Full Text - International Journal of Languages Education and
Transkript
Full Text - International Journal of Languages Education and
International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching ISSN: 2198 – 4999, Mannheim– GERMANY UDES 2015 p. 219-236 ADVICE ON CREATING A TEXT ANTHOLOGY TO BE USED IN THE TURKISH WORLD FOR TURKISH LANGUAGE AND LITERATURE LESSON TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER1 Aylin ÇAKIR 2 ABSTRACT Generally speaking, language is a tool providing communication between people. Another feature of the language is its function as a cultural medium. This feature is at least as important as providing communication. Its function as a cultural medium is not only for different generations but also for different clans. Turkish language and literature lesson aims to give listening, speaking, reading, writing and grammar practice skills along with providing the education for creating individuals with a sense of national, ethical, social and international common values. Turkish language and literature lesson, in this sense, is a lesson of cultural medium. The texts which we consider as tools for teaching the basics of Turkish language and literature lesson are critically important for cultural transfer between the teacher, students, parents and also the society or different peoples. Therefore, according to our opinion the texts to be used in Turkish language and literature lessons should have the following qualities: 1. In order to create or improve a sense of aesthetics the texts should be picked from the successful and nice examples of Turkish language. 2. The text selections should contain nice examples taken from other countries of the Turkish world in order to emphasize the fact that Turkish language is not only a spoken language in our country, but a widely used cultural language in other parts of the world. 3. In order to teach the notion of “Turkish Culture”, the selected texts should be about common values of the Turkish world. 4. Texts from different parts but with the same themes and motifs should be chosen and used together. 5. To teach the different types of literature the texts should vary in kind. 6. The assembly of texts in this regard should contain the examples of the well-known communities of the Turkish world. More importantly a great effort should be made to teach those texts in all the schools of Turkish communities, thus contributing the creation of a common sense and thought. In time, an anthology of texts should be formed and handed out to the schools of the Turkish communities. Key Words: Text, anthologies, Turkish world, Turkish teaching, literature teaching. ÖZET Genel bir ifade ile dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir araçtır. Dilin diğer bir özelliği ise, bir kültür aktarıcısı olmasıdır. Kültür aktarıcısı olma özelliği, en az anlaşmayı sağlayan araç olması kadar önemlidir. Bu kültür aktarıcılığı, hem farklı kuşaklar arasında hem de farklı boylar arasında söz konusudur. Türkçe ve edebiyat dersleri; dinleme, konuşma, okuma, yazma ve dilbilgisi kurallarını uygulayabilme becerilerinin kazandırılmasının yanında, öğrencinin millî, ahlâkî, sosyal ve milletler arası ortak değerlere sahip birey olarak yetiştirilmesini sağlamayı da amaçlar. Türkçe ve edebiyat dersleri bu anlamda bir kültür aktarımı dersidir. Türkçe ve edebiyat öğretiminde temel araç olarak gördüğümüz metinler; öğretmen, öğrenci, veli ve hatta toplum veya toplumlar arası kültür aktarımı açısından büyük öneme sahiptir. Bu bakımdan, kanaatimizce Türkçe ve edebiyat öğretiminde seçilecek metinlerin özellikleri şu şekilde olmalıdır: 1.Metinler, öğrencide estetik duygusunu oluşturabilmek veya geliştirebilmek için Türkçenin başarılı, güzel örnekleri arasından seçilmelidir. 2.Türkçenin sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları içerisinde değil, farklı coğrafyalarda da konuşulan önemli bir kültür dili olduğunu öğrencilere kavratabilmek için, Türk dünyasından alınan metinlerin güzel aktarmalarına yer verilmelidir. 3.“Türk kültürü” kavramını öğrencilerde yerleştirebilmek için Türk dünyasının ortak değerleri ile ilgili metinler tercih edilmelidir. 4.Aynı temayı işleyen farklı sahalara ait metinler tespit edilmeli ve bu metinler birlikte kullanılmalıdır. 5.Değişik anlatım biçimlerini öğrenciye tanıtabilmek için değişik türlerde metinlere yer verilmelidir. 6.Bu düşünceyle bir araya getirilen metinlerin içinde Türk dünyasının belli başlı topluluklarına ait metinler bulunmalı, daha da önemlisi bu metinlerin bütün Türk topluluklarındaki okullarda okutulması yönünde çaba harcanmalıdır. Böylece ortak duygu ve ortak düşünce oluşmasına katkıda bulunulmalıdır. Zaman içinde bir metin antolojisi oluşturulmalı ve Türk topluluklarındaki okullara kullanılması için dağıtılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Metin, antoloji, Türk dünyası, Türkçe öğretimi, edebiyat öğretimi. Bu çalışma Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi tarafından düzenlenen "1. Uluslararası Dil Eğitimi ve Öğretimi Sempozyumu’nda" sözlü bildiri olarak sunulmuştur. 2 Ege Üniversitesi, TDAE Türk Dili ve Lehçeleri Bölümü Doktora Öğrencisi, umaybengu@gmail.com 1 220 Aylin ÇAKIR 1. GİRİŞ Bu bildirimiz, sadece Türkiye’deki meslektaşlarımız tarafından değil, tüm Türk topluluklarındaki meslektaşlarımız tarafından kullanılabilecek bir antoloji hazırlama önerisinden ibarettir. Biz burada antoloji hazırlama prensiplerini ortaya koyacağız. Türkiye’deki Türkçe veya edebiyat öğretmenimiz, konusu geldikçe bu antolojiden Anadolu sahasına ait örnekleri bulduğu gibi başka Türk topluluklarına ait konu veya tema ile ilgili örnekleri de bulup işleyip öğrenciye tanıtacaktır. Böylece öğrenci hem Anadolu sahası dışında yaşayan Türk topluluklarından haberdar olacak hem de türlerin veya konuların, farklı coğrafyalarda yaşamalarına rağmen, tüm Türk topluluklarında ortak olduğu bilincine varacaktır. Teklif ettiğimiz bu antoloji “ucu açık” bir çalışma olacaktır. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan, herhangi bir Türk topluluğuna ait bir öğretmen, kendi edebi sahasına ait bir şiirin, hikâyenin, destanın vs. bu antolojiye girmesi için teklifte bulunabilecektir. Bu sayede antoloji giderek hacim kazanıp konu başlıklarının örnekleri bakımından çeşitlenecektir. Zamanla olgunlaşacak olan bu antoloji ortaokul ve liselerde kullanılacak metinler yönünden zengin bir muhtevaya sahip olacaktır. Elbette daha hafif, anlaşılması kolay metinler ortaokullardaki öğrenciler için kullanılırken, biraz daha ağır, sembolleri fazla olan edebi türler liselerde kullanılabilecektir. Başlangıç için destanlardan ve Dede Korkut’tan alınacak metinler dışında, antolojide bulunmasının uygun olabileceğini düşündüğümüz birkaç konu başlığı belirledik. Bu belirlediğimiz başlıklar sadece Oğuz coğrafyasında değil tüm Türk topluluklarında ortak olan konulardır. Bu konularda kullanılan Türk Edebiyatı kavramı “Türk Dünyası Edebiyatları” anlamındadır. Belirlediğimiz konu başlıkları şunlardır: 1. Türk Edebiyatında Na’at Yazma Geleneği 2. Türk Edebiyatında Tahir ile Zühre 3. Konusu Hz. Ali Sevgisi Olan Şiirler 4. Kahramanlık Şiirleri 5. Nasreddin Hoca Fıkraları 1.TÜRK EDEBİYATINDA NA’AT YAZMA GELENEĞİ İslamî Türk Edebiyatı’nda na’at yazmak bir gelenektir. Bu, sadece divan şiirinin değil halk şiirinin de önemli bir geleneğidir. Hz. Muhammed sevgisini en iyi anlatan eserlere baktığımızda bunların hemen hepsine Ahmet Yesevi’nin Hikmetlerinin kaynaklık ettiğini görebiliriz. Bu bakımdan söz konusu antolojide, Türk Dünyası Edebiyatlarının ortak döneminin ürünü olan Ahmet Yesevi’nin na’atı mutlaka yer almalıdır. Gerçi çoktur günahım affedesin Allah’ım; Sensin benim sığınağım ya Mustafa Muhammed. Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed; Asi, câfi ümmete şefaatlı Muhammed. Geceleri yatıp uyumaz, tilâvetli Muhammed, Garip ile yetime mürüvvetli Muhammed. Gönlüme koyup aşk sevdasını Allah’ım, International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER Eyle beni sen aşık-ı yekta-ı Muhammed. Sen’den dileğim budur ey Halık, Koy kulağıma benim gevga-ı Muhammed (Bice 1993: s.59) Yukarıda sadece beş beyite yer verdik. Elbette Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmet’inden pek çok beyite temel ilkemizi ortaya koyduğumuz antolojide yer verilebilir. Na’at denilince Anadolu sahasından akıllara hemen Yunus Emre gelmektedir. Zaten Yunus Emre, bütün Türk dünyasının değilse bile, Oğuz dünyasının ortak şahsiyetidir. Burada sadece Yunus Emre’nin “Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed” adlı şiirinden ilk üç dörtlüğe yer vereceğiz. Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed, Şefaât eyle bu kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Mü’min olanların çoktur cefası, Ahirette olur zevk u sefâsı, On sekiz bin âleminMustafâ’sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Yedi kat gökleri seyrân eyleyen, Kûrsûn üstünde cevlân eyleyen, Mi’râcda ümmetin Hak’tan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed.(Timurtaş 1972: s.172) Na’atın en güzel örneklerinden biri de Azeri sahasına mensup olan Fuzuli’nin Su Kasidesi’dir. ………. Seyyid-i nev’i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür mu’cizâtı âteş-i eşrâra su. Kılmağ içün tâze gül-zâr-ı nübüvvet revnakın Mu’cizinden eylemiş izhar seng-i hâra su. Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş- hâne-i küffâra su. ………. Hâk-i pâyine yitem dir ömrlerdür muttasıl Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su. ……….. Yâ Habîba’llâh yâ Hayre’l beşer müştakınam Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su. (Akar 2000: s 25-32) Na’atın bir başka başarılı örneği de Türkmen edebi sahasından Mahtumkulu’ na aittir. Burada Mahtumkulu’nun “Sevmişem Seni” adlı şiirine yer verilebilir. Sevmişem Seni International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 222 Aylin ÇAKIR Ya Habib, Hakk Resulü sen, Çın candan sevmişem seni. Dervişler kadir gecesin, Sever gibi sevmişem seni. Eyleyip seyr u seyranı, Kat etsem bütün İran’ı, Sanki İbrahim Sara’yı, Sever gibi sevmişem seni. Yakup yurt etti Kenan’ı, Oğludur Mısır sultanı, Sanki Yusuf Züleyha’yı Sever gibi sevmişem seni. Tüm dünyayı tuttu adı, Onlardır aşkın anıtı, Mecnun Leyla perizadı, Sever gibi sevmişem seni. Deldi dağların zirini, Bulamayan birbirini, Aşık Ferhat o Şirin’i, Sever gibi sevmişem seni. Eğdi beni dünya malı, Olmadı aşkım kemali, Seyfelmelek Mahcemal’ı, Sever gibi sevmişem seni. Bastı muhabbet nişanı, Gezip gördüm dört köşeyi, Yemen’de Varka Gülşah’ı, Sever gibi sevmişem seni. Gitti elden ihtiyarı, Kalmadı sabr u kararı, Aşık Nevruz, Gül-Ferhat’ı, Sever gibi sevmişem seni. Bir gün rastladılar Hızr’a, Durdular niyaza, nezre, Birbirini Vamık, Azra Sever gibi sevmişem seni. Gezip Rum’un düzünü, Yaydılar Hakk’ın sözünü, Arzda Kanber Arzu’yu, Sever gibi sevmişem seni. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER Tutmadı onlar dünyayı, Kalmadı yari, yaranı, Sanki o Tahir Zühre’yi, Sever gibi sevmişem seni. Bu dünya bırakmış kimi, Hoş tutup beş günlük demi, Aşık Garip Şahsenem’i, Sever gibi sevmişem seni. Mahtumkulu, dünya fani, Rüstemler gelmişti, hani? Ay günü, yer asumanı, Sever gibi sevmişem seni. (Aşirov 2013: s.199-200) 2.TÜRK EDEBİYATINDA ORTAK HALK HİKÂYESİ: TAHİR İLE ZÜHRE Mahtumkulu’nun yukarıda okuduğumuz dörtlüğünde, hatırlanacağı üzere “Tahir ile Zühre” geçer. Bu halk hikayesi Oğuz coğrafyasında çok bilinen ve sevilen bir hikayedir. Bu sebeple prensiplerini ortaya koyduğumuz bu antolojide Tahir ile Zühre hikâyesinin gerek Anadolu gerekse farklı sahalarından örneklerine yer vermek faydalı olacaktır. Hocamız Prof.Dr. Fikret TÜRKMEN’in “Tahir ile Zühre” adlı çalışmasının “Giriş” bölümünde verdiği bilgilere göre, hikâye ile ilgili çalışmalar 19.yüzyılda başlamıştır. Konunun 15.-16. yüzyıldan beri bilinmesine rağmen hikâyeden ilk defa H.Vambery 1867 yılında söz etmiştir. İlk metin neşri ise Radloff tarafından Proben serisinin 4. cildinde (Tobol Metinleri içinde) yapılmıştır. Radloff’ un daha sonra Tarançı Tatarlarından derlediği ikinci, Kırım Tatarlarından derlediği üçüncü varyant da aynı seri içinde yayımlanmıştır. (Türkmen 1998: s.11-15) Hocamızın verdiği bilgilere göre, Tahir ile Zühre Hikâyesi, Türkmenistan’da, Özbekistan’da, Kazan’da, Kazakistan’da, Azerbaycan’da, Balkanlardaki Türkler arasında, hatta Türkçe’ den tercüme ya da adaptasyon şeklinde Ermeniler ve Balkanlardaki diğer milletler arasında bile bilinmektedir3. Bu varyantlara baktığımızda hepsinde ortak bir yapı görülmektedir. Bu bakımdan önerdiğimiz antolojiye bu hikâyenin varyantlarından metinler alınmalıdır. Aşağıda, Anadolu sahasına ait Tahir ile Zühre Hikâyesinden kısa bir bölüme yer verilecektir. .... Şahlar gözetir ahdın İster ise eğer tahtın Kulun olduk sadık Düşüp dilbere bahtın. Yine karşılıklı uygun türküler söylediler. Meğer o gece Tahir bir rüya görmüş. Rüyasında, bir kara köpek, Zühre’nin önüne gelip Tahir’e geçit vermedi. Tahir ne kadar uğraştıysa da Zühre’nin yanına varmaya muvaffak olamadı. Çaresiz kaldığı sırada bir de dişi köpek ortaya çıktı ve iki köpek birden Tahir’e hücum ettiler. Tahir kaçtıkça köpekler kovaladılar. Tahir rüyasını kendisi yorup bunu Zühre’ye şu türkü ile anlattı. 3 Fikret Türkmen, Tahir ile Zühre, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998, s.11-15. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 224 Aylin ÇAKIR Aldı Tahir: Seyrimde gice gördüm Zühre’ye varam dedim İki kara kelp geldi Menetti beni, durdum. Kelpler bana kastetti Gönlümü şikest etti Aciz olup men kaçtım Bu düş beni mest etti. İki hane de Zühre söyledi: Tahir karadır bu düş Düşvar ola gibidir iş Yârini görecektir Elbette bu garip baş. Agyar düşüp araya Esrarımızı araya Senden beni ayırıp Zulmeder bîçareye. Yine aldı Tahir: Hicran ölümden beter Cismim yanuben tüter Bilmem ki bu rüzgâr Beni ne yana atar. Yine aldı Zühre: Didelerim giryandır Ciğerciğim püryandır Tahir bu yalan dünya Sensiz bana haramdır. deyip kalktılar ve saraya döndüler. Padişah bunların dürüst ve sadık âşıklar olduğunu görüp, kızını Tahir’e vermeye karar verdi. Meğer o şehirde bir hain sihirbaz vardı. Zühre’nin annesi o sihirbazı çağırıp durumu anlattı. “Padişah Zühre’yi Tahir’e verecek, ben buna razı değilim. Tahir vezir oğlu, benim kızım padişahlara lâyıktır. Sen bir ilaç ile padişahı Tahir’den soğut.”deyip sihirbaza yüz altın verdi. “Gayret edersen bin altın daha veririm.”dedi. Sihirbaz cadı, doğru evine gidip sihir torbasını önüne döktü, çeşitli sihirler yaptı, mezarlıktan toprak alıp karıştırdı ve götürüp Zühre’nin annesine verdi. “Bu toprağı şerbetin içine karıştır ve padişaha içir.”dedi. sultan toprağı alıp padişah şerbet isteyince içine o toprağı katıp kendi eliyle padişaha götürdü. Padişah şerbeti içince hemen Tahir’den soğudu ve saraydan kovdurdu. Verdiği sözden vazgeçti. Tahir ile Zühre birbirinden ayrılınca gece gündüz ağlaştılar. Zühre’nin International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER aşkından deliye dönen Tahir, elinde sazını alıp bağlara ve bahçelere gidip türküler söylüyordu. (Türkmen 1998 : s.219-220) Na’at örneğini Türkmenlerden aldığımız için, Tahir ile Zühre Hikayesi’ nden bir bölümü de Karaçay Malkarlardan Kazım Möçü’ nün anlatmasından almak uygun olacaktır. …… Bir önceki gece Tahir kötü bir rüya görmüştü. O rüya aklına gelince hüzünlendi. Tahir sevinçle Zühre’yle buluşmak için gidiyordu. Zühre de güzel bir ırmağın kenarında, bir gül bahçesinde bekliyor, acele etmesini söylüyordu. Şimdi bir koşuda yetişirim derken, Tahir’in önüne siyah bir köpek çıkarak yolunu kesti. Üzerine atlayıp yoluna devam etmesine imkan vermiyordu. Tahir ne kadar uğraşsa da, bir çare arasa da köpek onu bırakmadı. Çaresiz kalıp çevresine baktığında, başka bir taraftan kancık köpeğin geldiğini gördü. İki köpek Tahir’i ortaya alıp ona saldırmaya başladılar. Tahir bu köpeklerden kurtulmak için bir tarafa kaçayım derken derin bir bataklığa gömüldü. Oradan çıkmak için ne kadar uğraştıysa o kadar derine batıyordu. Tahir kan ter içerisinde kalmış bir vaziyette uyandı. Tahir can o gün orada derdine yeni bir dert eklendiğinin farkına vardı. Zühre’ye söylememeye karar verdi. Fakat bu kötü rüyanın yorumunu içinde tutamayıp, sevdiğine şöyle söylemeye başladı: Bir düş göründü bana Gideyim dedim sana İki köpek önümü kesip Gitmeme engel oldular Gitmeme engel oldular Kesildi benim yolum Sarhoş etti bu düş beni Bilmiyorum sağı, solu. Zühre: Tahir, kemdir düşün, İyi değil gelişi Yazanı görmeden Kazana girmez kimse Düşman girer araya Oluruz avare Seni benden ayırıp Bırakır kalpte yâre. Tahir: Kaygı ile vakit geçiyor Kül oldum yane yane Nereye atar bizi Bilmiyorum bu zamane Giden dönmez geriye International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 226 Aylin ÇAKIR Rastlamaz huriye Ağlama senden uzak Bedenim yok oluyor. Zühre: Gözyaşım aka aka Dert aldım cana Tahir bu yalan dünya Haramdır sensiz bana Birlikte uçan iki kuş Biri kalsa, biri yok Koskoca dünyanın Sensiz bana bir kıymeti yok Han bunların aralarında güçlü bir aşk dışında bir şey olmadığını anlayıp, Haniçe’ nin sözüne uyup, Allah’ın nazarında ettiği yemini bozmaya niyetlendiğine pişman oldu. “ Zühre’yi Tahir’e vermek lâzım, vermezsek günahkâr oluruz.”diye düşündü. Haniçe’yi yanına çağırtıp, olan biteni, bahçede gördüklerini, aklındakileri söyledi. “Bunların düğünlerini yapmak için hazırlan.” diye buyurdu. Haniçe, hükümdarın söylediği sözleri beğenmeyip, kafasını sallayıp burnundan solusa da, kocasını iyi bildiğinden, açıktan bir şey söyleyemedi, içinden öfke kusarak oradan gitti. O, Han’dan gizli kendi plânına yöneldi. O bölgede çok meşhur bir büyücü kadın vardı. Haniçe, hizmetçilerini gönderip, onu saraya çağırttı. Yanında oturup durumu olduğu gibi anlattı. “Nasıl olursa olsun, Han’ın Tahir’den nefret etmesini sağla.”deyip yüz altın verdi. İş benim istediğim gibi olursa, yine yüz altının hazır.”deyip büyücü kadını uğurladı. Büyücü kadın altınlara sevinerek, güle oynaya evine geldi. Sevinçli bir halde büyü torbasını aldı. Sağa sola koşturarak büyü duaları okudu. Akşam yıldızlar meydana çıktıktan sonra gidip yei bir mezardan toprak aldı. Bu toprağa yüz türlü büyü duaları okuyup üfledi. Büyücü kadın kimsenin bilmediği bir bitkinin suyuyla karıştırdı. Sonra bunları götürüp Haniçe’ye verdi. “Han susayıp şerbet istediğinde bu toprağı şerbetin içine katarak eritip içir, ondan sonra olacakları seyret.” dedi. Haniçe çok sevinerek “Şimdi görelim bakalım kimin dediği olacak.”dedi. Büyülü toprağı kocasına içirmek için uygun zamanı gözlemeye başladı. Bir gün Han susayıp şerbet istedi. Haniçe neşeyle şerbet hazırladı. Büyücü kadının söylediklerini yaptı. Sonra oturup Han’ı seyretmeye başladı. Fakat çatlak Haniçe büyüye güvense de o anda büyülü şerbetin Han’a pek tesiri olmadı. Günler geçti. Büyük hanlardan elçiler geliyordu. Zühre ise onları yanına yaklaştırmıyordu. Han, hanlığını gösterdi, hanlarla akraba olmak istedi. Bir gün sakalını titreterek bağırdı, şöyle buyurdu: -Tahir ile Zühre’nin birlikte olmalarına mani olun. Tahir sarayın dışında, başka bir evde yaşasın! Zühre’nin yanına gitmesin! Sözünde durmayan, ihanet eden Han, bu emri verdikten sonra, iki sevgili birbirlerinden ayrıldılar. Yeryüzü, bütün dünya, onlara karanlık oldu, dar geldi. Birbirlerini delice seven bu iki zavallının aşkı onları ateş gibi yakıyor, bütün güçlerini tüketiyordu. Beraberken bile birbirlerine doyamayan Tahir ile Zühre şimdi gökyüzünde kuşların, yeryüzünde otların dahi acıyacağı hale düştüler. (Meçilanı 1999: s.151-230) …… International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER İki anlatmaya da baktığımızda, hikâyenin iskeletinin büyük ölçüde ortak olduğunu görmekteyiz. Biz, burada bu antolojiye Anadolu ve Karaçay- Malkar edebi sahasından birer ikişer sayfalık örnek almayı teklif ediyoruz. Özbek, Kazak, Tatar veya Balkanlardaki meslektaşlarımız kendi edebi sahalarına ait Tahir ile Zühre Hikâyesi metinlerini birlikte kullanabilecekler, kendi coğrafyalarındaki varyantların da antolojiye girmesi için teklifte bulunabileceklerdir. 3.KONUSU HZ. ALİ SEVGİSİ OLAN ŞİİRLER Bilindiği gibi Hz. Ali ve çocuklarına duyulan sevgi bütün Müslüman Türklerde ortaktır. Ali, Hasan, Hüseyin, Ümmü Gülsüm gibi isimler çocuklarımıza en çok koyduğumuz isimlerdendir. Hz. Ali Türk kültüründe sadece bir din büyüğü değil, aynı zamanda bir destan kahramanıdır. O, bir kahramanlık sembolüdür. Türk dünyasında onun kahramanlıklarını ve üstün niteliklerini anlatan pek çok eser kaleme alınmıştır. Burada çekirdeğini oluşturmaya çalıştığımız antolojide Türk coğrafyasının ortak değeri olan Hz. Ali sevgisini anlatan şiirlerin de yer almasının uygun olacağı kanaatindeyiz. Türkmen edebi sahasından Mahtumkulu’na ait olan “Gökçe Kepteri” adlı manzum hikayeden bir bölüme yer verilebilir. Konu bütünlüğünü kaybetmemek için alıntı yapılacak bölüme kadar geçen olayları birkaç cümle ile özetlemekte fayda vardır. Gökçe Kepteri Bir gün Hz. Ali mescitte otururken yanına bir gökçe güvercin gelir. Kendisini bir şahinin kovaladığını söyler ve Hz. Ali’den yardım ister. Hz. Ali güvercini dinler ve onu salıverir. Ardından mescite şahin gelir. Üç gündür aç olduğunu Hz. Ali’ye anlattıktan sonra avını kendisine vermesini söyler. Bunun ardından yaşananları aşağıda verdiğimiz bölümde Mahtumkulu şöyle anlatır: ……… O şir-i Perverdigâr, O sahib-i Zülfikar, O şah-ı Düldül-süvâr Nida kıldı Kamber’i. Kamber çün hazır oldu, Lûtf ile kerem kıldı, Dedi: “Hizmet ne oldu, Çağırdınız bizleri”. Dedi çark-ı çembere, Misk katılmış ambere, Ali dedi Kamber’e, “Sen alıp gel hançeri”. Bakın şimdi ne kıla, İster o Kerem kıla, Şahin dedi Ali’ye: International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 228 Aylin ÇAKIR “Ne yapacaksın hançeri?” “Ey şahin, ben Haydar’ım, Sahib-i lûtf-ı keremim, Baldırımdan et verem, Sen dileme güvercini.” Hançer çıktı kınından , Tâ et kese budundan, Şahin tuttu elinden, Dedi: “Kesme,yâ Ali. Senin işin keremdir, Ellerin muhteremdir, Bu et bize haramdır, Ey sâki-i kevseri. Şahin sanmayın beni, Güvercin denmez ona, Sınamak için seni, Gelmiştik size doğru.” Şahtan ruhsat aldılar, Ayak üzre kaldılar, Uçup pervâz kıldılar, Gittiler göğe doğru. Tamam oldu bu sözler, Etseler gerek eser, Mahtumkulu hâksar, Şâh-ı Merdân kölesi.(Biray 1992:s.133-136) Bu hususta bahsedilmeden geçilemeyecek örnekler arasında, Anadolu sahasından Yeminî’nin Fazilet-nâme’ si ile Türkmen sahasından Andalıp’ın Baba Rövşen’inin kısa birer özetlerini de bu antolojide yer almasını uygun gördük. Yeminî: Fazilet-nâme, On Dördüncü Fazilet Hz. Muhammed içlerinde Hz. Ali’nin de bulunduğu otuz üç sahabesi ile Mekke’ye gelir. Kâbe’yi tavaf ettiği sırada Kâbe duvarının dibine çökmüş, ağlayan bir ihtiyar görür. Bunun üzerine Hz. Muhammed Hz. Bilâl’i ihtiyarın yanına gönderir ve ağlayan ihtiyarı yanına çağırmasını söyler. Hz. Muhammed’in yanına gelen ihtiyar başından geçenleri Hz. Muhammed’e anlatır. Eskiden kendisinin oldukça zengin Horasanlı bir tüccar olduğunu, ticaret maksadıyla otuz üç bin filori borca girerek Hindistan’a gitmek üzere bir gemiye bindiğini; ancak Umman Denizi’nde geminin battığını, canını kurtardığını; ancak sahip olduğu her şeyini kaybettiğini anlatır. Borcunu ödeyemeyeceği için çaresiz kalan ihtiyar, derdine bir çare bulmak ümidiyle Kâbe’ye gelmiştir. Hz. Muhammed ihtiyarın durumuna çok üzülür. Sahabelerine nu ihtiyara yardım edip edemeyeceklerini sorar. Başlangıçta birkaç kişi gönüllü olur, ama sonradan onlar da vazgeçer. Bunun üzerine Hz. Ali ihtiyara yardım edebileceğini söyler. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER Hz. Ali ihtiyarı sırtına bindirir, gözlerini açıp kapatmasını söyler. İhtiyar gözünü kapatıp açtığında, kendisini, Hz. Ali ve atı Düldül ile birlikte ırmakların aktığı, çiçeklerin ve yeşilliğin bol olduğu geniş bir meydanda bulur. Oraya yakın bir şehir vardır ki Hz. Ali buranın putperest bir hükümdar tarafından yönetilen Keşmir şehri olduğunu söyler. Hz. Ali, şehre girdiklerinde ihtiyardan kendisini çölde yağmalanmış bir tüccar olarak tanıtmasını ve elinde satmak zorunda olduğu bir kölesinden başka bir şeyinin olmadığını söylemesini ister. Horasanlı ihtiyar ve Hz. Ali şehrin pazarına giderler. İhtiyar, Hz. Ali’yi pazarda satılığa çıkarır. Ancak çok pahalı olduğu için alıcısı çıkmaz. Pazarda satılığa çıkarılan bu pahalı kölenin haberi Keşmir hükümdarının kulağına gider, ihtiyarı ve köleyi huzuruna çağırtır. Hükümdar Hz. Ali’yi çok beğenir ve almak ister. İhtiyar kölenin ağırlığınca altın ister. Hükümdar bu bedeli çok yüksek bulur. Ancak belirttiği üç şartı yerine getirirse köleyi satın alacağını söyler. Hükümdarın şartları şöyledir: birincisi, şehre zarar veren ırmağın yatağının değiştirilmesi; ikincisi, şehre zulmeden bir ejderhanın öldürülmesi; üçüncüsü ise Arap ülkesinde ortaya çıkan Ali adındaki bir yiğidin yakalanıp getirilmesidir. Hükümdar, ayrıca Ali’yi canlı bir şekilde getirdiği takdirde köleyi azat edeceğini, ona kıymetli hediyeler bağışlayacağını ve hatta onu kızıyla evlendirip onu vezir yapacağını söyler. İhtiyar ve kölesi şartları kabul ederler. İhtiyar, kölesi için çok miktarda altın ve deve aldıktan sonra oradan ayrılır. Hz. Ali hükümdarın şartlarından birincisi yerine getirmek için ırmağın kenarına gider. Zülfikar’ını çıkarıp “Allah” nidasıyla bir vuruşta dağı ikiye böler. Arkasından dağın bir parçasını eliyle alıp ırmağın önüne koyar ve set yapar. Hükümdar, bunu kölenin Hz. İsa’nın himmeti sayesinde gerçekleştirdiğini söyler ve köleyi tebrik eder. İkinci şartı yerine getirmek üzere Hz. Ali, hükümdar ve hükümdarın yirmi bin adamı ejderhanın bulunduğu yere giderler. Narasıyla dağları ve denileri titreten Hz. Ali ejderhayı uykusundan uyandırır. Ejderha hücum eder, ancak Hz. Ali salavat getirerek Zülfikar’ıyla bir vuruşta ejderhanın başını keser. Köle, Ali adlı yiğidin eşsiz bir cihangir olması sebebi ile kendisine zincir, kelepçe ve demir kafes gerektiğini söyler. Gerekli malzemeler hazırlanıp getirilir, Hz. Ali bu malzemelerin önce kendi üzerinde denenmesini söyler. Bunun üzerine askerler, Hz. Ali’yi zincir ve kelepçelerle bağlayarak demir kafesin içine hapsederler. Bu esnada Hz. Ali gerçek kimliğini açıklar. Hükümdarın üç şartı da yerine getirilmiş olur. Hükümdarı ve ahaliyi imana davet eder. Hz. İsa’ya Tanrı demeyi bırakmalarını ister. Hükümdar Hz. Ali’ye eşsiz bir yiğit olduğunu, ancak akılsızlık edip kolayca ellerine düştüğünü söyler. Hükümdar Hz. Ali’nin içinde bulunduğu demir kafesin çevresine odunlar yığdırıp ateşe verdirir. Ancak bu sırada büyük bir fırtına başlar ve alevlerin her yana sıçraması üzerine bütün şehri ateş sarar. Hükümdar ve şehrin halkı, dağa kaçıp sığınır. Yangın yedi gün boyunca devam eder. Şehir yanıp kül olduktan sonra hükümdar ve adamları şehre geri dönerler. Hz. Ali’yi demir kafesin içinde nur içerisinde ve canlı bir şekilde bulurlar. Bunun üzerine onun cadı olduğuna hükmederler. Hükümdar, adamlarına Hz. Ali’yi öldürmeleri için emir verir. Hz. Ali kuvvetli bir nara atar. Naranın şiddeti ile denizler kaynar, zelzele olur, demir kafes parçalanır, oradaki insanların birçoğu telef olur. Hz. Ali vücudundaki zincir ve kelepçeleri kırıp hükümdarın karşısına çıkar. Aklı başından giden hükümdar Hz. Ali’nin ayaklarına kapanarak aman diler. Hz. Ali, onları tekrar imana davet eder. Orada bulunan bir rahip, Hz. Ali’de Hz. İsa’nın mucizelerine denk kerametlerin olduğunu, bu yüzden onu inkâr etmenin doğru olmayacağını söyler. Ancak son olarak, Hz. Ali’den, Hz. İsa’nın ölüyü diriltme mucizesini gerçekleştirmelerini ister. Eğer bunu da yaparsa Hz. Ali’nin isteğinin yerine getirileceğini söyler. Bunun üzerine Hz. Ali çok eski bir mezarın yanına gelip, ayağıyla mezardaki toprağı eşeleyerek, Allah’ın emriyle International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 230 Aylin ÇAKIR ayağa kalkıp, Hz. Muhammed mucizesine şahadet etmesini emreder. Mezardaki ölü birden bire ayağa kalkar ve kendisini tanıtır: Hz. Nuh’un torunu, Farsların ve Türklerin atasıdır. Parmağını kaldırarak Hz. Muhammed dinine şahadet eder ve tekrar mezarına döner. Bütün bu olup bitene şahit olan hükümdar ve şehir halkı, Müslüman olup Hz. Ali’nin ayaklarına kapanır. Hükümdar, Hz. Ali’ye çok miktarda altın, mücevher ve çeşitli hediyeler verir. Hz. Muhammed’e bağlılık sözünü iletmesini söyler. Hz. Ali’nin dönmesiyle, Hz. Muhammed çok mutlu olur, Keşmir hükümdarının verdiği hediyeleri halka dağıtırlar. (Temizkan 2008: s.168170) Nurmuhammed Andalıp: Baba Rövşen Hz. Muhammed zamanında, Medine şehrinde, Baba Rövşen adında fakir bir adam vardır. Baba Rövşen’in bir Musevi’ye bin altın borcu vardır. Bu Musevi, bir gün gelip Baba Rövşen’den borcunu ödemesini ister. Aksi takdirde, ya kendisine köle olmasını ya kızını kendisine vermesini ya da kendi dinine girmesini söyler. Bunun üzerine Baba Rövşen, bir gün mühlet mühlet ister. Bir gün sonunda borcunu ödeyemezse, Musevi’nin bu üç isteğinden birini kabul edeceğini söyler. Baba Rövşen, Medine mescidinde Hz. Muhammed Peygamber ile karşılaşır ve ona içinde bulunduğu durumu anlatır. Hz. Muhammed oradaki cemaate üç defa “Baba Rövşen’in derdine çare olabilecek kimse var mı?” diye sorar. Kimseden ses çıkmayınca, Hz. Ali ayağa kalkıp “Bir çare bulmaya çalışırız inşallah.” diyerek Baba Rövşen’e yardımcı olacağını bildirir. Hz. Ali, Baba Rövşen' e sırtına binmesini ve gözlerini kapatıp "Elham" ı (Fatiha Suresi' ni) okumasını söyler. Baba Rövşen gözlerini kapatıp Fatiha Suresi'ni okur. Gözlerini açtığında başka bir yere geldiklerini görür. Burası Medine' ye altı ay uzaklıkta "Şehr-i Berber" adında bir şehirdir. Hz. Ali, Baba Rövşen' in sarığının bir ucunu boyuna bağlar, bir ucunu da Baba Rövşen' in eline tutturur. Hz. Ali, Baba Rövşen' e kendisini "Kaşamşam"adıyla şehrin pazarında, köle olarak satmasını söyler. Baba Rövşen, Hz. Ali' yi köle olarak satmak üzere şehrin pazarına gider. Pazarda herkes Hz. Ali'ye hayran kalır; fakat bir köle değerinde olduğundan alıcı çıkmaz. Pazarda herkesin hayranlığını kazanan bu yeni kölenin namı, şehrin hükümdarı olan Mergup Şah' ın kulağına kadar gider. Mergup Şah' ın isteği üzerine, Baba Rövşen ve kölesi Kaşamşam hükümdarının huzuruna çıkarlar. Mergup Şah, Baba Rövşen' e kölenin değerini sorar. Baba Rövşen kölesinin bin köle değerinde olduğunu söyleyince Mergup Şah, köleye istenen bedelin çok olduğunu; ancak üç şartı yerine getirmeyi kabul ettiği takdirde köleyi satın alacağını bildirir. Mergup Şah, şartlarını şöyle sıralar: 1. Sık sık taşması sebebiyle tarlalara ve ürünlere zarar veren büyük bir ırmağın önüne set yapmak, 2. Şehre ziyan veren ve başından kuyruğuna kadar on iki fersah uzunluğu olan bir ejderhayı öldürmek, 3. Medine şehrinde türeyen Ali adındaki bir yiğidi yakalayıp canlı olarak getirmek. Baba Rövşen' in kölesi Kaşamşam, Mergup Şah' ın bu şartlarının hepsini yerine getireceğini söyler. Bunun üzerine Mergup Şah da bin köle değeri karşılığında Kaşamşam' ı Baba Rövşen' den satın alır. Baba Rövşen, Medine' ye dönüp borcunu ödemek üzere oradan ayrılır. Kaşamşam (Hz. Ali), Mergup Şah' ın şartlarından birincisini yerine getirmek üzere taşkın ırmağın bulunduğu yere gider. Burada bin kadar köle ırmağın önüne set çekmek için uğraşmakta; ancak bir türlü muvaffak olamamaktadır. Bunun üzerine Kaşamşam, oradaki bir dağın eteğine gider ve kılıcıyla bir vuruşta dağı ikiye böler. Dağın bir parçasını alır, onunla ırmağın çıktığı kaynağı tıkar. Sonra beş parmağıyla yere hat çeker. Parmaklarının izinden on sekiz tane ırmak akmaya başlar Bu durum, Mergup Şah' ı çok memnun eder. Kaşamşam, ikinci şartı yerine getirmek için ejderhanın karşısına çıkar. Kuvvetli bir nara atarak, uyumakta olan ejderhayı uyandırır. Fakat ejderha öfkelenip öyle bir nefes alır ki, Kaşamşam onun bu nefesinin gücüne dayanamaz ve ejderhanın ağzına doğru sürüklenir. Kaşamşam, bu International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER esnada Hz. Muhammed' den medet diler ve Zülfikar' ını çekerek, önünde çapraz şekilde tutar. Bu şekilde ağzından girip kuyruğundan çıkmak suretiyle ejderhayı ikiye böler. Ejderhanın derisinden bir parça keser ve nişan olarak Mergup Şah' ın önüne koyar. Mergup Şah, Kaşamşam' ın ikinci şartı da yerine getirmesinden çok memnun kalır. Üçüncü şartı da yerine getirdiği takdirde, toy-düğün yaparak kendisini azat edeceğini söyler. Bunun üzerine Kaşamşam, Mergup Şah' a Ali denen yiğidin çok güçlü olduğunu, bu sebeple kırk pehlivan ve yedi deve yükü zincir gerektiğini söyler. Kaşamşam, istediği şeyler temin edildikten sonra yola çıkar. Şehirden uzaklaşıp bir hayli yol alındıktan sonra, Kaşamşam yanındaki adamlara gerçek kimliğini açıklayarak, Mergup Şah' a verdiği sözün yerine gelmesi için kendisini zincirlerle bağlamalarını söyler. Ancak, oradaki pehlivanlar, zaten çok kuvvetli olduğunu bildikleri Kaşamşam' ın bir de gerçek kimliğinin Hz. Ali olduğunu öğrenince, korkup kaçarlar (Temizkan 2008: s.168-170). Yine burada Azeri edebi sahasına mensup Hatayi’den de çeşitli örnekler verilebiliriz: Ne hoş yerde makâmın var Senin hey Murtaza Ali Kanden gelür acap senin Kokun hey Murtaza Ali Seni seven serden geçti Hem namus u ardan geçti Div işitti aklı şaştı Ünün hey Murataza Ali Yattığın yer Kerbela’dır Çevresi burc-i kaledir Yolun cümleden a’lâdır Senin hey Murtaza Ali Sûr çalınsın halk çekilsin Yezid meydana yığılsın Senin aşkına dökülsün Kanım hey Murtaza Ali Hatayi’m mürvete kalmam Hak Muhammed Ali Selman Seni sevenlere kurban Canım hey Murtaza Ali. (Özmen 1998: s.168) KONUSU KAHRAMANLIK OLAN ŞİİRLER Milletlerin tarihleri boyunca karşılaştığı zorluklar, sıkıntılar elbette edebiyatın en önemli konularının başında gelir. Milli mücadele dönemimizi konu alan şiirler bunun en güzel ispatı niteliğindedir. Konuyla ilgili örneklere, sadece Anadolu sahasında değil, tüm Türk boylarının edebiyatlarında da rastlayabiliriz. Ayrı coğrafyalarda yaşasalar da Türk boyları birbirlerinin gördüğü zorluklardan, zulümden ızdırap duymuşlar ve bu duygularını kaleme almışlardır. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 232 Aylin ÇAKIR Bu bakımdan hazırlamayı teklif ettiğimiz antolojide, konusu kahramanlık olan şiirlere de yer verilmesinin uygun olacağı kanaatindeyiz. Burada, Türkiye sahasından Orhan Şaik GÖKYAY’ın “Bu Vatan Kimin?” adlı şiirine, Kazakistan edebi sahasından Mağcan CUMABAY’ın Anadolu’daki kardeşlerinin verdiği kurtuluş mücadelesine atfen 1918-1919 yıllarında yazdığı “Uzaktaki Kardeşime” adlı şiirine, Azerbaycan sahasından Bahtiyar VAHAPZADE’nin 1918’de Ermeni işgaline maruz kalan Azerbaycan halkının yardımına geldiği sırada şehit olan Türk askerine itafen yazdığı “Tenha Mezar” adlı şiiri ile Türkmen edebi sahasından Mahtumkulu’nun “Türkmenin” adlı şiirine yer verdik. Bu Vatan Kimin? Bu vatan, toprağın kara bağrında Sıradağlar gibi duranlarındır; Bir tarih boyunca, onun uğrunda Kendini tarihe verenlerindir... Tutuşup: kül olan ocaklarından, Şahlanıp: köpüren ırmaklarından, Hudutlarda gaza bayraklarından, Alnına ışıklar vuranlarındır... Ardına bakmadan yollara düşen, Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan, Huduttan hududa yol bulup koşan, Cepheden cepheyi soranlarındır... İleri atılıp sellercesine, Göğsünden vurulup tam ercesine, Bir gül bahçesine girercesine, Şu kara toprağa girenlerindir... Tarihin dilinden düşmez bu destan: Nehirler gazidir, dağlar kahraman, Her taşı bir yakut olan bu vatan, Can verme sırrına erenlerindir... Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil, Bu sevgi bir kuru ifade değil, Sencileyin hasmı rüyada değil, Topun namlısında görenlerindir... (Gökyay 1994: s.11-12) Tenha Mezar Yolun kenarında tenha bir mezar Üstünde ne adı var ne soyadı. Ey yolcu, arabanı eyle bu yerde International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER Soruş kimdir yatan tenha yerinde O bir Türk zabiti kahraman, metin Doğma kardeşine yardıma geldi. Kırgına tutulan milletimizin Haklı savaşına yardıma geldi. Uzakdan hay verip senin sesine Geldi, geldi dönmedi öz ülkesine. Düşman saflarını o, soldan sağa Biçip destesiyle cepheyi yardı. Toprağın uğrunda düşüp toprağa Senin toprağını sana gaytardı. Özü koruduğu, hem can verdiği Yolun kenarında defnedildi o. Uğrunda canını kurban verdiği Toprağı özüne vatan bildi o, Yolcu arabanı bu yerde durdur. O mezar önünde sen tazim eyle Saygı duy, dua ver onun ruhuna, Ayak bastığın yer borçludur ona. (www.yagmurdergisi.com.tr ET 25.04.2015) Uzaktaki Kardeşime Uzakta ağır azap çeken kardeşim Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim Etrafını sarmış düşman ortasında Göl gibi gözyaşı döken kardeşim Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman Diri diri derini soymuş kardeşim Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay Anamız bizim? Bizlerse birer tay Bağrında yürümedik mi serazat Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay? Alaca altın aşık atışmadık mı? Tepişip bir döşekte yatışmadık mı? Anamız olan Altayın ak sütünden Beraber emip, beraber tadışmadık mı? Akmadı mı bizim için dupduru bulak Şarıldayıp, gürül-gürül dağdan inerek Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi Dilesek bir bir atlar, tıpkı Burak International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 234 Aylin ÇAKIR Altay’ın altın günü nazlanarak Gelende sen pars gibi bir er olarak Akdeniz, Karadeniz ötelerine Kardeşim, gittin beni bırakarak Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam Uçsam diye davransam bir türlü uçamam Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan Kurşunlar genç yüreğime saplandı Günahsız temiz kanım su gibi aktı Kansız kalıp kuruyup bayıldım Karanlık hapse sıkıca kapattı Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp Bizi büyüten altın anam Altay’ı Ey Pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden? Dağılıp yılmayan yağan oklardan Türk’ün pars gibi yüreği varken Korka kul mu olduk düşmandan sinen Kudrete hamle eden Türk’ün canı Gerçekten hasta mı, bitti mi hali? Ateşi söndü mü yürekteki, kurudu mu Kaynayan damarındaki atalar kanı Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim Altay’a, ata mirası altın tahta (Budak 2001: s.53-54) Türkmenin Ceyhun ile Bahr-ı Hazar arası, Çöl üstünden eser yeli Türkmenin. Gül goncası, kara gözüm karası, Kara dağdan iner seli Türkmenin. Hakk kayırmış vardır onun sayesi, Oynaşır çölünde neri- mayası, Rengarenk gül açar yeşil yaylası, Gark olmuş reyhana çölü Türkmenin. Al yeşil bürünür, çıkar perisi, Dört yana yayılır, amber kokusu, Baş olmuştur yurda beyi, kocası, International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER Oba tutmuş güzel ili Türkmenin. O merdin oğludur, merttir pederi, Köroğlu kardeşi, esriktir seri, Dağda düzde kovsa avcılar diri Alamazlar, arslan oğlu Türkmenin. Gönüller, yürekler, bir olup başlar, Çekse ordu, erir topraklar, taşlar, Bir sofrada hazır kılınsa aşlar, Parlayacak, ak ikbali Türkmenin. Gönül havalanır ata çıkınca, Dağ tü’lüye döner, o kaş çatınca, Bal getirir, ırmak coşup akınca, Bent tanımaz, gelse seli Türkmenin. Gafil olmaz, savaş günü har olmaz, Kargışa, zorbaya giriftar olmaz, Bülbülden ayrılıp, sararıp solmaz, Daim amber saçar gülü Türkmenin. Boyları kardeştir, soylar yârıdır, Talihi ters düşmez, Hakk’ın nurudur, Mertler ata binse harp yolludur, Düşman üzre varır yolu Türkmenin. Sarhoş olur çıkar, ciğer dağlanmaz, Taşları sındırır, yolu bağlanmaz, Gözüm gayre düşmez, gönül eğlenmez, Mahtumkulu, söyler dili Türkmenin. (Aşirov 2013: s.8-9) 5.NASREDDİN HOCA FIKRALARI Bireylerin ve toplumların hayatında mizahın önemli bir yeri vardır. Her bölgenin kendi mizah tipleri ve şöhreti kendi bölgesini aşan mizah tipleri vardır. Bazı mizah tipleri ise çok daha geniş alanlara yayılmıştır. Nasreddin Hoca şöhreti bütün Türk dünyasına yayılmış bir mizah tipidir. Nasreddin Hoca Türk dünyasının çok büyük bir kısmında dalgalanan mizah bayrağımızdır. Bu bakımdan hem Nasreddin Hoca’yı tanıtmak hem de Türk dünyasında ortak olan fıkraları göstermek önemli olacaktır. Bu maksatla Hoca’nın çeşitli Türk boylarında aynı şekilde anlatılan (ortak olan) fıkraları da metinler arasına alınmalıdır. Biz bu bölümde “Efendi” adı ile diğer Türk boylarında da tanınan Nasreddin Hoca’nın Uygur ve Türkiye edebi sahalarına ait iki fıkrasını vereceğiz. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 236 Aylin ÇAKIR İlk fıkra Uygur edebi sahasına, ikinci fıkra ise Türkiye edebi sahasına aittir. Efendi’nin Turnası Efendi tarladan bir turna yakalamıştır. Turnaya şöyle bir bakmış ve turnanın pek çirkin olduğunu düşünmüş. Turnaya çekidüzen vermek isteyen Efendi, önce turnanın kuyruğunu kırkmış. Turnanın bu yeni halini de beğenmemiş. Bunun üzerine ayağını kesmiş, bakmış ki boynu da pek uzun görünüyor, boynunu da kesip: -İşte gönlümdeki gibi oldu, bir şeye benzedi, demiş. Hocanın Leyleği Hoca yolda bir leylek bulmuş. Almış onu evine götürmüş. Daha önce hiç leylek görmemiş. Leyleğin uzun gagası ve bacakları çok tuhafına gitmiş. Tutup bir güzel kesivermiş onları. Sonra da yüksekçe bir yere koymuş. Karşısına geçmiş. Yaptığı işten memnun, seslenmiş: - Bak şimdi kuşa benzedin. SONUÇ Türk dünyasında, Türkçe ve edebiyat derslerinde kullanılabilecek bu antolojide metinlerin başarılı bir şekilde hem orijinallerinin hem de karşılarında aktarmalarının olması oldukça önemli olacaktır. Bu sayede öğrenci Türk dünyasında kullanılan alfabeler hakkında bilgi sahibi olduğu gibi, Türk dilinin lehçeleri hakkında da fikir sahibi olabilecektir. KAYNAKÇA 1.Aşirov A. (Hazırlayan), Geldiyev, G., Karayunusoğlu Y., Can H. (Tercüme Edenler) (2013). Mahtumkulu (Eserler). Türkmenistan: Türkmenistan İlimler Akademisi Milli El Yazmalar Enstitüsü. 2. Bice, H. (1993). Divan-ı Hikmet Hoca Ahmet Yesevi , Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/119. 3. Güzel, A.(Editör) (Mayıs 2014). Mahtumkulu Dîvânı (Türkiye Türkçesi). İstanbul: Akademik Kitaplar. 4.Karaman, E. (2004). Azerbaycan’da Bir Türk Mezarı. 25 Nisan 2015 tarihinde www.yagmurdergisi.com.tr adresinden erişildi. 5. Özmen, İ. (1998). Alevi Bektaşî Şiir Antolojisi (2.cilt). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. 6. Temizkan, M. (2001). Hatayî’nin Şiir Dünyası (Doktora Tezi).İzmir. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015 TÜRK DÜNYASINDA TÜRKÇE VE EDEBİYAT DERSLERİNDE KULLANILACAK METİN ANTOLOJİSİ OLUŞTURMA ÜZERİNE ÖNERİLER 7. Temizkan, M., Adiloğlu, A. (2008). Fazilet-Nâme ve Baba Rövşen’de Hz. Ali Tasavvuru. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, (2008-48). 8. Türkmen, F. (1998). Tahir ile Zühre (İnceleme-Metin). Ankara: Türk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları:165. International Journal ofLanguages’ EducationandTeaching UDES 2015