Siyah-Alaca İneklerin Ağız Sütü Kalitesi ve İçeriği Üzerine Bir
Transkript
Siyah-Alaca İneklerin Ağız Sütü Kalitesi ve İçeriği Üzerine Bir
Tralleis Elektronik Dergisi http://dergi.adu.edu.tr/tralleis e-TRALLEIS 4 (2015) 1-7 ©ADÜ Siyah-Alaca İneklerin Ağız Sütü Kalitesi ve İçeriği Üzerine Bir Araştırma Mehmet Hoyraz1 Ramazan Sezer1 Mustafa Demirtaş1 Atakan Koç1 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN ESER BİLGİSİ Araştırma Makalesi – Tarım Bilimleri Sorumlu yazar: Atakan KOÇ, atakankoc@yahoo.com Yayına Kabul Tarihi: 20.06.2015 Özet: Ağız sütü yeni doğmuş buzağılar için hayati öneme sahip bir besin maddesidir. Bu çalışmada İzmir’in Torbalı İlçesi’nde bir işletmeden 2013 Kasım - 2014 Şubat ayları arasında doğum yapmış 51 baş Siyah Alaca inekten alınan ağız sütü örneklerinde ağız sütü kalitesi (ASK) belirlenmiştir. Ağız sütü bileşenleri ve ağız sütü somatik hücre sayısının değişimini belirlemek amacıyla bu örneklerden rastgele seçilen 17’si analiz edilerek ağız sütü yağ (ASYO), ağız sütü protein (ASPO), ağız sütü laktoz (ASLO), ağız sütü toplam kuru madde (ASTKMO) oranları ile ağız sütü somatik hücre sayısı (ASSHS) belirlenmiştir. İneklerin ASK değerleri 50 mg/mL ile 140 mg/mL arasında değişmiştir (ortalaması, 107.16 ± 3.356 mg/mL). ASK üzerine laktasyon sırası etkisi önemsiz bulunmuş, ancak, Log10ASSHS’nin ASK ile olan korelasyonu yüksektir (r=0.62; P>0.05). ASYO, ASPO, ASLO, ASTKMO ve Log10ASSHS ortalamaları sırasıyla %6.99±0.588, %13.28±0.750, %3.97±0.126, %24.27±0.862 ve 5.95±0.122 (891,251 hücre/mL)’dir. Yeni doğmuş buzağıları kaliteli ağız sütü ile beslemek için süt sığırı işletmelerinin tümünde ASK’nin belirlenmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Ağız sütü kalitesi, inek, laktasyon sırası, yağ oranı, protein oranı, somatik hücre sayısı A Research on Colostrum Quality and Constituents of Holstein-Friesian Cows Abstract: Colostrum is a vital nutrient for new-born calves. In this study, 51 colostrum samples taken from HolsteinFriesian cows gave birth (between November 2013 and February 2014) on a private dairy cattle farm located in Torbalı county in İzmir were used to determine colostrum quality. Of these, 17 were randomly selected for fat (CFC), protein (CPC), lactose (CLC), and total dry matter (CTDMC) content, as well as colostrum somatic cell count (CSCC) analysis to determine the changes of colostrum constituents and somatic cell count depending on colostrum quality. Colostrum quality varied between 50 mg/mL and 140 mg/mL (mean, 107.16 ± 3.356 mg/mL). The effect of parity on colostrum quality was found to be statistically insignificant. However, the correlation coefficient between colostrum quality and Log10CSCC was determined to be high (r=0.62; P>0.05). Mean values for CFC, CPC, CLC, CTDMC and CSCC were 6.99±0.588%, 13.28±0.750%, 3.97±0.126%, 24.27±0.862% and 5.95±0.122 (891,251 cells/mL), respectively. To feed all newborn calves with high quality colostrum, it is advised to determine colostrum quality on all dairy cattle farms. Key words: Colostrum quality, cow, parity, fat content, protein content, somatic cell count 1 göre değişiklik göstermektedir (Kaygısız ve Köse, 2007; Kehoe et al., 2007; Collier et al., 2012; Indra et al., 2012; Altuğ ve ark., 2013). Giriş Memelilerde doğum sonrasında üretilen ilk süt ağız sütü ya da kolostrum olarak adlandırılır. Ağız sütü kalitesi (ASK) ve bileşimi türe ve aynı tür içerisinde ırklara göre önemli farklılık gösterir. ASK, içerisinde bulunan bağışıklık proteini miktarına göre değerlendirilmekte ve bağışıklık proteinleri immünoglobulin (Ig) olarak adlandırılmaktadır. Kuruya ayrılmayan hayvanlarda bağışıklık proteini salgılama-biriktirme döneminin olmaması nedeniyle IgG yoğunluğunun ve ASK’nin düştüğünü vurgulanmıştır (Collier et al., 2012). Ağız sütü oluşumunun doğumdan 15-20 gün önce başladığı ve seçici taşıma ve immünoglobulin (Ig) birikmesiyle ve bol miktarda protein, yağ ve karbonhidrat sekresyonuyla birlikte gerçekleştiği bildirilmiştir (Collier et al., 2012). Plasentadan yavruya antikor geçişinde plasenta tipinin ve yapısının etkili olduğu, ruminant, domuz ve atlarda gebelik sırasında yavruya antikor geçişinin söz konusu olmadığı, ancak bu türlerde doğum sonrasında üretilen ilk süt olan ağız sütünde bulunan Ig’lerin (antikorların) oral yolla geçtiği belirtilerek bu maddelerin pasif bağışıklıkta rol oynadığı ifade edilmiştir (Arda ve ark., 1994; Koç, 2013). Diğer taraftan inek eğer doğuma yakın buzağı ishal aşısı ve enterotoksemi gibi aşılarla (Altuğ ve ark., 2013) aşılanmışsa ve kanında yüksek oranda bağışıklık maddeleri varsa, ASK ve aynı zamanda bağışıklık proteini miktarının da yüksek olacağı vurgulanmıştır (Arda ve ark., 1994). Ig’lerin fiziksel, biyolojik, kimyasal ve antijenik özelliklerine göre 5 sınıfa (IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE) ayrılabileceği belirtilerek maymun ve fareler dışındaki hayvanlarda IgD’nin bulunmadığı ifade edilmiştir (Arda ve ark., 1994). İnek ağız sütünde üç çeşit immunoglobulin (IgG, IgM ve IgA) bulunduğu (Koç, 2013) Ig yoğunluğunun doğumdan 5-10 gün önce pike ulaşıp, IgA ve IgM’nin lokal olarak meme bezi içerisine üretilirken, meme salgısındaki IgG’nin çoğunun humoral (vücut sıvısı) kaynaklı olduğu bildirilmiştir (Collier et al., 2012). Yeni doğan buzağıların ölümlerinin kandaki antikor miktarı ile yakından ilişkili olduğu belirtilerek (Arda ve ark., 1994; Moran, 2005), doğum sonrasında ineğin ağız sütünde bulunan bağışıklık proteinlerinin büyük moleküller olduğu, bu moleküllerin bütün olarak buzağının vücuduna ince bağırsaklarda bulunan gözenekler tarafından alındığı (Koç, 2013), bu gözeneklerin doğum sonrasındaki yaklaşık 36 saat içerisinde kapanması nedeniyle (Arda ve ark., 1994) ağız sütünün doğum sonrasında kısa süre içerisinde buzağıya içirilmesinin önemli olduğu bildirilmektedir (Moran, 2005). Sığırlarda IgG’nin IgG1 ve IgG2 gibi iki çeşidinin bulunduğu belirtilerek, serumda bulunan IgG’lerin Arda ve ark. (1994) %50’ye, Indra et al. (2012) %80’e yakınını IgG1’lerin oluşturduğunu belirtmişlerdir. IgG1’in yüksek yoğunluğunun ağız sütünün eşsiz özelliği olduğu ve plazmadan kan-süt bariyerini geçerek ağız sütüne seçici olarak taşındığı, IgG2’nin polimorfonükleer lökosit (PMN)’ler tarafından bakterilerin opsonofagositozunda ve antikor-bağımlı PMN hücre toksisitesinde önemli bir rolü bulunduğu ifade edilmiştir (Collier et al., 2012). ASK, ineğin yaşı, ırkı, kuru dönemin uzunluğu, buzağılama mevsimi, ağız sütü üretim miktarı, kuru dönem beslemesi, vücut kondisyonu, stres, sürü büyüklüğü ve gebeliğin son döneminde yapılan aşılamalara Ağız sütündeki bağışıklık proteinlerinin %85-90’ını oluşturan IgG’nin sistemik 2 bağışıklıkta, IgM’nin erken bağışıklık ve septisemiden korumada etkili olduğu, IgA’nın ise görevinin tam bilinmediği belirtilerek, etkili bir bağışıklık için her üç bağışıklık proteininin bulunması gerektiği ifade edilmiştir (Koç, 2013). çalışmada sürü büyüklüğünün ASK ve yönetim uygulamalarını etkilediği, üreticilerin ağız sütü depolama ve besleme zamanı konusunda eğitilmesinin buzağılarda hastalık ve ölüm oranlarının azaltılmasına katkı sağlayacağı bildirilmiştir (Kehoe et al., 2007). Yeni doğan buzağıların yaşamlarının ilk 3-6 saati içerisinde yeterli bağışıklık proteini alması gerektiği belirtilerek, kaliteli ağız sütünün 90 mg/mL’den fazla bağışıklık proteini içermesi gerektiği, 65-100 mg/mL arasında bağışıklık proteini içeren ağız sütünün iyi kalitede, 40-65 mg/mL bağışıklık proteini içerenlerin orta kalitede, 40 mg/mL’den daha az bağışıklık proteini içerenlerin ise kötü kalitede ağız sütü olduğu bildirilmiştir (Moran, 2005; Indra et al., 2012). Buzağıya verilecek ağız sütü miktarının ise doğum sonrasındaki ilk altı saat içerisinde en az 100 mg/mL bağışıklık proteini alacak şekilde kalitesine göre hesaplanabileceği belirtilmiştir (Moran, 2005). Bu çalışmada Siyah-Alaca ineklerde doğum sonrasında ilk sağımda alınan süt örneklerinden ASK’nin ve içeriğinin belirlenmesi ve ASK üzerine laktasyon sırasının etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Yöntem Araştırmada kullanılan ağız sütü örnekleri İzmir’in Torbalı İlçesi’nde bulunan ve Siyah Alaca yetiştiriciliği yapan özel bir işletmeden 2013 Kasım ve 2014 Şubat ayları arasında doğum yapmış 51 baş inekten alınmıştır. Ağız sütü alınırken ineklerin laktasyon sıraları da kaydedilmiştir. Tüm ineklerde doğum sonrasında ilk 30 dak’da yapılan ilk sağımda alınan ağız sütleri 0.5 L’lik pet su şişelerine konulmuş ve kalitesi belirlenene kadar buzdolabının buzluğunda saklanmıştır. Ağız sütü içerisinde bulunan bağışıklık proteinlerinin yoğunluğu ASK’nin belirlenmesinde kullanılan bir kriterdir. Kolostrometre, sütün yoğunluğunu belirlemede kullanılan laktodansimetreye benzer bir şekilde ASK’yı belirlemektedir. ASK, sığırlar için kullanılan ve 10-140 mg/mL arasında ölçüm yapan bir kolostrometre (Biogenics-1980 ColostrometerTM) ile oda sıcaklığında tespit edilmiştir. Ancak araştırmada kullanılan ağız sütlerinden kalitesi 140 mg/mL’den yüksek olan 9 baş ineğin ASK’sı en üst değer olan 140 mg/mL olarak kabul edilmiştir. ASK’nin kolostrometre ile belirlenmesinden sonra rastgele olarak seçilen 17 ağız sütü örneği içerik ve somatik hücre sayısını (SHS) belirlemek için Bentley 150 Milk Analyser ve Somacount 150 cihazları kullanılarak analiz edilmiştir. ASK’yı belirlemede kullanılan Kolostrometrenin antikor yoğunluğu ile yakından ilişkili olan ağız sütü özgül ağırlığını belirlediği bildirilerek (Kaygısız ve Köse, 2007), laktasyon sırasının ASK üzerine etkisini önemli (Kaygısız ve Köse, 2007; Kaygısız ve Bayram, 2007) ve önemsiz (Doğan, 2014) bulan araştırmalar vardır. Kaygısız ve Köse (2007) Siyah-Alaca ineklerin %25’inin, Kaygısız ve Bayram (2007) Esmer ırkı ineklerin %48.7’sinin iyi kalitede ağız sütü ürettiklerini bildirmişlerdir. Diğer taraftan Doğan (2014) Aydın’da bir işletmede yetiştirilen 34 baş Siyah-Alaca inekten aldığı ağız sütü örneklerinde kalitenin 50 mg/mL ile 140 mg/mL arasında değiştiğini bildirerek ortalamasının 95.44±3.74 mg/mL bulunduğunu ifade etmiştir. Pensilvenya’da 55 süt sığırı işletmesinde ağız sütü içeriğini belirlemek için yapılan bir 3 Log10ASSHS’yi; Log10ASSHS için ASK’yi, eij: hata terimini ifade etmektedir. İstatistik Analiz ASK üzerine ineklerin laktasyon sırası ve SHS etkisi ile ASSHS üzerine laktasyon sırası ve ağız süt kalitesi etkisi araştırılmıştır. SHS verileri istatistik analiz öncesinde logaritmik transformasyonu yapılmıştır. ASK, ağız sütü yağ oranı (ASYO), protein oranı (ASPO), laktoz oranı (ASLO), toplam kuru madde oranı (ASTKMO) ve modele kovaryet olarak eklenen ASSHS (Log10ASSHS) ile Log10ASSHS özelliği için modele kovaryet olarak eklenen ASK için istatistik model aşağıdaki gibidir: Ayrıca ASK, ASYO, ASPO, ASLO, ASTKMO ve Log10ASSHS arasındaki korelasyon katsayıları da belirlenmiştir. Verilerin analizinde MİNİTAB 13.0 Paket Programı’ndan yararlanılmıştır. Bulgular Siyah Alaca ineklerin ASK ve içeriğinin değişimini belirlemeye yönelik olarak yapılan bu çalışmada 51 baş inekten alınan ASK genel ortalaması 107.16±3.356 mg/mL olarak belirlenmiştir. Laktasyon sırasına göre ASK’nin değişimi Çizelge 1’de, ASYO, ASLO, ASPO, ASTKMO ve Log10ASSHS’nin değişimi ise Çizelge 2’de verilmiştir. ASK üzerine laktasyon sırasının etkisi önemsiz (P>0.05) iken Log10ASSHS etkisi önemli (P<0.05) bulunmuştur. Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü laktasyon sıraları için ASK ortalamaları sırasıyla 115.00±5.79 mg/mL, 108.64±9.02 mg/mL, 96.67±6.13 mg/mL ve 105.83±5.77 mg/mL bulunmuştur. yij= µ + ai + b(Xij- X ) + eij Burada yij: gözlem değerini, µ: genel ortalamayı, ai: laktasyon sırası etkisini (i=1, 2, 3 ve 4+), b: Log10ASSHS’nin ASK, ASYO, ASPO, ASLO ve ASTKMO üzerine regresyon katsayısını, Log10ASSHS özelliği için ise ASK’nin Log10ASSHS üzerine regresyon katsayısını, X : ASK, ASYO, ASPO, ASLO ve ASTKMO için Log10ASSHS ortalamasını, Log10ASSHS için ASK ortalamasını, Xij: ASK, ASYO, ASPO, ASLO ve ASTKMO özellikleri için Çizelge 1. Ağız sütü kalitesinin laktasyon sırası ve somatik hücre sayısına (Log10ASSHS) göre değişimi n Laktasyon sırası 1 2 3 4 Log10ASSHS Genel Ortalama 16 11 12 12 51 X ± S X , mg/mL Ö.D. 115.00±5.79 108.64±9.02 96.67±6.13 105.83±5.77 15.56±7.52* 107.16±3.36 En Küçük En Büyük 75 50 70 80 50 140 140 140 140 140 *P<0.05’e göre önemli. Ö.D. Önemli değil, ASSHS: Ağız sütü somatik hücre sayısı 4 Çizelge 2. Ağız sütü içeriğinin laktasyon sırası ve somatik hücre sayısına (Log10ASSHS), Log10ASSHS’nin ise laktasyon sırası ve ağız sütü kalitesine göre değişimi n Laktasyon sırası 1 2 3 4 Log10ASSHS Ağız sütü kalitesi Genel Ortalama 5 4 4 4 17 ASYO % X ± SX ASLO % X ± SX ASPO % X ± SX ASTKMO % X ± SX Log10ASSHS Ö.D. 7.80±0.74 6.43±1.18 5.07±1.03 8.46±1.47 1.23±1.14 - Ö.D. 4.18±0.23 4.05±0.27 3.70±0.31 3.89±0.22 0.42±0.28 - Ö.D. 13.58±1.73 12.68±1.72 14.32±0.24 12.48±2.00 0.78±1.86 - Ö.D. 24.32±2.08 21.77±1.38 25.66±0.77 25.34±2.01 0.82±2.17 - Ö.D. 5.92±0.232 6.18±0.283 5.62±0.222 6.01±0.248 0.16±0.08 6.99±0.588 3.97±0.126 13.28±0.750 24.27±0.862 5.95±0.122 X ± SX ÖD: Önemli değil. ASYO: Ağız sütü yağ oranı, ASLO: Ağız sütü laktoz oranı, ASPO: Ağız sütü protein oranı, ASTKMO: Ağız sütü toplam kuru madde oranı ASYO, ASLO, ASPO ve ASTKMO üzerine laktasyon sırası ve Log10ASSHS etkisi önemsizdir (P>0.05). Diğer taraftan Log10ASSHS üzerine ASK etkisi de önemsizdir (P>0.05). ASYO, ASPO, ASLO, ASTKMO ve Log10ASSHS genel ortalamaları sırasıyla %6.99±0.588, %13.28±0.750, %3.97±0.126, %24.27±0.862 ve 5.95±0.122 (891251 hücre/mL) olarak bulunmuştur. ASK, ASK içeriği ve Log10ASSHS arasındaki fenotipik korelasyonlar Çizelge 3’de verilmiştir. ASK ile Log10ASSHS arasındaki korelasyon yüksek (0.62) ve istatistik olarak önemli (P<0.01) bulunmuş, diğer korelasyonlar ise düşük düzeyde ve istatistik olarak önemsizdir (P>0.05). Çizelge 3. Ağız sütü kalitesi, içeriği ve somatik hücre sayısı (Log10ASSHS) arasındaki fenotipik korelasyonlar ASYO, % ASLO, % ASPO, % ASTKMO, % Log10ASSHS Ağız sütü kalitesi g/L 0.06 0.08 0.04 0.12 0.62** ASYO % ASLO % ASPO % ASTKMO % 0.09 -0.13 0.20 0.34 0.13 -0.43 0.39 0.30 -0.07 0.01 **: P<0.01’e göre önemli. ASYO: Ağız sütü yağ oranı, ASLO: Ağız sütü laktoz oranı, ASPO: Ağız sütü protein oranı, ASTKMO: Ağız sütü toplam kuru madde oranı gerektiğini ifade etmiştir. Bu çalışmada ineklerden elde edilen ağız sütü ortalama kalitesi Özhan ve ark. (2001) ve Moran (2005)’in belirttikleri iyi kalite sınıfına girmektedir. Diğer taraftan bu çalışmada bulunan ASK ortalaması Doğan (2014)’ın bildirdiği değerden (95.44±3.74 mg/mL) daha yüksektir. Ancak, beş inekten alınan ASK’sının Moran (2005)’in bildirdiği Tartışma Bu çalışmada 51 baş ineğin ASK ortalamasının 107.16±3.36 mg/mL bulunması genel olarak bu işletmedeki ineklerin ürettiği ASK’ların yeterli olduğu şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü Moran (2005) buzağılara içirilecek ASK’nın en az 80 mg/mL bağışıklık proteini içermesi 5 kaliteli ağız sütü alt sınırı olan 80 mg/mL’nin altında bulunması, buzağıları kaliteli ağız sütü ile beslemek için ASK’sının belirlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. düzeyinin artmasını sağlayarak (Altuğ ve ark., 2013) ASK’nin yükselmesine de önemli katkıda bulunduğu söylenebilir. Diğer taraftan bu çalışmada ağız sütünde bulunan ASYO (%6.99±0.59) ve ASLO (%3.97±0.13) oranları Kehoe et al. (2007)’den yüksek, ASPO (%13.28±0.75) ise aynı araştırıcıların bildirdiği değerden (%14.9) daha düşüktür. Moran (2005) doğum yapan ineklerin hepsinin kaliteli ağız sütü üretmediğini belirterek, ilk sağımda 8 L’den fazla süt veren ineklerin ASK’nın düşük olacağını ve sadece ilk sağımdan elde edilen ağız sütlerinin kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Aynı araştırıcı ayrıca yeni doğan buzağıların tek öğünde 3-4 L ağız sütü ile beslenmelerinin yeterli olacağını bildirirken, Indra et al. (2012) 3-4 öğün halinde ilk gün 6 L ağız sütü vermeyi önermişlerdir. Ayrıca iyi kalitede ağız sütünün heba edilmeyerek bir ya da iki litrelik plastik şişe ya da torbalarda depolanması gerektiği de vurgulanmıştır (Moran, 2005; Kehoe et al., 2007). Ağız sütü içerisinde SHS’nin normal süte göre daha yüksek bulunması, doğum sonrasında üretilen ilk süt olan ağız sütü miktarının düşük olması nedeniyle birim hacimdeki SHS yoğunluğunun yüksek bulunmasının yanında, ASK’sının (bağışıklık proteini miktarının) artmasına paralel olarak meme dokusu bağışıklık mekanizması aktivitesinin de yükseldiği şeklinde yorumlanabilir. Sonuç Buzağıları doğumdan kısa süre sonra ağız sütü ile beslemenin öneminin yanında, verilen ASK de büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmadan da açıkça görüldüğü gibi her ineğin ürettiği ağız sütü yeni doğan buzağıları beslemek için yeterli kaliteye sahip değildir. Sığır işletmelerinde yeterli miktarda bağışıklık proteini almalarının sağlanması için yeni doğmuş buzağıların ilk beslemesi yapılmadan önce ASK’nın kolostrometre aracılığı ile belirlenip, beslemenin ASK’ya göre yapılması stratejisi benimsenmelidir. Diğer bir deyişle kaliteli ağız sütü üreten ineklerin fazla ağız sütleri depolanarak ASK’sı düşük olan ineklerin buzağılarının beslenmesinde kullanılmalıdır. Beklenenin aksine bu çalışmada laktasyon sırasının ASK üzerine etkisinin önemsiz bulunması, işletmede sağlık korumaya yönelik alınan önlemlere bağlanabilirken, ağız sütü içeriği üzerine laktasyon sırası etkisinin önemsiz bulunması veri sayısının az olması nedeniyle yapılacak başka çalışmalarla desteklenmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada ineklerin %9.8’inin (5 baş) ASK’sının 80 mg/mL’nin altında 50 mg/mL’ye kadar düşmesi Kaygısız ve Köse (2007), Kaygısız ve Bayram (2007) ve Doğan (2014)’ın bildirdiklerine benzer olarak ineklerin tamamının kaliteli ağız sütü üretmediklerini göstermektedir. Doğan (2014) Aydın’da bir işletmede yetiştirilen 34 baş Siyah-Alaca inekten 8’inin ASK’sının 80 mg/mL’nin altında bulunduğu bildirmiştir. Bu çalışmada ASK üzerine laktasyon sırasının etkisinin önemsiz bulunması Doğan (2014) ile benzerlik gösterirken, Kaygısız ve Köse (2007)’nin Siyah-Alaca, Kaygısız ve Bayram (2007)’nin Esmer ırkı sığırlar için bildirdiği sonuçları ile uyumlu değildir. Laktasyon sırasının etkisinin bu çalışmada önemsiz bulunması işletmede sağlık korumaya yönelik alınan önlemlere bağlanabilir. Özellikle genç hayvanların çeşitli hastalıklara karşı aşılanmasının yanında ineklerde gebeliğin sonlarına doğru yapılan kombine ishal aşısı ve enterotoksemi aşısı gibi aşılar ağız sütünde maternal antikor 6 Kaynaklar Altuğ, N., Özdemir, R., Cantekin, Z. 2013. Ruminantlarda koruyucu hekimlik: I. Aşı uygulamaları. Erciyes Üniv. Vet. Fak. Dergisi. 10 (1): 33-44 Arda, M., Minbay, A., Aydın, N., Akay, Ö., İzgür, M., Diker, K.S. 1994. İmmunoloji. Medisan Yayın Seri No: 13. Ankara. Collier, R.J., Annen-Dawson, E.L. Pezeshki. A. 2012. Effects of continuous lactation and short dry periods on mammary funtion and animal health. Animal 6(3): 403-414. Doi:10.1017/S1751731111002461 Doğan, Z. 2014. Siyah-Alaca buzağılarda farklı sütten kesme yaşının büyüme performansı üzerine etkileri. YL Tezi. Adnan Menderes Üniv. Fen Bilimleri Ens. Aydın. Indra, E., Daina, K., Jeļena, Z. 2012. Analysis of factors influencing immunoglobulin concentration in colostrum of dairy cows. Lucrări Ştiinţifice - Seria Zootehnie, vol. 57, p:256-259. Türktarım Tarım ve köyişleri Bakanlığı Dergisi, Kasım-Aralık (178) : 62-64. 2007. Kaygısız, A., Köse, M. 2007. Siyah Alaca ineklerde kolostrum kalitesi ve kolostrum kalitesinin buzağı gelişme özelliklerine etkisi. Tarım Bil. Der., 13 (4) 321-325. Kehoe, S.I., Jayarao, B.M., Heinrichs, A.J. 2007. A survey of bovine colostrum composition and colostrum management practices on Pennsylvania dairy farms. Journal of Dairy Science. 90 : 9 : 4108-4116. Koç, A. 2013. Büyükbaş Hayvan Yetiştiriciliği ders notları. Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın. Moran, J. 2005. Calf Rearing: A Practical Guide. Second edition. Landlinks Press, 150 Oxford Street (PO Box 1139) Collingwood, Vic, 3066, Australia. Özhan, M., Tüzemen, N., Yanar, M. 2001. Büyükbaş Hayvan Yetiştirme. Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Ders notu Yayın No : 134. Erzurum. Kaygısız, A, Bayram, M. 2007. İneklerde kolostrum kalitesinin belirlenmesi. 7 Tralleis Elektronik Dergisi http://dergi.adu.edu.tr/tralleis e-TRALLEIS 4 (2015) 8-17 ©ADÜ Diyarbakır İli Arıcılığın Yapısı ve Sorunları Hasan DEMEN1 Mete KARACAOĞLU2 Aytül UÇAK KOÇ3 1. Diyarbakır İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, DİYARBAKIR 2. Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN Adnan Menderes Üniversitesi, Koçarlı Meslek Yüksekokulu, 09100, Aydın 3. ESER BİLGİSİ Araştırma Makalesi – Tarım Bilimleri Sorumlu yazar: Aytül UÇAK KOÇ, aucak@adu.edu.tr Yayına Kabul Tarihi: 26.10.2015 Özet: Bu çalışma, Diyarbakır ilinde arıcılığın sosyo-ekonomik yapısı, koloni yönetimindeki uygulamaları, hastalık ve zararlılarla mücadele yöntemleri, koloni kayıpları ve arıcılıkta yaşanan sorunların belirlenmesi için yapılmıştır. Bu amaçla, Diyarbakır Arıcılar Birliği’ne üye 432 arıcılık işletmesi koloni sayısı bakımından üç gruba ayrılarak (I. Grup: 1-99 koloniye sahip 19 arıcı, II. Grup: 100-299 koloniye sahip 44 arıcı, III. Grup: 300 ve üzeri koloniye sahip 15 arıcı) 78’i ile yüz yüze görüşme yapılmıştır. Anket sonuçlarına göre, arıcıların yaş ortalaması 46.4±1.47 yıl, eğitim düzeyi olarak %52-63’ü ilkokul mezunu iken arıcıların %70.5’inin tek gelir kaynaklarının arıcılık olduğu belirlenmiştir. Arıcıların %52’si ana arının yaşını takip ettiğini, %28’i kolonilerin ana arılarını iki yılda bir değiştirdiklerini belirtmişlerdir. Kolonilerini yılda 4’den fazla yer değiştirenlerin oranı ise %44.9’dur. Arıcıların yaklaşık %95’inin varroaya karşı kimyasal mücadele ettiklerini ve %43.59’unun bu parazite karşı yılda dört kereden fazla mücadele ettikleri belirlenmiştir. En yüksek bal verimi 24.53±4.28 kg ile üçüncü grupta, en düşük bal verimi ise 18.41±1.71 kg ile ikinci grupta (P<0.05) elde edilmiş. Diğer taraftan, arıcıların 2011-2012 yılında koloni kış kayıpları %30.65 olarak belirlenmiştir. Arıcılar, genellikle koloni yönetimi, hastalık ve zararlılara karşı mücadele, polen, arı sütü ve propolis üretimi konularında kendilerini geliştirmek istediklerini ifade etmişlerdir. Yöredeki arıcıların öne çıkan sorunları arasında konaklama, desteklemelerin yetersizliği, koloni yönetimi ve arıcılığın örgütlü bir yapıdan uzak olmaları olarak sıralanabilir. Anahtar Kelimeler: Anket, Arıcılık, Bal verimi, Koloni kayıpları, Sorunlar, Diyarbakır Beekeeping Structure and Problems in Diyarbakır Province Abstract: In this study, the socio-economic structure of beekeeping in Diyarbakır province, colony management practices, disease and pest control methods, the problems and bee colony losses were determined. For this purpose, 432 members of Diyarbakır Beekeepers Association are divided into three groups (I. Group: 19 beekeepers having 1-99 colonies, II. Group: 44 beekeepers having 100-299 colonies and III. Group: 15 beekeepers having more than 300 colonies) and 78 of the were chosen for face to face interview. According to the survey results it was determined that the average age of beekeepers is 46.4±1.47 years and as the group proportions 52-63% of them graduated from primary school, and 70.5% of beekeepers stated that their main income source is beekeeping. Fifty-two percent of the beekeepers stated that they record the age of the queen bee, 28% of them stated that they renew the queen bees of their colonies in every two years. The percentage of the replacement frequency of the colonies more than 4 times in a year is 44.9%. About 95% of the beekeepers struggled against to varroa with chemicals, and 43.59% of the them fight against to varroa is more than 4 times in a year. The highest honey yield per colony were determined at the third group and the average was 24.53±4.28 kg, and the lowest honey yield was obtained for the second group with 18.41±1.71 kg (P<0.05). On the other hand, wintering colony looses between 2011 and 2012 was determined to be 30.65%. In general, beekeepers usually want to develop themselves about colony management, struggle against to diseases and pests 8 and to produce pollen, royal jelly and propolis. The problems come out among the beekeepers in the region are accommodation, insufficient supports from the government, colony management and lack of organized structure. Key Words: Questionnaire, Beekeeping, Honey yield, Colony losses, Problems, Diyarbakır Giriş Öncelikli amaçları farklı olsa da arıcılığın günümüzde hem gelişmiş refah toplumlarının hem de gelişmekte olan toplumların önemle üzerinde durdukları bir üretim dalı olduğu gözlenmektedir. Gelişmiş ülkelerde arıcılık, arı ürünleri üretim faaliyeti olması yanı sıra öncelikle bitkisel üretimin bir girdisidir. Bitki tozlaşmasındaki etkinliği ile bal arıları bu ülkelerde yoğun tarım teknikleri arasında sayılmakta ve arıcılığa her türlü destek verilmektedir. Toprağa bağımlı olmaması, yatırım ve işletme maliyetlerinin düşük olması, her türlü materyal ve ekipmanın yurt içi kaynaklardan sağlanabilmesi, diğer tarım dallarına kıyasla az işgücü kullanması, ürünlerinin kolayca saklanabilmesi ve değer fiyatla satılabilmesi gibi özellikleri ile arıcılık gelişmekte olan ülkelerde ise kırsal nüfusa iş, gelir ve sağlıklı beslenme olanağı sağlama aracı olarak kabul edilmektedir (Karacaoğlu ve Uçak Koç, 2007). FAO’nun 2013 yılı verilerine göre koloni sayısı bakımından ilk sırayı 8 milyon dokuz yüz bin koloni ile Çin alırken, ikinci sırada 6 milyon altı yüz bin koloni ile Türkiye yer alır. Koloni sayıları bakımından ilk sırada yer alan Çin, bal üretiminde de ilk sırada (446 bin ton) yer almakta, Çin’i Türkiye (94 bin ton), ABD (67 bin ton) ve Arjantin (59 bin ton) takip etmektedir. değişiklik olmamış bal verimi 14–16 kg arasında kalmıştır. Ülkemiz koloni varlığı bakımından dünya ülkeleri içinde ilk sıralarda yer almasına karşın kovan başına bal verimi düşüktür. Arıcılıkta, istenen üretim ve ihracat rakamlarına ulaşılabilmesi için çözülmesi gereken bazı sorunlar olduğu açıktır. Kolonilerin verim azlığının en önemli nedeni, ülkemiz nektar kaynakları ile koloni varlığı arasındaki uyumsuzluktur. Türkiye, birim alana düşen koloni sayısı bakımından sıkıntılıdır (kilometre kareye 7 koloni). Oysa arıcılığı gelişmiş ülkelerde bu oran çok daha azdır (1’in altında). Arıcılığımızın diğer bir önemli sorunu da arıcılık işletmelerinin yapısı ve bilgilerin yetersiz niteliklerine ilişkin olmasıdır. Bal üretimimizin artması ve kovan başına verimin üst sınırlara çıkabilmesi arıcılık için gerekli olan nektar kaynaklarının çoğaltılması ve arıcılığın sistemli tarzda yapılmasına bağlıdır. Türkiye’de 1980’li yıllardan başlayarak üniversiteler ve araştırma kurumlarından araştırıcılar, başta arı biyolojisi olmak üzere arı ıslahı, koloni yönetimi, hastalık ve zararlıların tanımlanması ve sağaltılması konularında artan nicelik ve nitelikte çalışmalar yapmaktadır. Yine konu ile ilgili bilim insanları, arıcılıkta faaliyet gösteren işletmelerin sosyo-ekonomik, teknik yapılarına ilişkin veriler ve yayım, bilgiye ulaşma yolları gibi bilgiler değerlendirilmiştir. Bu çalışmalarda, arıcılar genel olarak, nakliye ve konaklama yeri, bal fiyatı, pazarlanması ve finans sorunları, arı hastalık ve zararlılarıyla mücadele yöntemlerinde karşılaştıkları sorunları dile getirmişlerdir. Araştırıcılar ise, arıcıların koloni yönetimindeki eksiklikleri, kayıt tutma, ana arı kullanımı, arı ürünlerinin çeşitlendirilmesi ve ürün pazarlama konularında sorunlar olduğunu belirtmişlerdir Arıcılık, Anadolu insanının kültüründe yer edinmiş geleneksel bir tarımsal faaliyettir. Türkiye’nin her yöresinde arıcılık yapılmaktadır. Türkiye’de, 1970’li yıllarda iki milyon olan koloni varlığı 2000’li yıllarda dört milyon iki yüz bine, bal üretimi 20 bin tondan 70 bin tona yükselmiştir. Sonraki on beş yıllık süreçte koloni varlığımız 2.5-3 milyon daha artmış olmasına karşın bal üretimimiz, iklimde yaşanan dalgalanmalar nedeniyle yıllara göre 80-100 bin ton arasında değişmiştir. Bu süreçte koloni verimlerinde önemli bir 9 (Erkan, 1998; Cengiz, 1999; Kösoğlu ve ark., 2000; Yaşar ve ark., 2000; Saner ve ark., 2005; Sıralı ve Doğaroğlu, 2005; Demir, 2007; Günbey, 2007; Ören ve ark. 2010; Uçak Koç ve Karacaoğlu, 2015). Bulgular Arıcıların Sosyo-Ekonomik Nitelikleri Bu çalışmada, 78 arıcının yaş ortalaması 46.4±1.47 yıl olarak belirlenirken, 1. grupta 49.8 ± 2.98 yıl, 2. grupta 44.9±1.96 yıl, 3. grupta 46.3±3.36 yıl olarak belirlenmiş, varyans analizi sonucuna göre grupların yaşlarının benzer olduğu belirlenmiştir (Çizelge 1). Ankete katılan arıcıların %60’ı ilkokul mezunu, 78 arıcının %70’i arıcılığın asıl meslekleri olduğunu belirtmelerine karşın, arıcılığı yapma nedeni olarak 3. grup deneklerin çoğunluğu ek gelir sağlama cevabını vermişlerdir. Bu çalışmada arıcılık deneyimleri ortalama 13.8±1.00 yıl olarak belirlenirken, deneyim yılı 1. gruptan 3.gruba doğru artarken (Çizelge 1), gruplar arasındaki fark önemli bulunmuştur (P<0.05). Bu anket çalışmasında arıcılar genel olarak koloni yönetimi, arı hastalık ve zararlıları ve arı ürünleri yetiştiriciliği konusunda kendilerini geliştirmek istediklerini belirtmişlerdir. Türkiye arıcılığında, TÜİK 2013 yılı verilerine göre koloni varlığı ve bal üretimi bakımından beşinci sırada yer alan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toplam 389 bin adet koloniden 5478 ton bal üretilmektedir. Bu çalışmada da Güneydoğu bölgesinin en büyük ili olan Diyarbakır’da arıcılığın yapısı, arıcılık işletmelerin sosyal yapısı, teknik arıcılık uygulamaları, pazarlama ve arıcılık sorunlarına yönelik bilgiler üretilecektir. Materyal Yöntem Diyarbakır İl’ine bağlı 4 merkez ilçe dahil 15 ilçede Arı Yetiştiricileri Birliği’ne üye 432 arıcı, koloni sayılarına göre gruplandırılarak tabakalı tesadüfî örnekleme yöntemine göre belirlenen 78 arıcı çalışmanın deneklerini oluşturmuştur. Koloni sayısı bakımından işletmeler üç gruba ayrılmış, her bir tabakadan kaç işletmenin örneğe çıkacağı tabakalı tesadüfî örnekleme yöntemine göre belirlenmiştir. Buna göre; birinci grupta 1–99 koloniye sahip 19 arıcı, ikinci grupta 100–299 koloniye sahip 44 arıcı, üçüncü grupta 300 ve üzeri koloniye sahip 15 arıcı yer almıştır. Bu arıcılar ile yüz yüze görüşülerek anket soruları sorulmuştur. Teknik Arıcılık Faaliyetleri Diyarbakır İlinde yürütülen bu anket çalışmasında, arıcıların %45’i kayıt tutmadığını yaklaşık %3’ü düzenli olarak kayıt tutuğunu, %52’si ise kovan üstüne ve deftere zaman zaman not aldığını belirtmişlerdir. Yine arıcıların %53’ü ana arının yaşını takip ettiğini belirtirken, ana arıyı yenileme sıklığı olarak %69.2’si ana arıyı 2 yıldan daha uzun bir sürede yenilediğini, %39.74’ü ana arıyı ana arı yetiştiren işletmelerden satın aldığını belirtmiş, bu oran koloni sayıları 300’den fazla olan 3. grupta %60’a kadar yükselmiştir (Çizelge 1). Ana arıyı satın alan arıcıların %32.26’sı ana arı kabulünde sorun yaşadıklarını belirtmişlerdir. Ankete katılan arıcıların %34.62’si kolonilerini oğul yoluyla çoğalttığını, 61.54’ü kolonilerini bölerek çoğalttığını belirtmişlerdir. Araştırmada elde edilen verilere uygulanan X² testi sonucu koloni çoğaltma yöntemleri bakımından 2. ve 3. grupların 1. gruptan farklı olduğu saptanmıştır (P<0.05). Arıcılara kişisel, teknik arıcılık bilgileri, pazarlama ve organizasyon ile ilgili 112 soru yöneltilmiştir. Anketler arıcılar ile karşılıklı görüşmeler sonucu doldurulmuş olup, 78 adet anketin tamamı 2012 yılı Mayıs- Ağustos aylarında yapılmıştır. Ankete başlamadan önce, anket sorularının doğru ve anlaşılırlığını test etmek için deneme anketi yapılmış ve böylece meydana gelebilecek olumsuzlukların en aza indirgenmesi sağlanmıştır. Anket verilerinin değerlendirilmesinde oransal dağılımdan yararlanılmıştır. Ayrıca toplanan veriler Microsoft Excel programında değerlendirilmiş ayrıca verilere varyans analizi (Anova) ve Khi kare bağımsızlık testi uygulanmıştır. Ankete katılan arıcıların % 95’i sonbahar beslemesi yaptığını belirtirken gruplar arasında koloni sayıları 150’den fazla olan 3. 10 grubun tamamı sonbahar beslemesi yaptığını belirtmiştir. Arıcıların % 80’inin sonbaharda şeker şurubu ve kek beslemesi yaptığı, %19’unun Kek (Vit.+Antibiyotik) verdiği 2. ve 3. grubun %20’sinin keke antibiyotik ve vitamin kattığını koloni sayısı arttıkça şeker şurubuna vitamin ve antibiyotik katma oranının arttığı belirlenmiştir. çoğunluğu (%90) varroa ile mücadelede kimyasal ilaçlar kullandığını söylemişlerdir. Varroaya karşı mücadeleyi erken ilkbahar-geç sonbaharda yaptığını belirten arıcıların %12.82’si yılda 4 kez, %43.59’u da 4 kereden fazla mücadele ettiklerini belirtmiştir (Çizelge 1). Varroa ile mücadelede yılda 4’ten fazla kimyasal mücadele edenlerin oranı 1. gruptan 3.gruba doğru %31’den %60’a kadar çıkmış, gruplar farklı bulunmuştur (P<0.05). Anket çalışmasında, erken ilkbahar beslemesi yaptığını söyleyenlerin oranı %99’dur. Erken ilkbahar döneminde arıcıların %85’i şeker şurubu, %69.23’ü kek, %13 kek (Vit.+Antibiyotik), %13’ü şeker şurubu (Vit.+Antibiyotik), %1.28’i kek (polenli) ile besleme yapmaktadır. Arıcıların hiç biri kolonilere glikoz şurubu vermediğini belirtmişlerdir. Arıcılar son 3 yıl içerisinde ortalama 32 çuval şeker tüketmişlerdir. Koloni başına şeker tüketimi ise 9 kg’dır. Koloni sayısı 100’den küçük olan 1. grupta yer alan arıcıların koloni başına şeker tüketimi 12.5 kg, 2. grupta 10 kg ve 3. grupta 6.5 kg olup, 1. ve 2. grup 3. gruptan farklı bulunmuştur (P<0.05). Ankete katılan arıcılara kolonilerini yer değiştirme sıklığı sorulduğunda, sadece 1. grupta %5.26’sı sabit arıcılık yaparken 2. ve 3. gruptaki arıcıların kolonilerini yılda 4 kereden fazla yer değiştirdiği belirlenmiştir. Bu çalışmada, erken ilkbaharda kolonilerin kaç çerçeve arısı olduğu sorusuna arıcıların %72’si 4-6 çerçeve, %18’i 4 çerçeveden az olduğunu, %10’u 7-10 çerçeve olduğunu belirtmişlerdir. Arıcıların %62’si 6-8 çerçeve arı ile kıştan çıktığını belirtmişlerdir. Ankete katılan arıcılar genel olarak 2-3 kez bal hasadı yaptığını, hasada temmuz başlarında başladığını ağustos sonuna kadar devam ettirdiklerini belirtmişler. Diyarbakır’da nektarlı bitkilerden ovada üçgül ve sarıdiken (altın diken) Karacadağ eteklerinde ağırlıklı olarak bulunan geveni nektar kaynakları olarak belirtmişlerdir. Bal dışında hangi arı ürünü üretiyorsunuz sorusuna arıcıların %5’i polen, %12’si oğul, %4 ‘ü balmumu, %3’ü ise ana arı üretiyorum cevabını vermiştir. Ankette, koloni kayıplarının 2009 yılından 2012 yılına doğru bir artış gösterdiği ve son yılda üç grupta da koloni kayıplarının yaklaşık %30 olduğu ifade etmişlerdir. Arıcılar, varroayı, yavru hastalıklarını, kireç hastalığını, petek güvesini tanıdığını, arıcıların sadece yarısının arı felci ve nosemayı tanıdığını belirtmişlerdir. Arıcıların büyük 11 Çizelge 1. Gruplara göre arıcıların sosyal yapısı ve koloni uygulamalarına yönelik bilgiler Özellikler Arıcının yaşı (yıl) Arıcılık deneyimi (yıl) Koloni Sayıları (adet) Ana arıyı satın alanlar (%) Ana arı yenileme sıklığı (%) İki Yılda Bir İki Yıldan Fazla Ana arı kabulünde sorun yaşayanlar (%) Ek beslemede katkı Şeker şurubu (Vit.+Antibiyotik) yapanlar (%) Kek (Vit.+Antibiyotik) Koloni Kayıpları (%) 2009-2010 2010-2011 2011-2012 Arılarınızı nasıl Oğul yoluyla çoğaltıyorsunuz Güçlü kolonileri bölerek Satın alarak Varroa ile mücadele sıklığı Yılda 4 kez Yılda 4 kereden fazla Kolonileri yer değiştirme sıklığı (%) sabit 1 Kez 2 kez 3 kez 4 ve üstü Koloni Bal verimleri (kg) Koloni başına şeker tüketimi (kg) P<0.05: a,b,c 1.grup (Koloni sayısı <100) N=19 49.8±2.98 10.2±1.41a 59.74±5.02a 21.05 a 26.32 a 73.68 a 0a 22.22 b 11.11 18.33 b 22.9 a 29.4 a 47.37 b 36.84 a 15.79 b 10.53 a 31.58 a 5.26 10.5 36.8 26.3 21.1a 20.95±3.94 ab 2.grup (Koloni sayısı:100–299 arası) N=44 44.9±1.96 13.9±1.40b 157.73±7.82b 40.91 b 27.27 a 72.73 a 38.89 b 13.64 a 9.09 14.87 a 23.27 a 30.95 a 31.82 a 68.18 b 0a 15.91 b 43.18 b 0 6.8 25.0 25.0 43.2b 18.41±1.71a 3.grup Koloni sayısı >300 N=15 46.3±3.36 18.1±2.25c 391.33±19.19c 60.0 c 33.33 b 53.33 b 33.33 b 10.0 a 10.0 13.14 a 18.78 b 31.3 a 26.67a 73.33 b 0a 6.67 a 60 c 0 0 13.3 6.7 80.0c 24.53±4.28 b 46.4±1.47 13.8±1.00 178.78±13.95 39.74 28.21 69.23 32.26 12.82 12.82 15.18 22.2 30.65 34.62 61.54 3.85 12.82 43.59 1.28 6.41 25.6 21.8 44.9 20.21±1.59 12.5b 10b 6.5a 9 12 Genel N=78 Arıcı neler yapmalı neler yapmalı sorusuna ise arıcıların verdiği yanıtlar aşağıda özetlenmiştir. Pazarlama ve Organizasyon Faaliyetleri Ankete katılan arıcıların %87’si balı teneke ile, %3’ü kavanoz ile, %10’u da açıkta pazarladığını, üçüncü grup ürettiği balın tamamını teneke ile pazarladığını belirtmiştir. Araştırmada arıcılardan elde edilen verilere uygulanan Khi Kare testi sonucu balı pazarlama yöntemleri bakımından grupların farklı olduğu saptanmıştır (P<0.05). Ankete katılanların %80’i balı tüccara, %10’u birlik, koop. v.b., %8’i köydeki aracıya, %2’si de kendi pazarladığını belirtmiştir. Balın teneke satış fiyatını arıcıların %38’i 200 TL, %44’ü 200 TL’den az, %18’i ise 300 TL olarak yanıtlamışlar, ücretini de genel olarak peşin aldıklarını belirtmişlerdir. 1. Dürüst davranıp sağlık bal üretmeli, 2. Birlikte hareket edip balı işleyip pazarlayacak işletmeler kurmalı, 3. Balda kalıntı bırakan ilaçları kullanmamalı, 4. Arıcılık ile ilgili eğitimleri talep edip, katılım sağlamalı, 5. Hastalıklarla mücadelede kimyasal ilaç kullanmamalı olarak belirtmişlerdir. Tartışma Bu çalışmada da önceki çalışmalarda belirtildiği gibi (Erkan, 1998; Parlakay ve Esengün, 2005; Günbey, 2007; Tunca ve Çimrin, 2012; Uçak Koç ve Karacaoğlu, 2015) arıcıların yaş ortalaması 40’ın üzerindedir. Ayrıca, araştırmada her on arıcıdan altısının ilkokul mezunu olduğu, babadan kalma bir meslek olması ve aile bireylerinin katkı düzeyleri diğer çalışmalar ile benzerlik göstermiştir (Çiçek ve ark., 1993; Erkan, 1998; Çakmak ve ark., 2003; Günbey, 2007; Pirim ve ark., 2011; Uçak Koç ve Karacaoğlu, 2015). Ankete katılan arıcıların tümü Arıcılar Birliğine üye olduğunu, devletin verdiği teşviklerden haberdar olduklarını Arıcılara arıcılığın belirtmişlerdir. desteklenmesi için; Devlet ve arıcı birlikleri neler yapmalı sorusuna arıcıların verdiği yanıtlar aşağıda özetlenmiştir. 1. Arıcılara arı ve kovan desteğinin yapılması, 2. Destek miktarlarının arttırılması, koloni desteğinin 8 TL’si birlik tarafından kesildiği ve bunun çözülmesi, 3. Arıcıların denetlenmesi, 4. Nektarlı bitki üretiminin artırılması, 5. Balın değer fiyata satılmasının sağlanması, 6. Faizsiz kredi desteğini arttırıp süresinin en az 3 yıl yapılması, 7. Konaklama sorununun çözülmesi, 8. Arıcı örgütlerinin yetiştiricilik konusunda bilgi vermesi 9. Sahte bal ile mücadele edilmesi, 10. Kamu görevlilerinin arıcıların sorunlarına duyarlı olması, 11. Üretilen balların analizini yaparak pazarlama sorununun çözülmesi, Arıcıların arıcılık deneyimleri 10 yılın üzerinde ve literatür ile uyumludur (Erkan, 1998; Özbilgin ve ark, 1998; Kösoğlu ve ark, 2000; Erkan ve Aşkın, 2001; Şahinler ve Gül, 2003; Parlakay ve Esengül, 2005; Demir, 2007). Arıcıların deneyim yılı arttıkça koloni sayıları da artış göstermiştir. Arıcıların son üç yıldaki koloni sayılarının ortalaması 178.8±13.95 adettir. Ülkemizin farklı illerinde yapılan çalışmalarda ortalama koloni sayıları arasında farklar yüksektir. Bazı araştırıcılar koloni sayısını 50’den az (Çiçek ve ark., 1993; Parlakay ve Esengün, 2005) belirlerken, bazıları 50-100 adet arasında (Özbilgin ve ark., 1998; Çakmak ve ark., 2003), bazıları da 150-200 adet arasında (Çelik, 1994; Günbey, 2007) belirlemişlerdir. 13 ekonomik sorunların önemli bir kısmı örgütlenme eksikliğinin bir sonucudur. Arıcıların girdi teminin yanında damızlık materyal sağlamada ve üretilen ürünlerin pazarlanmasında üretici örgütlerinin geliştirilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Genel olarak yıllık koloni kaybı ortalaması %22.5, bazı araştırıcıların bulduğu değerden yüksek bulunurken (Uzundumlu ve ark., 2011; Tunca ve Çimrin, 2012; Uçak Koç ve Karacaoğlu, 2015) bazı araştırıcıların bulduğu değerden de düşük bulunmuştur (Aydın ve ark., 2003; Sıralı ve Doğaroğlu, 2005; Kekeçoğlu ve Rasgele, 2013). Son yıllarda tüm dünyada önemini koruyan konulardan birisi de kış kayıplarıdır. Bu çalışmada %13.14 ile %31.3 arasında değiştiği belirlenen koloni kış kayıpları COLOSS’un 2012–2013 yılı için yayınladığı rapora ve Tunca ve Çimrin (2012) ile benzerlik göstermiştir. Bu çalışmada yıllar arasında koloni kış kaybının farklı bulunması yıllara göre önemli iklimsel farklılıkların görülmesine bağlanabilir. Arıcıların önemli sorunları arasında konaklama ve konaklamada arılıkların yakın olması gelmektedir. Bölgeye diğer bölgelerden gelen arıcıların belli zamanlarda çok yoğunlaşması yerli arıcıları sıkıntıya sokmaktadır. Bölge dışından çok sayıda arıcının gelmesi sınırlı sayıdaki nektar kaynaklarını bölüşmelerine, bölge arıcılarının göç sayısının artmasına, kolonilerini daha sık beslemelerine, arılıkların birbirine yakın olması yağmacılık, varroa ve bazı hastalıkların bulaşmasını hızlandırmaktadır. Ayrıca diğer bölgelerden gelen arıcıların balını bu bölgede de satışa sunması bölgedeki bal fiyatlarının aşağıya çekilmesine neden olmaktadır. Bu nedenle konaklama ile ilgili yönetmelik yeniden düzenlenmeli ve belli bölgede koloni yığılmalarını önlemek için gerekirse sınırlamalar getirilmelidir. Araştırma sonuçlarına göre, 3. grupta koloni sayıları 300’den fazla olan arıcıların son üç yıllık ortalama bal verimleri 24.53±4.28 kg, genel ortalama ise 20.21±1.59 kg olarak belirlenmiştir. Belirlenen bal verimi (20.21±1.59) ülkemizin bazı yörelerinde yapılan çalışmalardan genel olarak yüksek bulunmuştur (Çiçek ve ark., 1993; Özbilgin ve ark., 1998; Kösoğlu ve ark., 2000; Erkan ve Aşkın, 2001; Uzundumlu ve ark., 2011). Araştırmada arıcıların koloni bal verimlerinin ülke ortalamasından yüksek belirlenmiştir. Bunun nedeni olarak, kolonilerini fazla sayıda yer değiştirmeleri özellikle 3. grubun yılda 8-10 kez kolonilerini yer değiştirmesi olarak gösterilebilir. Sonuç Türkiye’de arıcılık işletmelerinin tanımlanmasına yönelik çalışmalar Aydın ve Muğla’dan Van’a, Tekirdağ’dan Adana ve Mardin’e kadar tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde yapılmıştır (Kösoğlu ve ark., 2000; Erkan ve Aşkın, 2001; Aydın ve ark., 2003; Çakmak ve ark., 2003; Parlakay ve Esengün, 2005; Kekeçoğlu ve ark., 2007; Pirim ve ark., 2011; Tunca ve Çimrin, 2012; Kekeçoğlu ve ark., 2013). Türkiye’deki ekolojik, ekonomik ve sosyal farklara karşın, Türkiye arıcılığı ile ilgili bilgi üretmeye yönelik çalışmalarda ve bu araştırmada da sorulan sorulara alınan yanıtlar, sorunlar ve beklentiler benzer bulunmuştur. Türkiye’de koloni sayısının fazlalığı ve yoğun gezgin arıcılık, işletmelerin benzer yapıda ve beklentide olmasının en önemli Arıcılar genel olarak balın toptan teneke fiyatını 200 TL’den aza sattıklarını, nakliye ve şeker masrafları düşünüldüğünde oldukça düşük bulduklarını ifade etmişlerdir. Arıcılar balın fiyatının düşük olmasında, sahte bal ve kaçak balın etkisi olabileceği gibi, örgütlü bir yapıya sahip olmamanın da payı olduğunu ifade etmişlerdir. Arı yetiştiriciliğinde ortaya çıkan teknik ve 14 nedenleri arasındadır. Arıcılar için en önemli sorun, konaklama yeri ve arı nakilleridir. Türkiye’de arıcılar ortalama 4 -6 kez yer değiştirmektedir. Bu hem yerel arıcılar hem de yerel halk arasında sürtüşmelere yol açmaktadır. Arıcıların diğer en önemli sorunu balın değerlendirilmesinde yaşanan sıkıntılardır. Bu konuda kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve ek talep yaratılması konularında arıcı örgütlerinin yetersiz kaldığı söylenebilir. Türkiye’de son istatistiklere göre 100 bin ton üretilmektedir. Kişi başına bal tüketimi ise 1 kg’ın altındadır. Bal dışsatımı da 5-10 bin ton arasındadır. Bu durum talebe bağlı olarak yıllar itibariyle artan oranda stok sorunu yaratarak bal fiyatlarına yansımaktadır. Son olarak Türkiye gibi önemli bir arıcılık ülkesinde, bal dışında polen, arı sütü, propolis vb. gibi öteki arı ürünleri üretiminin yok denecek kadar az olması bu çalışmada da saptanmıştır. 15 Kaynaklar Aydın, L., Çakmak I., Güleğen, E., Korkut M. 2003. Güney Marmara Bölgesi Arı Hastalık ve Zararlıları Anket Sonuçları. Uludağ Arıcılık Dergisi, 3(1): 37- 40. Cengiz, M.M. 1999. Erzurum Yöresinde Arıcılığın Yapısal Analizi (Yüksek Lisans Tezi). Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ. Çakmak, İ., Aydın, L., Seven, S., Korkut, M. 2003 . Güney Marmara Bölgesi’nde Arıcılık Anket Sonuçları. Uludağ Bee Journal Dergisi, Şubat 2003, Bursa. Çelik, H. 1994. Kalecik İlçesinde Gezginci Arıcıların Sorunları ve Arıcılıkta Yararlanılan Bilgi Kaynakları Üzerine Bir Araştırma. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara. Çiçek, A., Yücer, A.A., Karakoyun, H. 1993. Tokat İlinde Arıcılığın Yeri, Ekonomik Önemi ve Sorunları Üzerine Bir Araştırma. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 10:150-160. Demir, Y. 2007. Mardin İlinde Arıcılığın Yapısal Analizi. Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Zootekni Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. 2007,Erzurum. Erkan, C., 1998. Van ili Bahçesaray ilçesi arıcılık faaliyetleri, Yüzüncü yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van. Erkan, C., Aşkın, Y. 2001. Van İli Bahçesaray İlçesinde Arıcılığın Yapısı ve Arıcılık Faaliyetleri Yüzüncü Yıl Üniv Zir Fak Tarım Bil Derg (J. Agric. Sci.), 2001, 11(1):19-28, Van, 2001. Günbey, V.S. 2007. Van İli Gezginci Arıcılık Hareketlerinin Belirlenmesi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Zootekni Anabilim Dalı Yüksek Lisan Tezi. 2007, Van. Karacaoğlu, M. ve Uçak Koç, A. 2007. Ege bölgesi arıcılığında kısıtlar ve fırsatlar. Ege Bölgesi Arıcılık Semineri, 15-16 Şubat 2007, s:2532. Kekeçoğlu, M., Gürcan, E.K., Soysal, M.İ. 2007. Türkiye Arı Yetişticiliğinin Bal Üretimi Bakımından Durumu. Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi, 4(2): 227-236. Kekeçoğlu, M., Rasgele, G. P. 2013. Düzce İli Yığılca İlçesindeki Arıcılık Faaliyetleri Üzerine Bir Çalışma, U. Bee J. February 2013, 13 (1): 23-32. Kösoğlu M., Karacaoğlu M., Gençer V. 2000. Aydın İli Karpuzlu İlçesi Arıcılarının Sosyo-Ekonomik Nitelikleri ve Temel Sorunları, Türkiye III. Arıcılık Kongresi. Adana, (Poster). Ören, N., Alemdar, T., Parlakay, O., Yılmaz, H. I., Seçer, A., Güngör, C., Yağar, B., Gürer, B. B. 2010. Adana İlinde Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi. TEAE Yayın No: 178. Özbilgin, N., Alataş, İ., Balkan, C., Öztürk, A.İ., Karaca, Ü. 1998. Ege Bölgesi Arıcılık Faaliyetlerinin Teknik ve Ekonomik Başlıca Karakteristiklerinin Belirlenmesi. Menemen, İzmir Parlakay, O., Esengün, K. 2005. Tokat İli Merkez İlçede Arıcılık Faaliyetinin Ekonomik Analizi ve İşletmecilik Sorunları. GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (1), 21-30. Pirim, L., Çan, F.M., Sönmez, M.M. 2011. Bingöl Arıcılık Raporu, Sektörel Araştırmalar Serisi-4,Bingöl. http://www.fka.org.tr/SayfaDownlo ad/Bing%C3%B6l%20Ar%C4%B1 c%C4%B1l%C4%B1k%20Raporu. pdf. 16 Saner, G., Engindeniz, S., Çukur, F., Yücel, B. 2005. İzmir ve Muğla illerinde faaliyet gösteren arıcılık işletmelerinin teknik ve ekonomik yapısı ile sorunları üzerine bir araştırma, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü Yayın No:126, Ankara. Sıralı, R., Doğaroğlu, M. 2005. Trakya Bölgesi Arı Hastalıkları ve Zararlıları Üzerine Anket Sonuçları. Uludağ Arıcılık Dergisi, 5: 71-78. Şahinler, N., Gül, A. 2003. Hatay İlinde Arıcılığın Yapısal Analizi, Sorunları ve Çözüm Önerileri. Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 8(1-2): 105-118, 2003.Hatay. Tunca Rİ., Çimrin, T., 2012. Kırşehir İlinde Bal Aarısı Yetiştiricilik Aktiviteleri Üzerine Anket Çalışması. Iğdır Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 2(2):99-108. Uçak Koç, A., Karacaoğlu, M. 2015. Beekeeping Structure, Problems and Colony Losses in the Aegean Region of Turkey. International Scientific Symposium, Modern Animal Husbandry-Food Safety and Durable Development, İaşi, Romania. October 22 – 23, 2015. Uzundumlu, A.S., Aksoy, A., Işık, H.B. 2011. Arıcılık İşletmelerinde Mevcut Yapı ve Temel Sorunlar; Bingöl İli Örneği. Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Derg., 42 (1): 49-55. Yaşar, N., Güler, A., Yesiltas, H. B., Bulut, G., Gökçe, M. 2000. Karadeniz Bölgesi Arıcılığının Genel Yapısının Belirlenmesi. Arıcılık Araştırma İstasyonu Müdürlüğü, Ordu. 17 Tralleis Elektronik Dergisi http://dergi.adu.edu.tr/tralleis e-TRALLEIS 4 (2015) 18-25 ©ADÜ Bal Arılarında (Apis mellifera L.) Ana Arı Maiyet Feromonları Aytül Uçak Koç Adnan Menderes Üniversitesi, Koçarlı Meslek Yüksekokulu, Güney Kampüsü, 09100, Aydın ESER BİLGİSİ Derleme - Tarım Bilimleri Sorumlu Yazar: Aytül Uçak Koç, aucak@adu.edu.tr Yayına Kabul Tarihi: 20.08.2015 Özet: Bal arılarında ana arı, salgıladığı maiyet feromonları sayesinde etrafında bir grup işçi arının toplanmasını sağlar. Bu işçi arılar ana arıyı yalayarak, besleyerek, onu tımarlayarak ondaki feromonları kendi bünyelerine alırlar. Maiyet feromonları işçi arılardan diğer işçi arılara doğrudan temas ve besin alışverişi ile aktarılır. Maiyeti oluşturan işçi arılar belli aralıklarla sürekli değişir. Ana arının maiyet feromonları 9- oksodekanoik asit, 9hidroksi dekanoik asit, metil p-hidroksibenzoat, 4-hidroksi-3-metilloksfenietanol, metil oleat, koniferil alkol, palmitil alkol, linoleik asit olarak tanımlanmıştır. Maiyet feromonları genel olarak, işçi arıların ana arıyla ilgilenmesi, işçi arıların kovan içi ve kovan dışı aktivitelerinin yapılması (temizlik, petek yapımı, savunma, nektar ve polen toplama ve yavru yetiştirme vb), işçi arıların yumurtalık gelişiminin engellenmesi, yeni ana arıların koloniye kabulü gibi koloni yaşamının birçok durumunda etkilidir. Bu derlemede, bal arısında ana arının maiyet feromonları ile ilgili bilgilerin derlenerek sunulması amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: bal arısı, ana arı, maiyet feromonu, 9-ODA, 9-HDA Retinue Pheromones of Queen in Honeybees (Apis mellifera L.) Abstract: Queen honey bee allows to collect a group of workers her around by way of pheromones. This group constitutes queen retinue. Worker bees constituted retinue take queen’s pheromones into their own body by way of licking, feeding or grooming. From retinue worker bees to other workers transfer via food exchange. Retinue worker bees change consistently at regular intervals. Retinue pheromones of queen is defined as (E)-9-oxodec-2enoic-asid (R) and (S) 9-hydroxydec-2-enoic acid (9-HDA), methyl p-hydroxybenzoate (HOB), 4-hydroxy-3methoxy-phenylethanol (HVA), methyl oleate, coniferyl alcohol, palmityl alcohol and linoleic acid. Retinue pheromones generally is effective in many cases of colony life such as workers take care of queen bee, doing activities outside and inside of beehive (cleaning, honeycomb construction, defense, nectar and pollen collection and brooding, etc.) the prevention of worker bees ovarian development also the acceptance of the colony of new queen bees. In this review, it will be presented researches about the retinue pheromones from past to present. Key Words: honeybee, queen, retinue pheromone, 9-ODA, 9-HDA Giriş Feromonlar, sosyal böcekler arasında önemli iletişim yollarından biridir (Bortolotti ve Costa, 2014). Bireylerin dış salgı bezlerinden salgılanan feromonlar, aynı türün bireyleri tarafından algılanıp, davranışsal ve fizyolojik olarak değişim meydana getiren kimyasal bileşiklerdir. Bal arılarında feromonlar, çoğunlukla aynı koloninin bireylerini etkilese de farklı kolonilerin üyelerini (alarm feromonu) de etkileyen bazı mesajlar içerir (Free, 1987). Feromonlar, tüm bal arısı kastları arasında, 18 ana arı – işçi arı, işçi arı – işçi arı, işçi arı – erkek arı ve ergin arılarla yavrular arasında iletişim sağlar. Bal arısı topluluğunun kompozit yapısı, gelişim süreci boyunca koloni bireyleri arasında birçok koordineli aktivitede ayrıntılı bir iletişime ihtiyaç duyar. Bu karmaşık yapıdaki sosyal yaşamda kilit unsur olan feromonlar, bir yavrunun ergin olma garantisini sağlar. Ayrıca bu feromonlar değişen ve beklenmeyen çevresel şartların da üstesinden gelebilmesi için koloniye öncülük eder. Feromonlar kolonide gelişme, üreme, tarlacılık davranışı, savunma, yönelme gibi birçok aktivitede rol oynarken, koloni yaşamının hemen her aşamasında etkindir (Winston, 1987; Trhlin ve Rajchard, 2011). Ana Arı Maiyet Feromonları Ana arı, koloni fonksiyonlarını düzenleyen temel faktördür. Bu düzenleme, geniş bir şekilde farklı bezler tarafından üretilen ve karmaşık kimyasal bir karışım olan feromonlar yoluyla sağlanmaktadır (Breed, 1981; Moritz ve Crewe, 1988; Breed ve Stiller, 1992). İşçi arılara çekici gelen ana arı feromonları, ana arının etrafında bir topluluk oluşturur. Bu topluluğa ana arı maiyeti veya ana arı heyeti de denir. İşçi arılar, ana arının feromon harmanı sayesinde onun etrafında toplanırken (maiyet davranışı), ana arıya dokunarak ve yalayarak ana arının feromonlarını kendi bünyelerine alırlar. Kolonideki işçi arıların bir kısmı doğrudan ana arıya temas ederek ana arının feromonlarını kendi bünyelerine alırken bir kısmı da kendi aralarında duyarga teması ve besin alış verişi yoluyla ana arı feromonlarıyla buluşurlar ve böylece feromonlar tüm koloni bireylerine dağıtılır (Keeling ve Slessor, 2005). Ana arı maiyet feromonları ise en çok temas yoluyla geçmektedir. Araştırıcılar uçucu bileşenlerin bazılarının hızlıca balmumu tarafından emildiğini (Naumann ve ark., 1991), emilen bileşenlerin hava akımlarıyla yayılması sonucu özellikle acemi genç işçi arıların kovanlarını tanımasında bir işaret olabileceği görüşündeler (Breed ve ark., 1998). Bal arılarında da diğer hayvanlardaki gibi iki tip feromon vardır. Bunlardan biri “primer (öncül)” diğeri de “releaser (dağıtımcı)” feromonlardır. Öncül feromonlar hem gelişimsel hem de davranışsal değişikliklerin oluşmasında ve kimyasal mesajı kabul eden bireyde tetikleyici, karmaşık ve uzun dönemde etkilidir. Dağıtımcı feromonlar, daha zayıf bir etkiye sahip olup, oluşumu basit ve etkisi geçicidir. Böceklerin tümünde feromonlar, dağıtımcı tipte olup, cinsellik, bir arada toplanma, yayılma, alarm, iz sürme, tanıma gibi fonksiyonları vardır (Ali ve Morgan, 1990). Böcek feromonlarının çoğu, hava akımlarıyla taşınarak antenler tarafından algılanmaktadır. Bal arıları da bu dağıtıcı mekanizmayı alarm ve nasanov feromonunda kullanmaktadır. Benzer şekilde ana arı çiftleşme uçuşunda feromonlarını erkek arılara, oğul salkımında ise işçi arılar birbirlerine mesajı bu yolla iletmektedir (Winston, 1987). Öncül feromonlar ise, koloni öz dengesinin sürdürülmesinde, sosyal harmoninin evrimleşmesinde büyük bir olanak sağlar (Le Conte ve Hefetz, 2008). Tüm işçi arı feromonları dağıtımcı feromonlar olarak dikkate alınırken, ana arı ve yavru feromonları özellikle öncül feromonlar olarak tanımlanır. Ana arı bileşenleri, işçi arılarda çeşitli fizyolojik ve davranışsal değişikliklere yol açarak, ana arının üreme üstünlüğünün korunması ve sosyal hiyerarşinin kurulması sonucu koloninin öz dengesini sağlarlar. Bu bileşenler işçi arı uyumunun sürdürülmesi, ana arı yetiştirme davranışının baskılanması, işçi arıların yumurtalık gelişiminin engellenmesi ve işçi arı aktivitelerinin (temizlik, petek yapımı, savunma, nektar ve polen toplama ve yavru yetiştirme vb) uyarılmasında etkilidir. Ana arı yaşlandığında, hastalandığında (ana arı feromonu azalır) ya da öldüğünde (ana arı feromonu yok olur) işçi arılar 12-24 saat içinde genç larvalardan ana arı yetiştirmeye başlar. Ana arı maiyet feromonları, kolonide işçi 19 arıların ana arının etrafında toplanmasını onu beslemesi ve tımarlamasını sağlar. Çiftleşme uçuşları boyunca erkek arılar için cinsel çekiciliği, oğul vermeye hazırlanan arıların da bir arada toplanmasını sağlar. Kolonide hızlı bir populasyon artışı sonucu maiyet feromonları koloni bireylerine yeterince ulaştırılamaz (Naumann ve ark., 1993) ve işçi arılar ana arı yetiştirmeye başlar (Winston ve ark., 1991). Uçucu feromon mesajları koloni içinde hava sirkülasyonu ile sürdürülür. Ana arı maiyet feromonları sinerjik bir yapıya sahiptir. Bu nedenle mesajın tam olarak iletilebilmesi için maiyet feromonlarındaki tüm komponentlerin iletilmesi gerekebilir. Ancak tüm komponentler bir birim olarak algılandığında “ana arı burada ve fonksiyonel olarak uygun” mesajı iletmiş olur (Slessor ve ak., 2005). alkol ve linolenik asitin 9-ODA, 9-HDA, HVA ve HOB ile sinerjik etkiye sahip olduğu ve toplam dokuz bileşenin ana arı maiyet feromonlarını (ana arı maiyet feromonları=ana arı mandibular feromonları + metil oleat, koniferil alkol, palmitil alkol, linoleik asit) oluşturduğu bildirilmiştir (Keeling ve ark., 2003). Ayrıca, ana arı tarafından üretilen etil palmitat’ın larvalar tarafından da üretildiği ve bunun işçi arıların yumurtalık aktivitesini engelleyen aktif bir aracı olduğu belirtilmiştir (Mohammedi ve ark., 1998). Etil oleatın da ana arıda major bir ester olduğu (Keeling, 2001) ana arı maiyetine katılan işçi arıların gelişiminin düzenlenmesinde etkili olduğu (Mohammedi ve ark., 1996), aynı esteri “gezgin feromon” olarak tanımlayan Slessor ve ark. (2005) ana arının feromonal yeteneklerinde son derece önemli bir ester olduğunu da belirtmişlerdir. Etil oleat ortalama olarak tarlacı arılarda 45 ng, larvalarda 50 ng (Le Conte ve ark., 1989; Leoncini ve ark., 2004) ve ana arılarda yaklaşık olarak 6300 ng (Keeling, 2001) olarak ölçülmüştür. Etil oleat ve etil palmitatın işçi arıların larvaları tanımasında etkili olduğu (Le Conte ve ak., 1994), bu esterlerin polen toplama davranışını etkilediği belirtilmiştir (Pankiw ve Page, 2001). Ana Arı Maiyet Feromonlarının Tarihsel Gelişimi Ana arı feromonlarıyla ilgili çalışmalar 1960’lı yıllarda başlamıştır. O yıllarda yapılan çalışmalarda, 9 ODA’nın ana arının başlıca mandibular feromonu olduğu ve kolonideki fonksiyonel rolleri tanımlanmıştır (Barbier ve Lederer, 1960). Daha sonra, ana arının mandibular bezlerinden salgılanan 9-ODA’dan başka, 9-ODA’nın 2 enantiyomeri (R) ve (S)- 9hidroksidekanoik asit (9 HDA) ile metil phidroksi benzoat (HOB) ve 4- hidroksi -3metiloksfeniletanol (HVA) adlı dört bileşen belirlenmiş ve 9-ODA ile birlikte birbiriyle sinerjik etkiye sahip mandibular feromonlar olarak tanımlanmıştır (Slessor ve ark., 1988). Ana arı mandibular feromonlarının, koloni içinde ana arıdan işçi arılara ve işçi arılardan diğer işçi arılara anten, vücut teması ve beslenme vasıtasıyla aktarıldığı Naumann (1991) tarafından bildirilmiştir. Yapılan kimyasal analizlerde ana arıda var olan metil oleat (Wossler ve Crewe, 1999), palmitat, oleat, etil stereat, etil ve metil palmitoleatın metil oleat ile sinerjik olduğu ve ana arı maiyetinde 7 adet esterin etkili olduğu belirtilmiştir (Keeling, 2001). Daha sonra ise, metil oleat, koniferil alkol, palmitil Ana Arı Maiyet Feromonlarının Koloni Bireyleri Üzerine Etkileri Koloninin üreme ve işçi arı fizyolojisi kısmen ana arı maiyet feromonunun kontrolü altındadır (Pankiw ve ark., 1998). Fischer ve Grozinger (2008) bu feromonların besin depolama yollarını şekillendirdiğini, mandibular feromonla bulaşık işçi arıların aç kaldıklarında daha uzun süre hayatta kaldıkları ve vücut yağ düzeylerinin daha fazla olduğunu bildirmişlerdir. Ana arı maiyetini oluşturan işçi arıların sayısı değişmekle beraber ortalama 8-10 adettir. Yapılan bir gözlemde ana arı hareket halinde iken ana arıya eşlik eden ortalama 6 işçi arı, yumurtlarken 8 işçi arı ve dinlenirken 10 adet işçi arı tespit 20 ortalama 200 g (E) 9 -ODA, 80 g (E) 9 HDA, 20 g HOB ve 2 g HVA salgıladığı bildirilmiştir (Slessor ve ark., 1988; Pankiw ve ark., 1996). Yapılan bir çalışmada bir günlük yaştaki bakire Karniyol ırkı ana arılarda, 9-ODA miktarının oldukça düşük miktarda (13.334.10 g) olduğu, ana arı 3 günlük yaşa geldiğinde ortalama 304.1 g’a, 5 günlük yaştaki ana arılarda bu miktarın 67.2512.7 g, 8 günlük yaştaki ana arılarda ise 84.0011.50 g’a kadar yükseldiği bildirilmiştir. Yüksükten yeni çıkmış ana arılarda en düşük iken, 2 yaşında yoğun olarak yumurtlayan ana arılarda ise en yüksek düzeyde olduğu ana arının ilk 8 günlük yaşamı boyunca 9ODA’nın miktarının hızlıca 6.5 kata kadar arttığı, ana arının çiftleşme periyodu ve yumurtlamaya başladığı zaman 9-ODA’nın artış oranı yaklaşık olarak iki kat azaldığı belirtilmiştir (Apsegaite ve Skirkevicius, 1999). edilmiştir. Ana arı maiyetinin sayısı, ana arının yaşına ve yumurtlama düzeyine göre değişmektedir. Örneğin bir yaşında yumurtlayan bir ana arıya dokunan işçi arı sayısı yaklaşık olarak 8 iken yeni çiftleşen ana arıda 5, bakire ana arının etrafında ise 4 işçi, yaşlanmış ya da haploid yumurta oranı artan ana arının etrafında ise 6 işçi arının bulunduğu belirtilmiştir (Free, 1987). De Hazan ve ark.(1989), bakire ana arılara göre çiftleşmiş ve yumurtlayan ana arılara işçi arıların ilgisinin daha çok olduğunu ve belli yaştan sonra da bu ilginin azaldığını, 0-1 günlük yaştaki ana arıların maiyet grubunun olmadığını, 2-4 günlük yaştaki ana arılar ile orta sayıda işçi arının ilgilendiğini, 5 günlük yaştan 18 aylık yaşa kadar olan ana arıların maiyetindeki işçi arı sayısının diğer yaştaki ana arılara göre daha fazla olduğunu belirtmişlerdir. Richards ve ark., (2007) ise mandibular bez ekstratlarının bakire ve tohumlanmış ana arılarda maiyet davranışı üzerine etkisini araştırmışlar ve yapay tohumlanmış ana arıların mandibular bez ekstratlarının bakire ana arılara göre, çok sayıda erkek arıyla tohumlanan ana arıların 1 erkek arıyla tohumlanan ana arılara göre daha çekici olduğunu belirtmişlerdir. Araştırıcılar bu durumu ana arının çiftleşmesinin, kimyasal bileşenleri salgılaması açısından önemli olarak yorumlamışlardır. Engels ve ark. (1997) Karniyol ırkı ana arılarda çiftleşmeden hemen sonra 9 -ODA miktarını 180 g, 3 aylık yaştaki yoğun olarak yumurtlayan ana arıda 190 g olarak bildirmişlerdir. Slessor ve ark. (1990) ise, iki yaşında yumurtlayan ana arılarda 9 -ODA içeriğinin en fazla miktarda salgılandığını (26514 g) belirtmişlerdir. Apsegaite ve Skirkevicius (1999), bir günlük Kafkas ırkı ana arılarda 9- ODA miktarının 1-19 g, 8 günlük yaşta 5-45g, 21 günlük yaştakilerde (çiftleştikten sonra yumurtlamaya başladığında) 36-72 g ve 2 yaşındaki ana arılarda 58-179 g arasında değiştiğini bildirmişlerdir. Ana arı heyetinde yer alan işçi arılar kısa sürelerle değişmektedir. İşçi arıların yarısından fazlası ana arıyla 30 saniyeden daha az ilgilenirken, bazıları ana arıyla birlikte hareket ederek 41 dakikaya kadar birlikte olmaktadır. Ana arı maiyetini oluşturan işçi arıların yaşı, birkaç saatlikten 36 gün yaşa kadar değişmektedir. Ana arı maiyet arılarının sayısı yumurtlamanın azaldığı ya da neredeyse hiç olmadığı kış aylarında ana arıyla ilgilenen işçi arı sayısı da azalmaktadır. Apsegaite ve Skirkevicius, (1999), 9 -ODA miktarının ırklar arasında (A. m. caucasica, A.m. mellifera, ve A. m. carpatica) oldukça yüksek varyasyon gösterdiğini bildirmiş ve 2 yaşında ana arılarda 9 -ODA miktarını Kafkas ırkında 118.2737.38 g, Esmer’de 142.86 20.28 g, Karpat arısında ise 132.8011.36 g olarak belirlemişlerdir. Aynı araştırıcılar, bu değerin Kafkas x Esmer melezinde 163.1433.39 g, Kafkas Ana Arı Feromon Miktarları Ana arının feromon miktarının ana arının fizyolojik durumuna göre değiştiği, çiftleşmiş ve yumurtlayan bir ana arının 21 x Karniyol melezinde 143.6725.76 g, İtalyan x Kafkas melezinde 144.6724.94 g, Kafkas x Karpat melezinde ise 152.6214.16 g olduğunu, ancak aralarındaki farklılıkların istatistiki olarak önemli olmadığını belirtmişlerdir. günlük yaşta olanlar tarafından 4-5 günlük yaştaki larvalara göre daha fazla salgılandığı, bu uçucu bileşiğin ergin işçi arıların yumurtalık gelişimini engellediği bildirilmiştir. Doğal çiftleşmiş ve yapay tohumlanmış ana arılar feromonlar bakımından kıyaslandığında yapay tohumlanmış ana arıların mandibular feromon gelişiminin doğal çiftleşmiş ana arılara göre daha geç olduğunu, bu durumun da ana arıların anasız kolonilere kabulünü olumsuz etkilediği bildirilmiştir (Cobey, 2007). Tergal bez salgısının üretilmeye başlaması yapay tohumlanmış ana arılarda çiftleşme uçuşunun eksikliğinden dolayı geciktiği ve ana arının çıkış sonrası 40 güne kadar gecikme eğilimi gösterdiği bildirilmiştir (Smith ve ark., 1993). Strauss ve ark. (2008), 16-26 günlük yaştaki çiftleşmemiş ana arılarda (1. Grup), yine çiftleşmemiş 7 ve 8 günlük yaşta iki gün 5 dakikalık CO2 muamelesi gören ana arılar, erkek arı yumurtası yumurtlamaya başladıktan sonraki 7. günde (2. Grup), doğal çiftleşmiş, yumurtlamaya başladıktan sonraki 7. gündeki ana arılarda (3. Grup), 9-ODA, 9-HDA, HOB, HVA, 10-HDAA ve 10-HDA miktarlarını belirlemişlerdir. Araştırıcılar, toplam 6 bileşeni 1. grupta 124.584.0 g, 2. grupta 139.288.4 g, 3. grupta ise 160.075.2 g olarak belirlemişlerdir. Sonuç Feromonların sosyo-kimyasal olması, meydana geldiği kimyasal bileşenlerin karmaşık yapısı, bağlamsal ilişkisi ve ayrıca sinerjik olmaları tanımlanmasını ve fonksiyonlarının net olarak ortaya konmasını zorlaştırmaktadır. Bal arısı kolonisinin verimliliği ana arıya bağlıyken ana arının verimliliği de işçi arılara bağlıdır. Ana arı işçi arı arasındaki iletişimi sağlayan feromonlardır. Ana arı maiyetinde işçi arıların ana arı ile ilgilenmesi ana arının maiyet feromonlarını tam olarak salgılamasıyla yakından ilişkilidir. Ana arının yetişme ve gelişme dönemindeki bakım ve besleme koşulları, yeterli erkek arıyla çiftleşmesi gibi faktörler ana arının maiyet feromon salgısını etkilemekte, ana arının egemenlik kurma ve yönetme gücü feromonların yeterli miktarda salgılanmasıyla oluşmaktadır. Ana arı maiyet feromonlarının yanı sıra, Gilley ve ark., (2006) kapalı bir erlenmayer içinde gezinen ana arıda E-ßocimene ve feniletanol gibi bazı uçucu bileşenler belirlemişlerdir. Aynı araştırıcılar, bu iki uçucu bileşenin ana arı tarafından salınım miktarının, ana arının çiftleşme ve yumurtlama durumuna, koloni şartlarına ve mevsime göre değiştiğini bildirmişlerdir. Araştırıcılar bakire ana arı, yeni çiftleşmiş ve bir süredir güçlü bir kolonide yumurtlayan ana arıların E-ßocimene miktarını ve bu bileşenin uzun süredir bir kovanda yumurtlayan ana arılarda daha fazla üretildiğini, henüz yeni çiftleşmiş ana arılarda düşük miktarda olduğunu ve bakire ana arı ve işçi arılarda ise salgılanmadığını bildirmişlerdir. Maisonnasse ve ark. (2009) tarafından uçucu primer bir feromon olarak da kabul edilen E-ß-ocimene’in işçi arı larvaları tarafından da salgılandığı, özellikle ilk 3 22 Comparative Biochemistry and Physiology, 93A: 777–83. Engels, W., Rosenkranz, P., Adler, A., Taghizadeh, T., Lübke, G. and Francke, W. 1997. Mandibular gland volatiles and their ontogenetic patterns in queen honey bees, Apis mellifera carnica. Journal of Insect Physiology, 43(4): 307–13. Fischer, P., Grozinger, C.M. 2008. Pheromonal regulation of starvation resistance in honey bee workers (Apis mellifera). Naturwissenschaften, 95:723-729. Free, J.B. 1987. Pheromones of Social Bees. Chapman and Hall Lmt. 11 New Fetter Lane, London EC4P4EE, Printed Great Britain at the University Press, pp. 218 Cambridge. Gilley, D.C., DeGrandi-Hoffman,G., Hooper, J. H. 2006. Volatile compounds emitted by live European honey bee (Apis mellifera L.) queens. Journal of Insect Physiology, 52, 520–527. Keeling C.I., 2001. Isolation and identification of new components of the honey bee (Apis mellifera) queen retinue pheromone. PHD Dissertation, Simon Fraser University, Vancouver. Keeling C.I., Slessor K.N., Higo H.A., Winston M.L. 2003. New components of the honey bee (Apis mellifera L.) queens retinue pheromone. Proceedings of the National Academy of Sciences, (USA) 100, 4486–4491. Keeling C.I., Slessor K.N. 2005. A scientific note on the aliphatic esters in queen honey bees. Apidologie, 36:559-560. Le Conte, Y., Arnold, G., Trouiller, J., Mason, C., Chappe, B., Ourisson, G.1989. Attraction of the parasitic mite Varroa to the drone larvae of honey bees by simple aliphatic esters. Science, 245:638-639. Le Conte, Y., Sreng, L., Sacher, N., Trouiller, J., Dusticier, G., Poitout, Kaynaklar Ali, M.F., Morgan, E.D.1990. Chemical communication in insect communities: A guide to insect pheromones with special emphasis on social insects. Biological reviews of the Cambridge Philosophical Society, 65(3): 227–47. Apsegaite, V., Skirkevicius, A. 1999. Content of (E) -9-Oxo-2 decenoic acid in pheromones of honeybees (Apis mellifera L.) queens. Pheromones, 6:27-32. Barbier, J., Lederer, E. 1960. Structure chimique de la substance royale de la reined’abeille (Apis mellifera L.). Comptes Rendus de I Académie des Sciences - Series III - Sciences de la Vie, 251: 1131–35. Bortolotti, L., Costa, C. 2014. Chemical Communication in the Honeybee Society, in: Neurobiology of chemical communication. Mucignat, C. & Caretta Ed. Taylor & Francis Group, Boca Raton, FL. pp.143–206. Breed, M.D. 1981. Individual recognition and learning of queen odors by worker honeybees. Proceedings of the National Academy of Sciences, 78, 2635–2637. Breed, M.D., Stiller, T.M. 1992. Honey bee, Apis mellifera, nest mate discrimination: hydrocarbon effects and the evolutionary implications of comb choice. Anim. Behav., 43, 875–883. Breed, M.D., Leger, E.A., Pearce, A.N., Wang, Y.J. 1998. Comb effects on the ontogeny of honey bee nestmate recognition. Animal Behaviour, 55: 13–20. Cobey, S. 2007. Comparison studies of instrumentally inseminated and naturally mated honey bee queens and factors affecting their performance. Apidologie, 38:390– 410, DOI: 0.1051/apido:2007029. De Hazan, M., Lensky, Y. and Cassier, P. 1989. Effect of queen honey bee (Apis mellifera) ageing on her attractiveness to workers., 23 S.H. 1994. Chemical recognition of queen cells by honey bee workers Apis mellifera (Hymenoptera: Apidae). Chemoecology, 5/6:6-12. Le Conte, Y., Hefetz, A. 2008. Primer pheromones in social Hymenoptera. Annual Review of Entomology, 53: 523–42. Leoncini, I., Le Conte, Y., Costagliola, G., Plettner, E., Toth, A.L., Wang, M., Huang, Z., Becard, J., Crauser, D., Slessor, K.N., Robinson, G.E. 2004. Regulation of behavioral maturation by a primer pheromone produced by adult worker honey bee. Proceedings of the National Academy of Sciences, USA 101:17559-17564. Maisonnasse, A., Lenoir, J.C., Costagliola, G., Beslay, D., Choteau, F., Crauser, D., Becard, J.M., Plettner, E., Le Conte, Y. 2009. A scientific note on E-ß-ocimene, a new volatile primer pheromone that inhibits worker ovary development in honey bees. Apidologie, 40: 562564. Mohammedi, A., Paris, A., Crauser, D., Le Conte, Y. 1998. Effect of aliphatic esters on ovary development of queenlessbees (Apis mellifera L.) Natureissenschaften, 85:455-458. Moritz R.F.A., Crewe R.M. 1988. Chemical signals of queens in kin recognition of honeybees (Apis mellifera L.). Journal of Comparative Physiology, A 164, 83–89. Naumann, K., Winston, M.L., Slessor, K.N., Prestwich, G.D. and Webster, F.X. 1991. The production and transfer of honey bee (Apis mellifera L) queen mandibular gland pheromone. Behavioral Ecology and Sociobiology, 29: 321–32. Naumann, K., Winston, M.L. and Slessor, K.N. 1993. Movement of honey bee (Apis mellifera L.) queen mandibular gland pheromone in populous and unpopulous colonies. Journal of Insect Behavior, 6: 211– 23. Pain, J., Roger, B., Theurkauff, J. 1972. Sur l’existence d’un cycle annuel de la production de pheromone (acide ceto- 9-decene-2oique chez les reines d’abeilles (Apis mellifica ligustica Spinola). Comptes Rendus des Seances de la L’Academie de Science, Paris, 275, 2399-2402. Pankiw, T., Winston, M.L.., Plettner, E., Slessor, K.N., pettis, J.S., Taylor, O.R., Jr. 1996. Mandibular gland components of European and Africanised honey bee queens (Apis mellifera L.). Journal of Chemical Ecology, 22:605-615. Pankiw, T., Huang, Z., Winston, M.L. and Robinson, G.E. 1998. Queen mandibular gland pheromone influences worker honey bee (Apis mellifera L.) foraging ontogeny and juvenile hormone titers. Journal of Insect Physiology, 44(7–8): 685– 92. Pankiw, T., Page, R.E. 2001. Brood pheromone modulates honey bee (Apis mellifera L.) sucrose response thresholds. Behavioral Ecology and Sociobiology, 49:206213. Richard, F.-J., Tarpy, D.R., Grozinger, C.M. 2007. Effects of insemination quantity on honey bee queen physiology. PLOS ONE, 2(10): e980. Slessor K.N., Kaminski L.A., King G.G.S., Borden J.S., Winston M.L.1988. Semiochemical basis for retinue response to queen honey bees, Nature 332, 354–356. Slessor, K.N., Kaminski, L.A., King, G.G.S. and Winston, M.L. 1990. Semiochemicals of the honey bee queen mandibular glands. Journal of Chemical Ecology,16: 851–60. Slessor K.N., Winston M.L., Le Conte, Y. 2005. Pheromone communication in the honeybee (Apis mellifera L.). Journal of Chemical Ecology, 31(11): 2731-2745. 24 Smith R.K., Spivak M., Taylor O.R., Bennett C., Smith M.L. 1993. Maturation of tergal gland alkenes profiles in European honey bee queens, Apis mellifera L., Journal of Chemical Ecology. 19, 133–142. Strauss, K., Scharpenberg, H., Crewe, R.M., Glahn, F., Foth, H. and Moritz, R.F.A. 2008. The role of the queen mandibular gland pheromone in honey bees (Apis mellifera): Honest signal or suppressive agent? Behavioral Ecology and Sociobiology, 62: 1523–31. Trhlin, M., Rajchard, J. 2011. Chemical communication in the honey bee (Apis mellifera L.): A review. Vet Med-Czech, 56(6): 265–73. Winston, M.L. 1987. The Biology of the Honey Bee. Cambridge, MA: Harvard University Press. Winston, M.L., Higo, H.A., Colley, S.J., Pankiw, T., Slessor, K.N. 1991. The role of queen mandibular pheromone and colony congestion in honey bee (Apis mellifera L.) reproductive swarming (Hymenopthera: Apidae). Journal of Insect Behaviour, 4:649-660. Wossler, T.C., Crewe, R.M. 1999. Mass spectral identification of the tergal gland secretions of female castes of two African honey bee races (Apis mellifera) Journal of Apicultural Research, 38:137-148. 25 Tralleis Elektronik Dergisi http://dergi.adu.edu.tr/tralleis e-TRALLEIS 4 (2015) 26-37 ©ADÜ Organik Tarım ve Ege Bölgesinde Faaliyet Gösteren Ticari Firmaların Potansiyeli İlkay YAVAŞ1*, Hüseyin Nail AKGÜL2 Adnan Menderes Üniversitesi, Koçarlı MYO, Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü, 09100 Aydın, 2 Adnan Menderes Üniversitesi, Koçarlı MYO, Makine ve Metal Teknolojileri Bölümü, 09100 Aydın 1 ESER BİLGİSİ Derleme – Tarım Bilimleri Sorumlu yazar: İlkay YAVAŞ, iyavas@adu.edu.tr Yayına Kabul Tarihi: 12.10.2015 Özet: Hızlı nüfus artışı gıda ihtiyacını artırmaktadır. Bu da, daha fazla gübre ve kimyasal kullanımına yol açmaktadır. Yoğun girdi kullanımından dolayı, çevre, insan ve hayvan sağlığına olumsuz etkiler gözlenmektedir. Bu olumsuz etkiler ilk olarak Avrupa ülkeleri tarafından fark edilmiş ve ekolojik dengeye zarar vermeyen “Organik Tarım Sistemi” ortaya konmuştur. Günümüzde organik tarım uygulamaları neredeyse dünyadaki tüm ülkelerde yapılmaktadır. Avrupa ülkeleri organik tarım öncülerindendir. Türkiye'de ise organik tarım uygulamaları son yıllarda hızlı bir artış göstermiştir. Bu çalışmada Dünya’da, Avrupa’da ve Türkiye’de organik tarım potansiyeli incelenmiştir. Ayrıca Ege bölgesinde organik tarımda üretim yapan firmaların sayısı ve yetiştirdikleri ürün çeşidi belirlenmiştir. Buna göre Ege bölgesindeki firmalardan 107’si zeytin, 35’i incir, 25’i üzüm, 11’i kestane ve ceviz, 8’i meyve-sebze ve nar, 7‘si badem, 6’sı çam fıstığı, 4’ü pamuk, mısır, narenciye ve kiraz üretimi yapmaktadırlar. Anahtar kelimeler: Dünya, Türkiye, Ege bölgesi, Ekolojik denge, Organik tarım. Potential of Operating Companies in Aegean Region and Organic Farming Abstract: Rapid population growth has revealed the need for food. This has led to use more fertilizers and chemicals. Because of the intensive input use, it also emerged to adverse effects on environment, human and animal health. These negative effects were first noticed by European countries, and reveal the “Organic Agriculture System” which is not harmful to the ecological balance. Today, organic farming practices are carried out in almost all countries in the world. The European countries are one of the pioneers of organic farming. In Turkey, organic farming practices have shown a rapid increase in recent years. This study has examined the potential of organic agriculture in the World, Europe and in Turkey. It also determined the number and variety of products grown in organic farming in the Aegean region manufacturing companies. According to the company in the Aegean region 107 of olive, 35 of fig, 25 of grapes, 11 of chestnut and walnut, 8 of pomegranate, 7 of almonds, 6 of pine nuts, 4 of cotton, corn, citrus and cherry production are making. Keywords: World, Turkey, Aegean region, Ecological balance, Organic agriculture. Giriş Organik tarım sistemi, münavebe uygulamaları, hayvan gübresi, baklagiller, yeşil gübre kullanarak, zararlılarla organik mücadelede bulunmayı, uygun toprak işleme yöntemlerini kullanarak toprak verimliliğini, çevreyi, insan, bitki ve hayvan sağlığını korumayı amaçlamaktadır (Yolcu ve ark., 2008; Demiryürek, 2011). Bunun yaparken sentetik gübre, tarım ilaçları, bitki büyüme düzenleyicileri ve yem katkı maddelerini kullanmayı 26 yasaklamakta ya da büyük ölçüde sınırlandırmaktadır (Demiryürek, 2011). Organik tarım çalışmaları, 1950 sonrası ABD’nin Marshall yardımı ile birlikte yerini modern tarım sistemine bırakmış, yoğun kimyasal ilaç ve gübre kullanımı ile makineleşme dönemi başlamıştır. Tarımsal destekleme programları ile birlikte modern tarımın önemi artmıştır. Fakat 1979 sonrası DDT gurubu pestisitlere yasak getirilmesi ile birlikte organik tarım tekrar önem kazanmıştır (Anonim, 2015a). Organik tarım ilk kez Avrupa ve ABD’de başlamış ve daha sonra diğer ülkelere yayılmıştır. Günümüzde ise organik tarım uygulamaları hemen hemen dünyadaki tüm ülkelerde yapılmakta ve organik üretim alanları giderek artmaktadır. 1999-2013 yılları arası dünya organik tarım alanları hızlı bir şekilde artış göstermiştir. 1999 yılında 11.0 milyon hektar olan ekim alanı, 2013 yılına gelindiğinde 43.1 milyon hektara ulaşmıştır. Geçen 14 yıllık süreçte, organik tarım alanları yaklaşık 4 kat artış göstermiştir (Şekil 1). Dünya’da Organik Tarım Dünyada organik tarım uygulamaları ilk olarak bitkisel ürünler ile başlamış daha sonra organik et ve süt ürünlerine olan talebin artması ile birlikte organik hayvansal üretim uygulamaları da yaygınlaşmıştır (Yolcu ve ark., 2008). Şekil 1. Dünya organik tarım alan gelişimi (1999-2013) (Anonim, 2015b) Dünyadaki organik tarım alanlarının 17.3 milyon hektarı Okyanusya, 6.6 milyon hektarı Latin Amerika, 3.4 milyon hektarı Asya, 3.0 milyon hektarı Kuzey Amerika, 11.5 milyon hektarı Avrupa ve 1.2 milyon hektarı Afrika’da bulunmaktadır (Şekil 2). 27 20 17.3 18 16 Milyon hektar 14 11.5 12 10 8 6.6 6 2 3.0 3.4 4 1.2 0 Afrika Asya Avrupa Latin Amerika Kuzey Amerika Okyanusya Şekil 2. 2013 yılı kıtalara göre organik tarım alanı (milyon hektar) (Anonim, 2015b) Şekil 3’te görüldüğü üzere 2013 yılı dünya organik tarım alanlarının %66’sını otlaklar, %19’unun işlenebilir ürünler, %8’ini daimi ürünler, %6’sını tarımsal alan ve ürünler ile %1’ini diğer tarımsal alanlar oluşturmaktadır (Anonim, 2015b). Şekil 4. Organik üretici sayısı (2013) (Anonim, 2015b) Çizelge 1 incelendiğinde 2013 yılı en geniş organik üretim alanına sahip ülkelerin sırasıyla Avustralya, Finlandiya, Zambiya ve Hindistan olduğu gözlenmektedir (Anonim, 2015b). Şekil 3. Organik tarım alan kullanımı (2013) (Anonim, 2015b) Şekil 4’te gösterilen 2013 yılı verilerine göre dünya organik üreticilerinin %36’sı Asya, %29’u Afrika, %17’si Avrupa, %16’sı Latin Amerika ve %1’i Kuzey Amerika ve Okyanusya’da bulunmaktadır (Anonim, 2015b). 28 Çizelge 1. En geniş organik üretim alanına sahip ülkeler (2013) (Anonim, 2015b) Ülkeler Avustralya Üretim alanı (milyon hektar) 17.2 Finlandiya 9.2 Zambiya 6.1 Hindistan 5.7 Arjantin 3.7 Çin 3.5 Namibya 2.4 Amerika 2.2 Brezilya 1.9 İspanya 1.7 Türkiye 1.4 İtalya 1.4 Romanya 1.4 Avrupa’da Organik Tarım Organik gıda üretiminde Avrupa ülkeleri önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle Avrupa organik tarım öncüleri arasında yer almaktadır. İstekli tüketici kitlesi, organik üretim ve etiketlemede yasal koruma ve düzenlemelerin olması, tarımsal destek politikaları, örneğin organik üretim için dönüşüm ve bakım ödemeleri organik tarım sektörünün gelişimine olumlu yönde katkıda bulunmuştur. Avrupa Birliği’nin de desteği ile organik tarım hızlı bir şekilde gelişim göstermiştir. Avrupa birliğinde 2013 yılı verilerine göre 10.2 milyon hektar alan organik olup, tarım alanlarının %5.7’sini oluşturmaktadır. Son 10 yılda Avrupa ve Avrupa Birliği’nde organik tarım alanlarındaki büyüme Avrupa Birliği’ne yeni üyelerin girişi ile birlikte 2004 yılındakine oranla neredeyse 2 katına çıkmıştır (Anonim, 2015b). 1985 yılı Avrupa’da organik tarım alan miktarı 0.1 milyon hektar iken, 2004 yılından sonra Avrupa Birliği’ne 10 yeni üyenin katılımı ile organik tarımsal alan artmış, 2004 yılında 6.4 milyon hektar olan ekim alanı 2013 yılında 11.5 milyon hektara ulaşmıştır (Şekil 5) (Anonim, 2015b). Şekil 5. 1985-2013 yılları arası organik tarım alanlarının durumu (Anonim, 29 2015b). 2013 yılı tarım alanlarının 43 milyon hektarı organik olup, dünya organik tarım alanlarının %27’sini Avrupa oluşturmaktadır. 2013 yılı Avrupa’da organik tarımsal alan 180.000 hektara (%3’e) kadar artış göstermiştir. En fazla organik alan açısından büyüme İtalya (150.000 hektar), Ukrayna (120.000 hektar) ve Portekiz (71.000 hektar) de gözlenmiştir. En yüksek nisbi artış Bulgaristan ve Ukrayna da ve her ikisi için %44 oranında olmuştur (Şekil 7) (Anonim, 2015b). Avrupa’da en geniş organik tarım alanına sahip ülkeler 2013 yılı verilerine göre sırasıyla İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya’dır (Şekil 6) (Anonim, 2015b). Şekil 6. Avrupa’da organik tarım alanlarının dağılımı (2013) (Anonim, 2015b) Şekil 7. Organik tarımsal alanda en iyi gelişim gösteren 10 ülke (2013) (Anonim, 2015b). 2013 yılı verilerine göre Avrupa’da 4.6 milyon hektar alan (Avrupa Birliği’nde 3.9 milyon hektar) işlenebilir ürün (tarım alanlarının %40’ı) olarak kullanılırken, 4.8 milyon hektar ya da tarım alanlarının %42’si daimi otlak olarak kullanılmıştır. Yaklaşık 1.3 milyon hektar veya tarım arazilerinin %11’i daimi ürünler için ayrılmıştır. Ekilebilir alanların büyük bir kısmını ise tahıllar ve yem bitkileri oluşturmuştur. Daimi ürünler içerisinde ise zeytin, üzüm ve fındık yer almıştır. 2013 yılında işlenebilir alan ve daimi otlaklarda önemli azalmalar gözlenmiştir. En yüksek artış daimi ürünlerde olmuş, 2004 yılının yaklaşık 3 katına çıkmıştır. En büyük daimi otlak alanları İspanya’dadır ve bunu Almanya ve İngiltere takip etmiştir. En geniş ekili arazi alanına sahip ülkeler ise İtalya (0.8 milyon hektar), İspanya (0.7 milyon hektar) ve Fransa (0.6 milyon hektar) olmuştur. Tarımsal alanlar dışında, 30 Avrupa’da 13 milyon hektar doğadan toplanan alan söz konusudur. Toplama alanlarının çoğu Finlandiya’da yer almış bunu Güney Doğu Avrupa ülkeleri takip etmiştir. (Demiryürek 2011; Anonim, 2015c). Daha sonra bu ürünlere kuru kayısı, fındık ve antep fıstığı gibi ürünlerde eklenerek farklı bölgelere yayılmıştır (Kodaş ve Er, 2012). 1990’da organik tarımla üretilen ürün sayısı 8 iken, yurtdışından gelen taleplere bağlı olarak ürün çeşitliliği ve üretim miktarları artmıştır (Anonim, 2015c). Avrupa’da 2013 yılı verilerine göre 330.000 den fazla organik üretici bulunmaktadır. Türkiye (65.042) en fazla üretici sayısı ile ilk sırada yer almaktadır. Bunu sırasıyla, İtalya (45.969) ve İspanya (30.462) izlemektedir. (Anonim, 2015b). 2008-2010 yılları arasında organik üretim alanı 3.5 kat artış göstermiştir (Demiryürek, 2011). 2014 yılında ise ürün çeşidi 208, organik üretici sayısı 71.472, organik üretim alanı 875.835 hektar ve üretim 1.6 milyon tona ulaşmıştır (Çizelge 2). Türkiye’de organik tarım son yıllarda hızla gelişmiştir. Bu gelişme, üretici sayısı ve üretim alanlarındaki artışlardan kaynaklanmıştır. Türkiye’de Organik Tarım Organik tarım ile ilgili çalışmalar ilk olarak 1980’li yılların ortalarında Ege Bölgesi’nde, Avrupa’lı organik tarım şirketlerinin temsilcilerinden gelen talepler doğrultusunda, kuru üzüm ve kuru incir üretiminin tanıtılması ile başlamıştır Çizelge 2. Türkiye’deki organik ürün ve üretici sayısı, alan ve üretim miktarı (Anonim, 2015d) Yıllar Ürün sayısı Üretici sayısı 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 150 179 174 205 203 201 247 212 216 225 204 213 208 12.428 14.798 12.751 14.401 14.256 16.276 14.926 35.565 42.097 42.460 54.635 60.797 71.472 Alan (hektar) (doğal toplama alanları dahil) 89.827 113. 621 209.573 203.811 192.789 174.283 166.883 501.641 510.033 614.618 702.909 769.014 875.835 Türkiye’de organik tarım faaliyetlerinin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi amacıyla 1992 yılında “Ekolojik Tarım Organizasyon Derneği (ETO) kurulmuştur. 2002 yılında “Organik Tarımın Esasları ve Uygulamasına İlişkin Yönetmelik”, 2004 yılında ise “Organik Tarım Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile organik tarımdaki gelişmeler hızlanmıştır (Kodaş ve Er, 2012). Üretim (ton) 310.125 323.981 377.616 421.934 458.095 568.128 530.224 983.715 1.343.737 1.659.543 1.750127 1.620.466 1.642.236 2010 yılı verilerine göre organik olarak yetiştirilen tarla bitkilerinde (geçiş süreci dahil) 648.719 ton üretim miktarı ile en büyük payı yem bitkileri almaktadır. Bunun 347.000 tonunda yonca ve 147.000 tonunda da çayır mera üretimi yer almaktadır. Organik tahıllar ise 322.437 ton olup, bunun 243.000 tonu organik buğday ve 40.000 tonu organik mısır üretimidir. Organik endüstri bitkileri üretimi ise 58.631 ton olup, en fazla 31 organik pamuk (51.600 ton) yetiştirilmektedir. Yemeklik tane baklagil bitkileri üretimi ise 17.180 ton olup en fazla organik mercimek (9.800 ton) ve organik nohut (6.800 ton) üretilmektedir (Kodaş ve Er, 2012). Bölgesi izlemektedir. İller bazında organik tarım üretimlerinde 2014 yılı itibariyle Van (195.396,97 ton) birinci sırada yer almaktadır. Bu ili Erzurum (132.317,77 ton), Kars (89.898,26 ton), Muş (89.712,61 ton), Aydın (80.300,16 ton) ve İzmir (50.282,61 ton) izlemektedir. 2014 yılı en geniş üretim alanına sahip 5 ilde yetiştirilen ürün ve üretim miktarları Çizelge 3’te verilmiştir. Organik olarak üretimi en fazla yapılan ürünlerin yonca, buğday, korunga, fiğ, zeytin, incir ve elma olduğu gözlenmiştir. Organik tarım yapılan alanlar bölgeler bazında incelendiğinde ise, Doğu Anadolu Bölgesi organik tarım yapılan alanlar içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Bu bölgeyi Ege, Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz, Akdeniz ve Marmara Çizelge 3. En geniş organik üretim alanına sahip iller, yetiştirilen ürün ve üretim miktarları (Anonim, 2015d) İller Van Erzurum Kars Ağrı Aydın Yetiştirilen ürünler Yonca Buğday Korunga Yonca Korunga Buğday Fiğ Buğday Korunga Yonca Buğday Korunga Zeytin İncir Elma Türkiye’de çay olarak tüketilen Allium, Origanum, Mentha ve Thymus cinslerini de içeren 500’ün üzerinde tıbbi ve aromatik bitki bulunmaktadır. Diğer türler gıda, boyama ve süsleme için kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları da zehirli bileşikler içermektedir. Bu bitkiler çoğunlukla İzmir, İstanbul, Antalya ve Giresun’dan temin edilmektedir (Koyuncu, 2015). Türkiye’de organik keçiboynuzu, kekik, adaçayı, kimyon ve rezene üretimi de önem arz Üretim Miktarı (ton) 104.017,36 53.667,11 25.732,38 47.564,65 24.108,07 23.115,00 28.188,26 26.013,22 17.362,73 22.764,28 21.633,93 11.905,40 39.419,31 22.645,97 8.009,46 parazit düşürücü olarak kullanılabilmektedir (Bahtiyarca Bağdat ve Karık, 2006). Ege Bölgesinde Organik Tarım Ege bölgesinde organik tarımla uğraşan çiftçi sayısı 7.159, toplam alan 186.219,16 ha, üretim miktarı 190.040,84 tondur. Toplam alanın; 148.389 ha doğal toplama alanı, 37.601,22 ha üretim alanı, 228,95 ha nadas alanından oluşmaktadır (Çizelge 4). Ege bölgesinde illerdeki organik tarımla geçinen çiftçi sayısı ve üretim miktarlarına göre sıralaması Aydın, İzmir, Manisa, Afyonkarahisar, Muğla, Denizli, Kütahya ve Uşak tır. etmektedir (Tınmaz, 2012). Organik tarımda tıbbi ve aromatik bitkilerin uçucu yağ ve ekstraktlarından yararlanılmaktadır. Yabancı otlarla mücadelede ve yem rasyonlarında antibiyotik, mikrobiyal ve 32 Çizelge 4. Ege bölgesindeki organik tarım verileri (Anonim, 2015d) İller Çiftçi sayısı Aydın 4.231,00 İzmir 1.161,00 Manisa 1.178,00 Afyonkarahisar 248,00 Muğla 141,00 Denizli 119,00 Kütahya 34,00 Uşak 47,00 Toplam 7.159,00 Üretim alanı (ha) Doğal Nadas toplama alanı (ha) alanı (ha) 20.953,45 700,00 41,20 6.821,74 137.150,00 34,04 6.894,30 300,00 103,60 1.058,98 29,36 1.104,16 9.589,00 15,28 550,93 72,16 650,00 2,69 145,50 2,78 37.601,22 148.389,00 228,95 Ege bölgesi illerinden Aydın; çiftçi sayısı (%59.10), üretim alanı (%55.73) ve üretim miktarlarında (%42.25), İzmir; doğal toplama alanı (%92.43) ve toplam alanda Toplam alan (ha) Üretim miktarı (ton) 21.694,65 80.300,16 144.005,77 50.282,61 7.297,90 45.020,68 1.088,34 7.777,99 10.708,44 2.799,95 550,93 2.665,04 724,85 991,56 148,28 202,85 186.219,16 190.040,84 (%77.33), Manisa; nadas alanında (%45.25) ilk sırada yer almaktadır (Çizelge 5). Çizelge 5. Ege bölgesindeki organik tarım verilerinin yüzdeleri (Anonim, 2015d) İller Aydın İzmir Manisa Afyonkarahisar Muğla Denizli Kütahya Uşak Toplam Çiftçi sayısı (%) Üretim alanı (%) 59.10 16.22 16.45 3.46 1.97 1.66 0.47 0.66 100 55.73 18.14 18.34 2.82 2.94 1.47 0.19 0.39 100 Doğal toplama alanı (%) 0.47 92.43 0.20 6.46 0.44 100 Ege bölgesindeki iller bazında organik ürün olarak en fazla Aydın ilinde zeytin (%49.09). İzmir’de incir (%57.70). Manisa’da üzüm (%29.88). Nadas alanı (%) 18.00 14.87 45.25 12.82 6.67 1.17 1.21 100 Toplam alan (%) 11.65 77.33 3.92 0.58 5.75 0.30 0.39 0.08 100 Üretim miktarı (%) 42.25 26.46 23.69 4.09 1.47 1.40 0.52 0.11 100 Afyonkarahisar’da buğday (%18.13). Muğla’da zeytin (%56.00). Denizli’de pamuk (%72.80). Kütahya’da yabani erik (%30.26). Uşak’ta tütün (%30.17) yetiştirilmektedir (Çizelge 6). 33 Çizelge 6. Ege bölgesindeki illerinde üretilen ilk beş organik ürün ve üretim miktarları (Anonim. 2015d) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Ürün adı Üretim miktarı (ton) Aydın Zeytin İncir Elma 39.419.31 22.645.97 8.009.46 İzmir İncir Zeytin Yabani 29.013.85 4.602.33 4.001.00 Manisa Üzüm Zeytin Üzüm** 13.450.48 8.252.28 5.201.15 Afyonkarahisar Buğday Elma Vişne 1.410.25 1.023.45 979.98 Muğla Zeytin Kekik* Portakal 1.568.06 240.00 155.86 Denizli Pamuk Elma Zeytin 1.940.15 288.00 157.5 Kütahya Yabani Vişne Elma 300.00 282.93 206.30 Uşak Tütün Arpa Buğday 61.20 46.35 40.40 Pamuk 3.726.75 Kestane 1.896.20 Üzüm 2.746.74 Pamuk 2.254.97 Domates 3.540.26 Mısır 2.840.79 Kiraz 711.76 Arpa 492.98 Susam 150.76 Adaçayı* 140.00 Nar 81.00 Yonca 27.75 Kiraz 136.29 Yabani 50.00 Haşhaş 34.20 Kiraz-Üzüm 10.00 * Doğadan toplama ** Kurutulmuş olarak Afyon da en az 1 farklı meyve. sebze ve hububat vb. ürünler yetiştirilmektedir. Uşak’ta 2 firma olmasına rağmen üretim yapan firma bulunmamaktadır. Ege Bölgesinde Organik Tarımda Faaliyet Gösteren Ticari Firmalar Ege bölgesinde 390 ticari firma organik tarımda faaliyette bulunmaktadır. Bunlardan; 201’i İzmir. 98’i Aydın. 54’ü Manisa. 26’sı Muğla. 8’i Denizli. 2’si Uşak ve 1’i Afyon da bulunmaktadır. Ege bölgesinde organik tarımda faaliyet gösteren ticari firmalar işleme. ithalat. ihracat. paketleme. pazarlama. üretim yapmaktadırlar. Organik hayvancılık veya ürünleri hariç faaliyet alanı üretim olan firmalara göre İzmir’de en az 33. Aydın da en az 16. Manisa en az 17. Denizli ve Ege bölgesindeki illere göre organik yetiştirilen ürünler ve üretim yapan firma sayıları Çizelge 7 de verilmiştir. Ege bölgesinde firmalardan 107’si zeytin. 35’i incir. 25’i üzüm. 11’i kestane ve ceviz. 8’i meyve-sebze ve nar. 7‘si badem. 6’sı çam fıstığı. 4’ü pamuk. mısır. narenciye ve kiraz üretimi yapmaktadırlar. 34 Çizelge 7. Ege bölgesinde illere göre organik yetiştirilen ürünler ve üretim yapan firma sayıları (Anonim. 2015e)* İl/Üretim Zeytin İncir Üzüm Kestane Ceviz Badem Nar Çam fıstığı Pamuk Mısır Yonca Fiğ Arpa Tritikale, Korunga** Ayçiçeği Buğday Susam Şalgam Vişne Elma Kiraz Armut Erik Dut Hünnap Sakız Çilek Böğürtlen, Karadut** Karpuz Kavun Biber Patlıcan, Hıyar, Kabak** Soğan, Sarımsak Domates Kekik, Fesleğen, Adaçayı, Defne, Tütün** Lavanta, Türüf Mantarı** Çayır-Mera Bitkisel Üretim Meyve-sebze Meyve (Narenciye) Sebze Baharat İzmir 33 8 13 3 4 4 2 4 2 2 2 2 1 1 Aydın 45 27 1 6 2 1 5 2 2 2 1 Manisa 17 Muğla 10 Denizli 2 Afyon 11 2 5 2 1 1 1 1 2 1 1 2 3 2 1 1 2 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 4 2 1 1 1 1 1 * Organik hayvancılık veya ürünlerinin üretimini yapan firmalar dahil edilmemiştir. ** Her bir ürün için bir firma bulunmaktadır 35 2 2 SONUÇ Dünyada organik tarım uygulamaları hızlı bir şekilde yaygınlaşmaktadır. Avrupa organik tarım uygulamaları yönünden dünyada önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Ülkemiz ise hem ekolojisi hem de topografik yapısı ile birçok ürün çeşidinin yetiştirilebildiği büyük bir tarımsal zenginliğe sahiptir. Bu nedenle çevreye. insan. bitki ve hayvan sağlığına dost üretim sistemi olan organik tarım. edilmesi. üretim planlamasının yapılması. pazarlama problemlerinin ortadan kaldırılması. organik ürün çeşitliliği ve işlenmiş ürün sayısının da artırılması ile organik tarım uygulamaları daha iyi bir duruma getirilebilir. Ayrıca Ege bölgesinde organik üretim yapan firmaların. ithalatı yapılan organik ürünlere yönelmeleri yönünde destekleme yapılabilir. Bu amaçla ithalatı yapılan organik ürünlerden Ege bölgesinde yetişebilecek olanların belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda belirlenen ürünlerin yetiştiriciliğine yönelik olarak hem bilgilendirme. danışmanlık hem de destekleme (akaryakıt. tohum vb..) çalışmaları yapılabilir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için önemli bir gelir kaynağı olacaktır. Ayrıca hayvansal üretime yem kaynağı olması nedeniyle de önemi giderek artmaktadır. Türkiye’de yaygın olan küçük ve parçalı tarım işletmelerinin örgütlenmesinin teşvik 36 Kaynaklar Anonim. 2015a. Organik Tarım Nedir? (http://keyad.com.tr/organiktarim/ekolojik-tarim-nedir.html) Anonim. 2015b. The World of Organic Agriculture. Statistics and Emerging Trends. 2015. (https://www.fibl.org/fileadmin/doc uments/shop/1663-organic-world2015.pdf) Anonim. 2015c. Avrupa Birliği ve Türkiye Tarım Politikalarında Son Durum http://www.euractiv.com.tr/ab-veturkiye/link-dossier/avrupa-birligive-turkiye-tarim-politikalarindason-durum Anonim. 2015d. 2014 Yılı Organik Tarımsal Üretim Verileri. T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. (http://www.tarim.gov.tr/Konular/B itkisel-Uretim/OrganikTarim/Istatistikler) Anonim. 2015e. Organik Tarımda Faaliyet Gösteren Ticari Firmalar. T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. (http://www.tarim.gov.tr/Konular/B itkisel-Uretim/Organik-Tarim) Bahtiyarca Bağdat. R.. Karık. Ü.. 2006. Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin Allelopatik Etkileri ve Organik Tarımdaki Kullanım Alanları. Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü. Türkiye III. Organik Tarım Sempozyumu Bildiriler. I:465-474. Demiryürek. K. 2011. Organik Tarım Kavramı ve Organik Tarımın Dünya ve Türkiye’deki Durumu. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi. 28(1):27-36. Kodaş R.. Er. C. 2012. Tahıllarda Organik Yetiştiricilik. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi. 26(1):103116. Koyuncu. 2015. Medicinal and Aromatic Plants in Turkey. (http://www.fao.org/docrep/x5402e /x5402e16.htm) Tınmaz. A.B. 2012. Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin Organik Yetiştiricilikteki Yeri. (http: //www.traglor.cu.edu.tr/objects/.../P jccpe2f-13122012-15.pdf) Yolcu. H.. Bayram. B.. Aksakal. V. 2008. Dünya Organik Tarımsal Üretiminde Avrupa’nın Yeri. Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi. 1(2):155-170. 37