o k u / i n d i r
Transkript
o k u / i n d i r
ARAYIŞIN POSTMODERNĐST ANLATISI: BĐN HÜZÜNLÜ HAZ (Yayım Yeri: "1980 Sonra Türk Romanı Sempozyumu”, Erciyes Ünv. Fen-Edeb. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 27-28 Mart 2008, Kayseri) Özet Dünya edebiyatıyla arasındaki farkı roman türünde hemen hemen sıfırlayan Türk edebiyatı, özellikle seksen sonrası çağdaşlarıyla yarışacak derecede yetkin örnekler veren romancılar çıkarmıştır. Bu romancılardan biri de Hasan Ali Toptaş’tır. “Gölgesizler” ve “Kayıp Hayaller Kitabı” romanlarıyla yokladığı postmodernist eğilimi “Bin Hüzünlü Haz” ile olgunlaştırmış ve seçkin bir örnek vermiştir. Bu bildiride, seksen sonrası Türk romanında görülen postmodernist eğilimlerin öncü eserlerinden biri olan “Bin Hüzünlü Haz”, içerdiği postmodernist unsurlar (üstkurmaca, metinlerarasılık, çoğulculuk, belirsizlik, parodi, pastiş, oyun v.b.) bağlamında ele alınarak çözümlenecektir. Anahtar Kelimeler: Bin Hüzünlü Haz, Hasan Ali Toptaş, Postmodernizm, Postmodernist Roman, Roman POST-MODERNIST NARRATION OF SEARCHING: BĐN HÜZÜNLÜ HAZ Abstract: Turkish Literature, which almost closed its gap in novel type between the World Literature, grew novelists who are able to give perfect examples to compete with their counterparts especially after 1980s. One of these novelists is Hasan Ali Toptaş. Having checked the post-modernist tendency with the novels “Gölgesizler” and “Kayıp Hayaller Kitabı”, he has ripened the post-modernist tendency with “Bin Hüzünlü Haz” and has given a perfect sample. In this paper, the novel “Bin Hüzünlü Haz”, which is one of the leading works of postmodernist tendency seen in Turkish Literature, will be analyzed by treating it in terms of postmodernist elements in it (metafiction, intertextuality, pluralism, indefiniteness, parody, pastiche, play etc..) Key Words: Bin Hüzünlü Haz, Hasan Ali Toptaş, Postmodernism, Postmodernist Novel, Novel 20. yüzyılda pek çok alanda yaşanan değişim edebiyat alanında da kendini gösterir. Edebiyat alanında özellikle de romanda yaşanan değişim ve değer teklifleri, tarihin olağan akışı içerisinde varlığını sürdüren klasik anlayışı da sarsar. 20. yüzyıl romanındaki değişimler, tüm roman tarihi göz önüne alındığında en radikal değişimler olarak dikkat çeker. En başta romanda “anlam olgusunun” düzlemi değişir1 “Anlam” artık romanda öncelikli olarak ele alınan mutlak ve tek bir değer ifade eden “şey” olmaktan sıyrılmıştır. Yazara göre değil okura ya da eleştirmene göre çeşitlenen ve çoğalan bir anlam olgusu, sonsuz anlamlandırma vardır. Postmodernizm, pek çok kavramı, anlayışı, bakış açısını sorgulayarak derinden sarsmıştır. Roman anlayışı kavram ve tür olarak uç noktalara taşınmış ve anlatmaya dayalı türlerin yerini “anlatı” tüm belirsizlikleri, merkezsizliği, çoğulculuğu ve sınırsızlığı ile almaya başlamıştır. Postmodern tarzda yazılan “anlatıları” klasik/geleneksel tarzda yazılan “romanlar” gibi okumak ve değerlendirmek artık mümkün değildir. Dünya edebiyatındaki değişimlerin yansımaları Türk romanında da görülür. Özellikle son dönem romancılarımız, postmodern tarzda eserler ortaya koymakta ve çağdaşları gibi dünyayı algılamaya ve yansıtmaya çalışmaktadırlar. Bunlar arasında roman tekniği ve kullandığı dil ile dikkat çeken isimlerden birisi de Hasan Ali Toptaş’tır. Kaybolmuş Konu (Olay Örgüsü) Bin Hüzünlü Haz2, ilk sayfasından son sayfasına kadar bir arayışın romanıdır. Bu arayış “Hayatın akıl almaz derecede oyuna dönüştüğü, hayallerin sınırı aşıp aşıp gerçeklere karıştığı, yerini göğünü ne idüğü belirsiz kıpırtılarla uzun kuyruklu, güzel güzel yalanların doldurduğu ve her şeyin kelimelerle yaşatılıp kelimelerle öldürüldüğü, acayip ve soluk renkli bir dünya”(s. 18)da şekillenir. Roman boyunca “anlamlı” ve takip edilebilir bir olay örgüsünden bahsetmemiz mümkün değildir. Yazarı tarafından dokuz bölüme ayrılan roman, neden-sonuç çizgisi üzerinde gelişmez. Bölümler birbirine “sayıklamavari” cümlelerle ve imgelerle bağlanır. Anlam tüm belirsizliğini, çoğulluğunu ve yeniden üretilirliğini içinde barındırır. Bir arayışın romanı olan Bin Hüzünlü Haz, aramaya konudan, kendinden başlar ve bir neticeye ulaşmaz. Merak ögesi pek çok romanda olduğu gibi Bin Hüzünlü Haz’da da vardır fakat bu merak unsuru, organik bir olay örgüsünden ziyade parçalı ve münferit bir yapı içerisine 1 Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, Đletişim Yay., Đstanbul, 2002, s. 79 Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz, Doğan Kitap, 6. b., Đstanbul, 2007, 128s. (Yazı boyunca yapılan alıntılar ve kullanılan sayfa numaraları bu baskıya aittir. ) 2 konumlandırılmıştır. Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi bölümler birbirine tekrarlanan imgelerle bağlanır. Roman, her gün akıl almaz cinayetlerin işlendiği, kanın gövdeyi götürdüğü, vahşet ve pornografinin bütün rahatsız eden görünümlerinin sergilendiği, “herkesin gırtlağına kadar suça gömüldüğü ve orta yere fırlayan bazı çığırtkanların da, yeni bir şey keşfetmişçesine işaretparmaklarını zamanın burnuna dayayıp ‘Suç çağı, suç çağı!’ diye haykırıp durdukları bir dünyada ”(s. 10), Alaaddin isimli muhayyel, varlığı ve yokluğu bilinmeyen bir kahramanın hissettiklerini anlatması ile başlar. Televizyondan canlı olarak yayınlanan bütün bu vahşet olayları herkes gibi Alaaddin tarafından da izlenir. Televizyondan yayınlanan olaylar, araya reklâmların girmesi ile sekteye uğrar. Yazar bu reklâm arası ile anlatının düzlemini de değiştirir. Birden sayıklamavari cümleler ve birleştirilen, bölünen, yerleri boş bırakılan kelimelerle hem kaotik ortam desteklenir hem de Alaaddin’in aktardığını sandığımız anlatı “diye konuşmasını sürdürüyordu Alaaddin.” (s. 18) cümlesi ile bir başka şahsa yani yazar-anlatıcıya bırakılır. Romanın anlatımını ele alan yazar-anlatıcı, Alaaddin’i beklerken oturduğu evin terasından şehri seyreder. Uzun bekleyişten sıkılan anlatıcı Alaaddin’i aramak için sokağa çıkar. Bu arayışın kendisini bir sonuca ulaştırmayacağını bile bile bir maceraya atılır. “(…)aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, gidilmiş gibi olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor ya da kalınacaksa kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda gene kelimelerle kös kös dönülüyor(…)” (s. 35) Metin boyunca devam edecek olan arayış serüveninin ilk durağı Motel ROM olacaktır. Zira Alaaddin’in ancak Motel ROM’da bulunabileceği söylenmektedir: “…Çocuk bahçesini geçer geçmez, hemen sol tarafta, üzerinde soluk renkli harflerle MOTEL ROM yazan karanlık bir kapı göreceksin, tamam mı? ‘Tamam,’ dedim. ‘Đşte Alaaddin’i ancak o kapının arkasında bulabilirsini’, dedi. ‘Bulamazsan, oranın gevezeler gevezesi bir sahibesi vardır, ona sor. Biraz cadı, biraz kalleş, biraz da ne dediğini bilmezin tekidir ama, o mutlaka bilir.” (s. 40) Motel ROM’daki yaşlı kadın, yüzlerce Alaaddin olduğunu söyler ve postmodern bir olguyu dile getirir: Düş ile gerçeğin geçirgenliği. “Belki de onu aramaya başladığın için arıyorsundur artık, dedi. Bilmiyorum, dedim. Ya da, onu senden başka kimsenin düşünmediğini düşündüğün için? Bilmiyorum, dedim. Sen de bi bok bilmiyorsun, dedi. Evet, dedim. Büyük, ama çok büyük bir felaketin eşiğindeymişim gibi, gözlerime acı acı baktı; peki nasıl bulacaksın onu? Arada bir sesini işitiyorum da ne demek oluyor şimdi, hani yüzünü hiç görmemiştin? Görmedim, dedim, yalnızca zaman zaman sesini işitiyorum. Düş gibi mi, dedi. Hayır, dedim, basbayağı gerçek gibi. Aynı şey işte, diye homurdandı. ” (s. 44)(abç) “Zaten postmodern yaklaşımı benimseyen metinlerde kurgusalla gerçek diye sunulan ayırt edilemez. Đnsan gerçeğinin yine insanlarca oluşturulduğu görüşünden yola çıkılarak neyin kurmaca (yazarın düş gücünün ürünü) neyin gerçekten yaşanmış (nesnel bir olgunun aktarımı) olduğu postmodern yapıtlarda özellikle belirsiz bırakılır.”3 Anlatıcı Alaaddin’i Motel ROM’da da bulamaz. Burada kendisine aslında Alaaddin diye birisinin olmadığı söylenir. “ ‘Öyle birisi yok bence,’ dedi hem azarlar, hem de alay edercesine. ‘Bir serap görüyorsun sen. Evet, daha önce de dediğim gibi, oldukça tatlı, hoş ve bol parıltılı bir serap görüyorsun… Ya da, kendi masalının içinde yaşıyorsun. Alaaddin’in sesi sandığın ses de, hiç kuşkusuz başka bir şeylerin sesi. Belki de, başka bir şeylerin sessizliği… Kurbağa sürüsü gibi vırak vırak ötüşüp yeri göğü yıkan birtakım arzuların sesi, sözgelimi; gece gündüz konuşup insanın kafasını şişiren eşyaların, yaralı bir kurt gibi hiç durmaksızın uluyan özlemlerin, insan suretine girip sokaklarda sersefil sürünen acıların, uzaklıkların, bir aradalıkların, ayrılıkların, ya da sessizliklerin sesi… Belki de bizim henüz fark edemediğimiz, başka başka şeylerin…’ ” (s. 48) 3 Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, Tartışmalar/Uygulamalar, Đnkılâp Yay., Đstanbul, 2003, s. 101. Motel ROM’da aradığı Alaaddin’i bulamayan yazar-anlatıcı, arayışına tekrar şehrin sokaklarına dönerek devam eder. Sokaktaki arayışı sırasında Motel ROM’daki yaşlı kadını görür ve onu takibe başlar. Kadının peşi sıra pek çok mekân dolaşır ve tam yetiştiği sırada kadını kaybeder. O an Alaaddin’i şehirde bulamayacağını anlar: “Sonra ben orada, nedense ilk kez, artık Alaaddin’i şehirde bulamayacağımı düşündüm. Aklıma nereden estiyse, belki de bir anın içindedir o, dedim kendi kendime. (…) Sonra da, belki Alaaddin’i, Alaaddin’in kaybolduğu bir hikâyede aramalıyım diyecektim ki, birden kaleyi gördüm ve aklımdan geçen şeyi bulmuş gibi, hızlı hızlı yürümeye başladım.” (s. 62) “Alaaddin’in hikâyesini arayan cılız bir hikâye şeklinde (…) kaç hafta, kaç yıl, ya da kaç koca yüzyıl dolaştı[ğını]” (s. 51-52) bilmeden arayışını sürdüren anlatıcı Alaaddin’i şehirde bulamayacağını anlar ve Asip Dağı’nın4 eteklerindeki kaleye doğru yürümeye başlar. Bir patikada bulur kendini. Patikadan yoluna devam ederek ormanı bütün ihtişamı ile görebildiği bir yere varır. Bu manzara karşısında etkilenen anlatıcı aşağı inerek ormana dalar. Orman, Bin Hüzünlü Haz’ın en önemli imgesidir. Bu imge içine edebiyat tarihi, masallar, romanlar gibi pek çok unsur metinlerarasılık bağlamında yerleştirilir. Adı üzerinde bir metinlerarasılık ormanına dalarız. Oduncu Baba, Hansel ve Gretel’in hikâyesi, Kırmızı Başlıklı Kız, Kırk Haramiler, Alaaddin, Binbir Gece Masalları, Don Kişot (Cervantes), Dönüşüm (Kafka) v.b. eserler kimi unsurları ile bu anlatı ormanında bir arada bulunurlar. Ormanda zaman ve mekân kavramları tamamen ortadan kalkar. Günlük hayatın acı gerçekleri ile masalların rüyalı zamanları birbirine karışır. “(…)ormandan ancak ormanın içindeyken, dışını hayal ederek çıkabileceğimi düşündüm.” (s. 92) diyen anlatıcı ormandan çıkarak kendini uçsuz bucaksız bir bozkırda bulur. Bozkır da orman gibi çeşitli zamanların iç içe yaşandığı bir mekân olur. Romanda herkes, her mekân ve bütün zaman dilimleri bir arada yer alır. Anlatıcının çeşitli suretlere bürünerek sürdürdüğü arayışta, arayanlar da çeşitlenir. Kimi zaman Alaaddin’i Tatar kızı, kimi zaman da tahtına varis olarak gördüğü kardeşi arar. 4 Asip Dağı, rivayetlere göre Đmrü’l Kays’ın öldükten sonra gömüldüğü dağın ismidir. Kimi kaynaklarda Kayseri, kimi kaynaklarda da Ankara yakınlarında bir yerde olduğu söylenir. Hasan Ali Toptaş, bir yazısında Asip Dağı’nın unutulmasını istemediği için Bin Hüzünlü Haz romanına aldığını ifade eder: “Boşuna yorulmayın, şimdiye kadar kimse arayıp sormadığı için, büsbütün kaybolmasını istemedim de ben o dağı alıp Bin Hüzünlü Haz’ın içine sakladım(…)” Bkz. Hasan Ali Toptaş, “Bir Yaz Gecesi Rüyası”, Harfler ve Notalar, Doğan Kitap, Đstanbul, 2007, s. 53-58. Alaaddin ile ilgili pek çok rivayet anlatılır. Bu rivayetler anlatı ihtimallerini çoğalttığı gibi sonucun belirsizliğini de güçlendirmektedir. Alaaddin yol arkadaşlığı yaptığı Tatar kızı tarafından ihanete uğrar. Mola verdikleri bir yerde baskına uğrayan Alaaddin canını zor kurtarır. Baskından sonra bulunmamak için çeşitli yerlerde tebdil-i kıyafet dolaştığı ve çalıştığına dair hikâyeler anlatılır. Bir başka hikâye ise Alaaddin’in kadın kıyafeti ile saraya girerek tahttaki kardeşinin gözde cariyeleri arasına girdiği yönündedir. Bütün bunlar belirsizliği artırmak içindir. Son olarak Alaaddin sarayın mahzenindedir ve mahzende karşılaştığı Tatar kızına ihanetin bedelini ölüm olarak ödetir. Romanın sonlarına doğru anlatıcının çoğulluğuna katkı sağlayan bir bilgi daha verilir. O da anlatıcının kadın olduğudur. Bütün anlatılan rivayetler, Alaaddin ve Tatar kızına dair söylenenler tek ve değişmeyen bir gerçeği ifade etmez. Alaaddin’in akıbeti ne olmuştur? Onu arayan gerçekten bulmuş mudur? Bunların cevabı verilmemiştir. Çünkü ucu açık bırakılmış roman, okuyucunun, anlatıcının, yazarın ve nihayet metnin zihninde sonsuz üretilirliğe bırakılmıştır. Zaman Zaman Đçinde (Zaman) Modern mantık ve metin algılayışı bakımından takvimsel zaman vazgeçilmezdir5. Fakat postmodern metinlerde zaman parçalanır ve öznelleştirilir. Bu öznelleştirme mantıksal zaman dizgesini bozar ve belirsizliği güçlendirir. “Post-modern yazarlar çizgisel akışı kasten ihlal ederler. Hikayeler ‘kendi üzerlerine katlanır ve sonun başlangıç olduğu ortaya çıkar, bu da sonsuz bir döngüselliği (recursivitiy) beraberinde getirir.”6 Bin Hüzünlü Haz’da zaman, geleneksel ve modern romanlarda olduğu gibi kronolojik ve mantıkî bir silsile takip etmez. Romandaki tüm zaman dilimleri, aralarındaki geçmiş, bugün ve gelecek bölümlemelerinden sıyrılmış, sürekliliği olan ve üst üste bindirilmiş katmanlar olarak verilir. Fantastik bir arayışın tüm olağanüstülükleri kendini zamanda gösterir. Zaman, dünya ölçüleriyle yani saatlerle, dakikalarla ölçülen bir kavram olmaktan çok uzaktır. Romanın fantastik kısmını zenginleştiren tabiat ve unsurları zamanı ifadede kullanılır: “Öyle ki, zaman kimi zaman gölgesini denize bırakmış, kocaman, kasvetli bir dağ olarak çıkıyordu artık karşıma. Kimi zaman hışımla inen bir deli yağmur olup gövdemi tepeden tırnağa sırılsıklam ıslatıyor, kimi zaman insanın bakışlarını aydınlığıyla geri püskürten bembeyaz bir kar halinde birikip bütün yollarımı kapatıyor, kimi zaman da uğul uğul uğuldayan uçsuz 5 6 Đsmet Emre, “Altıncı Parmağın Romanı: Aylak Adam”, Arayışlar, Yıl:6, S. 11, Isparta, 2004, s. 48. Pauline Marie Rosenau, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, Ark Yay., Ankara, 1998, s. 124. bucaksız bir orman kılığına girip beni ısrarla derinliklerine, o uğultuların gitgide sessizliğe dönüştüğü ıssız yerlere çağırıyordu. Hem de, derinliklerinin gözükmeyişinden oluşmuş, gizli bir dille… ” (s. 69) Geçişken Mekânlar (Mekân) Modern medeniyet gözü ve görselliği esas alan bir medeniyet olduğu için mekân modernitede oldukça önemli bir yer tutar.7 Bu sebepten metinlerde mekân tasvirlerine önem verilir ve detaylandırılır. Postmodern metinlerde ise mekân olabildiğince silikleştirilir. Mekânın işlevselliği tamamen sıfırlanmıştır. Göstergesel tasvir ile verilen mekân, postmodernin merkezsizlik ilkesi ile örtüşür. Bin Hüzünlü Haz’da şehri tepeden gören evin terası, şehir ve şehrin sokakları, Motel ROM, orman, Asip dağı, bozkır, saray ve sarayın mahzeni gibi pek çok mekân görülür. Bu mekânların hiç biri detaylı olarak tasvir edilmez. Bu mekânların romandaki işlevi, roman boyunca devam eden arayışın devinimini ortaya koymak ve var olan kaotik yapıyı belirginleştirmektir. Hızla giden bir trenin penceresinden seyredilebildiği ve görülebildiği kadar bir mekân algısı vardır. Önemli olan sonsuz bir koşu gibi devam eden arayıştır. Yazar zamanda yaptığı gibi mekânda da üst üste bindirmeler yapar. Mantıksal dizge bozulur. Bir anda bir otelde iken kısa bir an sonra ormanda kendimizi buluruz. Orman Asip dağının eteğine konuşlanmıştır fakat çıkışı düz bir bozkıra açılır. Alice Harikalar Diyarındaymış gibi ortaçağ yapılarını andıran evlerin bulunduğu sokağın ucu bir anda gökdelenler, banka şubeleri ve alışveriş merkezlerinin olduğu bir mekâna açılır. Mekânlardaki geçişkenlik anlatılan hikâyelerin çeşitlenmesine zemin hazırlar. “Normal zaman ve mekân kısıtlamaları ihlal edildiği için istenen sayıda hikâye çıkarmak mümkündür. Aslında okumaya nerden başlanıp nerede bitirildiği fark etmez, çünkü normal zaman ve mekân anlamsız olduğunda olup bitenler hakkında tartışmak da imkânsızdır ya da faydasızdır.”8 Kahramansız Roman (Şahıslar) Đnsan merkezli medeniyet anlayışını benimseyen modernizmin birey üzerine metni inşa etmesine karşı; merkezsizliği benimseyen ve idealize edilmişliği yadsıyan bir metin anlayışını hakim kılmaya çalışan postmodernizm, birey yerine özneyi kullanır. “modern toplum bilimcileri bazen bir olay ya da kişi üzerinde odaklanırlar; ve post-modernistlere göre, bunu yaparken de kahramanlar yaratır, tekil bireyin değişiklik yaratabilme ya da özgül 7 8 Đsmet Emre, “Altıncı Parmağın Romanı: Aylak Adam”, Arayışlar, Yıl:6, S. 11, Isparta, 2004, s. 48. Pauline Marie Rosenau, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, Ark Yay., Ankara, 1998, s. 125. dramatik olayları etkileyebilme kapasitesine abartılı bir önem yüklerler. Bu yaklaşımı (kahramanlara dayalı analizi) reddeden post-modernistler ne bireyler üzerinde odaklanır ne de kahramanlar yaratırlar.”9 Bin Hüzünlü Haz kahramansız bir romandır. Romanda yer alan şahıslar hiçbir şekilde detayları ile tasvir edilmezler. Şahıslar varlıkları ve yoklukları tartışılır siluetler gibidir. Kelimelerle ve cümlelerle var edilen bu şahısların yaşayıp yaşamadıkları hatta insan olup olmadıkları bile tartışmaya açık bir şekilde verildiği görülür. Alaaddin için anlatıcı bir yerde “öyleyse insan değildir bu Alaaddin? ” (s. 45) der. Roman boyunca şekilden şekle giren Alaaddin bir sınırsızlıktır aslında. O okuyucu nazarında ve okuyucu tarafından anlatılan çeşitli hikâyeler içinde yeniden üretilir, tanımlanır. Yazar Alaaddin için: “(…) pekâlâ hiç tadılmamış bir özlemin, kelimelere hiç dökülmemiş bir duygunun, henüz şekline göz değmemiş bir eşyanın, ya da hayali bile kurulmamış bambaşka bir hayatın adı olabilir”(s. 46) der. Bir başka yerde Alaaddin, çok farklı tanımlamaların bir bileşkesi gibidir: “Benim, kimi zaman gözünü budaktan sakınmayan zorlu bir cengâvere, kimi zaman kadınsı davranışlar sergileyen cariye yüzlü mahcup bir şehzadeye, kimi zaman da hedefini şaşırmış bir deli oka, kendi karanlığına eğilmiş bir nazlı dala, ya da loş saray köşelerinde küflenen sabır dağları arasında bin bir zahmetle yetişmiş bir gonca güle benzeteceğim bu gencin adı da, hiç kuşkusuz Alaaddin olur.” (s. 102-103) Roman yazar-anlatıcı tarafından kurulur. Roman yazarı bir erkektir fakat yazaranlatıcı olarak gözüken sureti Tatar kızına benzerliği bulunan bir kadındır. Daha romanın ilk sayfalarında anlatıcının Alaaddin olduğunu zannederiz fakat bir cümle manevrası ile anlatıcının Alaaddin değil, yazar anlatıcı olduğunu görürüz. Alaaddin’in sarayın mahzeninde bir kadın sureti ile gözükmesi, öldürülen Tatar kızının cesedinin esasında Alaaddin de olabileceği gibi pek çok belirsizlik, tanımlanmayı ısrarla reddeden bir kurgunun ürünüdür. Şahısların birden çıkıp birden kaybolmaları ve bu ortaya çıkış ve kayboluşların hiçbir mantıkî gerekçeye dayandırılmaması postmodern anlayışın sınırları birer birer sınırsızlığa dönüştürmesi olarak değerlendirmek lazım. Modern zamanların modern metinlerinde olduğu gibi toplumun bireyliği kuvvetli kahramanlara ihtiyacı yoktur. Bunun içindir ki postmodern metinler kahraman yaratmaktan ısrarla kaçınırlar. Belirsiz bir zaman ve mekânın olduğu bir yerde baskın, belirli, güçlü kahramanlara, bireylere de ihtiyaç yoktur. Şahıslar da belirsizliğin bir unsurudur. 9 Pauline Marie Rosenau, age, s. 15. Hazdaki Bin Hüzün (Çoğulculuk ve Belirsizlik) Postmodern anlatılarda belirsizlik ve çoğulculuk, değişmez tek bir gerçeğin olmadığı düşüncesini vurgulamak için kullanır. Bin Hüzünlü Haz fantastik kurgusu ile belirsizliğin içinde doğup çoğul öykülerle büyür. Romandaki en büyük belirsizlik roman kahramanın var olup olmadığı noktasında başlar. Alaaddin adeta hayalet bir kahramandır. Yaşayıp yaşamadığı belirsizdir. Aynı belirsizlik romanın kesin bir sona ulaşmamasında da görülür. Postmodern bir anlatının doğasında olan kesinlikten kaçış, postmodern bir eser ortaya koyan Bin Hüzünlü Haz’ın yazarında da vardır: “Ben oldum olası kesin olan şeylerden ürkmüşümdür zaten. Kesin olan şey benim gözümde ölüdür çünkü; beyaz da siyah da bu anlamda ölüdür. Ama grideki beyaz canlıdır. Hayata dair saklı tatların her zaman gri alanlarda ele geçirilip yitirildiğine, acıların her zaman oralarda doğup büyüdüğüne inanıyorum. Grinin ara sokaklarında gezinmeyi seviyorum.” 10 Hasan Ali Toptaş, roman boyunca kesin ifadelerden özellikle kaçınırken belirsiz ifadeleri de ısrarla kullanır. “Sanki”, “Belki” ve “Sözgelimi” gibi ifadelerin yanı sıra metin içerisinde sıklıkla “belirsiz” kelimesi de yer alır. Bu belirsizliğe masalsı ve fantastik anlatım eşlik ederken bol bol rivayetlere, doğruluğu ve gerçekliği su götürür hikâyelere yer verildiği de görülür. Postmodern eserlerin temel kavramlarından biri de çoğulculuktur. Çoğulculuğun temel hareket noktası mutlak gerçeği sorgulayıp onun yerine çok sesliliği ikame etmeye çalışmasıdır. Bin Hüzünlü Haz’ın hayalet kahramanı Alaaddin, metin boyunca suretten surete bürünür. Kimi zaman yazar, kimi zaman Tatar kızı, kimi zaman okuyucu, kimi zaman da metnin kendisi olur. Bu çoğulcu suret cinsiyet noktasında da çeşitlenir : “Benim, kimi zaman gözünü budaktan sakınmayan zorlu bir cengâvere, kimi zaman kadınsı davranışlar sergileyen cariye yüzlü mahcup bir şehzadeye, kimi zaman da hedefini şaşırmış bir deli oka, kendi karanlığına eğilmiş bir nazlı dala, ya da loş saray köşelerinde küflenen sabır dağları arasında bin bir zahmetle yetiştirilmiş bir gonca güle benzeteceğim bu gencin adı da, hiç kuşkusuz Alaaddin olur” (s. 102-103.) 10 Gülay Talaslı, (söyleşi), “Grinin Ara Sokakları”, Edebiyat Postası, S. 7, Mart 1997. Romandaki çok seslilik romanın isminden başlar: Hüzün ve Haz. Hasan Ali Toptaş, roman boyunca zıt kavramalara, olgu ve olaylara sanki birbirlerinin devamı, eşanlamlılarıymış gibi gayet tabii olarak birlikte yer verir. Melek ile kötülükler, ibadethane ile genelev, at kişnemeleriyle otomobil homurtuları, kılıç şakırtılarıyla makineli tüfek sesleri, uçak gürültüleriyle atmaca çığlıkları, divit cızırtılarıyla daktilo tıkırtıları hep yan yanadır. Bütün bunlar gerçeğin ve doğrunun tek bir kavramda olmayıp çoğulculukta hatta zıttı olarak gördüğümüz kavramlarda olabileceğini vurgulamak için kurgulanmıştır. Karnaval (Metinlerarasılık) ve Đmge Postmodernizmin önemli kavramlarından biri de metinlerarasılıktır. Postmodernizmin dışında da metinlerarasılıktan bahsedilir fakat postmodernizmdeki metinlerarasılık farklı anlamlar içerir. Postmodernizmde metinlerarasılıktan amaç diğer metinlerde olduğu gibi yazarın fikirlerini destekleyen metinlere yer vermek değil, okuyucunun sürekli donanımını sınayarak çoğulculuk içerisinde gerçekleştirilmek istenen oyunu kurmaktır. Dilek Doltaş, bir metnin postmodern olup olamayacağının ölçütü olarak pastiş ve parodiyi görür11. Pastiş ve parodi de ancak metinlerarasılık ile var olabilir. Zira diğer türlere ait üslûp özelliklerinin taklidi demek olan pastiş ve montajlanan, alıntılanan ya da ismi zikredilen eserlerin eğlendirmeye hizmet etmesi için alaya alınarak ve bozularak kullanılması demek olan parodi, ancak metinlerarasılık bağlamında metinde yer alır. Bin Hüzünlü Haz’da Kafka ve Cervantes eserleriyle değinilen iki yazardır. Bunların yanında yazarın beslendiği ana damarlardan biri olan masallar da metinlerarasılık bağlamında romanda yer alır. Özelikle romanın iki güçlü imgesi Motel ROM ve orman, metinlerarasılık ile bağlantılı verilmeye çalışılır. Motel ROM’da yaşlı kadın, yazar anlatıcıya üst katlarda gezinmesini salık verir. Buradaki “üst kat” imgesi diğer imge “orman” ile aynı vurguyu içerisinde barındırır: Edebiyat Tarihi. Yaşlı kadının yazar anlatıcıya iması zirveleri hedeflemesi yönündedir. Yazar anlatıcı sonra ormana girdiği zaman orada pek çok masal ve roman kahramanı ile karşılaşır. Bu kahramanların yanı başında tinerci çocuklara, yürüyüş yapan eylemcilere yer verir. Zaman katmanları üst üste bindirilerek edebiyat tarihinin sürekliliği dikkatlere sunulur. Var olan geçmiştekinin bir devamıdır. “(…)ormandan ancak ormanın içindeyken, dışını hayal ederek çıkabileceğimi düşündüm.” (s. 92) diyen yazar anlatıcı, içinde var olduğu edebî geleneği özümseyip yeni olanı hayal ederek devam edebileceği bir roman yazma yol haritası koyar ortaya. Bu Cervantes’ten Kafka’ya uzanan bir 11 Dilek Doltaş, Postmodernizm ve Eleştirisi, Tartışmalar/Uygulamalar, Đnkılâp Yay., Đstanbul, 2003, s. 142. yoldur. Metinler ormanındaki yolda kendisine değişmez hakikatleri dillendiren masallar da eşlik eder, roman anlayışını besler. Kendini Anlatan Anlatı (Üstkurmaca) Pek çok postmodern anlatıda olduğu gibi Bin Hüzünlü Haz’da da üstkurmaca önemli bir kurgu öğesidir. Postmodern metinlerde metnin yazılış süreci, metnin ana izleklerinden biridir. Böylelikle metnin kurmaca yapısı, metnin konusu olmuş olur. Okuyucu metnin yazılış sürecinin içinde yer alır ve anlatılan olayların tanığı olur. Anlatıda yazar sürekli okuyucusu ile diyalog içerisindedir. Bu tür bir uygulama klasik ve modernist romanlarda da yer alır ama postmodernist yazarın gayesi diğer romanlarda olduğu gibi okuyucuyu bilgilendirmek, ona yararlı olmak düşüncesi değil yaratmaya çalıştığı oyuna okuyucuyu da dahil ederek yeniden üretilirliği sağlamaktır. Anlatının tam içinde yer alan postmodernist yazar bütün bu faaliyetini oyuna hizmet için yapar. Bin Hüzünlü Haz’da yazar anlatıcı, “siz” diye hitap ettiği okuyucuyla sürekli diyalog içerisindedir. Hatta okuyucu, yazar anlatıcı gibi her şeyden haberdardır, çünkü anlatıyı adeta birlikte yazarlar. Yazar anlatıcı anlatının bütün yazılış serüvenini okuyucu ile paylaşır. Yazar anlatıcı, sadece yazdığı romanı nasıl yazdığını değil niçin yazdığını, yazarken neler yaşadığını da romanında aktarır. Bazen “Hâlâ oradaysanız”(s. 27) diye seslenir okuyucuya, bazen “belki size garip gelecek ama” (s. 32) diye okuyucu ile samimi bir paylaşıma girer, bazen de “sizin bilmenizde de yarar yok bence” (s. 58) diyerek okuyucu ile arasına sınır koyar. Yazar anlatıcı, romanın kurgusunda yer vereceği “hikâyeleri” okuyucusuyla paylaşır ve onunla sohbet havasında konuşarak “Olabilirliklerin kum gibi kaynadığı” (s. 116) bu hikâyeleri nasıl anlatacağını da belirtir: “Sonra, bakarsınız, yeni yeni kendi soluğuna kavuşan anlatının hızı anlatacaklarımın önüne geçti diye, kafanızda oluşan sorularla birlikte sizi o mahşeri kalabalığın yanı başında bırakıp ansızın geriye döner ve bu yolculuk boyunca olup bitenleri yeniden anlatmaya başlarım. Hiç kuşkusuz, duruşlarında kalp atışlarımızın ritmini taşıyan, kelime dediğimiz şu zavallı işaretlerin arasına zamanı hapsedip iyice yavaşlatmak için yaparım bunu. Bir de, oldum olası ayrıntılarda gizlenen ve asla birbirlerinden ayrılmayan hayatı, Tanrıyı ve hikâyeyi bulmak belki; onlarla, ancak ayrıntıların kesinliğiyle elde edilebilen uzak bir belirsizlikte çeşit çeşit, baş döndürücü oyunlar oynamak ve bu oyunlarla çocuklaşıp zaman zaman saflığı yakalamak için…” (s. 64-65) Uzun Bir Şiir (Dil ve Üslûp) Postmodern anlatılar, dili araç olmaktan çıkararak amaç haline getirir. Baştan sona büyük bir oyun olan postmodern anlatının bu oluşumuna en büyük katkıyı dil yapar. “Ben yazdığı her cümlenin üzerine titreyen bir yazarım. Dili çok önemsiyorum. ‘Dil araçtır’ derler ama benim için bunun ötesinde bir şey. Hatta ‘Bin Hüzünlü Haz’da dili düpedüz amaç edindim. Sözcüklerin duruşlarını, birbirlerinde yankılanışlarını, renklerinin birbirine karışımını tek tek tartıyorum ve saçımı başımı yola yola yazıyorum.”12diyen Hasan Ali Toptaş, yazdığı bütün eserlerinde kendine has bir dil kurmasını başarabilmiş bir yazardır. Adeta konusuz olarak nitelendirebileceğimiz pek çok eserinde okuyucuyu sıkmak yerine tam tersine dile hâkimiyeti ile uzun bir şiir tadındaki anlatıların içine çeker. Bin Hüzünlü Haz’da dil, kelime kelime bütün çağrışım değeri hesap edilerek inşa edilmiş gibidir. Uzun cümleler arasında aksayan hiçbir unsur görülmez. Hasan Ali Toptaş, özellikle kelimeleri resimdeki renkler gibi kullanarak görsel şölene dönen tablolar oluşturur. Cümlelerinde ikilemelere çok sık yer verir: Đkilemelerin kullanımı s. 20, 34 ve 37’de dikkat çekecek düzeydedir. Bunun yanı sıra virgüllerle birbirine bağlanarak uzayan cümlelerde benzer ve karşıt kavramlar ahenkli bir bütün oluşturur. Sık sık devrik cümlelere başvurması anlatı metnini şiire yaklaştırır. Hasan Ali Toptaş’ta kalıplaşmış cümle yapıları da gözlerden kaçmaz: “Birbirine sımsıkı kenetlenmiş alacakaranlık ardıçların, sonra” (s. 71) “Bazen bir ayrıntıyı hiç görmemenin, ya da gözucuyla hafifçe görmenin, ya da açık seçik görüldüğü halde görmezlikten gelmenin, bütünü kavramayı çok daha kolaylaştıracağını düşünüyordum çünkü” (s. 73) “Hiç gün ışığı görmeyen camlara, sonra”(s. 75) “Sırtını yamaçlara yaslayıp şehre ve insanlara bulutların üzerinden bakan gizemli şatolar, biraz. Đnce oymalar ve d eşliğinde söylenen efkârlı şarkılarla süslü ahşap konaklar, biraz. ” (s. 87) Bin Hüzünlü Haz’da dil kullanımı yazarın kendisinin de belirttiği gibi bir araç olmanın çok ötesine geçmiş ve amaç haline gelmiştir. Romanın fantastik ve masalsı bir 12 Faruk Bildirici, (Söyleşi), “Saçımı Başımı Yola Yola Yazıyorum”, Hürriyet Cumartesi Eki, 19 Şubat 2000. web ulaşımı için bkz. http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2000/02/19/182356.asp yapıya bürünmesi için yazar, masallarda gördüğümüz bir vakadan bir başka vakaya atlamada kullanılan özetleme tekniğinin bir unsuru olan “derken” ifadesine yer verir. Çağrışımsal ilgiler kurmak için kimi kelimeleri böler, kimi kelimeleri birleştirir hatta bazı kelimelerde boş bırakılan ses ve hecelerle okuyucunun kendi anlam evrenini kurmasına fırsat tanır. Buna benzer bir başka uygulama satırlarda görülür. Yazar, cümlesini yarıda keser, yarıda bırakılan cümleyi boşluklar takip eder. Böylelikle yarım ve boş bırakılan cümlelerin okuyucu tarafından tamamlanması beklenir: “Gözlerini devirip[cümle kesilir ve satır boş bırakılır]” (s. 10) “(…)sokak ar boy nca salaşklarla larla larlacayip dere de yara y r lana k n revan iç nde boynu bükük bir ha deve evet eve dönüyorum(…)” (s. 12) “(…) mezbelelik yerlerde, taşlaşmış bakışlar, mış duygular, kırk kati kesilmiş deli derviş, dilsiz bir aç bir kurt, lokmadan da hırkadan da , gözükara miş bir , pejmürde bir gezgin, ıssızlığını koklayan kuyruğunu kısmış sırılsıklam (…)” (s. 16) “(…) duvarların duruşunu, lışını, kışını, apartmanların yüksekliğini, eşyaların görünüşünü, susuşunu, den alınıp bir yere götürülüşünü(...)” (s. 18) “Reklam filmlerinden oluşmuş korkunç bir sağanağın altında şemsiyesiz devleşen eşyalar diyelim değil kaçmıyorum ağızlarını açmış ince belli çamaşır makineleri ahu dilli kasetçalar diyeben buna şehla gözlü televizyonlar falan futbolcu dün şiddetli öksürmüş eyvah kaçamıyorum yok sözdehiçim boşalıyor yoksabendarkalçalı buzdolapları markasındanımsasla kaçamıyorum bakire koltuk takımları podyum şirinleri feşmekan futbolcu da oh şarkıcının dalı narindir bu yıl benimyılımolacakdemişebakın benim yarınım fritöz deyinceyok niceksikızlararasındabiringibizonkluyorum yokaçamıyorummuyok kendiniçin böyleyledin senderinsan olarakranlık hayallerindeydin ki, sonra işte o cesetlerin arasında yüzlerne sıvanmış yapay bir hüzünle dolaşarak bir yandan haber yakalamış olmanın sevincini örtmeye(…)” s. 14 “(…)boş arsaların, ve genç(…)” (s. 15) Arayışın Postmodernist Anlatısı: Bin Hüzünlü Haz (Sonuç) Hasan Ali Toptaş’ın “Romandan ne anladığımın romanı” dediği Bin Hüzünlü Haz, postmodernist bir arayışın etrafında kurgulanmış bir romandır. Bin Hüzünlü Haz’da kendini anlatmaya adamış bir anlatı ile karşılaşırız. Klasik romanın unsurları postmodernist yaklaşımla yeniden üretilirken postmodern unsurlar da yazar tarafından bütün ustalığı ile kullanılır. Metinlerarasılık ormanında, varlığı ve yokluğu belli olmayan roman kişilerinin fantastik ve masalsı arayışı, uzun bir şiir tadında kurgulanmıştır. Bütün postmodern romanlarda olduğu gibi Bin Hüzünlü Haz’da da anlatının merkezinde oyun durur. Gerçek ve kurgunun geçirgenliği, belirsizliğin kazanında yoğrulur. Yazar kurgunun sanallığı ile hayatın gerçekliğini büyük oyunun bir malzemesi haline getirir. Hasan Ali Toptaş, yazımız boyunca örneklerle göstermeye çalıştığımız üzere Bin Hüzünlü Haz ile 1980 sonrası Türk romanındaki postmodernist eğilimin yetkin bir örneğini vermiştir.