5. Sayı / Eylül – 2015
Transkript
5. Sayı / Eylül – 2015
sol bek Seni düşlerimizden biliyorduk Koray Çapoğlu… Daha önce hiç karşılaşmadık, fotoğrafını ilk kez 20 Temmuz günü gazetelerde görmüştük; ama kim olduğunu biliyorduk. Çünkü bizlerden biriydi, başka renklere gönül vermiş, hayata bordo-mavi bakmayı tercih etmiş yüzbinlerce yoldaşımızdan biriydi. Her alanda kindarlığı örgütleyen zihinsel bozukluğa bizler gibi karşı duran bir kardeşimizdi. Onu tanımak için yan yana gelmemize, tokalaşmamıza, maç kritiği yapmamıza gerek yoktu, onu hep tanıyorduk. Sadece tribünlerimiz farklıydı. 1 Mayıs kortejinde, Gezi’de, Çarşı davasında, Validebağ’da, Hrant anmasında, Suruç’ta bizi ayıran hiçbir şey yoktu. Bizi birleştirense düşlerimizdeki özgür dünya fikriydi. Onu düşlerimizden biliyorduk. Gezi’de başlayan, sonra formadaki bir yıldıza heba edilen taraftar kardeşliğinin kararlı bir savunucusunu yitirdik. Devrimci Trabzonsporlular’ın kurucusu Vahap Güven bir devrimi savunmaya gitmiş ve direniş sırasında Kobane’de can vermişti. Koray, grup 5 ~cinaynası kurucusunun peşinden, bu kez yıkılan bir kenti inşa etmek için; çocuklara bordo-mavi sevgisini anlatmak için gidiyordu. Onun ardından yazıklanmaya, romantik dizeler düzmeye gerek yok. 32 yoldaşıyla beraber düşlerinin peşinden gitti ve açıkça davet edilmediği bir savaşta, leş bir pusuda düştü. Vicdanıyla aklıyla düşleriyle gitti Koray, Karadeniz derbisine gider gibi, İnönü deplasmanına gider gibi. Düşman değil, dost topraklara gitti. Bir devrimin yaralarını sarmaya, karanlığa direnen bir halkın çocuklarına umut olmaya, flaması ve oyuncaklarıyla gitti. O son fotoğraf karesinde, sonsuza uzanan sıkılı yumruğunu süsleyen bordo-mavi flamadan bildik onu. Beyaz bereleriyle nefreti körükleyenlere inat, gururla taşıdığı Bordo-mavi bayrağıyla hepimizi dayanışmaya çağırdı. Ezgi’nin siyah-beyaz atkısının aziz hatırası ne anlama geliyorsa, düşen bayrak da o anlama geliyor bizim için. O bayrağı düştüğü yerden kaldırmak boynumuzun borcu olsun. Devrime gidenler ~eşkıya “Devrime gidiyoruz” notunu düşmüştü yola çıkmadan önce Instagram hesabında. Bilincinde kadim bir kavganın mirası, gencecik yüreğinde yitenlerin öfkesi ve hüzünlerin tekmilini isyana dönüştüren sonsuz ümidi... Biliyordu, teslim olmayana rahat yoktu bu topraklarda. Aradığı huzur değildi. “Canı cehenneme” diyordu, ‘camlarında paramparça cesetler uçarken / dünyayı tüketenin canı cehenneme’. Bütün bu karanlık, bu nefret, toprak kana doysa bile sömürüye ve güce doymayan bu düzenin mümtaz bey ve hanımefendileri yekvücut olup Rojava’yı boğmaya ant içmişken bakamazdı başka yöne, dönemezdi sırtını devrime. Yara vücudun en sıcak, en canlı noktasıdır. Ezgi de yüzlerce yoldaşı gibi bir an önce akma gayretindeydi yaraya doğru, alyuvar olup hayat vermek istiyordu filizlenecek tohuma. “Devrime gidiyoruz” notunu düşmüştü yola çıkmadan önce... ruyan da Van’daki depremin ardından kol gezen “müstahak onlara” iğrençliğine karşı tribünde üstünü başını çıkarma ve atkıları Van’a yollama tepkisiymiş. Ne tuhaf; komşusu açıktayken soyunmakmış insanı üşümekten koruyan. Hepimizden iyi bellemiş bunu Ezgi. Beşiktaş’ı benim için kör fanatizmden ayıran nedir diye epeydir soruyorum kendime. Cevabı böyle bir yazıda vermek istemezdi gönül. Ancak düzenin dayattığı acılardan, zulümden kaçmak ne mümkün! Her görmezden gelişimizde egemenlerin cesareti palazlanıyor. Attığımız her geri adım, boşalttığımız her mevzi onların iştahını kabartıyor, daha sert indiriyorlar sırtımıza kırbacı. İşte siyah/beyaz bir teslim olmama halidir benim için. Bazı maçların kazanmak için oynanmadığını haykırır. Düşmemiş bir cephedir barış ve eşitlik kavgasında. Üçüncü renk olarak yanına kırmızı değil, kızıl gelendir. Ve o kızıldır ki diğer renklerle siyah/beyaz’ı eşitleyen, Koray ile Ezgi’yi kırmızı/yeşil/sarı için yollara düşüren. Ve ansızın bir alev bulutu kapladı ortalığı. Göğü zaptetti çığlıklar. Bir hançer saplandı ezilenin, dövüşenin göğsüne, dünyanın dört bir köşesinde. Devrimin birer çocuğu olmuştu şimdi hepsi. Sönmedi yüreğimizin ışığı. Aksine, çoğaldı, büyüdü isyanımız, bilendi öfkemiz. Ve daha güçlü yankılandı sözümüz toprakta, havada ve suda: Zafere dek daima! “Gencecikken / yiğitken, güzelken, incecikken / ölüm, adın kalleş olsun!” Sonradan öğrendik, hep üşürmüş, çok üşürmüş Ezgi. Sinüziti tutar, başı ağrırmış üşüdüğünde. Yine de kalkar hiç üşenmeden Ümraniye’den Olimpiyat Stadı’na gidermiş kışın bile. Ne İkitelli ayazı, ne açık tribünün rüzgârı yıldırırmış onu. Siyah/beyaz’ı yanyana görmek ısıtırmış içini. Dahası, ırkçılığa karşı doğan “hepimiz zenciyiz” duruşu, belki de Çarşı’nın Gezi’de halk adına üstlendiği öz savunma işlevi düşürürmüş onu yollara. Meğer Ezgi’yi soğuktan ve rüzgârdan ko- 2 İlk Süper Kupa ~siyah beyaz arşiv 2005-2006 Sezonu’nda Türkiye Kupası’nı Beşiktaş’ın, şampiyonluğu da Galatasaray’ın almasıyla ‘Süper’ adıyla yapılacak ilk kupanın finalistleri belli olur. Maç alışılanın aksine Almanya’nın Frankfurt kentinde oynanacaktır. Tribünlerde neredeyse boş koltuk kalmamıştır. Kadroya bakalım: Runje İbrahim Toraman Gökhan Zan Baki Mercimek Deli İbrahim Fahri Tatan Kleberson Koray Avcı Delgado Gökhan Güleç Nobre Ayrıca bu maç Runje, Baki ve Delgado’nun Beşiktaş’taki ilk resmi maçı olacaktır. Baki’nin performansı pek kayda değer olmasa da Runje ve Delgado gayet iyi bir maç oynuyorlar. Özellikle kalecimiz Runje’nin çıkardığı bir kaç kritik pozisyon vardı hafızalarda kalan. Maçın genelinde üstünlük sağlayamadı iki takım da. Oyun üstünlüğü olmasa da Beşiktaş’ın oyuncu üstünlüğü vardı, Galatasaray’ın sevdalısı Nobre her zamanki gibi sahadaydı, Galatasaray’ı yine boş geçmedi. Galatasaray’a karşı son galibiyetimiz 2004’te Olimpiyat Stadı’nda alınmışken hem galibiyete hem de Süper Kupa’ya çok yakındır Karakartal. Geriye sadece 30 dakikalık bir bölüm kalmıştır. Dakikalar bir bir ilerlerken, meşin yuvarlak bir o kaleye, bir bu kaleye gider durur. Kalan sürede Galatasaraylı Cihan’ın bir topu direkten döner, herkesin yürekleri ağza gelir. Ama maç tamalandığında ilk defa düzenlenen Süper Kupa’nın sahibi Beşiktaş olur. 3 Liglere verilen aranın ardından ~chatlak üç ay ancak yetiyor. Bizler, yani bu hastalıklara bugüne değin sabırla ve irade göstererek direnen bünyeler, tüm bu bilince rağmen “yeniden yeni sezon gelse de kanser olmaya devam etsek” diye bekleşiyoruz. Dedim ya beni galibiyetler, kupalar, şampiyonluklardan ziyade farklı şeyler heyecanlandıyor. Maç olmasa da neredeyse her gün Youtube’a girip arama çubuğuna “Karabük deplasman – Sevemez kimse seni”yi yazıp gaza gelişim yetiyor da artıyor bile (bazen yetmediği oluyor, kabul ediyorum). Yoksa Gomez eskiden hangi takımdaydı bilmiyorum. 4-2-3-1’i sabaha kadar tartışacak engin bir futbol bilgim de yok benim. Entelektüel takılıp küfürsüz izleyebildiğim maç sayısının pek az olduğunu hatırlatmama zaten gerek yok. Top yuvarlak ama; bildiğim bu… Maçtan daha ziyade, maç öncesi Şairler Parkı’nda toplaşıp da maç öncesi demlenişimiz, bazı maçları hatırlamayışımıza ertesi gün gülüşümüz beni heyecanlandıran. Maç biletin olmasa da bir derbi öncesi Kazan’a gidip havayı koklamak, denk gelirse bir derbi sonrası kafa kıyak halde halaya durmak beni mutlu kılan. *** Yeni bir sezon daha başladı. ‘Liglere verilen ara’nın son günlerinde kaleme alınan bu yazının sahibi, işte o lig arasında kanserli hücrelerini temizledi (en azından öyle sanıyor). Zira sezon içerisinde fıtık, kanser, ses kısıklığı, asabiyet gibi birçok hastalığa sebebiyet veren takımımız sayesinde arınmak için iki *** Planı - programı, işi – gücü, manitayı – arkadaşı bir kenara bırakıyor muyuz gençler? Lig başladı ve Karakartal sahaya çıkıyor, siyahhhh, beyazzzz, siyahhh, beyazzz! Beşiktaş’ın müthiş yabancıları! Beşiktaş erkek basketbol takımının yeni sezon kadrosu şekillendi. Beşiktaş’ın yabancı transferleri oldukça dikkat çekici. İlk olarak koç Henrik Dettmann’ın yakından tanıdığı Finlandiyalı uzun Erik Murphy’i kadrosuna katan siyah-beyazlılar ardından pota altına Lamont Hamilton’ı dahil etmişti. Ardından oyun kurucu Nate Wolters’ı açıklayan Beşiktaş, skorer forveti Broekhoff ’u kadroda tutmayı başarmıştı. Beşiktaş’ın son transferi ise 25 yaşındaki şutör guard D.J. Seeley oldu. Menajeri Misko Raznatovic’in resmen açıkladığı ~kemba Seeley de tıpkı Murphy gibi Chicago Bulls tarafından NBA’e seçilmiş bir oyuncu. Şimdi oyuncular hakkında biraz bilgi verelim... Erik Murphy: Fransa doğumlu, fundamentalini Amerika’da almış, Finlandiyalı bir uzun forvet. 1990 doğumlu ve 2.08 boyunda. Dettmann yönetimindeki Finlandiya Milli Takımı’nın 2014 Dünya Şampiyonası’ndaki dikkat çeken isimlerindendi. NBA’de Chicago, Utah, Cleveland, Boston gezdi ancak istediği süreleri alamadı. Geçen sezonu Spurs’un 4 D-League’deki takımı Austin formasıyla geçiren Murphy, Avrupa’da pek çok takımın transfer listesindeydi ama Dettmann’ın onu Beşiktaş için ikna etmesi zor olmadı. ribaund, blok ve savunma lideri olacak. Onu sık sık hücum ribaundunu alıp smaçlarken izleyebiliriz. D.J. Seeley: Amerikalı şutör guard 1989 doğumlu ve yeterli Avrupa tecrübesine sahip. En önemli özelliği 3 sayı çizgisinin gerisinden Bobby Dixon’ı aratmayacak bir skorer olması. Geçen sezonu ACB’de Manresa formasıyla tamamlayan Seeley tam bir sayı makinesi. Dettmann’ın sevdiği tempolu ve bol bol üç sayı denenen sistemde Broekhoff ile birlikte lige damga vurabilir. Ne bir Lofton ne de bir Jerrells. İkisinin ortası. Çok iyi transfer. Nate Wolters: Minnesota doğumlu, Amerikalı oyun kurucu. İskandinav dedeleri ile Dettmann uzak akraba olmalı. 1991 doğumlu ve 1.93 boyunda. Murphy’nin 49. sırada seçildiği 2013 draftında o da 38. sırada seçilmişti. NBA’i yakından takip edenler onu 2013-14 sezonunda Milwaukee Bucks formasıyla net hatırlayacaklardır. Bucks formasıyla çıktığı ilk NBA maçında 30 dakikadan fazla süre almayı başarmış, Brandon Knight ve Luke Ridnour’un sakatlığında ilk 5’te 9 maça çıkmıştı. Çaylak sezonunda sezonunda All-Star arasına kadar 17 maçta ortalama 26 dakika süre alan Wolters 8.3 sayı ve 2.7 asistle oynamıştı. Saha görüşü üst düzey olan Wolters yapacağı müthiş asistlerle kesinlikle ligin en dikkat çeken 1 numaralarından olmaya aday. Ryan Broekhoff: Beşiktaş formasıyla 3. sezonuna girecek Broekhoff, takımın lideri konumunda. Profesyonel kariyerine siyah-beyazlı formayla adım attı ve basamak basamak yükselişine tanık olduk. Avustralya Milli Takımı’nın da ilk 5 oyuncusu olmayı başardı. Bugün Euroleague seviyesinde bir kısa forvet ve ligin en korkulan ceza üçlükçüsü. Lokomotiv Kuban’ın yüksek teklifine rağmen Beşiktaş’ta kalmayı tercih etmesi onu taraftarın gözünde de apayrı bir yere oturttu. Hastasıyız. Lamont Hamilton: Avrupa basketbolunun tecrübeli ve tanınmış uzunlarından. 1984 doğumlu ve 2.08 boyunda. 2013’te Bilbao ile Euro Cup finali oynayıp turnuvanın en iyi 2. beşine seçilmişti. Ertesi sezon Laboral’in en önemli transferi olarak Euroleague’e adımını attı ancak şanssız ve uzun sakatlığı onu epey geriletti. Bask ekibinin Euroleague için yaptığı önemli hamlelerden biri olarak dikkat çeken atletik uzun, şanssız bir sakatlık yaşayarak 47 maçın 39’unu kaçırmıştı. Siyah-beyazlılar’ın Ekstra Not: Fanzin tam baskıya girecekken Lampe’nin de bir yıllık anlaşma imzaladığı haberi geldi. Son 3 sezondur formasını giydiği Katalan devi Barcelona’dan ayrılan Polonyalı uzun Maciej Lamp (2.12; 1985) artık resmen Beşiktaş’ta. 5 Futbol kitlelerin papyonudur ~berko içine bakıyor. İş adamlarına “Taraf olmayan, bertaraf olur” denen, güreşçisine propaganda, futbolcusuna Rabia’yı öğütleyen, hükümet karşıtı olduğu için milli takımdan basketbolcu kovan, hepimizin malumu mücahit taraftar gruplarını örgütleyen bir zihniyetle batıdaki toplu iş sözleşmelerinden ve tüketici haklarından bile uzakta, faşizan bir ortamdayız. Hani küresel sistem zaten kötü, biz daha da kötü. Peki, futbol sadece bizim ülkemizde mi kirli? 2009/10 transfer sezonunda Real Madrid, ülkesi İspanya ekonomik krize gireli henüz 6 ay olmuşken sadece bonservis bedellerine - akıllara zarar - 257,5 milyon Euro ödeyebilmişti. Ronaldo, Kaka, Benzema, Xabi Alonso gibi isimlerin sadece bir senelik alacaklarıyla bu rakamın 300 milyona çıkacağını düşünmek, takdir edersiniz ki, iyimser bile sayılabilir. Buna neden değiniyorum? Bugün IMF ile olan husumeti yüzünden emperyalist güruh ve medyalarca aşağılanan Yunanistan’ın 2015 borcu 1,5 milyar Euro. Yani krizdeki İspanya’da, Real Madrid’in tek senelik transfer bütçesi eşittir bir diğer AB ülkesini iflasın eşiğine getiren borcun 5’te 1’i. İbrahim Altınsay 2011 yılında Star gazetesine şike soruşturması üzerine verdiği bir röportajda, Türkiye futbolunda gittikçe büyüyen finansal pastanın i) giren paranın paylaşımı, ii) futbolun yarattığı nüfuzun paylaşımı üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti. Herhangi bir alt ve üst yapıdan yoksun ülke futbolunda dönen paranın aslen futbol üretiminden değil, telekomünikasyon şirketlerinin pazar kavgası ve bahis şirketlerinden geldiğine değinmişti. Puslu iş adamlarının ve onların yanına yamanan mafyöz menajerlerin ellerine düşmüş futbol işçilerinin hakkının, hukukunun, sendikasının olmadığı bir lige milyonlar oluk oluk akıyor. Böylesine bir “nüfuz alanı”nda tek kelime tepki bile vermeye cüret edemeyen futbolcular, üzerlerine ateş açıldığında bile, mitinglerinde gittiği ilin atkısını takan bir cumhurbaşkanının ağzının Demek ki neymiş; taş yerinde ağırmış. Bir miktar para, yerine göre koca bir halk banka borçlarına batmışken ahlâksızca akabilir, yine aynı şekilde bir başka devlet, hükümeti küresel para akışının gereksinimlerine sol taraftan karşı çıkmaya yeltendiğinde, sanki altından kalkılamaz, “oluru yok” bir meblağ, adeta bir vebalmişçesine lanetlenebilirmiş. Dünya kupaları için tek seferlik devasa 6 inşaatlar yapılabilir, Vladimir Putin yolsuz FIFA’nın boğazına kadar batmış Sepp Blatter’ını Nobel Ödülü’ne aday ilan edebilirmiş. Barrack Obama’nın Birleşik Devletler başkanı sıfatıyla toplamda 11 ülkeyle savaş halindeyken aldığı “Barış Ödülü”nün saygı değer kurumu Nobel’den bahsediyorum… insanlar var ya. Ha bir de onlar işte, alakasız belki ama onlar işte, canlarım benim… * Eto’o, Nani, Sneijder, Podolski, Van Persie ve daha nicelerine bir de Mario Gomez’i ekledik. Afyonumuz futbol oldu; üzerindeki tarım ilacından yetiştiği toprağa kadar hepsi birilerinin işleri tıkırında devam etsin diye varlar. Dumanlıyız ağalar. Ne Passolig’in literatürdeki her bir tüketici hakkına aykırı olması, ne de Altınsay’ın “Paralı ağalar oligarşisi” kollektif bilinçte kendini pratiğe dökecek önemi bir türlü kazanamıyor. Bu sene fazlasıyla azalan seyirci sayısı da neydi diyeceksiniz, evet güzeldi. Fakat ya Nani ve Van Persie’yi art arda açıklayan Kadıköy Stadının önünden bu yaz hiç geçmemişsiniz ya da hafızanız federasyonun önceki yabancı kuralı kadar. * 1982 senesinde Diego Maradona, Boca Juniors’tan Barcelona’ya toplam 3 milyon Euro’luk bir rekorla transfer oldu. 32 sene sonra Barcelona Luis Suarez için 94 milyon Euro bonservis bedeli ödedi. Endüstri endüstri oldu, üzerimize çullanıyor farkında mısınız? Ağza alınmayacak, akla hayale sığmayacak rakamlar normalleşti, şaşırtmıyor bizleri. 40 milyon, 60 milyon falan ne ki artık? Biz 100’ü gördük. Cavani’ler, de Bruyne’ler sanki o paralar dönsün diye takım değiştiriyor. Futbolun devleri parke yeniliyor! “Mario Gomez iyi futbolcu, Allah sahibine bağışlasın”. Ortalaması 1,5 olan bir takıma, 3,5+ imza parasıyla senelik 5’leri bulabileceği söylenen bir bağış. FİFA’nın nefesini ensemizde hissederken ters yöne atılan çılgınca bir çift salto. En pahalısından. Bağış: İslam’da bir zenginlik alameti, alâmetifarikası. Bu ülkede şike patladı, oynatıldı. Gezi başladı, gerekirse içine ederiz dendi; çıktı biletlilere değil, sanal hesaplılara oynatıldı. Saha basıldı, futbolcular tekmelendi, oynatıldı. Otobüsler taşlandı, kurşunlandı, oynatıldı. Yabancı azaldı, yabancı arttı oynatıldı. Hiç düzeltilemeyecek mi? Bence hiç düzeltil(e) meyecek. Bağış deyince aklıma hep Deniz Feneri geliyor. Ha bir de rantsal dönüşüme, taşeron inşaatçılara ve etraftaki kamyonlara sövüp, sonra ilk müteahhitten apartmanlarına teklif alan Sol Bek Fanzin Eylül 2015 • Sayı: 5 • Düzensiz • Beleş Çoğaltılabilir. Yazmak isteyen arkadaşlar e-posta atabilirler. facebook/solbekfanzin • twitter.com/solbekfanzin • solbekfanzin@gmail.com solbek.org 7 Sezon başında yeni bir şey yok… ~flanör len performanstan sonra sonuçta Şampiyonlar Ligi’ne katılamasa da Arsenal karşısında oynanan futbol büyük beğeni kazanmıştı. Ligin ilk maçında Mersin İdman Yurdu’nu tarlayı andıran bir zeminde 1-0 yendi. Ardından Çaykur Rizespor ile berabere kalındı ve Bursa deplasmanından çıkarılan tek gollü galibiyet ile 3 maçta 7 puan yapıldı. Beşiktaş yine Son 3 sezondur, Beşiktaş’ın yaptığı iyi başlamıştı. En iyi futbolu oynuyordu, lig başlangıçları futbol otoritelerimi- ümit vaat ediyordu ve olaylar gelişti. zi şaşırtıyor. Slaven Biliç’in geldiği ilk yıl, 2013/2014 sezonunun ilk maçın- Bu sezon da benzer bir performans ile da 2-0’lık Trabzonspor galibiyeti son- başladı Beşiktaş. Mersin İdman Yurdu rasında Beşiktaşlı futbolcular göklere karşısında oynanan futbol ve 5 gollü gaçıkarılmıştı. Gökhan Töre ve Olcay Şa- libiyetin ardından göklere çıkarılan tahan maçın yıldızlarıydı ve oynanan di- kım, Trabzonpor’a 2-1 yenildi. 3. hafta kine hızlı pas futbolu da şampiyonluk da Gaziantepspor deplasmanında 3 puşansı görülmeyen Beşiktaş’ın geleceği anı 4 golle alarak 3 maçta 10 gol, 6 puan için büyük umut vaat ediyordu. Dep- yaptı. Geçen iki sezona göre daha fazla lasmandaki 4-2’lik Kayseri Erciyesspor hücum düşünen, bununla birlikte daha ve İstanbul’daki 2-0’lık Gaziantepspor fazla pozisyon veren bir takım gördük. maçlarından sonra ilk 3 maçta 9 puan Her ne kadar kalede, stoperde ve ön libeyapan Beşiktaş ligin en iyi futbol oyna- roda alternatif oyuncuya ihtiyaç görülse yan takımı ilan edilmişti. Şampiyonluk de Samet Aybaba zamanında temeli atıönündeki tek engel stadının olmamasıy- lan, Slaven Biliç’in takım haline getirdiği dı. Hatırlayacaksınız, Gezi Direnişi’nin kadronun omurgası muhafaza ediliyor. hemen sonrasındaki sezondan bahse- Son iki sezonda özellikle ligin ikinci diyorum. 4. haftada Olimpiyatlar için yarısı kendini gösteren kalite sorunu ve yapıldığı iddia edilen çimenlik alanda 70 kadro derinliğinin yarattığı eksiklikler bin seyirci önünde sergilenen tiyatrodan ülkenin en iyi antrenörlerinden Şenol sonra, tamamlanamayan maçta Beşiktaş Güneş’in dokunuşuyla oyuncuların gösGalatasaray karşısında hükmen mağlup terdiği gelişim ve yeni transferlerle aşılmaya çalışılacak. ilan edildi ve olaylar gelişti. Geçen sezon Beşiktaş’tan beklentiler İlk 3 haftanın gösterdiği, Beşiktaş hızlı daha büyüktü. Şampiyonlar Ligi Play-off pas oyunu ile sonuca gitmeye çalışacak. maçlarında Feyenoord’a karşı gösteri- Sezona harika bir başlangıç yapan Oğuz8 han ve Olcay, bu sezon patlama yapması beklenen Gökhan Töre, form tuttuğu zaman takımın liderliğine soyunan Sosa ve Quaresma’nın yetenekleriyle iyi alan kapatan savunmaları çözmeye çalışacak. Gaziantepspor maçının son 15 dakikasında olduğu gibi geniş alan bırakan takımları dağıtacak. Bununla birlikte Beşiktaş, sağ ve sol kanadı şampiyonluk yolundaki rakipleri kadar iyi kullanamayacak gibi görünüyor. Yeni transferler sol bek Tosic ve sağ bek Beck hücuma yeterli desteği verebilecek gibi görünmüyor. Bunda Beşiktaş’ın sağ ve sol açıklarının içeri doğru driplingle girmeyi seven oyuncular olmasının da payı var. Ancak ne Beck ne de Tosic sıfıra inip rakip defans düzenini dağıtacak, Gomez’i ceza sahasında topla buluşturacak oyuncular değil. Gomez’in Töre, Quaresma, Olcay önünde ne kadar verimli olacağı meçhul. Ancak Alman futbolcuların hiçbir zaman Beşiktaş’ı mutsuz etmediğini de unutmayalım. önemsemediğini gösteriyor. Olgunluğun yaşta değil başta olduğunu hatırlayarak, “aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek ahmaklıktır” diyen Einstein’ın mı yoksa sonradan Bursa’ya transfer olan Macar Dzsudzsak (Cucak diye okunuyormuş) yerine olgun (!) Q7’yi tercih eden Beşiktaş yönetimi mi haklı çıkacak göreceğiz. Son olarak Atiba! İlk üç maçın kuşkusuz en iyi oyuncusuydu. Takımı bir arada tutan bir kilit taşı gibi. Takımın boyunu kısaltıyor, pas trafiğini yönlendiriyor, rakibi ilk o karşılıyor ve hücuma da çıkıyor. Takımın derli toplu oynamasında en önemli rolü oynuyor. Onu seyrederken keşke 3-4 yaş daha genç olsaydı diyorum ve keşke hiç sakatlanmasa diye düşünüQuaresma ise Trabzon maçında sadece yor insan. Çünkü şu anda alternatifi olamatörce gördüğü kırmızı kart değil, mayan tek oyuncu O. golden hemen önce kullanılan serbest vuruşta da topu durdurmadan oyu- Bakalım olaylar nasıl gelişecek? na başlaması futbolun basit kurallarını 9 Bulantı ~takoz recep Biliç Hocam gittiğinden beri Beşiktaş’ımız hakkında ne teknik-taktik konuşasım ne de bununla ilgili herhangi bir muhabbete dâhil olasım hatta duyasım bile gelmiyor. Geçen sayıdan beridir de Beşiktaş’ı içimde çok güzel yaşıyorum. Transfermiş, o’ymuş şu’ymuş… Dinlemeden. Bu içe kapanma hissiyatı ve ihtiyacı Beşiktaş’a karşı bir küskünlük değil. Hem Beşiktaş’a küsülür mü hiç? Daha çok -muhtemelen- bir buhran dönemi. Esasen şunu da belirtmek isterim ki, bu yaşadığım komplike duyguların nedeni Bilic’in gidişi de değil. Başlangıcı Biliç’in gidişi olsa bile, kesinlikle temel nedeni bu değil. Adını ve nedenini koyamadığım bir şey olsa da, hakkında konuşmam gerekirse diyebileceğim şey nedensizlik ve bilinmezlik üzerine kurulu bir tür -belki de- dönemsel travma olduğu. Tribüne girip, takımını destekleme ön koşulunun passolig olduğu, Beşiktaş yönetimince Beşiktaşlılığın orijinal ürün satın alıp, yönetim kurulu üyesi olma kıstasıyla ölçüldüğü, Beşiktaş Başkanı’nın sürekli ve sürekli Halkın Takımı Beşiktaş’ı ve Beşiktaşlı’nın boynunu eğdirecek hareketlerde bulunması. Belki de yaşadığım bir tür içsel Beşiktaş’ı sahiplenme hareketinin temel sebepleri bundandır. Beşiktaş yener, Beşiktaş yenilir, Beşiktaş berabere kalır. Bunların hepsi, bir Beşiktaşlı için olağan şeylerdir. Aslında yazının genel temasında da söylediğim gibi, Beşiktaş’a karşı Beşiktaş’la beraber yaşadığım şey kesinlikle materyalist bir arzu listesi değil. Fakat bana “Peki ne?” dediğinizde, dediğim gibi pek bir şey diyemiyorum. Yazıyı toparlamaya çalışırsam, Zeki Demirkubuz’un bu ülke için sarf ettiği “Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum.” sözünü biraz daha kişiselleştirmem gerekirse: “Beşiktaş’a ve bu hayata dair -bundan sonra- hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, Zeki Hoca’nın aksine bundan deli gibi acı duyuyorum.” Beşiktaş’ın yaşadığı iddia edilen “başarısızlık” da nedenlerin arasında kesinlikle yok. Aksine, babamın bana anlattığı büyük insan sellerinin stattan ve stadın etrafından takımı desteklediği maçların anısıyla büyüdüm ben, Beşiktaş’ın ligde hiçbir iddiası olmadığı dönemlerde dahi yaşanan. 10 O poster ~chatlak Bundan tam üç yıl önceydi. Haydarpaşa’dan kalkan Fatih Ekspresi Ankara’ya doğru yol alıyordu. Gar Lokantası’ndan alelacele çıkan bizler de yemekli vagondaki son masaya kuruluyorduk. Vagon arasındaki “sigara içilmez” tabelasının altı genelde dumanlı oluyordu. Rakı muhabbeti, muhabbet de anıları besliyordu. En güzel meze, trenin geniş camları ardından hızla akan hayattı. Bunların hepsi yaşandı ve bitti. Bitti, çünkü artık Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya tren kalkmıyor. Ankara’yı boş ver, hiçbir yere tren kalkmıyor İstanbul’dan. Hızlısı, Yüksek Hızlısı hariç! *** Tren Ankara’ya vardı. Her Ankara’ya gidişimde uğrak yerlerim vardır benim. Ne bileyim Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki sahaflar, Sakarya Caddesi’ndeki birahaneler, Ankara Kalesi’nden puslu Ankara’ya bakış seremonisi benim Ankara’da olmazsa olmazlarımdandır. Bazen de Ulucanlar’a gi- derim. Binlerce ailenin ahını almış, birçok önemli ismin yattığı Ulucanlar’a… Hatırlıyorum da ilk gidişimde heyecanlıydım. Dönem gazeteleri, hapishanede kalan insanların özel eşyaları, bazı bölümlerine dokunulmayan koğuşlar… Birbiri ardına koğuşları gezerken sıra bir tanesine geldi. 90’ların sonundaki Hayata Dönüş (!) Operasyonu’na gerekçe olan isyanın başladığı ve “tabut” olarak adlandırılan (tavanı tabut şeklinde olduğu için) koğuşa girdim. İçerde onlarca ranza, dolap ve yatak vardı. Kapıdan girer girmez solda yer alan dolapların üzerinde gördüğüm poster heyecanımı ikiye katlamıştı. Evet, 1991-92 yılının efsane Beşiktaş’ının posteriydi. Ulvi, Bako, Kadir, Ali, Gökhan, Zeki, Zeyer, Recep, Şenol, Rıza ve Feyyaz… Öylece, ellenmeden dolabın üzerinde duruyordu. *** Bu posterin aynısı yıllarca evimdeki elbise dolabımın üzerinde asılı durdu. Gel zaman, git zaman, günlerden bir günse inanmazsınız ama iyice kırışıp, yıpranıp, buruştuğu için benim güzel annem o posteri çöpe attı! 11 Beşiktaş’ın yolunda; Arnavutluk 933 km, Rusya 1759 km, Portekiz 3241 km Eskiden, okulda harcamamız için verilen harçlıkları ya da patronun verdiği maaşı bilet/kombine fiyatlarına göre ayarlar, heyecanla sezonun açılmasını beklerdik. Beşiktaş’sız geçen günlerin son bulduğu o gün, adeta iki sevgilinin buluşması gibi olurdu. ~buena vista Başkaları tarafından kullanıldığında tüm mucizeleri ortaya çıkartan “şans” kelimesi, Beşiktaşlılar’ın yüzüne -nedendir bilinmez- genellikle pek gülmez. Zamanında 5. torbadan Tottenham, 4. torbadan Wolfsburg çekmenin verdiği tecrübeyle, yine en zor kurayı biz çekeriz düşüncesi herkese hakimdi. Sonuç olarak bu sefer Infantino (kel) bizi daha az tehlikeli bir gruba soktu: Beşiktaş, Sporting Lizbon, Lokomotiv Moskova, İskenderbey. Geçmiş zamanda giriş yapmamızın sebebi, artık bu güzelliklerin elimizden alınmasıdır. Endüstriyelleşen futbol aracılığıyla maddi/ manevi sömürmeleri yetmezmiş gibi, bir de passolig denen illetle hayatımızı çalmaya başladılar. Bu sistemin Avrupa Kupaları’nda işlememesi teselli ödülümüz gibi bir şey. İşte bu sebeple bu sezon öncesi tüm hazırlıklarımızı Avrupa için yapıyoruz. “Beşiktaş’a içerideki Avrupa maçlarında kavuşacağız, peki deplasman özlemimizi ne yapacağız?” diye soranlar için de yurtdışı deplasman önerilerimiz var. İskenderbey - Beşiktaş Adını Büyük İskender’den alan Arnavutluk Takımı, Korçe şehrinde bulunuyor. 17 Eylül’de ilk deplasmanımızı yapacağımız şeh- Beşiktaş’ın kura şansı söylemi, son yıllarda en çok kullanılan söylemlerden biri oldu. 28 Ağustos Cuma günü yapılan kura çekimi öncesinde de bu söylem dillerden düşmedi. 12 olacaktır. Vizesiz İstanbul’dan uçuşlar ise, Ukrayna aktarmalı 500 Lira’dan başlıyor. Ara not: Bu maçta İddia’ya gir, handikaplı 2 oynayalım #ManuelFernandes Sporting Lizbon - Beşiktaş Portekiz’in Porto ve Benfica ile birlikte en köklü kulüplerinden biri olan Sporting Lizbon’un 50.000 kişi kapasiteli stadı bulunuyor. Bir başka deyişle, hiç kimse dışarıda kalmayacak! Deplasman için en rahat koşullara sahip görünen bu şehre gidiş için öncelikle Schengen vizesi almak gerekiyor. Aktarmasız uçuşlar konfor açısından daha iyi olacaktır, ama “amannn boşver konforu deplasman dediğin en az 16 saat olmalı” diyorsanız, Paris aktarmalı Lizbon’a geçmenizi tavsiye ediyorum. re birkaç tane gidiş alternatifi var. İlk akla gelen Tiran’a uçakla gidip, oradan otobüsle Korçe’ye geçmek. Yalnız bunu fırsat bilen havayolu şirketlerinin uçmuş uçak fiyatlarını da unutmamak lazım. Korçe, Üsküp ve Selanik’e de yakın bir konumda. Bu sebeple bir diğer yol olarak, Üsküp’e uçakla gidip, buradan araba kiralanarak Korçe’ye geçilebilir. Bu yolculuktan en avantajlı çıkacaklar muhtemelen Schengen vizesi olanlar olacaktır. Eğer Schengeniniz var ise İstanbul otogardan gidiş-dönüş 70€ tutan otobüsleri kullanabilirsiniz. Sporting kulübünün renkli bir taraftar grubuna sahip olması, deplasmanın eğlenceli geçeceğini gösteriyor. Tabi Sporting altyapısından yetişen Quaresma’nın sergileyeceği performans da merak konusu. Arnavutluk’un küçük bir Takımı olan İskenderbey’in taraftarları, Apoel ile oynadıkları maçta “Cypro is Turkey” pankartı açmışlar, Kartal’dan dolayı Beşiktaş’ı sevenleri de çokmuş. Deplasmanda dostluk rüzgarları esecek gibi duruyor. Tarih boyunca önemli şairleri ve yazarları bağrına basmış Lizbon şehri; bu anlamlı kelimelerin sahibini de yakın zamanda bünyesinde barındırmış: “Çok tuhaf bir yaratıktır insanoğlu, nice önemsiz nedenle korkunç uykusuzluklar çeker de, savaş arifesinde mışıl mışıl uyur.” - Jose Saramago Lokomotiv Moskova - Beşiktaş Rusya Premier Ligi’nde 2004’den beri şampiyonluk yaşayamayan Moskova Takımı, 22 Ekim’de Beşiktaşımız’ı misafir edecek. Bir insanın Rusya’ya gitmek için birçok nedeni olabilir, ancak orada Beşiktaş’ı tribünden izlemek en güzel nedenlerdendir. Moskova tarihi yapısını korumuş, birçok taraftar grubunu içerisinde barındıran bir şehir. Diğer Moskova takımları kadar olmasa da, Lokomotiv Moskova tehlikeli bir ekip. İlk bakışta Beşiktaşımız bu gruptan rahat çıkar gibi görünse de, hemen rehavete kapılmamak gerek. Bilinmeyen rakip, bilinen rakipten daha tehlikelidir diyerek, takımımız’a başarılar, taraftarımıza da kazasız, belasız deplasmanlar diliyoruz. Moskova’da nefes alabilmenin maliyeti ne? Öncelikle Moskova dünyanın en pahalı şehirlerinden biri, bu yüzden gitmeden önce en uygun konaklamanın ayarlanması iyi Not: Lizbon’a gitmeyi planlıyorsanız, Eylül ayında havayolu şirketlerinin kampanyalarını takip etmenizi tavsiye ederim. 13 Sol Bek’in kendisiyle röportajı! Halkın Takımı Beşiktaş’a gönül vermiş bir avuç “muhalif-solcu” tarafından hazırlanan ve ücretsiz dağıtılan Sol Bek çıktığından beri onca soruyla karşılaşıyoruz ki kendimizi anlatmanın en doğal yolu olarak kendimizle röportaj yaptık! Evet yaptık bunu… > Önce adınızdan ve türünüzden başlayalım, niçin “sol bek” ve niçin fanzin? Mart’ta çıkan ilk sayımızda da söylüyoruz, fanzinde büyülü bir hal vardır. Piyasaya bulaşmadan, ISBN ile kirletilmeden söz söyleyebilmenin özgürlüğünden kaynaklanan bir büyü. Kolektif ürün yaratmanın, masrafları aramızda bölüşerek dağıtım için koşturuyor olmanın hazzı siber âleme post’lamaktan daha kalıcı ve koleksiyon değeri taşıyan bir ürünümüz oluyor sonuçta. Sol Bek adına gelince. İlk olarak, ilk sayıda söylediğimiz gibi, inanıyoruz ki maçlar forvetlerle şampiyonluklar beklerle kazanılır. “Allahını sevenin defansa” koştuğu Haziran günlerinde bunu bir kez daha anladık. Halkların şampiyonluğu için en önemli mesele defans. Savunmayı biraz daha dikkatli kurabilseydik, forvetlerimizle kazandığımız barikatlarımız daha kalıcı olabilirdi. İkincisi elbette Slaven Biliç. Bir röportajında şöyle diyordu, “Evet biliyorum, sol bek. Geldiğimde herkesin dilindeydi. İlk öğrendiğim Türkçe söz buydu”. Yatağın bile solunda yatmak isteyecek kadar takıntılı olan bizler kendimize buradan bir damar bulmakta gecikmedik elbet. > Biraz da Sol Bek’çileri tanıyalım mı? Sokakta ve tribünlerde yaşayan insanlarız bizler de. Şeref Bey Stadı’nın (İnönü Stadı) Eski Açık Numaralı tarafı ortak noktamız. Vizeleri olduğu için yazamayacak öğrencilerden, torununu uyuttuğu için telefona ba- kamayan tekaütlüğü gelmiş dedelere kadar geniş bir yelpazemiz var. 10-15 kişi çekirdeği oluşturuyor diyebiliriz. Çoğunluk İstanbul’dayız; ama şehir dışında, yurtdışında yaşayan arkadaşlarımız da var. > Sol Bek Fanzin niye var? Taraftarlık duygusunu rencide eden al-sat’çı endüstriyalizme karşı çıkmak için varız öncelikle. Semtten gelen değerlerimiz için varız. Hakemi değil, çizgiye bastığı için kırmızı kart gören Atiba’yı sorgulamayı tercih ediyoruz. Hakkımız yensin istemiyoruz ama buradaki vurgu “biz”de değil “hak”ta. Her insanın, topluluğun doğuştan gelen ve/veya oyunun kurallarından kaynaklanan hakları olduğunu düşünüyoruz, saygı gösterilmesi gereken hakları. Sol Bek Fanzin, böyle bir bakış açısıyla, meftunu olduğumuz Beşiktaşımız’ın varoluşuna küçük bir katkı yapsın istiyoruz. Şu ortamda, Baba Hakkı’ların Şeref Beyler’in izdüşümünü arıyoruz. Sonra görüyoruz ki, o izdüşümü bizleriz. Kirlenmeye ne kadar direnirsek o kadar çok yaklaşıyoruz kulübü kuranların değerlerine. > Hangi yazıların yazılacağına, kimin yazacağına nasıl karar veriliyor? Yazı yazmaya oturunca durmak bilmeyen insanlarız. Ne yazılacağı, kimin yazacağı değil de ne kadar yazılacağı tartışma konusu oluyor aramızda. Örneğin ikinci sayıda görece uzun yazılar vardı. Bu yüzden yazı adedi azdı. Tasarım ve dizgi ekibinin ültimatomlarıyla vuruş sayımıza dikkat etmeye başladık ve 3. sayı bizim için gerçekten çok şık oldu. 4 ise bir ağıt. Tek forma, 16 sayfa için zaten yeterli yazılar genellikle mail ile paylaşılıyor. Yine 4. sayımıza kadar yazı seçmek zorunda kalmadık pek. Geleni koyduk. Ama 4. sayı çok özeldi bizim için. Çünkü Slaven Biliç’e veda etmek istiyorduk. Birkaç yazışma son- 14 rası herkes fikir birliğine vardı. O kadar çok yazmak isteyen çıktı ki önce yazıları elemeyi düşündük; ama hiçbirisine kıyamadık. Biz de tuttuk sayfa sayımızı 20’ye çıkarttık. > Dağıtımı nasıl yapıyorsunuz, kolay bulunabiliyor mu Sol Bek? İstanbul içine elden yapıyoruz dağıtımları. Vakti olan arkadaşlar gittikleri semtlerdeki dağıtım noktalarına bırakıyorlar. İstanbul dışına kargo ile gönderiyoruz. Karşı ödemeli kargo ile dağıtım masraflarını da paylaşmış oluyoruz. http://solbek.org/dagitim-noktalari adresinden dağıtım noktalarımız öğrenilebilir. Bu arada, 1. sayı tamamen tükenmiş durumda, neredeyse kendi nüshalarımızı bile verdik. Ama bu bir fanzin ya, dileyen dilediği gibi çoğaltabilir, tüm endüstriyel durumlara inat! > Masrafları bölüşüyoruz dediniz… Evet, çünkü Sol Bek, tüm fanzinler gibi ücretsiz dağıtılıyor. Sadece şehir dışına göndermek için karşı tarafın katkısını bekliyoruz. Ha bir de baskı maliyetlerine katkı sunmak isteyen olursa, yani bir nevi çorbaya tuz atmak niyetinde olanlara da kapımız açık. > Gelelim son sayıya ve Biliç’e… 10 gün içinde dağılan bir futbol macerasının sonlarına doğru artık hocamızla yolların ayrılacağı belli olmuştu. Ortak bir karar almamış olsak da son sayıya herkesin Biliç ile ilgili yazacağı belliydi. Sonra bunu karara dönüştürdük. Biliç belki de şu ana kadar taraftar hissiyatıyla en çok örtüşen hocaydı. İçten, tutkulu, duygusal ve mücadeleci. Burada uzun uzun anlatmaya gerek yok; çünkü zaten yazılar ne düşündüğümüzü ortaya koyuyor. Özetlemek gerekirse biz Türkiye’de sporun gelişmesinin önündeki en önemli engelin yöneticiler olduğunu düşünüyoruz. Hem kulüp hem federasyon hem de kamu yöneticileri. İkinci sırada gazetecilikle ilgisi olmayan holigan, tetikçi köşe yazarları ve muhabirleri sayabiliriz. Spor kültürü taşımayan, menfaatleri için her türlü kötülüğü yapabilecek bu insanlardan sıdkımız sıyrıldı. Bununla birlikte Biliç gibi yüksek değerleri temsil eden insanların itibarsızlaştırılması elbette ki kanımıza dokunuyor. > Son sayınız kendisine ulaşmış… Evet, buna çok sevindik. Sol Bek-4 baskıdan çıktığı gün Biliç’e ulaştı. Biz kendisine sarılıp veda edemedik, Küçüksu’da iki kadehin belini kıramadık belki ama Sol Bek’i onun ellerinde görmek hüznümüzü bir nebze azalttı. Ayrıca Sol Bek’in Biliç’e ulaşmasındaki katkılarından ötürü Önder Hoca’ya ve Fatih Hoca’ya çokca teşekkür ederiz. 15