Ulus İnşası Sürecinde Latin Amerika`da Kimlik Oluşturma Çabaları
Transkript
Ulus İnşası Sürecinde Latin Amerika`da Kimlik Oluşturma Çabaları
Ulus İnşası Sürecinde Latin Amerika’da Kimlik Oluşturma Çabaları-1 Aslıhan Başer Ulus İnşası Sürecinde Latin Amerika’da Kimlik Oluşturma Çabaları-1 Ulus İnşası(State Building) son yılların en gözde kavramlarından birisidir. Gerçekte tarih kadar eski olan bu kavram, Sovyetler sonrası eski doğu bloğu ülkelerinin yeniden inşası sırasında, Filistin, Kosova, Afganistan gibi ülkelerle de bugün kullandığımız şekli ile anılmaktadır. Yazımızda Ulus İnşası kavramı, kimlik oluşturma süreci ve Latin Amerika(Brezilya hariç) örnekleri ele alınacaktır. Konumuz Amerika Kıtasnın keşfi ile başlayıp bağımsızlık savaşlarına giden süreç ve yakın tarihe kadar ulaşan kimlik sorunlarını kapsayacaktır. Bu sebeple makale iki bölümden oluşacaktır. İlk bölümde Ulus inşası kavramı, Amerika kıtasının keşfi, sömürgecilik dönemi ve bağımsızlığa giden ayaklanma hareketleri üzerinde durulacaktır. Latin Amerika örneği pek çok ulusun benzer dönemlerden geçtiği gerçeğini gözler önüne sererken aynı zamanda neden bazı ülkelerin bu konuda başarıya ulaşamadığı konusunda da ışık tutacaktır. Yine bu konu ile ilgili olarak karşılaştırmalı çalışmalar hazırlamak ileri dönem hedef arasında bulunmaktadır. Ulus İnşası Bir kavram olarak ulus inşası sınırları belirli bir ülke üzerindeki devletin halkın sorunlarına cevap olabilecek ve de ülkenin idaresi için gerekli bütün yapı ve kurumlarının inşasını içeren, ülkeyi kendi kendini yönetebilecek ve de göreli olarak kendine yeterli hale getiren süreçtir. Yani kısaca işler bir ülkenin oluşturulması, varedilmesi teorisidir.(1) Çoğu zaman “Yeniden inşa(Reconstruction)” kavramı ile aynı anlamda kullanılmaktadır, bu durum tamamen yanlış olmasa da eksik bir anlatımdır. Literatürde farklı tanımlamalar bulabilmekle beraber Francis Fukuyama’nın tanımlaması bize ulus inşası ve yeniden yapılanma arasındaki ilişkiyi anlamamız için yardımcı olacaktır. Fukuyama’ya göre “Yeniden Yapılandırma” ya da “Çatışma Sonrası Yeniden Yapılandırma(Post Conflict Reconstruction)” Ulus İnşası sürecinin ilk basamağıdır. Bir nevi dış destekleri de içeren bir ilk yardım görevi görür. Hatta yeniden yapılandırma süreci son yıllarda tamamen dış yardımların desteğini içermektedir. Burada amaç devletin kurumlarının bir an önce işler hale gelmesidir. Ekonomik, politik, hukuki sistemler bir an önce yenilenerek ve modernleştirilerek işler hale getirilmeye çalışılır. Hiç olmayan ve olması uygun görülen kurumlar oluşturulur. Ekonomik model olarak serbest piyasa/market ekonomisi uygulanır. Savunma ve güvenlik için kurumlar oluşturulur bunların yasal düzenlemeleri hazırlanır ve de ilk başta ülkeyi bir kaostan kurtaracak, göreli olarak günlük hayatlarına devam etmelerini sağlayacak sağlık, eğitim, sosyal ve dini hizmetler gibi hizmetlerin de işlerliği sağlanır. Bu durum Yeniden Yapılanmanın teori olarak bittiği nokta olmalıdır. Bütün bu kurum, kuruluş ve yapılanmaların sürekliliği, etkili işlerliği ve halkla devlet, devletle diğer ülkeler arasında köprülerin oluşturulması bütün Ulus İnşası sürecini kapsar. Yine ulus inşası süreci içeriden yani yerel yapılanma ve hareketlerin çoğunlukta olması gereken bir(ya da olursa başarının daha yüksek oranda sağlandığı) süreçtir. (2) Tanımsal karmaşaya karşın Ulus İnşası son derece uzun ve karmaşık bir dönemdir. Esas hedefi işler, düzenli ve dengeli bir ülkenin oluşturulmasıdır. Peki insanlar neden bir araya gelerek bir ulus oluşturmak için mücadele ederler? Ya da Latin Amerika örneğinde olduğu gibi neden ve nasıl hiçbir ortak noktası bulunmayan insanlar bir araya gelerek bir ülke kurarlar? Amerika Kıtası’nın Keşfi ve Sömürgecilik Dönemi 15. yüzyıl İspanya’sı tam bir fetih çağı yaşamaktaydı. Aragon Kralı Fernando ile Kastilya Kraliçesi Isabel evlenerek topraklarını tek bir bayrak altında birleştirmiş ve de Granada’da yaşayan Müslümanlara karşı savaşarak Granada toprakları geri alınmıştır. Katolikliğin yayılması, dinsizlerin, inançsızların ve sapkınların ülkeden atılması önemli ve zafer getiren gelişmeler olarak görülse de İspanya hazinesi tamamen boşalmış ve de diğer devletlerden borçlanmaya giderek ülkenin işlerliği sağlanmıştır. Yine 150 bin Yahudi ve de Müslümanların ülkeden kovulması zanaatkarların ve de iş gücü eksikliğinin, yıllarca ekilmeyen toprakların ve de bir türlü belini doğrultamayacak İspanya ekonomisinin habercisiydi. (3) Bütün bu gelişmeler doğrultusunda Kraliçe Isabel bir maceracıya sürekli doğuya giderek Asya’yı bulması için gelir sağlamaya razı oldu. Böylece Asya’dan gelen ve etlerin kış boyunca saklanması için gerekli olan baharatlar ve de diğer pek çok malzeme aracıya servetler ödenmeden doğrudan gelebilecekti, ekonomilerindeki Venedik-Arap tekeli de kırılacaktı. Kristof Kolomb (Latince; Christopher Columbus, İtalyanca; Cristoforo Colombo İspanyolca; Cristóbal Colón) sürekli batıya giderek Asya’ya ulaşacağı görüşündeydi. 1492’da Karayip Adalarından başlayarak kıtaya ilk ayak bastığında burasının Asya olduğu görüşündeydi. Yerliler tarafından iyi karşılandı hatta kendisi de yerlilere iyi davrandı. Bu durum üç yıl sonra Dominik yerlileri ile yaşanan kanlı savaşa bir engel teşkil etmeyecekti. Amerika kıtasının çok daha önceleri Leif Eriksson’ın başkanlığında Vikingler tarafından Kolomb’dan 1000 yıl kadar önce keşfedildiğine dair son derece önemli kanıtlar bulunmaktadır. Yine bunların arasında Azteklerin tanrılarının beyaz ırktan uzun sakallı ve sarışın erkekler bulunması bu durumu kanıt sayılabilecek başka bir örnektir ve yine maalesef yerliler 1519’da Hernan Cortes ile gelen beyaz grubu kendi tanrıları olduğunu düşünmüşler ve de onlara iyi davranmışlardır. Tabii ki de bu durum İspanyolların altın ve gümüşe hücumu İmparatoru öldürmesi ile son bulmuş ve de Latin Amerika yerlileri için yüzyıllarca sürecek zulmün işaretçisidir. (4) Kıta’da altın ve gümüşün bol bulunması ve zamanla diğer egzotik besinler de kıtanın kaderini tamamen değiştirecekti. Yerliler pek çok açıdan Avrupa teknolojisinin gerisindeydi. Kıtada cam, tekerlek hatta Avrupa’da kullanılan tarzda kılıç ve savaş aletleri yoktu. İlk defa at görmüşlerdi, üstelik Avrupa’dan gelen virüs ve bakterilere karşı dayanıklı değillerdi. İlk karşılaşmanın ardından kitleler halinde ölümler başlamıştı. İspanyollarla girişilen savaşlarda ateşli silahlar yüzünden yaşanan ölümler, salgın hastalıklar, kötü yaşam ve çalışma şartları binlerce yerlinin yitip gitmesine ve bazı adaların tamamen boşalmasına ilk on yıl içerisinde yol açtı. Cortes, Alvarado, Pizarro ve Valdivia gibi işgalcilerde kıtanın çeşitli yerlerine ayak basmaya başladılar. Artık Latin Amerika hakkında çok daha fazla bilgiye sahipti istilacılar ve de istenmedikleri topraklarda cihat anlayışı ile yerlileri Katolikleştiriyor ve de tüm yer altı ve üstü zenginliklerini İspanya’ya gönderiyorlardı. Bu kadar büyük toprakların kontrolü, ekonomik gelirlerine göre genel valilik olarak ilan edilen topraklar, yeni yönetim şekilleri ve bürokratları, bitmek bilmez görünen zenginlikler Latin Amerika’yı birden bire Londra, Paris gibi şehirlerden çok daha kalabalık birer metropol haline getirdi. Bitmek tükenmek bilmeyen madenlerin kontrolü, denetimi ve işletimi için İspanya’dan gönderilen elçiler ve bürokratlar, dinsizleri ve sapkınları din yoluna getirmek isteyen rahipler Latin Amerika’ya yerleşerek yeni kuşakları oluşturmaya başladılar. Latin Amerika’ya yerleşen pek çok İspanyol buradaki yerle halkla karışarak melez ırkı oluşturmuştur. 1600’lü yıllarda azalan yerli tarım işçilerin yerlerini doldurması amacıyla Afrika’dan köleler getirilmeye başlanmıştı. Böylece son derece farklı melez ırklar oluşmakta yine sahip olunan ürünlere göre; altın, gümüş, kahve, kakao vb., yeni metropoller doğmaktaydı. Yine nesillerdir Latin Amerika’da doğup büyümüş ve hiç karışmamış İspanyollar Kreol sıfatıyla toplumda ayrıcalıklı yerler ediniyorlar ve de ırkı göre oluşturulmuş hiyerarşinin en üstünde bulunuyorlardı.(5) 1789 yılında başlayan Fransız Devrimi’nin etkileri dalga dalga yayılmaktaydı. Bu devrim monarşiyi sorguluyor, “özgürlük,eşitlik ve kardeşlik” ilkelerini yayıyordu. Anayasa çerçevesinde ülkeyi yönetecek kişileri seçme, demokratik yönetim biçimi, isteğide son derece geniş bir yankı uyandırmıştı. Avrupa’yı yakından izleyen Amerikan İspanyolları(Kreoller) liberizmi benimsemeye başlamışlardı bile. Birkaç yüzyıl içerisinde hemen herkes tüm kıtanın paylaştığı iki özellik konusunda hem fikirdi; Katoliklik ve de Kıta’da doğup büyüyen çok uluslu yeni nesil. İspanyollar zamanla Kreollere de güvenmez olmuşlardı. Kreoller de bütün üst düzey görevlerin İspanyollara verilmesinden ve de pastadan yeterince pay alamamaktan şikayetçiydiler. Latin Amerika’da doğup büyümüş ve de yerlilerle karışmamış bir ırk olarak daha fazlasını hak ettiklerine inanıyorlardı. Fakat İspanya’dan gelen güvensizlik Kreollerle İspanyol bürokratların arasını açmaktaydı. Yeni yüzyılla beraber gelen yeni akımlar ve gelişme modelleri, İspanyol hegemonyasından kurtulup Latin Amerika’nın kendi kaderini kendisinin tayin etmek istemesiyle sonuçlanacaktı. Bağımsızlık Savaşlarına Ayaklanmalar ve İlk Bozgunlar Kıta’ya tekrar dönüp baktığımızda; muhafazakarlar, liberaller, yok olmaya yüz tutmuş çeşitli yerli gruplar, Afrikalı işçiler, köleler, zengin toprak sahipleri ve melezler farklı sınıfları oluşturmaktadırlar. İlk bağımsızlık fikirleri ortaya atılmaya başlandığı sıralarda tabii ki de alt sınıfa mensup kimse bu konuda söz sahibi değildi. Melezler için Kreoller ve İspanyollar arasında pek de bir fark yoktu. Hatta İspanyollar günlük hayata karışmadığı için yerli ve melezlerin asıl sorun yaşadıkları grup Kreollerdi. Toprak sahipleri olanlar, yerli ve melezlerin haklarını her fırsatta baskılayanlar ve de keşifle gelip yerleşerek yerlilerin topraklarını alanlar adada ki yeni İspanyol bürokratlar değil Kreollerdi. (6) İlk ayaklanmalar Meksika’da başladı. O zamanlar son derece zengin bir sömürge durumundaydı ve İspanyol Amerikalılar, İspanya’dan gelen bürokratlara karşı güç kazanma hırsındaydılar. Avrupa’da Napolyon’un ilerleyişinin yarattığı karmaşayı kullanarak şehir meclisinde üstünlük kazanmışlardı fakat bu yetmiyordu. 1810’da ilk ayaklanmalar başladı. Kreol bir rahip olan Miguel Hidalgo bir ayrılıkçıydı ve de Kreollerin madencilik bölgesinde bir komplo ile yerli-melez ayaklanması başlatmasında parmağı vardı. Komploda yer aldığı gerekçesiyle tutuklanmak üzere olan Hidalgo kilise çanlarını çalarak halkı etrafına topladı. İspanyollara karşı bir konuşma yaparak Amerikalılığı savundu. Ayaklanma kontrolden çıkmış alevler gibi her yeri sardı ve yüzlerce İspanyol ile kreol öldürüldü. Hidalgo’nun Amerikalılık ayrımı etkili olmakla birlikte İspanyollarla Kreollerin birbirine benzemesi yardımcı olmayan bir unsurdu. Çoğu yerli içinde acımasızlıkta iki grup arasında pek de bir fark yoktu. Düzensiz köylü ve madencilerden oluşan bu grup uzun süre dayanamadan dağıldı ve de Hidalgo’nun zaten diğer Kreoller tarafından destek görmeyen ayaklanması başarısız olmaya mahkumdu. Hidalgo yakalanarak idam edildi. Fakat ayaklanmalar bir kere başlamıştı ve de devamı gelecekti. Hidalgo’dan sonra yine kendisi gibi rahip olan fakat melez Jose Maria Morelos yeni bir ayaklanmanın önderliğini yapmaktaydı. Daha düzenli güçlerle, özgürlük, eşit haklar ve köleliğin kalkması için savaşan Morelos’un kurduğu düzen iki yıl kadar dayanabildi. Morelos’da Hidalgo gibi yakalanıp idam edildi. (7) Arjantin ve Venezüela’da ki ayaklanmalar tepen inme tamamen Kreollerin denetiminde olan ayaklanmalardı. En etkili kişilerin bir araya gelerek tamamen İspanya kralına karşı cephe almış ve de liberal bir yönetim benimsemişlerdir. Arjantin’de ise İspanyol ve İngilizlerin çatışmalarından yararlanan Kreoller üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Bu ayaklanma ve ele geçirmelerin hiç biri halk desteğine sahip olmadığı için uzun süre dayanamadı. Venezüela’da güçlü olan Ilanerolar sürekli kendilerine kötü davranan ve küçümseyen Kreollerden yana olacak değillerdi ve kral adına savaştılar. Diğer bölgelerde ise halk Kreollerin üstünlüğünden son derece hoşnutsuzdu. Kendilerini yurtsever olarak adlandıran çoğunluğu Kreol, başkaldıranlarsa bu hareketlere yandaş bulamadılar. Esas sorunda burada yatmaktaydı. Bu soruna nasıl bir çözüm bulunabilirdi? Aslıhan BAŞER (1) Post-Conflict Reconstruction: Rebuilding Afghanistan; Is That Post-conflict Reconstruction? http://213.184.43.214/files/docs/bdrev13/2._Gintautas_ZenkeviciusPost_conflict_reconstruction_in_Afghanistan.pdf (2) The Politics of Reconstructing Iraq Spring; http://ocw.mit.edu/courses/urban-studiesand-planning/11-948-the-politics-of-reconstructing-iraq-spring-2005/lecturenotes/lect3.pdf (3) (John, 2012) (4) Spanısh Explorers And Settlers, http://unmpress.com/UserFiles/book_images/NewMexicoCh3.pdf (5) (Eduardo, 2006) (6) History of Latin Amerika; http://global.britannica.com/EBchecked/topic/331694/historyof-Latin-America/60878/The-wars-of-independence-1808-26#ref359940 (7) The Ten Most Important Events in the History of Latin America; http://latinamericanhistory.about.com/od/latinamericaindependence/a/independence.ht m Ulus İnşası Sürecinde Latin Amerika’da Kimlik Oluşturma Çabaları – 2 Aslıhan Başer Latin Amerika’da Kimlik Oluşturma Çabaları Latin Amerika’da, ulus inşası sürecinde kimlik oluşturma çabaları bir hayli zaman almıştır. Uzun ve karmaşık bir geçmişe sahip Latin Amerika ülkeleri pek çok farklı düşünce akımı ve periyottan geçerek bu günlere gelmişlerdir. Kıtaya Avrupalıların ayak basması ile ilk sömürgecilik dönemi başlanmış ve yerli iş gücü çeşitli alanlarda kullanılmıştır. Ardından doğan iş gücü ihtiyacını karşılamak için Afrika’dan köleler getirilmiştir. Latin Amerika’nın neredeyse tamamı öncelikle altın arayışları, daha sonra elmas, kahve, muz, kakao ve kauçuk gibi maden ve ham maddelerin furyasına yakalanmışlardır. İngiltere ve Birleşik Devletlerin ham madde üretiminden çok ham maddeyi alan aracı ve işleyip satan olarak daha fazla kar elde edebileceğini görmesi ve de Latin Amerika’yı kendi mallarının serbestçe dolaşabileceği bir pazar olarak değerlendirmesi pek çok ekonomik dalgalanmaya ve her dalgalanmanın ardından da farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Makalemizin ikinci kısmında ise ekonomik hareketliliğe göre gelişen yeni fikirler, sanayi devrimi ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan kısım ele alınacaktır. Karma ırkın kabullenilmesi ve toplum çapında benimsenmesi bu döneme kadar temelini tamamlamıştır. Bağımsızlık, Muhafazakârlık ve Mestizolar’ın Yükselişi Latin Amerika bağımsızlık hareketlerinin başlangıcına bir önceki makalede de özet olarak değinilmişti. Bağımsızlık İspanya Krallığına son derece bağlı görünen koloniler de nasıl başladı ve yerliler, köleler, kreoller nasıl aynı saflarda İspanya’ya karşı savaşabildi ve de yeni özgün bir kimlik yaratma fikri nasıl doğdu? Kıtanın keşfinden beri Amerika’da yerleşik hayat süren ve de kolonial düzeni büyük ölçüde yöneten (Amerika’da ki yerleşik İspanyollar)Kreoller yönetimde daha fazla söz sahibi olmaları gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. İspanya’dan gelen görevliler en üst düzeyde görevlere atanıyor, daha fazla güç ve söz sahibi oluyor ve de tabi ki de daha fazla kazanıyorlardı. Sosyal hiyerarşi de Amerika doğumlu İspanyollar, görevle İspanya’dan atanan İspanyollarla karşılaştırıldıklarında bir altta yer alıyorlardı. Sosyal hiyerarşide ki bu alt sınıf olma utancı, kreollerin kıtanın çıkarlarını daha iyi koruyabilecekleri inancını da benimsemelerine sebep olmuştu. Kıta sürekli olarak Avrupa etkisi altında olduğu için her açıdan Avrupa’yı takip ediyor giyim, sanat ve felsefi düşünceleri hızla benimseyerek Avrupalı olanı daha da yüceltiyordu. Doğal olarak Avrupa’da Fransız ihtilali ile son raddeye ulaşan özgürlük ve liberal düşünce de İspanyol Amerika’sında kendisine çok sayıda elit taraftar buldu. Zaten Avrupa’dan gelen yetkililer tarafından yönetilmekten rahatsız olan Kreoller kendilerini yönetici olma fikrine alıştırmışlardı. Liberal düşünceler ise buna alenen hak tanıyordu. Bağımsızlık düşüncesi yavaş yavaş Kreoller tarafından kanıksanmış fakat harekete geçme konusunda kimse cesaret edememişti. Bağımsızlık hareketlerinin başlaması, fikrin olgunlaşması ile karşılaştırıldığında plansız ve bir anda olan bir olay gözü ile bakılabilir. Bağımsızlık Hareketlerinin Başlama Sebepleri İspanya Kralı IV. Carlos’un ve ondan önce gelen kralların yüzyıllık kötü yönetimi sonucu İspanya Krallığı’nın iflasın eşiğine gelmesi, zaten kötü durumda olan ekonominin üzerine İngiltere ile İspanyol donanmasına zarar veren savaşların yaşanması, Napolyon savaşları ve 1808’de İspanya Kralının ve tahtın varisinin Napolyon tarafından esir alınması ve de Napolyon’un kardeşi Joseph’in tahta geçmesi[1] İspanyol Amerika’sında çöküşlerin birden başlamasına sebep oldu. Kreoller artık yönetimde daha fazla söz sahibi olmaları gerektiğini açıkça dile getirmetye başlamışlardı. Bununla birlikte bir takım hesaplarda yapıyorlardı. İspanya’dan ayrılmak isteyenler kreollerdi ve azınlık olduklarının bilincindeydiler. İspanya’ya karşı yerli ve köleler olmadan bir savaşın kazanılması mümkün değildi. Yerliler ve köleler ise Kreollerdense İspanya’dan gelen bürokratları tercih ederlerdi. Sonuçta fetihten bu yana esas olarak Kreollerle yüz yüze gelmişler, onlar tarafından köleleştirilmiş ve onlar tarafından aşağılanmışlardı. İspanya’ya karşı canlarını ortaya koyup bir savaşa girişmek alt sınıf için bir anlam ifade etmiyordu. Zaten bu güç savaşında en ufak bir yerleri bile yoktu. Bolivar, Nativism ve Latin Amerika Kimliğinin İlk Adımları Kolonyal eyaletlerin hemen hepsi yerli ve köle ayaklanmalarına daha önceden şahit olmuştu. Özellikle Meksika ve Peru eyaletleri yerli ve köleleri ayaklandırmaktan korkuyor o yüzden de bağımsızlık konusunda biraz çekimser kalıyorlardı. Simon Bolivar’ın ise kendine göre daha farklı düşünceleri vardı ve de ortaya koyduğu fikir bir müddet sonra bütün eyalet elitleri tarafından kullanılan bir kampanyaya dönüşecekti. Bolivar kendisini kolonizmin doğurduğu eşitsizliklere karşı savaşan biri olarak tanımlıyor ve de kolonizmin getirdiği her türlü ayrıcalığa karşı olduğunu vurguluyordu. Nativism’in doğuşu böyle başladı. Amaç aynı topraklar üzerinde doğma olgusunu birleştirici güç olarak kullanmak ve bu konu üzerinden kimlik oluşturmaya çalışmaktı. Başarılı bir hamle ile “BizLatin Amerikalılar” ve “ötekiler- Kolonici İspanyollar/bu topraklara esas eşitsizliği getirenler” yaratıldı. Nativism zaten doğasında ötekilere karşı öfke de taşıyordu ve de ötekilere karşı birliği savunuyordu. Yani herhangi bir kast ayrımı olmaksızın Latin Amerika’lı erkeklerin eşit birliğine ve de liberalizm anlayışına dayanıyordu.[2] Bu etki bağımsızlığa kadar çok güzel işledi. Kitleleri harekete geçirdi, iş birliği sağlandı, kadın erkek her kasttan insanlar İspanya’ya karşı beraber savaştı. Ülkeler yavaş yavaş bağımsızlıklarını ilan ettiler ama bağımsızlıktan sonraki ilk çeyrek yüzyılda her şey aynen devam etti ve sosyal eşitsizlikte küçük bir iki değişiklik dışında herhangi bir gelişme yaşanmadı. Böylelikle Nativism’i oluşturan liberal düşünceler yavaş yavaş muhafazakârlık karşısında gücünü yitirmeye başladı ve büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Sanayi devrimine kadar da liberalizmin yenilikçi düşünceleri rafa kaldırıldı ve de insanlar bildikleri gibi yaşamaya devam ettiler.[3] Sanayi Devrimi ve Yeniden Canlanan Dış Ticaret 1850’li yıllara gelindiğinde Latin Amerika ülkelerini canlandıran yeni bir döneme girildi. Sanayi devrimi ve bununla birlikte gelen teknolojik gelişme kıtanın her yerinde yenilenme ve teknolojiye ayak uydurma hareketleri başlamasına sebep oldu. Alt yapının genel anlamda bu dönemde temeli oturtuldu. Telgraf hatları, tren rayları ve limanlar bu dönemde ya inşa edildi ya da üst teknolojiye geçiş yaptı. Daha fazla hammadde ve tüketim ürünü almak isteyen ülkeler Latin Amerika’daki bu teknolojik gelişmeleri destekliyor, bu destek beraberinde ilerleme ve liberal görüşleri tekrar uyandırıyor ve liberal düşünceler daha fazla teknolojik ilerlemeye yatırım yapılmasına yol açıyordu. Sonuç olarak Latin Amerika’da tekrar bir hammadde ihracat artışı yaşanmaya başladı. Liberalizmin özgürlükçü yapısı; bilim, sanat, felsefe ve sosyoloji gibi pek çok alanda Avrupa menşeli düşünür ve sanatçının fikirlerinin ve çalışmalarının da Latin Amerika’da yayılmasına olanak sağlıyor ve Latin Amerika’yı Avrupa üstünlüğünü benimsemeye ve onları takip etmeye zorluyordu. Latin Amerika ülkeleri tekrar hammadde kaynağı ülke haline geldiler. İlk sömürgecilik döneminin farklı bir versiyonu yaşanmaya başladı.[4] İlk dönem sömürgeciliğinde olduğu gibi yine bir üretim çılgınlığı yaşanmaya başlandı. Ormanlar ve doğal kaynaklar talan edildi, işçi gereksinimi arttı. Bu atılım pek çok Avrupalı göçmeni de Latin Amerika topraklarına çekmeye başladı. Başta İtalya, İspanya ve Portekiz olmak üzere pek çok ülkeden göçmenler geliyor, kendilerine yeni bir hayat ve iş arıyorlardı. Pek çoğu tarla işlerinde çalışmaya başladı, kendi tarlalarını ekip biçmek peşindeydiler. Bir kısmı da şehirlere yerleşti. Hammadde üretiminin artması beraberinde ekonomik refahı getiriyor bu da sürekli olarak ilerleme ve istikrar sağlama isteğini artırıyordu. Önüne geçilemeyen ilerleme isteği beraberinde ilk dönem sömürgeciliğine benzer çalışma ve yaşam koşulları yaratıyordu. Zor şartlar bütün işçileri yıldırdı ve de grevler görülmeye başlandı. Hükümetler ilerleme ve dış ticaretin devamına o kadar odaklanmışlardı ki bunu bozan her şeye karşı sert tedbirler aldılar. Kısa bir süre sonra da Latin Amerika diktatörlükleri sıra ile ülkelerin yönetimlerine geçmeye başladılar. Avrupa’yı Sorgulamak ve Nativizin Yeni Yorumu 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında Latin Amerika; Avrupa ve Birleşik Devletlerin tavrını sorgular hale geldi. Fikirlerinden esinlendikleri Avrupa, Latin Amerika’yı kendi isteklerine göre şekillendirmeye çalışıyor, kendi kaderlerini belirlemelerini engelliyordu. Birleşik Devletler diktatörlüklere destekler vererek birbiri ardına ülkelere çıkartma yapıyordu. Liberalizmi savunan bu ülkeler onların liberal davranışlarını kısıtlıyor ve de Latin Amerika’da ki özgürlüğü engelleyerek ırkçılığı geri getiriyordu. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte ekonomi istikrarsızlaşmış ve de dikkatler Avrupa’ya kaymıştı.[5] Birinci Dünya Savaşı ile İngiltere Latin Amerika’daki üstünlüğünü bir daha geri alamamak üzere Birleşik Devletlere kaptırmıştı. Birleşik Devletler de İngiltere’den daha iyi değildi ve daha çok yönetime birebir karışma arzuları vardı. Özenilen ve üstünlüğü kabul görmüş Avrupa ve Birleşik Devletlerin yaptıkları onay görmez ve sorgulanır hale gelmişti. Bu sorgulama açık açık akademisyenler ve yazarlar tarafından dile getiriliyordu. Latin Amerika’ya göçler devam ediyordu ve sanayileşme hala gerçekleşmemişti. Halk yeni arayışlar içerisine girmişti. Nativism ve kimlik sorunu tekrar ortaya çıkmış ve de ilerlemeden yararlanamayan milyonlar daha farklı bir çözüm arayışındaydılar. 1930’lara gelindiğinde Avrupa’dan gelen büyük göç dalgaları durulmuştu. Bu arada Latin Amerika ülkeleri yavaş yavaş diktatörlüklere veda ediyor ve de ardından sanayileşme hareketini başlatıyorlardı. Milliyetçi Hükümetler ve Bugünkü Kimlik Anlayışı Milliyetçi hükümetlerin başa geçmesi Latin Amerika’da kimlik oluşumunun hız kazandığı dönemi oluşturur. Fetihten bu yana süren kültür alışverişi ve ırkların karışımı bu dönemde daha da desteklenmiştir. Latin Amerikalı olmaktan gurur duymak, ülke ekonomisini düzeltmek için birlik olmak ve de sanayileşme hareketi başlatmak bu dönemin esas noktalarını oluşturur. Bu dönemin ortaya çıkması en çok son dönem göçleri ile Avrupa’dan çok büyük umutlarla gelip aradıklarını bulamayan tarım işçileri ve gelişmeden daha fazla yararlanmak isteyen orta sınıf tarafından gerçekleştirilmiştir.[6] Hammadde ve tarımsal ürünlerin ihraç edilmesi ülkelerin dalgalanan ekonomilere sahip olmasına sebep oluyor, Avrupa ve Birleşik Devletlerin kendilerine belirledikleri kaderle yaşamak zorunda kalıyor ve de kayda değer, istikrarlı bir gelişmeden yararlanamıyorlardı. Bu amaçla beyazların üstünlüğünü reddetme ve kamu çıkarı için çalışmanın daha önemli olduğunu savunuyor ve de toplumun her tabakasından destek görüyorlardı. Sağlık alanındaki teknolojik gelişmeler, göçler ve gelişen sosyal konumlar, liderlerin daha fazla oy gereksinimi duymasına yol açtı. Bu da mümkün olduğunca fazla kesime hitap etmeyi beraberinde getiriyordu. Bu dönem popüler liderlerin yönetime geçtikleri bir dönem oldu. Avrupa ve Avrupa ile ilgili her şeyin üstünlüğüne karşı bir dışlama başladı. Sanat, felsefe, sinema Latin Amerika topraklarını övüyor ve de karma kültürü yansıtıyorlardı. Toplum her alanda kendisini gözden geçiriyor ve yerli-etnik unsurları öne çıkararak düzenlemeler gerçekleştiriyordu. Edebiyat, felsefe, müzik, sinema hatta din bile kültür farklılıklarını birleştirerek Afrika ve yerli geleneklerine kucak açıyordu. Karma kültür oluşumu toplumun her katmanı tarafından destekleniyordu.[7] Bu gelişmeler İkinci Dünya Savaşına kadar hızla devam etti. İkinci Dünya Savaşı ile tekrar dalgalanmalar ve farklı konular gündeme gelse bile Latin Amerika’nın karma kimlik oluşturma temelleri bu dönemde atılmış oldu. Sonuç Latin Amerika’nın kendi kimliğini yaratma süreci son derece uzun ve karmaşık olmuştur. Her ne kadar zaman zaman öze dönüş eylemleri yaşanmış olsa da toplumun en alt tabakasının dağlarda- amazon ormanlarında yaşayan yerlilerin sosyal konumu hala tartışmalıdır. Yerlilerin modern devlet yönetiminde yer alması ise uzun zaman almıştır. Bazı ülkelerde ise hala daha zamana ihtiyacı vardır. Tüm bunlara rağmen Latin Amerika ülkeleri genel olarak ulus inşası sürecinde kimlik oluşum sürecini başarı ile tamamlamıştır. Aslıhan BAŞER KAYNAKÇA [1]https://www.onwar.com/aced/chrono/c1700s/yr90/anglospanishwar1796.htm [2]http://www.historytoday.com/john-lynch/simon-bolivar-and-spanish-revolutions [3]http://www.nottingham.ac.uk/genderlatam/documents/historical-background-of-thelatin-american-wars-of-independence.pdf [4]http://goo.gl/5FLOuu [5]http://www.iep.utm.edu/latin-am/ [6]http://adels.blog.lemonde.fr/files/UE4b.pdf [7]Chasteen, John Charles, Latin Amerika Tarihi, Say Yayınları, 2012, İstanbul, sf:392 [status publish] [geotag on] [publicize off|twitter|facebook] [category güvenlik] [tags LATİN AMERİKA DOSYASI, Ulus, Latin Amerika]