OKU - Sultani
Transkript
OKU - Sultani
BU SAYIDA Esat Mahmut Karakurt Erdoğan Ali Soral !pekoğlu Omurtak Yalçın Tahsin Yücel Çağa Baran Abdülkadir Günyaz Yiğit Okur Erten Ali Suat Oral Atila Alpöze H. Oktay Ural Jean Giraudoux Yalçın Yalvaç Basri Karagöz Köksal Saraçoğlu Cengiz Tacer Sayı: 21 Mayıs: 1953 -------- GALATASARAY~ Galatasaray Lisesi Talebe Kurulu Neşriyat Kolu tarafından iki ayda bir İstanbulda çıkarılır; okul dergisidir. Sayı: Mayıs 21 Yazıişlerini Sahibi : Cecüm.eni cluıem aaLu 1953 fiilen idare eden : dluvaıf.ıf.ak c.Y3endecli. Sekreter: aalıui.n Zj.üceL - Zjı"fj.i.t Qleuc Kapak kompozisyonu: Ali İpekoğlu tsTAı.'lfBUL MATBAASI - Nuı:uosmaniye cad. No. 90/ 1 - İstanbul AİLE ve GENÇL İK ESAT i\1AFOIUT KARAKURT Eğeı• gençlerimiz arzu edilon sevgiye ulaşmış bir halde yetişti rilemiyorsa ve bu işte birçok aksaklıklarımız mevcutsa bu aksaklıklann, bu yetiştirilmeme kabahatinin, gençlerimize değil, bize ait olduğunu kemali cesaret ve cüretıc itiraf etmemiz lazımdır. İnsan dediğimiz mahl1ik, çocuk halinde iken masum bir varlıktır. Her ttirlü kötü dediğimiz şeyleı·den uzak, hiçbir şey bilmeyen, hiç bir şeye saplanmayan, gösterileni benimseyen, öğretile ni yapan günahsız bir canlıdır. Bu küçül{ günahsız canlı)'l, bir büyük canlı yapabilmek, ahlıselim sahihi mütekamil bir genç haline getirebilme!< için, zannettiğinizden daha hudutsuz, uçsuz bucaksız bir mesaiye, ihtimama ihtiyaç vardır. İnsan, bir ağaç vetiştlrmek için bile aylar, seneler sarfediyor, insan yetiştirme!{ kolay mı? Unutmayınız ki, bir küçük insanı, biraz serpilmiş bir insan durumuna ulaştırabilmek, bir çocuğu b~r genç haline getirebilmek için, ortalama bir hesapla tam yirmi sene harcıyoruz. Yirmi sene bu! .. Dile kolay! .. Yirmi yıl fasılasız o çocuğıın yetişmesi için gayretle, hüsnüniyetle, dirayetle emek sarfetmeğe mahkümuz! Fakat, ne emek, ne gayret, hatta ne de o yirmi yıl, biı' gencin istediğimiz şe kilde inkişafı için kafi bir vasıta, yeter bir unsur teşkil etmiyor. Asır çocuğu avuçlannın arasın'.!. alan kudret, içinde yaşadığı muhitin üzerinde bırakacağı daimi tesirlerin, f!l.sılasız intibaların husule getireceği. umumi tepkilerdir. Ahilik ve karakter dediğimiz ki, basit günlük hareketlerimizin bir araya gelmesinden doğan küçücük. itiyadlal'ln bir toplamından ibarettir. Yalan söyleyenlerin arasında şey, unutulmamalıdır bir insan, yalan söylemesini bilmez. Küçükken efendimsiz Jwnuşmağa alışmamış bir çocuğu, büyüdükten sonra, sırtın da kırbaç şalcl:ı.tsanız, size efendimsiz cevap verdiremezsiniz! Şef kat, muhabbet, sevgi, nezaket, te" biye dediğimiz şeyler, hep böyle işte küçükken günlük hareketlerimizin devamı esnasında farkın da olmıyarak, aldığımız iyi intiba Jarın bir itiyad haline gelmesinden doğuyor. Yani bir insanın ahlak sahibi, fazilet sahibi, terbiyeli, nazik, dürüst bir insan olması demek, o insanın küçüktenberi, insanlarca iyi diye kabul edilmiş şeyleri yapmağa alışmış oiması elemektir. O halde çocuklarımızı, bütün bu vasıflara sahip gençler olarak yetiştirmek için, küçükten başlıya rak onları, iyi şeyleri kendiliğin den benimseyebilecek tesirler a.1tında bırakmak ve bu tesirlerin neticelerini nefislerinde itiyad haline getirmek mecburiyetindeyiz. İşte bu tesirlerin en mühimini, en kuvvetlisini çocuk evvela. aile ocağında alıyor. Ama yalmz oradan mı alıyor? Hayır! Çocuk, merhale merhale ilk defa ailenin, sonra mektebin, sonra muhitin ve daha sonra da arkadaşlarının, görgüsünün, okuduğu kitapların ve hatta yavaş yavaş bizzat kendi yetişmeyen şahsi da dilşünüşlerinin baskısı altın yaşamağa başTar. Şu halde çocuklarımızın yeen mühim ve ana rolü, aile ocağı ifa ediyor demektir. Çünkü günlük hayatında henliz hiçbir kötü itiyada sahip bulunmayan çocuğa, iyi şeyleri bir itiyad halini verip onu forme etmek vazifesi aileye djlşüyor. Bu vazifeyi de ailede babadan daha çok ananın yapması icabetmektedir. Çünkü ana, çocuğuna babasından daha yakındır. tiştirilmesinde Kolay mı anne olmak? .. Çocuk küçük iken, bilhassa beş ile on yaşları arasında mütemadiyen bilmediklerini sorup örrrenmek ister. Siz ele mütemac1iyen ve bıkmadan onun sorup öğ renmek istediği. şeyleri anlıyabile ceği bir tarzda, fakat büyük bir adamın karşısındaymışsınız gibi, söyliyeceğirtiz bütün sözleri tartarak cevaplandıracak ve anlatacaksınız! Alaturka musikiden mi hoş Olabiliı'. Fakat mütemadiyen radyoyu açıp, çocuğu nuzla beraber bulunurken alatui·ka musiki dinlemeğe hakkınız yoktur. Çevireceksiniz radyonuzun düğmesini! Çünkü böyle yap· mazsamz, çocuğunuzun masum kulağını, sesleri pek mahdut olan bir musikinin vereceği yeknesak bir zevke alıştırır, garp müziğinin ruhu heyecana getiren ahenktar nağmeleri ile alakadar edemezsiniz bir daha onu! .. Koca111zın sizi, sizin kocanızı sevmeniz, ve bu sevgiyi izhar etmekte serbest bulunmanız elbette ki çok tabiidir. Fakat çocuğıınuz yanınızda ise yahut civarınızda bulunuyorsa, bu sevgi tezahürlerinde de ıl.deta sokaktaynuşsınız gibi, daı· bir hudut, çekingen bir tavır alarak hareket etmek mecbuı-iyetincle oldulanıyorsunuz! ğunuzu unutmamalısınız! Büyük Alman ı uhiyatçısı Doktor Froyd, eğer tecrübesiz annelerle babalra, çocuklarının önünde soyunup yatağa girerken, veyahut banyodan çılcıp omuzlarına boı·nozlarını alırl{en, ayaklarının altında dolaşanlaı·a, küçük. tür diye ehemmiyet vermiyerek, çocuklarının cinsi hayatı üzerin~ de yaptıkları teşevvüş ve tecessüsün neticelerini bilmiş olsaydılar. eminim ki yataklarına muhakkak elbiseleri ile girerlerdi ~ diyor. Görüyorsunuz, ev hayatımız daki küçücük ve tabii hareketle· rimiz bile, bazan çocuklarımızın üzerinde ne mühim tesirler icra. ediyor!. Parisli on beş yaşındaki kızla, 16 yaşındaki d elikanlının sokakların ortasında haya.sızca birbirlerine sarılıp öpüşmelerinde gayri tabii bir tezahür görmemeleri, hiç şüphe yok iti, kUçük iken evde aldıkları intibaların tabii bir neticesidir. 1 Haya. dediğimiz his de, d!ğel' hisler gibi gökten zembil ile indirilmiş değildir. Bu hisler kötü ve iyilerin tefrik edilerek şuuru muzda yerleşmeleri ile temin olunabilir ancal{. Elhasıl madem ki çocuk sahibiyiz evimizde dahi, evimizde değilmişiz gibi, her an dikkatli bulunmağa mecburuz. · Nasıl? Anlaşılıyoı· artık değil mi iyiden . iyiye! .. Hususi hayatlarımızla dahi çocuklarımız a ne amansız şekilde müessir ot.ıyo ruz. Çünkü çocuklarımız her türlü hareketlerimize dikkat ederler: Taklit ederler. Ve aynen tatbika geçerler. Sonra da bunları bir itiyad haline getirip şuurlarına yer- Eski Günler Her İnsan Anlaması pek kolay imtihan olduğunu Kopye usullerinde buluşlar canlanıyor. Palamutlar, canlılar, ufak tefek palalar, Yutmam diye övünen daha çok alduıııyor. Bu lmdar talebeden bilen varsa söyl •sin Hangisi istediği gibi hoca tanıyor. Ne tembel lıerifler var ~u emektar okulda Ancak hafta sonları saçları taranıyor. Usuller hep d ğişti sabahları ilk zille Şimdi herkes değil ele ufaklar uyanıyor. kadar gelmiş evde niçin kitap aç- Bulan varsa söylesin mektep içinclı şimdi Verilen yemeklerde tad, lezzet Manıyor. ediyorsunuzı Bilhassa muaşeret A.dabında gençlerimizin pervasızlıkları şid detli tenkid mevzuudur. Haldı bu! Biz de şik!yUtçiyiz Hakikaten çocuklarımız bu sahada ala.lcası7. ve dikatsizdirlel'. Ama bunun '~e bebi ne? Yine aileye avdet edeceğiz! Komşulaı· gelir, oturulur. Her türlü mevzuu yetişmekte bulunan genç kızlarımızla . oğlumuzun önünde teferruatiyle görüşmekten çekinmeyiz. Yahut evlerimizin vaziyeti müsait değildir. Çocukla- çok kıstılar cepten verirmiş gibi evde peclere bakmalttan utanıyor. Çocuklar ela çok huysuz her fena not ahsta bulup hoca fena sanıyor. sınıflarına. Siz, çocuğ'tınuz o yaşa gelinceye kadar hiç olmazsa akşamları, kocanızla karşı karşıya birer koltuğ'tın içine gömülüp bir iki saat k.itap olmmağa valdt ayırdınız mı? Hatta. olmduğ'ı.ınuz kitaplardan çoğ'tınuzun anlıyablleceği par çaları, bizzat ona tekrarlatarak, okumaktan zevk alması için zihni eksersizler yaptırdınız mı? Yapmadl.ruzsa ve yaptırmadınızsa sizde bulunmayan itiyadın çocukta bulunmasını nasıl istiyebilirsiniz? .. y.arafuyor. Kıenclini haklı yadlarımızdır. » lnadığ'ından şilc!yet ~lışılır mı artık, hafızlar Notları Büyük İngiliz edibi Şekspire, Cehenneme inanır mısınız? » diye bir sual sormuşlar. üstad bir an düşündükten sonra gülmüş, c±nsana. demiş, mevcudiyetinden şüphe ettiği bir şey hakkında inanıp inanmadığı sorulur. Yoksa göz le görülen biı• varlığa inanır mı sınız diye sual tevcih olunur mu ? İnanmağa lüzum yok. Görüyorum zaten cehennemi! Cehennem itiLise not alışta yüreğimiz yanıyor. talebelikten gittikçe usanıyoı·. Yaş ta buldu yirmiyi Hayatta varsa yoksa leştirirler. çocuğ'ı.ınuzun kırık İnsan Kalmadı eski günler onlarda ne tat vardı ah çekip o günleri arıyor. Fımektarlar Erol Günaydın (Namı diğer dinlememeleri lazım g-elen şey leri dinlemelerine mani olacak te J birler almayız. ·Mahallenin bütün aşk hildl.yeleri, siyasetin bütün iğrenç dedikoduları, hayatın zahmetleri, parasızlığın· sefaleti, yahut servetin saadeti 15 yaşındald rın kızımızla .16 yaşındaki oğlumuzun meçhulü birer mevzu değildir. Evdir bu! Karı Jrnca kavgalada olabilir. Fa.kat bu ltavgalar · da asabi bir hava içinde cereyan eden bütiln hareketler, işitilmeme si liizım gelen sözler, hırçın müdafaa ve ta.rizler çocuklı>.rıınızın istemiyerek türlü tesirler altın da ta ı·uhlarının derinliğine kadar nüfuz eder. Sonra da onların murı Baba Tıjın) aşeret Mabına riayet etmediklerini ileri sürer, şil{A.yet ederiz. 0luı· mu böyle şey!. . Babası ile otobüse binen çocuk, babasının kadınlara yer verdiğini görmedil{çe, kendisi yer verir mi hiç? Siz annenizin elini öpmeyi !det edenmemişseniz çocuklarını zın sizin elinizi öpmesini niçin istiyorsunuz? Elhasıl daha buna benzer bir çoJ{ misallerle izah etmek kabildir ki, bugün gençlerimizde görülen pervasızlığın dikkatsizlik ve aksakhkların, hepsi demiyeceğim, (Devamı s. 16 da) HiKAYE: Bizim Dümdüz bir yolun sağa lnvyerde, kırık c'ökük bir çatının önünde bir hay-huydur gidiyordu. Her zaman bö ledir burası. Kasabanın kuruluşuyla akran olan koca çınarın altında hararetli hararetli birşeyler konuşu lur, konuşulur ama nedir bu konuştukları? Niçin böyle bağırıp durnrlar? Pelc mühim şeylerden mi bahsederler? Zannetmem, fakat konuşurlar işle, durmadan, • Şehrin insanları Yazan: ,..,..__,.,.._ __ rıldığı bıkmadan konuşurlar; kasabanın en gürültülü yeridir burası ... Sevinçlerini, lrnderlerini, geçim dertlerini, dünya görüşlerini, velhasıl anlatılması mümkün olan herşeyleı·ini burada anlatırlaı·. Kimler uğramaz ki buraya?. Bakkalı, zerzavatçısı , ba!ıl{çısı, kahvecisi, hepsi, hepsi buranın öz malıdırlar. Sıcaklar erken basar, işler kesat gider. Dert yanmaz da ne yaparsın?.. . Serezli Ali efendi derin derin lçiıü çekti, elini sağındaki sandı ğın üzerinde duran domateslere ·:loğ't'u uzattı. Bir yığın sinek havalandı. .. Tabak Rasim: - Bendeki kabak! Bendeki kabak! diye bir nara attı, mecidiyeye, hanım anne, mecidiyeye! .. Üç Jcöylü kadın Serezli'yi bı- ERDOÖAN S ORAL Resim!Gyen: ALt İPEKOÖLU ,,,,, Rasim'e doğru yi.irüdliler. Serezli içindeki hiddeti gizliyemedi; sandalyeye ters oturmuş şiş man gümrükçüye: - Gördün mü it oğlu iti! Ulan esnaflık kim, siz kim! Teraziden müşteriyi çaldı edepsiz kerata! .. Vicdan mı bu? Söyle beybaba, vicdan mı bu ? Camide de imamın arkasından ayrılmaz, tuu! Allah bel!i.nı versin senin! Geçen altşam iki kolyoz almış, acaba taratorlu mu yapsam; iskarası mı, p~paz yahnisi mi iyi olur? diye kovalaldanıp duruyordu görmemiş herif. Şimdi de fakirin ekmeğine göz koymaktan sıkılmıyor.. Vicdan mı bu? .. Gümrükçü esnedi, bir daha, bir' daha esnedi, aksırığı tuttu, aksırdı. Sonra kendinden emin bir hatip edasiyle gözleıini uzak bir noktaya diltti: - Gördün mü arabın oğlunu, dedi, herif demirku·at oldu diye he men belediyede kaleme yazdılar, sen lü\.la Sirez'den bahset! Babası zenginmiş te, b ağı yanmış ta, -höküınet üzümü meciyeden alıp, rakıyı sekiz kağıttan verirmiş, sana mı kaldı tasası be adam! .. Uzaklarda bir ses akisler yaptı, sonra, biraz daha yakında kesile kesik aynı şcyleı·i tekrarladı: - Ey ahali! .. Dün akşam Şe ker lcayasında bir beyaz eşek kayboldu; bulan veya görene ikramiye var, ikramiyee !. GUmrülcçü yine dayanamadı: - Gördün mü, dedi, gördün mü çangırı, herifin sesi bile değiş ti demirkırat olduktan sonram. Meaş yükselee;ekmiş. «İleride meclis lzası olacam. > diyor «meclis Serezll yanı bll§mda, kumlaiçinde yuvarlanan iri çoban köpeğine bir tekme attı, parına. ğına doladığı kalın saat kösteğini birkaç kere döndürdükten sonra: rın '\.. \ .f.. / ../ . rakıp Azası.> - Vakit te ikindiye yaklaştı, sattık ta ne sattık! Vicdansız herif, vicdansız... Kahvede bir gürültü koptu, bir kaç tokat sesi işitildi. Kafadar çırağını maıizliyordu ... - Nerede ise memur çıkacak. ulan!.. Sabahtan beri domina oynarsın da bir türlü aklına gazozları haşlamak gelmez ha!.. Bir kaç kere boğuk boğuk öksürdü... Minarede ikindi okundu ... Sıfır numara tıraşlı kafasını bir iki defa kaşıdı. Uykudan şişmiş göz kapaklannı oğuşturdu. Sonra Serezli'ye döndü: - Gördün mU Ali bu sabahki andavallıları? Herif istida yazdı racak, iki saat senin serginin önünde tahta perde gibi kazıklan dı. Ne diye kaparsınız fukaranın sergisini?.. Rasim' in canına minnet zaten, herif çabucak okuttu kabakları ... - Bırak Allahını seversen, sıkma sen de canımı kafadar, hani babama kUflir ettirecelcsin beni dünyaya getirdiğine... Büyük babamı Serez'de parmakla gösterirlermiş. Neler bırakmamış babama... Babam da bana bırakmış ama Serez'de. Serez nerde, burası nerde ! Taşıyamazsın ki toprağ'ı. Sattık savurduk !stanbul'da, Hristaki'nin meyhanesinde erittik hani sattık paraları. Şimdi şunun şurasında iki nafaka dileniyoruz. Onu da i'ki hödük, üç madrabaz elimizden almağa kalkar! Vicdan mı bu, vicdan mı bu? .. Kafadar: - Buyurun, buyurun, diye gürledi... İki memur gelmişti, kağıt istiyorlardı. Onları Arap Şakiı"le ham~mcı tş,kibettiler. Birer J{ahve içtiler. Şakir bir n rgile istedi. :_ Suyu y nilen in ha, suyu yenilensin, diye sıkı sıkı tembih etti. Hamamcı esnedi, bir daha esnedi; yarı kapalı gözlerini biı·az daha kapadı ... Ağustos böcelcleri sözleşmiş gibi hep birden ötüyorlaı·dı ... Serezli düşilndU, kendi kendine birşeyler söyledi, gülümsedi. Uzaklarda bir eşek anırdı... Serezli yine gülümsedi. Sonra hamamcıya döndü: .- Dfninden vazgeçersin, fakat paı·tiden asla, öyle mi? Herifler iş yapmak niyetinde iş, kapatırlar ya hamamı, kapatırlar elbet, sana kaç defa demedim mi: Baba bırak bu kafayı, parti senin nene Ulzım, işine bak... dinlemedin iti... Yalancı pehlivanlar gibi Karagöz gazetesi elinde, herkese karıltatör gösteriı'Sin. Göze batar işte böyle şeyler. Okumayı ver efendim, okumayıver; ne diye gidersin ateşin ilstüne körilkle? HamamcL avı.ı,ş avaş gözlerini araladı, birkaç saniye düşün dü, gözlerinde acı bir istihza belirdi, Şakir'i dürtilkledi. Şakir elüıdelti tesbihi masa~ a bıraktı, kendi kendine birşe ler okudu, hafifee sakalını sıvazladı: 4 - Ne istersin :ı.ğnın, diye ha- mamcıya baktı. - Anlat ulan Şakir anlat, gftvurun kaçışını anlat, bir memleketin eşyasını adama nasıl k:ı.ldır tırlarmış, onu anlat, iskeleye on gün gavur malı nasıl taşınn·mış o. mı anlat, papazın oğlundan yediğimiz sopayı anlat ... Şakir'in yüzü bir anda buruş tu, dudaklarında acı bir tebessüm. kireçlenmiş yüzünde ameliyat ma sasına yatmış bir adamın can havliyle çıkardığı ter tn.bakası peyda oldu. - Nelerini gördük biz, nelerini, bizim çektiğimizi Allah bir daha çektirmesin bu millete ... Dut karası rengindeki dudakl arında titreme çoğaldı, kendi kendine birşeyler söylendi yine ... Birkaç memur dana geldi. .. İhtiyarlar kalktılar. Bir türlü bağdaşamaz şu gençlerle ihtiyar kafası. .. Serezli kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa gibi serginin yanına seyirtti. I afadar iki kere daha bağırdı. Eski miskinliğ"in yeı'inde şimdi aşırı bir züppelil< hfı.ltimdi. Ekose gömlekli bir genç memur ağzına doladığı bir Amerikan tangosunu geveleyip duruyor, yandaki masada iki mcktepliyle kasaba eşrafından iki delikanlı kafa kafaya vermiş, birini çekiştiriyorlaı·dı. İskele tarafından bir motor sesi işitildi... Kıranta bir delikanlı Serezli'ye salaştı: - Ye iç Ali ağaya dua et, heı•if öbür dünyanın yolunu tutmasaydı, sen burada zor zerzavat satardın ... - Serezli, git oğlum, git, sen çocuksun daha, alclın ermez senin... Ben de babamın ekmeğini ) erken senin gibi ı!f atacak adam arardım; falcat dünya zannettiğin gibi gi.ilistanlık değil. Aklın başı na gelir amma sırtından ateşi çık tılctan sonra ... Bir hamal geldi. Arkasında bir sandık vardı. Biı·kaç ldşi o tarafa yollandılar. Damat smiş, artırmaya çıktı. Artırma başlıyor .. Hamal: - Kn·k, dedi. Serezli: - Kıı•k beş! dedi. Rasin1: - Elli, diye atıldı. Serezli çekildi. Etraftakiler: - Oldu mıı. Ali c>(cnrll, dediler, oldu mu ya! Artırın<ına bak sen, alıcısı biz değil miyiz~ Bı rakma şu güzelim domalc, !eri Rasim'e ... Serezli sermayesini düşündü. Bir aralık alnııya karar verdi; sonra yine caydı. Bü ün lrnhvcnin önündekiler: - Al, Ali efendi, al, diye ıs raı· ettiler, alıcısı biz değil miyiz? Serezli dayanamadı: - Elli beş, dedi. Domatesler üzerinde kaldı. .. Tabalt Rasim sinsi sinsi güldü .. . İki memur yanmşar ldlo domates aldılar . Yandaki sokakta biı· gürültü koptu. Hamal başka bir sandıkla çıka geldi. Kırmızı kırmızı domateslerle dolu bir sandık ... Artırma ya çıkardılar, kırk kuruştan Rasim'in üzerinde kaldı. Serezli: - Altmış, diye bağırdı. Biraz bekleyip bir daha bağırdı. Kimsecikler oralı olmadı. .. Rasim: - Böyle domates, böyle domates ellibeşe, diye haykırdı. Bütün müşteriler Rasim'e cloğrn scyirttiler ... Serezli Ali biraz önce kendisini arttırmaya teşvik eden kalabalığa baktı, içini çekti. Kırışıl< larl:ı. dolu yüzünde boncul< boncuk ter taneleri beliı'mişti... an dığını sırtland ı, terazisini eline aldı. Tabak Rasim'in etrafında toplanan ltalabalığa biı· daha, bir cıa ha balttı. Göz kapaklarından buruşuk yüzüne düşen bir damla göz yaşını glzlemiye çalıştı, - Vicdan mı bu diye söylendi, vicdan mı bu? .. E. ORAL GENÇ ARKADAŞIMA MEKTUP Yalçın Buraların havası İstanbu gelmiştir zaten; satacak vr lunkine hiç benzemiyor. İs satın alacak şeyi yoktur! Aktanbulun renkli, kokulLLı kah- şam tepelerdı.>ki karanlığın kahalı iklimini Devrek'de bukoyulaı?ıp, tepelerdeki gamın lamazsın.. Ağır, ızdıraplı, küsiyice ağırlaştığı zamanda o kün havayı ciğerlerin zor ta- tepelere giden sıra sıra kadın şır . O havayı neşelenmek, fı lar görürsün!.. Sebzesini sakırd-:-.mak isteyen kanına kattanların elinde tek tük şişe makta güçlük çekersin. Zan- ler. Bunlar bir haftalık ihtinedersin etrafındaki boz te- yaçlarıdır : iki yüz elli gram peler eğilmiş , seni, kendilerin- pamuk yağı, yarım kilo gazden ayrı havada yaşayan se- yağı. Eh ara sıra da birkaç ni ezecekler ! Bu tepeler yüz- metre basması olanı vardır yıllardır senin hasr etine daelbet. yanmış, senin yolunu gözleOdununu satamıyan ve b•1 miş tepelerdir. Bu tepelerden hayattan usanan oduncu göı . devrilen her çamın çığlıkları !erini yeni ufuklara çevirir. dır seni çağıran son sesler ! Alınterinin para getireceği Artık hasretine dayanamıya yer onun için artık madendir. cakları da gözlerindeki ışık Bir gün karıdan çocuklardan ların, göğüslerindeki yeşil ayrılır, kamyonlarla Zongulumutların kararmasından bel dak yolu tutulur. 1i !. Erkeğin madene gitmesi Devreği çevreliyeıı tepelerkadına da yeni yeni hayat de iki, üç haneli köyler, magetirir. Artık o da haftada bfr halleler vardır yeşilliklerin aiki defa sırtta taşıyabileceği rasına yayılmış. Bu klübelerde senin benim gibi insanlar bir yığın odunu Devreğe getirmeye başlar. Yazın bu yı yaşar. Gözleri kara, saçları kara, yüzleri sarı sarı insan- ğın seksen kuruştur, kışın iki lar. Keskin, güzel baltaları liraya kadar çıkarmış. Oduvardır hepsinin; kiminin de u- ~ nunu satan gene gazyağmı, zun, kütük taşıyan manda a- pamuk yağını alır tepelerdeki evine döner. rabaları vardır. Bu arabalar, sanki tepelerdeki gamı dağı Madene giden yüzler, etabilmek için yükselen güneğer gelirlerse, bembeyaz geşin altında Devreğe doğru lirler. Yüzlerinde alışmış ol·· yollara dizilirler. duğun sarı rengi de bulamazSonra, Dcvrekde pazar k•ı · sın artık. Gene eski hayat ba~ rulduğu günlerde o tepelerden gelen sıra sıra kadınlar lar. Sonra bu insanlar yaşar· görürsün. Satabilecek şeyi o- lar, yaşarlar; hernalde çocuklanlar ellerinde yüklerle ge- ları da büyür; sonra · da karlirler. Çoğu Devreğe gezmeye deşim1 bu adamlar ölür. OMURTAK Kardeşim, sen renkli, kokulu, kahkahalı kösenden bunları göremezsin, anlıya mazsın. Sen kalkıp buralar.::ı. gelmeli, o odununu satan kaduun pamukyağını iki yüz yet miş kuruştan nasıl aldığını görmelisin! Kardeşim, seni çağırmaya kendi gücüm yetmiyecek, şa irin ağzından sesleneyim : Kardaş senin dediklerin yok Halay çekilen toprak bu toprak değil Çıl< hele Anadoluya Kamyonlarla gel kağnılarla gel gayrı O kadar uzak değil Çamı bitmiş l.:avağı azalmış Gamla örtülü bayırlar çıplal< değil Yedi ay kıştan Yeşeren s.enin Yaprak sonra yaşamandır değil. Muhakkak ki Kuzey Anadolu Orta Anadoludan farklı. Buralarda yeşeren arta kal· mış tek tük yaprak, fakat yaşama değil! Işıklar içind~ bu karanlık laırı göremeyen kardeşim, ağ lamak sana en yakışan şeydi,. şimdi. Gel! Hayatında yapabileen büyük eser, seni burada çırıl çıplak bekliyor! ceğin 5 BESLEME Huriye evine tiönüyordu ... Hava sıcak mı sıcaktı, gölc-ede bile avuç avuç ter döJ,türüyordu adama. Etrafta ldmiecikler görünmüyordu. Yollarsa hem toz toprak içinde, hem de çakır çu kurdu ; yürümek başlı başına bir belft.ydı. Gideceğin yer de uzak oldu mu, t a ma m! İş in yoksa ter dök. Huriy e bu d urumdaydı işte! Evi çok uzaklarda, taa ötegeçe'deydi. Fakat Huriye kulak asmıyordu böyle şeylere . Hava sıc akmış, yol11!1· bozukmuş , evi uzakmış, umurunda bile d eğildi. Başka düşün celerle meşguldü kafası . Yürüyüşünü değiştirmek ist iyor, doktorun karısı gibi y ür ümey e ç alı ş ıyordu. Fakat olmuy ordu, yapamıyordu bir t ürlü ... «Olmuy or, diyor du kendi kendine, gözleri kör olsun, olmuyor işte! Bir hoş kıvırıyordu o . .. > Öyle, o bir hoş kıvırıyordu , çünkü . .. Hur iye g özlerini kapadı. Kapalı gözlerinin önüne doktor un karısı geldi. Doktorun karısı gen§ ve güzeldi. K al çaları öyle dolgundu ki.. . Öyle bir kıvırıyordu ki... Kap alı göz de n e iyi olur~uş ! Enine boy una kendini gördü bu sefer de : bir deri bir kemik bütün vücudu, göğü smü ş, kalça y mı ış, arama . .. Ama o y ine de doktorun kagibi kıvırma}' sevd asındaydı. .. Kıvırmaya ç alış ırken aya kla n birbirine dol aş tı , sendeledi, düş memek için güç zaptetti kendini... Derken zıpırın biri ç ıktı karşıd an. Huriye'nin halinde bir tuhaflık ııezdi. «Bu kadında iş var> diye düşündü . Düşünmekl e de kalmadı. Utanmadan söz attı Huriyeye ... Hur iy e hiç altta. kalır Mı;yıılı? rısı 6 - Oşt it, diye cevap ver di, adam mı sanıyon s~n seni ? Bir iille vursam yarısı boşa gedecek ! Vururdu da! Bugüne bugün doktorlardan dönüyordu .. . Öyle piıı herifleri konuşturu r mu ydu hiç, öyle pis heriflere söz mü söy letirdi? .. Yazan: Huriye doktor lardan dönüyordu bugüne bugün .. . Başında k a r a bir çarşaf, k oltuğunun altında bir eski fista nla bir ta.bale patlı c an sulusu vardı . eti yağı bol cinstendi.. filan da değil di... Kazandan alınmı şt ı d o ğrudan doğı·uya ... Doktorlar b aşkal arın a benzemezlerdi, doktorlar art ık yemek yedirmezlerdi adama, doktorlar iyi insanl ard ı. H em iyi, hem de mesuttular ! Ne isteseler yerine getirilirdi. .. Huriye gözlerini tekrar kapadı. Kapalı göz gerçekten hoş oluyordu; kapalı göz açık gözden daha iyi görüyordu! Doktorlar, doktorların evi olduğu gibi gözlerinin önüne serildi: beyaz duvarlar, duvarlarda türlü türlü resimler ... İn san 1·esimlcri, ağaç resimleri, dağl ar, tepeler, kuşlar ... Döşemenin üstünde halılar .. . Halı lar nakış n akış.. renga renk, yumuşacık... Okşasa n ok şam aya doyamazsın bir daha. Hem de ne temiz, ne temiz ! Yağ dök sen yalanı r m üb areklerin üstünde... Sonra dokt or un karı sı , Cavidan hanım!. Saç ları sapsarı , lüle lüle, kısacık, yanakları g ül pembesi... Sonra gözleri, d u dakl ar ı , bak şiarı , göğ sü, kal çal arı , y ürüyüşü ... Oof! .. Sonra doktor! Kanlı canlı bir yüz. İncecik bir bıyık. Sakal her zaman kesilmiş, saçlar parıl parı l. Elbise her zaman ütülü, ütülü ve temiz ... Sonra doktorun oğlu! Ne kadar da sevimliydi k erata ! Biraz kekemeydi ama öyle güzel kekelerdi k i.. E lbiseleri de p ek hoş tu. B eyaz beyaz çorapl arı, kısa cık k ı sacı k pantalonları, türlü t ürlü ku nd ural arı vard ı. Fakat Cavidan hanım, Cavidan hanım hepsinden başkaydı ... Patlıcan, Art ık H u r iye Cavidan hanımı ne zaman görse hayret içinde, hayranlık içinde kalırdı . B ütün bilgilerini ona borçluydu çünkü. Teşekkür etmeyi ondan öğrenmişti. Kadın- ların iç çamaşırlarına kombine- zon dendiğini ondan öğrenmişti. Sütiyeni, ki.ilotu, ruju, ojeyi ilk defa onda görmüştü . İpek çorabı onda görmüştü. Daha önce de ipe!< çoraplar görı;nüştü ama çorap olabileceklerini aklından bile geçirmemişti. önceleri ipek çorap giyı'niş hanımlar gördükçe: «Hanımların bacakları ne lrndar da pembe oluyor.> diye söylenirdi ken di kendine. Oysaki... Huriye gözlerini açtı ... Çil çil, yeşil yeşil noktalar sıçradı önünde, sonra etraf kapkaranlık göründü, sonra her şey eski haline kavuştu.. . Sıvasız, bakımsız, düz damlı, toprak evler, tozlu ve çakır çukı.u· yollar alabildiğine uzayıp gidiyordu ... Huriye bir yandan kıvırmaya çalışıyor, bir yandan da evini düşünüyordu. Eslü bir evdi Huriye'nin .evi, evden çok kümese benzerdi. Bir tarafı uçup gitmişti. Küçük bir oda kalmıştı kala kala ... Odanın içinde bir kara kilim, kilimin üstünde bir eski yatak, yatağın içinde Süleyman vardı. Süleyman Huriye'nin kocasıydı. Süleyman çok iyi bir kocaydı eskiden. Karıncalar gibi çalışmaktan başka bir şey bilmezdi. Ne içkisi vardı, ne kumarı. .. Başka kocalar gibi karısını da dövmezdi. İyi kötü yaşayıp gidiyorlardı. Fakat son zamanlarda Süleymancık yatağa düşmüştü. Düşüş o düşüş... Bir daha kalkamamıştı.. . Aylardan beri yatıyordu eyde. Komşular ince dert diyorlai'dı. Bıçak bile açmıyordu ağzını. Doktora görünmek de istemiyordu. «İstemem, diyordu, alışmamışım bir kere ... > Bunlar hep üzücü şeylerdi. Düşünmemel{ daha iyiydi. Gözlerini tekrar kapadı. .. Yollar çakır çukurdu ama nasıl olsa dosdoğru uzayıp gidiyorlardı. Sonra, dedim ya, gözleri kapalı yürümek pek hoştu. Dünyayı bambaşka görüyoı·du insan. İs tedi mi iyi şeyler düşünebiliyoı:du. Gözleri açık bir insan böyle düşü nemezdi, böyle hayal kuramazdı muhakkak ... Huriye doktorlarla bozmuştu aklını. Yine onlar geldi gözlerinin önüne ... Doktorun karısının kocası, yani doktor, çok sıhhatli, çok şen bir adamdı! Yaşayınca onlar gibi yaşamalıydı l<i... O ne yaşayıştı canım! Düşündükçe aklı duruy or·du Huriye'nin, Ya biz bu Allahın kulu daalik, ya onlar ... > diyordu. Şöyle birazcık benziyebilseydi onlara ... Çok değil, birazcık ... Acaba benzeyebilir miydi ? .. Belki benzer, belki benzemezdi ama benzese de, benzeyemese de istedJ,ği gibi hayal kurabilirdi. Gözleri kapalıydı nasıl olsa! Zamanla herşey olacaktı... nk adımı atmıştı bile! Yürüme talim]erine başla mıştı, devam ediyordu... Sonra koltuğunun altındaki fistan, Cavidan hanı~n fistanı ... Hem kısa kollu, hem de ipekti... Bir kere başladıktan sonra arkası kendiliğinden gelirdi. Birdenbire değil tabii, yavaş ·yavaş ... ALElUE NE? Şürler yazarmışım Aşk üstüne, Türküler çağırıp Hayaller kurarmışıın. Aleme ne? İstersem gözleri eladır . , Sevdiğj:miıı, Yahut ta hoşuma giderse mavi, Durgunsam olltar da yeşildir Veya la~iverttir Hırsımdan ağlarsam. Şürler, şarkılar söylermiş Veya türküler çağırırmışım Yalnızlık üstüne, Gönül dilerse, Garip garip. Kimisi güzel dermiş Kimisi .kötü, l'akat bilmem ki Aleme ne? Abdülkadir GVNYAZ «Cavidan hanım memekliği ni ömrünce taşıyaçak daal ya! Bir gün olur eskir. Eskiyince acerini alır. O zaman ben isterim. Takarım Cavidan hanımın meni.ekliği ni. Allaaah! .. Sonra o kısa, ipek tumanlardan, külotlardan da alı rım. Dodak boyası da isterim! Ben den esirgiyecek daal ya, verir birez. Çalarım dodaklarıma boy.a- yı , eyle bir olur ki ... > Teşeggür ederim Cavidan hanım » derlm. Ca vidan hanım c Birşey daal. > der. Bir de eski kundura verir. Çoraplardan da verir. Ondan sonra sen gör beni ... Yiterim kapıyı, girerim içeıiye... Yok, girmem! Evvela. kapıyı dövarim, sonra «Süleymen, derim, sana bir sürpriz yap ı cım.'» deıim. <Sürpriz ne? > der. «Sürpriz işte> derim. Girerim içeriye. Barnağı ağzında kalır Süleymen' in. <Yaşa kız Huriye! > der, «Çok yaşa, bayağı hanım olmuşsun.:. der. <Gel bir sarılak! > der. Sarılı rık ... > Süleyman'a sarılmayı kurarken duvara tosladı. Patlıcan sulusunun yarısı yere döküldÜ . Gözlerini açtı, sokağı döndü, yürüdü ... Huriye ötegeçe'deydi. .. Ötegeçe bir fakir semtiydi. Kupkuru bir dağın eteğinde, coş kun bir derenin kıyısındaydı. ötegeçe serindi de ... Ama bu güneş ... Bu güneş ötegeçe'yi de kavuruyor du. Huriye haH\.tkurduğu hayallerle sarhoştu. ötegeçeyi pek sönük buldu. Yıllarca bu sönük yerde nasıl yaşamıştı ? Aklı almadı bir türlü. Geçmiş yıllarını düşündü, içi titredi. .. ötegeçe !'de de yaşanır mıydı canım, ötegeçe'de de hayat mı vardı ? ötegeçe'nin kadınlan meseli\.... ötegeçe kadınlarının neden haberleri vardı? Ne ruju bilirlerdi, ne ojeyi, ne sütiyeni bilirlerdi, ne külotu ... Bir teşekkür bile edemezlerdi... Konuşurken sürpıiz kelimesi geçecek olsa apışıp kalırlardı muhakkak. «Sürp riz de ne, derlerdi, yenilir mi, içilir mi bu sürpriz? > Oysaki Huriye! Huriye onlar gibi miydi? Huriyenin dünyası onlarınki gibi daracık mıydı ? .. «İyi ki durdum şu tokturlara, sebebinden Allah razı olsun ... > ötegeçe'ye önce guntrla, sonra acıyarak baktı, <Bir de, dedi, bir de şu Şük riye olacak beni beğenmezdi, yukarıdan bakarfu bana ... > • da gösKimin, karanlatsaydı. De- Şimdi karşısına çıksa terseydi o Şükriy.e'ye. şısında olduğunu seydi ki. .. <Desem ki, kele Şülffiye hatın desem, biz de hayat mı yaşıyok, biz de bişey mi biliyok burada? Bir iki günda o kadar çok şey belledim ki ... Dtinyada neler varımış 7 Şükriye hatın! Hanı bazen hanım lar geçer de, t Bacakları ne peınôe bu avratların! ~ derdik ya, sebebi varımış, ipek çorap giyeri miş kahbecikler ... İpe!< çorap n asıl olur, bilin mi sen? Nirden bilicin? Sen ne bilin ki zati? Memeklik n e, külot ne, ruj ne, oje ne, bilin mi? Bilmen! Teşeggür etmeyi bile bilmen .. . Ben hepsini biliyom işte bunnarın. Ben de hanım olucum gayrı. .. » Ve böyle cl~vam edip gidecekti işte ... Nasıl giyineceğini, nasıl konuşacağını anlatacaktı. Koltuğunun altındaki entariyi gösterecek, cBak! » diyecekti. .. Fakat göz leri kör olsun, hava çok sıcaktı. Herkes öğle uykusundaydı. Herkes bir köşeye çekilmişti. Evinin etrafında döndü durdu ama Şük riye görünürlerde yoktu. Sunturlu bir !<.üfür sa.vurmak geldi içinden. Fa.kat vaz geçti. Hanımların ağzına küfür yaraşmazdı. ..... Alla.hın günü bugün değildi ya yalnız! Başka bir gün kıskandı rırdı Şilkriye'yi. Belki şimdi Nevruz aba çıkardı karşısına. Nevruz abanın evi pek yakındı, şu racıktaydı. Nevruz aba lrnnuş maya da b ayıllrdı. .. ye «Nirden gcUyon Huriye? » dimuhakkak Baran ÇAGA L'autre jour, en fermant mon livre de philo je me disais qu'on n'y expliquait rien; qu'il n'y avait Hı. rien de nouveau. l'Art: Les gens n'aiment pas le nouveau, parce que, tout simplement, ils n'y com-' prennent rien - ou ne veulent - ils pas~ ,. comprendre? .. J e me disais ainsi parce qu' en effet tout ce que l'on y racontait je l'avais compris: car, je le savais, moi, du moins implicitement. Le livre ne m'avait servi qu'a me decouvrir. En le lisarıt je m'aperçus (ou plutôt je perçus) que je savais tout. Mais j'ignorais, que je le Savais. 1.e"i:ait que les intelligents sont .souvent tristes, malheurem( vient d~ la: ayant compris tout, ne trouvant rien de nouveau, la monotcmie les etouffe. Tandisque les idiots sont souvent heureux parcequ'ils decouvrent sans cesse, ils comprennent lentement, progressivement, el lorsqu'ils comprennent, ils meurent de joie. Le nouveau ne se comprend pas; le nouveau c'est ce que l'on n'a pas vit, vu, senti. Et aussitôt qu'on connait, qu'on comprend ÇLe mot comprendre est pris dans le sens le plus large: il signifie tantôt saisir, tantôt sentir, tantôt voir) une chose, elle n'est plus, du nouveau. Le plus bel exemple est dans J'aime l'idiotie, moi; quand je rercontre quelque chose que je ne comprend pas, je suis tout heureux d'avoir trouve du nouveau : la joie de comprendre n'est, pour moi, pareille a nulle autre. B. Çağa sorardı «Toktw·lardan !) derdi Huriye de .. . Sonra anlatmaya. başlardı. över de överdi doktorları. .. «Nevruz aba, derdi sonra, mit senenin beslemesinin amma hep aynisin. Anca karnını doyuruyon. Olunca tokturların beslemesi olmalıymış. Tokturla.r . .. » Fakat Nevruz aba da yoktu! Canı sıkı ldı Huı·iye'nin. Şöyle bir güzel doktorları anlatmadıkça, şöyle bir güzel övmedikçe rahatlıya.cağa da benzemiyordu. Muhak kak anlatmalıydı doktorları. Bunun için de bir ötegeçe kadını la zımdı. Herkes de içerdeydi aksi g ibi. Bir aptal kız vardı ötegeçede, adına Kevser derlerdi. Ona bile anlatmaya razıydı. Biber Feride'ye bile anlatmaya. razıydı ... Biber Feride biber gibi ya.l<a.rd ı a da.mı, doğru dürüst sözü yoktu. . Aksi aksi cevaplar verirdi hep. Ağzının içi küfür doluydu ... Amaaan, derdi belki da Hu- 8 DU NOUVEAU riye'ye, bir besleııı.e par çası dlla.l misin şunun şurasında? Ne var bunda şişecek? > Huriye omuz silkti, .:Desin varsın! > diye söylendi... Huriye beslemeydi ama alelade bir besleme değildi ki. Doktorların beslemesiydi. ötekilerle bir olabilir miy di hiç? .. «Onun gişesinin köşkerliğin den benim beslemeliğim daha eyi. Ayda ombeş kAed para, sonra ...> Güzel! Hepsi. iyi, hepsi güzel ama Biber Feride neredeydi ? .. Kala kala bir tek ümit kalmıştı: kapı komşusu F.adime bacı.. Hele şükür! Fadime bacı kapısının önündeydi. Kapısının önüne otu rmuş, ağlıyordu! < Çektiği damarlar kuruyasıca, diye söyleniyordu, hekimin bilmediği yaralar çıkara:sıca .. . > - Kim kele? diye sordu Huriye. lu da ne kadar Fadime bacı : - Bizim döl, dedi. Somıa anlatmaya başladı ... Ne de çok dert leri varmış Fadime baeı:ımt! 04'- «Kaltak, diye uludu, daha beter ol! .. > madık şey azaysızmış ! bır:ı.l{m a.mış Satevde, ne bulduysa kumara yatırmış, ı-a.kı ya vermiş . Sonra ela bir orospunun peşine düşmüş, çeldp gitmiş ... Huriye'nin aklı başka yerlerdeydi. Fadime bacıyı dinlemiyordu. Sadece kafa sallıyor, hikayenin bitmesini bekliyordu ... cBir bitirse şu lafları. Bitirse de, nirden geliyon, dese ... ~ Fadime bacının hikayesi bitinceye kadar akla karayı seçti. Biter bitmez: Eller, diye başladı, eller nasıl da yaşıyor ... Fadime bacı gözlerini sildi, - Elleri n'idiyim, dedi, ellerde çıksın ... Sonra da evine girdi ... Huriye beyninden vurulmuşa döndü. Gözlerinin önü karardı: 'J.'ııh15iu YÜCEL l D i plomasız Galatasaraylılar : KARA HASAN Yiğit OEill~ Yan bahçeaeki büyük çınara., daki çeşmeye, yahut Fikrct'in büstüne benzer insanlan var dır bu okulun. Şuraya bura a daCom ~ ğılmış demirbaş eşyayı andırırlar. Sanki hiç değişmez, eskimez gibi dirler. En hareketlisi bile her gün, her an aynı yerde aynı şekildedir. Onlara da, çınar kadar, çeşme kadar, Fikret'in büstü kadar alışmı şızdır, ve hertı o kadar alışmışız dır ve onlar bu okul!a öyle hemvücud olmuşlardır ki çoğu zaman balrnnz ela görmeyiz bile. Adeta duvarlara baktığımız gibi. Ekserisi daha çocuk yaşta Boyabat'm nankör, killi toprağı nı bırakmış, para kazanmak için gurbete, İstanbul'a gelmişlerdir ve ne hikmetse kazançlarını, hep bu okulun çatısı altında aramış lrnlclaki her ŞC'Y gibi zel'.: unutulur. Diplçmasız ü- Galatasaraylıları hatıralarda daha canlı tutabilmek için, böyle, bir seri rö ortaja lrnrar vcnlılc. Birincisini de Kara Hasanla yapmış bulunuyoruz. H::ı.san okuldaki Bo~ ::ıbatıııa en kiban, en cntellcktüeliclir. Bir bı:ı. ka mücti.ırü gibi giyinir, bir milletvekili gibi konuşur. rın Kendisine röportaj y'l.pmak için vakti olup olmadığını sordum : Var, dı;di, ropo!·laj için var. Küçük odacı~ına girdik, ben sedire oturdum, o ela ufalt masasının başına, sandalyeye oturdu. lardır. Herbiri, ayrı ayrı okulun canlı tarihidirler. Onlardan daha müfrit Galatasaı·aylı bulmak zordur. Okula girişleri gürültüsüzdür, kimsenin haberi bile olmaz. Çıkışları acıklıdır: okul onları, onlar hayatı anılmak - Hasan efendi - Çil, Hasan Çil. - La.kabın soyadın ne- dir? nereden geliyor ? kaybetmişlerdir. Bizi kalkar etüdün orta yerinde kara tahtaya çerçeve içinde bir havadis çiziklirir Bilmem ne efendi dün vefat etmiş, Allah rahmet eylesin. Amin Tahtaya bön bön bakar, bir tuhaf oluruz. Üzülecek vakit bile yoktur: Aynı tahtada, malüm terane sırıtır. ~ Yarınki dersler cebir, geo ... Çalıştığımızdan mı yani? Yok ... Yok ama nedense mevcudiyetleri daimi bir vakitsizliğe sebep teşkil eder. Hiçbir şey için vakit bulunamaz. Üzülmek için dahi. ·Diplomasız Galatasaraylı diplomasını alamadan gitmiştir. Hemen unutulur. Unutulur ama, ömrümüzün en güzel yıllarını geçirdiği miz şu binayı, çok seneler sonra tekrar hatırladıkça, onlar da bu Nerede doğdun? Bu soruyu nLcs karşılamış gibi gülüyor: - r yabacla tabii. 1900 scne:;inde. Okula girişini soruyorum: - Vallai!a okula giri~im, yani ı rcklebi Sultani ye gil'işim . bir tesadüftür. Bir müd et pc•ıceredcn dışarıya bakıp liüşü• üyor. O tar nte büyük valide Der "' 'ide t ·;.> 1. m ele Yıldız Sa- Beni memlekecc ::ıl •!·!t oi ·c ya.,ınış. Babam da rahmetli alayım geleyim diye beni yolladı. Koynumda bir küçük kese altın. çıktım geldim. O vakitler halımiz vaktimiz yerinde. dedemin keçi silrilleri falan var . Geldim ki 1slanbula, bizim büyük va1idc gideli iki gün olmuş, yol· da kurvazman yapmışız. Hem· şehriler isı-a.r ettiler, ben de bi•· iki av kalmağa ı arar verdim. Y:!3, ondört, onbeş. İstanbul umduğum dan büyüle Bir ay gezip tozdulc Altınlar tükeruneğe - Ncrden gelecek, rengimden. T am otuz beş senedir Kara Hasanım. Rahmetli Salih Arif bey tal;:mıştı. Otuz beş sene ... Belki de daha fazla. Soyadımı benim bile unuttuğum .zamanlar oldu. yüztutmuş tu, arta kalan parayla bir sürü hediye aldım, artılt dönecektim. Dün gibi aklımdadır. Sıcak, tozlıı bir sonbahar giinüydü, bunaltıcı bir ele rüzgar başlamış, bir haftadan beri de •anı ediyordu. Boyabatlıların, Ak retıerdeki kahvesinde oturuyorduk. Birden bir ha~·ad is kahvede bomba gibi patladı: Almanlarla birlik harbe girmişiz! > Bir günde karmakarışık oldu şehir. Ben bir hafta daha Jrnl mağa karar verdim. İyi. mi etmiŞim, kötü mü etmişim? Otuz dokuz yıl geçti !ıala kestiremedim Ben bir hafta daha kaldım. Bır hafta sonra da Boğazlar }{apan · dı. Durdu, sonra mütebessim ve ağır ağır: 9 - Kalış o kalış. Bir daha da geri dönemedim. Yahut kimbiliı• belki de dönmek istemedim. - Sultaniye giıişin? - O bundan sonraki hikaye· Harbin başlamasıyla birlik, hemşehrilerin çoğunu askere aldılar. Dedemin mahut keçi sürüsüne ele ordu el koymuş. Bizim kesedeki altınlar çoktan suyunu çekmişti. Boyabat'a dönmek için hiç bir imkan kalmamıştı. Çalışmak gerekiyordu. Boyabatlıların çoğ·u Sultanide. Boş yer de varmış. O eski üniformaların ihtişamı hemşehrilerin cakası beni teşvik etmiş olacak iti hemen girdim. İşte giriş o giriş. Çıkarsa buradan bir de ... - Yok canım Allah gösterme sin, bırak hem böyle 13:f1arı şim di. Bir röportajcla çocuklarımr-1 yapar seninle inşallah. Gülüyor: - İnşallah. - Girer girmez müdür odacısı mı oldun? - Yok. O zaman daha onbe:;o yaşındaydım. - Hademe kadrosunun en genç elemanı? - Evet. Beni şehzadelerin yemekhanesine garson verdilel'. İki yıl orada çalıştım. İkinci yı lın sonunda asltere aldılar cenuba gittik. Yıl 916. İki yıl İngilizlere bulabildiğimiz kadar kurşun attık. - Yaa demek Gazisin? - Gaziyim ya! Hem de lAfüı. değil öyle, vuruldum da. Topuğum dan vurdular «köpoğlları. > Daha ben sormadan anlattı. - Arabistanda Sina cephesin deydik. Gece siperlerde bekliyorduk. Yanımda, gene okuldan Boyabatlı Bilal vardı. Sabaha karşı bu senin İngilizler bir baskın yaptılar. Bilal kucağımda öldü, . vücudü kanlar içinde o sırtımda düşe kalka kaçıyordult. beni de topuğumdan vurdular. Sustu. - Sonra? - Sonra soluğu Şamda alc111n. İki aylık bir tedaviden sonra beni tekrar kıt'aya yolladılar. Bir buçult ay sonra da ordu bozuldu. Dört ay Koİıyaya kadar yürüdük. Oradan da biı· tren bulup gene İstanbula döndüm. Şehir iş · gal edilmişti. Tekrar okula girdim. İstan bulda bıraktığım her şey yerli 10 yerindeydi, ama her şey değiş hiç biri bıraktıklarıma benzemiyordu. Tek değişmeyen yer okuldu. Her şey olduğu gibi kalmıştı. O zaman müdür rahmetli Salih Arif Bey, Sanki İstanbulda İngilizlere yegane teslim olmamı::; adam, Salih Arif Bey ve yegane işgal edilmemiş yer okuldu. Harp dönL\şü beni otuz kuruş maaşla müdür odacılığına tayiı1 ettiler. O zaman bu parayla memlekete de yardım ediyordum. - Şimdi nekadaı· alıyorsun ? - Yüz elli lira. Ona da bi.1 miş, şükür. - İlk tayininden beri hiç ayrılmadın mı bu vazifeden? - Hayır, hiç ayrılmadım . - Salih Arif Beyden sonra kaç müdüre odacılık ettin? TOZLU Bir gün Sandığı karıştırdım Hatıralar, resimler Buldum, Tozlar a.rasında Güneşli günler Kederli saatler Tatdım. Seni de, güzelim, Yağmur altında Beklerken gördüm. Ağladım ... Bu sandıkta ben Eski hatıralar tattım Tozlu hatıralar ... ERTEN - Salih Arif Bey dahil oniki müdüre hizmet ettim. - Bir sual daha, ama aramızda kalacak, bu hususi. - Buyurun. - Ençok hangisini sevdin ? - Hepsi büy ük insanlardı. Buraya herkesin müdür · oıamıya cağını sen de bilirsin elbet. Bana gelince, ben hepsini sevmişimdir. - Okuldaki en acı lıa.tıraııı anlatır mısın ? - İşkalde, en acı günlerimizi işkalde yaşadık. O günlerden kalma bir d eğil, bir yıgm acı hatı. ra var, onun için sen boş ver o ha . tıraları şimdi. - Peki - Ha tatlısını balı: onu anlar. anla.tayım. En tatlı hatıralanm Avrupa scyalıa tim. - Demek Avrupaya da git- tin? - Gittim ya. Ta Lozana kadar. Gazi Mahmut Mulıtar Paşa nın oğlu vardı, İsmail Bedrettirı Bey, 923 de mektebi bitirince Avrupa seyahatine çıktı, beni de yanında götürdü. - Nereleri gezdiniz? - Önce Pire'ye gittik, sonra Brendizi, sonra da Roma! - Roma mı güzel, İstanbul mu? - Canım bırak şimdi bu sualleri. Roma güzel. Ama İstanbul bir tane. Onun gibi başka şehir var mı acaba yeryüzünde? Ne diyordum? Romada bir ay !;:aldık. Oraya kadar fesle gitmiştik. İs mail Bey Romaya inmeden «fesleri çıkartalım artık Hasan efen•di! > dedi. Fesleri çıka ·ttık ama, rozetler kaldı. Onları hiç çıkartmadık. Hatta. Mısır'a dönüşümüzde ka~ kişi caddelerde Vay siz de Gala~ tasaraylı mısınız? > diye boynuma sarılmıştı. En çok Galatasara.ylı Mısırda var. , Evet ne diyordum. Romadan sonra Nis'e geçtik. Kış gel mişti. İsm:ıil Bey'in teyzesi Nisteydi, Prenses Emine hanım. Kışı onu:ı yanında geçirdik. Bir daha da öyle bir kış yaşıyamadım. Baharda Marsilyaya geçtik, oradan Lozanı:ı.. - Parise gitmediniz mi? - Yok maalesef Parisi görmedim. - Neyse canım o kadar esef etme, ben senin saydığın yerlerin hiçbirini göremedim. Sonra nereye gittiniz? - Sonra Mısıra döndük. İs mail Bey ava meraklıydı. Kışı Mısırda geçirecekti. Geçirecekti ama bende vatan hasreti dayanıl. maz hale geldi. Ben dayanamıya cağım artık dedim, memleketi gö:.::?sim geldi dedim. Çok ısrar etti sonra baktı olmıyacak, beni İsken~ deriyeden bindirdi, kendisi kaldı. - İsmail Bey yaşıyor mu? - Maalesef yedi sekiz sene evvel öldü. - Ne iş yapardı bu zat? - Yahu «ne iş paradısı> var mı bunun, prensti adam. İstan bula heı· dönüşünde bana iki kat elbise yaptmrdı. (Dnamı ı. 15 de) Gelin sizinle sinema mı, tiyatro mu diye taryok, tartışmıya!ım da konuşalım. Sin emay ı sinem a, tiyatroya tiyatro yapan unsu rla r nelerdir, onları bulalım da ili< önce; sonra konuş m aınıza bir yol çizelim. Sinemada oynıyan la r v tı.r .. eser va r ... fi lmi idare eden Yar, perde, salon, bir de seyir ci var. Tiyatro ise piyes .. sahrcey" lrnyan .. o y nıyan, sa lme, salon, seyfrci olunr:a tiyatro oluyor galiba . Diyeceksiniz rtlaha da var, un surl a rın h epsi b unla r değil, şu var. bu var. Hem bunl arın bazıları fazla ... Örnek mi, al işte : salonsuz sinem a olmaz mı, fil mi alı rım da odamda, kendim için oy n atırım. D ediğiniz doğru; ama gelin, yan soka kla r a sapmı yalım, genel konuşalım . Odasınd a, kendi için fili m oynatan vardır yeryüzünde· bizi m derdimiz bu ct'eğil de hani ~u hepiıpizin bildiği, sinema denince aklımız a gelen sinem a ... Unsurların, sinefnayı sinema, tiyatroyu tiyatro yapan unsurl arın h epsi bunlar mı, değil h erhalde, b aşkal arı da vardı r, a ma şu anda bunlar geldi aklı ma . ötekileri bırak alı m da, bunlar üzerine kotışa lı m; T:üy atro v e Sinem a AtiJa A LPÖGE yönlerin en yere gidebilmesi, oradan bu raya sı çrayabilmesi geliyor: denizin dibinden New-Yor k 'un bilmem ne sokağına, Niyagara çağlıyanmdan Türkiye ü zerinde dolaşan bir uçağa . Ama b ugii n ün tiyat rosu da çeşitli y ollarla onun p eşinde , ona yak laşmak istiyor. Bugünün sahnesine denizin dibi de, tren de, otomobil de gii.. miş ; tiyatro bunları k endine öyle bir· yakl§tırmış ki, onun ot omobili, treni sinemanınlcinden da ha büyüleyici oluyor. Çağın piyes yazarı sahnı:ıyi dörde b ölüy or, bir evin dör t odasını birden gösteriyoı· ; sahneye koyan döner sahnesine bir ada yerleş tiriyo r, seyircinin gözüönündc sahneyi döndü. rüyor, ona adan ın başka yerlerinde neler olduğurn ı gös ter iyor. S inemanın sıçrayıp sıçrayıp lmzanc1ı ğım, tiya tro az sıçramakla fakat büyülemekle rrn- buutlu dedikleri bir filim çıkmış: çok güzel mi~, görmedik, birşcy diyemeyiz. Acaba bu yeni filim seyirciye yanları kapkara, beyaz bır perde kaı· şısında olduğunu unutturabilecek mi': Sinema sıç ramasıyla ne kadar canlıysa, o kadar da cans ı :::: perdeden resimler geçiyor işte, ş u n u n bunu r esmi· ama kendileri yok ortada, alkışladığın zam an sa na başını eğecek, gülecek kimse yok orada, karşında etiyle, sıcal<lı ğıyl a bir insan yok! Sakın bu tiyatroyu koruyan sözlerime b akıp da niyetimin sinemayı kötülemek, b atırma k olduğunu çıkarmayın. Derdim lı iç de o değil : Si zinle sinema mı, tiyatro mu uiye konuşalı m cle.dim; konuş uyor uz da . Sinemanın üstün olduğu b iı yön var : oyunun göze batan kötü bir taraf ı varsa düzeltilebilmesi. Perdede görülen oyun en iyisi: ç alışmış l ar, oynamı şlar, bir da.ha,, bir daha ; bun ların içinden en iyisini filme sokmuşlar. Tiyatroda öyle mi ya; a r tist bir yanl!şhk yapmışsa olan olmuştur art ık, düzeltilmez. Bu yüzden üzerinde uğraşılan filim iyi ol uyor. Sinema kolay b'ir sanat : yan lış varsa a l baş tan, düzelt. Tiyatro ise zor. Artist yarattığı kişiyi iki, üç saat durmakşızın yaşamak zorunda. Tiyatroda oynıyan ların daha çok sanatç ı olması ger ekiyor. Biz sinemaya oyhıyanları görmeye g ideriz; t iyatroda ise dalıa çok oynanan bizi çekiyor. Şu. bu ise artisti, koşuyoruz filme; tek, sevdiğimir., beğendiğimiz artist olsun da. Konunun bütün l<ötülü ğilnü kabulleniveriyoruz. Tiyatroda eser, oynıyanı destekliyor, ku rtanyoı·. Kötü bir piyeste oynıyan, yaratsın isterse ; ken dini, oyununu k ur- zaıu yor. t aramıyor. nuşalım . Sin emanın tiyatroyu b astırd~ğ-ı b aş ında, b aş ım alıp is1!ediği Bir za m anlar, l·eılksiz filim ter devrinde, tiyatr o s in emayı çok geride bırakıyordu. Şimdi artık renkli filimler çıktı da sinema biraz ilerledi. Ama gene de büyük bir ek siği var: derinliği yok. t)ç Korkuluk İçinde. Ne ha ret acısı, e bir l eselli;ıe i it t iyacı va r Yrı l ııtz arzu) la açılıntş gibi O abit lw llar .. Kuşla r iist iiıı ii hrletir Allahrı Eşeh strlıııt kaşı r Siirt ii nereh O ise hejJ· enıcı;ıa balwr Fe·ylosofçcı gülerek. Ali Suat OR AL Seyirci sinemada per deden alabildiğine u zaktiyatroda sahneye yaklaşmaya. Sinema salonları gittikçe büyüyor; h erkes şura nın, buranın en büyi.U< sinemasını kurmak der dinde. Tiyatrolar ise küçü lüyor: artık o kat kat balkonlu yapıların, bit' ucundan ]jakmca artistleri nokta gibi görünen salonların çağı geçmiş. Seyirci oynıyana yaklaşmaya b akıyor. Bu yüzden tiyatroda bir yakınlık, anlaşma, seyirci ile oynı yan arasında bir duygu birliği doğuyor. Sinemada bu yok işte. Bakın bir filimden çıkanlara: ynnlarındakHere, beğenmişlerse, «çok güzel. ~ derler, o kadar. Eğer bir piyes hoşa giderse dakikalarca alkışlanıyor . . Sinema seyircisinde duygu birliği doğmuyor. Niye m i, nerden mi . ç ı kardım bunu? Allnşlama yok da on un için. -Tabii, ıwvboy, haydut filimlerindeki • hafiye ~ nin arkadaş ı nı kurt::ı.r mak için yetişmesi sahnelerini al kışlamaya ~!kış demiyoruz- l3eğendiğimiz, güzel b ulduğumuz birşeyi alkışlamak isteriz. . Sin emada bu olmuy;or; duygu birliği doğmuyor da ondan. • laşmaya bakıyor, Bilmem, bana t iyatro daha üstün gibi g-eliyor. Siz mı dersiniz? 11 Di.iyc"ıle. ·ici güzellikleri, cazip ·c muazzam an"ııt ş::ı. he:,;erlcrl ile ..,.·;:~J!ıleri asU"l r l::ı.n "eri fc~' ıc-ı~:ı P::ı.ri~n;ı banıba :it:ı. b:r Je .::ı.rc i \·:.ı:·. Paris·i,1 tli ;e:· l ..Y ı l!)'l ~ e!Lri ··"1t'c:1 üscünlüği. ·ıc a ~;ı:de:.lcn özcll!klcri arayacak o- r- - eğlenceleri lu:··ı.k, ı-'l ·~::·:ı O».;.ı;ı bu' füıiylc kal,...._ Ot'"l:l rı r'. ../l'l ~li::cl; r:....l"at C~l 1 1 l 1 11 ' kar~ı ay ...,..ii::c!i ge- .ıcr;:cy ne .~·'Jilı:~; ! Pr?.ı !.s ·. .. !Icı.· C"' !clc-ir:... d0, ile;.: ... ..,:~:ı·~ 1 nctn iıt sn.nı kcndisi- çç!:c : v L bir mü::e:- . b:1· ':ü ...ı ·~e bir o~ a:a~--· ı ·,;ı,ıcJc n;:·:ı. snı.·aya rc:ı · .~ '""oı·~u!ıtiZ. !-1r:ı 1 bütün bu.,ıa··ı 1 l:ıi: am.1, Pa:üı'in •cyi7.li to •. ::ı.·:, fı!<k•r lığın :, sonra da gcliı~ip güzelleştiğini :-:ı..ı nediyor. !n :n 1, ":ark sel 'rlerinin o saki:~ h::ı.v ·ını· :-ı rıy ·ıhp, lJi.:•. l~ IJir Gaı p r.cır:cı:. de ' i :'') ·aı nız bulunca, hı· r .,ı .- ic;i.ıdc kallyor. Zira bur 1 _ · l'.ı. Iıerşey bil.ün ll ısusiyetleri ile gü2 le.- önüne scri! miştir. "f :ıl ı '- Ş.ırk. sırl~ı· me; cı l eke' iıl!r. .n ı;~I 1"'Cl'liJ;: hiG de uzt•!ı ::üı-. ·' r; o .!nr {" Di Y".ı;amıya heme•ı <>l ılı eriyor. Ceni~ ca .lclele;·in k lılınmlara kadar tür lü renklerde!.i hasır kollu!d:ı rını yayan cafe leri, hem dinlenmek ve hem de hoş valüt geçiı· mek içi n sık sıi{ uğramlacak yerlerdir. Hele yaz aylarında, onların cazip desenli güneşlikleri, kalaba lık bulvarlaı-a oı ijinal bir güzellik veriyor. Paris'in bUtün hususiyetlerini a nlatmak pek uzun sürer. Folie, Bergere, Les Caves de Paris, Les Cafes de :Minuit veyahut Clıamps Elyssees de olup bitenlerden sahifeler e bah!.ietmek pek kolaydır. Bir ok kimselerin de Paris'i yalnız bu yönün·!•m tanı dıklarmı zannediyorum. irn.lbul·i asıl Pari brıro a.~kadır. O, ı:ı.~nl::ı.ı· boyuncn. bü ··· · s n'at, e·:<!biya'. ve hatt:'l. r.ıüzik ha• !cc IC'ri i f'inesi 1.le yaşatmasını bilmiştir. Bugün ise Pa•·ıs·e ı-ı i<ın.; bir k'Ymat ver·en, edebi :! Ye suhne f"t11Jiyctlcrinde:1 :·i •rvlc, miınal'i. '" ve p l ils~ik san" ' !ara ait eserler0 di!-. Talebe mahallesi. di •e tanı nan Cartier Laı:in ın <?ine nt'h · ri ıı:c ·ıarındalci alciak du ·arl:ı!'a bir .göz aLacak olu -ak, teı, sırn hali ncle bir yığın insan görüril7.. J;3unlar, duvarların üzerine k alın tahtadan sandıklarını yerleştir- 12 PARİS U. Oktay URAL miş, meşhur Seinc kitapçıları nın müşterileridir . sarayı; Paris'in en resim ve heyi-el müzesi<lır. Orta katı gezerken, gfü·cıu t;ün o muazzam tablolar, hatır cıa·1 lrnLyca çıkacak ~eyler de[l'iller. Vinci'clc~. Titicn'ckn Reno:r·a kadar al~lıını;::ı creıcn l ütün "C:naml~rın cscrbı·i . r.ouvrc'un ;;"'niş ve yül:sck c.m·arlo.rını il." .li lıi · ôCkilc!c süslüyor. Birinci Ye ür:Uncü !:atlar Yunan ve I:.omc;ı 1' .:;!-el ve l1üstıeri ba~ta lr.ıe.1: i.\::e•·c bUttin çağlara c.!t r;ahc-cr1:::-:c dolu. I!epsinin ö-ü:-ıdc c!U'»l'), h::ı.yran hayran scyrc.me!":'lck c-1tlcn gelmiyor. «Notre Damc» katcdı-ali bütün haşmetiyle, iki tarafını çevriliyen Seine nehı:inin arasın:ta Lotıvre lt yme~li yükseliyor. Sanki zamanının sanatkll.rları onu bir kaneviçe gibi işlemişler. !nsan onu ilk görüş t bu hisse kapılıy0r. Üçyüz küsur basamaklı merdive i nefes nefese Çık ıp, kilisenin kulesine varınca dev Paris'i ayağınızın alt n ·ı • buluyorsunuz. Seine nehri bulo.nık sular ı ile bir izgi gibi gör:h:i_ ·or. Hele, şu Gargantua nın iki pnrmağiyle yerinden çıkanp atının boynuna taktığı ondört ton ::ı.ğu·Jığı:ıda!•i carıı "'Örünce hayrC'L etmemek imk \ns ız. Saint Mic!ıe l bul varı, daima l:o.labalık, en.ue~::ı.n bir ye1·dir. Yeni çıkan mo'la ilk önce orarlu. görülür. Sorbonnc, Paıtheon , Lu.xemburg bahçeleri, bu bulvarın ild t::ı.rafıncln sıra lanmışl a r ctn·. Ltvemburg bahçelerinin han- H İ KAYE: AÇIK ARTTIRMA Charlie Eggins'in intihara im· rar vermesi sebepsiz değildi. Kazandığı üç sevgili, hayatını manal andıran üç büyük kıymet şu biı· kaç gün içinde elinden gitmişti. İlk önce bir mali iflasta servetinı son sant imine kadar kaybetti. Sonra dünya tabanca şampiyo nlu ğunu biı· Av u sturya lı ya kaptırdı. Nihayet nişanlısı Clads verdiği sözü geri alıp mektupl arını istedi. Eğer dünyaya gelmenin yolu bir taneyse gitmenin bin tane, bunlann içinden birini seçmek de nazik mesele. Bir tabanca kurşunuyla ölmelc ~oligondak i beceriksizlikten sonra şüpheli bir :!eneme olur. Elektrikle intihar sonradan görme, züppe ruhlara göre. O halele Charlie'ye boğulmak i1:alı yor. Fakat şan ve şerefle yfü:ebilcliğine bildiğine göre, can kaygusunu bezdiı:ici çırpınmalarından sakınmak için, kendini Niagaraya atmaya karar v reli. Burası Fransadaki Eiffel kulesi gibi, insana rahat ve kat'i ölümü temin eden milli bir kunımdur. Nizamnamesinin en mühim maddesi de, Paris lwlesinin ikinciyle üçüncü • ku lade bir letafeti, bir güzelliğı var. Bilhassa bahar ve yaz günlerinde orada yerleşen şehir bandosunun tatlı nağmeleri bu bahçelere ahenkli bir cazibe ekliyor. Paris, cac:ıdclerincle yaşar ' diyenlere daima hak vermek Hl. zımdır. Zira bu şehir Londra giN evlerin içine çcldlip, kendi halinde zamanla beraber akıp gitme:ı:. Onun, bUtUn htıreket ve faaliyetlerinde daima herş eye karışma arzusu okunuı·. Opera, ·Comedie Françaiı;,~~ ve muhtelif operetler gece hayatının canlılığını arttırmak için . sanki birbirleriyle yarış ederler. Her gi.in muhtelif san'at galerilı> rinde muhtelif sergiler açılır VP. binlerce meraklı bunları takibeder. Bilhassa genç nesil Rodim ser- gibi, Niada ikin"iyle üçi.incü çağla arasında durmanın im- katları arasında ol duğu garanın yanları kanı olmamasıdır . Trenı:lcn inince, Charlie bir Niagara - yeraltı şehrini .an dıran Folls gezinti yerine doğru, yıı;•aş yavaş yürüdü . Yağmurlu ve çamurlu bir k ı ş sonuyd u. Nehl"in uzunluğunca, tabiatla miyop gözleri arasına dürbünlerini yerleştir miş, birkaç Alman turistiyle, şcYazan : JEAN GtRAUDOUX Çeviren : YALÇIN" YALVAÇ lalelere gibi korku ve koparan çiftler vardı. Charlic adaları geçerek keçi lcayalıldarma tırmandı. Birden yavaşhyarak kulak kabarttı. Epey zamandan beri arkasında ihtiyatla yürüyen biri vardı. Adımlar sarp dönemeçlerde yaklaşı yor, !caya düzleşincc, tekrar uzaklaşıp duyu1maz oluyor, sonra gene bir çağlayanın yakınından geçerneş'e düşüyormuş çığlıkları gisine pek fazla değer veriyor ... Paris, nadide sarnyl::ıı·ı ile daima övünebilir. Versailles veya Palais Royal . heryertlc sılc sık rastlann. calt eserlerden cl eğildir lcr. Paris'de hayat anlayışım ben biraz acaib buldum, nedense. On· !arın herşeyincle musamaha son haddini bulmuş. Bilhassa gençler, bu altıma tamamen kenclileı'ini kaptıı·mışlardır. ıı: Metro dehlizlerinde ltüçUk bit• gezinti, bu serbestiyi öğrenmiyc kaficlit'. San'at faaliyetlerini, eğlencP. ile beraber geliştirmesini bilen Paris'in havası da, sanlti bütün bu latif eserlerden bir parça var mış gibi geliyor, insana. Velhasıl Paris, görUlmeğe, gezilmeğe vr biraz da eğlenilmeğe değer, şirin bir şehirdir. ken daha hızlı ve net hissediliyordu . Kendi canına kıymaya gidenler belki o anda bıle öıiimcel• ve t ırtıllardan çekinirler, fakat t,ecavüzlcrdcn asla. Charlie bu maccclan memnun, peşi sıra gelen hır sız veya katili ikisini de kimsenin rahatsız edemiycceğl bir adacığa çekmeye !<arar verdi. Bunun için de tehlikesinden fazla gürliltü çı kaı·an biı· el ıeyi bacağını açıp geçmesi lcafiydi. Biraz sonra yapacağl iş yanın la bu pek ehemmiyetsiz bir şeydi. Charlie atladı. Arkasındalci ele, biraz çamura batmakla beraber, onu taklit etti. Charlie bir ala!m-i semanın oynaştığı uçul'Uma m eyletmiş kayaya çıktı. Peşinden gelenin de düşe kalka tıı mandığını anlayınca, şiddetle döndü. Harp elbisesi giymiş Afrikalı bir yamyamın döğmeli yilzü onu şu -an gördüğü manzara kadar şa şırtamazdı. Beklediği klasil< haydut tipi yerine sarışın ve güzel bir genç kız, afişlerde görüldüğü gibi ona gUlümsüyordu. Sadece Monsieur, Eggins mi? diye sordu. Charlie hafif bir reverans yaptı. - Monsieur, Eggins Hak yo faal üyelerindenim. Bostondaki kiliselerini bilirsiniz. Herkes gibi siz de banyo l<Uveline varıncnya kadar btitiln eşyası som altından yapılmış, baş lcanlık odasını gezmişsinizdir. Birlilt adına size intiharm müthiş bir glinah olduğunü hatırlatıyor ve ru nınuzun selameti için bundan vazgeçmenizi rica ediyorum. - Çpk müteessirim, Miss, fakat imkansız. - Demek muhakkak ölmek kararı ndası ruz. - Muhakltalc. - Bu kararınızın asla değişmiyeceğlnc yemin eder misinir.? - Elderim. - O halde Monsieur Eggins mUsaade ederseniz vazifemin ikinci kısmını açıklıyayım. Ayni za !unda ~ birliğinin 18 nıanda İndianapolist<'ki Forbelt temsil isiyim. Btl mü ssesenin ayai{kabı boya ve cilalarını herkes s ve seve lmllanı yor. Eğer pazar günü kendinizi rek lam için büyük köprüden atarsanız, Forbett'ler ailenizden kimi seçerseniz ona verilmek üzere 20.000 dolar sunuyor. Düşünün, cevap için akşam sekizde evinize fabrikalarının uğrıyaeağ"Im. Ch~rlie, değersiz sandıkları, eski bir tabak veya ev eşyasını kendileri ile pazarlık edince satmaktan vazgeçen köylüler gibi, kararsızlık içindeydL Ölmekle nişanlısınd an, Avusturyalıdan ve za vallı servetinden alacağı intikamı hesapl adı. Esrs.rh, meçhul, tesadüfen bulunmuş bir eset cemiyete ihtar eden imzasız bir mektup gibidir. Glads buna meşhur bir adamın ölümünden daha fazı tlzülecelüi. Charlie mahzun ve kederli odasına döndü. Daha ellerini J'lkarken kapı vuruldu. Cevap beklemeden odaya birisi girdi. Bu şelalelerde karş ıl aştığı sarışın güzel kadar çekici ve sevimli bir kızdı. Şaşıral"al{ «Monsieur Elggins mi h diye sordu. - Ta l{endisi, mademoiselle. - Monsieur Eggins, Cincina-. ti'deld Harris lwnserve fabrikalarını temsil ediyorum. Charlie kızın la.fını kesti. - Harris fabrikaları huzuruma çolt geç çıkıyor Miss. Daha evvel Forbett'lerl görüştüm, eş ğı •ukarı anlaşmış gibiyiz .. - Biliyorum, Monsi ur Eggins biliyorum, ben de size 10.000 dolar arttırarak 30.000 dolar teklif ediyorum. Kararınızı öğrenmek için akşam yedi buçukta tekrar uğı·ıyacağım. Genç kız gittikten sont·a Charlie penceye yaslandı. Akş<ı.m oluyordu. Gök yüzünde titre ·<'n bir yıldız vardı. Bu bütün AngloSaxonların ruhunda uyuyan mlil•şidin uyandığı mulrnddes saatti Charlie zavallı bir insan vücudumı yutmak için, dev gibi Nia.~a rayı seçmekle tevazua karşı günah işlemişti. Allahtıı.n af diledi. Sonra banyo odasına. geçip küveti ağzına kadar doldurdu ve orads. tevazu içinde, sessiz sa.da.sız boğuldu . Jean Giraudoux'dan Çeviren:. Yalçm Yalva~ 14 sv-.r..r..r..r..r.r.r.r..r.r..r.N""..r...r..r..rJ"'..r..r..r..r..r..r.Ar..r..r..r.r..r.r..r.v"..r..r..r.r.....-..r.r..r~§ § § §s § § § § § § § ~ § 9 0 8 S § § § 1 Ş § §S §s § § § § §§ § § § § §§ § § ~ § i i §§ § § §§ § § § Vatana Öruaü 5 Aşkmış, sevdaymış Ba~ıımdan geçen Yel misali. "' • * ** Toprağımın sarısı saçiuında, Göklerimin mavisi gözlerinde, Bahçelerimin meyvası dudalduında Yarim; Memleketimin türküsü sesinde Yuı·dumun kokusu kokusunda Yarim. ~ Sana hayranım, Sana kurbanım, §§ § §§ § § § § § ~ S S § S § 1§ § Abdülkadir GÜ'NYAZ GECEM Karanlıkların tacı, gece geldi, öksüzüm. Sessiz, girdi odama; seslendi «Neredesin? » Sen ki hep ruhum.dasın, k).llağımdadır sesin; Beni görmüyor musun? Sendedir benim gözüm.. Bak gözümle dışarı: yıldızlar düğüm düğüm... Onlarla süslenmiş sen hudutsuz kaşanesin; Kullarındır dağ, deniz; ne.fesleri ~efesin... Ey! Uykular bekçisi, hayaldir sende yüzüm... yıkarken Mehtap seni uyur hep bütün ruhlar, Siyah tülün onları bürür, perdeler, sarar. Belirsiz bir kutsallık: sendedir bu meçhul sır!. Sonsuzluklar timsali, erişilmez ufkun var. . . Sönen aylar yıldızı şafak kanda mı boğar?. . Tan ağardı. Git artık; seni ölüm çağırır. .. Basri KARAGÖZ §~ s§ § § § § § §§ § § § §§ ~ §S § ~ § ~ § § § § §§ § §:r.r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r..r.r..r..r..r..r..r.r..r..r..r..r..r.rJ..r..r..r.r..r..r..r.....-..r..r.r..r..r..r..rAS ·c .KARA HASAN KORENIN SONU (Bu yazı BİR SO NBAHAR 9 D de Kol'e günü d ol ayısi yle müsabaka kazan- GÜ NÜYD Ü mıştır. ) l{ore savaşı Birl eşmi ş Milletler üyeleri taraf mda n dünya sulhünü korumak için komün istlere karş ı açılmı ş tll' . J\'Iilletler in huzur içimle yaş amaları için s ulhiin sağ lanması mecburiılir. Buna karşılılı: komünistler bu ideali baltalamak ve k endi istekl erini l•abul ettirm ek için elleriıııl en geleni yap- Bir sonbahar günü ydü ... Tatlı biı· sarı yaprakları zanıyordu. la Hafif dalgalar karşılaştık l arını sihirli bir ahenkle geri çekiliyorl ardı. Güneşin siyi silueti bir tunç tepcamilerin ard ın andırarak da kaybolmakta. Hazin bir sonbahar akşamı başlamaktadır . Belirsiz bir istikametten yükselen bir kaval sesine kuzular boyunların daki çıngıraklar cevap vel'iyor. '.!3oğaz yav~ yav~ sizliğe ilahi bir sesgömüiüyor. Kutsal ve gü- zel bir ısessizlik. Bir sonbahar al{- şamınm sessizliği, Bir sonbahar evet... akşamıydı ... 7-A 247 Cengiz TACER .ı YEDİTEPE Onbeş günlük Sanat Dergisi MAVİ KÜÇÜK DERGİ Sanat Dergisi rıhtı m fakat sonra ve- bil' yarla anlı yarak Fikir ve t>anat Dergisi Aylık boşlukta, kucakl ~ıyor; fası z Dünya barı şııım lcorunması , kuvvetlerin dururulması ve komünistlerin bir daha ,kimseye zaran dolmnmı yacak bir h a le getiı·ilmeleri için t ek çare kuvvete kuvvetle karşı koymaktır. Sulhün ko runma sı çok k ere anla şma yolu ile mümkümlür . Bunun ak sine istilacı kuvvetlerin ile rl eyi şi yalnız s· v aş ile durdurulur. An cak bu şekilde zarars ız bir ha le gelen komünistler bir dah a sulhü bozacak kudreti kendilerinde bula m azlar. İşte komünist lerin bu yayıJ ma siyaseti sonucunda çıkan ve birçok kimsenin h ayatına malolan l{ore h arbi, neticede h aklı olan ta.rıı fm galibiyetiyle sona er ecek ve ciha n barı ş ı ebediyete ltadar devam edecek t ir. l{öksal SARACOÖLU is tilacı Aylık düşen sanl<i ilahi bir m elodinin temposuna u yarak, raksettiriyol'dtı. B oğaz bü t ün maviliğiyle önümüzde u- maktadırlar . VARLIK meltem yere il Aylık Sanat Dergisi Okuyunuz ····-----8-----···. (Başta rafı s. 9 ela) Seyahate çıkarken, lmç yaşındaydı prens? - Yirmi yirmibil' falan olmalı. İkimiz de aşağı y u l{a l'ı aynı - yaşdayd ılc - E demek böyle bir de A vrupa seyahatin var? - Bir cleğil, il<i, h atta üç. İki sene arka arkaya Ba11<an a n t l aşmasına giden delegelerle git tim. Birinci defa Romanyaya, öbür yıl !da Atina, Selanik gittik. - Okuyup yazmay ı n ercle öğrendin? z - Burda, bu mas anın üzerinde, kendi kendime öğrendim. - Hasan çok siyasisin, g ti:1de bir k aç gazete bil'den ok uyorsun. - Bu, siyasi olduğumdan de·· ğil, her g ü n bir Galatasaylının, devlet adamı olsun, san'atkar olsun, i ş adamı olsun muhakkak ya ismini, ya resmini g·örmek bana ayrı bir zevk veriyor. Çocu k lukların dan tanıdığım insanlar. .. İşe yaramaz bir Gal atasaraylıya rast lamad ım. Mustafa Kemal de bm·dan m ezun ol saydı, a dam olma k için Galatasarayı muhal<lmk bitirmek gerekir diye bir hükme varırdım . - Müdür beyin bahsettiği rozet ne oldu? - O rozeti Nevzat aldı. Mezunlardan bir~ Almanyaya gidiyor du, istedi, sen sonra alırsın burdan dedi, Ben de verdim. Bil' daha da alamadım. Şimdi onlardan yok. - Hasan zil çalacalt, sen bir şey söyle. - Vallaha ne söyliyeyim , bana öyle geliyor ki, ben bu mel<tebin içinde doğdwn, büyüdüm. Doğ machysam bile burada büyüdüm. Bu mektepten başka yer ele bilmiyorum. Bir sürü yer, gördüysem de onlar filim gibi geleli geçtiler. Ben görôüysem burada görmüşümdür. Öyle lü ben ne Boyabatlıyım ne İstanb ullu . Ben Galatasaı'aylıy ı m . Ben terbiyemi Boyabatta değil, burada al dım. Artı ~ b urası benim yuvam gibi. Beni buradan çıl<:arsal ar şeye dönerim ... Ne bileyim böyle .. . - Sudan çıkarılmış b alı ğa. - Tamam. Hasan efe!1diye dergimiz adı na teşek!{Ül' ederek ayrıld ı m. 15 AİLE ve GENÇLİK (Başta rafı s. l de) fakat mühim bir kısmı, bizim vazifelerimizi layıkiyle yapamaclı ğımızd?-n, ihmalimizden ileri gelmiştir. Eğer hakikaten gen<;lel"imi mizin arzu ettiğimiz gibi yetişme sini istiyorsak, mesuliyeti karşı lı klı aramızda taksim ederek, ve kabahati birbirimize asla yüklemeğe lüzum görmiyerek beraber çalışmamız icabeder. Yukarıda söyledim, tekrar ediyorum: Karakter, ahlak dediği miz şey, en basit günlük hareketlerimizin bir araya gelmesinden başka bir şey değildir. Zevkleı·imizden, dan, hatta yaşayışımız itiyadlarımızdan fe- ederek, çocuklarımıza nümune olacak, onlarda daima iyinin adet haline gelmesini temin edecek şekilde bir hayat şaı-tı kabul etmeğe mecburuz. Onlar bizd1>n ne görürlerse onu verirler bize! .. dalcarlıklar « Kenarına bak bezini al, anasına bak kızını al> derler. Doğru dur. Evlenecek delikanlının, evleneceği kızı deği l , kızın anasını tetkike t!i.bi tutması, müstakbel hayatı bakımından emin bir düşünüo tür. Çünkü evlat ne olursa olsun, daima ananın ve babanın bir parçası, tabii miras9ısıdır. Şeftali ağacı armut vermez. Bilgi, muhit, güzel hava v~ su o ağacın yetişmesini, gelişmesim temin eder. Fakat mahiyetini değiştirmez. asla! Çocuklarınızın hayatı ile, kendi hayatınız kadar meşgul olmağa Çocuğunuzu mahkCımsunuz' doğurduğunuz zaman siz kaç yaşında idi iseniz, çocuğunuz o yaşa gelinceye kadar, bir çocuk kalacağım unutmıya rak, hayatının bütun safhaları il'.! a lakadar olacalcsınız ! Her milletin kendine göre bir yaşama tarzı, görgüsü, hayat telakkisi vardır. Amerikada onbeş yaşında bir kızın, gece satin üçünde erkek arkadaşiyle boyalı 16 dudaklarında sigara, Nevyorl~ ca•l delerinde dolaşması, hatta bir ""Cce kulübünden çılmiası bir ayıp mevzuu teşkil etmez. Fakat değil onbeş yaşında, yirn1i yaşında bir kızın bile mcmlek timizde yalnız başına hava karardıktan sonra sinemaya gitmesini dahi katiyen te..:viz edemeyiz. Bu ne geri kafalılıktır, ne taassuptur, ne de ahlak despotluğu .. Sadece bir memleketin an'anesi, bir memleketin geleneği. ahlakıdır. Uymağa mecburnz. Çünkü milletler biraz da mazilerine, taı-lhlerine ve bilhassa an'aneleı·ine dayanaralc yül<selirler. Tokyoda evine misafir gittiÜniversite profesörünün karısı, ipek kimonosunun eteklerini kaldırarak, dizlerini taşların üzerine koyup yerlere kapanırcasına selam verdikten sonra, ayaklarım dan bizzat ayakkabılarımı çıkar mayı, ne haysiyetşil,en bir hareket, ne de kadınlık izzeti nefsine vuı ulmuş bir darbe mahiyetinde kabul etmemiş tir . Bilakis, bu hareketiyle evine gelen misafirine hürmet ifade etliğini düşünerek, vazifesini yapmaktan mütevellid derin bir memnuniy t hissi duyğim muştur. Çünkü her memlelcetin, kendisine mahsus adetlerine uy- gun bir hayat tir. Bu yaşaması zanıret bakımdan çocuklarımızı, ve yürüyen zaman unsurunu da asi hatırdan ·çıkarmıya rak m a kul ve maha!li bir terbiye sistemine uygun tam manasiyle medeni bir insan halinde yetiştir mek vazifemizdir. Yukanda dediğim gibi çocuklarınız, ister erkek, ister kız olsun, bütün tahsil <;ağını bitirip hayata atılıncaya kadar çocuktur. Ve binaenaleyh her türlü harel<etleri ile meşgul ile, yaşa hatta zevkleri ve heyeoa1tian ile dahi ala.kadar ol~catc"Sınız !.. ması . olunmak lazım- o lrnması arkad.aşJarı, / Bilhassa nrkadaşları !. Bana söyle, kim olduğunu söyliyeim sana! ~ sözünü, hiç u- arkadaşını nutamıyacaksınız ! Ne biçim incanlarla temas ediyor, hangi cemiyete mensun gençlerle görüşUyor, nereye gidiyor, dışanda nasıl vakit geçiriyor? Ne okuyor ve nasıl çalışı bunlar sizin tarafı·· takip edile- yor? Bütün nızclan usanılmadan cektir. Of artık bıktım, yeter! > demek yok!. . Derseniz bunu, hayatınızdan bıktırır bir gün çocuğu nuz sonra sizi! .. Kızını döğmeycn dizini dödemiyorum ama, kızınızın bir gün, sizin ihmaliniz yüzünden, kendisini bizğer! > Kızınızı clöğün zat döğmek ihtiyacını duymasına ela sebep olmayın! .. Bu acı, acıla rın en ağırıdır . Her Atasözünd bir hayat tecrübesinin, bir hikmetin mevcudiyetini kabul tmek doğnr' değişen il , dır. Hayatı bir düşünüştür. Elhasıl: Çocuklarınızla yataaçtıklarından başlıyarak, ayakkabılarının içindeki çoraplarının göğa nasıl rü meyen yorganı nasıl girip, deliğinden rahatsız olup kadar her türlü hayat ve görüş şartları ile onların üzerinde tatlı bir hakimiyet kurarak ve kontrolünüzü asla hisselolmadıklarına tirmiyerel< cal<sınız !.. fasılasız Olacaksınız mak kolay mı ? meşgul ola- tabü! .. Anne ol- Neşriyat Tahsin Yücel (Başkan), (redaksiyon). Teknik Mümtaz Kolu Zeytinoğlu işler: Yiğit Okur, ve A. Günyaz Yalçın tkizalp, Türkay Ergun. Kapak Baskm: SANAT BASIMEVl Fiatı: 30 Krş.