indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Transkript
indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Ö Ğ R E T M E N V E E Ğ İ T İ M D E R G İ S İ • YIL: 2 Öğretmen-Bakan Barış Süreci ve Yeni Terörün Bitmesi 90’lı Gençlik ve Hedonizm • SAYI: 8 • HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013 Okulu Yeniden • 5 Öncü Eğitimciler Sadece Vakayı Görmek Uluslar arası Öğretmen ve Eğitim Öncüleri Derneği Öğretmen ve eğitimcilerin mesleki, kişisel ve sosyal gelişimini sağlayacak imkân ve ortamları oluşturmak ve desteklemek, yeni eğitimcilerin daha nitelikli olması için çalışmak, bu yolla ülkemizde ve yeryüzünde “iyi insan”ların ortaya çıkmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır. İlkelerimiz Sivil ve özerk bir yapılanmaya sahiptir, vesayeti reddeder. Çoğulcu yönetim ve karar alma yaklaşımı ile yatay organizasyon yapısıyla yönetilir. Faaliyetlerini birey merkezli geliştirir. Evrensel değerlere bağlı milli nitelikli etkinlikleriyle temayüz eder. Hizmet sunan ve hizmet alan kişi ve kurumlara yönelik ırksal, dini, mezhebi, siyasi, cinsi vb. bütün ayrımcılıkları reddeder. Hedef kitlesi öğretmen, eğitimci, öğretmen adayı ve eğitime muhtaç kimselerdir. •ÖNCÜ •PAYLAŞIM CI •İLKELİ Türkiye’nin ve çevresinden başlayarak yeryüzünün eğitimle ilgili tüm sorunlarıyla ilgilenir. Üyeler dünya görüşünü gizleme kaygısı gütmez. Ancak hiçbir kişi ve kuruluşa da dünya görüşünü dayatmaz. Gönüllülerini cinsiyet ve ideolojik farklılıklar gözetmeksizin temsil yeteneği ve kabiliyetlerine göre seçer ve görevlendirir. Organizasyonlarında ortaklıklara gider. Yurt içinden ve yurt dışından partnerler edinir, onları destekler ve onlardan destek alır. editörden Birey olarak yönlendirici irademizi kaybetmek üzereyiz. Hayatın baş döndürücü akışı içinde tutunmaya ve yer edinmeye çalışırken çoğu zaman karar verici ve belirleyici değil de belirlenen model rollerden birinin aktörü olduğunu pek fark edemeyen, gecikmeli olarak fark ettiğinde ise hayatını anlamlı kılma ve içe dönüş yolları aramaya başlayan insan, yalnızlığını gidermek ve ruhen doyuma ulaşmak gibi düşüncelerle çeşitli bireysel kurtuluş yollarına yönelmektedir. Sekizinci sayımızla yeniden merhaba. Bireysel hayatın ve bencilliğin, ekonomik yararın ve görünür maddi ölçütlerin öne çıktığı, hızla gelişen teknolojinin de desteğiyle daha mekanik bir toplum yapısının oluştuğu modern toplumlarda, giderek çevresine ve hatta kendi öz benliğine yabancılaşmış insan tipinin de hızla arttığını görmekteyiz. Bugünlerde toplum olarak “huzur” ve “güven”i kaybettiğimizi anlama vaktidir. Sürekli şekilde metaı, düşünceyi ve duyguları tüketmeye yönelik bir hayat döngüsünün ablukası altındaki insan, gelişen iletişim teknolojilerine rağmen daha çok kabuğuna çekilmekte, yalnızlaşan dünyasında kendisini ruhen hırpalanmış ve bedenen yorgun hissetmektedir. Birey olarak yönlendirici irademizi kaybetmek üzereyiz. Hayatın baş döndürücü akışı içinde tutunmaya ve yer edinmeye çalışırken çoğu zaman karar verici ve belirleyici değil de belirlenen model rollerden birinin aktörü olduğunu pek fark edemeyen, gecikmeli olarak fark ettiğinde ise hayatını anlamlı kılma ve içe dönüş yolları aramaya başlayan insan, yalnızlığını gidermek ve ruhen doyuma ulaşmak gibi düşüncelerle çeşitli bireysel kurtuluş yollarına yönelmektedir. Bu yönelişin sağlıklı bilgi ve kalıcı değer ekseninde yürümediğinde bireyi hangi uç ya da çıkmaz noktalara götürebileceğinin çok çeşitli örneklerini her toplumda sıkça görmekteyiz. Yaşadığımız zamana dijital vakitler de diyebiliriz. Günümüzde kitle iletişim araçları tarafından çoğunlukla “kişisel gelişim yolları”, “stres, depresyon, zihinsel sorunlar ve yorgunluktan kurtulma çareleri” olarak cazip şekillerde sunulan transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi adlarla anılan bazı yöntemlerin, astrolojik bazı akımların, çeşitli şifa teknikleri ile “şifrecilik”, “ruhçuluk” ve “okültizm/gizlicilik” üçgeninde harmanlanmış diğer gizemli oluşumların revaç bulmasını sadece bu konuda oluşan sektörün çabalarıyla izah etmek yerine, modern insanın yalnızlığıyla ve çaresizliğiyle de ilişkilendirmek gerekir. Bu akım ve çağrılar her ne kadar genelde dinî bir söylem ile sunulmayıp daha çok “sağlıklı yaşam”, “başarı” ve “mutluluk” vaadiyle veya “çevrecilik”, “alkol bağımlılığıyla mücadele” gibi kamu yararına yönelik çeşitli söylemlerle desteklense de, esasen Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslenmekte, Batı kültürünün hümanistik ve dinî söylemiyle de çok kolay ortak alanlar oluşturabilmektedir. Öte yandan, kusurun kimde olduğunu tespit gibi gerilimi tırmandıran bir noktaya saplanmaksızın sadece vakayı görmek ve ifade etmek gerekirse bu hâl içindeki modern insanımıza bu topraklarda derin ve mistik bir geçmişi bulunan dinî ve kültürel mirasımızın o müjdeleyen, sevgi ile kucaklayan, güven ve umut veren mesajının ulaştığını, ulaşım kanallarının yeterince açık olduğunu da söyleyemiyoruz. Kutsalın aydınlığında insanı kalp, ruh, akıl, nefis ve beden bütünlüğü içinde ele alan derin İslam düşüncesini temsilde ve tanıtmada, çağın tereddütleriyle viran kıldığımız gönül dünyalarımızı sevgi, estetik ve aşk ile yeniden mamur etmede ciddi ihmallerin olduğu saklanamaz bir gerçek. Henüz dua, tevbe, niyaz, tefekkür ve ibadetin bireyi ne denli güçlü kıldığını ve onu Yüce Yaratana bağlayarak yalnızlıktan, karamsarlık ve umutsuzluktan kurtardığını yeterince fark etmiş veya ettirmiş de değiliz. Kur’an’da “Dikkat ediniz! Kalpler ancak Allah’ı sürekli hatırda tutmak ve anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28) buyurulması da bu fark edişi sağlamak içindir. Değerlendirmelerimiz ve özeleştirilerimiz, dikkatimizi ve sorumluluk bilincimizi diri tutmak için olmalıdır. Adil Gülmez Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız ve Eğitim yıl: 2 sayı: 8 HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013 Okulu Yeniden Mayalamak Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır . 4 Öğretmen-Bakan İletişimi Dr. İbrahim Hakan Karataş 6 10 15 Terörün Bitmesi Eğitimi Nasıl Etkiler Halil Kırık 17 2014 SBS, YGS ve LYS’de Yapılacak Değişiklikler 30 Bir Özel Okul Parodisi M. ZEKİ SAKA 33 26 Bilinçli İnternet Kullanımı 37 41 KİTAP OKUMA Yrd. Doç. Dr. İzzet DÖŞ 45 54 Eğitim Sisteminin Geliştirilmesi Ali Hikmet DEMİR 57 Eğitim Sektöründeki ‘Güven Bunalımı’nın Aşılmasında Yeni Bir Manifestoya Doğru Mehmet Cüneyt ANCIN Doç. Dr. Erhan Bingölbali Röportaj: Tuba Gül O’NU (SAV) GÖNDERMESEYDİ… İSHAK AŞAR Bilinçli İnternet Kullanımı Vural Gündüz Yazar Öğretmenler DİLARA ÇIKIKÇI 24 47 58 10 SBS ve YGS’yi Nasıl Bir Dönüşüm Bekliyor Özgür Girgin 37 Okulu Yeniden Mayalamak Prof. Dr. Selahattin Turan 12 Barış Süreci ve Yeni Anayasada Eğitim Ufuk Coşkun 26 2014 SBS, YGS ve LYS’de Yapılacak Değişiklikler Erkan Kerem GÖZEN Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız ve Eğitim Şemseddin Koçak 38 Eğitimde İyi Örnekler - 8 Mersin İli Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu–Ortaokulu Kütüphanesi Veli BİLİCİ Motivasyon Kaynağımız Ceren Nilgün Çetin Tatil ve Öğretmen 51 60 90’lı Gençlik ve Hedonizm Savaş Özdemir Film Kulübü Zeynep KANBAY DİKKAT! Öğretmenler Odası Dergisi Türkiye’nin en geniş yazar kadrosu olan bir eğitim-öğretim dergisidir. Tüm öğretmenler dergimizin yazarıdır. Dergimize yazı gönderenlerden daha önce başka bir yerde yayımlamış yazıları göndermemelerini önemle rica ederiz. Öğretmenler Odası Dergisi Yayın Kurulu 45 Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir. Yazı göndermek ve her türlü öneri ve değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak için: ogretmenlerodasidergisi@gmail.com yıl: 2 sayı: 8 HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013 içindekiler Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ Yayın Koordinatörü Adil GÜLMEZ Yayın Kurulu M. Cüneyt ANCIN Gökhan ERENOĞLU Zehra ŞAŞMAZ Didem BAYINDIR Mahmut AYTEKİN Necdet BAYINDIR Mesut KAYMAKÇI Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN Dr. Melike GÜNYÜZ Dr. Faruk KANGER Dr. Özlem GÜNEŞ Ahmet AKBAL Hüseyin AKAR Dergi Hazırlama Kurulu Yasir İHTİYAR Seyfullah KÖKSAL Zeynep KANBAY Dilara ÇIKIKÇI Betül BİLGİN Merve ÖZDEMİR Kapak Nevzat Onaran Grafik Tasarım ve Uygulama Ahmet Karataş Baskı: NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit. Matbaacılar Sitesi 5 Nolu Cd. No:22 Bağcılar/İstanbul Tel: 0212 429 2903 www.nanodigitalprint.com İletişim : Bulgurlu Mahallesi Etiler Sokak No: 10 Üsküdar İstanbul Tel: 02165461003 www.ogretmenlerodasi.org.tr ogretmenlerodasidergisi@gmail.com www.facebook.com/ogretmenlerodasidergisi www.twitter.com/OgrtmnlrOdasi Reklam ve Tanıtım Gökhan ERENOĞLU Sekreterya ve İletişim Seyfullah KÖKSAL Abone ve Satış Yahya DEPREM ISSN 2146-7315 Grafikler © Fotolia - AKS, alphaspirit, AMATHIEU, aroas, arturaliev, berezovskyi, carlacastagno, cienpiesnf, DavidArts, designsoliman, dovile kuusiene, Emir Simsek, esignn, Franck Boston, freshidea, goodluz, hollymolly, Jasmin Merdan, Jonathan Stutz, kolett, lapencia, lassedesignen, pashabo, peshkova, pico, Pixel & Création, rangizzz, sarahbrooks, Sergey Nivens, Serhiy Kobyakov, SerrNovik, tang90246, Tatyana Gladskih, Tyler Olson, uwimages, vectomart, vinzstudio, vladgrin Öğretmen-Bakan İletişimi Dr. İbrahim Hakan Karataş Fatih Üniversitesi / İstanbul Değerlerimiz, zevklerimiz, tercihlerimiz, algılarımız farklı farklı o yüzden. Olayları okuyuşumuz, sorun tanımlarımız birbirine zıt noktalarda olabiliyor çoğu zaman. Bu farklılıklarımız iş yapış tarzımıza da profesyonellik anlayışımıza da etki ediyor kuşkusuz. Ama en çok iletişim becerilerimizde gösteriyor etkilerini. 6 Yaklaşık yedi yüz bin profesyonelden oluşan bir topluluğuz. Görev yaptığımız okullar, şehirler, kurumlar farklı. Her birimiz ayrı bir alanın uzmanıyız. Muhatap olduğumuz kitleler de değişik. Okul öncesinden ortaöğretime kadar insan yaşamının en kritik dönemlerindeki çocuklarla ve gençlerle buluşuyoruz her gün. Ve her birimiz farklı sosyo ekonomik düzeyden ailelerin gelecek beklentilerini karşılamaya çalışıyoruz. Yaşam tarzlarımız da dünya görüşlerimiz de farklı. Liberal olanlarımız da var, muhafazakar olanlarımız da. Kimimiz sosyalist kimimiz sosyal demokrat. Milliyetçiler de var aramızda ulusalcılar da. Dindarlar kadar olmasa da ateist, hedonist, agnostik arkadaşlarımız var aynı öğretmenler odasında. Kimi çok varlıklı ailelerin çoçukları olsa da pek çoğumuz orta tabakadan sayılırız. Değerlerimiz, zevklerimiz, tercihlerimiz, algılarımız farklı farklı o yüzden. Olayları okuyuşumuz, sorun tanımlarımız birbirine zıt noktalarda olabiliyor çoğu zaman. Bu farklılıklarımız iş yapış tarzımıza da profesyonellik anlayışımıza da etki ediyor kuşkusuz. Ama en çok iletişim becerilerimizde gösteriyor etkilerini. Öğrencimizle, meslektaşımızla, yöneticilerle, velilerle ve toplumla iletişimimizin belirleyicisi bu farklılıklarımız. Ve elbette bakan ile iletişimimize de yansıyor tüm bu ayrıntılar. Bu şartlarda öğretmen bakanla nasıl iletişim kurar? Bu soruya net ve anlaşılır bir cevap vermek ilk bakışta mümkün görünmüyor. Zira konumumuz, sosyal statümüz, yaşam algımız, beklentilerimiz ve elbette yetişme tarzımızdaki farklılıklar iletişimde ortak bir dil kullanma imkanını zorlaştırıyor. Diğer taraftan o kadar canlı bir mesleğimiz var ki neredeyse her gün her hafta sürekli iletişim halinde olmamızı gerektiriyor, hatta Bakanla bile. Bir de buna çağımızın hızını ve değişim gerçeğini kattığımızda bu iletişimin kısa süreli kopmalarda bile büyük maliyetlere yol açacağınızı bittecrübe biliyoruz. Bir husus daha var: Eğitim sistemimizin yapılanma biçimi. Sıkı merkeziyetçi bir kurumda çalışıyoruz. Yönetim tek elde. Hemen her ayrıntıda nihai karar merkezde toplanmış durumda. Amaç, içerik, yöntem, alt yapı ve diğer tüm ayrıntılar ile ilgili pek fazla söz hakkımız olmuyor. Hal böyle olunca biz öğretmenlerin bakanla iletişimi tam bir çetrefil durum arz ediyor. Bu noktada iki yol çıkıyor karşımıza: Ya tüm farklılıklarımızı bir kenara itip bakan ile iletişim kurma ihtiyacı duyduğumuzda bunu tek bir ses ve tek bir ağız olarak yapmamız gerekiyor ya da her birimiz kendi sesini duyurmak için daha baskın bir sesle konuşmak zorunda kalıyoruz. Birinci yolu tercih ettiğimizde sahip olduğumuz farklılıklarımızın bize ve işimize kattığı zenginlikleri göz ardı etmemiz gerekecek. İkinci yolu seçtiğimizde ne kendimizi ifade edebileceğiz ne de bir sonuç alabileceğiz. İletişim alanında uzman olanların detaylarını daha iyi bileceği kitlesel iletişim teorilerini burada yeniden masaya yatırmak gerekiyor anlaşılan. Çeşitliliğin bu kadar fazla olduğu bir kitle nasıl yapacak da dertlerini, sıkıntılarını, beklentilerini, hayallerini, duygularını en anlaşılır biçimde ve hızlıca muhatabına (Bakana) iletme fırsat ve yolunu bulabilecek? Bir önceki yazımızda bakana öğretmenle iletişim sağlıklı iletişim kurma konusunda aklımıza gelenleri sıralamıştık. Bu yolların bir çoğu elbette öğretmenler tarafından da kullanılabilir. Bu yolların başında elbette resmi kanallarla sağlanan iletişim geliyor. Bunun yanında, bir blog aracılığıyla, sosyal medya üzerinden ya da açık mektuplarla bakana kendimizi anlatabiliriz. Ancak çoğulcu toplumlarda kitle olarak sağlıklı bir iletişim kurmanın ve sonuç almanın en etkili yolunun sivil toplum çeşitliliğini artırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Şöyle ki yukarıda sıralanan farklılıklarımızın tek bir çatı altında toplanması ve tamamının tek bir kurum aracılığıyla temsil edilmesi mümkün olmayan ve hatta zararlı bile olabilecek bir durumdur. Ne var ki Türkiye’deki durum böyle. Yani çok azımız bir sivil toplum birlikteliği içinde yer alıyoruz ve bu tercihimiz de çoğunlukla dünya görüşümüzün bizi yönlendirdiği tek bir adres oluyor. Son yıllarda bu alanda bir gelişme, derinleşme ve zenginleşme yaşadığımızı kabul etsek de henüz gerçek ve çağdaş çoğulcu bir toplumu örneklemekten çok uzaktayız. O halde toplumun eğitim ortalaması en yüksek kesimi olarak bizler farklı taleplerimizi karşılayan birden çok yapı içerisinde bulunabiliriz. Neden her birimiz en az on farklı yapı içinde yer almıyoruz? Ve neden içinde bulunmak istediğimiz yapıları kendi özgün farklılıklarımızı esas almak suretiyle kişisel tercihlerimizle belirlemiyoruz? Yani tam bir şebeke oluşturabiliriz. Bu şebekede her birimiz, farklı konu/sorun/beklenti alanlarıyla ilgili birden çok yapı içerisinde aktif rol alarak belli bir konuda bizimle aynı duygu ve düşünceleri paylaşan diğerleriyle buluşabiliriz. Bir kurumda özlük haklarımızı savunurken, diğer kurumda eğitimin içeriğine, başka bir kurumda sosyal hayatımıza, uç bir kurumda çok özel beklentilerimize dair bir güç oluşturabiliriz. Bu durumda kişisel olarak demokrasiyi içselleştirdiğimizi, insan hak ve hürriyetlerine değer verdiğimizi şahsen örneklemiş oluruz. Diğer taraftan kişisel tercihimizle mensubu olduğumuz kurumun kurumsal gücünü ve itibarını artırırız ve böylece daha güçlü bir muhatap olmayı başarırız. Bu şebekeleşme örgütlenmeler arasındaki güç dengesini ve demokrasiyi de bir kıvama getirecektir. Ve elbette bakan (devlet) bizim bu bilinçli tercihimizle oluşturduğumuz çok boyutlu yapının derinliğini, özgünlüğünü ve gücünü kabul etmek durumunda kalacaktır. Tabii bütün bu sürecin kritik aşaması gerçek niyetimiz olacaktır: Ben bir öğretmen olarak gerçekten sınıftaki öğrencilerimin kendilerini gerçekleştirme süreçlerine destek ve rehberlik görevimi en iyi şekilde yerine getirmek için mi bu iletişime ihtiyaç duyuyorum? Yani tam bir şebeke oluşturabiliriz. Bu şebekede her birimiz, farklı konu/sorun/ beklenti alanlarıyla ilgili birden çok yapı içerisinde aktif rol alarak belli bir konuda bizimle aynı duygu ve düşünceleri paylaşan diğerleriyle buluşabiliriz. 7 EĞİTİM SEKTÖRÜNDEKİ ‘GÜVEN BUNALIMI’NIN AŞILMASINDA YENİ BİR MANİFESTOYA DOĞRU Mehmet Cüneyt ANCIN Tarih Öğretmeni ve Eğitim Yöneticisi / İstanbul İnsanın bir bütün olarak beden ve ruh sağlığının sürdürülebilirliği açısından tabipler ve sağlık kuruluşları kadar, toplumun sağlıklı gelişmesi doğrultusunda -tabipler dahil- tüm halkı bilinçlendirme iddiasındaki eğitim kurumlarının ve eğitimcilerin tabip hükmünde olduklarını hatırlamak gerekir. 8 ‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’ Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘Muhibbi’ mahlasıyla söylediği derin manalı beyitinin söylenişinin üzerinden yaklaşık dört yüz elli yıl geçmiş. Kanuni’nin de vurguladığı gibi devlet gücü halk için ne kadar anlamlı ve önemliyse sağlık da bireyin yaşama gücü için o denli önemlidir kuşkusuz. Sağlıkla ilgili doğrudan bir yorum olarak okusak da tabibi yetiştiren hekimin bir muallim olduğu bilindiğinden, sıhhatin devamlılığının sağlanmasında muallimin payını da bu yoruma biz ilave edelim. Zira İstanbul’un bilim merkezi oluşunda önemli payı bulunan ve kendi adıyla anılan Süleymaniye Medresesi’ni kuran da aynı muhteşem devlet başkanıydı. İnsanın bir bütün olarak beden ve ruh sağlığının sürdürülebilirliği açısından tabipler ve sağlık kuruluşları kadar, toplumun sağlıklı gelişmesi doğrultusunda -tabipler dahil- tüm halkı bilinçlendirme iddiasındaki eğitim kurumlarının ve eğitimcilerin tabip hükmünde olduklarını hatırlamak gerekir. Günümüz sosyal devlet politikalarının başarı kriterlerinde sağlık ve eğitime bütçeden ayrılan pay ile yapılan yatırımlar, tesisleşme, istihdam ve diğer çıktılar birlikte değerlendirilmektedir. Her hâlükârda insana yapılan yatırım anlamına gelen bu politikalar, devleti ve sosyal yapıyı sağlıklı bir şekilde ayakta tutmanın olmazsa olmazıdır. Sağlık sistemi kadar eğitim sistemi de son yarım asırda çokça tartışılmasına rağmen kendisini bir kriz döngüsü içerisinde hissetmektedir. İnsani ve mesleki yeterliliklerin arttırılması ile fiziki kapasitelerinin arttırılması paralel işlemeyip çoğunlukla nitel gelişmeler yeter şart görüldüğünden olsa gerek yapılan tüm iyileştirmeler, krizin çözümüne yetmemektedir. Oysa tüm sistemler, kurgulanırken açık ya da örtük bir insan modelini öngörmektedirler. Tüm örgütlenmelerini ve aygıtlarını da bu model üzerinden planlayarak geliştirmeye gayret ederler. Öyle ise modern zamanlarda bizim sistemlerimiz nasıl bir insan tipi modellemiştir ki devleti oluşturan aygıtlar ile birey ve toplum arasında sürekli çözülemeyen bir bunalım süregelmektedir? Aygıtın iki tarafında da var olan bireyler yekdiğerini nasıl görmektedir? Doktor-hasta ve öğretmen-öğrenci/veli iletişim düzeylerinde aşılmaya çalışılan problemler aşılamadığında, çoğunlukla problemin çözümünün havale edildiği ‘sistem’ nasıl bir şeydir? Bu mentalite ile ‘İyi insan, iyi vatandaş yetiştirmek’ ya da ‘sağlam kafanın sağlam vücutta bulunması’ nasıl sağlanılacaktır? Validesini tedavi eden doktor ya da çocuğunu eğiten öğretmen hassasiyeti için mesleki formasyon, kamu standartları ve kamu etiği ne ifade etmektedir? İnsanı bir bütün olarak değerlendirmekle işe başlanıldığında onun tüm yetileri, ihtiyaçları, duygu, düşünce ve eylemleri ile anlamlı bir yaşam biçimine dönüştüğü gözlemlenir. Bireyin içinde bulunduğu, dolayısıyla devraldığı kültür ve medeniyet bağlamı, zaman zaman kesintilere uğramış olsa da ortak bir dil etrafında ifade edilebilmekte ise buradan hareketle toplumun diğer bileşenleri ile saygı ve sevgi çerçevesinde bir iletişim ve etkileşimi mümkün kılmaktadır. Toplumu oluşturan bireyler, rolleri ve statüleri itibari ile ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, aralarında olumlu diyaloğu sağlamada başarılı olurlar ise insan da devlet de sağlıklı yaşamı sürdürme konusunda rahat yol alır. Ruh ve beden sağlığının devamlılığı, anne karnında başlayıp hayatla sürdürülmek durumunda olduğundan devletin tüm aygıtlarını doğal hayata uyumlu kılma zarureti ortaya çıkmaktadır. İnsan tabiatı ve yeryüzü birbirlerine uyumlu yaratılmış olduğundan hareketle bu uyumu bozacak tüm uygulamalardan kaçınmak, devletin en temel vazifesi olmalıdır. Bugün için tüm yaşam alanları ve araçsal donanımlar, olabildiğince çevreci ve ergonomik tasarlanıyor ve bireyin güvenliği ön planda tutuluyorsa devlet ve birey/toplum diyaloğunun da güven üzerine bina edilmesinden daha tabii bir yaklaşım düşünülemez. Bu düşüncelerden hareketle günümüz Türkiye eğitim sisteminin yapısal sorunlarının çözümü için yeni bir manifestoya kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu sürece katkısı olabilecek bir dizi düşünsel ve eylemsel planlamayı aşağıda maddeler halinde ilgililerin dikkatine sunuyorum; Toplumu oluşturan bireyler, rolleri ve statüleri itibari ile ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, aralarında olumlu diyaloğu sağlamada başarılı olurlar ise insan da devlet de sağlıklı yaşamı sürdürme konusunda rahat yol alır. 9 1. Eğitim süreçlerinin tamamı, bireyin yetileri, talepleri ve kabiliyetleri doğrultusunda, başta temel yaşam becerileri ve sosyokültürel ihtiyaçlar çerçevesinde tamamen esnek, okul öncesi programlarda olduğuna benzer tarzda yeniden planlanmalıdır. 2. Artık ense traşı eğitimi olarak tabir edebileceğimiz tektipleştirici standart fiziki mekân uygulamaları terk edilmelidir. Bunun için de yıkıp yeniden inşa etmek ya da ödenek tahsis etmek yerine, kurum içi dönüşümlerin yalnızca önünü açmak, engelleyici uygulamaları ortadan kaldırmak ve her şeyden önemlisi ‘hoca’ya güvenmek en önemli ??? 10 olmazsa olmaz şartlardır. Okul öncesi kurumların sınıf içi mekânsal düzenlemelerindeki esneklik, derslik sisteminin yaygınlaştırılmasına çalışılarak aynı düzeyde her tür eğitim kurumuna tatbik edilebilir. Sınıf içi dizaynın gerçekleştirilmesinde zümrelerin ortak karar ve planlamaları dikkate alınmalıdır. 3. Yeni okul mimarisi için Kültür Bakanlığı ve MEB, Mühendislik Fakültelerinin Mimarlık bölümleri, TMMOB ve ilgili STK’lar ile ortak araştırma ve fizibilite çalışmaları yapmalıdır. 4. Okulların güçlendirilmesi, temizlik, bakım, onarım, fiziki donanım vb. ihtiyaçları, önemli ölçüde yerel yönetimlerin okul aile birliklerine aktaracakları paydan temin yoluyla giderilmelidir. Bu konuda yasal düzenleme yapılmalıdır. Beyaz bayrak denetimlerinde doğrudan yerel yönetimin sorumluluğu da değerlendirilmelidir. 5. Tüm öğretmen yetiştiren kurumlar ve eğitim STK’ları, temsilcileri vasıtası ile öğretim programları hakkındaki gelişmeleri ortak platformda MEB. Talim Terbiye Kurulu nezaretinde tartışmalı, gerekli program teklifleri ve geliştirmeleri birlikte yapmalıdır. 6. Ölçme ve değerlendirme sistemi tek tip olmaktan çıkartılarak, yaklaşık on yıl önce başlatılan yapılandırmacı modelin gereklerine uygun ve merkezi sınav modellerinden bağımsız kredilendirme sürecine dönüştürülmelidir. Bu hususta eğitim alanının iş görenlerine ve hizmet alanlarına güven duyularak yola çıkılması esastır. Eğitimde artık rekabetten ziyade işbirliğini esas alan bir modelin uygulanması zaruri hale gelmiştir. Rekabet, ancak iyi örnekler çerçevesinde daha iyiyi ve üstünü üretmedeki yarışta söz konusu olabilir. 7. Birey ve okul başarısında eğitim sezonu boyunca yapılan ders içi ve ders dışı tüm aktiviteler, bireysel özellikler ve farklılıklar dikkate alınmak suretiyle yetenek boyutuyla değerlendirilmeli ve temel mesleki becerilerin tasnifine dayalı olarak raporlanmalıdır. Bunun için özel dershaneler, özel destek eğitim merkezleri olarak (ÖDEM) yeniden yapılandırılmalı, yurt içi ve yurt dışı eğitim koçluğu/danışmanlığı hizmeti veren, aynı zamanda Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğünden sertifika yeterliliği alma şartına bağlı olarak muhtelif programlara dayalı eğitimlerle bireyin hayata ve mesleğe yönlendirilmesinde rol almalıdırlar. 8. Merkezi sınavlar yerine olgunlaşma ve bitirme sınavları okul içi ve eğitim bölgelerinde ortak uygulanmalı, okullar arası akademik rekabet bu yolla sağlanmalıdır. Bu sınavlar, hem örgün hem de yaygın eğitimden yararlanan öğrencilere açık olmalıdır. 9. ÖSYM, ÖYAK (Öğrenci Yerleştirme ve Akreditasyon Merkezi) olarak yeniden yapılandırılmalı, sınav görevlileri yerine akademik personel, uzman öğretmen ve başöğretmen kadrolarından, ortak bağımsız denetçi havuzu oluşturulmak suretiyle hem yerli hem yabancı öğrenci denklikleri hem de yerleştirilmeye esas akreditasyon, bu denetçiler vasıtasıyla yapılmalıdır. Bu akreditasyonun uygulanmasında e-okul modülü üzerinde hangi belge ve eğitimlerin nasıl puanlandırılacağı şeffaf olarak programlanmalı, aynı zamanda sonuçları iç denetim ile yargı denetimine açık olacak şekilde ilan edilmelidir. 10. Öğrencilerin bireysel olarak geliştirdiği projeler için TÜBİTAK ve Bilim ve Teknoloji Bakanlığına bağlı, akreditasyon merkezleri kurulmasına yasal olarak imkân sağlanmalı ve bu merkezlerin vereceği sertifikalar da MEB ve ÖYAK denetimine tabi olmalıdır. 11. YÖK kaldırılmalı ve üniversiteler, TEBAM (Türkiye Evrensel Bilim Araştırmaları Merkezi) adlı bir bağımsız değerlendirme kuruluşunca tüm dünya üniversitelerinin tabii olacağı kriterlere göre kredilendirilerek derecelendirilmelidir. 12. Eğitim sistemi ancak temelde insanı merkeze alan bir modelle reforme edilebilir. İnsanı programlanması gereken robotlar olarak düşleyen ortaçağ (!) pozitivizminin dişlilerinden ve prangalarından kurtaran kişi ve kurumlar, gelecekte yaşanılabilir bir dünya kurma yolunda da insanlığın önünü açmış olacaklardır. Bunun için yeni bir manifestoya olan ihtiyacı dillendirmekle kalmayıp ortak akılla tarihi coğrafyamızın bize sunduğu bu fırsatı uygulamaya dönük yol haritası çizmekten başka bir yol gözükmemektedir. Güneş ülkesinin çocukları, doğu ilim ve irfanının yüzyıllarca ortak medeniyet havzalarını besleyerek dünyayı nasıl aydınlattığının bilinciyle bu yolculukta kendilerini güvende hissedeceklerdir. Güven duymayı ve güvenilir olmayı yine ve yeniden öğrenip öğretecekler; yerelden evrensele ve evrenselden yerele her türlü bilimsel bilgi akışının çağıldadığı membalardan kana kana içilecek pınarlar vücuda getireceklerdir. İnsanı programlanması gereken robotlar olarak düşleyen ortaçağ (!) pozitivizminin dişlilerinden ve prangalarından kurtaran kişi ve kurumlar, gelecekte yaşanılabilir bir dünya kurma yolunda da insanlığın önünü açmış olacaklardır. Bunun için yeni bir manifestoya olan ihtiyacı dillendirmekle kalmayıp ortak akılla tarihi coğrafyamızın bize sunduğu bu fırsatı uygulamaya dönük yol haritası çizmekten başka bir yol gözükmemektedir. 11 Okulu Yeniden Mayalamak Selahattin Turan Eskişehir Osmangazi Üni. / Eskişehir Genç nüfusu bir eğitim seferberliği ile yeniden ele alır; eğitim sistemimizi eleyici sınavlardan kurtarır; onları sıraya dizmeden, yaftalamadan yetiştirebilirsek; her bir öğrenciyi Türkiye’nin geleceği için bir potansiyel olarak görürsek; yarınlar bugünden daha iyi olacaktır. 12 Yirmi birinci yüzyıl, önceki asırlardan birçok yönlerden ayrılıyor. Burada son iki yüzyıldaki bilinen değişim, dönüşüm ve sarsıntıları burada tartışmamız oldukça zor. Bununla birlikte bu yüzyıldaki sismik değişimleri eğitim sistemimiz açısından yorumlayabilmek ve geleceğe dönük bazı çıkarımlarda bulunmak -bu bağlamda- hayatî bir önem taşıyor. Dünyada olup bitenler ışığında -her ülke- eğitim ve okulu; kendi gelecekleri açısından yeniden kuruyor, stratejiler geliştiriyor, yeniden şekillendiriyor ve okula yeni anlamlar yüklüyor. ilişkin veriler incelendiğinde; gelecek elli yılın Türkiye’nin lehine olacağı yönünde bazı temayüllerin olduğu görülmektedir. Gelecek 50 yılda Türkiye nüfusu birçok Avrupalı ülke nüfuslarından daha fazla olacaktır. Nüfus stratejistlerine göre ‘gelecek yüzyıl kimsenin elinde değil’. Eğer bu genç nüfusu bir eğitim seferberliği ile yeniden ele alır; eğitim sistemimizi eleyici sınavlardan kurtarır; onları sıraya dizmeden, yaftalamadan yetiştirebilirsek; her bir öğrenciyi Türkiye’nin geleceği için bir potansiyel olarak görürsek; yarınlar bugünden daha iyi olacaktır. Türkiye, yaş ortalaması otuzun altında olan genç ve dinamik bir nüfus ve toplum yapısına sahip. Genç ve dinamik toplum yapımız iyi analiz edilip –eğitimde- özgün stratejiler geliştirildiğinde söz konusu bu genç nüfus ülkemiz açısından büyük bir avantaj olarak telakki edilebilir. Türkiye’nin genç nüfusu, son çeyrek yüzyılda, özellikle Batılıların dikkatini çeken bir husustur. Nüfus ve dinamik yapımız analiz edilmesi gereken en stratejik konudur. Bu konuda kafa yorulması, üniversitelerin bu konu ile ilgili raporlar hazırlaması ve araştırmalar yapması gereklidir. Dünya dinamikleri, toplum yapıları ve geleceğe Dünyadaki çağcıl gelişmeleri eğitim politikaları açısından yorumlayabilmek ve mevcut sistem içinde anlamlandırılabilmek için birkaç hususa dikkat etmemiz gerekiyor. Birincisi, toplumumuz için en stratejik varlık ‘birey’dir. Bu varsayımdan hareketle; her çocuğu biricik olarak algılayacak yeni eğitim modelini kurmak zorundayız. Bu bağlamda özellikle Batıcı eğitim politika ve teorilerini Türkiye’ye aktarma yerine eğitim ve okul sistemimizi kendi ‘uygarlık’ tasarımımıza hizmet edecek şekilde yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda eğitim sistemimizin, -okul öncesinden yükseköğretime kadarbir sistem bütünlüğü içinde ele alacak es- nek, her zaman ve koşula uyarlanabilir, hızlı hareket kabiliyeti olan bir yapı ve davranışa kavuşturulması gerekiyor. İkinci husus, -gelecek yirmi yılda- gençlerin en önemli sorunu ‘kendi kendini yönetememe’ olgusu olacaktır ve Türk eğitim sistemi buna hiç hazır değildir. Bu bağlamda çocukların kendi kendilerini yönetebilme ve yaşamı bir bütün olarak algılayabilmeleri için akademik başarı merkezli eğitim sistemi yerine -iyi ödev insanı- yetiştirme felsefesini esasa alan bir anlayışa geçilmesi gerekiyor. Bunun için eğitim sisteminin merkezine çocuklardaki benlik algısı ve benlik terbiyesini güçlendirecek stratejilerin yerleştirilmesi gerekiyor. Üçüncü husus, nesiller arası kopuş ve bu kopuşun getirdiği nesiller arası değer aktarımı me- selesidir. Bu bağlamda yüzleşmemiz ve üstesinden gelmemiz gereken en önemli husus, insanî kimliğin inşa edilmesi ve sürdürülmesinde yaşanan ve artarak devam edecek gibi görünen değerler yıpranmasıdır. Genç nüfusun ve özellikle de öğrencilerin kendi ve toplumlarına olan güvendeki zayıflama sürecini hızlandıracak -toplumumuzun ortak yönelişini sekteye uğratacak- bir tehlike ile karşı karşıya kalmalarıdır. Türkiye eğitim konusunda başını kaldırıp gökyüzüne bakmalıdır. İleride ve gökyüzünde yıldızlar var; bu yönelişin ve dirilişin eğitim ile olacağının farkında olmamız gerekiyor. Bunun için başlangıç noktası okulun “cümle varlığın birliğini” esas alacak şekilde yeniden mayalanmasıdır. Gelecek yirmi yılda gençlerin en önemli sorunu ‘kendi kendini yönetememe’ olgusu olacaktır ve Türk eğitim sistemi buna hiç hazır değildir. Bu bağlamda çocukların kendi kendilerini yönetebilme ve yaşamı bir bütün olarak algılayabilmeleri için akademik başarı merkezli eğitim sistemi yerine -iyi ödev insanı- yetiştirme felsefesini esasa alan bir anlayışa geçilmesi gerekiyor. 13 Barış süreci ve Yeni Anayasada Eğitim Ufuk Coşkun Eğitimci-Yazar / İstanbul Bugün eğitim hayatını tanzim eden tüm yasa, yönetmelik ve birtakım uygulamaların çok eski olduğu görülmektedir. Olağanüstü ortamlarda yürürlüğe sokulan bu tür yasalarla eğitim kuşkusuz bireyin özgürleşmesini, farklılıkları birer zenginlik olarak görmesini dahası ufkunun ve hayal gücünün genişlemesini zorlaştırmaktadır. 14 Türkiye uzun yıllar Kürt sorunu bağlamında bölgede barış ortamını sağlayamamıştı. Bu durum hem bölge insanını hem de ülkeyi ekonomik, siyasi ve sosyal birtakım olumsuzluklarla baş başa bıraktı. Kuşkusuz terörün eğitim öğretim faaliyetlerini de sekteye uğrattığı bilinen bir gerçektir. Bölge insanı yıllardır nitelikli eğitim öğretim imkânından yoksun bırakıldı. Ne var ki eğitim söz konusu olduğunda üzerinde durmamız gereken bir başka husus var o da; merkeziyetçi ve tek bir ideolojiye mahsus eğitim anlayışının ayrımsız toplumun farklı kesimlerine dayatılmasıdır. Bu şu demektir; bugün terörün bitmesi ve barış ortamın tesis edilmesiyle eğitimde ciddi bir kalkınma yaşanmayacaktır. Çünkü sorun eğitimin bizatihi kendisindedir. Barış ortamının tesis edilmesi ancak yeni anayasa sürecini hızlandırır. Tam da bu noktada eğitimin yeni anayasada nasıl tanzim edilmesi gerektiğini konuşmalıyız. Türkiye’de farklı kesimleri içine alan onları tek potada eritmeyen özgürlükçü bir eğitim anlayışının yerleşmesi gelinen noktada artık bir zorunluluktur. Eğitim farklılıklara mesafeli Bugün Türkiye’deki mevcut toplumsal sorunların kökeninde farklı dil, inanç ve kültürleri dışlayan, yasaklayan ve onları yok sayan nasyonalist bir zihniyetle kurgulanmış bir eğitim sisteminin de payı bulunmaktadır. Ne yazık ki kimse meselenin eğitim boyutunu gündeme getirmemektedir. Partilerin hazırlamış oldukları anayasa taslaklarında da genel eğitim politikalarına dönük herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Oysa mevcut eğitim anlayışı hala otoriter, dışlayıcı, tek-tip insan yetiştirmeye endeksli işlev görmekte dolayısıyla farklı kültürlere mesafeli yaklaşmaktadır. Geçenlerde Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ve Avrupa Konseyi tarafından yürütülmekte olan “Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları Eğitimi Projesi” kapsamında bir çalışmada bulundum. Üç gün boyunca eğitim hayatını tanzim eden tüm yasa ve yönetmelikleri gözden geçirdik. Bakıldığında bugün eğitim hayatını tanzim eden tüm yasa, yönetmelik ve birtakım uygulamaların çok eski olduğu görülmektedir. Olağanüstü ortamlarda yürürlüğe sokulan bu tür yasalarla eğitim kuşkusuz bireyin özgürleşmesini, farklılıkları birer zenginlik olarak görmesini dahası ufkunun ve hayal gücünün genişlemesini zorlaştırmaktadır. Bu bakımdan insan haklarına dayalı, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim felsefesine ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Kendine özgüveni olan, demokrat ve özgürlükçü bireylerin yetişmesine imkân tanımalıdır artık eğitim sistemi. Bu çerçevede eskiden kalma yasa ve yönetmelikler mutlaka gözden geçirilmeli ve eğitim, devleti değil bireyin hak ve özgürlüklerini koruyan bir anlayışla işlev görmelidir. Kısacası gelinen bu barış ortamında eğitimin multikültüralist bir perspektifle yeniden ele alınmaya ihtiyacı vardır. Anayasada Eğitim Türkiye’de yaşayan herkes kültürel, bilimsel, dini ve sanatsal faaliyetlerinde anadilini kullanma, anadilinde eğitim, öğrenim ve kamu hizmeti görme hakkına sahip olmalıdır. Resmi dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi, bu hakkın kullanımına engel olmamalıdır.1982 Anayasasında yasaklanan anadil eğitimi yeni anayasada mutlaka özgürlükçü bir perspektifle yerini almalıdır. Aynı şekilde yeni anayasada birey seçtiği dini aynı inanca mensup insanlarla oluşturduğu cemaatlerle (sivil toplumla) yaşama, yayma ve örgütleme hakkına sahip olmalıdır. Cemaatler vergi ödedikleri devletten çocuklarına dini eğitim vermesini de talep edebilirler. Verilecek olan din dersinin içeriğini belirleme hakkı da velilere ait olmalıdır. Dolayısıyla zorunlu din dersi kaldırılmalı. İnanç gruplarına bu alanda serbestlik tanınmalıdır. Demokratik dünya bu maddenin gereğini yerine getiriyor. Örneğin Homeschooling gibi alternatif eğitim modellerinin uygulanmasına müsaade ediyor. ABD ve KANADA gibi ülkelerde bu yönde çıkarılmış çok sayıda yasa var. Hatta Amerikan senatosu 16 Eylül 1999 günü oybirliğiyle aldığı 183 nolu kararla 19-25 Eylül 1999 haftasını ‘Ulusal Kişi Merkezli/Homeschooling Eğitim Haftası’ olarak belirlemiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 26/3: Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler. Diğer taraftan eğitim birliğini öngören Tevhid-i Tedrisat yasası da bugün eğitim özgürlüğü açısından bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Teknolojinin hızla geliştiği bir dünyada bugün çok farklı meslek dalları oluştu. Dolayısıyla bugün itibariyle yürürlükte tutulan Tevhid-i Tedrisat yasası bu hızı yakalamakta yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan toplumun ihtiyaç hissettiği gerek meslek adamını ve gerekse din adamını kendi bildiği yoldan kendi açacakları okullarda yetiştirmesinin önü mutlaka açılmalıdır. Ve bu yasa artık kaldırılmalıdır. Eğitimde ebeveynin rolü de üst düzeyde olmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 26/3: “Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.” der. 15 İnsanın doğuştan getirdiği kabiliyetlerini geliştirebilmesinin yolu, kuşkusuz insanı insana bırakmaktan geçmektedir. Bu bakımdan yeni anayasada “eğitimin” özgürlükçü bir perspektifle yeniden tanzim edilmesi elzemdir. Yeni anayasada eğitim özgürlüğü kapsamında dile getirilmesi gereken bir başka ve önemli konu; militarist uygulamaların eğitim kurumları aracılığıyla artık çocuklara verilmemesi gerektiğidir. Bugün ilköğretimde çocuklara asker komutlarıyla içirilen yemin metninin ne pedagojiye ne de hukuka uygun olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan yeni anayasa, militarizmin eğitimin tüm unsurlarından ayıklanması konusunda tedbirler almalıdır. Eğitimin iktisadi boyutu atlanmamalıdır Türkiye’de kimsenin mali durumunu, görüşünü, dinini, ırkını, mezhebini vs. dikkate almadan herkesten toplanan vergilerle sağlanan eğitim hizmeti ne yazık ki sadece belirli bir kesimin işine yarayacak türden bir faaliyet olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla mevcut finansman yönteminin milli eğitimin amaçlarında da ifade ettiğimiz gibi günümüz finans dünyasının bir hayli gerisinde bir anlayışla temin ediliyor olması da ayrıca önemlidir. Eğitim, iktisadi boyutu ve doğurduğu olumsuz sonuçlar görmezden gelinerek anayasada tanzim edilmemelidir. Çünkü vergi mükellefleri tarafından temin edilen servetin devlet tarafından alınıp dağıtılmasını öngören bu yerleşik mevcut finansman yaklaşımı ne yazık ki dünyanın geldiği bu noktada hiçbir yaraya merhem olmamaktadır. Devlet okullarında kalite düşüşüne neden olduğu gibi eğitim daha çok zengin ailelere dönük ayrıcalıklı bir hal almaktadır. Çünkü bu alanda yapılan birçok araştırma üniversite sınavını kazanan öğrencilerin orta ve orta üstü gelir düzeyine sahip ailelerin çocukları olduğunu göstermektedir. Yeni anayasa bu adaletsizliği ortadan kaldıracak bir anlayışla ele alınmalıdır. Sonuç olarak Türkiye’de insan haklarına dayalı, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim anlayışına ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Neticede eğitimin nihai amacı tek-tip insan üretmek değil birbirleriyle iyi ilişkiler kuran, kendine ait bir dünyası olan ve bu dünyasını kendisi için koyduğu ilkeleriyle zenginleştiren özgür bireyler üretmektir. Bunun da başlıca yolu; insanın en tabii haklarına, özelliklerini en verimli şekilde kullanmasına imkân tanımaktan geçmektedir. Başka bir deyişle insanın doğuştan getirdiği kabiliyetlerini geliştirebilmesinin yolu, kuşkusuz insanı insana bırakmaktan geçmektedir. Bu bakımdan yeni anayasada “eğitimin” özgürlükçü bir perspektifle yeniden tanzim edilmesi elzemdir. Özellikle barış sürecinde bunun ne kadar gerekli olduğu ortada değil mi? 16 Terörün Bitmesi Etkiler Eğitimi Nasıl Terör ülkemizin bir gerçeği olarak on yıllarca bizleri sosyal, siyasal, ekonomik yönden etkiledi, farklı açılardan kalkınma hızımızı azalttı. Tabi terör hiçbir zaman dış destek almadan ortaya çıkmaz, gelişmez, insanların yaşamlarına olumsuzluk katmaz. Şöyle ki eskiden ülkeler düşmanlıklarını cephede sergilerken zamanımızda savaşlar daha sinsi hale geldi ve emperyalist güçler sömürmek istedikleri ülkeleri önce ülke içinde etnik, dini, mezhepsel, siyasal farklılıkları öne sürüp toplumu birbirine kırdırıyor sonra bu sürecin işlemesi, gelişmesi için özellikle medya ve basını kullanarak insanları cahilliğe itiyorlar. Nitekim kalkınmanın temel unsuru sanıldığının aksine ekonomi değil eğitimdir, kültürel, bilimsel gelişmelerdir. Bir halk düşünün ki terörden canı yanmış, halkı birbirine küsmüş, kendi değerlerine yabancı olmuş, ilerleme durmuş, ayrışmaların eşiğinde olmuş olsun. Acaba böyle olunca ülkedeki başka güzel potansiyellerin anlamı kalır mı? İşte terör bu ülkede on yıllarca hüküm sürerek öncelikle insanlarımızın düşünce fikir dünyasını zehirledi, önyargıların esiri olmasına yol açtı, farklılıklarımızı olağan görecek kadar ufuk ötesi görmemizi engelledi. Tabi bu bilinç seviyesindeki düşüş hayatın farklı alanlarında insanlarımızı farklı şekilde olumsuz olarak etkiledi. Özellikle doğuda cereyan eden şiddet göçe, kutuplaşmalara, bölgeler arası ekonomik, kültürel farklılıkların artmasına yol açtı ki bu tek vatanda yaşayan insanlarımız için olumlu değildir. Çünkü ülke bir bütündür ve bir bölgenin var olan sorunları başka bölgeleri de etkiler. Son zamanlarda terörü önle- ? meye yönelik yapılan çalışmalarda yıllarca uygulanmış olan askeri müdahale yerine diyalog, diplomasi, siyasi arenada çözüm, farklılıklara saygı, etnik dile esneklik, üniversitelerde etnik dil eğitimi, genel olarak çözüm için belli çerçevede esneklik sağlama tutumları terörün bitmesi adına umut verici olmuştur. Tabi bu süreç ezber bozan bir yapıdır, insanlarımızın çözüm odaklı ve esnek düşünmesi gelecek adına umut vericidir. Terör bittiği taktirde ülkemiz önemli bir ayakbağından kurtulup var olan potansiyelini etkin şekilde ortaya çıkaracaktır. Tabi bu süreçte eğitimin kalitesi artacak, her bölgede güvenli olarak eğitim kurumları, üniversiteler geniş etkili çalışmalar yapacak, sorunsuz ve güvenlik içinde eğitim kurumları açılacak aynı zamanda daha bilinçli, çözüm odaklı düşünen, nedenselliğe dayalı düşünme biçimini benimseyen nesillerin ortaya çıkmasına vesile olacaktır. Unutulmamalı ki bu ülkenin en temel sorunu yetersiz bilinç seviyesidir, bu da ülkeyi geriletmektedir. Eğitimin kalitesinin artması demek başta sosyal kalkınma olmak üzere hayatın tüm alanlarında kalkınma demektir. Eğitimin düzeyi arttıkça insanlarımız arasındaki terörden kaynaklı etnik, dini, mezhepsel ayrımcılıklar, tabular son bulacak onun yerine farklılıkları zenginlik sayan, evrensel insani değerler etrafında yaşayan, seven, paylaşan, sosyal sorumlulukları yerine getiren nesilller oluşacaktır. Terörün etkileri bittikçe insanlarımız önünü daha net göreceği için daha büyük idealler oluşturarak vizyonlarını genişletecek, yarının Halil Kırık Eğitimci- Yazar / İstanbul Terör bu ülkede on yıllarca hüküm sürerek öncelikle insanlarımızın düşünce fikir dünyasını zehirledi, önyargıların esiri olmasına yol açtı, farklılıklarımızı olağan görecek kadar ufuk ötesi görmemizi engelledi. 17 Eğitim sistemi başka olumsuz dış etkenlerden bağımsız olduğu sürece, toplumun gerçeklerinden yola çıkılarak onun ihtiyaçlarının karşılanması oranında uzun vadeli hedefler konulduğu sürece başarı gelir, sağlıklı kalkınma olur. İnsanların yaratıcı, verimli düşünmesi ancak gerekli insani şartlar sağlandığında oluşur. 18 inşası adına var olan potansiyel isteklendirme kaynaklarını arttıracaktır. Eğitimdeki son yıllarda yapılan büyük atılımlar, üniversite sayısının iki katına çıkarılması, örgün eğitim kurumlarında müfredatın ezbercilikten çıkıp yaratıcı düşünme şekline bürünmesi, toplumsal canlanma, değişim için çok önemlidir. Tabi tüm bu atılımların meyvesini daha hızlı almak için terörün bitmesi, siyasi arenada çatışmalar yerine kolektif düşünme anlayışının hakim olması lazımdır. Eğitimi engelleyen şiddet bir bakıma insanların psikolojik yapılarına da etki ederek adeta korku toplumu, panik toplumu oluşturulmak istendi. Ki bundaki amaç emperyalist güçlerin halkı çabuk etkisi altına alması isteği, sindirme politikası ile istedikleri yönde kullanma sürecidir. Eğitimde rahatlama demek eğitimde kalite artışı demektir, bu da artık korku yerine özgüven, barış toplumu demektir. Nitekim bilgi arttıkça, eğitimde nitelik arttıkça korkular gider yerine özgüven, yaratıcılık gibi en temel insani güdüler gelir. Terörü besleyen damarlardan olan cehalet azaldıkça daha güvende, uzun vadeli eğitim politikaları üreten toplum yapısı ortaya çıkar. Çünkü terör oldukça dikkatler oraya gittiği için en temel sorun eğitime yeterince eğilme olamayabilir. Eğitim sistemi başka olumsuz dış etkenlerden bağımsız olduğu sürece, toplumun gerçeklerinden yola çıkılarak onun ihtiyaçlarının karşılanması oranında uzun vadeli hedefler konulduğu sürece başarı gelir, sağlıklı kalkınma olur. İnsanların yaratıcı, verimli düşünmesi ancak gerekli insani şartlar sağlandığında oluşur. Eğitimde nitelikli, gelişim odaklı, yaratıcı düşünen beyinler olabildiğince dış dünyadaki olaylardan olumsuz etkilenmeyen, önyargılar oluşturmayan kişilerde olur. Terörün bitmesi eğitimde daha çok fırsat eşitliğini sağlar, özellikle kırsal kesimde kız çocuklarının okuma düzeyi artar ki kızların okuması ülkemiz adına atılmış önemli adımdır. Terörün bitişiyle terörden beslenen güçler, terörü oluşturanlar bilinçlenmiş insanlar tarafından daha iyi tanınacağı için olası yeni hain planlara önlem alınmış olur. Tabi biten terörle birlikte aileler de daha bilinçli, güven içinde olarak çocuklarını okutur, bu durum insanlar arasında verimliliği artırır, nemelazımcı düşünme biçiminden kardeşlik bilincine doğru sağlam adımlar atılır. Unutulmamalı ki şiddet olmazsa aileler daha sağlıklı nesiller oluşturur. Son olarak şu bir gerçek ki ülkemiz sahip olduğu konum itibariyle zor bir yerde ve çok oyunlar var. Bu durumun önlenmesi ancak sorgulayan, araştıran, dayanışmacı ruha sahip evrensel insani değerleri benimseyen insan yapısına ihtiyaç vardır. Terörün etkisiz hale gelmesi nitelikli eğitim, dolayısıyla nitelikli insan yetiştirme adına çok verimli sonuçlar doğuracaktır. Tabi güven içinde olan insan üretir, gelişim odaklı olur, sosyal uyum sorunu yaşamaz. Terörün bitmesi insanlığın kazanmasıdır ama unutulmamalı ki her türlü şiddetin, terörün çıkışı cehalettir, ilacı ise eğitimdir. Doç. Dr. Erhan Bingölbali: Öğretmenlik her şeyden önce bir “dertlenme” meselesidir. Sizce Matematik Eğitimcisi olmanın an- bir konumdayız Matematik Eğitimcisi lamı nedir? olarak. İfade ettiğim bu sorunlara çöMatematik hepimizin bildiği gibi birçok züm bulma noktasında Matematik Eğiöğrencinin zorlandığı ve başarısız olduğu timcisi olmak büyük önem arz ediyor. bir derstir. Böyle olunca birçok öğrencide En genel anlamda bunu söyleyebilirim. matematik korkusu ve matematik fobisiyle karşılaşıyoruz. Ve bunlardan hareketle bakıyoruz ki aslında matematik sadece çocukların sorunu değil aynı zamanda ebeveynlerin sorunu, öğretmenlerin sorunu, okul yöneticilerinin sorunu ve daha genel çerçevede ulusal bir sorun. Matematikte daha başarılı olan bireylerle daha fazla üretim yapabilirsiniz. Dünyada daha iyi rekabet edebilen bir ülke haline gelebilirsiniz. Bütün bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz; çocukların sorunu olarak matematik, okulların sorunu olarak matematik ve ülkenin sorunu olarak matematik karşınızdaysa o zaman Matematik Eğitimcisi olmak da önem arz ediyor. İşte çocukların sorunlarına, okulların sorunlarına, öğretmenlerin sorunlarına hatla ülkenin sorununa yardımcı olabilecek Röportaj: Tuba Gül Gaziantep Üniversitesi Öğrencisi Eğitim Fakültelerinde Matematik Eğitimi konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir? Aslında mevcut öğretmen adaylarını yetiştirme noktasında çok büyük bir rolümüz ve işlevimiz var Eğitim Fakültelerinde çalışan öğretim üyeleri olarak. Biliyorsunuz, 2005 yılından bu yana Türkiye’de eğitim ve öğretimde ciddi bir paradigma değişikliği var. Bu paradigma değişikliğinde genel olarak söyleyecek olursak öğrenci merkeze alınıyor. Öğrencinin aktif katılımıyla bir öğretimin icra edilmesi öngörülüyor. Bu bağlamda yetiştireceğimiz matematik öğretmen adaylarının niteliği önem arz ediyor. Onun için Eğitim Fakültelerinde öğretmen adaylarının nasıl bir hazırlıkla yetiştirildikleri de büyük bir önem arz ediyor. Doç. Dr. Erhan Bingölbali kimdir? Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Matematik Eğitimi Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 19 Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fakültesi açısından düşünecek olursak biz sonraki yıllarda okullarda görev yapacak öğretmen adaylarının yetiştirilmesine dönük bir eğitim vermeye çalışıyoruz. Hem alan bilgisi noktasında hem de alanın öğretimi noktasında öğretmen adaylarımızı tecrübeli ve birikimli bir şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. 20 Üniversitelerde matematik öğretiminin içeriği hocalara da bağlı olduğu için hocaların buradaki birikimleri, yaklaşımları çok büyük bir önem arz ediyor. Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fakültesi açısından düşünecek olursak biz sonraki yıllarda okullarda görev yapacak öğretmen adaylarının yetiştirilmesine dönük bir eğitim vermeye çalışıyoruz. Hem alan bilgisi noktasında hem de alanın öğretimi noktasında öğretmen adaylarımızı tecrübeli ve birikimli bir şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. Bu yeterli midir? Kuşkusuz geliştirilmesi gereken daha çok noktalar var. Ki bu noktalardan en önemlileri ise öğretmen adaylarının öğretmen olduklarında öğretebilecekleri tüm konulara ilişkin hazırlıkla buradan mezun olmaları gerekiyor. Biz burada bunu şu aşamada kısmen yapıyoruz. Mesela bir teknoloji kullanımı, sınıf yönetimi veya kavramların nasıl öğretilebileceği ile ilgili daha fazla derslere ve içeriklere eğitim fakültelerinde ihtiyaç var. Ben çok önemli işlevlerimiz olduğunu düşünüyorum. Bu noktada daha fazla uğraş ve çabanın da gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sizlerin de az önce belirttiğiniz gibi öğrencilerin matematikten korkuları aşikârdır. Ve genellikle “Hocam biz bunu gündelik yaşamımızda nerede kullanacağız?” sitemiyle karşı karşıya kalıyoruz. Sizce öğrenciler sitem etmede haklılar mı? Bu hususta ne buyurursunuz? Öğrencilerin evet, matematikten korktukları bir gerçek. Korkularının nedenlerini irdelediğimizde birçok faktör var. Ama ön plana çıkan üç tane faktörden bahsedebiliriz. Birincisi, gerçekten de matematik zor. Biz içerisinde çok zor kavramların olduğu bir alanla uğraşıyoruz. Mesela bir sayının gelişimine baktığımız zaman bunun insanların binlerce yılını aldığını görürüz. Çok temel bazı kavramların bugünkü haline gelmesi çok büyük beyinlerin uğraşısı neticesinde olmuştur. Ve biz bazen öğrencilerin bu kavramları çok kısa sürede anlamalarını bekliyoruz, bu gerçekçi değil. Dolayısıyla öğrencinin matematikten korkmasının nedenlerinden bir tanesi veya matematikte zorlanmalarının nedenlerinden bir tanesi gerçekten de matematiğin zor olması, doğası itibariyle zorluk yaşatması. İkincisi, kimi zaman öğretim yöntem ve tekniklerimizden de kaynaklanıyor öğretim üyesi ve öğretmen olarak. Daha çok pedagojik nedenler kapsamında değerlendirebileceğimiz bu sebeplere baktığımız zaman somut materyal kullanmıyor olmamız, teknolojiden etkin bir şekilde faydalanamıyor olmamız ve öğrencinin hangi yöntemle öğrenebileceği konusunda bilgi eksikliğimiz öğrencilerde bu tür sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Yani bir öğrencide bu fobinin gelişmesinde biz öğretmenlerin yaklaşımları, bazen kullanmadığımız yöntem ve teknolojiler ve metotlar öğrencilerde bu tür duyguların gelişmesine yol açıyor. Üçüncüsü ise benzer şekilde bazı öğrencilerin kendilerinden dolayı öğrenme güçlüğü yaşadıkları oluyor. Yani biz psikolojik anlamda motive olmamış ve ailesinden dolayı bazı sıkıntılar yaşayan çocukların matematikte zorlandıklarını görüyoruz. Mesela çocuk okula devam edemiyor veya çeşitli fizyolojik problemleri olabiliyor veya zihinsel bazı sıkıntıları olabiliyor. Mesela bir şey öğretiyorsunuz, çocuğun verilen şeyi hafızasında tutma gibi yeterliği olmayabiliyor. Ve bu da nihayetinde bir fobiye bir korkuya dönüşebiliyor. Çocukların zorluk yaşamasının nedenleri arasında bunları sayabiliriz. “Biz bunu nerede kullanacağız?” sorusuna gelince, özellikle ilköğretimde çocuğun anlamlı bir şekilde matematik öğrenmesi için gerçekten de gerçek hayatta bizim matematiğin kullanılabileceğine dair bazı örnekler sunmamız gerekiyor. Diyelim ki; bir küp prizmayı anlatıyorsunuz bunu soyut olarak anlatmak yerine günlük hayattan ve çevreden bunlarla ilgili örnekler verip matematiğin günlük hayatla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz ve onlara gösterebiliriz. Benzer şey ölçümler için de geçerli veya istatistik için de. Yani biz bugün matematik olmaksızın mesela televizyonda çıkan birçok yayını veya birçok reklamı gerçekten de anlamakta zorluk çekeriz. En basiti seçim sonuçlarını anlamlandırmada zorluk çekebiliriz. Dolayısıyla günlük hayattan örnekler alarak bunu sınıf ortamına taşıyıp onun üzerinde matematik öğretimi gerçekleştirmek bazı öğrencileri motive edebilir. “Ha demek ki, ben matematik öğrenirsem günlük hayatta belli bazı işlerimde bana yardımcı olabilir.” duygusuna sahip olabilirler. Ama şu da bir gerçek, matematikteki her şeyin çok hızlı bir şekilde günlük hayatta uygulanmasına da gerek yok. Belki bunların çok üst düzeyde uygulamaları olabilir. Yani bu konuda da hemen bütün matematiği uygulanabilir bir matematik gözüyle ele almak da doğru değil. Fakat eğer biz, ilkokul ve ortaokul matematiği hakkında konuşuyorsak günlük hayattaki örnekler üzerinden matematik öğretimini biz kimi zaman inşa edebilir ve o şekilde de çocuklar için anlamlı hale getirebiliriz. Çocukların, matematik günlük hayatta ne işime yarıyor sorusunun cevabının bir kısmını da o şekilde verebiliriz diye düşünüyorum. İlkokul ve ortaokul matematiği hakkında konuşuyorsak günlük hayattaki örnekler üzerinden matematik öğretimini biz kimi zaman inşa edebilir ve o şekilde de çocuklar için anlamlı hale getirebiliriz. Çocukların, matematik günlük hayatta ne işime yarıyor sorusunun cevabının bir kısmını da o şekilde verebiliriz diye düşünüyorum. Peki efendim bu söylediklerinizi toparlama mahiyetinde matematiğin korkunç bir şey olmadığını göstermek adına neler yapılabilir? Bence bu yargı bir iki gün içerisinde oluşan bir yargı değil. Ve bir çocuğun 21 çocukluk döneminde oluşan bir bakış açısı ve yargı da değil. Evet, birçok öğrenci böyle düşünüyor. Ben bu konuda bir kültür oluşturma açısından yani matematiğin korkulacak, çekinilecek bir bilim dalı olmadığını öğrencilere öğretmek açısından öncelikle öğretmenlere ve sonra da ebeveynlere çok önemli görevler düştüğünü düşünüyorum. Bir defa biz öğretmenler olarak eğer matematiği anlamlı, uğraşılabilir, anlamlandırılabilir bir şey olduğunu öğrencilere taa küçük yaştan itibaren tecrübe ettirirsek öğrenciler matematiğin korkunç bir şey olmadığı noktasında bir bakış açısı geliştirebilirler. Tabi bu dediğim çözümler öğretmenin niteliğini artırmakla öğretmenin öğretim yöntemini ve tekniklerini geliştirmek ve zenginleştirmekle biz o algının değişmesini sağlayabiliriz ve o algının daha da azalmasına yol açabiliriz. Dolayısıyla ben birinci derecede burada görev ve sorumluluğu öğretmenlerin omzuna yüklüyorum. Tabi öğretmenlerin de bunu icra edebilmeleri için yani çocuklardaki o duyguyu ortadan kaldırabilmeleri için kendilerine yardımcı olunması gerekiyor. Ve burada da iş aslında üniversite öğretim üyelerine düşüyor. Bir defa öğretmenlerimizin çok iyi kaynakları olması gerekiyor. Çok iyi materyallerin olması gerekiyor. Teknoloji konusunda iyi eğitilmeleri gerekiyor. Ve bunu öğretmenlere bu tür 22 becerileri kazandıracak ve kazanmasına yardımcı olacak kişiler de üniversite öğretim üyeleri. Daha sonra ebeveynlerle ortak şeyler yapılabilir. Belki de okulun bazı günlerinde matematik sevgisiyle ilgili ebeveynlerle toplantılar yapılabilir ve onlar bilinçlendirilebilir. Onun dışında öğrenci motivasyonu ve tutumu için de bazı etkinlikler yapılabilir. Matematiğin günlük hayatta uygulandığına dair çeşitli örnekler kendilerine gösterilebilir. Ve matematik öğretimi icra edilirken kendileri tecrübelerle bu duygudan uzaklaşabilirler. Tabi bu çözümlerin hepsi matematiğin korkunç bir şey olduğu algısını ortadan kaldırmaya yetmez. Yani matematiğin aslında korkunç olduğu ve zor olduğu algısının bazen mümkün olmadığı algısı geçmişte de vardı bugün de var. Bundan sonra da devam edecek. Ama ne yapabiliriz. Hani bir depreme dayanıklı bir bina yapmak gibi bir şey aslında. Eğer siz depreme dayanıklı bir bina yaparsanız, deprem olduğu zaman daha az hasarla bunu atlatabilirsiniz. Deprem sürekli olacak. Kaçınılmazdır depremin olması. Dolayısıyla matematikten bazılarının korkması da kaçınılmazdır. Ama bizim özellikle öğretmen üzerinde alacağımız yöntemlerle bu sayıyı azaltabiliriz ve minimize edebiliriz. Onun için ben öğretmenlere bu noktada ve dolaylı olarak da öğretim üyelerine çok iyi bir iş düştüğünü düşünüyorum. mun ilanı gibi bir şey. Siz nasıl bir öğretim icra ederseniz neticesinde de öyle bir sonuç elde edersiniz. Uluslararası Uluslararası sınavlardaki matematik ba- sınavlarda da az önce ifade ettiğim gibi şarımızı nasıl değerlendiriyorsunuz? analize, senteze dayalı çocuğun analiUluslararası sınavlarda evet, bizim ül- tik düşünebileceği sınavlara da yer vekemiz genelde son sıralarda. Bu as- rildiği için biz bu gibi soru türlerinde lında ülkemizde genel olarak var olan başarısız oluyoruz. Ve bu yüzden de o kanaatin de tersine bir sonucu. Çünkü sınavlarda maalesef durumumuz kötü bizim ülkemizde “Bizim en kötü çocu- değil, çok kötü. ğumuz, Avrupa’daki birçok çocuktan Son yıllarda atılan bazı adımlar var. Becedaha iyi matematik biliyor ve yapabi- rilerin daha çok ön planda tutulduğu müfliyor.” gibi bir algı var. Bu doğru de- redat yaklaşımı uygulanmaya çalışılıyor. ğil. Şimdi TIMSS ve PISA gibi sınavlara Öğretmenlere bu konuda eğitimler vebaktığımızda o tür sınavlarda daha çok rilmeye çalışılıyor. Öğretmenlerden meöğrencilerin analitik düşünme beceri- sela analitik düşünmeyi geliştirici şekilde leri ölçülüyor. Yani çocuk analiz yapa- bir öğretim yapmaları isteniliyor. Bunlar biliyor mu, sentez yapabiliyor mu? Bu teorik düzeyde kabul gören, onaylanan tür sorularda da bizim öğrencilerimiz görüşler ama uygulamada ben çok yer genel olarak başarısız. Tabi ki bunun bulduğunu düşünmüyorum. Yaptığımız nedeni de bizim öğretimimizin daha araştırmalar da onu gösteriyor. Onun için çok işlemsel anlamaya dayalı olması biz öğrencilerimizin TIMSS ve PISA’da veya kavramsal anlamanın bizim ülke- başarılı olmalarını istiyorsak öğretmenden mizde arka planda kalmasıdır. başlayarak öğretmen ve öğretmen adayGenel olarak sınıf içi uygulamalara baktığımız zaman -bunlarla ilgili projeler de yürüttüm- orada şunu görüyoruz, bizim sınıflarımıza daha çok işleme dayalı bir öğretim yapılıyor. Çocuğun, mesela farklı çözüm yolları üretebileceği, sorgulayabileceği, eleştirebileceği; analiz, sentez yapabileceği ortamlar sunulmuyor. Ve bu türden sorulara çok az yer veriliyor. Yani bu aslında malu- larını iyi yetiştirmeliyiz. Sınıf içi uygulamalarımızı geliştirmeliyiz. Belki ondan sonra başarı gösterebiliriz. Peki Efendim, matematik öğretmenlerine ve öğretmen adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir? Yardımcı kaynak olarak tavsiye edebileceğiniz eserler var mıdır? Uluslararası sınavlarda evet, bizim ülkemiz genelde son sıralarda. Bu aslında ülkemizde genel olarak var olan kanaatin de tersine bir sonucu. Çünkü bizim ülkemizde “Bizim en kötü çocuğumuz, Avrupa’daki birçok çocuktan daha iyi matematik biliyor ve yapabiliyor.” gibi bir algı var. Bu doğru değil. Şimdi TIMSS ve PISA gibi sınavlara baktığımızda o tür sınavlarda daha çok öğrencilerin analitik düşünme becerileri ölçülüyor. Yani çocuk analiz yapabiliyor mu, sentez yapabiliyor mu? Türkiye’de matematik eğitimi çok uzun bir geçmişe sahip değil. 20 yıllık bir geç- 23 mişi var. Ve sevinerek belirtmeliyim ki son 10 yıl içerisinde bu alanda çok ciddi anlamda çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Bir çok kitap mevcut artık. Benim dâhil olduğum “İlkokul ve Ortaokul Matematiği” Abant Üniversitesinden Soner Durmuş’un editörlüğünü yaptığı kitabı kesinlikle öneriyorum. “Kavram Yanılgıları” kitabı var. Değişik üniversitelerimiz- de öğretim üyesi hocalarımızın yazdığı “Matematik Öğretimi” kitapları var. Bunların dışında birçok eğitim fakültelerimizin eğitimle ilgili dergileri var. O dergilerde de matematik eğitimine ilişkin birçok çalışma var. Artık birçok öğretmenimiz sadece Google’dan dahi mesela “kesirlere ilişkin öğrenci zorlukları” gibi aramalar yaptıklarında karşılarında mutlaka bir iki tane çalışma bulacaklardır. Ben öğretmen ve öğretmen adaylarının makale veya bu tür kitap çalışmalarından yararlanmalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum ve tavsiye de ediyorum. Çünkü o çalışmaların birçoğu sınıf ortamında ve öğrenci-öğretmenden elde edilen verilere dayalı olarak yazılmıştır. Her birinden mutlaka bizim öğrenebileceğimiz bazı şeyler vardır. Onun için dergileri, kitapları çok yakından takip etmelerini tavsiye ediyorum. Bu şekilde biz aslında birçok değişik kişinin tecrübelerinden de istifade etmiş oluyoruz. Öğretmenlik, ciddi anlamda zor bir iş. Yani bir sınıfa giriyorsunuz, bazen ilgisi eksik, motivasyonu yetersiz öğrencilere hatla bazen ihtiyaç duymayan öğrencilere matematik öğretmeye çalışıyorsunuz. Söyleşimizin en başında da bir matematik fobisinden, korkusundan bahsetmiştik işte bir de birçok öğrenci bu algıyla sınıfa geliyor. Dolayısıyla 1-0 değil de 10-0 geride başlıyorsunuz bazı sınıflarda matematik öğretmeye. Ve tam 24 da bu noktada öğretmen ve öğretmen Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler adaylarının tutumları, yaklaşımları, biri- var mı? kimleri, tecrübeleri önem arz ediyor. Böyle bir fırsat verdiğiniz için sizlere teBen öğretmenliğin her şeyden önce bir şekkür ederim. Genelde “Öğretmenler “dertlenme” meselesi olduğunu düşünü- Odası” ile ilgili negatif bir algının olyorum. Yani hangi konuda olursa olsun duğunu düşünüyorum, özellikle öğretbir kişi, eğer yapacağı iş konusunda dertli menlik uygulaması ve öğretmenlik deise sürekli onun üzerinde kafa yoruyorsa neyimi dersimizden yola çıkarak. Bazı mutlaka bu onun pratiğine etki edecek- öğretmen adaylarımız okullara gittikletir. Ve tam da bu sebepten ben burada rinde eğitim ve öğretim dışında daha başarının sırrı olarak dertli matematik farklı şeylerin konuşulduğu noktasında öğretmeni ve dertli matematik öğretmen şikâyetçi oluyorlar. Bu durum da asadaylarının yetişmesini arzu ediyorum. lında öğretmenler odasında konuşulan Tabi dertli olmakla dertlenmekle de hal- şeylerin niteliğinin arttırılmasına dönük lonulacak bir şey değil. Yani siz dertlendi- olarak bazı çalışmaların yapılması geğiniz zaman o derde deva olacak çözüm- rektiğini ortaya koyuyor. ler için de çaba göstermeniz gerekiyor. Derginizin tam da bu noktada ciddi Burada mesela Milli Eğitim’de çalışan öğ- bir işlevinin olduğunu söyleyebilirim. retmenlerin sürekli hizmet içi eğitimlere Öğretmenler odasında öğrenci zorkatılmaları, eğer mümkünse yüksek lisans lukları, yanılgıları; öğrencinin başaprogramlarına devam etmeleri ve kendi- rısızlığının nedenleri ve bunların çölerini bu şekilde yetiştirmeleri gerekiyor. zümlerinin neler olabileceğine dair Yani bizler sürekli bilgilerimizi güncelle- düşüncelerin paylaşıldığı bir ortam yerek matematik eğitim ve öğretiminin haline gelmesini ümit ediyorum. Eğer kalitesini artırabiliriz. Benzer şey öğret- öğretmenler odasına biz bu tür yayınmen adayları için de geçerli. Ki benim larla bu tür çalışmalarla girersek oragördüğüm kadarıyla 10-15 yıl sonra ka- daki değişimin de mutlaka öğrencilere dar Türkiye’de artık okullarımızda yüksek yansıyacağına inanıyorum. Ve bu hulisans ve doktoralı birçok öğretmenimiz, susta sizleri tebrik ediyorum. müdürümüz olacak. Ve bu şekilde daha bir akademik bakışla biz sorunlarımızı ele Efendim, kıymetli vaktinizi bizlere ayırdıalabilir ve çözebiliriz. Onun için ben dert- ğınız için çok ederiz. lenmek ve gayret etmek ve sürekli kendimizi geliştirmek kaydıyla Türkiye’de ma- Ben teşekkür ederim. tematik eğitim ve öğretiminin kalitesini artırabileceğimizi düşünüyorum. Derginizin tam da bu noktada ciddi bir işlevinin olduğunu söyleyebilirim. Öğretmenler odasında öğrenci zorlukları, yanılgıları; öğrencinin başarısızlığının nedenleri ve bunların çözümlerinin neler olabileceğine dair düşüncelerin paylaşıldığı bir ortam haline gelmesini ümit ediyorum. Eğer öğretmenler odasına biz bu tür yayınlarla bu tür çalışmalarla girersek oradaki değişimin de mutlaka öğrencilere yansıyacağına inanıyorum. Ve bu hususta sizleri tebrik ediyorum. 25 SBS ve YGS’yi Nasıl Bir Dönüşüm Bekliyor SBS ve YGS’yi ortaya çıkartan şartları tespit etmeden, bunların alternatiflerini geliştiremeyiz. Her paragrafta, sınav sistemlerimizi besleyen fikri arka planlardan bahsetmeye çalışacağım. Böylece daha sağlıklı çözümler üretebileceğimize inanıyorum. Özgür Girgin Bilişim Teknolojileri Öğretmeni / Balıkesir 26 Bugün, insanlık neyi aradığını bilmediği için âdeta çöldeki serâbın peşinden koşar gibi suflî arzularının peşinde koşuyor. Öğretmen olarak bizler, genç kızlarımızın konforlu bir hayâtı nerede bulabileceğini öğretmeliyiz ve oğullarımızın fıtrî yeteneklerine uygun meslekleri seçebilmelerini sağlamalıyız. 1 SBS ve YGS nasıl ortaya çıktı: Bir topluluk düşünelim ki insanlar en düşük maliyetle en fazla ürün elde edip sürekli daha fazla kazanmayı amaçlasınlar. Ahlak anlayışları, bu amaçlarına ulaşmayı kolaylaştıracak sekülerlikte olsun. Bu insanların yaşam tarzları, sosyal ilişkileri, eğitim sistemleri, ölçme değerlendirme yöntemleri nasıl olurdu? 2 Bizde de suç var: Pergelin sabit ayağını seküler ahlâka koyalım ve bir dâire çizelim. İstesek de istemesek de hepimiz, bu dairenin içinde kalıyoruz. Öncelikle bu dairenin içinde yaşadığımızı ve bu ahlâkla ahlaklandığımızı kabul etmeliyiz ki bir sonraki adımda teşhis koyarken isabet ettirebilelim. SBS ve YGS ile bu okuduklarımızın ne alâkası var diye düşünenler için konuyu biraz daha açalım. Yaşanabilir bir dünya inşa edecek mimarları biz yetiştireceğiz. Yetiştirdiğimiz nesillerin, malzemeden çalmayacağına, bir daireyi birkaç kişiye satmayacağına emin olabilir miyiz? Biz malzemeden çalmayı bıraktığımız anda yetiştirdiklerimiz de bırakacaktır. Yatılı okulda çocukları bağıra çağıra uyandıran, derse geç giren, yaşam boyu öğrenmeyen, ahlâklı olana değil kaypak olana prim veren bir öğretmen, geleceğimizi çalacak olan nesilleri yetiştiren öğretmendir. Dünyanın en iyi ölçme ve değerlendirme sistemleri karaktersiz insanların bilgilerini ölçse ne değişir ölçmese ne değişir? Karakter sahibi, irfanlı gençlerin potansiyellerini ise ne ölçebiliriz ne de hayâl edebiliriz! 3 Bize müstehak: Bugünkü çarpık eğitim ve sınav sisteminin, 21. yy insanının zihin ve kâlp haritasına uygun olduğunu düşünüyorum. Sorun sistemde değil, bu çarkı çeviren kadrolarda. Bizler de bu çarkın birer parçasıyız. İnsan yaratılışına uygun ölçme ve değerlendirme yöntemlerini, kendi etki alanımızda hayâta geçirdikçe büyük resimdeki değişime yön vermiş olacağız. SBS ve YGS’lerin nihâî hedefi ihtiyaç duyulan istihdâmı karşılamaktır. Bugün, insanlık neyi aradığını bilmediği için âdeta çöldeki serâbın peşinden koşar gibi suflî arzularının peşinde koşuyor. Öğretmen olarak bizler, genç kızlarımızın konforlu bir hayâtı nerede bulabileceğini öğretmeliyiz ve oğullarımızın fıtrî yeteneklerine uygun meslekleri seçebilmelerini sağlamalıyız. Bu satırların cevabı SBS ve YGS’de olmadığı halde, mânevi kaygıları olan aileler bile SBS odaklı bir hayat yaşıyorsa durup düşünmeliyiz. 4 Öğrencilerin amelî olarak ne bildiğini ölçmeliyiz: Tekrar başa dönecek olursak branşımız ne olursa olsun öğrencide ölçmemiz gereken şey “Bu öğrenci nerede istidam olursa insanlıkla, doğayla, kendisiyle barışık bir hayat sürer?” sorusunun cevabı olmalı. Bu sorunun cevabını proje tabanlı ölçme ve değerlendirme yöntemleri ile bulabiliriz. Yaşam boyu öğrenme felsefesine sâhip olmayan bir öğretmen, proje tabanlı eğitim veremeyeceğine göre önce kendimizi ölçme ve değerlendirmeye tâbi tut- malıyız. Eğer bu noktadan hareket etmezsek teoride öğretmen (lafta öğretmen) oluruz. Teorik bir insan ise aşağıdaki paragrafın öznesi haline gelir. 5 Boş lafa karnımız tok: Kredi kartı maharetiyle insanlara alamayacakları şeyleri vaat eden batı, teoride insanların mutlu olabileceği ancak pratikte onları yavaş yavaş yaşayan ölülere dönüştüren bir hayat pazarlıyor. Dershanelerimiz, kazanamayacağını bildiği halde yüzbinlerce öğrenciyi kabul ediyor. YÖK ve eğitime yön veren diğer kurumlar bu duruma ses çıkartmıyor. Öğretmenler proje tabanlı eğitim vermiyor. Kısaca, batının kredi kartı kültürünün farklı bir versiyonunu, okulda öğrencilere biz uyguluyoruz. 6 İhtiyaç duyduğumuz, kendini ve yeteneklerini keşfeden nesil: Proje tabanlı öğrenme ve ölçme ile öğrenci, notlarını sınıf içinde ve dışında verilen görevi yerine getirmesiyle kazanacaktır. Kuru bilginin, irfana dönüşebilmesi ve içselleştirilebilmesi için öğrenci bilgiye ulaşmalı, işlemeli ve üretmelidir. Ders Tarih ise tarihindeki doğru bildiği yanlışları ancak bu şekilde öğrenebilir. Ders Edebiyat ise okuma ve yazma becerilerini böyle geliştirebilir. Ne yazık ki öğrencilerimiz öğrendiklerini yazıya dökemiyor, anladıklarını ifade edemiyor, dolayısıyla hangi öğrencinin ne kadar anladığını tespit etmede öğretmenler çaresiz kalıyor. Meslek derslerinde ise öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz, geliştirdiği projelerle teknolojiye ancak böyle yön verebilir. 7 21. yy’de okulların rolü ve yapısı değişiyor: Öğrenci, bildiğini ifade ettiği kadar sınavlarda ve projelerde başarılı olur. Ölçme ve değerlendirme de zaten öğrencinin bilgisini, çeşitli şekillerde ifade etmesi üzerine kuruludur. Öğrencide gerçekleşen öğrenme, sık sık ve ânında kontrol edilerek süreç değerlendirilir. Öğretmenin görevi bu süreci iyi bir şekilde yönetmek, rehberlik ve koçluk yapmak olur. Bu öğrenme ortamının fiziki şartları ise öğrencinin kendisini evindeymiş gibi hissedeceği bir okul ortamıyla sağlanabilir. Doğal olarak öğretmen de mesai saatlerinde okulda bulunup eğitim koçluğu görevini yerine getirmelidir. 8 Biraz da hayâl kuralım: Üniversitelere sınavsız girildiği ancak sınıf geçmenin kolay olmadığı, öğrencilerin öğretmenlerini seçebildiği, öğrencilerin aynı zamanda alt sınıflara rehberlik ve koçluk yaptığı, farklı branşlardaki öğretmenlerin birlikte proje geliştirdiği ve geliştirdikleri projeleri z-kitaplar halinde ders müfredatı hâline getirdikleri bir eğitim sistemi! Özel sektörün, öğretmenlerin peşinden koştuğu ancak öğretmenlerin kendilerini “insan” yetiştirmeye vakfettiği için özel sektöre yüz vermediği bir ülke! Sonuç olarak; Biz öğretmenler, sınıf içinde sergilediğimiz ölçme-değerlendirme yöntemleriyle, SBS ve YGS türü sınavları doğrudan değiştiremeyiz ancak ileride bu sınavları revize edecek olanlara ilham verebiliriz. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu toprakların câzibe merkezi olacağına ve tüm dünyaya ilham verecek bir eğitim sistemi geliştireceğine şüphem yok. Hayâllerimizdeki eğitim kurumlarında hep birlikte çalışmak dileğiyle… 27 2014 SBS, YGS ve LYS’de Yapılacak Değişiklikler Erkan Kerem GÖZEN Rehber Öğretmen ve Psikolojik Danışman / İstanbul Soru başına düşen katsayı değerinde bir artış yaşanacak. Dolayısıyla aralarında 1 doğru farkı bulunan iki öğrenci arasındaki puan farkı eskisinden çok daha fazla olacaktır. 2013 yılında öğrencilerin liselere yerleştirilmesi tek sınav üzerinden yapılacağından belli puan aralığındaki yığılmaların önüne geçmek için böyle bir reformun yapıldığı söylenebilir. 28 2013 yılında yeni bir tarzda uygulanacak olan SBS’nin içeriğindeki değişiklikler 2014 ve sonraki yıllarda uygulanacak sistemin ipuçlarını bize vermektedir. Bu değişikliklerin neler olduğuna toplu halde bakacak olursak: Puan Limiti: Puan limiti 500 puandan 700 puana çıkarıldı. Bunun sonucunda hiç kuşku yok ki soru başına düşen katsayı değerinde bir artış yaşanacak. Dolayısıyla aralarında 1 doğru farkı bulunan iki öğrenci arasındaki puan farkı eskisinden çok daha fazla olacaktır. 2013 yılında öğrencilerin liselere yerleştirilmesi tek sınav üzerinden yapılacağından belli puan aralığındaki yığılmaların önüne geçmek için böyle bir reformun yapıldığı söylenebilir. Aynı zamanda 2013 yılında yapılacak SBS’nin zorluk düzeyinin geçtiğimiz yıllara göre yükseleceğini bekleyebiliriz. SBS’de yer alan testlerin soru sayıları ve puanın oluşumundaki ağırlıkları şöyledir: Test Türkçe Matematik Fen Ve Teknoloji Sosyal Bilgiler Yabancı Dil Soru Sayısı 23 20 20 20 17 Ağırlığı 4 4 3 3 2 Yılsonu Başarı Puanı (YBP): YBP’nin SBS puanına etki oranı artırıldı. Öğrencilerin 6, 7 ve 8. sınıflardaki YBP’lerinin yarısı doğrudan SBS puanına eklenecek. Bu durum öğrencilerin merkezi sınavlar kadar okul başarılarını önemsemesini de zorunlu kılacak gibi görünüyor. Bu şekilde okula olan ilginin artırılması ve dershanelere olan ilginin azalması yoluyla Hükümetin daha önce de planlamış olduğu dershanelerin kapanma ve özel okulların sayısal olarak artış süreci hızlanmış olacaktır. Eğitimin merkezini dershanelerden okullara çekmek, şüphesiz eğitim kalitemizin artmasında etkili olacaktır. SBS ve YBP puanlarının yarısı alınarak öğrencilerin tercihlerine baz oluşturacak Ortaöğretime Yerleştirme Puanı (OYP) hesaplanacak. Örnek OYP hesaplama tablosunu aşağıda görebilirsiniz: YBP 6 YBP 7 YBP 8 SBS 8 OYP OYP = = = = = = 94 88 92 640 (94+88+92+640)/2 457 Hesaplama tablosundan görüldüğü gibi SBS puanları 700 üzerinden hesaplanmakla beraber OYP puanları yine 500 puan üzerinden hesaplanacaktır. Yukarıdan da anlaşılacağı gibi herhangi bir yıl YBP’si 100 olmayan bir öğrenci SBS puanı 700 bile olsa istediği okula girememe durumuyla karşı karşıya kalabilir. Bu da okul başarısının ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. 500 puan üzerinden hesaplanacak OYP’nin 350 puanı (700/2) SBS’den, 150 puanı ise (100+100+100/2) YBP’den oluşacak. Sonuç olarak OYP’nin oluşumunda SBS %70, YBP ise % 30 etkili olacak. YBP etkisinin artırılmasının özel okulda okuyan öğrenciler için bir avantaj olabileceği düşünülse de öğrencilerine ‘adil’ puan veren özel okul öğretmenlerinin olduğunun da farkında olmalıyız. En yüksek YBP’nin önemsenmeyişi: Öğrencinin YBP’sinin okulundaki en yüksek YBP’ye sahip öğrencinin puanından etkilenmemesi de yine bu seneye ilişkin bir değişiklik. Bu şekilde farklı okullarda farklı öğretmenler tarafından alınan benzer puanlar aynı şekilde değerlendirilecektir. Yabancı dil sorularının katsayı değerindeki artış: SBS sistemindeki bir diğer önemli değişiklik yabancı dil dersinin katsayı değerindeki artış oldu. Yabancı dil sorularının katsayı değeri 1’den 2’ye çıkarılarak, yabancı dil dersine olan ilginin artması amaçlanmış olabilir. Ülkemizi çağdaş medeniyetler çizgisinde tutmanın önemi göz önüne alındığında, yabancı dil bilen bir neslin ulusumuzun istikbaline olacak olumlu etkisi tartışılmazdır. Gelelim 2014 ve sonrasında uygulanacak liseye giriş sisteminin ana noktalarına Milli Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz yıllarda genel liselerden gerekli donanıma sahip olanları Anadolu lisesine, olmayanları da meslek lisesine dönüştürme sürecini başlatmıştı. Gelinen noktada ilimizde ve ülkemizin tamamında Anadolu lisesi sayısı çok arttı. Buna bağlı olarak da her geçen yıl Ana- dolu lisesinde okuma şansı bulan öğrenci sayısında da ciddi artışlar oldu. 2014 yılından itibaren sınavın kaldırılacağı görüşü de zaten genel liselerden Anadolu lisesine dönüşen okullara yönelik söylenmişti. Her öğrenci kendi muhitindeki okula adrese dayalı olarak önkayıt yaptırabilecek. Ön kayıt yapan öğrenci sayısı okul kontenjanını geçmediği okullar için sınava girmenin de bir gereği kalmayacak. Gerçekten de sınıf kontenjanları dışında Anadolu lisesi olma özelliği taşımayan bu okullara girmek için yaratılan bu rekabet ortamı hiçbir işe yaramayacak ve dershaneler, etüt merkezleri bu yapay rekabet ortamından rant sağlayamayacak. Peki ya marka okullar? Galatasaray, İstanbul, Kabataş, Cağaloğlu, Kadıköy, Hüseyin Avni Sözen, Vefa Lisesi gibi okullara girmek için yaşanan tatlı rekabet elbette ki baki kalacak. Bu okullar için il bazında yapılacak merkezi sınavlar da devam edecek. Bu sınavın sonuçları fen liselerine girerken de kullanılacağından, matematik-fen puanı ile bu okullara öğrenci alınacak. Sosyal bilimler liselerine nasıl öğrenci alınacağı ise başlı başına bir muamma. Yapılacak sınavın sonunda matematik-fen puanı dışında Türkçe-matematik puanının da oluşması bu 29 Çoktan seçmeli sınav sistemi bazı olumsuzlukları da içinde barındırmaktadır. Çoktan seçmeli sorularda öğrencilerin analiz, sentez, değerlendirme düzeyinde kazanımlarının ölçülmesi mümkün olamamaktadır. Çoktan seçmeli sorular öğrencilerin bilgi, kavrama ve düşük düzeyde de uygulama kazanımlarını ölçmekle sınırlı kalmaktadır. 30 soruna çözüm olabilir. Öğretmen liselerinin durumu da halen belirsizliğini koruyor. Belli öğretmen liselerinin talebinin yüksek olduğu düşünüldüğünde bu okulların da sınavla öğrenci alacağını tahmin etmek güç değil. Özel okullar ise isterlerse kendi sınavlarını yapacaklar, isterlerse de yapılacak merkezi sınavın sonuçlarını kullanacaklar. Ülkemizde uygulanan Yükseköğretim Geçiş Sınavı (YGS), Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) ve sonrasında yaşanan üniversite eğitimi de son yıllarda ciddi bir revizyona uğradı. Özellikle vakıf üniversitelerin sayısının çok fazla artması üniversiteye yerleşme oranlarını çok artırmış, LYS’ye girme hakkı kazanan öğrencilerin büyük bir bölümü için lisans eğitimi alma şansı doğmuştur. 2012 yılında LYS’ye başvuran öğrenci sayısı Türkiye genelinde 871.313 olmuştur. Yine 2012 yılı için lisans kontenjanı 547.194 olmuştur. Lisans kontenjanlarına yerleşen öğrenci sayısı ise 405.744 olmuştur. Bununla beraber halen dolmayan kontenjanlar büyük bir sorun oluşturmaktadır. Bunun en önemli nedeni mezun olunduğunda istihdam olanağı bulunmayan bölümlere olan talebin gittikçe azalmaya başlamasıdır. YGS ve LYS de değişiyor 2014 ve sonrasında üniversiteye giriş sürecinde uygulamaya dair bazı değişiklikler düşünülmektedir. Bilindiği üzere ülkemizde üniversiteye giriş sınavları çoktan seçmeli sınav sistemine göre yapılmaktadır. Çoktan seçmeli sınavların en önemli kolaylığı değerlendirmenin hızlı bir şekilde gerçekleşebilmesidir. Sınava giren öğrenci sayısının fazlalığı göz önüne alındığında çoktan seçmeli sınav sisteminin uygulanması oldukça kabul edilebilir bir uygulamadır. Ancak çoktan seçmeli sınav sistemi bazı olumsuzlukları da içinde barındırmaktadır. Çoktan seçmeli sorularda öğrencilerin analiz, sentez, değerlendirme düzeyinde kazanımlarının ölçülmesi mümkün olamamaktadır. Çoktan seçmeli sorular öğrencilerin bilgi, kavrama ve düşük düzeyde de uygulama kazanımlarını ölçmekle sınırlı kalmaktadır. Diğer taraftan yapılan sınavların geçerliliği göz önüne alındığında, ciddi problemler yaşanmaktadır. Öğrencilerin girdiği sınavda ölçülen becerilerle öğrenimi göreceği alanda gerekli becerilerin belli ölçülerde örtüşmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Kısacası sınav, öğrencilerin eğitimini görecekleri alanla ilgili becerilerini yordamalıdır. Oysaki çoktan seçmeli sınavlar daha önce de bahsettiğimiz gibi üst düzey bilişsel özellikleri ölçme konusunda eksik kalmaktadır. İşte burada anlatılan gerekçelerden ötürü 2014 ve sonrasında üniversiteye giriş sınavlarında çoktan seçmeli soruların yanında % 25 oranında açık uçlu sorulara da yer verilecektir. Açık uçlu soruların en temel özelliği öğrencinin cevabı kendisinin vermesidir. Oysa çoktan seçmeli sorularda öğrenci cevabı veren değil, verilen cevap alternatifleri arasından cevabı seçen kişi olmaktadır. Hiç kuşku yok ki açık uçlu sorular bilenle bilmeyeni ayırt etme konusunda çok daha elverişlidir. Ayırt edici soruların sınava alınması sınav geçerliliğini artıracak bir uygulamadır. Elbette açık uçlu soruların olumsuz yanları da vardır. Bu olumsuzlukların en önemlisi açık uçlu soruları cevaplamanın uzun zaman almasıdır. Bu sorun da YGS’yi LYS gibi bölümlere ayırarak çözülebilir. 3. Ünlem GÜLÜMSE GÜLSÜN BİRAZ, GÖZLERİN ! Öğrenci, öğretmen, müdür ya da veli... Yaşı, cinsiyeti, karakteri, statüsü ve akademik düzeyi ne olursa olsun hepsi önce insan. Ve her insan sevgi ister. Sevgiyi göstermenin en kolay yolu ise sıcak bir gülümseme. 31 BİR ÖZEL OKUL PARODİSİ M. ZEKİ SAKA Eğitim Danışmanı / Konya Özel okullar, okulla ilgili yaşayacağınız her çatışma ya da ihtilaf durumunda sizi onaylayabilirler. Siz bir yerden sonra her söylediğinizin doğru olduğunu zannedebilirsiniz. Zira özel okul iletişimi tek taraflıdır, siz söylersiniz onlar, sizi onaylamak üzere dinlerler. 32 İ nsan eylemi niyetten azade değildir. Her davranış kendi uhdesinde belli bir niyeti taşır. İnsan eyleminin niyet bağlamı çoğu kere dışarıdan mütalaaya açık değilse de eylemi, eylem olmaklığın zahiresinde analiz edebilmek, en azından gözlemleyebilmek imkân nispetindedir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz atasözü bunu anlatıyor olsa gerek. Niyete ilişkin bir noktaya, “niyet kaymasına” da temas etmek gerekmektedir. Yani niyetlerin anlam ve muhteva itibari ile değişebiliyor olduğunu, geçen zamanla mukayyet yine davranışın neticelerine bakarak anlayabiliyoruz. Bu vesile ile zülfiyare dokunmak pahasına da olsa niyetlerin nasıl değişebilir olduğunu kendi kişisel gözlemlerime referansla aktarmaya çalıştım. Yaptığım gözlemler mesleki deneyimimin çeperinde şekillendikleri için ziyadesi ile kişiseldirler. Fakat bütün kişisellik vurgusuna rağmen insan eylemi ve niyetlerindeki ortak noktaların varlığını da biliyoruz. Bu anlamda yazdıklarımın özellikle özel okul deneyimi olan meslektaşlar için tanıdık geleceğini umuyorum. Çocuklarınızı özel okula gönderin. Çünkü: Özel okulların geneli tam gün eğitim öğretim yaparlar. Bu tam gün eğitim üç aşağı beş yukarı bir mesai saatine eşittir. Dolayısıyla tam gün eğitim öğretim veren bir özel okula çocuğunuzu verdiğiniz takdirde –özellikle eşler çalışıyorsa- bakıcı parası vermek durumunda kalmazsınız. Böylece maliyet düşürmüş ve aile ekonomisine gizli bir katkı sağlamış olursunuz. İyi özel okullar prestijli yerlerdir. Var olan imajınızı geliştirebilir ya da değişmesine katkı sağlayabilir. Özel okulda çocuk okutmak kimilerine göre bir yere kadar fedakârlıktır fakat bir yerden sonra emin olun havalı bir şeydir. Özel okullar çocuğunuzu Allah ne verdiyse kıyas edebileceğiniz imkânlar sunar. Zira çok az özel okul dışında Anado- 1 2 3 lu’daki hemen hiçbir okul sadece akademik başarısı yüksek çocuklara eğitim öğretim vermezler. Akademik başarısızlığına rağmen farklı nedenlerden ötürü özel okullarda eğitim gören çok çocuk vardır. Dolayısı ile çocuğunuzda olmasını istediğiniz ne kadar vasıf varsa özel okul ortamında size onların yokluğunu hatırlatacak çocuklar vardır. Özel okullar size müthiş bir haklılık duygusu yaşatırlar. Kendinizi bir anda her şeyi yapmaya değilse bile istemeye muktedir görürsünüz. Özel okullar, okulla ilgili yaşayacağınız her çatışma ya da ihtilaf durumunda sizi onaylayabilirler. Siz bir yerden sonra her söylediğinizin doğru olduğunu zannedebilirsiniz. Zira özel okul iletişimi tek taraflıdır, siz söylersiniz onlar, sizi onaylamak üzere dinlerler. 4 5 6 Özel okullarda yanlış anlaşılmazsınız. Herkes sizi doğru anlar. Mesela bir ihtilaf durumunda diliniz sürçer de “ben müşteriyim” derseniz düzeltmeye çalışmanıza gerek yoktur. Müsterih olun herkes sizin müşteri kelimenizi veli olarak anlamıştır. Özel okullar size çocuğunuzun tek ve biricik olduğunu hissettirir. Zaten öyledir de. Bir farkla ki özel okulda siz, çocuğunuzun dünya için bir şans ve hatta umut olduğunu da hissedersiniz. Özel okulda kıyasıya eleştirebileceğiniz öğretmenler ve uygulamalar bulursunuz. Bir yerden sonra mesele çocuk menfaati olmaktan çıkıp sizin kendi beklentileriniz olsa da değişmez. Zira aile bir bütündür. Özel okullara kolay blöf yaparsınız, “çocuğumu okuldan alırım” ya da “sizi şikâyet edeceğim” dediğinizde neticelerini hemen görürsünüz. Eğitim, din, ekonomi ve sağlığın hemen herkes tarafından rahatlıkla konuşulduğu bir memlekette, özel okulda özellikle eğitime ilişkin fikirlerinizi paylaşabilir, entelektüel 7 8 9 10 kapasitenizi sergileyebilirsiniz. Eğitim durumunuz ya da mesleğiniz buna mani değildir. Siz en az bir eğitimci kadar bu mevzuları rahatlıkla konuşabilirsiniz. Özel okullarda kelimelerin anlam geçişkenliği yüksektir. Mesela; Top oynamaktan başka derdi olmayan çocuk, spora düşkündür. Ukala ve saygısız çocuk aslında müthiş özgüvenlidir. Sınıf disiplini bozan bir çocuk esasında sadece özgür ruhludur. Ödev yapmayan bir çocuk sorumsuz değil özyeterliği yüksektir. Yani. Yani çocuğunuz muhakkak iyi bir şeydir. Özel okulda çocuğunuzu kolay onore edersiniz. Dizi izlemek uğruna yüzüne bakmadığınız çocuğunuzu okulda ziyaret edip arkadaşları yanında sarılmak, öpmek ve göstere göstere harçlık vermek çocuk için gayet onur vericidir. Böylece hem çocuğunuzun motivasyonunu artırmış olursunuz hem de çocuğunuza vermiş ol- 11 Eğitim, din, ekonomi ve sağlığın hemen herkes tarafından rahatlıkla konuşulduğu bir memlekette, özel okulda özellikle eğitime ilişkin fikirlerinizi paylaşabilir, entelektüel kapasitenizi sergileyebilirsiniz. Eğitim durumunuz ya da mesleğiniz buna mani değildir. Siz en az bir eğitimci kadar bu mevzuları rahatlıkla konuşabilirsiniz. 12 33 Özel okul bağlamında mesele ettiğim şey, veli ve öğrenci bağlamında sunulan hizmetin esasında sahip olduğu manadan nasıl uzaklaşabildiğini ve neticede bu değişimin algı, niyet ve beklentilerde ne gibi bir hüviyete kavuştuğunu göstermeye çalışmaktır. En kestirme ifade ile özel okul tamlamasındaki “özel” nitelemesinin kişisel algıda neye tekabül edebildiğini göstermeye çalıştım. duğunuz değeri cümle âleme yeniden göstermiş olursunuz. Özel okullar cipsi, kolayı, makarnayı, mayonez ketçap ikilisini, pizzayı ve haşlanmış mısırı çocuklara yediremezler. Bu gıdalar sağlığa zararlıdır, kaldı ki sizlerin evine de hiç girmiyordur. Bu nedenle özel okulda çocuklar sabahları ceviz içi, rafadan yumurta ve süt, öğle yemeğinde portakallı enginar, brokoli salata ve diyet yoğurt yerler. Teneffüslerde de mevsime göre papatya, ıhlamur ya da ekinezya çayı içerler. Özel okulda her çocuk sayısal zekâdır ve hepsi doktor olacaktır. Özel okulda her çocuk öğrenir. Zaten öğrenemeyen çocuk yoktur öğretemeyen sistem vardır. Sizin çocuğunuz zaten her şeyi iyi öğreniyordur da bu okulda hızı düşmüştür. Haklısınız özel okullar hızlı olmayı da vaat ederler. Özel okul sizin için yeri geldiğinde harika mazeret imkânı sunar. Sizinle sürekli iletişimde olmayı isteyen okul yüz yüze iletişimi de önemseyecektir. Canınız her sıkıldığında okuldaki bir mesele yüzünden ya da çocuğunuzun durumunu görüşmek için iş yerinizden izin alıp mesainizin bir kısmını okulda değerlendirebilirsiniz. Çocuğunuzu özel okula göndermekle çocuğunuzla iletişimde averaj elde edersiniz. Öyle ki yeri geldiğinde “ben senin için ne fedakârlıklara katlanıyorum” diyerek yaptığınızı yüzüne vurabilir, bazen de “bak derslerinde başarılı olmazsan seni okuldan alırım devlet okuluna gönderirim” diyerek tehdit edebilirsiniz. Özel okullar, tek boyutlu ölçümlere ve sık yapılan sınavlara ilişkin var olan bütün bilimsel bulgulara ve pedagojik 13 14 15 16 17 18 34 ilkelere rağmen çocuğunuzu habire deneme sınavlarına sokarak bir mucizeye imza atarlar. Dahası deneme sınavlarında çocuğunuzun bir türlü yakalayamadığı istikrarı da izah edecek bir yığın argümanları vardır. Özel okul bağlamında mesele ettiğim şey, veli ve öğrenci bağlamında sunulan hizmetin esasında sahip olduğu manadan nasıl uzaklaşabildiğini ve neticede bu değişimin algı, niyet ve beklentilerde ne gibi bir hüviyete kavuştuğunu göstermeye çalışmaktır. En kestirme ifade ile özel okul tamlamasındaki “özel” nitelemesinin kişisel algıda neye tekabül edebildiğini göstermeye çalıştım. Bunu yaparken sosyal bilimsel teknik bir ifade ile “içerden gözlem” yaptığımı belirtmeliyim. Temel yaklaşımım yukarıda ifade edilenlerle uyumlu olarak davranışın kendisine odaklanmak oldu. Yani neticeye, davranışın bizzat kendisine baktım. Zira sebeplere odaklanmak, bir yerden sonra niyet okuma gibi ziyadesi ile ucu açık bir eyleme dönüşme riski ile maluldür. Üslupta görülen hafif ironi realitenin doğasına mündemiç olan ironi gereğidir. Son tahlilde, her sözün istisnasının olduğunu, en temeldeki gayemin de var olan bir duruma dikkat çekmek olduğunu belirtmem gerekiyor. O’NU(SAV) GÖNDERMESEYDİ… Kutlu Doğum Haftası için 81 ilden 81 öğrenci ile hazırlanan ve Peygamber Efendimiz’i anlatan,“O’nu (sav) Göndermeseydi…”projesi üzerine İshak Aşar Bey ile yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.. Bu proje nerden çıktı? Aslında bu proje okul bazında daha önceki yıllarda Nurullah Bora hocamızın yaptığı daha sonra da çeşitli illerde arkadaşların öğrencileriyle yaptığı “Tek Kelimeyle Hz. Muhammed” röportajlarının bir sonraki aşama sıdır. 2013 yılı için Kutlu Doğum Haftası etkinliği olarak neler yapılabileceği arkadaşlar arasında sosyal medya ortamında istişare edilirken yine Nurullah Bora hocamızın önerisiyle gündemimize girmiştir. Bu öneri daha sonra proje haline dönüştürüldü. Eser nasıl belirlendi? Nasıl bir başlık, nasıl bir tema olması gerektiği uzun süre tartışıldı. Daha sonra (8500 üyesi olan İzzet EKER Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri Paylaşım Grubu) facebook grubumuzda bir anket oluşturuldu. ¨81 ilimizin katılacağı bir video oluşturmak istiyoruz, nasıl bir temaya sahip olsun?¨ diye soruldu. Bazı arkadaş- lar “Veda Hutbesi seslendirilsin dedi. Bazı arkadaşlar “İnsanlık onuru konulu hadisler” seslendirilsin dedi. Kimisi de naatlarımızdan seslendirme yapalım dedi. Ancak en fazla istek yeni bir metin hazırlanması yönündeydi. Bunun üzerine bu projenin mimarı arkadaşlar ile (Nurullah Bora, İshak Aşar, Musa Mert, İzzet Eker, Halit Arapoğlu, Mehmet Fatih Bütün, Gökhan Ay) yeni bir metnin hangi özelliklere sahip olması gerektiği uzun uzun tartışıldı. Grubumuzda kalemi, Hz. Muhammed (sav)’in sevgisini anlatmakta kabiliyetli olan arkadaşların bu hususta yardımcı olması için çeşitli duyurular yapıldı. Ancak her ihtimale karşı edebi yönü kuvvetli ve MEB tarafından seçmeli derslerde okutulan Hz. Muhammed’in Hayatı (Siyer) kitabının yazarlarından Musa Mert hocamızdan bu ihtiyacı giderecek 81 ilde 81 öğrencinin seslendirebileceği formatta bir metin hazırlaması istendi. O da sağ olsun kırmadı bizleri ve İSHAK AŞAR DKAB Öğretmeni / Samsun Bu proje okul bazında daha önceki yıllarda Nurullah Bora hocamızın yaptığı daha sonra da çeşitli illerde arkadaşların öğrencileriyle yaptığı “Tek Kelimeyle Hz. Muhammed” röportajlarının bir sonraki aşama sıdır. 35 tüm yoğunluğunun arasında Allah rızası için sadece bu projede kullanılmak üzere “O’nu (sav) Göndermeseydi…” başlıklı metni hazırladı ve bize ulaştırdı. 81 ilde projeye katılacaklara nasıl ulaşıldı? Metnin yazım süreci devam ederken Türkiye’nin 81 ilinde görev yapan çoğunluğu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinden oluşan facebook grubumuzdan duyurular yapıldı. Herkesin iletişim bilgilerini kendisinin ekleyebileceği bir form oluşturuldu. Arkadaşlardan bu projede yer almak isteyenler illerini ve iletişim numaralarını oraya yazdılar. 36 Tabi bütün illerden gönüllü bulmak çok da kolay olmadı. Metnin yazım süreci devam ederken Türkiye’nin 81 ilinde görev yapan çoğunluğu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinden oluşan facebook grubumuzdan duyurular yapıldı. Herkesin iletişim bilgilerini kendisinin ekleyebileceği bir form oluşturuldu. Arkadaşlardan bu projede yer almak isteyenler illerini ve iletişim numaralarını oraya yazdılar. Bazı illerimizden birden çok gönüllü bulunurken bazı illerimizden ise sorumluluğa talip olan çıkmadı. Sahipsiz kalan illerimize tanıdıklarımız aracılığıyla yine İzzet Eker hocamızın sitesi aracılığıyla, DKAB Öğretmenleri Platformu ve Erdem Çakı hocamız aracılığıyla ulaşılmaya çalışıldı. Uzun süren uğraşlarımız neticesinde gönüllü olan Kur’an Kursu öğreticisi, Ana sınıfı öğretmeni, Doktor, Müdür ve Akademisyenlerle Türkiye’nin her ilinden en az bir temsilci bulduk. Biz gönüllü temsilcilerimizi hazırlarken Musa Mert hocamız da metni hazırladı. Hazırlanan metni çekim yapacak arkadaşlara örnek olması açısından önce Iğdır’da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yapan, M. Fatih Bütün hocamıza -kendisi Radyo ve Televizyon bölümü de mezunudur aynı zamanda- seslendirttik. Daha sonra çekimlerin nasıl yapılacağını, kayıt alınırken nelere dikkat edileceğini, kayıt yapılacak kamerada bulunması gereken özellikleri ifade eden minik bir rehber hazırladık. Bu rehberi çeşitli paylaşım ortamlarında paylaşarak, yine mail yoluyla da arkadaşların iletişim adreslerine göndererek arkadaşlara ulaştırdık. Bu hazırlanan rehberde nelerden bahsediliyordu? Biraz daha açabilir misiniz? Rehberde gönüllü arkadaşlara yardımcı olması amacıyla, çekimleri nasıl yapacakları ile ilgili bilgiler yer alıyordu. 81 ilden aynı kalitede aynı ölçülerde kayıt gelmeyeceğini biliyorduk. Zaman kaybetmemek için rehber hazırlamanın ve birtakım standartlar belirlemenin uygun olacağını düşündük. Hazırladığımız rehberde arkadaşlarımıza güzel ve kaliteli bir video hazırlanabilmesi için dikkat etmeleri gereken hususları listeledik. -Özellikle vurgu ve tonlamaya, bir önceki metin ile bir sonraki metni dikkate alarak seslendirme yaptırmaya dikkat edilmesi gerekir. -Seslendirmenin öncesinde ve sonrasında beşer saniyelik boşluklar bulunmalıdır. -Çekim yapılan makine full HD çekim kalitesine sahip olmalı, en boy çerçeve ölçüsü en düşük 1280X720 olmalı ve çekimler yatık olarak şehrin en bilinen simge yerlerinden birinde ülkemizin kültürel ve dilsel zenginliğini ifade edecek biçimde yapılmalıdır. -Çekilen videolar çeşitli paylaşım ortamları aracılığıyla paylaşılıp mail yoluyla bize ulaştırılmalıdır. Çekilen videolar nasıl toplandı? Arkadaşlarımıza çekimler için bir haftalık bir süre vermiş, aksaklıklar olabilir düşüncesiyle iki günlük gecikme payını da ilave etmiştik. Ancak bazen her şey planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bir haftalık sürenin bitimine yakın videolar gelmeye başladı ama belirtilen standartlara uymayan videolar vardı içlerinde. Bir yükün altına girilmiş bulunuldu geri dönüş olmaz tabi. Arkadaşların hoşgörüsüne ve iyi niyetlerine sığınarak tekrar çekim yapmalarını istedik. Araya hafta sonu girdi vs. çekimler sarktı diğer haftaya. Neticede beklenen videolar da geldiğinde bakıldı ki eksik videolar var. Gönderilmemiş iller var. Buradaki arkadaşlarla iletişime geçildi hemen. Bazı arkadaşlar unutmuş, bazıları başka arkadaş var o çeker diye çekmemiş, bazı arkadaşlar hastalanmış, bazı arkadaşların yakınları rahatsızlanmış vs. çekim yapamamışlar. Bu arkadaşlara ilave süre tanıdık. Yapamayacak durumda olanlardan yerine başka birini bulmalarını istedik. Sağ olsunlar bizim anlayışlı yaklaşımımızı onlar da anlayışla karşıladılar ve yardımcı olmaya çalıştılar. Ancak bu süreçte iletişim bilgilerinden kendilerine ulaşamadığımız arkadaşlarımız da oldu. Buraları ya kendimiz gidip çektik ya da oradan bir dostumuza bu işi havale ettik. Velhasıl videoların toparlanması ve tamamlanması süreci üç haftayı buldu. Ana videonun oluşturulma aşamasında neler yapıldı? Projeye katılım yapmayan iller olduğu kadar projeye birden fazla katılım yapan illerimiz de vardı. Bu illerdeki arkadaşların videoları nasıl değerlendirilecekti? Neticede ana videoda sadece bir arkadaşımızın videosu yer alacaktı. Diğer arkadaşlarımızın videosu nasıl elenebilirdi ki? Hepsinde bir emek, bir sevgi, bir söz, bir heyecan vardı. Biz bu durumda olan illerimizdeki arkadaşlarımıza kendi okullarında gösterimini yapmak üzere kişiye özel sürüm videolar hazırlama sözü de vermiştik. Kriterlerimize göre bir videoyu seçtik ana video için, ama sonrasında bizi ayrı bir telaş aldı. Vakit yaklaştı. Nasıl yetiştireceğiz sorusu derin derin düşünülmeye başlandı proje ekibi tarafından. Tabi bu durum montaj yapacak arkadaşı da zor duruma soktu. Çünkü yetiştirilmesi gereken bir tarih vardı. Verilmiş sözler ve planlanan programlar vardı. Öneriler alındı değerlendirildi ve profesyonellerden yardım alma kararı verildi. Gecesiyle gündüzüyle çalıştık, çabaladık ve belirlenen tarihe kendi imkânlarımızla izlenebilecek ve izletilebilecek bir video ortaya çıkardık. Tabi kaliteyi ve daha güzeli elde etmek için profesyonel desteğiyle daha güzel bir video ortaya çıkarmak hayalimizdi. O hayalimizin peşine düştük. Profesyonel desteği aldık ama HD görüntü kalitesinde olmasını isterken VGA görüntü kalitesinde olduğu için kullanamadık. Destek aldığımız profesyonel arkadaş da hasta olduğu için tekrardan rahatsız edemedik. Kendi imkânlarımızla, Projeye katılım yapmayan iller olduğu kadar projeye birden fazla katılım yapan illerimiz de vardı. Bu illerdeki arkadaşların videoları nasıl değerlendirilecekti? Neticede ana videoda sadece bir arkadaşımızın videosu yer alacaktı. Diğer arkadaşlarımızın videosu nasıl elenebilirdi ki? Hepsinde bir emek, bir sevgi, bir söz, bir heyecan vardı. 37 Beni en çok duygulandıran ve etkileyen şey, böylesine güzel bir projenin içinde olmaktır. Bu proje esnasında zaman zaman günde iki kez telefonumu şarj ettim. Günde ellinin üzerinde kişiyle görüştüm. Çoğu geceler sabaha karşı yattım. Ama hiç rahatsız olmadım. Çünkü bu projede O (sav) vardı. Çünkü bu projede O’nun (azze ve celle) rızasını aramak vardı. İnşallah zahmetlerimiz Rabbimin katında Rahmet olarak değer kazanmıştır. var olan tecrübemizle/tecrübesizliğimizle neticede projemize son halini verdik. Bu süreçte sizi etkileyen, duygulandıran şeyler var mıydı? Olmaz mı? Projeye katılan arkadaşların samimiyeti, iyi niyeti, hoşgörüsü, bize olan güveni, bizi çok etkiledi. Bazı arkadaşlarımızın çekimlerinde gözümüze takılan teknik problemler vardı mesela. Arkadaşlarımızın çoğu tekrar çekim yapmaktan yüksünmediler. Tekrar kilometrelerce uzağa gidip öğrencisini götürüp çekimlerini tamamladılar. Bize ve projeye o kadar güvenmişlerdi ki daha iyisi olsun istediğimizi biliyorlardı. Onlar da aynı şeyi istiyorlardı. Daha iyisini ve kalitelisini alabilmek için üç kez çekim yaptırdığımız arkadaşlarımız oldu. Ama hiçbiri de “Yeter hocam, elimden gelen bu daha uğraşamam.” demedi. Hem de bu süreç içerisinde kendi okullarında yapacakları programların hazırlıkları ve yoğunlukları da devam ediyordu. Yine projeye katılan arkadaşların birbirleriyle tatlı rekabeti bizi çok etkiledi. Ana videoda yer alabilmek için çıtayı yükselten, elinden gelenin en iyisini yaptığını düşünüp daha sonra daha da güzel çekimler yapıp bu sanki daha güzel oldu bunu kullanabilirsiniz diye mail gönderenler oldu bize. En etkileyici videoyu en çarpıcı sunumu yapabilmek için birbirleriyle yarıştılar. Tıpkı, Peygamberin ashabının hayırda yarıştığı gibi. Bazı arkadaşların üstün gayretleri de çok etkiledi bizi. Bir arkadaşımız öğrencisiyle 38 birlikte resmi izinleri de alarak madene girdi, orda çekim yaptı. Bir arkadaşımız, kendisine çok uzak olan Harput kalesine gidip çekim yaptı. Bir arkadaşımız bir şehirden başka bir şehre 300 km’lik yola gidip çekim yaptı. Bir arkadaşımız sırf bu çekimde kullanabilmek ve kaliteli çekim yapabilmek için maddi değeri oldukça yüksek olan fotoğraf makinesi aldı. Velhasıl bu proje gönüllerin ve gönüllülerin projesiydi. Çok fedakarlıklar yapıldı. Rabbim her şeyden haberdardır. Hiçbir şeyi karşılıksız bırakmayacaktır. Kendi adıma konuşmam gerekirse beni en çok duygulandıran ve etkileyen şey, böylesine güzel bir projenin içinde olmaktır. Bu proje esnasında zaman zaman günde iki kez telefonumu şarj ettim. Günde ellinin üzerinde kişiyle görüştüm. Çoğu geceler sabaha karşı yattım. Ama hiç rahatsız olmadım. Çünkü bu projede O (sav) vardı. Çünkü bu projede O’nun (azze ve celle) rızasını aramak vardı. İnşallah zahmetlerimiz Rabbimin katında Rahmet olarak değer kazanmıştır. Hazırlanan projeyi aşağıdaki adresten izleyebilirsiniz… http://www.youtube.com/ watch?feature=player_ embedded&v=pwBWP3GOlCk YURT DIŞINDAKİ VATANDAŞLARIMIZ VE EĞİTİM 2012 Temmuz ve Ağustos aylarında Almanya’da gezi amaçlı olarak bulundum. Dost, akraba ve tanıdık ziyaretlerinin yanında, Türklerin yoğun olarak bulunduğu şehirleri görme ve işçi kardeşlerimizle konuşma fırsatlarımız oldu. Birlikte gezdik, oturduk, yemek yiyip, çay içtik. Hepsi bize uzun zamandır görüşemedikleri yakın bir akraba, samimi dost gibi içten davrandılar. Arabaları ile gezdirdiler, çok değerli zamanlarını bize ayırdılar. Kendilerine yürekten teşekkür ederim. Konuşmalarımız, mesleğimiz öğretmenlik olduğu için haliyle en çok “çocukların eğitimi” konuları üzerinde yoğunlaştı. Eğitim üzerindeki konuşmalarımız sonucunda, aşağıdaki sonuçlara vardık, 1) İşçilerimiz, çocuklarının eğitimi konusunda, Türkiye’deki eğitim imkanlarından habersizler. Alman eğitim sistemi eleyici bir sistem olup, öğrenci iken alınan notlara göre bireyleri meslek okullarına veya liselere yönlendirmekte ve yine gösterilen başarı ve notlara göre oradan meslek yüksek okullarına veya üniversiteye yönlendirmektedir. Dolaysıyla, herkesin her okula gitme, her okulda okuma şansı bulunmamaktadır. 2) Alman okullarında, Alman öğretmenler, Türk çocuklarını, daha ilkokulda iken meslek okullarına, meslek okulları içinde de daha çok bedensel/mekanik yönü ağırlıklı olan mesleklere yönlendirmektedirler. 3) İşçilerimizin büyük bir kısmı, çocuklarının üniversiteye kapı açacak olan Alman liselerinde okumak için gerekli bilgi ve yeteneğe sahip olmadığı, dolayısıyla ilkokuldan sonra çırak/meslek okullarına yönelip, kısa yoldan meslek edinip, hayata atılma düşüncesini taşımaktadırlar. Şemseddin Koçak Öğretim Görevlisi / Adana Almanya’daki Türk Çocuklarının Eğitimi Konusunda Neler Yapılabilir? 1) İşçilerimizin çocukları Açık Orta Okul ve Açık Lise olanaklarından yararlandırılarak, (bu arada Türkiye’deki yatılı liselerde yurt dışındaki öğrenciler için kontenjan da ayrılabilir), öğrenciler ailelerinden ayrılmadan ve bulundukları ülkede sınavlara girerek, Açık Orta Okul ve Açık Lise eğitimi görebilirler. Böylece eğitimden kopmadan, okullarını bitirdikleri gibi Türkiye’deki üniversitelerde öğrencilik hakkını da elde edebilir ve rahatlıkla yüksek öğrenim yapabilirler. Hatta Türkiye’deki üniversitelerde öğrencilik hakkını elde ettikten sonra, bulundukları ülkelerin üniversitelerine yatay geçiş yapabilirler. Böylece Alman eğitim sisteminin eleyiciliğinden kurtulmuş olurlar. 2) İşçilerimizin büyük bir kısmı, Türkiye’deki üniversitelerde “yabancı öğrenci kontenjanı” bulunduğundan habersizdirler ve bu “kontenjanlar” ya boş kalmakta, ya dolmamakta, ya da yabancı öğrenciler tarafından doldurulmaktadır. Oysa Türk işçilerinin çocuklarının birçoğu yurt dışı doğumlu olduğundan, o ülkenin vatandaşlığını kazanmış durumdadır. Dolayısıyla, üniversitelerin yabancı öğrenci kontenjanından yararlanma hakkına sahiptirler. Ayrıca üniversitelerde yurt dışındaki Türk işçi çocukları için özel kontenjanlar ayrılabilir veya yabancı öğrenci kontenjanı içinde özel bir kontenjan ayrılabilir. 3) Bunun için, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurulu (veya sayıları 200’e yaklaşan Üniversiteler), yurt dışında bulunan Türklere ait çeşitli kültür dernekleri, topluluklar vb. ile iletişim kurarak, yurt dışındaki işçilerimizin ortaokul, lise ve üniversite çağındaki çocuklarını eğitebilir. Böylece hem işçi çocuklarımızın eğitim sorunları çözülebilir hem de farklı ülkelerde okumuş, en az iki dil bilen, geniş bir dünya görüşüne sahip, nitelikli elemanlar yetiştirilebilir. 39 EĞİTİMDE İYİ ÖRNEKLER - 8 Mersin İli Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu–Ortaokulu Kütüphanesi Veli BİLİCİ Eğitim Müfettişi / Mersin 40 Iğdır İlkokulu-Ortaokulu yöneticileri, öğretmenleri, diğer personelleri ve kantin işletmecisi ile tanışmamız yağışlı, rüzgârlı ve soğuk bir kış gününde olmuştu. Bütün çalışanları genç ve dinamik, bir o kadar da heyecanlı ve istekli olan Iğdır İlkokul-Ortaokulu Müdürlüğü çalışanlarının aralarındaki birlik beraberlik ve grup dinamiğini görmemek imkânsızdı. Hatta okulun kantin işletmecisi Ali Paket de bu grup dinamiğine kendini kaptırmış gidiyordu. Taşıma işini üstlenen ¨Servis Amcalar¨ da bu akımın etkisindeydiler. 19 Aralık 2012 Çarşamba günü geriden izlediğim müthiş bir tabloydu. “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.” derler. Çok değil dört ay on bir gün sonra tekrar rutin rehberlik ve teftiş amaçlı çalışma ziyareti anında, Iğdır İlkokul-Ortaokulunda grup dinamiğinin tavan yaptığını, daha da güçlü haliyle sergilendiğini görmenin ve bu mutluluğu sizlerle paylaşmanın hazzını yaşamak bir eğitimcinin hayatının en güzel anıları arasında yerini alması demektir. Burada söze anı diyerek başlansa da aslında eğitim bilimciler eğitim müfettişlerinin görevlerini sayarken, “eğitim girişimi ile ilgili herkese okuldaki başarıları anlatmak ve tanıtmaktır” şeklindeki son maddeye dayanarak Iğdır İlkokul-Ortaokulunda yapılan güzel çalışmayı ziyaret ettiğimiz çevredeki eğitim kurumları yöneticilerine ve öğretmenlerine anlatmak ve tanıtmak, onlarda da benzer heyecanların oluşmasını sağlamaktır. Bir kıvılcıma sebep olursam mutlu olacağım. Aslında demokratik insan ilişkileri açısından uygulanan teftişte yöneticileri ve öğretmen- leri eyleme geçirebilmek için onların duygu ve heyecanlarını dikkate almak gerektiğinden hareketle bir okul müdürünün çok kıt imkanlarına rağmen birlikte çalıştığı Türkçe Öğretmenleri Şerif Karakoç ve Meltem Karakoç olmak üzere, Okul Aile Birliği Başkanı Turgay Maden, Toplum Destekli Polis Memuru Mustafa Fikret Civan, okulun tüm öğretmenlerini, öğrencilerini, okul çevresini ve kendi sosyal çevresini harekete geçirerek oluşturduğu ve 25 Nisan 2013 tarihinde güzel bir etkinlik düzenleyerek açılışı yapılan yaklaşık 5000 kitabı bünyesinde toplayan ve devam eden kitap bağışlarıyla her geçen gün kitap sayısı hızla artan okul kütüphanesinden bahsediyorum. Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Kütüphanesinin öğrencilere ve çevre sakinlerine, “merhaba” diyerek göz kırpışını eğitimde iyi örnekler olarak algılayıp sizlerle paylaşmak istiyorum. Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Hakkında kısa ve öz bir bilgi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu; Yerleşim Yeri; Köy İlçe Merkezine Uzaklığı; 20 Km. (Merkez İlçe) İl Merkezine Uzaklığı; 20 Km. (Büyükşehir) Dört ana binada, toplam 16 derslikte 15 kadrolu öğretmen, 2 ücretli öğretmen ve 298 öğrenci ile eğitim-öğretimini sürdürmektedir. Normal eğitim uygulanmaktadır. Çevrenin taşıma merkezi durumundadır. Okulda çevre şartlarına göre sportif ve kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Çevrenin eğitim merkezi olması yönünde tüm personel işbirliği içeri- sinde, çalışmalarını büyük bir özveriyle sürdürmektedirler. Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Ana Bina Giriş Kapısı Personeller Toplu Halde biraz olsun gidermektedir. Gelecek açısından umut vermektedir. Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Müdürlüğünün 13 Şubat 2013 tarihinde yaptığı sene ortası öğretmenler kurulu toplantısında alınan kararlar arasında 6. sırada görüşülüp karara varılan; zemin katta bulunan araç-gereç odasının kütüphaneye dönüştürülmesi ve “Kütüphane kurulması” yönünde alınan karar kütüphane kurulması yönünde atılan ilk adımdır. Okulda Bir Kütüphane Kurulması Fikrinin Doğuşu Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu kurum olarak tamamen genç ve dinamik bir yönetici ve öğretmen kadrosunu bünyesinde toplamış haliyle göz dolmaktadır. Bünyesinde barındırdığı bu kadro içindeki öğretmenler, adeta okul yönetimine sürekli ürettikleri fikirleriyle katkı sunma yarışındadırlar. Bu katkı sunma yarışından bir tanesi ve en önemlisi diyebileceğimiz “Okul Kütüphanesi” açılması yönündeki girişimleridir. Bu fikri ortaya atıp, olgunlaştırıp, karar verip, neler yapılabileceğine dair planlama yaparak aralarında görev dağılımı yapmaları, işbirliği sağlamaları (eşgüdüm-koordinasyon), kitap bağışına ilgiyi artırma amaçlı olarak insanları kişisel çabaları-gayretleri ile etkilemeleri, iyi bir iletişim ağı kurmaları ve amaçlarına ulaşıp ulaşamadıkları yönünde bir değerlendirme amacıyla her hangi bir “Yönetim Süreçleri/Karar Süreçleri” ile ilgili bir yol izleneceğine dair yol haritası çıkarmalarına bakılırsa bir Profesyonel edasıyla işleri bitirerek kütüphaneyi hayata geçirmeleri, eğitim-öğretim kadrolarında sık gözlenmeye başlanan tükenmişlik kaygısını 41 Kütüphane Kurulması yönünde alınan karar 13.02.2013 tarih ve 44 nolu karar; Iğdır Köyü sakinlerinden açılışta halk oyunları gösterisi Bağış yoluyla gelen kitaplar öğretmenlerin rehberliğinde tasnif edilip ve raflara dizilmesi KİTAP OKUMA İnsanlar gündelik birçok işler yaparlar, geçimlerini sağlamak için çalışmak, hobilerini yapmak, ev işlerine bakmak, tv seyretmek, internette gezinmek, temizlik yapmak, sohbet etmek vb. Bütün bu işlere rağmen zamanımızın olmadığını düşünebiliriz ama şöyle bir değerlendirme yaparsak, ne kadar çok boş vaktimizin olduğunu görürüz. Bu boş vakitte neler yapılabilir acaba? Yapılabilecek en iyi iş kitap okuma olsa gerek. Iğdır İlkokulu-Ortaokulu kütüphanesi açılışından fotoğraflar; Fotoğrafta, kütüphanenin mimarları olan Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Öğretmenleri bir kütüphane açmanın haklı gururunu yaşıyorlar. Kitaplar, insanı gidemeyeceği yerlere götüren, fantastik duygular yaşatan, zihnini açan, öğreten, en değerli bilgi hazineleridir. Okuma, insana zevk vermelidir, insan okudukça coşmalı ve bu coşkuyla hayata farklı açılardan bakmalı ve yaşamdan heyecan duymalıdır. Kitaplar insanları görülmedik, duyulmadık yerlere götürür ve yaşanmamış duyguların yaşanmasını sağlar. Kitap okuyan kişi, mavi derinliklere hava tüpü takmadan ve boğulmadan dalar, atomun içerisine girer elektronla beraber döner, uzayın derinliklerinde kara deliklerin içerisinden geçip güneşlere yanmadan uzanır. Bütün bunlar kitap okumayla gerçekleşebilir. Kitaplar en değerli hazinelerdir. Yazarlar uzun bir uğraş sonrasında yazdığı eserleri- 42 ni çok cüzi bir fiyata bizlere satmaktadırlar. Yıllar süren araştırmalar, gözlemler, deneyler bilgi birikimleri kitaplarla bizlere ulaşır. Biz bu büyük emeği birkaç saat veya birkaç günde okuyabilmekte ve faydalanmaktayız. Yani göz nuru, alın teri olan kitaplar ve bizlere sadece az bir fiyata (azıcık gözlerin yorulmasıyla) satılmaktadır. Aslında bu kadar emek verilerek ortaya konulan eserlerin okunmaması yazarların emeğine değer vermemek olarak düşünülebilir. Peki hangi kitaplar okunabilir? Bence her kitap okunabilir ama günümüzde o kadar çok bilim dalları gelişmiştir ki, hangi bilim dallarında okumalar yapmak gerektiği konusunda karar vermek çok zor bir durumdur. En mantıklı iş, bireyin yaşamında en fazla ihtiyaç duyduğu ve en fazla ilişkide bulunduğu alanlarda okumalar yapmaktır. Bireyler mesleklerine ilişkin okumalar yapmalıdır, ardından kültürel, dini, hobi alanlarına ilişkin okumalar yapabilir. Okumaları şöyle sınıflamak uygun olabilir. Mesleki okumalar: Günümüzde bilgi değişimi ve dönüşümü çok hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Bireyler okullarda veya Yrd. Doç. Dr. İzzet DÖŞ KSÜ Eğitim Fakültesi / Kahramanmaraş Zamanı değerlendirmenin en iyi yolu kitap okumadır. Okuma zihnin gelişim anahtarıdır. 43 Fizik öğretmeni bir arkadaşım bir zamanlar bana şunu ifade etmişti: “İzzet hocam şu anda çözemeyeceğim hiçbir fizik sorusu yok. Çünkü piyasada ne kadar çok fizik kitabı varsa hepsini okudum ve hepsinin sorularını çözdüm. Yeni çıkan bir fizik kitabı olursa, onu da hemen alıyorum ve sorularını çözüyorum”. İşte sizlere kendisini yenileyen, fark oluşturan ve bilgisinden para kazanan bir insan. 44 üniversitede aldıkları eğitimin kendilerini otuz yıl idare edeceğini düşünmemelidirler. Bir mühendis, bir tıp doktoru veya bir öğretmen mesleki gelişmeleri yakından takip etmeli ve bu konuda da farklılığını ortaya koymalıdır, yeni gelişmeleri dergiler veya kitaplarla takip etmelidir. Sadece yüksek tahsilli kişiler değil, esnaf ve sanatkarlar da mesleki gelişimlerini destekleyecek dergiler ve kitaplar okumalıdır. Çünkü değişim, bilgi ve teknoloji kendi mesleklerini de etkilemektedir. Fizik öğretmeni bir arkadaşım bir zamanlar bana şunu ifade etmişti: “İzzet hocam şu anda çözemeyeceğim hiçbir fizik sorusu yok. Çünkü piyasada ne kadar çok fizik kitabı varsa hepsini okudum ve hepsinin sorularını çözdüm. Yeni çıkan bir fizik kitabı olursa, onu da hemen alıyorum ve sorularını çözüyorum”. İşte sizlere kendisini yenileyen, fark oluşturan ve bilgisinden para kazanan bir insan. Okulda alınan eğitim ne denli iyi olsa da, kişi kendisini geliştirmek ve öğrendiği bilgileri unutmamak için tekrar okumalıdır. Bu uzmanlık alanını ilgilendiren boyuttur. Bir misal anlatılır: zamanın birinde bir balıkçı varmış bu kişi herkesten fazla balık yakalarmış ve herkes buna hayret edermiş. Balıkçı da bu ganimetten dolayı epey bir zenginmiş. Herkes bu işin sırrını merak edermiş. Bir gün bu balıkçı ölmüş, tabi meraklı çevre, balıkçının sırrını anlamak için evine akın etmişler. Acaba bir mucize veya bir tılsım bulabilirmiyiz diye. Ama nafile, evde ne bir tılsım ne de altın yumurtlayan bir tavuk var. Evde balıkçılık hakkında bir kütüphane dolusu kitaptan başka hiçbir şey bulamamışlar. Evet gerçek mucize bu olsa gerek, işi gereğine ve ilmine göre yapmak. Genel yaşama ilişkin okumalar (sağlık, siyaset, teknoloji, edebiyat, pratik bilgiler): sağlık bize bahşedilen çok değerli bir yaşam aracıdır. Ama nedense kıymetini pek bilmemekteyiz. Çok küçük bilgiler sağlıklı yaşam için önemli ipuçları verebilir. Siyaset her günkü konuşmalarımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Oy verdiğimiz, gönül verdiğimiz siyasi partiler, geçmişleri, politikaları, ülkemizin ve diğer ülkelerin dünya arenasındaki yeri, ülkemiz ve birey olarak bizleri ilgilendiren meselelerdir. Edebiyat, müzik güzel sanatlar ruhun inceliklerini ortaya çıkaran önemli araçlardır. İnsan kendisini tanıyamayabilir. Yaptığı işler sayesinde yeteneklerini keşfeder, kitaplar insanın kendisini keşfetmesini sağlayabilir. Pratik bilgiler çok küçük bilgiler olmasına rağmen çok önemli işlevler görebilirler. Mesela, beyaz (saydam) poşeti kullanarak çay demleyebilir misiniz? Evet demleyebilirsiniz. Poşeti yanmayacak yükseklikte ateşin üstüne koyarak bunu başarabilirsiniz. Kültür, Tarih ve dine ilişkin okumalar: tarih geleceğin aynasıdır. Tarihini, kültürünü ve dinini bilmeyen bireyler eninde sonunda diğer kültürlerin istilasına maruz kalırlar ve benliklerini yitirirler. İnsan kendisini tanıması için içinde yaşadığı insanları, kültürü ve tarihi tanıması gerekir. Bu bilgiler ise ancak okumayla elde edilebilir. Akademik okuma: bir şeyler yazmak için çok şey okumak lazımdır. İnsan okuduklarının ancak %10’unu hatırlamaktadır. Dolayısıyla 100 kitap okumalıyız ki bir kitap yazabilelim. Okumadan bilgi üretilemez. Sınavlara ilişkin okumalar: günümüzde belki en önemli okuma alanlarından biri de sınavlara ilişkin okumalardır. Bu durum belki insanlara sıkıcı gelebilir, istenmeyen bilgi birikimine neden olabilir, hatta okuma zevkini de öldürebilir. Ama temel bilgiler bu okumalar sayesinde de elde edilebilir. tim, antropoloji, tarih vb, insanı tanımaya yönelik ne kadar çok okursak insan denilen muammayı daha iyi tanıyabiliriz. Zamandan tasarruf: bilgiler bize yaşamda devamlı kısa yolu öğretir. Bilen kişi başarılı olur. Uzun tecrübelerle ancak edinebileceğimiz bir bilgi, okumakla birkaç dakikada öğrenilebilir. Ekonomik kazanım: bilen kişi az hata yapar. Az hata demek az masraf, az zarar, az para demektir. Mesela sağlıklı yaşam hakkında biraz bilgiye sahip olan kişiler daha az doktora gide ve daha az para öderler. Mesleğinde uzman olan, aranan insandır, bu ise İnsanların karakterlerini; içinde bulundukları kültürleri, meslekleri, genetik yapıları oluşturur. Psikoloji, sosyoloji, eğitim, antropoloji, tarih vb, insanı tanımaya yönelik ne kadar çok okursak insan denilen muammayı daha iyi tanıyabiliriz. Okumanın faydaları Okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz. Genel olarak okumanın faydalarını şu başlıklarla ifade etmek uygun olabilir. İnsanları tanımaya yardımcı olur: İnsanları anlamanın yolu okumaktan geçer. Çünkü insanların karakterlerini; içinde bulundukları kültürleri, meslekleri, genetik yapıları oluşturur. Psikoloji, sosyoloji, eği- 45 Okuyan kişi kendini tanır, insanları tanır, toplumu tanır, kültürü tanır. Bu bilgiler insana ???????? bir hayat felsefesi aşılar, topluma ve bakış açısını değiştirir. Bilen ve okuyan mutlu kişidir ve problemlerle daha kolay başa çıkabilir. uğraş, araştırma ve kendini geliştirmeyle olur. Zor durumlardan kurtulma: beklenmedik bir kazada, ani bir durumda verilen kararların isabetli olması yine bilgiye bağlıdır. Yeri geldiğinde önemli birkaç bilgi bizlere yeni bir hayat verecek kadar önemli fırsatlar verebilir. Tehlikelerin farkına varma: hava durumundan, kişilerin davranışlarından, makinelerin seslerinden vb daha birçok ön haberciden, okumasını bilenler bir ön bilgi alırlar. Bilgili kişi “ben geliyorum diyen” kaza ve tehlikeleri önceden sezip farkına varıp tedbir alabilir. Kültürel gelişim: kültür içinde yaşadığı toplumu anlamanın bir aracıdır. Kültürlü insan nerede ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını bilir ve o boyutta saygı ve hürmet görür. Kültürü anlamak ve almak ise, çok okumakla ve araştırmakla elde edilir. Dile hakimiyet: yapılan araştırmalar dile hakim olan insanların toplum içinde daha çok popüler olduğunu ve halk içinde muteber bir yerinin olduğunu göstermektedir. Dili iyi kullanan bir insan, insanlar üzerinde daha etkin izler bırakabilir, yöneticiler daha rahat bir yönetim sergileyebilir. Bir toplulukta insan giyinişine göre karşılanır ama konuşmasına göre uğurlanır. Bilgi sahibi olma: bilgi güçtür. Bilen kişiler hep önde olurlar. Konuşmaya, konferansa, 46 televizyona bilen kişiler çağrılır. Bilgi bireyi, sosyal statü olarak diğer insanların daha üstüne taşır. Hayata farklı bir bakış açısı kazandırır: okuyan kişi kendini tanır, insanları tanır, toplumu tanır, kültürü tanır. Bu bilgiler insana bir hayat felsefesi aşılar, topluma ve bakış açısını değiştirir. Bilen ve okuyan mutlu kişidir ve problemlerle daha kolay başa çıkabilir. Hayata zevk katar: okuma insanı en problemli durumdan çıkarabilir. Hayata bakış açımıza uygun bir kitap, sonu iyi biten bir roman okuduğumuzda neşeleniriz ve hayattan zevk alırız. Tarihimizin şanlı dilimlerinde dolaşıp kendimizi Yavuz Sultan Selim’in yanında bir serdengeçti olarak görebiliriz. Okuduğumuz süre boyunca dertlerimizi unuturuz, bu bile yeterli bir rahatlamadır. Psikolojik travmalara karşı okuma, en önemli terapilerdendir. Okuma en problemli anlarımızdan kurtulmamızı sağlar ve zihnimizi toparlamamıza yardımcı olur. Ne kadar sıkıntıda olursak olalım, okuduğumuz on dakikalık kitap bizleri ayrı bir dünyaya götürür. Evet, Yavuz Sultan Selim günde sadece iki saat uyur ve gecelerini kitap okuyarak geçirirmiş. İlme değer veren ve okuyanlar tarihe damgasını vurmuştur. Bizlere düşen görev ise okumak, okumak ve yine okumaktır. BİLİNÇLİ İNTERNET KULLANIMI İnternet halk arasında, ‘haber takibi, mesajlaşma, ucuz olduğu için sesli ve görüntülü görüşme, dosya aktarma, kolay bilgiye ulaşma yolu, bir konu hakkında bilgi toplamak için tarama yapma’ gibi konularda kullanılmaktadır. Bilgisayar ve internet, artık günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Bilgi alış verişi, bilginin serbestçe dolaşım ve paylaşımı en üst düzeye ulaştı. İş hayatında etkin bir kullanım sahasına sahip internet, neredeyse bütün evlere girmiş durumda. İnternet yoluyla bilimsel gelişmeler çok yakından takip edilmekte, önemli bilgilere hemen ulaşılabilmekte, insanlar istedikleri hemen hemen herkesle çok rahat bir şekilde haberleşebilmekte, alış veriş yapabilmekte ve günlük birçok işi rahatlıkla yerine getirebilmektedir. İnternet teknolojisi günümüzde adeta olağanüstü bir buluştur. Artık bilgisayar ve internet insanlık için ciddi bir ihtiyaç haline gelmiştir. İnternet kullanımının giderek artması, sınırsız, denetimsiz ve yasaksız her türlü bilgiye veya kişilere erişim kolaylığı, çok olumlu gelişmelerin yanında bazı olumsuz neticelerin doğmasına da sebep olabilmektedir. Bilgisayar oyunları ve internet gezintileri, çocukları ve gençleri sosyal hayattan giderek uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle kültürel özelliklerimiz dikkate alınarak, internet kullanımını doğru bir alana çekmek zorundayız. İnternet bağımlılığından kurtarmak, ancak çocuklarımızın ve gençlerimizin interneti doğru ve bilinçli bir şekilde kullanmaları ile mümkündür. Şunu çok iyi anlamalıyız ki, ‘internet bağımlılığı’ bir hastalıktır ve mutlaka tedavi edilme ihtiyacı vardır. ‘İnternet bağımlılığı’ birçok uzmanın ortak görüşü olarak, ‘bilgisayar başında, internete bağlı olarak, gereğinden fazla zaman geçirme problemi’ şeklinde tanımlanmıştır. Çoğu ebeveyn, çocuklarının interneti ev ödevleri veya araştırma için kullanmadığını fark etmiştir. Bunun yerine, çocuklar arkadaşlarıyla anlık ileti gönderip alarak, çevrimiçi oyunlar oynayarak veya sohbet odalarında yabancılarla konuşarak zaman geçirmeye başladıkları görülmektedir. İnternet bağlantılı bilgisayarları olan çocuklar ve gençlerin ne yaptıkları da denetim altında olamıyor. Burada ailenin çocuklarıyla yakın ilişki içinde olması ve anne-babaların da bilgisayar kullanımını bilmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü en iyi denetimin ailede gerçekleşeceği bir gerçektir. Çocuklarına doğru kuralları öğretmek, başta anne-babaların görevidir. Özellikle internet sebebiyle derslerden uzaklaşan, hatta sınıfta kalan öğrencilerin, en önemli eğitim yıllarında ‘oyunla’ kaybedilen zamanın, edinilen kötü alışkanlıkların, uygun olmayan bilgi ve görüntülerin, aile fertlerinin ekran karşısına geçerek birbirinden kopmalarının, internet üzerinden geliştirilen fakat Vural Gündüz Coğrafya Öğretmeni / Ankara ‘İnternet bağımlılığı’ bir hastalıktır ve mutlaka tedavi edilme ihtiyacı vardır. ‘İnternet bağımlılığı’ birçok uzmanın ortak görüşü olarak, ‘bilgisayar başında, internete bağlı olarak, gereğinden fazla zaman geçirme problemi’ şeklinde tanımlanmıştır. 47 hemen hepsi hüsranla biten sahte arkadaşlıkların, yaygınlaşan kumar alışkanlığının, okulda veya mesaide geçirilmesi gereken zamanların gereksiz konuşmalar ve yazışmalarla boşa geçirilmesinin önüne geçilmelidir. Birçoğumuz, çocuklarımızın meramını iyi ifade edemediğinden, açık ve net iletişim kuramadığından yakınırız. Çocuklarımıza bir soru sorduğumuzda, onlardan kısa bir cevap alır veya çok bildik bir cevap duyarız. Bunun ortaya çıkışında, bilgisayar karşısında geçirilen zamanın önemli bir etkisi vardır. İnternetin içeriğinin çok büyük bir bölümü faydasızdır. Hatta internetin, çocukların gelişiminde önemli bir yeri olan dil kabiliyetinin ve tarih şuurunun gelişmesinde olumsuz bir etkisinin olduğu da araştırmalar neticesi ortaya konmuş bir gerçektir. İnternet, bilim insanlarına çalıştıkları konularda daha geniş kütüphanelere ulaşma imkânı veren, öğretmenlere derslerini anlatırken yardımcı olan, öğrencilere ödevlerini hazırlarken bilgiye daha kısa sürede ulaşmalarını sağlayan ve onların öğretmenleriyle iletişimini kolaylaştıran bir aracıdır. Kötü yönde kullanılması ile de öğrencilerin ve bazı bilim insanlarının akademik çalıntılar yapmalarına yardımcı olan bir araç durumuna gelebilmektedir. 48 Üzücü olan durum, ülkemizde anne-baba ve eğitimcilerin bu tehlikenin tam olarak farkında olmamaları dolayısıyla gerekli tedbirleri yeterli ölçüde alamamalarıdır. İnternetten vazgeçmek, çocuklarımıza yasak koymak bir çözüm olamayacağına göre, internetteki muhtevayı süzen, faydalı bilgiye izin verirken zararlı olanı engelleyen filtre programları kullanmak gerek. Böylece çocuklarımızın internetin iyi, güzel ve doğru olan muhtevasına yönelmelerini sağlamış oluruz. İnternetin olumsuz etkilerini en aza indirmek için kamuoyu ve ebeveynler bilinçlendirilmelidir. İnternetin yararlı bir iletişim aracı halinde kullanılması için özellikle eğitim kurumlarında bu konular yeniden gözden geçirilmelidir. O kadar bilgi sağanağında doğru bilgiye ulaşmak çok zorlaştı. Çocuklar ve gençler iyi ve faydalı siteleri ziyaret etmek isteseler bile bu konuda gerçek bir kılavuz bulmak gerekir. Bu da okullarda seçmeli olan ‘Medya Okuryazarlığı’ dersinin mecburi dersler içerisine alınmasıyla etkili olacaktır. İnternet ve bilgisayar, yerinde ve uygun olarak kullanıldığı takdirde faydalı, yoksa çok zararlı olabilmektedir. Hayat, internetten ve bilgisayardan ibaret değildir. İnsan olmanın gerektirdiği pek çok sorumluluk ve görevlerimiz vardır. Bu sorumluluklarımıza hizmet ettiği oranda interneti ve bilgisayarı kullanmalıyız. Ülkemizde internet kullanımı, yetişkinler ve özellikle çocuklar arasında hızla yaygınlaşırken güvenliği olmayan bir ağın, çocuklarımızı istenmeyen yönlere itmemesi için, zaman kaybetmeden gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Kısacası, çocuğun sağlıklı ve dengeli gelişimini engelleyecek ve yozlaşmasına yol açacak bilgi ve malzeme, internete erişen bir çocuk için bir tıklama uzaklığındadır. MOTİVASYON KAYNAĞIMIZ Şu bir gerçektir ki, harekette bereket vardır. Hareket ile gezip dolaşmakla manevi sıkıntı gider, insan ferahlığa kavuşur. Kaynak suyu, ırmak suyu hareket ettikleri için, durgun sulardan üstün tutulurlar. Akan sular çerçöpü alır götürür, üstlerinden atar, arınırlar. (Hz. Mevlana) Motivasyon, kişinin eyleminin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dış bir uyarıcının etkisiyle harekete geçmesi ile ilgilidir. Yani bireyin, verimli davranışının sebebini açıklayan hem iç hem de dış enerji güçleri toplamıdır. Motivasyon, Latince “mot” kökünden “movere”, yani “hareket ettirme, hareketlendirme” kelimesinden gelmektedir. Yabancı literatürde motivasyon olarak geçen bu kavram dilimizde teşvik etme, isteklendirme ya da güdüleme anlamında kullanılmaktadır. Motivasyon, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır. Bu kavramı anlama sürecinde ihtiyaçlar, dürtüler ve özendirici uyarıcılar arasındaki ilişkiler önemlidir. Temelde öğretmenin, öğrencilere öğretmek konusunda motive olması gerektiği düşünülebilir. Amaç öğretmenin motivasyonu ile eğitim-öğretim sürecinin daha sağlıklı olmasıdır. Psikolojide motivasyon, içten gelen itici kuvvetlerle belli bir hedefe doğru yönelen maksatlı davranışlar için kullanılmaktadır. En bilinen şekliyle “bireyi davranışa sevk eden içsel bir güç” olarak tanımlanabilir. Motivasyon bir insanı belirli bir amaç için harekete geçiren güçtür. Peki öğretmenler neden motive olmalıdır? Öğretmenin motivasyon açısından hem etken hem de edilgen rolü vardır. Motive olmakta ve motive etmektedir. Öğretmenin motivasyon düzeyi aynı zamanda motive eden olarak, öğrencinin öğrenme motivasyonunu da etkileyecek ve eğitim-öğretim sürecinin pozitif bir gelişim seyretmesini sağlayacaktır. Bir engeli aşmak, bir süreci daha etkin hale getirmek, eğitim-öğretim süreçlerini tekdüzelikten çıkarabilmek amacıyla öğretmenlerin motive olması ve motive edebilmesi elzemdir. Motivasyon sürecini etkileyen faktörler, iki temel başlığa ayırabilir: İçsel ve Dışsal Etkenler. Ceren Nilgün Çetin Psk. Dan. ve Rehber Öğretmen / Mekke-i Mükerreme Öğretmenin motivasyon açısından hem etken hem de edilgen rolü vardır. Motive olmakta ve motive etmektedir. Öğretmenin motivasyon düzeyi aynı zamanda motive eden olarak, öğrencinin öğrenme motivasyonunu da etkileyecek ve eğitim-öğretim sürecinin pozitif bir gelişim seyretmesini sağlayacaktır. 49 Dışsal etkenlere odaklanan, sürekli şikayet eden, pasif ve edilgen bir öğretmen profilinden, çözüm odaklı, proje üreten, aktif ve etkin bir öğretmen profiline yönelmek daha yapıcı olacaktır. Çünkü iyileştirici bir ortamda aktif rol almak da önemli bir motivasyon kaynağıdır. Dışsal Etkenler Dışsal etkenler, kişinin tek başına yönetemediği faktörlerdir. Ekonomik durum, çalışma ortamı, ergonomi, çalışma arkadaşları, okulun bulunduğu ortam, ulaşım, ailevi durum, sağlık durumu, kültürel ortam, siyasi ortam… gibi arttırabileceğimiz unsurlardır. Öğretmenlerin sosyal koşullar ve olguların değişkenliğine göre iş motivasyonu ve tatmin düzeyleri arasında anlamlı ilişkiler olduğu araştırmalarda görülmüştür. Dış etkenler açısından baktığımızda öğretmenlik mesleğinin daha saygın, itibarlı olması, ekonomik refahının ve yaşam şartlarının yükselmesi için ilgili kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin, ortaklaşa daha etkin ve yaygın çalışmalar ve organizasyonlar yapması, motivasyon açısından yerinde olacaktır. İmkânlar dâhilinde ekonomik düzenlemeler, sosyal etkinlikler, sosyal haklar, zenginleştiril- miş öğretmen aktiviteleri vs. arttırılabilir. Bu etkenlerin düzeltilmesi için devletin yanı sıra dernek ve vakıflar gibi STK’ların daha aktif hale getirilmesi ve bireysel ivmelerin organize edilerek daha da yaygınlaştırılması desteklenebilir. Öğretmenlerin de bu tür oluşumlara açık olması ve etkin olarak dahil olması motivasyon arttırıcı bir unsur olacaktır. Bu konuda hukuki altyapı da geliştirilmelidir. Bu konuya bireysel açıdan bakarsak sadece dışsal etkenlere odaklanan, sürekli şikayet eden, pasif ve edilgen bir öğretmen profilinden, çözüm odaklı, proje üreten, aktif ve etkin bir öğretmen profiline yönelmek daha yapıcı olacaktır. Çünkü iyileştirici bir ortamda aktif rol almak da önemli bir motivasyon kaynağıdır. Sürekli pasif ve edilgen olmak ve kendini aşan büyük organizasyonlara bahane bulmak, farkındalığı engeller ve savunma mekanizmalarının daha sık kullanılmasına sebep olur. Bu bağlamda kişi kendi üzerine düşen sorumluluğu fark edemez. Bu durum, kişiyi kısır döngüye hapsettiği gibi kişinin içsel motivasyonun harekete geçmesini de engeller. İçsel Etkenler Bazı araştırma sonuçlarına göre insanlarda içsel motivasyon etkilerinin, dışsal motivasyon etkilerine kıyasla daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Bir öğretmen kendisine şunu sorabilir; “Dış etkenler için bireysel olarak çokça bir şey yapamıyorsak iç engellerin kaldırılması ve hareketin gerçekleşmesi için gerekli meyil, eğilim, yönelim neler olabilir?”. “Maddiyat” motivasyonda en etkili faktör olarak görülse de çoğu zaman yeterli olmayabilir. Eğer kişi yaptığı işten psikolojik ve sosyal bir tatmin duymuyorsa, bir süre sonra maddiyat bu açığı kapatmaya yetmeyecektir. Motivasyon, davranışı anlamada çok önemli bir süreçtir. Buna göre motivasyon, davranışı amaca doğru harekete geçiren, yönelten bir iç durumdur. Düşünceleri yaşama geçirme isteği en az bu düşünceler kadar önemlidir. Başarılı insanlar çoğu kez amaçlarını belirleyerek motive olurlar. Başarılı olmak isteniyorsa nereye gidildiği ve ne yapmak istenildiği bilinmelidir. Motivasyonun şartları arasında “inanmak” çok önemli ve ilk basamaktır. Karar verirken ve karar vermeden önce onu yapabileceğine kişinin inanması gerekir. İnancı sağlayabilecek olan kişinin kendisidir. Çevresindekiler yardım edebilse de ancak kişi bunu gerçekleştirebilir. “Özgüven” de önemli bir diğer basamaktır. Güven eksikliği yararlı bir şey üretmeyen olumsuz 50 düşüncenin ürünüdür. Kişi, gerçekten arzuladığı ve uğruna çalışmaya istekli olduğu işi daha kolay başarabilir. Kişi kendini tanımaya, ihtiyaçlarının neler olduğunu ve nasıl gittiğini değerlendirmeye zaman ayırmalıdır. İçsel motivasyon kişinin manevi dünyası ile ilgilidir. Hazreti Mevlana, düşünceyi hareketten önceki asli unsur olarak dile getirir. Toz dumanını hareket ettiren rüzgâr benzetmesini kullanarak rüzgârı düşünceye, toz dumanını ise harekete benzetir. Kişi sahip olamadığı, yani “yok” olan objeye doğru meyleder. Böylece düşünce boyutunda, hareket için gerekli olan ilk unsur oluşmuş olur. Varlık elde etmek için yokluk gerek. Mimar ev yapmak için boş arsa arar. Marangoz ahşap işi yapmak için ham tahta arar. Saka su satmak için susuz ev arar. Yokluğa dikkat et, onda çok hikmetler var. (Hz. Mevlânâ ) Bu benzetmeye yakın olan ve günümüz bilim dünyasında motivasyon kavramını da açıklayan kuramlardan en bilineni Maslow’un geliştirdiği İhtiyaçlar Hiyerarşisidir. İhtiyaç, olmayana, “yok”a karşı bir meyildir. Abraham Maslow’un geliştirdiği kurama göre İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde ihtiyaçlar şu şekilde ifade edilirler: İçsel motivasyon kişinin manevi dünyası ile ilgilidir. Hazreti Mevlana, düşünceyi hareketten önceki asli unsur olarak dile getirir. Toz dumanını hareket ettiren rüzgâr benzetmesini kullanarak rüzgârı düşünceye, toz dumanını ise harekete benzetir. Kişi sahip olamadığı, yani “yok” olan objeye doğru meyleder. Böylece düşünce boyutunda, hareket için gerekli olan ilk unsur oluşmuş olur. • Fizyolojik ihtiyaçlar: Varlığını sürdürme ihtiyaçları (Beslenme, giyinme, çalışma ortamı vs.) • Güvenlik ihtiyaçları: Koruma, güvenlik, iş güvenliği. • Sosyal ihtiyaçlar (Ait olma-sevgi): Bir üye olarak tanınma, aidiyet, birliktelik, dostluk, sevgi, işbirliği, takdir vs. 51 Kişi kendi motivasyonunu birçok “yok”a yani ihtiyaca böleceğine, insan-ı kamil noktasına odaklayabilirse, başta kendi nefsi olmak üzere içsel engelleri aşabilir. Kişi, mesleki ve benzeri her türlü sosyal statü ve ekonomi gibi dışsal etkenlerin de bu odaklanma ile üstesinden gelecektir. • BÜYÜKSES, L., Öğretmenin İş Ortamındaki Motivasyonunu Etkileyen Etmenler, Yük. Lisans Tezi, S.D.Ü., Isparta, 2010 • CAN, Ş., Mesnevi Tercümesi (Hz. Mevlana), Ötüken Yay., İstanbul, 2005 • KESER, A., Çalışma Yaşamında Motivasyon, Alfa Yay., Bursa, 2006. • ÖZDAŞLI, K. ve AKMAN, H., İçsel Ve Dışsal Motivasyonda Cinsiyet Ve Örgütsel Statü Farklılaşması: Türk Telekomünikasyon A.Ş. Çalışanları Üzerinde Bir Araştırma, S.D.Ü., Vizyoner Dergisi, 4/2012 • ŞAHİN, A., Yönetim Kuramları ve Motivasyon İlişkisi, S.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2004 • www.motivasyon.web.tr 52 • Statü (itibar) ve saygı ihtiyaçları: Özgüven, bağımsızlık, ün, övülme vs. • Kendini gerçekleştirme: Potansiyelini açığa çıkarma, kendini geliştirme, üreticilik, dışa dönük uğraşlar vs. Kendini gerçekleştirme Statü kazanma ihtiyacı Ait olma - sevgi ihtiyacı Güvenlik ihtiyacı Fizyolojik ihtiyaçlar Maslow’un motivasyon modeline göre bireyin davranışlarına yön veren, yukarıda belirtilen ihtiyaçlardır. Bu model, bireyin bütün düzeylerdeki ihtiyaçlara aynı anda sahip olabileceği, ancak önemlerinin kişiye göre değişeceği şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca Maslow, hiçbir zaman bir sonraki düzey önemli hale gelmeden önce bir önceki ihtiyacın %100 tatmin edilmesi gerektiğini söylememiştir. Bireyler için aslında Maslow’un belirttiği tüm ihtiyaçlar aynı anda önemlidir. Ancak bireysel gelişmişlik seviyesine göre bu ihtiyaçların önem sırası değişmektedir. Maslow’un sıraladığı ihtiyaçlar arasında en çok kendini gerçekleştirme basamağı üzerinde durulmuştur. Maslow, kendini gerçekleştirmeyi bütün insanların ulaşması gereken bir hedef olarak görmüştür. Tasavvufi açıdan da kendini gerçekleştiren kişi, “insan-ı kamil” tanımına benzetilebilir. Yani ihsan mertebesinde, incitmeyen ve incinmeyen, esfeli safilin düzeyindeki insan ihtiyaçları ile ahseni takvim düzeyindeki insan ihtiyaçları arasındaki farktan haberdar olan, Allah rızasını merkeze alan kişidir. Kişi kendi motivasyonunu birçok “yok”a yani ihtiyaca böleceğine, insan-ı kamil noktasına odaklayabilirse, başta kendi nefsi olmak üzere içsel engelleri aşabilir. Kişi, mesleki ve benzeri her türlü sosyal statü ve ekonomi gibi dışsal etkenlerin de bu odaklanma ile üstesinden gelecektir. Bu bağlamda içsel motivasyon kavramına baktığımız zaman aslında öğretmen, öğrenci, yönetici, hademe, doktor, marangoz, tamirci, evhanımı vs. gibi herhangi bir mesleki ayrım söz konusu değildir. Kişi hedef olarak kendisine insan-ı kamil profilini belirlerse ve bu hedefe konsantre olursa kendi iç enerjisini çok daha verimli kullanmış olacaktır. Bitip tükenmek bilmeyen ihtiyaçların, içsel ve dışsal sebep sonuç ilişkilerinin kısır döngüsünden çıkacaktır. Böylece kişi kendi motivasyonunu sağladığı gibi etkileşim içinde olduğu kişilere de yapıcı ve olumlu bir örnek olacaktır. Özet olarak Hz. Mevlana diyor ki; “Yok olan, kendi fani varlığından kurtulan, var olanların en iyisidir. … O kâmil insan olduğu ve tam manasıyla Hakk’ta yok olduğu için, bütün ruhlar onun dileğine uyarlar, bütün bedenler onun buyruğuna girerler.” 90’lı gençlik ve HedonizM Son günlerde yaşanan kitlesel eylemlerolaylar- gelişmelerin bizleri bir kez daha gençlerimiz hakkında doğru düşünmeye sevk ettiğini söyleyebiliriz. Kitlesel hareketlerin temelinde birçok sebep-gerekçe bulunabilir... Bu yüzden tek bir nedene bağlı kalarak bu tür olayları açıklamak sağlıklı sonuçlar doğurmayabilir. Bundan dolayı özelde “gençlerin” genelde tüm insanların eylemlerinin temelinde yatan asıl sebebi görme yolunda sarf edeceğimiz her çaba bizi biraz olsun gerçeğe-gerçekliğe yaklaştıracaktır. Aynı zamanda günlük yaşamda karşılaştığımız neredeyse birçok olayı anlamamızı da kolaylaştıracaktır. Eğitimci olarak herkesin teorikte bildiği fakat uygulamada ise birçoğumuzun gözden kaçırdığı veya unuttuğu bir şey var ki o da “insan davranışlarının” temelindeki asıl nedenlerin doğru belirlenememesidir. Davranışlarımızı yönlendiren harekete geçiren güç, ihtiyaçlarımız ve güdülerimizden başkası değildir. İnsan davranışlarının nedenleri üzerine bilim insanları tarafından şimdiye kadar birçok şey söylenmiştir. Bunlardan en yaygın olanları klasik psikolojide (İbn-i Sina, Muhyiddin İbn-i Arabi ) kuvve-i şeheviye (bedensel, fizyolojik, maddi istekler), kuvve-i gazabiye (kin, hiddet, kızgınlık ve atılganlık gibi arzular) ve kuvve-i akliye ( iyi ile kötüyü ayırt etme, hakikati ve güzeli isteme) şeklinde ifade edilirken batıda bu Freud ismiyle özdeşleşen öfke-saldırganlık ve cinsellik kavramlarıyla dile getirilmiş; Maslow ise ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramıyla bireyin davranışlarının altında yatan sebepleri anlamlandırmaya çalışmıştır. Günümüzde popüler kültür adı altında sosyal medya, görsel medya, gazeteler ve tüm kitle iletişim araçlarıyla oluşturulan “tüketim toplumu” ve “hedonizm” kavramları tam da burada kendisini göstermeye başlıyor. Modern dönemde iyice belirginleşen Hedonizm (hazcılık) kavramının toplumda ne kadar yaygınlaştığını ve insan davranışlarında da ne denli etkili olduğunu görebilmekteyiz. Savaş Özdemir Tarih Öğretmeni / İstanbul Eğitimci olarak herkesin teorikte bildiği fakat uygulamada ise birçoğumuzun gözden kaçırdığı veya unuttuğu bir şey var ki o da “insan davranışlarının” temelindeki asıl nedenlerin doğru belirlenememesidir. 53 Toplumu meydana getiren unsurlar içerisinde genç-yaşlı, kadın-erkek, eğitimlieğitimsiz, zengin-fakir, öğrenci-öğretmen, yöneten-yönetilen vb. olmak üzere bizler bulunduğumuza göre önce bizlerdeki değişim ve dönüşümü iyi tanımlamalıyız. Peki nedir bu Hedonizm (Hazcılık)? En üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren Aristippos’un öğretisidir. Aristippos’a göre en üstün iyilik hazdır. Bu öğretiye göre iyi demek haz demektir; haz veren her şey iyi, acı veren her şey ise kötüdür. Her geçen gün biraz daha yüksek sesle toplum bilimcilerin de belirttiğine göre çağımızın popüler düşüncesi hedonizm, kavram olarak olmasa da hayat tarzı olarak insanlar arasında kabul görmüşe benziyor. Toplumu meydana getiren unsurlar içerisinde genç-yaşlı, kadın-erkek, eğitimlieğitimsiz, zengin-fakir, öğrenci-öğretmen, yöneten-yönetilen vb. olmak üzere bizler bulunduğumuza göre önce bizlerdeki değişim ve dönüşümü iyi tanımlamalıyız. a) Bir zamanlar sahip olduğumuz kültürel değerlerimizin kaybolmasıyla birlikte toplumumuzda kültürel alanda çözülmelerin yaşanmaya başlamasını, b) okullarımızda son zamanlarda sıklıkla zikredilmeye başlayan “değerler ve karakter eğitimlerinin” üzerinde durulmasını, 54 c) toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunun asli vazifelerini yerine getirememesini birlikte düşünürsek 90’lar kuşağını (gençlerimizi) daha iyi analiz etmeye başlayabiliriz. Genç nesil dediğimiz 90’lı kuşağın yetiştiği ve büyüdüğü dönemin ekonomik durumu, yaşam koşulları, sosyo-kütürel ve siyasi yapısı, teknolojik imkanları ve kitle iletişim araçları etraflıca tahlil edilmeden bu gençlerin hayatı nasıl algıladıkları anlaşılamayacağı gibi onların hayattan beklentilerinin neler olduğu da kavranamayacaktır. 70’li ve 80’li nesillere oranla şimdiki neslin daha rahat bir ortamda yetiştiğini söyleyebiliriz. 2000’li yıllar öncesini örnek verecek olursak İstanbul başta olmak üzere şehirlerde her hafta düzenli olarak evlerde elektrik ve suların kesildiği, temel tüketim ihtiyaçlarının (gıda-giyim) çok rahat ulaşılamadığı, var ile yokun arasında kanaat (yetinmenin) etmenin yüceltildiği, tv –radyoda tek kanalın hakim olduğu, tek sesliliğin erdem olarak görüldüğü, devletin medya organlarının yanında yeni yeni özel tv ve radyoların kurulmaya başlandığı yıllarda yaşamadı bu gençlik. 90’lı nesil dediğimiz gençlerimiz kendinden önceki nesile göre birçok alanda değişmiş-gelişmiş bir toplumun içinde buldu kendisini. Teknolojinin 2000’li yıllarda hayatımızın her alanına ani girişi, buna hazır olmayan ve maalesef bununla ilgili ciddi bir kültürel birikimi de bulunmayan bizlerin hayatında bir o kadar süratli ve derin kı- rılmalar-değişimler meydana getirdi. 90’lı gençlik önceki nesiller gibi politik, ideolojik kamplaşmalara girmeyerek hayatın kendilerine sunduğu tüm imkanları özgürlük-hürriyet ve demokrasi kavramlarının çatısı altında hayattan lezzet-tat alarak yaşamayı daha çok önemsedi. Bu gençler, kendileri gibi giyinmeyen, düşünmeyen, inanmayan insanların varlığından rahatsızlık duymadılar. Herkesin yaşama ve özgür olma hakkına kendilerince saygıyla yaklaştılar. Bir zamanlar ülkemizde yapıldığı gibi sağcı-solcu, sosyalist-kapitalist, laik-İslamcı, Alevi-Sünni, Kürt-Türk kamplaşmalarını ve gruplaşmalarını pek fazla tercih etmeyip “tek tip” ve “tek kalıp” insan olmadıklarını dile getirir oldular. Şimdiki gençlik bizim alışık olduğumuz bildiğimiz katı ve duvarları olan ideolojik gençlik olmadığını söylem ve eylemleriyle ortaya koymaktadır. “Geçişken Gençlik” diye tanımlayabileceğimiz daha özgürlükçü daha ferdiyetçi (bireyci) daha faydacı (pragmatik) daha hazcı (hedonist) ve kendi düşüncesini-ideolojisini bireysel hedef ve beklentileriyle inşa eden fakat devletin, toplumun ve milletin selametini ağabeyleri (70’li – 80’li kuşak) gibi hayat memat meselesi haline getirmeyen bir gençlik oluştu. Kendilerini Atatürkçü, Laik, Milliyetçi, Müslüman, Sosyalist olarak tanımlayabilmekteler. Yani ideolojilerin içleri boşaldı veya yeniden tanımlandı. Bu gençlik okuldaki kuralları özgürlüklerine ve benliklerine vurulmuş birer pranga olarak görüp bunları ciddiye de almamaktadır. Kurallar düzen ve akademik faaliyetler genel olarak fuzuli sayılıp sınırsız, sonsuz, kısıtlamasız bir özgürlük tanımı geliştirmiş gibi durup, kimi zaman milli ve manevi değerler olsa da olur olmasa da olur tavrı takınabiliyorlar. Lakin eğitim ortamlarında bireysel haz alanlarına müdahale edilmesine (kılık-kıyafet-davranış-uslüp-tüketim biçimi) asla tahammül gösteremeyebiliyorlar. Oturulup karşılıklı konuşulduğunda olumlu geri dönütler alabildiğimiz 90’larla aramızdaki en önemli fark “beslenmiş olduğumuz sosyal, kültürel, siyasal kanalların ve hayatı tanımlarken kullandığımız dilin kodlarının” değişmiş olmasıdır. Kimileri bu durumu sevindirici, barışçı, kaynaşmış, huzurlu bir toplumun müjdecisi olarak görürken kimilerinin de bu durumu “şahsiyetlerinin oluşmasına izin verilmeyen bireylerin, çaresiz kendilerine şahsiyet kazandıramayacak niteliklerle (belirtilerle) varolma gayreti¨ olarak tanımlıyorlar. “Geçişken Gençlik” diye tanımlayabileceğimiz daha özgürlükçü daha ferdiyetçi (bireyci) daha faydacı (pragmatik) daha hazcı (hedonist) ve kendi düşüncesiniideolojisini bireysel hedef ve beklentileriyle inşa eden fakat devletin, toplumun ve milletin selametini ağabeyleri (70’li – 80’li kuşak) gibi hayat memat meselesi haline getirmeyen bir gençlik oluştu. Pek tabii görünür olmak, var olmak demekse şayet. 55 Eğitim Sisteminin Geliştirilmesi Ali Hikmet Demir Eğitim Denetmeni / Kütahya Milli Eğitim Bakanlığı eğitimin temel faaliyet yerleri olan okullarda/ sınıflarda yapılan çalışmalara karşı adeta ilgisizlik içinde davranıyor. Program hazırlamak, ders kitaplarını okullara göndermek, okulları teknolojik veya fiziki alt yapı yönünden geliştirmek eğitimde istenen sonuçların elde edilmesini sağlamıyor. 56 Eğitimle ilgili yapılanlar konusunda hemen herkesin bir fikri vardır. Eğitimi yönetenler kendilerince eğitime dair yapılan yatırımları ön plana çıkarıp başarılarını toplumun gözünün önüne haklı olarak getirmeye çalışıyorlar. Eğitime yapılan yatırımlar, eğitimin geliştirilmesine yönelik alınan önlemler, yasal, teknolojik, fiziksel alt yapı veya personel politikalarına yönelik yapılan düzenlemeler eğitimi doğrudan veya dolaylı etkilemektedir. Eğitim alanındaki değişimi takip edebilmek neredeyse imkânsız olmakla birlikte eğitimin temel yapılış yerlerindeki faaliyetlere yönelik istenen veya olması gereken çalışmalar hala bakir bir alan olarak durmaya devam ediyor. Eğitimin yönetilmesinden, denetlenmesinden, işletilmesinden birinci derecede sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı eğitimin temel faaliyet yerleri olan okullarda/ sınıflarda yapılan çalışmalara karşı adeta ilgisizlik içinde davranıyor. Program hazırlamak, ders kitaplarını okullara göndermek, okulları teknolojik veya fiziki alt yapı yönünden geliştirmek eğitimde istenen sonuçların elde edilmesini sağlayamıyor. Öğretmen yetiştirme sorunu önemli bir sorun olarak karşımızda durmakla birlikte var olan öğretmen grubunun öğretmenlik becerileri konusunda mutlaka değerlendirilmesi, geliştirilmesi, mevcut durumunun ortaya konulması gerekmektedir. Mevcut öğretmen istihdam politikaları yanında görev başındaki öğretmenlerin de çağın getirdiği becerilere sahip olma düzeyleri itibariyle ele alınması gerekiyor. mükemmel şekilde yönetiliyor gibi görünebilir. Buna karşın hazırlanan programların hedeflediği davranışların öğrenciler tarafından gerçekten edinilme durumları başta olmak üzere eğitim-öğretim faaliyetlerinin özü, esası, var oluş amacı olan derslerle edinilmesi gereken bilgi, beceri, değer, tutum ve davranışların, alışkanlıkların kazandırılması anlamındaki gerçek eğitim faaliyetleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor. Yıl boyunca okullarda yapılan çalışmalar bir şekilde yapılıp bitirildikten sonra eğitim öğretim faaliyetlerinin başarısı konusunda ne elde edildi anlamında bir sorgulama, değerlendirme eğitim sistemimizde yapılmamaktadır. Bir bakıma üretim sürecinin en can alıcı basamağı olan değerlendirme okul bazında, ders bazında, program bazında, personel ve yönetim bazında yapılmamaktadır. Bu durum her yıl aynı şeylerin sürekli devam etmesine, sistemdeki hataların sürekli kendini tekrar etmesine neden olmaktadır. Kurumsal yapıların varlık nedeni olan amaçları doğrultusunda bir çalışma yapıp yapmadıklarını sorgulamak bir bakıma bu alana yapılan yatırım ve harcamaların da Bir bakıma üretim sürecinin en can alıcı basamağı olan değerlendirme okul bazında, ders bazında, program bazında, personel ve yönetim bazında yapılmamaktadır. Eğitim sistemimizdeki okulların işleyiş sürecine baktığımızda her ne kadar merkeziyetçi, güçlü bir bakanlık yapısı var gibi görünse de eğitimin bakanlık tarafından gerektiği gibi yönetildiği hususunda şüpheler bulunmaktadır. Eğitim sistemi yönetmelik, genelge ve yasal düzenlemelerle yönetiliyor gibi görünse de bu tamamen rutin işleyiş yönüyle söz konusudur. Yani yönetici ve diğer personelin göreve başlaması, gelip gitmesi, devam takibi, okulların açılıp kapanması, öğrencilerin derslere gidip gelmesi, sınavlara girip çıkması, karnelerin, not fişlerinin, defterlerin, diplomaların düzenlenmesi gibi tamamen kâğıt üzerinde olan rutin işler açısından bakacak olunursa eğitim 57 amacına ulaşıp ulaşmadığının görülmesi açısından mutlaka bir değerlendirmeye ihtiyaç olduğu halde eğitim sistemimizde sayısal verilerin tablolaştırılması dışında bir değerlendirme yapılamamaktadır. Bu durum sistemin sorunlarını görmesini, sorunlarından hareketle öğrenmeyi, sorun çözme sürecinin etkin bir şekilde işletilmesini engellemektedir. Eğitim sistemi kendi içinde sınav odaklı bir anlayışla öğrencileri eleyerek kendi kendine iyi okulkötü okul ayrışmasını ortaya çıkarmaktadır. Bu durum zaten kontrolsüz, değerlendirme dışı alanlarla dolu sistemin sorunlarını daha da büyütmektedir. Sınav sistemini öğrenciyi seçme, eleme, gruplama aracı olarak değil eğitim faaliyetlerinin niteliğini belirleme; sorunlu okulları, öğretmenleri, alanları belirleme dolayısıyla da eğitimi değerlendirme aracı olarak kullanmak gerekmektedir. Sınav sistemi öğrenciye yönelik olarak yapılırken farklı değerlendirme sistemi ile de eğitimin her alanının dikkatle gözden geçirilmesi gerekmektedir. Eğitim sistemi içinde sadece öğrenciyi veya sadece 58 öğretmeni değerlendirmek veya sadece belli alanları dikkate alırken diğer alanları görmezden gelmek sistem bütünlüğü açısından doğru bir yaklaşım değildir. Merkez teşkilatı, taşra teşkilatı, her tür ve düzeydeki okul ve kurumlar, her düzeydeki personel ve işleyiş değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Değerlendirmeyi de birkaç kişinin iki dudağı arasına bırakmak yerine sistemin içinde bulunanların katılımıyla yönetişimci bir anlayışla yapmak gerekir. Katılımcı anlayışla yapılacak değerlendirmeler sonrası sistemin neresinde ne tür sorunlar var, bu sorunların nedenleri ne, çözüm olarak ne gibi düzenlemeler hangi düzeyde yapılmalı gibi sorun odaklı ve çözüm odaklı yaklaşımlar sistemin daha sağlıklı işlemesini sağlayacaktır. Böylece yukardan aşağı emir komuta zinciri anlayışı ile yönetilen eğitim örgütü yerini alttan üste, üsten alta iki taraflı iletişim kanallarının sağlıklı ve etkili işletildiği, sorunlara duyarlı işbirliği ve koordinasyonun güçlü bir şekilde sağlandığı, görüş ve önerilerin rahat bir şekilde paylaşıldığı, çözümlerin dışardan ithal değil kendi sistemimizin ürünü olarak üretildiği bir eğitim sistemi oluşturulabilecektir. O zaman sürekli yap-bozlar yerine istikrar, kayırmacılık yerine liyakat, kapalı kapılar ardında karar almak yerine şeffaf ve öngörülebilir bir işleyiş süreci, belirsizlik yerine kurallar, kişisel ilişkiler yerine yeterlilik odaklı bir seçme sistemi, belli grupların etkisi ve yönlendirmesi yerine sistemli bir işleyiş, kişisel bakış yerine objektif bakış hakim olabilir. Bu da eğitim adına en büyük kazançtır. YAZAR ÖĞRETMENLER MAVİ DÜŞLER SAATİ - Şiir Halil KÜÇÜK Mavi Düşler Saati koşullar ne olursa olsun sanata olan ilgisini hiçbir zaman yitirmemiş bir öğretmenin ilk şiir kitabıdır. Eserde fotoğraf ve şiirin güzellikleri bir arada kullanılarak keder, neşe, sevinç duyguları aktarılıyor. Belki de bu eserde duygularınızın kelimelere dökülmüş hali yer alıyordur. ISBN: 9786051480084 Boyut: 14.0x20.0 Sayfa Sayısı: 180 Basım Yılı: Nisan 2013 DİLARA ÇIKIKÇI Marmara Üniversitesi Öğrencisi / İstanbul YENİDEN HAYATA DOKUNMAK - Anı Halis KURALAY - İngilizce Öğretmeni … gözle görmeden bahar nasıl yaşanır öyle mi? nasıl yaşanmasın ki bahar dostlarım, çiçeklerin kokusu gözle mi görülür? kuşların cıvıltısı gözle mi işitilir? nisan yağmurunun zevkini gözle mi tadarsınız? siz, gözlerinizle mi hissedersiniz ferahlığı? rüzgara binmiş sevgileri yürek hisseder dostlarım... Yeniden Hayata Dokunmak, hayatı görmenin yalnızca gözle olmayacağını samimi dille anlatan bir eser. Daha önce benzer konularla yazılmış kitaplardan farkı ise özellikle engelli olmayan okurlar için yazılmış olması. Sebebini ise eserin yazarı şöyle açıklıyor: “Genelde bütün engelliler, özelde görme engelliler tüm toplumlarda azınlıktırlar. Bu yüzden rahatlıkla söyleyebilirim ki engellilerin toplumu tanıdığı kadar, toplum ne yazık ki engellileri tanımaz.”. Bu eser ile görme engelli bir kişinin doğumundan başlayarak hayatı nasıl kazandığına, dünyaya bakış açısına, anılarına şahit olacaksınız. İman, duygu ve bilginin yürekte olduğunu bilmeniz hayata yeniden dokunmanızı sağlayacaktır. ISBN:9758724420 Boyut: 13,5x21 cm Sayfa Sayısı: 296 Basım Yılı: 2012 59 Tatil ve Öğretmen Karneleri dağıttık ve öğrencileri yaz tatiline uğurladık. Biz de yavaş yavaş toparlanıp uzun ve yorucu yılın yorgunluğunu atmak üzere keyifli, dinlendirici ve verimli bir tatile hazırlanıyoruz. Öncü Eğitimciler Derneği eposta grubuna üye 50 bini aşkın meslektaşımıza tatil hakkındaki düşüncelerini sorduk. 393 arkadaşımız sorularımızı yanıtlamak üzere değerli zamanlarını ayırdılar. Bakın nasıl bir sonuç aldık! Cinsiyet Görev Öğretmen Okul yöneticisi Öğrenci Diğer 286 %74 70 %18 17 %4 11 %3 Erkek Kadın 263 %68 122 %32 2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir dışına çıktınız mı? Evet, yurt içinde başka bir şehre gittim. Evet yurt dışına çıktım. Hayır, çıkmadım. 221 %57 40 %10 127 %33 30 yaş ve altı 31-40 yaş arası 41-50 yaş arası 51 yaş ve üzeri 114 136 102 39 %29 %35 %26 %10 Evli Bekar 284 %73 103 %27 2013 yılında tatil amacıyla yaşadığınız şehir dışına çıkmayı düşünüyor musunuz? Evet, yurt içinde başka bir şehre gitmeyi düşünüyorum. Evet, yurt dışına gitmeyi düşünüyorum. Hayır, düşünmüyorum. Medeni durum Yaş 2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir dışına çıktıysanız tatiliniz size kaça mal oldu? Bu soruya verilen cevaplar oldukça geniş bir yelpazeden geliyor. Ancak tüm cevapların ortalamasını aldığımızda meslektaşlarımızın yaz tatili için ortalama 1750 tl harcadıkları ortaya çıkıyor. Elbette bekar ile evliler, çoçuklu aileler ile çocuk sahibi olmayanların tatil için harcadıkları miktar değişiyor. Meslektaşlarımıza göre kişi başı ortalama bir tatil maliyeti 500-600 tl civarında görülüyor. Çocuklu bir ailenin 1-2 haftalık bir tatili ise ortalama 3000 tl’yi bulabiliyor. 2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir dışına çıktıysanız tatiliniz ne kadar sürdü? 1 hafta ya da daha az 2-3 hafta 4 hafta ya da daha fazla Diğer 124 %45 104 %38 36 %13 13 %5 241 %64 50 %13 86 %23 Sizce tatil amacıyla yapılacak seyahat için ideal süre ne kadar olmalıdır? 1 hafta ya da daha az 2-3 hafta 4 hafta ya da daha fazla Diğer 110 %29 219 %58 37 %10 13 %3 Sizce tatil için en uygun mekan aşağıdakilerden hangisidir? Deniz sahili Tabiat, orman Tarihi-kültürel merkezler Memleket, eş dost ziyareti Diğer 86 103 95 71 26 %23 %27 %25 %19 %7 Sizce tatil için en uygun aktivitiler nelerdir? Bu soruya 1000’e yakın farklı cevap almışız. Meslektaşlarımız tatil için en uygun aktivitenin yüzmek ve dinlenmek olduğunu belirtiyorlar. Sessizliğe güçlü bir vurgu yapan meslektaşlarımızı en güzel tatil mekanının doğa olduğunda neredeyse hemfikir. Kitap okumak, tarihi yerleri gezmek, sılayı rahm yapmak da diğer alternatifler arasında. Alışveriş yapmayı, Kuran okumayı önerenler de var. Meslektaşlarımızın önemli bir kısmı ise tatili mesleki gelişimlerini sürdürmek amacıyla eğlenerek gelişme etkinlikleriyle değerlendirmeyi tercih etiğini belirtmiş. Meslea dil öğrenmek bu tür aktivitilerin başında geliyor. Keşfetmek de yine tatili anlamlı kılacak bir etkinlik olarak belirtilmiş. Fakat elbette yeme-içme ve özellikle mangal keyfinin de sıklıkla dile getirildiğini görüyoruz. Sizce ortalama bir tatil için ne kadarlık bir bütçe ayrılmalıdır? Bu soruya verilen cevaplar da oldukça geniş bir yelpazeden geliyor. Ancak tüm cevapların ortalamasını aldığımızda meslektaşlarımızın yaz tatili için ortalama 2143 tl harcamayı planladıkları ortaya çıkıyor. Bazı meslektaşlarımız tatile hiç para ayırmazken, bazıları da diğer arkadaşları için tatil organizasyonları yaparak kendi masraflarını minimize etme yolunu tercih ediyor. Hepinize huzurlu, keyifli, verimli ve en önemlisi kazasız bir tatil diliyoruz. 60 61 film Kulübü Zeynep KANBAY the FIRST GRADER 1 IMDB Puanı: 7.1/10 2 Yapım: İngiltere, ABD, Kenya / 2010 Tür: Biyografi, Dram Süre: 103 dk. Yönetmen: Justin Chadwick Oyuncular:Naomie Harris , Sam Feuer , Nick Reding , John Sibi-okumu, vusi kunene Film gerçek bir hayat hikâyesini konu almaktadır: 84 yaşında birinci sınıfa başlayan Kenyalı Kimani Maruge’ nin hayat hikâyesini… Maruge radyoda, devletin ülkedeki herkese ücretsiz eğitim olanağı sağladığını dinleyince hiç beklemeden bulunduğu dağ köyündeki ilkokula kayıt yaptırmaya gider. Yaşlı olduğu ve okul kıyafeti olmadığı için kabul edilmez. Ancak hemen kendine bir okul kıyafeti diker ve tekrar okula gider çünkü eğitim almakta karalıdır. Öğretmen Jane Obinch, tüm uyarılara, öğretmen arkadaşlarının olumsuz tavırlarına rağmen onu okula kabul eder. Çünkü Maruge, gençliğini Kenya’nın özgürlüğü için harcamış bir gazidir. Eğitim almak, geç kalmış olsa da onun hakkıdır. Maruge 6 yaşındaki çocuklarla okula başlar, bütün olumsuzluklara, engellemelere rağmen azmi ve öğretmeninin desteği ile istediğini elde eder. Marmara Üniversitesi Öğrencisi 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 3 4 5 6 14 15 16 17 18 19 20 7 8 9 10 BLACKBOARDS IMDB Puanı: 6.9/10 Yapım: Iran, Italy, Japan / 2000 Tür: Drama Süre: 85 dk Yönetmen: Samira Makhmalbaf Oyuncular: Said Mohamadi, Behnaz Jafari, Bahman Ghobadi, Mohamad Karim Rahmati, Rafat Moradi 1980-88 yıllarındaki İran-Irak savaşı sırasında topraklarından (Halepçe’den) ayrılmak zorunda kalan Kürtlerin, dağları kullanarak topraklarına geriş dönüş çabasını anlatan bir film Kara Tahta. Aynı dağlarda sadece Kürt mülteciler yoktur; sırtlarında kara tahtalarıyla kendilerine öğrenci arayan bir grup öğretmen de vardır. Bu öğretmenlerin tek isteği okuma-yazma öğretecek birilerini bulmak ve karşılığında o gün karınlarını doyuracak birkaç parça yemek alabilmektir. Öğretmenler dağlardaki saldırılardan kara tahtanın altına saklanarak korunurlar. Bu öğretmenlerden Said, arkadaşlarından ayrılarak başka bir yola sapar ve Halepçe’ye dönmeye çalışan insanlarla karşılaşır. Onlara okuma-yazma bilip bilmediklerini sorar. Kimse bilmiyordur ama öğrenmek de istememektedirler. Said, bir avuç ceviz karşılığında onları Halepçe sınırına götürmeye razı olur. Grubun içindeki dul bir kadının evlendirilmek istendiğini öğrenir ve onunla evlenmek ister. Karşılığında verecek tek bir şeyi vardır: kara tahtası… Eşine okumayı öğretmeye çalışır ama çabası boşunadır. Film, zorlu yollar aşılıp sınıra ulaşıldığında son bulur. 62 1 Hazırlayan: Maşuk CEYLAN masukceylan@gmail.com Fİlm kulübü UZMAN BULMACA SOLDAN SAĞA 1. Başrollerinde Tom Hanks ve Gary Sinice’in oynadığı 1994 yapımı 6 Oscar’lı Robert Zemeckis filmi – Milli Eğitim Bakanımız 2. Eski dilde bağırsaklar / Eşek sesi / Bir müzik aleti / Olumsuzluk belirten bir önek / …….. Song (Robbie Williams şarkısı) 3. Güney Afrika’lı Anti Apartheid aktivisti, 1994’ten 1999’a kadar ilk defa tüm halkın katıldığı seçimlerdeki Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı / Umutsuzluktan gelen karamsarlık 4. ………. Küçük Zenci (Agatha Cristie romanı) / Arapçada Ayak basılmamış kum anlamı taşıyan bir bayan ismi / Derece, aşama, kerte / Türk …… (TV Dizisi) 5. İngilizcede sarmaşık / Eski dilde su / Lesotho ülkesinin internet kısaltması / Sitoplazma ve çekirdek içerisinde herhangi bir değişiklik olmadan hücrenin doğrudan doğruya bölünmesi 6. Köpek / Rock müziğin bir çeşidi / Oy / Manganez ’in simgesi / Bir Mısır tanrısı 7. Eğitim Bilimlerinde İnsanların nesneleri, olayları, uyarıcıları bir bütün olarak algılama eğilimi / Kullanılmadığı zamanlarda gitarı dengede tutmak için altına yerleştirilen sehpa 8. Sabit fikir / Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçü birimi / Kabaca işte / Anadolu Ajansı 9. İron ………. (Heavy Metal Grubu) / Fasta bir sıradağ / Makine ve Kimya Endüstrisi 10. Eğitim-öğretim sürecinde bilişim teknolojisi donanımlarını kullanarak etkin materyaller kullanmanız amacıyla Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından tasarlanan sosyal platform / Eski dilde yüz. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1. Çevresel etkenlerin yarattığı özelliklerin canlının dış görünüşündeki yansıması / Bir nota 2. Okültizm terminolojisinde bir mesaj içeren ya da gelecekteki olayların psişik veya normal dışı biçimde kendini gösteren ön belirtisi / Latince üç 3. Tıpta akciğer oskültasyonunda anormal solunum sesleri / Hukuki 4. John ........ (Aktör) 5. Aşınma; itikâl / Bir nota 6. İngilizce numaranın kısaltılışı / Sayıları göstermek için kullanılan işaretlerden her biri 7. Bütün / Mazereti sebebiyle hacca bizzat kendisi gidemeyip de yerine bedel gönderilmesi hâlinde, bedel olarak giden kişi 8. Michael Cristofer’ın bir filmi / Sunma / Bir geçmiş zaman eki 9. Niyobyum ‘un kısaltması / Paris’teki ünlü kule 10. Kanlı …… (Stephen Crane kitabı) / Nikel ’in simgesi 11. Sedat Yılmaz’ın bir filmi / Eski bir tahıl ölçeği 12. Bilgisayarda bir dosya uzantısı / Denizle ilgili 13.Gözleri görmeyen, kör / Oruç tutan kimse, oruçlu 14. En kısa zaman dilimi / Bir soru eki / Bir nota 15.Siirt’in bir ilçesi / Oksijen’in simgesi 16. Bir soru eki 17. Eğitimde cansız varlıklara canlı gibi davranma düşüncesi 18. Orta / Rütbesiz asker 19. Kanada’da bir kule / ......... Wing (İngiliz Psikiyatr ve Fizikçi) 20. Çağan Irmak’ın bir filmi.