HF165 - Hayatım Futbol
Transkript
HF165 - Hayatım Futbol
KANE 2 0ŞUBAT2 01 5-SAYI 1 65 Z E K A S I S H E R I N G H A Mʼ D A N , G O L C Ü L Ü Ğ ÜS H E A R E R ʼ D A N Mi c h e l P r e u d ʼ h o mme F e n e r b a h ç e N a s ı l T o p a r l a d ı Mo n a c o ʼ n u n S a v u n maS a n a t ı Yayın Koordinatörü Harry Kane İlker Yılmaz Bir teknik direktörün istediği verimi alamadığı zaman en çok canını sıkan mevki forvet olsa gerek. Adebayor ve Soldado gibi iki pahalı santrafora sahip olan Tottenham Menajeri Pochettino da bu durumdan muzdaripti. Onun imdadına ise Harry Kane yetişti. Kuzey Londra ekibinin altyapısında yetişen Kane, bu sezona kadar pek de dikkat çekmiyordu. Önceki teknik direktör Tim Sherwood’un yavaş yavaş forma vermesiyle 10 yıldır(!) içinde bulunduğu camiaya ısınmaya başlayan Kane, Pochettino’nun gelmesiyle önce forvet arkasında sonra da santraforda kendini ispat etti. Şimdi ondan beklentiler çok daha büyük. Öyle ki İngiliz medyası Kane’in oyun zekasını Teddy Sheringham’a, golcülük becerisini ise Alan Shearer’a benzetiyor. Görünen o ki Kane İngiltere Milli Takımı’nın yeni kurtuluş reçetesi. Hayatım Futbol da 165. sayısında daha önce de kaleme aldığı Kane’i bir kez daha ele alarak bu kez kapağına taşıyor. Yazarlar Bahadır Bozkurt Emre Çelik Emre Gürkaynak Fırat Topal Rıdvan Erdem Serkan Akkoyun Oğuzhan Oğuz Bu sayıda ayrıca; Sezona hem saha içi hem de saha dışı eleştirilerle başlayan Fenerbahçe’nin nasıl toparlandığını, 17 maçta sadece 2 gol yiyen Monaco’nun parlayan defansını, Liverpool’un mottosuyla tekrar hayata dönen Andy Grant’ı, Belçika’nın geçmişi karanlık ama hocalığı ümit vadeden efsanevi kalecisi Michel Preud’homme’yi ve Şampiyonlar Ligi’nde bu hafta oynanacak olan 4 maçı bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #165 BU SAYIDA Hurrikane İngilizlerin yeni kasırgası: Harry Kane Daha Dengeli, Daha Diri Sezon başında eleştiri hedefi olan İsmail Kartal ve futbolcular Fenerbahçe’yi nasıl ayağa kaldırdı Bir Savunma Sanatı Son 17 maçta sadece 2 gol yiyen Monaco savunmasıyla büyülüyor Brugge Kanallarını Temizleyen Adam Geçmişi karanlık Michel Preud’homme şimdi Club Brugge’u 10 yıllık uykusundan uyandırdı Asla Yalnız Yürümeyecek Savaş sırasında bacağını kaybeden Andy Grant, Liverpool sayesinde ayağa kalktı Şampiyonlar Ligi Özel Arsenal-Monaco Manchester City-Barcelona Juventus-B.Dortmund B.Leverkusen-Atletico Madrid Taktik Analiz HF165 Oğuzhan Oğuz FENERBAHÇE NASIL ÇIKIŞ YAKALADI? DAHA DENGELi, DAHA DiRi Henüz hazırlık kampında teknik direktör değişikliği ile planlamasını yeniden yapan Fenerbahçe’de sezon başındaki eleştiriler de takımın zamanla yükselen formu ile dindi. Peki İsmail Kartal’ın ekibi işleri nasıl yoluna koydu? Yanal-Kartal değişikliği ile sezona giren Fenerbahçe’de taraftarın beklentileri de düşmüştü aslında. Kartal’ın sezon başında daha çok Aykut Kocaman döneminin futæboluna yakın bir futbol oynatması bunda en önemli etkenlerden biriydi. Ancak sezon içinde meydana gelen bir evrim Fenerbahçe’nin sorunları birer birer giderip yeniden tempo arttırmasına sebep oldu. Kronolojik olarak gidip gelişmeleri değerlendirmekte fayda var. Aslında İsmail Kartal sezon başında oyun tercihi bakımından Yanal’ın formülünden vazgeçmemişti. Defansif emniyeti arttırmak için üç santrfor kimlikli oyuncunun arkasına Emre-Topal-Meireles’li bir blok kurmuştu. Ancak bu kez bir fark vardı. Yanal dönemindeki 3 forvetli hücum presinin aksine Kartal’ın başlangıç sürecinde iki kanat forveti (Sow ve Kuyt) genellikle top kaybında orta saha oyuncuları ile aynı hat üzerinde yerleşiyordu. Bu yerleşim sonucu santrafor oyuncusu genelde tek başına baskı yapmak zorunda kalıyordu, hatta yapmıyordu. Rakip savunmalar Fenerbahçe karşısında bu şekilde rahatlarken Fenerbahçe maçları takımın fiziksel olarak çok da diri olmaması sonucu tempo olarak da tatminkar düzeyde değildi. Özellikle Trabzonspor deplasmanında Aykut Kocaman Fenerbahçe’sini andıran belli sekanslar vardı. Top kaybında yerleşimi rakip kalenin oldukça uzağında yapan, rakibin savunma hattına baskı kurmak yerine geri koşup kendi kalesine daha yakın yerleşen bir Fenerbahçe görmüştük. Bu bir süre devam etti ve yine ‘’ilk yarıları boş geçme’’ hastalığı türedi. Dripling veya çok üst düzey pas trafiği ile topu rakip kaleye taşıma niteliği olmayan takımların tek afyonu rakip kaleye çok yakın şekilde yerleşip kapılan toplarla direkt sonuca gitmektir. Fenerbahçe’de o ilk onbirde topu dripling ile taşıyabilecek iki oyuncu da bekleriydi, Sow-KuytEmenike ileri üçlüsü ile zaten üst düzey pas trafiği mümkün olmayınca takımın hücumları tıkanıyordu. Maçın son anlarında da risk alınca ve kenardan dripling niteliği gelişmiş bir oyuncu getirince işler biraz daha rayına oturuyor ve çok maçta son anlarda 3 puan elde ediliyordu. Bu ligde ‘’baskın basanındır’’ türünde yazılmamış bir kaide var. Başarılı olan büyük takımlar genelde rakibine çok erken baskı kurup rakibin organizasyonunu bu şekilde bozarak netice elde ediyordu. Fenerbahçe biraz daha ‘’önlem alan takım’’ görüntüsündeydi ligin ilk sürecinde. Ancak Alper Potuk’un takımda bulunduğu her maçta takımın performansı gözle görülür biçimde olumlu yönde artıyordu. Bunun belli başlı sebepleri var. Alper Potuk etkisi Alper Potuk bir kanat forveti kadar etkili dripling yapan bir oyuncu ancak onu o bölgede Fenerbahçe düzeni içinde değerli kılan ana nokta onun orta saha oyuncusu olarak kullanıldığı dönemden kalma alışkanlıklar. Nedir bunlar? Seken topları kovalamak, topu hücum bölgesine taşımak ve rakibe yakın olup prese dahil olmak... Alper’in bu dahiliyeti sayesinde orta alana daha rahat hükmeden, seken toplarda avantajlı olan, geçiş hücumlarını savunmak için geride kalabalık bekleme ihtiyacı hissetmeyen bir takım olmuştu Fenerbahçe. Daha kolay risk alınıyordu. Alper’in Alper Potuk driplingle top taşıyabilmesi ve 3.bölge etkinliğini de ciddi şekilde arttırması takımın hücumunu toparlamıştı. Ayrıca orta alanı ‘’dörtlemesi’’ sonucu Fenerbahçe orta alanda sayısal üstünlüğü ele geçirip oyuna hükmetmeyi biliyordu. Bu şekilde Galatasaray ve Beşiktaş deplasmanlarında rakibine üstünlük kuran Fenerbahçe, Galatasaray deplasmanında istediğini elde edemese dahi Beşiktaş deplasmanında kazanarak zirvede ‘’ben de varım’’ diyordu. Rizespor karşısında maçın ilk saniyesinden itibaren kurulan üstünlük ve kaçan pozisyonlara rağmen zor da olsa gelen galibiyet Alper’in olumlu etkisinin kanıtı oldu. Akabinde Alper’in orta saha merkezine çekilip üç forvetli düzene dönülmesi gibi oynamalar yapılında Fenerbahçe yine ritmini kaybediyordu. Bursaspor ve Eskişehirspor beraberliklerinin yanında Balıkesirspor karşısında şans eseri alınan galibiyet durumu pek de parlak göstermiyordu. Ligin o dönem en kötü takımlarından olan Sivasspor karşısında gösterilen reaksiyonun ardından Kayseri Erciyesspor deplasmanında oynanan uyuşuk, temposuz ve üretkenlikten uzak futbol yeniden eski formülü gündeme getirdi. Bu kez bir de ilave vardı. Egemen Korkmaz etkisi Egemen Korkmaz’ın savunma merkezine dönüşü takımı her açıdan olumlu etkiledi. Savunmanın göbeğindeki iki stoper takımın her alanına etki eder. Bu iki oyuncu oyunu geriden belirler, takımı öne iter veyahut geri çeker, birbirlerini tamamlamaları da ciddi önem taşır. Bir nevi saha içi yönetmenleridirler aslında. Egemen de işin tam olarak bu boyutunda devreye girdi. Beklere verdiği güven ve kademe kabiliyeti özellikle Caner’in daha serbest oynayabilmesini sağladı aslında. Egemen’in dönüşü ve Alper’in yeniden sol forvet bölgesine monte edilmesi ile birlikte Fenerbahçe’nin daha baskın, daha sert ve daha dominant bir takıma dönüşü tesadüf değil. Bruno Alves’in de Galatasaray maçından bu yana gözden çıkarılışı sona erince Fenerbahçe yeniden ideal, birbirini tamamlayan ve güvenilir olan ikilisine dönmüş oldu. Bu iki oyuncudan itibaren başlayan ‘’rakibi rakip kaleye daha yakın karşılama’’ akımı sonuç verdi. Fenerbahçe daha agresif, daha çok pres yapmaya başlayan bir takım oldu ve girilen pozisyon sayısında da ciddi bir artış vardı. Mersin ve Başakşehir maçlarında gol yemeden elde edilen galibiyetler umut verici oldu devreye girilmeden. reaksiyon aslında bir gömlek daha gelişip gelişmeyeceği konusunda ipuçları verecektir zamanla. Kasımpaşa ve Karabükspor deplasmanlarında elde edilen galibiyetlerden sonra Trabzonspor’a karşı kurulan inanılmaz hakimiyet Fenerbahçe’nin lig standartlarında şu an en formda olan takım olduğunu da gösterdi aslında. Trabzonspor maçında skorun elde edilememesi de tıpkı ilk yarıdaki Rize ve Mersin maçlarında yaşanan üçüncü bölgedeki beceri sıkıntısı olarak açıklanabilir. Santrfor sorunu Rakip kaleden uzak oynanan maçlarda Webo, rakip kaleye yakın oynanan maçlarda Emenike. Hepsi birer handikap aslında. Fenerbahçe’nin ofansif etkinliğini belli ölçütlerde sınırlayan bir etken de santrfor oyunu. Elbette kanatlardan top getirip tabelaya da ciddi katkı yapacak yetenekli oyuncu sıkıntısı hücuma pranga vuran birinci etken. Ancak santrfor sorunu da yadsınamayacak derecede büyük. Emmanuel Emenike’nin temel oyun bilgisi açısından yaşadığı eksiklikler, hava Devre sonrası Fenerbahçe Devre arasında Fenerbahçe kendisini fiziksel olarak da toparlama imkanı buldu. Sezon başı hazırlıklarının şartlar gereğince ideal geçmemesi sonucu devre arası kampını azami verimle geçirmek şarttı. İlk haftalara bakılınca kampın oldukça verimli geçtiğini söyleyebiliriz. Fiziksel olarak daha diri olan, güç olarak karşılaştığı rakiplere ağır basan bir takım vardı. Alper Potuk’un artık ‘’önlem alınan oyuncu’’ olması da pek etkilemedi sarı-lacivertlileri. Bekleri daha rahat oyun içine sokan, onlardan yeniden ofansif olarak daha çok şey isteyen ve elde eden bir takım oldu. Fenerbahçe’nin en önemli silah da bu zaten. Önlem alınan adam kavramını açmak gerek aslında. Artık Alper’in nasıl bir oyuncu olduğu biliniyor ve bu şekilde rakip beklerin yanı sıra orta saha oyuncuları da kademe getirip yardımlaşarak Alper tehdidini aşağı çekmeye çalışıyor. Bu savunma şekline karşı Alper’in göstereceği Egemen Korkmaz oyununda neredeyse sıfır olması ve stoperlerin kucağından kaçamaması en büyük sıkıntı. Nijeryalı’nın çok fazla tek düze bir tehdit olması (bkz. Savunma arkası atılan toplar) da buna eklenebilir. Oyuna hükmetmeye ve rakip kaleye yakın oynamaya çalışan bir takımın santrforunun asli görevi skor üretmek değildir. Ön alan presine öncü olup bunun yanında sık sık orta alana kadar sokulup top almak, gelen topları koruyup servis yapmak, orta saha oyuncularının da hücuma dahil olmasını sağlamak (İngiliz deyimi ile ‘’link-up’’ yapmak), topa daha çok değmek ve görev tanımını ‘’leblebicilik’’ kavramının dışına çıkarmak. Leblebicilik gol atmak dışında hiç bir şey yapmamaktır aslında. Emenike’nin skor üretmek (ki sezon özelinde o alanda da sınıfta kaldı) dışında ofansif oyuna herhangi bir katkısı olmadı ve bu alanda belli maçlarda santrfor görevini üstlenen Moussa Sow’un daha yapıcı olduğunu söylemek mümkün. Özveri seviyesinin daha yüksek olması, top tekniğinin ve oyun aklının da daha üst düzeyde olması sonucu aldığı topları daha verimli kullanan, orta saha oyuncularını da oyunun içine dahil eden ve koridor koşularını daha doğru yapıp daha çok pozisyona giren bir Moussa Sow gördük santrfor pozisyonunda. Özellikle de ilk yarının son iki maçında. Afrika Kupası sonrası çok daha diri olan ve atletizmini geri kazanan Moussa Sow’u ilerleyen süreçte yine o pozisyonda kullanmak Fenerbahçe hücumlarını 1-2 seviye daha ileri itebilir. Sonuç Gaziantepspor maçında yeniden Diego artı üç forvetli düzene dönüş felakete dönüştü ve ilk yarıda Fenerbahçe orta alanda çok eksik kalıp uzun zaman sonra ilk kez bu kadar çok pozisyon verdi. Diego-Selçuk hamlesiyle orta alan emniyeti geri alınmış oldu ve fark açıldı, ancak elbette orta alandaki tüm sıkıntı Diego’da değildi. Hatta bana göre sorundaki payı herhangi bir futbolcudan fazla değildi. Sıkıntı yerleşimdeydi. Diego savunma kimlikli bir oyuncu değil, hiç olmadı. Onu orta alanda kullanmak demek kanatlarda onu dengeleyecek bir orta saha oyuncusu kullanmanın Emenike şart olması anlamına gelir, ki o da Alper Potuk olur normal şartlarda. Alper’siz, 3 forvetli ve maç ritmini yitirmiş Emre ile sahada yer almak Diego’yu da handikap haline getirdi ve ilk yarı facia olma eşiğine kadar geldi. Fenerbahçe bu sezon şampiyon olmak istiyorsa öncelikle her maçın ilk saniyesinden itibaren bu dengeyi korumak zorunda. Zaten her maç azami randıman veren Mehmet Topal ve Caner Erkin gibi isimlerin yanı sıra Egemen Korkmaz ve Alper Potuk gibi oyuncuların alacağı sürelerin maksimum olması da hayati önem taşıyor. Özellikle Alper Potuk’un sol forvet bölgesinde 4. bir orta saha oyuncusu gibi bulunması Fenerbahçe’nin rakiplerine göre en büyük artısıdır. Kuyt-Webo-Emenike-Sow Bahadır Bozkurt Profil HF165 HURRIKANE Yağmurun hiç eksik olmadığı Londra’da, bu sezon ortasından itibaren bir futbol kasırgası esiyor. Tüm İngiltere’yi saran kasırganın etkisi, tüm dünyada hissedilmeye başlandı; Harry Kane Yaklaşan Litvanya ve İtalya milli maçları öncesinde tüm basın mensupları İngiltere menajeri Roy Hodgson’a malum soruyu soruyordu. Hodgson umut dolu bir tebessümle mikrofonlara yaklaşıp şu cevabı veriyor, “Eğer 21 yaşında Tottenham gibi büyük bir takımın yıldızı oluyorsanız, bu her şeyi mükemmel yaptığınızı kanıtlar. Kadroda yer vermeye değer mi? Şüphesiz.” Bu sezon forma giydiği 35 resmi maçta 23 gol atan Harry Kane, başta Tottenhamlılar olmak üzere tüm İngiltere’yi saran bir fırtınaya dönmüş durumda. İsmine atıf yaparak İngilizler ona kasırga anlamına gelen “Hurrikane” lakabını taktılar. Her maçını yakından takip eden ve gelişimini gözlemleyen Roy Hodgson, milli takım kadrosunda Kane’i övgü dolu sözlerle açıkladığında İngiliz medyasında adeta bir bayram havası oluştu. Kane’in, Euro 96’nın efsane golcüsü Alan Shearer’ın yerini alabileceğini düşünen İngilizler pek de haksız sayılmaz. Kaleyi gördüğü anda kalecilerin dizlerini titreten genç golcü sadece Tottenham’ın değil tüm ülkenin umudu oldu. Taraftarı olduğu takıma verdiği katkılara kulüp yönetimi de kayıtsız kalmayarak 5,5 yıllık yeni bir kontrat imzaladılar. Kane, Londra Derbisi’nde takımı Chelsea’yi 5-3 yenerken 2 gol 2 asistle oynadı. Sezona “annesinin büyülerinden” kısmeti bağlanan Adebayor ve La Liga’da kendi çöplüğünün horozu olan Soldado’yla başlayan menajer Pochettino, golcülerinden istediği verimi alamadı. Tim Sherwood’un takımdan ayrılmasından önce maçlarda süre vermeye başladığı Kane’i ise yedek kulübesine oturtan Arjantinli teknik adam uzun süre bu iki oyuncudan verim almaya çalışarak günlerini heba etti. Adebayor artık eski günlerini mumla arıyor, 26 milyon pound karşılığında bir sezon önce kadroya katılan Soldado istenen katkıyı bir türlü veremiyordu. grup maçlarında Kane’den yararlanmayı, bu genç adamın neler yapabileceğini görmek istedi. Grubunda Beşiktaş’ın da bulunduğu Avrupa Ligi’nde 7 maçta 7 gol atmayı başaran genç golcü, teknik direktörünün aklını karıştırmayı başardı. Gol sıkıntısı çeken Kuzey Londra ekibi çareyi biraz da medya ve taraftar baskısıyla Kane’de buldu. 10. haftada Kane ilk kez onbirde forma giyene kadar Tottenham ligde sadece 3 galibiyet alıp, 9 gol atmıştı. Formayı kapan İngiliz golcü 15 maçta 13 gol atarak kendisine güvenenleri mahcup etmedi ve Londra temsilcisinin üst sıralara tırmanışında önemli bir görev aldı. Özellikle Londra derbilerinde oynadığı futbolla göz dolduran Kane, 5-3’lük Chelsea maçında 2 gol, 2 asist yaparken Tottenham’ın yeni bayrak adamı olduğunu ilan etti. Maç sonunda dünyanın en iyi defans yapan takımına 5 gol atmanın harika bir duygu olduğunu açıklayan Kane, aynı zamanda Tottenham’ın artık büyük maçlarda rakiplerinden korkmaması gerektiğini dile getirdi. Bu açıklama ile yıllardır özgüven eksiliği problemiyle boğuşan Kuzey Londra ekibi mental anlamda seviye atlayarak yeni bir döneme başladı. Pochettino, Kane hamlesinden feyz alıp, diğer bölgelerde de genç oyunculara şans vererek, takımın üzerindeki ölü toprağı atmasını sağladı. Harry Kane görev aldığı kısa sürelerde takıma katkı sağlamaya çalışan bir isim olarak, sezonun başlarında Tottenham yedek kulübesinin X faktörü rolüne büründü. Menajer Pochettino, dünyanın en önemli liglerinden biri olan Premier League’de Kane’e pek güvenmiyordu, fakat Avrupa Ligi’nde Hesabı kapatması gereken bir başka Londra derbisi; Arsenal maçıyla beraber Kane formunun zirvesine ulaştı. Maçta geriye düşen Tottenham, Kane’in önderliğinde geriden gelip maçı kazanmayı başardı. Topçulara karşı müthiş bir performans sergileyen Kane, attığı iki golle Arsene Wenger’in boynunu büküp, bitiş düdüğü ile mutluluktan döktüğü gözyaşlarıyla kendini çimlere bıraktı. White Hart Lane’de o güne şahit olan binlerce taraftar Kane’i uzun süre ayakta alkışladı. Maç sonunda uzanan mikrofonlara ise “Bu gece uyuyamayacağım, çok mutluyum” demekle yetindi. Karşılaşma öncesinde “Harry de kim?” diye dalga geçen Arsenal taraftarlarına unutulmaz bir ders vermişti. Tottenham taraftarı için cevap basitti; “İçimizden biri (he is one of our own)” Maçın başlama vuruşuyla beraber içinde fırtınalar kopan, ezeli rakiplerinin altyapısından bir sabah sessizce gönderilen Kane’in, dönüşü muhteşem olmuştu. Medya ve taraftarlar Pochettino üzerinde kurduğu baskıda haklı çıkmış, sıra menajer Roy Hodgson’a gelmişti. Basın, Kane’e bir şans vermesi için Hodgson’ın üzerine gitmeye başladı. Arsenal maçı sona erdiğinde Arsene Wenger’e Harry Kane’in performansı sordulduğunda verdiği cevabın direkt muhattabı yine Hodgson olmuştu. Fransız menajer “12 gol atmış birine formayı vermezseniz, başka bir ülke ona yeni bir pasaport teklif edecektir” diye esprili bir yanıt verirken, basın mensupları istediğinden fazlasını elde etmişti. Wenger maçı değerlendirmeye devam ettiğinde “ucuz” goller yediklerini dile getirdi. Bu sözler artık Kane’in kalbini kıramazdı. Henüz 8 yaşındayken Arsenal hocalarından duyduğu sözlerden sonra kulaklarını tıkamış, kariyerine kalbinin sesini dinleyerek devam etmişti. White Hart Lane, Kane’in yegane yuvasıydı. gönlünce şampiyonluk şarkıları söylüyordu. Harry’nin babası ise eve kapanmış, White Hart Lane’de kopardığı beraberlikle şampiyonluğu ilan eden ezeli rakiplerinin bu başarısını görmemek için televizyonuna küsmüştü. Futbol, insanın en çocuksu anlarının bir bütünüdür. Alt sol köşede bulunan Kane, Arsenal tarafından beğenilmemişti 13 yıl önce 2004 senesi Arsene Wenger’in son kez Premier League kazandığı seneydi. Bergkamp, Henry, Pires ve Ljunberg’li kadrosuyla yenilgisiz şampiyonluğu kucaklayan ekip unutulmaz bir servüvenin sonuna geliyordu. Londra kırmızıya boyanmış, şampiyonluğun coşkusunu yaşayan taraftarlar sokaklara dökülmüştü. Sokakta şampiyonluğu kutlayanlar arasında Arsenal’in genç takım kadrosunda yer alan Harry Kane de vardı. Kırmızı formasını giymiş, saçlarını takımın oyuncusu Ljunberg gibi kırmızıya boyamış, arkadaşlarıyla Kane’i Sheringham’a benzetenler pek de haksız sayılmaz. Eğitim hayatına Chingford okulunda başlayan pembe yanaklı şarışın çocuğun hayali iyi bir futbolcu olmaktı. Aynı ilkokuldan mezun olup dünya futbolunun ve magazininin fenomeni haline gelen Sir David Beckham’ın hayatı Harry için ilham kaynağı olmuştu. Onun okuduğu okulda olmak bile Harry’nin mahallenin en havalı çocuklarından biri olmasına yetiyordu. Yine daha önce Beckham’ın oynadığı ilk takım olan Ridgeway Rovers’ta forma giyen Harry’i 8 yaşında Arsenal scoutları keşfetti. Arsenal’in minik takımlarında işler yolunda gitmeyince Arsenal altyapı hocaları, Harry’e antremanlara gelmesinin pek önemi kalmadığını anlattılar. Büyük çaresizlik anlarında akla gelen ilk cümledir; “Hareket etmezsen acı üstünde birikir”. Harry önce Watford’un, ardından da 11 yaşında baba ocağı Tottenham’ın yolunu tuttu. Kısa sürede ayrıldığı Arsenal’in kendisine şans vermemesi moralini bozsa da Tottenham’da şans bulmak futbola yeniden konstantre olmasını sağladı. Genç takımlarda vazgeçilmezlerden biri olan Harry’nin yetenekleri o sıralar Tottenham altyapısında görev alan kulüp efsanelerinden Les Ferdinand’ın dikkatini çekmeyi başardı. Tottenham’ın altyapı hocaları biraz hantal buldukları Harry’e özen göstermeye başladılar. Yaş grubuna göre muhteşem tekniğini fiziksel gücüyle birleştirip hızlanabilirse, iyi bir futbolcu olması için önünde hiçbir engel kalmayacaktı. Hocaları Harry’e hızlanması için ekstra antremanlar yapması gerektiğini belirttiklerinde, genç oyuncunun beklenen özveriyi fazlasıyla verdiğini gördüler. İstenilen seviyeye gelene kadar Harry’i orta sahada kullandılar. Daha sonra teknik ekip Kane’i forvet pozisyonunda kullanmaya karar verdi. Eski bir golcü olan antrenörü Ferninand, Kane’e ekstra şut antrenmanları yaptırarak, bitirici vuruşta ustalaşmasını sağladı. Usta golcü onun oyun zekasını bir zamanlar beraber forma giydiği Teddy Sheringham’a, vuruş tekniğini ise Alan Shearer’e benzetiyordu. Ferdinand, takımın o günlerdeki menajeri Tim Sherwood’un kapısını çalarak, bu genç yeteneğe bir şans vermesini istedi. Sherwood, gelişmesi için Harry Kane’i birkaç takıma kiralık olarak gönderdi. Alt liglerde tecrübe kazanan Kane, Sherwood’un kadrosunda zaman zaman kendisine yer bulmaya başlasa da, işleri yolunda gitmeyen menajerin takımdaki vadesi çoktan dolmuştu. Yeni sezonda Pochettino’ya emanet edilen Tottenham, Sherwood’un stajyer prensinin ellerinde yüklesemeye başlayacaktı. Bu hikayenin zirveye ulaşması için Kane’nin bir Arsenal derbisi oynaması gerekiyordu. 13 yıllık bir hesabın faturası oldukça kabarmıştı. Medya Kane’i seviyor Tottenham karşısına çıkan takımların menajerleri “Hurrikane” kasırgasına değinmeden geçemediler. Tottenham karşısında zafere ulaşan Crystal Palace menajeri Pardew, Kane’in gol atmasını gayet makul karşıladığı ve maçtan önce bunu düşündüğünü gizlemedi. West Bromwich Albion menajeri Tony Pulis, dillere destan defansif futbolunu darmadağın eden Kane’e mehtiyeler düzerek, bir genç futbolcunun sahip olması gereken tüm yetenekleri barındırdığını belirtti. Pulis maç sonrasında kendini tutamayarak kendi takımının genç yıldızı Berahino’ya Kane’i örnek almasını tavsiye etti. Tüm bu övgüler yanında, bir İngiliz geleneği olarak, David Beckham’a da mikrofon uzatıldı; “Onun yeteneklerinin yanında gelişimini de görmek beni mutlu ediyor. Milli takımda sorumluluk almak için çok genç olduğu söyleniyor. 21 yaşında Makendonya maçıyla milli formayı giyen biri olarak bu görüşe katılmam mümkün değil!” Bir zamanlar Beckham’ın okuduğu okula gitmek bile Kane için yeterliyken, futbol idölünün onunla ilgili olumlu açıklamalar yaparak kendi futbolculuk kariyerinden örnekler vermesi, genç futbolcunun gönlünde ayrı bir tutuyor olsa gerek. Forma giydiği andan itibaren sezonun en iyi performansını sergileyen Kane’i, henüz Diego Costa, Agüero, Alexis Sanchez gibi ligin elit oyuncularıyla karşılaştırmak için erken olsa da, İngiliz olması nedeniyle medya tarafından daha fazla desteklendiğini söylemek yanlış olmayacak. Yıllardır Rooney’e milli takımda partner arayan İngiliz medyası, Andy Carroll, Darren Bent, Jermanie Defoe, Peter Crouch gibi oyuncularda aradığını bulamadı. Post-Shearer dönemi sonrasında “beklenen 9 numarayı” bir türlü bulamayan İngilizlerin şişirdiği balonlar arka arkaya patlamaya başladı. Kane’in yeni Shearer olarak görülmesinin ardında yatan başlıca neden, onu diğer oyunculardan ayıran en büyük özelliği liderlik vasfını taşıması. Şu sıralar milli takımda forma savaşı verdiği Danny Welbeck, Daniel Sturridge gibi oyunculardan şimdilik gösterdiği performansla bir adım önde. Liverpool menajeri Brendan Rogers da medyada Kane kasırgasına karşı önlem almış, -oyuncusunun milli takımdaki yerini kaybetmemesi için -Sturridge’ın Kane’den daha iyi oyuncu olduğunu birkaç kez dile getirmişti. Fakat medyanın gözünde uzun süren sakatlığı nedeniyle bu sene pek forma şansı bulamayan Sturridge’ın ışıltısı kaybolmuş, Rodgers’ın açıklamaları da kasırga ile birlikte uçup gitmişti. Rogers’ın söylemi Liverpool medyasında yankı buldu ve hangisi daha iyi sorusu tartışıldığı sırada Tottenham, Liverpool deplasmanına geldi. Kane büyük maçlardaki iyi performansını sürdürdü, maçı bir gol bir asistle tamamlayıp puanla Londra’ya dönmeyi düşündü. Ancak maçta pek etkili olamayan Sturridge’in yerine giren süper arıza Balotelli Premier League’deki ilk golünü atarak, kasırgayı Liverpool limanında dindirmeyi başardı. Bayrak adam vs Transfer Bu sezon attığı gollerle sadece İngilizlerin değil, dünya futbolunun transfer gözdeleri arasına giren Kane’in adı ara transferde Real Madrid ile ciddi bir şekilde anıldı. Bale’i birkaç sezon önce astronomik bir ücretle Madrid ekibine yollayan Tottenham bu transfere pek sıcak bakmadı. Taraftarların “içimizden biri” olarak tezahüratlar yazdığı Kane de taraftarı olduğu kulüpte Ledley King gibi uzun yıllar forma giyerek bu kulübün bir efsanesi olmak istediğini belirtti. Bayrak adam olmak için yolun henüz başında olsa da İngilizlerin en sevdiği oyuncu prototipine uygun söylemleriyle medya ve taraftar kredisini şimdiden yükseltmişe benziyor. 2015 yılına kaldığı yerden devam eden İngiliz santrafor yeni yılda attığı 8 golle Avrupa’da 11 gollü Messi’nin en yakın takipçisi konumunda. Artık İngiliz milli takımında da forma giyecek yeni 9 numara adayı Kane için medya Hodgson’a malum soruyu soruyor; “Ona bir şans verecek misiniz?” Fransa Rıdvan Erdem HF165 BiR SAVUNMA SANATI Kurduğu yüksek bütçeli takımdan çabuk vazgeçen Monaco, bu sezon Leonardo Jardim ile yeni bir yapılanmaya gitti. Savunmasıyla parmak ısırtan ve 17 maçta sadece 2 gol yiyen kırmızı-beyazlıların sırrı ne? Kalibresine yakışmayan Ligue 2’de mücadele ederken Rus milyarderler tarafından satın alınan Fransa’nın “Prenslik temsilcisi” AS Monaco, iki yıl önce göreve Claudio Ranieri’yi getirmişti. Tecrübeli İtalyan çalıştırıcı görevde kaldığı süre boyunca önce takımı Ligue 1’e çıkarmış, sonrasında da gelen Falcao ve James Rodriguez transferleri sayesinde elit ligdeki ilk sezonunu ikinci sırada tamamlamıştı. Yönetim, alınan sonuçlardan ziyade, oynanan futbolun hedeflerle bağdaşmadığını bahane göstererek rekor bir tazminatla Ranieri ile yolları ayırdı. Tabir-i caizse parayı bulduktan sonra ünlü menajer Jorge Mendes’ten “balya balya” oyuncu transfer eden Monaco, yeni sezona Olimpiakos’tan olaylı bir biçimde ayrılıp, sonrasında Sporting Lisbon’u çalıştıran Leonardo Jardim ile başlamaya karar verdi. Ranieri sistemi Claudio Ranieri geçtiğimiz sezonun ilk bölümlerinde Avrupa basınını şoke edecek kararlara imza attı. Porto’dan 45 milyon euro’ya transfer edilen James’i çoğu karşılaşmada yedek bırakan kurt hoca, Kolombiyalı yıldızı için; “Takım savunmasına daha çok yardım etmesi gerekiyor. Şu an Rodriguez sahada istediklerimi yapabilecek düzeyde değil” diyordu. Claudio Ranieri 4-2-3-1; çift 6’lı 4-4-2 ve 4-3-1-2 formasyonlarını rakibe göre kullanan Ranieri, saha içinde istenilen sonuçları almasına karşın oyuncular tarafından sevilmiyordu. Özellikle yıldız isimlerle arası daima açık olan İtalyan çalıştırıcının, Monaco’nun başında bu kadar parlak bir döneme rağmen sadece iki sezon kalmasındaki temel neden de buydu. 4’lü defanstan şaşmayan oyun düzeninde Ranieri, savunmanın merkezini Abidal-Carvalho ikilisine emanet ediyordu. Bu ikiliden biri sakat veya cezalı olursa devreye Raggi giriyordu. Orta saha ile savunma arasındaki mesafeyi kısaltma görevini defans oyuncuları yerine, daha atletik olan merkezi orta sahalara bırakan Ranieri, bu sayede savunma oyuncularının hızlanmada yaşayacakları muhtemel problemlerin önüne geçiyordu. Falcao sakatlandıktan sonra tek oyuncudan alacağı verimi ikiye bölen teknik adam, sistem değiştirip 4-3-1-2’yi daha sık kullanmaya gitti. Forvet arkasında bu kez sezon başında pek şans vermediği James harikalar yaratırken, hücumda Emmanuel Riviere ile Valere Germain takımı sırtlayan oyuncular oldu. Zaman zaman çift 6’lı 4-4-2’ye döndüğünde James’i orta 4’lünün sağında kullanınca oldukça eleştirildi. Sezonu 38 maçta 31 gol yiyerek 80 puan toplamasına rağmen ligi tank gibi ezip geçen Paris Saint Germain’in arkasında ikinci olarak tamamladı ve akabinde kovuldu. Jardim’in ilk denemeleri Portekizli Leonardo Jardim Ligue 1’e alışmakta zorlanan teknik adamlardan biri oldu. Ranieri gibi “garantici” mantalitenin aksine, kendisinden beklenen risk alan oyun yapısını ortaya koymayı denedi ve ilk beş maçta takımı toplamda 9 gol yiyince boyunun ölçüsünü aldı. Taraftarın tepkisini çeken Jardim, Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’nin başındayken UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finale uzanan yolda kullandığı sistemin bir türevine geçiş yaparak 4-2-1-2-1’e yöneldi. Çift 6’lı sistemde kullanılan iki defansif orta sahanın önünde tek oyun kurucu olarak Moutinho’yu değerlendiren Jardim, bu oyuncunun yaratıcılık özellikleri sayesinde James’in yokluğunu gidermeye çalışsa da takım attığı gollerden ziyade yemedikleriyle ayakta durmayı başardı. Leonardo Jardim Efsane defans Geçtiğimiz sezon attığı gol ve asistlerle müthiş bir çıkış yapan Kurzawa’nın defansif özelliklerinden de faydalanan Jardim, savunma oyuncularının kalitesinden ziyade takım savunmasını ön planda tutarak Ranieri’nin yarım bıraktığı işi tamamladı ve Monaco kalesini adeta Çin Seddi’ne çevirerek 18 maç gole kapattı. Emektar savunma oyuncusu Carvalho’nun yanına Wallace’ı monte eden Jardim, tecrübe ile çevikliği bir arada kullanarak iki oyuncunun birbirini tamamlamasını sağlıyor. Son zamanlarda ara sıra 4-3-3’e de geçiş yapan Monaco takımı savunmanın önünde Toulalan ve çift merkezi orta saha Kondogbia-Moutinho ile sahaya çıktığında son derece savaşçı bir orta sahaya sahip oluyor. Bu sistem sayesinde hücum hattının yanlarında oynayan Ferreira Carrasco ve Nabil Dirar’dan da ekstra fayda alan Jardim’in elindeki oyuncu havuzunun orta üstü kaliteye sahip oluşu topa hükmeden, sabırlı oynayabilen ve maçı kontrol eden bir takım hüviyeti ortaya çıkarıyor. Bütün bunlara geçtiğimiz sezon fazla şans verilmeyen Hırvat kaleci Subasic’in üst düzey performansı da eklenince Monaco tam anlamıyla savunma sanatları takımı haline geldi. “Bu futbol uzun vadede başarı getirir mi?” sorusunun cevabını gelecek sezon sonu alacağız. Sezonu 4. sırada bitirebilirse, Leonardo Jardim’in Moutinho’nun yanına benzer tecrübelere sahip bir yaratıcı oyuncu daha eklemek istemesi muhtemel. Şampiyonlar Ligi’nde en az gol yiyen takımlardan biri olsa dahi, Monaco Didier Deschamps döneminde yakaladığı başarılardaki “kaliteli hücum” içeren futbolu henüz sergileyemiyor. Topa sahip olarak oyuna hükmediyor gibi görünse bile, Moutinho gününde olmadığı zaman üretken olmakta hayli zorlanıyor. Ricardo Carvalho Profil Fırat Topal HF165 BRUGGE KANALLARINI TEMiZLEYEN ADAM Club Brugge’u, 10 yıl sonra şampiyonluk yoluna sokan, Belçika futbolunun efsane kalecisi Michel Preud’homme’a Hayatım Futbol büyüteciyle bakıyoruz. Büyük kaleciydi Michel Preud’homme. Liege yakınlarında doğmuş, o topraklarda büyümüş, 1969’da, daha 10 yaşındayken Standard Liege altyapısına girmiş ve 18 yaşından itibaren de kulübün formasını giymeye başlamıştı. 1982 ve 1983’te Standard’la 2 Belçika şampiyonluğu yaşadı, 82’de Avrupa Kupa Galipleri Kupası finaline de yükselmişlerdi. Kadrosunda Arie Haan ve Eric Gerets gibi iki tecrübeli yıldızı bulunduran takım, Allan Simonsenli Barcelona’ya kaybetti kupayı. Takımın başında, Preud’homme’un yıllar sonra izinden gideceği, eski bir kaleci olan Raymond Goethals bulunuyordu. Derken 1984’te büyük bir skandal patlak verdi. Bellemans Dosyası veya Waterschei Olayı adıyla tarihteki yerini alan hadiseye göre, 1981/82 sezonunun son haftasında, Standard’ın Waterschei Genk ile oynayacağı maç öncesinde rakip takımın kaptanı Roland Janssen ziyaret edilmiş ve ondan, oynanacak maçta kendilerini çok fazla sıkmamaları istenmişti. Zaten Genk, kupayı kazanmış ve ligin orta sıralarında yer alarak bir anlamda ligi kafasında bitirmişti. Bu “iyilik” karşılığında, Standardlı futbolcular sezon sonu şampiyonluk primlerinin bir kısmını, rakip oyunculara hediye (!) etmişlerdi. İşin içine Gerets ve Goethals da karışmıştı, zira Janssen, Gerets’in yakın arkadaşıydı. Gerets 1 sene önce zaten Milan’a transfer olmuştu, ama Goethals herhangi bir cezadan kurtulmak için Portekiz’e kaçtı ve Vitoria Guimares’in başına geçti (Goethals’ın 1993 yılında Olympique Marseille’in başındayken benzer senaryoyla bir başka lig şampiyonluğu yaşaması da ilgi çekicidir). Bu olayı izleyen sezon, yani 1983’te kazanılan şampiyonlukla ilgili hiçbir şüphe olmamasına rağmen, Standard Liege’in Belçika’daki imajı bir anda sıfıra indi. Kulüp birçok yönetici ve futbolcusuna ceza verdi. Preud’homme da bunların arasındaydı. Tabii bu olayların etkisi kaçınılmazdı, takım zaman zaman orta sıralarda takılan, zaman zaman da üst sıraları zorlayan hale büründü ama asla şampiyonluk yarışında söz sahibi olamadı. Preud’homme da cezasının bitişine rağmen, Goethals sonrası göreve gelen teknik adamlar Louis Pilot ve Milorad Pavic tarafından yedek kulübesine düşürüldü, çünkü eldivenleri sonradan bir kulüp efsanesine dönüşecek Gilbert Bodart devralacaktı. Preud’homme 2 sezon boyunca 10’ar maça dahi çıkmadan Hollandalı Aad de Mos’un başında olduğu KV Mechelen’e transfer oldu. KV Mechelen 1980’lerin başında altın dönemini yaşayan Belçika futbolunda parlayan bir diğer kulüptü. 1988’de Avrupa Kupa Galipleri Kupası, 1989’da da lig şampiyonlukları kazanıldı. Bu sırada, ulusal takımda Jean Marie-Pfaff’ın arkasında üçüncü kalecilik görevinde olan Preud’homme, onu zorlama şansını, Standard Liege’i sarsan skandal sebebiyle kaçırmıştı. Ancak Mechelen’deki muhteşem performansı onun Belçika için vazgeçilmez bir kaleci olmasını da beraberinde getirmişti. 1987 ve 1989’da Belçika’da yılın futbolcusu seçilmesinin yanı sıra en iyi kaleci ödüllerini de kazanmıştı. Aynı başarıyı 1990 ve 1991’de de tekrarlamış ve Belçika’nın efsane hocası Guy Thys onu 1990 Dünya Kupası’nda birinci kaleci pozisyonuna yükseltmişti. Dört yıl sonra Birleşik Devletler’deki turuvada Preud’homme kendini aştı. 35 yaşındaydı, ama öyle mükemmel bir performans gösterdi ki, Belçika ikinci turda Almanya’ya 3-2 mağlup olarak elenmesine rağmen turnuvanın en iyi kalecisine verilen Lev Yaşin Ödülü’nü aldı. Turnuva sonrası o yaşında ilk Michel Preudhomme Mourinho’daki cevheri ilk görenlerden biri olup onun Benfica’ya gelmesini sağlamıştı. Ne var ki bu birliktelik uzun sürmedi. kez yurt dışı transferi yapıp Benfica’nın yolunu tuttu, aynı zamanda Portekiz kulübü tarihinin ilk yabancı kalecisi olmuştu. Beş sezon boyunca Porto’nun şampiyonluklarını izlemek zorunda kaldı ama taraftarların sevgilisi aldı. Yaptığı kurtarışlar ona Aziz Michel lakabının verilmesini sağlamıştı. Futbolu 40 yaşında bu ülkede bıraktı. Mahalleye dönüş ve başarı hikâyesi Preud’homme, 1999-2000 yılında Benfica’da Dış İlişkilerden Sorumlu Futbol Direktörlüğü görevini yürüttü ve teknik direktör Jupp Heynckes’in ayrılması sonrası başkan João Vale e Azevedo’ya Jose Mourinho’yu öneren isimdi. Mourinho’nun Benfica’daki görevi sadece 5 maç sürse de (yeni seçilen başkanla sürtüşmesi sebebiyle) onun ilk birinci adamlık görevine tavsiye eden Belçikalı olmuştu böylece. 2001 yılında Preud’homme, evine döndü ve Standard’da Tomislav Ivić’in yerine teknik adamlık görevini kabul etti. 1,5 yıl boyunca sürdü teknik direktörlük macerası. 2001/02 sezonunun sonunda yönetim kadrosuna dahil olarak görevini Robert Waseige’ye devretti. 4 yıl sonra ise tekrar yeşil sahaya inme zamanı gelmişti. 4 yıl boyunca takımın başında olan ama şampiyonluk kazanamayan Dominique D’onofrio taraftarın öfkesi sonucu istifa etmiş, yerine getirilen tecrübeli Hollandalı hoca Johan Boskamp da kısa sürede oyuncuarıyla arasında problem yaratmayı başarmıştı. Preud’homme 47 yaşında görevi devralarak sezonu üçüncü sırada bitirmeyi başardı. İzleyen sezon ise 25 yıllık bir özleme son verecekti. Standard, Anderlecht’in 7 puan önünde lig şampiyonu oldu. Böylece takımın en son şampiyonluğunda kaleyi koruyan efsane isim, teknik direktör olarak, çeyrek asır sonra kulübü tekrar Belçika’nın zirvesine taşımıştı. Herkes, Standard’ın, Preud’homme ile uzun süren bir başarı dönemi yaşayacağını tahmin etse de aynen 25 sene önceki dönemde olduğu gibi yine kulüp kaynayan bir kazana döndü. Preud’homme yönetimle yeni kontrat görüşmeleri için masaya oturdu, ancak başkan Reto Stiffler ona sadece 1 yıllık sözleşme önermişti. Kulüp direktörü Pierre François’yı arayarak bunun büyük bir saygısızlık olduğunu belirten Preud’homme görevinden ayrıldı. Birkaç gün sonra Gent ile 3 yıllık sözleşme imzaladı.Yanında yardımcıları Stan Van den Buys ve Manu Ferrera’yı da götürmüştü. Gent’in Belçika tarihinde hiçbir şampiyonluğu bulunmuyordu. 1964’te ve 1984’te kazanılmış iki Belçika Kupası kayda değer tek başarıydı. Preud’homme iki sezon sonunda takıma Belçika Kupası’nı kazandırdı ve böylece bir başka kulübün tarihine de adını yazdırmış oldu. Bu başarı artık şansını daha büyük bir denizde denemesi için kendisine cesaret verdi ve Hollanda Ligi tarihinde ilk şampiyonluğunu kazanan FC Twente’de, Steve McClaren’dan boşalan teknik adamlık koltuğuna oturdu. McClaren ile beraber tam 14 oyuncu takımdan ayrılmıştı ve Belçikalı’nın işi hiç kolay değildi. Ancak 2010/11 sezonunda müthiş bir Mayıs ayı gerçekleşti. 8 Mayıs’ta De Kuip’te, Ajax’ı 3-2 mağlup ederek Hollanda Kupası’nı kazandılar. Bir hafta sonra Arena’da iki takım şampiyonluğu tayin edecek maça çıktı. Twente’ye beraberlik yetiyordu, ancak Ajax 3-1 kazanarak şampiyon oldu. Buna rağmen, Preud’homme, her sezonun en iyi teknik direktörüne verilen Rinus Michels Ödülü’nün sahibi oldu. Arap çöllerinden Brugge Kanallarına Rinus Michels Ödülü’nü aldıktan 1 ay geçmeden Preud’homme, Twente başkanı Joop Munsterman’ın karşısına çıkıp, Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinin takımı Al-Shabab’ın başına geçmek istediğini söyledi. Aslında Al Shabab onu Gent’ten ayrıldığı gün de istemişti, ama bu sefer Belçikalı hoca reddedemeyeceği bir teklif almıştı. Suudi takımıyla 3 yıllık kontratının ilk yılında takımı lig şampiyonluğuna ulaştırdı ve yılın teknik direktörü seçildi. Takım izleyen sezon ligi üçüncü bitirdi. 2013 Asya Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Japon Kashiwa Reysol’un onları saf dışı etmesi sonrası, normalde takımla 2016 yılına kadar kontratı bulunan Preud’homme Arap yarımadasından ayrıldı. Aynı günlerde ülkesi Belçika’nın 8 yıldır şampiyonluğa hasret kulübü Club Brugge da İspanyol teknik adam Juan Carlos Garrido ile yollarını ayırmıştı. Hatta bu iki teknik adamın görevlerinden ayrılması 1 gün arayla gerçekleşmişti. Garrido’nun kovulmasının hemen ardından Club Brugge resmi açıklamayla Michel Preud’homme’un yeni teknik direktörleri olduğunu açıkladı. Geçtiğimiz sezon, normal lig maratonunu ikinci, play-off aşamasını da üçüncü sırada bitiren Club Brugge, bu sezon birkaç adım ileriye atmış görünüyor. Takım 26 haftası geride kalan Belçika Ligi’nde, en yakın rakibi Anderlecht’in 4 puan önünde lider. Belçika Kupası yarı finalinde Brugge derbisindeki rakipleri Cercle Brugge’u geçip finale çıktılar ki orada da Anderlecht ile karşılaşacaklar. Dahası Avrupa Ligi’nde de yollarına devam ediyorlar, Danimarka’nın Aalborg takımı son 16’ya kalmak için onların önündeki rakip. Club Brugge’un kalesinde, Avustralya ile 2015 Asya Kupası şampiyonluğu yaşayan Matthew Ryan bulunuyor. Henüz 23 yaşındaki kaleci, yakın zamanda Club Brugge’a önemli bir maddi getiri de sağlayabilir. 38 yaşındaki kaptan Timmy Simons ile hücum hattındaki gol ayağı Tom de Sutter, Preud’homme’un en çok güvendiği isimler. Ancak ikinci yarıda, özellikle hücum hattındaki işleri ilk yarıya göre zor olacak, çünkü takımın bu sezon en çok gol atan ismi, Şilili Nicolás Castillo, Ocak ayında Mainz 05’e kiralandı. Kolombiyalı sağ açık José Izquierdo onun ardından takımın en çok gol atan ismiydi. Sezonun şu ana kadarki bölümünde 60 gol atan ve bu alanda rakiplerinin çok önünde olan (onları en yakından izleyen Kortrijk’ın 47 gol attığını belirtirsek) mavi-siyahlılar, Castillo’nun gidişinin etkisini en aza indirmeyi başarırlarsa play-off süresince de liderlik koltuğundaki yerlerini sağlamlaştırabilirler. Michel Preud’homme’un bugüne kadar çalıştırdığı her takımda en az 1 büyük kupası bulunuyor. Club Brugge’da ikinci sezonunu doldururken 3 cephede de yoluna devam ediyor ve 10 yıldır şampiyonluk yüzü göremeyen kulübü mutlu sona ulaştırmak istiyor. Ayrıca kendisi futbolculuk yıllarında file bekçisi olan teknik direktörlerin çok fazla başarılı olamaması inancına karşı da savaşıyor. Serkan Akkoyun ASLA YALNIZ YÜRÜMEYECEK! Bu yazıyı okumaya karar verdiyseniz, biraz sonra bir futbol takımının mottosu ile bir hayata yeniden dönüş hikâyesinin nasıl buluştuğuna şahit olacaksınız. Hoşgeldiniz! Futbol Kültürü HF165 İngilizleri, futbollarının dışında iyi müzikleri ve iyi filmleri ile anıyorum her zaman. Alternatif müzikler ya da yaratıcı mizah benim için hep Ada’dan çıkıyor. Yaşımın yetmediği dönemlerde de bu böyleymiş. Örneğin 1960’lar. Şöyle bir zamanı geriye saralım… LIVERPOOL, 1963. Yıl 1963. İngiltere’de Liverpool kenti. Beat müzik, Liverpool’da 60’ların başında Merseybeat ile veriyor coşkuyu. Beatles esiyor, Undertakers iyi işler çıkarıyor, Remo Four kaliteyi yükseltiyor. Bir de Gerry and the Pacemakers var içlerinde. Liverpool’un delikanlılarından Gerry (Marsden) kardeşi Fred ile birlikte 60’a girildiği yıl Les (Chadwick) ve Arthur (McMahon)’u da kafalayarak grubu kuruyor. Önce gruplarına Gerry Marsden and the Mars Bars adını veriyorlar ama sonra aynı adlı çikolata fabrikası ile ters düşünce adlarını değiştiriyorlar. 60’ın ilk yıllarını müziği öğrenerek geçirdikten sonra ‘How Do You Do It?’ geliyor. Ardından ‘From Me to You’yu kaydediyorlar. Ve 1963 senesinde grup, ilk defa 1945 yılında sahnelenmiş Rodgers & Hammerstein’in Brodway müzikalinde söylenen bir şarkıyı cover yapma kararı alıyor. İşte bu karar, Liverpool kentinin, Liverpool’un kırmızı futbol âşıklarının ve ilerleyen satırlarda tanışacağımız bu yazının kahramanının kaderini de belirleyecek bir karar oluyor. ‘You Will Never Walk Alone’ şarkısı, böylece Liverpool semalarında yankılanmaya başlıyor. Grubun söylediği bu şarkının kaydı kısa süre içerisinde listelerde üst sıralara çıkıyor. Aynı yıl Liverpool maçlarından önce hazırlanan şarkı listesinde de yer alıyor. Taraftarlar sözlerindeki anlam karşısında büyük hayranlık duyuyor ve ne zaman çalsa eşlik etmeye başlıyorlar. ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyorlar taraftarı oldukları takıma doğru. Bir süre sonra şarkı çalmamaya başlar ama sözler Anfield’da yankılanmaya devam eder. Yıllar geçer, ne şarkı ne de sözler eskimez. Her seferinde sanki birkaç gün önce Gerry ve arkadaşlarının elinden çıkmışçasına tazeymiş gibi söylenir. Her minik Liverpool taraftarına öğretilir. Ünü sınırları aşar. Dünyanın neresinde olursa olsun; bir futbolsever ‘Liverpool’ dendiği zaman ‘You Will Never Walk Alone’ der istemsizce. Tıpkı onlardan birisi olan; Andy Grant gibi… LIVERPOOL, 1989. Andy Grant, 1989 yılında İngiltere’de Liverpool’da dünyaya geldi. Liman şehrinin her çocuğu gibi ya Everton’lı ya da Liverpool’lu olması gerekiyordu. O, Gerry’nin sesine kulak verdi ve Liverpool taraftarı oldu. Kolay bir hayat yaşamadı. Henüz 12 yaşındayken annesini kan kanseri nedeniyle kaybetti. Ölüm anını gözleri ile gördü bunu asla unutmadı. 20 yaşına girdiğinde askerlik görevi için orduya teslim oldu. Ve film bu andan itibaren Andy Grant için kopmaya başladı… AFGANİSTAN, 2009. 2009 yılında Andy askerlik görevini yapmak için Kraliyet Deniz Kuvvetlerinde komando olarak önce Irak’a gitti. Oradaki görevinin ardından Afganistan’a geçti. Afganistan’da 45 komando ile yapılan bir operasyon sırasında 2 adet mayın patladı. Bunlardan birisi Andy’yi çok ciddi bir şekilde yaraladı. Arkadaşları tarafından patlama bölgesinden anında uzaklaştırılan Andy’nin durumu ağırdı ve hızla ambulans helikopter ile Bastion kampına getirildi. Vücudunun 27 ayrı yerinden yara almıştı ve bilinci kapalıydı. Andy süratle İngiltere’ye ulaştırıldı ve Birmingham’da yer alan Selly Oak hastanesine yerleştirildi. İki hafta komada kalan genç asker mucizevi bir şekilde hayata dönmüştü. Ancak hastaneden çıkması 3 ayı buldu. 20 yaşında; annesinin ölümünü izlemiş, Irak ve Afganistan’a savaşa gitmiş, mayın patlaması sonucu 27 ayrı yerinden yaralanmış ve 2 hafta komada kalmıştı. Yine de tüm bunlar olurken asla yalnız yürümemişti. Bu arada Liverpool Rafael Benitez yönetiminde çok iyi işler çıkarıyordu. Şampiyonluk yarışını son haftalara kadar sürdürmesine karşın sadece 4 puanlık farkla Manchester United’a geçiliyor ve ligi 2. tamamlıyordu. Liverpool da Andy gibi zirveyi zorlasa da ancak kıyısından kenarından tutunabiliyordu. BIRMINGHAM, 2010. Andy hastaneden çıktıktan sonraki 18 ay boyunca sağ bacağındaki ciddi hasarın düzelmesi için fizik tedaviye gitti. Aynı zamanda yaşadıklarını atlatabilmesi için psikolojik destek de aldı. Bu arada Liverpool’u da takip etmeyi sürdürüyordu. 2010 yılının Kasım ayında ise kendisi için çok zor bir karar vermesi gerekti; sağ bacağının iyileşme ihtimali yoktu ve artık kullanamayacaktı. Cesur komando kararını verdi; ameliyat olacak ve sağ bacağı dizinden aşağısı olmak üzere kesilecekti! Ve hayat bir kez daha Andy ile dalgasını geçti… Andy’nın sağ bacağının tam diz bölgesinde fanatik taraftarı olduğu Liverpool’un mottosu; ‘You Will Never Walk Alone’ sözü dövme olarak yazılıydı. Bir de o küllerinden doğan Anka kuşu vardı. Ameliyata girdi ve sonucunda sağ bacağının yarısı artık yoktu. Andy ameliyatın etkisinden kurtulduktan sonra bacağının yeni halini merak etti ve bakmak istedi. Baktı… Gördüğü karşısında çok şaşırdı. Normal şartlar altında bacağı kesilen bir insanın hüzünlenmesi, ağlaması ya da benzeri isyan duygularını dışa vurucu ifadeler takınması gerekirken Andy gülüyordu! Çünkü bacağındaki ‘You Will Never Walk Alone’ yani ‘Asla Yalnız Yürümeyeceksin’ yazılı dövmesinin bir bölümü ameliyat sırasında kesilen parça ile kendisinden kopmuştu. Kalan kısım da ise şu yazıyordu: ‘You Will Never Walk’ yani ‘Asla Yürüyemeyeceksin’ GÜNÜMÜZ… Andy yürüdü. Yürümekle de kalmadı, yaşadığı bu olayı kendisine verilmiş çok önemli bir mesaj olarak algılayarak insanlara umut ışığı olmaya karar verdi. “Bu durum biraz ironikti. Bacağım bana asla yürüyemeyeceğimi söylerken ben şu anda 10 kilometreyi 40 dakikada koşuyorum. Bu dünya rekorundan sadece iki dakika az” diyor Andy. Genç adam, bacağının kesilmesinin ardından hem dünyanın çeşitli ülkelerini gezerek insanlara hikâyesini anlatıyor hem de ampute bir atlet olarak yarışlara katılıyor: Invictus Oyunlarında 400 metre ve 1,500 metrede altın madalyaların sahibi! Genç Liverpool taraftarı Andy, yaşadıklarına rağmen kendini insanlığa adamış olmasını ise şu basit ama aslında derin anlamlı sözlerle anlatıyor: “Olaylara iyi tarafından bakıyorum” Andy Grant, 25 yaşında, Liverpool taraftarı. Hayatı boyunca yalnız yürümeyecek. Şampiyonlar Ligi HF165 Emre Çelik MANCHESTER CITY - BARCELONA Son yıllarda Premier League’de istediklerinin büyük bölümünü elde ederek Şeyh’in rüyasının büyük kısmını gerçekleştiren Manchester City, Şampiyonlar Ligi’ndeki talihsizliğine devam ediyor. Önce geçtiğimiz sezon grubu ikinci bitirerek kura aşamasında dezavantajlı konuma düşmesine yol açan Bayern Münih’i tekrar çekip yine ikinci olduktan sonra benzer senaryoyla son 16’da yine geçen sezon olduğu gibi Barcelona ile eşleşti. Kura çekimi yapıldığı zaman yapılan ilk yorumlar Manchester City’nin elbette Barcelona kurasından memnun olmamasına rağmen geçen sezona göre daha fazla şansı olduğu yönündeydi ki bunun da en önemli sebebi Barcelona’nın kura çekimlerinin yapıldığı hafta Getafe deplasmanında da puan kaybederek şampiyonluk yarışında yara almış, Luis Enrique-Lionel Messi anlaşmazlığı ve Andoni Zubizarreta eleştirileri ile saha dışında da bir hayli problem yaşıyordu. Lâkin köprünün altından 2 ayda çok sular aktı, umut veren City bir türlü toparlanmayı başaramadı, Barcelona ise Üç Silahşörler’in önderliğinde adeta zirvedeki günlerinden kesitler sunmaya başladı. İki takım için de grup aşamasının kusursuz tamamlandığını söylemek güç. Gruptaki ilk 4 maçının hiçbirini kazanamayan Manchester City, önce 10 kişi kalan Bayern Münih’i Sergio Agüero’nun tarihe geçen performanslarından birini sergileyerek takımını adeta tek başına sırtladığı maçta yenip ardından da favori gösterilmediği Roma deplasmanında beklenenden rahat bir galibiyet alarak son derece güç şekilde ikinci tur biletini aldı. Sadece +1 averajla gruptan çıkabilen Manchester City ayrıca grubunun en fazla kart gören takımı oldu. Barcelona ise grubun ikinci maçında Paris Saint-Germain karşısında aldığı mağlubiyetin ardından oynanan iki Ajax maçında da galibiyeti almasına rağmen futbol olarak beklentilerin yanına yaklaşamadı. Fakat grup liderliği için Camp Nou’da oynanan Paris Saint-Germain maçında Luis Enrique’nin de ilk defa taktiksel anlamda B planının olduğunu gösterdiği maçta rakibini adeta sahadan sildi ve liderliği ele geçirdi. Bu maçın başka bir önemi de Barcelona’nın 2 aylık yükselişinin başladığı maçlardan biri olmasıydı. Katalanlar, maç başına 7,3 ortalamayla grup aşamasında 32 takım arasında kalesine en az şut izni veren ekip olurken ayrıca maç başına %65,7 topla oynama yüzdesiyle Bayern Münih’in ardından ikinci geldi. Barcelona adına bir diğer dikkat çeken istatistik ise %90 ile grup aşamasında maç başına en fazla isabetli pas yapan ekip olmalarıydı. konsantre olacakları göz önünde bulundurulunca bu problemleri çok fazla yaşamayacaklarını tahmin etmek zor değil. Manchester City özellikle Ocak ayının ortasından itibaren hem sonuç hem de ortaya konulan futbol açısından ciddi bir düşüş periyodu yaşıyor. Son 9 karşılaşmasında sadece 3 galibiyet alabilen Manchester City’de göze çarpan en önemli handikap, Yaya Toure’nin de bu periyottaki yokluğunda orta sahadaki ikilinin yaratıcılık yönünden büyük eksiklikleri oldu. Dahası stoper bölgesinde elde edilemeyen istikrar ve savunmadaki bireysel hataların fazlalığı da çokça göze batıyor. Takım olarak topla oynamayı seven bir profilde olmalarına rağmen rakibin hızlı ataklarında genellikle eksik yakalanıp fazlasıyla yerleşme hatası yapıldığı için de çok fazla boş alan bırakıyorlar. Lâkin Barcelona karşısında hiç şüphesiz topla ortalamaları kadar oynayamayacakları ve savunmaya daha fazla Barcelona ise son 2 aylık periyotta son derece başarılı ve eski, tahmin edilebilir futbolunun aksine varyasyonları olan bir futbol sergiliyor. Luis Enrique’nin eleştirilen ama meyvelerini veren rotasyon sistemi sayesinde daha dinç olan Barcelona’da ayrıca Lionel Messi ve Neymar ikilisi inanılmaz formda. Suarez’in sisteme artık tamamen adapte olması, Pique’nin eski günlerini andırması ve Copa del Rey’deki Atletico Madrid maçları başta olmak üzere Barcelona’nın kontratakla da vurabilen bir takım olduğunu göstermesi Katalanlar adına öne çıkıyor. Maçın İngiltere’de oynanacak olmasına rağmen daha tahmin edilemez, daha tehlikeli, daha çok varyasyona sahip olan ve daha formda olan Barcelona bir adım önde. M.City 9 8 70 2906 %51 18 15 2 Barcelona Atılan Gol 15 Yenilen Gol 5 Gol Girişimi 94 Başarılı Pas 3865 Topla Oynama %63 İsabetli Orta 18 Sarı Kart 8 Kırmızı Kart 1 Şampiyonlar Ligi HF165 Bahadır Bozkurt JUVENTUS – DORTMUND Borussia Dortmund, temsilcimiz Galatasaray’ın da aralarında bulunduğu D Grubunu lider olarak tamamlamayı başardı. Signal Iduna Park’ta Arsenal’i devirerek işe başlayan Jürgen Klopp’un öğrencileri, Belçika deplasmanında Anderlecht’i 0-3’lük skorla geçerek yolu yarılamayı başardı. Ardından Galatasaray’la karşılaşan panzerlerin temsilcisi her iki maçta da 4 gol atarak, gruptan çıkmayı başardı. Öte yandan Bundesliga’da kabus gibi bir sezon geçiren sarı-siyahlılar, çıktıkları Londra deplasmanında Arsenal’den gruptaki ilk ve tek yenilgisini aldı. Liderlik şansını tehlikeye soksa da grubun sürpriz takımı Anderlecht Londra’dan puan çıkarmayı başarınca, Dortmund grubunu lider olarak tamamlamayı başardı. Gidecek mi, kalacak mı sorularını devre arasında uzattığı sözleşmeyle yanıtlayan Marco Reus, takımın en güvendiği isimlerin başında geliyor. Hücumun en etkili isimlerinden bir diğeri ise Gabon’lu forvet Aubeymang olacak. Devre arasında Red Bull Salzburg’tan transfer edilen Kevin Kampl, sahanın her bölgesinde görev alabilecek yeteneklere sahip. Bundesliga’da şimdilik işleri yoluna koyan Klopp, Şampiyonlar Ligi’nde taraftarlarının yüzünü güldürmeye çalışarak bir nevi özür dilemeye çalışacak. İki sezon önce finale yükselen ekipten şu anda kadroda bulunmayan tek isim Robert Lewandowski. Polonyalı golcünün gidişiyle transfer edilen Ciro Immobile ve Adrian Ramos’tan hala beklenen katkıyı alamadılar. Sezon içerisinde Hummels ve Soktaris’in sakatlıkları, kaleci Wiedenfeller’in formsuzluğu defansif anlamda Klopp’un kabusu oldu. Signal Iduna Park’ta Avrupa’nın en görkemli atmosferinden bir tanesini oluşturan Dortmund tribünleri, bu eşleşmede performansından kuşku duyulmayan tek unsur. Torino’da oynanacak olan ilk maçta teslim olmazsa, Alman ekibi rövanş karşılaşmasında taraftarının desteğiyle turu geçmeyi başarabilir. İtalyan ekibi Juventus A Grubu’nu ikinci tamamlayarak son 16 vizesini almayı başardı. Grubun seyrini değiştiren ve Juventus’u bir üst tura taşıyan takım İsveç temsilcisi Malmö oldu. Grupta hiçbir iddiası olmayan Malmö, tek galibiyetini evinde Olimpiakos karşısında alarak tüm dengeleri alt üst etti. Son ana kadar Olimpiakos’la nefes nefese ikincilik yarışını sürdüren Juventus, son maçta Atletico Madrid’den aldığı bir puanla üst tura çıkmaya hak kazandı. Massimo Allegri yönetiminde bu sezona başlayan İtalyan temsilcisi ligini sirkülase etse de, Şampiyonlar Ligi’nde işlerin pek parlak geçmediğini mümkün. Özellikle Arturo Vidal, Paul Pogba, Carlos Tevez gibi önemli isimlerin yanı sıra şimdiden efsane olmayı başarmış Buffon ve Pirlo’yu kadrosunda Juventus 7 4 93 3015 %62 28 13 - bulunduran İtalyan ekibinden beklenti büyük. Geçen sezon Sneijder’in gün aşırı golüyle Şampiyonlar Ligi’nden elenen Juventus bu sezon en azından çeyrek finali görmeyi hedefliyor. İtalyan ekip, diğer ekiplere göre nispeten daha iyi bir kura çekti. Rakip Dortmund’un bu sezon içerisindeki problemleri Juventus’u eşleşmede bir adım öne taşıyor. Aksi bir durumda Juventus turnuvaya erken veda ederse Paul Pogba, Arturo Vidal gibi oyuncularla yol ayrımına gelebilir. B. Dortmund Atılan Gol 14 Yenilen Gol 4 Gol Girişimi 97 Başarılı Pas 2612 Topla Oynama %51 İsabetli Orta 26 Sarı Kart 3 Kırmızı Kart - Emre Çelik Şampiyonlar Ligi HF165 LEVERKUSEN - ATLETICO MADRID Geçtiğimiz sezon hem La Liga’da hem de Şampiyonlar Ligi’nde rüya gibi bir sezon geçirerek lig şampiyonluğunu kazanan ve Devler Ligi’nde de finale çıkan Atletico Madrid, 24 Mayıs 2014’te 90’ıncı dakikada Sergio Ramos’un golüyle o rüyadan Estádio da Luz’da uyanmış ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu Real Madrid’e kaptırmıştı. Fakat Atleti, 2013/14 sezonunun 1995/96’daki gibi tek sezonluk geçici bir başarı olmadığını Şampiyonlar Ligi grup aşamasında ortaya koyduğu futbolla gösterdi. Fakat şimdi görevleri çok daha zor; zirveye çıkmak değil zirvede kalmak. Bir başka ifadeyle tekrar finale çıkarak geçen seneki başarının mucizeden ibaret olmadığını göstermek. Bu yolda da ilk rakipleri Alman ekibi Leverkusen. Sezon başında Roger Schmidt’i göreve getirip orta ölçekli bir yeniden yapılanma sürecine giren Leverkusen Ağustos ayından bu yana Avrupa’da izlemesi en çok keyif veren takımlardan biri olmayı başarsa da ortaya konulan güzel oyunu skora çevirmekte istikrar sağlayamadı. Şimdi ise işleri hiç kolay değil; Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale çıkmak istiyorlarsa Avrupa’nın belki de en skor odaklı takımı olan Atletico Madrid’i geçmek zorundalar. Atletico Madrid grup sürecine Olimpiakos mağlubiyetiyle başladıktan sonra oynadığı 4 karşılaşmanın hiçbirini kaybetmedi ve son haftaya da Juventus’un 3 puan önünde zirveye girdi. Kırmızı-beyazlılar son hafta da Torino deplasmanında 1 puan almayı başararak kendisini birinci torbaya attı. Atletico Madrid grup sürecinde gördüğü 16 sarı kartla son 16’ya kalan takımlar içerisinde istatistiklere göre en serti ve bunun sert ve dirençli oyunlarının bir sonucu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ayrıca Atletico Madrid grup sürecinde sadece 3 gol yedi ve Monaco ile Real Madrid’in ardından Chelsea ile birlikte grup sürecinin en az gol yiyen üçüncü ekibi olmayı da başardı. Bayer Leverkusen ise C Grubu’nda son haftaya lider ve gruptan çıkmayı garantilemiş bir biçimde girse de son hafta Benfica deplasmanında elde edilen beraberlikle ikinciliğe düştüler. Aslında Leverkusen için Monaco mağlubiyetlerinin, özellikle de iç sahada alınan 1-0’lık yenilginin, grup liderliğine mal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunun da en önemli sebeplerinden biri hiç şüphesiz ligde ortaya koydukları iştahlı ve korkusuzca saldıran hücum anlayışının yerine neredeyse tüm maçlarda daha temkinli ve beklenenin altında bir futbol ortaya koydu. Leverkusen grup sürecinde 32 takım arasında rakip takımın ayağından en çok top çalan ekip olmasının yanında pas arasıyla top kapma konusunda da 32 takım içerisinde ikinci sırada yer aldı. Atletico Madrid geçen senenin aksine ligdeki yarıştan kısmen kopmuş bir görüntü çiziyor ama bunun sebebi geçen seneden daha güçsüz oldukları ve Atleti’yi başarıya götüren oyun tarzlarındaki herhangi bir değişiklik kesinlikle değil. Daha ziyade yeniden yapılanmayla ve unvanın getirdiği ağırlıkla geçen sene Atletico Madrid’i başarılı kılan “maç maç düşüneceğiz” mantalitesinin atlanması ki bu ana fikri Şampiyonlar Ligi’nde hele ki eleme maçlarında hatırlayacakları ve sıkı sıkıya bağlanacaklarını söylemek yanlış olmaz. Hâlâ kontratağa çıkmak, Leverkusen 7 4 92 1712 %50 20 12 2 takım olarak savunma yaparak alan kapatmak ve duran toplar konusunda Avrupa’nın kalburüstü takımlarının son derece etkililer. Leverkusen içinse bu maçlara nasıl yaklaşılacağı, lig sonuncusuna karşı bile “önce gol yemeyelim” düşüncesiyle çıkan Atletico Madrid’e kıyasla çok daha belirleyici olacak. Leverkusen’in hücum etkinliği en büyük silahı olarak öne çıksa da bundan %100 verim almak için topla tüfekle saldırmak da Leverkusen’in en büyük handikabı kırılganlığını bir o kadar artırıyor. Bunun da Atletico Madrid cephesi için bulunmaz bir nimet olacağını söylemek yanlış bir tespit olmayacaktır. Bu açıdan Leverkusen’in şansını devam ettirmek adına özellikle iç sahadaki bu maçta temkinli ve öncelikle Atletico Madrid’in istediği ve hızlı çıkabileceği ortamı oluşturmamaya yönelik bir taktik anlayışla ve duran top ile yan toplara ekstra önlem alarak bir futbol sergilemesi belirleyici olacak. Bunun ne kadarını gerçekleştirebileceklerini ise hep birlikte göreceğiz. A. Madrid Atılan Gol 14 Yenilen Gol 3 Gol Girişimi 88 Başarılı Pas 1929 Topla Oynama %47 İsabetli Orta 51 Sarı Kart 16 Kırmızı Kart - Şampiyonlar Ligi HF165 Emre Gürkaynak ARSENAL - MONACO Manchester City-Barcelona belki de son 16’nın en yüksek profilli eşleşmesi, keza Juventus-Dortmund mücadelesi büyük merak konusu. Ancak Arsenal-Monaco eşleşmesi bu ikili kadar büyük gözükmüyor. Ya da Arsenal baktığımız yerden pek büyük gözükmüyor artık. Bir eşleşmeyi ‘en iyi’ yapan taraflardan aslan payı artık onların değil. Rakip de savunmacı Monaco olunca bu sıfat pek uğramıyor randevularının civarına. Arsenal, artık kaderini her zaman kendi çizmiyor belki ama onlar için hazırlanan yol bu sezon Türkiye ile sık sık kesişiyor. Her kesişimde de Wenger ustalığında oluşturdukları istikrar duvarına bir tuğla eklediklerini söylemek mümkün. Play-off turunda, Beşiktaş’la eşleşen Londra ekibi, siyahbeyazlıları eleyerek, 17. kez üst üste Devler Ligi’nde grup aşamasına kalmış oldu. Borussia Dortmund yenilgisiyle başlayan grup macerası Galatasaray ve Anderlecht galibiyetleriyle Arsenal adına nasıl bir seyirde gideceğini belli etti. İkinci Anderlect maçında 3-0 öne geçmesine rağmen sahadan 1 puanla ayrılan ’Topçular’ bir kez daha taraftarına belki de saç baş yoldurup, grup liderliğini kaybetse de ikinci tur vizesini 15. defa üst üste elde etme başarısı gösteriyordu. Lider değillerdi ama kuradan iyi haber vardı: Son iki sezonun aksine Bayern Münih’le eşleşmemişlerdi! Grup ikincilerinin duvarlarını süsleyen posterde Monaco’nun kırmızı ve beyazı hâkimdi bu sene ve şans Arsenal’e gülmüştü, tıpkı yazın olduğu gibi. Ancak yalnızca grup lideri olması bile, Monaco’nun hafife alınmaması gerektiğini gösteriyor. Grup maçlarında yalnızca bir defa, -evet, sayıyla 1- gol yiyen Monaco, son 9 lig maçında topu ağlarından hiç çıkarmadı. Keyif verdiklerini söylemek kesinlikle mümkün değil ancak Leonardo Jardim’in öğrencileri her alanda ufak ufak zirveye tırmanıyor. Yine de Monaco’nun bulunduğu C Grubu’nun kaymak tabakadan bir takım içermemesi düşündürücü. Benfica, Bayer Leverkusen ve Zenit, her ne kadar üst seviyeye alışık ekipler olsa da, Arsenal, Monaco için başka bir seviyeyi işaret ediyor. Arsenal için 15 senedir son 16’da dedik, son 4 senedir bir adım öteye gidemediklerini söyleyelim; Monaco ile eşleşirken, tıpkı bu yaz oldukları gibi şanslı olduklarını söyledik, sıcak ayların şansının da Alexis Sanchez olduğunu belirtelim. Özellikle Mesut Özil’in formsuz olduğu dönemde, Arsenal’in ‘dünya yıldızı’ kotasını layıkıyla dolduran Şilili, Monaco karşısında da büyük silah. Middlesborough ile oynanan Federasyon Kupası maçında 2 gol birden atan Olivier Giroud’un formu da Arsenal için kritik. James Rodriguez ve Radamel Falcao’yu gönderdikten sonra, bu isimlerin yerlerini doldurmayan ve bu sebeple taraftarından büyük eleştiri alan Monaco’da isyanı bir nebze de olsa dindiren Yannick Carrasco ile Dimitar Berbatov yine gol umudu. Savunmayı ise tekrar anlatmaya gerek yok. Arsenal-Monaco eşleşmesi, her iki takımın şansı bir açıdan. Eşikte duran eşleşme. Eşiği atlamak belki de bu sefer biraz duygusal olacak Arsene Wenger için. İlk defa eski takımına karşı bir resmi maçta zira Fransız. Onun eski bir takımı olduğunu hatırlamak bile zor. O dönemin Monaco’sunu da. Ancak şimdi bir yanda yemeyen, bir yanda atan var. Zirveden kopsa da keyiften kopmayan Arsenal ile, keyiften kopuk ama zirveye pamuk ipliğiyle de olsa bağlı Monaco. Biraz iyiyle kötünün savaşı yani bu futbol düzleminde. Ancak kimsenin taraf seçmesine gerek yok, keyif almak yeterli olacak. En azında Arsenal kısmı öyle dilerdi herhalde. ArsenalMonaco 15 8 69 2601 %53 17 10 1 Atılan Gol 4 Yenilen Gol 1 Gol Girişimi 56 Başarılı Pas 1556 Topla Oynama %47 İsabetli Orta 20 Sarı Kart 16 Kırmızı Kart -