Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Transkript
Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Muhterem Okuyucu, Hava gibi, su gibi ihtiyaç duyduğumuz kavramlardır sevgi ve kardeşlik kavramları. Bunları satırlardan sadırlarımıza indirmek bizlerin kabiliyetine bağlı. İnsanın en temel vasıflarından birisi de, sevgiye ve muhabbete muhtaç olması. Hepimiz buna muhtacız. Hepimiz birbirimizi sevmeye, birbirimize kardeşlik hisleri ile muamele etmeye muhtacız. Rabbimizin bizlere tahsis ettiği bu ömrü, hem de kendi kurtuluşumuz için harcamak hem de başkalarının hayatına olumlu katkıda bulunmak, insani hem de İslami bir vazifedir. İslam, anlam olarak barış demektir. Barış ve selametin tesis edildiği yerler ancak insanların birbirlerinin hukukuna riayet ettiği yerlerdir. Dinimiz en başta insanların din ve milliyet ayrımı yapmadan güvende olmalarını temin eder. İslam fetihlerine baktığımız zaman her yeni fethedilen bölgede ilk önce yapılan şey, halkın emniyetini tesis etmektir. Dolayısı ile kardeşlik İslam’ın temelinde vardır. Birbirimizi sevme mecburiyeti bizim imanımızın gereğidir. Zira Rabbimiz bizleri bir anne ve babadan yarattı ve aramıza sevgi duyguları yerleştirdi. Mümin olma ortak noktamızdan hareketle ‘’kardeş’’ olduğumuzu ayet-i celile ile tescilledi. Bizim ölçümüz en başta Rabbimizin fermanı gereği ayet-i kerimeler ve Efendimizin bize bu konuda göstermiş olduğu istikamettir. Kıymetli Okuyucu, Tebessüm dergimizin yeni sayısı ile tekrar sizlerle birlikteyiz. İstedik ki bu sayımızda kardeşliğimizi yeniden hatırlayalım. Yeniden yüreklerimizdeki sevgi tohumlarını yeşertelim. Öyle yeşertelim ki, birbirimizin kıymetini bilmemiz bizi Rızai İlahi’ye erdirsin ve Efendimizin etrafında Firdevs cennetlerinde buluştursun. Çünkü sevgi ve kardeşlik her şeyin başında geliyor. Birbirimizi sevmedikçe hiçbir konuda mesafe kat edemeyiz. Başarılarımız da hezimetlerimiz de sevgi ve muhabbetlerimizle yakından alakalıdır. İnsan olarak kusurlarımızla birbirimizi kabul etmek asıl erdemdir. Biz başkalarının kusurlarını görürsek, bir başkası da bizim kusurumuzu görecektir. Eğer kusurları setr eden bir tavrımız var ise, Rabbimizin kıyamet günü bizlerin kusurlarını örteceği müjdesine nail oluruz. Nefis taşıyan her insan gibi hatalarımız ve kusurlarımızla insanız. Asıl başarı bu noksanlıklarla beraber birbirimizi sevebilmemizdir. İşte Tebessüm’ün bu sayısında kardeşliğimizi tazeleyelim istedik. Muhterem Osman Nuri Topbaş Hoca efendi’nin orta sayfada kardeşlik konulu yazısı bizlere yeni ufuklar verecek. Prof Dr. Ahmet Akgündüz Beyle yaptığımız röportaj bu sayımızın muhtevasına güzellik kattılar. Umarız, tebessümün ulaştığı her yerde sadaka kabilinden yüzümüzde yeni tebessümler belirir. Bir sevgi halesi olarak etrafımızdakilere sirayet eder. Unutmayın, Tebessüm sadakadır. Hem de en kolay ve en kazançlı sadaka. Tebessümsüz kalmayın, Sağlıcakla kalın efendim. Şefika Kaya Meriç İslam Kardeşliğini Muhafaza Etmek Röportaj Ahmet Akgündüz Osman Nûri Topbaş 22 16 Gürpınar’dan Damlalar Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler Zeynep Nalbant 28 4 3 ... Kendi Derdimiz Bilmek Şefika Kaya Meriç 15 Hasbihal 20 Sevgi & Kardeşlik 26 Kardeşimsin, Kardeşinim! 30 31 SAHİBİ: GÜR-DER adına Adnan Saraçoğlu Ayşe Erbalcı Melek Uyar Rabia Yelimlibağ İslam Kardeşliği Denilince Bunları Biliyor musunuz? Fatma Zehra Esen Yazı İşleri Müdürü: Salih Zeki Meriç Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00 Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbul Tel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101 YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Fatma Zehra Esen Rabia Yelimlibağ, Zeynep Nalbant, Rüveyde Özcan İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16 Şefika Kaya Meriç | sefikakayameric@hotmail.com Âlemin Derdini Kendi Derdimiz Bilmek İ nsan etrafındakilerle var olabilen bir varlıktır. Çevresiyle kendisine anlama katan ve içten dışa doğru varlık gösteren bir canlıdır. İnsan yaşadıkça etrafına kayıtsız kalamaz. Kalmamalı. İslam’ın temel prensiplerinden birisi de iyiliği emredip, kötülükten sakındırmaktır. Bu temel ölçü, islamın ferde yüklediği sorumluluktur. Bu ölçü, etrafındakilere kayıtsız kalmama ölçüsüdür. Zira insanı diğer canlılardan ayıran en önemli husus, onun hadiseleri anlamlandırması ve olayları muhakeme edebilmesidir. Dolayısı ile neyin faydalı, neyin zararlı olduğunu ayırabilen bir özelliğe sahip olmasıdır. Mevzuumuzun ana fikrinin şu iki husus oluşturuyor: Birincisi, Mümin, kardeşinin her türlü derdi ile dertlenmek. Diğeri ise, etrafına karşı iyiliği yayma konusunda sorumlu olmak. Bu iki husustan yola çıktığımız zaman, ilk aklımıza gelen ayet-i kerimeler Asır suresindeki ayetler oluyor. Rabbimiz buyuruyor: ‘’Asra yemin olsun ki insanlar ziyandadır. İman edenler, Salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler (bu ziyanda olanlardan) müstesnadır.’’ Rabbimiz ölçüyü kısa ve net ortaya koymuş. Mümin başta kendisi olmakla beraber etrafındakilerin, tarif edilen ziyandakiler sınıfına dâhil olmamaları için elinden gelen gayreti göstermelidir. Bu gayret, müminin derdini kendi derdi bilmek hissiyatından ileri gelmelidir. Müminin münzevi bir hayat yaşaması, halkın içine karışıp onların halleriyle hâllenmesi için bir moral depolama anıdır. Yani mümin, hayatının sonuna kadar ferdi veya münzevi bir hayat yaşayamaz. Dertlenmeye en yakınımızdan başlamalı. Evladımızdan, eşimizden, annemizden, babamızdan. Evimizde yangın varken uzak diyarların yangınlarını söndüremeyiz. Evimizde evladımız yanlış yerlerde ise başkasının yavrusuna söz geçiremeyiz. Zira tebliğ, en yakınımızdan başlamak suretiyle halka halka etrafa yayılan bir süreç içinde yapılır. Müminin tebliği, yüreğinde derin bir dert duyması, bu derdinin gereği olarak yaratılan her varlığa karşı şefkat ve merhamet hisleri ile hareket etmesidir. Müminin sorumluluğu sadece kendisiyle sınırlı değildir. İnsani boyutlarda herkesten, İslami boyutlarda da müminlerden sorumludur. Dertlenmek, sadece bir iç duyuştan ibaret kalmamalı. Müminlerin problem yaşadıkları her alanda projeler üretmek, somut adımlar atmak, derdi çözmek olması gereken durumdur. Günümüzde sosyal problemler ve onların kaynakları sayılamayacak kadar çoktur. Aile felaketleri, ruhi bunalımlar, ahlaki erozyon, kişilik kayıpları, manevi yoksunluğa dayalı olarak onlarca olumsuz durum. Mümin bütün bunlara kayıtsız kalmamalı. Kardeşliğin gereği sadece kardeş olduğumuzu ifade etmek değildir. Öğrenci okutmak, bir dernek faaliyetinde bulunmak, vakıf kurmak ve buralarda aktif görev almak bir derdin tezahürü olarak ortaya çıkmalı ve bizi kardeşlerimizin dertleriyle hemhal etmeli. Efendimizin örnek hayatında ne kadar sosyal hadiselere önem verdiği de ayrıca bizim için bir ibret vesilesi olmalıdır. Gürpınar Kur’an Kursumuzda Faaliyetler Kursumuzda Yapılan Eğitim Toplantılarımız İstanbul İl Müftü yardımcımız Kadriye Erdemli Hanımefendi kursumuzda öğrencilere “Hucurat Suresi Işığında Ahlakî Prensipler” konulu konferans vermiştir. Toplantının ardından yoğun programına rağmen kıymetli vakitlerinden zaman ayırarak kursumuz hocahanımlarıyla farklı konularda fikir alışverişinde bulunmuştur Beylikdüzü İlçe Müftülüğüne bağlı Kur’an Kurslarının katılımıyla her ay düzenli olarak yapılan toplantı kursumuzda gerçekleşmiştir. Eğitime, eğitimciye verdiği önemle bilinen Sayın İlçe Müftümüz Süleyman Küçük’ün başkanlık yaptığı toplantıda, Kur’an Kurslarının gündemiyle alakalı konular görüşülmüştür. Toplantı sonunda Muharrem ayında bulunmamız hasebiyle kaynaşmaya vesile olarak aşure ikramımız olmuştur. 4 Ocak-Şubat-Mart Gürpınar’ın Maharetli Elleri Gürpınar Kız Kur’an Kursu olarak hayatın her alanında başarılı ve aktif bireyler yetiştirebilmek her zaman gayemiz olmuştur. Bunun için öğrencilerimize, İlmi Konuların yanında; el becerisi, sofra düzeni ve yemek yapımı gibi bir hanımefendide bulunması gereken önemli ve faydalı dersler de verilmektedir. Gürpınar’ın Sosyal Hayatına Bakış Esenyurt Belediyesi’nin Daveti Esenyurt Belediye Başkını Sayın Necmi Kadıoğlu Beyefendi tarafından, öğrencilerimiz Esenyurt Nikah Sarayında ağırlanmış,akabinde Luna Parkta neşeli vakitler geçirmişlerdir. Hekva (Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı) ve Gür-Der işbirliği ile yapılan ‘Gençlik Şurası’, Kıymetli Dr. Gülsen Ataseven Hanımefedinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Kursumuz tarafından Aşure günü münasebetiyle, mahallemizin sakinlerine aşure ikramımız olmuştur. Gür-Der ve Hekva Buluşması Aşure İkramı Gür-Der Etkinlikler 2005 yılında Ayşe Erbalcı Hanım rehberliğinde, gönüllü hanımların kurmuş olduğu Gürpınar Kız Kur’an Kursu Derneği, kursumuzun eğitim hizmetlerine katkıda bulunmak için birçok etkinlik düzenlemektedir. 2005 yılından bu yana, her yıl Mayıs ayında Kursumuzun bahçesinde düzenlenen Gürpınar Panayırı, İstanbul’un nezih mekânlarında ve gönüllü hanımların evlerinde hayırseverlerin katılımıyla gerçekleştirilen hayır yemekleri ve geziler, kursta düzenlenen programların akabinde yapılan sergiler ve kermesler bunlardan bazılarıdır. Gürpınar Kız Kur’an Kursu Çok Amaçlı Salon Eğitim ve öğretim hayatına başladığımız günden bu yana kursumuzun yanında bulunan salonumuz Gür-Derin desteğiyle faaliyettedir. Sünnet ve nikah merasimleri, kutlu doğum programları, konferanslar, eğitim seminerleri, sunumlar gibi çeşitli etkinlikler bu nezih salonun ferah ortamında gerçekleştirilmektedir. Gürpınarın Kültürel Hayatına Bakış Tiyatrolarımız M. Akif Ersoy M. Akif Ersoy Hadis Programı Hz. İkrima (r.a.) Yarışmalarımız ve Materyal Çalışmalarımız Pompei Halkının helakı Hz. Süleyman’ın billurdan sarayı Lokman Suresi minyatür şeklinde meali Ashab-ı Kehf kıssası Ashab-ı Uhdud’ın iman imtihanı Hz. Asiye Validemizin imanda sebatı Hz. Meryem gösterdiği sabır ve Allah’ın lütufları Kuran-ı Kerim yarışması Kursumuzun Eğitim ve Kültür Faaliyetlerine Bir Bakış Eğitim ve Öğretimin tek taraflı olmadığının bilincinde olarak, öğrencilerin durumundan ailelerini de haberdar etmek ve sorumluluğu paylaşmak amacıyla her dönem birer defa olmak üzere,iki veli toplantısı düzenlenmektedir. FAYDER ( Felakette Acil Yardım Derneği) FAYDER Üyesi sayın Saadet Alıcı Hanımefendi öğrencilerimize deprem hakkında seminer verdi. Seminer esnasında sözlü, görsel anlatım ve öğrencilere küçük çaplı tatbikat yapıldı. SİGARA VE KANSER SEMİNERİ Sayın Dilek Pamuk Hanımefendinin katılımıyla Sigara Ve Kanser konulun seminerde sigaranın zararları ve kanserden korunma yolları hakkında slaytlar eşliğinde bilgiler verildi. 12 Ocak-Şubat-Mart SAĞLIK VE BESLENME SEMİNERİ Beslenme uzmanı Suna Hanımefendi’nin katılımıyla öğrencilerimize sağlıklı yaşam hakkında bilgiler verildi. GERİ DÖNÜŞÜM SEMİNERİ Beylikdüzü Belediyesi’nin Çevre Bilgilendirme bölümünden Göksu Gündoğdu Hanımefendi tarafından ‘geri dönüşüm’ hakkında seminer yapıldı. NEZAKET VE GÖRGÜ KURALLARI SEMİNERİ Gür-Der (Gürpınar Kız Kur’an Kursu Derneği) Kurucusu Sayın Ayşe Erbalcı Hanımefendi tarafından verilen konferansta ‘Bir hanımefendi nasıl olur?’ sorusuna cevap verir nitelikte, öğrencilerimizin hayatına ışık tutacak önemli düsturlar anlatıldı. EĞİTİM Yazar Neslihan Nur Türk Hanımefendi tarafından gerçekleştirilen seminerlerde, eğitimcinin vasıfları, eğitimde aranan şartlar gibi hususlarda öğrenci ve hocahanımlara bilgiler verilmektedir. 13 Ocak-Şubat-Mart Hasbihal Ayşe Erbalcı ı s ı F a r ltıla Dİ ! T A K K B esmele çekilen yerden şeytanın uzaklaştığını, ıslık çalınan yere geldiğini duyan bir adam, aklı sıra şeytanla dalga geçmek için bir yol bulmuş; önce ıslık çalıyor, sonra besmele çekiyor, tekrar ıslık çalarak buna devam ediyormuş. Aklı sıra şeytanla dalga geçiyormuş. Etrafındakiler adamın bu garip hareketine anlam veremeyip sormuşlar: -‘‘Ne yapıyorsun böyle be adam?’’ -‘‘Şeytan’a jimnastik yaptırıyorum’’ demiş. Şeytan ıslık çalınca gelecek, besmele çekince gidecek. Keşke bu kadar kolay olsaydı. Kıssa bu ya! Rabbimiz, Şeytanın insanların sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından sokularak her türlü hileye başvuracağını Ayet-i Kerimede bildiriyor. Şeytan insanları, günahlara açıkça davet eder. Ama bu hep böyle olmaz. Şeytan sadece kahvehane ve meyhane köşelerinde gezmez, ilim irfan meclislerinde, camilerde, ibadet yapılan yerlerde de bulunur. Şeytan hep kötülüğü emreder, bu doğrudur; bazen de salih amellere teşvik eder. Ama salih amellerin içine riya, gösteriş katarak şirk batağına düşmemizi ister. Ya da salih amellere vesvese vererek de o amellerden soğutmak ister. Şeytan hep büyük günahları teklif etmez. Önce küçük günahlardan başlata başlata, alıştıra alıştıra çoğaltır, Önce 20 sevaplık amelden vazgeçirir, sonra 100, sonra 500. Neticede sevabı sıfır olan işler yaptırır. Şeytan kötü insanları kullanarak bizi kandırmak ister, ama hep böyle olmaz. Bazen de en yakınlarımızı kullanarak bizi aldatmak ister. Daha küçüksün, namaza, oruca sonra başlarsın gibi… Büyüklerimiz ‘‘Kur’an giren eve şeytan girmez’’ derler. Şeytan Kur’an’ın duvardan hayata inmemesi için olanca gücü ile mücadele eder, çoğu zaman da maalesef başarır. Aşağıdaki kıssa İbretlerle doludur. Şeytan askerlerini, ordularını toplayarak büyük bir toplantı yapmış. Baş şeytan: - Bu gün neler yaptınız? diye sormuş. Şeytanlardan biri - Ben insanları zina’ya teşvik ettim. demiş. Diğeri: - Ben insanlara haram yedirdim. demiş. Bir diğeri : - Ben kumar oynattım. demiş. Baş şeytan, küçük çelimsiz şeytan’a - Sen ne yaptın? diye sormuş. -Ben pek bir şey yapamadım. Bir çocuk Kur’an okumaya gidiyordu, sağ ayağına bir çelme taktım, düştü, yaralandı, o gün medreseye gidemedi, Kur’an okuyamadı. deyince; Büyük şeytan - Seni çok ama çok sevdim. Âdemoğluna en büyük kötülüğü sen yaptın. Benden sonraki halifem sen olacaksın. Tek gayemiz ve hedefimiz insanı doğru yoldan şaşırtmaktır. Kur’an okumalarını, gerçekleri öğrenmelerini engellemektir.’’ demiş. 14 Ocak-Şubat-Mart yaşından sonraya ertelettirir. Ya da Emekli olduktan sonra diye kandırır. İnsan kaç sene yaşayacağını, kaç yaşında öleceğini biliyormuş gibi… Mezarlıkları gezelim, istatistik yapalım, kırk yaşından önce ya da emekli yaşından önce ölenler mi daha fazla yoksa diğerleri mi? Fazla düşünme kafayı yersin diyerek, düşünmeyen Müslüman olmamızı ister. En tehlikeli insan düşünmeyen insandır. Kur’an-ı Kerim akıl sahiplerinin sadece düşünüp tefekkür edebileceklerini duyurur. Hiç düşünmez misiniz, hiç tefekkür etmez misiniz uyarısını yapar. Nasıl olsa cehennemde yandıktan sonra cennete girmeyecek miyiz? diye cehennemi basit gösterir. Hafife aldırır. İnsan bir kibrit ateşine dahi dayanamazken bu akıl almayacak bir şeydir. Cehennemi basit bir mekân olarak addeder. Cezayı basit görenlerin suç işleme oranı daha fazladır. Cehennemi basite alır cenneti unutturur. Biz büyüklerimizden böyle gördük, dedirtir: Amellerine bidat hurafe karıştıranlar, dini yanlış yaşayanlar uyarılınca şeytan atalarının dinine sığınmasını tavsiye eder. Gerçek İslam’ın öğrenilmesine bu şekilde engel olur. Anne babalarının üzerine atmak suretiyle sığınmalarını ister. Harca, harca, harca diye telkin eder: Çünkü Allah israf edenleri sevmez. Kartla al, borç al, sonra elbet ödersin, diye kulaklarına fısıldar. Alışverişe doymamalarını ister. Hayırlı bir işe başladığımızda, buna tahammül edemez ve ertelememizi ister. Şimdi yorgunsun, sonra yaparsın. Hele şu dünyalığı yap, sonra devam edersin diyerek engel olmak ister. Namazı son vakte uzattırır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Sabaha eriştiğinde yapacağın salih ameli akşama yaparım diye erteleme, akşama eriştiğinde yapacağın salih ameli sabaha yaparım diye erteleme, erteleyenler helak olmuştur.’’ buyurarak bizi uyarmıştır. Bu dünya imtihanında, bizi sırat-i müstakimden ayırmak üzere ant içen şeytanın verdiği vesveselerden bazıları bunlardır. Kuranı Kerim’in ifadesiyle; “Kullarının hepsini azdıracağım. Salih kulların müstesna.” (El-Hicr, 40.) Bu kısacık ömrümüzde ilahi emirlere uyarak hem kalbi hem de ruhi olarak şeytana ve onun fısıltılarına bir kalkan oluşturmamız Efendimizin özlediği bir ümmet olabilme gayretiyle nefsin ve şeytanın tek bir işaretiyle onun yolundan koşanlardan değil, Allah Rasulünün Allah’tan aldığı davete kulak verip, şeytanın ben onları saptıramam dediği salih kullardan olmak duasıyla. Bunun üzerine toplantıda bulunan diğer şeytanlar Şikâyetlerini sıralar: - Müslümanların cami’ye gitmelerine engel olamıyoruz. Allah ve elçisi ile bağlantı kurmalarını da engelleyemiyoruz… Büyük şeytan bunun üzerine: -Bize panik yok, yılmak da yok. Der. Devamında: -Bırakın Cami’ye gitsinler, ama zamanlarını çalın, fikirlerini meşgul edin, dikkatlerini dağıtın. Allah ve Rasulü ile hayati bağlantı kuramasınlar. İhlâslarını alın, kimin huzurunda olduklarını unutsunlar. diyerek tavsiyelerine başlar: Şeytan’ın insanı yoldan çıkarmak için masum görünen fısıltılarından bazıları: Bir defadan bir şey olmaz: İnsanlar sigaraya, içkiye, yalana ve diğer bütün günahları işlemeye böyle başlamıştır. Gerçekten de bir seferden bir şey olmaz fısıltısı ile insanı aldatmıyor mu? İnsanlar içkiye, kumara, yalana bütün melanete böyle başlamıyor mu? Tövbe edersin, Allah affeder: Önce bir defadan bir şey olmaz deyip, günahı başlatır, tövbe edersin Allah affeder diye günaha alıştırır. Günahtan sonra biraz zor affedilirsin diye ümitsizliğe düşürür. Ümitsizliğe düşmek ise büyük günahtır, kâfirlere mahsustur; hâlbuki günahı terk edip bir daha dönmemek üzere tövbe edenin günahı tamamen silinir. Madem sonunda tövbe edince günahlar siliniyor, diye günaha devam etmek esas büyük günahtır. Ölüm insana aniden gelir, insan tövbe etmeye fırsat bulamayabilir. “Herkes yapıyor” diye kandırır: Herkes gidiyor sen de git. Herkes giyiyor sen de giy, herkes alıyor sen de al, herkes çalıyor sen de çal, herkes yapıyor, sen de yap. Herkesin yapması o ameli temize çıkarıyor mu? Doğrular ve yanlışlar, helal-haram belirlenmiştir. Başkalarının yapması bizi günahsız kılmaz. Allah kalp temizliğine bakar: Fısıltısı şeytandandır. İbadetlerden maksat kişiyi iyi insan yapmaktır. Sen zaten iyi insansın, kalbin tertemiz der. Allah kalbine bakar. Dürüstlüğüne bakar. Çevrenle olan ilişkilerine bakar. Önemli olan kalptir der. İnsanı insan yapan Allah’a kulluktur. Kalbi temizleyen ise ibadetlerdir. Kulluk olmadan kalbim temiz demek ne kadar gaflettir. Zaman sana uymaz sen zamana uyacaksın, diye aldatır. Bu zamanda böyle şey mi kaldı, böyle olur mu dedirtir. Hâlbuki zaman din değil ki sen zamana uyacaksın. Üstelik zamanı sen değiştirebilirsin. Daha gençsin! Fısıltısıyla Allah’a kulluğunu kırk 15 Ocak-Şubat-Mart İslâm Kardeşliğini www.osmannuritopbas.com MuhafaZA Etmek Peygamber Efendimiz, hicretin sekizinci yılında bazı kabîlelerin Medîne’yi kuşatmak maksadıyla toplandıklarını haber almıştı. Bunun üzerine, içlerinde Muhâcir ve Ensâr’ın ileri gelenlerinin de bulunduğu 300 kişilik ordunun başına Amr bin Âs’ı komutan tayin ederek onların üzerine sefere yolladı. ben istedim. Sen, ancak bana yardımcı olmak üzere geldin!» dedi. Ebû Ubeyde (r.a.) ise onun bu sözlerine: «Hayır! İş öyle değildir. Ben, kumandanı bulunduğum birliğin kumandanıyım, sen de kumandanı bulunduğun birliğin kumandanısın!» mukâbelesinde bulundu. Bu tartışma, Ebû Ubeyde (r.a.)’ın imam olup halka namaz kıldırmak istediği zaman yeniden tekrarlandı. Bu hâdiseler üzerine Ebû Ubeyde, Amr bin Âs ra’ın «Sen ancak benim yardımcımsın!» diyerek direndiğini görünce, emri altındaki bazı sahâbîlerin bu hususta kendisine çıkışmalarına da aldırmayarak ona hitaben: Amr (r.a.)’ın kumandası altında yola çıkan mücâhidler, gündüzleri gizlenip geceleri yürüyerek, Medîne’ye deve yürüyüşü ile on günlük mesâfede bulunan Zâtü’s-Selâsil’e vardılar. Lâkin aradıkları kavme yaklaştıklarında Amr bin Âs, onların kendilerinden sayıca daha fazla olduğunu ve Müslümanlar için büyük bir yığınak hazırlamış olduklarını gördü. Bunun üzerine mü’minlerin hayatlarını tehlikeye atmamak için, hemen Peygamber Efendimiz’e bir elçi yollayarak yardımcı bir birlik talebinde bulundu. «Ey Amr! Bilesin ki, Rasûlullah (s.a.v.) ‘in bana en son sözü: «Arkadaşının yanına varınca, birbirinize karşı itaatli olunuz! Aranızda anlaşmazlığa düşmeyiniz!» emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat eder, boyun eğerim!» dedi ve ona tâbî oldu. Böylece din kardeşi ile geçimli olmak ve İslâm kardeşliğinin herhangi bir zarara uğramaması için kendi hakkından ferâgatta bulundu. Efendimiz de derhal Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer (r.a.)’nın da aralarında bulunduğu 200 kişilik yardımcı birliği Ebû Ubeyde bin Cerrâh komutanlığında gönderdi. Ubeyde bin Cerrâh’a da Amr bin Âs’la görüştüklerinde hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında aslâ anlaşmazlığa düşmemelerini emir buyurdu. (Vâkıdî, Bu fedakârlığı öğrenen Efendimiz ise: II, 770; İbn Sa’d, II, 131) «Allah, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı rahmetiyle esirgesin!» diyerek ona duâ da bulundular. Lâkin iki birlik buluştuğunda, aralarında komutanın kim olacağı hususunda bir müddet anlaşmazlık yaşandı. Zira Amr bin Âs, Ebû Ubeyde’ye hitaben: «Sizin de kumandanınız benim! Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)’e haber göndererek bana yardım etmenizi, kendisinden (Vâkıdî, II, 773) İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri gönlün muhabbet iklîmine alabilmek, kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanın16 Ocak-Şubat-Mart da tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedâkârlıkta bulunabilmekle gerçekleşir. Zira âyet-i kerîmelerde, bu husustaki emirler çok açıktır: ğukluk girmekte; böylece cehâlet, bencillik ve duygusuzluk neticesinde İslâm kardeşliği gitgide zayıflamakta, maddeye esir olmak sefâleti, gönüllerde İslâm’ın feyz ve rûhâniyetini âdeta eritip yok etmektedir. «...O hâlde siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, (mü’min kardeşleriniz ile) aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.» Mâlum olduğu üzere, Cenâb-ı Hak, her insanın gönül dünyasını bir yaratmamıştır. Bu sebeple topluluğun bulunduğu yerde görüş ayrılıklarının vukû bulması kaçınılmazdır. Mühim olan, her ayrılığı İslâm’ın telkîn ettiği kardeşlik rûhu etrâfında bertaraf ederek ve gönüllerde kin ve hasedin oluşmasına mahal vermemektir. (el-Enfâl, 1) «Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın...» (Âl-i İmrân, 103) Bu sâyededir ki mü’minler; asırlarca ırk, kavmiyet ve mezhep gibi farklılıklarına rağmen daima birlik ve berâberlik içinde yaşamışlardır. Bu kardeşlik, fertlerin ve toplumların en büyük huzur, sürûr ve saâdet kaynağı olmuştur. Bu huzuru kaybetmek ise, ferdî ve ictimâî kayıpların en hazinidir. Bu cümleden olarak mü’minler, din kardeşlerinde görmüş oldukları bir hata sebebiyle, öncelikle kendi nefislerini sorgulamalıdırlar. Nitekim Abdullah bin Mübârek Hazretleri, kötü huylu biriyle yapmış olduğu yolculuk sonrasında, onun kötü huylarını niçin düzeltemediğinin muhâsebesiyle içli içli ağlamıştır. Lâkin zamanımızda maalesef menfî neşriyat, müstehcenlik ve aşırı tüketimi kamçılayan reklamlar ve onlarla yan yana yürüyen kontrolsüz basın, genç dimağları şaşırtmakta, yormakta ve âdeta narkoze ederek kendi kalıbına sokmaktadır. Diğer taraftan televizyon, internet ve modanın menfî ve yıkıcı tesirleri karşısında İslâm kardeşliği ve toplum huzuru büyük yaralar almakta ve îman bağı sanki bir hazâna yakalanmaktadır. Zira daha evvel, düşenin düştüğü yerde kalmasına göz yumulmaz, düşen elbirliği ile kaldırılır, sıkıntısı giderilerek insanlık haysiyeti içerisinde yaşaması temin edilirdi. Fakat günümüzde nefsânî hesaplar ve dünyevî menfaatler uğruna nice gönüller arasına dargınlık, kırgınlık ve so- Mü’minlerin din kardeşlerinde gördükleri hataları düzeltmeye çalışırken kullanmaları gereken üslûp da çok mühimdir. Zira kullanılan kaba ve yanlış bir üslûp, kaş yapayım derken göz çıkarmakla neticelenebilir. Bu sebeple hatalı insanların benliğini tahrik ederek, yanlışlarını kabul etmemelerine sebep olabilecek sert ve haşin bir hitap tarzından uzak durmak gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz sav muhâtaplarında gördüğü bir hatayı onlara yakıştıramadığını hissettirecek şekilde son derece nâzik ve hassas bir üslûp kullanır: 17 Ocak-Şubat-Mart melini teşkil eden âile yapısındaki ahlâkî tahribat ise çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Nitekim mânevî terbiye eksikliği ve medyanın menfî telkinleri neticesinde âile fertleri arasındaki gönül bağları gitgide zayıflamaktadır. Öyle ki gençler, ilâhî emir gereği kendilerine «öf» bile demenin yasaklandığı anne-baba için hizmet etmeyi bir nîmet değil de külfet olarak görmekte, âile fertlerinin taşkınlıklarını, bilhassa çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazîlet cevheri olması gereken annelerin gönülleri, bu olgunluğu sergileyememektedir. Yine mânevî olgunluktan mahrum nice anneler, gelinlik kızlarını uğurlarken: «Aman kızım! Göreyim seni, sakın kendini ezdirme! Kocanı avucunun içine al! Hayatın keyfini çıkar! Bu dünyaya bir daha mı geleceksin!» tarzında hodgâmlık ve bencilliği palazlandıran nâhoş cümlelerle gûyâ nasihat etmektedir. Böylece, eşlerin birbirlerini anlayışla karşılayıp hoş geçinmelerine bağlı olan âile saâdetinin temelleri, ilk günden zedelenmektedir. Neticede sağlıklı toplumların çekirdeği olan âile yuvaları dağılmakta, düzgün bir âile terbiyesinden mahrum kalan “Mü’min, başkalarıyla çocuklar da sokakların insâfına terk edilmekteülfet eder dir. Böylece toplum, sanki bir sahrâ hastanesine (hoş geçinir) ve kendisiyle ül- dönüşmektedir. Hâlbuki daha evvelki nesillerde gençler, İslâmî bir edep ve terbiye ile yetiştirilfet edilir. Kimseyle ülfet etme- diğinden; ince, zarif, nâzik, hassas, affedici ve yen ve kendisiyle de ülfet edil- güler yüzlü olmak onların bir tabiat-ı asliyesi hâlinde idi. Bu özellikleriyle anne ve evlatlar, meyen kişide hayır yoktur.” âyet-i kerîmede ifâde edildiği üzere «göz nûru» olacak vasıflarla müzeyyendi. (el-Furkân, 74) Böyle(Ahmed, II, 400, V, 335) ce takvâda, Allâh’a yakınlıkta ve İslâm şahsiye«-Bana ne oluyor ki, sizleri böyle görüyo- tini temsilde güzel bir misâl olarak, toplumun rum!» buyurarak kendilerine galat-ı ru’yet (yan- huzur kaynağını teşkil ediyorlardı. lış görme) izâfe ederlerdi. Yeni bir yuva kurmak için evden ayrılan genç Bilhassa insanlığa örnek olacak nesillerin kızların, büyüklerinden aldıkları nasihatler: yetiştirildiği okullar ve Kur’ân Kursları, kardeş«Güzel evlâdım! Gelinlikle gireceğin yuvayı liği zedeleyecek davranışlara karşı daha hassas saâdetle doldurmalısın. Girdiğin bu kapıdan, olunması îcab eden yerlerdendir. Zira eğitim ak ve lekesiz bir kefenle ebedî yolculuğuna çıkmüesseseleri, İslâm kardeşliğinin en güzel ve malısın!» zirve seviyede yaşandığı yerler olmalıdır. Nite«Büyüklere saygı göster, hürmette kusûr etkim insanlığa hakkı, hayrı ve güzel ahlâkı tavsiye edecek insanların, bizzat kendi yaşayışları ile me; böylece sen de yükselirsin, onların saâdeti bu kardeşliği sergilemeleri elzemdir. Mevlânâ sana da ulaşır.» Hazretleri ne güzel buyurmuştur: «Halı ol, üzerinde kırk tane ayak dolaşsın ki, «Hâl ile öğüt veren, sözle öğüt verenden baş tâcı olasın!» ««Ağzından kan damlasa, kıiyidir.»Öte yandan günümüzde toplumun te- zılcık şurubu içtim» diyerek âile içi hâdiseleri 18 Ocak-Şubat-Mart kimseyle paylaşmayasın!” cümleleriyle özetlenebilecek bir muhtevâda idi. Eşler, kayınpeder ve kayınvâlidelerini anne-babaları olarak telâkkî eder, gelinler görümcelerini ve damatlar da kayınbirâderlerini âdeta kardeş olarak bilirlerdi. Bu fânî cihanda kurdukları âile yuvaları da, yaşadıkları takva hayatıyla cennet hazırlığı hâlinde olurdu. Zira onların yegâne örneği, dünyadaki en mesut hâne olan, Peygamber Efendimiz’in yuvası idi. O yuva, dünyanın öyle huzur ve güzellik dolu yuvasıydı ki, günlerce sıcak bir yemek pişmediği hâlde, burcu burcu saâdet kokardı. Üstelik o mukaddes yuvada hanımların odası, ancak başlarını sokacak bir mekândan ibâretti. Ancak o yuvanın en lezzetli rızkı; rızâ, sabır ve teslîmiyetti. Allah Rasûlü r’in âile hayatında uyguladığı terbiye usûlü, onların kalplerini sonsuz bir bağlılık, hürmet ve muhabbetle doldurmuştu. Şu bir hakikattir ki, hiçbir kadın, efendisini; vâlidelerimizin Allah Rasûlü r’e olan sevgileri derecesinde sevemez. Hiçbir koca da, hanımını; Allah Rasûlü’nün, mübârek hanımlarına olan muhabbeti seviyesinde sevemez. Hiçbir evlât, Hazret-i Fâtıma’nın babasını sevdiği kadar sevemez. Hiçbir baba da evlâdını, Allah Rasulü’nün Hazret-i Fâtıma’yı sevdiği kadar sevemez. mânevî noksanını telâfî etmek, sevinç veya hüznünü paylaşmak, aşırı istekten sakınmak, derdine ortak olmak, birbirine öğütte bulunmak, kusurlarını affetmek ve husûmeti bertaraf edebilmek için «ben haklıydım, sen haksızdın!» gibi sözlerin üzerine bir şal atarak kardeşliği her hâlükârda yaşatabilmektir. Hâsılı bir yuvayı huzur ve saâdet içinde devam ettiren yegâne hususiyet, karşılıklı sevgi, saygı ve mesûliyet duygusudur. Ama unutmamalıdır ki, ecdâdımız: «Yuvayı dişi kuş yapar» buyurmuşlardır. Bu bakımdan yuvaya sahip çıkmak hususunda kadın, daha tesirli bir rol üstlenmiştir. Dolayısıyla kadının bu noktada göstereceği firâset (seziş ve kavrayış), gayret ve fedâkârlık, erkeğinkinden daha fazla bir ehemmiyet arz eder. İşte İslâm’ın bize telkin ettiği ve bizden istediği yüksek ahlâk, bu hâle sahip olabilmektir. Bir şair, gönlün fazîlet bahçesi hâline gelebilmesi için insana şöyle nasihat etmektedir: Gökten cevherler yağsa taş yine vermez çiçek Toprak ol ki toprakta nice güller bitecek Bu hususta günümüz annelerine düşen vazife de, evlatlarını şu hadîs-i şerîfin muhtevâsına girecek şekilde yetiştirmeye gayret etmektir: Ne mutlu, din kardeşliğini her hâlükârda muhafaza edip yaşatabilen mü’minlere!.. Cenâb-ı Hak, gönüllerimizi İslâm kardeşliğinin feyz ve rûhâniyeti ile ziynetlendirsin. Cümlemizi, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet günü Arş-ı Âlâ’nın altında gölgelendirilecek olan din kardeşleri zümresine ilhâk eylesin. «Mü’min, başkalarıyla ülfet eder (hoş geçinir) ve kendisiyle ülfet edilir. Kimseyle ülfet etmeyen ve kendisiyle de ülfet edilmeyen kişide hayır yoktur.» (Ahmed, II, 400, V, 335) Zira Rabbimiz; mü’minlerin, birbirini yıkayan iki el gibi olmalarını arzu buyurmaktadır. Birbirini yıkayan iki elden maksat ise, birbirinin maddî- Âmîn... Şebnem Dergisi, 2010 - Kasım Sayı: 69 19 Ocak-Şubat-Mart Melek Uyar | ve melekuyar_43@hotmail.com Sevgi Kardeşlik “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…1 M üslüman müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz. Her Müslüman’ın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır.Takva işte burada (kalpte) dır. Bir kimsenin Müslüman kardeşini hor görmesi, kendisine yapacağı kötülük olarak yeter.2 Bir toplumun üyelerini bir araya getiren en önemli unsur sevgidir. Sevgiyle toplanan sevgiyle kaynaşan insanların devamlılığı ise adaletle gerçekleşir. İnsan iki şeyi sever: İlki, kendini ve devamlılığını sağlayan şeyleri, mesela anne babası… İkincisi ise, kendisine iyilikte bulunanları. Görüldüğü gibi bu sevgilerin nedenleri vardır. Bununla birlikte bu, insanın varlığındaki bir gerçektir. Madem insan bu özellikleri yaratılışında taşıyor, bize düşen, bunları doğru şekilde doğruya yönlendirmektir. Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede Allah-u Teâlâ (c.c.) Müslümanları “İyilik ve takvada yarış”a “insanlara ikram”a davet etmektedir Bu sevgilerden daha üst bir sevgi vardır ki, onun, nedeni, gerekçesi, eksilmesi, zarar görmesi mümkün değildir. O, gönlüne yerleştiği kişinin gönlünü cennet bahçelerine çevirerek hem o kişiyi hem de etrafında bulunanları saadetli kılar. O sevgi Allah sevgisidir. Allah (c.c.) için sevmek, öyle bir menbadır ki, ondan ne kadar çok kişi içerse, suyu o kadar çok artar, dolayısıyla çevresine hayat dağıtır. 20 Ocak-Şubat-Mart ve hummaya tutulan bir vücut gibidirler.”3 Diğer sevgiler bencilcedir, ben merkezlidir, ben içindir. Oysa bütün sevgiler sadece Allah (c.c.) içindir. Allah (c.c.) için sevgi “karşılıksız sevgi”yi ifade eder. İnsanlarda kardeşlik, ana-baba birliğindendir. Bundan dolayı bir ömür birbirleriyle hukukları vardır, birbirlerinden kopamazlar. Müslümanlar arasındaki kardeşlikte ise, Yaratıcı ve din birliği vardır. Kardeşler arasındaki iletişim ve etkileşim ne kadar kuvvetliyse din kardeşleri arasındaki bağ da en az o kadar kuvvetli olmalıdır. İnsanı, insana olan sevgisinden yaratan Allah Teâlâ (c.c.), en çok sevdiği kulunu da bu insanlara en son Peygamber, rehber olarak göndermiştir. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sevgi Peygamberidir. Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) hayatında en dikkat çekici husus sevgidir. Gönderildiği topluma sevgi ve kardeşlik tohumları eken Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu tohumların ulu birer ağaç olacağı şuuru ile hareket etmiştir. Asırlar öncesinden bize şu hitapları çağlayan gibi ulaşmıştır: “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona haksızlık etmez, onu düşman eline bırakmaz. Kim Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da (c.c.) onun ihtiyacını giderir; kim Müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da (c.c.) onu bir sıkıntıdan kurtarır; kim Müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da (c.c.) onun kusurunu gizler.”4 “Müminler birbirini sevmekte, birbirine şefkat göstermekte ve korumakta, herhangi bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da bu yüzden uykusuzluğa Kardeşlik, fedakârlık ve hoşgörü gerektirir. Kardeşini kendi nefsine tercih etmekle birlikte sahiplenme ister. Sürekli kardeşinin olumlu yönlerini görerek ona karşı sevgisini arttırmayı ön planda tutar. Sevginin sonucu olan kardeşlik, önce bu duyguları taşıyanı olumlu davranışlara yöneltir; ardından bu toplumsal bir figür haline gelerek o toplumun ahlaki karakterini meydana getirir. Dinin temeli de, binası da, inşası da sevgidir. Bu sevgiyi gereği gibi anlayan ve yaşayanların oluşturduğu toplum İslam toplumudur. İmanı köklü bir ağaç olarak düşünecek olursak; bu ağacın kökü sevgidir, dalları sevgidir, meyveleri sevgidir. Bu toplumsal ruhu Allah Teâlâ (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ifade etmektedir: “Doğrusu iman edip sâlih ameller işleyenler var ya, Rahmân (olan Allah (c.c.)) onlar için (kalplerde) bir sevgi kılacaktır.”5 “Ekmel” ve “Kâmil” olan bu dinin mensupları olan bizler, Allah Teâlâ’nın (c.c.) ve Rasûlü Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) çizdikleri yol üzere yani sıratı müstakim üzere olmalıyız. “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü” düstûru ile tüm insanlığa yaklaşmamız, insanlığımızın ve Müslümanlığımızın olgunluğunun göstergelerinden olacaktır. Allah Teâlâ (c.c.) İslam’dan ve Rasulullah’ın (s.a.v.) izinden gönüllerimizi ve bedenlerimizi ayırmasın. Âmin. Dipnotlar: 1 (Müslim, Îmân 93-94) 2 (Tirmizi, Birr 18) 3 (Buhari, Edeb 27) 4 (Müslim, Birr 58) 5 (Meryem Sûresi ,96 21 Ocak-Şubat-Mart Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ Bey’le, “İdeal Bir RÖPORTAJ Gençlik” Tebessüm: -Gençler içinde bulundukları zamanı en verimli bir şekilde nasıl değerlendire bilirler? Gelecekleri için en verimli yatırımları nasıl yapabilirler ? Prof. Dr. Ahmet Akgündüz: Köylü olanlar bilir. Düz ve boş harman yerleri vardır, köyün dışında, kenarında veya müsait bir yerinde. Bu harman yerleri bir yıl boyunca boş durur. Fakat on, on beş günlük harman zamanı adeta köy oraya boşalır, herkes orada çalışır. Çocuklar, gençler, yaşlılar ve kadınlar hepsi kendine düşen görevi orada çalışarak yerine getirirler. Bu çalışmada uzun kış aylarının ve günlerinin ihtiyacı hazırlanır. Sadece uzun kış günlerinin değil bütün bir yılın emeği verilir bu harmanlarda. Mahşer olan harman yerlerinde, buğdaylar dövülür, fasulyeler ayrıştırılır, mısırlar sıyrılır, bulgurlar kaynatılır ve kurutulur. Bu güzelim yiyecekler elde edilirken fareler karıncalar, kargalar, tavşanlar ve keçiler boş durmaz. Adeta harman yeri onların da mahşeri olur. Ne kadar çok çalarlarsa o kadar çok kar ederler. Bu hırsızlara mallarını kaptırmak istemeyen köylüler, harman bekçisi tutarlar. İşte gençlik, insan ömrünün harman zamanıdır. Bütün malların ambara konacak vaktidir. Bu zamanda Kur’an ezberlenir, üniversiteler bitirilir, yabancı diller öğrenilir. (Ben şahsen dört lisanı bu dönemde yani on beş, yirmi beş yaşları arasında öğrendim.) Bu kazanılan bilgiler hafıza ve akıl ambarına konur ve hayatın diğer zamanlarında kullanılır. “Gençlik” dediğimiz bu çağda muzır mahlûklar da Üzerine en şiddetli şekilde çalışır. Fareler, yılanlar, karıncalar, kargalar, tavşanlar ve keçiler işte bu sıralarda insanın zamanını, ilgisini, muhabbetini, gözlerini, kulaklarını, ellerini, ayaklarını kısacası tüm ruhunu ve bedenini çalarlar. Gençler, daha sonraki yıllarında, çaldırdıkları meziyetlerini elde edemezler ve kullanamazlar. Ahirette zaten perişandırlar. Allah, gençlerimizin akıllarını başlarına getirsin de gençliklerini zayi etmesinler. Tebessüm: -Kıymetli Hocam, sahasında mütehassıs biri olarak, başarılı olmak için nasıl bir yol izlediniz? Bu konuda gençlere tavsiyeniz neler olabilir? Akgündüz: Birincisi; Başarının bir sırrı “uyuyorken güneşin üzerine doğmaması” olarak belirtiyorum ve sabah güneş doğmadan kalkmanın bize getirdiği nimetleri anlatıyorum. İkincisi; Başarılı olabilmek için zamanı çok iyi ayarlamak ve eskilerin malayaniyat dediği işlerden uzak durmaya çalışmak. Bana soruyorlar: Geleceğe ait projeleriniz var mı? Diye. Benim cevabım elbette 70 yıllık projelerim hazır olunca şaşırıyor ve yine soruyorlar; Nasıl olur yaş 50’yi geçmiş? Benim temel cevabım şu: Elinde 70 yıllık projesi olmayan önündeki yedi yılda başarılı olamaz. Üçüncüsü; Mütehassıs olacağınız alanda temel disiplinleri çok iyi halletmek. Benim meşhur cevabım bana gelen gençlere, Boğaziçinin en iyi bölümünü sonuncu bitirmektense, Hakkâri Müzik Yüksek Okulunu birincilikle bitirin. neler olmalı? Bu konuda hangi eserleri güvenilir kaynaklar olarak tavsiye edersiniz? Akgündüz: Günümüzde, Osmanlı Devleti’ne cephe alan belli mihrâklar ve karanlık güçler, üç kol halinde, en uzun ömürlü İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti’ne hücum etmektedirler: Birinci kol, İslâm’a düşmanlıklarını açıktan ortaya koyamayan ve bunu Osmanlı düşmanlığı adı altında yürüten din ve tarih düşmanlarıdır. Bunlar, kusurlarıyla birlikte, İslâm’ı hayatın bütün safhalarında yaşayan ve yaşatmaya çalışan Osmanlı Devleti’ni tenkid etmekle, açıktan yapamadıkları İslâm düşmanlığını böylece yapmış oluyorlar. İkinci kol ise, altı yüz sene, İslâm›ı neşretme hizmetindeki Osmanlı Devleti›ne ayak bağı olmuş, İslâm›ı kendi sâfiyetinden çıkarmaya çalışmış bir devletin fikir propagandalarına kanan ve tarihimizi tam bilmeyen bazı saf Müslümanlardır. Üçüncü kol ise, Osmanlı Devleti’nin bütün Müslümanları kucaklayan ümmet ve Osmanlı Milleti anlayışına karşı çıkan ve yanlış olarak Osmanlı Devleti’ni Türk düşmanı gibi göstermeye çalışan belli bir ekiptir. Özellikle Fâtih’in kapıkulu sistemini ve Sokullu gibi başka ırklara mensup Osmanlı devlet adamlarını acımasızca tenkit edenler bu grup içinde yer almaktadırlar. Her üç kolun da ellerinde koz olarak kullandıkları en önemli mevzûlardan biri, Osmanlı padişahlarının ve Osmanlı Devleti’nin, İslâm dininin, içki yasağı ile alâkalı hükümlerini hiçe saymaları ve aşırı bir içki mübtelâsı olmaları şeklindeki iddiadır. Harem mevzuu da bu tür iddialarla bezenerek ve süslenerek vatandaşın önüne çıkarılmak istenmektedir. Osmanlı Devleti, büyük bir devlettir. Osmanlı Tarihi konusunda kalem oynatmak da büyük bir iştir. Büyük işlerde sadece kusurları gören cerbeze ile hareket edenler, hem aldanır ve hem de aldatırlar. Cerbezenin şanı, bir kötülüğü sümbüllendirerek bütün güzelliklere galip getirmektir. Bir adamdan bir sene içinde meydana gelen pis kokuları bir anda meydana gelmiş gibi hayal ederek o adama bakarsanız, o adam nazarınızda çok çirkin hale düşer. İşte eğer cerbeze ile 600 yıllık zamanda 20 milyon km2’lik mekânda Osmanlı Tarihi içinde dağınık halde meydana gelen bütün kötülükleri toplar ve o siyah perde ile Osmanlıya bakarsanız, o zaman kapkaranlık bir tarihle karşılaşırsınız. Cerbeze, bütün çeşitleriyle garip şeylerin makinasıdır. Gerçekten de cerbezeli bir âşıkın nazarında bütün kâinat sevgiyle oynaşmakta ve gülüşmektedir; ama çocuğunun vefatıyla mâtem tutan bir ananın nazarında umum kâinat hüzün içinde ağlaşmaktadır. Halbuki ikisi de doğru değildir. İşte biz, girdiğimiz Osmanlı tarih bahçesinde sadece kirli ve murdar şeylere değil; açmış çiçeklere ve kokan güllere de bakıyoruz. Makam için fetvâ veren Turşucu-zâdelerin yanında Kanuni’ye karşı çekinmeden ‘Padişah emriyle nâ-meşrû’ olan nesne meşrû’ Ben beş yaşımdayken çevremdeki insanlara Kur’an okumayı öğretiyordum ve Osmanlıca Mızraklı İlmihal’i de su gibi okuyordum, elhamdülillah. İlkokulu köyümde tamamladım. Arkasından Gaziantep İmam Hatip ve Gaziantep Fen lisesini bitirdim. Bu arada bence asıl gelişme lise dönemimde oldu. Çünkü ortaokul ikinci sınıftan itibaren babamdan öğrendiğim Emsile-Maksud seviyesindeki Arapça bilgilerimi, Molla Cami’nin Bab-ül Mecrurat’ına kadar, Tillo’lu meşhur Hafız Taha’dan okuyarak geliştirdim. Kader-i ilahi, sırf bana ders vermesi için, onu 1971 olayları vesilesiyle, Gaziantep’e sürgün etti. Sürgün edildiğinin ilk günü tanıştık. Bu da ayrı bir tevafuktur. O gün ben müftülükteydim. Zira ben İmam Hatip ikinci sınıfından itibaren müftülükçe köylere vaaz etmeye gönderiliyordum. Vazifeli olduğu camisinin odasında bana bir aşır okuttu. “Akgündüz hoca, senin kıraatın benden iyi. Ben sana Arapça okutayım” dedi. Seviyemi öğrendi. Başladık. Bina’yı bir haftada bitirdik. Maksud on gün kadar sürdü. Daha sonra Sadeddin Teftâzânî’nin Şerhu’l İzzî adlı eserini haşiyesiyle birlikte okuduk. Arkasından kendisinden Katr’un Neda’yı okudum. İbn-i Hişam’ın, konusu Arap dili grameri olan Şuzur’uzZeheb’ini okudum. Molla Cami adlı eserin Mecrurat kısmına kadar geldik. İbn-i Malik’in 1000 beyitle Arapça gramerini ele aldığı meşhur Elfiye’sinin 670 beytini aynen Fatiha derecesinde ezberletti hocam. Yani onu Fatiha okuma kolaylığında okuyabiliyordum. Alet ilimleri bitince bunu takiben Münazara ilminden bir eser, Mantık’tan iki kitabı; Şemsiyye ile Muğn’it- Tullâb’ı bitirdim. Ardından Erzurum Yüksek İslami İlimler Fakültesini kazandım. Bir taraftan Celaleyn başta olmak üzere Arapça grameri ve tefsir dersleri veriyordum. Bir taraftan da ilmimi tamamlamak istiyordum; Usul-u Fıkıh, Usul-i Hadis, İlm u Usûli’t Tefsir ve Fıkıh ilminin ana meseleleri.. Usul-ü Fıkıh’ta Molla Hüsrev’in ’Mir’at El Usûl fi Şerhi Mirkat el Vüsûl adlı eserini okumak istedim. Mehmed Kırkıncı Hocamı tavsiye ettiler. Kurşunlu medresesinde o zaman o kitaptan ders başlamıştı. Şu an Din İşleri Yüksek Kurul Üyesi olan Zeki Karakaya Hoca, merhum İn’am Hocaefendi, şu an Profesör olan Sadi Çöğenli Hoca, Ali Bayram Hoca gibi zatlar da bu derse devam ediyorlardı. Tebessüm: -Hocam, ecdadımız bize paha biçilmez bir kültür mirası bırakmıştır. Bu mirasa sahip çıkmak bizim görevimizdir. Gençlerimizin tarihimize yeterince ilgi gösterdiğini düşünüyor musunuz? Tarih bilincimizin oluşmasında atılacak adımlar 23 Ocak-Şubat-Mart olmaz’ diyerek haykıran Ebüssuud’dan; Torlak Kemal ve Mithat Paşaların yanında Molla Fenari’den ve Ahmed Cevdet Paşa’dan; devleti perişan eden Tal’atEnver-Cemal üçlüsünün yanında Pîrî Mehmed Paşa ve Köprülü Mehmed Paşa’dan; körü körüne ilmî gelişmelere karşı gelen Kâdîzâde’lerin yanında Lagari Hasan Çelebi ve İsmail Gelenbevî’den de bahsediyoruz. Biz tokadımızı Antranik ile beraber Enver Paşa’ya ve Venizelos ile beraber Said Hâlim Paşa’ya vurmuyoruz. Nazarımızda vuran da sefildir diyoruz. Kısaca tarihimizde görülen menfilikleri bir testi pis su olarak görüyoruz. Bir testi pis su bir denize dökülürse, denizi kirletmeyeceğine ve hatta kendisinin de temizleneceğine inanıyoruz. Tarih bize gösteriyor ki, biz müslüman Türkler, ne derece mânevi değerlerimize bağlanmış isek ilerlemişiz. Ne vakit mânevî değerlerimizden uzak kalmışsak, gerilemişizdir. O zaman ş düşmanlar bizi can damarımızdan vurmuşlardır. Bilesiniz ki düşman izi hiçbir zaman açık savaşta yenememiştir. Daima tehlikeyi, kurtuluş reçetesi olarak göstererek bizi içimizden hançerlemişdir. Bir milletin maddî bataryaları ne kadar modern silahlarla mücehhez olursa olsun ve o millet isterse imparatorluk seviyesine yükselsin, mânevî bataryaları boş olduğu müddetçe yıkılmaya mahkumdur. Bunu hisseden düşman, Türk Gençliğini içerden kemirmeyi, onu mazisinden ve manevi değerlerinden koparmayı kendisine hedef seçmiştir. Bugün bunun nasıl icra edildiği hepinizin malumudur. Bir kısmından biraz sonra biz de bir nebze bahsedeceğiz. Ancak tarihten ibret almak için bir vatan haininin ve can düşmanımızın itiraflarını ve hareket planlarını ifade eden bir vesikayı arz edeceğiz. Vatana ihanet suçuyla 1321 yılında Patrikhanenin orta kapısı önünde asılmış bulunan İstanbul’daki Fener Patriki Gregorious tarafından Rus Çarı Aleksandr’a yazılan mektupta aynen şu ifadeler yer almaktadır: Tebessüm: -Hocam, küreselleşen bir dünyada yaşamaktayız. Sınırlar sadece harita üzerinde kalıyor. Bilgi ve teknoloji çağındayız. Zamanımızın gençlerini nasıl bir merkez etrafında toplamalıyız? Manevi dinamikleri nasıl harekete geçirmeli, gençler hangi halet-i ruhiye içerisinde olmalı..? Ve istenilen bu ideal kıvamı nasıl yakalıya biliriz? Akgündüz: “Bir milleti millet yapan önemli unsur, müşterek mânevi değerlerdir. Türk gençliği ne zaman mânevî değerlerine bağlanmışsa ilerlemiş onlardan koptuğu zamanlarda ise geri kalmıştır. Mânevi bataryaları boş olan milletler, sırf maddî bataryalarına güvenmemelidirler. Dünya mânevî bir buhran geçiriyor., Kalbinde manevî bir yasakçı bulunmayan gençlik akıldan ziyade duyularına mağlup olduğundan, her çeşit tahribatı yapabilir. Devlet, cemiyetin yararına olarak girişeceği her teşebbüste, insanın maddi yapısı kadar mânevî yapısını da düşünmelidir.” İnkâr edilemez bir gerçektir ki; insanın maddî yapısı yanında ruhî ve mânevî yapısı da vardır. İnsan sırf et ve kemikten, yani yalnız kuru bir cesetten ibaret değildir. Bir insanı tatmin etmek, bütün duygularını tatmin etmekle mümkündür. Mide bir gıda istediği gibi, kalp, ruh ve diğer latife ve duygular da gıda ister. Bunların da gıdasını temin etmek bir zaruret iken, sadece cesedi beslemeye çalışmak, kalp, dil ve dimağı koparıp cesede yedirmekten başka bir şey değildir. Cesedi beslemek için, beyni ve kalbi çıkarıp ona yedirmek ise, insana yapıları en büyük bir zulümdür. İnsan mahiyetinin temel taşını oluşturan mânevî yanı ve mânevî yanının zaruri ihtiyaçları olan mânevî değerler, gençlik için daha çok önemli olduğunu; yaratılış itibariyle sınırsız duygu ve kabiliyetlere sahip olan gençlik için mânevî değerlerin bir kontrol müessesesi teşkil ettiğini; sosyal bünyemizde girişiIen hareketlerde, özellikle gençliğin, maddî olduğu kadar mânevi ihtiyaçlarına da cevap verecek şekilde hareket edilmesi Iüzumunu tekrar tekrar hatırlatmalıyız. “Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler, sabırlı, mukavemetli, mağrur ve izzet-i nefisli insanlardır. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, anânelerinin kuvvetinden ve âmirlerine itaat duygusundan ileri gelmektedir. Bu sebeple, Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve mânevî bağları koparmak, dini metanetlerini zaafa uğratmak gerekir. Mânevîyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları maddi kuvvetlerle yenmek mümkün olacaktır. Osmanlı Devletin’i asfiye için mücerret olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Yapılacak olan, Türkler’e bir şey hissettirmeden bu tahribi tamamlamaktır.” Sultan Aziz devrinde, İstanbuI Rus Elçisi olan GeneraI İgnatyef, bu mektubu zikrettikten sonra şunu ilave eder: “Ben vazifedeyken bu teşhisler isabetle tecelli etti.1” Evet maalesef bu oyunlara gelen Tanzimat gençliği, Rus elçisinin dediği gibi, “millî ananelerin düşmanı ve atalarının papuçları olamayacak bir hale gelmişlerdi.2 gugün de aynı tehlike ile maalesef karşı karşıyayız. Kurt gövdenin içine girmiş farkında değiliz. Can damarımızı paran, kanımızı içen en büyük düşmanı dost zanneden ahmaklar içimizde yaşıyor ve tahrip odaklarının hoperlörlüğünü yapıyor. Mânevi duyguları zayıflamış olan bir milletin, maddeten ne kadar güçlü görünse de, yıkılmaya mahkum olduğunu, bakınız Peygamberimiz ne güzel tasvir ediyor: “Yakın bir gelecekte, yiyicilerin karavana başına üşüştükleri gibi, düşman milletler de sizin üzerinize üşüşecek. 24 Ocak-Şubat-Mart Birisi sordu: O gün biz sayıca az olacağımızdan mı? Buyurdu: Hayır, siz o gün sayıca çok olacaksınız. Ancak sel suyunun biriktirdiği çörçöp yığınına döneceksiniz. Allah da düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu kaldıracak, kalplerinize de “vehen” sokacak. Vehen nedir? diye soruldu. Cevaben buyurdu: Sırf dünyayı dünya için sevmek ve ölümden nefret etmek.3”. Yani mânevi değerlerden ve bağlardan kopmak. Şurada yine eli kanlı papazın “Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri zaferlere götüren asıl kudretlerinden sıyıracak ve onları yenmek mümkün olacaktır.” sözünü tekrar hatırlatmak istiyorum. Dipnotlar: 1) Kutay, Cemal, Tarih Konuşuyor Dergisi, c. l, sy. I, sh. 69-70; Canan, İbrahim, Ahirzaman Fitnesi ve Anarşi, İstanbul 1982, sh. 104-105. 2) Gözler, H. Fethi, ideal Türk Gençliği, Milli Kültür, Mayıs 1925 sh. 27 vd. 3) Reşid er-Raşid, Tenvirür-Rical, Halep, 1389 H., sh. 4) (Ebu Davud’dan naklen). ÜNDÜZ K G K A t e m h A r. D Prof. ına imdir? m Üniversitei Rotterdam İslâ er b an d lın yı gilizce, 2001 âs tedir. Arapça,İn az ek K ş tm ü g rü n yü ü Ç ü n iyarbakır ’ın si Rektörlüğü li ve iki çocuk de 1955 yılında D bilmektedir. Ev İlkokulu köyün ça u. rs d ğ Fa o d ve e e d n kç Köyü Flemen âm-Hatip bağlı Malkaya z, Gaziantep İm ü d n ü kg n A u n ez babasıdır. en m tamamlaya rı şunlardır: Fen Bölümünd si se Li p tabından bazıla te ki n m ia 38 İli î az an G m n lâ ve la İs n si si yı se lilleri Ya Li ersite i Ve Hukûkî Tah er a Erzurum Üniv d el te lın si âm yı n er n 80 iv û n 19 Ü ân K u. old a İstanbul 1. Osmanlı en; 1982 yılınd u. ler Fakültesind ld o yayınlandı). n u den mez (12 Cilt, 9 cildi in ûku Külliyâtı es lt kü Fa k si Hukû ve Osmanlı Huk ine 1982 m es lâ lt İs i kü el Fa es k ay kû uk 2. M tesi Hu i olaDicle Üniversi ştırma Görevlis ra A i h ri Ta k (Tek Cilt). kû ve tbikatında Kasım’ında Hu inde mastırını ve Osmanlı Ta es a n d n se ku 83 kû 19 u z, H ndü 3. İslâm Osmanlı rak giren Akgü Hukûkunda Ve âm sl “İ si. e d e e d yl zi in Vakıf Müessese oktora te d 1986 senes lı ad ’et ile birlikte). ” si se se kıf Mües ri (2 Cilt ve Hey a d lle Va ın a ci d Si ay ın e ât ım yy ik as r’i K tb i Şe Ta 4. nes şuyor (5 Cilt). amladı. 1987 se nya Selçuk erçekleri Konu Ko G , doktorasını tam er üz d el lg ün Be kg A 5. yasası. oçenti olan uz Ve İslâm Ana Tarihi ve k um kû ûk u uk Hukûk Tarihi D “H H e sa i’n ya 6. Eski Ana ukûk Fakültes yânnâmesi. Üniversitesi H yin edildi. ta k ra la o ” ti İnsan Hakları Be n a ’d çe o m D lâ İs ku 7kû u lı an rihi. İslâm H ında Sayıştay Ta Başbakanlık Osm ığ a Iş d i ın er as el ar lg rı Be lla 8. Arşiv Baba (OSAV). 1986-1989 yı t Arşivleri Daında Somuncu ığ üşâvir ve Devle Iş M i er an a el d lg zm ar U Be al e iv d 9. Arş Arşivin ıyla araştırm -ı Kehf ve TarÜyeliği sıfatlar Işığında Eshâb ınar i p er lu el m lg u D Be e iv d nışma Kurulu rş n lülü 10. A ndüz, 1993 Ey atandı. Ekim ak bulunan Akgü ar ol ü ör es of s su Tarihi. ik MüesHukûk Pr lelik ve Cariyel iktisâdî ve k Kö a ci d le Üniversitesine n Bi ku lı ku ağ u b H 11. İslam niversiteye olu1993’de aynı Ü em. an olarak tayin ek D e in es Osmanlı’da Har lt kü ve asi Fa r m se ır le se şt m ra ili A B İdârî Osmanlı anlı. aynı zamanda linmeyen Osm -1998 Bi 97 . 12 19 ır. ıd nan Akgündüz, n ka vellî Hey ’et Baş eni Meselesi. oları Vakfı Müte . Sorularla Erm sinde Misafir Pr 13 te si er iv n Ü n Ayasofya. ceto Akgündüz’ün de Bir Ma’bed; ir ders yılında Prin an n ev D lu u ç b Ü . a d 14 ar tırmal tadır. fesör olarak araş alesi bulunmak ak m ve er es î çok sayıda ilm 25 Ocak-Şubat-Mart Rabia Yelimlibağ | iklil_medine@hotmail.com Kardeşimsin, Kardeşinim! T uğlaları düşen binanın, sıvasını karıp durur gibiyiz. Elleri ayakları koparılan vücutta, merhem olmakla avunuyoruz. Sahtelik provasını iyi yürütüyor gülümsemelerimiz. Oturduğumuz yerden kardeşlik türküleri söylerken, kim bilir kaçıncısını izliyoruz katliamların. Hâlbuki tarih yazan ama tarih olmayan abideler var önümüzde, bilincimizi sarsan kardeşlik destanları. Bir el Mekkeli, diğeri Medineli. Tutuyorlar birbirlerini asırlara meydan okuyarak. Çağlar akıyor, insanlar başkalaşıyor, çürüyor, diriliyor, yeşeriyor tekrar bozuluyor ama o iki elin hatırası hiç gitmiyor hafızalardan. Bozuldukça, yıprandıkça, düşmanlaştıkça o iki elin resminden yeniden diriliyor ve birleşiyor nice milletler. ki iki kıtayı bir arada tutan iki köprü gibi. İki kültürü, iki rengi, iki dili bir arada tutuyor. O iki el, evlerini, yurtlarını terk etmiş insanlara gönlün nasıl açıldığını temsil ediyor. Ve kalbimize vura vura, içimizi titreterek, Müslümanlığın ölçüsünün kardeşlikten geçtiğini yazıyor, asırlardır satırlara. O iki el. Biri Mekkeli, diğeri Medineli. Ensar ve Muhacir kardeşliği! Bilinmeyen yüzler, ama içten bakışlar, içten gülümsemeler. İşte bu hakiki kardeşliğin ta kendisi. İslam Kardeşliği! Yankılanıyor hakikat, ses veriyor toprak, yaprak. Dalında meyve, kabarıp dökülen dereler, gökyüzünde âlemler sarsılıyor. “müminler ancak kardeştir!” ses veriyor tarih. Balkanlar, Kosova, Bosna. Utansın zalimler döktüğü kanla. Ama elleri, yürekleri kardeşlerinin üzerinde yiğitler vardır orda. O iki elin gölgesinde kuruluyor gönül bağları. Balkanlardan, Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya o iki el 26 Ocak-Şubat-Mart Ses veriyor tarih. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta. Akabe’de Habib-i Zişan’ın ellerini tutan, sözünde duran, Rıdvan Biat’ında o ağacın altında sözünün eri olduğunu gösteren, ölüme razı olup kardeşliğin ne olduğunu bir daha hatırlatan yiğitlere bakıp ses veriyor mız, kardeşlikleri unutturulan nice kardeşlerimiz var. Yakınlarımızda. Yankılanıyor bir daha İlahi ses “Mü’minler ancak kardeştir!”. Sahi kardeşim kim benim? Yanıbaşımdakiler mi, ulaşamadığım uzaktakiler mi, yoksa ulaşmak istemediğim yakınımdakiler mi? Milletini yazmıyor tarih. Dilini, ırkını, bir olmazı gerçekleştiren erlerin Allah’ın emrine yürüyüp, Nebiler Serveri’nin birleştirdiği o ellerin ruhlarına heveslenip, kardeşliği tesis eden, orduları altüst eden o cengâverleri, o ruhu yazıyor Çanakkale! Akabe’den, Rıdvan Biatı’ndan kopup gelen ruhla diriltiyor topraklarını. Sesleniyor topyekûn şanlı geçmişim. Nebiler Serveri’m, Muhacir’im, Ensar’ım, Rıdvan ağacı’m, Çanakkale’m, Balkanlar’ım. Kardeşin kim senin? Doymaz iştahların kararttığı Afrika’m. İlmin diyarından, mazlum diyarına dönüşen Bağdat’ım. İsmini bile duymadığım yerlerde, yabancı ellerin mahremlerinde gezindiği nice dindaşım. Bitmeyen bir inatla bölünmeye çalışılan bereketli topraklarım. Haykırıyor artık kardeşin kim senin? Ses veriyor kanla sulanan topraklar. O iki el, kalplerime vura vura hatırlatıyor kardeşliğimizi. Ah aldanan insan! Kanınla sulanan topraklar, hala ödeyemedi aradaki düşmanlığın diyetini. Ses vermiyor insan. Ezelden bağlı ama bağları koparılmış iki yürek ses vermiyor! Bildiklerim bilmediklerim, bilmek istemediklerim. Tanıdıklarım, tanımadıklarım, tanımak istemediklerim. Vicdanım ses veriyor, kardeşimsiniz hepiniz, kardeşinizim hepinizin! Tanıdık yüzler düşmanca bakışlar, gülümsemesi uçmuş dudaklar. Yüzyılların birlikteliğini, kardeşliğini, aile bağlarını, gönül bağlarını bırakıp, fitneye ve ayrışmaya koşanların, nasıl bölünmeye kapı araladığını temsil ediyor bu bilinmeyen eller! Çünkü “Mü’minler ancak kardeştir” ve “Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz”. O iki elin kardeşliği sarsın ruhlarımızı. O elleri bir araya getiren Rasulallah’ın huzuruna varıncaya kadar, İslam kardeşliği perçinleşsin yüreklerimizi. Kardeşimsin, kardeşinim! Kim ne derse desin, başka çıkar yol çünkü. Çekişmeler, yanılgılar, terk edişler, uzaklıklar, yakınlıklar, hayal kırıklıkları ve umutlanmalar. Bütün zıtlıklar hâsılı kelam. Dönüp dururuz yine buluruz birbirimizi. Kardeşim, kardeşliğim! Bakışına, ruhuna aşina olduklarımız var. Ellerini tuttuğumuz, avunduğumuz kardeşliklerimiz var yanıbaşımızda. Bakışını, ıstıraplarını hiç bilmediğimiz ellerini tutamadığımız, avutamadığımız, kardeşlerimiz var. Ta uzaklarda. Bakışını, kalbini bildiğimizi zannettiğimiz, nefret ettiğimiz, ellerimizi uzatmadığı- Bilinmeyen yüzler ama içten bakışlar, içten gülümsemeler. Aynı ıstırapla yanıp, aynı sevinci yudumlayanlar. İslam Kardeşliği! 27 Ocak-Şubat-Mart Zeynep Nalbant Gürpınar’dan Damlalar Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan, iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine kadar sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar. -Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim, elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm. Büyük kardeşin aklına o an bir “iş” geldi ve ekledi: -Evet, sana göre bir işim var. (küçük kardeşinin çiftliğini işaret ederek) Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var. Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu: Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı. Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı. Ev sahibinden geçici bir iş istedi: -Benden ne yapmamı istiyorsunuz? Dedi. Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıkladı: -Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir, dedi. Fakat şimdi ben, onun yaptığından 28 Ocak-Şubat-Mart Üsti�na daha büyük bir şey yapacağım. Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi. Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum. Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın. Cenâb-ı Hakk’ın yalnızca kendisine dayanıp güvenen, gerçek tevekkül ehli kullarına lûtfettiği bereketi şu hâdise ne güzel ifâde etmektedir: Ebû Saîd -radıyallâhü anh-, mâruz kaldığı açlık yüzünden karnına taş bağlayan sahâbîlerdendi. Vâlidesi ona: “-Kalk, Rasûl-i Ekrem’e git, O’ndan bir şeyler iste. Falan adam Rasûl-i Ekrem’e gitmiş, O da onun imdâdına yetişmiş. Filân da gitmiş, o da nîmete nâil olmuş. Haydi, sen de git, belki bir hayırla dönersin.” dedi. Ebû Saîd -radıyallâhü anh- ise vâlidesine cevâben: “-Hele dur bakalım, önce bir şeyler arayalım, bulamazsak öyle gidelim.” dedi. Fakat bütün aramaları ve gayretleri boşa çıktı. Bunun üzerine çâresiz, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gitmeye karar verdi. Allah Rasûlü’nün huzûruna girdiğinde, onu hutbe îrâd ederken buldu ve hutbeyi dinlemeye koyuldu. Allah Rasûlü ise hutbesinde oradaki cemaate şunları söylüyordu: “İstiğnâ gösteren ve iffetini muhâfaza eden insanları, Cenâb-ı Hak bütün âlemden müstağnî kılar.” Ebu Said r.a, bu sözü işittikten sonra, Rasulullah (s.a.v)’dan bir şey istemeye cesaret edemedi ve eli boş bir vaziyette evine döndü. Kendisi bundan sonraki halini şu şekilde anlatıyor: ‘Rasûl-i Ekrem’den bir şey istemeden evime döndüğüm halde, Cenab-ı Hak rızkımızı gönderdi, işimiz o kadar yoluna girdi ki, ensar içinde bizden daha zengin bir kimse yoktu.’ İş arayan usta, başını salladı: -Sanırım durumu anladım, efendim. Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime başlayayım. Büyük kardeş ustaya kazma, kürek ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu. Akşam güneş batarken o işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını istediği çit yoktu ama derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla “usta işi” denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu. Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu. -Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşılık sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin. Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel, dedi. Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü. -Gitme, dur, bekle! Sana yaptıracağım birkaç iş daha var, çiftliğimde diye seslendi. Usta gülümsedi; -Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek, dedi ve ekledi, yapmam gereken daha çok köprü var. 29 Gürpınar Kur’an Kursu Öğrencilerine Sorduk İslam Kardeşliği Denilince... “Müminlerin en önemli görevi, İslamiyette kardeşlik ve cemaat şuurudur. Hakiki iman sahibi olmak da bu kardeşliği sağlamaktadır.” Zeynep SAKCİ “İslam kardeşliği denilince, önce ilk insan Hz. Âdem ve Havva geliyor aklıma. Hepimiz onların çocuklarıyız. Dolayısıyla İslam Çatısı altındaki bütün insanlar kardeş oluyor. En güzel kardeşlik ilk insanlarla başlamakta…” Beyzanur ÜSTÜN “Saadete ulaşmak için yegâne yol; Müslümanlar için kan bağından daha önemli bir bağ olan İslam kardeşliğinin, tam olarak uygulanmasıdır.” Zeynep ATİK “Dilimiz, ırkımız farklı olsa da bizi birbirimize bağlayan dinimizdir. Bizler İslam’ın Kardeş olma düsturuyla birbirimize kenetlenen öz kardeş gibi bağlı olmalıyız.” Merve DANIŞMAZ “En Sevgilinin yolundan iz süren, İslam’ı bir bütün olarak savunan ve koruyan Müslüman kardeşlerim geliyor aklıma..” Betül ER “İslam kardeşliği denilince aklıma; ensarın nefislerindeki şuhh (açgözlülük) ve buhl (cimrilik)’dan kurtulup, muhacir kardeşlerine isarda bulunmaları geliyor..” Şeyma ŞEN “İslam kardeşliği denilince aklıma, Peygamber Efendimiz (sav) ve Sahabilerin arasındaki bağ, beraberlik geliyor” Merve ÖZPEHLİVAN “İslam kardeşliği gerçek bir muhabbettir. Paylaşmaktır, komşusu açken tok yatmamaktır. Samimi bir içtenliktir. Kısaca merhametin, şefkatin de ötesindedir. Aynı zamanda bizi ahirette selamete kavuşturacak olan gerçek bir insan modelidir.” Medine EMİNOĞLU “Müslüman kardeşliği denilince aklıma; canını verebilecek kadar birbirlerini seven kişiler geliyor, tıpkı sahabiler gibi..” Habibe OKÇU “İnsanlar arasındaki huzur ve güveni sağlayan en büyük nimetlerden birisidir İslam kardeşliği..” Sümeyye BAYAT “Aklıma bütün olmak, bir olmak geliyor İslam kardeşliği denince.. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevmek ailendenmiş gibi sahiplenmek, korumak geliyor aklıma..” Neslihan ATAY “İslam kardeşliği birbirine sıkıca bağlanmaktır, kin beslememektir, kardeşini kötülükten korumaya çalışmaktır.” Büşra AYAN 30 Ocak-Şubat-Mart fzehraselcuk@hotmail.com Fatma Zehra Selçuk Esen Bir Hafta Niçin 7 gÜndÜr? Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısının 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde, göğün 7 kat olusu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı. Niçin Otellerin Kapıları Döner Kapıdır? Döner kapıların tek amacı enerji tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller. ® Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır. ® Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır. ® Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür. ® Bir hamamböceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden dokuz gün yaşayabiliyor ® Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir. 31 Ocak-Şubat-Mart lar ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 ya düşüyor. ® İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek tüketiyorlar. ® Kadınlar erkeklere oranla iki kat fazla göz kırpar. ® Kangurular geri geri yürüyemezler. ® Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. ® Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır. ® Ödemeli telefon konuşmalarının çoğu babalar gününde ediliyor. ® Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer. ® Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir. ® Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır. ® Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur. ® Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur. ® Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. ® Hapşırdığınız zaman, kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarınız bir an için durur. ® Hapşırırken burnu ya da ağzı kapamak, felce neden oluyor. ® Pablo Picasso, parasızlık çektiği gençlik günlerinde yaptığı resimleri yakarak ısınırdı. ® İnciler sirkede erir. ® Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur. ® İnek sütünün PH değeri 6’dır. (Aşağı yukarı suyun PH değeriyle aynı) ® Yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar. ® İnsan beyninin % 80’i sudur. ® Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur. ® İnsan beyninin ortalama ağırlığı 1.3 kg’dır. ® İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak başparmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir. ® Endonezya’da küçük çocukların başını okşamayın, yoksa onların inanışlarına göre zekâları gelişmez. ® İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir. ® Tibet’te çay bardağını iki elinizle avuçlamazsanız saygısızlık etmiş olursunuz. ® İnsanlar beyinlerinin sadece %10’unu kullanırlar. ® Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür. ® İnsanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyor- 32 Ocak-Şubat-Mart