, sokak lambalarının hemen altında, Canlı rengârenk çiçekler... Karşımıza modern bir dilenci çıkıyor, Dilenci denirse. Müzik kutusu, Manken bir baterist, Kendisi de akerdiyon çalıyor, İsteyen para atıyor. Kızımız tutturdu, Ben bir pantolon bakıcam, Kızım, bizim memlekette, Çok daha iyileri var dedik ise de Birkaç mağaza dolaştık, Allah'tan beğenemedi. Tekstilde üzerimize yok, altımıza var! Hem kalite, Hem de çok ucuz. Göbek açma modası çok yaygın, Kırkpınar'dan yayılmış olmasın? Açılacak göbek var, Açılmayacak göbek var! Ama bazıları ille ben de açıcam diyor, Benim neyim eksik? Herkes açıyor, Ben niye açmıyorum? Lüksemburg'ta, Pastane, kafe karışımı bir yerde mola verdik. Son derece temiz ve lüks ama Fiyatlar da bir o kadar ucuz. Biz de bu gibi yerler, Ucuz olamaz, Hatta bir güzel kazıklama yeridir. Oralarda da serbest piyasa ekonomisi var ama İnsaf ta var. Kurallar belirlenmiş. Mesela kahve 1.90 Euro, Kapiçino 2.30 Euro. Lüksemburg'ta bayan ve erkeklerde takım elbise dolaşan çok. Kafenin tuvaletini gezdim, Bal dök yala. Lüksemburg bayrak renkleri Fransızlar ile aynı, Yer ve tasarımı değişik, Kırmızı, beyaz ve mavi. Gözüme tezgâhta Napolyon kirazı ilişiyor, Kilosu 18.50 Euro, Oldukça pahalı. Muhtemelen bizden gitmiş olabilir. Şeftali 4.90 Euro, Kavun,3.90 Euro, Domates 6.70 Euro, Kısacası ucuz değil. Taksici olmanın birinci şartı; Mercedes araba. Bizde ise uzun süre TOFAŞ'tı, Ama son zamanlarda lüks markalar taksi olmaya başladı. Taksici, Yakıtı ekonomik, Yedek parçası ucuz, Bakımı kolay araba ister. Lüksemburg'ta, Tarihi evlerin yer aldığı vadinin karşısında, Bir vadi daha var, Doğa harikası, Parkçılığın en güzel örneklerinden birisi, Sanki Benim için bak, yeşil yeşil şarkısı burada bestelenmiş. Yeşilin hemen arkasındaki tepede devasa bir bina, Kulesi ve üzerindeki saati ile dikkat çekiyor. Casino yazısı dikkatimi çekiyor, Demek ki kumar serbest. Bir aralar bizde de serbestti, Hemen suyu çıktı.. Ne canlar yandı, Bu pisliğe karışmayan pek kalmadı, Şimdilerde sözde yasak, Akşam olur gizli gizli ağlarım gibi aynen devam. Bu konuda doğruyu bulamadık, Bir türlü. Eskiden sınırlar vardı Avrupa'da, Her ülke, Önce hoş geldin derdi, Şimdi ise Fark bile edemiyorsun, Plakalar olmasa, Hiç anlayacağınız yok. Bir baktık, Plakaların altında bir harfi var, Yani Lüksemburg. Lüksemburg'a girişte dağın üzerinde, Bir tane verici kulesi var, Mübarek Küçük Eiffel. Ulusal kütüphane karşısında taşlar konmuş, Oturmak üzere, Aklıma yaşa, başa, taşa oturma sözü geldi, Birden bire. Ama oturanlar çok! Bir katedral gezdik, Mumlar yanıyor ışıl ışıl, Bu mum yakılma işini, Mum fabrikası olan biri çıkarmış olmasın, sakın? Fena para yok gibi geldi, bana. Ne zaman günah çıkarma yeri görsem, Aklıma şu fıkra gelir; Zina yapmayın demiş, aziz peder. Yaparsanız yer gök inler, demiş. Vaazdan sonra yanına, Bir lolita gelmiş, Demiş ki Ama peder, görünce dayanamıyorum... Bunu duyan aziz peder, Birden erkek olduğunu anlamış ve kıza resmen sulanmış. Kızın da kafası karışmış, Muhtemelen hocanın dediğini yapıcan, yaptığını yapmıycan, Bunu bilmiyor olsa gerek. Ama peder, Az önce ne diyordunuz? Şimdi aynı şeyi siz de yapıyorsunuz deyince, Aziz peder demiş ki Bak kızım, Dediğim doğru. Zina yapınca yer gök inler ve titrer ,, Ama işi erbabı yapınca, Yorgan bile titremez! Demiş. Basit ama hayata dair çok şey anlatıyor. İsa'nın çamaşıra asıldığı yer yok gibi Her yerde o resim. Nasıl yaptılarsa, O yıllarda, Çamaşır gibi aşmışlar. Şu bizim Efes'te bulunan anamız Meryem'in resimleri, İsa ile her yerde. Meryem Ana mabedine(Efes'teki) çok iyi bakmamız lazım, Ancak geçenlerde az kalsın yanıyordu, Bir orman yangınında. Orası var oldukça çok turist gelir, daha. Onların mabedine girerken, ayakkabı çıkarılmıyor bizdeki gibi. Ama binalar son derece bakımlı ve temiz. Yapıları da Mimar Sinan eserleri gibi görkemli. Görevlilerin en çok üzerinde durduğu konu; Sessizlik. Adına ister Duke, İster kral, ne derseniz deyin, Koca sarayda bir muhafız var! O da arka tarafta. Muhtemelen Aziz Nesin'i okumuş olmalı. Aziz Nesin'e koruma vermişler, Rahmetli şöyle demiş; Beni korumadan kim koruyacak? Zaten Kabadayıları öldüren, korumaları değil midir? Koruma, moruma yok! Ne kadar güvenli bir yer. Bizde aman Allah'ım, O ne koruma! O ne gösteriş öyle. En güzel tarihi binalar, Genelde belediye binası. Yakında saraylara taşınırsa, bizim belediyeler şaşmayalım! Burada yollar parke taş, Ama alt yapı sorunu yok, Bizde ise altyapı sorunu olmayan; Dansözler! Altyapı bozuldu mu sahne alamaz, para kazanamazlar. Yani Kapitalizm. İşin ilginci; Milletin gözü önünde kıvırır, Halkı son derece mutlu eder, Üstüne gönüllü vergi bile toplarlar! Biz ise Hititlerden bu yana çamuru severiz be, arkadaş! Şimdi Avanos'ta çamurdan yapılanlar ne? Sanat eseri! Hem de çamur atmayı çok severiz! Öyle her yer güllük gülistanlık olursa, Dürter bizi bu, durum, Bir sorun çıkartırız en kısa zamanda. Yolda bir çalışma vardı, Minik bir kepçe, İki çalışan. Ama o kadar güveniyorlar ki, halkına, Çok fazla güvenlik önlemi yoktu, Nasılsa olmaz bizde kaza gibi bir şey havasındaydılar. Lüksemburg'ta, Bir kafe üzerine yazmışlar; Kafe Paris Kendinizi Paris'te hissettik, birden. Motosiklet bisiklet park yerleri de İşaretlenmiş asfalta. Ne ince bir düşünce. Lüksemburg'ta şehrin göbeğinde, Mini bir tren var ama etekleri mini değil! Şehir turu yapıyor, Fark ettik etmesine de Otobüsün hareket saati geldi, Kaçırdık bu fırsatı. Vadide tarihi bir köprü var, Mükemmel uyum sağlamış, vadi ile Bir tane de yeni köprü yapmışlar, Tarihi olanın yanında pek tadı yok. Ama Ne varsa eskilerde var der gibi bir hali var. Uzaktan bakınca, Miktarı epey fazla dev vinçler, Birbiri peşi sıra görülmekte, Yeni dev binalar yapıldığına işaret, Lüksemburg bu hali ile Daha çok ekonomik kurumu bünyesinde bulundurur. Vadiye doğru baktık, Az önce binemediğimiz mini tren dolanmakta. Bu sefer olmadı, İnşallah bir dahaki sefere. Tura geldi, Tura Gittik – 4 (Köln) Süremiz bitti, Çıktık yola, Alamanya'ya... Yolda rüzgâr santralleri, Miktarı epeyce fazla. Bir kısmı durmuş, Rüzgâr yok. Rüzgâr olmadığı zaman, Karşıdan dev klimalar esse, nasıl olur, Zihni Sinir? Rüzgâr santrallerinin her biri sanki yere inmiş, Kalkışa hazır pervaneli uçak gibiler. Uçmaya çabalayıp duruyorlar, Sanki yerinde say komutu verilmiş asker gibiler. Yolun her iki yanı, Yeşil mi yeşil ağaçlarla kaplı. İnsan baktıkça içi açılıyor. Yolumuz Köln yolu, Otel Radisson SAS, Bir gece kalınacak. Köln'de yol çalışması var. Var ama ağaç köklerini sarmış sarmalamışlar. Ya kurursa diye gözleri gibi bakıyorlar. Akşam alaca karanlık başlangıcında, Köln Radisson SAS Oteline yerleştik. Adamlar bu otelcilik işini biliyor. Personel eğitimli mi eğitimli. Tam anlamıyla profesyonel. Odalarda bedava internet bağlantısı da var. Tuvalet ve banyo tertemiz, Tasarımları kendine özgü. Gelelim buzdolabı felsefesine; Kapağı açtığında tehlike başlıyor, Bir şeyi içmesen de Şöyle yerinden bir kıpırdattın mı? Hemen hesaba yazıyor. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Efendim ben içmedim de. Anlat anlat heyecanlı oluyor, diyorlar. Kısacası içeceksiniz, adam gibi için, İçmeyecekseniz buzdolabına sakın dokunmayın! Odaya girişler artık elektronik kartlı. Yazılım müsaadesi verilmiş ise giriş var. Yoksa kıvranır durursunuz. Birkaç tane veriyorlar Diyelim geri vermeyi unuttunuz, Hiç önemli değil! Zaten sistem oda çıkışı ile kendini sıfırlıyor. Duş alma yerlerinin yarısı açık, Yarısı kapalı. Tam çözemedik ama vardır, bir nedeni. Diyelim, duş alırken fenalaştınız, Alarm butonları hemen el altında. Mini şampuanlar, çeşit çeşit, Seç beğen al. Duş çeşmeleri çok şık. Ve tasarımları hem güzel hem de kullanışlı. Oldukça da, sağlam Rezervuarı çekince föşşşşş diye bir şeş çıkıyor, Su son derece tazyikli. Bir priz arızası gördüm. Şimdi söylerim, Şimdi söylerim derken unuttum gitti. Ama buraya yazmak nasip oldu, Umarım okumuşlardır! Her ne kadar kamera tasarımlarında kendi kendini çekmek, Menüleri olsa da Bunun en pratik yolu, Aynadan kendinizi çekmeniz. Otelin hemen girişine, Reklâm maksatlı, Yeni model bir Mercedes koymuşlar. Taksileri ise söylemeye gerek yok! Odalarda Mercedes katalogu, Sanki bakın bunları biz üretiyoruz, Ya da Buralara kadar gelmişken, Bunlardan bir tane alın, Götürün der gibiler. Üstelik Sudan ucuz kadar da ucuzlar. Bizde şu vergi olayı olmasa, Ne arabalar, girer güzel memlekete, Ama ne arabalar... Dediler ki Şehir merkezine gidelim, Neyle? Metro ile Ama nasıl? Rehberimiz dedi ki Beni seven peşimden gelsin, Atar atmaz valizleri odaya, Hemen kaçtık dışarı, Bindik metroya ama Para atıncaya kadar indik, Kazara yakalansa idik, Çok ağır cezalar alacaktık, Allah yardım etti! İndik Köln şehir merkezine, Üçte biri Türk. Kendini Türkiye de gibi hissediyorsun. Tiplerinden, Kıyafetlerinden, Davranışlarından bizimkiler hemen belli oluyor. Dükkânlar desen, besbelli. Yolda yere dört heavy metalci oturmuş, Sere serpe, Orhan Veli'nin dediği gibi Böyle de yatılmaz ki Ama dünya umurlarında değil. Cadde ve sokak temizliği başlamış, Belediye çalışanlarınca, Çoğu da Bizden gibi. Çalışmak ayıp değil ama Çoğunluk, Altta kalanın canı çıksın mesleklerinde çalışıyor gibi. Ne de olsa, işin ucunda, Son model bir Mercedes ile memlekete gelmek var, Kim bilecek buralarda ne kokoreçler yeniyor? Dükkânlar açıl susam açıl, Kapan susam kapan şeklinde, Ne bir dakika önce, Ne de sonra. Hem çalışan hakları, Hem de haksız rekabet. Vaktinden önce açmayı kimse yemiyor, Yerse cezası çok büyük. Güvercinler, Ah barış elçileri, Dünyanın neresinde olursanız olun, Size kimse kıyamaz. Siz de yem peşinde. Tıpkı Siyasilerin peşinde koşan fanatikleri gibi Nerde yem, Orada kalabalık! Döner kebap yazıyor, dükkân tepesinde, Kocaman yazılarla. Demek ki bizden diyoruz ve hemen ilk iş; Türkçe konuşmak, Tuvalet ihtiyacını söylemek. Dom Kilisesi dünyanın en büyüklerinden, Gerçekten devasa. Şöyle başını kaldırmadan, Göğe doğru bakmadıkça tam anlamıyla görülmüyor. Yapımı asırlar sürmüş, Dış cephe yangından çıkmış gibi isli. Temizleme ve parlatma çalışmaları devam etmekte. Bir çimento fabrikası kadar beton yemiştir, her halde. Dom Kilisesinin tam karşısında, Dom Hotel. Don olacak değildi ya. Elbette Doma dom. Onların Dom Kilisesi varsa, Bizim de dom dom kurşunu türkümüz var. Dom Kilisesi olur da Geniş bir meydanı olmaz mı? Ve burada kayan gençler. Aman Allah'ım, Ne numaralar, Ne numaralar... Sanki meydan değil de sirkteyiz. Tehlikelinin bini bin para. Ha düştü ha düşecekler derken, Yüreğimiz ağzımıza med cezirledi. Almanya olur da Bira olmaz mı? Heneiken birası, Oturduk bir kafeye, İki tek attık, Tadı gerçekten mükemmel. Almanların bu kadar çok içmelerinin nedeni; Geniş bir çevreleri olmaları, Yani göbekleri. Hava karardı, Sıra geldi Hotele dönmeye, Metro ile gitsek epey zor olacak, Taksi de, aman pahalı canım pahalı, Hadi dedim bir sorayım kaça gider? Hem de bahane ile Mercedes'e binmiş oluruz. Taksici dedi ki Sekiz Euro'yu geçmez, Dedim ki Başka Radisson SAS var mı? Yok dedi, Ne olur ne olmaz, Birkaç tane vardır, anlaşamayız gezdirir, durur, Bizim taksicilerimiz böyle bir şey yapar mı? Asla! Doğal olarak çok yazar. Mesela Dorint Sofitel otelinden dört tane var dedi. Otelin hemen çıkışında minik bir şelale var, Para sesi, Su sesi, Bayan sesi. Abdest almaya çok müsait, şelale. Otelde sabah kahvaltısı yaptık, Ne yersen ye İstersen tıka basa ye. Görevliye dedim ki Kuş sütü var mı? Çocuğun kafası karıştı, Yok diyemedi, Hayır, da diyemedi. Dedim ki Kardeşim bizim oralarda böyle bir deyim var, Yani çok güzel, Nerdeyse her şey var kahvaltıda. Almanlar dönere alışmış, Bir de kokorece alışırlarsa, O zaman poku yediler! Ziraat bankası, şekerbank görüyoruz, Köln caddelerinde. Allah günahlarımızı affetsin! Dom Kilisesi içini gezicez. Tam kapıda biri duruyor, Kendi kendine dua edip duruyor, Ama öyle bakışları var ki Hafiften, Ben sıyrığım der gibi. Ekip Dom kilisesinden çıktı, Caddede geziyor ama açık bir dükkân yok! Bayanlar da aç kurtlar gibiler, maşallah! Saldırmaya hazırlar, Derken bir tane bulduk, Dükkân sahipleri de şaşırdı. Tatmin olmanın bir şekli de Alışveriş. Cadde ortasına, Bizim bildiğimiz Türk tipi bir manav kurulmuş, Muhtemelen bizden geçmiş, Alamanlara. Cadde parke taştan yapılmış, Logar kapakları çıkıntı şeklinde değil, Belli bile olmuyor. Bisiklet çok yaygın Alamanlarda, Kültür haline gelmiş. Biz de apartmana bir bisiklet park yeri yaptırdık, Apartman sakinlerinden biri demesin mi? Niye yaptırdınız? Ben bunun parasını vermeyeceğim! Şimdi gel de anlat, Avrupa'da herkes bisiklete biniyor, Sen de bin! Almanlar ana yolları, Yeşil ile öyle sarıp sarmalamışlar ki Sanki cennet bahçesinde yol alıyorsunuz. Elin memleketinde, Yabancı dilini bilmezsen işin çok zor. Otoyoldan çıkış manası, Sanki bir şehir ismi gibi geliyor, İnsana. Yolda çekim yaparken, İsim ve yol levhalarını çekin ki Hatırlaması kolay olur, Yoksa çok zor hatırlar, Karıştırır durursunuz, çekimlerinizi. Yolda giderken bir bakıyorsunuz, Memleketten gelen bir TIR, Emin adımlarla ilerliyor, hedefe doğru. Buram buram memleket havası kokuyor, Birkaç gündür buradayız ama şimdiden özledik, Nasıl özlenmez? Şalgam, turşu, kokoreç, iskender, bazlama, çiğ köfte, içli köfte, kelle paça, işkembe, Nasıl özlenmez? Şöyle sarımsaklı, sirkeli, Orhan abi, Ferdi'nin acılı ve yanık sesi, Müslüm'ün ayakta zor duran halleri, Mustafa Keser'den gözleri fettan güzel, İbo'dan dam üstünde un eler... İçimiz dışımız çan sesi oldu, Ah nerdesin be O güzelim ezan sesi? Ama Kaliteli bir ses düzeni, İyi ayarlanmış bir ses ayarı, Ve de kadife sesli bir müezzin eşliğinde! Yüksek hat telleri, Helikopter çarpmasın diye toplar konmuş, Bir güzel işaretlenmiş, Geçenlerde biz de bir helikopter düştü, Birçok askerimiz şehit oldu, pisipisine. Hemen akabinde, Biz yazımızı yazmıştık! Ve ardından toplar hemen kondu! Gidenler geri gelir mi? Yol çalışması var, Buradan gidin işareti, Hem ışıklı, hem de ışıksız, Görmeyene kör denir! Tura geldi, Tura Gittik – 5 (Brüksel) Brüksel'e geldik, Gelir gelmez de dokuz top anıtına uğradık, Rehberimiz dedi ki Bu anıt, demir atomunun, Bilmem kaç kere büyütülmüş şekli. Yaklaşık yüz metre üzerinde, dev bir anıt. Bende dedim ki Değerli rehberim, Bu anıt bir erkeğin dokuz doğurma hali olmasın? Çünkü Anıtta dokuz adet büyük top var, Aklıma o an top on listesi gelmedi değil? Fatih Ürek, Aydın, Doktor Bilal geçti gözümün önünden. Kimine göre, Demir atomu, Bana göre dokuz doğuran, Bir baba heykelini geride bırakarak, Otobüsümüz ile devam ettik, yola... Yolda gördüğümüz tarihe eserler, Bakıma alınmış, Bizde ise bu durum biraz sıkıntılı, O zamanki Bakanımız, gece demiyor, gündüz demiyor, Çok çalışıyor olmalı ki Uykusuz kalıyor, Yakaladığı ilk fırsatta, Gözlerini dinlendiriyor! Alt ve üst geçitler oldukça yaygın, Ankara'dan mı örnek aldılar acaba? Genelde alttan alanlar, altı, Üstten alanlar da üstü tercih ediyor, Zevk meselesi Karışamayız ki. İki katlı otobüslerde, Maalesef asansör göremedik! Biz yaparsak bunu, Sollamış oluruz, onları. Hem de Her zaman yaşlı ve engellileri düşünmek lazım. World Trade Center binasını görüyoruz, Brüksel'de. Yani dünya ticaret merkezi. Adı üzerinde. Bizde en iyi yer Kayseri olur, bu konuda. Neden mi? Asur'dan gelen ticaret kolonileri MÖ 1900'lerde nereye gelmişler? Kayseri! Ne kurmuşlar? Karum diye adlandırılan ticaret merkezleri. Gerçi şu sıralar, Her şeyi İstanbul'a taşıma modası var. Yakında Anıtkabir'e de sıra gelirse? Demir atomu toplarından sonra, Yine yolun ortasına birçok top koymuşlar, Demir direkler üzerinde duran. Ama bu toplar küçük! Ne kadar da seviyorlar, şu topları? Her yer top kaynıyor. Toptan geçilmiyor... Orada aklıma toptan geldi, Perakende ve toptan. Bir reklâm görüyoruz, Dört çarpı dört, araç, Yaklaşık 24 bin Euro. Vergisi minimum! Bize gelince, Bindir Allah bindir. Zaten şu arabayı ve yakıtı icat eden olmasa, Ne yapardı devletimiz? Allah bin kere razı olsun, bulandan. Sadece araba ve yan ürünlerinden alınsa, Hükümet tıkır tıkır, işler. Yollar gerçekten yola benziyor, Yolsuzluk yok, yani. Çukurlar yok, Çukurca'da, Su birikintileri yok, göllerde, Tümsekler bulunmuyor, Ağrı'da, İşaretlemeler tam yapılmış, İkaz lambaları çalışıyor, Daha nasıl olsun? Orta yolu taksi ve otobüs diye bölmüşler, Üzerine de yazmışlar, Kimse de girmiyor, o şeride. Karşıdan karşıya geçmelerde yaya birinci öncelikte. Bizde bu öncelik motordadır, motorda. Sebebi; Yakıt çok pahalı! Bekle kardeşim, Biraz bekle, Ne yapacaksın, erken gidip. Brüksel'de de bir Zafer Tak'ı görüyoruz, Paris'teki gibi. Askeri bir müze gezicez, Sanki askerler, Tüm bu savaşları, Bu askeri müze için yapmışlar? İğneden ipliğe, Askerlik ile akla ne gelirse, Gez gez bitmiyor... İnsan neye bakacağına şaşıyor, Özellikle zırhlı elbiseler, görmeye değer. Cemil İpekçi ve çok özel arkadaşı Bekir Coşar görmesinler! Bir elbise dikerlerse, yandı millet! Her yeri zırh kaplı. Adım atması bile çok zor. Kendini tank gibi hisseder, Darbe yapmaya kalkarsın, valla! Topları görüyoruz, dizi dizi yan yana, Ramazanda ne patlatılırdı ama! Askeri tablolarda, komutanlar, savaşlar, Askerliğe ve savaşa ait her şey. Bir bisiklet görüyoruz, Sanki yapılan ilk modellerden. Askeri üniformalar, Tip tip çeşit çeşit... Tavanda bir askeri uçak, İlk yapılan modellerden, Uçuyormuş gibi. İnsan tatmin olurken de böyle mi uçar? Top olur da obüs olmaz mı? Hem de kundağı motorlu tiplerden. Topçu mühimmatları, uçları yukarıda, Kazıklı Voyvoda gibi. Askeri bando, Boru ve trampet malzemeleri. Uçaksavarlar, Şimdi sinek bile savamaz halde Köşede, Ferdi Tayfur gibi Boynu bükükler... Taretli toplar, Yağmur çamur demeden, Bata çıka hedefe giderler. Şimdi bize komik gelen, Bu savaş malzemeleri, O yıllarda kim bilir ne kadar etkili idi? Hani siz beni gençliğimde görecektiniz ihtiyar delikanlılar gibi! Şimdi modern harp ve araç malzemelerinin ana iskeleti onlar değil mi? Bir topun arkasına, İki asker, manken, Her an ateşleyecekler gibi. Dışarıda, avluda, Siyasilerin en sevmedikleri, vasıta. Tank modelleri, İlk yapılandan, son yapılana. Ne kadar kılıç varsa, Hepsini toplamışlar, Güzel bir daire oluşturmuşlar, Hâlbuki ben, Gelin ve damadın arasından geçtiği, Kılıçları severim. Spor olarak ta eskrim. Zırhlar koruyordu elbet, Ölümden. Ama o ne ağırlık öyle! Ölmek ya da ölmemek dedirtir gibi. Giysen bir dert, Giymesen, ölüm. Acaba Hamlet o meşhur sözünü, Bu giysiler içinde iken Söylemiş olmasın? Bu zırhlardan banka muhafızlarına giydirsek, Bir kişi bulamayız, çalışacak, Batsın parası da pulu da Der mi, der. Eskilerin tabiri ile mavzerler. Çakaralmazlar, Ne canlar aldınız, kim bilir? Tetiği siz çekmediniz ama Gitti çanlar. Tam bu sırada, Muhtemelen ilkokul öğrencileri gelmiş, Askeri müzeyi gezmeye. Sere serpe oturmuşlar yere, Dünya umurlarında değil. Cıvıl cıvıl ötüşüyorlar, Savaş ta neymiş onlar için? Zırh seni korusa, Atın ne olacak? At ile savaşçı birbirinden ayrılamaz. Ata da, değişik zırhlar yapılmış, At ölürse, savaşçı da ölür, der gibi. Demirel'in gıratına ne giderdi ama Bu zırhlar. Darbelere dayanıklı, olsa gerek! Leopold bir, iki, üç, Bizim de Dördüncü Muradımız var ama. Heykellerini görünce anlıyoruz ki Bu isimler önemli Belçika tarihinde. İflas edene top attı derler. Demek ki her top, iflas üstüne iflas yaşıyor. Askeri müze tam karşısında, Bir baktık, Otomobil fuarı. Gözlerim ordinaryüs otomobil profesörü Hakan Çelik'i aramadı değil! Ancak buradaki otomobiller, İlk çıkanlar, Klasik, Nostaljik. Tam Koç'a göre. Otobüs ile caddede ilerlerken, Kalabalık bir topluluk gördük. İsrail'in Filistin'i işgalini protesto ediyorlardı, Polis göremedik, Bizde ise Bir göstericiye beş polis! Eskiden asker devleti diyorlardı, yabancılar, Şimdi polis! Bağırıp çağırıyorlardı, Ellerinde pankartlar... Yel değirmene karşı savaş açan, Donkişot heykeli önündeyiz, Brüksel'de. Yanında Şanso Panço, Canlıyı öldürmektense, Hiç te fena fikir değil, aslında. Açık havada, meydanda, Küçük bir manav tezgâhı, Kâse kâse çilekler, Bir kâse üç Euro, iki tane alırsan beş Euro. Napolyon kirazı yarım kilosu, beş Euro. Bir kilo alırsan sekiz Euro. Kayısı 4.95 Euro. Yatalım kalkalım, Memlekette sebze ve meyve ucuz, Hemi de çok lezzetli. Çeşidi bol. Tane değil kilo kilo alabilirsin, Cennette yaşıyoruz ama farkında mıyız acaba? Taktık bir rejime, Sözde Hep beraber, zayıflıyoruz, Bırakın kardeşim rejimi, Rahat bırakın, Rejim dengeye gelir bir şekilde, En iyi rejim demokrasi olmakla birlikte, Bazıları sadece hıyar yemenin, Fena bir taktik olmadığını söylemekte. Brüksel'de bir sokaktan geçiyoruz, Lokantalar, dizi dizi. Her birinin dışarıda birkaç masası var. Her biri ayrı bir şekilde, Farklı bir estetikle düzenlenmiş. Gençler taştan yapılmış ana meydan üzerine serpilmişler, Dünya umurlarında değil, Önlerinde birer şişe bira, Oh ne güzel dünya! Gerçekten de Brüksel çok tarihi bir yer, Sanki yerden tarih fışkırıyor. Tarihi olmayan bina yok gibi. Mevcutlar da öyle şatafatlı ki Ana meydan göbeğinde canlı çiçek satan, Bir açık mağaza diyelim, Yanında açık havada, Resim satan bir minik mağaza. Yol kenarında, Akıllı birisi, Van Gogh Heykeli yanında, Kendisi tıpkı O'nun gibi giyinmiş, İsteyenle resim çektiriyor, Çaktırmadan iki Euro cebe atıyor, Oturduğu yerden para kazanmak derler ya. Adam hanımın elini tuttu, Celtinmence öptü, Kısa ve mini bir vals dans yaptırdı, Kaşla göz arasında parasını kaptı. Geldik işeyen çocuk anıtı önüne. Minik birisi. Sürekli işer gibi. Pipiden su akıyor, Onu görmeden olmazmış! Ne de meraklı insanlar pipi görmeye! O an aklıma; Stelyo Pipis geldi. Hani şu Mehmet Ali'nin, yardımcısı. İğne atsan yere düşmez. Belçika'nın elmalı pastaları meşhur, Yemeden olmazmış, Biz de bir tane aldık afiyetle yedik, Lezzet kadar ilginç tasarımları da oldukça dikkat çekici. Bu arada askerliğim aklıma geldi; Az dikkat çekmemiştim, komutanlara... Dikkat! Komutan sağda. Girdik hediyelik eşya satan bir mağazaya, En çok teşhir edilen, İşeyen çocukla ilgili şeyler. Brüksel'de yollar taştan, Türküdeki Adana yolları gibi. Şehrin göbeğindeki en görkemli bina, Belediyeye verilmiş. Bir ilan görüyoruz, Citreön C4, patlamayan cinsinden ama 11.190 Euro. Sudan ucuz, parası olana. Gent şehrindeyiz, Brüksel ile Brugge arasında, Belçika'da. Kuledeki saat beşi yirmi iki gösteriyor, Yolların nerdeyse tamamı taştan, Trafik tramvay ağırlıklı, Hayran kaldım bu şehre, Ana caddelerde nerdeyse hiç araba yok, Ya tramvay, Ya bisiklet. Bayanlar biniyor işe etekli bile olsalar, bisikletle. Gayet rahat sürüyorlar. Karşımda bir bina var, 1702 yılında yapılmış. Bizimkiler Hema adlı, Bir alışveriş mağazasına girdiler, Ben ise, sakin sakin gelene, geçene baktım. Şehrin içinden geçen kanal ayrı bir hava vermiş, Tekne gezileri, Bir harika. Kırk dakikası, kişi başı, 2,5 Euro. Tura geldi, Tura Gittik – 6 (Brugge) Gezimizde hepimizi en çok etkileyen, Brugge'ye gidiyoruz, Yolun sağı solu, Yeşil mi yeşil, Yeşillik olan yerde otlayan hayvanlar, Uçsuz bucaksız çiftlikler... Bir gece Brugge(brüj okunur)'da kalıcaz Otelin adı, Academia, Dört yıldız, Son derece basit ve mütevazı, Burada bir tane internet terminali koymuşlar, Hem de bedava! Diğer otellerden farkı. Brugge/Belçika, Gezinin en güzel şehri bence, Kanal şehri, çok güzel sarmış, Binaların hepiciği tarihi, Nostaljik faytonlar, genelde bayanlar kullanıyor. Zaten bir atı idare eden, eşini daha iyi idare eder! Beş kişi, yarım saat, otuz Euro, Pazarlık yok! Belediye koymuş bu fiyatları, Hayvanlar haftada iki kere, En fazla sekiz saat çalışırmış! Biz hala insan hakları derken onlar hayvan hakları diyor! Yaklaşık otuz fayton var, Başlarında, kovboy şapkası, Küçük ama çok sevimli. Hikâye bu ya O devrin krallarından biri Brugge halkına, Kuğu bakın diye ceza vermiş, Onlar da o zaman bu zaman kuğu bakarlarmış! Şimdi de kuğu şehrin sembolü. Restoranlarda menü, ortalama 16-20 Euro, Yollar taştan ama çok dar, bir araç zor geçer, O yüzden tek yön uygulaması var, El emeği göz nuru işlerinde, En iyilerden biri olarak bizi bilirken, Brugge görünce, Ya bizimkiler buraya geldi, Ya da bunlar çok şey kapmış, İşlemeler, kanaviçeler, örmeler, perdeler Neler neler... Bisikleti ulaşım vasıtası olarak, Çok yaygın kullanıyorlar. Bir afiş var, yolda, Diyor ki 1000 yıldan fazla süren gelenek, Kumdan heykeller yapma festivali. Şu tarihler arası, Brugge'de..... Tok nal sesleri, Bir fayton, İki beygir gücünde, Arkasında, bir araç en az yüz beygir gücünde, Ama beygirleri görünmüyor. Guido Gezelle adına büyük bir heykel yapmışlar, Hani deriz ya Sen heykeli dikilecek adamsın. Kanalın kenarındaki evler, Çiçeklerle öyle güzel bir bezenmiş ki Cennet sanki. Bizde trafik akmasın, Hemen kornalar devreye girer, Sanki korna ötünce bir şey olacak? Tanımı soyut olan kültürün, somut bir ölümsüz örneği! Ya da, Olmayacak yerde anormal hız yapmak, Avrupa bunu aşmış, Adına ne dersek, diyelim, Sosyal kültürleri, var bu konuda. Havalı havalı korna çalan görmedim. Şehir içinde, asfalta lastik yediren görmedim. Bisiklet ve motosiklet sürerken, kask takılıyor, Bunlar güzel şeyler, Hiç bir komplekse girmeden alalım bunları. Motoru icat eden Avrupalı, Neden bisiklete biner? Sağlık için. Alalım bunları. Bizler her yere asfalt döküp Üzerine bu asfalt Büyükşehir tarafından dökülmüştür, Hayırlı olsun derken, Avrupalının yolları neden taştan? Bir zamanlar bizim milli vasıtamız fayton, Neden yok oldu? Onlar neden faytonu kullanıyorlar? Alalım bunları. Sessizlik, sakinlik, huzur, Kendinizi bambaşka hissetmek istiyorsanız, Brugge'e gidin. Adamları tebrik etmek lazım, Bambaşka bir şehir yaratmışlar. Paris'teki dükkânlarda, O zarafeti göremedim. Kepenkler çok soğuk ve görüntüleri pek hoş değil, Ama Brugge'deki, dükkânlar çok sıcak, Gel bana diyor, gel... Bak bana diyor, bak... Almasan da olur, Çekici mi çekici. Gece karanlığında ilerleyen fayton, Işıklarını yakmış, Nasıl olsa, nal sesimi duyarlar demiyor. Bizde sağa çekmiş ışıksız traktör Ya da kamyon, Nasıl olsa görürler diyor! Hemen ardından pek çok cana mal olan kazalar... Her yerde bisiklet var ama Park yerleri de var. Emniyete alınması için gerekli tedbirler de var. Avrupa'da güneş ender görülüyor, Onun için Güneş topla benim için diyorlar. Bizler güneşin değerini bilelim, nimet! Dışarıda oturmayı çok seviyorlar, Kafe demek; büyük çoğunluğu dışarıya taşmış işletme demek. Restoranlar da öyle. Ama hava soğuk? Nasıl olacak bu? Bir yerde gördüm, Dışarısını elektrikli ısıtıcılar ile ısıtıyorlar. Buzulları eritmeye benziyor bu! Olsa olsa psikolojik etkisi vardır, her halde. Belki el işi bizde daha iyi ama Brugge el işlerini çok iyi pazarlıyor, Bu işi yapan çok mağaza gördük, Vitrinler çok güzel dekore edilmiş, Pazarlama ticaretin anahtarı, Bizde de bu işi çözmüş, Önemli devlet büyüklerimiz yok değil! Şehrin bir haritasını caddeye koymuşlar, Çepeçevre nehir ile çevrili, İç kısımları ise kanal ve kanalcıklar ile Örümcek ağı gibi örülmüş. Sokak lambaları hem aydınlatıyor, Hemi de o gece karanlığında, Hoş bir nostalji yaratıyor... Zabalan otelde kahvaltıya indik, Hizmet var, Personel yok! İn cin top oynuyor ama ligleri yok! Filhakika istediğin her şey hazır! Gezide, biri demez mi? Benim canım kaz ciğeri çekti, Karslı mı ne? Sabah sabah kahvaltıda, Nereden bulucan kaz ciğerini? Kahvaltılarda, Uyarı yazıları da olsa Kibarca, çalmayın ama! Bizim doğuştan zeki halkımız, dinler mi be! Sinekten yağ çıkarır zihniyeti ile Öğle ve akşam yemeklerini bir güzel ayarlıyor, Kimsenin ruhu duymuyor... Bizim bir yemek kültürümüz var, Ki bu kültür çok zengin, Çok sağlıklı, Bu arada günlük yaşamda her şeyde tasarruf yapılmalı diyen ben; Çok sağ ol yerine, az sağ ol, Çok öptüm yerine, az öptüm demeye başladım. Çorbalarımız ise bir tane, Hele tarhana. Ama anamın tarhana çorbası, burnumda tütmesin mi? Bundan olsa gerek hemoroitim azmasın mı? Kıvrandım durdum, Yanınızda hazır da olsa çorba götürün, Sık sık için, Benden söylemesi. Otel idaresi demiş ki Dışarıya malzeme çıkarmayın, Ama kim takar? Onlar farkında, Biz farkında. Bu konuyu ne zaman açacak olsam, Aman canım sen Rusları görmemişsin. Adamlar, kasa kasa ülkelerine yiyecek götürüyorlar, Bizimki de neymiş canım, Onların yaptıkları yanında lafı bile olmaz! Otelin avlusuna çok güzel doğal bir akvaryum yapmışlar, Çevresini çiçeklerle süslemişler, Bende bir incelik var, der gibi. Avlunun ortasına da 'Ben böyle eserin içine tükürürüm ' türünden bir bayan heykeli. Kadın iki kolunu yana açmış, Sol bacağı geride, Çırılçıplak. Tüm dikkati ile göğe bakmakta. Fiyatlar 110 Eurodan, 193 Euroya kadar gidiyor, Tabi bunlar resmi rakamlar. Turun fiyatları çok daha avantajlı, Otelin önüne bir masa koymuşlar, Broşürden geçilmiyor, Bakarken bronşit oldum! Pazarla da nasıl pazarlarsan pazarla. Kanalın üzerine bir tane ev yapmışlar, Bina üzerinde Sancta Elizabeth 1776 diyor, Ben bu eve bittim. Deseler ki dile benden ne dilersin, O evi isterim, Aklım hala o evde. Başıma bir talih kuşu konsa, o evi almak isterdim, İnsana bu kadar huzur veren bir ev olabilir mi? Altından kanal suları akanken, Su sesi ile uyumak? Kanalın hemen çevreninde ördekler, Yeşillik, en koyuşundan. Bir heykel görüyoruz, İki el birbirine kenetlenmiş, Sanattan pek anlamamak ta İki eldeki damarlar göze çarpıyor. O kadar güzel yapmış ki Ben sanatçıyım diyor, heykeltıraş. Ucube değil yani! Bu arada, Heykeli traş edene heykeltıraş dersem, yer misiniz? Yüce Mevla'ın vardır bir bildiği, İnsanlar farklı farklı, Ama hayvanlar her yerde aynı, Yeşilbaşlı gövel ördek, O da aynı. Ama yeşilbaşlı gövel ördek türküsü bize ait. Hele Müzeyyen Senar söylerse... Bitkiler ve ağaçlar da aynı. İnsanoğlu ben buralıyım der, Kediler her yerde miyav, Köpekler hav hav. Brugge'de de durum buydu. Ben kuşlara özenirim, Dünya vatandaşıdır, onlar. Kanatları ceplerinde, Canları istedikleri yerde. Şu dalın tepesindeki balıkçıl kuşu, Kim bilir kaç ülke gördün? En çok nereyi beğendin? Şimdi nereye gideceksin? Keşke bana söylesen, Şurayı mutlaka gez desen, Hiç düşünmeden giderim. Hele sen demişsen, seni kıramam... Senin yorumun doğa kokar, Senin gibi doğaldır. Benim memleketi de görmüşsündür, Keşke senin de elin ayağın tutsaydı, İnternetten anılarını yayınlaya bilseydin? İnsanın iki yakası bir araya zor gelir, Ama köprü iki yakayı her zaman birleştirir. Şu kanalın üştün deki tarihi köprü, Kaç gelin geçti üstünden? Ama bir türkünüz yok! ''Köprüden geçti gelin! Kimler geldi, Kimler geçti, diyen bir Ajda Pekkan'nınız yok. Gerçi son zamanlarda, Hadise sizi de idare ediyor, bizi de. ABD'nin Irak'ı işgalinden çok önce, Aman petrol, canım petrol demişti de, Eurovision'da, Yine de dereceye girmemişti. Bir dilin olsa da desen bize; Neler gördün? Neler geçirdin? Ben olmasam, nasıl iki yakanız bir araya gelirdi? Yatın kalkın bana dua edin. Avrupa'da yamaç paraşütü yapmayın, Ya da Uçaktan atlamayın, derim. Çünkü Allah göstermesin, Bir kaza yaşar da Kilisenin şöyle uzayı gösteren, Gotik tarzındaki ucu sivri mi sivri, hacın üzerindeki çubuğa, Kazıklı Voyvoda usulü oturma riskiniz, Maalesef bulunmaktadır, Benden söylemesi. Gördüğüm her tip çöp bidonunu çektim, Çöp deyip geçmeyin, Ki bizler; Çöp şiş yemeden duramayız. Çöp medeniyettir, Tuvalet te öyle. Bu ikisini aşmış milletler medenidir, Ortalığı kokoreç götürüyorsa, Geri kalmış, Medeniyetten nasibini almamıştır. İkinci zevkim de Faraş koleksiyonu yaparım, Bende farkındayım Böyle bir koleksiyon olmaz, Ama dostlar koleksiyon görsün! Koleksiyon yapar mısınız? Yaparım, Ne yaparsınız? Faraş! Neden? Kokoreci çok severim de. Bir heykel görüyoruz Brugge'de, Maunts Sabbe(1873-1938), Atamızla aynı yıl rahmetli olmuş, Kendisini bilmem tanımam ama O'nun da ruhuna bir fatiha okudum, Farklı dinler olsa da yaradan bir. Tam o sırada köprüden doksana yaklaşmış, Bir nene geçiyor. Konuşabilseydim, keşke diyorum içimden, Canlı tarih dedikleri bu olsa gerek. Neler gördün? Neler geçirdin? Kaç kişiyi sevdin? Sevdiğinle evlenebildin mi? Kaç evlat, Kaç torun? Nurdan Torun'u tanır mısın mesela! Sağlığın yerinde Allah uzun ömürler versin, nine Ellerinden öperim. Bir kamyon çekilmiş kenara, İçinde inşaat malzemeleri. Belli ki Bir tadilat var. Yol tıkalı gibi Tam o sırada siyah Mercedes arabası ile Bayan bir taksi şoförü, İğne deliğinden geçer gibi ilerledi, geçti gitti. Beynin cinsiyeti olmaz, İşi cinsiyet yapmaz, Akıl yapar. Akıl da ikiye ayrılır; A kıl, B kıl! Yani bir kıllık var, bu akılda! Bir pastane önündeyiz, Camekânda çeşit çeşit pastalar, kekler... Turşu görmüş gibi ağzımız sulandı birden, Birinin tepesinde,4,5 Euro yazıyor. Restaurant Tanuki diyor, Bir bina üzerinde, Şüphe yok ki Uzak doğulu olmalı, Farklı kültürler, Birbirlerini anlamaya, Tadını çıkarmaya çalışıyorlar, Bu fani dünyanın. Bir dükkân vitrininde, Heykel sanat eserleri ama hepsi seksi. Ve genelde bayanlar... Ama vitrin camında tükürük izleri göremedim. Bu da erkek milletinin ne kadar, Estetik olduğunu gösteriyor, Ya da bu işi yapanlardan, Pek bayan yok! Bir tarihi binanın üstünde, Heykel motifleri görüyoruz, Bizim ipek halısı gibi. Özenle bezenle döşenmiş. Dar alanda santimetre kareye, Birçok heykel düşmekte. Brugge'de, Bir hastane görüyoruz, Bu hastanenin özelliği ilk hastanelerden olması, Tam bu sırada ben bir sıkıştım, Bir sıkıştım, Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım. Görevli bayan ille para diyor, Dedim ki Ya kardeşim sen paradan önce şu kapıyı hele bir aç, Yoksa altımıza yapıcaz, Para sorunu çözmez ama kapı çözer. Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım atmasına ama Bir de ne göreyim? Burada da tuvalet kapılarının arkasına bizdeki gibi yazılar yazılmış. Demek ki insanoğlu, Yazmayı bu kadar seviyor ki Tuvalette bile kendini tutamıyor... Ama bizim yazılar gibisi yok! Bu konuda, Dünyanın en iyilerinden biriyizdir, her halde. Batsın bu dünya, Ben doğarken ölmüşüm, Batan güneş beni de al, Feryada gücüm yok, Feryatsız duy beni, Şafak 275, Gel tezkere gel... Bunlar masum yazılar. Bir de popo ve göbekten bahsedenler var. Cep numaraları da yazmasınlar mı? Diyelim sizin cebi yazdılar, Altına da 'ben götüm' Birisi aradı ve dedi ki Ne haber popo Ne diyeceksiniz? Kime şikâyet edeceksiniz, Etseniz nasıl yakalanacak? Kırmızı bir Skoda görüyorum, Bizimki de Skoda ya. Nasıl bir psikoloji ise, Herkesin arabası kendine en iyi görünür, Evlat gibi bir şey! Evlerin dış cepheleri, Çiçeklerle, yeşilliklerle, O kadar güzel ve uyumlu hale gelmiş ki İnşan baka baka doyamıyor... Köprünün altında bir tekne, Hep üstünden gelin geçecek değil ya. Adi lazım değil, Bir kiliseye girdik, Yıl 1625 diyor. Kiliselere girmemizin nedeni; Nasıl ki Bizde camiler, Onlarda da kiliseler... Mimarileri çok değişik, Belirgin bir şekilde, dikkat çekici. Bu kilisede, İsa'nın çıplak bir heykeli var, Meryem Anamızın kucağında ama bu durum çok endermiş. İsa peygamber ve pipisi, Sen kalk oralardan buralara gel, Göre göre, Bunu gör! Brüksel'de de işeyen çocuk heykelini görmüştük! Haydar Abi ne der bilemem ama Bu yabancıların pipi ile başları dertte. Kilisenin bir köşesinde, Bir bayan köşede kendinden geçmiş... Dua etmekte, Dinlerimiz farklı da olsa da Yaradan bir, Allah kabul etsin. Melekler kadar, Kanatları da dikkat çekici, Her bir kuş, Melekleri hatırlatır bana, Kanatlarını çırparken... Kilisedeki resimler, Kiliseyi ziyarete gelen, Önemli devlet adamları ile ilgili. Zaten bu dünyada önemsizlerin ne işi var? Anlamadığım, Adam zaten ünlü, Ünlü futbolcu, Ünlü manken, Ünlü sunucu demeye ne gerek var? Papaz efendi bir bebeği vaftiz ediyor, İnanışlar farklı da olsa, Saygı duymak lazım, Çünkü Yaradan bir. Hoşgörü; Seçme şansı elimizde olmayan konularda, anlayışla başlar. Mesela Kim cinsiyetini, Anasını, babasını, Doğduğu yeri, Doğum tarihini, Dilini, dinini seçebilir? Bunların bir kısmı değişmez, bir kısmı belki değişebilir. Farklılığa saygı duymak lazım. Doğa bunu söylüyor, zaten. Aynı yumurta ikizleri farklı düşünüyor, Bir çeşit balık yok, bin bir çeşit. Bitkiler de öyle. Hayvanlar aynı gibi gelse de, Sürüde nasıl yavrular, hemen annesini buluyor? Kilisenin duvarına beş dille, Lütfen sessizlik, yazıyor. Türkçe göremedim, Demek ki, Halkımızın ne kadar sessiz olduğunu biliyorlar, Ya da, Ne kadar kültürlü. Heykelde İsa'nın pipisini görünce, Sünnetli mi dedim? Rehberim yalancısıyım; Sünnetli imiş! Brugge'e gelinirde, tekneye binilmez mi? Binelim dedik, Kelle başı beş Euro. Dümencimiz dört dille anons yapıyor, Yapmadan önce mini bir anket, Kimler hangi dili biliyor? Türkçe dedik, demesine ama Ne yapsın adamcağız bilmiyor! Burası; şurasıdır, Şurası; burasıdır. Ama her gün aynı şeyi yapa yapa, bezmiş halinden. Her gün bal yenmez ama geçim kavgası, Adama kokoreç bile yedirtir, valla. Brugge'de, Tekneye bin, gez, Faytona bin, gez, Bisiklete bin, gez, Gez Allah, gez. Adamı sürtük yapar, burası. Öyle bir yer ki Huzur veriyor, Cennet mi desem, ne desem? Bu gibi gezilerde, İmkân var ise Havadan, karadan ve denizden gezmek lazım. Çünkü Her bir şekil ayrı bir bakış sağlıyor insana, Üç boyutlu gezmek lazım. Allah bin kere razı olsun, Oralara götüren-getirenlerden, Resimleri, videoları çekmemizi sağlayanlardan, İnternet gibi vasıtaları bulan herkesten. Yoksa Ben sizlere nasıl ulaşabilirdim? Rahmetli Atam, Az sabahlamamış, telgraf başlarında. Mors alfabesi ile Di, di, da, di, da, da, da... Şimdi ile mukayese edilmeyecek boyutlarda. Ve her gün yeni bir şey ekleniyor, Zaman dahi yetişmekte çok zorlanıyor, teknolojiye. En son twitter çıktı, Bakalım daha neler çıkacak? Mesela bana, shitter tutar gibi geliyor... Kanal köprüleri yapısı gereği, Çok yakın oluyorlar, kanala. Sanki başımız teğet geçecek gibi geçiyoruz, köprü altından. Ekonomide teğet geçmenin ne olduğunu hala anlamayan varsa, Geçsin bu köprülerden. Bu gibi köprülerde köprü altı çocukları da olamaz. İnşaattan pek fazla anlamam ama Su bir tehdittir, binalar için. Hatta kemirir, içten içe. Alttan alta. Ama Brugge'de kanalın sağı ve solunda yer alan binalar yüz yıllardır, su içinde, Vardır bir bilimsel açıklaması, elbet! Bir tane yeni görsem ya bina, yeni, Göremedim, Ama Beypazarı'nda, bırakın yeniyi, Kooperatif evleri bile yapmışlar, maşallah! Hem de gelişigüzel. Tarih derslerinde, Tarih nasıl korunur bunu da anlatmak lazım. Hatta yasa ile de sağlanması lazım. Eski eserlerin elbette bakımlı olması gerekir. Geçenlerde Pamukkale'ye gittik, Bakımsız geldi, Sanki birileri demiş ki Aman elleşmeyelim, sihri bozulur! Pamukkale içine, kooperatif olur mu? Olmaz. Ama bizde olabilir! Bakımlı olmalı, bakımlı tıpkı bayanlar gibi, bakımlı. Amsterdam'da, Arabalar kanala düşmesin diye Demir ağlarla örmüşler, Bizden mi öğrendiler? Ama Brugge'de böyle bir şey yok, Demek ki Burada ya araç yok, Ya da İnsanları çok akıllı. Kanalın hemen yanında, Bizdeki denize sıfır gibi Kanala sıfır bir bina yükseliyor, tarihi. Duvarı doğal sarmaşıklarla yeşil ile örmüşler, Sanki tropikal ormanda gibiyiz. Brugge'de, Adanalı yok! Benim tanıdığım Adanalı, Ne yapar yapar yüzer o kanalda, Ölümü göze alır, Temizmiş, bokluymuş dinlemez, Yüzer! Kanal'ın yaklaşık genişliği on metre, İki küçük sandal karşılıklı geçiş yapabilir. Karşıya geçmek için En iyi ve en kestirme yol; Köprüler... Bu yüzden köprüler çok sıkça. Tam bu sırada bizim büyükelçilik, O da kanalın kenarında, İyi de bir bina ha! Ah dedim içimden ah, Şurada görevli olmak vardı. Ama bende doğuştan yükseklik korkusu var, O yüzden asla üst düzey yönetici olamadım! Bir, Sinir karakolunda görev yapanlar, Bir de Burada görev yapanlar. Hakkâri nire? Brugge nire? Nasıl bir duygu ise bu, bayrağımızı görünce, yine, Tüylerimiz diken diken oldu, Memleketimi özlediğimi hissettim, Hele tarhana çorbası burnumda tüttü, Kırkağaç kavunu, Diyarbakır karpuzu, Karaman koyunu... Kafa dinleme ihtiyacı mı var, Brugge'e gidin, Ben burada dinlenmedim diyen, Nerde dinlenir, bilemem! Tura geldi, Tura Gittik – 7 (Antwerp) Antwerpen(Belçika)'deyiz, Kesik el manasında, Zalim bir diktatör varmış, Kahramanımız elini kesmiş, Ve kanala atmış, Adı oradan geliyormuş, Çok büyük bir liman şehri. Şehrin göbeğinde, İhtişamlı bir bina, 1546 yılı yazıyor, üzerinde. Belediye binası, Bizim belediye başkanları duymasın bunu! Avrupa'da en iyi, tarihi binalar genelde belediye sarayı, Bizde de olabilir ama bu işin suyu da çıkabilir. Şehrin adı geldiği rivayet edilen heykel, Tam karşımızda, Kahramanımız eli kesmiş, Kanala doğru fırlatıyor. İki katlı, Büyük bir fayton, Dolmuş usulü şehir turu yapıyor, ama vaktimiz yok. Yine ihtişamlı bir heykel, Üzerinde ivstitia yazıyor, Bir elinde kılıç, Bir elinde terazi, Adalet dağıtıyor... İsviçreliler kola saat yapar, Belçikalılar ise, nerde yüksek bir yer var, oraya saat yapmışlar. Bu durumda kim alır da takar, koluna saati? Antwerpen/Belçika, Yine bir kilise önündeyiz, Önünde bir çocuk, Akerdiyon çalıyor, para kazanmak için Benim de aklıma o an Şarkıcı Cuguli geldi, hani şu şarkıcı karısı Binnaz diyen, Ne alaka diyeceksiniz? O müzikte de, akerdiyon var ya. Hilton otelini görüyoruz, Şehrin en tarihi binalarından birine yerleşmiş, Fena fikir değil, aslında, Bu gibi tesisler, ciddi firmalara, Sadece işletme hakkı ile verilebilir, Tabi peşkeş çekmeden. Yine büyük bir heykel var, Petro Paulo Rubens yazıyor, üzerinde. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Mutlaka önemli bir şeyler yapmıştır ki Oraya dikmişler, Yoksa niye koysunlar şehrin göbeğine? Zaten bu tür heykeller olursa, göbekte oluyor, Ne varsa bu göbekte? Benim bildiğim marulun göbeği, Dansözün göbeği, Ama vardır,bir bildikleri. Çevresinde, gençler, hippiler ama Hippi olmak elbette ayıp değil, Başı bağlı olmak, ya da olmamak, Bakın topraklara; Kimileri bağlı, Kimileri bağsız. Bu gibi kutsal heykel, Kala kala bunlara mı kalmış demeden edemiyor, insan. İki tane genç, Ellerinde dondurma külahı, Ah, canım o an, Kahramanmaraş dondurması çekmez mi? Kaymaklı, kaymaklı. Bu gençler de nerden bilsin? Güzel memleketimde, Yaşamanın faydalarını... Tam bu sırada iki katli fayton geçiyor, Hiç te fena fikir değil, Bir seferde yaklaşık yirmi yolcu alıyor, Hem de üst kat, açık. Antwerpen'den Gent'e Doğru ilerliyoruz. Yolda bir kaza olmuş, Yaklaşık üç bin km. bir yolculukta, Bu ilk gördüğümüz kaza, Bir TIR yan gelip yatmış O an aklıma askerlik geliyor, nedense. Kaza yerinde, Bir itfaiye, Bir ambülâns, Polis otoları, Kurtarma ekipleri, Ne ararsan fazlası ile var. Yol başka kazalar olmasın diye Çok güzel emniyete alınmış. Yolun kenarında, Mısır tarlaları. Aklıma birden mısır ithalat etmek geliyor, nedense. Suyolunu çok iyi kullanıyorlar, Yükü buradan taşıyorlar, Hem daha ucuz, Hem de daha emniyetli. IKEA satış merkezini görüyoruz, Dünyaca meşhur, mobilya satıcısı. Alıyor, arabana koyup Evinde kendin kuruyorsun. Koyunlar var, Otlayan, Sessiz ve sakince, Halkımız gelir aklıma, Kurbanda ne keserlerdi, bir güzelce. Başlarında bir çoban, Sanki Egemenlik kayıtsız şartsız sürünündür, der gibi. Önümüze bir polis aracı geçti, Sağa çekin kontrol edicem diyor, Diyor ama emniyetli bir yerde durdurdu. Şoförü didik didik etti, Netice, Denetleme son derece başarılı. Buradaki trenler genelde sarı renkli, Onların sarı treni var ama Bizim de kara tren gelir adlı türkümüz var ki Yavuz Bingöl'den dinleyince insan mest oluyor. Tabi ulaşım suya dayanınca, Ne yapsın millet, Motorunu aracını park eder gibi Kanala park ediyor. Kanal evleri ihtiyaçtan çıkmış, Yer bulunamıyor. Ama ben pek sevmedim. Görüntüleri pek hoşuma gitmedi. Şortunu ayağına çekmiş bir bayan, Koşuyor, canı öyle istemiş, Caddede, köprüden geçiyor, Kimse de yan gözle bakmıyor, Bizde olsa, hiç bakmayız! Tekne turu, 55 Euro diyor, Teknenin tamamı olsa gerek Tura geldi, Tura Gittik – 8 (Amsterdam-Yolculuğun Sonu) Tilkinin dönüp dolaşacağı yer, Kürkçü dükkânıdır, Biz de Gezdik, Dolaştık, Ve Amsterdam'a tekrar geldik. Gezi güzergâhında bulunan, Bir kaşar peyniri yapılan yere girdik. Burası küçük bir çiftlik, Ali Baba'nın çiftliği gibi Meşhur Hollanda inekleri, Atlar, Tepemizden kuş sürüşü gibi geçen Dev yolcu uçakları... Trakya'da yağcılığı öğrenmiştim, Kars'ta ise kaşarlanmıştım, Ankara'da ise kıvırmayı öğrendim. Aklıma Kars'ta kaşarlandığım yıllar geldi, Bunun esprisini yapayım dedim ama Nasıl anlatacağız, Hollandalı güzelimize? Hollanda'ya peynir girmesi yasak, Gümrükte görürlerse alıyorlar. Peynir bizden sorulur, Yaparsak biz yaparız. Vakti zamanında çok güzel olduğu, Her halinden belli olan, Cami yıkılsa da mihrap yerindedire uyan, Sarı saçlı bayan aldı sazı eline, Başladı göstererek anlatmaya... Oradan geçtik, Tahta ayakkabı nasıl yapılıra? Hollanda'nın en meşhur gelenek ve göreneklerinden biri; Bu tahta ayakkabılar. Ben dedim ki Bizde şöyle bir söz var; Dost başa düşman ayağa bakar. Fikriniz? Dedi ki Belli düşman, belli olmayan dosttan daha ehlidir. Bu değerli zatı Mehmet Ali görse bırakmaz, Hatta onunla yarışır. Bayan ruhundan mükemmel anlıyor, Zaten bize anlatmadı, Döndü sırtını, sadece onlara konuştu. Adam sanki bir profesyonel komedyen, Bizim memlekette olsa, Çoktan meşhur olmuş, Şimdi paraya para demiyordu. Garibim şimdi çürüyor, o çiftlikte. Adam bize resmen komedyenlik yaptı, Hem de en iyi şekilde. Eskiden tahta ayakkabılar, elde yapılıyormuş. Tabi el yapımı uzun sürüyor, Bakmışlar olacak gibi değil, Makinesi yapılmış, bir iki dakikada, Bir tahta ayakkabı yapılıyor. Hani kızınca odunun teki deriz ya Odun deyip geçmeyin, İyi işlenirse, Neler yapılıyor, neler... Tahta ayakkabılar, Gerçeğe uygun ve hediyelik olmak üzere, İki tipte yapılıyor, Bir de evlenecek damadın kendine bir tane yapması, Örf ve adetlerdenmiş. Tanıtım yapılır da Ticaret olmaz mı? Yan tarafta küçük bir mağaza var, Mağazada iki tür ürün var; Kaşarlar ve tahta ayakkabılar... Çeşit çeşit, seç beğen al. Ama fiyatlar bana pahalı geldi, Madem buraya kadar geldiler, Gelmişken nasıl olsa alırlar, Düşüncesi de var. Çiftliğin tuvaletinde bir yazı, Beni iyi kullanın ve temiz bırakın, Gördüğümü kimseye söylemeyeceğim, Yani kıçınızı diyor, kibarca, yazı ile tuvalet! Anlayana sinek saz, Anlamayana davul zurna az! İneklerin yem yediği yere girdik, Önlerinde saman yığınları, Ye iç eğlen, Sonra yan gelip yat! Buradan savcılara suç duyurusunda bulunuyorum; Yan gelip yatıyorlar! Tam bu sırada bir damızlık, Boş duranı Allah sevmez diyor, Çıkmış ineğin tepenine, Dünya umurunda değil. Açık alanlarda, Yan gelip yatan çok hayvan gördüm de Kapalı alanda pek göremedim. Demek ki İnşanlar da temiz havayı gördüler mi? Yan gelip yatıyorlar! Tepemizde dev bir yolcu uçağı. Kanatlar altında iki tane jet motoru. İnsanın aklı bazen almıyor, İki tane motor, Dev gibi uçağa saatte 800 km hız yaptırıyor. Trende, Vapurda, Arabada, Bu kadar şeffaf görünmez motorlar. Uçakta ise Gelin, bakın bana, Görün beni der gibi, montelenmiş. Uçak uçsa da, alçaldıkça, gürültüsü artıyor, Bazen kulakları sağır da edebiliyor. Hâlbuki kuşlar cıvıl cıvıl ötüşürler, Bu da Yüce Mevla'mın büyüklüğü. Beyaz bir at, Demirel'in gır atına benziyor, Çim suyu içmiyor, sosyete gibi ama Çim yiyor, Hem de büyük bir zevkle. Uçak Balinanın havada giden şekli, Motor takviyeli. Vicdanı retçi bir hava korsanı olmadığı için Biz kaçırılmadan gidip geldik, Allah'a şükür. Yan tarafta kanal ve çek kürekleri, Kayıkçı şeklinde çalışma yapıyorlar, Bir de biz her gece, Heybeli'de mehtaba çıkardık'ı bilseler? Her ne kadar, Uçaklar yapılırken kuşlardan esinlenilse de Ben şimdiye kadar, Havada uçarken kaçırılan kuş duymadım. Olsa, olsa Yurtiçi kuşlar minikleri bir güzel avlar, Mideye indirir. Kuşlarda kanatlar, Her iki tarafta yer alır, Uçağın motorları ise Bazen kanat altında, Bazen, kuyrukta, Bazen de kanat ile kuyruk arasında bir yerde. Şimdiye kadar küçük burunlu, Uçak görmedim, Ne hikmetse hepsi, Büyük burunlu. Havalı havalı uçtuklarından olsa mı gerek? Havaalanına yaklaşmadan da İniş takımlarını açmıyorlar, Ama bazı insanlar, Güzeli görünce, Hemen yelkenleri suya indiriyorlar. Uçakta en hassas yerlerden biri de Bagaj kapıları. Bir zamanlar THY'nin DC-9 uçakları vardı, Sık düşerdi, Ve ariza nedeni; Bagaj kapılarının açılması olarak belirlenmişti, Ve bu konu Gırgır dergisinde şöyle yer almıştı; Süper mini etek giymiş bir bayana, Delikanlı diyor ki Abla, senin de bagaj kapıların açılmış DC-9 uçakları gibi Sen de düşmeyesin? Bizler büyük bir heyecanla izlerken, Ya da uçarken, Pilotlar da kim bilir ne kadar sakindirler, kokpitte? Bu kaçıncı seferleri? Bu kaçıncı iniş ve kalkışları? Bu arada pilot eşleri çok şanslı, Adamlar nasıl uçurulacağını çok iyi biliyorlar! Uçuramazsa, eşi şöyle demez mi? Ne yapayım ben o kadar kişiyi uçurmanı? Asıl sen ben uçur! Havada iki kuşun çarpıştığını görmedim, duymadım. Bu da Allah'ın hikmeti. Ama arada bir iki uçak koçlar gibi toslaşır, O kadar cihaza rağmen! Kanalda dört kişilik, Kürek ekibi asılmış küreklere, Antreman yapıyor, Acaba boşa mı kürek çekiyorlar? Adana da yasak olan kanalda, Suya giren çok ama kürek çeken görmedim, Ne de olsa halkımız, Boşa kürek çekmeyi pek sevmez ama TV'deki narkoz programlarını hiç kaçırmaz! Yel değirmeni pervanesindeki bıçakların her biri, Berber usturasını andırıyor, Altına girsen bir güzel sinekkaydı traş eder gibi. Uçağı gören kuşlar, Ne düşünür acaba? Allah'ım bu nasıl bir kuş? Bir bakıma bize benziyor ama sanki kuşun bir dinozoru gibiler. Marştaki gibi yer gök inliyor, Amma da büyük burunlular! Kanatlarını neden hiç kapatmazlar? Görmemişin kanadı olmuş açıp durmuş! O nasıl bir kuyruk öyle? Sap gibi duruyor, Hiç kıpırdamıyor! Bizim bildiğimiz kuşlar tüylü olur, Bunlarda bir tane bile yok! Kuş dediğin dala konar, dama konar, yere konar, Bunlar konsa konsa sadece havaalanlarına. Bizim karda bile Gak der, Bunlar ise kulakları sağır ediyor, Ama nerdeyse hepsinde benzer gök gürültüsü, Bizde ise bülbül bir başka öter, Kanarya bir başka, Tavuk bir başka, Horoz ise bambaşka Hele Denizli! Lale devrini yaşayan bizler, Çiçekten biraz soğuduk mu ne? Avrupa'da her yer çiçek. Hatta bazı yerlerde oldukça abartılı. Abartılı da olsa, çiçek medeniyettir. Bambaşka gösteriyor, çevreyi. İnsanın içi açılıyor, deyince dâhiliyeciler gelir, aklıma, nedense. Hiç dayanamaz, hemen kesmeye başlarlar her halde. Bir demeti beş Euro. İki saksı çiçek dokuz Euro gibi etiketler, Yaklaşık bir bilgi veriyor, Olsun bizim de ne çiçeklerimiz var, Bakan bile olan. Faytonlu bir şehir türü ne kadar romantiktir, Heyecan verici, sizin için, Ama bu işi yapan o bayan için sıradan. Demek ki bir işi her an yapmamak lazım, Ne kadar güzel olursa olsun, Araya bir fasıla girmeli. Faytona binicez ama çok az zamanımız kaldı, Sıra da var. Zaten bu gibi yerlerde hep sıra olur, Hiç masa görmedim! Sıradakilere dedim ki Valla bizim durum bu, Yoksa grubu kaçıracağız, Birisi demesin mi? Siz dua edin, keçileri kaçırmıyorsunuz? Sağ olsunlar, anlayış gösterdiler, Sağ olsun diye diye herkes sağ! Valla kimse ölmüyor, şu sıralar! Bir aile, ABD'li, Hani şu dünyanın hiçbir yerinde, Hiçbir olaya burnunu sokmayan ABD var ya Diğeri İngiltere'den. ABD ile birlikte hareket etmeyen, Her konuda ayrı düşen İngiltere! Bindik faytona, Bizim memlekete gelmiş, faytoncu, İşi bu, ama faytoncular genelde bayan, Birkaçı ise baymayan, yani erkek! Dedi ki Okumadım, bu işi yapıyorum, Yaklaşık on üç yıldır, bir kız arkadaşımla beraberim, Dedim ki Şanslısın, Atı idare eden eşini daha iyi idare eder, Şöyle bir düşündü, haklısın, dedi. Ben hiç böyle düşünmemiştim, Dedim ki Atı kullanan bayan sürücüler için ne düşünüyorsun? Dedi ki: Atta bir sıkıntı yok ise, iyiler, Ama at huysuzlanınca, hemen telaşa kapılıyorlar, Açıkçası gıcığım, onlara, dedi. Atlar faytonu çekiyor ama Meslektaşlar birbirini çekemiyor! İki dizi onar tane taş var, yan yana, tarihi ama Önünü bir güzel bakıma almışlar, Emniyetini sağlamışlar, ilk önce. Aklıma Kars'taki Rus evleri geldi, Gözümüzün içine baka baka evleri yok ettiler, Taşıdıkları ile gecekondu yaptılar. Dedim ki Bu ilin yetkilileri ya hiç tarih okumadılar, Ya da Sadece ben okudum! Elalem on adet taşı nasıl korurum, diye tedbir alıyor, Bizler de, yok olan bir tarihi Pişmiş kelle gibi izliyoruz... Bu arada tartıştığımız konu; Ucube! Evler yapmışlar, Tek katlı, geniş ve ferah, dışı bahçeli, Oturmaya kıyamazsın. Bir ev, bir mahalle ancak bu kadar güzel olur, İnsan ruhuna bu kadar hitap edebilir. Ben, kavşak ve yavşaklardan korkarım, Ama Avrupa'da kavşaklar tehlikesiz, Çünkü Kurallara uyuyorlar, Kırmızı yandı mı,duruyorlar. Bir ilan, Canlı seks gösterileri, Son derece normal, her şey açık, Gizli kapaklı yok! Avrupa'da çok fazla inşaat görmedim, Bunun iki nedeni olabilir; Ya Altyapıyı büyük ölçüde tamamlamışlar, Ya da Sadece ihtiyaç duyulan işleri yapıyorlar. Bizde hem ihtiyaç, Hem de yapboz çok. Daha yeni yapılan yol hemen sökülüyor, Bir daha yapılıyor, Neden? Halka hizmet. Halkımız ne kadar övünse azdır, Ne hünerli yöneticilerimiz var, Halka hizmete doymuyorlar, Ellerinden gelse, Memleketin her taşına, bina yapacak, Köstebek gibi oyacaklar. Park yeri, Her yerde sorun, Kanalın yan tarafını büyük bir, kapalı garaj yapmışlar, Hatta gemileri de oraya park etmişler, O kadar araç arasında, İki tane büyük gemi. Bir aile, Anne, baba ve çocuklar bisiklet arkasında, Ama bisiklet yolunda, Hayatın tadını çıkarıyorlar. Amsterdam'dayız, Rehberimiz, kırmızı sokağa götürdü, Kırmızıda ne yapılır? Durulur, Biz de durduk, kırmızıda! Burası, yasal seks pazarı. Bizler sokağın kenarından teğet geçtik! O esnada camdan bakan, Bikinili bir bayan gördüm, Keşke bir imkânımız olsa idi, Onu oradan kurtarabilse idik, Kim ister ki Orada öyle bir şekilde çalışmak? Seks müzesi binasının yanından geçiyoruz. Seksin müzesi mi olur? Olurmuş! Buluşma yerimiz Victoria Hotel. Amsterdam'da raylı sistem, Çok sık kullanılıyor, Metroya göre de Raylı sistem çok daha ekonomik, Baştan tedbir alınsa, Metro yapmaya gerek kalır mıydı? Tedbiri baştan alamayan ne yapar? Metro! Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur, Amsterdam'da da aynısı. İnsanlar alışkın, Yağmurluk ve şemsiyeleri yanında. Heineken birasının birkaç yerde tadına baktık, Gerçekten güzel bir tadı var. Ve oldukça yaygın, Piyasayı ellerinde. Temizlik aracı, Işıklarını yakmış, Caddeleri temizliyor... Dili olsa, diyecek ki Bu insanoğlu, Ne pis yarabbi! Beni siz yarattınız ama Temizle temizle canim çıktı, vallahi. Bilseydim bu kadar pis olacağınızı, Beni yaratmayın derim, derdi. Şimdi sabırla emekli olmayı bekliyorum. Bu otelde kaldık, Schiphol/Amsterdam, Airport Hotel. Aslında bu oteller pahalı, Fakat turla olunca daha ekonomik. Kahvaltıya indik, Sabahın yedisinde. Zenci ama tatlı mı tatlı, Şeker gibi bir kız vardı. İşte sosyetenin dejenere ettiği, Çok iyi elektrik aldım dedikleri bu olsa gerek. Kahvaltıda kuş sütü eksik, Hizmetlilerden kuş sütü isterseniz ne yapacaklarını bilemiyorlar. Nerden bilsinler ki Bizim memleketin atasözlerini? Otelin girişindeki görevli ile Epey sohbet ettim, Kendisi Ganalı bir erkek, Ama sempatik mi sempatik. Sempatik olmak için zenci mi olmak lazım? Airport Hotel adı üzerinde havaalanı yakınında, Böyle olunca, Tepemizden, uçağın biri inip biri kalkıyor... Pencereden bir bakıyorsun, Bir uçak, El sallayınca pilot görüyor. Hollanda aslında, Bataklığın yarattığı bir mucize. İnşanlar nasıl batmayız demişler? Bunu düşünürlerken, köşeyi dönmüşler. Tabi işin içinde, Allah'ın verdiği akıl var. Amsterdam'da, En güzel şeylerden birisi; Bisiklet yollar... Atla bisiklete, Hiç inmeden istediğin yere. Bisiklet için Özel park yerleri var, Yolları açık kırmızı işaretlenmiş. Bizim meşhur marşımız var ya Demir ağlarla ördük yurdumuzu, Avrupalı bu olayı, Hızlı trene taşımız, Ulaşım var ise, o yer gelişiyor. Bisiklet park yeri gördük ama Dört katlısını görmemiştik, Onu da Amsterdam'da gördük, Şimdi bizim memlekette, Bir belediye başkanı böyle bir şey yapsa, Adamı topa tutarlar. Avrupa'da raylı sistemler gelişmiş ama Bizde de fena değil, Ray aynı zamanda, Resmi askeri yayın demek! Vinç elbette, Çok faydalı bir cihaz, Ama ben ne zaman bir vinç görsem, Tepesinde sallanan bir adama gelir, aklıma. Bu da, başka bir çeşit kullanım şekli. Yolun kenarındaki tarlada, Belli ki soğan ekilmemiş, Çünkü Türküsü de yok! Küçük bir kanalda, Son derece modern bir yat geçiyor, Burada ne işin var diyicez ama Bize ne? Hollanda demek yel değirmeni ülkesi demek, Ama bunun bir sebebi olmalı. Su taşkınlarını önlemek, Ve fazla gelen suları diğer tarafa aktarmak, Bu esnada da iş yapmak, Bu mısır olur, Buğday, Elektrik olur. Yani bir taşla üç kuş vurmak, Üstüne turizm. Onlardan alınan giriş paraları, Kuş sayısı gittikçe artıyor. Ülke sathına yayılmış yel değirmenleri, Su taşkınlarına göre yerleştirilmiş. Bizde yapılan işlerde, Emniyet konusu biraz Allah'a kalmıştır. Yol yapılır, Yan muhafazaları ya yapılmaz, Ya da bir kazadan hemen sonra. Avrupalı bu konuda işi şansa bırakmıyor... Bazı köprüler, Açılır, kapanır, cinsten. Su ulaşımı için yüzde yüz gerekli. Ama bunun bir saati var. Gölü belirtilen saatlerde, gemiler geçiyor Açılır köprülerden. Hollanda o kadar yeşil ki Yeşil suyun üstünü örtüyor, Su, yeşilimsi bir renk alıyor, Su renginde su yok, Su da yeşilimsi. Suyu toprak ile doldurmuşlar, Üstüne yol yapmışlar, Ama bu yolu her an su basabilir, Çünkü Deniz seviyesi altında. Hollanda'da, Bu işin suyu çıkmış, Çıkmış çıkmasına ama O suyu o kadar akıllıca kullanmışlar ki Sudan sebeplerle ilerlememişler! Avrupa'da insanlar, Doğaya koşuyorlar, doğaya. Atlıyorlar, bisikletlerine, Yanlarına piknik çantaları, Basıyorlar,pedallara... Su olan yerde Kuraklık olur mu? Hele sarılık hiç olmaz! Varsa yoksa yeşillik... Ufka bir gemi düşmüş, Yaklaştıkça,büyüyor... Evler sanki bataklığın içine yapılmış, Yapılmış, yapılmasına ama Kazıklar üzerindeler. Yoksa geminin su alması gibi çürür, Binaların temelleri. Kaşlarını çatmış bir adam görseniz, Amma da asık suratlı bir adam dersiniz. Tüfek çatışı yıkılsa, namus gibidir. Evin çatışı uçsa, Hemen bir telaş başlar... Bina çatısı, evin namusu gibi durmalı, dimdik hayatta, Her türlü hava şartlarında. Marken'deyiz, Amsterdam'a yakın bir yer, Yel değirmenleri ile meşhur. Marken Volendam arası bot ile diyor tabela. Her otuz dakikada bir. Nerde olursan ol, Suyun başında ol diyen balıkçıl kuşu, Dünya umurunda değil, Kaşınıp dururken, Bir nevi, Keyif çatmakta. Rehberimize demiştim ki Sizde bir telsiz, Bizde de birer kulaklık olmalı. Aklin yolu bir, Bunu bir turist kafilesinde gördüm. Çünkü kopmalar oluyor, Anlaşılmıyor, Burada bir kişi konuşur, Diğerleri kuzu kuzu dinler. İster tarihi, İster doğa, İsterse kültür olsun, İnsanlar geliyor, Dünyanın her yerinden, Geziyor, görüyor, Bir de iyi pazarlarsan, O ülkenin güvenli olması, Ekonomik, İnsanların sıcakkanlı olmaları, Daha çok turist demek. Bir armut ağacı karşımızda, Armutlar üzerinde, Bakıyorum yakından, İyi armutlar. Ne de olsa, Biraz ayılığımız var. Marken, Amsterdam'ın hemen kuzeyinde, Minik, Ama bir o kadar da sevimli deniz kasabası. Evler bir harika, Cennetten küçük bir manzara. Elma ağacı var, Elmalar da olgun, yenmeye hazır. Bedia Akartürk'ten, Elmaların yongası aslanım aman türküsü muhtemelen yoktur. Hele sonunda vay... vay.... Hiç bulunmaz. İri siyah erikler, Yiyin beni der gibi Bizim de erikli suyumuz var ha! Evler bahçeli, Salıncak çocukların rüyası, Çamaşır asma yeri, İdam kalksa da Hanımlar dinlemez, asar arkadaş. Bahçe çitleri, evler, Sanki bu yer bir tek marangozdan çıkmış gibi. Her şey birbirine benzer, Askeri bir kışla gibi. Bayanlar, yöresel kıyafetlerle dolaşıyorlar, Çokta yakışıyor, Bizim folklor kıyafetleri gibi. Elinde ekmek paketleri fırından çıkıyor, Başında takkesi. Evlerin bahçelerinde, Doğal tarım yapanlar, Çiçek ve sera yetiştirenler... Minik bir kurbağa heykeli, Oturmuş, önünde çakıl taşları, Bir kurna içinde. Heineken birası yine karşımızda, Günahı boynuna tadı güzel, İçildiği ilk an seviliyor, Rahat içiliyor. Plastik bir traktör, Oyuncak şeklinde. Hediyelik eşya satan dükkânlar, Turistik yer olur da Kambersiz düğün olur mu? Marken'de kanallar, Sanki her bir evi çepeçevre çevrelemiş, Her bir ev adacık olmuş, Kanal bir daha temiz. Çilek ve böğürtlenleri bir harika. Ama bizdeki gibi yolda satan yok. Yüklemiş arabasına, getirmiş, Marken şehir merkezine. Marken önü deniz, Arkası kanallar, Sudan geçilmiyor... Bir aile, Belli ki Yatta yaşıyorlar, Anne, baba ve çocukları, Gel keyfim gel. Küçük limanında, Sayıları oldukça fazla yatlar var, Yatlar yan gelip yatmadıkları gibi Sefere çıkmak üzere. Hazırlık halindeler... Bu şehrin özelliği, Kanalın yeri ayrı, Denizin yeri ayrı, Bunu hissettiriyor, insanlara. Önün deniz, arkan kanal, Deniz Akkaya gibi Guldner marka bir traktör, Ve römorku takılı, Kim bilir kaç yıllık? Çekilmiş, kenara, Müzelik görevinde, Gelen geçen, bakmadan geçmiyor. Bu kadar sulak bir yerde, Bahçeye konulan şişme havuz çok ilginç geliyor, insana. Demek ki, Buna da ihtiyaç var, buralarda. Otobüs durağında bir afiş, Türkiye,19 Euro, Sudan ucuz. Memlekette ucuz tatil yapmak istiyorsanız, Amsterdam'dan Türkiye'ye gelin! Karavanlar çok yaygın, Halkımız, karavanaya alışkındır, askerde, Ama karavana atmaz! Karavanların arkasında, ikişer adet bisiklet. Bir grup görüyoruz, Oldukça kalabalık, Bisikletli hepsi, Pedallara basıyorlar, Özgürlüğe doğru... Garaj kapıları görüyorum, Her şey ihtiyaçtan doğar. Eskiden garaj mı vardı, Kapısı olsun? Zamanla garaj ihtiyaç oldu, O olunca kapısı, Bu sefer, otomatik açılsın Araçtan inilip çıkılmasın, Aracı tehlikelerden, İklim şartlarından, Çıktı bu ihtiyaç. Kısaca buna kapanma ihtiyacı da diyebiliriz. Rehberimizin öyle bir tatlı dili var ki Ninni gibi geliyor, sesi. Allah sanki bu iş için yaratmış. Bilgi, tecrübe, psikoloji, sosyoloji, Ne ararsanız hepsi var.. Bu arada, Rehberler arkasından yüzde yüz insanları sürükleyen liderdir. Bu özellik, Siyasilerde bile yoktur! O nereye giderse, Müşteriler oraya gider! Sıkıysa gitme! Yat mı? Jet ski mi? Bence yat. Kendimi bildim bileli, Bu jet ski hep sıkıntı yaratmıştır, Jetinden midir, sikisinden midir? Buna binen iflah olmuyor Başı bir şekilde belaya giriyor, Bir aralar, devletin sikisi de kayıptı! Yatta ne yapar siniz? Yapsanız yapsanız, yan gelip yatarsınız. Birileri kızsa da Adı üzerinde yat dersiniz, Yatmayıp ne yapacaktık? Otlayan gır atları görünce, Demirel geldi aklıma, Onlar yüz metre, Ben maraton koşuyorum... Her bir yel değirmeni, Sanki uçacakmış gibi Pervaneli uçağın önden görünüşü, Her pervane takan uçsa idi En çok Bülent Ersoy uçardı, her halde. Elinden serinleticiyi hiç bırakmıyor da. Bize göre Sadece bu dünya var, Başka gezegenlerde de bizim gibi Yaşam olamaz mı? Diyeceksiniz ki Ya kardeşim olsa ne olur, Olmasa ne? Bana ne? İnsan önce yaşadığı mahalleyi, köyü bilir, Sonra yan mahalle, Komşu şehir derken doğduğu ülkeyi gezmeye başlar, Gezdikçe tanır, Bilgisi görgüsü artar, Daha sonra ülkeleri gezmeye başlar, Olaylara bakışı değişir, Değişik kültürleri tanır, Doğal güzelliklere hayran kalır, Orada tanıdıklarını, Kendi ülkesine davet eder, Etkileşim başlar, Yani insanın yaşadığı yerin dışına çıkması faydalıdır, Başka gezegenlerde yaşam varsa önce onu araştırmak lazım, Bulunabilirse de oralara gitmek lazım, Bana ne dememeli, Belki Öyle bir yaşam vardır ki Orada, Dünya bir başka şekilde olabilir, Onların sayesinde… ---------------------------------------------------------kuraldisidergi.com - Benelüks İzlenimleri Ne tam birleşebilen ne de birbirlerinden ayrılabilen Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un, belki de bu çözümsüz durumu biraz daha mantıklı gösterebilmek için kendilerine taktıkları isim Benelüks. Ortak bir geçmişi ve kültürü paylaşan bu üç ülke halkının hayali ülkesine, Belçika’nın Brüksel Havaalanı’ndan ayak basıyoruz. Bu küçük ve aslında gayet sevimsiz havaalanına yıllar sonra tekrar gelmek beni heyecanlandırıyor. Neredeyse hiç değişmemiş, oysa ben ne çok değiştim diye düşünüyorum. On beş yıl öncesinin toy ve deneyimsiz ama bir o kadar da cesur ve gözü pek kızı gitti, yerine edindiği yaşam deneyimi sayesinde daha dingin, sakin ve huzurlu bir kadın geldi. İçimde hiç değişmeyen, hep aynı kalan şeylerden biri ise öğrenme hevesi. Gezimizin ilk durağı kanallar şehri Amsterdam. Amsterdam’daki ilk aktivitemiz de, biletlerini daha İstanbul’dayken satın aldığımız, Concert Gebouw’daki klasik müzik konserine gitmek. On yılı aşkın bir süredir Amsterdam’da yaşayan bir arkadaşımızla gidiyoruz. Müziğin evrensel dili, bizi adeta kendimizden geçiriyor. Sohbet sırasında, on yıldır burada yaşayan arkadaşımızın buraya ilk kez bizimle birlikte geldiğini öğreniyoruz hayretle ve Amsterdam’ın en ünlü iki müzesi Van Gogh ile Rijks’i de hiç gezmediğini. Amsterdamlılar sıcak ve yardımsever. Kafamız oldukça karışmış bir halde, soğuk balıklı sandviç yiyeceğimiz Albert Cuyp pazarını harita üzerinde bulmaya çalışırken yardım teklif edenlerden; kendisi de kızarmış patates sattığı halde, Amsterdam’ın en iyi kızarmış patatesini nerede yiyebileceğimizi tarif eden güler yüzlü kafe sahibine kadar. 1887 yılından bu yana sadece kızarmış patates satan, hatta yeterince iyi patates bulamadığı günlerde dükkânını açmayacak kadar işine ve müşterilerine değer veren bu patatesçide yediğimiz patates kızartmasının tadı hala damağımda. Amsterdam’da yaptığımız en turistik aktivite, sanırım gezi teknesi ile kanalları dolaşmak oluyor. Teknedeki mekanik sesin, önceden kaydedilmiş ve hiç de ilginç olmayan bir metni dört dilde kim bilir kaçıncı kez okumasını dinlerken, kanallar boyunca sıralanmış ünlü Amsterdam evlerini yakından inceleme şansı buluyoruz. İnce tuğla dokusu, alt katlardan üst katlara doğru küçülen pencereler, üçgen çatı detayları ve üçgenin en ucunda eşya taşımak için kullanılan, her evin olmazsa olmazı büyük bir kanca. Evlerin merdiven boşlukları o kadar dar ki, eşyalar üst katlara ancak bu kanca yardımıyla çekilerek pencerelerden içeri sokulabiliyor. Birçoğu neredeyse dört yüz yaşında olan bu güzel evler, bende oldukça çelişkili duygular uyandırıyor. Bataklığa dikilen kazıklar üzerinde, sadece birbirlerine dayanarak, zamana meydan okurcasına ayakta kalmalarının uyandırdığı hayranlık; onları birbirinden farklı kılacak küçük ayrıntılardan mahrum olmaları ya da ne bileyim, açık pencerelerinden bakan neşeli insanlar göremememiz yüzünden belki, güçlü bir sıradanlık ve cansızlık hissi ile gölgeleniyor. Dört yüz yıldır yaşayan bu evler, sanki hiç yaşamıyor gibi. Gözümün önünde bir biblo şehir güzelliğinde sıralanıyorlar ama nefes alıp verişlerini duyamıyorum. Amsterdam’ın çevresi bana şehir merkezinden daha ilginç geliyor. Şehre yirmi otuz kilometre mesafedeki Edam kasabası, ünlü Edam peynirlerine adını veren yer. Kasabada, Edam peynirlerinin nasıl yapıldığını anlatan küçük şirin bir müzecik var. “Taze” peynirin, satışa sunulmadan önce en az dört hafta bekletilmesi gerektiğini öğrendiğimde şaşırıyorum. Vorandem ise, Edam’a yaklaşık üç kilometre mesafede sevimli bir sahil kasabası. Kasabanın büyük bölümü deniz seviyesinin altında. Çevresindeki setler ve gelgit hareketlerine göre hassas bir şekilde açılıp kapanan kapaklar sayesinde kasaba sular altında kalmaktan kurtuluyor. İnsanın doğayla anlaşma yapabileceğinin güzel bir örneği. Zaanse Schans ise bir yel değirmenleri şehri. 1700’lerin sonlarında, burada bin civarında değirmen varmış. Genelde, tahıl öğütme, kerestecilik ve boya imalatı gibi amaçlarla kullanılan değirmenlerden geriye sadece yirmi tane kalmış; koruma altına alınmış. Müze haline getirilmiş olan boya hazırlama değirmenine girerken, Türkiye’den geldiğimizi söylediğimizde, elimize Türkçe bir tanıtım broşürü tutuşturuyorlar, Avrupa’da pek de alışık olmadığımız bir şey. Şehrin girişindeki Zaanse Schans Müzesi’nin içinde çok ilginç bir bisküvi ve çikolata imalathanesi de bulunuyor. Bölgenin en ünlü çikolata ve bisküvi markası olan Verkade’nin 1900’lerin başında kullanılan makinelerle, çikolata ve bisküvi üretiminin inceliklerini öğreniyorsunuz. Örneğin ben, anavatanı Afrika olan kakao çekirdeklerinin yaklaşık dört yüz çeşit farklı aroması olduğunu öğrendiğimde oldukça şaşırdım. Akşamüzeri, Amsterdam’ı arkamızda bırakarak, değil bir sınır kapısı, yol kenarında ayırt edici tek bir işaret bile göremeden Belçika’ya geçiveriyoruz. Belki de en önemli işaret değişen bitki örtüsü. Göz alabildiğine uzanan çayırlar, yerini yer yer sıklaşan seyrek ormanlara bırakıyor. Birkaç saat içinde Leuven’e geliyoruz. Ertesi sabah da, yaklaşık iki yüz elli kilometrelik yolu göze alarak Lüksemburg’u görmeye gidiyoruz. Avrupa’nın tam göbeğinde kurulmuş bu yapay ülkecik, çok derin ve görkemli bir vadinin iki yanında, doğanın yarattığı bu harika manzarayla karşılaştırıldığında oldukça sıradan ve sevimsiz bir yapı dokusu oluşturarak uzanıyor. Lüksemburg, tarihinin başladığı dönemden bu yana, Avrupa’daki en önemli savunma merkezi olarak biliniyor. İnsanlar burada, doğal vadinin sağladığı avantajı da kullanarak, girilmesi ve hatta bombalanması neredeyse imkânsız yeraltı geçitleri yaratmışlar. Bu geçitler, bugün müze olarak gezilebiliyor ve UNESCO’nun Dünyanın Mirasları listesinde yer alıyor. Lüksemburg’da, ödüllü, güzel bir Fransız restoranına giriyoruz. Mönü sadece Fransızca ve Fransızca bilmiyorsanız, bu sizin sorununuz. Sipariş almak için yanımıza gelen garson, “Bir tek bu mönü var, sipariş vermeyecekseniz zamanımı boşuna harcamayın” diyor. Biz de ne olduğunu bilmediğimiz yemekleri sipariş edip yiyoruz. İyi ki de yiyoruz çünkü saat beşten sonra akşam yemeği saatine kadar kahve içecek bir yer bulmak bile neredeyse imkânsız. Şehrin güzel meydanlarından birinde, rock konserinin hazırlıkları var. Ellerinde seyyar satıcılardan aldıkları bira ve yiyeceklerle insanlar konserin başlamasını bekliyorlar. Bu sahne bana hiç de doğal gelmiyor, sanki bir film çekimi için yapay olarak hazırlanmış gibi. Bu kısa gezide, Lüksemburg insanının kültürü ile ilgili bilgi edinebileceğimiz neredeyse hiçbir ipucu yakalayamıyoruz. Bu yapay ülkenin insanları da mekanik sanki. Zengin ve ruhsuz. Avrupa’nın kirli çamaşırlarını biriktirdiği arka bahçe olmanın yan etkisi olabilir mi, hiç güneş görememek? Bir sonraki günün rotasında, Belçika’nın minyatür şehirleri Gent ve Brugge var. Gent, şirin kanalların çevresinde sıralanmış, küçücük evleri olan neşeli bir şehir. Yabancı turistlerin tur programlarında pek yer almıyor. Belki de bu yüzden gördüğümüz birçok şehre göre çok daha sıcak ve sevimli. Mimari, Amsterdam’daki evlere çok benziyor. Yine de bu evlerin her birinin kendine özgülüğü, içerdikleri küçük detaylarda gizli sanki. Birinin pencerelerinden önündeki rengârenk çiçek saksıları, diğerinin kırmızı kepenkleri ya da çatı detayındaki heykelcikleri, bir diğerinin açık penceresinden gelen müzik sesi, oymalı balkon parmaklıkları. Gent Güzel Sanatlar Müzesi’nde ünlü Belçikalı ressam Gustave Van De Woestyne’ın sergisi var. Bu müzede yer alan eserlerin zenginliği ve sanatçıların çeşitliliği, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Belçika’da da sanatın sosyal yaşam içinde derin bir yeri olduğu hakkındaki görüşümüzü destekliyor. Belçika’nın en ünlü şehirlerinden biri olan Brugge, Gent’i gördükten sonra, nedense gözümüze biraz daha silik ve sıradan görünüyor. Güzel meydanlar, kanal boylarında minik ve sevimli kuzey evleri, şirin kafelerde beğeninize sunulan çeşit çeşit Belçika birası. Sohbet ettiğimiz Belçikalıların hiçbiri biranın asıl anavatanının Anadolu olduğunu bilmiyor, şarabın da. Brugge sokaklarında yürürken, güneş alçalıyor. Kanallardaki suyun dinginliği ve sessizliği, akşamın eşsiz renklerine karışıyor. Turistler, yavaş yavaş şehirden ayrılıyor. Şehir, kanını emen bir turist ordusunun istilasını, o gün bir kez daha savuşturduktan sonra, gerçek benliğine tekrar kavuşuyor. Benelüks’teki son günümüzün son durakları Brüksel ve Antwerp. Bu kez, çevreyolu yerine, birbirine bağlı köylerle süslü tali yolları kullanmayı tercih ediyoruz. Brüksel’i sevmiyorum. Belki, bilgi ve görgünüzü artıran, ilgi alanlarınıza hitap eden onlarca müzesi var (ne yazık ki pazartesi günü olduğu için hepsi kapalıydı), belki Avrupa’nın başkenti olmasının getirdiği bir saygınlığı ve ağırlığı da var. Ama ünlü “Grote Markt”a çevre sokaklardan akın akın gelen turist kalabalığını, yerli halkın tüm bu turistlere biraz da tepeden bakar hallerini, garsonların sanki hizmet değil de lütuf ediyormuşçasına yaklaşımlarını sevmiyorum. Lezzeti kadar yaratıcı ve etkileyici sunumlu çikolataları hariç! Antwerp, Belçika’nın Brüksel’den sonra ikinci büyük kenti, en önemli limanı ve neyse ki Brüksel’e göre çok daha sevimli; tabii görünürdeki bu sevimli havayı biraz aralarsanız burnunuza kirli bir elmas ticaretinin ağır kokusu geliyor. Şehrin zenginliği ve gücü de bu ticarete dayanıyor. Şehrin tarih dolu sokaklarında yaptığımız yürüyüşü, kanal kenarında, kaleden bozma küçük restoranda yediğimiz akşam yemeği ile noktalıyoruz. Garsonun önerisi doğrultusunda gayet hevesle ısmarladığımız dil balığı tam bir hayal kırıklığı olsa da yine de keyfimizi kaçırmaya yetmiyor. Benelüks’teki son akşam yemeğimizde, Belçikalı arkadaşımız bırakın bu üç ülkenin birleşmesini, Belçika’nın içinde bile ülkenin ikiye ayrılmasını isteyenler olduğunu söylüyor. Kuzeyde yaşayan, zengin ve çalışkan Flamanlar, güneyin tembel Fransızlarını daha fazla beslemek istemiyorlarmış. Eşitsizlik üzerine kurulu ve herkesin önce kendi çıkarını düşündüğü bir dünya düzeninde, bu ne ilk ne de son ayrışma söylemi. Benim bu uzun ve yoğun Benelüks gezisinden damağımda kalan tortu ise, aynı tarihin ve kültürün çocuklarının, sınırları ayrılsa da, dilleri değişse de, aynı tarihin ve kültürün çocukları olmaya devam edecekleri oldu. Şartlar ne olursa olsun. ---------------------------------------------------http://gezipgordum.com sitesinde tüm şehirlerle ilgili çok ayrıntılı bilgi alınabilir. http://www.tatilprint.com/ sitesinde tüm şehirlerle ilgili pdf’lere ulaşılabilir.