1897 türk- yunan savaşı
Transkript
1897 türk- yunan savaşı
1897 TÜRK - YUNAN SAVAŞI BAKİ SARISAKAL 1897 TÜRK- YUNAN SAVAŞI Girit'teki hareket serbestisi kısıtlanan Yunanlılar bu sefer Tesalya sınırında ihlal ve tahrik eylemlerine başvurarak, Osmanlı Devleti'yle harp isteyen kamuoyunun Makedonya'ya dönük ihtiraslarını gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. Etniki Eterya'nın ajanları vasıtasıyla ayaklandırılacak olan Makedonya Rumlarının yanısıra Balkanlar'da bulunan diğer topluluklar da Osmanlı Devleti'ne savaş açacaklar, Yunanistan da bu yolla zafer eld e edebilecekti. Bu planı gerçekleştirmek için Yunan subayları komutasındaki çeteler, Osmanlı sınırına tecavüze başladı. 9-10 Nisan 1897'de Kalabaka'da Osmanlı sınırını on beş kilometre kadar geçtiler. Ancak Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayarak Yunanistan topraklarına geri çekilmek zorunda kaldılar. Yunan saldırılarının devamı üzerine Yıldız Sarayı'nda toplanan meclis savaşa karar verdi. On beş dakika sonra da padişahın, meclisin kararını onaylaması üzerine orduya savaş emri verildi. Bu sırada Yunan ordusunun eşkiya saldırısı süsü vererek hududu geçtiği haberi geldi. Böylece 17 Nisan 1897'de Osmanlı-Yunan Savaşı başladı. Dömeke Savaş başladığı sıralarda devletlerarası politik durum Osmanlı Devleti'nin lehineyd i. Yunanistan, büyük devletlerin uyarılarını dinlememiş ve barışı bozan taraf olmuştu. Makedonya'da büyük bir Yunanistan devletinin kurulması, öteki Balkan devletlerinin çıkarlarına ters düşüyordu. Bu sebeple Bulgaristan, Sırbistan ve Avusturya, bu arada Yunanistan'ın o tarihlerde daha fazla büyümesini istemediklerinden İngiltere ve Fransa tarafsız kalacaklarını bildirmişlerdi. Almanya da yeni yeni politik ve ekonomik ilişkilerini geliştirdiği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünden yanaydı. Rusya ise bütün bu devletlere karşı çıkarak Yunanistan'a tek başına yardım edemezdi. Böylece Osmanlı Devleti ile Yunanistan yalnız olarak karşı karşıya kalmışlardı. Türk-Yunan Savaşı, bu ortam içerisinde 18 Nisan 1897'de fiilen başladı. Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Yunanlıları, arka arkaya yenilgiye uğratarak Yenişehir ve Tırhala'yı ele geçirerek geri çekilmeye mecbur bıraktı. Sonucu kesin olarak tayin eden savaş ise, 15-17 Mayıs 1897'de Dömeke'de yapıldı. Burada Türk ordusu Yunanlıları kesin ve ağır bir yenilgiye uğrattı. M. Faruk Gürtünca, Dömeke Savaşını şöyle anlatıyor: 1897 senesinin 14 Şubat’ında Girit Adasına Albay Vassos’un kumandası altında Yunan askerinin çıkarılması 1313 de (1897) Türk-Yunan Harbinin patlamasının başlıca sebebi olmuştur. Atina’da “ Türklerle harp isteriz “ diye yaygaralar koparılıyor, Yunan Kralının bü yük oğlu Prens Kostantin' in Başkumandanlığı altındaki Yunan ordusu Tesalya hududundan akınlara hazırlanıyor. Yanya hududlarımıza saldırıyor, Türkiye bütün bu hareketlere karşı sükûnunu, sogukkanlılığını muhafaza ediyordu. Fakat devletimiz seferberlık hazırlıklarına da başlamıştı. Rumeli Türkiyesinde Alasonya Orduları Kumandanı Müşir Ethem Paşa’nın kumandası altındaki ordularımız düşmanın her hangi bir saldırısına karşı hazır bulunmaktaydı. Kimdi bu saldırıyı yapacak Yunanlılar? O zamanlar ancak 64,688 kilometre kare bir toprağa sahip mini mini bir Avrupa devleti ve ancak milyon nüfuslu br millet parçası. Fakat küstah mı küstah! Türkün, yüksek feragat ve büyük kalpliliğinden şımarıp, faydalanmak isteyen kopiller güruhu. Alasonya’da Ethem Paşa orduları gerek Yunan çetelerine, gerek Yunan muntazam kuvvetlerine her an karşı koyacak surette her türlü tedbiri almış, ordular eli tetkikte, gözü hedefte bekliyordu. Bütün İmparatorluk için de ise ordularımız hazırlanıp duruyordu. İstanbul mu? Birinci Ordu, alaylarına kahraman lar topluyordu. Edirne mi? Bu İkinci Ordu merkezi. Yunanlılarla çarpışmak için bütün Redif Alaylarında sönmez bir ateş yanıyordu. Selanik mi? Bütün Üçüncü Ordu’nun genç ve yaşlı efradı. Beyaz Kule önünden geçerek rıhtım önünde muzika seslerini denizin âhengine karıştırıyor, Tesalye hududlarına doğru akıyordu. Selanik Beyaz Kule Üsküp, Manastır, Yanya gönüllüleri Selânik’te toplaıntyordu. İzmir’de Üçüncü Orduya dahildi. Erzincan mı? Dördüncü Ordu’nun arsanları burada merkezleşiyordu. Sivas, Erzurum, Elâziz, Harput, Van, Bitlis efradı Erzincan Dördüncü Odusuna bağlı idi. Ya Şam? Beşnci Ordu merkezi idi. Ya Bağdat? Bu Altıncı Ordu merkezine de çölden akın akm gönüllüler geliyordu. Ya San'â. Yedinci Orduya merkez olan bu yerde Arabistan fedaileri toplanıyordu. Hicaz fırkası müstakildi. Merkezi Mekke’ydi. Başka müstakil bir fırka da Trablusgarp Tümeni idi ki, onlar da şu küçük Yunan’a haddini bildirmek için çırpınıyordu. Yunanlıları Hududa Tecavüzü 16 Nisan 1897 günü Yunan çetecileri, yanlarında muntazam Yunan taburları olduğu halde Tesalya hududunda Çamtepe mevkiinden Türk hududlarına tecavüz maksadiyle hücuma kalkmışlardı. Artık Türk sükûnette kalamazdı. 18 Nisan 1897 günü Türkiye, Yunanistan’a resmen harp ilan etmişi. Artık, kılıçlar, tüfenkler ve toplar konulacaktı. Artık yedi ordunun yedi bucaktan vatan müdafaasına koşart kahramanları konuşacaktı. Bir ay sonra ise Dalmaçya sahillerinden Basra Körfezine kadar, Narda Körfezinden Kafkas sahillerine kadar şu şarkı dağları, gö kubbeleri nim inletecekti: “Yunanın Kuyruğuna Taktık Teneke, Yedi Saat İçinde Düştü Dömeke “ Bütün milletin kendine büyük bir güveni vardı. Şu Yunan, Girit'te yapmadığı zulmü bırakmamıştı. Türk bayrağını kalelerden indirmeğe kalkan dünkü kopiller değil mi idi? Başa itaat etmeli, ya gazi, ya şehit olmalı, fakat Türk harbde baş olmalıydı. Türk askerinde büyük bir sükûn, büyük bir sabır seziliyordu. İlan-ı Harpten bir gün önce Üçüncü Ordu Merkezi Selanik’e gelen bir Alman binbaşısı Türk askerinin bu sabır ve sükûnunu şöyle analtmaktaydı: “Hiddet ve heyecan içinde dalgalanıp coşan, Yunan toprağından Türkiye sınırına ayak başan bir adam, ruhunda taze hayat bulmuşsa benziyor. Burada her taraf bir sessizlik içinde. Her şeyde iyi bir tedbir, akıllılık, düzgünlük göze çarpıyor. Umumi bir itaat hüküm sürüyor. Yunanlıların tiyatro sahnelerindeki sahte hareket tarzı yerine burada yüzerce senedenberi yaşayan bir büyük milletin, bir asil milletin hâlâ var olan hükmü, haysiyeti ve vekarı gürünüyor. Millet, o türlü bir nesilden geldiğini ilk bakışta ispat edip gösteriyor. Kuvvetsiz ve sebatı olmayan bir istek-dilek yerine burada gerçek bir kuvvet ve gücün mevcud olduğunu her gören göz tasdik ediyor. İşte bütün bunlar, Türk milleti ile Yunan milletinin atalarından ne gibi miraslar aldığını açıkça gösteriyor ve bu iki hasım kuvvetin ahlâk ve tabiatleri arasındaki aykırılık, yeni ile eski arasındaki ayrılık gibi görünmektedir. Ordular Cepheye Nası Sevkolunuyordu: Bu kahramanlar, orada nasıltoplanıyordu? Marmara Deniz’inden Tekirdağ’ına vapurlarla getirilen taburlar oradan Edirneİstanbul tren yolunun üzenimde bulunan Muratlı’ya getiriliyorlardı. Muratlı'dan trene bindirilen askerlerimiz, Selâniğe kadar gidiyordu. Muratlı’dan Trene Bindirilen Türk Askerleri Selanik’e Hareket Edeceklerdir Selâniğin Beyaz Kulesi’nin bahçisinde askeri bandolar savaş havaları çalarken buraya gelen taburlar ikjiye ayrılıyordu. Birisi Alasonya Orduları kumandanı Müşir Ethem Paşa’nın, bölgesine gitmek üzere Karaferiye ve Sorviç İstasyonlarına gönderiliyorlar, bir kısmıda EpirYanya harekât bölgesine gitmek üzere Manastır’a yollanıyordu. İstanbul, bugünlerde, arslan askerlerin sınır boylarına sevkinden dolayı bir ana, baba günü halindeydi. Fakat kalblerdeki en büyük heyecana rağmen hiç de şımarıklık görülmüyordu. Haydarpaşa Limanından, İstanbul’a geçirilen koç yiğitler, Sirkeci Rıhtımında, Tekirdağ’a gitmek üzere vapurlara bindirilirken halk daha büyük bir heyecana düşmesin diye, Anadolu çocukları akşamları hareket ettiriliyordu. Ezan Sesleri Arasında Hareket: Yenicami’den birden ezan sesleri geliyordu. Sirkeci’nin arka tarafındaki Ayasofya minarelerinden, daha sonra Sultanahmet Camii minarelerinden, nihayet Süleymaniye’den dalga dalga yayılan “Ezan-ı Muhammed'i “lere askerlerimizin gönülden kopan duaları karışıyor, vatan muhabbetinin ruhlara doldurduğu nurlar, yiğitlerimizin heyecanını, iman gibi göğüslerinde gizliyordu. Yunanlılarla savaşa koşanlar yalnız askerlermi idi? Hayır. Memleketin her tarafından akın akın gönüllüler yazılıyor, Girit'te öidürülen mazlumların ntikamını almak için asker ocağına koşuyorlardı. Kosova ovalarında ki Türk halkı. Murad-ı Hüdâvendigâr'ın, heybetini içlerinde duymaktaydılar. Bursa gönüllüleri. Sultan Osman'ın kahramanlığı ile coşuyorlardı. Her kalbte fetihler yaratan kılıçların parlaklığı yanıyordu. Her ruhta Kanuni Sultan Süleyman’ın, babası Yavuz Sultan Selim’in kılıç akisleri dolmuştu. Gönüllülerde Hazır O günkü gönüllüler için şöyle yazılar okuyoruz: “ Emir ile giden bir ise, arzu ile giden on, davetle toplanan on ise gönüllü olarak koşan yüz nisbetinde idi. Evlâdı beşikte ağlyan, hastası yatakta inleyen kimsesizler görüldü ki, evladının iniltisini kesmeyi, hastasının son hizmeti mukaddes vatan hizmetine feda ederek savaşa can attı. Kendinden başka ailesini barındıracak, hatta bir tanıdığı olmayanlar işitildi ki, çolugunu - çocuğunu Allah'a emanet ederek vatanın hzmetinde kendisi bulunmak istedi. Yaşı sekseni aşmış ihtiyarlar, henüz vatan hizmeti çağına erişmemiş gençler, çocuklar askere alınmak hevesine düştü. Türk anaları bile gönüllü yazılarakharbe gitmek için yalvardılar. Çoluğunu, çocukunu yüzüstü bırakarak gönüllü gitmek sevdasında bulunanların sayısı haddi aştığından, en sonunda, kimsesi olmayanların askerden affı gibi bunların gönüllü olarak kabul edilmemelerine mecburiyet duyuldu. Elbette bütün Türk milletli yurt hizmetine koşacaktı Çünkü Vatan Ana vazifeye çağırdığa zaman bütün çocukları ne zaman bundan kaçmışlardı? O zamana kadar Ruslarla yapılan 12 savaşta cephelere koşan Türk çocukları değil mi idi? Vatanın (cepheye gel!) emrine boyun eğen, merdi, meşakkatlere güçlü, aza kanaat gösteren, ana, babasını, çocuğunu, çoluğunu Allaha emanet ederek sancak altına koşan Türk koç yiğitleri değil midir? Girit olayları, bütün Türk İmparatorluğu topraklarında o kadar derin bir gayz uyandırmıştı ki, silaha çağırılanlar en büyük sevinçle kışlalara koşuyordu. Analar, ihtiyar babalar: “Ya Gâzi ol, ya Şehit “ dıyerek oğullarının arkalarını sıvazlıyordu. Onlar, çocuklanın beşiklerini bu gün için sallamamışlar mıydı? Torunlarına beşikler de hâlâ zafer türkülerinil böyle günler için söylemiyorlar mıydı? Taburlar akın akm Anadolu’dan, Şam’dan, Trablus’tan, Bagdat’dan Rumeli’ye akıyordu. Çekirge, Kastamonu, Taşköprü gibi yüzlerce anayurt bölgesinin Redif taburları nereden geçse erkek, kadın, büyük, küçük bütün halk kitleleri tarafından sevgiyle karşılanıyor, her birliğe uğurlar temenni ediliyordu. Üsküp Redif ve Prizren Nizamiye Taburları ise, Rumel’deki ilk Türk akıncılarının torunları le dolu idi. Taburlar, bölükler, mangalar hep bir ağızdan türküler söylüyor, dağlar taşlar bu türkülerin nağmeleri ile inliyordu: Mehmedciklerin söylediği, bu türküler ne güzeldi. Bu türküler, tam bir halk ağzı ve halk ruhu idi. “ Git!,, Dediler Yunanlının İline, Hemen Aldım Martiniyi Elime Sonra Taktım Palaskayı Belime. “ Hepsi, Yunanlının iline gideceklerdi. Hepsi, Girit’teki dünyasına doyamadan öldürülen masumların intikamını alacaktı.. Hepsi, Girit’e soysuzca asker çıkarmanın ne demek olduğunu Yunana bildireceklerdi. Hududa gelmiş olan askerlerin gözleri hiç de arkada değildi. Arslan evlatları doğuran Türk anaları on lara en teşçi edici mektuplar yazıyorlardı. Çankırı Redif Taburundan bir ere gelen bir ana mektubunu beraber okuyalım: “Oğlum, koç yiğidim. Seni bu yaşa getirinceye kadar çektiğim zahmetlerim armağanını, hamdolsun şimdi görüyorum. Köylümüzde bütün kadınlar beni parmakla gösteriyorlar ve Ahmet Onbaşı’nın anası budur, diyorlar. Göğsüm kabarıyor oğlum. Yavuklunda diyor ki: benim nişanlımın şavaş meydanında bulunması benim için şereftir. Her gün köyümüzün kızları yakında bir gazi karısı olacağımı söyleyerek bana kıskançıkla bakıyorlar. Hiç merak etmeyesin nişanlım Şehir olursa cennette birleşmek üzere başka ere varmayacağım. Gazi olur gelirsen akranım arasında ünlenmiş olacağım. Allah’a emanet olbenim koç yiğidim, evladım.” Harp İlanının Sebebi Rumelimizin Tesalye ve Epir Bölgelerinde asker yığmamızın ve küçük Yunan devletine harp ilan etmemizin sebebi Girit Adası idi. Yunanistan, Türk hükümranlığı altında bulunan bu adaya Albay Vassos’un kumandası altında 5000 kişilik vazifeli asker göndermekle devletler hukuku kaidelerinii ayalar altına almıştı. Girti’te yıllardan bri isyanlar teşvikediliyor. Atina’an adaya durmadan gönüllüler gönderiliyordu. Girit Türklerine en kanlı zulümler reva görülmekteydi. Bu yapılanlar azmış gibi Tesalya ve Epir hududlarımız da eşkiya nâmı altında yine Yunanlı asker ler karkollarımıza, hücuma kalkmışlardı. Türk ordularının Yunanın hadlerini bildirmesi ve hükümetin haklarının ve topraklarının Yuran tecavüzünden korunması için her türlü tedbire başvurması lazımdı: Bu sebeple Alasonya Orduları Kumandan Ethem Paşaya verilen emirle Yunanistan’a karşı harp ilan edilmişti. Harp, zaruri bir hal almıştı. Alasonya Türkiye, barışın korunması uğrunda fedakârlıklar yaparken muhasım taraf daima bu barışın meyvesini toplamağa kalkıyordu. Nitekim 1881 yılında bir silâh patırdtısı çıkaran Yunanlılar. Türkiye'min (Cihan sulhünü) koruması endişesiyle silâha sarılmamasından faydalanmışlar, hududlarmı tashih ettirmişlerdi. 1885 de gül gibi bir bölgeyl kazanmışlardı. Hatta şimdi bile, savaş yapmadan maksad ve emellerine nail olacakları hakkında, Girit’e Yunan bayrağını çekeceklerine inançları vardı. Fakat Girit’e askeri kuvvetlerle müdahale, artık bardağı taşırmıştı. Seferberlik Nasıl Başlamıştı 14 Şubat 1897 günü Yunan askerleri Girit’te bir müstevli hüviyeti ile karaya ayak basarken, 15 Şubat 1897 günüde Türkiye, bütün savaş gücünü bir araya toplamaya azmederek seferberlik emri vermiş ve 7. Ordu mıntıksanıdaki askerlerini toplamaya başlamıştı. Karayollarından iskelelere, iskelelerden Tekirdağına, Tekirdağından trenle Selanik ve Karaferiye yoluyle Alasonya’ya tabur tabur Mehmetcikler geliyordu. Seferberlik, bütün dünyaya parmak ısırtacak şekilde düzgün ve sükünet içinde yapılmıştı. Alasonya'ya gelen yollar Nisan’ın bu günlerinde ne de güzeldi. Vadiler tâze çimen, ekin ve çiçeklerle dolmuştu. Bayırlarda gelincikler, daha şimdiden şehit kanlarını tanzir edercesine açmıştı. Ormanlar, tepeler başka bir güzellikteydi. Ve bu güzelliklerin arasında uzayan yollar, Türk ordusunun Mehmetleriyle dolup taşıyordu. Katırlar, yükleri çekiyor, martinini, silahlarını omuzuna atmış, fişenkliğini çaprazlama boynuna ve göğsüne asmış, matarasını beline takmış, yükünü arkasına atmış askerler bayır ve tepelerden her gün bölük bölük Alasonya’ya gidiyordu. Ne Vardar’ın, ne İnce Karasu Irmaklarının taşkın suları ne eriyen karlar bu intizama mâni olamamıştı. Atlar görülüyordu ki, peksimet ve erzak yüklü idiler. Katırlar görülüyordu ki sade yüklerini taşımakla kalmıyorlar, bazan yorgun ve hasta bir askeri de dağ ve taşların üzerinde taşı yordu. Yük hayvanları kolları görülecek derecede muntazamdı. Türkiye harp kuvvetlerinin dörtte birine hazır ol emri verilmişti ve yalınız Tesalya bölgesinde 115.000 Türk askeri toplanmaktaydı. Epir’de de 50.000 e yakın Türk kuvveti toplanmıştı. Yunanlılari Tesalya’dan milli hududlarımızdan içeri girme zamanını biraz da uygun bir zamanda seçmişlerdi. Hazine, tamtakır, boş bakırdı. 1877-1878 Tüırk - Rus seferini yani Türklerle, Ruslar arasındaki 12 harbin açtığı yaralar henüz kapanmamıştı. Parasızlıktan memleket; kalkınmasının yolu yoktu. Mali takatsizlik son dereceyi bulmuş bir haldeydi. Hükümet, kimseden borç para alamıyordu. İtibarı kalmamıştı. Bu havadisleri, yabancı gazete muıhabirleri uzun uzadıya gazetelerine bildiriyorlar, yine yabancı devlet casuslarıda içimizi ve dışımızı bizden daha iyi bilerek durumumuzu çalıştıkları devletlere açıklıyorlardı. Yunanluların Girit’i tamamen ele geçirmek hattâ Tasalya ve Epir'de Türk topraklarından biraz daha elde etmek içlin bundan alâ fırsat mı vardı? Fakat Avrupa milletleri ve şu şımarık Yunanistan şunu bilmiyordu ki, Türkün hiç bir şeyi, olmayabilirdi fakat onda (tevekkül) ve (vatanseverlik) denilen iki duygu, iki haslet vardı ki iste bunlar hesaba, kantiaba vurulmazdı. Türk tevekkülü ile başının her türlü çaresine bakabilirdi. Yemez, içmez, vatanı için canın, malını verirdi ve memleekt birdenbire varlığa kavuşurdu. Analar oğullarını askere gönderirken kesesine, kuşağına uzun yıllardan beri biriktirdiği altıncıkları doldururdu. Bu ne büyük bir milli varlıktı. Mehmetçiğe verilecek bir peksimetten arta kalacak açlığı o çevrelerdeki gümüş mecidiyeler, hamidiye altınları gidermiyecek mi idi? Osmanlı Bankası, evvelce verdiği paradan sonra 1897 seferberliğinde hükümete istikrazda bulunmamiştı. Fakat ne zararı var?. Türk’ün gönlü, kalbi çevresi ve kesesi bir banka idi. Başka bankalara miiracaat edildi. “Para yok!” Cevabı alınmıştı... Vilâyet Sandıkları boştu. Koskoca paytaht sandıkları boştu. Halkın ağzında bir soy -lenti vardı: “Harp için çok para varmış Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa bir harp hazinesi toplamışmış.” Fakat bu söylentinin sonu çıkmadı. Hükümet Ziraat Bankasında yine köylümüzün parasına el açtı. Bu güç günlerin hepsi geçebilirdi. Fakat milli şeref ve haysiyetlerde açılacak bir yaranın izi geçmezdi. Köylümüz.: “İlk yaz geldi, inşallah bereketli bir mevsim olur! “ dediler Şehirler halkı: “Kıt kanaat geçinir. Allah devlete, millete zeval vermesin!” duasında bu lundu. Delikanlılar: “Git dediler, Yunanlının iline, Hemen aldım, martiniyi elime. Diyerek silâh başına koştu. Hazinede 18-20 milyon lira toplanabilmişti. Bu paranın 1870- 1871 Harbini yapan bir Alman seferi ordusunun ancak bir günlük ihtiyacinı karşılayacağı düşünüliürse, Türkiye’nin bu kadar bir meblağ ile düzgün bir seferberliği yapmasında milli kudretin ne büyük olduğu anlaşılır. Eğer, Karadediz’den, İzmit’ten, İzmir’den asker getiren yabancı gemilere bu paranın da çoğu verilmemiş olsa toplanan para bir kaç seferberlik ilanı bile kâfi gelebilirdi: Geride kalan kimsesiz analar, babalar, kadın ve çocuklar kime emanet edilmişti? Önce Allah’a, sonra köye, köydeki komşυlara ve yakınlara. Υunanlıların umduğu olmamıştı. Yabancıların beklediği olmaıştı. Para mı? Βulunmuştu. Asker mi? Türk evlâdı şevkle, sevgiyle, heyecanla asker ocağına koşmuştu. Harp ilânına cesaret mi? O da Yunanlıların Tesalya cephemizde Çamtepe mevki mize hücumuyle hemenıı karar altına alınmış ve 18 Nisan 1897 Pazar günü Türkiye Yunanistan’a harp ilan etmiş ve meşhur (313 Türk- Yunan Savaşı) başlamıştı. Tesalya’ya gidenler taarruz da, Epire gidenler müdafaa da bulunacaklardı. Tesalya da yedi piyade ve bir süvari tümeni, bir müstakil piyade livası ve ordu topçusu toplanmıştı. Epirde de iki piyade tümeni tamamlanmıştı. Teaalya’daki Türk kuvvetleri yekûnu şöyleydi: 99 piyade taburu 26 süvari bölüğü, 24 sahra bataryası, 2 dağ bataryası. Bu taburlarda 58,379 tüfenk, 1560 kilıÇ ve 156 top kuvveti bulunuyordu. Bu kuvvetler Yunan ileri kollarının karşısında yerlerini almışlardı. Epirdekl iki tümenimizin de; 25 piyade taburui 2süvari bölüğü, 3 batarya topçusu ile 28,000 kişilik bir mevcudu vardı. Tesalya ordularının umumi karargâhı Alasonya’ da idi. İlk hafta içinde gerek Epir gerek Tesalya kuvvetleri ayrı kumandanların emri altındaydı. İBRAHİM ETHEM PAŞA KİMDİR? İbrahim Ethem Paşa 1845 senesinde İstanbulda doğmuştu. Harbiye Mektebinden teğmen olarak çıkmış ve Harbiye Nazırlığı Yaverliginde, sonra padişahın maiyeti sırasına geçmişti. Kısa zamanda rütbesi artan genç subay, nihayet Miralay (Albay) olmuş, Sırp Muharebesine iştirak etmiş, daha sonra 18771878 de, Türklerle, Ruslar; arasındaki meşhur 12. 93 Harbine iştirak etmiş, Pilevne Muharebe sinde bir Mirlivalıktan Ferikliğe atlayan Ethem Paşa bir müddet Kosova Valiliği’de yapmıştı. Hususi hayatında dinç, şen, ikramcı herkesi sayar ve severdi. Bu hasletinden dolayı Türk ve Hıristiyan herkesin sevgisini kazanmıştı. Bu saralarda Arnavutlukta çıkan isyanlar da büyük bir liyakat göstermişti. Girti Adası Kumandanlığında bulunmuş, burada da asilere karşı gayet tedbirli harekette bulunmuştu. Oradan Anadoluda vazife almış. Suriye’de Havran İsyanında Dürzileri ve Zeytin İsyanında da Ermenileri askeri kuvvetler kumandanı olarak tenkil etmişti. Arnavutluk- Girit- Dürzi- Ermeni ihtilâlerini bastırmak hususunda gösterdiği liyakat, askeri kuvvetinden daha ziyade şöhretini arttırmıştir. Abdülhamid’e kendisini sevdirdiğinden (Yave ran-ı hümayun) dan olmuştu. Tesalya Orduları kumandanı iken 53 yaşında bulunuyordu. Olimpos Dağında Yeni Efsaneler Yunan mitolojisinde en büyük yeri tutan Olimpos Dağı Tesalya'da bulunuıyordu. Karlı tepeleri Selanik körfezine bakan Olimpos Dağı. 1897 yılı İlkbaharında Yunanlılara yine eski devirlerin masal günlerini yaşatıyor. Hele Etniki Eteryacıları rüyalardan rüyalara dadırıyordu. Önlerinde Termopil Geçidini görüyorlardı: “ Bir milyonluk İran ordusunu bu geçitte mahveden ecdadımız gibi Türk ordularını da bu geçitte biz mahvedeceğiz ” diyorlardı. Tanrılar Tanrısı Zeus kendisine eski mitolojik devirler de Olimpos Dağını barınak yapmıştı. Şimdi Yunanlı gençler: “Yeni Olimpia destanları yazacağız!” diye gözlerini Selanik Körfezi ve oradan güzel bir kuğuyu andıran Selanik şehrinin hayaline dikiyoralrdı. Ya galip gelir, Türk ordularını mağlup ederlerse? O zaman 2000 metre yüksekliğindeki Olimpos Dağına çıkarak, bir zaman Tanrıçalarla en gizli aşk oyunları yapan Zeus gibi, oralarda Yunan kızlarıyla zafer ve aşk oyunları yapacaklardı. Gerçekten Olimpos Dağları, Tesalya’nın şimal ve cenubuda bulunan her sahasında gözle görünen, mavimtırak bulutlarla sarılı, karlarla örtülü, o zamanlar İlâh Zeus’un yatıp kaldığı tepesinde bir manastır bulunan bir sıra dağ zinciriydi. Sarp ve uçurumlu etekleri vardı. Denize doğru ve aynı azametle uzanıyordu. İşte Türk’ün kudreti bu dağlarda kendisini göstermiş, Alasonya'ya doğru uzanan ηατι bütün bu dağlık arazi de askerler yürütülmüş, toplar, yiyecekler nakledilmiş, sular taşınmıştı. Yine bu sarp yollardan mühimmat, harp levazımı bütün orduya yetiştirilmişti. Bir Yabancı Muhabirin Anlattığı: Times gazetesi askeri nıuhabiri olan Yüzbaşı Bigame, Selanik Körfezinin batısında bulunan Katerin nahiyesine motörle geldikten sonra Ethem Paşa karargâhma giderken Olimpos’tan geçişini şöyle anlatır: “Yolda oldukça denize tutulduk. Saat 9’uzda Katerine çıktık. Bu yerin kaymakamı bize hususi lütüfte bulunarak hayvanlar buldu. Yanımıza muhafaza için zaptiyeler verdi. Bir süvari mülazımı benimle beraber gidiyordu. Hemen atlarımıza binerek Alasonya’ya kırk mil kadar olan yolu almak üzere Olimpos Dağı’nın kuzey yönüne doğru yola düzüldük. Buraları pek güzel manzaralarla örtülü vadiler, hep çam ağaçlarıyla doluydu. Aşağı taraflarda çağıl çağıl akanı suların kenarları boyunca zümrüd gibi çayırların uzandığı görülüyordu. Çoğu Ulahlardan olan köylüler mavi ceketler, beyaz dizliklerle kendilerini gösteriyorlardı. Bunların hemen hepsi de kömürler kurmak pek düzgün olmayan yolları düzenlemekle meşgu1 idiler. Türkçe konuşanları çok mesur ve bahtiyar görünüyorlardı. Oralarda ticaret ve nakil işleri on seneden beri bu derecede olmadığına, havvanlan ve kendi emekleri için hükümetten muntazam ve haddin üstünde para aldıklarinı söylediler. O akşam geç vakit Alasonya’ya vardık. Bize büyük konukseverlik gösterildi. Yataklar verildi.” Türk Askeri Cephede: Tesalyadaki altı fırkaya şu kumandanlar tâyin edilmiştir: Birinci Fırka Kumandanı: Hayri Paşa İkinci Fırka Kumandanı: Ömer Neşet Paşa. Üçüncü Fırka Kumandanı: Menduk Paşa Dönüncü Fırka Kumandanı: Haydar Paşa. Beşinci Fırka Kumandanı: Hakkı Paşa. Altıncı Fırka Kumandanı: ? Hudut Yunaniye Ordusu Hudut Yunaniye Ordusu Birinci Fırka Kumandanı İkinci Fırka Kumandanı Hayri Paşa Ömer Neşet Paşa Ayrıca Mehmed Paşa kumandasında bir mürtakil liva vardır. 15 bölükten ibaret süvari Fırkası Süleyman Paşa kumandasındaydı? 12 bataryalık topçularımıza da Rıza Paşa kumandasındaydı. Her bir birlik. Alasonya şehri başta olmak üzere muhtelif bölgelere dağılmış buluyordu. Epir'de her biri 15.000 kişilik olan iki fırkamız Ahmet Paşa kumandası altındaydı. Yumanlıların kuyruğuna teneke bağladığımız ve bize Atina yollarım açan 1313 Türk-Yunan harbine sah ne olan Tesalya'yı gözümüzün önünde güzelce canlandırmamız lazımdır. . Bu yerler, 1313 Rumi, 1897 Milâdi yılında, Türkün eli ne geçeiıi tam 5 asır 17 yıl olmuştu. 517 yıldır bu topraklarda Türk bayrağının dalgalanışı var. Bu yerlerin fâtihi Turhan BeY’in adını Olimpos rüzgârı dört bir tarafta terennıüm eddiordu. Topçu Kumandanı Miralay Rıza Paşa Yıldırım Beyazıd’ın kahraman askerleri, Turhan Beyin idaresi altında bu yerleri 796 Hicri ve 1380 yılında genç Türk İmparatorjuğuna, Doğu Roma İmparatorluğunda alıp eklemişlerdi. Beş asır 17 yıl sonra Yunan palikaryaları, Yunan Prensi Kostantin, Etnniki Eteryacılar, bu toprakları hem elimizden almak, ham Selaniğe kaymak, hem de bu muvaffakiyetleri ile Grit’i (havada vurulan bir kuş gibi) dağarcıklarına indirmek istiyorlardı. (Fakat Prens Kostantin hayal kırıklığına uğrayacak, hattâ 23 yıl sonra. 1920 Anadolu macerasıyla ise en büyük hüsrana varacaktı) İmparatorluğumuz zamanında Tesalya (Tırhala Eyalati) adını taşmaktaydı. Kuzeyinde Makedanya’yı teşkil eden Selanik, Manastır Vilayetleri. Güneyinde Glos körfezi, batısında Epir (Yanya) bölgesi bulunuyordu. İçinden Vardar, İncekarasu gibi nehirler akıyor. Olimpos, Otris Dağları ve tepeleri de bu eski Tırhala eyaletimizi çeviriyordu. Tesalya kıtasında şu birimlerimiz vardı: Yenişehir, Galos, Tırhala, Kardiçe, Çatalça, Alasonya, Urmiye ki, her biri bir kaza merkezi idi. Tırnova, Dereli, Bülbülce; Velestin, Rendina, Dömeke ise birer nahiye idi. Bu kasaba ve nahiyelere gidildiği zaman görülen güzel camiler, mescidler, medreseler, türbe ve tekkeler bu yerlerin ne kadar Türk karakterini taşıdığını göstermekteydi. Fakat büyük Türk ordusu savaşına 1878’den sonra ki Berlin Antlaşması ile bu güzel bu tarihi topraklarımız yunanistan’a verilmiş, Türkiye’ye yalnız Alasonya kazası bırakılmıştı. Büyük bir dini taassup altında bulunan Rumların ilk işleri başta Yenişehir, Galos, Tırhala ve Dömeke olmak üzere ele geçirdiği bütün yerlerde Türk eserlerini yıkmak ve Camileri Kiliselere getirmek olmuştu. Neredeydi o Camiler, o medreseler? Neredeydi o hamamlar? Onların asırlık kubbeleri?. ALASONYA: Bu kasaba Ethem Paşanın Tesalya ordularının uımumi karargâhı olmuştu. Önünden Kisarya Çayı geçmekteydi. Bu su, Çayhisarı Boğaziaıdan ve Beydeğirmeni mevkiinden Tesalya kıtasına geçerek Tırnova'yı cenuptan geçiyor ve Baba Boğazında Köstem Irmağına karışıyordu. MİLONA GEÇİDİ: Alasonyayı, cenuptaki Yenişehir ovasına bağlayan Milona boğazı idi. Alason yaya 6 kilometre uzaklıktaydı ve Menekşe batısında ve Pırnar tepesinin do ğusunda bulunuyordu. Denizden yüksekliği 540 metre idi. (Milona sırtları) denilen tepelerin doğudaki ucunda bir boğazdı. Ethem Paşa orduları ilk zaferini bu boğazda kazanacaktı. Türk Yunan Savaşı’nda Milano Muharebesi Milona tepelerinin üstünde ve geçidin iki tarafında Türk ve Yunan hududu karakolları, gümrük şubeleri vardı. Alasonya’dan gelişte, daima tepelere çıkılıyordu. Bu tepeleri elde tutan taraf, Alasonya’ya hâkim olacağından Yunanlılar gözlerini bu tepelere hâkim olmaya dikmişlerdi. Tepeden cenuba doğru, Yenişehir'e giden yol, Milona ve Menekşe tepeleri arasından aşağıya iniyordu. Fakat dikenli, kayalık, çalılık iki tarafı dikdik yarlar inen yoldu bu. KAYNAK BÖLGESİ: İçinden irili, ufaklı yirmiye yakın akarsu geçtiğinden (Kaynak) adını alan bu yer Milona Boğazı’ndan 6 kilometre ve Tırnova’dan 5 kilometre mesafedeki Kıritiri tepesinin ete ğindedlr. Asi'rlık ağaçlar arasmda değirmanleri, gayet güzel manzaraları vardır. Soğuk suları ferahlık verir. Milona’dan geçen Tırnova yolu buradan geçtiğinden Türk askerleri burada soğuk sular içecek ve Tırnova ve Yenişehire doğru geçecektir. Hafızaalrımızda hâlâ yaşayan bu isim, Kaynak tan beş ve Milona’dan on bir kilometre kadar uzaklıkta bulunan bir kasabaya verilmiştir. Bir zamanlar nahiye olmasına rağmen 6000 nüfusu vardır ve 4000 i Türk ve Müslümandı. Berlin muahedesi ile Yunanlıların elini geçen Tırnova’da bulunan üç Camimiz hemen yıkılmış, o zamanlar yalnız mihrapları bir harabe halinde kalmıştı. Kışlaları, süvari ahırı ve cephaneliği askerlikçe kendisine verdiğimiz önemden hatıralardı. YENİŞEHİR: Hala bir çok ailelerimiz (Tesalya Yenişehir) den aile kütüklerini hatırlarlar... İçinden, Selanik Körfezine akan Köstem Nehrinın bir kolu geçer. Tırnova’nın güneyinde ırünev nde 4000 -5000 evlik bir yerdi. Çarşıları büyük, hastaneleri muntaszamdı ve nufüsu 20 bine yakındı. Turhan Beyin eline geçen bu kasaba beş asır içinde Türk mimari eserleriyle doldurulmuştu. 31 tane Cami ve birçok hamam ve konak yerleriyle kalkındırılan Yenişehir’imiz Yunanlıların eline geçince Camiler hemen yıktırılmış hamamların kubbeleri harap edilmiş burada Türkülükten eser bırakmamışlardır. (Bu dini taassup Girit ve Oniki Adalar Yunanlıların eline geçirdikten sonra da devam etmiştir.) ÇATALCA: Tesalya’da bulunan Çatalca kasabası Yenişehir’in 40 kilometre güney batısında ve meşhur Tırhala’nın 60 kilometre doğu cenubun’da bulunmaktaydı. Prens Kostantinin orduları burada Çatalca alınanca Dömeke’ye çekilmeye mecbur edilecektir. Çatalca, çok dik bir dağın eteğindeydi. Türklerin elinde iken 5000 kişilik halkının çoğu Türktü. Fakat Tesalya’nın bu kısımlarının Berlin Muahedesi ile Yunanlıların eline geçme sinden sonra Türkler, hicrete mecbur edilmiştir... Türk-Yuna savaşınının cereyan ettiği o günlerde Çatalca’da pek az Türk halk vardı. VELEŞTİN KÖYÜ: Yenişehir doğu güneyin de Galos demiryolu üzerindeydi Büyük dağların güneye geçit verdiği bir nokta üzerindeydi. Yunanlılar, Velestin'in boğaz noktasından faydalanmağa kalktıklarından iki katı harbe sahne olmuş ve Türklerin zaferi ile adını TürkYunan muharebesi sahifelerinr yazdırmıştı. TIRHALA: Tesalya’nın Yenişehir (Larisa) dan sonra en büyük kasabası Tırhala idi. Yenişehir’in 60 kilometre batısında Köstem Irmağına akan bir çayın üzerindeydi. O zamanlar on üç bin kadar nüfusu vardı. Üçte ikisi Müslüman olan bu nüfus, Tırhala Yunanlılara verilince tamamen hicrete mecbur edilmişti. Akarsularının güzelliği, bağları, bahçeleri ile meşhurdu. Bugün bile adı kalblerimizi yakmaktadır. GALOS: Golos Tesalya’nın en önemli bir sahil şehri idi.. Adalar Denizinde Galos Körfezinin kuzey ucunda bulunuyordu.. Liman geniş ve güzeldi. Rıhtımları vardı. DÖMEKE: Türk’e Atina yollarını açan büyük muzaffferiyetin kazanıldığı DÖMEKE, tarihimiz de altın harflerle yazılı kalacaktır. Kostantin yenişmişti. Eğer mütareke yapılmamış olsaydı, şan lı Mehmetciklerimiz artık ne efsanevi Termopil geçidini dinleyeceklerdi, ne de karşılarına Leonidas giibi müdafiler çıkacaktı. .. Ver elini Atina! Diyerek ordularımız kollarını sallaya sallaya Atina’ya gideceklerdi. Belki de Yunanistan’ın kuyruğu daha o zamandan kapana sıkışmış olacaktı. Fakat büyük devletlerin müdahalesi, tarihin seyrini değiştirecek olan bu hale meydan bırakmamıştı. Savaşa Gidiş: 1877-1878 Türk-Rus Muharabesinin üzerinden tam 20 yıl geçmişti. Moskof cenginin hicabı ordunun yüreğinde adeta bir kangren haline gelmişti. Yunanlıların ve Giritteki vakalar ordumuzda büyük heyecan yaratmış ve askere alınan her Mehmetcik: Zafer, İntikam! Duygulariyle yaşamıştı. İstemek, başarmak demektir. Türk isterse neler olmazdı? Alasonya’ya sevkedilen ilk tabur Bursanın Çekir ge Redif Taburu olmuştu. Anadolu’nun her kazasından seçilen 700 erlik taburlar, vatan aşkının bütün tecellilerini, Mehmetciklerinin yüzlerinde göstermekteydi. Sirkeci İstasyonu Sirkeci İstasyonu, her gün bir ana-baba günü halini almaktaydı. Askerler, garı doldurdukça, onları uğurlamaya gelen İstanbullularda istasyon ve bahçesini doldurmaktaydı. Askerler, güzel açık mavi elbiseler giymişlerdi. Silahları martini idi. Başlarında fesler vardı. Genç subayların bellerinde kılınç sarkıyor, kabzaları parıl parıl parlıyordu. Bazı kolağalarının kılıçları 93 Plevne cenginden kalmış baba yadigârı silahlardı. Askerler, çok şen, çok sevinçli idiler. Türkleri, tstasyonda vagonlara yerleştirdikten sonra, pencerelerden taşıyordu: Köyümüzden çıktık atlı ve yaya Yolumuz göründü Alasonya’ya, Bizi düşman düşüremez pusuya! Gözlerini oymalıyız düşmanın Türk’e helâl, kanı kahbe Yunanın! Git deyince Yunanlının eline, Hemen aldım martiniyi elime. Sonra taktım palaskayı belime! Gözlerini oymalıyız düşmanın, Türk’e helâl, kanı kahbe Yunanın! Sirkeci İstasyonu, o zamanlar batının bir penceresi gibi idi. Avrupa gazetelerini satan gazeteci dükkanında Alman ve İngiliz mecmualarının baş ve orta sahifeleri baştanbaşa asılmıştı. Bunlardan Selanik’ten Alasonya’ya giden askerlerimizi tasvir eden renkli tablolar vardı. Hepsindeki gönülden harbe katılış heyecana, yüzlerindeki güleçlik, aslan heybetleri tablo da göstermişti. Bunlarda Türk ordusunun Avrupada uyandırdığı hayranlık pek yakından görülüyordu. Bu Mehmetler mi köylerini arkada bırakmışlardı? Bu koç yiğitlermi gurbete çıkıyorlardı? Bu arslanlar mı çoluk, çocuklarından ayrılmışlardı? Hayır, hiç birisinde en küçük bir gönül, gurbet acısı bile sezilmiyordu. Düğüne mi gidiyorlardı?. Evet, savaş meydanında ki düğün, derneğe gidiyorlardı. Onları uğurlamaya çocuklar gelmişti ki Mehmetciklere peynir şekeri, leblebi şekeri uzatıyorlardı. Anadolulu hemşerisi gelmişti ki, her birisi yine onlara paket paket sigara getirmişlerdi. Nineler gelmişti ki, evvelce giden koç yiğidine selam ve mektup yolluyordu. Vagonlara artık askerler dolmuş, başlar pencerelerden sarkılmıştı. Hepsi de, ancak şu dakikada, kendilerini bir an önce Selanik’e götürecek olan trenin hareketi için heyecan duymaktaydı. Nihayet kampana çaldı. Genç bölük kumandanlarına son defa öpmek için getirilen iki, üç yaşındaki ki çocukları pencerelere doğru uzatılıyordu. Bu sırada bir dua okundu ve askere muvaffakiyetler dilendi. Üçüncü çan çalındığı zaman ince ve keskin bir düdük sesi Sirkeci binasını aşarak boğaza doğru kıvılcımlar fışkırtarak hare dalgalandı. Lokomatif harekete geçti ve askerlerimiz “Ey gaziler...” havasını tutturarak Sirkeci Garından ayrılmaya başladı. Ey gaziler yol göründü Yine garip serime; Dağlar, taslar dayanamaz Benim ah-ü-zârime. Dün gece yâr hanesinde Yatacağım taş idi. Altım toprak, üstlüm yaprak Yine gönlüm hoş idi. Bu ayrıkların manzarası hep böyle ldi. Rıhtımlarda aynı, istasıyonlarda aynı ayrılışlar. Trenler bu “Ey gaziler..” havasının bitip tükenmez nakaratı arasında Makrıköy, Ayastafanos’tan geçerek Çorlu’dan Muratlı’ya geliyordu.. Burada da aynı ve daha büyük bir askeri birliği indirip bindirme olurdu. Tekirdağ’ına deniz yoluyla gelen Redif taburları, oradan Muratlıya geliyorlar, buradan trene bindirilerek Selanik’e sevk ediliyorlardı. Yolda giderken Silistre kahramanlıklarından, Ρlevne cenklerinden, Kafkas ve Aziziye tabyası savaşlarından, Tuna boyları muharebelerinden sözler açılıyor, babayiğitlikler dinleniyor, sigaralar tellendiriliyor, Yunana karşı kazanılacak zaferlerin duyguları içinde Uzunköprü geçilerek Luleburgaza geliniyordu. Sonra; Ver elini Dedeağaç. Ondan sonra Gümilcine, İskeçe, Drama, Serez, Doyran geçilip Selanik’e geliyorlar. Selanik’te Selânikte de hâl, Sirkeci’nin başka bir manzarasıdır. Trenler geliyor, borazanlar ötüyor. Akşamüstü bando muzıka Beyaz Kule önünde selam havası çalıyor. Bir hareket, b,r sonu gelmeyen bir gelip gitme her tarafta görülüyordu. Taburlar Serfiçe’ye doğru hareket ederken yine Selanik halkı tarafından uğurlanıyorlar. Dua ediliyor, katarlar hareket edince askerde yine: “.. Ey gaziler yol göründü..” şarkısına başlıyordu. Evet, gazilere yol görünmüştü. Bakalım bu yol nereye kadar onları götürecektü? Bu yol gazilik yoluna da, şehitlik yoluna da çıkardı. Karaferiye’ye doğru ilerleyen tren Selanik ovasanı geçiyor, Vardar, İncekarasu Irmaklarının üzerinde demir köprülerden ilerliyordu. Vodine kasabası bir kartal yuvası gibiydi. Beşyüz metrelik bir dağın eteğine duvar gibi dimdik binalara yapışan kasaba, kartalların yaşadığı bir mahalle benzer. Bu manzarayı seyreden Mehmetcikler, yeni memleketler görmelerinden doğan coşkunlukla, artık hududa yaklaşmalarını arzulamaktadırlar. Tüneller geçilir. Akarsular, köprüleı geçilir. Göllerin kenarından yol alınır. Nihayet Karaferiyc ve Soroviçi’ye gelinir. Epir’e gidecekler trenden inmeyerek Manastır’a, oradan da yaya olarak Yanya’ya ve sonra Adriyatik denizi sahilindeki Preveze’ye kadar giderler. Alasonyaya gidecek gurup artık trenden iner. Serfiçi’ye gitmek üzere kar tepeleri ve yağmurlu yolları tutarlar. Olimpos Dağlarının zirvelerine baka baka Alasonyaya varırlar ve oradan hudut boyuna gönderilirler. Türk Cephesi Hudut neresi idi? Selanik Körfezinin sol kıyısında Platmoda Kalesi vardı. Bunun dört kilometre güneyinden başlayan birsu hattıta Dalmacya sahillerinde Narda Körfezine kadar gidiyordu ki hudud işte bu hattı. Alasonya kuzeyde bizde, Yenişehir, Tırhala, Galos, Dömeke bu hattın güneyinde, Yunanda kalıyordu. İki tarafı bir birine bağlayan Dava geçidi, Milona geçidi, Çayhisar - Yeldeğirmeni geçitleri ve Mecova geçidi idi. Türk askerleri de, Yunan askerleri de bu geçitlerde karşılıklı mevzilerini almışlardı. Fakat hududu teşkil eden su hattının iki taraflı tepelerine kadar sarp ve yalçındı. Gelen askerler, Dava geçidinin darlığına şaşıp kalmışlardı. Buradan topçular, top arabaları, topçeken atlar nasıl geçirilebilirdi? Şehitlik Ve Gazilik Yine karşıda Menekşe tepesi varda. Akşam vakti dağlara gölgeler düştüğü, güneş son ışıklarını vurduğu zaman bu tepeler gerçekten menekşe rengini alıyordu. Bu güzel renk içinde çarpışmak, gazi olmak, hatta şehit olmak ne güzel şeydi. Menekşe rengi havai bir kefene bürünerek Allahın huzuruna çıkmak şimdi ruhların yegâne dileği idi. Yunanlılar da Türk toprakların a girmek için Milona geçidini gözetlemekteydiler. Fakat doğrusunu gayet sarp kayalı Menekşe tepeleri saran Milano, Yunanlılara bir mağlubiyet geçidi olacaktı. Dava ve Milona geçitlerinin etrafını saran tepelere gelen Anadolu efradı, kuş bakışı olarak altta Yenişehir ovasını seyrediyorlardı. İşte.. Yunanlılar orada mı idi? Harp Camileri ve mihrapları görmek. Yıkılmış hamamların kubbelerini seyretmek hepsine en büyük bir bıçak yarası vuruyordu. İşte, Yunan karakolları da karşı tepelerdeydi. Henüz harp başlamamıştı. Fakat akşamüstü yahut gece yarısında bir Yunan borazanının çaldığr boru, Mehmetlerin kalbini ürpertiyordu. Sabahın erken saatlerinde Yunanlı bir mekkârenin tepeleri tırmanarak bir başka kuleye erzak götürdüğü göründü. O zaman bir Mustafa Çavuş eli göğsüne, Güm. Güm... vurur: Hey Allahım! Derdi. Şu gâvurla Türkü ne zaman karşı karşıya getire çeksin? Askerlerin İsteği Olimpos Tepesi de bazan ne kadar kara dumanlı bir tepe halini alırdı. O zaman manzarası değişirdi. Fakat Mehmetlere öyle bir his gelirdiki hemen bu tepelerden havalanmak, bir kartal olmak, geçit vermez tepeleri aşmak ve Yenişehir’e inerek o Kostantin ordularını tepelemek isterlerdi. Elbette bir sabah, o hucüm saati çalacaktı. Borazanlar: İleri, hucum! Diye inleyecek, sancaklar havaya kalkacak, arkadan dağ, sahra topları gürleyecek, mermiler üstlerinden aşarken onlar da tepeleri aşacaklar ve Yunanı tâ.. Atinaya kadar süreceklerdi. Prevezede nöbet bekleyen Epir kahramanları ise yeni bir Preveze zaferini karada yaratmak için çarpınıp duruyorlardı. Asker ocağından yetişen ihtiyar subaylar, kolağaları ve genç mülâzimler ellerinde dürbinlen ile düşman ordugâhlarını seyretmekteydiler. Akşam olunca selâm havaları çalan Türk bandolarının sesi kartalları yuvalarında ürkütüyor. Yunanlılar ise karargâhlarında muhakkak en derin korkuyu salıyordu. Türk Süvarileri Bazan kuleler arasında süvari birlikleri dolaşmaktaydı. Genç Türk çocukları 20 ile 25 yaşlarındaydılar. Çok güzel binici idıiler. Başlarında da deri kalpak, ayaklarında pantalon ve çizme vardı. Atlarının sol yanında Kılıçlar sarkıyordu. Omuzlarından bellerine doğru çaprazlama fişenklikler asılmıştı, omuzlarında ayrıca birer martin taşıyorlardı. Bu dağlık yerlerde hantal süvari atları iş görmez. Bunun için Anadolu’nun yerli atları, orta boya, dinç gürbüz ve sağrılar? Tombul timbul atları en yarar bineklerdi. Zaten yerli atların tahammülü çok meşhurdur. Kuru ot, saman bile onları en semiz bir hale getirebilir. Hele arada verilen yulaf ve arpa ile bu atlar en dik dağları, en sarp kayalıklarda ki yolları kişneye kişneye aşarlardı. Yunan Askerleri Binbir Bizans hülyası, içinde olan Yunanlılar, kendilerini çok kuvvetli sanmaktaydılar. Yunan ordusu da biri Tesalya, biri de Epir cephesinde olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Fakat ayrıca üç tabur başıbozuk diyebileceğimiz ikinci küvvetleri vardı. Bunlar: 1.Etniki Eteria Cemiyetinin kurup düzenlediği ve sevkettiği haydutlar. 2.Gönüllü efrad. 3.Yabancı millet gönüllüleri idi. Evet, Türk milletine karşı Yunan istiklali aralarında nasıl İngiliz şairi Lord Byron gibi yabancılar Mıssolunghe'ye gelip çarpışmışlarsa, o vakadan tam 76 yıl sonra Tesalya ve Epir’e de (yabancı gönüllüler) geliyor ve bunlar (ecnebi alayı) adı verilen birliklerde toplanıyorlardı. Tür’ün tecellisi böyledir. Mehmetcik (Yunanla çarpışacağım) diye hududa koşarken karşısına böyle Grekofil yabancılar çıkacaktır. Etniki Eterya ve gönüllülerin hepsi çeşit çeşit elbise giyinmişler. Başlarında siyah şapkalar vardı. Şapkaların üzerinde bu hain cemiyetin adının ilk harfleri bir haç üzerinde E.E olarak sırma ile işlenmişti. Gönüllüler 20 Mart 1891 günü, gemilerle getirildikleri Galos'tan trene binmişler. Tırhala kasabasının kuzeyindeki Kalabaka'ya getirilmişlerdi. Kalabaka, Türk hududunun güneyindeydi. Yunan eşkıyasının her yaptıkları, Türk nöbetçileri tarafından görülüyordu. Bunlara Yunan subayları tarafından o gece silâh ve cephane dağıtılmıştı. Kuledeki Mehmetçikler, gönüllülerin en küçük hareketlerini dikkatle takip ediyordu. Bunların arasında 80 kadarda İtalyan gönüllüsü vardı. Başlarında (Amikar Çirpanî) adında bir kumandan bulunuyordu. 1 Nisan sabahı Yunan gönüllü tümenine “Hazır Ol! Kumandası “ verilmişti. Nöbetçilerimiz bunların Brenci Ormanına götürüldüklerini gördüler. Burada ne hazırlıkları vardı acaba? Brenci Ormanında bir manastır bulunuyordu. Tümen eşkiyayı oraya, güya, İsa’nın huzuruna götürmüşlerdi. Burada kendilerine bir takım bayraklar verilmişti. Bunların üzerinde: .. Bununla muzaffer ve yardıma mazhar olasın! Ayin uzun sürmüştü. Gönüllülerin vazifelerine bir kudsallık vermek için hepsi yeniden tahlif edilmişlerdi. Manastırların kubbeleri yeminlerlele inlettirilmişti. Tekrar karargâha dönen gönüllü eşkıya, şimdi ufak çetelere ayrılarak Türk hududuna tecavüz etmek üzere vazifeler almışlardı. İki çeşit kumandanları vardı. Birincileri bir kaç çetenin, ikincileri bir çetenin mesuliyetini yüklenmişlerdi. Fakat hepsi de eşkiyadan değil, hakiki, Yunan askeri subaylarından seçilen kimselerdi. Yunan dalaveresi bu gönüllü tevkilâtınra kendisini en açık surette gösteriyordu. Birinci sınıf kumandanlar arasında; Hacı Petro, Yanola Jerma, Panayot Almani, Doktor Parnasos Milonas, Doktor Kardiçeli, Saklarupolos, Makedonyalı Yorgi Daveli gibi kimseler vardı. Gönü'lii tümenine ya ralıları tedavi için doktorlar, oporatörlerde bulunuyordu. Yalnız bu kadar mı? Ayrıca, eşkıyayı vaizleriyle teşvik etmek, cesaretini artırmak için üç papaz da içlerinde bulundurunyordu. Papaz. Papaz. Bütün ihanetlerin kaynğı bu papazlar. Türkiye aleyhindeki bütün icraatın başında yine bunlar. Yunan askeri birlikleri arasında Efzon Alayları da vardı. Bunlar beyaz gömlekler, uzun fistanlar, çorap ve çarık giyiyorlarlardı. Başlarında fes vardı. Fakat bunlar ne yapabilirdi. Bıyığı yeni terleyen genç Efzonlar, bu fistanlar içinde birer gene kız ve kadını andırdıklarından yaşlı ve palabıyıklı Efzonlar ancak aşık ve gönül oyunlarına âlet oluyorlar. Yenişehir ormanlarında sevgiye şehvet muhareeblerinde öncülük yapıyorlardı. Orada akşamları şarap içip hora tepen Efzonların yine gayda sedaları aasında sık ağaçlar iinde kyboldukları Türk kulelerinden görünmekteydi. Başkumandan bakınmandan Prens Kostantinden başka Şmolenik ve Mavro Mihali gibi albaylar. Epirde de Miralay Manos. Türk kumandanlarının karşısında Yunan birliklerini idare etmekteydiler. Türk ordusunda harp isteği ve manevî kuvvet pek büyüktü. Nitekim o zamanlar Türk ordusunda vazife gören Feder Gole Paşa, Türk ve Yunan ordualrının hususiyet ve meziyetlerini inceler ve kıyaslarken şu mütalâada bulunmuştur: “Türk ordularında mevcud olan metanet ve yararlık ile meharet ve askerliğin manevi hassasları Yunan ordusunda hiç bir suretle bulunmadığından Yunan ordusunun askeri teşkilat ve tensikat ve gerek maddi ve maneviyat hassasları Türk ordusuyla hiç bir zaman mukayese edilemez. “ Yunanlılar tarafından umumi olayların gayet parlak sözlerle ve mübalâğalı bir surette tasvirli ve Avrupa tarafınrdan Yunan ordusunun teşkilatına dair faydasi ve gürültülü sözler söylettirilmesi yalnız en müfrit şarlatanlıklardan başka bir şey değildir. İlk Çete Muharebeleri; Yunan eşkıyasının birincci sınıf kumandanlarından olan Diktor Parnasos Milinas ile Jermas 8 Nisan 1897 günü Türk hududuna 8 kilometre mesafede bulunan çadırlı karargâhlarından çıkmışlardı. Kalabaka’yı geride bırakarak hudut boyuna doğru yaklaştılar. Türk askerinin huduttaki durumunu öğreneceklerdi. Çalılıklardan kulelerimizi, Rum köylülerden askeri birliklerimizin yerlerini sordular. Hudut yakınlarında askerlerimizin azlığını, asli birliklerin Dışkata ve Gerebene'de bulunduğunu öğrenmişler ve geri dönmüşlerdi. Bu bilgiyi tamamlamak için yine Etniki Eteriya reislerinden Makedonyalı Daveli, keşfe çıktı. Dönüşte: “ Haydi çocuklar! Türklerle çarpışacağız. Ηududa varalım. Karargâhtan çıkar çıkmaz, tüfenk seslerifcıi duymalıyız.” Dedi. Çeteler efradı heyecan i çimdeydi. Akşam olunca yine bütün çetebaşları bir araya toplanarak Milonas, Jermas ve Daveli'in gördükerini ve söylediklerini konuştular. Nihayet son bir kararı topluca alarak deredeki çadırlarını sökerek hududa doğru hareket etmeğe karar verdiler. Gece, yürüyüşe geçildi. Bayraklarındaki zafer dile getiren yazılara ümit bağlayarak Binbaşı Bezarı ve Profet İlya mevkilerini geçerek Petraka Kopuleri adında ki bir köyün dolayına geldiler. Artık Tesalya’nın en kuzey noktasında ve yüksek dağların güney eteklerinde bulunuyorlardı. Grebena Gecenin karanlığj hayli ilerlemişti. Nihayet gece yarısı oldu. Yeniden başkanlar toplantısı yaptılar. Bu konuşmalara İtalyan gönüllülerinin elebaşısı Çıpıryani de ıştirak etmişti. Karar şuydu: Hemen hudut geçilmeli. Harekât planına göre ilerlenmeli. Artık 9 Nisan gününün ilk dakikaları başlamış, gece yarısına geçmiş, saat 1 olmuştu. Eşkiya bir araya toplandı. Bir kaç nutuk söylendi, üç papazda katıldı. Kalın sesleriyle kopillere duada bulundular: “Ey Milli İttihad Cemiyeti (Etniki Eteria Çocukları) “demişti. “ Zafer saati geldi ve çaldı. İşte hudut şurada. Hemen onu aşacağız. Makadenyo kıtası bizim olacak. Girit’te bizim olacak. “ Daha bunun gibi yalan ve yaldızlı sözlerle teşvik edilen çete efradı: “.. Zito polemo (Yaşasın harp) “ diye haykırıştılar. Sonra Makadonya istila edilince Selaniğe nasıl Yunan bayrağı çekeceği, idarenin ne suretle tatbik ve icra edileceği hakkında bir de masal nizamname okundu. Hey, şartlatan. Daha silah patlamamış. Daha Türk askerleri ile temasa geçilmemiş. Türk topraklarını ne çabuk istila ediliyor ve ne çabuk merkezi Selanik olan Makadonya ve hatta Yanya ile birlikte bütün Epir ellerine geçiriyordu? Fakat hazırlık tamamdı. Çeteler üçer yüz kişilik bölüklere ayrıldı ve hududa doğru harekete geçildi. Bir bölük çete, Agoryani Dağını tırmanmağa başlamıştı. Bu dağ hududda Köpriyöz köyü ile Kranya köyü arasındaydı. İkinci bir bölük de Profet İlya köyünün batısında bulunan mevkilere saldırmış ve işgal etmişti. Bu öncü kuvvetlerin arkasından da içeriye Kranya’ya doğru çetenin asli kuvveti olan gönüllü tümen geliyordu. Artık şafak söküyordu. Rumlar, Beşinci Hakk Paşa Fırkasının Merkezi Dışkata bağlı Binbaşı Mezari, İstrogo ve Valınos kulelerini sarmışlardı. Artık Türk hududuna işte açıkça tecavüzde bulunmuş oluyordu. Eşkıya fırkasının toplarda faaliyete geçmiş, kulelere mermiler anılmaya başlamıştı. Valtinos kulemizde askerler, çetecilerin kendilerine geldiğini görünce hemen ateşe başlamışlardı. Şimdi, Yunan neferleri yerlere dökülüyor, yaralanıp düşüyordu. Düşmana 30 kişi kadar ölü ve yaralı verdiren Valinos müdafileri muhasara hattını yararak geri hatlara çekilmişi. Kranya, askeri mevkilerdcn biri idi. Yunan asli tümeninin ilk kuvvetlcri Gerezne Livasına bağlı olan bu köy civarına gelmişlerdi. Burada Alasonya Orduları’nın Beşinci Fırkasının Beşinci Avcı Taburu öncü bölüğünden 35 kişilik bir kuvvetimiz mevcuttu. Başlarında alaydan yetişme, Teğmen Şakir Ağa kumandan olarak bulunmaktaydı. Şimdi 35 Türk kahramanı iki- üç bin kişilik çeteye karşı kurşun yağdırmaya başlamıştı. Teğmen Şakir Ağa hemen Mehmetçiğin birine şu emri verdi: “.. Köpriyöza koş.. Tabura düşmanın bize tecavüz ettiğini haber ver.” Emriazdan sonra liva merkezi Gerebne’ye kadar bildirilmişti. Biraz sonra da Alasonya’da bulunan Başkumandanlık resmen bir harp ilanı olmadığı halde, Yunanlıların, Türk hududunu geçtiklerini öğrenmiş bulumuyurdu. Şakir Ağa ayrıca iki neferini yakındaki Mila Kulesinde bulunan Teğmen Ramazan Ağaya göndermiş, imdat istemişti. Bu kulede Ramazan Ağa’nın 60 neferi mevvcuttu. Bu sebepten, bu boğazın tenha bırakılması doğru olamayacaği düşüncesiyle imdat gönderilmemişti. Fakat Şakir Ağa’nın 35 kahraman ere, sajbahın ilerlediği saatlere kadar Yunanlı çeteciler durmadan kurşun yağdırmıştı. Eczacı Hayri Beyin Gördükleri: Bu müdafayı en yakından gören Eczacı Hayri Bey adında bir sıhhiye subayı olmuştu. Hayri Bey Alasonya Merkez Hastahanesine tayin edildiğinden Milâ karakoluna uğramış ve Ramazan Ağa’nın Şakir Ağa’ya imdat gönderememekten doğan iç sızısına yakından şahit olmuştu. Eczacı Hayri Bey 9 Nisan 1897 Cumartesi sabahı olayı şu surette nakletmistir: “ O gece, sabaha kadar etraftan tüfenk sesleri işitilmekte devam etti. “ Nisan’ın 9’uncu Cumartesi günü sabah erkenden Hamid Ağa adanda bir süvari ve iki yaya jandarmayı: yanıma alarak (Kıranya) yönüne hareket ettim. Maksadım, binblir söylenti ile anlaşılmaz bir hale gelen olayı gözümle görmek ve keşfetmekti. Karakoldan hareketim sırasında uzaktan uzağa şiddetli tüfek sedaları işitiliyordu. Giriştiğim hareketin ne kadar tehlikeli olduğunu anlıyorsam da icap ederse geriye dönmem kabildi. Yavaş yavaş Mila Boğazına girdik. Bu boğaz döne dolaşa bir buçuk saat kadar sürüyordu. Fakat bana bir buçuk asır kadar uzun göründü. Sağ ve sol cihetlerde gökyüzüne baş uzatmış gayet dik ve sarp kayalardan ibaret dağı gördükçe insanın dehşeti artıyordu. O tepeleri görmemek için gözlerimi kaldırmamayı ister isem de bunu bir türlü yapamıyorum. Nihayet Mila Boğazından çıktık. Kranyaevn sağ ve gol cephesinde ateş edilmekte olduğunu gördük. Yalnız boğaz yönü açıktı. Kasabaya girdik. Köpriyöz yolunda iki yüz kadar eşkıya vardı. Onlara karşı (Toprak Tabya) denilen yerde sekiz Türk askeri şiddetle müdafaada bulunuyor, yolu muhafaları altında bulunduruyorlardı. Teğmen Şakir Ağa mevcudu bulunan 27 neferi tepenin icabeden yerlerine birer ikişer dağıtmış. Bunlarda Dranya’yı muhafaza için Yunanlıların ateşlerine karşılık veriyorlardı. Şakir Ağa, köylülerin ileri gelenlerinden iki kişiyi yanına alarak Türk askerlerinin yanına gidiyor, onları teşvikte bulunuyordu. Karakolda bu hali gördükten sonra Kranya köyüne döndüm. Sanki kasabada kimseler yokmuş gibi derin bir sessizlik vardı. Oradan hemen hareket ettim. İkindiye doğru tekrar Milâ’ya döndüm. Hemen kuleye çıktım. Kule kumandanı Teğmen Ramazan Ağa’ya gördüklerimi bildirdikten sonra olanı biteni yazdım. Meçova Kaymakamlığına gönderdim. «Alasonya - Meçova yoluyle giderken hadiseleri yerinde görmek üzere Milâ’ya giderken yanıma aldığım süvariyi geri göndermiştim. Onunda verdiği haber üzerine 60 erden ibaret bir birlik ile Hamit Ağa adında alaylı bir teğmen keşif yapmak üzere Milâ’ya gönderilmiş olduğundan bunlar 9 Nisan Cumartesi akşamı ezana yakın geldiler. Kuleye çıkıpda bizi görünce vaziyet hakkımda bilgi edindiler ve bir rapor hazırlayarak gece Meçova’ya gönderdiler. Ertesi Pazar günü (10 Nisan 1897) sabahın erken saatlerinde Teğmen Ramazan Ağa birliğini alarak Meçova’a döndü. Fakat Κranya’dan dönüşümde göndermiş olduğum kâğar alınca Meçova’dan Binbaşı Tevfik Bey kumandasında bin nefer mevcudlu bir tabur hareket ederek Pazar günü ikindi üzeri Milâ’ya geldi. Kendisine, eşkıyanın taarruzunu, Kranya Kulesinin müdafaasını bildirdik. Son raporu almak üzere oraya bir atlı gönderildi. Milâ ile Kranya arasundaki mesafe iki buçuk saatti, Atlı gurupta az sonra süratle gidip gelmişti. Türk askerinin çetelere karşı müdafaada devam ettikleri ve ertesi gün eşkıyanın daha dehşetli hucumu beklendiğinden bu gece hiç olmazsa bir bölük yardımcı gönderilmesi haberi alındı. Hemen bir bölük imdat kuvveti Kranya’ya yollandı Orada müsademeler sabaha kadar sürdü.. (11 Nisan 1897) Pazartesi sabahı, erken saatlerde, taburun öteki üç bölüğü de hareketi ettik ve güneş doğduktan biraz sonra Kranya ya vardı. Eşkıya, topluca, tepenin alt tarafına yüklenmişti. Solumuzdaki tepede şiddetli bir muharebe devam ediyordu. Binbaşı Tevfik Bey, hemen, ikinci ve üçüncü bölükleri ile tepeye çıkarak muharebeye katıldılar. Diğer iki bölük de kasabada kaldı. Sabahın ilk saatlerinde hudut tarafından eşkıyaya kırk makkare yükü cephane geldiğini bulunduğumuz tepeden Binbaşı Tevfik Beyle göryorduk. O sırada Dördüncü Bölük Köpriyöz yolunu muhafaza için ileri gönderildi. Bu bölük, yolun sağ yönündeki tepeyi işgal edecekti. Askerin tepeye vardığı sırada ikindi vakti olmuştu. O sıra tepede gizlenen Yunanlılar Türk askerlerinin üzerine ateş etmeğe başlamıştı. Orada muhabere başladı. Bir saat sonra, akşama doğru, ateş kesildi ise de Köpriyöz tarafından uzaktan şiddetli ateş sesleri geldi. Binbaşı Tevfik Bey o zaman Dördüncü Bölüğü takviye için Birinci Bölüğe emir verdi. Birinci Bölük emir aldığı tepeye varmamıştı ki Kranya’nın sağ yönündeki Kilise tepe dolaylarında eşkıya göründü. Birinci Bölük geri alınarak Kilise Tepeyi işgale gönderidi. Askerimiz, tepeyi hiç bir müsademesiz zaptetti. Eşkıya, Türk askerlerinin üzerlerine geldiğini görünce tabanları yağlayıp kaçmışti. Akşama bir buçuk saat kala, Kurmay Albay Seyfullah Bey kumandasında üç tabur Türk askeri Köpriyöz’den geldi. Bu kuvvetin öncüsü olan bölük dördüncü bölüğün bulunduğu tepeye yaklaştığa sıralarda, kahraman Dördüncü Bölük efradı, Çamlık’taki eşkıyaya hücum için tepeden aşağı inmekteydi. Öncü bölük tepeyi terkeden kuvvetin düşman birliği ol duğunu sanarak hücum edip tepeyi tutmak ve dördüncü bölüğe ateş etmek için hazırlanırken Binbaşı Tevfik Bey hatayı anlamış Dördüncü Bölüğe boru ile: .. Ateş Kes! Kumandasını verdirmişti. Öncü bölük durdu. Sonra ilerideki bölüğe iltihak ederek ormanlik içindeki düşman çetecilere şiddetle hücuma geçti. Şimdi, Yunanlı eşkıya, hudud hattından tamamıyla kendi topraklarına atılıp kovulmuştu. Askerler, gece yatsı namazına doğru muzafferane Kranya’ya geri döndüler.. Eşkıyadan yedi çeteci de esir alınmıştı. Kurmay Albay Seyfullah Beyin kumandasındaki taburlar da iki çeteciyi yakalamıştı. O gece askerlerimiz tepede çadır kurarak kaldılar. Ben de ertesi günü yoluma devam ederek Alasonya’ya geldim. “ Ne sanmıştı Türk hududunu bu Yunanlılar? Boşmu zannetmişlerdi? Ellerini, kollarını sallayıp geçeceklerinimi ummuşlardı? Hani ya Selâniğe kadar gidiş? Hani ya bütün Tesalya’yı, Makadonya’yı zaptediş? İşte daha birinci hücum da, girdikleri hudut deliğinden gerisin geriye atılmişlardı. İşte, Kranya’da 35 kişilik bir Türk kule kuvveti 300 çeteciye, imdat kuvveti gelinceye kadar, kahramanca karşı koymuştu. Hâlbuki Etniki Eteria Cemiyeti başkanları, eşkıyaya: “Hıristiyan köyleri size gizli kuvvet olacaktır. “ Demilerdi. Neredeydi o Hıristiyan köylülerin yardımı? Hiç biri yoktu ve İtalyan gönüllüleri de dahil olduğu halde. Papazları da haç çıkarma dualarına rağmen hepsi dağılmışlar, mağlup olmuşlar ve geri kaçmışlardı. Fakat şimdi, tekrar toplanarak ertesi sabah yeniden hücuma geçmek kararını vermişlerdi. Hücum şiddetli olmasına rağmen kafalarını dik kayalara vurur gibi Türk hatlarına vurmuşlardı. Sonra yeniden geriye yüz dönmüşler, dağlarda, tepelerde kendilerini kovalayan Mehmetcikler, onları adeta tavşan avına çıkar gibi arayıp bulmaya ve avlamağa başlamışlardı. Nisan’ın 11. günü de tam bir alay kuvvet, eşkıyayı takibe başlamıştı. Bunlar, kulelerimize fırsat buldukça ateş açmıştı. Tesalya muharebelerindeki meşhur Kranya zaferi işte böyle kazanılmıştı. Yunan hükümeti dünyayı kandırmak sevdasında bulunarak hududu geçen askerlerin tamamen eşkıya olduğunu iddiaya başlamıştı. Kabahat denilen samur kürkü üzerinden atıyordu. Hududda Fonika, Kipli ve tstronga İstronga karakollarımızı yakanların ve Krasya Muharebesinde mağlup olup kaçanların eşkıya olduğunu söylüyordu. Halbuki bunlar düpedüz Yunan askeri kuvvetleri idi. Aralarında da yol gösteren, bu dağlan bilen Tesalyalı ve Makedonyalı şerirler vardı. Kaçan eşkıya neden Yunanın muntazam askeri idi? Çünkü yakalanan esirlerin üzerinde bulunan tüfenkler Yunan ordusunda bulunan Gra tüfengi idi. Bellerinde kasaturalar, yine beylik kasaturalardı. Çoğunun başlarında markalı Yunan askerinin şapkaları vardı. Yalnız elbisece hepsi çete kılığnda idi. Ayrıca hududu tecavüz emirleri yine askeri borazan arla verilmiş, kaçışları borozanla idare edilmişti, dahası da vardı. Eşkıyanın yanıbaşında nasıl devlete ait toplar bulunabilirdi. Oysaki bu mağlup birlikler hücumlarında topda kullanmışlar ve iki-üç kulemizi yakmışlardı. Bütün bu hareketler, bu işin bir plan dairesinde yapıldığını ve Yunan hükümeti tarafından idare edildiğini gösteriyordu. Gösteriyor değil, eşkiya nâmı altında tutulan esirler, hakikati olduğu gibi ifade ve ikrar ediyorlardı. Nitekim bu hali bir İngiliz’den, Times muhabirinin kaleminden dinleyeıim: Bu esir şaki şöyle demiştir: “Ben Korfo adasında doğdum. Yunan hükümetinin askeri redif sınıfındanım. İskenderiye’den Yunanistan’a dönmek üzere iken bir emir aldım. Bizi Atinaya getirdiler. Önce Glos'a sonra da Karabaka'ya sevk olundum. Orada bana bir kasatura, birçok fişenle, bir de şapka verdiler. Üzerime de eşkıya elbisesi giydirildi. Şapkanın üzerinde Etniki Eteriya Cemiyetinin E.E. markası vardı. Bölüğümdeki bütün efradın redif tezkereleri bulunuyordu. Subayımızda bir eşkıya reisi değil, nizamiye teğmenlerinden Kapsaiapol idi. Subaylarımız askeri üniforma giymezlerdi. Fakat hepsi emirlerini Yunanı hükümetinden alıyorlardı. Bana (eşkıya) deniyor. Ben bunu hiç bir zaman kabul edemem ve arkadaşlarımla baştanbaşa tam manasiyle askeriz.” 17 Nisan 1897 günü. Yunanılar, birinci tecavüzlerinde muvaffak olmayınca ikinci bir tecavüzü düşünmüşlerdi. Olimpos Dağlarının efsanevi adı, onları derin hülyalara daldırmıştı. Artık Selanik'i işgal için yol aramayı düşünüyorlardı. Selanik ele geçince Karaferiye'ye giden demiryolunu kesecekler, Alasonya’yı arkadan sararak büyük Türk ordusunun ricat; yolunu keserek alayları esir edeceklerdi. Nereden hücuma geçilmeli idi? Şu dört yer vardı: 1. Selânik Körfezi ile Alasonya arasındaki hudut kısmının en belirli yeri olan Koz köye hücum edilmeli. 2. Güney Tesalya ile Kuzey Tesalyaya geçit veren Milona Boğanından Alasonya’ya hücum etmeli. 3. Tırnova batısında, hudut üzerinde Çayhisar mevkiine saldırmaalrı. 4. Veya Alasonya batısında bulunan Dışka kasabasına hücum edilmeli. Hepsi güzel. Güzel ama Türklerin elide armut toplamıyor ki! Heryerde Türk birlikleri vardı ve hele Alasonya’yı zapta kalktıları takdirde ordunun asli kuvvetlerini karşılarında bulacaklardı. O halde Kozköy’den hücuma geçilmeli. Denizden 2400 metre yükseklikte olan ve tepeleri daima karlarla örtülü bulunan Olimpos Dağlarının güney eteğinde bulunan Kozköyü küçük bir ovaya bakar. Fakat bu ovanın da çevresi sarp dağlarla çevrilmiştir. Olimpos Dağları Tesalya Orduları Başkumandanı Ethem Paşa’nın karargâhı olan Alasonya’da denizde Leftokrya İskelesine bir yol uzanır. Bu yol. Türk-Yunan hududuna muvazidir ve köyün güney tarafından, küçük ovasının da tam ortasından geçer. Olimpos Dağlararının yüksek ve ovaya bakan sarp yamaçlarında Yunanlılar bulunmaktadır. Kozköy vadisinde ise, hâkim tepelerin aşağısında, altıncı tümenin onüç taburu vardır. O halde tepelerin hâkim durumundan faydalanmalı, hudud tecavüz etmeli. Türk askerlerini kaçırtmalı. Sonra? Sonra da sol kanadları Olimpos Dağlarına dayanmalı. Sağ kanadının da Selanik Köfrezine girecek Yunan donanmasının oraya çıkaracağı yardımcı kuvvetleri ile Selanik Körfezi’nin batı sahilindeki Katerina limanına hücum ederek bir kaç saat sonra Selanik ovasını dalmalı. Akşam Selanik Kiliselerinde zafer çanları çaldırmalı. Bir kolda Alasonya’daki Türk asli kuvvetlerini çevirdimi plan tamam mı? Tamam. Öyleyse Kozköy’e hücum! 16 Nisan 1897’nin güzel bir Cuma akşamı. Milona geçidi ile Kozköy’e karşı toplanan Yunan askerleri ve İtalyan gönüllüleri. Güneş battıktan bir saat sonra, birden top ateşine başlıyorlar. Hudud boyunda dört yerden Türk kulelerine ne ateş açılmıştır: 1 Kodaman, 2 Yerdlika, 3 Alipsis, 4 Çamtepe kule ve mevkilerine. Kozköy cihetindeki Bayraktar karakolumuza açılmıştı. Türk karakolları da ateşe ateşle cevap verdiler. Şimdi sarp dağların üstünde derin akisler bırakan kurşun sedaları geceyi sarıyordu. Türk askerine, temkinli hareket edilmesi emri verilmişti. Bir sızıntıya ve harbe meydan vermeyecek bir müdafaa müdafaa yapılmalı idi. Kuleler müdafaada kaldı. Altıncı Tümen birilikleri meydana çıkıp bir harbi kabul edercesini sıkı bir hücuma geçmediler. Fakat Yunanlılar olimpos dağının hâkim tepelerindeydiler. Onları geri atmak da bu kararsız vaziyette mümkün değildi. Efzon askerlerine o anda bir şımarıklık gelmişti. Silah boşaltmakta kulelerimizi topçu ateşi altında bulu durdurmakta devam ettiler. Yunanlıların bu ateşleri on kilometrelik bir uzun hat üzerindeyidi. Karakoll arımız geriden imdat istediler ve hemen altı tabur asker harekete geçirilerek gecenin karanlığında dağlara tırmandırılmış ve tepelerdeki karakollarn imdadına] yetiştirmişlerdi. Akşamdan sonra iki saat böyle geçmişti. Şimdi Yunan tarafından bir sıra ve aynızamanda Türk birlikleri tarafından da bir sırada ve aynı anda atılan kurşunlar, tüfenlerin uçlarından bir donanma gecesinin mehtap ve çarkı feleklerinin havaya atılması şeklinde başlıyor, iki taraf üstüne ateş yağmuru boşanıyordu. Gece yarısına doğru iki taraf da ateşi kesti. Sabahleyin 18 Nisan Cumartesi günü iki tarafın yaylım ateşi yeniden başladı. Yaylım ateşler, yanaşık manga, takım ve bölüklerin subay kumandası ile hep birlikte açtıkları ateştir. Yunanlılar, bu tecavüzü yapanların ne kadar eşkıya olduğunu iddia ederlerse etsinler, yaylım ateşler, bir subay kumandası altın a yapıldığına göre, demek ki büğün bu hücumlarda bulunanlar tam manasıyla muntazam askeri kuvvetlerdi. Çamtepedeki kalemizin de muntazam topçu kuvvetlerimizin mermilerine hedef tutulması olayı, Tümgenerl Hamdi Paşaya, bildirildi. O da Alasonya’ya, Müşir Ethem Paşaya raporunu verdi ve nihayet keyfiyet. Ebhem Paşa tarafından dün gece İstanbul’a bildirildi. Mesuliyet tecavüz eden tarafa aitti, 6 Nisan 1897 tarihli bir notada büyük devletler sefirleri de Türkiye ve Yunanistan’a şöyle demişlerdi: “Eğer hududda bir tecavüz vukua gelecek olursa bütün mesuliyeti; tecavüzün neticesi her ne suret gösterirse göstersin bir istifade mümkün olamayacaktır.” Yunanlılar bunu da dinlememişler ve Türk hududuna eşkıya kılığında muntazam askerlerle açıkça teca vüzde bulunmuşlardı. Times gazetesi askeri muhabiri Yüzbaşı Bigaro bu ikinci tecavüz hakkında şu kanaate varmıştır: “ Biz bundan, anladık ki, yalnız Etniki Eteriya değil, Yunan Hükümeti de bir muhabere, bir muhasama koparmak için bahane ve sebep aramaktadır. Bu defa taarruz ve tecavüz edenle-rin hpsl Yunan muntazam askerinden ibaretti. “ Bâbıali’de Vükelâ Meclisi toplanarak, Padişahın iradesi de alınıp, mesuliyeti Yunanistan’a râci olmak üzere resmen resmen Yunan devletine harp ilan edildi ve askeri planları gereğince her türlü tedefü ve tecavüzi hareketin ifası için Alasonya Orduyu Hümayun Kumandanı Ethem Paşa’ya kati emirler verilmişti. Büyük devletlere de, bunların istanbul’daki elçileri vasıtasıyla şu yazı gönderilmişti: “Bundan evvelki telgrafnamelerimde Yunanlıların bu ayın dokuzuncu günü Türk hududunu tecavüz ederek hudud hattından iki saat ileride bulunan Kranya Tepesini işgal eylediklerini ve Baltins hudud karakolunu topla tahrip ve (Fenika), (Kipli), (Isronga) karakollarını yaktıklarını ve tecavüz eden Yunan askerlerine boru ile emirler verildiğini bildirmiştim.. Barışın devamı emrini de Türk hükümeti tarafından gösterilen mesaiyi ve memleketlerinin müdafaa ve muhafazası için lâzım gelen tedbirleri almak yolundaki hukuk ve selâhiyetini bir daha teyid ve tekrar ile beraber son olayların bütün suçluluğunu taarruzda bulunan Yunan hükümeti üzerine terk ederiz.” “Türk devleti, kendisini muhafaza ve müdafaa yolundaki açık haklarıyla birlikte haklı eserlerini göstermekten geri durmadığı sabırlı ve ihtiyatkârane tavırlarıyla dünya barışının muhafazasının saltanat nezdinde de ne kadar istemiş olduğunu bütün dünya nazarın da parlak bir surette ispat etmiştir. Bununla beraber, dün gece telgrafla bildirdigim gibi, külliyetli, muntazam Yunanlı askerler beraberlerinde toplar olduğu halde Bayraktar, Kodaman ve Perdika bölgelerin de Türk hudud boyunu tecavüzle hasmâne hareketle başlamışlardır. Harp, hala devam etmektedir, Türk hükümeti, bu mütecavizce hareketler karşısında hukukunu muhafaza ve Türk topraklarının Yunan taarruzlarından koruması yolunda iktiza eden her türlü askeri tedbirleri almak üzere Alasonya Türk Orduları Başkumandanlığına kat’i emirler vermeye mecburiyet görmüştür.” Alasonya’daki Türk Komutanlar Toplantı Halinde “ Elçiliklerce de bilinmektedir ki Türk Hükümeti. Girit meselesinde ve gerek bunun neticesi meydana gelmiş olan başka olaylarda barışın devamını güvenlik altına almak üzere son dakikaya kadar elinden gelen her şeyi yapmış ve bu yolda Büyük Devletler tarafından gösterilen her türlü barış nokta ve emellerine uygunluk göstermekten geri durmamıştır. Ancak. Yunan hükümeti (Devletler Hukuku kaideleri) ile hiç bir zaman uygunlanamayacak Girit’e asker gönderdikten başka hududuna büyük bir askeri kuvvet yığarak ve muhasamaya, başlamış olduğundan Türk hükümeti dahi memleketin ziraat ve çifçıliğinde ve ticari işlerde rahneler açacağı meydanda olmakla beraber yine büyük fedakârlıkları yüklenerek Redif askerlerinin önemli bir kısmını silâhaltına davet etmek lüzum uu duymuştur. Ve yukarda arz olunan düşünceleri dikkate alarak Avrupa hükümetlerinin haiz oldukları adalet ve hakkaniyet yani keyfiyetleri icabınca harpten doğan bütün mesuliyetin yalnızca Yunan hükümetiııe ait olacağını teslim eyliyeceklerine emniyet ve ümidimiz vardır. Şimdiye kadar defalarla bildirdiği gibi yine tekrar ediyoruz ki. Türk hükümetinin Yunanistan’a karşı hiç bir zaman fütuhat üzere bir niyeti ve emeli yoktur. Yunanlıların hasmâne hareketleri üzerine sarih haklarını ve meşru müdafaasını müdafaa mecburiyeti ile Türk devlerinin bu sefer harbi kabul etmesi en mukaddes haklariyle toprak bütünlüğünü muhafaza matsadına istinad etmektedir. Bu cihetle Yunanistan kısa bir zaman içinde Girit adasıyla Türk hudutlarında bulunan askerlerini geriye çekecek olursa, Türk devleti sulhçü dileklerinin eserlerini dünyanın gözü önünde ispat etmiş olmak için askerleri hareketlerini durdurmaktan geri kalmayacaktır. O zamanki Atina sefirimiz Asım Bey’de Yunanistan Hariciye Nazırı Skuze’ye bir nota tebliğ etmiş ve Yunan askerinin tecavüzü hareketlerinden dolayı iki devlet arasında siyasi münasebetlerin kesildiğini ve Yunan sefiriyle konsolosları nın Türk topraklarını terk etmeleri bildirilmişti. Yunan Hariciye Vekili Skuze notaya şaklabanlıkla cevap vererek Yunanistan’ın Türkiye aleyhine tecavüzlere bulunmadığını, aksine olarak Türk askerinin Analipsi Tepesini almak isteyerek muvaffak olmadığını, Preveze kalemizin Yunanistan’ın mevkilerini ateş altına aldığını ve Narda Körfezi’nden çıkmak üzere bulunan bir Yunan kumpanyasının Makadonya vapurunu batırdığını, bundan dolayı mesuliyetin Yunan Hükümetine yükletilmiyeceğini bildirmiştir. Preveze Harbin resmen patladığı gün Yunan Milli Meclisi’nde de kıymet kopmuşlu. Yunan Başbakanı Delyannis şu konuşmayı yapmıştır: “Hududun meydana çıkış sahnesindeki olaylar hemen tebliği ile Mebusun Meclisi üyelerinin arzusunu yerine getiriiyorum sanırım. Bu sabah saat altıdan beri hudut komşumuz olan bir hükümetle muhasama hâlinde bulunuyoruz. Yine bu saattenberi aramızda siyasi münaesebetsiz kesilmiştir. Demek ki, harp halindeyiz. Türk hükümeti, Yunan iskânın hasmâne hareketlere başlamış olduğundan bahisle hükümetinizle münasebetleri kestiğini notasında bildiriyor. Türk Hükümeinin cüretkârane olan böyle bir haksızlığı kabul ettirmeğe hiç bir suretle muvaffak olmayacağını sanırım. Türk askerlerinin hudutdaki Profet Eli adındaki Yunan karakoluna tecavüzü haksız olduğu kadar beklenilmeyen karşı koymaya mecburiyet duyarak muharebeye başlamıştır. Cuma günü akşamı saat sekizde Türk askeri Türkiye’ye aid olmayan Analipsi Tepesini işgal eylemek üzere hududu geçmeleri üzerine askerimiz karşı koymak üzere taarruza mecbur oldu. Türk askeri toplanmak üzere Yunan toprağında bulunan Bayraktar Karakolunu işgal etmek üzere tecavüzlerde bulundukları ve sabahleyin saat beşte Preveze ve Stafidaki istihkamlarından bir Yunan gemisine gülle attığı, telgrafhaneyi topla tahrip etliği ve Preveze karşısında bulunan istihkamlarımızı topa tuttuğu zaman Türkiye Atina Büyükelçisi Asım Bey münasebetlerin kesildiğini bildiren notasını Hariciye Nezareti’ne teblig etmemişti. Bu nota bugün saat 10’da bize gelmiştir.” Yunanistan daima “Yavuz hırsız ev sahibini bastır.” manevralariyle hareket etmiş ve hakikaten çok şeyler elde etmiştir. Bugün de Kıbrıs hakkında aynı rolü oynamaktadır. Yunan Başvekili Delyes de Yunan Milli Meclisi’nde yavuz hırsız rolünü tam manasiyle ifa ediyordu. Hattâ o kadarki sulhten ve barışçı emellerden söz açabilmek cesaretini de gös teriyordu. Delyanniş, Yunan Meclisin de şöyle diyordu: “Harp, bugün bir kaç hükümetin girişmek istediği, bir şeydir. Eski zamanlarda mevcudyeti muhafazanın yeğane vasıtası sayılan harp bugün bir hayal ve tasavvur derecesinde kalmıştır. Harbin bu gün faydası istenilen bir neticeye varmaktan ibarettir. Yunanistan’ın insanlık medeniyeti! tarafından telkin olunan bir emel vardı. Hükümetimizin bu emele barışa uygun bir şekilde varmak ümüdindeydı.. Vakıa muharebe hazırlandı. Ancak barışı dairesinde maksada nail olmak ümüdi büsbütün ortadan kalktığı zaman bu vasıtaya müracaat etmek üzere tedariklerde bulundu. Fakat mademki bize harp ilan ediyorlar, bunu kabul etmek vazifemizdi. Biz de bu vazifeyi yaparak harbi kabul ettik. (Yunan Meclisinde şiddetli alkışlar) Bütün Yunanlılar, dünyanın hangi tarafında bulunurlarsa bulunsunlar, gerek dışın da olsun ciğerlerinin en derin noktarında vatan sevgisi ateşinin yandığını hissedeceğini ümit ederim. Hakiki Yunan adını taşıyanlar bu mukaddes toprağın namusunun ayaklar altına alındığını görmektense ölmeyi üstün görecek ve vatan uğrunda canlar feda etmeği bileceklerdir! (şiddetli alkışlar).” Görüyor musunuz? Suçu Türkiye’ye atmak isteyen ve senelerdir Etniği Eteriya Cemiyetine tavizler veren Yunan Başvekili Delyannis neler söylüyor. Yunanistan içinde ve dışında bulunan Yunanlıları nasıl tahrik ediyor. Bu parola, bu gün de aynı paroladır. Nedir o paralo? İşte şu: “Bütün Yunanlıların, dünyanın hangi tarafıma bulunursa bulunsun, Yunanistan içinde ve dışında olsun bütün Yunanlıların ciğerlerinin en derin köşesine vatan muhabbeti ateşinin yandığını hissetmelidirler. “Ve Delyannis nutkuna şöyle ıevam ediyor: “Bugünün mevcud veya beklenilen olaylarının cereyan şekli adını taşıdığım? Milletin değerli çocukları bulunduğumuzu ortaya koyacaktır. Bu suretle atalarımızın Doğuda ve Batıda hakikat adaleti aşılayıp öğrettiğini hatırlamayı bileceğiz. Kuvvetlerimizi birleştirerek bayrağımız altında toplanalım Ve büyük bir milletin mümtaz alameti olan soğukkanlılık olduğunu hatırlayalım. Bu nazik dakikada bütün millete sükûnet tavsiye ederim. “ Ne diyor Başvekilleri? Kuvvetlerimizi birleştirerek bayrağımız altında toplanalım, diyor. Yunan Kralı Danimarka Hanedanından George ise, Yorgi adını alarak Yunandan ziyade Yunan olmuştu Pariste çıkan Le Journal gazetesinin muhabiri Frenklen Buyyon'a verdiği ve bu çazetetede 2 Nisan 1897’de neşredilen bir mülakattan Kral Yorgi şu garip sözleri söylemişti: “.. Ben son dakikaya ka dar barışın devamtna güveniyorum. Halkın galeyanından endişe duymadım diyemem. Fakat bu yolda aceleci olmak cürmü irtikâp demek olacaktır. Bizi zorlayanlar iktidar mevkinde bulunup hükümet ahvalinden mesul olanlar değildir. Harbin çıkmasını men etmek için memlekete karşı her türlü vasıtaları kullanmak, her türlü işe girişmek borcumdu. Davayı barıssever bir şekilde halk için ben yalnız vazifemi yaptım. İstikbal vaki: Kazanmaya hakim olduğunu ispat edecektir. Biz vakit kazanmakla kuvvet kazanmış olduk. Sabır ve tahammülümüz cihanın her tarafında umumi efkârda bir meyli ve teveccühe mazhar olmamızı temin etti. Çünkü büyük devletler aleyhimizde ise de yine bütün devletler aleyhimizdedir. Bu bizim için iftihara değer. Bunun içinmi, biz muharebeden suçlu tutuluyoruz? Şüphesiz Türkiye devletlerinin harbe zorlayan ve teşvik eden biz değiliz? Türkler tarafından taaruza uğrayan kardeşlerimizi müdafaa ve muhafaza için hamiyyet vazifemizin emri ve telkini ile Girit’e asker sevk ve karaya çıkarmış olduğumuz için harbi biz davet etmiş olduk? Türk hükümetinin bizden sekiz gün önce redif askerlerini toplayıp yığdığı Tesalya hududunda bu harp sebebini gösterdik? Türkler, Yunanlılar tarafından zerrece br tecavüz ve taarruz görmeksizin iki gün önce bir Yunan tüccar vapurunu sulara gömdükleri Epir’de mi biz Türk askerine meydan okuduk?” Kral Yorgi’nin yumurtladığı bu cevherlere biraz daha göz gezdirelim. Kral Yorgi diyor ki: “Asilerin hududu tecavüz etmelerine meydan vermemek Türk hükümetine düşen bir vazife değilmiydi? Analipi Tepesinde iki hükümeti arasında (tarafsız bölge) olarak kabul edilen bir mevkiî 1886 senesinde olduğu gibi bu Yunan Kralı Konstantin defada zapt ve işgal etmeye çalışanlar Türkler değilmidir? Bu defa asiler: İtalyan gönüllüleri söz konusu olamaz. Bu sefer muntazam Türk askerleri harp ilan edilmezden önce mevkilerimize hücum ederek riayet ve itaati imzaladığı bir antlaşmayı bozdular. Hakikat şudur ki bize haksız yere sebepsiz tecavüz ediyorlar. Muharebenin uzun sürmesi mümkündür. Fakat şunu da teessüfle bildiririm ki vakit geçmiştir. Hakikatin zaman ilerledikçe meydana çıkacağına itimat ediniz “ Kral Yorgi sözlerini şu tehditi savurmakla bitirmiştir: “ Cürümün cezası işte başlıyor “ Evet, cürümün cezası o günden itibaren başlamıştı. Bu sözleri Yorgi cenaplarına Allah söyletmişti. Ve Girit’te mazlum Türklere, gerekse Tesalya’da hududu tecavüzle kulelerimize karşı reva gördükleri eşkiyacı hareektlerin cezasını tam 31 gün içinde Dömeke’ye kaçmakla ve kuyruklarını teneke bağlamakla görmüş olacaklardı. Allah büyüktür. Söyleyene bakma, söyletene bak. Türk Hükümeti ise açıkça şunu söylüyordu: “ Yunanistan Girit’ten ve Tesalyadan askerini çeksin. Türkiye ise askeri harekâtını tatil edecektir. Fakat Yunanlılar bir defa oku yaydan çıkarmış bulunuyorlar, harp istemişlerdi, Harpten dönemiyorlardı. Hattâ Kralları utanmadan: “Ceza başlıyor! Bile demişti. Ya öyle mi. Türk Hiikümeti kimseyi milli şeref ve haysiyeti ile oynatamazdı. Hemen Yunanistan’la olan barışçı münasebetlerin kesildiğini ilân etti. Atina Sefirimizi ve Yunanistan’daki şehbenbenderlerimizi geri çağırttı. İstanbul’daki Yunan elçisi ile memleketimizdeki Yunan konsoloslarının yurtlarma dönmeleri hakkında tebliğlerde bulundu. Tebliğe şöyle bitiyordu: “ İstanbul’da ve vilayetlerde bulunan Yunan tüccar ve tebeasmın memleketlerine iadesi için İstanbul’da ve Yunanlıların ikmet ettikleri başka yerlere komisyonlar kurularak Türkiye ve dost devletler tüccar ve tebeası ile olan hususi işlerinin kesilip düzenlenmesi için onbbeş gün müddet tayin edilmiştir. Yunanistan’da bulunan Türkiye devleti tebeasının da bu müddet içinde Türkiye’ye ruhsatlı olması ve bu müddetin sonuna kadar tüccar ve Türk tebaasının himayesinin Atina’da bulunan Almanya elçiliğine tevdi edilmiş olduğu ilân olunur. Harp ilan edilip Ala sonya cephesinde ordularımız tamamen hazırlanmış ve hudut boylarında resmen ateş etmeğe başlamıştı. Harpten bir kaç gün önce bir Avrupa gazetesinin Alasonya’da bulunan muhabirinin yazısını okursak Türk askerinin nasıl gönülden gelen bir istekle Yunanla savaş etmek istediğini, fakat Hırıstiyanlara karşı gösterilen Türk civanmerdliğini ve hattâ Alasonya’da bulunan Yunan konsoloshanesine bile düşman gözle bakılmadığını öğrenmiş olacağız. “Dün, padişah yâverlerinden Yarbay Kenan Beyle birlikte Alasonya’dan bir Türk köyüne gittik. Buradan Tuğgeneral Ali Paşa’nın kumandası altında bir tümen süvari birliği vardır. Kenan Bey kumandandan iki alay askere silâh başın emrini vermesini rica etti. Kumandan Paşa hemen emir verdi. Ellerimizde tuttuğumuz saatlere bakarak iki alay askerin yalnız dokuz dakika içinde harp safı teşkil ederek yaptıkları manevra gerçekten pek mükemmeldi. Hayvanların çoğu, Macar atları idi, gayet dinç ve gençtiler. “ Denizden Alasonya’ya kadar olan mesafe çok uzun olmakla beraber nakil işleri kolaylıkla yapılmaktadır. Yüz bir kişinin onbeş günlük ihtiyacına yetecek erzak ve yiyecek vardır. Yunanlıların beklenen hücumlarına karşı her türlü müdafaa hazırlıkları bitirilmiştir. “ Hudut boyundaki köylerde bir çok Rum halk vardır. Bunlara daima iyi bi muamele yapılmaktadır. Hıristiyan kadınlar emniyet içinde sokaklarda geziyorlar. Alasonya’da bulunan Yunan konsoloshanesine taar ruz eylemek şöyle dursun. Yunan bayrağının asılmasına bile ses çıkarmıyorlar. İşte, Türk civanmertliği budur. O gün de böyleydik, bugün de İstanbul, Bozcaada, İmroz adaları Rumlarına karşıda böyledir. Fatih zamanında ve ondan sonra da böyle olmuştur. Fakat ya Yunanlılar böyle bir ci vanmerdliği Türklere göstermişler midir? Hayır. Eçlaire gazetesi muhabiri olan. bir Fransız gazeteci bakınız o gün gazetesine neler yazmıştı: “ - Sağdan geri! Borusunu çalarak arkalarını Türk askerine göstereceklerine ve tuttukları mevkileri derhal canlarını kurtarmak kaygusuna düşerek bırakıp gideceklerine şüphe yoktur. Türk devleti hazır bulunuyor. Bir kaç aydan beri kâfi askeri kuvvetleri lazım gelen mevkilere yığılmış bulunmaktadır. Türk askerleri, kahramanlıkta ve harp fenindeki maharetleriyle hakikaten ün salmıştır. Barışı muhafaza için hudutta ne kadar durmuş olsalar yine sulhu bozmaya kalkmalarını hatırlarına g tirmezler. Evet, Türkler, cengâverdir. Fakat kumandanlarına fazla miktarda itaatleriyle de şöh ret kazanmışlardır. Türk askerinin barışı muhafaza için ne kadar kendisini zorladığını bu satırlarda da açıkça ortaya konduktan sonra sahte kahraman Yunanlıların (sağdan geri çark ederek) nasıl firara yüz tutacakları yine bir yabancı gazete muhabiri tarafından açıkça dünya efkârına bildirilmektedir. Reşmen harp ilân edilince İstanbul’daki Yunan elçisi topraklarımızı terkederken Alasonya’daki Yunan konsolosu da da kasabayı terk etmiş bulunuyordu. Bir askeri birliğin nezareti altında bir at üstünde hududa getirilen konsolos, Yunan topraklarına geçirilmiş, cephe içerisinde, kahraman askerlerin en galeyanlı bir ânında kılına dokunulmadan Yunan ordularının merkezi Yenişehir’e iletilmişti. 17 Nisan 1897 Günü Vaziyet Ethem Paşa orduları, Tesalya mıntakasında, elinizden Epir hududuna kadar Yunan ordularının karşısınra mükemmel denecek bir şekilde mevki almıştı. Bütün hâkim tepelere bataryalar yerleştirilmiş bulunuyordu. Yunan ordularıda Doğuda Kozköy’ün karşısında bulunan Kodaman, Perdik, Bayrakdar tepeleri ile Dava Boğazı karşılarında, sonra Batıya doğıu uzanan Milona Geçidi yakınlarında, Kaynak’da ve nihayet Dişkat ve Gerebene bölgesi hudutlarında yerleştirilmişti. Yunanlılarda bulundukları arazide siperler, istihkâmlar açmışlar, toplarını yerleştirmişlerdi. Hudud boyuna getirdikleri kuvvetten başka Veliaht ve Başkumandan Kostantinin karargâh kurduğu Yenişehir (Larissa) kasabasında da ihtiyat kuvvetleri bulunmaktaydı. Bu herifler, neden si perlere ve istihkâmlara bu kadar kıymet vermişlerdi?. Haniya, bir hücumda Makedonya’yı, Makedonya’nın merkezi Selaniği ele geçireceklerdi? Hani ya, oradan batıya dönerek Alasonya muhasara altına alınacak ve Ethem Paşa kuvvetleri de kafese sokulmuş olacaktı? Taaruz fikrinde olan bir ordu, müstahkem mevkilere bu kadar önem mi verirdi? Bu halde göstermekteydi ki Yunanlılar, Türk ordusundan korkuyorlar ve müdafaayı taarruzdan daha ön plana almış bulunuyorlardı. Onlar, çete muharebeleri ile Türklerin resmen harp ilânına cesaret gösteremeden Girit’i, Tesalya’yı kâmilen ellerine geçireceklerini sanmışlardı. Umdukları, hiç de öyle olmadı ve Türkiye devleti harp ilanına karar verince, kuyrukları apış aralarına sokuldu. Kostantın ve orduları kuyruklarmı kısarak öyle bir kaçış kaçacaklardı ki, kahramanlıklarına bütün dünyayı ters tarafından hayran bırakacaklardı. O günün akşamı Ethem Paşa’nın Karargâhına gelen yabancı gaze teler muhabirlerini Paşa güleç bir yüzle karşılamış ve onlara şöyle demişti: “ Bugün öğleden sonra harp ilân edildi. İnşallah yarın Yenişehir yolu üzerinde bulunacağız. Türk Devletinin Resmen İlanı Harbinden Sonra Yunanlıları Tesalya’da Kahreden İlk Milano Zaferimizin 1897 Yılına Ait Taş Baskı Bir Resmi (Dürbünle Bakan Başkumandan Müşir Gazi Ethem Paşadır. Arkasında Kumanda Heyeti Vardır.) Ethem Paşa yemeğini yerken uzaktan Menekşe Tepe ve Kritıri Tepelerinden top gürleyişleri işitilmekteydi. Harbin ilanından önce hudud kulelerimizdeki askerlerimiz artık geri çekilmişti. İşte, harp ilan olununca Yunanlılar bu boş kulelere hücum ederek bunları ele geçirmişler ve ilk geceyi bin türlü hülya içinde geçirmeğe kalkmışlardı. Hatta Aya Ilya; Deliklitaş ve Timurkazık, Teğmen Şaban Ağa kulelerini de, boş bulduklarından ele geçirmişlerdi. Fakat ertesi sabah hücuma geçecek ordumuz derhal bu kuleleri geri alacak ve düşmanı boğazdan aşağı atacaktı. Harp ilanından önce hududumuz üzerindeki karakol erlerimizle Yunan karakollarındaki Rumlar arasında da tatlı yârenlikler olur ve birbirlerinin kulelerine gidip gelirlerdi. 17 Nisan Cumartesi günü akşamı saat 16-17 arasında, henüz harp ilanı duyulmadan önce, Menekşe tepesinin batı, Pirnar tepesinin doğu tarafında olan ve denizden yüksekliği 5400 metre olan Milona Boğazı sırtlarında da Türk ve Yunan karakollarında bir dostluk havası mevcuddu. Yunan karakol subayı Türk karakoluna gelmiş, sohbet başlamış, cezveler ateşe sürülmüş, köpüklü kahveler de az sonra tatlı tatlı ve ağır ağır içilmişti. Savaşın yaklaştığından, dost olması lazım gelen iki devletin arası açılmakta bulunduğundan ve yakında masum kanlar döküleceğinden sözler açılmıştı Muhabbet koyulaşmış, biraz da havaiyata, kadına ve aşka dökülmüştü kî, birden bire uzaktan top sesleri gelmişti. Bu, harp ilanının bir işareti idi. İki karakol subayı da yerlerinden fırlamışlardı. Karakol kumandam Yunus Efendi Yunan subayına şöyle demişti: “ Şimdiye kadar sizi le candan dosttuk ve ahbaptık. Şu dakikada ikimize de kudsi bir vazife emirler veriyor. Artık birbirlerini gönülden sıkan ellerimiz birbirine silah çekecek, ateş edecektir. Şahsi arkadaşlığımız devam ettiği halde bu saniyeden itibaren vatani vazifemiz için ben senin, sen benim düşmamımsın. Haydi, subayım, kulene git, vazifen ne emrediyorsa onu yap! Yunanlı karakol kumandanı oradan yine şahsi dostlukla ayrılmış, fakat az sonra arkadaşça sıkılan ellerden her iki kuleye fasılasız kur şun yağmurları yağdırılmaya başlamıştı. Yine harbin ilanı haberinin geldiği ikindi sularına Neşet Paşa Livası, Papa Livadya Tepesine gelmiş süvari livası kumandanı Abdül Ezel Paşa birlikleri de Pırnar Tepesinde mevki almıştı. Burasını kuvvetli tutmak lazımdı. Zira Milona Geçidinden zaferle akacak olan düşman belki de doğruca Alasonya’yı tutabilirdi. Yunanlılar da bunu bildikleri için müthiş bir top ateşi ile yaylım ateşe geçmişlerdi. Kırça kulemize de hücum ederek Milona tepesine hâkim olmak istemişlerdi. Yatsıdan sonra büyük yaylım ateşleri durmuş. Gece. Gökyüzünde mehtap. Her taraf apaydınlık. Gündüz gibi her yer. Milona, Menekşe, Voleşko tepelerinde top ve tüfenklerden çıkan parıltılar var. Yunanlıların boş kulelere, hücum ettiği de görülüyor. Fakat her iki taraf askerler nerede bulunuyor? Top bataryaları nerededir? Bunları mehtaba rağmen göremiyorlardı. Bir kaç saat evvel; ikindi vakti, bu tepelerdeki kulelerimizi teftişe çıkan. Mirliva Talat Paşa, Karakol Kumandanı Yunus Efendi’nin de yanına gelmişti. Yunan askerlerinin Çırıçva karakolumuz istikametinde hareketlerini görmüştü. Hemen raporunu Ethem Paşa’ya göndermiş, akşam vaktında Çerkeş Ateş sabaha kadar sürdü. Yine bu sırada Yunanlılar Voleçko Tepesinin doğu kuzeyinde bulunan Tofil Çeşmesi dolayına iki dağ topu yerleştirip buraların muhafaza ve müdafaasına vazifeli kılınmış olan Antalya redif taburunun üzerine, mermi yağdırmağa başşamıştı. Gece, yine burada süngü hücumuna geçen Yunanlılar adım adım ilerliyerek geriye püskürtmüştü. Yalnız, bir bölük Kileli köyüne doğru geri çekilmişse de arkadan Gevgili taburu imdada yetişmiş ve düşman gerisin geriye atılmıştı. Ön saflarda askerlerine kumanda eden Antalya Taburu Kumandanı Binbaşı Şefik Bey, ordunun ilk fedaisi olmuş ve alnından aldığı bir kurşun yarası ile o gece şehit edilmiş ve kevser şarabını içmişti. Fakat ertesi sabah, 19 Nisan Pazar sabahı, olanlar Abdül Ezel Paşa olacak ve Milona Boğazından Atina’ya doğru yollar açılacaktı. Ordumuz az zaman içinde meşhur Termopil Boğazına kadar dayanacaktı. Erlikten tâ. Generalliğe kadaı yükselen beyz sakallı kumandan. Abdul Ezel Paşa atını ileri sürdü. Fırnar tepe alınmalıydı: “Haydi, evlâdlar. Gayret! “ dedi. “Paşam, kurşun yağmurları fazlalaştı. Atınızdan ininiz “ Paşa: “ Ben Moskof cenginde de atımdan inmemiştim. Bölüklerimin başından ayrılmadım. Ölüm korkusuyla geri çekilmek ve gizlenmek alçaklığında bulunmadım. Yaşım ilerledi. Devlete edeceğim hizmet, son çağıma gelmişken mi gülünç olayım. “ cevabını vermişti. Kurşun yağmurları devam ediyordu. Artık akşam oluyordu faakt çarpışmalar durmamıştı. Fakat tam bu anda vızıldayarak gelen bir gra tüfengi kurşunu sağ koluna rastladı. Sonra ikinci bir kurşun sol eline değdi. Kılınç elinden düşer gibi olduğu bir sırada üçüncü b ir kurşun çene kemiğine rastlayarak büyük kumandanı halsiz bıraktı. Kendisini atından indirdiler: “ Evlatlar. Artık şehadet şerbetini içiyorum ben. Haydi, göreyim sizi. Gözlerim kapanmadan Pırnar tepeyi te rar ele geçirin. Orada Türk bayrağının dalğalandığını görerek Allaha kavuşayım.” Çok geçmeden, Abdül Ezel Paşa, son nefesini vermiş, beyaz sakalları göğsünü doldurarak başı önüne düşmüştü. Tabur ilerliyordu. Şehit Paşanın yerine Gemlik Taburu Binbaşı sı Tevfik Efendi Liva Kumandanlığına getiriliyor ve az sonra Pıınar tepeye Türk askerleri bayrak çekiyordu. Avrupa basını da Türk ordusunun neden zaferlere koştuğu hakkında bilgiler vermiş ve Abdül Ezel Paşa’dan bir Türk Kahramanın şehadeti başlıklarıyla bahsedilmişti. 1870 Alman-Fransız Harbine iştirak etmiş ve ihtiyarlamış olan kumandanlar: “Yıllar ne kadar bellerimizi bükülse de işte ar mızdan böyle kahramanlar çıkabilir.“ Diye kendilerine de bir iftihar hissesi ayırmışlardı. O zamanki İtalya Kralı Homberta, Abdül Ezel Paşa’nın 80 yaşında olduğunu duymuş ve Roma askeri ataşemize: “ Bir kumandanın seksen yaşına kadar askeri hizmette kalmıştı Avrupa askerlik kanunlarına göre uygun değildir. Fakat Abdül Ezel Paşa gibi ihtiyarların vücudu bir millet için kıyamete kadar unutulmayacak bir hâtıradır. “ demişti. O zamanki Türk gazetecileri Abdül Ezel Paşa için: “Cenab-ı-hak böyle millet büyüğünü güfran denizlerinde yıkadıkça gösterdiği kahramanlığı milletin hafızasında ebedi olarak yaşatsın” demişlerdi. Yıllardan sonra, mübarek şehidi işte tekrar anıyor ve yeniden millet çocuklarının hafızasına nakşediyoruz. Ne mutlu mübarek şehide! Abdül Ezel Paşa son hücumunu askerine yaptırdığı sırada geriden gelmesi teklifi yapıldığı zaman Tırpan tepe, Paşa Livadıye ve Lisfaki tepelerini göstererek: “İşte bizim gideceğimiz yer oralarıdır “ demiştir. Yoksa gerileri değil. Türk adını taşıyan bir asker her dakika da bir adım ilerlemeyi düşünmeli ve bir parmak bile geri gitmeğini hatırlamamalıdır Mübarek nâşı Alasonya’ya götürelerek çarşı içindeki Camiî şerifte topraka tevdi edilmişti. 19 Nisan Pazartesi sabahı, güneş doğduğu zaman bütün Milona tepeleri üzerinde Türk bayrağını görmüştü. Harp ilanından bir gün sonraki Milona Muharebesi Türk’ün kaderini güzelce tayin etmiş ve zafer yollarını göstermişti. İstanbul’da da büyük bir sevinç vardı. Çünkü 18 Nisan Pazar günü akşamı Manastır Valisi Abdülkerim Paşa’dan şu ilk telgraf alınmıştı: “Alasonya’ya bir buçuk saat mesafede hudut üzerinde Milona, Menekşe ve Pırnar tepeleriyle İskomba cihetinde yirmi dört saatten beri devam etmekte ve top, tüfenk seslerinin kesilmeksizin işitilmekte olduğu Serfiçe’den alınan telgrafname üzerine arz olunur.” 18 Nisan 1897 Yine gece yansından sonra Yıldız, şu telgrafı almıştı: “Allâhın yardımı ile dün Hattıharp üzerinde bulunan birinci fırkamız, düşmanı bulunduğu ve ikinci fırkamızla dördüncü fırkamız da askeri harekâtı kolaylaştırmaya yarayacak olan Pırnar ve Papa Livadıya, Menekşe ve Milona noktalarını ve Milona Geçidinin büyük bir kısmını ele geçirdiği ve Yunan istihkâmlarını tahrip ve zapt eylediği ve altıncı Kozköy Fırkası da bulunduğu noktadan müdafaada bulunduğunu ve bu cihette iki tepe düşman eline geçmiş ise de Tanrının yardımı ile onun da geri alınmasının kuvvetle ümit edildiği arz olunur.” Ey Türk çocukları! 1897 Türk-Yunan Harbi’nin alın yazısını tayin eden ve Türke zafer yollarını açan Milona Muharebesi, tarihimizde 26 Ağustos 1922 günü Afyon’daki taarruzumuz kadar önemlidir. . Neden bu zaferin gününü kutlayamıyoruz. Çünkü Türk tarihi o kadar zaferlerle doludur ki onlar için dönüm günleri yapılsa yılların her günü bir kutlama günü olabilir. Yalnız Milona zaferini unutma sen! Çünkü harp tarihimizin o, en parlak sahifelerinden birisidir. Milona Boğazının 24 saat içinde Türk askeri’nin eline geçtiğini telgrafla haber alan İkinci Abdülhamid bu fetih ve geçidi zapt müjdesini o zaman bize dostluk yakınlaşması göstere ve ordumuza subaylar gönderen Almanya İmparatoru Vilhem’e bildirmişti, İmparator da genelkurmay heyetini toplayarak onlara şu suali sormuştu: “Milona Boğazı, başka milletlerin askeri tarafından ne kadar müddet içinde zaptedilebilir?” Genelkurmay Başkanı, haritayı açarak izahat vererek şu cevabı vermiştir: “Hücum edenler Rus askeri olsaydı orasını iki günde, Fransız askeri olsaydı üç günde, Alman askeri olsaydı bir günde zaptedebilirdi.” Alman İmparatoru o zaman elindeki telgrafı göstererek: “Türk askeri Milona’yı yirmi dört saat içinde zoptetmiştir! “ Cevabını vermiş ve Türk ordusunun harikulade kahramanlığın övmüştür. Tırpantepe’nin Zaptı. Büyük şehit Abdül Ezel Paşa son nefesini verirken, üç tepeyi işaret ederek: “ İşte bizim gideceğimiz yerler oralardır. Yoksa gerileri değil. Haydi arslan evlâdlarım orasını zaptediniz!.” Demişti. Bu tepeler, akşama doğru Türk bayrağının dalgalandığı Tırpan, Paşa Livadıye ve Lisfaki tepeleri idi. Milona Boğazı Türk askerinin eline geçtiği bir sırada buralardada yiğit borazanların zaferi den tepeye aksediyordu, bildiren boru sesleri tepeden tepeye aksediyordu. Bu tepelerin sağında, solunda yapılmış tabyalarda, sırtlarda, Yunan Karargâhı olan Kırçova köyünde sayısız çadırlar, cephaneler, tüfenkler ve bir yığın erzak, askerimizin eline geçmişti. Pırnartepeden itibaren de vadilerde firar edeme yen üçyüze yakın Yunan askerinin cesedleri bulunuyordu. Fakat bu tepeleri almak öyle kolay olmamıştı. Hatta hala Lisfaki tepesinde düşman mukavetteydi. Voleşko’da ilk gün Yunanlılar muvaffakitte kazanmışlardı. Şimdi bu tepelerdeki muharebelere ait ileri karakolda, siper başında yazılmış bir yazıyı, Üsteğmenimizin defterinden okuyalım: “ Pırnar tepesinde hep ateş görülüyordu. Beyaz dumanlar ufuklara doğru yükselerek yayılıyordu. Hemen, biz de ileri karakollarımıza iltihak ettik, ateşe başladık, Ateşin her taraftan işitilmesi bütün Türk birliklerinin ileri karakollarını, savaşa giriştiklerini anlatıyordu. Bir müddet ateş ettikten sonra hızlıca (Voleçko) ya gitmek için emir aldık. Hemen oraya doğru harekef ettik. YoIIarda kurşunlat yağmur gibi yağıyordu. Asker, yoluna devam etmekle beraber ateşede devam ediyordu. İçimizden bir, ikisi yaralandıkça yüreğim sızlıyordu. Nihayet bir zaman geldi ki, alayımızın üç taburu birden bir hat üzerinden muharebeye katiyen mecbur oldu. Birbirimize imdat ve yardım ihtimali kalmadı. Durmadan düşen güllelere karşı kendimizi güçlükle koruyabiliyorduk ve her zaman yerimizi değiştirmek zorunda kalıyorduk. Voleçko’da bütün kuvvetlerimizle o kadar sebat gösterdik ki, akıllar durdurur. Şimdi düşündükçe ben de buna şaşıyorum. Hele Antalya Taburu Kumandanı Binbaşı Şefik Beyin alnından aldığı bir kurşun yarasıla şehadet mertebesine yükselmesi üzerine askerde meydana gelen hiddet ve şiddet anlatılmaz. Düşmana karşı gösterilen asıl en şiddetli mukavemet bundan sonra oldu. Gece ortalık karardığı için bir müddet ateşe son verildi. Ve yalnız tek, tük silah sesleri işitilmiş ise de ayın doğması ile ortalık bir dereceye kadar aydınlanınca yine ateşe başladık. Düşman alayımızın sol kanadına durmadan gülle yağdırıyordu. Biz de durmadan kurşunla karşılık veriyorduk ve her dakika sebat emri alıyorduk. Ertesi günü (17 Nisan) öğleye kadar savaş sürüp gitti. Askerimiz bir dakika bile dinlenmeden, soluk almadan durmayıp ateş etti. Allalı.. Allah.. Sesleri de dağları, dereleri inletiyor, bütün ufukları kaplıyordu. Aldığımız emir üzerine biz Baco’ya yüzbaşının emriyle gelmiştik. Düşmanın en çok eline geçirmek istediği bu yerde topu topu yirmibeş kişiydik. Yirmi beş kişi! Bu yirmi beş kişi her türlü ihtimale karşı düşmanın her türlü taarruzuna karşı koyacaktı. Toplar, durmadan gürlüyor, kurşun yağıyordu. Artık kumandaya falan hacet kalmadı. Orada subayla neferin hizmeti eşit oldu. Düşmanın kuvveti gittikçe artıyordu. Ateş gittikçe şiddetleniyordu. Bir aralık yüzbaşının gözlerinde kahramanca bir ışık parlayarak bize dedi ki: “Evlatlar! Görüyorsunuz ya. Biz şurada binlerce düşmana karşı yirmibeş kişiden ibaret bulunuyoruz. En mühim mevki olan burasını bu 25 kişi ile koruyacağız. Düşmanın gözü (Menekşetepe) yolundadır. Bir kere bu yolu tuttu mu artık, vatanımızın kalbine doğru taarruz edebilir. Şu Baco Kulesi onlara karşı bu yolun bir kalesi gibi görünmeli. Bunu böyle göstermek bizim elimizdedir. Bu kadarcık bir kuvvetle, topu, tüfengi olan, bir düşman alayma yiğitlik gösterecek asker ölümü gözünün önünden ayırmalı. Azlığına çokluğuna bakmamalı. Tek bir ki şi kalıncaya kadar düşmanla uğraşmalıdır. Nasıl, buna katlanabilecek misiniz? Eğer içinizde bu kadar yürek sahibi olmayan varsa, şimdiden haber versin. Burada biz candan vaz geçenlerle iş görebiliriz. Şimdiden haber vereyim: Sonradan azminden vaz geçenleri kurşuna dizerim. Eğer ben de dönersem siz de beni kurşuna diziniz. Allah için öldürünüz. Şimdiden haber vermeyip de sonradan sebat göstermeyenler babalarının oğlu olamaz. Türk değildir o. Bakınız, ne söylüyorum. Türk değildir. Nasıl, devlet ve millet uğrunda hepiniz can vermeğe hazır mısınız? Yoksa düşmana bu yolu bırakıp beni yalnız mı bırakıp gideceksiniz? “ Hepimiz birden yemin ile sebat edeceğimizi yüzbaşımıza vaat ettik. Hepimizin babası yaşlında olan Alaylı ihtiyar Yüzbaşı: “Öyleyse, haydi evlatlarım! Dedi. Helalleşelim. Cephanemizi paylaşalım. Artık ne kumandan var, nede bir şey! Herkes gücü yettiği, aklı erdiği kadar gayret göstersin.” Hepimiz birbirimizle kucaklaştık. Hepimiz, bir birimizin gözlerinden öptü. Sonra düşmana ateş etmeğe başladık. Ağzımızdan “Allah... “ kelimesi düşmüyor, gözü müz düşman güllelerini, düşman kurşununu görmüyordu. Yüzbaşı: “Aman evlalanm göreyim sizi “ diyordu. İçimizden biri yaralandıkça eline geçen bir bez parçasiyle, bir mendille yarasını hemen sarıyor, o da yine müdafaaya devam ediyordu. Ben de, kumandanım da yaralanmıştı. Bilmem ne kadar müddet çarpıştık. Pekiyi bilemiyorum. Bize imdat için iki taburumuz yetiştiği zaman biz artık son gücümüzü sarfetmekte idik. Yüzbaşımız: “ Haydi evlâdlar. Siz artık dinleniniz! “ diyerek yardımcı küvetlerle bıraktıgımız Voleckoya doğru bir hücum hazırladı. Artık kim vurur? İçimizden çok ağır yaralılar ayrıldı. Biz iki tabur Baco’dan çıkarak ilerledik. Saatlerce harp devam etti. Akşam oldu. İki taraftan ateş kesildi. Etrafı kaplayan koyu bir karanlık içinde askerin şurada, burada ateş yaktığı görünüyordu. Yaram da geyet şiddetli bir ağrı vardı. Bayılırcasına bir yorgunluk içinde kımıldamaya gücüm yoktu. Bir kayanın eteğinde, kuytu bir yere çekilerek paltoma sarıldım. Uzandım. Uyumuşum. Nihayet: “Su.. Su. “ diyerek uyandım. Sabah olmamıştı. Düşman ne halde? Diye onbaşıya. sordum. “Bilmem amma savuştu galiba?.” “ Nereden anlıyorsun? “ “Karşı tarafta hiç ışık yok.” “Öyleyse Milona Boğazı elimize mutlaka geçmiş olacak.” İkimiz de bir müddet sustuk. Biraz sonra kulağımıza bir ses geldi, biraz daha öteden bir inilti işitiyorduk. Birisi derindan derine anlamadığımız bir şeyler söylüyordu. Mustafa Onbaşı birdenbire yerinden kalktı: “ Evet, bir inilti var “ “ Mutlaka bir Yunanlı olacak.” “ Olabilir “ “ Yaralıdır, Kurtaralım fakat nasıl? “ “ Bir ışık olsaydı. “ “ Ben şimdi çaresini bulurum. Kibrit var çakayım.” Mustafa Onbaşı cebinden çıkardığı kibriti yaktı. Yanıbaşımızdaki çalışarı tutuşturarak oldukça bir ışık meydana geldi. Artık çevremizi görebiliyorduk. On adım ilerimizde bir şeyi n sürüne sürüne geldiğini gördük. Mustafa Onbaşı: Sen kimsin, diye haykırdı. Sürüklenen adam Rumca cevap verdi. Durmadan da inliyordu. Onbaşı: “ Mutlaka yaralı olacak “ dedi. “ Evet, buralarda kalmış olmalı.” “ Belki de bir casustur. “ “ Tetikhareket edelim. “ Bu mesele bana yaramı da, her şeyimi de unutturdu. Rumca söyleyen bu adan omzunu gösteriyor ve durmadan inliyordu. Yerde sürünüyordu. Mustafa Onbaşı, bunun haline dikkat etmekten ziyade birçok çalı yığıp ateş yaktı. Orası iyice aydınlandı. Herifin kan içinde korkunç bir manzara gösteren yüzüne dikkatle baktıktan sonra bana: “ Teğmenim. Sen tabancanı hazırla her tehlikeye karşı tedbirli davranalım. “ dedi. Sonra belindeki uzun kuşağı çözüp yaralıya ellerini kaldırmasını işaret etti. Bu gibi işle rde uzun zaman tecrübesi olanlarda görülecek bir maharetle en önce onun ellerini sıkı sıkıya bağladıktan sonra kucakladı ve ateşin yanına kadar getirdi. Orada aydınlıkta yarasına baktı: “ Önemli bir yarası var. Sarmak lazım. Sanırım durmadan kan akıyor. “ dedi. “ Evet saralım. “ “ Neyle saralım teğmenim. Ben de bir sargı yok. “ “ Kasaturanı çıkar. Kaputumun astarını boydan boya kes. “ “ Olurmu ya?” “ Allah aşkına kes Onbaşı. Kolum bağlı olmasaydı sana hiç söylemeden ben keserdim.“ “ Peki komutanım. “ Mustafa Onbaşı kasaturasını çekti. Bu sırada elleri bağlı olan Yunan yaralı bu harekete yanlış bir anlam vererek galiba: “ Mimisıkotüsis “ diye haykırdı. Biz bunun ne demek oklduğunu bilmediğimiz halde kendisini keseceğimizi zannederek (Beni Öldürmeyiniz) demek istediğini anladık. İkimizde hemen ellerimizle kendisini öldürme kastimiz olmadığını işaret ettik. (Korkma, korma ) dedik. Tabi o işaretimizi anladıysa da Türkçe sözlerimizden bir şey anlayamadı. Mustafa Onbaşı esir yaralının korkusunu bir an evvel gidermek için süratle paltomun eteğini kaldırıp bir yanının bütün astarını kesti. Sonra kasaturasını kınına takarak yine işaretle yarasını Yunanlıya anlattı. Yaralının karmakarışık saçlar altında korkunç bir manzara gösteren solgun kanlı yüzünü birden bire bir sevinç kapladı. Bu kayanın altında yanan, çalıların neydana getirdiği kızıl bir ışığa karşı şuraya buraya sürdünmekten zedelenmiş, korkudan, kandan, azaptan, tanınmayacak bir hale gelmiş olan bu yüzün, hele o baygın gözlerin, bize karşı gösterdiği minnet duygularını ömrüm oldukça unutmayacağım. Yaralı bir eliyle yarasını gösterdi. Sonra yine eliyle “ Şimdilik dursun “ der gibilerden işaretler yaptı. Sonra su istedi. Artık Mustafa Onbaşının matarasındaki su tükendiği için benimkini uzattık. En yanık bir hararetle şapır şapır suyu içtikten sonra oraya ateşin kenarına yuvarlandı. Biz öldü sandık. Mustafa Onbaşı, hemen eğildi, kalbini dinledi. “Hayır, sağ, bayılmış! “ dedi. Yarası çok derin olmalı. Sonra yaralının ka putunun omuz başını açtı. Mustafa Onbaşı astarının bir parçasını ıslattı. Yarayı ağır ağır silerken o acı acı inliyordu. Bu iş bir müddet sürdü. Sonra yarayı sıkı sıkıya sardık Kaputu kapadık. Sabaha doğru ayaz arttığı için ateşi yakmak zorun a kaldık. Koca onbaşı şuradan, buradan biraz daha çalı, çırpı topladı. Ateşi canlandırdı. Yaralı hala inleye inleye uyuyor, vücudu arada sırada sarsılıyordu. Belki de şimdi en şiddetli bir sinir buhranı içindeydi. Ben arkamı kayaya dayamış olduğum halde dizlerimi uzatarak ısınmağa başladım. Mustafa Onbaşı da geldi, yanıma oturdu. Artık zavallı adam yorgunluktan bitmişti. Benzi uçmuş, kolları kuvvetsizlikten yana düşmüştü. Uzaktan uzağa hiç bir ses, seda işitilmiyordu. Sanki o uçurumlu dağ lar, bayırlar bütün bü tün boştu. Şafak sökmeğe başlayınca: “ Haydi gidelim”, dedim.. Mustafa onbaşı yerinden kalktı. Sonra yaralı Yunanlıyı da uyandıdı. Ben de ayağa kalkmıştım. Yunanlıda yürüyecek hal yoktu. Gözünü açar açmaz ne olduğunu anlamayarak haykırdı. Sonra ağır ağır kendini topladı. Rumca, bir şeyler söyledi. Bize durmadan bir teskere ile götürülmesi işaretini veriyordu.. Mustafa Onbaşı: “Haydi, kollarına girip kaldıralım. Siz sol tarafına geçiniz ki, yaralı kolunuza sarılmasın, dedi. İkimiz, iki tarafına geçerek omuzlarımıza asılmasını söyledik. Böylece ayağa kalktı. Fakat yarasının ıztırabından ikide birde acı acı haykırıyordu. Keçi yollarından Kiliseli köyüne geldik. Uzaktan top sesleri geliyordu. Alay efradının orada toplanmış olduğunu gördük. Arkadaşlarla ve yüzbaşı ile kucaklaştık. Yaralı Yunan esirinin durumunu anlattık. Onu hasiahaneye yatırdılar. Biz de fırka kumandanlığından gelen bir emir üzerine Milona'ya doğru hareket ettik. Ve harbe giriştik.” Siperde yazılmış yukarıda ki yazılar, Yunanlı esirlere karşı gösterdiğimiz yüksek kalpliliğin en güzel bir örneğidir. Ele geçirdiğimiz kasaba ve köylerde halka ve siperler içinde geri kaçamayan Yunan esirlerine karşı gerçekten Türk askerleri şefkatle muamele etmişler ve bu hal bütün dünya basınını hayretler içinde bırakmıştı. Milonadan Sonra Milona zaferinin kazanıldığı ikinci günden sonra 19 Nisan Pazartesi sabahı Milona Tepelerinden Yenişehir Ovasına bakan askerlerimiz, Yunanlıların güneye doğru taban yağlayarak kaçtıklarını görmüşlerdi. Yunanlılar tam iki saat güneyde toplanabilmişlerdi. Sabahleyin şafak sökerken birinci ve ikinci liva birlikleri ileri sürülmüş, henüz düşman elinde bulunan Lisfaki Tepesi üzerine ilerlenilmişti.. Şimdi sırtlardan: “Allah.. Allah! “ Sedaları arasında Mehmetçiklerin ettiği hücum ve düşmanı takibe başladığı görülüyordu.. Ve Türk birlikleri sulan ile meşhur (Kaymak) mevkiinin hâkim sırtlarını elde etmiş, hatta güney eteklerine kadar inmişti. Lisfaki Muharebesi: İkinci Neşet Paşa Fırkası Lisfaki Tepesine hücum ederken Türk ve Yunan topçuları da karşılıklı düelloya başlamıştı. Düşmanın topçusu Lisfaki Tepesinde mevzi almış ve durmadan gülle yağdırıyordu. İkindi vakti olmuştu. Düşman hala bu tepe de mukavemet ediyordu. Bizim topçular da buradaki bataryaya ateş yağdırmaktaydı. Ayrıca Voleçko Tepesini elde edip Milona Boğazından geçerek Yenişehir ovasına inmesi emredilen piyade birlikleri de Lisfaki önüne getirilmişti. Neşet Paşa, bu yerleri eskiden beri bildiğinden hududa yakın olan Tırnova'nın Türk birliklerinin eline geçmesi için beş tabur istemiş, bunlar gelince, hepsini Lisfaki Tepesi üzerine sevke karar vermişti. Bir yandan da İkinci Fırkanın Birinci Liva Kumandanı Celal Paşaya dağ topu ile bir tabur asker alarak sağ kanattan Lisfaki Tepesini zaptedip oradan Tırnova' ya mermi yağdırmasını emretmişti. Taburlar, yavaş yavaş ve uyanık olarak tepeye doğru ilerlemekteydi. Şimdi Celal Paşa ile taburu ve dağ toplan (Tırpan Tepeye) yetişmişti. İki tabur da Lisfaki eteklerinden sırta tırmanıyor, kayalar arasında ilerliyordu. Yunanlılar, tepenin tam en üst noktasında bir pusu kurmuştur. Türk manga efradı kayalar arasında sekerek yukarı doğru çıkıp da nişangâh içine girer girmez tepedeki kayalıklar arasından, karakoldan üzerlerine şiddetli bir tüfenk ateşi dökülmeğe başladı. Hudut Yunaniye Erkânı Harp Heyetinden Miralay Enver Paşa Şimdi, Türk askerleri de tepeye doğru martinlerini çevirmişlerdi. Fakat kaya ve taşlar içinde ki Yunan mevzileride dayanıyordu. Celal Paşa, hemen Tırpan Tepesine elindeki toplan tabiye ettirdi ve Lisfaki'dekı Yunan askerleri üzerine dane vc şarapnel yağdırmaya başladı. Fakat 3500-4000 metre mesafeden bulunan Yunan siperleri kâfi tesirde bulunmuyordu. Fakat Yunan topçularıda haola mukavemetteydi. Ve mesafeyi de tanzim ettiklerinden tepeyi topa tutan bataryamızı onlar da susturmak istiyor ve üzerine dane yağdırıyordu. Liva Kumandanı Celal Paşa, topçuların yanında bulunmaktaydı. Yanında da Kurmay Yarbay Enver Bey vardı. Birden bire arkada bir düşman mermisi patladı. Yarbayın onbeş adım geride bulunan atı mermi parçalan altında kalarak hemen ölmüştü ve şimdi düşman şarapnelleri de bataryanın ü tünde bir sağanak halini almıştı. Bu sırada Talat Paşa da Yunan topçusunun ateşi altında geziniyordu. İkdam Gazetesinin harp muhabiri olarak cephede bulunan Mehmet Tevfîk Bey (meşhur Tevfik Baha) Talat Paşa’nın yanına sokularak ateş hattından geri çekilmesinin düşman mermilerinden korkmak demek olmayacağını söyledi ve Talat Paşa hedeften aynldı. Cel al Paşa, hala topçularının arasında bulunu yordu. Tevfik Bey onunda yanına giderek: “Paşam, daneler bulunduğumuz mahalle düşmeğe başladı. Hedefin yanından biraz çekilmiş olursanız çok iyi bir harekette bulunmuş olursunuz. “ Celal Paşa, cephe mubahirine şu cevabı vermişti: “ Ben askerim. Mevkiimi bırakamam. Düşmanın dane ve ateşinden korkmam!.” Fakat biraz sonra ikindiye doğru Celal Paşa’nın tam tepesi ucunda patlayan bir düşman şarapnelinin parçaları başına rastlamış ve hemen kendisini şehit etmişti. Orta boylu, kır bıyıklı, omuzlan biraz çıkık, şen, güleç, etrafındakilere iltifattan geri kalmaz, askeri bilgisi kuvvetli yiğit ve orduda ün kazanmış bir kumandandı. Mübarek nâşi, Alasonya’ya götürülmüş ve Çarşı Camiinde, iki gün önce şehit olan Hâfız Abdül Ezel Paşa’nın kabri yanına gömülmüştü. Celal Paşa’nın da şehit olması, ordumuzdaki asker ve subayları çok büyük bir üzüntüye uğratmıştı. Onun intikamını almak isteyen piyadelerimiz hemen ve yeniden hücuma kalkmışlar, fakat bu hücumda da bir netice elde edilmemişti. Düşman, Lisfaki Tepesi’nin Türkler eline düşmesiyle Tımova yolunun açılacağını bildiğinden bu tepede çok büyük tahkimat yapmıştı. Topçusunun endahtı tesirli oluyordu. Nisanın 21’inci Çarşamba günüde bu tepe Yunanlıların elinde kalmış, mukavemeti bir türlü kırılmamıştı. Tırnova'nın kuzeyinde ve en hâkim bir noktada bulunan Listaki Tepesi mutlak a zaptedilmeli ve güneye doğru muzaffer akıncılarının yolları açılmalı idi. Celal Paşa’nın şehit olduğu Salı gününün ertesi 21 Nisan Çarşamba sabahı şafak sökerken başlayan muharebeler sürmüş, düşman bataryalarını susturmanın imkânı olmamıştı. Fakat bu bataryalar mutlaka susturulacaktı. Askerimizin şevki, heyecanı, savaş kudreti o ka dar yerinde idi ki, 22 Nisan Perşembe günü sabahı aynı salvetle tepelere hücum edildi. Gevgili Taburu Binbaşı Vekili Kolağası Mehmed Said Efendi yaralanıncaya kadar askerini hücuma kaldırdı, fakat düşman gerçekten büyük bir mukavemet göstermiyordu. Öteki Cephelerde Savaşlar: Lisfaki Tepelerinde kanlı müsademeler devam ederken Milona Boğazı’ndan da askerlerimiz, topçu, piyade ve süvari Yenişehir Ovasına inmek üzere yavaş yavaş sırtlardan aşağı doğru iniyorlardı. Şimdi Yunanlıların bulundukları muhtelif yönlere doğru ateş ediliyordu. Çünkü sekiz tabur piyademizle, süvari bataryamız Başkomutanlıktan Yenişehir Ovasına inmek emrini almışlar ve Milona ve Menekşe tepelerini dolaşan şoseyi takip ederek (Karadere) köyüne inmişlerdi. Salı günü Karade köyü zaptedilmiş, yıkık Caminin yan duran minaeresine çıkılarak yüksek bir sesle: “Allah-ü-Ekber.. “ Sesleri arasında ezan okunmuş ve bu köyün iki kilometre ileri sindeki Kaynak mevkiine kadar ilerlenilmişti. Yunanlıların karargâhı evvelce burada bulunduğundan erzak, cephane, çadır ve silahlar ele geçirilmişti. Fakat kati neticeli muharebeler bir türlü olamıyordu. Ordunun sol kanadında Kozköy’de de şiddetli muharebeler ceryan ediyordu, buralardan da Yunan askeri bir defa çekilecek olursa Olimpos Tepelerinden aşağı kayılarak Tesaya ovası elimize geçirilmiş olacaktı. Thessalie - Meteores Altıncı Tümen Tesalya Ovasına Nasıl İndi? 16 Nisan’dan beri devam eden ve henüz kati bir netice alınamayan savaşlarda sol kanadda Ko köy civarında bulunan Hamdi Paşa’nın 6’ıncı Tümen birlikleri çok yorgundular. Bir gecelik istirahatten sonra 23 Nisan Cuma günü sabahın erken saatlerinde tümenin on iki taburu harekete geçti. Bazı geçitlerden akarak enişehir Ovasına inecekti. Fakat Kozköyü’nden ovaya kadar uzanan arazi birbirini kovalayan sarp tepelerle çevrili olduğundan ovaya inmek çok müşküldü. Taburlar bu zorluğu az zamanda yendi ve Yenişehir Ovasına bakan en yüksek tepelere çıkıldığı zaman düşmanın Karademirler ve Musalar köylerine doğru geri çekildiği görüldü. Türk topçuları hemen mevzi alarak kaçan Yunanlıları dağ toplarının dane ateşi ile döğmeğe başlamıştı. Az sonra piyadelerimiz Karacaören, Muştular ve Nebiler köylerini işgal ediyordu. Bir birlik’de Karademirler köyüne doğru ilerilıyordu. Köye yaklaşılınca dıvarları, çitleri siper alarak müdafaada bulunan bazı Yunan askerlerinin köyü terketmedikleri ve yağmur gibi kurşun yağdırdıkları görüldü. Tepeden muharebeyi seyreden Hamdi Paşa, Yunanlıların sağ kanadını ve arkasını çevirmek üzere emirler verdi ve on iki tabur. Bir ağızdan: “Allah. Allah! “ sesleri içinde ve en heyecanlı bir surette hücuma kalktı. Yunanlılar neye uğradıklarını şaşırmışlar artık bir çorap söküğü gibi mangaları Yenişehir Tesalya Ovasına doğru doludizgin kaçmaya başalmışlardı. Yolda silahlarını, cephanelerini bırakıyorlardı. Yolda silahlara, kenara atılmış kunduralara, ağır gelmesin diye vucudundan çıkarılıp bir kenara bırakılan üniformal elbiselere, taban kaldırmak için terkedilmiş çizmelere rastlanıyordu. Bütün tarlalar böylece şapka elbise, çizme ve kundura dolmuştu. Yunanlıların ricatta bu kadar maharet sahibi ol maları Türk askerinin ağzını doğrusu, bir karış açık bırakmıştı. Altıncı Hamdi Paşa Tümeni’nin 12 taburu düşmanın içine öyle bir yıldırım düşer gibi inmişti ki. Yunanlıların Kolklamos Livası bütün mevzilerini terketmiş ve geri çekilmişti. Hattâ Yunanlıların elinde bulunan Tatarlar köyündeki Rumlar: “ Türkler geliyor! “ diyerek kaçışmışlardı. Köye giren Türk askerleri, Yunanlıların, askere verilmek üzere köyün ortasında henüz pişirilmiş üç kazan yemek görmüşlerdi. Kazanlar zeytinyağlı bakla ile dopdoluydu. Fakat firar bunları yemeğe mani olmuştu. O gece Karademirler köyüne karargâh kuran Altıncı Tümen, Yenişehir Ovasının doğu kuzey bölgesindeki bütün köyleri eline geçirmiş bulunuyordu. Yunanlılar kaçarken bütün köyleri ateşe vermişlerdi. Gece samanlarla örtülü evlerin başından çıkan alevler gökyüzüne dalga dalga yükselmekteydi. Artık hudut aşılmış demekti Düşmanın bu hattı tekrar Türk askerine açılmış oluyordu. Zafer kuşu, yarın sabah değilse, yarın akşam muhakkak ele geçirilecekti. Yenişehir Ovasında Neron'un Sevebileceği Manzara: Yunanlıların terkettiği köyler bomboştu. Halk kaçmıştı. Zaten harbin ilân edildiği gece Yunanlılar hudud boyundaki köyler halkını: “ Türkler geliyor. Hepinizi kesecekler: Canınızı kurtarın!” Diyerek Yenişehir ve Glos'a hicret ettirmişlerdi. Şimdi de Tesalya Ovasına kaçarken bütün köyleri ateşe vermişlerdi. Gece, tepelerden ovayı seyredenler büyük bir şehri ayin karşısında bulunduklarını sanmışlardı. Bu yangın alevlerinin aydınlattığı ovanın kızıllıklar vuran manzarası karşısında Roma İmparatoru Neron olsaydı belki en büyük hazzı duyabilirdi. Çünkü görülen şey o kadar dehşetti: Her köyden gök kubbeye doğru kol kol alev ler fışkırıyordu. Her köy, yangınların dev kolları arasında kalmıştı. Gökyüzüne yükselen kızıl alevler oralarını da baştanbaşa kızartmıştı. Sonra uzaklara doğru uçuşanı siyah dumanlar kara bir tabaka halini alıyor, gökten ayın ve yıldızlann bu vadilerin şırıl şırıl akan sularına vurmasına mani oluyordu. Evler yanıyor, çit dıvarların çıtırdıları tepelere kadar aksediyor, köyde kalmış olan kümes hayνanları, koyun ve kuzular, kedi ve köpeklerin kaçışları, bağırışları tüyler ürpertiyordu. Sonra binlerce askerin bu yangınları söndürdüğü görülüyordu. Yunanlılar neden bu köyleri yakmışlardı? Çünkü yukarı komutanlardan şu emri almışlardı ki, terkedılen köylerde işe yarar bir şey kalmayacak! Her şey yakılacak, evler bir harabe halinde bırakılacaktı. Türklerin eline hiç bir şey geçmemeli idi. Bu nasıl vicdandı? Yunanlıların vicdanı böyledir işte? Anadolu’dan da, kaçarken Aydın. Nazilli, Ödemiş ve bu merkezlerin köyleri de aynen öyle yakılmamışmıydı? Halkın dağ başlarina kaçmaları, sefil, perişanrı olmaları böyle olmamış mıydı? Milona Geçidindeki sırtlardan ve (Karadere) adındaki pınardan ilerliyerek en stratejik köyleri ele geçiren Türk ordusunun bu hareketini, İngiliz Kamarası üyesi Sir Smith Bartlet. Milona tepelerinden seyretmiş ve Mati-Meliler Muharebesi adını alan bu savaşı şöyle nakletmiştir: “ Nisan’ın 21’inci Çarşamba günü saat onbirde dehşetli bir top mu harebesi başladı ve saat dörde kadar sürdü. Türklerin altı bataryası (35 top) vardı. Buradan üç bin yarda ötede de Yunanlıların beş bataryası (30 top) bulunuyordu. Türk topları Kara dere sularının ön cephesinde ovaya doğru. Yunan bataryaları ise Kıntiri Tepesinden ovaya dogru uzanan etekler üzerinden sağdaki Delilerköyü’ne kadar sıralanmıştır. Ötede mustakil bir tepe vardı. Yunan topçuları bu tepenin arkasında güzelce bir siper tutabılmişlerdi. Yunanlılar çok miktarda güzelce barut harcadıkları halde az iş gorebilmişti. 4 saatlik hiç durmayan bir top ateşin den sonra Türklerden yalnız üç kişi yaralanmıştı. Öğle vakti, sol kanatta Karaçalı ve Deliler köylerinin içinden şiddeti tüfenk ateşiyle karışık top ateşi başladı. Gerek ila ti ve gerek Mati ve gerekse Deliler köyü tarafından saat 5’te ateşe son verildi. Her iki taraf da bir şey elde edememişti. Fakat saat altı buçukta ateşe evvelkinden iki kat şiddetle tekrar başlandı. Bir kaç dakika sonra Yunan erlerinin ev ve bahçelerden telaş ve korku ile çıkıp Deliler köyünün güneyinden gelen dereye doğru koştuklarını ve bir kaç atlının güney batıya doğru güney batıya doğru kaçıştıklarını gördük. Bu Yunan piyade ve süvarisinin ricatı idi. İşte, Türk ordusunun bu başarısı üzerine Yunan sağkanadı muhasara edilmiş edilmiş olduğundan umumi bir ricatın önünü almak mümkün olamamıştır. Bu çarpışmalar Milona tepesinin üzerinden panorama gibi tamamiyle görebilmiştik. Bu muvaffakiyet Hayri Paşa kuvvetlerininde yetişmesiyle harbe son vermiş. Tesalya’nın kuzey varoşu Türklerin eline geçmişti. Yunan ordusunun geriye çekilip kaçmaktan başka kurtuluş çaresi kalmamıştı. Bu muharebede Yunanlıların zayiatı üç yüzle, dört yüz arasındaydı. O gece Müşir Ethem Paşa ile birlikte Alasonya’ya döndük. Orada herkes Yunan ordusunun kati mağlubiyetinden habersiz olarak uykuya dalmıştı. Benim fikrimce Yunan ordusunun selameti için umumi bir ricattan başka çare kalmamıştı süvari ve topçu ile birlikte en az yetmiş bin kişiye varan ve arka arkaya kazanılan zaferlerin neşesiyle kuvveti bir kat daha artan beş Türk askeri tümenini muharebe için toplamak ve yahut Yenişehir üzerine sevketmek mümkündü. Türk topçuları sayı ve manevi kuvveti itibariyla Yunanlıların üstündeydi. Türk süvarisi mükemmel ve Yunanlıların noksan bir kaç süvari bölüklerine göre gayet kuvvetli idi ve altıncı bir tümen de kurulmak üzereydi.. Yunanlılar Yeni şehrin müdafaası için elli binden fazla asker çıkarmazlardı. Şu halde Yunan ordusu için mağlubiyet muhakkaktı. Hem öyle bir mağlubiyet ki, bütün ordunun çökmesi veya esaretiyle neticelenebilirdi.” İşte, tarafsız bir muhabirin, bir İngilizin yazdığı yazı. Cuma günü yapılan ve MatiMeliler Savaşıylae harbin kaderinin tayin edildiği saatlerde Lifsaki Tepesinde dayanıp duran. Yunan topçuları da firara yüz tutmuşlar ve oradaki kuvvetlerin bütün bütün imha edilmemesine gayret göstermişlerdi. Tırnova Kasabasıda Türk Askerinin Eline Geçiyor: Türk ordusu, Orta Tesalya’ya girmek için en mühim geçit yeri ve anahtar kıymetinde olan tepelerden: 1.Ortada Milona Geçidini. 2. Sağ kanadda Pınar, Papalivadya ve Lisfaki Tepelerini. 3. Sol kanadda Kodumon ve Perdika sırtlarını eline geçirmiş bulunuyordu. Artık Tırnova Türk ordularına açılmıştı. Hatta Cuma günü gecesi hücum yapılmış olsaydı. Yunan birlikleri çevrilecek ya imha, ya da esir edilecekti. Tırnova Bugünlerde Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’da Yunan hududunda ki Türk ordularının umumi müfettişi vazifeyle Alasonya’ya gönderilmiş ve padişahın selâmlarını Mehmetciklere subaylarına tebsir etmiştir. İstanbul, iki gündür cepheden bir haber alamadığı için Cumartesi günü gazeteler ikinci baskılar yaparak halka şu telgrafı müjdelemişti: Alasonya Orduları Müşiri Ethem Paşa’dan 24 Nisan 1897 tarihinde gelen telgrafname suretidir: “Padişahımızın sayesin de Tırnova'nın üzerinde ve en hâkim noktası bulunan Lisfaki Tepesinin dünkü gün yapılan askeri harekâtın tesiriyle zaptolunduğu arzolunur.” Yunanlılar kaçıyordu. Yerlerini bırakıyorlardı. Bu firarları. Alasonya Orduları Kumandanı Müşir Ethem Paşayı, bile şaşırtmıştı. Nitekim Cuma günü gecesi Paşa İngiliz Daily Malie gazetesi muhabirine şu beyanda bulunmuştu: Gazi Osman Paşa Ethem Paşa’nın Beyanatı: “Yunanlıların niçin mevkilerini terk ettiklerini anlıyamıyorum. Bunların mevzileri tabiaten muhkem olmakla beraber tahkimi için haftalarca zaman ve bin erce lira sarfetmişlerdi. Onlar muharebe istediklerini söylüyorlardı. Biz de muharebeye hazırdık. Niçin kaçmış olduklarına akıl erdiremiyorum. Bu kaçış, benim de tamamen imha etmek için daha, altı saat karşımızda durmalarını isterdim. Bizim. Amavutluk taburlarının kötü bir adetleri var. Hareket esnasında daima türkü çağırırlar. Bunların içinden altı tabur Yunan ricat yolunu kesmek üzere bir köy üzerine hücum ediyorlardı. Bir Yunan zabiti Arnavut taburlarının, adetleri gereğince, söyledikleri şarkı seslerini işitti. Bu suretle Yunan subayı vaktinde ve zamanında ricat yollarının kesileceğinden haberdar oldu. Yoksa bugün Prens Kostantin ile birlikte yemek yiyecektik.” 24 Nisan Cumartesi sabahı ordu şimdiki modern harbin tank kolları halinde tepelerden Tesalya Ovasına doğru inmeye başlamıştı. Fransızca Llustaration Mcmuası harp muhabiri bu hareketin neticesini dergisine telliyordu: “ Türklerin sağ kanadındaki savaşlar, gerek batıda gerek güneyde, Makedonya’nın Daması Ovası ile Yunanistanın Zorkos mevkii arasındaki Pene hattı boyunca Reyni Geçidini zorlamakla geçmişti ki, tarihte İran orduları da bu mevki Tesaya’ya karsı aynı maksadla kullanmıştı. Burada çarpışmalar çok zaman kararsız oldu. Yunanlı Albay Smalenski, Mastrapas. Mavro Mihali ve Markis orduları cepheyi adım adım müdafaa ederek çekildilerse de Türkler, Damasi ovasına sızmaya ve Rene’yi takip ederek Milona Boğazındaki Türk kuvvetini tehdit eden ve Kesriya Irmağı üzerinde mühim bir istasyon olan Tırnova'yı çevirmeye muhaffak oldular. Hele kanlı Moti (Kayanaklar) Savaş Cuma günü bittiği gün, çok kat'i bir netice ile sona erdi ki, Türklere yalnız Tırnovayı değil, Yenişehir’i ve bütün Tesalya’yı kazandırmı ş oldu.” Tırnova Tırnova ile Kazaklar köyü yolunun birleştiği yerde, birdenbire ricat eden büyük bir askeri kalabalık yolun üzerinde toplandı. O zamana kadar süren hazin yürüyüş sessizliği ansızın kavgaya gürültüye yerine bıraktı. Kumandana itaat fikri bütün bütün kaybolmuştu. Yunan askerleri subaylarına, ağzına gelen küfürü (gamato) diyerek savuruyordu. Artık muntazam ricat, tamamen kaçış mahiyetini almıştı. Zabitler gayet bitik bir halde askerin ahalinin arasında yürüyorlardı. Yunanılar işaretli telgraflarla “Yenişehire doğru çekiliniz “ işaretini veriyorlardı. Birdenbire bir müthiş gülültü kulaklarımızla kadar geldi. Ricatı setr ve muhafaza etmek için geride süvari kuvveti yoktu: “İşte Türkler geliyor “ sesleri bir anda binbir ağızdan dökülünce sağdan, soldan hiç bir emir ve ses duyulmaz oldu. Bu müthiş korku havası, bir yıldırım gibi tesir meydana getirdi. Askerler, kadınlar, erkekler çoluk-çocuk, hayvanlar, öküzler, eşekler, sığırlar mandalar anlatılmanın imkânı olmayan bir karışıklık içinde ileriye doğru saldırdılar. Bunlardan pek çoğu bir daha kalkmamak üzere yerlere yığıldı. Ayrıca devrilip de yolu tıkayan arabalar bu büyük karışıklığı arttırdı durdu. Bu arada bizim araba da devrildi. Muhabir arkaşdaşlanmızın her biri bir tarafa dağıldı. Biraz sonra yüreklerini korku saran askerler gönüllüler, silahlı köylüler her tarafa doğru ateş etmeğe başladılar. Kurşunlar vızlayarak kalabalığın arasından geçiyordu. Atılan tüfenklerin alevleri, ova içinde karanlıklar arasında yer yer aydınlıklar meydana getiriyordu. Yunanlıların karanlık içinde birbirlerini öldürmekte olduklarını anladık. Ateş kes borusu işitilinceye kadar tüfek sesleri otuz dakikadan ziyade sürdü. Fakat boru sesi ovayı inlettiği halde tüfenk sesleri kesilmedi. Nihayet sesler biraz dinince ve tek tük şuradan buradan atılacak kadar geçen zaman, bize aylar gibi uzun göründü. Ben başka muharebelerde de karışıklıklar görmüştüm ama bu Tırnova kaçısında Yunanlıların birbirini öldürerek açtıkları tüfenk ateşinin bir örneğini ne Plevne ve nede Şipka’da en kötü karışıklıklar esnasında bile ne gördüm, ne işittim. Biz bir aralık yoldan çıkarak tarlalar arasına döndük. Yolun üstü çoluk çocuk, kadın, erkek hayvan cesedleriyle dolmuştu. Ayağımız her adımda can vermekte olan bir biçarenin koluna eline göğsüne başına takılıyordu. Yolun üzerinde mühimmat sandıklan, kırılmış arabalar ev eşyası, yataklar yorganlar yığılmış kalmıştı. Bunlara çarpan hayvanların sesleri yüreklere en dehşetli çarpıntıyı veriyordu. Yol üstünde toplar, kajkılar da bırakılmıştı. Bunlarda kaçanların ilerlemesine engel oluyordu Yaya kaçanlardan birçoğu atlıların üzerine hücum ediyor, altlarındaki atları ele geçirince gözden kayboluyorlardı. Şu umumî hercümerc içinde bazı Yunan subayları kaçanları bundan alıkoymak için rüvelverle boşuboşuna korkutmak istiyorlarsa da eger Turk ordusu Yunanlıların bu korku ve dehşet içinde kaçışısından, haber alsa ve Yunan ordusunu kovalamakta şiddet gosterseydi Yunanlıların perişanlığı yüz kat daha ziyade olacaktı. Evet, Türk ordusu onları takıp etmemişti ama Yunalılar daima başları ucunda hemen ineceğini snadıkları Türk süvarisinin kılıç korkusu ile kaçmışlardı ve 25 saatte 80-100 kilometrelik bir yolu tabanları yağlayarak almışlardı. Türk Askeri Tırnovada: Türk Askeri Tırnova’da Tepelerden inen Türk orduları artık Tırnova yolu üzerindeydi ve öğle üzeri saat 11’de süvariliremiz şehire girmişti. Kasabada halk namına kimse kalmamıştı. İki üç evde bir kaç Türk ailesi vardı. Rumlardan ise iki ihtiyar erkek iki ihtiyar kadın kaçmamıştı. Bir de ayakları fel çli 17-18 yaşında bir kız anne ve kız kardeşleri tarafından yatakta bırakılmıştı Bütün ahali: “ Türkler geliyor!” diye kaçmışlardı. Süvariler kasabaya girerken Neşet Paşa Tümeni de dün akşam ele geçirdiği Lisfaki Tepesinden aşağılara inerek az sonra Tırnovaya girmiş bulunuyordu. Bu sırada Ati - Kaynak mevkinde bulunan Türk Orduları Kumandanı Mareşal Ethem Paşa da bu mevkie kadar uzatılan ve Yıldız’a bağlı bulunan telgraf hattında Tırnova’nın zaptı müjdesini İstanbul’a bildiriyordu: “Ulu Tanrının yardımı ile Neşet Paşa Tümeni dün düşmanı ziyadesi ile sarmış ve düşmanın gözünü Türk askerini kılıç parıltıları haddinden çok ürkütüp korkutmuş olduğundan Lisfaki Tepesini, ufak bir müdafadan sonra düşman ricat etmiş ve bu tepede Türk Sancağı’nın dalgalanmasını görüp Tırnova’da durmağada muvaffak olamayarak bir kısmı Çayhisar gerisine, bir kısmı da Yenişehir’e doğru kaçmıştır. Öğleye doğru Neşet Paşa sağ cenahtan ilerliyerek hiç vükuatsız Tırnova’ya girmişlerdir. Kasabanın içinde birkaç ihtiyardan başka kimse kalmamış, bütün ev ve dükkânların eşyası ve erzakı olduğu gibi durmasından Yunanlıların pek çok korkup dönmiyerek birdenbire kaçtığı anlaşılmıştır. Kasabanın içinde ev eşyasından ve tüccar malından başka top tüfek cephanesi, erzak, elbise ve bir haylı tüfek ele geçirilmiş ve alınan esirler Alasonya’ya gelmeye başlamıştır. Vatan uğrunda ölmeye hazır askerlerimiz büyük bir şevke ve gayrete gelmiş ve ilerıye sevkedilen süvariler, Yenişehir dolaylarına kadar giderek Türk satveti ve kudretini yüceltmişlerdir. Askerlerimizin her türlü iyi hareketi ordumuz arasında bulunan yabancıları şaşırtmış ve takdirlerini kazandırmıştı. Kasabanın zarar ve ziyandan korunması için dışarısı taburlarla kuşatılmış, içerisinde süvari devriye kolların gezdirilmiştir. Yarın daha büyük muvaffakiyete nail olacağımızı Allah’ın inayetinden dileyip ümit etiğimizi arz ederim.” Yunanlılar Tırnova’dan kaçarken hapishane kapılarını da açmışlar ve 40 -50 mahkümu salıvermişlerdi. Bunlar şehrin bazı evlerinde harsızlık yapmış kasaba terkedilirken bir kaç evde ateşe verilmişti. Fakat Türk askerleri bu yangınları kısa bir zamanda girip söndürmüştü: Mareşal Ethem Paşa Kasabaya Giriyor: Nıhayet Türk Orduları Kumandanı Karadere’den hareketle Tırnova’ya gelmiş ve doğruca hükümet dairesine gitmişti. Şimdi zafer sancağı direğe dikilmiş ve dalgalandırmaya başlanmıştı. Kasabanın Kaymakamlığına Habip Efendi isminde bir gönüllü Kolağası getirlmişti. Harbin ilanında Üsküp Askeri Lisesinde Matematik Öğretmeni olan Habip Efendi sokaktan bir gönulü ihtiyar Türkün geçtiğini görerek askerliğinin eski günlerdeki yiğitliği damarlarında kabararak öğretmenlikten ayrılmış ve o da gönüllü olarak orduya katılmıştı. Şimdi de kendisi ehliyet ve liyakatinden dolayı Tırnova’nın kaymakamlığına ve muhafızlığına tayin edilmişti. Yıldız’da, Türk ordularının zafer haberini alan Sultan Abdülhamit tarafından, hemen Müşir £t-hem Paşayı bir nişanla taltif etmiş ve bu beşaret telgrafını Mareşal Paşa ikindiye doğru kasaba içinde almıştı. Yunanlılar, telgraf hatlarını bozacak kadar vakit bulamayıp kaçtıklarından şimdi İstanbul ile Tırno telgrafla mükemmel bir şekilde konuşuyorlardı. Padişah askerlerini de candan tebrik ediyor ve selamlarını gönderiyordu. Akşam vakti bütün Alasonya tümenleri toplanmıştı. Çadırının önünde saf tutan askerler muazıkalarının üç defa selam havasını dinlemişler ve üç defa, Çok yaşa duasında bulunmuşlar, daha sonra da fırka kumandanları birlikleri Abdülhamit’in iltifat ve selamlarını bildirmişti. Arslan Mehmetçik bunlar. Umarın korkusundan Yunanlıların nasıl kaçtıkları Royter Ajansı muhabiri tarafından bütün Avrupa’ya bütün fecaat, gerçekliği ile bildirlirken Tırnova’ya giren birliklerimiz de düşmanın nasıl telaş ve heyecan içinde kaçtığını bıraktıkları eşyadan anlıyorlardı. Kasabanın askeri kışlasında Yunan subaylarının bütün elbise ve şapkaları olduğu gibi bırakılmıştı. Elli yataklı bir hastahane bütün ilaç ve edevatı ile terkedilmişti. Yunanlılar, kaçarken bunlara el sürmeğe, bile vakit bulamamışlardı. Artık Türk ordusunun Tırnova’dan da daha ileri gitmesi lazımdı. Gidilecekti. Düşman daha gerilere atılacaktı. Ethem Paşa Nisan’ın 25’inci Pazar günü sabahı umumi harekete geçilmesi ve Yenişehir üzeriine yürünülmes emrini verdi ve Kaynak, (Karadere) deki umumi karargâhına döndü. Tırnova’dan Kaçan Yunanlıların Yenişehir’e Gelişleri: Yenişehıre doğru kaçan Yunanlılar acaba orada kalabildiler mi? Türk muzikaları Cumartesi günü dağların eteklerinden inip ovanın başında selam havaları çalarken Yenişehir’de neler olduğunu yine Royter Ajansının harp muhabirinin şu yazılarından okuyalım: “ Yenişehirin giriş kapısında bulunan köprü üzerinde o kadar çok arabalar, insanlar toplar, hayvanlar yığılmış kalmıştıki, böylece oradan bir kaç saatte geçmek mümkün olamadı. Yenişehire gelen Yunan Generali Mavro Mihali, tekrar şehir dışına çıkmış ve Tırnova’dan gelen kaçakları geri döndürmeye çalışmıştı. Fakat nafile, Yenişhir’in sokaklaında her ınıf asker, büyük bir kargaşalık içindeydi. Ne boru ile verilen silah başına kumandasını ve ne de subayların emirlerini yerine getiriyordu. Yunanlılarda Dehşet ve Kaçış: Sabahın saat ikisine doğru Tırnova bozgunluğunu haber almış olan halk da büyük bir perişanlık içinde kaçmağa başlamıştı. Ahaliyi öyle bir dehşet kaplamıştı ki, bir yerden ufak bir ses duyulsa hepisi o anda çil vavrusu gibi etrafa dağılıyordu. Ay doğupta ortalık bir az aydınlanınca halkın yüreğine biraz inanç geldi, biraz su serpildi. Ertesi sabah seher vaktinde kalanlar uykudan uyandığı zaman bir sokaktan ötekisine, bir evden berikine gidip yarının ne olacağı hakkında endişeli endişeli konuşmalar yapıyorlardı. Gecenin karşıtlığında ölenlerin sayısı beş altı yüz kişi kadar tahmin olunmuştu. Sabah olunca Yunan subayları şehrin içinde ve etrafında ayrı ayrı bulunan askeri toplayıp batı ve güney batı yollariyle (Çatalca) dolaylarına sevketmeğe başladılar. Yunan askeri, bir lokma yemek yemeksizin yola koyuldular. Bunlardan çoğu Cuma sabahından beri ağızlarına lokma almamışlardı. Türk süvarileri. Yenişehir’den Galos'a giden şimendifer yolunu henüz işgal etmediğinden yaralılar trenle, Galosa ve oradarı vapurla Pire’ye götürülmüşlerdi. “Yunan askerlerinin Yenişehir’i de boşaltacağı ahali arasında duyulunca herkesi bir dehşet bir korku kapladı. Ne yapacağını bilemeyen halk Çatalca’ya, Galos’a doğru firara başlayıp yolları doldurdular. Arabalara, hayvanlara çok sayıda ev eşyası yükletilmişti. Arabası, hayvanı olmayan fakir kimseler eşyasmı omuzlayarak hazin bir yürüyüşle yol almakta, memleketin uğradığı bu büyük felakete sebep olanlara söğüp saymaktaydılar. Yük vagonlarından ibaret bir tren üç bin kadar halkı Galos’a götürmeye mecbur edildi. Halk bu trene o derece hücum etmişti ki, vagonların üstünde bile yüzlerce kişi bulunuyordu. Bu anda binlerce Yunanlı her dakika Türk atlılarının kılıçlı hücumuna uğrayacakları korkusu ile ve ıztırap içinde yollarına devam ediyorlardı. Saat onbir buçukta artık Yenişehir’de ahali adına bir kimse kalmamıştı. Prens Kostantın ve Genelkurumayı sabah sabah bir trene binmişler ve hareket etmişlerdi. Subay ve askerler de öteki trenleri doldurduğundan halk şimendiferle gitmeğe imkân bulamamıştı. Bizde de Yenişehir’i terk ederek Galosa kaçtık. Burasını Yenişehir’den daha büyük bir heyecan içinde bulduk. Türk askerlerinin yakında oraya da geleceği haberi ağızdan ağza dolaşıyordu. Kaçanlardan biraz zengin olanlar limanda bulunan sandal ve kayıklar ve gemiler tutarak Eğriboz Adasına doğru ferteği çekiyorlardı. Yenişehir’in Türk Ordusu Eline Geçişi Orduların Yenişehir’e doğru hareketi emri verildiği Cumartesi gecesinin sabahında Gromikop Paşanın kumandası altın da bir bölük Türk süvarisi Yenişehir üzerine gönderilmişti. Beşinci Tümen de (Kazaklar) köyü üzerinden süvariyi takip edecek ve onlara istınad olacaktı. Şafak henüz sökmemişti. Yolda bir kaç Yunan askeri esir olarak tutuldu. Alman Paşa hemen bunları sual yağmuruna tutmuştu. “Yunan askeri nerede? “ “Hangi yöne ricat etti?” “Yenişehir tamamen boşaltıldı mı?” Gromıkof Paşa aldığı cevaplarla Yenişehir’in Türk ordusuna açık olduğunu anlamış ve bunu bir raporla Ethem Paşa’ya bildirmişti. Ethem Paşa’da on üçüncü, on dördüncü süvari alaylariyle bir süvari bataryasının Yenişehir’e sevkolunması emrini verdi. Askerlerimiz zafer neşesi içinde Yenişehi’re doğru yürürken öncü süvari birliğimiz de şehrin dış istihkâmlarını geçerek kapılarına kadar dayanmıştı. Yenişehir Yenişehir’deki Durum: Yunan askeri Yenişehir’den ricaederken bir gün önce umumi hapishanenin kapıları açılmış, içeride bulunan dörtyüze yakın cani, katil mevkuf serbest bırakılmıştı. Hürriyete kavuşan bu aşağı tabaka Rumlar. İlk iş olarak terkedilen şehri yağmaya başlamışlardı. Kendilerine: “ Sizi serbest bırakıyoruz fakat asker tamamen çekilinceye kadar arkada kalacak ve ricatımızı kolaylaştıracaksınız. “Denmişti. Hapishane kaçkınları o gece hem silah atarak Türk ahaliyi korkular içinde bırakmışlar, sabaha kadar eşya çalarak da yüklerini tutmuşlardı. Bir kısmı ordunun arkasndan gitmiş, bir kısmı da daha yağmacılık yapmak üzere şehirde kalmıştı. Harp ilân edildiği 10 günden beri Yeııişehir’de bulunan Türk-İslâm ahali Rumlar tarafından öyle tazyika, işkenceye, taarruza uğramışlardı ki, zavallılar bir yere toplanmışlar, çoluk çocuklarını iki üç semte getirmişler, sonra sokak başlarında silahla nöbet beklemeye başlamışlardı. Hele son gece kapıdan dışarı çıkamıyorlardı. Yağmaya çıkan Rum hapishane kaçkınları son i tikamlarını, Türklerden almak sevdasına düşmüş havaya boş silahlar atarak Türkleri korkutmak istemişler. Türk ordusunu karşılamak için çalışmışlardı. Gece, sokaklarda naralar atıyor, kapalı dükkanların kepenklerinin baltalarla kırdığı görülüyor, evlerin cam ve pencereleri gürültülerle aşağı iniyordu. Sabaha karşı da şehri yakacaklannı birbirine bağıra çağıra söyleyen şerirlerin bu niyetlerini Türk halk kulak kabartmış heyecanla öğreniyor ve: “Allahım, sen ordumuza nusret eyle. Sen bizi kurtar. “ Diye can ve gönülden dua ediyorlar. Kuran ayetleri okuyorlardı. Nihayet ilk süvari birliği Yenişehir önüne gelip Köstem Irmağı üzerindeki büyük taş köprünün beri tarafında görününce üzerine tüfenk ateşi açılmıştı.. Gromikof ve Seyfullah Paşalar: “Nereden geliyor bu silâh sesleri? Yenişehir’de daha düşman askeri mi var? “ Diye duralamışlardı. Hemen süvari bataryasına şehrin üstünden geçerek zararsız bir kaç mermi atılması emri verildi. Fakat bu top atışlarına şehirden bir cevap gelmedi. O zaman 450 süvarı, 6 toptan ibaret öncü birliğine “ İleri! Kumandası “ verildi. Türk askerleri Taşköprü altındaki dinamitleri etkisiz hale getirerek köprü üzerinden yenişehir’e girmeye başlamışlardı. Türk ve müsevi ahali kendilerini alkışlıyor ve askerin ayaklarının ucunda kurbanlar kesiyordu. Yenişehir Müftüsü Hasan Efendi de Hükümet konağı Meydanında dualar okudu. Yenişehir fethedilmişti. Türk Askeri Yenişehir’e Giriyor Camilerde hemen Ezanı Muhammedi sesleri duyuldu. Sokaklar, evlerinden taşan kadınlar ve çocuklarla da bir bayram manzarası halini almıştı. Arkadan ordunun Hakkı Paşa Kumandasındaki Tümeni de Yenişehir’e gelmiş ve İstasyon civarında açdır kurmuştu. Askerler dağlardan inmişler yorgun olmaalrına rağmen yine de dinç görünüyorlardı. Türk hatlarında müşahit olarak bulunan İngiliz Lortlar Kamrasından Sir Simith Barlet’e Gromıkof Paşa şöyle demişti: Yenişehir 1 “ Siz şu yorgun, toz toprak içindeki kanaatkâr askeri görüyormusunuz? İşte azizim size haber vereyim ki onlar dünyanın en büyük ve en tecrübeli askerleridir. “ Ethem Paşa, şehrin asayişini muhafaza için Yenişehir Mutasarrıflık ve Kumandanlığını o zaman miralay, sonra da yararlığından dolayı Mirlivalığa (Tuğgeneralliğe) yükselen Seyfullah Paşa’ya verdi. Sokaklara hemen devriye çıkarıldı. Asayiş bir anda temin edildi. İstanbul’a Müjdeler: Yenişehir’in Türk askeri tarafından geri alınması İstanbul Seraskerliğine öğleden evvel şu telgraf çekilmişti: “ Yenişehir kasabasının şimdi süvari keşif kolları tarafından işgal edildiği mâruzdur.” 1 Yenişehir kasabanın batı ve kuzey yönünde hızla akan Köstem Irmağının sağ kıyısında latif bir yerdir. Köstem Irmağı kasaba dolayında hem derindir, hem de süratlidir. İki tarafında güzel ağaçlar dikilidir ve sahilleri zümrüt gibi çiçeklerle örtülüdür. Köprübaşında bulunan Yeşil Cami tarafından bakıldığı zaman ön taraftaki nehir ve bu tarihi şehrin, nehirle sulanan bereketli ovası, Tesalya’da en yüksek ve ferahlı manzaralardan birini teşkil eder. Kasaba yeni, eski mimari usulü ile birleşmiş güzel surette bina edilmiştir. Eski Saray ile Büyük Meydanda bulunan Hükümet Dairesi, Banka, Olimp Oteli hep gösterişli binalar olduğu gibi Fransız mimari usulü ile yapılmış ve büyük ve şirin sayfiyeler de vardır. Orduy-i Hümâyun Kumandanı Müşir Ethem Paşa öğleden sonra da şu telgraftaki fazla bilgiler İstanbulluların gönüllerine ferahlıklar saçıyordu: “Yenişehir işgali sırasmda hazır bulunan Miralay Seyfullah Bey şimdi geldi. Malûmatı aşağı da arzolunur: Bugün sabahın erken saatlerinde iki alay süvari bataryası. Tırnova’dan hareketle Yunan askerlerinin firari esnasında mahpushaneden salıverilmiş ve dışarıdan gelmiş olan kasaba halkını rencide ve birçok dükkânları tahrip ve yağma etmiş bulunan Yunanlı şerirlerin üç çeyrek mesafe kalarak atmağa başladıkları tüfenkerine ehemmiyet verilmiyerek Yenişehir’e girilmiştir. Burada bulunan İslâm ve Musevi ahali şükran gözyaşlarını dökerek Türk askerini karşılamış ve Hükümet Konağı avlusunda askerlerimiz, belde halkı ve Metrepolıt ve Hıristiyan ahali saf halin de Hazret-i şehri yâriyi anarak üç defa padişahım çok yaşa temennilerini Hüdâya yükseltmişlerdir. Düşman intizasız bir surette ricat etmiş olduğundan yollarda ve şehirlerde birçok cephane, çadır vesaire ile on iki santimetrelik altı adet kale ve 4 adet dağ topu ve birçok peksimet, arpa, un gibi erzakı terk etmişlerdir. Öğleden sonra Hakkı Paşa Fırkası öncülere iltihak etmiş ve Neşet Paşa Fırkası Tırnova ve civarına tayin edilmiştir. Arzolunur. “ Müşir Ethem Paşa: O günün akşamüzeri muzikalar nöbet havası çalıyor, büyük büyük ateşler yakılarak oyunlar oynuyorlardı. O günlerde İstanbul’un meşhur gazetesinin harp muüabiri oıan Mehmet Tevik Bey bu sevinçli geceyi tasvir etmiştir: “Gece, yatsı ezanından sonra, Yenişehir’den Kaynak mevkiindeki umumi karargâha dönüyordum. Yenişehir köprüsünü geçerek Millet Bahçesi önünde yürürken gözlerimden ihtiyarsız olarak sevinç gözyaşları dökülüyordu. Daha bir gün evvel Yunanlıların mestane naraları ve rezilane safsatalariyle çınlayan şu yerlerdeki havada şimdi. Türk marş ve muzikalarının ve askerin milli türkülerinin yükseldiği görüyordum. Şehrin her tarafını sarmış olan Osmanlı askerinin yakmış oldukları ateşler o kadar lâtif, o derece güzel bir şehr-i âyin teşkil ediyordu ki, o zamana kadar bir örneğini görmemiştim.” Yenişehir kasabası 25 Nisan Pazar günü zaptedildiğininertesi sabahı Ethem Paşa da şehire gelmişti. Bir Türk ileri geleninin evine evvelce Yunan Başkumandanı Prens Kostantinin oturduğu yer ve karargâhı olan büyük bir konağa yerleşmişti. Paşa, konağın odalarını gezince, bir takım harita ve planların masalarda terkedildiğini gördü. Demek ki, Türk ordusunun satveti karşısında Başkumandanları bile o derece şaşırmıştı ki, en mühim kâğıtlarını ve haritalarını alamadan kaçmışlardı. Bu haritalar, güneydeki Domeke ve Çatalca kasaba ve civarını göstermekteydi ve çok mükemmel tertip edilmişti. Ethem Paşanın Genelkurmayı bu haritaları inceleyerek ileride yapacak olan hareketler için hücum edecek ileri mevkiler ve yürüyecekleri yollar için faydalı bilgiler elde etmişlerdi. Türk ordusu, Yenişehir’de birçok harp ganimeti de ele geçirmişti ki, şunlardı: 10,000 Gra tüfenği. 20,000 sandık piyade fişeği. 2.000 sandık piyade fişeği. Birçok top mermisi ki bunlardan bir kısmı 7,5’luk toplara göre olduğundan Türk toplarında tekrar Yunanlara karşı kullanılmıştı. 2 Dağ topu. 2 Sahra topu. 10 tane 10.5 luk Krup topu.1 Seyyar hastane ve tıbbî levazım. Yenişehir’in Zaptını Bir Yabanci Muharrirden Dinleyelim: Sır Smitlı Bartlet Yenişehir’e giriş duygularını şöyle tarafsızca anlatmıştır: “ Yenişehir İslâm ve Musevi ahalisi Türkleri karşıladılar. Kasabada Yunan Mutasarrıfı, ne kadar suçlu varsa hepsini salıvererek ellerine silah dağıttığını ve Cuma gününden beri şehirde hüküm süren korku ve dehşeti haber verdiler. Biz şehrin zaptmdan 4 saat sonra gelmiştik. Sokakları derin bir sükût içinde bulduk. Evlerin içinde kimse kalmamış, çoğu dikkatle kapanmıştı. Pencereler, bahçelerde kapanıktı. Bazı evlerin kapıları kırılmış olduğundan iç taraflarının karma karışık bir halde bulunduğunu görebiliyorduk. Şehrin kuzey ve doğu tarafında bir mahalle büsbütün yağmaya uğramış! Bu fenalıkların hepsi bizim şehire gelişimizden bir gün, bir gece evvel Yunan mücrimleriyle ve Yunan gönüllü askeri tarafından yapılmıştır. Bu alçaklar kendi soyundakilerin, hatta kadınlarına dahi çok kötü muamelelerde bulunmuşlar, ellerine ne geçti ise gasbetmişlerdir. Yenişehir İstasyonu karma karışık bir manzaradaydı. Yunanlılar için uğursuz olan Cumartesi günü Yunan askeri dehşetle ve süratle şehire akıp geldıği zaman korkan binlerce halk bu istasyona toplanmıştır. Yalnız istasyonla onun dolayındaki arazi ve meydanlar, boş rsalar sayılamayacak kadar çuval, denk ve sandıklarla, sepetler ve içlerindeki her türlü eşya ile baştanbaşa doluydu. Yenişehir’in zavallı halkı, ne kadar taşınabilir eşyası varsa hepsini buraya getirmişler ise de hükümet, haddinden çok yüklenmiş olan trenler bu eşyadan hiç birinin yüklenmesine izin vermemiştir. Bunu için hepsi öylece terkedilmiş hapishaneden salıverilen mahpuslar ile harp meydanından kaçan Yunan ordusunun döküntüsü olup Yenişehir’in yağmasında bu canilere, suçlularla katılmış olan en rezil kimseler tarafından yağmalara uğramıştır. Bu eşyanın artıkları karşıtlığın ne derece olduğunu göstermekteydi. Hepsi de İstasyonunun ötesinde, berisinde saçılmış duruyordu. Yunanlıların Yenişehir’den dehşetle ve korku içinde kaçtığını gösterir, meydanda pek çok deliller vardı. Evler yalnız bir tarafta soyulup tam takır hale getirilmış değildi. Başka cihetlerdeki evlerinde kapıları kırılmıştı. Barakalar kısmen yakılmış, hastahanelerdeki yaralılar doktorlan ve hastabakıcılar tarafından, kendi hallerine bırakılmış, şehrin kalesinde on tane büyük muhasara topu el sürülmemiş olduğu halde terkedilmiş, birçok mühimmat ile binlerce Gra tüfengide fatih ve muzafer Türklerin eline geçmişti. “ Βunları bize şehirde kalan Hıristiyanlann en büyüklerinden biri ile bir papas ve bir İtalyan anlattı: Ethem Paşa Türk askerinin. Yunan askeri tarafından yapılan çapulcu hareketleri men için her türlü tedbileri almıştı. Hattâ tavuk, kuzu gibi bazı hayvanları kesen neferler şiddetli cezalara uğratıldı. Bütün caddelerde ancak üç ölü görebildikti. Bunlardan ikisi Yunan askeri, bir de başıbozuk çapulculardandı. Biri yüzbaşı, üç nefr, ötekileri eşkıyadan olmak üzere altı kısa boylu zaif ve huysuz aşağı cins insanlardandı. Ethem Paşa ile maiyeti subayları, bütün yağmacılığa ve Yenişehir’in asayışine karşı ben Tesalya’a bulunduğum müddetçe gerçeklen mennettiklerini gördüm. Meselâ Karla Golü kenarında içleri her türlü hayvan sürüleri ile dolu bir kaç zengin köy vardı. Sonralan erzak cihetiyle darlığa düşmüş oldukları halde Türk askerleri bol ve lezzetli yi yeceklere yakm bulunduktan hal de hiç birine el sürmediler. “ Bu yenilgiden sonra Yunan ordusu hızla geri çekilmeye başlamış, halk dehşet içinde kalmış, hükûmet ise ne yapacağını şaşırmıştı. Önünde artık ordu diye birşey kalmamış olan Türk askerinin Yunanistan’ı baştanbaşa işgal etmesine ve başkent Atina'yı ele geçirmesine hiçbir engel kalmamıştı. Yunanlıların bu kadar ağır yenilgi almasından hoşlanmayan Avrupalı devletler, savaşı bir an önce bitirmek için Osmanlı Devleti'ne müdahale etmeye başladılar. Bu arada Yunanistan'da da iktidar değişikliği olmuş, yeni Yunan Hükûmeti de Avru palı devletlere ve sonra da Rusya'ya başvurarak mütareke yapılmasının sağlanmasını istemeye başlamıştı. Bunun üzerine, Rus Çarı, Sultan II. Abdülhamid’e Telgraf göndererek savaşın durdurulmasını istedi. Abdülhamid ise ateşkes şartlarının oluştuğuna kanaat ederek, Türk ordusunun nihâî taarruza hazırlandığı sırada mütareke yapılması için emir verdi. (20 Mayıs 1879) Yunanlıları kendi elleriyle hazırladıkları kötü durumdan yine büyük devletlerin müdahalesi kurtarmış oldu. Kâtip Hüsnü (Samsun’lu Halk Şairi ve Destancısı) Molla Mustafa oğlu Hüsnü Efendinin 1313 Yunan Harbinde Yazmış Olduğu Destan 1 Ol Haliki vahit Allahussamet Gör ne ider önünden kâni Sene bin üç yüz on üç şehri ramazanı Hem bütün on iki kanuni sani 2 Küfranı nimete eyledi küffar Bizlere yardımcı Hazreti settar İblis gibi nice fesatları var Başvekili Yunan o Deli Yani 3 Kaldırdı fesadı, başladı Yunan Selanik, Manastır, Serfice, Küman Giride sevk itdi biraz kaltaban Mazlumlardan dökmek için alkanı 4 Dikti bir tepeye haçı (okunamamıştır) Cem oldu altına biraz serseri Encamından haber verir ekseri Dinlesin yaranlar bu destanı 5 Muhbir sadıklar devlete yazdı Dediler Yunan dostumuz azdı Hanya’ya nim duzi sefine düzdü Donanma ile doldu Suda Limanı 6 Gazi Sultan Hamit hayrete daldı Her düvele bir telgraf saldı Yunan bir kolayca Girit’i aldı Sonra para etmez aman zamanı 7 Devletler yazdılar ol hace paşa Eşkiyanı zaptet namusla yaşa Göz göre kendini yakma ateşe Ayağa kaldırma yatan arslanı 8 Deli Yani derki durmayız geri Bu yerler bizimdir öteden beri Yapacak bir kavga başka ne geri Gayri barışmanın geçdi zamanı 9 Devletler dediler gel etme yanlik Aklını başına al eyle düzenlik Kolaylıkla vermez kimse sana mülk Sonra çağırısın imerde yani 10 Deli Yani derki bu söz hilâftır Hiç faide vermez, bir kuru laftır Devletin ikisi benden taraftır Bu defa Yunanlar kazanır şanı 11 Devletler dediler kendin bilürsün Hasmın kimdir sonra pişman olursun Kazanayım derken sonra pişman olursun Uyur mu zannettin âli osmani 12 Gazi Sultan ilânı harbi buyurdu İlân etdi çarı köşeye duyurdu Fermanlar okundu tertip kuruldu Silah ile donattı İslam olanı 13 Çünkü ser askere verdi irade Yalnız yüz tabur redif piyade Donanmalar çıksın kırkdan ziyade Pire’de Gülos’da kılsın cevlâni 14 Rume sevk olmağa başladı asker Semadan yardıma indi melekler İnşallah zayi olmaz bütün emekler Feda ettik din yoluna bu canı 15 Haymeler kuruldu sıra üstüne Niyeti kaza edüp kâfir kastına Zencirde dizildi depe üstüne Beş Cuma ertesi mahi nisani 16 Ahşam oldu saat bire dayandı Kordondan işaret mahitap yandı Asker sürdü istihkâma dayandı Kâfir dolmuş istihkâmın her yanı 17 Allah Allah deyup yürüdük cümle Ervahı şuheda bizimle bile Kelime-i şahadet galip eyle dile Herkes hayatından kesti kümanı 18 Ol kanlı tepe duyurdu sesi İkinci kodoman hem çam tepesi Alemdar kapı kula alup sesi Bir birine dar etdiler canı 19 Şimdi her taraftan koyuldu cenge Ruyu zemin boyandı al kızıl renge Tekbir sedası çıktı eflâke Gökte melekler kıldı seyrani 20 İkinci gün Alasonya dayandı Milano tepe, Semer tepe Burnal tepe, Menevşe tepesi yandı Semavatı tuttu barut dumanı 21 Yine ol gün vışkatir yana bulaştı, Tamam, Yunan hududunu dolaştı Her liva fırkasını çeküp ukaştı Kuruldu bir azim cengi sultani 22 Nasıl tarif edem, bu harbi nice Ateş kesildi beş gün, beş gece Allah Allah deyüp hücum edince Kim arar, kim sorar düşüp kalanı 23 Çünkü seyyar toplarını kurdular Peşref şarapnal dane sürdüler Arasın kesmeden ateş verdiler Titrettiler semavatı zemini 24 Efalâke ser çekdi topun sedası Silindi kulaklar, açıldı pası Tamam, sekiz saat gülle kavgası Kopardılar bir dehşeti tufanı 25 Hamdullaha nasip oldu muzaffer Kıldı inayeti Hazreti Gaffar Bozulmağa yüzün çevirdi küffar Yavaş yavaş kovuldu Kâni 26 Neşet Paşa Milano kapusun aldı Sağ cenaha Celal Paşayı çaldı Hafız Paşa Semer tepede kaldı Şehit olup teslim eyledi canı 27 Celal Paşa sağ kol benimdir dedi Kazayı esman takdir bu idi Küffar tarafından bir zahim degdi Olda din yoluna oldu kurbanı 28 Memduh Paşa Milano tepesin sardı Fedakâr İslam ateşe daldı Gayret edüp ol gün tepeyi aldı Bütün zabt eyledi istihkâmını 29 Gaziler ol dağı aldı zabt etdi Ordunun bir ucu ileri gitti Yunan gerisin döndü, seyir etti Yalın ayak kaldırdılar tabanı 30 Kaynar suyu Kazakları geçtiler Sürat ile Tırnova’ya düştüler Fedakârlar arkadan yeriştiler Yeni şehre deyüp duttu sol yanı 31 Bir az Koz köyünden vereyim halı Kuşuna menkuş et dinle muteberanı Gazi Hasan Paşa bir livamız vardı Bu asrın odur sahibi kırnı 32 Kâfir koz köyünden galebe çaldı Anelisi bozdu, destini aldı Çam tepeye azim bir ateş saldı Biz tedbirde ettik büyük noksanı 33 Bozdu Çam tepeyi aldı destine Allah fırsat verdi, şeytan dostuna Yağdırdı güllesin dere üstüne Zapt eyleyüp kesdi yolunu 34 Toplarının yeri yüze indirdi Topun ağzın kulelere döndürdü Yağlı paçavra ile yaktı yandırdı Felek bunda ters çevirdi devranı 35 Hasan Paşa seyfi uryan eyledi Didesinden huni giryan eyledi Gayretinden çeki giriban eyledi Başım gider terk eylemem vatanı 36 Seyyar topları bir batarya dayandı Sedasından Balkanlar yankulandı Huni aduv ile zemin boyandı Buradan da sırtına vurdu palanı 37 Birbirini tepeleyüp kaçtılar Cephane tüfengi yere saçtılar Nice deretepe balkan aştılar Yeni şehre kadar sürdü palanı 38 Yanya civarından geçti ileri Garat etdi anda olan köyleri Oradanda çevirdi İslam erleri Gayri her taraftan kesdi kümanı 39 Gördü her taraftan yedi dayağı İslama terk etdi çekdi ayağı Zabt edüp gaziler çekdi bayrağı Böyle imiş hakkın emri fermanı 40 Dinle, bu kez Yunanlılar ne oldular Süzülüp her koldan mağlup oldular Firar edüp yeni şehre doldular Şimdi anladılar kârı, ziyanı 41 Kazakları Tırnova’ya mal etdi Ordu iki koldan ileri gitdi Sol cenahtan Kozlumide yüz etdi Mora, Yenişehre kurdu divanı 42 Yeni şehri üç taraftan çevirdi Yağmur gibi gülleleri savurdu Haç beyger âlemlerin devirdi Teslim bandırasın çekdi nihanı 43 Teslim alup Yeni şehre girdiler Ahalisi istikbale durdular Binler yaşa deyu seda verdiler Ahalii İslam kesdi kurbanı 44 Yenişehirden çıktık üç kol üstüne Sağ kol Turhala’ya, sol kol Velestin’e Orta kolda Çatalca’nın kasdına Etem Paşa böyle kurdu planı 45 Hamdi Paşa fırkası, hem Hasan Paşa Turhala’yı sardı bir baştanbaşa İki taraftan başladılar ateşe Evvel firar eden kurtardı canı 46 Turhala’yı alup hareket sola Kurdumca üzere verdiler mola Anıda feth edüp düştüler yola Çatalca’da kopardılar tufanı 47 Çünkü çatalcaya oldu azmirah Piyade, süvari, topçu endaht Oradanda ömrünü etdiler günah Anda çaldılar tablı şadümanı 48 Bunları dahi Velestine sürdüler Sol cenaha kavuştular, durdular Pilav tepesine ordu kurdular Burada seyir eyle merdi meydanı 49 Evvel piyade ileri geldi Birinci hattı bozup elinden aldı Yunanlılar çevrildi, ortadan kaldı Bu taraftan toplar basdı dumanı 50 Süvariler Kılınç çeküp koştular İkinci hatta imdada eriştiler İslamla Yunanlılar karıştılar Gülle, kurşun, Kılınç tiru baran 51 Dehşet ile şiddetli bir cenk oldu Çukurlar, yerler adam kan ile doldu Bir az ehli İslamdan şehit oldu Hesap olamaz kâfirden mürd olan 52 Neşet Paşa dedi, arslanım gayret Bu cenk bize ecdadımızdan berat Çok gayret eyledi zabit neferat Kelle getirene verdi ihsanı 53 Gülbenki Muhammet arşa dayandı Zemin Velestin lale boyandı Yunan elan uyur idi uyandı Gördüler ateşler sarmış her yanı 54 Buradan da kaçmanın önü söküldü Ver elini Golos deyüp çekildi Üç batarya top evvel saldılar Peşinden süvari oldu revani 55 Piyade süvari yürüdü cümle Golos üzerine ettiler hamle İnna fetannaleke sürei kelamla İslamlığın şerefi şanı 56 Golos üzerine emir aldılar Noktaları ileriye çaldılar Üç batarya topu evvel saldılar Asakiri İslam kurdu mekânı 57 Ağniyai belde etdi istikbal Buradan def oldu çıkdı kıli kal Suhuletle buda bize oldu mal Gayet memnun oldu Hıristiyanı 58 Golosa kurdular tahtı hükümet Etrafı kabul etdi adli adalet Askeri İslama kıldı inayet Akıl kabul etmez sırrı yezdanı 59 Bu kez Domeleye sürdü cümlesin Osmanlının budur ahır hamlesin Geldi erişti fırkasın Durdular dövmeğe burcu bedeni 60 Altı batarya top birden açılır Dömele üzere tufan saçılır Mert ile namert bunda seçilur Acep görmüş var mı geri kalanı 61 Altı saat toplar kesmedi ateş Top sedasından yankulandı dağdaş Tekbir getirüp buyurdunda iki baş Yunanlılar gaip ettiler yolu erkânı 62 Süngü takup Allah deyüp koştular Ecnebi sefirler baş aştılar Gözlerin kapayup yere düştüler Dediler görmedik böyle insanı 63 Burç barusuna diktiler âlem Gayri mütareke Alahu âlem Düştüler ricaya hâsılı kelam Aman Padişahım mürüvvet kânı 64 Düveli muazzama düştü araya Dediler gayri başı değdi karaya İşleri koydular müzakereye Bağlasunlar sulha hem iki yanı 65 Tahtında daim ol, Sultanım yaşa Tesalya zabt oldu bir baştanbaşa Yunanlılar başlarını ursunlar taşa Önden hisap etmediler sonunu 66 Hainlik edenler Hüda’dan bulsun Eğri bakanların gözü kör olsun Sıdk ile tutanlar berhurdar olsun Bağı cennet olsun anın mekanı 67 Bu nimet uzema hazreti haktan Sefinesin kurtaran olur kaptan Cenabu hak eksik etmesun katden Ol Gazi SultanAbdulhamit han 68 Her bir düvel, bir kelime söyledi Herkes efkârın beyan eyledi Müzakere bir seneyi boyladı Bulunmadı akdi sulhun imkânı 69 Uzun uzadıya işler açtılar Kontrolun kaydine düştüler Yunanlılar cigergahın deştiler Ters döndü Yunanlıların urganı 70 Kontrol protokol meydanı aldı Tazminatı harbin edası aldı Düveli salise kefalet kıldı Dört milyon lirayı Osmanî 71 Teşvik edenler geri durdular Ne derdi, ne efkârı sordular Kanbur üstüne, kanbur vurdular Burada gemiye serdi yelkeni 72 Hisse alda tekebbürlük eyleme Büyük lokma yede büyük söyleme İnadı elden koy, benlik eyleme Benlik enaniyet mahveder seni 73 Bu yalan dünyanın sefası çoktur Gelen durmaz gider, cümlesi boştur Vücut kafesdir, ruhta bir kuştur Uçar gider bir gün terk eder seni 74 Tarafı bariden sillei hudayı Hak İslama vadin eyle edayı Harpte bile idi bu (Hüsnü) gedayı Hakikat üzere yazdı destanı 75 Nuru Islam doğdu ayan olundu Adili adaletle zulumat tolundu Birkaç cihetinde bile bulundu Günahkâr göz ile kıldı seyrani 76 İnayeti hakla hatim oldu kelam Okuyan, dinleyen, yazana selam Kusurumuz çoktur hâsılı kelam Ehibba af etsun olan noksanı Tamam, oldu vesselam “