Süryaniler`de Dinî Anlatılar
Transkript
Süryaniler`de Dinî Anlatılar
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 SÜRYANİLER’DE DİNÎ ANLATILAR Nihat DURAK RELIGIOUS NARRATIVES IN SYRIACS Öz Dinî anlatılar, bir din veya mezhebin inanç ve değerlerini kendi müntesiplerine aktarma fonksiyonunu gerçekleştiren bir nesir türüdür. Aynı zamanda, bir cemaatin geçmişte oluşmuş hissiyatını, fikriyatını, tercih ve yönelimlerini, tarihi ve kültürel düzlemde nesilden nesile geçişini temin eder. Türk Halk Edebiyatı, Dinî Edebiyat Tarihi ve Tasavvuf gibi bilim dallarında İslamiyet’teki menkıbe ve efsane türlerine dair çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, Süryaniler’deki dinî anlatımlara yönelik çalışma sayısı dilimizde yok denecek kadar azdır. Bu çalışmada biri Arapça telif, üçü Süryanice’den Türkçe’ye tercüme, diğer dört tanesi Türkçe telif kaynak incelenmiştir. Aziz, azize ve diğer dinî şahsiyetler ile çeşitli dinî mekânlarda vuku bulan dinî anlatılar, bu yazının ana konusunu oluşturmuştur. Aynı kaynaklarda yer alan, savaşlarda gösterilen kahramanlıklara değinilen anlatımlar ise konu edilmemiştir. Anlatıların bir kısmının Kitabı Mukaddes’te yer bulmuş hadiselerle paralellik arz ettiği gözlemlenmiş, bunlara da mukayeseli olarak değinilmiştir. Süryani dinî anlatılarında ön plana çıkan kişi ve olayların, genelde Daniel, İlya, Elişa ve İşaya figürlerinin yer aldığı bölümlerdeki anlatımlarla benzeştiği söylenebilir. Ayrıca çalışmada yer alan dinî anlatıların türü de vurgulanmıştır. Konu bakımından birden fazla bilim dalının alanına giren bu çalışmanın, Dinler Tarihi çalışmaları arasında bir çeşni olması muhtemeldir. Anahtar Kelimeler: Menkıbe, Efsane, Memorat (İnanç Anısı), Anlatı, Dinî Şahsiyet. Abstract Religious narratives are proses, which perform the transfer function of beliefs and values of their religion or sect to its followers. It provides the transition of the sense, consideration, preferences and orientations of a community that is formed throughout history from generation to generation in a historical and cultural platform. Although studies about tales and legends in Islam have been made in Turkish Folk Literature, Religious Literature and Sufism sciences; the number of studies of religious narratives in Syriacs is very less in our language. In this study Yrd. Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, e-posta: nihatdurak@ibu.edu.tr 251 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 one Arabic copyright source, three translations from Syriac to Turkish, and four Turkish original sources were examined. Saints, aves and other religious figures and religious narratives in various religious places were the main subject of this work. Heroisms shown in wars that took part in the same sources are not mentioned. It is discovered that some of the narratives show parallelism with events in the Bible, those are mentioned comparatively. People and occurrences in Assyrian religious narratives in general show similarities to parts where Daniel, Ilya, Elijah, and Eshaya figures appear. The kind of religious tales is also emphasized in the study. This works theme that is subject to multiple disciplines, will contribute to the science of History of Religions. Keywords: Hagiography, Legends, Memorate (Memoir of Faith), Narrative, Religious Personage. Giriş Türk halk edebiyatı ve dinî edebiyat tarihçileri, olağanüstü şahıs, yer ve hâdiseler hakkında anlatılanları çeşitli terimlerle ifade etme yolunu seçmiştir. Efsane, menkıbe ve memorat (inanç anısı) kavramlarıyla isimlendirilen bu türlerin ayrımı da müşkil bir konudur. Bu türlerden bilhassa efsaneler konusunda oldukça fazla çalışma yapılmasına rağmen, anılan türlerin tasnifi yapılmadığından dolayı, işlevleri ve farklılıkları tespit edilebilmiş değildir (Pehlivan 2009: 88-89). Efsane, ağızdan ağıza anlatılarak sürüp gelmiş bulunan olağanüstü nitelikli hikâyedir. Efsane deyimi gerçek bir olayın olağanüstü anlatılışı için kullanıldığı gibi tabii olayların açıklanmasına yönelik olarak tümüyle hayal ürünü olan hikâyeler için de kullanılır (Hançerlioğlu 1993: 128129). Halkbilimcilerin ortak görüşüne göre efsane, sanatsal olarak formüle edilmiş, üçüncü bir şahsa anlatılan ve geçmişte ya da tarihsel geçmişte kurulmuş geleneksel bir hikâye ya da anlatıdır. Aslında gerçek değildir ancak anlatıcı ve dinleyicileri tarafından gerçek olduğuna inanılır (Pehlivan 2009: 89). Türk edebiyatı tarihi incelendiğinde menkıbe teriminin hikâye ve tarih anlamında da kullanıldığı görülmektedir. Dinî şahsiyetlerle ilgili halk edebiyatı türü genellikle efsane olarak kabul edilmektedir. Dinî şahsiyetler hakkındaki anlatıların isimlendirilmesinde kullanılan bir diğer terim de menkıbedir (Pehlivan 2009: 89). Menkıbe, tasavvuf tarihinde sofilerin izhar ettikleri harikulade olaylar demek olan kerametleri nakleden küçük hikâyeler manasında tahminen IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır (Ocak 1992: 27). Aslında menkıbe, dinî şahsiyetin bedensel 252 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 olarak bu dünyada yaşadığı varsayılan zamanda başından geçenlerle ilgili bir anlatıdır (Pehlivan 2009: 89). Genellikle menkıbe türü efsane içinde kabul edilirken, bu türleri birbirinden ayırt etme gayreti içinde olanlar da vardır. Bazı araştırmacılar, bu iki türün iç içe girmiş olmasına dikkat çekmiş; ancak genellikle bir ayırım yapılabildiğini, ayrımı yapılamayan metinlerin ise şimdilik efsane çatısı altında ele alınması gerektiğini ifade etmiştir (Pehlivan 2009: 90). Memorat (inanç anısı) ise, tabiatüstü ferdi bir tecrübenin yaşayan veya ondan dinlemiş birisi tarafından anlatılan şahsa bağlı hikâye olarak tanımlanmaktadır. Bu tarifte yer alan tabiatüstü kavramı ile kastedilen öncelikle öteki dünya ve farklı bir boyutta olmanın yanı sıra insanlarla beraber aynı mekânları paylaşan cin, peri, alkız, karabasan veya çeşitli ruhlardan oluşan ve sosyal bir hayat yaşadığına inanılan varlıklarla görme, konuşma, dokunma, hissetme, rüya veya bunlardan başka bir yolla kurulan bir iletişimdir. Memoratlar da, bu şekilde kurulmuş bir iletişimle yaşananların yaşayan veya ondan dinleyen birisi tarafından anlatılmasıdır (Pehlivan 2009: 90). Yazılı menâkıbnâmelerde menkıbe olarak isimlendirilen bazı metinler arasında, nitelik olarak efsane ve memorat kategorisine girenleri de vardır (Pehlivan 2009: 90). Menkıbenin, velî veya azizin bedenen dünyada olduğu bir zaman diliminde olduğu varsayılan bir hikâyeyi anlatması önemli bir ayrımdır. Çünkü bu özellik, onu diğer iki türden rahatlıkla ayırt edilmesini sağlar. Ancak bu hususun daha açık bir şekilde ortaya konması için inanç anısı ve efsaneyi değerlendirme mikyasının belirlenmesi gerekir. İnanç anısı, velî veya aziz öldükten sonra, yaşayanların hayatına girmesi, müdahil olması gibi, bizzat anlatanın başından geçmiş ya da bir biçimde anlatıcı tarafından tecrübeyi bizzat yaşayanın adı verilebildiği sürece, naklediş zincirinin beş altı kişiye kadar uzanabildiği bir metindir. Efsane ise, kutsal kişiler söz konusu olduğunda, özellik bakımından, inanç anısından farksız; fakat tecrübeyi yaşayan yönünden belirsizleşmiş, daha uzak bir zamandan bahseden bir türdür. Ayrıca kutsal kişiyle ilişkilendirilen bir takım mekân, nesne gibi şeyler hakkında oluşmuş hikâyeler de bu türün kapsamındadır (Pehlivan 2009: 91). 1. Süryani Dinî Anlatılarında Öne Çıkan Konular Bu çalışmada yer alan dinî anlatılarda, ağırlıklı olarak şu konuların ön planda yer aldığı gözlemlenmiştir: 253 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 a. Kilise ve müştemilatına zarar verenlerin azizler tarafından rüya ve bizzat tezahür yoluyla uyarılmasına dair dinî anlatılar. b. Dinî mekânlarda vuku bulan olağan üstü hâllere dair dinî anlatılar. c. Azizlerin hastaları iyileştirmesine dair menkıbeler. d. Azizlerin, cemaati, tabiî afetlerden korumalarına dair menkıbeler. e. Azizlerin duasıyla zahirenin bereketlenmesine dair dinî anlatılar. f. Dinî şahsiyetlerle ilgili menkıbeler. 2. Kilise ve Müştemilatına Zarar Verenlerin Azizler Tarafından Rüya ve Bizzat Tezahür Yoluyla Uyarılmasına Dair Dinî Anlatılar 2.1. İki Kuruş Hadisesi Günün birinde, Mor (Aziz) Şemun d’Zeyte (Zeytinci) (v. 734) Kilisesi (Mardin/Midyat/Mercimekli-Habsus köyündedir.)’nin bazı bölümlerini onarmak amacıyla, kilisenin dört vekili malzeme almak için Midyat’a gider. Malzemenin hazırlanması çok vakit alınca, dört kişi akşama kadar şehirde beklemek zorunda kalır. İçlerinden biri, kasadar vekile çok acıktıklarını, kilisenin parasından kendileri için bir kuruşa ekmek ve bir kuruşa da helva satın alınmasını ister. Kasadar vekil, ‘her ne kadar kilisenin işleri için burada bulunuyorsak da, kilisenin parasından iki kuruş verip yiyecek alamayız, günahtır’ der ve sert tepki gösterir. Ancak diğer vekil ısrar edince, kasadar da dayanamaz, teklifi kabul eder ve iki kuruş vererek yiyecek alır. Böylece dört vekil bir kuruşluk ekmek ve bir kuruşluk helvayla karınlarını doyurmuş olur. O sene ekinlerin toplanma zamanı gelince, herkes gibi o kilise vekili de ekinlerini toplar, ambarına koyar. Çok geçmeden ortada hiçbir sebep yokken, tüm tahıllar kurtlanır ve kullanılamaz duruma gelir. Köy âdetlerine göre, köyün ruhanisini çağırır, dua eder, şehirden aldığı ilacı sürer, ambarı temizler, ama bunların hiç biri işe yaramaz. Ertesi yıl aynı durum tekrarlanır. İki senelik emeği boşa giden vekil, çok zor durumda kalır. Çare bulmak için, tekrar köyün ruhanisini ve köyün ileri gelenlerini çağırır, durumu kendilerine izah ederek, ne yapacağı hususunda yardımcı olmalarını rica eder. Köyün ruhanisi, vekile, kiliselere ait mal ve mülklere herhangi bir şekilde zarar vermiş veya borç alıp unutmuş olabileceğini hatırlatarak çok iyi düşünmesini öğütler. Ancak vekilin aklına, o iki kuruş 254 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 hiç gelmez ve ruhaniye yok der. Diğer taraftan iki senedir başına gelen bu felaket de devam eder. Misafirler evlerine döndükten sonra, vekil sakin bir kafayla kendi kendine bu olayı düşünmeğe başlar ve bir anda kendince önemsiz saydığı iki kuruşa aldıkları yiyecekleri hatırlar. Hemen ruhaninin yanına koşar ve durumu izah eder. Köyün ruhanisi de tüm olayların, bu iki kuruş yüzünden olduğunu ve parayı hemen sahibine iade etmesini söyler. Vekil koşarak kiliseye gider, Mor Şemun d’Zeyte’nin resmi önünde bağışlanması için dua ettikten sonra parayı fazlasıyla sandığa koyar ve ruhaniyle beraber eve döner. Ruhani, dua okuduğu bir bardak suyu tahıllara serptikten sonra, kısa zaman içinde her şey normale döner. Böylece köydeki hıristiyan-müslüman herkes Tanrı’ya şükreder (Demir 2013: 133-134). Efsane kapsamında değerlendirilebilecek bu dinî anlatı, bazı yönleriyle Kitabı Mukaddes’ten esintiler taşımaktadır. Anlatımda vekillerin dört kişi oluşu, Daniel, 11-19’da geçen dört şahsı çağrıştırabilir. Kendilerince önemsiz saydıkları iki kuruşluk borç sebebiyle bir musibete düçar oluşları ve köyün ruhanisinin onları borçlarını ödemeye dair tavsiyesi, Hz. İsa’nın Dağdaki Vaazı ismiyle bilinen metnin şu cümlesindeki telkiniyle paralellik arz eder: “Doğrusu sana derim: Son mangırı ödeyinceye kadar oradan çıkamazsın.” (Matta, 526, Luka, 1259). Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 1 Haziran günü, Mor Şemun d’Zeyte (Zeytinci Aziz Şemun) Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 2.2. Cam Hadisesi Turabdin yöresinde geleneksel olarak Büyük Oruç’un Elem Haftası’nda köylüler genelde akşam dualarını gece yapar ve duadan çıktıktan sonra işlerine gider. Çoğu zaman uyumak için zaman bulamaz, uykusuz kalırlar. Bu uykusuz geçen günlerin birinde, cemaat mensuplarından orta yaşlı bir kişi, kilisenin ana bölümüne açılan kapıdan dua etmek için içeri girmeye çalışırken, omuzu sert bir şekilde kapıya çarpar ve kapının üst camı kırılır. Duadan sonra cemaat mensupları ve ruhani, kendisine bir an önce yeni bir cam alıp, yerine takması gerektiğini söyler. Köylü, tamam der, ama daha sonra olayı ihmal eder ve durumu önemsemez. 255 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 Çok geçmeden, bir gece ansızın Mor Şemun d’Zeyte kendisine görünür ve bir gün içinde kilisenin kırdığı camının yenisini yerine takmaması hâlinde, iki gözünü çıkartacağını söyledikten sonra yanından ayrılır. Köylü, ertesi gün sabah erkenden yeni bir cam alır, köylülerin şaşkın bakışları altında kiliseye koşar, camı takar ve durumu ruhaniye anlatır. Ruhani de, köylülerin huzurunda başına dua okur ve selametle evine döner (Demir 2013: 134). Cam hadisesi, efsane grubuna girer ve sonucu bakımından Ezra, 612’de yer alan “Ve orayı ismine mesken kılan Allah, Yeruşalim’de olan bu Allah evini harap etmek için bu sözü değiştirmek üzere ellerini uzatan bütün kralları ve kavimleri yıksın.” cümlesinin içeriğiyle bir uyum içindedir. 2.3. Kuzular Hadisesi Mor Şemun d’Zeyte Kilisesi’nin batısında yer alan, çeşitli meyve ağaçlarıyla donatılmış, etrafı duvarlarla çevrili çok güzel bir bahçesi vardır. Kilisenin bulunduğu mahallede oturan müslüman bir aile, iki de bir kuzularını bahçeye salmakta, kuzular da ağaçlara zarar vermektedir. Her defasında köyün ruhanisi ve cemaatinin uyarılarına özür dileyerek karşılık veren adam, daha sonra tekrar bildiği gibi yapmaktadır. Bir sabah kalktığında kuzuların yarısının öldüğünü görünce çok üzülür. Köylüler adamın evine gider, bu olan bitenlerin Mor Şemun d’Zeyte’nin malına zarar verdiği için başına geldiğini söyleyip, uyarırlar. Ama tüm uyarılara rağmen, olayın ciddiyetini önemsemeyen adam kısa zaman sonra tekrar bildiğini yapmaya başlar. Bir gece ansızın Mor Şemun d’Zeyte adama görünür ve bir daha değil bahçenin içine, bahçenin etrafına bile kuzularını yanaştırdığı takdirde, sadece kuzularının değil, çok sevdiği oğlunun da acılar içinde öleceğini söyledikten sonra oradan ayrılır. Adam, sabahın erken saatlerinde ruhaninin yanına koşar, başına gelenleri anlatır ve ne yapması gerektiğini sorar. Ruhani de ona yapması gerekenleri söyler ve evine yollar. Böylece bu komşu, bir daha değil bahçenin içine, bahçenin etrafına bile kuzularını yanaştırmaz (Demir 2013: 134-135). Lanetleme ve tehdit meselesi, Kitabı Mukaddes’de olağan görülen ve çok sık rastlanan fiillerdendir. Tesniye, 2818’de yer alan şu ifadeler, bu efsanedeki anlatımı tekid eder mahiyettedir: “Bedeninin semeresi ve toprağının semeresi, sığırlarının yavruları ve sürülerinin yavruları lanetli olacak.” 256 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 2.4. Muhacirler Hadisesi Doğu illerinden Rus işgali sebebiyle kaçan müslümanlar, Habsus köyüne de gelmişti. Daha sonra 1915 olaylarından dolayı köydeki Süryaniler de kaçmak zorunda kalmıştı. Muhacirler bu boşluktan faydalanarak kilise ve manastırı ele geçirip, içine yerleşmeye başlamıştı. Köyün yaşlılarının anlattıklarına göre, köyün müslüman sâkinlerinden olan Abdi Gül, kiliseye yerleşen muhacirlerin kızlarından birine âşık olur. Abdi, sevdiği kıza daha yakın olsun diye o da kilisenin en üst damında yatar. Bir gece ansızın Mor Şemun d’Zeyte kendisine görünür ve kilise ile manastırı işgal eden muhacirlere sabahın ilk ışığında şunu söylemesini emreder: ‘Kilise ve manastırı zaman kaybetmeden hemen terk edecekler. Terk etmemeleri hâlinde analarından doğduklarına pişman edeceğim’ dedikten sonra oradan ayrılır. Abdi Gül, sabahın ilk ışığında muhacirleri kilise ve manastırı hemen terk etmeleri konusunda ısrarla uyarmasına rağmen, muhacirler sözlerine aldırış etmeden kalmaya devam eder. Çok kısa bir zaman sonra aralarında bulaşıcı bir hastalık yayılır, çoğu perişan bir vaziyette ölür. Geri kalanlar, sadece kilise ve manastırdan ayrılmakla kalmayıp, bir daha köye dönmemek üzere kaçmak zorunda kalır. O kadar korkarlar ki, hayatta kalanlar kaçmadan önce kilise ve manastırdan çıkarken mabetlerin içini dışını defalarca suyla yıkar (Demir 2013: 135-136). Bu efsane de yer alan, bir topluluğun salgın hastalıkla cezalandırılması, Kitabı Mukaddes’te çok sık rastlanılan bir durumdur: “Rab veremle ve sıtma ile ve iltihapla ve yakıcı sıcaklıkla ve kuraklıkla ve sam yeli ile ve küfle seni vuracak ve sen yok oluncaya kadar bunlar seni kovalayacak.” (Tesniye, 2822). “Öfkesine yol açtı; canlarını ölümden esirgemedi ve hayatlarını vebaya verdi.” (Mezmurlar, 7850). “Oruç tuttukları zaman, ben onların feryadını işitmeyeceğim ve yakılan takdime ve ekmek takdimesi arz ettikleri zaman onlardan razı olamayacağım; fakat ben kılıçla ve kıtlıkla ve veba ile onları bitireceğim.” (Yeremya, 1412). “Ve ona veba ile ve kanla hükmedeceğim ve onun üzerine, orduları üzerine coşkun yağmur ve iri dolu taneleri, ateş ve kükürt yağdıracağım.” (Hezekiel, 38 22). “Ekininize sam yeli ve küf gönderip sizi vurdum, bahçelerinizden ve bağlarınızdan ve incir ve zeytin ağaçlarınızdan birçoğunu çekirge yedi ve bana dönmediniz, Rabb’in sözü. Mısır’da olduğu gibi aranıza veba gönderdim, yiğitlerinizi kılıçla öldürdüm ve atlarınızı sürüp götürdüm, hatta ordugâhınızın pis kokusunu burnunuza çıkardım ve bana dönmediniz, Rabb’in sözü.” (Amos, 410). “Büyük zelzeler ve yer yer 257 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 kıtlıklar ve vebalar olacak, korkunç şeyler ve gökten büyük alâmetler olacak .” (Luka, 2111). 3. Dinî Mekânlarda Vuku Bulan Olağanüstü Hâllere Dair Dinî Anlatılar 3.1. Karakuş Mort (Azize) Şmunî Kilisesi (Yedi Şehitler Kilisesi)’ndeki Tezahür Musul yakınlarındaki Karakuş Köyü’nde, şehide Şmunî ve yedi şehit çocuğunun ismiyle anılan tarihî bir kilise vardır. Her yıl 1 Ağustos günü, azize ve çocuklarının şehit edilişini anma ayinleri düzenlenir. Bu tarih, Süryani Ortodoks Kilisesi için genel bir anma günü niteliğindedir. Çeşitli şehir ve köylerden büyük kalabalıklar, Seyyide Şmunî ve yedi çocuğu ile muallimleri Kâhin Âzer’in, tezahürünü (tayf) görmek için orada toplanır. Her yıl, bayram günü (1 Ağustos), mezbah duvarının üzerinde, perdeye benzer şekilde, parlak nurdan bir hâle, cemaati kuşatır. Sabaha kadar, mezbah duvarına tayfların gidip gelmesi devam eder. Bu kilisede hazır bulunan cemaat, sabaha kadar, bu dokuz kişinin siluetlerini seyreder durur. Bu tayfı ilk keşfeden 1911 yılında vefat etmiş Karakuş rahiplerinden biridir (Sâka 1985: 316). Bu olağanüstü hadiseyi yukarıdaki cümlelerle nakleden Süryani Ortodoks Kilisesi sabık Musul Metropoliti Mor Severius İshak Sâka (v. 2011)’nın bu tayfın tezahürünü bizzat müşahede etmiş olması muhtemeldir. Bu ihtimalden dolayı, bu nakil bir memorat kabul edilebilir. Bir gölgenin bir kudsiyete delil ve alâmet olmasına dair Kitabı Mukaddes’te iki anlatım yer alır. Birincisi şöyledir: “Ve Aşur Kralı’nın avucundan seni ve bu şehri kurtaracağım ve bu şehri koruyacağım. Ve Rabb’in söylemiş olduğu bu şeyi yapacağına Rab tarafından sana alâmet şu olacak: İşte, Ahaz’ın güneş saatinde güneşle dereceler üzerinde inmiş olan gölgeyi on derece geri alacağım. Böylece güneş üzerinde inmiş olduğu güneş saatinde on derece geri geldi.” (İşaya, 386-8). İkincisi de şöyledir: “Hemen o saat, bir insan elinin parmakları göründü ve şamdanın karşısında kral sarayının duvar sıvası üzerine yazdı ve Kral [Babil Kralı Belşatsar (m.ö. 553-m.ö. 539), Nebukadnetsar’ın oğlu] yazan bu elin ayasını gördü. O zaman Kral’ın benzi değişti ve düşünceleri kendisini üzdü ve belinin oynak yerleri çözüldü ve dizleri birbirine çarptı.” (Daniel, 55-6). 258 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 Mort Şmuni, hıristiyanlık öncesi yaşamasına ve m.ö. 163’te şehit edildiğine inanılmasına rağmen, Süryani Ortodoks Kilisesi’nce azize kabul edilmesi son derece ilginç bir husustur. Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 8 Mayıs ve 1 Ağustos günleri, Mort Şmuni ve Çocukları Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 3.2. Erkek Çocuğa Dönüşen Kız Hadisesi 1866 Yılında Deyrulumur Manastırı’nda şöyle bir hadisenin gerçekleştiğine inanılır: Aslen Menimli köyünden olup Midyat’ta oturan İshak adında bir adam ölür. Dokuz aylık bir kız çocuğu öksüz kalır. Yakın akrabaları adamın servetinden bir veraset payı almak ister. Kızın annesi üzülür, kızı alıp manastıra gider. Kızını Mor Gabriyel’in gömülü bulunduğu mezarın üzerine atar, üç gün ağlayarak dua eder. Üçüncü gün çocuğunu alan anne, kızının erkeğe döndüğünü görür. Çok sevinir. Hadise bütün çevrede duyulur. Olaya tanık olanlar şunlardır: Manastır ruhanilerinden Rahip İşo, Rahip Havşo (Mardin/Midyat/Gülgöze-Aynverd köyünden), Rahip Yakup, o sırada manastırın mihrabını tamir etmekte olan Midyatlı ustalar Abdulahat ve Hırdo. Manastır bekçiliğini yapan müslüman bir şahıs olan Şindi adındaki kişi de hadiseye şahit olur. Kız iken ismi İşmuni olan çocuğa, erkek olunca Gabriyel adı verilir. Çocuk Midyat’a getirilince vücudundaki işaretlerin izinden dolayı herkes tarafından kolayca tanınabiliyordu. Midyatlı müslüman Ağa Bayraktar da bu olayın tanığı olduğu için inanır, doğruluğunu teyid eder. Bu çocuk elli yaşına kadar yaşar, evlenir, çocuk babası olur, çocuğu da evlenir kızı olur, bu kız şimdi (1971) hayatta olup Suriye’nin Kamışlı kasabasında ikamet etmektedir. Bu hadiseyi teyid ve medh kabilinden, Midih (Şırnak/İdil/Öğündük köyü)’li Keşiş İsa bir medhiye kaleme almıştır (Dolapönü 1971: 116). Tarih ve şahitlerle teyit edilmeye çalışılan, tecrübeyi yaşayanların anlatımlarının da yer aldığı bu dinî anlatı, inanç anısı grubunda değerlendirilebilir. 3.3. Patrik Mor İgnatius III. İlyas Şakir Hakkındaki Dinî Anlatı Patrik III. İlyas Şakir (1917-1932), Süryani cemaatini ziyaret etmek için 1932 yılının ilk günlerinde Hindistan’a gider. Kerala iline bağlı 259 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 Mancanikara köyündeki Mor Stefanos Kilisesi’nde misafir edilir, orada hastalanır ve 13 Şubat 1932 tarihinde vefat eder. Kilisenin avlusunda gömülür ve mezarı üzerine Mor İgnatius Manastırı adıyla bir manastır inşa edilir. Vefatından sonra mezarı üzerinde görülen birçok olağan üstü hâllerden dolayı oradaki kilise tarafından aziz olarak ilan edilir ve her yıl yaklaşık üç milyon kişi, Şubat ayının ikinci haftasında çeşitli yerlerden gelerek mezarını ziyaret etmektedir. Bu kişilerin arasında manastıra iki yüz-üç yüz kilometre uzaktan yürüyerek gelip, adaklar, hediyeler takdim ederek dileklerde bulunanlar da vardır (Akyüz 1998: 38). Patrik III. İlyas’ın vefatından sonra kabri etrafında oluşan bu dinî anlatı, tür olarak efsane grubuna girer. Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 13 Şubat günü, Patrik III. İlyas Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 4. Azizlerin Hastaları İyileştirmesine Dair Menkıbeler 4.1. Kaşgarlı Mor Abrohom’un Hastaları İyileştirmesi Kaşgarlı Mor Abrohom (IV. yy.), Allah’ın izniyle Nusaybin Reisi’nin kızını mucizevi bir şekilde, kötü ruhtan, şeytandan kurtardı. Kızdan çıkan şeytan, o kötü ruh, şöyle bağırdı: ‘Ne oldu sana Abrohom, beyazlı adam. Bugün Nusaybin’de bana eziyet veren işkence ile beni yok ettin.’ Bunları duyan bir başka hasta kızın babası Nusaybin Medresesi’ne gelerek Mor Abrohom’dan rica edip, ‘Bizimle gel, kızımız için dua et.’ dedi. Çok ısrar edilince o kişiyle beraber gidip kızı için yüce Allah’a yalvardı ve kız orada hemen iyileşti. Şeytan ondan çıktı ve gene bağırıp ‘Ne oluyor sana Abrohom, bizi rahat bırakmıyorsun.’ dedi. Orada bulunan cemaat bunları duyunca, tuhaf oldular. Ancak mucizeyi görmekten ötürü de sevinçle dolup yüce Allah’a şükranlar sunup, O’nu yücelttiler. Şehir halkı Mor Abrohom’a saygı gösterisinde bulundu. Bir gün yanına bir adam geldi. Hastalığı nedeniyle vücudu su topluyordu. Mor Abrohom onun için dua etti ve hasta hemen şifa buldu. O da Allah’a hamd ve şükürler sundu. Ayrıca vücudu titreyen bir başka dul kadın, ona yalvararak yardım istedi. İsa Mesih’in adıyla ona da şifa verdi. 260 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 Ellerinde inme olan bir başka hasta da gelip ondan şifa istedi ve onu da Allah’ın kuvvetiyle iyileştirdi. Rahipler de Aziz Abrohom’un elbiselerinden bir parça alıp hastaların üzerine koyarlar ve hastalar da hemen şifa bulurlardı. (Bilgiç 2006: 1315). Mor Abrohom hakkındaki bu anlatılar da, menkıbe grubundandır. Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 7 Ağustos günü, Mor Abrohom Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 4.2. Mor Mihayel’in Hastaları İyileştirmesi Mor Yusuf, Mor Mihayel ve Mort (Azize) Siras birer yıl arayla vefat etmiştir. Mort Siras’ın vefatı sırasında yaşanan bir olay şöyle ifade edilmektedir: Kefertüth (Süryanice bir kelime olup, Dut köyü anlamına gelir. Bugünkü adı, Koçlu köyüdür. Mardin/Kızıltepe’ye bağlıdır.) (Akyüz 1998a: 33) Valisi Yunan’ın oğlu sinirsel bir hastalığa yakalanmış ve birçok tedavi şekli uygulandığı hâlde iyileşememiştir. O günlerde vali rüyasında oğlunun Mor Mihayel’e götürülürse iyileşeceğini görür. Oğlunu alıp Mor Mihayel’e getirince Mort Siras’ın vefatıyla karşılaşır. Cenaze törenine katılır. Daha sonra iyileştirmesi için Mor Mihayel’den ricada bulunur. Mor Mihayel çocuğun üzerine dua eder ve çocuk iyileşir. Vali de bu iyiliğe karşı Mort Siras’ın mezarı üzerine dört köşeli bir kubbe yaptırır. Bu hadise her tarafa yayılır. Birçok yerden hastalar getirilir ve Mor Mihayel’in dualarıyla şifa bulur. Bölgenin kralı Kubad (Kud)’ın bir oğlu vardı. Çok ciddi bir hastalığa yakalanmıştı. Kefertüth Valisi’nin tavsiyesi üzerine Kral da oğlunu Mor Mihayel’in mezarına getirmiş ve mezarını ziyaret etmesiyle birlikte iyileşmişti. Kral, bu müthiş olaydan etkilenerek, yirmi usta getirtip, Mor Mihayel’in ve Siras’ın mezarları üzerine görkemli bir manastır yaptırmıştı. Manastırın kuzeyinde bağ ve bahçeler dikmiş, bir değirmen kurmuş ve sonunda manastıra kırk rahip toplanmıştı (Akyüz 1998a: 33). Bu dinî anlatının birinci bölümü Mor Mihayel’in hayatta iken gerçekleştirdiği olağanüstü bir hikâyeyi kapsadığı için menkıbe türüne girer. 261 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 İkinci bölümdeki anlatım ise, Mor Mihayel’in vefatı sonrasında sergilediği fevkalade bir hadiseyi içerdiğinden ötürü efsane grubuna dâhil edilebilir. Kitabı Mukaddes’te hasta tedavi etmeye yönelik birçok anlatım vardır. Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğine dair, Matta, 423-24, Matta, 814-17, Matta, 919-35, Matta, 1414, Markos, 134, Luka, 438-39 ve Yuhanna, 58-9 bölümlerinde birçok örnek vardır. Ayrıca Hz. İsa’nın havarilerine de hastaları iyileştirmeye yönelik olarak ‘el verdiğine’ dair anlatımlar da mevcuttur: “İsa on iki şakirdini yanına çağırıp murdar ruhları çıkarmak, her çeşit hastalığı ve her çeşit zayıflığı iyi etmek kudretini onlara verdi.” (Matta, 101, Luka 91). Ayrıca Hz. İsa’nın havarilerinin haricinde yetmiş kişilik bir gruba da hastaları iyileştirme yeteneğini bahşettiğine dair bir anlatım da vardır: “Orada olan hastaları iyi edin ve onlara Allah’ın melekûtu size yaklaştı deyin.” (Luka, 101-17). Yine özel olarak havari Petrus’un İsa Mesih’in ismiyle hastaları iyileştirdiğine dair bir bölüm de mevcuttur: “Ve vaki oldu ki, Petrus her tarafı dolaşırken Lidda’da oturan mukaddeslere de indi. Orada Eneas adında bir adam buldu ki, kötürüm olup sekiz yıldan beri yatalak idi. Petrus ona dedi: Eneas, İsa Mesih sana şifa veriyor, kalk da yatağını yap. O da hemen kalktı.” (Resullerin İşleri, 932-34). Ayrıca on iki havariden biri olmamasına ve Hz. İsa’nın tayin ettiği yetmişler grubuna da dâhil olmamasına rağmen Pavlus’un, Resullerin İşleri, 1911-12‘de hastaları iyileştirdiğine yönelik bir anlatım da mevcuttur: “Ve Allah Pavlus’un elleri ile görülmemiş kudretli işler yaptı. O derece ki, hastalara onun bedeninden mendiller veya peştamallar götürülürdü ve onlardan hastalıklar gider ve kötü ruhlar çıkardı.” 5. Azizlerin, Cemaati Tabiî Afetlerden Korumalarına Dair Menkıbeler 5.1. Kaşgarlı Mor Abrohom’un Çekirge İstilasını Defi O yıl Nusaybin yöresine çok çekirge gelmiş ve ekinlere musallat olmuştu. Aziz Abrohom, çekirgelerin yok olması için yüce Allah’a dua etti ve duasıyla birlikte çekirgeler ortadan kayboldu. Bir başka defa Rumlar’ın topraklarını çekirgeler bastı. Aziz Abrohom’a gelip yardım istediler. Aziz Abrohom da onlara su ve toprak vererek, 262 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 ‘Gidin, bunları ekinlerinizin üstüne, tarlalarınıza serpin. Çekirgeler hemen kaçacaktır.’ dedi. Dediği gibi yaptılar ve çekirgeler yok oldu. Onlar da yüce Allah’a hamdler sundular (Bilgiç 2006: 14). Mor Abrohom hakkındaki bu anlatılar, menkıbe grubuna dâhildir. Bu iki menkıbe de, Çıkış, 1012-20’deki anlatıma benzeşim vardır: “Ve Firavun (Mısır’ı çekirgelerin istilası üzerine) Musa’yı ve Harun’u çağırmakta acele edip dedi: Allahınız Rabb’e karşı ve size karşı suç ettim. Şimdi rica ederim, ancak bu kerelik suçumu bağışla, yalnız bu ölümü üzerimden kaldırması için Allahınız Rabb’e yalvarın. Ve Firavun’un yanından çıkıp Rabb’e yalvardı. Ve Rab çok kuvvetli garp yelini döndürdü, o çekirgeleri kaldırıp Kızıl Deniz’e sürdü, Mısır’ın bütün hududunda bir çekirge kalmadı.” 6. Azizlerin Duasıyla Zahirenin Bereketlenmesine Dair Dinî Anlatılar 6.1. Deyrulumur (Mor Gabriyel) Manastırı’nda Un Çoğalma Hadisesi Manastır müdürü Midihli Rahip Abdulahat Şabo’nun ifadesine göre; 1908 yılında zamanının manastır idarecisi Episkopos Efrem döneminde manastır sakinleri kırk kişiden ibaretti. 13 Ocak’ta manastırın unu biter. Episkopos, Kanak köyünde bulunan manastırdan un getirmeleri için adamlarını yollamak ister, ancak her nasılsa sabaha ertelenir. Daha sonra kar yağar, yollar kapanır, kimse gidemez olur. Aşçıbaşı Rahibe Besne, Episkopos’a gelir, unumuz yoktur, ne yapmamız lazım der. Episkopos ise, yapılacak bir şey yoktur, Allah’ın ismi mübarek olsun, manastır azizlerinin dualarıyla o bizi düşünsün, der. Ertesi gün aşçı rahibe yemek pişirmek için gittiği, bir gün önce boş olan ve altı yüz kilo zahire alan iki zahire ambarının ağzına kadar un dolduğunu görür. Rahibe Allah’a şükürler okur, ambarın ağzından taşan undan yaptığı ekmek birkaç gün yeterli olur. Manastır sakinlerinin bu hadise karşısında Allah’a olan güvenleri bir kat daha arttı. Episkopos Efrem der ki; o bereket ekmeğinden ben ve Aynverdli Toma oğlu Gelo Grigo Arslan da yedik (Dolapönü 1971: 118-119). Bu anlatı, inanç anısı formatındadır. I. Krallar, 178-16’da, bu dinî anlatıma benzeşim gösteren bir pasaj yer alır: “Ve ona Rabb’in şu sözü geldi: Kalk, Seyda’nın Tsarefat şehrine git ve orada otur, işte seni beslemek için orada bir dul kadına emrettim. Ve 263 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 kalkıp Tsaferat’a gitti ve şehrin kapısına varınca, işte orada bir dul kadın odun devşiriyordu ve kadına çağırıp dedi: Rica ederim, benim için bir kapta biraz su al da içeyim. Ve kadın almağa giderken ona çağırıp dedi: Rica ederim, benim için eline bir lokma ekmek al. Ve dedi: Senin Allahın, Hay olan Yehova’nın hakkı için, pidem yok, ancak küpte bir avuç un ve tulumda biraz yağ var ve işte, ben iki parça odun devşiriyorum ve içeri gireceğim ve kendim için ve oğlum için onu yapacağım ve yiyeceğiz ve sonra ölürüz. Ve İlya ona dedi: Korkma, git ve dediğin gibi yap, ancak önce benim için ondan küçük bir pide yap da bana getir ve kendin için ve oğlun için sonra yaparsın. Çünkü İsrail’in Allahı Yehova böyle diyor: Rab toprak üzerine yağmur vereceği güne kadar küpte un tükenmeyecek ve tulumda yağ eksilmeyecek. Ve kadın gidip İlya’nın sözüne göre yaptı ve İlya ile kadın ve onun ev halkı çok günler yemek yediler. İlya vasıtası ile Rabb’in söylediği söze göre, küpte un tükenmedi ve tulumda yağ eksilmedi.” 7. Dinî Şahsiyetlerle İlgili Menkıbeler 7.1. Mor Yakup Menkıbesi Mor Yakup, episkoposluk mertebesine yükselince, içinde dua ettikleri kilisenin küçük olduğu düşüncesiyle büyük bir kilise inşa etmeye karar verir. Fakat bu kararını herhangi birine açıklamadan evvel, en yakın samimi dostu olan Mor Evgin (v. 363)’e danışır. Mor Evgin’e gelen bir ilhamda ona: ‘Tanrı’nın meleklerinden biri gelecek ve inşa edeceğin kilisenin temelini, Yunanlı Kral Antiyakus’un putlarının enkazı üzerine atacaksınız. Burada artık putperestlerin kurbanları yerine dualar, ilahiler söylenecek ve ilahi kurbanlar sunulacaktır.’ denir. Mor Yakup, Mor Evgin Manastırı’ndan Nusaybin’deki merkeze dönünce inşa edecekleri yeni kilisenin yerini tespit etmek için halka danışmaya başlar. Onlar da uygun gördükleri birkaç yeri gösterir. Mor Yakup gece yarısı kalkar, ölçü aletini (ipi) eline alır ve odasından çıkarken biriyle karşılaşır. Karşılaştığı kişi, kendisinin Allah’ın meleği olduğunu söyler. Kendisine daha önceden Mor Evgin tarafından melekle ilgili bilgiler söylendiği için, onun Allah’ın meleği olduğuna inanır. Melek onu Antiyakus’un putlarının enkazı üzerine götürür ve günümüzde hâlen ayakta durmakta olan Mor Yakup Kilisesi’nin temelini melekle birlikte atar (Akyüz 1998b: 13-14). Bu dinî anlatı menkıbe formatındadır. Kitabı Mukaddes’in Zekarya, 112-16 ve Zekarya, 21-2 bölümlerinde, Mor Yakup menkıbesiyle birebir örtüşen anlatımlar yer alır: “Ve Rabb’in meleği cevap verip dedi: Ey Orduların Rabbi, bu yetmiş yıldır gazap etmiş 264 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 olduğun Yeruşalim’e ve Yahuda şehirlerine ne vakte kadar daha merhamet etmeyeceksin? Ve Rab benimle söyleşen meleğe iyi sözlerle, teselli veren sözlerle cevap verdi. Ve benimle söyleşen melek bana dedi: Çağır ve de: Orduların Rabbi şöyle diyor: Yeruşalim’i ve Sion’u büyük bir kıskançlıkla kıskanıyorum. Ve kaygısız milletlere karşı büyük öfke ile öfkeleniyorum, çünkü ben ancak biraz öfkelenmiştim, onlar ise kötülüğe yardım ettiler. Bundan dolayı Rab şöyle diyor: Merhametlerle Yeruşalim’e döndüm, evim orada yapılacaktır, Ordular Rabbi’nin sözü ve Yeruşalim’in üzerine ölçü ipi çekilecektir.” (Zekarya, 112-16). “Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte bir adam ve elinde ölçü ipi vardı. Ve dedim: Sen nereye gidiyorsun? Ve bana dedi: Yeruşalim’i ölçmeğe, genişliği ne kadardır, uzunluğu ne kadardır görmeğe gidiyorum.” (Zekarya, 21-2). Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 20 Nisan günü, Mor Evgin Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/ content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 7.2. Mor Matay Menkıbesi Asur vilayetinin kralı Senharip, Mor Matay’ı ve arkadaşlarını duyunca onları görmek ister. Fakat onları tanıyan ve nerede saklandıklarını bilen hıristiyanlar, onlara bir kötülük verebilme ihtimali düşüncesiyle ona yerini söylemezler. Senharib’in oğlu Behnam ile arkadaşları, günün birinde ava çıkarlar ve akşamüzeri bir geyikle karşılaşırlar. Geyiği dağın eteğine kadar kovalarlar. Geç kaldıklarından dolayı o geceyi dağda geçirmek zorunda kalırlar. Bu esnada Mor Matay ile karşılaşırlar. Mor Matay kendisini onlara tanıtır. Behnam ve yanındakiler, Behnam’ın kızkardeşi Sara’yı cüzzam hastalığından iyileştirmesi şartıyla hıristiyanlığı kabul eder. Behnam, babasının başkenti Nemrud’a döner, bu konuyla ilgili olarak annesini haberdar eder. Annesinin isteği üzerine kız kardeşi Sara’yı alır ve doğru Mor Matay’ın yanına götürür. Mor Matay, Sara’nın iyileşmesi için İsa Mesih’ten dilek diler. Duasını bitirdikten sonra elindeki sopayı yere vurur, yerden temiz ve berrak bir su fışkırmaya başlar. Çıkan su ile Sara’yı vaftiz eder. Sara vaftiz olur olmaz hastalığından iyileşir. Mor Matay daha sonra Behnam’ı ve arkadaşlarını da vaftiz eder, hıristiyanlık hakkında gerekli bilgileri kendilerine verir. Behnam, artık İsa’nın sevgisiyle tutuşarak başkent Nemrud’a döner. Senharip te kızının iyileştiğini öğrenince hem sevinir hem de bu işin nasıl olduğunu merak eder ve telaşa düşer. Kızını yanına çağırır ve nasıl iyileştiğini sorar. Kızı da Alfaf Dağı’nda inzivaya çekilen Matay adlı bir azizin, İsa Mesih’in 265 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 adıyla kendisini iyileştirdiğini itiraf eder. Babası bu sözleri söylememesi ve yalanlaması için nasihatte bulunsa da, Sara inancından vazgeçmez ve olanları yalanlamaz. Senharip, daha sonra Behnam’ı çağırır, olayı tafsilatlı bir şekilde anlatmasını ister. Behnam da korkmadan ve çekinmeden olayın doğruluğunu anlatır. Hâkim Senharip, kendi çocuklarının tavrından dolayı öfkelenir ve onları öldürmeye karar verir. Bu kararı duyan Behnam, kız kardeşi Sara ve arkadaşlarıyla beraber şehri terk eder ve Mor Matay’la vedalaşmak üzere Allof Dağı’na gider. Fakat onlar dağa ulaşmadan evvel Senharip’in askerleri, onları yolda yakalayıp kılıçtan geçirir. Bu trajik olaydan sonra Senharip de, sinirsel bir hastalığa yakalanıp şuurunu kaybeder. Nemrud halkı da Senharip’in delirmesinden etkilenir. Şehit olan Behnam, annesine rüyada görünüp babasını Mor Matay’ın yanına götürmesini ister. Senharip’in eşi, sabahın erken saatinde onu bir at arabasına bindirip Mor Matay’ın kaldığı dağa doğru yola koyulur. Mor Matay, onları görünce ne amaçla geldiklerini Tanrı’dan aldığı bir ilhamla anlar. Hemen aşağıya inip, Senharip’in şifa bulması için Allah’a yakarır. Mor Matay’ın Allah’a yalvarmasıyla Senharip şifa bulur. Senharip ve ona eşlik edenler, bu mucizenin etkisiyle İsa Mesih’e iman edip, vaftiz olur. Mor Matay da onlarla beraber Nemrud’a gelir ve kralın izniyle şehir halkına hıristiyanlığı benimsetir. Senharip, bu mucizenin şokunu üzerinden atınca, Mor Matay’ı yanına çağırır ve kendisinden ne gibi maddi mükâfatlar istediğini sorar. Mor Matay da dağın doruğuna bir manastır inşa etmesini ister. Çünkü yapılacak manastıra Ninova (Musul) civarından büyük bir rahip kitlesinin toplanacağı kanısındaydı. Ayrıca bu manastırın, iman, azizlik, hidayet ve ilim merkezi olacağından şüphesi yoktu. Kral bu isteği memnuniyetle karşılar ve Mor Matay adına muhteşem bir manastır yaptırır (Akyüz 1998a: 45-46). Bu dinî anlatı da, menkıbe formundadır. Bu menkıbe de geçen cüzzam hastalığının dinî şahsiyetlerce tedavi edilmesine yönelik birçok anlatım Kitabı Mukaddes’te yer alır. “Ve Rab Musa’ya ve Harun’a söyleyip dedi: Bir adamda, bedenin derisinde şiş yahut kabuk yahut parlak leke olup bedenin derisinde cüzzam hastalığı hâlini alırsa, o zaman Kâhin Harun’a yahut kâhin olan oğullarından birine götürülecektir.” (Levililer, 121-2). “Cüzzam hastalığında kâhinlerin, Levililerin size öğretecekleri her şeye göre yapmağa ve onları iyice tutmağa dikkat edin, onlara emrettiğim gibi yapmak için tutacaksınız.” (Tesniye, 248). “Ve (Naaman) indi, Allah adamı (Elişa)’nın sözüne göre Erden’de yedi kere suya daldı ve eti küçük çocuk eti gibi (cüzzamdan) 266 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 eski haline döndü ve temiz oldu.” (II. Krallar, 51-14). “İmdi, Yahya zindanda Mesih’in işlerini işiterek şakirtlerini gönderip onlar vasıtası ile ona dedi: Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim? İsa da cevap verip onlara dedi: Gidin, işittiğiniz ve gördüğünüz şeyleri Yahya’ya bildirin. Körlerin gözleri açılıyor, topallar yürüyor, cüzzamlılar temizleniyor, sağırlar işitiyor, ölüler kıyam ediyor ve fakirlere İncil vazolunuyor.” (Matta, 111-5). “Ve vaki oldu ki, o, şehirlerden birinde bulunmakta iken, işte, cüzzamla dolu bir adam, İsa’yı görünce yere kapandı ve ona: Ey efendim, eğer istersen beni temizleyebilirsin, diye yalvardı. İsa elini uzattı ve: İsterim, temiz ol, diyerek ona dokundu. V e cüzzam hemen ondan gitti.” (Luka, 512-13). Bu menkıbede geçen yerden su fışkırması hadisesine misal teşkil etmesi bakımından, Kitabı Mukaddes’ten şu metinler nazarı dikkate alınabilir: “Çünkü susamış olanın üzerine sular ve kuru toprağın üzerine seller dökeceğim.” (İşaya, 443). “İsa cevap verip ona dedi: Bu sudan her içen yine susar. Fakat ona vereceğim sudan kim içerse ebediyen susamaz, fakat ona vereceğim su kendisinde ebedi hayat için fışkıran su kaynağı olur.” (Yuhanna, 413-14). Menkıbe de geçen sinirsel bir hastalık veya çılgınlık illetiyle insanların imtihan edilmeleriyle alâkalı olarak Kitabı Mukaddes’te şu satırlara rastlanır: “Rab seni çılgınlıkla ve körlükle ve yürek şaşkınlığı ile vuracak.” (Tesniye, 2828). Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 18 Eylül günü, Mor Matay Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/ takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). Bu menkıbede isimleri geçen Behnam, kızkardeşi Sara (IV. yy.) ile şehit edilmeleri üzerine, Süryani Ortodoks Kilisesi’nce aziz ilan edilir. Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 10 Aralık günü, Mor Behnam ve Kız Kardeşi Sara Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim .org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 7.3. Kırk Şehit Menkıbesi m.s. 240 yılında Roma İmparatoru Dukius, hıristiyanların katliamını ilan eder, tüm valiliklere genelge göndererek, emrin en kısa zamanda uygulanmasını buyurur. Kapadokya bölgesinde Agrekelavos isminde bir vali vardı. Bu vali hıristiyanlara karşı kin ve nefret besliyordu. Bu vesileyi iyi bir fırsat görerek hemen hıristiyanları öldürmeye başlar. Kapadokya 267 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 yöresinde yaşanan zulmü ve kıyımı çekemeyen kırk kişi bir araya gelir, inançlarını ifade eder ve valiyi sert bir şekilde eleştirir. Bundan dolayı Agrekelavos, onları tutuklanıp işkence edilmelerini emreder. Yedi gün süreyle işkence görürler. İmparator Dukius Kayseri’den Kapadokya’ya gelir. Bu kırk kişinin valiye gösterdikleri direnişi öğrenince onları Kapadokya’dan Sivas’a sürükleyerek götürür. Sivas’ta da bir müddet onlara işkence ettikten sonra, kış mevsiminin ortasında, onları buz tutmuş bir göle atar. Buzlu gölün tam karşısına da bir hamam yaptırır ki, onu gördüklerinde mutlaka inançlarını inkâr edip hamama kaçacaklar diye düşünür. Nitekim onlardan birisi hamama kaçar ve içeri girmesiyle hayatını kaybeder. Hamamda nöbet tutan asker, dışarıya çıktığında havada kırk taç görür, otuz dokuz tanesinin gölde olan kişilerin başına konmak üzereyken bir tanesinin havada asılı kaldığını görür. Havada asılı kalan tacın sebebi ne olabilir diye derin derin düşünmeye başlar. Gözleriyle gördüğü mucizeden etkilenerek o kişilerin inancını kabul ettiğini beyan eder ve kendisini de o kişilerin arasına atar. Bundan dolayı kilise tarafından onlara şehit unvanı verildi. Onların adına değişik kiliseler yapıldı (Akyüz 1998a: 47). Bu dinî anlatı, menkıbe formatındadır. Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 9 Mart günü, Sivaslı Kırk Şehit Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/ content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). 7.4. İnançları Uğruna Şehit Olan Azizeler: Barbara ile Yulyana Menkıbesi İnatçı Maksimonos’un hüküm sürdüğü ve Markiyanos’un da vali olduğu dönemde, tüm hıristiyanlar korku içinde yaşamaktaydı. Eliyofolis ülkesinde adı Diyaskoros olan ünlü bir adam vardı. Köyünün adı Kalsun’du. Kalsun Antakya’dan on iki mil uzakta olan bir köydü. Çok varlıklı olan bu adamın Barbara isimli tek bir kızı vardı. Barbara çok güzel bir kızdı. Babası onu çok sever, hatta ona olan bu düşkünlüğünden, kendisine özel olarak bir ev yaptırmak istemekteydi. O günlerde, çevrede yaşayan zenginlerden biri Barbara’nın babası ile konuşup, kızıyla nişan yapmak istediğini söyler. Baba, durumu kızına iletmek üzere yanına varıp ve sorar: ‘Güzel kızım, çok değerli kişiler seninle nişan yapmak ister, sen bu duruma ne dersin?’ Barbara böyle bir soruyla karşılaşınca çok öfke duyar. Başını yukarı kaldırır ve babasının 268 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 yüzüne bakar: ‘Ey tatlı baba, bunun için lütfen beni zorlama, bu konuda beni rahat bırak!’ der. Baba bu sözleri işitince, onu zorlamaktan vazgeçer ve onu rahat bırakır. Bu kez baba, kızı için yaptıracağı evin çok çabuk yapılması için en iyi ustaları getirtir. Onlardan evin hemen bitirilmesini ister. Daha sonra da, uzak diyarlara bir iş için gider. Babası gittikten sonra, Mesih inanlısı Barbara’nın aklına bu ev düşer ve gidip yapıyı bir göreyim der. Binayı gezip dolaşır, fakat hamamında iki pencere olduğunu görür. Ustaları çağırtır ve sorar: ‘Buraya neden sadece iki pencere açtınız?’ Onlar da hemen cevap verip; ‘Babanız böyle emrettiği için böyle yaptık’ derler. Mesih’e çok bağlı olan Barbara da onlara, ‘Sizler benim söylediğim gibi yapın ve sakın korkmayın.’ der. Ve ilave eder: ‘Sizlere söylüyorum, buraya derhal bir pencere daha açın!’ Onlar da cevap verip; ‘Ey güzel kız Barbara’ Bizler korkuyoruz, çünkü babanız gelip bunu bu hâlde görürse, onun öfkesi karşısında bizler duramayız.’ der. Barbara da onlara: ‘Size söylediğim gibi yapın ve korkmayın. Babam geldiği zaman sizler için yalvaracağım.’ der. Bu söz üzerine onlar da bir pencere daha açıp, Barbara’nın emrettiği gibi yaparlar. Barbara dolaşmasını sürdürürken doğu tarafta mermerden yapılmış bir sıcak su kurnası görür ve ona yaklaşıp bir haç işareti yapar. (Bu işaret mermerin üzerinde hâla mevcuttur. Oraya her giden, mucizevi olan bu işareti gördüğünde, Allah’ın adını yüceltmekten kendini alamaz. Bunun yanı sıra, Barbara hamama girdiği zaman, azizlerden bazıları ona görünür. O da göründükleri yerlere, göründükleri şekilde, onları resmeder. Şimdi oraya imanla gidenlere bu yer şifa kaynağı olmaktadır. Burası, şekil olarak Ürdün Irmağı’na ve ayrıca Vaftiz Şiluhu (Yuhanna, 51-9’da bahsi geçen Kudüs’te Koyun Kapısı yanında, İbranice Beythesta denilen beş eyvanlı havuz) suyuna benzemektedir. Tıpkı annesinden kör doğan o insanın yıkanıp, tek bir kelime ile temizlenip gelmesi (Yuhanna, 51-9) ve Samiriyeli kadının da İsa Mesih’ten hayat suyu istemesi gibi. (Yuhanna, 41-42). Barbara’nın istediği şekilde ve kısa zaman içinde binayı bitirirler ve hamamı kullanıma hazır hâle getirirler. O günlerde zalim baba Diyaskoros işinden döner ve hemen binayı ve hamamı kontrole gider. Bakar ki hamamda üç pencere var, derhal ustaları çağırtıp sorar, ‘Hamama niçin üç pencere yaptınız?’ Onlar da ‘Kızın Barbara üç pencere olmasını emretti.’ derler. O da kızına döner ve ‘Doğru mu kızım, sen mi üç pencere yapılmasını emrettin?’ diye sorar. Barbara da ‘Evet baba, üç pencere 269 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 açılmalarını ben emrettim, çünkü üç pencere dünyaya gelen her kişiyi aydınlatabilir, iki pencere ile karanlık olur.’ der. Barbara, babasının elinden tutup onu hamama götürür ve ‘Bak ey baba, üç pencere iki taneden daha fazla aydınlık veriyor!’ der. Tekrar babasına dönüp, ‘Bunlara bak ve düşün; birinci pencere Baba Tanrı, ikinci pencere Oğul, üçüncü pencere Kutsal Ruh olan tek bir Tanrı’yı temsil eder.’ der. Baba bu sözleri işitince çok öfkelenir ve kızı Barbara’yı öldürmeğe kalkar. Barbara da yüce Allah’a dua ederek oradan kaçmaya çalışır. Kaçarken önüne büyük kayaların çıkması üzerine çaresiz kalıp, Allah’ı yardıma çağırır. Yüce Allah onun isteğine cevap verir ve hemen o anda önündeki kayalar açılır. Böylece Barbara karşı tarafa geçer, takip etmekte olan babası ise, onu gözden kaybeder. Bu sayede, peşinde olan babasından bir an için kurtulmuş olur. Ancak o yörede iki çoban yaşamaktadır. Barbara’nın babası birine, ‘buralarda bir kız gördün mü?’ diye sorar. O da ‘hayır, görmedim.’ diye cevap verir. Çünkü Barbara’nın kurtulmasını istemektedir. Bunun üzerine babası öteki çobana sorar. Diğer çoban, ‘evet gördüm.’ deyip, parmağı ile uzağı göstererek, ‘işte görüyorsun, dağa çıkıyor.’ der. Barbara da kendisini işaret eden çobanı o anda lanetler. (Rivayete göre, çoban ve tüm hayvanları kırk kanatlı kara böceklere dönüşmüş halde, Barbara’nın manastırının etrafında dolaşır hâldelermiş. Öteki çobanı ise bereketlediğinden, hayvanları çoğalmış.) Babası, onun arkasından dağa çıkarak onu yakalar. Çok eziyet eder ve korkutur. Daha sonra da dağdan inerler. Eve gelirken onu çok kötü bir yere hapseder. Kapıyı yüzüğü ile mühürleyip önüne nöbetçi koyar. Böylece, yanına herhangi bir kimsenin girmesini engellemiş olur. Barbara’nın babası, Vali Markiyanos’a ‘kızımı yok etmek için ne yapsak?’ diye haber salar. Vali de babasına, Barbara’yı yanına getirmesini emreder. Babası onu evden çıkartıp Vali’ye götürmeleri için askerlere teslim eder. Bunu yapmakla kalmayıp, onun işkence edilerek öldürülmesi için Vali’ye yemin ettirir. Vali makamına geçer ve Barbara’yı huzuruna çağırtır. Barbara gelince ona uzun uzun bakar ve ‘Niçin güzelliğine acımıyorsun? Gel ilahlara secde kıl da seni azad edeyim Yoksa sana azap edeceğim.’ der. Bu sözler üzerine Barbara hemen şu cevabı verir: ‘Ben, İsa Mesih’in bir şehidi olarak kendimi Yüce Allah’a kurban ederek, takdim ediyorum. Çünkü senin ilahlarının, Davud Peygamber’in dediği gibi, ‘ağızları var, konuşmuyorlar; 270 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 gözleri var, görmüyorlar; elleri var, bir şey yapamıyorlar; ayakları var, yürüyemiyorlar. Onları yapanlar da aynen onlar gibidir.’’ (Mezmurlar, 1155-7) der. Barbara bunları söyleyince Vali çok öfkelenir ve ‘Onu soyun, vücuduna acımasızca işkence edip saçlarını yolun.’ der. Vali’nin söyledikleri aynen yapılır ve tüm vücudu kan-revan içinde olarak orada bırakılır. Daha sonra zindana atılır. Vali de zindana gider ve onu ne tür bir işkence ile yok edeceğini planlar. Gece yarısından sonra zindanda birdenbire büyük bir nur parlar. İsa Mesih ona görünür ve der ki: ‘Korkma Barbara, teselli ol ey sevgili Barbara! Cesaretinden dolayı göklerde ve yerde büyük sevinçler olacaktır. Onların öfkelerinden korkma, çünkü ben seninleyim.’ Bunları söyledikten sonra onun tüm yaralarını iyileştirir. Barbara da hemen teselli bulur ve sevinir. Zindanda Allah’tan çok korkan, Yulyana adlı bir kadın daha vardı. Barbara’nın vücudunda hiçbir yara izi kalmadığını görünce, çok şaşırarak Allah’ın bu mucizesini kabul eder. Ve O’na inanır. Barbara’nın imanına o da katılarak İsa Mesih’e iman eder: ‘Bana da sana yapıldığı gibi eziyet etsinler.’ der. Sabah olunca, Yulyana da Vali ile Barbara’yı almaya gider. Bakarlar ki, onda hiçbir izi yoktur. Bunun üzerine Vali: ‘Baksana Barbara, ilahlar seni ne kadar seviyorlar, sana yardım ediyorlar, tüm yaralarını iyi etmişler.’ der. Mesih’in inanlısı hemen cevap verir: ‘Ey Vali! Senin ilahların aynen sana benziyorlar; kör, sağır ve akılsızlar! Nasıl benim yaralarımı iyileştirebilirler ki? Sen neden bahsediyorsun! Beni iyileştiren İsa Mesih’tir. O dünyanın kurtarıcısıdır. Sen onu maalesef hiç göremeyeceksin. Çünkü kalbin, çok kötü ve karanlık olan şeytanın işleriyle doludur.’ Barbara bunları söyleyince, Vali çok öfkelenir ve arslanlar gibi kükreyerek emreder: ‘Onda yaralar açın ve işkenceyi aralıksız sürdürün, başına darbeler indirin!’ Bir başka zaman da, Barbara yine hamama giderken, babasının önünde secde kıldığı putları görmüştü ve o an Kutsal Ruh’u içinde hissetmişti. O iyilikleri veren ve çok kişilere yardımcı olan Kutsal Ruh’un kuvveti ile şeytanı yenmiş ve onları çiğnemişti. Babasının tapındığı putları görüp, onlara tükürüp şöyle söylemişti: ‘Sizi yapanlar ve sizden ümit bekleyenler, sizin gibi olsunlar, çünkü sizin gibi hiçbir faydaları yok.’ Sonra oradan eve gelip Yüce Allah’ın huzurunda secde kılıp, şükretmişti. Allah’a iman eden Yulyana, Barbara’ya yapılan işkenceyi görünce acı içinde ağlamaya başlar. Vali Markiyanos bunun üzerine sorar: ‘Bu kadın 271 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 da kim?’ Orada bulunanlar Vali’ye söyleyip derler: ‘Bu da bir hıristiyandır, Barbara için ağlıyor.’ Vali daha da öfkelenir ve emreder: ‘Onu da işkenceye alın, onları iyice ateşe yaklaştırın.’ Bu davranışı gören Barbara yukarı bakar ve ‘Ey Allahım, her gizli olan sana açıktır. Biliyorsun seni çok seviyorum ve sana iman ediyorum! Hiçbir şey beni senden ayıramaz ey Yüce Allah, senin büyük kuvvetine sığınıyorum! İnanlın Yulyana’yı yalnız bırakma ve ona cesaret ver. Bu zalimlerin yaptığı işkenceleri yensin!’ Yulyana’ya derhal bir cesaret gelir ve işkencelere dayanır. ‘Ey yüce Allah, yüzünü bizden çevirme, Kutsal Ruhu’nu bizden esirgeme! Bizleri kurtuluşuna ve mutluluğuna al ve ayık kıl ya Rab! Kuvvetinle bizlere kuvvet, sabır ve dayanma gücü ver, ey yüce Allahımız!’ Barbara bunları söyleyince, Vali hemen şunları emreder: ‘Yulyana’yı hapse atın, Barbara’yı da şehirde gezdirin! İşkence etmeye devam edin!’ Yine Barbara yüce Allah’a nida eder ve ‘Sensin göğü ve yeri yöneten, bana yardımcı ol! Vücudumu ört, o kâfirler beni çıplak görmesinler!’ deyince Allah’ın kuvveti derhal çok parlak ve beyaz bir entari ile onun vücudunu örter. Şehirde dolaştırıldıktan sonra, Delsu köyünde Eliyofolis bölgesine Vali Markiyanos’un yanına götürülür. Vali, Barbara ve Yulyana’nın başlarının kılıçla kesilmesini emreder. Öldürülmeye götürülürken şöyle dua ederler: ‘Ey yüce İsa Mesih! Sensin, sana iman edenlere yardım eden ve kuvvet veren, bizlere de yardımcı ol. Her şey emrini dinler, çünkü onlar senin ellerinin yaptıklarıdır. Şu anda ve bu saatte senden istediğimizi esirgeme! Bize büyük nimet ver. Her kim adını zikrederse ve inanlıların Barbara ve Yulyana’yı hatırlarsa, tüm kötülüklerden kurtar onları. Benim adımı anan aileleri, her türlü hastalıklardan iyileştir ve kurtar. Günahlarını affet, ahiret gününde onlara yardım et! Ayrıca çok ağır hastalıklara yakalanan müminlere şifa ver. Sen bunu biliyorsun. Bizler zayıf insanlarız. Emrin ile yapılmışız. İnayet ve merhamet sana layıktır. Sonsuza dek âmin!’ Barbara bunları söyledikten sonra gökten bir ses gelir: ‘Gel, ey zafer kazanan Barbara! Kardeşin Yulyana ile hazır olan mekânlara girin. Bunun için her istediğiniz verilecektir. Duan kabul edildi.’ Bunlar söylendikten sonra, Barbara’nın babasının kılıcı ile başları kesilir. Bu olaylar İsa Mesih’ten sonra 4 Aralık 303’te meydan gelmiştir. Azize Barbara’nın babası ve bu emri veren Vali, yerlerine dönerlerken Allah’ın adaleti taştan dolular şeklinde üzerlerine yağdı ve onları helak etti. Hatta hiçbirinin kemiklerinden bile eser kalmadı. Bu mucizeyi gören ve işitenler, yüce Allah’a hamd ve senalar sunup, O’na şükrettiler. Bundan 272 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 ötürü de birçok insan, yüce Allah’a iman etmiş oldu ve Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a tazimde bulundu (Bilgiç 2001: 5-16). Bu dinî anlatı da, menkıbe formatındadır. Şam yolunda Paulus’a görünen İsa Mesih’in, zindanda iken, Azize Barbara’ya da görünmesi, bu menkıbenin ilgili bölümünün Kitabı Mukaddes’ten uyarlanma ihtimalini güçlendirir. “Yolda giderken, Şam’a yaklaştığı zaman vaki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı. Ve yere düşüp bir sesin kendisine: Saul, Saul, niçin bana eza ediyorsun, dediğini işitti.” (Resullerin İşleri, 93-4, 226-7). Mort Barbara’nın kendisine yardım eden çobanı bereketleyip, hayvanlarının çoğalmasına vesile olmasına benzer, Kitabı Mukaddes’te şöyle bir anlatım yer alır: “Onlara (İsa Mesih) sordu: Kaç ekmeğiniz var? Onlar da: Yedi, dediler. Yere otursunlar diye halka emretti ve yedi ekmeği alıp şükrettikten sonra kırdı, önlerine koymak üzere şakirtlerine verdi, onlar da halkın önüne koydular. Birkaç küçük balıkları da vardı, şükran duasını ettikten sonra, bunları da önlerine koysunlar diye onlara söyledi. Yediler ve doydular, artan parçalardan yedi sepet kaldırdılar. Dört bin kişi kadar idiler ve onları salıverdi.” (Markos, 85-9). Lanetleme işi, Kitabı Mukaddes’de sık rastlanan ameliyelerdendir. Tesniye, 2818’de yer alan şu ifadeler, bu menkıbedeki anlatımı teyit eden bir içeriğe sahiptir: “Bedeninin semeresi ve toprağının semeresi, sığırlarının yavruları ve sürülerinin yavruları lanetli olacak.” Barbara’nın babasına ve Vali’ye Allah’ın adaletinin doluyla tecelli edişi şu Kitabı Mukaddes pasajıyla irtibatlandırılabilir: “Ve ona veba ile ve kanla hükmedeceğim ve onun üzerine, orduları üzerine coşkun yağmur ve iri dolu taneleri, ateş ve kükürt yağdıracağım.” (Hezekiel, 3822). Süryani Ortodoks Kilisesi dinî takviminde her yılın 4 Aralık günü, Mort Barbara ve Mort Yulyana Günü olarak anılmaktadır (http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi). Sonuç Bu çalışmada inceleme konusu yapılan Süryani dinî anlatılarında şu ana tema ve motifler dikkat çekmekte ve ön plana çıkmaktadır: a. Az yiyecekle çok kişiyi doyurma. b. Beddua etme, lanetleme. 273 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 c. Bulundukları mekânların şifa kaynağı olması. d. Fizik kurallarına hükmetme. e. Göklerden gelen sese muhatap olma. f. Halka hastalık musallat etme. g. Hastaları iyileştirme. r. Haşeratı defetme. s. Hayvanlara felaket musallat etme. h. İnsan ve hayvanları bereketleme. i. Kayaların yarılması. j. Kız çocuğunu erkeğe çevirme. k. Meleklerle temas. l. Öldükten sonra insanlara görünme. m. Öldükten sonra keramet gösterme. n. Rüyalara tasarruf. o. Suçluya-günahkâra felaket musallat etme. p. Yerden su çıkarma. Menkıbe, efsane ve memoratlardan oluşan bu dinî anlatılardaki temaların da iki temel kaynağının olduğu söylenebilir: i. Hıristiyanlık öncesine dayanan çeşitli destansı ve mitolojik anlatımlar ile halk geleneklerinden neşet eden dinî anlatılar. ii. Kitabı Mukaddes menşeili dinî anlatılar Bu çalışmada değerlendirilen menkıbelerin bir kısmı aziz ve azizelerin hayat hikâyelerinin anlatıldığı biyografik menkıbelerdir. Diğer bir kısmı da tabiatıyla bir teolojiye dayanan ve bağlı bulunduğu bu görüşün misyonu doğrultusunda bir hayat tarzını telkin etme hedefini güden dinî anlatılardır. Çalışmada yer alan dinî şahsiyetlerin bir bölümü Süryaniliğe ait iken, diğer bölümü daha genel olup, tüm Hıristiyanlığa aittir. Bu aziz ve azize menkıbelerinin, bazıları kısmen tarihi gerçeklere dayanırken, bazıları da tamamen hayal mahsulü dinî anlatılardır. 274 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 251-275 Ele alınan dinî anlatılar, Süryani dinî tarihine ışık tuttuğu gibi, dönemlerinin sosyal ve kültürel değerleri ile örf ve geleneklerine ait bilgileri de içerir. Kaynaklar Akyüz, Gabriyel (1998). Deyrulzafaran Manastırı’nın Tarihi. İstanbul: Resim Matbaacılık. Akyüz, Gabriyel (1998a). Mardin İli’nin Merkezinde, Civar Köylerinde ve İlçelerinde Bulunan Kiliselerin ve Manastırların Tarihi. İstanbul: Resim Matbaacılık. Akyüz, Gabriyel (1998b). Nusaybin’deki Mor Yakup Kilisesi ve Nusaybin Okulu. İstanbul: Resim Matbaacılık. Bilgiç, Efrem (2001). Barbara ve Yulyana. Süryanice’den Çev. Esmer Bilge. İstanbul: Anadolu Ofset 2001. Bilgiç, Efrem (2006). Kaşgarlı Mor Abrohom’un Hayat Hikâyesi. Süryanice’den Çev. Esmer Bilge. İstanbul: Anadolu Ofset. Demir, Zeki (2013). Habsus. İstanbul: Anadolu Ofset. Dolapönü, Hanna (1971). Deyru’l-Umur Tarihi. Süryanice’den Çev. Cebrail Aydın. İstanbul: Baha Matbaası. Pehlivan, Gürol (2009). “Dinî Şahsiyetler Hakkında Oluşan Anlatılar”. Milli Folklor 83: 88-96. Hançerlioğlu, Orhan (1993). Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitapevi. Kitabı Mukaddes (1988). İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi. Ocak, Ahmet Yaşar (1992). Bir Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım). Ankara: TTK Yayınları. Sâka, İshak (1985). Kenisetî es-Suryaniyyetu. Şam: Matabi’u Elif Ba ve’lEdib. http://www.suryanikadim.org/content/takvim.pdf, 13 Şubat 2015’te erişildi. 275 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 251-275 276