PDF Görüntülemek İçin Tıklayınız.
Transkript
PDF Görüntülemek İçin Tıklayınız.
C‹LT: 10 SAYI: 20 Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği Nurhan Süral İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Mustafa Fedai Çavuş Alptekin Develi Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Ebru Canikalp İlter Ünlükaplan Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation Ahmet Tozlu Rıdvan Kurtipek Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Merter Akıncı Gönül Yüce Akıncı Ömer Yılmaz Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Halil Altıntaş Mehmet Mercan Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği Hande Bahar Aykaç Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Hayriye Atik 2015 / II Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership Vuslat Us A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life Nil Mit Çağatay Topal 2015 / II C‹LT: 10 SAYI: 20 • 2015-II Sahibi Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu Ad›na Yağız EYÜBOĞLU Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Bülent P‹RLER Editör Prof. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK Yay›n Kurulu Sekreterleri Emel ÇOPUR Sibel TU⁄ ‹dare Yeri Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu Hofldere Caddesi Reflat Nuri Sokak No : 108 06540 Çankaya - ANKARA Tel : (+90 312) 439 77 17 (pbx) Faks :(+90 312) 439 75 92-93-94 Web : www.tisk.org.tr E-posta : tisk@tisk.org.tr Bask› Tarihi 30 Eylül 2015 Tasar›m ve Bask› AJANS-TÜRK GAZETECİLİK MATBAACILIK İNŞ. SAN. A.fi. ‹stanbul Yolu 7. km. Necdet Evliyagil Sok. No: 24 Bat›kent - ANKARA Tel : (+90 312) 278 08 24 • Faks : (+90 312) 278 18 95 ISSN:1306-6757 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın TİSK AKADEMİ, TÜBİTAK ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı, EBSCO Veri Tabanı ve ASOS Index tarafından indekslenmektedir. TİSK AKADEMİ, Basın Meslek İlkelerine uymayı taahhüt eder. Yay›n ‹lkeleri T‹SK AKADEM‹, y›lda iki kez Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu taraf›ndan yay›nlanan hakemli bir dergidir. Bu dergide yay›nlanan makalelerin bilim ve dil bak›m›ndan sorumlulu€u yazarlar›na aittir. Dergide yay›nlanan makaleler kaynak gösterilmeden kullan›lamaz. Dergide yay›nlanan makalelerin yay›n hakk› Türkiye ‹flveren Sendikalar› Konfederasyonu’na aittir ve yay›nc›n›n izni olmadan hiçbir flekilde yeniden ço€alt›lamaz. DANIfiMA KURULU Prof. Dr. Asaf Savaş AKAT Bilgi Üniversitesi Prof. Dr. Teoman AKÜNAL Koç Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf ALPER Uludağ Üniversitesi Prof. Dr. Tuğrul ARAT TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Prof. Dr. Kadir ARICI Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Osman AYDOĞUŞ Ege Üniversitesi Prof. Dr. Tankut CENTEL Koç Üniversitesi Prof. Dr. Emin ÇARIKCI Çankaya Üniversitesi Prof. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Prof. Dr. Münir EKONOMİ Prof. Dr. Hüsnü ERKAN Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Oğuz ESEN İzmir Ekonomi Üniversitesi Prof. Dr. William B. GOULD IV Stanford Üniversitesi Prof. Dr. Muhteşem KAYNAK Doç. Dr. Hakan KIŞLAL Prof. Dr. Şükrü KIZILOT Saint Leo Üniversitesi Prof. Dr. Orhan MORGİL Yrd. Doç. Dr. Murat MUNGAN Florida State Üniversitesi Prof. Dr. Tamer MÜFTÜOĞLU Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Muna Baron NDULO Cornell Üniversitesi Prof. Dr. Selami SARGUT Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Nur SERTER İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Polat SOYER Yakın Doğu Üniversitesi Prof. Dr. Nurhan SÜRAL Orta Doğu Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Sarper SÜZEK Ankara Üniversitesi Prof. Dr. Fevzi ŞAHLANAN İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Vefa TARHAN Loyola University Chicago Prof. Dr. Sübidey TOGAN Bilkent Üniversitesi Prof. Dr. Nahit TÖRE Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TURAN Bilgi Üniversitesi Dr. Mehmet UĞUR Greenwich Üniversitesi Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU Trakya Üniversitesi Prof. Dr. İlter Alfabetik olarak soyad› s›ras›na göre düzenlenmifltir. Danışma Kurulu Üyemiz Prof. Dr. Yüksel İNAN geçtiğimiz ay vefat etmişti kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. ‹Ç‹NDEK‹LER Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği..................................................................................................... 214 Prof. Dr. Nurhan Süral ODTÜ İİBF AB Cinsiyet Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele Alanında Hukuk Uzmanları Ağı Üyesi İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri................. 230 Doç. Dr. Mustafa Fedai Çavuş Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü Alptekin Develi Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri....................................... 250 Araş. Gör. Ebru Canikalp Çukurova Üniversitesi, Maliye Bölümü Doç. Dr. İlter Ünlükaplan Çukurova Üniversitesi, Maliye Bölümü Motivasyon Teorileri ve Kamu Çalışanlarının Bireysel Performans Değerlendirme Temelinde Teşvik Edilmesi............................................................................................................................................................ 270 Ahmet Tozlu T.C. Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzmanı, Rutgers Üniversitesi MPA Öğrencisi Rıdvan Kurtipek T.C. Kalkınma Bakanlığı Planlama Uzmanı, Columbia Üniversitesi MPA Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi........................................................................................................................................................ 286 Dr. Merter Akıncı Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Yrd. Doç. Dr. Gönül Yüce Akıncı Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü Prof. Dr. Ömer Yılmaz Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri Bölümü Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması......................................................................................................................................... 318 Doç. Dr. Halil Altıntaş Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Doç. Dr. Mehmet Mercan Hakkari Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve Finans Bölümü Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği....................................................... 344 Dr. Hande Bahar Aykaç Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri................ 370 Prof. Dr. Hayriye Atik Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Türk Bankacılık Sektörünün Küresel Kriz Öncesi ve Sonrasında Mülkiyet Ayrımında İncelenmesi............... 390 Vuslat Us T.C. Merkez Bankası Araştırma ve Planlama Politikası Genel Müdürlüğü Günlük Hayatta ve “Second Life” Adlı İnternet Platformunda Kendilik Sunumunun Kısa Bir İncelemesi..................................................................................................................................................... 408 Nil Mit ODTÜ Sosyoloji YL Yrd. Doç. Dr. Çağaytay Topal ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi 212 T‹SK AKADEM‹ • 2014 / I CONTENTS Domestic Workers’ Social Security........................................................................................................................... 214 Prof. Dr. Nurhan Süral Middle East Technical University (METU) Faculty of Economics and Administrative Sciences The Effects of Human Resources Management Practices on the Organizational Citizenship Behaviour................................................................................................................................................ 230 Associate Prof. Dr. Mustafa Fedai Çavuş Osmaniye Korkut Ata University Faculty of Economics and Administrative Sciences Alptekin Develi Osmaniye Korkut Ata University, Institute of Social Sciences From Hierarchical Order to Heterarchical Order: The Concept of Governance and Governance Theories ...... 250 Research Asst. Ebru Canikalp Çukurova University Finance Department Associate Prof. Dr. İlter Ünlükaplan Çukurova University Finance Department Motivation Theories and Encouraging Public Employees based on Individual Performance Evaluation ........ 270 Ahmet Tozlu Ministry of Development Planning Expert Rutgers University MPA Candidate Rıdvan Kurtipek Ministry of Development Planning Expert Rutgers University MPA How Effective is Financial System to Reduce Income Inequality? A Regional Panel Data Analysis For Turkish Economy................................................................................................................................................. 286 Dr. Merter Akıncı Ordu University Ünye Faculty of Economics and Administrative Sciences Asst. Prof. Dr. Gönül Yüce Akıncı Ordu University Ünye Faculty of Economics and Administrative Sciences Prof. Dr. Ömer Yılmaz Atatürk University Faculty of Economics and Administrative Sciences The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth: Co-integration and Causality Application in the Case of G-11 Countries.............................................................................................. 318 Associate Prof. Dr. Halil Altıntaş Erciyes University Faculty of Economics and Administrative Sciences Associate Prof. Dr. Mehmet Mercan Hakkari University Faculty of Economics and Administrative Sciences Social Security of Convicts Who are Put to Work Out of the Sentence Execution Institutions.......................... 344 Dr. Hande Bahar Aykaç Gazi University Faculty of Economics and Administrative Sciences The Relative Development Level of Big Cities Founded with Laws No. 6360 and 6447 in Turkey..................... 370 Prof. Dr. Hayriye Atik Erciyes University Faculty of Economics and Administrative Sciences Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership.............................. 390 Vuslat Us Central Bank General Directorate of Research and Planning Policy A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life.......................................................... 408 Nil Mit METU Sociology MS Asst. Prof. Dr. Çağaytay Topal Middle East Technical University (METU) Faculty of Arts and Sciences ÖZ Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği Ev hizmetlerinde çalışanlar, sayıca çok olsalar da hizmet sözleşmeleriyle hane için çalışmaları nedeniyle görünürlükleri az olan bir sektörü oluşturmaktadır. Ev hizmeti, temizlik, yemek yapma, çamaşır, ütü, alışveriş, şoförlük, bahçe işleri gibi gündelik işler ile çocuk, yaşlı veya özel bakıma ihtiyacı olan kişilerin bakım işlerinin aile bireyleri dışındaki kişiler tarafından yapılmasını ifade eder. Ev hizmetlisi çalıştırmanın, kadınların işgücüne katılımı ve çalışan kadınların iş ve ailevi sorumluluklarını bağdaştırabilmelerinde önemli bir rolü vardır. Ev işlerinin tamamını üstlenen kadınlar, dışarıda çalışmaya sıcak bakmayabilir. Ev hizmetlisi istihdamı, muhtaç, hasta ve yaşlı bakımının sağlanmasında da artış göstermektedir. Ev hizmetlilerinin Borçlar Kanunu ve sosyal güvenlik kapsamında olmalarına karşın kayıt dışı kalmalarında onları çalıştıranların kendilerini işveren telakki etmemeleri ve bildirim zorlukları etken olmuştur. Makale, ev hizmetlilerinin sosyal güvenlik sistemine katılımlarını kolaylaştıran, çalışanlar ve çalıştıranlar açısından olumlu yeni yasal düzenlemeleri tanıtma amaçlıdır. JEL Sınıflaması: H55, J26 Anahtar kelimeler: Ev Hizmetleri, Ev Hizmetlerinde Çalışanlar, Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği ABSTRACT Domestic Workers’ Social Security Domestic workers are a large but mostly invisible workforce in Turkey as they work in or for private households in an employment relationship. The work may include cleaning, cooking, washing and ironing, shopping, taking care of children, elderly or sick members of a family, as well as household pets, gardening, guarding the house and driving for the family. Employing a domestic worker is an important feature in the lives of professional and middle class people many of whom need help in order to combine work and family life. Otherwise, it is the women of the household that undertake this work, often forfeiting the opportunity to pursue paid work outside the house. Increasingly, it is also becoming an important issue for the sick and the elderly who are dependent on homecare by domestic workers. Domestic workers have been covered by the Obligations Act and social security but most of them remained undeclared (illegal / undocumented) in practice mainly because the women of the household, the sick and elderly employing them did not see themselves as employers and were reluctant to follow lengthy and complicated notification procedures. This article explains recent positive developments to solve under-recognition of domestic workers and to bring them in the ambit of social security regulations. JEL Classification: H55, J26 Keywords: Domestic Works, Domestic Workers, Domestic Workers’ Social Security Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği 215 Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği Prof. Dr. Nurhan Süral * G İRİŞ Ev hizmetlerinde çalışanlar, 4857 sayılı İş Kanununun1 kapsamı dışında (m. 4/1e) olup Borçlar Kanununun2 ilgili hükümlerine tabidirler. 1964 tarihli 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu,3 ev hizmetlerinde çalışanları sigortalı sayılmayanlar arasında saymış (m. 3/1D); 2100 sayılı Kanun4 ile 1977 yılında yapılan değişiklikle ilgili maddeye ‘ücretli ve sürekli çalışanlar hariç’ ibaresi eklenmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu5 ise ‘Ev hizmetlerinde süreksiz olarak çalışanlar ile ev hizmetlerinde hizmet akdi ile sürekli çalışmasına rağmen, haftalık çalışma sürelerinin 4857 sayılı İş Kanununda belirtilen sürelerden az olması nedeniyle, aylık kazançları prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olanlar’ın sigortalı sayılmayacaklarını hükme bağlamıştı (m. 6/1c). 5510 sayılı Kanunun 6/1c maddesinde 2008 yılında 5754 ve 2014 yılında 6552 sayılı kanunlarla değişiklik yapıldı. 5754 sayılı Kanun6 ile madde ‘Ev hizmetlerinde çalışanlar (ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç)’ olarak değiştirildi. 506 sayılı Kanun gibi 5510 sayılı Kanun da ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç olmak üzere ev hizmetlerinde çalışanları sigorta kapsamı dışında tutmuş oldu. ‘Sürekli olarak çalışma’ 1 Resmi Gazete 10.06.2003, S. 25134. 2 Resmi Gazete 04.02.2011, S. 27836. 3 Resmi Gazete 29-31.07 ve 01.08.1964, S. 11766-11779. 4 * ODTÜ, İİBF AB Cinsiyet Eşitliği ve Ayrımcılıkla Mücadele Hukuk Uzmanları Ağı Üyesi sural@metu.edu.tr Gönderim Tarihi: 11.06.2015 Kabul Tarihi: 08.09.2015 Resmi Gazete 24.08.1977, S. 16037. Değişiklik, Resmi Gazetede yayımlanmasından üç ay sonra yürürlüğe girmiştir. 5 Resmi Gazete 16.06.2006, S. 26200. 6 Resmi Gazete 08.05.2008, S. 26870. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 216 ifadesinin çelişkili yorum ve uygulamalara neden olması ve ev hizmetlerinde çalışanların büyük kesiminin çeşitli nedenlerle kayıt dışı kalmaları nedenleriyle 6552 sayılı Kanunla7 11 Eylül 2014’de 5510 sayılı Kanunun 6/1c maddesinde yapılan değişiklik ve 5510 sayılı Kanuna eklenen madde (Ek madde 9) ile 1 Nisan 2015 tarihli Ev Hizmetlerinde 5510 Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesi Kapsamında Sigortalı Çalıştırılması Hakkında Tebliğle8 ev hizmetlerinde çalışanların sigortalılığı konusu detaylı olarak düzenlenerek açıklığa kavuşturulmuştur. Gerek 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi gerek Tebliğ, 1 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Makalede, 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi ve Tebliğ kapsamında ev hizmetlerinde çalışanların sigortalılığı incelenecektir. EV, EV HİZMETİ, ÇALIŞTIRAN VE İŞVEREN KAVRAMLARI Ev Hizmetlerinde 5510 Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesi Kapsamında Sigortalı Çalıştırılması Hakkında Tebliğ, ev, ev hizmeti, çalıştıran ve işveren kavramlarını tanımlamaktadır. Ev, aralarında aile bağı olup olmadığına bakılmaksızın bireylerin içinde yaşadığı yapı ile bu yapının garaj, depo, bahçe ve benzeri bölüm ve eklentileridir. Ev hizmeti, ‘Ev içerisinde yaşayan aile bireyleri tarafından yapılabilecek temizlik, yemek yapma, çamaşır, ütü, alışveriş, bahçe işleri gibi gündelik işler ile çocuk, yaşlı veya özel bakıma ihtiyacı olan kişilerin bakım işlerinin aile bireyleri dışındaki kişiler tarafından yapılması’ olarak tanımlamaktadır.9 5510 sayılı Kanunun 6/1b maddesi uyarınca, aynı konutta birlikte yaşayan ve 3. derece dahil bu dereceye kadar hısımlar arasında ve aralarına dışardan başka kimse katılmaksızın, yaşadıkları konut içinde yapılan işlerde çalışanlar sigortalı sayılmadıklarından, ev hizmetinin aynı evde oturan 3. derece dahil bu dereceye kadar hısımlar tarafından yapılmasında bu kimseler, ek 9. madde kapsamında sigortalı sayılmayacaklardır. Ancak, 3. dereceye kadar olan hısımlar dışından olup ev hizmeti nedeniyle işe alınan, aynı evde yaşayanlar, ek 9. madde kapsamında sigortalı sayılacaklardır. Evde hizmet sektöründe ücretli ve yevmiyeli çalışanların sayısı 2011 yılında 121 000 kişidir. Türkiye’de çeşitli profesyonel grupların evde çalışması yaygın olmadığı için, bu kişilerin önemli bir bölümünün ev işçileri olduğu varsayılabilir. Bu varsayımla ev işçilerinin sayılarının yıllar içinde arttığı, ev işçilerinin %90’ı aşkın bir bölümünün kadın olduğu da söylenebilir.10 Ev hizmetinde çalışanların sigortalılığı ile ilgili yeni uygulamanın bir milyon çalışanı ilgilendirdiği bilimsel olmayan bir yazıda ifade edilmiştir.11 EUROFOUND araştırmasında da bu sektörün incelenen tüm ülkelerde kadın yoğun olduğu belirtilmektedir.12 7 Resmi Gazete 11.09.2014, S. 29116 mükerrer. Resmi Gazete 01.04.2015, S. 29313. Değişiklikler öncesi dönemde ev hizmetlilerinin sosyal sigortalılığı için bkz.: Ali Rıza Okur (2004). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sigortalılığı, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, S. 2004/3, s. 347368; Doğan, Keskin, Ev İşçilerinin Sigortalanması Üzerine, 15 Kasım 2013 http://www.bianet.org/bianet/kadin/151309ev-iscilerinin-sigortalanmasi-uzerine 9 Tebliğden önce ‘ev hizmeti’ mevzuatta tanımlanmamış, öğreti ve yargı kararlarına bırakılmıştı. Geniş bilgi için bkz.: Gökçek Karaca ve Fatma Kocabaş (2009). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Karşılaştıkları Sorunların Türkiye Açısından Değerlendirilmesi, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 2009/4, s. 161-176; Sinem Yıldırımalp (2014). Türkiye’de Ev Hizmetinde Çalışanların Sorunları, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2014/1, s. 45-59. 10 Toksöz, G. ve Erdoğdu, S. (2013). Kadınların görünmeyen emeğinin görünen yüzü: Türkiye’de Ev İşçileri, ILO, Cenevre, s. 14. 11 Gündelikçi sigortası için son gün, El Jezeera Türk, 31 Mart 2015, http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/ gundelikci-sigortasi-icin-son-gun 12 Eorofound (2005). Employment in Household Services, http://www.eurofound.europa.eu/sites/default/files/ef_files/ pubdocs/2001/02/en/1/ef0102en.pdf 8 Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği 6552 sayılı Kanunla 5510 sayılı Kanunun eklenen ek 9. madde uyarınca, ev hizmetinde çalışanlar, bir veya birden fazla gerçek kişi tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi yanında ay içerisinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı ‘on gün ve daha fazla çalışanlar’ ve aynı veya farklı gerçek kişi yanında ‘ay içinde on günden az çalışanlar’ olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ev hizmetinde çalışanların aynı ay içinde birden fazla gerçek kişi yanında on günden az ve/veya on gün ve daha fazla süre ile çalışmaları mümkündür. Ev hizmetlisi çalıştıranlara çalışılan gün sayısı esas alınarak ‘çalıştıran’ veya ‘işveren’ denilmektedir. ‘Çalıştıran’, ev hizmetlerinde ay içinde on günden az süreyle sigortalı çalıştıran ve işveren sayılmayan gerçek kişiyi; ‘işveren’ ise, ev hizmetlerinde ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı on gün ve daha fazla süreyle sigortalı çalıştıran gerçek kişiyi ifade eder. Görülüyor ki çalıştıran ve işverenin gerçek kişi olması gerekir, tüzel kişi adına ek 9. madde kapsamında sigortalı çalıştırılması talepleri kabul edilmeyecektir. EV HİZMETLERİNDE ON GÜN VE DAHA FAZLA SÜRE İLE ÇALIŞANLARIN SİGORTALILIĞI Ev hizmetlerinde çalışanların çalışma sürelerinin hesaplanması: Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışan sayılabilmek için ev hizmetlerinde ay içinde çalışma saat süresine göre hesaplanan çalışılan gün sayısı on gün veya daha fazla olmalıdır. Örneğin, bir ev hizmetlisi haftanın 6 günü, günde 4 saat süreyle çalışıyorsa, 30 günlük bir sürede 26 gün çalışma yapılmış ise, 26 gün X 4 saat = 104 saat 104 saat / 7.5 saat (günlük çalışma süresi) = 13.86. 217 Böylece bu kişi 14 gün çalışılmış gibi değerlendirilecek ve 10 günden fazla çalışmış olacaktır.13 Ev hizmetlerinde işveren yanında on gün ve daha fazla süreyle çalışanların 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesine tabi sigortalı sayılmaları: Ev hizmetlerinde işveren yanında ay içinde on gün ve daha fazla süreyle çalışanlar, 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi uyarınca, 1 Nisan 2015 tarihinden itibaren ücretle ve sürekli çalışma şartı aranmadan Kanunun 4/1a maddesine tabi sigortalı (SSK’lı) sayılacak ve bu çerçevede sigortalılara (SSK’lılara) sağlanan haklardan aynı şekilde yararlanacaktır. Bu sigortalılar hakkında 5510 sayılı Kanunun uzun ve kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası ve İşsizlik Sigortası Kanununun işsizlik sigortası hükümleri uygulanacaktır. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirimi: Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışanların bildirimi, ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’ ile yapılacaktır. Bildirge, Tebliğ ekinde verilmektedir (Ek 1). İşkolu kodu, ‘9700 Ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hane halklarının faaliyetleri’dir. Bildirgedeki işe giriş tarihi, sigortalılık başlangıç tarihidir. İşverenlerin bu bildirgeyi çalışmanın başladığı ayın sonuna kadar ikamet ettikleri yere en yakın üniteye (Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü ile Sosyal Güvenlik Merkezine) vermeleri zorunludur. Bildirgenin doldurulup sigortalı ile birlikte imzalandıktan sonra üniteye başvurulması 13 Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sigorta İşlemleri, http:// www.calismahayati.net/index.php/176-calisma-yasamindasorular-sorunlar-ve-cozumler/744-ev-hizmetlerinde-calisanlarin-sigorta-islemleri 218 yeterli olacaktır. İşverenin, Kanunun ek 9. maddesi ile yapılacak işlemlerle sınırlı olarak vekalet verdiği kişiler de noter onaylı vekalet ile işveren adına müracaat edebilecektir. Bildirgeden 488 sayılı Damga Vergisi Kanununa ekli (I) sayılı tablonun IV/2-e bendi kapsamında bir defaya mahsus damga vergisi kesilecektir. Damga vergisi, işverenin ilk prim ödemesine ek olarak tahsil edilecektir. Ev hizmetinde birden fazla kişi çalıştırılması halinde her bir sigortalı için ayrı bildirge düzenlenecektir. Kurumca işveren için işyeri numarası oluşturulmayacak, işveren kayıtları TC kimlik numarası ile takip edilecektir. Bildirge ile beyan edilen işe giriş tarihine göre sigortalı tescili de yapılacaktır. 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süreyle veya on günden az sigortalı çalıştıranların, adi posta, kargo veya Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan yapılan başvuru ve bildirimlerinde başvuru veya bildirimin Kurumun gelen evrak kayıtlarına intikal tarihi; taahhütlü, iadeli taahhütlü, acele posta servisi, PTT-Alo Post veya PTT-Kargo ile yapılan başvuru ve bildirimlerde ise başvuru veya bildirimin postaya verildiği tarih, başvuru veya bildirim tarihi olarak kabul edilecektir. 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamındaki sigortalılar, bir diğer deyişle ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanlar ile on günden az çalışanlar, çalışmaya başladıklarını, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç bir ay içinde, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan ‘Sigortalı Bildirim Belgesi’ ile doğrudan veya internet ya da benzeri ortamda Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirebilirler. Kurumca, sigortalının ilgili işveren tarafından bildirilmediğinin ya da bildirildiği halde sigortalı bildirimi arasında farklılık bulunduğunun T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II tespiti halinde, durum, taahhütlü bir yazıyla sigortalıya, gerekirse işverene bildirilir. Yapılan bildirimlerin sonucunda farklılık giderilemezse, kontrol ve denetim sonucuna göre işlem yapılır. Sigortalının kendini bildirmemesi, sigortalı aleyhine delil oluşturmaz. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların prim oranları: Prim tahakkukları, Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgedeki çalışma gün sayısı ve prime esas günlük kazanç beyanına göre gerçekleştirilecek olup, aylık prim ve hizmet belgesi düzenlenmeyecektir. Prime esas kazanç beyanı, 5510 sayılı Kanunun 82. maddesine göre belirlenen prime esas kazancın alt (1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında 40,05TL; 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 42,45TL) ve üst sınırı (1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında 260,33TL; 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 275,93TL) arasında olmak üzere işverenin sigortalıya ödediği brüt ücrete göre belirlenecektir. İşverenler sigortalı ile ilgili herhangi bir değişiklik olmadığı sürece, sigortalı için yaptıkları bildirime göre adlarına tahakkuk edecek sigorta primlerini sigortalı çalıştırdıkları ayı takip eden ayın sonuna kadar Kuruma ödeyecektir. Bildirge ile belirtilen gün sayısında değişiklik olması halinde bu değişikliğin işveren tarafından değişikliğin olduğu ay içinde Kuruma bildirilmesi gerekmekte olup, Kurum kayıtları buna göre düzeltilecektir. Ayda on gün ve daha fazla süre ile çalışan ev hizmetlilerinin primleri, işverenler tarafından Kuruma ödenir. %37.5 prim oranının % 20’si uzun vadeli sigorta kolları, %12,5’i genel sağlık sigortası, %2’si iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası ve %3’ü işsizlik sigortası primidir. Asgari ücretle 30 gün çalışma halinde prim miktarı, Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği 1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 için: 1 201,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x %37,5 (prim oranı) = 450,56 TL; 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 dönemi için: 1 273,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x %37,5 (prim oranı) = 477,56 TL olacaktır. 219 İşverenler, 4/1a’lı (SSK’lı) çalıştıran işverenlerin yararlandıkları sigorta prim teşviklerinden yararlanacaklardır (5510 sayılı Kanun, m. 81/1(ı)14; 4447 sayılı Kanun, m. 5015 ve geçici m. 1016). Sigorta prim teşvikine dair düzenlemelerin çoğu kayıtdışı istihdam ile sahte sigortalı bildirimlerinin engellenmesi ile işsizlik sorununun çözümünde önemli bir faktördür.17 14 Malullük, yaşlılık, ölüm sigortası prim oranının işveren hissesinden 5 puanlık indirim: 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamındaki sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenlerinin, bu maddesinin 1(a) bendine göre malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanır. İşveren hissesine ait primlerin Hazinece karşılanabilmesi için, işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak bu Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermeleri, sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı yasal süresinde ödemeleri, Sosyal Güvenlik Kurumuna prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmaması şarttır. Ancak Kuruma olan prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borçlarını taksitlendirme ve yapılandırma kanunlarına göre taksitlendiren ve yapılandıran işverenler bu tecil, taksitlendirme ve yapılandırmaları devam ettiği sürece bu fıkra hükmünden yararlandırılır. Bu bent hükümleri, sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ve yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında uygulanmaz. 15 İşsizlik ödeneği alan işçinin istihdamına ilişkin teşvik: İşsizlik ödeneği alanların; işe alındığı tarihten önceki aydan başlayarak işe alan işyerine ait son altı aylık dönemde, prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigortalı sayısına ilave olarak işe alınması kaydıyla, 5510 sayılı Kanunun 81. maddesinde sayılan ve 82. maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan kısa vadeli sigorta primi tutarının yüzde biri olmak üzere işçi ve işveren payı sigorta primleri ile genel sağlık sigortası primi, kalan işsizlik ödeneği süresince İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır. 16 Kadın ve genç işsizliğin azaltılarak mesleki ve teknik eğitimin özendirilmesi amaçlı, 31.12.2015 tarihine kadar işe alınan her bir sigortalı için sigorta primi işveren hissesi teşviği: 31.12.2015 tarihine kadar işe alınan her bir sigortalı için geçerli olmak üzere, bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren özel sektör işverenlerince işe alınan ve fiilen çalıştırılanların; işe alındıkları tarihten önceki altı aya ilişkin Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olmaları, aynı döneme ilişkin işe alındıkları işyerinden bildirilen prim ve hizmet belgelerindeki sigortalı sayısının ortalamasına ilave olmaları ve bu maddede belirtilen diğer koşulları da sağlamak kaydıyla prime esas kazançları üzerinden hesaplanan sigorta primlerinin işveren hisselerine ait tutarı, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır. Bu maddede belirtilen destek unsuru; a) 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük erkekler ile 18 yaşından büyük kadınlardan; 1) Mesleki yeterlik belgesi sahipleri için 48 ay süreyle, 2) Mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi veya Türkiye İş Kurumunca düzenlenen işgücü yetiştirme kurslarını bitirenler için 36 ay süreyle, 3) (1) ve (2) numaralı alt bentlerde sayılan belge ve niteliklere sahip olmayanlar için 24 ay süreyle, b) 29 yaşından büyük erkeklerden (a) bendinin (1) ve (2) numaralı alt bentlerinde sayılan belge ve niteliklere sahip olanlar için 24 ay süreyle, c) (a) ve (b) bentleri kapsamına girenlerin Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından işe alınmaları halinde ilave olarak 6 ay süreyle, ç) 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında çalışmakta iken, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra mesleki yeterlik belgesi alanlar veya mesleki ve teknik eğitim veren orta veya yüksek öğretimi bitirenler için 12 ay süreyle, d) 18 yaşından büyüklerden bu fıkranın (a), (b) ve (ç) bentlerine girmeyenlerin Türkiye İş Kurumuna kayıtlı işsizler arasından işe alınmaları halinde 6 ay süreyle uygulanır. 17 Murat Yazıcı (2015), Sigorta Prim Teşvikleri, İşveren, Mart-Nisan 2015, s. 73-77. 220 Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların genel sağlık sigortalılığı ve yararlanma şartları: Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalılığı bulunanlar, genel sağlık sigortalısı sayılacaktır (5510 sayılı Kanun, m. 60/a[1]). Sağlık yardımlarından yararlanılabilmesi için Kanunun 67. maddesinde sayılan diğer haller dışında sigortalının sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması yeterlidir. Ay içindeki çalışması 30 günden az olanların kalan sürelerine ait genel sağlık sigortası primlerini ödemeleri gerekmektedir (5510 sayılı Kanun, m. 88/4). Ancak; ay içinde 30 günden eksik kalan günlerini Kanunun 51/3 maddesi kapsamında isteğe bağlı sigortalı olarak tamamlayanlar hakkında eksik kalan günler için ayrıca genel sağlık sigortası hükümleri uygulanmayacaktır. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı bildirimi ve sağlanan yardımlar: Ev hizmetlerinde bir veya birden fazla gerçek kişi tarafından çalıştırılan ve çalıştıkları kişi yanında ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı on gün ve daha fazla olan sigortalıların iş kazası ve meslek hastalığı hallerinde haklarında 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamındaki sigortalılara (SSK’lılara) ilişkin hükümler uygulanacaktır. İş kazası ve meslek hastalığı bildirimi, Kanunun 13. maddesinde belirtilen sürede Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirim Formunu düzenleyerek ya da www.turkiye.gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’ menüsünün altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’ kısmını seçerek ‘İş kazası bildirimi’ menüsünden yapılacaktır. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalılığın diğer sigortalılık statüleri ile çakışması: Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalılık diğer sigortalılık statüleri ile çakışabilir. Çakışma halinin hüküm ve sonuçları Tebliğde açıklanmaktadır: 1 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) başka çalışmasının bulunması: On gün ve daha fazla süreyle ev hizmetinde çalışan sigortalılar, aynı anda bir veya birden fazla işveren yanında sigortalı olabileceklerdir. 2 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi kapsamında (Bağ-Kur) başka çalışmasının bulunması: On gün ve daha fazla süreyle ev hizmetinde çalışan sigortalılar, 4/1a’lı (SSK’lı) çalışmanın yanısıra 4/1b’li (Bağ-Kur’lu) iseler, ev hizmetlerinde çalışılan sürelerde öncelikle 4/1a sigortalılığı (SSK) geçerli sayılacak, 4/1b (Bağ-Kur) sigortalılığı geçerli sayılmayacaktır (5510 sayılı Kanun, m. 53). Ancak, ev hizmetlerinde çalışma gün sayısı ayda on günden fazla otuz günden az olanların ayın kalan günlerinde 5510 sayılı Kanunun 4/1b kapsamındaki sigortalılıkları (Bağ-Kur’lukları) yeniden başlatılacaktır. 3 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanların 5510 sayılı Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli Sandığı) başka çalışmasının bulunması: 5510 sayılı Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli Sandığı) sigortalılığı olanlar, ev hizmetlerinde on günden fazla çalışmaları nedeniyle ayrıca sigortalı sayılmayacaktır. 4 – Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanların aynı zamanda 5510 sayılı Kanunun 50. (isteğe bağlı si- Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği gortalılık), ek 5. (tarım ve orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların sigortalılığı) ve ek 6. (bazı kısmi süreli çalışanların sigortalılıkları) maddeleri ve 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olmaları: Ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı olanlar aynı zamanda isteğe bağlı sigortalı iseler, isteğe bağlı sigortalılıkları sona erdirilecektir. Çalışma gün sayısı ayda on günden fazla otuz günden az olanlar kalan süreler için, isteğe bağlı sigortalı olabilecekler ve bu isteğe bağlı sigortalılık süreleri de 5510 sayılı Kanunun 4/1b (Bağ-Kur) kapsamında değil, 4/1a kapsamında (SSK) olarak değerlendirilecektir (5510 sayılı Kanun, m. 51/3). 5510 sayılı Kanunun ek 5. ve ek 6. maddelerine tabi sigortalılar ile 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olanların ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışması halinde bu kapsamdaki sigortalılıkları sona erdirilecek, ek 9. madde kapsamında sigortalılığı sona erenlerin ek 5. madde ile 2925 sayılı Kanuna tabi sigortalılıkları herhangi bir talep alınmadan yeniden başlatılacaktır. 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında on gün ve daha fazla süreyle çalışması bulunanların ay içindeki çalışmalarının toplamının otuz günden az olması halinde kalan süreler sigortalılar ya da hak sahipleri tarafından talepte bulunulması halinde Kanunun kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan sigortalıların kısmi süreli çalıştıkları aylara ait eksik süreleri borçlanabilmesine dair 41/i maddesine göre borçlanılabilecektir. 5 – Sosyal Güvenlik Kurumundan aylık ve gelir alanların ev hizmetinde on gün ve daha fazla süre ile çalıştırılabilmeleri: Yaşlılık ve emekli aylığı alan sigortalılar şu şartlarla ev hizmetlerinde ayda on gün ve daha fazla süreyle çalıştırılabileceklerdir: 221 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesine (SSK) tabi çalışması nedeniyle yaşlılık aylığı alanların ev hizmetlerinde ayda on gün ve daha fazla süreyle çalışması halinde ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’ ile yapılacak başvurularda sigortalıların sosyal güvenlik destek primine ya da tüm sigorta kollarına tabi olup olmayacaklarını tercih etmeleri gerekmektedir. 5510 sayılı Kanunun 4/1b (Bağ-Kur) ve 4/1c (Emekli Sandığı) kapsamında yaşlılık, emekli aylığı ve adi malullük aylığı alanların ev hizmetlerinde ayda on gün ve daha fazla süreyle çalışması halinde bunları çalıştıran işverenler tarafından sosyal güvenlik destek primi ödenecektir. Sürekli iş göremezlik geliri alanların ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışmaları halinde bağlanan gelir kesilmeyecek, sigortalılar hakkında Tebliğin ‘3- Ev Hizmetlerinde İşveren Yanında On Gün ve Daha Fazla Süreyle Çalışanların Sigortalılığı, Bildirimi, Tescili ve Primlerin Ödenmesi’ başlıklı bölümü doğrultusunda işlem yapılacaktır. Malullük aylığı alanların Kanunun ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışmaları halinde bağlanan malullük aylığı kesilecektir. Kurumdan hak sahibi eş, çocuk, ana ve baba olarak gelir/aylık alıp ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalışanlar hakkında 5510 sayılı Kanunun 4/1a (SSK) maddesine tabi olan sigortalılar gibi işlem yapılacaktır. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların sigortalılığının sona ermesi: Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süreyle çalışanların sigortalılıkları bu kapsamdaki çalışmalarının sona erdiğinin Sosyal T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 222 Güvenlik Kurumuna bildirilmesi veya sigortalının ölümü halinde sona erdirilecektir. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalıştırılan sigortalının işten ayrılması halinde işten ayrılışını takip eden on gün içerisinde ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’nin ‘F- Sigortalının İşten Ayrılma/Durum Değişiklikleri’ kısmının doldurulması suretiyle Kuruma verilmesi gerekmektedir. de yurtdışında kaldıktan sonra tekrar ülkemize giriş yapabileceklerdir. Bu düzenleme, özellikle ev hizmetlerinde kayıt dışı olarak çalışmakta oldukları bilinen çok sayıda yabancının çalışma izni almaları zorunluluğunu doğurmuş; izin başvurularını karşılamak üzere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğüne bağlı Yabancıların Çalışma İzinleri Daire Başkanlığında ‘Ev Hizmetleri Şubesi’ oluşturulmuştur.20 Ev hizmetlerinde çalışan yabancı uyruklular: 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında on gün ve daha fazla süre ile yabancı uyruklu sigortalılar da çalıştırılabilecektir. Yabancıların çalıştırılması çalışma iznine bağlı olduğundan gerçek kişi işverenler ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Sigortalı Olarak Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’ ile başvurularında sigortalıların çalışma iznini de bildirgeye ekleyeceklerdir. İdari para cezası: Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgenin işverence çalışmanın başladığı ayın sonuna kadar Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine verilmesi gerekmektedir. Bildirgenin yasal süresinde verilmemesi halinde işverene her bir sigortalı için 5510 sayılı Kanunun 102/1a(1) maddesi uyarınca, asgari ücret tutarında idari para cezası uygulanacaktır. Ev hizmetlerinde on günden az süre ile yabancı uyruklu sigortalı çalıştırılamayacak, bu şekilde çalıştırıldığı tespit edilen yabancı uyruklular hakkında ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı çalıştıran işverenlere ilişkin hükümler uygulanacak, ay içinde çalışma gün sayısı otuz gün sayılacaktır. İşverenlerin Bildirgeyi yasal süresinden sonra vermeleri halinde, Sosyal Güvenlik Kurumunun denetim ve kontrolle görevlendirilmiş memurları aracılığı ile gerekli inceleme yapıldıktan sonra işleme alınması gerektiğine karar verilenler hakkında, sigortalı çalıştırılan her ay ve her bir sigortalı için ayrı ayrı olmak ve aylık asgari ücretin iki katını geçmemek üzere, işveren hakkında ayrıca 5510 sayılı Kanunun 102/1c maddesi 1. bendi uyarınca asgari ücretin beşte biri, ev hizmetinde sigortalı çalıştıran işverenin çalıştırdığı sigortalıya ilave olarak çalıştırdığı 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun18 uyarınca, yabancılara çalışma izinlerini verme yetkisi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına aittir. Ülkemize 90 günlük turistik vize ile gelen yabancılar kayıtdışı olarak ev hizmetlisi olarak çalışmakta ve 90 günün bitimini müteakip formalite icabı yurtdışına çıkış - giriş yaparak ülkemizde 90 gün daha kalmaya hak kazanmakta idi. Ancak 01.02.2012 tarihinde yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu Kararı19 ile artık ülkemize turistik vize ile gelen yabancılar azami 90 gün ülkemizde kaldıktan sonra mutlaka yurtdışına çıkacak ve 90 gün 18 Resmi Gazete 06.03.2003, S. 25040. Göçmen işçilerin çalışma şartları için bkz.: Nazlı Töre, Türkiye’de Yabancıların Çalışma Şartları, TISK Akademi, 2014/II, s. 154-183. 19 10.10.2011 tarih ve 2011/2306 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Resmi Gazete 24.10.2011, S. 28094. 20 Lütfi İnciroğlu, Ülkemizde Ev Hizmetlerinde Çalışan Yabancılar, http://www.lutfiinciroglu.com/content/view/119/19/ Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği sigortalı/sigortalılar için verildiğinin anlaşılması halinde ise aynı maddenin 2. bendi uyarınca, her ay ve her bir sigortalı için ayrı ayrı olmak ve aylık asgari ücretin iki katını geçmemek üzere, asgari ücretin sekizde biri tutarında idari para cezası uygulanacaktır. İşverence herhangi bir bildirimde bulunmaması fakat ev hizmetinde on gün ve daha fazla süreyle sigortalı çalıştırıldığının mahkeme kararı, Sosyal Güvenlik Kurumu denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarınca yapılan tespitler veya diğer kamu idarelerinin denetim elemanlarınca kendi mevzuatları gereğince yapacakları soruşturma, denetim ve incelemeler neticesinde ya da bankalar, döner sermayeli kuruluşlar, kamu idareleri ile kanunla kurulan kurum ve kuruluşlardan alınan bilgi ve belgelerden tespit edilmesi, hizmetlerin veya kazançların Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmediği veya eksik bildirildiğinin anlaşılması halinde ise işverene 5510 sayılı Kanunun 102/1c(4) maddesi uyarınca asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası uygulanacaktır. Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile çalıştırılan sigortalının işten ayrılması halinde Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgenin ‘F- Sigortalının İşten Ayrılma/Durum Değişiklikleri’ kısmının doldurularak işten ayrılmayı izleyen on gün içerisinde verilmemesi halinde 5510 sayılı Kanunun 102/1j maddesi uyarınca asgari ücretin onda biri tutarında idari para cezası uygulanacaktır. EV HİZMETLERİNDE ON GÜNDEN AZ ÇALIŞANLARIN SİGORTALILIĞI Ev hizmetlerinde ‘çalıştıran’ yanında on günden az süreyle çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı sigortası kapsamında sigortalı sayılmaları: Ev hizmetlerinde ay 223 içinde on günden az sigortalı olarak çalışanlar iş kazası ve meslek hastalığı sigortası kapsamında sigortalı sayılacaktır. On günden az çalışmanın tespitinde günlük 7,5 saatin altındaki çalışmalar bir gün olarak kabul edilecektir. On günden az çalışılan süreler birbirini takip eden günler olabileceği gibi ayın farklı günleri de olabilecektir. Bu şekilde sigortalı çalıştıranlar on güne (on gün hariç) kadar çalıştırdıkları sigortalılar nedeniyle işveren sayılmayacak; iş kazası ve meslek hastalığı durumlarında sorumlu tutulmayacaklardır. Çalıştıranın ay içinde aynı sigortalıyı çalıştırdığı gün sayısının dokuz günü geçmesi halinde, çalıştıran hakkında on gün ve daha fazla sigortalı çalıştıran işverenlere yönelik işlemler başlatılacaktır. Ev hizmetlerinde ayda on günden az çalışanlar hakkında iş kazası ve meslek hastalığı sigortası dışında hastalık ve analık sigortası hükümleri uygulanmayacaktır. İş kazası ve meslek hastalığı sigortasından yararlanmak için sigortalının iş kazasının olduğu tarihten en az on gün önce tescil edilmiş olması ve sigortalılığının sona ermemiş olması; iş kazası veya meslek hastalığından dolayı geçici iş göremezlik ödeneği ödenmesi veya sürekli iş göremezlik geliri bağlanabilmesi için prim ve prime ilişkin her türlü borçların ödenmiş olması şarttır. Ev hizmetlerinde on günden az süre ile çalıştırılacak sigortalılara ilişkin iş kazası ve meslek hastalığı bildirimi Sosyal Güvenlik Kurumuna doğrudan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan İş Kazası ve Meslek Hastalığı Bildirim Formunu düzenleyerek ya da www.turkiye. gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’ menüsünün altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’ kısmını seçerek ‘İş kazası bildirimi’ menüsünden yapılacaktır. 224 Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirimi: Ev hizmetlerinde on günden az sigortalı olarak çalışanların bildirimi, ‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu’ (Tebliğ ek 2) ile yapılacaktır. Form, çalışmanın geçtiği ayın sonuna kadar, ay sonunun hafta sonu genel ve resmi tatil günlerine denk gelmesi halinde ise bu günleri takip eden ilk iş günü sonuna kadar ünitelere (Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine) verilecektir. ‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu’nda çalışan ve çalıştıran kişinin imzası, kaç gün çalıştırıldığına dair bildirim ile e-posta adresleri ile cep telefon numarası bilgileri bulunmakta olup, formun bu şekilde doldurulması halinde ayın diğer günleri için çalıştırılan kişinin değişmemesi halinde yeni formun düzenlenmesi istenmeyecektir. On günden az çalışmanın takip eden aylarda da devam etmesi ve bu durumun formda belirtilmesi halinde her ay için ayrıca bildirim yapılması istenmeyecektir. Ev hizmetlerinde on günden az sigortalı olarak çalışanların bildirimi bu kişileri çalıştıranlar yönünden internet aracılığı ile de yapılabilecektir. Sigortalı çalıştıranlar www. turkiye.gov.tr adresinin ‘e-hizmetler’ menüsünün altında bulunan ‘Ev Hizmetleri’ kısmını seçerek bildirimde bulunabilecektir. Bu şekilde yapılan bildirim sonucunda sigortalının cep telefonu numarasına 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesinde sigortalı tescili yapıldığı, uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primini takip eden ayın sonuna kadar ödeyebileceği hakkında bilgilendirme mesajı gönderilecektir. ‘Ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanların Sosyal Güvenlik Kurumuna T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II bildirimi’ başlığı altında belirtildiği üzere, ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla çalışanlar ile on günden az çalışanlar, çalışmaya başladıklarını, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç bir ay içinde, Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği ekinde yer alan ‘Sigortalı Bildirim Belgesi’ ile doğrudan veya internet ya da benzeri ortamda Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirebilirler. Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların prim oranları: Ev hizmetlerinde on günden az sigortalı çalıştıranların yükümlülükleri hafifletilmiş ve basitleştirilmiştir. Çalıştıranlar, sigortalı çalıştırdıkları her gün için prime esas günlük kazanç alt sınırının (günlük asgari ücretin) %2’si oranında iş kazası ve meslek hastalığı primi ödeyeceklerdir. On günden az sigortalı çalıştıranlardan işyeri bildirgesi, sigortalı işe giriş bildirgesi ile aylık prim ve hizmet belgesi, işten ayrılış bildirgesi düzenlenmesi istenmeyecektir. Sosyal Güvenlik Kurumuna ‘Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu’ ile başvuranların çalıştıran ve sigortalılar yönünden tescili yapıldıktan sonra çalıştıran kişiler %2 oranında iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primini banka aracılığı ya da www.sgk. gov.tr adresinin ‘e-sgk’ menüsünden ‘Kart ile Prim Ödeme’, ‘Diğer Ödemeler’ seçeneğinden kredi kartları veya banka kartları aracılığıyla Kuruma ödeyebileceklerdir. On günden az sigortalı olanları çalıştıranlar, ay içinde çalıştırdıkları her bir gün için, günlük asgari ücret üzerinden, 1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında: 40,05 TL (günlük asgari ücret) x %2 (prim oranı) = 0,80 kuruş; Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği 225 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında: sigortası kaydı kapatılacak, primin ödenme hakkı düşecektir. 42,45 TL (günlük asgari ücret) x %2 (prim oranı) = 0,85 kuruş, iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primi ödeyecektir. Ev hizmetlerinde on günden az çalışanın sigortalı olması (SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı) veya yaşlılık veya emeklilik aylığı alması nedeniyle genel sağlık sigortalılığının bulunması halinde ayrıca genel sağlık sigortası tescili oluşturulmayacaktır. Prime esas kazançlar yürürlükteki asgari ücrete göre belirleneceğinden, asgari ücretteki artışlara göre ödenecek prim tutarları değişecektir. Ev hizmetlerinde on günden az çalışanların uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası kapsamına girebilmeleri: On günden az sigortalı çalışanlar, %32,5 oranındaki uzun vadeli sigorta kolları primini takip eden ayın sonuna kadar ödemeleri halinde, uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası yardımlarından da yararlanabilecektir. Sigortalıların uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası priminin kendileri tarafından ödenebilmesi için ev hizmetlerinde aynı ya da farklı çalıştıran yanında en az bir, en fazla dokuz gün süre ile çalışması yeterli olacaktır. Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescili aylık olarak yapılacak, takip eden ayda sigortalının ev hizmetlerinde ayda on günden az çalışmasının bulunmaması halinde uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescili oluşturulmayacaktır. Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası tescilinde sigortalılardan herhangi bir başvuru alınmayacak, tescil ve tahakkuk kaydı Sosyal Güvenlik Kurumunca elektronik ortamda oluşturulacaktır. Sigortalılığın sona ermesinde de aynı şekilde işlem yapılacaktır. Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası priminin takip eden ayın sonuna kadar sigortalı tarafından ödenmesi gerekmekte olup, primin ödenmemesi halinde uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık Ev hizmetlerinde on günden az çalışanın 5510 sayılı Kanunun 60/b, c, e, g kapsamında genel sağlık sigortalılığının bulunması halinde ise tescili bir aylık süre ile oluşturulabilecektir. Genel sağlık sigortası tescili yapılanların bir aylık süre sonunda uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primi ödememeleri halinde genel sağlık sigortalılıkları önceki kapsamdan dolayı devam ettirilecektir. Bu kişilerden sadece iş kazası ve meslek hastalığı sigortalılığına ilişkin tescili olanlar, bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamında olması halinde bu statüleri devam edecektir. Ev hizmetlerinde on günden az çalışması nedeniyle uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası yönünden bir ay süre ile tescili yapılanların prim ödemeleri isteklerine bağlı olup, prim ödemeleri halinde genel sağlık sigortası yardımlarından yararlanacak, prim ödememeleri halinde ise Kanunun ek 9. maddesi kapsamından önceki sigortalılık statüsü devam ettirilecektir. 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında ev hizmetlerinde on günden az çalışanlar için iş kazası ve meslek hastalığı sigortası yanında uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primi ödemeleri halinde genel sağlık sigortası yardımlarından yararlanabilmesi için sağlık hizmet sunucusuna başvurduğu tarihte bu kapsamda tescilinin olması ve primi ödemesinin bulunması ile son bir yıl içinde toplam otuz gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması gerekmektedir. 226 Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primi ödemek isteyen sigortalılar %20’si malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi, %12,5’i genel sağlık sigortası primi olmak üzere 5510 sayılı Kanunun 82. maddesine göre belirlenen prime esas kazanç günlük kazanç alt sınırının (günlük asgari ücretin) 30 katı üzerinden %32,5 oranında (%20 malullük, yaşlılık, ölüm ile %12,5 genel sağlık sigortası) prim ödeyeceklerdir. Uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primi ödemek isteyen sigortalılar, her ay için, 1 Nisan 2015 – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında: 1 201,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x %32,5 (prim oranı) = 390,49TL; 1 Temmuz 2015 – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında: 1 273,50 TL (brüt aylık asgari ücret) x %32,5 (prim oranı) = 413,89TL, prim ödeyeceklerdir. Prime esas kazançlar, yürürlükteki asgari ücrete göre belirleneceğinden asgari ücretteki artışlara göre ödenecek prim tutarları değişecektir. Ev hizmetinde on günden az çalışanların sigortalılığı ve diğer sigortalılık statüleri: 1 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) başka çalışmasının bulunması: Ev hizmetlerinde ayda on günden az süre ile çalışan sigortalıların ay içinde 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) otuz gün sigortalılığının bulunması halinde uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası yönünden ayrıca tescil ve tahakkuk kaydı oluşturulmayacak- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II tır. Sigortalının Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK) otuz günden az sigortalı çalışması halinde ev hizmetlerindeki çalışması ile ilgili olarak uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası yönünden yapılacak tescil kalan süre için oluşturulacaktır. 2 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi (Bağ-Kur) veya 4/1c (Emekli Sandığı) kapsamında başka çalışmasının bulunması veya yaşlılık, emekli aylığı veya sürekli iş göremezlik geliri alıyor olmaları: 5510 sayılı Kanunun 4/1b maddesi kapsamında (Bağ-Kur) sigortalılığı olanlar ile yaşlılık, emekli aylığı veya sürekli iş göremezlik geliri alanların ev hizmetlerinde on günden az çalışmaları halinde iş kazası ve meslek hastalığı sigortası yönünden tescil kaydı Tebliğin ‘4.2- Sigortalılık başlangıç tarihi ve bildirimi’ başlıklı bölümde belirtilen şekilde oluşturulur. Kanunun 4/1c maddesi kapsamında (Emekli Sandığı) olanların tescil kaydı oluşturulmaz. 4 – Ev hizmetinde on günden az çalışanların aynı zamanda 5510 sayılı Kanunun 50. (isteğe bağlı sigortalılık), ek 5. (tarım ve orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların sigortalılığı) ve ek 6. (bazı kısmi süreli çalışanların sigortalılıkları) maddeleri ve 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olmaları: 5510 sayılı Kanunun 50. maddesine göre isteğe bağlı sigortalı olanların ek 9. maddesi kapsamında uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primini ödemeleri halinde prim ödedikleri aya ait isteğe bağlı sigortalılığı durdurulur. İsteğe bağlı sigortalılığı durdurulanların Kanunun ek 9. maddesine tabi sigortalılığının sona erdiği tarihten itibaren 12 ay içerisinde prim ödemesinin bulunması halinde isteğe bağlı sigortalılığı zorunlu sigortalılığın sona erdiği Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği tarihten bir gün sonra başlatılacaktır. 12 ay içerisinde prim ödemesi olmayanların isteğe bağlı sigortalılıkları ise talep etmeleri halinde başlatılacaktır. Ay içerisinde otuz günden az çalışan veya 5510 sayılı Kanunun 80. maddesi uyarınca prim ödeme gün sayısı, ay içindeki toplam çalışma saatinin 4857 sayılı İş Kanununa göre belirlenen günlük normal çalışma saatine bölünmesi suretiyle hesaplanan sigortalılardan aynı zamanda ek 9. madde kapsamında haklarında iş kazası ve meslek hastalığı sigortası primi ödenenler, aynı ay içerisinde otuz günden az kalan süreleri için isteğe bağlı sigortaya prim ödeyebileceklerdir. Bu şekilde primi ödenen süreler, zorunlu sigortalılığa ilişkin prim ödeme gün sayısına otuz günü geçmemek üzere eklenecek ve eklenen bu süreler, 4/1a kapsamında (SSK) sigortalılık süresi olarak kabul edilecektir. 5510 sayılı Kanunun ek 5. (tarım ve orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların sigortalılığı)ve ek 6. (bazı kısmi süreli çalışanların sigortalılıkları) maddelerine tabi sigortalılar ile 2925 sayılı Kanuna (Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu) tabi olanların ev hizmetlerinde on günden az çalışmaları halinde uzun vade ve genel sağlık sigortası tescili oluşturulmaz, ek 9. madde kapsamında on günden az çalışmaları nedeniyle bu sigortalılıkları durdurulmaz. 1 NİSAN 2015 TARİHİNDEN ÖNCE EV HİZMETLERİNDE SİGORTALI ÇALIŞTIRAN GERÇEK KİŞİLER HAKKINDA YAPILACAK İŞLEMLER 1 Nisan 2015 tarihinden önce ev hizmetlerinde on gün ve daha fazla süre ile sigortalı çalıştıran işverenler, işyeri dosyasını kapattıktan sonra 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesi kapsamında Tebliğde belirtilen usul ve 227 esaslara göre Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuruda bulunabileceklerdir. İşverenlerin bu kapsamında yapacakları başvurularda önceki işyeri tesciline esas işkolu kodunun ‘9700’ olması gerekmektedir. Bu şekilde başvuran işverenler, şartları sağlamış olmaları kaydıyla, sigorta primi teşviklerinden de yararlanabileceklerdir. Ancak, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununda öngörülen teşvikten (m. 50 ve geçici m. 10) yararlanma yönünden, sigortalının ‘9700’ iş kolu kodundaki işyerinden Sosyal Güvenlik Kurumuna verilen aylık prim ve hizmet belgesi ile yapılan bildirimdeki işten çıkış tarihi ile 5510 sayılı Kanunun ek 9. maddesine göre verilen ‘Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirge’de belirtilen işe başlama tarihi arasında boşluk olmaması gerekmektedir. SONUÇ 5510 sayılı Kanunun ev hizmetlerinde çalışanlara dair ek 9. maddesi ve bu madde çerçevesinde çıkarılan Ev Hizmetlerinde 5510 Sayılı Kanunun Ek 9. Maddesi Kapsamında Sigortalı Çalıştırılması Hakkında Tebliğ, kayıt dışı çalışmanın yüksek olduğu ev hizmetleri sektöründe çalışan ev hizmetlilerinin kayıt altına alınmaları, kayıtlı kadın istihdamının teşviki ve ev hizmetlerinde sigortalı çalıştıranlara getirilen kolaylıklar nedeniyle hem çalışanlar hem de çalıştıranlar açısından olumlu bir hukuki gelişmedir. Düzenlemeler, ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) 2011 tarih ve 189 sayılı Ev İşçileri Sözleşmesinin21 ev hizmetlerinde çalışanların sosyal güvenliği haiz olmalarına dair 14. maddesi ile uyumludur. 21 http://www.ilo.org/dyn/normlex/en/f?p=1000:12100:0:: NO::P12100_ILO_CODE:C189 228 Ev hizmetinde ayda on günden az süreyle ev hizmetlisi çalıştıranlar, işveren sayılmayacak, iş kazası ve meslek hastalığından sorumlu tutulmayacak, yalnızca ev hizmetlisi çalıştırdığı her gün için 1 Nisan – 30 Haziran 2015 tarihleri arasında 80 kuruş, 1 Temmuz – 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 85 kuruş iş kazası ve meslek hastalığı primi ödeyecektir. İş kazası ve meslek hastalığı sigortası primi, banka aracılığı ya da www.sgk.gov.tr adresinin ‘e-sgk’ menüsünden ‘Kart ile Prim Ödeme’, ‘Diğer Ödemeler’ seçeneğinden kredi kartları veya banka kartları aracılığıyla ödenebilecektir. Çalıştıran, ev hizmetlisini Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu ile ilgili Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine bildirecek; kendisinden işyeri bildirgesi, sigortalı işe giriş bildirgesi ile aylık prim ve hizmet belgesi, işten ayrılış bildirgesi düzenlenmesi istenmeyecektir. Ev Hizmetlerinde On Günden Az Sigortalı Çalıştırılacaklara İlişkin Başvuru Formu ile bildirilen ev hizmetlisinin cep telefonu numarasına sigortalı tescili yapıldığı, uzun vadeli sigorta kolları ve genel sağlık sigortası primini takip eden ayın sonuna kadar ödeyebileceği hakkında bilgilendirme mesajı gönderilecektir. Sigortalıların uzun vadeli sigorta kolları ve genel T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II sağlık sigortası priminin kendileri tarafından ödenebilmesi için ev hizmetlerinde aynı ya da farklı çalıştıran yanında en az bir, en fazla dokuz gün çalışması yeterli olacaktır. İşveren yanında on gün ve daha fazla süreyle çalışan ev hizmetlileri, 5510 sayılı Kanunun 4/1a maddesi kapsamında (SSK’lı) sayılacak ve (SSK’lı) sigortalılara sağlanan haklardan aynı şekilde yararlanacaktır. Bu gruptaki ev hizmetlileri hakkında uzun ve kısa vadeli sigorta kolları, genel sağlık sigortası ve işsizlik sigortası hükümleri uygulanacaktır. İşverenin Ev Hizmetlerinde On Gün ve Daha Fazla Çalıştırılacaklara İlişkin Bildirgeyi doldurup sigortalı ile birlikte imzalandıktan sonra ilgili Sosyal Güvenlik İl Müdürlükleri ile Sosyal Güvenlik Merkezlerine bildirimi yeterli olacak; kendisi için işyeri numarası oluşturulmayacak, işveren kayıtları TC kimlik numarası ile takip edilecek, bildirgedeki çalışma gün sayısı ve prime esas günlük kazanç beyanına göre prim tahakkukları gerçekleştirilecek, aylık prim ve hizmet belgesi düzenlenmeyecektir. İşverenler, sigortalı ile ilgili herhangi bir değişiklik olmadığı sürece, sigortalı için yaptıkları bildirime göre adlarına tahakkuk edecek sigorta primlerini sigortalı çalıştırdıkları ayı takip eden ayın sonuna kadar ödeyeceklerdir. Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği 229 KAYNAKÇA EUROFOUND (European Foundation for The Improvement of Living and Working Conditions) (2005). Employment in Household Services. 3 Mayıs 2015 tarihinde http://www.eurofound.europa.eu/sites/ default/files/ef_files/pubdocs/2001/02/en/1/ ef0102en.pdf adresinden erişildi. İnciroğlu, L. (2012). Ülkemizde Ev Hizmetlerinde Çalışan Yabancılar, Yaklaşım Dergisi, 2012/238. 20 Mayıs 2015 tarihinde http://www.lutfiinciroglu.com/content/ view/119/19/ adresinden erişildi. Karaca, G. ve Kocabaş, F. (2009). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Karşılaştıkları Sorunların Türkiye Açısından Değerlendirilmesi, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 2009/4, s. 161-176. Karadeniz, O. (2011). Türkiye’de Atipik Çalışan Kadınlar ve Yaygın Sosyal Güvencesizlik, Çalışma ve Toplum, 2001/2, s. 83-127. Keskin, D. (2013). Ev İşçilerinin Sigortalanması Üzerine. 13 Mayıs 2015 tarihinde http://www.bianet.org/bianet/ kadin/151309-ev-iscilerinin-sigortalanmasiuzerine adresinden erişildi. Okur, A. R. (2004). Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sigortalılığı, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, 2004/3, s. 347-368. Toksöz, G. ve Erdoğdu, S. (2013). Kadınların Görünmeyen Emeğinin Görünen Yüzü: Türkiye’de Ev İşçileri, ILO, Cenevre. 30 Mayıs 2015 tarihinde Türkçe metne http:// www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ ankara/publ/turkiyede_ev_iscileri_raporu. pdf ve İngilizce metne http://www.ilo.org/ wcmsp5/groups/public/---ed_protect/--protrav/---travail/documents/publication/ wcms_222892.pdf adreslerinden erişildi. Töre, N. (2014). Türkiye’de Yabancıların Çalışma Şartları, TİSK Akademi, 2014/II, s. 154-183. Yazıcı, M. (2015). Sigorta Primi Teşvikleri, İşveren, Mart-Nisan, s. 73-77. Yıldırımalp, S. (2014). Türkiye’de Ev Hizmetinde Çalışanların Sorunları, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2014/1, s. 45-59. 15 Nisan 2015 tarihinde http://joiss.karabuk.edu.tr/ Makaleler/858079745_4.%20Sinem%20 Y%C4%B1ld%C4%B1r%C4%B1malp. pdf adresinden erişildi. ÖZ İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Bu çalışmanın amacı insan kaynakları yönetimi (İKY) uygulamaları ile örgütsel vatandaşlık davranışı (ÖVD) arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Bu kapsamda Türkiye’nin iki farklı şehrinde iki yüz (N=200) çalışana anket yapılmıştır. Beşli Likert Ölçeği’ne göre yapılandırılmış anket formu ile veriler toplanmıştır. Toplanan verileri analiz etmek için korelasyon ve çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Korelasyon ve regresyon analizi sonuçları göstermektedir ki, insan kaynakları yönetimi uygulamaları ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasında pozitif bir ilişki vardır. Sonuç olarak; yönetime, istenen davranışları elde etmek için çalışanların aidiyet duygusunu geliştirmeye yönelik uygulamalar gerçekleştirmesi önerilmektedir. JEL Sınıflaması: L2, M12 Anahtar Kelimeler: İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları, Örgütsel Vatandaşlık Davranışı, Organizasyon ABSTRACT The Effects of Human Resources Management Practices on the Organizational Citizenship Behaviour This study which aimed to investigate the relationship between human resources management (HRM) practices and organizational citizenship behavior (OCB). A convenience sample of two hundred (N= 200) employees was surveyed from two different city of Turkey. The structured survey questionnaire used to seek to obtain primary information through five point Likert Scale. Correlation and multiple regressions were used to analyze the data collected. The correlation and regression results show that there is a positive relationship among human resource management practices and organizational citizenship behavior. Finally, this study suggest that the management should ensure the practice for the employees to develop a sense of belongingness in the mind of all the employees working together to get the desired behavior. JEL Classification: L2, M12 Keywords: Human Resources Management Practices, Organizational Citizenship Behaviour, Organization İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri 231 İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Doç. Dr. Mustafa Fedai Çavuş * Alptekin Develi ** G İRİŞ Küresel rekabet, çalkantılı iş çevresi, değişen ve gelişen teknolojiler ile yasal düzenlemeler örgütleri ve yapılarını önemli derecede etkilemektedir. Örgütsel düzeyde bu faktörler ile başarılı bir şekilde mücadele edebilmenin en önemli şartlarından bir tanesi de, işgörenlerin çalışma kapasitelerinden azami derecede fayda sağlayabilmekten geçmektedir. Bu kapsamda, örgütlerin başarıya ulaşmalarının çalışanların biçimsel rol tanımları diye ifade edilen iş sözleşmelerindeki şartların, gönül* Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü, mfcavus@osmaniye.edu.tr ** Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü alptekin.develi@ogr.oku.edu.tr Gönderim Tarihi: 04.08.2014 Kabul Tarihi: 14.08.2015 lü olarak, üzerinde kalan rol fazlası davranış sergilemelerine bağlı olduğu söylenebilir. Söz konusu bu davranışlar örgütsel vatandaşlık davranışı (ÖVD) isminde literatürde kavramlaşmıştır. Örgütsel amaçların elde edilmesi ve işgören ihtiyaçlarının tatmini açısından, insanların etkili kullanımını sağlamak anlamına gelen insan kaynakları yönetimi (İKY)’de iş analizi, planlama, işgören seçimi, eğitim ve geliştirme, performans değerlendirmesi ve kararlara katılım uygulamaları ile örgütsel vatandaşlık davranışı üzerinde çeşitli etkiler göstermektedir. İnsan faktörü, işletmeler için yegane rekabet dayanağıdır. Kim insan faktörünü uygun kullanır ve en fazla verim alabilirse, o rekabet yarışında galip gelmektedir. Yapılan birçok çalışma, günümüzde nitelikli hale gelen eğitimli işgücünden zorlamalarla verim alınamayacağını göstermektedir. Gönül- 232 den çalışan, kendiliğinden sorumluluklarını yerine getiren, takım çalışması konusunda özverili çalışan işgücü; emirlere itaat eden ve sadece kendilerine verilen görevleri tarif edildiği şekilde gözetim altında iken yapan işgücüne göre daha verimli çalışmaktadır. Katz’a göre; örgütlerin başarılı olabilmeleri için çalışanların üç hususa riayet etmeleri gerekmektedir. Bunlardan ilki; çalışanların işlerine zamanında gelmeleri, ikincisi; çalışanların sözleşmelerinde belirtilen görevleri eksiksiz, zamanında ve istenildiği şekilde yapmaları, üçüncüsü ise; çalışanların örgüt lehine sözleşme dışı faaliyetler yapmaları ve bu konuda gönüllü olmalarıdır (Çelik, 2007, s.82). ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DAVRANIŞI Örgütsel vatandaşlık davranışı kavramının temelini oluşturan çeşitli teoriler önceki tarihlerde mevcuttur. Ancak günümüzdeki biçiminin temeli olarak örgütsel vatandaşlık davranışı çalışmalarının çıkış noktası Dennis W. Organ’ın “tatmin, performansı sağlar” isimli teorisiyle başlamıştır ve Organ tarafından örgütsel vatandaşlık davranışı kavramı 1983 yılında yönetim bilimi yazınına kazandırılmıştır (Erşahan, 2011, s.153). Çalışma ortamında yönetim labirenti içinde her şey açık seçik olarak belirtilmediğinden, yöneticilerin pek çok konuyu kendilerinin hissetmesi veya tahmin etmesi gerekir. Yöneticilerin bunu başarabilmesi, biçimsel yapı ve sistemler dışında biçimsel olmayan pek çok olguya da dikkat etmesiyle mümkündür. İş ortamında biçimsel yapı ve olaylar buz dağının görünen kısmına; biçimsel olmayanlar ise, buzdağının suyun altında kalan kısmına benzetilebilir. Dolayısıyla, T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II yöneticiler için önemli olan buzdağı örneğindeki suyun altındaki kısmı temsil eden örgütün biçimsel olmayan yönüdür (Koçel, 2013, s.499). Buradan hareketle, örgütsel vatandaşlık davranışının örgütün biçimsel olmayan yani buz dağının görünmeyen kısmını oluşturduğu, ancak bir bütün olarak ele alındığında örgütün etkinliğine ve verimliliğine katkı sağlayabilecek olgulardan biri olduğu söylenebilir (Gürbüz, 2006, s.49). Örgütsel vatandaşlık davranışı, Dennis W. Organ tarafından, bireyin çalışma ortamında kendisi için belirlenen standartların ve iş tanımlarının ötesinde, gönüllü olarak bir çaba ve fazladan rol davranışı göstermesi olarak tanımlanmıştır. Gönüllülük kavramı ile bu tür davranışların, bireyin organizasyondaki rolünün veya biçimsel iş tanımının gerektirdiği davranışlar olmadığı anlatılmak istenmektedir (İşbaşı, 2000, s.4). Başka bir deyişle örgütsel vatandaşlık davranışı, formel iş tanımlarının ötesinde, belirlenmiş rol gereklerini ve beklentilerini aşan, işgörenlerin örgüte katkıda bulunmak için istekli olarak gösterdikleri rol fazlası davranışları ifade eder (McDonald, 1993; Schnake ve Dumler, 2003, s.283 ve Feather ve Rauter, 2004, s.81). Bu kavram, örgütün sosyal ve psikolojik ortamına katkıda bulunarak, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yardımcı olan gönüllülük esasına dayalı bireysel davranışları anlatır (Lievens ve Anseel, 2004, s.299). Buraya kadar yapılan tanımları toparlarsak; çekirdek iş sorumlulukları kapsamının ötesinde ekstra çaba gösterilmesini ifade eden örgütsel vatandaşlık davranışı (Lam, Chen ve Takeuchi, 2009, s.2251); biçimsel ödül sistemi ve iş tanımları tarafından doğ- İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri rudan ya da açık olarak tanımlanmayan, yerine getirilmesi zorunlu olmayan, gönüllülük esasına dayalı ve organizasyonun fonksiyonlarının etkili şekilde ilerlemesini sağlayan davranışlardır. Bu tanımdaki zorunlu olmayan ifadesi, bu davranışların sergilenmesinin kişisel seçime dayalı olduğunu ve yerine getirilmediği zaman herhangi bir cezanın uygulanmamasını simgelemektedir (Gürbüz, 2006, s.50). İşe gelemeyen bir mesai arkadaşına yardımcı olma, işin resmi olarak gerektirmediği ancak örgüt açısından önemli olan şeyleri yapmaya gönüllü olma, iş tanımının bir parçası olmasa bile yeni gelen işgörenlerin sosyalleşmelerine yardım etme, diğer işgörenlere zorlukları aşmalarında destek olma, denetçilere ya da yöneticilere işlerinde yardımcı olma, onlara destek verme, örgüte katkıda bulunacak yeni ve yaratıcı düşünceler önerme, gerekenden daha fazla işe katılım gösterme ve işe gelemeyeceği zamanlarda önceden haber verme gibi davranışlar, örgütsel vatandaşlık davranışı olarak değerlendirilmektedir (Kelloway, Loughlin, Barling ve Nault, 2002, s.143). Örgütsel vatandaşlık davranışına ilişkin tanımların ortak noktası, bu davranışların örgütte isteğe bağlı ve gönüllülük esasına dayalı bir anlayış içinde sergilenen rol fazlası davranışlar olarak görülmesi ve bunların örgütsel etkinliğe ve verimliliğe katkıda bulunmasıdır (Sezgin, 2005, s.319). Temel olarak örgütsel vatandaşlık davranışları ikiye ayrılır. Birinci tür örgütsel vatandaşlık davranışı; örgütsel yapıya aktif bir şekilde katılım ve katkı şeklinde ortaya çıkar. İkinci türde ise, aynı davranış örgütsel yapıya zarar verecek her türlü davranıştan uzak 233 kalma şeklinde ortaya çıkar. Organizasyona katkı şeklinde ortaya çıkan ilk türde, bireylerin aktif bir şekilde örgüt hayatının içinde yer alması gerekir. Bu tür davranış gösteren çalışanlar aktiftir, üretkendir ve çalışkandır. Zararlı davranışlardan kaçınma şeklinde ortaya çıkan davranışlarda ise temel düşünce; örgüte katkıda bulunmak değil, örgüte zarar vermemektir. İster aktif katılım ister kaçınma şeklinde ortaya çıkmış olsun, önemli olan örgütsel etkinliği ve verimliliği artıracak davranışlarda bulunmaktır (Özdevecioğlu, 2003, s.119). İşe zamanında gelme ve verilen görevleri yapma dışında, çalışanların birbirleri ile görüşmelerine ve birlikte dayanışma içerisinde çalışmalarına, içerde ve dışarıda yapılan suçlamalar karşısında örgütü savunmalarına, kaliteyi ve verimliliği sağlamak için değişimi desteklemelerine, işle ilgili bilgileri birbirleri ile paylaşmalarına ve huzurlu bir iş ortamı yaratma konusunda gayretlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Kendilerine verilen görevleri ve daha fazlasını karşılık beklemeden kendiliğinden yapan, huzurlu bir iş ortamı yaratılması için emek sarf eden, ait olduğu örgüte değer veren ve gönül bağı hisseden işgücünün davranışları örgütsel vatandaşlık davranışından başka bir şey değildir (Çelik, 2007, s.82). Bireyin samimi duygularla ve isteyerek yaptığı örgütsel vatandaşlık davranışının altında herhangi bir dışsal ödül beklentisi yatmaz. Örneğin, bir işgören, kendisinden böyle bir şeyi yapması istenilmediği halde, iş çıkışında uzun süre ofisinde kalarak elindeki işi tamamlamaya çalışıyorsa ya da kendi resmi iş tanımının bir parçası olmadığı halde, işini yapmakta zorluk çeken bir mesai arkadaşına yardım ediyorsa, bu işgörenin ör- 234 gütsel vatandaşlık davranışında bulunduğu söylenebilir (Sezgin, 2005, s.320). Gönüllülük esasına dayalı olarak yapılan örgütsel vatandaşlık davranışı, örgütte resmi değerlendirmenin ya da ödül sisteminin bir parçası olmadığı için, bu davranışları göstermedeki başarısızlığa da resmi olarak bir yaptırım uygulanmaz (Williams, Pitre ve Zainuba, 2002, s.33; Ölçüm-Çetin, 2004). Ancak, iş hayatındaki ve sosyal yaşamdaki değişikliklerin örgütsel vatandaşlık davranışının anlamını da değişime zorladığını ifade eden ve bu nedenle kavramın yeniden tanımlamasını yapan Organ (1997), artık örgütsel vatandaşlık davranışını rol fazlası olarak ya da işin ötesinde veya formel sistemin ödüllendirmediği bir davranış olarak kabul etmenin gerekli olmadığını belirtmektedir. Bu anlamda, örgütsel vatandaşlık davranışını göstermedeki yetersizlik yaptırım gerektirmemekle birlikte, zaman içinde böyle davranışlar örgüt tarafından ödüllendirilebilir, kabul ve takdir görebilir. Örgütsel vatandaşlık davranışının son yıllarda yazında çok işlenmesinin genel olarak üç sebebi olduğu belirtilebilir: İlk olarak, gösterilen bu davranış neticesinde elde edilen çıktılar, çalışanların performans değerlendirmelerinde, terfi ve ücret uygulamalarında göz önüne alınabilir. İkincisi, bu davranışın örgütlerin başarısına ve etkinliğine olan katkısıdır. Organ, uzun bir süreçte örgütsel vatandaşlık davranışının toplamı dikkate alındığında, bu davranışın örgütsel etkinliği ve performansı arttıracağını belirtmiştir (Organ, 1988, s.27). Son sebep olarak ise örgütsel vatandaşlık davranışı, personel dönüşümü diye de isimlendirilen işten ayrılmaları azaltıcı etki göstermektedir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DAVRANIŞININ ÖZELLİKLERİ İş Tanımının Ötesinde Olması: Çalışanların sözleşmelerinde yazan ve iş analizi ile tanımlanan işler, çalışanların rol davranışları olarak adlandırılmaktadır. Çalışanlar bu işleri eksiksiz yaptıkları sürece işyerinde kalmaya devam edebilmektedirler. Bu eksiksiz yapılan işler yöneticiler tarafından çalışanların değişik yöntemlerle ödüllendirilmesini sağlamaktadır. Örgütsel vatandaşlık davranışı ise, iş tanımlarının bir parçası olarak yer almamaktadır. Örgütsel vatandaşlık davranışı, iş tanımlarında olmayan işlerin gönüllü olarak yapılmasıdır (Motowidlo, 2000, s.120). İsteğe Bağlı Gerçekleşmesi: Örgütsel vatandaşlık davranışının en belirgin özelliği, isteğe bağlı gerçekleşmesidir. Bir davranışın isteğe bağlı olması, davranışın yapılması konusundaki inisiyatifin çalışana ait olduğu anlamını taşımaktadır (Robinson ve Elizabeth, 1995, s.290). Bu yönüyle örgütsel vatandaşlık davranışı, biçimsel rol tanımlamalarından çok beklenilen davranışlar olarak gerçekleşmektedir. Bu davranışların ödüllendirme ve cezalandırmaya tabi olmamalarından dolayı, kişi tarafından gönüllü olarak yapıldığı varsayılmaktadır (Blakely, Andrews ve Fuller, 2003, s.131). Resmi Olarak Ödüllendirilmemesi: Örgütsel vatandaşlık davranışları, biçimsel rol davranışlarında yer almadığından, biçimsel ödül sisteminde belirtilmemiştir. Ancak günümüzde biçimsel ödül sisteminde tanımlanmamış olsa da çalışanlar terfi alacaklarına inandıkları için bu davranışı gösterebilmektedirler. Buna en iyi örnek; geçici işçilerin örgüt içinde daimi statü istediklerinde daha fazla örgütsel vatandaşlık davranışları sergi- İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri ledikleri durumda ortaya çıkmaktadır (Blakely ve diğerleri, 2013, s.131). ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DAVRANIŞININ BOYUTLARI Diğergamlık (Fedakarlık, Özgecilik, Altruism): Çalışanların, diğer işgörenlere yardım ederek onların karşılaştığı sorunların üstesinden gelmelerine gönüllü katkı sağlamaları konusundaki tutum ve davranışlarını içermektedir. Diğergamlık, bir çalışanın diğer çalışana işini tamamlayabilmesi, üstesinden gelemediği bir konuda başarılı olabilmesi için gönüllü yardım etmesidir (Demirel, Seçkin ve Özçınar, 2011, s.37). Vicdanlılık (İleri Görev Bilinci): Örgüt üyelerinin kendilerinden beklenen minimum (biçimsel) rol davranışının ötesinde bir davranış sergilemeye gönüllü olmalarını ifade etmektedir. Vicdanlılığın ekstra rol davranışı (ÖVD) sayılmasının nedeni gösterilen davranışın aşırılık derecesinde olmasıdır. (Özdemir, 2005, s.90) Nezaket: Organ nezaketi, örgütte iş yükümlülükleri sebebiyle sürekli iletişim içinde olmaları gereken, birbirlerinin işlerinden ve kararlarından etkilenen üyelerin sergiledikleri olumlu davranışlar olarak tanımlamaktadır (Samancı, 2006, s.32). Nezaket davranışı, işgörenlerin diğer arkadaşlarına sorunlar hakkında danışması şeklinde kendini göstermektedir (Koys, 2001, s.103). Sportmenlik (Centilmenlik): Sportmenlik, çalışanların gerginliğe neden olabilecek davranışlardan imtina etmeleri, çok şikayetçi olmaktan kaçınmaları ve hoşgörülü olmaları olarak ifade edilebilir. Sorunları gereksiz yere büyütmekten, zamanın çoğunu işle ilgili sorunlardan yakınarak geçirmekten, iş 235 arkadaşlarına saygısızca davranmaktan kaçınma davranışları sportmenliğe örnek teşkil edebilir (Yücel, 2006, s.10). Sivil Erdem (Örgütsel Katılım): Çalışanların organizasyonun politik yaşamına aktif ve sorumlu biçimde katılmasını ifade eder. Toplantılara düzenli olarak katılmak, değişimleri yakından izlemek ve diğerleri tarafından kabul edilmesinde aktif rol oynamak, örgütle ilgili konular üzerinde düşünmek, bilgi sahibi olmak ve bunu iş arkadaşlarıyla paylaşmak gibi davranışlar sivil erdem boyutunda yer alabilecek nitelikte davranışlardır (Atalay, 2005, s.26). ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DAVRANIŞINA ETKİ EDEN FAKTÖRLER Örgütsel Bağlılık: Örgüte bağlılıkları yüksek çalışanların daha çok örgütsel vatandaşlık davranışında bulunduğunu ifade etmektedir. Kişinin örgütsel bağlılığı arttıkça, kişi örgütü için daha çok fedakarlıkta bulunma isteği içine girer ve bu özveri çabası kendini daha çok örgütsel vatandaşlık davranışlarında bulunma olarak gösterir (Muçaoğlu, 2006, s.16). Bireyin Ruhsal Durumu: Organ’a göre, iş süreçleri veya becerileri örgütsel rol performansı belirlemede önemliyken, moral faktörleri de fazladan rol davranışlarının belirleyicisidir ve bu konuda yapılan araştırmalarda işgörenlerin olumlu duygusal durumlarının onların daha çok örgütsel vatandaşlık davranışı göstermelerine sebep olduğu görülmüştür (Atalay, 2005, s.27). Kişilik Özellikleri: Kişilerin hayat karşısındaki zorluklara bakış açısı, onların bir iş yapmaya ya da sürdürmeye yönelik çabaları- 236 nı belirleyici bir faktördür. Örneğin iyimser insanlar bir şeyler yaparsam sonuç değişir inancında olup, boş vermişlik gibi bir tutum sergilemezler (Atalay, 2005, s.28). Smith, Organ ve Near’a göre de dışa dönük kişilik özelliklerine sahip işgörenler, dış çevrelerine ve sosyal uyaranlara karşı daha duyarlı oldukları için örgütsel vatandaşlık davranışlarını göstermeye daha çok yatkındırlar (Kamer, 2001: Akt: Atalay, 2005, s.28). İşe Karşı Tutumlar ve İş Tatmini: Pozitif iş tatmini içerisinde olan bir iş gören, yaptığı işten daha fazla tatmin olur ve diğer işgörenlerle pozitif bir ilişki içerisinde olur. Pozitif iş tatminine sahip bireyler sık sık yardımcı olma eğiliminde olurlar ve fedakar davranışlarda bulunurlar. Bu durum örgütsel vatandaşlık davranışı çıktılarının artmasıyla sonuçlanır (Özdemir, 2005, s.103). Örgütsel Adalet: Örgütsel vatandaşlığı etkileyen en temel bilişsel faktörlerden birisidir. Örgütte çalışanların adalet algılamaları pozitif yönde ise, örgüte bağlılıkları artmakta ve performansları yükselmektedir. Bu doğrultuda verimlilik de artmaktadır. Örgütsel adalet algılamaları negatif yönde oluştuğu zaman; çalışanlar örgütsel bağlılık ve performanslarının düşmesinin yanında, adaletsizliği ortadan kaldırmak için yöneticilerine ve iş arkadaşlarına karşı olumsuz davranışlar sergileyebilmektedirler (İşbaşı, 2000, s.84). İhtiyaçlar: İnsan davranışlarını etkileyen ihtiyaç kavramı ile burada anlatılmak istenen, örgütler tarafından işgörenlere sosyal kabul ve başarma ihtiyacı gereksiniminin hissettirilmesidir. Bu ihtiyacı hisseden işgörenler, daha fazla örgütsel vatandaşlık davranışı göstereceklerdir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Liderin Özellikleri: Podsakoff ve arkadaşları örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili yürüttükleri çalışmada, lider davranışlarının astlarının ekstra rol davranışında bulunmasını etkilediğini ortaya koymuşlardır (Podsakoff, Bommer ve Mackenzie, 1996, s.259). Burada lider ekstra rol davranışlarını bizzat göstererek hem örgütsel vatandaşlık davranışı sergilemekte hem de kendisini takip edenlerin örgütsel vatandaşlık davranışında bulunma ihtimallerini artırmaktadır. Kıdem ve Hiyerarşik Düzey: İşgörenlerin kıdemleri ve yaşları arttıkça örgüte olan bağlılıkları da aynı oranda artmakta ve daha çok örgüt yararına davranış gösterebilmektedirler. Bireyin örgüt içindeki statüsü yükseldikçe karar verme, diğer çalışanları ve yapılan işleri kontrol etme, serbest hareket etme düzeyi ve yönetim gücü artar. Bu durumda kişi örgüte bağlılığını ve dolayısıyla gösterdiği örgütsel vatandaşlık davranışlarını artırır (Van Dyne, Graham ve Dienesh, 1994, s.775). Örgütsel Vizyon: Vizyon, örgütün değerleri çerçevesinde amaç ve hedefleri, ileride kendisini görmek istediği yerdir. Buradan hareketle örgütsel vizyon; çalışanlara vizyon sunmak, daha çok çalışmalarını sağlamak için onları yönlendirmek ve motive etmektir. Bir vizyona bağlandığını hisseden işgören, daha çok çalışma eğilimi içinde olacak ve dolayısıyla rol fazlası davranışları da daha çok gösterecektir. Örgütün Özellikleri: Örgütün ne istediğini bilen çalışanlar, neyin önemli olduğunu algılayan bireyler, buna bağlı olarak örgütsel vatandaşlık davranışlarını daha çok göstereceklerdir. Van Dyne, Graham ve Dienesch’a göre çalışanlar, örgütlerinin kaliteli ürün ve İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri servislere değer verdiğini düşünürlerse, yüksek kaliteye neden olacak davranışları daha çok gösterirler; katılıma önem verdiğini düşünürlerse, bağlanma ve örgütsel vatandaşlık davranışlarını daha çok gösterirler (Karaman ve Aylan, 2012, s.39-41). Kişi-Örgüt Bütünleşmesi: Kişi-örgüt bütünleşmesi denince, örgüt içindeki insanlar, gruplar ve bunların örgütsel amaçlar doğrultusundaki çalışmaları akla gelmektedir. Böyle bir grup birden fazla bireyin birbirini etkileyerek, birbirine psikolojik bağlılık duyarak ve kendi grupsal amaçlarını örgütsel amaçlara dönüştürerek bir araya geldikleri sosyal bir yapıdır (Oktay, 1996, s.290-291). Bir örgütte kişi-örgüt bütünleşmesi yüksek olduğu sürece örgütü sahiplenme duygusu da artacağından, çalışanın örgütsel vatandaşlık davranışını gösterme ihtimali de yüksek olacaktır (Samancı, 2006, s.34-36). İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ UYGULAMALARI VE ÖRGÜTSEL VATANDAŞLIK DAVRANIŞI İş Analizi ve ÖVD İlişkisi: İş analizi, işlerin doğru, etkin ve sağlıklı biçimde değerlendirilmesi maksadıyla örgütte yer alan her işin ayrı ayrı niteliği, niceliği, gerekleri, sorumlulukları ve çalışma koşullarını inceleyen ve bilgi toplayan bir tekniktir. İş analizi, insan kaynakları yönetiminin alt yapısını oluşturmaktadır. İşgören seçimi, iş değerlemesi, eğitim ve geliştirme, performans değerlemesi gibi süreçlerin yürütülmesinde iş analizi ile elde edilen veriler kullanılır (Bingöl, 2010, s.81-82). İş analizi, insan kaynakları yönetimi uygulamalarının başarıyla yerine getirebilmeleri için bir iş sözleşmesiyle işin içeriğini ve nasıl yapılacağını belirten bir analizdir. 237 Bir insan kaynakları yönetimi uygulaması olan iş analizi, çalışanlar ile örgütü ve işin kendisini uyumlaştırmada önemli bir rol oynar (Boon, Hartog, Boselie ve Paauwe, 2011, s.138). İş analizi, görev performansını dikkate almaktadır. Ancak insan kaynakları yöneticileri tarafından performans kavramı, görev performansı ile örgütsel vatandaşlık davranışının birleşimi olarak görülürse, iş analizlerine ilişkin süreçlerin genişletilmesi faydalı olabilir. Bu bağlamda, örgütsel vatandaşlık davranışının örgütün etkin bir şekilde çalışmasına ve performansı üzerine yaptığı olumlu katkıların yöneticiler tarafından fark edilmesi gerekmektedir. Böylelikle, insan kaynakları yöneticileri örgütsel vatandaşlık davranışlarını iş analizi çalışmalarına dahil edebilme imkanı bulabilirler. Bu noktada, iş analizleri ve iş tanımlarını yapacak olan insan kaynakları departmanının konu hakkında bilgi sahibi olması önemlidir (Bozkurt, 2011, s.40). İnsan kaynakları departmanı tarafından yöneticilere ve işgörenlere iş analizi ve iş tasarımı iyi bir şekilde ifade edildiğinde, bütün hiyerarşideki çalışanlar görev tanımlarını ve işlerin nasıl yapılacağını iyi bilecek, bu da yükselen vatandaşlık diye ifade edilen göstermelik örgütsel vatandaşlık davranışlarının önüne geçecek, ortaya konulan en ufak bir örgütsel vatandaşlık davranışının bile fark edilmesini sağlayacak, bu fark etme teşvik ve ödüllendirme unsuru olacak ve neticede bütün bunlarda daha çok örgütsel vatandaşlık davranışı göstermeye yol açmış olacaktır. Aksi halde görev performansına ilişkin davranışlar ile örgütsel vatandaşlık davranışları yeterince iyi anlaşılmayacak, bu durumda beraberinde örgüt içerisinde görevlerin ve rollerin karışık hale gelmesine 238 neden olabilecektir (Bozkurt, 2011, s.40). Bu sebeplerle örgütsel vatandaşlık davranışının örgüte olacak olan katkılarının bilincinde olan insan kaynakları departmanı ve yöneticiler, iş analizi sürecinde buna uygun bir ortamı oluşturmaya çalışarak işgörenlerin rol fazlası davranışları gösterebilecekleri koşulları hazırlamalıdırlar. İnsan Kaynakları Planlaması ve ÖVD İlişkisi: İnsan kaynakları planlaması, işletmede çalışacak işgücünü, nitelik ve nicelik yönünden belirli bir düzen içinde sağlamaktır. Aynı zamanda insan kaynakları planlaması ne kadar sayıda ve hangi nitelikte personele gerek duyulacağını, bu talebin hangi dereceye kadar karşılanmasının mümkün olduğunu öngörüleme yönündeki bir girişim olarak tanımlanabilir. İnsan kaynakları planlamasının iki ana amacı bulunmaktadır. Bunlar; optimum düzeyde eleman istihdam etmek ve çalışanlardan azami derecede istifade etmektir (Bingöl, 2010, s.172). Bu iki ana amaç doğrultusunda insan kaynakları planlaması, örgütlerde verimliliği, etkinliği ve dolayısıyla karlılığı etkileyen unsurlardan biri olarak düşünülebilir. Bu doğrultuda çalışanları maksimum düzeyde motive etme amacı ile planlanan işler ve bu işler için gerekli işgücünün tahmini, örgütsel vatandaşlık davranışının sivil erdem ve nezaket boyutlarını etkileyebilir. Bu çerçevede, işgörenlerin bilgi ve beceri düzeyi, çalışanlara tanınacak özerklik gibi değişkenler incelenebilir (Graham, 2000, s.71-72). İnsan kaynağı planlaması yapılırken, yüksek bilgi ve beceri düzeyi ile özerklik değişkenleri dikkate alınarak çalışanların örgütsel vatandaşlık davranışı göstermesi sağlanabilir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Örneğin; nezaket boyutundaki davranışlardan biri olan çalışma arkadaşlarına sorunlar hakkında danışılması ve önemli bir konunun hatırlatılması gibi hususlar, konu hakkında bilgisi ve becerisi yüksek çalışanlar tarafından yerine getirilebilir. İşler ve pozisyonlar planlanırken, bu özelliklere sahip bireyler işgücü beceri envanterlerinden yararlanılarak tespit edilebilir. Yine örgütün strateji ve politikalarına yönelik bilgi düzeyi yüksek işgörenlerde, örgütün politik yaşamında aktif ve sorumlu bir şekilde katılım göstererek sivil erdem davranışlarını sergileyebilirler. Örgütün yedekleme planları yapılırken, uygun pozisyonlar için bu özelliklere sahip işgörenler öncelikli olarak düşünülebilir (Bozkurt, 2011, s.41). İşgören Seçimi ve ÖVD İlişkisi: İşgören seçimi, örgüt ve belirli bir pozisyon için en iyi şekilde bireysel uyum gösterecek adaylar arasında, en iyi bireysel uyum göstereceklerin belirlenmesi sürecidir. Bireyler farklı yapıya, düşünceye, davranış, hırs, merak ve yeteneklere sahiptirler. Örgütlerde, farklı işlerle farklı yapıya sahip bireyler arasındaki koordinasyonun sağlanması ciddi bir önem arz etmektedir. Bu konuda gösterilecek çabalara, işgörenin işe alımı sırasında başlanılır. İşgören seçimi, işletme faaliyetlerinin etkin bir biçimde yürütülmesinin ve insan kaynakları yönetimi uygulamalarının yerine getirilmesinin ön koşuludur. İşgören seçimindeki başarı, diğer insan kaynakları yönetimi uygulamalarının yerine getirilmesindeki başarıyı etkileyici bir role de sahiptir (Bingöl, 2010, s.233). İnsan kaynağını seçim araçlarından biri olan mülakatlar, bir örgütün örgütsel va- İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri tandaşlık davranışına yönelik bakış açısı hakkında yöneticilere ve çalışanlara bilgi sağlayabilir (Graham, 2000, s.72). Birçok araştırmacı, örgütsel vatandaşlık davranışı gösteren adayları seçmek için mülakatın özellikle uygun bir yöntem olduğunu belirtmişlerdir. Gatewood ve Field 1998 yılındaki araştırmalarında, mülakatın bağlılık, vicdanlılık, istikrar ve azim gibi “iyi vatandaşlık” özelliklerini ölçmek için çok önemli olduğunu belirtmektedirler (Werner, 2000, s.8). Yine bu konuda araştırma yapan Latham ve Skarlicki’de, mülakat yönteminin adayın örgütsel vatandaşlık davranışı eğilimini ölçmek için etkili bir yol olduğunu savunmaktadırlar (Bozkurt, 2011, s.42). Mülakat yönteminin örgütsel vatandaşlık davranışını tam anlamıyla ölçebilmesi için, bazı araştırmacılar tarafından jürinin bu konuda hazırladığı özel soruları işgören adaylarına sormaları önerilmiş ve yine jürinin örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili ayırt edici bu soruları hazırlayabilmesi için de belirli eğitimlerden geçmeleri gerektiği ileri sürülmüştür. Neticede, işgören seçimi ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiyi ölçmeye yönelik yapılan araştırmaların ortak görüşü; işe başvuran adayların örgütsel vatandaşlık davranışı eğilimlerinin tespit edilmesinin, örgütün verimliliğini ve etkinliğini arttırmaya yardımcı olabilecek adayların seçimi açısından oldukça önemli olduğu yönündedir. Eğitim ve Geliştirme Uygulaması ile ÖVD İlişkisi: İnsan kaynakları yönetimi açısından eğitim faaliyeti, bireysel ve örgütsel 239 yönden ele alınıp tanımlanacak olduğunda, bu faaliyetin iki yönü olduğu söylenebilir. Bunlar; yetiştirme ve geliştirme faaliyetleridir. Yetiştirme, genel olarak belli bir işin yapılabilmesi için sahip olunması gerekli olan bilgi, beceri, yetenek ve davranışların kişilere kazandırılması sürecidir. Geliştirme ise, kişide bulunan bilgi ve yeteneklerin mevcut iş için yeterli düzeyde olsa bile, hem bireyin daha verimli çalışması hem de farklı pozisyonlarda istihdamı için kendisine yeni bilgi ve yeteneklerin kazandırılması ya da mevcut olanlarının geliştirilmesi sürecidir (Özçelik, 2008, s.190). Örgütlerde örgütsel vatandaşlık davranışlarını desteklemeye yönelik çabalar, eğitim ve geliştirme uygulamasına odaklanarak daha çok sonuç elde edebilir. Bir işin başarılması için gereken davranışların öğretilmesinde olduğu gibi, çalışanların örgütsel vatandaşlık davranışı sergilemelerini sağlayacak şekilde eğitilebilmeleri mümkündür. Bu konuda Kelly ve Caplan’ın 1993 yılındaki çalışmasında, ortalama performans gösteren çalışanlara işin gereğini yapmaktan öteye gitmeleri ve örgüt içinde daha fazla inisiyatif almaları öğretilebilirse, üstün performans gösteren çalışanlar olabilecekleri ve benzer şekilde örgütsel vatandaşlık davranışı sergileyecek biçimde de eğitilebilecekleri ifade edilmiştir (Organ, Podsakoff ve MacKenzie, 2006, s.226). Örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili gelişmekte olan diğer bir konu ise, mentorluk olarak ifade edilmektedir. Werner tarafından eğitim ve geliştirme faaliyetinin bir parçası olarak düşünülen mentorluğun, örgütsel vatandaşlık davranışlarını arttırmada bir etken 240 olabileceği belirtilmektedir (Werner, 2000, s.12). Mentorluk uygulamasının örgütsel vatandaşlık davranışına etkisini inceleyen Donaldson, Ensher ve Grant-Vallone›nun 2000 yılındaki çalışmalarında, mentorluk faaliyetinin örgüte yönelik tutumları (örgütsel bağlılık ve ÖVD) nasıl etkilediği araştırılmıştır. Bu yazarlar, bazı faktörlere bağlı olarak mentorluk uygulamasının gerçekleştirildiği örgütlerde, çalışanların örgütsel vatandaşlık davranışı sergilemesinin artırılabileceğini ifade etmektedirler. Bu faktörler; mentorların iyi birer koruyucu olmaları ve koruduğu çalışanlara destek vererek örgütsel vatandaşlık davranışına ilişkin rol modellerini oluşturmalarıdır. Böylelikle mentorluk uygulaması sıklıkla örgütsel vatandaşlık davranışına dönüşebilecektir (Bozkurt, 2011, s.44). Yine de, çok az çalışma mentorluğun örgütsel vatandaşlık davranışı üzerindeki etkisini ampirik olarak test ettiği için, mentorluk ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiye yönelik net sonuçlara ulaşmak adına daha fazla çalışma yapılmasına ihtiyaç vardır (Organ, Podsakoff ve MacKenzie, 2006, s.227) Performans Değerlendirme ve ÖVD İlişkisi: Performans değerlendirme, örgütlerde belirli amaçlara göre işgörenin görevindeki başarı, tutum ve davranışları ile ahlaki durum ve özelliklerini belirleyen, örgütün başarısına olan katkılarını değerlendiren planlı ve çok evreli bir süreçtir (Bingöl, 2010, s.381). Performans değerlendirmenin üç ana amacı bulunmaktadır. Bu amaçlar; örgütsel etkinliği iyileştirmek, işgörenleri motive etmek ile eğitim ve geliştirmeyi mükemmelleştirmektir (Bingöl, 2010, s.382). T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Örgütsel vatandaşlık davranışı açısından durum incelendiğinde ise, değerlendirme kriterlerinin çok yönlü olması gerekmektedir. Bu kriterler, bireysel görev başarımının göstergelerini, çalışma grubunun işbirliğini ve sivil erdemi içerebilir. Böylelikle performans değerlemesi yapılırken çalışanların görevlerini yerine getirip getirmediklerinin yanı sıra, bu görevleri yerine getirirken ne derecede çalışma arkadaşları ile işbirliği yaptıkları ve alınacak kararlar konusunda ne kadar aktif katılım gösterdiklerinin değerlendirilmesi mümkün olabilecektir (Bozkurt, 2011, s.44-45). Bu faaliyetleri içeren performans değerleme uygulamasına ait çıktılar; bireysel eğitim ve gelişim ihtiyaçlarının belirlenmesi, çalışanlara performansları hakkında geri bildirimin sağlanması, eğitim ve gelişim programlarının seçimindeki kriterlerin belirlenmesinde kullanılabilir (Graham, 2000, s.74). Bu durum, yöneticilerin işgörenlerle açıkça iletişim kurup örgütsel vatandaşlık davranışlarının örgüt için ne kadar önemli olduğunu ve işgörenin performans değerlendirmesini etkileyeceğini açıklamasını gerektirir. Ayrıca yöneticiler, örgütsel vatandaşlık davranışının görev performansıyla ilişkisinin önemini de açıklamalıdırlar. Bu açıklamalar performans yönetim sistemindeki yetkinlik tanımlarında yer alırken, yapılacak geri bildirim toplantılarında da çalışanlara ifade edilebilir. Performans değerlendirmenin adil olarak algılanması ve işgörenin davranışını etkili bir biçimde şekillendirebilmesi için her iki uygulamanın da yapılması uygun olabilir (Organ, Podsakoff ve MacKenzie, 2006, s.232-233). İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Kararlara Katılım ve ÖVD İlişkisi: İşgörenlerin örgütsel kararlara katılımının sağlandığı bir örgütün, direk olarak örgütsel vatandaşlık davranışını da tetiklediği rahatlıkla ileri sürülebilir. İşgörenlere, örgütte alınan kararlara ve uygulamalara katılım fırsatı vermek etkili bir motivasyon tekniğidir (Bozkurt, 2011, s.47). Kararlara katılımın sağlandığı bir kuruluşta, çalışanlar yüksek hizmet kalitesi göstereceklerdir (Guchait ve Cho, 2010, s.1235). Daha ileri boyutta, yüksek katılımın sağlandığı kuruluşlarda işgörenin örgüte olan duygusal bağlılığı da artacaktır (Yang, 2012, s.1209). Katılımcı yönetimin özü, çalışanların kararlara katılması durumunda, verilen kararı benimseyip destekleyebilecekleri düşüncesidir. Karara katılım faaliyeti, kararların uygulanmasını da kolaylaştıracaktır (Bozkurt, 2011, s.47). Bu noktada, örgütlerde alınan kararlara çalışanların katılımının sağlanması ve bu yolla kişisel görüş ve önerilerin dikkate alındığı olumlu bir örgüt iklimi oluşturulması, örgütsel vatandaşlık davranışı gösterilmesi konusunda işgörenleri teşvik edebilir (Sezgin, 2005, s.333). Özellikle örgütsel vatandaşlık davranışının sivil erdem boyutunun, kararlara katılım uygulaması ile ilişkili olduğu söylenebilir. Bilindiği üzere sivil erdem; örgütsel politika ve karar verme süreçlerine gönüllü katılım, düzenlenen toplantı, forum ve eğitim etkinliklerine devamlılık gösterme, örgütte düzenlenen sosyal etkinliklere katılma ve 241 destek verme davranışları şeklinde kendini göstermektedir (Sezgin, 2005, s.323). Graham tarafından da insan kaynakları yönetimi uygulamalarının, katılımcı karar verme süreçleri aracılığıyla sivil erdem davranışlarına öncülük edebileceği belirtilmiştir (Graham, 2000, s.61). İnsan kaynakları departmanının ve yöneticilerin, çalışanların aralarında hızlı bir şekilde iletişim kurabilme, bilgiyi paylaşabilme, kararlara etkin bir şekilde katılabilme ve örgütsel uygulamalar hakkında öneriler sunmaya izin verecek şekilde örgütsel yapıda esneklik oluşturmaları, örgütsel vatandaşlık davranışı ve özellikle de sivil erdem biçimindeki davranışların gösterilmesi olasılığını artıracaktır (Bozkurt, 2011, s.47). ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE UYGULAMA Örneklem Araştırmanın örneklemini Osmaniye ve Hatay illerinde özel sektörde çalışan ve rastgele seçilen 200 kişi oluşturmaktadır. Araştırmaya katılanlara anketler yüz yüze yapılmıştır. Araştırmaya katılanların 114 (%57)’ü erkek, 86 (%43) adedi ise kadındır. Katılımcıların çoğunluğu 26-35 (% 41.5) yaş aralığında olup, lise mezunu olanlar %42’sini oluşturmaktadır. Katılımcıların çalışma sürelerine bakıldığında çoğunluğun 2-8 yıl (%39) arasında şu anki kurumlarında çalıştığı görülmektedir. Katılımcıların demografik özellikleri Tablo 1’de görülmektedir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 242 Tablo 1: Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri Demografik Faktörler Kadın Cinsiyet Erkek 18-25 26-35 Yaş 36-55 46 + Lise Önlisans Eğitim Lisans Lisansüstü 3 yıldan az 3-8 yıl 9-14 yıl Toplam Çalışma Süresi 15-20 21ve üzeri 3 yıldan az 3-8 yıl Mevcut İşyerindeki Çalışma 9-14 yıl Süresi 15-20 21ve üzeri Ölçekler İnsan kaynakları yönetimi uygulamalarına yönelik çalışanların algılarını ölçmek amacıyla Khatri (2000) tarafından geliştirilen ölçek Tsaur ve Lin (2004)’in çalışmasından alınmıştır. Ölçek dört boyutta değerlendirilmektedir: işe alma ve seçme (3 madde), eğitim ve geliştirme (5 madde), ödemeler ve faydalar (4 madde) ve performans değerlendirme (3 öğe). Örgütsel vatandaşlık davranışını ölçmek amacıyla Bienstock, DeMoranville ve Smith (2003)’in çalışmasında yer alan üç boyutlu ÖVD ölçeği kullanılmıştır. Frekans 86 114 52 83 55 10 84 44 66 6 28 73 49 41 9 72 78 37 9 4 Yüzde 43 57 26 41.5 27.5 5 42 22 33 3 14 36.5 24.5 20.5 4.5 36 39 18.5 9 2 Ölçeğin boyutları sadakat, uyum ve katılım şeklinde beşer maddeden oluşmaktadır. Ölçekler beşli Likert ile (1-kesinlikle katılmıyorum, 5-kesinlikle katılıyorum) değerlendirilmiştir. Ölçeklerin yapı geçerliliğini değerlendirmek amacıyla faktör analizi yapılmıştır. Faktör analizi sonuçları gerek insan kaynakları uygulamaları gerekse de örgütsel vatandaşlık davranışı ölçeği orijinal çalışmalardaki faktör yapılarına uygun olarak ortaya çıkmıştır. Ölçeğin iç tutarlılığını değerlendirmek amacıyla cronbach alfa değerlerine İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri bakılmıştır. İnsan kaynakları uygulamaları ölçeğinin alfa katsayısı .85 olarak elde edilirken, ÖVD ölçeğinin alfa katsayısı .90 olarak bulunmuştur. İnsan kaynakları uygulamalarının dört faktörüne ait alfa katsayıları .78 ile .89 arasında değişmektedir. Örgütsel vatandaşlık ölçeğine ait üç faktörün alfa katsayıları ise .71 ile .92 arasındadır. Bu alfa değerleri ölçeklerin içsel tutarlılıklarının olduğunu göstermektedir (Nunnaly, 1978). 243 Analizler ve Bulgular İnsan kaynakları uygulamaları ve örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiyi tespit etmek amacıyla bu araştırmada korelasyon ve çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Tablo 2’de değişkenlere ait ortalama, standart sapma ve korelasyon değerleri yer almaktadır. Tabloda görüldüğü üzere araştırma kapsamında tüm bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında pozitif yönlü ve anlamlı ilişkiler bulunmaktadır. Tablo 2: Değişkenlere Ait Ortalama, Standart Sapma ve Korelasyon Değerleri Ort. S.S 1 2 1-İşe alım ve seçim 3.5717 .73622 1 2-Eğitim ve geliştirme 3.5510 .86390 .544** 1 3-Ödemeler ve faydalar 3.5475 .74744 .526** .542** 1 4-Performans değerleme 3.8933 .80114 .438** .475** .588** 1 5-Sadakat 4.2550 .69193 .268** .375** .373** .311** 1 .235** .151* .346** .298** 1 .421** .370** .324** .769** .419** 6-Uyum 4.5770 .51867 .172* 7-Katılım 4.2210 .60097 .276** 3 4 5 6 7 1 *p< .05 ** p< .01 İnsan kaynakları yönetimi uygulamaları algısı ile örgütsel vatandaşlık davranışı arasındaki ilişkiyi test etmek amacıyla yapmış olduğumuz çoklu regresyon analizi sonuçları Tablo 3’te görülmektedir. İstatistiki sonuçlara göre insan kaynakları uygulamalarından işe alım ve seçim, örgütsel vatandaşlık davranışının sadakat (β=.235, ** p< .01) ve uyum (β=.326** p< .01) boyutu, eği- tim ve geliştirme sadakat (β=.142, * p< .05) ve katılım (β=.298, ** p< .01) boyutu, ödemeler ve faydalar ile uyum (β=.235, **p< .01) arasında önemli derecede ilişki bulunmaktadır. Bununla birlikte insan kaynakları uygulamalarından performans değerleme ile örgütsel vatandaşlık davranışı boyutları arasında herhangi bir ilişki tespit edilememiştir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 244 Tablo 3: İnsan Kaynakları Uygulamaları ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Regresyon Analizi Katılım Sadakat Beta t Beta t Beta t İşe alım ve seçim .235 3.409** .326 5,012** ,080 1,172 Eğitim ve geliştirme .142 2.065* .089 1,371 ,298 4,393** Ödemeler ve faydalar .014 .198 .235 3,613** ,050 ,740 Performans değerleme .035 .506 .091 1,395 -,068 -,995 F R2 Adj R2 Uyum 4.046* 10.499** 5.552** .077 .177 .102 .058 .160 .084 *p< .05 ** p< .01 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Günümüz iş hayatında örgütler, sürdürülebilir rekabet üstünlüğü ve ortalamanın üzerinde kar getirisi elde edebilmek için biçimsel iş gereklerinin ötesinde davranış sergileyerek örgütün performansına katkı sağlayan çalışanlara daha çok bağımlı hale gelmişlerdir. Çünkü örgütler için değişen şartlar ve durumlar altında çalışmak artık yeni ekonomi anlayışının en önemli özelliğidir. Bu bağlamda, iş gereklerinin dışında kalan ancak örgütlerin hayatta kalmaları için önemli olan davranışlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu davranışlar yazında örgütsel vatandaşlık davranışı (ÖVD) olarak yerini almıştır. Örgütlerin performansı, etkinliği, verimliliği kısaca başarısı maddi kaynakların niceliğinden çok, insan kaynaklarının niteliğine bağlıdır. İşgörenlerin biçimsel görev tanımlarının ötesinde, gönüllü olarak örgütsel etkinliğe katkıda bulunmaları, zorunlu olmasalar bile, diğer işgörenlere yardım ederek ya da görevin gerektirdiğinden fazlasını yaparak ekstra çaba göstermeleri, örgütün başarısı için önemlidir (Sezgin, 2005, s.334335). Örgütsel vatandaşlık davranışı ile ilgili yapılan tanımlara bakıldığında, hemen hemen hepsinde görülmektedir ki; örgütsel vatandaşlık davranışı örgüt tarafından belirlenen, işgörenlerin uymak zorunda olduğu biçimsel rol davranışları ve görev tanımları- İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri 245 nın tamamen dışında ve özellikle belirtilmelidir ki, tamamı ile işgörenin gönüllü olarak sergilediği davranışlar bütünüdür (Karaman ve Aylan, 2012, s.46-47). Öyleyse bir organizasyonda yapılması gereken en önemli şeylerden birisi; insan kaynakları yönetimi uygulamaları aracılığıyla çalışanlardaki içsel motivasyonu ortaya çıkararak, örgütsel vatandaşlık davranışının ortaya konulması için gereken fırsatları yaratmaktır (Snape ve Redman, 2010, s.1240). Çalışan motivasyonunun organizasyona yansımasında örgütsel vatandaşlık davranışı etkili olmuştur (Jlang, Lepak, Hu ve Baer 2011, s.1271). Örgütsel vatandaşlık davranışının temelinde ise her ne kadar işgören de olsa; örgütsel bağlılık, örgütsel adalet, işgören motivasyonu gibi kavramların etkisiyle gelişen bu davranışı tetiklemek için örgüt yöneticileri ve işverenlere de bazı görevler düşmektedir (Karaman ve Aylan, 2012, s.47). Elbette ki bu tür davranışların bütün örgüt mensupları tarafından ortaya konulması insan kaynakları departmanı, yöneticiler ve işverenler tarafından arzu edilen ideal bir davranıştır. Ancak diğer taraftan örgüt, özellikle de kendisine rekabet avantajı sağlayan temel yeteneklerini ortaya koymada, iş sözleşmesinde yer almayan, yerine getirilmesi kesin olmayan bir davranıştan da çok fazla beklenti içerisine girmemelidir. “Örgütsel bir başarı için gönüllü davranışlardan beklenti içine girilmemesi bir gerçekçiliktir fakat ulusal ve hatta uluslararası düzeyde bir başarı da, örgütsel vatandaşlık davranışı olmadan düşünülemeyecektir.” Örgütün bulunduğu konumdan daha ileriye gidebilmesi personelin daha fazla özveri göstererek çalışmasına bağlıdır. Bu özverinin de ortaya konması için, daha önce bahsedilen örgütsel vatandaşlık davranışını etkileyen unsurların, o örgüt içerisinde var olduğunun işgören tarafından bizzat hissedilmesi gerekmektedir. İşte bu durumda artık devreye insan kaynakları departmanı, işverenler ve yöneticiler girer. Bu unsurlar, emeğin optimal yönetimini sağlayabilmek adına, örgütte çeşitli insan kaynakları yönetimi uygulamaları aracılığıyla, örgütsel vatandaşlık davranışlarını ortaya çıkarabilecek, teşvik edebilecek ve arttıracak bir örgütsel ortam oluşturmalıdırlar. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 246 KAYNAKÇA Atalay, İ. (2005). Örgütsel Vatandaşlık Ve Örgütsel Adalet. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar. Bozkurt, S. (2011). İnsan Kaynakları Uygulamaları, Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Ve Finansal Performans Arasındaki İlişkinin İncelenmesi: Bankacılık Sektöründe Bir Araştırma. Yönetim, 70, 36-62. Bienstock, C.C., DeMoranville, C.W. ve Smith, R.K., (2003). Organizational Citizenship Behavior and Service Quality, Journal of Services Marketing, 4, 57-78. Bingöl, D. (2010). İnsan Kaynakları Yönetimi, 7. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Blakely, G.L., Andrews M.C. ve Fuller J. (2003). Are Chameleons Good Citizens? A Longitudinal Study of The Relationship Between SelfMonitoring and Organizational Citizenship Behavior, Journal of Business & Psychology, 18(2), 131-144. Boon, C., Hartog D.N.D., Boselie P. ve Paauweb J. (2011). The Relationship Between Perceptions of HR Practices and Employee Outcomes: Examining The Role of PersonOrganisation and Person-Job Fit, 22. 138162. Çelik, M. (2007). Örgüt Kültürü ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı-Bir Uygulama. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum. Demirel, Y., Seçkin Z. ve Özçınar, M.F. (2011). Örgütsel İletişim İle Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20(2), 33- 48. Erşahan, B. (2011). Yönetimde Çağdaş ve Güncel Konular. İsmail Bakan (Ed.) Örgütsel Vatandaşlık Davranışı içinde (s. 151171), Ankara: ÖzBaran Ofset Matbaacılık. Feather, N.T., Rauter, K.A. (2004). Organizational Citizenship Behaviours in Relation to Job Status, Job Insecurity, Organizational Commitment and Identification, Job Satisfaction and Work Values, Journal of Occupational and Organizational Psychology, 77, 81-94. Graham, J.W. (2000). Promoting Civic Virtue Organizational Citizenship Behavior: Contemporary Questions Rooted in Classical Quandaries from Political Philosophy, Human Resource Management Review, 10, 71-72. Guchait, P. ve Cho S. (2010). The Impact of Human Resource Management Practices on Intention to Leave of Employees in The Service Industry in India: The Mediating Role of Organizational Commitment, 21, 1228– 1247. İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Gürbüz, S. (2006). Örgütsel Vatandaşlık Davranışı İle Duygusal Bağlılık Arasındaki İlişkilerin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3(2), 48-75. İşbaşı, J.Ö. (2000). Çalışanların Yöneticilerine Duydukları Güvenin ve Örgütsel Adalete İlişkin Algılamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışının Oluşumundaki Rolü: Bir Turizm Örgütünde Uygulama. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya. Jlang, K., Lepak D.P., Hu J. ve Baer J.C. (2011). How Does Human Resource Management Influence Organizational Outcomes? A Meta-Analytic Investigation Of Mediating Mechanisms, 55, 1264-1294. Kamer, M. (2001). Örgütsel Güven, Örgütsel Bağlılık Ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışlarına Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Karaman, A. ve Aylan S. (2012). Örgütsel Vatandaşlık. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İİBF Dergisi. Kelloway, E.K., Loughlin C., Barling J. ve Nault A. (2002). Self-Reported Counterproductive Behaviors and Organizational Citizenship Behaviors: Separate but Related Constructs. International Journal of Selection and Assessment, 10(1-2), 143-151. Khatri, N. (2000). Management Human Resource for Competitive Advantage: A Study of Companies in Singapore. The International Journal of Human Resource Management, 11(2), 336-365. 247 Koçel, T. (2013). İşletme Yöneticiliği, 14. Baskı. İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Koys, D.J. (2001). The Effects of Employee Satisfaction Organizational Citizenship Behavior, and Turnover on Organizational Effectiveness: A Unit-Level. Longitudinal Study Personnel Psychology, 54, 101-114. Lam, W., Chen Z. ve Takeuchi N. (2009). Perceived Human Resource Management Practices and Intention to Leave of Employees: The Mediating Role of Organizational Citizenship Behaviour in a Sino-Japanese Joint Venture, 20, 2250-2270. Lievens, F. ve Anseel F. (2004). Confirmatory Factor Analysis and Invariance of an Organizatinol Citizenship Behaviour Measure Across Samples in a Dutch- Speaking Context. Journal of Occupational and Organizational Psychology, 77, 299-306. Mcdonald, P.R. (1993). Individual-Organizational Value Congruence: Operationalization and Consequents, Unpublished Doctoral Dissertation. London, Ontario: The University of Western Ontario. Motowidlo, S.J. (2000). Some Basis Issues Related to Contextual Performance and Organizational Citizenship Behavior in Human Resource Management. Human Resource Management, 10, 115-126. Muçaoğlu, D. (2006). Çalışanların Arkadaşlık, Başarı ve Statü Çabaları ve Bu Çabaların Örgütsel Vatandaşlık Davranışlarıyla İlişkisinin İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. 248 Nunnally, J.C. (1978). Psychometric Theory. New York, London: McGraw-Hill. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Organ, D.W. (1988). Organizational Citizenship Behavior: The Good Soldier Syndrome. Lexington England: Lexington Books. Robinson, S. ve Elizabeth W.M. (1995). Psychological Contracts and OCB: The Effect of Unfulfilled Obligations on Civic Virtue Behavior. Journal of Organizational Behavior, 16, 1-41. Organ, D.W., Philip M., Podsakoff, S.B. ve MacKenzie. (2006). Organizational Citizenship Behavior: Its Nature, Antecedents and Consequences. California, Sage Pub. Samancı, S. (2006). Örgütsel İklim Ve Örgütsel Vatandaşlık. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Ölçüm-Çetin, M. (2004). Örgütsel Vatandaşlık Davranışı. 1. Baskı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Schnake, M.E. ve Dumler, M.P. (2003). Levels of Measurement and Analysis Issues in Organizational Citizenship Behaviour Research. Journal of Occupational and Organizational Psychology, (76), 283-301. Özçelik, A.O. (2008). Eğitim ve Geliştirme. Cavide Uyargil v.d., İnsan Kaynakları Yönetimi içinde (s. 187-242.) 3. Baskı. İstanbul: Beta Yayınları. Özdemir, Y. (2005). Kariyer Devreleri İle Örgütsel Vatandaşlık Eğilimi Arasındaki İlişki: Sakarya Üniversitesi İ.İ.B.F. Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya. Özdevecioğlu, M. (2003). Örgütsel Vatandaşlık Davranışı ve Üniversite Öğrencilerinin Bazı Demografik Özellikleri ve Akademik Başarıları Arasındaki İlişkilerin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, 20, 117-135. Podsakoff, P.M., Mackenzie S.B. ve Bommer, W.H. (1996). Transformational Leader Behaviors and Substitutes as Determinants of Employee Satisfaction, Commitment, Trust and Organizational Behavior Citizenship Behaviors. Journal of Management, 22(2), 259-298. Sezgin, F. (2005). Örgütsel Vatandaşlık Davranışları: Kavramsal Bir Çözümleme ve Okul Açısından Bazı Çıkarımlar. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25, 317-339. Snape, E. ve Redman T. (2010). HRM Practices, Organizational Citizenship Behaviour, and Performance: A Multi-Level Analysis, 47, 1219-1247. Tsaur, S.H. ve Lin, Y.C. (2004). Promoting Service Quality in Tourist Hotels: The Role of HRM Practices and Service Behavior, Tourism Management, 25, 471-481. Van D.L., Graham, J.W. ve Dienesh R.M. (1994). Organizational Citizenship Behavior: Construct Redefination. Measurement and Validation, Academy of Management Journal, 37(4), 765-802. Werner, J.M. (2000). Implications of OCB and Contextual Performance for Human Resource Management. Human Resource Management Review, 10, 3-24. İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Williams, S., Pitre R. ve Zainuba M. (2002). Justice and Organizational Citizenship Behavior Intentions: Fair Rewards Versus Fair Treatment. The Journal of Social Psychology, 142(1), 33-44. Yang, Y.C. (2012). High-Involvement Human Resource Practices, Affective Commit- 249 ment, and Organizational Citizenship Behaviors, 32, 1209-1227. Yücel, G.F. (2006). Öğretmenlerde Mesleki Tükenmişlik ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar. ÖZ Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Bu çalışmada, 1980’li yılların sonuna doğru önem kazanan yönetişim kavramı ve kavramın teorik yapısı üzerinde durulmuştur. Yönetişim kavramı; sosyoloji, kamu yönetimi, siyaset bilimi, planlama, uluslararası ilişkiler, iktisat, kalkınma çalışmaları gibi farklı akademik disiplinler içinde yer almaktadır. Bu çalışma kapsamında kavramın literatürde yer alan tanımlamaları ile birlikte bu disiplinler çerçevesinde teorik yapının incelenmesi amaçlanmaktadır. JEL Sınıflaması: H10, G38 Anahtar Kelimeler: Yönetişim, Yönetişim Teorileri ABSTRACT From Hierarchical Order to Heterarchical Order: The Concept of Governance and Governance Theories In this study it has been emphasised the concept of “governance” which has gain importance towards the end of 1980s and theory of concept. “Governance” is involved within different academic disciplines such as sociology, public administration, political science, planning, international relations, and economics. Conjunction with definition of governance which take place in literature, in this study it is aimed to examine theoretical structure in the framework of these disciplines. JEL Classification: H10, G38 Keywords: Governance, Governance Theories Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri 251 Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Araş. Gör. Ebru CANIKALP * Doç. Dr. İlter ÜNLÜKAPLAN * * G İRİŞ 1980’li yılların sonuna doğru önem kazanan yönetişim kavramını, yönetişimi, yönetebilme sorununa karşılık olarak doğan, yönetimden daha geniş kapsamlı olarak demokrasi, insan hakları, özgürlükler, etkinlik, katılımcılık, saydamlık, hukukun üstünlüğü unsurlarını içinde barındıran, küreselleşen dünyanın sorunlarına ortak çözüm arayan, ekonomik sosyal ve siyasi düzene doğrudan etki eden, kalkınma ve sürdürülebilir büyümenin saç ayağı olan bir uygulama olarak ifade etmek mümkündür. Yönetişim kavramı literatürde yerini almış olmasına rağmen; kavramın teorik boyutu çok fazla incelenmemektedir. Kavra* Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü ecanikalp@cu.edu.tr ** Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü ikaplan@cu.edu.tr Gönderim Tarihi: 30.04.2015 Kabul Tarihi: 04.06.2015 mı içselleştirebilmek için, açıklanabilir bir düşünce sistemine dayanması gerekir. Bu nedenle kavrama kazandırılan niteliklerden önce altında yatan teorileri incelemek gereklidir. Bu çalışmada, yönetişim, kavramsal bir çerçeve ile incelenmekte ve kavramın altında yatan teorik temellerin açıklanması amaçlanmaktadır. 1. Yönetişim: Kavramsal Çerçeve Modern devletin yeni kazanımı olan yönetişim, günümüzde yeni bir kavram olarak algılanmasına rağmen kavramın kökeni oldukça eskilere dayanmaktadır. Yönetim anlayışından ziyade karşılıklı etkileşimi konu edinen yönetişimin doğuşu ideal devlet kavramına kadar uzanmaktadır. “İdeal devlet nedir? ” sorusu incelendiğinde; insanoğlunun varoluşundan bugüne bu soruya cevap aradığı gerçeği ile karşı- 252 laşılmıştır. Eski Yunanistan’da Platon, Hocası Sokrates ile gerçekleştirdiği diyaloglar doğrultusunda yazdığı Devlet (Politeia) adlı eserinde “İdeal devlet nedir?” sorusuna cevap aramaktadır. Platon’u takiben; Aristo, Orta Çağda Thomas d’Aquino, İbni Haldun, Ciccero; Modern Çağda Niccolo Machiavelli, Thomas Hobbes, Jean Bodin, John Locke, Montesquieu, Jean-Jacques Rousseau, Adam Smith, David Hume gibi önemli filozoflar bu soruya cevap aramıştır (Aktan, 2003, s.115). İdeal devlet kavramına yer veren en eski eser, Hindistan’da MÖ 300 dolaylarında Kral Kautilya’nın “Arhastra” adlı eseridir. Bu eser, yönetişimin temel yapı taşlarını da içinde barındırır. Önemli bir Brahman ve devletçilik öğreticisi olan Hint Kralı Kautilya’nın ekonomi politikası, siyaset bilimi, savaş, sosyal yaşam üzerine notlar içeren bu eserinin temel amacı, kıta genelinde mal ve hizmet akışını sağlayabilen, yabancı işgaline karşı koyabilen, güçlü ve büyük monarşik bir devlet içinde Hint yarımadasındaki sayısız devletleri birleştirici kuralları belirlemektir (Basu, 2011, s.2). Kautilya bu eserinde adalet, etik ve antiotokratik eğilimleri vurgulayarak, “yönetişim sanat”ının temel ayağını oluşturmaktadır. Devletin ve devletle ilgili konuların zenginliği korumak, geliştirmek ve bu zenginliğin yanı sıra kralın görev alanını tanımlamaktadır (Kaufman ve Kraay, 2008, s.3). Yönetişim kelimesinin etimolojik kökenine bakıldığında ise Latince “guberne” kelimesinden türeyen kavram Yunancada “kybenan” ya da “kybernetes” sırasıyla yön göstermek ve dümen anlamına gelmektedir. Yönetişim süreci organizasyon ve toplumu T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II kendi kendine yönlendiren, iletişimin dinamikliğini ve kontrolünü sürecin merkezi olarak kabul eder (Rosenau, 2004, s.180) . Kimi kaynaklarda ise, Eski Fransızcada yönetişim kavramının 13. yüzyıl sonlarında Fransa’nın kuzey topraklarında yönetme sanatı ile eşdeğer nitelikte bir kelime olarak yer aldığı belirtilmektedir. Portekizcede ise; Fransızcada ifade edilen anlama benzer nitelikte “governança” olarak ifade edilen kavram, siyasi ve idari yönetim alanlarında kullanılmıştır (Huyn Quan Suu, 2009). Marcou, Rangeon ve Thiebault (1997) gibi yazarlar da, kavramın Fransızca “gouvernance” kelimesinden türediğini, devletin sivil yönetime saygı göstermesi ile aydınlanmasını felsefe ile birleştirerek 16. yüzyılda doğduğunu ve 18. yüzyılda geliştiğini ifade etmektedir. Bu kelime İngilizce “governance” olarak daha sonra değişmiş ve özellikle Avrupa’da devlet ve özel sektör arasındaki karşılıklı etkileşimde, sosyal refahın eleştirisinde, uluslararası ilişkiler alanında hükümete olan artan güvensizliği açıklamak için çeşitli metinlerde kullanılmıştır (Gaudin, 1998, s.47). 2. Yönetim ve Yönetişim Yönetişim kavramı genellikle “government” hükümet kelimesini çağrıştırmaktadır. İki kelimenin kökeni de “govern” yönetim sözcüğünden türemiş olsa da yönetişim, “yönetim” den öte yönetilebilirlik krizine bir yanıt olarak yurttaşı öne çıkaran ve kavrama işteşlik kazandırılarak karşılıklı yönetim anlayışı olarak doğmuştur (Okçu, 2011, s.45). Tablo 1’de yönetişim ve yönetimin aynı kökenden türemesine rağmen iki kavram arasındaki farklılıklar kısaca gösterilmektedir. Yönetişimdeki eşitlik anlayışı ile geleneksel yönetim anlayışının hiyerarşik ve Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri dikey yapısı farklılaşmaktadır. Geleneksel anlayışta yönetim kademeleri ve yöneticiler ile çalışanlar arasında hiyerarşik bir ilişki yani ast-üst ilişkisi vardır; fakat yönetişimde yatay ve görece eşitliği esas alan ve yönetimi tabana yayan bir anlayışla heterarşik düzene geçiş vardır. (Aktan, 2003, s.123). Yine Tablo 1’de görüldüğü üzere; yöneten 253 ve yönetilen ayrımına dayanan yönetim anlayışında astlara karşı baskıcı ve üstlere karşı aşırı itaatkar bir otorite, hesap soran üst ve kalıplaşmış statükocu bir anlayış hakimken, yönetişim ile modern çağın insani hakları ve demokrasi kavramı reformcu hareketlerle hayat bulur (Özgür, 2011, s.217). Tablo 1: Yönetim ve Yönetişim: Kavramsal Farklılıklar Yönetim Hiyerarşik düzen Yönetişim Heterarşik düzen Otoriter Demokratik Hesap sorucu Hesap verici Gizlilik Bürokratik Statükocu Şeffaf Kaliteli Reformcu Kaynak: Aktan, 2003, s.120-129’dan uyarlanmıştır. Geleneksel yönetimde çağın getirdiği teknolojik gelişmeler ile dünyadaki gelişmelere ayak uyduran, “Toplum her şeyi görür.” anlayışı ile şeffaflığı ve hesap verilebilirliği hakim kılan, etkin, kaliteli ve yenilikçi bir geçiş süreci yaşanır (Argüden, 2008, s.2). Kooiman (1993, s.2), yönetim ve yönetişim arasındaki farkı ifade etmek için; yönetimin sadece devletin hiyerarşik yapısını incelediğini; yönetişimin ise, sadece devlete ait olanı değil topluma öncülük eden sosyal, siyasi ve idari tüm aktörlerin yönetme, yönlendirme, kontrol etme ve rehberlik etme çabası olduğunu ifade etmektedir. Rhodes (1996, s.653), çalışmasında mev- cut yönetişimin yönetim ile eş anlamlı kullanılmasını kabul etmemektedir. İfade edildiği üzere bu kavramlar aynı kökten türemiş olsa da anlam olarak farklıdır. Rhodes (1996), yönetişimin en az altı ayrı kullanım alanı olduğunu belirtmektedir. Bunlar; minimal devlet, kurumsal yönetişim, iyi yönetişim, sosyo-sibernetik sistem, kendi kendini yöneten ağlar ve bu kullanım alanlarında yönetişimin rolüdür. Yine Rhodes (1997, s.15), klasik yönetim anlayışının ötesinde yönetişimin kendi kendini organize eden, örgütler arası ağlar, oyun kuralları, kaynak değişimi, karşılıklı bağımlılık ve devletten özerk olma özelliklerine değinir. Bu kavramlar yönetişim teorisinin temelini oluşturmaktadır. 254 Stocker (1998, s.18) ise yönetişim üzerine yaptığı çalışmada yönetim yerine yönetişim kavramının kullanılmasının doğru ya da yanlış olup olmadığını belirlemek yerine birçok alanda yönetişim üzerine bir sınır olup olmadığına odaklanmaktır. Odaklandığı bu noktalarda yaptığı çıkarımlar doğrultusunda; yönetişimin hükümeti ve kurumları içeren bir yapı olduğunu ifade ederken, sosyal ve ekonomik konular ile sınırlamalar ve sorumluluklar arasındaki kesin olmayan alanı tanımlar. Yönetişimi kolektif faaliyetler için uygun kurumlar arasında ilişkiler içeren otorite bağımlılığı olarak tanımlar ve yönetişimi kendi kendini yönetebilmek olarak ifade eder. Stocker (1998)’a göre; yönetişim, güç ve devlet otoritesine bağımlı olmadan bir şey yapma kapasitesidir. Rosenau (2004, s.14), yönetim ve yönetişimin karşıtlığına dikkat çekerek, yönetişimin yönetimin içinde barındırdığı egemenlik otoritesi, emredici yapısından uzak bir şekilde; aileden uluslararası örgütlere kadar tüm insani faaliyetlerde kurallar sistemini içinde barındırdığını ifade eder. Hyden (1999, s.185) ise yönetişimde oyunun resmi ve gayri resmi politik kurallarına değinir. Yönetişimi, yetki kullanımı için kuralların belirlenmesi ve kurallar üzerinde uyuşmazlıkların önlenmesinde bir tedbir sistemi olarak ifade eder. Literatürdeki bu tanımlar değerlendirildiğinde; tanımların hemen hemen hepsinde yönetimden ayrı olarak yönetişim ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Bu yeni ifade, yetki tahsisinde sadece ilgili kurum ve aktörler olmak üzere devletin siyasi kurumlarını ve aktörlerini tanımlamamaktadır. Hepsi bir ölçüde ortak hedefler peşinde olan poli- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II tik ağlara odaklanmaktadır. Bu ağlar devlet ve toplum ayrımında karşılıklı güveni esas alan (Hyden, 1999), hükümetler arası veya kurumlar arası (Rhodes, 1996), ya da uluslararası (Rosenau,1995) düzeyde olabilmektedir (Kjaer, 2011, s.2). 3. Yönetişim Teorileri 20. yüzyılda sosyal bilimlere bakıldığında yeni bir yükseliş döneminin hakim olduğu görülmektedir. Devlet anlayışında değişimin yaşandığı ve yeni teorilerin hayat bulduğu bu dönem, insanların farklı dünyalara açılmalarına yardımcı olmuştur. Rasyonel seçimin biçimsel modelleri açısından sosyal yaşam hakkında bazı gruplar düşünmese de, oluşan yükseliş kendi çıkarlarını düşünen bir halkın hatta kamu kurumlarının eylemidir. Bu eylemin yaygınlaşması için politik aktörler, etkinliği artırmak, sınırları korumak ve düzenlemek, olumsuz sonuçları azaltmak ve kendi çıkarlarının peşinden koşabilmek için her geçen gün reformları artırmaya başlamıştır. Bu şekilde, yeni teoriler hem yönetişimin yeni özelliklerinin oluşumuna ve farklı nitelikler kazanmasına hem de tanımına esin kaynağı olmuştur. Şüphesiz ki, sosyal bilimciler yönetişimin yapısında ortaya çıkan bazı değişiklikleri takip etmek için çeşitli araştırmalar yapmıştır (Bevir, 2011a, s.4). Bu çalışmada yönetişimin kuramsal yapısının incelenmesi ve bu yapıda ortaya çıkan değişikliklerin takibi için Mark Bevir’in “The Sage Handbook Governance” kitabında yönetişim teorileri başlığı altında toplulaştırdığı çalışmalar referans alınmıştır. 3.1. Politik Ağlar Teorisi 1970’li yılların sonunda politik karar alma sürecinde hükümet ve hükümet dışı aktörlerin etkisini açıklamak için politik Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri ağlar teorisi gündeme gelmiştir. 1970’lerde Anglo-Amerikan literatüründe politik alanda gizli iktidar (sub-government) ve demir üçgenler (iron triangles) gibi bireysel kümeleri işaret eden terimler yer almıştır (Enroth, 2011, s.21). Gizli iktidar, politikanın asli alanında rutin kararların çoğunu önemli şekilde etkileyen bireyler topluluğudur. Bu toplulukta bürokratlar, akademisyenler, rant grupları yer alır. Demir üçgenler ise çıkar grupları, kamu kuruluşları ve komite üyeleri arasında durağan ve kapalı olan ilişki bütünlüğüdür. Bu terimlerin ortak özelliği rant temalı olmalarıdır (Hazlehurst, 2001, s.5). Bu erken döneme yapılan eleştiriler, politika ağları arasında kavramsal belirsizliklerin ortaya çıkmış olması ve bu sorunun kalıcı izler bırakmasıdır. Yine bu dönemde ağ etkileşimi, kurumlar arasından ziyade kişiler arasıdır (Rhodes , 2006). Yapılan eleştiriler doğrultusunda 1990’lara doğru değişen teori, kamu politikası alanında iki farklı okul ile ele alınabilir. Bunlardan Rant Kollama Okulu, çıkar grupları ve devlet arasındaki ilişkinin farklı biçimleri için sosyal bir terim olarak ifade edilir. Diğer okul ise, Yönetişim Okuludur. Yönetişim Okulu, politik ağ yönetişimini kamu ve özel sektör arasında dağılmış kaynaklarda akışkan, politik güç mekanizması olarak yönetişimin özel bir formu olarak ifade eder (Börzel, 1998, s.255). Politik ağ teoreminde, karar alma süreci içinde toplumsal çıkar grupları ve hükümet arasındaki etkileşimi açıklamak için 1980’lerden 1990’lara çeşitli modeller tasnif edilmektedir. Anglo-Yönetişim Okulu olarak bilinen yaklaşımda politik ağların kurucusu Rod 255 Rhodes, Britanya’da yönetimden yönetişime anlayışıyla birlikte politik ağın değiştiğini belirtir. Politik ağları, farklı seviyelerde politik kurumlar arasında yapısal ilişkiler olarak ifade eder. Liberal demokraside güç dağılımının farklı modelleri ile yetkililer tarafından kabul edilen çıkar gruplarının bölgesel düzeyi olarak nitelenen politika ağı, teoride bir açıklama motorudur. Bu görüşte, kaynak bağımlılıkları ve ağ etkileşimi ile birbirine bağlı kuruluşlar, katılımcılara avantaj sağlayan bir oyundur. Max Planck Kurumu araştırmacılarından olan Fritz Scharpf ve Renate Mayntz de, Rhodes gibi, politik ağların yaygınlığı ve karşılıklı bağımlılığı ile çağdaş bir politikanın altını çizmiştir. Bu iki yaklaşım mikro düzeydedir (Enroth, 2011, s.22-23). Erasmus Üniversitesi Yönetişim Okulu Araştırma Programı üyeleri ise yine aynı şekilde politik ağ yaklaşımını; karşılıklı bağımlılık koşulları altında, kamu ve özel aktörler arasında stratejik eylemler olarak ifade eder. Rhodes’in Anglo-Yönetişim anlayışının, Alman Yönetişim Okuluna göre en önemli farkı ise politik ağ yönetiminin yukardan aşağıya bir yönlendirme olmamasıdır. Ancak, oyunun kuralları belirli bir hakem (yönetici) olmadan nasıl sorunsuz şekilde ilerleyebileceği bir sorundur. Bu durum ise karmaşık etkileşimi yönetecek ve ilgili çeşitli aktörlerin farklı algı, tercihleri ve stratejileri için stratejik çalışmalar yapan bir ağ yöneticisini ifade eder (Enroth, 2011, s. 24). Politik ağ teorisi üç temel varsayımla nitelendirilebilir. Bunlar karşılıklı bağımlılık, koordinasyon ve çoğulculuk olarak sıralanabilir (Enroth, 2011, s.27). Karşılıklı bağımlılık politik ağ teorisinin merkezidir. Ağdaki aktörler kendi amaçlarına ulaşmak için di- 256 ğer aktörün kaynaklarına ihtiyaç duyar, bu nedenle birbirlerine karşılıklı bağlıdır (Hazlehurst, 2001, s.5). Koordinasyon, politik ağa katılım için ortak amaçta olup harekete geçmeyi ifade eder. Çoğulculuk ise, politik ağların etkili kullanılması için devlet ve diğer ağlar arasında karşılıklı olarak otonom ağlardır (Enroth, 2011, s.27). Bağlantıların olmadığı ağlarda politika üzerinde beklenen etkinin görülmeyeceği bir gerçektir. Küreselleşen dünyada yönetişimin varlığı ile ilgili herhangi bir hiyerarşi yoktur ancak ulus devletler, özel şirketler, sivil toplum örgütleri ve hükümetin alt birimlerinden oluşan bir ağ vardır. Bu süreçte ulus devlet “yerli ve küresel yönetişimin temel aracı” olmaya devam etse de oluşan rekabet ortamı ve işbirliği ulus ötesi kollektivitelerden oluşan “çok merkezli” bir vizyondur. Yani yönetişimin hakim olduğu günümüzde, dünya bir ağdır ve ağlar dünyadır (Rhodes , 2006, s.16). 3.2. Rasyonel Seçimler Teorisi Kamu tercihi teorisi ve kurumsal teori olmak üzere iki daldan oluşan rasyonel seçimler teorisi, yönetişimin modern teorisi ile ilişkilendirilmektedir. Bu teoride geleneksel refah ekonomisi eleştirilmekle birlikte çıkarların korunması ve fayda maksimizasyonu önem taşımaktadır (Dowding, 2011, s.37). Rasyonel seçimler; karşılıklı fayda sağlamak için işbirliği sağlamanın kolay olmadığının gösterilmesi ile kolektif eylem sorunları ve bedavacılık kavramlarını tanımlamak için de kullanılmaktadır (Amadae, 2011, s.788). Kamu tercihi teorisi çerçevesinde konu ele alındığında, sosyal refah ve demokratik T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II teoriler için net etkileri olan rasyonel seçimler teorisi, Arrow’un (1951) ileri sürdüğü imkânsızlık teoreminden türemiştir. Arrow, adil bir oylamanın olması için geçişlilik, Pareto optimumu, ilgisiz alternatiflerin bağımsızlığı, bireylerin bağımsızlığı ve diktatörlük olmak üzere beş özellik tanımlar. Arrow, bireylerin rasyonel tercihlerinden başlayarak, sosyal devletler üzerinde rasyonel tercih sıralaması olmayacağını ileri sürer. Arrow’un bu teoremi birçok demokratik irade oluşumu ile tutarlı olduğuna inanılan sayılan asgari koşullar göz önüne alındığında, küresel sosyal devletler üzerinde toplu rasyonel tercih sırasını oluşturmanın mümkün olmadığını ifade eder. Arrow’ın dışında bir başka imkansızlık teorisi, Black (1948) tarafından ortaya atılmıştır. Bireysel tercihleri tek zirveli olarak ifade eden Black, bireysel tercihlerde sınırlamalar olması nedeniyle oy çokluğu kuralının sağlanmadığını ifade eder ve bu durum karşımıza ortanca seçmen kavramını çıkarır. İlk olarak Anthony Downs (1957) tarafından ifade edilen “ortanca seçmen” teoremi, seçimleri kazanmak için tasarlanan kampanyaların, rasyonel ve kendi çıkarını düşünen seçmenler ile analiz doğrultusunda rasyonel adayların matematiksel olarak en yüksek oy sayısını sağlamasını garanti eden ortanca seçmenin ihtiyacını karşılayacağını belirtir. Bu şekilde azınlıkta kalan seçmenler göz ardı edilmektedir (Amadae, 2011, s.787). Kurumsal çerçevede ise karşımızda asilvekil ilişkisi çıkar. “Principal-agent relationship” olarak ifade edilen asil-vekil ilişkisinde hiyerarşik bir düzen söz konusudur. Şekil 1’de görüldüğü gibi, asil olan halk, Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri kendi yetkilerini vekil olan halk temsilcilerine ve bürokratlara devreder. Fakat bürokratlar ve siyasiler, kendilerine devredilen yetkiyi rant sağlama şeklinde de kullanabilirler. Bu nedenle yetki devri sonrasında vekiller, asillere hesap vermekle sorumludur. Görevli ve yetkili olanlar kullandıkları bu yetki ile kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve 257 hukuka uygun olarak kullanılıp kullanmadığını hesap vermekle hükümlüdür. Bu hesap verme sürecinin etkin işleyebilmesi için kurumlar hem kendi bünyeleri içinde iç denetime hem de diğer kurumlara, paydaşlarına yani dış denetime tabi olmalıdır (Kesim, 2005, s.277). Halk (Asil) Hükümet (Bakan, Başbakan, Bakanlar Kurulu) Bürokrasi (Üst Yönetim ve Performans Sorumluları) Hesap Verme Yetki Devri Şekil 1: Yetki Devrinde Asil-Vekil İlişkisi Kaynak: Koçdemir (2013), Kamusal Hesap Verebilirlik: Kavramsal Çerçeve. Politikalar, olasılıkların geniş kümesini daraltmada; kurumsal yapılar olmaksızın oluşturuluyorsa rasyonel seçim teorisi sonucun bir kaos ve istikrarsızlık olduğunu ortaya koymaktadır. Gruplar bu durumda diğerlerine göre mekanizmayı daha iyi anladıkları için daha fazla fayda sağlamak için stratejik olanakları değerlendirir. Rasyonel seçimler teorisi de kurumların kendi çıkarları doğrultusunda eşitsizlik ve etkinsizlik yaratarak regülasyonları yakalaması konusunda regülasyon çalışmalarına dikkat çeker. Bu durumda da gruplar ve politik ağlar rant faaliyetleri için büyük fırsat elde ederken, onların hesap verilebilirlik ve denetim ağını oluşturan asil-vekil ilişkisi daha sorunlu hale gelir. İşte tüm bu faktörler yönetişim sisteminin rasyonel seçim teorisine yaklaşmasını sağlar (Dowding, 2011, s.46). 3.3. Yorumcu Yaklaşım Yorumcu yaklaşım, yönetişim için diğer birçok yaklaşıma göre daha farklı bir sosyal vizyona sahiptir (Bevir, 2011b, s.51). Politika; bir bilim olarak hukuk, tarih, sosyoloji gibi sosyal alanları yorumlamada önemli rol oynayan bir disiplin merkezidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra politika çalışmalarında bilimsel nitelikleri soyut olan davranışsalcılık, yapısalcılık ve en son rasyonel seçim teorisinin ortaya çıkması önem kazanmıştır (Rhodes ve Bevir, 2006, s.132). Politik çalışmalarda bilimselliğin ön planda olmasına karşı yorumcu teori, siyaset bilimi için dayanak oluşturan bu pozitivizme karşı birçok yaklaşımı kapsar. Bireysel hayatlarda ve sosyal uygulamalarda fikir ve anlam önem taşır. Günümüzde hakim olan yorum- 258 cu anlayış iki ilkeye dayalıdır. Bunlardan ilki yorumcu anlayış başta tarih olmak üzere insaniyet çatısı altındadır. İnsanların sosyal eylemlere yakınlaşmasını anlamaya çalışan yorumsama ve fenomonolojik (tümevarımcı) psikoloji hakimdir. İkinci olarak; davranışsalcılık ve yapısalcılık bilimsel amaçları ile hayal kırıklığı yaratmıştır. Yorumsal teori ise model olarak post-yapısalcı ve post-modern felsefeleri ele alan yeni yaklaşımlar geliştirmiştir (Rhodes ve Bevir, 2006, s.132). Post-yapısalcı ve post-modern felsefelerin yükselişini takip eden anahtar sorunlar, sonucun sınırları ve konunun niteliği hakkında endişe ile başlamaktadır. Yorumlamanın çoğu geleneksel çeşidi, bağımsız olarak konunun analizini, saf ve evrensel olarak sebeplerin analizini somutlaştıran tehlikeli bir durum olarak ifade edilmekteydi. Post-yapısalcılar ve post-modernistler haklı olarak bu analizlere eleştiri almıştır. Çünkü yorumcu anlayışa göre; gelenekler, uygulamalar, kültür merkezileştirilmiştir. Buna karşılık postyapısalcıların ve post-modernistlerin yorumlama çeşitliliği de inkar edilemez (Rhodes ve Bevir, 2006, s.151). Yorumcu teori, içsel faktörlerin ilgili aktörler ile yönetişim ve politik ağları nasıl etkilediğini açıklar. Şüphesiz ki bu etki çeşitli boyutlarda olabilir. Politika odaklılık; piyasa ve ağları yönetmek ve devletin kapasitesini artırmak için genellikle yönetişim konusu üzerinde çalışır. Hükümetlerin uygun araçlarını kullanarak, manipüle etmeye çalıştığı nesnelleşmiş yapılar olarak piyasalar ve ağlar değerlendirilir. Buna karşılık yorumcu anlayış, yönetişimi yönetmek için kullanılan bir dizi araç fikrine itiraz eder. Eğer yönetişim, farklılıklarla, ihtimallerle ve sü- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II rekli olarak oluşturulmuşsa bireyler bu durumu bir dizi çalışma ile yönetemez (Bevir, 2011b, s.61). Yönetişimin yorumsal yaklaşımı yorumsal, tartışmacı, anlatı terimleri ile örtüşmektedir. Yorumcu yaklaşım, problemlerin sosyal sorun anlayışı, başarı kriteri ve metotlarının sembolik uygulamalarını herhangi bir politikanın başlamasında, adaptasyonunda, uygulanmasında ve değerlendirilmesinde nasıl şekillendiğine vurgu yapmak için bu terimlerle örtüşmektedir (Bevir, 2011b, s.62) . 3.4. Organizasyon Teorisi Astley ve Van de Ven’in (1983) organizasyon teorisi için oluşturduğu kategori, nüfus ve toplum organizasyonlarını içinde barındıran makro düzey ve bireysel organizasyonları ele alan mikro düzey olmak üzere iki ana başlık altında ayırırken, diğer bir sınıflandırma ise insan doğasına ilişkin olmak üzere belirleyici ve iradeci yönelimdir. İradeci yönelime bakıldığında, bireyler ve bireylerin kendi yarattığı kurumların özerk, proaktif, kendi kendini yönlendiren kurumlar temel alınırken, belirleyici yönelmede bireyler üzerinde durulmaz ancak genel bir istikrar ve kontrol ile örgütsel yaşamı sağlayan eylemin olduğu yapısal unsurlar üzerinde durulur. Bu çerçevede örgüt kuramı dört temel bakış açısı doğrultusunda incelenir. Bunlar Tablo 2’de görüldüğü üzere; doğal seçilim görüşü, kolektif eylem görüşü, sistem-yapısal görüşü, stratejik seçim görüşüdür. Bu dört görünüm organizasyon yapısı, davranış, değişim ve yönetsel rolleri niteliksel olarak farklı kavramları temsil eder (Astley ve Van de Ven, 1983, s.245). Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri 259 Tablo 2: Organizasyon Teorisi Kategorisi Makro düzey Mikro düzey Belirleyici yönelme Doğal seçilim görüşü Sistem-yapısal görüş İradeci yönelme Kolektif eylem görüşü Stratejik seçim görüşü Kaynak: Astley ve Van de Ven, 1983, s.247. Doğal seçilim görüşü, hem sistem-yapısal hem de stratejik seçim görüşleri ile çelişen örgüt-çevre ilişkilerinin daha makro görünümü, tek örgütlere değil de doğal bir seleksiyon bakışı şeklinde ortaya çıkar. Bu bakış açısını benimseyen okullar; popülasyon ekolojistleri ve endüstriyel ekonomistleridir (Astley ve Van de Ven, 1983, s.249). Popülasyon ekolojistlerinden Freeman ve Hannan (1977, s.938), küçük kuruluşların dağılmasını “ölüm” ve büyük kuruluşların oluşumunu “doğum” ile ilgili olarak nitelendirerek çevresel koşullar arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Yaptıkları araştırmaya göre; çevre koşullarına uyum sağlayan örgütler varlıklarını devam ettirirken, bulunduğu çevreye uyum sağlayamayan örgütler başarısız olacaktır. Endüstriyel ekonomistlerden Caves ve Porter (1977) ise piyasalar arasındaki örgütsel hareketini sınırlayan ve stratejik iradeyi azaltmaya çalışan ekonomik ve teknik şartlara odaklanmaktadır (Christensen ve Tschirhart, 2011, s.68). Değişimde çevresel çeşitlilik, seçilim ve muhafazanın doğal evrimidir. Yöneticinin rolü ise etkinsizdir (Astley ve Van de Ven, 1983). Kolektif eylem görüşünde, kolektif bir ortam oluşturmak veya çalışma kurallarını ve şartlarını değiştiren yarı özerk kuruluşlar ve sembiyotik (ortak yaşama, ortakyaşarlık) birbirine bağlı ağlar üzerinde durulur (Astley ve Van de Ven, 1983, s.251). Bu bakış açısını benimseyen okullar insan ekolojisi, politik ekonomi ve çoğulculuktur. İnsan ekolojistlerinden olan Hawley (1950), çoğulcu sistem (Schon, 1971; Metcalfe, 1974; Trist, 1979), ve politik ekonomi (Benson, 1977) gibi birçok araştırmacı örgütler arası ağların iç siyasi yapısını farklı şekilde temsil eder. Değişimin ekonomik ve çevresel güçler tarafından belirlenmesinden ziyade, etkin olarak politik müzakerelerde oluşturulmuş bir düzende kolektif pazarlık, çatışma, uzlaşma ve sosyal tanıma göre belirlenir. Doğal seçilim görüşünde çevresel seçilim ön planda iken, kolektif eylemde ılıman ve kolektif olarak oluşturulmuş bir düzen hakimdir ve yönetici etkileşim halindedir (Astley ve Van de Ven, 1983, s.251). Sistem yapısal görüşte bireysel kuruluşlar, yapısal fonksiyonalizm ve sistem kuramı düzeyinde organizasyon düşüncesinin baskın okulları yer alır. Bu okullar klasik yönetim teorisinden, bürokrasi teorisinden ve yapısal ihtimal teorilerinden etkilenmektedir. Değişim, “uyum” şeklini alır; çevre ise dışsal değişimlerin ürünü olarak ortaya çıkar. Sistem yapısal görüşe göre, yöneticinin temel rolü tepkisidir (Astley ve Van de Ven, 1983, s.247). Şu anda en etkin organizasyon teorisi perspektiflerden mikro-düzeyde, iradeci yaklaşım ile stratejik seçim görüşüdür. 260 Bu teoride iktidardaki yönetişimin altında çevresel şartların organizasyonları nasıl değiştirdiği ele alınmaktadır (Christensen ve Tschirhart, 2011, s.68). Oyunda siyasi müzakere ve yasalaşma sürecinde, fikirler değişim unsuru olmakla birlikte yöneticinin rolü proaktiftir. Yapılan bu açıklamalar doğrultusunda; Christensen ve Tschirhart (2011, s.74), Van de Ven ve Astley (1983)’in klasik organizasyon teorisi üzerine sorduğu altı soruyu yönetişim araştırmaları ve uygulamaları ile bağ kurarak yorumlamıştır. Bu sorular ise aşağıdaki şekildedir. • Yönetişim sistemi, gerçek güçlenme için izin vermeli midir? Biz yönetişimi kontrol edebilir miyiz ya da bir ivme üzerinden bağımsız olarak çalışır mı? T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Bu sorular, yönetişim araştırma ve uygulamaları için doğrudan etkilere sahip iken, bu soruları geliştirmedeki amaç yönetişimin köklü bir örgüt teorisine nasıl bağlı olduğunu göstermektir. ABD’de ve Avrupa’da önde gelen dergilerde yayınlanan çeşitli örnekler gösteriyor ki; bütünüyle determenistik ve iradeci bir yaklaşımın kullanımı arasında, çağdaş yönetişim çoğu spektrum boyunca düşme göstermektedir; oysa ki yönetişim araştırmaları gösteriyor ki; Neoklasik iktisat üzerindeki çalışmalar örgütsel determinizmin belirli seviyelerini ifade etmektedir (Christensen ve Tschirhart, 2011, s.74). 3.5. Sistem Teorisi • Endüstriyel ve örgütsel gerileme ve ölümü açıklamak için yönetişim sistemleri ile ilgili kişi ve kurumların ölçüsü nedir? 1950’li ve 1960’lı yıllarda, sistem teorisinin çeşitlemeleri, toplumların nasıl kontrol edildiği ve kolektifi bağlayıcı kararlardan koordine edilmemiş gönüllü eyleme değişen mekanizmaları kullanarak kendilerini nasıl düzenlediğini açıklamaya çalışmak için kullanılmıştır. • Aktörler, ağların özelliklerini değiştirir ve etkiler. Fakat günümüze kadar stratejik karar verme, organizasyon mekanizmaları, ağ yapıları, kuralları ve çıktıları rehberliğinde zaman içinde değişir mi? Sistem teorisi iki aşama ile ele alınabilir. Bunlardan ilki sibernetik genel sistem teorisi, ikincisi ise Alman sosyolog Luhman’ın öncülüğünde oluşan sosyal sistem teorisidir (Esmark, 2011, s.91). • Yönetişim, değer yargılarını ve toplumsal sorunları ele alan kurumların birleşme sürecini içerir mi? Sibernetik genel sistem teorisi; hayvanlar, insanlar ve makineler arasındaki kontrol ve iletişimin koordinasyonu olarak ifade edilebilir. Sibernetik kavramının kökeni, yönetişimin kavramsal yapısı incelenirken ifade edilen “kybernetes” dümen kelimesinden gelmektedir. Sibernetiğin sosyal bilimlere en temel katkısı, kontrol ve bilgi açısından beynin ve hayatın vazgeçilmez özelliği olan amacı açıklama ve amaca yönelik davranışın belirlenmesidir. Bu çerçevede; genel sistem • Yönetişim yapıları ve karar verme ağının stabilize olarak devreye girmesi için kurum özelliği ve kolektif eylemin daha fazla mı ya da az mı fırsatı vardır? • Hedef ve hedeflerin değerlendirilmesi göz önüne alındığında kim ya da neler yönetişim sisteminde sorumludur? Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri teorisi, biyoloji, ekoloji, psikoloji ve teknolojiyi içeren bir inter disiplindir (Heylighen ve Joslyn, 2001, s.2-3). Luhmann, sibernetik genel sistem teorisinden etkilenerek oluşturduğu sosyal sistem teorisinde; her bir ulusun hukuk sistemi, siyasal sistemi, eğitim, bilimsel veya ekonomik sistem gibi çeşitli autopoietic (kendi kendini düzenleyen sistem) ve alt sistemleri (genel sistemin içinde bulunan küçük sistem) ayrıldığını ifade eder. Sosyal sistem teorisinde autopoietic ve alt sistem kavramları sıkça kullanılmıştır (Mattheis, 2012, s.629). Luhmann’ın sistem teorisi, çevresel yani sosyal yapılar ile autopoietic sistemler arasındaki farklılaşmaya dayanır. Her autopoietic sistem, sistemik olmayan çevre gibi diğer sistemleri düşünmektedir. Eğer sistem kendi içinde kapalı ve kendi sistemi özel fonksiyonlar ile sınırlar çiziyorsa, sistem ve çevre arasında bahsedilen bu farklılaşma mümkündür. Bu farklılaşma ile birlikte bir sistemin birliği için autopoieticler vazgeçilemez düzeyde önem taşır. Sistem teorisinde alt sistemler ve sistemler arası etkileşimin sürekliliği önem taşır (Mattheis, 2012 , s.629). Sistem teorisi toplumsal düzendeki karmaşayı yeniden yapılandıran ve yönetişime ışık tutan bir yol olarak ifade edilebilir. Fakat buna rağmen; teoride yer alan yönetişim araştırmaları hala içinde cevaplanmamış ampirik birçok soru barındırmaktadır. Bunlar; kamu yönlendirme ve düzenlemelerinin mutlak kudreti ve önemi, yeni yönetişim geleneklerinin etkileri, araçları ve teknikleri, ağları ve formel örgütlenmelerdir. Sistem teorisi, bu gibi özellikleri açıklayamaması nedeniyle de eleştirilmektedir (Esmark, 2011, s.102). 261 3.6. Meta Yönetişim Yönetişim uzun yıllardır tanıdık ama hala belirsiz bir konu iken, meta-yönetişim daha yeni ve üzerinde oldukça odaklanılan bir konudur. 1990’ların ortalarında Batı Avrupa okullarının karmaşık problemleri, yönetişim, yönetişimin başarısızlığı ile ilgilenmesi ile literatürde yer almaya başlamış ve politik paradigmalar ile çeşitli teorilere entegre edilmiştir (Jessop, 2011, s.106). Jessop (2003, s.14) kavramı, “en geniş anlamda yönetişim için koşulların organize olması” olarak ifade eder ve “karmaşıklığı, çoğulculuğu ve koordinasyona hakim modlarda bulunan karışık hiyerarşileri yönetmeyi çatı modu” olarak ifade eder. Yönetişim ve meta yönetişim arasında üç analitik adım vardır. Bunlardan birincisi, yönetim uygulamaları ile ilgili olan karmaşık, karşılıklı bağımlılık koordinasyonun geniş alanını belirlemek; ikincisi geniş alandaki yönetişimin “differentia specifica” olarak ifade edilen dar kapsamı; üçüncü ve son olarak bu geniş ve dar kapsama karşılık meta yönetişim biçimleri ele alınır. Yönetişim, karmaşık, karşılıklı bağımlılık koordinasyonun çeşitli biçimlerini; bağımlılık (hiyerarşi), karşılıklı bağlılık (ağ) ya da bağımsızlık/ özerklik (piyasa) olarak ifade eder. Fakat bu koordinasyon biçimleri çeşitli nedenlerle zaman zaman başarısızlığa uğrayabilir. Bunların nedenleri ise; yönetişim biçimlerinin tipik başarısızlıkları, yönetişim biçimlerinin birbirini olumsuz etkilemesi ve yönetişim biçimlerinin her soruna çözüm olarak görülmesidir (Jessop, 2011, s.112). Jessop (1997)’un yönetişimin ”yukarısında ve ötesinde” bir kavram olarak belirttiği meta yönetişim, yönetişimin başarısızlık- 262 larına cevap olarak doğar. Meta yönetişimin iki farklı formu ile yönetişimi nasıl tanımlandığına bakılabilir (Meuleman, 2011, s.101): 1. Meta yönetişim, diğer iki yönetişim biçimi elemanlarının kullanımı ile aralarında seçilmiş bir yönetişim biçimini destekleyip öne çıkarmak veya diğer iki biçimin etkilerini zayıflatarak diğer biçimi onlara karşı korumak. Buna birinci dereceden meta yönetişim denilebilir. 2. Bir öncelik belirtmeden üç elemanı yönetişim biçiminde birleştirme ve desteklemektir. Bu ise ikinci dereceden meta yönetişim olarak adlandırılır (Jessop, 2011, s.114). T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II kamu sektörü yönetim modeli geleneksel örgüt yönetim modelinin yerini alır, hizmet kuruluşları ve kamu sektörü müşterileri arasında hizmet ağı ile ilişki sağlanır (Peters ve Pierre, 1998, s.228). Yönetişimin hayat bulması ile sadece devleti değil; özel sektör ve sivil toplum örgütlerini de içinde barındıran daha karmaşık bir ilişki ağı ortaya çıkmıştır ve sürecin işlemesinde devletin kurumları dışında özel girişimciler, kar amacı gütmeyen kuruluşlar, çeşitli dernekler, medya ve daha bir çok aktör etkileşim içine girmiştir. Devlet toplum ilişkisinde temel sorun, devletin kendisinin üniter bir kavram olmasıdır. Bu noktada devlet toplumun diğer kuruluşlarına karşı kurumsallaşmış bir kolektif süper güç niteliğindedir. Bu mutlakıyetçi devletin kökleri Kıta Avrupa hukuk teorileri üzerine inşa edilmiş olup Max Weber tarafından geliştirilen çerçevede yer alır. Oysa ki egemen bir devlet olmasına karşı toplum, analitik olarak farklı olabilir. Bu anlayış klasik gelenekselci kamu yönetiminin temelini oluşturmaktadır (Sellers, 2011, s.125). Devlet ve toplum arasındaki ilişki, katılımcılık ile hayat bulurken, katılımcılığın gerçekleşmesini sağlayan araç, sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütlerinden beklenen, toplum ile devlet arasında beklenti ve talepleri karşılamak, kutuplaşmaları sakinleştirip uzlaşı yolu aramak, toplumdaki bireylerin demokratik bir şekilde seslerini duyurmasını sağlamaktır. Devlet toplum ilişkilerinde en önemli belirleyici, evrensel bir değer olan demokratikleşme sürecidir. Sivil toplum örgütleri yurttaşların katılımını sağlayarak demokratik değerler doğrultusunda devlet ve birey ilişkilerini yakınlaştırarak “devlete karşı birey” ya da “bireye karşı devlet” anlayışından ziyade ortak hareket etmeyi hedefleyen bir anlayış hakim olur (Tosun, 2001, s.240). Klasik kamu yönetiminde; hiyerarşinin hakim olduğu ve aşırı bürokratik, yavaş, paternalist (pederşahi yaklaşım), sonuç yerine süreç ve prosedüre odaklanan bir anlayış hakimdir. Yeni kamu yönetiminde; stratejinin perspektifi ise daha içe dönük ve devlet toplum ilişkilerini değiştirmeyi hedefleyen bir çizgidir. Bu hedef doğrultusunda, yeni Devlet ve toplum ilişkilerinde güven ve iyi niyet önem taşır. Gelişmekte olan ülkeler incelendiğinde; ekonomik ve yasal çerçevede yaşam koşullarının iyileşmesi, tüm vatandaşları koruyan ve onların katılımını kolaylaştıran bir devletle bu ilişkinin güçlendiği görülmektedir. Japonya ve Kore örneğinde olduğu gibi ekonomik ve sosyal sorunlarla 3.7. Devlet-Toplum İlişkileri Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri devlet ve toplum birlikte çalışarak sosyal sorunları çözmektedir (Chemma, 2004, s.19). Fakat şu bir gerçektir ki; devlet ve toplum arasındaki etkileşimi anlamak için oyunun kuralları önemlidir. Tarihi süreçte devletler ve kamu kurumlarından yöneticiler ve toplumdaki sivil toplum örgütleri arasında siyasi pazarlık süreçleri gelişmiştir. Birçok gelişmekte olan ülkede, devlet ve toplum ilişkileri genelde etkin değildir. Çünkü, devlet kaynaklarının erişimi bu ülkelerde belirli elit gruplarla sınırlı olabilir. Bu sebeple toplumun yoksul kesimleri ve onların söz hakları seçkinlerin arkasında kalır (European Union, 2008, s.8). 3.8. Politika Araçları ve Yönetişim “Politika araçları” istenen etkiyi elde etmek için hükümetler tarafından kullanılan bazı yöntemleri tanımlamak için kullanılan terimdir. Önceden politika araçları, yöneti- 263 şim araştırmacıları için çok önemli görülmemekteydi. Politika araçları, politika değişikliklerinin bazı küçük süreçlerini anlamak için işlevselci bir şekilde analiz edilmekteydi. Buna karşın son yirmi yılda politika araçlarının yönetişim modu kalkınma ile ilişkisi üzerine odaklanılmıştır. Politika araçlarındaki inovasyon, yükselen yeni politika araçları yönetişimin yeni formunda göstergeler olarak adlandırıldığı nokta olarak ifade edilebilir (Le Gales, 2011, s.144). Geleneksel anlamda, politika araçlarının iki temel tipi, düzenleyici ve ekonomik araçlardır. Düzenleyici araçlar özellikle kanunlar, yönetmelikler ve regülasyonları içerir. Ekonomik ve mali araçlar ise vergiler, vergi teşvikleri ve ticaret izinler kullanılarak bireylerin ve kurumların eylemleri etkilemenin bir yolu olarak da görülür. Tablo 3’te görülen son üç araç ise yeni politika araçlarıdır (“Anonim”, www.dwb.unl.edu). Tablo 3: Politika Araçları ve Geçerlilikleri Araçlar Kanun koyucu ve düzenleyici Ekonomik ve malî Teşvik odaklı anlaşmalar Bilgi edinme Yasal ve fiili standartlar Geçerliliği Vekalet altında bulunan seçilmiş temsilciler tarafından kamusal çıkara yönelik uygulamalar Sosyo ekonomik etkiler Müdahaleyi ortadan kaldırma Kararları açıklama ve hesap verilebilirlik Piyasa mekanizmasının etkisi ve bilimsellik Kaynak: Le Gales, 2011, s.152. Teşvik odaklı anlaşmalar, kamunun hantal olması ve hesap verilebilirliğin etkin çalışmaması gibi bürokrasinin güçlü eleştirileri kapsamında ortaklık ve sözleşmelere bağlı olarak genelleştirilmiştir. Kalıcı normatif özerklik arayan sektörler ve alt sektörler tarafından motivasyon ve mobilitenin artması ile toplumların, sadece katılımcı araçlar ile 264 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II regülasyonun yeterli biçiminin sağlamasını gerektirmektedir. Teşvik formları ve sözleşmeler çerçevesinde; devletin geleneksel işlevlerinden geri çekilmesi, sözleşme şartlarına ve değişim moduna dahil olması, aktör ve kaynakları kabul etmesi esastır. Kitle demokrasisinde bilgi veya iletişim yükümlülüklerinin tesis edildiği durumlara uygun bilgi ve iletişim araçlarının artan kullanımı, önemli siyasi bir kavramdır. Yasal ve fiili standartlarla da ekonomik faktörler (rekabet-birleştirme) ve sivil toplum kuruluşları arasında güç ilişkileri düzenlenir. Bu araçlar bilimsel ve teknik rasyonellikle birleşen karma bir meşruiyet kazanır (Le Gales, 2011, s.152). ri önem kazanmaya başlamış ve süreç içinde değişiklikler yaşanmıştır. Peki, kullanılan bu araçlar, yönetişim konusunda neler söyler? İlk olarak, yönetişim modunun farklı dönüşümünden biri, kolektif mal ve kamu politikası uygulamak için çeşitli aktörlerin ve grupların mobilizasyonunu gerektiren bu politika araçlarının yükselişi ile ilgilidir. İkinci olarak politika araçlarının yükselişi özellikle yeni bir bürokrasinin yükselişini içeren “uzaktan yönetme” de normlar, standartlar, performans göstergeleri, yönetim araçları, yönetişim ağları ve kuruluşlara bağlıdır (Le Gales, 2011, s.153-154). 1980’lerin başlarında gelişen bir diğer petrol krizi ile artan kamu harcamalarının ve borçlanmaların, döviz oranlarının yükselmesine neden olduğu düşüncesi ile hükümet politikalarını frenleyen Neoklasik politikalar izlenmeye başlamış ve yapısal uyuma gidilmiştir. Yapısal uyum ile dengesiz bütçeler ve aşırı borçlar meydana gelmiş ve abartılmış bürokrasilerde devlet merkezli kalkınma politikalarında hataların düzeltilmesi öngörülmüştür. Piyasa odaklı reformlar genellikle ekonomik verimliliği geliştirse de, toplumda yoksul kesim için eşitsizliğe ve onların daha çok sıkıntıya düşmesine neden olmuştur. Bu sebeple bu yapısal uyum, temel ihtiyaçlar ile piyasa odaklı bakış arasında gerilim yaratmıştır (Horris, 2000, s.3). Politika araçları yönetişim modunu anlatan bir olgu değildir. Politika araçları amaçlar ve söylemlerin ötesinde yönetişimin örtülü boyutunun analizi için en verimli yoldur (Le Gales, 2011, s.156). 3.9. Kalkınma Teorileri İkinci Dünya Savaşı sonrası birçok kavram ve politika farklılaşmış, ülkelerin yeniden yapılandırılması ve ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlama adına kalkınma teorile- 1970’lerde gözler önüne serilen ekonomik zorluklar birçok ülkeyi etkilemiştir. 1973 Petrol Krizi gibi dışsal şoklar iç politika kararları ile birlikte ekonomik süreci durdurmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde, gelir eşitsizliği ve yoksulluk artarken; bu durum sermaye yoğun endüstri eğilimli modelin sorgulanmasına yol açmıştır. Dönemin Dünya Bankası Başkanı Robert McNamra, tarımsal ve kırsal kesim üzerine odaklanmış, fakat uygulamada karşılaştığı zorluklar nedeniyle başarılı olamamıştır (Pomerantz, 2011, s.161). Özetle Dünya Bankası yapısal uyum üzerinde çalışırken ortaya çıkan başarısızlık tablosu, Dünya Bankası’nın uzun dönemli proje kredileri verebilen kalkınma örgütü kimliğine bürünmesine neden olmuştur (Güler, 1995, s.19). Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri 1990’larda gündemde olan yönetişim sadece yapısal düzenlemelerin sonucu ya da politik olayların yayılması değildir; aynı zamanda kalkınma ekonomistlerinin yeni kurumsal ekonominin etkilenmesi de süreçte önem taşır (Pomerantz, 2011, s.162). Dünya Bankası bu dönemde kredi vereceği ülkelerde iyi yönetişim ilkelerini ve ülkelerin sosyal kalkınmışlık düzeyini araması, ülkelerin kalkınmışlık düzeylerinde artışa neden olmuş ve geleneksel kalkınma anlayışındaki hatalara karşı sürdürülebilir kalkınmayı izleyen bir yol haritası çizilmiştir. Yönetişimin önem kazanması ile devlet kapasitesi ve etkinliği, kuralların açıklığı, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve dürüstlük, yurttaş katılımı, insan hakları ve sivil özgürlükler, hükümetlerin nasıl seçildiği ve tüm yetki kullanımları kalkınma bağlamında yönetişimin “büyük çatısı” altında toplanır (Pomerantz, 2011, s.160). 265 Sonuç Bu çalışmada, günümüzün popüler kavramlarından olan yönetişim perspektifine daha geniş açıdan bakılarak ilgili teorik yapının çerçevesi çizilmiştir. Çizilen bu çerçeve, yeni kamu yönetimi anlayışına ve değişen devlet kavramına bir rehber niteliği taşımaktadır. Yönetişim teorileri ile, hiyerarşik yapı ve devlet egemenliğinden öte daha çok heterarşik bir düzende ağ etkileşimi önem kazanmaktadır. Devletin kara kutusu ve yönetim anlayışında dışsal kabul edilen nitelikler bu teorilerle açılmaktadır. Dünya bir ağ ve her ağ bir dünya ise; yönetimde rasyonel seçimleri, yorumlamayı, sistematik düzeni öngören, devlet ve bireyler arasındaki ilişkiyi hiyerarşik çerçevede ele alan yönetişim teorileri ile yönetimin ötesinde bir anlayışla kamuda yeni bir çağın teorik yapısının oluştuğunu ifade etmek mümkündür. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 266 KAYNAKÇA Aktan, C. C. (2003). Değişim Çağında Devlet. 1.Baskı. Konya: Çizgi Kitapevi. Governance. Washington: SAGE Publications, 51-64. Amadae, S. M. (2011). Rational Choice Theory. In M. Bevir (Eds.), Encyclopedia of Governance. Washington: SAGE Publications, 785-791. Black, D. (1948). On the Rationale of Group Decision-Making. Journal of Political Economy. 56, 23-34. “Anonim”. Policy Instrument. 04.02.2014 tarihinde http://dwb.unl.edu/teacher/nsf/ c09/c09links/www.casahome.org/policy. htm. adresinden erişildi. Argüden, Y. (2008). Küresel Yönetişim. Fikret Toksöz (Ed.), İyi Yönetişim Bülteni. 3, İstanbul, 2-4. Arrow, K. J. (1951). Social Choice and Individual Values. New York: Wiley. Astley, W. G. ve Van de Ven, A. H. (1983). Central Perspectives and Debates in Organization. Administrative Science Quarterly, 28 (2), 245-273. Basu, R. L. (2011). Kautilya’s Arthasastra (300 B.C.): Economic Ideas. India: Kolkata Börzel, T. A. (1998). Organizing Babylon - On The Different Conceptions of Policy Networks. Public Administration.76(2), 253-273. Caves, R. E.ve Porter, M. E. (1977). From Entry Barriers to Mobility Barriers: Conjectural Decisions and Contrived Deterrence to New Competition. Quarterly Journal of Economics. 91(2), 241-261. Chemma, S. G. (2004). From Public Administration to Governance: The Paradigm Shift in The Link Between Government and Citizens. 6th Global Forum on Reinventing Government. United Nations, New York. Benson, J. K. (1977). Innovation and Crisis In Organisational Analysis. The Sociological Quarterly. 18, 3-16. Christensen, R. K.ve Tschirhart, M. (2011). The SAGE Handebook of Governance. In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook of Governance. Washington: SAGE Publications, 65-78. Bevir, M. (2011a). Governance as Theory, Practice, and Dilemma. In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 1-16. Dowding, K. (2011). Rational Choice Theory. In M. Bevir(Eds.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 36-50. Bevir, M. (2011b). Interpretive Theory. In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook of Downs, A. (1957). An Economic Theory of Democracy. New York: Harper. Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Enroth, H. (2011). Policy Network Theory. In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handebook of Governance. Washington: SAGE Publications, 17-35. Esmark, A. (2011). Systems Theory. In M. Bevir (Eds.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 91-105. European Union. (2008). State-Society Analytical Framework. Initiative For Peace Building. 01.05.2014 tarihinde http:// www.initiativeforpeacebuilding.eu/pdf/State_and_Society_Analytical_Framework.pdf adresinden erişildi. Freeman, J.ve Hannan, M. (1977). The Population Ecology of Organizations. American Journal of Sociology. 82(5), 929-964. Gaudin, J. P. (1998). Modern Governance, Yesterday and Today: Some Clarifications to Be Gained from French Government Policies. International Social Science Journal. 50 (155), 47-56. Güler, B. A. (1995). Kamu Yönetimi ve Dünya Bankası. Amme İdaresi Dergisi. 28 (3), Eylül. 19-29. Hazlehurst, D. (2001). Networks and Policy Making: From Theory to Practice. GPPP Discussion Paper, No.83. Hawley, A. (1950). Human Ecology: A Theory of Community Structure. New York: Ronald Press. Heylighen, F.ve Joslyn C. (2001), Cybernetics and Second-Order Cybernetics. In R.A. Meyers (Eds.), Encyclopedia of Physical 267 Science ve Technology, 4 (3), Academic Press, New York, 155-170. Horris, J. (2000). Basic Principles of Sustainable Development. G-DAE Working Paper No. 00-04, 1-25. Huyn Quan Suu, C. (2009). Étymologie Du Terme “Gouvernance”. In La Gouvernance. Hauts de Seine. Hyden, G. (1999). Governance and The Reconstitution of Political Order. In R. Joseph (Eds.). State, Conflict, and Democracy in Africa. Boulder: Lynne Rienner Publishers. Jessop, B. (1997). The Governance of Complexity and the Complexity of Governance. In A. Amin and J. Hausner (Eds.), Beyond Markets and Hierarchy, Edward Elgar, Chelmsford. 111-147. Jessop, R. (2003). Governance, Governance Failure, and Meta-Governance. Policies, Governance and Innovation for Rural Areas International Seminer. 21-23 November 2003. Jessop, B. (2011). Metagovernance. In M. Bevir (Ed.), The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 106-123. Kaufman, D.ve Kraay, A. (2008). Governance Indicators: Where Are We, Where Should We Be Going? 10.06.2014 tarihinde http:// elibrary.worldbank.org/doi/abs/10.1093/ wbro/lkm012?journalCode=wbro adresinden erişildi. 268 Kesim, E. (2005). Bir Etik Davranış İlkesi Olarak Hesap Verebilirlik (Hesap Verme Sorumluluğu). Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu. 18-19 Kasım 2005, Adapazarı, 269-281. Kjaer, A. M. (2011). Governance: An Overview of Its Usages. Conference on Democratic Network Governance. Helsinger, 1-29. Koçdemir, M. (2013). Kamusal Hesap Verebilirlik: Kavramsal Çerçeve. Mali Kılavuz Dergisi. 59, Ocak-Mart. Kooiman, J. (1993). Modern Governance: New Government-Society Interactions. SAGE. London. Le Gales, P. (2011). Policy Instruments and Governance. In M. Bevir (Eds.). The SAGE Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 142-159. Marcou, G., Rangeon, F.ve Thiebault, J. L. (1997). Le Gouvernment Des Villes et Les Relations Contractuelles Entre Collectivites Publiques. In F. Godard, Le Gouvernment Des Villes. Descartes. Paris. Mattheis, C. (2012). The System Theory of Niklas Luhmann and the Constitutionalization of the World Society. Goettingen Journal of International Law, 2 , 625-647. Metcalfe, J. L. (1974). Systems Models, Economic Models and The Causal Texture of Organizational Environments: An Approach to Macro-Organization Theory. Human Relations. 27, 639-663. Meuleman, L. (2011). Metagoverning Governance Styles: Broadening The Public T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Manager’s Action Perspective. In J. Tording ve P. Triantafillou (Ed.). Interactive Policy Making, Metagovernance and Democracy , 95-110. ECPR Press, Colchester. Okçu, M. (2011). Değişen Dünyayı Anlamak İçin Önemli Bir Kavram:Yönetişim. Fatma Neval Genç (Eds). Yönetişim ve Yönetim Ekseninde Kamu Yönetimi, Ekin Yayınları, Bursa. Özgür, B. (2011). Yönetim Tarzları ve Etkileri. Maliye Dergisi, 161, 215-230. Peters, B.ve Pierre, J. (1998). Governance Without Government? Rethinking Public Administration. Journal of PA Research ve Theory, 8, 223-244. Pomerantz, P. R. (2011). Development Theory. In M. Bevir (Eds.), The Sage Handbook of Governance. Washington: SAGE Publications, 160-179. Rhodes, R. (1996). New Governance: Governing Without Government. Political Studies. 44 (4), 652-667. Rhodes, R. (1997). Understanding Governance: Policy Networks, Governance, Reflexivity and Accountability. Open University Pres , 394-396. Rhodes, R. (2006). Policy Network Analysis. In M. Moran, M. Reinve R. E. Goodin (Eds.), The Oxford Handbook of Public Policy. 423-445. Rhodes, R.ve Bevir, M. (2006). Governance Stories. New York, NY London, Routledge. Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Rosenau, J. N. (2004). Governance in the Twenty-first Century. In T. J. Sinclair (Eds.), Global Governance: Critical Concepts in Political Science. 179-219. Schon, D.(1971). Beyond the Stable State. Basic Books. New York. Sellers, J. M. (2011). State-Society Relations. In M. Bevir (Eds.), The Sage Handbook Of Governance. Washington: SAGE Publications, 124-141. Stocker, G. (1998). Governance as Theory: Five Propositions. International Social Sci- 269 ence Journal, 50 (155), 17-28. Tosun, G. (2001). Türkiye’de Devlet Sivil Toplum İlişkisi Bağlamında Demokrasinin Pekişmesinin Önündeki Engellere İlişkin Kuramsal ve Pratik Bir Yaklaşım. Ege Akademik Bakış. 1(1), 224-243. Trist, E. (1979). Referent Organizations and The Development of Interorganizational Domains. Paper Presented as Distinguished Lecture, Organization and Management Theory Division, 39th Annual Convention, Academy of Management, Atlanta. ÖZ Motivasyon Teorileri ve Kamu Çalışanlarının Bireysel Performans Değerlendirme Temelinde Teşvik Edilmesi Kamu görevlilerinin daha verimli çalışmalarını sağlamak amacıyla motive edilmeleri günümüz kamu yönetiminin önemli meselelerinden birisidir. İşlevsel, iyi tasarlanmış ve çalışanları güdüleyici öğelere sahip bir bireysel performans değerlendirme sistemine sahip olmak, kamu kesiminin iki güncel ve kritik konusu olan motivasyon ve performans değerlendirmesine yeni bir soluk getirecektir. Bu çalışmada ilk olarak; çeşitli teorileri, çalışanların ihtiyaç ve beklentileri ile teşviklere ilişkin bir takım öneri ve sınıflandırmaları içerecek olan motivasyon sürecine değinilecektir. Ardından performans değerlendirme sisteminin yapısı üzerinde durulacak ve bireysel performans değerlendirme sistemleri motivasyon boyutuyla ele alınacaktır. Bu kapsamda teşvik, motivasyon ve performans artışı ilişkisi incelenecek, olası teşvik uygulamaları parasal ya da parasal olmayan ayrımıyla incelenecektir. Sonuç olarak, kaliteli kamu hizmeti sunabilmek ve vatandaşların memnuniyetini sağlayabilmek amacıyla etkin ve verimli bir kamu personel sistemi ile çalışanların performansının ölçülerek değerlendirildiği, motivasyon boyutunu dikkate alan bir insan kaynakları yönetimine sahip olmanın önemi değerlendirilecektir. JEL Sınıflaması: H11, H83, J24, J28, J45, M12, O15 Anahtar Kelimeler: Kamu Çalışanları, Motivasyon, Teşvikler, Bireysel Performans Değerlendirme Sistemi, Etkinlik ABSTRACT Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation Encouraging public employees to work more efficiently is one of the main topics of today’s public management issues. Developing a well-functioning and a well-organized employee appraisal system that has instruments to encourage employees will bring a new breath to two actual and critic debates: motivation and performance appraisal. In this paper, the first focus will be on motivation process including various theories, employees’ needs and expectations and classifications of incentives and some suggestions. After then, performance appraisal system structure will be discussed and individual performance appraisal systems will be analyzed through its motivation dimensions. In this framework, relation amongst encourage, motivation and performance improvement will be analyzed and possible monetary and non-monetary incentive implications will be analyzed. As a conclusion, the importance of having an effective and efficient public employee system and human resource management system that considers motivation dimensions and employee’s performance which is evaluated by measurement to provide qualified public service and to achieve citizen satisfaction will be evaluated. JEL Classification: H11, H83, J24, J28, J45, M12, O15 Keywords: Public Employees, Motivation, Incentives, Individual Performance Evaluation System, Efficiency Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation 271 Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation Ahmet TOZLU * Rıdvan KURTİPEK ** I NTRODUCTION When public employees properly focus on their duties and consider their office hours as an informative and instructive period, then individual performance and productivity will probably increase instinctively. This efficiency process will reveal itself on organizational basis, too. Hence, public service quality will improve, likewise individual and organizational capacity utilization will rise when employees are motivated and encouraged. Aforementioned proposals (or allegations) –especially- have become prominence with several new management approaches such as Total Quality Management or New Public Management * Ministry of Development Planning Expert, Rutgers University MPA Candidate ahmet.tozlu@kalkinma.gov.tr ** Ministry of Development Planning Expert, Columbia University MPA ridvan.kurtipek@ kalkinma.gov.tr Gönderim Tarihi: 30.04.2015 Kabul Tarihi: 05.06.2015 (Jreisat, 2012, p. 76-79). The main idea of these new approaches is to get some perspectives and procedures from private organizations and to adapt them in public organizations (Lyons and Dalton, 2011, p. 239). Public employees are generally criticized with regard to inefficiency debates in the public sector. These “accusations” for public employees usually are due to known reasons such as existing excessive hierarchy, providing late or unqualified services, or spending tax revenues inattentively. On the other hand, there are also more specific critics about inefficiency; lacking a hortative and fair reward system, insufficient training and equipment, work overload, limited carrier ways and monotone and inflexible working types. These specific critics can be mentioned among the reasons that decrease employees’ motivation and performance (Aktan, 2005, p. 275-276). 272 To remedy all these problems creating a more functional public management and developing more motivated public personnel system is necessary. Public employees are one of the most significant resources of public sector therefore employees’ motivation processes -in addition to their individual and occupational craft and capacity-are very important in order to get success, efficiency and effectiveness. Even employees’ motivation process and implementations should be systematic and sustainable for continuation of efficient public service cycle. Under these conditions, human resources departments and also public managers can benefit from motivation theories and individual performance evaluation systems (PES) in order to motivate and incite their employees and reach more qualified service standards. This study comprises of two main parts; the first one is “motivation process” focusing employees’ needs, several motivation theories and possible incentives for them, the other part is “performance evaluation and promotion at the motivation process” touching on hortative dimension of individual evaluation. 1. MOTIVATION PROCESS a) Employees’ Needs and Several Theories To create a more incentive working atmosphere always have been a remarkable issue for managers, human resources experts and scientists. Because employees’ needs and emotions, their performance level, and the motivation process are strongly interrelated. Within this context, to “determine needs” systematically can be accepted as the first phase in order to comprehend whole to- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II pic. Therefore there are several theories and models regarding to determine employees’ (or human) requirements in a work place. Certainly, Maslow’s Needs Hierarchy Theory (1954), is one of the most known and influential theories at the management area. According to Maslow, there are five prepotency categories as basic physiological needs, safety needs, social needs, self - esteem needs, and self - actualization needs with hierarchy among these five requirements. The needs at each level dominate an individual’s motivation and behavior until they are adequately fulfilled, and then the next level of needs will dominate (Ozer and Topaloğlu, 2008, p. 2; Rainey, 2006, p. 253). For instance, self-actualization, which is the highest order of human need according to Maslow, refers to the need to fulfill one’s own potential while physiological needs include several reliefs from hunger, thirst, and fatigue. Another prominent theory belongs to Murray. His Typology of Human Needs Theory provides a list of basic needs; abasement, achievement, affiliation, aggression, autonomy, counteraction, defendance, deference, dominance, exhibition, harm avoidance, nurturance, order, play, rejection, sentience, sex, succorance and understanding (Rainey, 2006, p. 254). The other one is ERG model belongs to Clayton Alderfer (1972). This model mentions three main needs group; growth needs, relatedness needs, and existence needs and actually which can be accepted as a different version of Maslow’s Needs Hierarchy (Berl and Williamson, 1987, p. 57). In these theories, Alderfer focused on labor life and employees while Maslow mentioned a general concept. The Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation existence need equals to Maslow’s first two needs (physiological and safety needs); relatedness need meets to social needs and a part of self - esteem needs of Maslow’s theory and finally growth need refers to selfactualization requirement (and a part of selfesteem need) (Johns and Saks, 2001, p. 139). b) Work Motivation Theories Human motivation is an important part of social sciences however employees’ work motivation originated from same ideas is much more vital issue regarding to management field (Rainey, 2006, p. 243). Actually, to motivate employees to work effectively and human resources management are very relevant areas. Because motivation process will be able to require several incentives, trainings or investments towards employees which are accepted as one of the most precious resources by several modern human resources approaches. Moreover, motivation theories usually include a set of determinations about needs and give incentive lists. To classify the theories of motivation will be beneficial before starting to touch on their arguments. It is possible to separate this field as content theories and process theories. Content theories are concerned with analyzing the particular values, needs, motives, and rewards or incentives that motive people (Mullins, 2002, p. 426) while process theories focused on the psychological and behavioral processes behind motivation (Berl and Williamson, 1987, p. 53-54; Rainey, 2006, p. 274). i. Content Theories There are shared set of main lines of some of content theories located in the motivation field. 273 The Needs Hierarchy was developed by Maslow in 1954. This theory includes five phases of requirements which are cumulative phases of a growth toward self-actualization. Hence Maslow emphasizes that the levels of need are not separate steps from which one successively departs. With its hierarchical in turn the needs are; physiological needs refer to hunger, sexuality, lighting etc.; safety needs mean to be free of the threat of bodily harm addition to trust, stability, regularity about job, social needs say belonging or affection to social group or department, self-esteem needs refer to sense of achievement, confidence, recognition, and prestige and lastly self-actualization needs mean to achieve self - fulfillment, especially in some area of endeavor or purpose (Berl and Williamson, 1987, p. 54-55; Holzer and Schwester, 2011, p. 111; Maslow, 1970, p. 35-46). Need for Achievement, Power, and Affiliation (McClelland, 1961) mentions three main motivation resources amongst about twenty needs and the most prominent of them is achievement. Need for achievement includes undertaking a hard job or taking responsibility for rising individual performance. Need for power refers to desire to have information, financial or nonfinancial resource for dominating over other people. And lastly need for affiliation says to create well and positive relations with others which will ease the management process in peacefully (Apospori et al., 2005, p. 147; McClelland and Winter, 1969, p. 38). Theory X and Theory Y (Douglas McGregor, 1960), presents two character as X and Y. Theory X asserts that employees have not an enough capacity for self-motivation T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 274 and self-direction and they tend to laziness so managers must direct them. However, according to Theory Y, employees have several qualifications, features or needs so managers should regard their ideas, comments, and emotions (Holzer and Schwester, 2011, p. 113-114). Participative management techniques, decentralized decision making or job enrichment programs can be mentioned among the methods gruntling employees (Rainey, 2006, p. 277). Two - Factor Theory (Frederick Herzberg, 1968) focused on intrinsic incentives in motivation process of employees in spite of touching on extrinsic incentives. Thus, this Theory emphasized two main factor groups which influence and motivate workers and their performance. One of them is hygiene factors including a set of extrinsic incentives such as salary, job security, status, relations with managers, working conditions or private life. The other factors are called motivators and these are intrinsic incentives; e.g. growth, advancement, work itself, achievement or responsibility (Berl and Williamson, 1987, p. 55-56). According the Herzberg, hygiene factors can only prevent possible dissatisfactions for employees while motivators are main factors to increase motivation and performance and as it can be understood they are rather non-physical conditions and related to self-fulfillment or respectability (Moorhead and Griffin, 1989, p. 116; Ozer and Topaloğlu, 2008, p. 10-12). On the other hand there is not any hierarchical situation between two factor groups (Mullins, 2002, p. 433). ii. Process Theories There are mentioned a set of main lines of some of process theories in work motivation field. Social Learning Theory (Albert Bandura, 1978), mentions internal cognitive processes such as goals, individual performance, learning, and improving processes etc. This theory supports a participative management perspective and promotes esprit de corps in organizations. Goal Setting Theory (Edwin Locke, 1968), claims that having difficult and particular goals - rather than easy or unclear goals- reveal higher performance. Because when there are hard goals or tasks, employee will try to be more ambitious, willing, persistent, focused (Kocel, 2005, p. 655; Rainey, 2006, p. 291). Bandura (1989) says that difficult and specific goals improve performance because actually these type of goals enhance self-efficacy defined as one’s sense of oneself effectiveness and potential in accomplishing outcomes. So the attainability level of goals are main determinant in employees’ motivation process. Expectancy Theory (Victor H. Vroom, 1964), based on classic utilitarian perspective so it supports that employees can apprehend what is the best or what is the least bad and these important knowledge direct their actions. As for Vroom, he created a formula containing two main variables as valences and expectancies and it gives quantitative results in relation to desirability -and inherently motivation- level. With a basic explanation, Vroom considers that performance or efficiency level of whatever activity is determined by desirability level which is connected with valences and expectancies. If two factors are high level about any specific tasks or issues, employees will act with a high motivation and wistfulness Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation (Vroom, 1964, p. 15-17). Therefore it’s possible to say that every employee may have different valences and expectancies related performing same task so there will be able to particular and individual incentives for each of employees. c) Several Classifications Concerning Incentives Probably, most prominent separation regarding to incentives is “financial and nonfinancial”. However, the restricted budget of government or public organizations should be regarded while incentive types are determined. Some of human resources departments in public sector adopt and concentrate on financial inducements in order to motive employees and enhance their efficiency; others prefer to use non-financial inducements in order to be able to achieve that. However, financial or non-financial, there are a lot of incentives which can be used as motivator and performance enhancer. The main issue here is to find most suitable incentives as subject to employees, their expectations, and specialties of professions. By the way, public employees provide public services so “offering more quality public service” should not be forgotten as a vital aim of public organizations. In literature, many theorists or authors tried to make classifications for inducements as a part of human resources policies. Public institutions or private companies, all organizations have followed and applied fittest incentives for themselves. Classifications included too many incentive types due to employees’ several and different preferences from each other, the natures of organizations, and environment of public sector. 275 Individual preferences can also be based on age, gender, education, vocational and personal expectancies, organizational culture and level, occupation etc. While typologies mention several main incentive types in order to encourage employees, authors also touch on a set of challenges regarding to practice (Rainey, 2006, p. 258). Downs and Niskanen focused on the public managers and their motives so they prepared a motive list for public managers. Downs sorted general motives of officials as power (within or outside bureau), money income, prestige, convenience, security, personal loyalty to work group or organization, desire to serve public interest, commitment to a specific program of action. As to Niskanen, he mentioned salary, perquisites of the office, public reputation, power, patronage, output of the bureau, ease of making changes, ease of managing the bureau, increased budget as variables which influence and activate a bureaucrat (Rainey, 2006, p. 256). Downs also drew some analogies, which includes a set of specific personal behaviors or perspectives, concerning to public administrators. Actually these analogies give clues about what kind of incentives are more suitable for which types of administrators. According to these groupings, some public administrators try to make realize their selfinterests, some of them only aim to promote a high and active position, Downs called them as “climbers”, someone can be a defensive character and try to defend their position rather seeking a high position as “conservers”, or some administrators may have a “mixed typology” enabling not only pursue their own interests but also regard public interest. And they created three groups for public ad- 276 ministrators regarding and pursuing public interest; zealots, advocates and statesmen. While “zealots” indicates managers making an effort for improving a certain program, “advocates” are managers who support and preserve an agency or program, and “statesmen” pursue a more general public interest. Downs and Niskanen also added to be able to stay as a statesmen is hard because conditions and constraints in the public sector compel to mixed motive public administrators, who can pursue public interest addition to their individual interest, to transform an advocate character. As a result, each of these public administrator characteristics will be able to promote with different incentives because of their different motives. Chester Barnard focused organizational activities and the role of leaders so he tried to explain how to leaders encourage cooperative activities. He used to concept of economy of incentives in order to emphasize the relationship between organizational opportunities and inducements and employees’ effort. Barnard focused on how leaders induce and coordinate the cooperative activities in an organization. He characterized an organization as an “economy of incentives” in which individuals contribute their participation and effort in exchange for incentives that the organization provides (Rainey, 2006, p. 35-36, cited from Barnard, 1938, p. 73). Barnard created a broad range of incentives from financial incentives to non-financial ones. He made several classifications in order to be able to organize his list. Hereunder, first group is “specific incentives” referring to individual and specific offers and it has three subgroup. First, “material inducements” including money, physical working T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II conditions, second subgroup is “no materialistic inducements” refers to prestige, personal power, dominating position etc., third subgroup is “ideal benefactions” which has satisfaction of ideals about nonmaterial, future or altruistic relations such as pride of workmanship, sense of adequacy, altruistic service for family or other, and loyalty to organization. Barnard’s second main group is “general incentives”, which cannot be offered to an employee’s specifically, it has four subgroups. Social compatibility, freedom from hostility due to racial, religious differences or similar conditions are examples of first subgroup called “associational attractiveness”, second one is “customary working conditions” such as conformity to habitual practices, avoidance of strange methods and conditions. Third subgroup is “opportunity for feeling of enlarged participation in course of events” which refers association with large, useful, effective organization and last one is “condition of communion” with personal comfort in social relations (Holzer and Schwester, 2011, p. 61-63; Rainey, 2006, p. 255). Lawler (1990) asserted payment systems designed strategically can be an effective motivation tools. He made a dual division for incentives as extrinsic rewards and intrinsic rewards. According to this division, “extrinsic rewards” are given by others while “intrinsic rewards” are stemmed from job performance and they fulfill the needs such as self-esteem and self – actualization (Rainey, 2006, p. 256). So intrinsic rewards try to create an inner satisfaction for employees. Actually this is also a general separation in literature and many scholars have claimed that intrinsic motivation is an important Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation 277 Clark and Wilson developed a triple incentive typology under the groups of material, solidary, and purposive. According to this division, “material incentives” are tangible rewards and they directly refer to financial implementations such as tax reductions, discounts, salaries, gifts etc. “Solidary incentives” are intangible incentives without monetary value and they can be classified as specific solidary incentives for some individuals in specific conditions (such as deference, honors) and collective solidary incentives for all employees in an organization (such as some fun activities, sense of membership etc.). And last one is “purposive incentives” which are also intangible rewards related to satisfaction (such as enactment of a law) (Rainey, 2006, p. 255-256). p. 31-34). This relationship is constituted by means of “tax”. Therefore, performance evaluation systems (PES) are considerable and logical implements in order to increase public employees’ performance and productivity and satisfy the citizens’, namely tax payers’ (Karwan And Markland, 2006, p. 346-348), expectations. On the other hand, it should not be forgotten that the implementation of PES in public sector is some more difficult issue compare to private sector. Because, generally, activities of public organizations and their outputs are intangible, public welfare-based, and non-profit in contrast to private companies whose main aim is “profit” can be measured easily, goals and policies, staffing practices, superior-subordinate relationships, focal spots or a set of other processes of public organizations are also different from private sector (Hisrich and Al-Dabbagh, 2013, p. 4-7; Tozlu, 2014, p. 75-76). 2. EVALUATION AND PROMOTION AT THE MOTIVATION PROCESS a) Individual Performance Evaluation System Human resources are one of the most valuable and significant components of organizations both in public sector and private sector. However if the point in question is public sector and public organizations, importance of human resources and their productivity become more important. Since every government and organization is accountable to people for providing quality public services. Actually citizens and their expectations are natural examination and quality control mechanisms in democracies so the process of public service providing should regard these expectations, needs and feedbacks (Archmann and Iglesias, 2010, It is possible to make a main separation for performance evaluation systems; classic and modern methods. While classic evaluation methods include rather subjective criterions or evaluation procedures and based on superior-subordinate relationship, modern methods have an objective perspective and participative approach in evaluation process. Therefore, many modern performance evaluation ways prefer to use objective performance criterions and indicators even though they have some subjective-featured criterions. They focus on employees’ performance and their outputs -not personal characteristics or ambiguous and imponderable results- factor influencing and driving employees’ performance and attitudes (Cho and Perry, 2012, p. 382; Lau and Roopnarain, 2014, p. 228). 278 thanks to objective criterions. Thus, public managers’ discretionary power, which may engender several nuisances in terms of employees, can be limited (Andrews et al., 2006, p. 16). PES contains a set of components such as performance criterions, performance indicators, evaluators, evaluation period, rewards (or penalties). If increasing individual productivity, enhancing quality of public services and improving organizational processes are aimed, then PES and its outputs absolutely must associate with human resources activities such as rewarding, promoting, contracting, recruiting, training, motivating etc. (Tozlu, 2014, p. 149-150). Performance management and evaluation already is evaluated a sophisticated perspective in human resources (OECD, 2012, p. 50). The question is “What kind of inducements can encourage employees to work efficiently?” That point is one of the most vital parts of PES because the system should include wide variety, adopted, requested and disincentive (for insufficient employees) rewards, gains and/or sanctions. If it is not so, the legitimacy and functionality of whatsoever evaluation system will become disputable for public employees. A modern and functional PES should have rather objective performance criterions and indicators so they should focus “activities and outputs”, not “personalities”. The criterions and indicators, which can be classified as input, output, outcome, efficiency etc. (Holzer and Schwester, 2011, p. 234), should be selected punctiliously because an organization, probably, has many activities but to measure all activities can cause waste of time and resources so only main and important activities should be selected and T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II measured by performance criterions. Such an approach also will contribute employees’ motivation process and everyone will be able to focus their “duties” more seriously. The role of performance measures on employees’ job performance should not be forgotten (Lau and Roopnarain, 2014, p. 244). System should has different evaluators subject to organization’s environment and stakeholder structure. Thus, different determinations and comments can be represented in the system, for instance, citizens can share their ideas about employees and their services or co-workers and subordinates can observe and assess their friends’ activities. Including a set of possible external stakeholders such as citizens, volunteers, private companies, non-profit organizations etc. in the assessing cycle will prevent single-sided and single-resourced evaluations like classical methods (Alford and O’Flynn, 2012, p. 3). Normally, the idea of assessment can be scary for people and it can ends de-motivation but this process will be softened with a democratic and participative evaluation cycle. Because if employees are not only assessed but also assess their managers or others it will create a feeling of trust and influence to motivation positively. On the other hand, evaluation period should be arranged in line with work cycle of organization. Since, every organization may have more intensive times so evaluation process should not be an extra work load for evaluators, if it is so it can raise the number of de-motivated employees in an organization. Moreover, most convenient cycle should be determined in order to make a healthy and rational assessment; it can be quarterly, one or two times a year depending individual and organizational work-load (Tozlu, 2014, p. 20-21). Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation Finally, as mentioned above, PES should be associated with a set of human resources activities such as recruiting, rewarding, rotating, delegating, paying, training or several benefactions etc. When employees have more expectations regarding to their job, their performance, productivity, and quality of services will become more important for themselves. Thus, employees can focus on their performance and it will create a motivate atmosphere automatically. b) The Promotive Dimension of Individual Evaluation While getting profit is prominent goal for private companies, their managers and workers, public employees and organizations, usually, pursue social utility and common interest so human resources policies, in the public sector, should regard that fact (Bella, 2013, p. 143-144). Even an approach and concept called as “public service motivation” claims that public employees have a sense of public interest and are committed to the concerns of others (Biget et al., 2014, p. 807; Cho and Perry, 2012, p. 383). By the way, public employees must provide quality and satisfying public service as far as possible because of citizens’ expectations. This also must be considered while designing an individual PES for public employees. Therefore, the promotive dimension of system should be merged with these special situations. Employees are social creators so evaluation systems should not be slighted that and motivation process should constitute on their “human side”. And many recent studies have shown that PES influences employees’ behaviors (Lau and Roopnarain, 2014, p. 228). 279 Job and task analysis, recruiting, planning, staffing, promoting, training (included also domestic and foreign visiting and trainings), evaluating, paying, rewarding, career planning, on the job methods of employee development (such as delegation, coaching, special assignments, job rotation, understudy) (Holzer and Schwester, 2011, p. 104) can be counted some of human resources activities which can be considered as a motivational process (and also associated with PES). (Tozlu, 2014, p. 11). Therefore, every individual PES should be accepted as a motivation tool addition to its performance and efficiency functionality (OECD, 2008, p. 50). On the other hand, even several sanctions also can be seen as a part of motivation process, they should not be focus-point and prominent side in the system, besides, if sanctions will be used for performance increase studies then all the rules concerning to sanctions should be comply with organizational culture and employees’ expectations or ideas. Otherwise, sanction process can’t make a positive contribution to individual efficiency, even inappropriate sanctions or punishments will transform de-motivation tools. i. Motivation and Incentives The relationship of motivation and incentives is an evitable result for organizations. Because every motivation theory or study, trying to find how to increase individual efficiency, identify and analyze why there is a performance decrease for public employees and organization, so they list a set of determinations and start to probe how to motivate employees. At this phase, theories share several incentive types directly or indirectly. When take a glance at literature, it can be seen that, nonfunctional human resources 280 policy, staffing faults, inadequate training and qualification, structural problems (such as inflexible management perspective, departmental issues etc.), lack of a functional rewarding mechanism, work overload (or unbalanced work distribution between departments) are most prominent reasons of individual and/or organizational performance decrease. Selected inducements should motive and encourage to employees so they should be determined in parallel with organizational facts and –especially- employees’ demands. They can be financial or non-financial but only “right incentives”, implementations or sanctions can encourage employees to work efficiently. Especially, in public sector, “public service motivation” including attraction to public policy-making and politics, public interest and civic duty, compassion, and selfsacrifice should be regarded in determining of incentives (Vandenabeele, 2014, p. 781). ii. Relationship Between Salaries and Performance Financial incentives are fact of individual performance practices in many organizations and salary is functional tool in order to get job satisfaction in public sector according to several studies (Taylor, 2014, p. 913914). Even so it is more common in private sector, public sector also includes a set of financial inducements in their PES implementations. Within an expectation of performance increase, the new public management approach or other similar recent perspectives have brought a “new payment approach” correlated with performance for public employees (Eraslan and Tozlu, 2011, p. 34). And this also carried with a more individualized, flexible and strategic remuneration perspe- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II ctive in public sector. As a matter of fact, contracts including incentives influence to employees’ personal performance is claimed theoretically (Li et al. 2013, p. 3380). Briefly, performance-based payment means that associating employees’ job performance and their salaries or wages. Therefore, individual performance evaluation system is based on basis of determining wage increase or paying definite proportion premiums regarding to job-related performance (Schuster and Zingheim, 1993, p. 5). In literature, some advantages of a well-designed and well applied performance-based payment system are mentioned but first condition is having a “fair and objective practicing”. Because when the system –and its implementation phase- is not designed with objectivity and fairness, there can be seen several faults and undesirable results. While performance measurement and appraisal have several advantages and purposes such as providing accountability, improving employee performance, establishing goals and performance standards, improving decisionmaking process, offering periodic trainings, determining employees’ potential and skills, motivating employees and getting job satisfaction (Holzer and Schwester, 2011, p. 118 and 233; www.ppmrn.net) performance-based payment systems also has several advantages like; - To encourage employees producing much more productions or providing more qualified services, - To increase employees’ income and motivate them, - To decrease waste of resources, - To constitute a systematic and rational payment system, Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation 281 - To render an organization more attractive for nominees (or prevent possible resignations because of organization’s objective and competitive payment model), be in a balance because if the payments are too low amount, they cannot be able to encourage and motivate employees. - To focus employees only their duties and create a competitive working atmosphere (Gilette, 2005, p. 26; Pappas and Flahert, 2006, p. 21-30). Paying is both vital and fragile process because it is also related to labor peace. Therefore, if a PES only contains financial incentives, it will be able to insufficient not only in terms of human resources policy but also hortativeness. The idea of performance-based payment is supported with a set of possible workplace conflicts or unrests. For instance, if employees having similar positions or status earn same amount of money while their services, jobs or productions are more qualified, then it will disturb and demotivate these employees. On the other hand, performance-based payment will also motivate employees about their future because it will bring new expectations for next period remunerations, so the remuneration policy of organization will become more predictable. iii. Non-financial Incentives Performance-based payment systems can be implemented as individual, departmental or organizational like PES, too. By the way, some authors add performance-based payment implementations for top managers to above mentioned classification (Binderkrantz and Christensen, 2011, p. 31). To focus only financial inducement for improving performance can create excessive degree individualized public employees focusing on getting income rather fulfill their essential duties as a part of public sector (Özgür, 2008, p. 45). Such a one-sided implementation may also impair the quality of public services due to enthusiasm of getting much score and earning much more money. PES should include different alternatives addition to financial inducements. For this purpose, the target population and their persuasion process should be determined properly so rewards or sanctions will be more logical and realistic (Kotler and Nancy, 2007, p. 86). Because every occupational group has original features which can affect motivation process and incentive types. Performance-based payment systems have a strong relationship with budget because public organizations have a limited budget in order to perform their activities. As mentioned above, even one of the goals of these type of payment systems is decreasing waste of resources and creating a rational budget process, they can engender new financial problems if the system has excessive generous or non-functional remunerations. By the way performance payments should Human resource, which is one of the most important parts of an organization, can be improved and qualified. Therefore, not only financial incentives but also (even especially) non-financial incentives can be used because while financial rewards cannot have a developer characteristic, non-financial rewarding practices can increase employees’ several qualifications. Free training activities, domestic or foreign study visits, being representative in meetings, delega- 282 ting, special assignments, rotating between different jobs, job enlargement, having better work conditions (physically), choosing employee of the month or similar implementations can be used as non-financial inducements in order to motivate employees and increase efficiency. CONCLUSION Human resources should be accepted as a profitable investment area especially within the limited budget of public organizations. Thus motivating public employees and encouraging them working productively as far as possible is a vital mission of human resources activities. Individual performance assessment can be designed as a part of this motivation, satisfaction, and human resources process. Certainly, getting an efficient and productive management is important for both public and private sector organizations but if the issue is public sector and public organizations, then the concept of satisfaction will have two dimensions; “satisfaction of citizens” as external customers and “satisfaction of public employees” as internal costumers. Especially, the concept of internal customers and their satisfaction process is closely related to motivation process (Holzer and Schwester, 2011, p. 222). Therefore, public organizations and their human resources departments shouldn’t default on benefiting from PES and motivation theories in order to be able to obtain satisfied and more qualified public employees. For having qualified public service and high performance, the most significant step of an institution is being able to observe the qualification and quantity of employees and works, to measure and evaluate personnel’s activities. With T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II H. James Harrinton’s well-known words “If you can’t measure something, you can’t understand it. If you can’t understand it, you can’t control it. If you can’t control it, you can’t improve it”. Organizations may have original culture and structure. Therefore they ought to regard these sui generis attributions when determining individual inducement. Since incentives have to be in accordance with culture and structure and have to meet employees’ expectations then financial and nonfinancial options should be analyzed cautiously. Financial incentives may more likely to damage labor relations and labor peace because of the more egalitarian structure and social culture of public sector. Hence constituting a broad range of non-financial incentive list will be beneficial for public organization. Self-actualization and self-esteem processes, vocational training, career development, being a part of decision making mechanisms, giving authority and responsibility, job enrichment and job enlargement, performance-based rewarding, promoting, staffing, recruiting, and rotation can be mentioned some of the non-financial incentive implementations. Several sanctions can also be thought as a part of system due to their potential motivational specialties, however sanctions may entails demotivation if they are used dissonantly. Merging two vital processes, motivation and individual performance evaluation will increase personal and organizational performance, and will create a functional and qualified public service cycle which satisfies citizens and efficient management perspective within the limited resources. Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation 283 REFERENCES Aktan, C. C. (2005). Değişim Çağında Yönetim, İstanbul: Sistem Yayıncılık. Alford D. and J. O’Flynn (2012).Rethinking Public Service Delivery, Managing with External Providers. England: Palgrave Macmillan Distribution. Andrews, R., G.A. Boyne and R. M. Walker (2006). Subjective and Objective Measures of Organizational Performance: An Amprical Exploration Public Service Performance Perspectives on Measurement and Management, Cambridge. Apospori, E., Papalexandiris N. and Glanaki, E., (2005). Entreprenurial and Professional CEO’s, Differences in Motive and Responsibility Profile. Leadership & Organization Development Journal. Vol. 26, No. 2, 141-162. Giauque D. (2014). Policy Environment and Public Service Motivation. Public Administration. Vol. 92, No. 4, 807–825. John Wiley & Sons Ltd. Binderkrantz, Anne Skorkjær, J. G. Christensen (2011). Agency Performance and Executive Pay in Government: An Empirical Test. Journal of Public Administration Research and Theory. No. 22, 31–54. Cho, Y. J. and Perry, J. L. (2012). Intrinsic Motivation and Employee Attitudes: Role of Managerial Trustworthiness, Goal Directedness, and Extrinsic Reward Expectancy. Review of Public Personnel Administration. No. 32, 382 - 406. Eraslan,T. ve Tozlu A. (2011). Kamu Yönetiminde Performansa Dayalı Ücret Sistemi. Sayıştay Dergisi. Sayı 81, 33-61. Archmann,S. and J. C. Iglesias (2010).eGovernment–A Driving Force for Innovation and Efficiency in Public Administration. EIPASCOPE, Vol. 2010/1, 29-36. Gilette, B. (2005). Pay for Performance Measurement Helps Set the Bar for Quality, Efficient Care. Managed Heatlhcare Executive. December, 2005. Bella, Nicola (2013). Experimental Evidence on the Relationship between Public Service Motivation and Job Performance. Public Administration Review. Vol. 73, January-February, Iss. 1, 143– 153. Hisrich, D.R. and Al-Dabbagh (2013). A., Governpreneurship, Establishing a Thriving Entrepreneurial Spirit in Government. Massachusetts: Edgar Elgar Publishing Limited. Berl, R.L. and Williamson, N.C. (1987). A Review of the Content Theories of Motivation as They Apply to Sales and Sales Management, American Business Review. Biget, Simon Anderfuhren, Frederic, V. and Holzer, M. and R.W. Shwester (2011).Public Administration: An Introduction. New Delhi: PHI Learning. Jreisat, J. (2012). Globalism and Comparative Public Administration. NW: Taylor and Francis Group CRC Press. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 284 Johns, G. and Saks, A.M., (2001). Organizational Behaviour. 5th Edition. USA: Pearson Education Canada Inc., Toronto. Karwan, K. R. and Markland, R. E. (2006). Integrating service design principles and information technology to improve delivery and productivity in public sector operations: The case of the South Carolina DMV. Journal of Operations Management. No: 24, 347 - 362. Koçel, T. (2005). İsletme Yöneticiliği. 10. Baskı. İstanbul: Arıkan Yayıncılık. Kotler, Philip and L. Nancy (2007). Marketing in the Public Sector, A Roadmap for Improved Performance. New Jersey. Lau, M. C. and Roopnarain, K. (2014). The effects of nonfinancial and financial Measures on Employee Motivation to Participate in Target Setting. The British Accounting Review. No. 46, 228-247. Li, Wei, P. Alamand N. Meonske (2013). Performance measure properties and efficacy of incentive contracts: perceptions of U. S. Employees. The International Journal of Human Resource Management. Vol. 24, No. 17, 3378–3392. Lyons, M. and Dalton, B. (2011). Avustralia: A Continuing Love Affair with the New Public Management. Governance and Regulation in the Third Sector, International Perspectives. Edit by. Susan D. Phillips and Steven Rathgreb Smith. New York: Routledge. Maslow, A., (1970). Motivation and Personality. Second Edition. USA: Harper & Row Publishers. McClelland, D.C. (1961). The Achieving Society. Princeton, NY: Van Nostrand. McClelland, D.C. and WINTER D.G., (1969). Motivating Economic Achievement. New York: The Free Press. Moorhead, G. and Griffin, R.W., (1989).Organizational Behavior, 2nd Edition. USA: Houghton Mifflin Company. Mullins, L.J., (2002). Management and Organizational Behaviour. UK: Prentice Hall 6th Edition. OECD (2008). The State of the Public Service. Paris. OECD (2012). Civil Service Professionalisation in Western Balkans. SIGMA Papers No.48. Paris. Özer, P.S. and Topaloğlu, T. (2008). Motivasyonda Kapsam Kuramları, Liderlik ve Motivasyon. Editor: Celaleddin Serinkan. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Özgür, Bünyamin (2008). Kamuda Yönetici Performansının Bütüncül Değerlendirilmesi (Yeni Bir Model Önerisi). Maliye Dergisi, Sayı: 154, 38-51. Pappas, J. M. and K.E. Flahert (2006). The Moderating Role of Individual Difference Variables in Compensation Research. Journal of Managerial Psychology. Vol. 21, No.1. Rainey, H. G. (2006). Understanding and Managing Public Organizations, (4th edition). John Wiley & Sons Inc. Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation 285 Schuster, Jay R. and P. K. Zingheim(1993). New Pay Strategies That Work. Journal of Compensation and Benefits, No:6, May/ June. Vandenabeele, W., Brewer, G.A. and Ritz, A.(2014). Past, Present, and Future of Public Service Motivation Research. Public Administration. Vol. 92, No. 4, 779 - 789. Taylor, J. (2014). Public Service Motivation, Relational Job Design, and Job Satisfaction in Local Government. Public Administration. Vol. 92, No. 4, 902 - 918. Web-based Resources Tozlu, A. (2014). Kamu Kesiminde Performans Değerlendirme Sistemi: İş ve Meslek Danışmanlarına Yönelik Bir Uygulama Önerisi. Ankara: Kalkınma Bakanlığı. http://www.oecd.org http://www.ppmrn.net (Rutgers, School of Public Affairs and Administration, Public Performance Measurement & Reporting Network, accessed to information in 04.01.2015) . ÖZ Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Neoliberal teori; gelir eşitsizliklerinin, yüksek gelir gruplarından düşük gelir gruplarına doğru telafi edilebileceğini öne sürmesine rağmen, gerçek dünya deneyimleri nüfusun büyük bir kısmının ekonomik ve finansal büyümenin faydalarına ulaşmakta başarısız olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, Türkiye ekonomisinde 12 alt-bölge itibariyle finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 2006-2012 dönemi için panel veri analizlerini kullanarak incelemektir. Tahmin sonuçları, finansal kalkınma sürecinin zengin sınıfın gelir düzeyini artırdığını, ancak benzer sürecin yoksul sınıfın gelir düzeyi için geçerli olmadığını göstermiştir. Ayrıca, tahmin sonuçlarını teyit edebilmek amacıyla bazı kontrol değişkenleri de regresyon modellerine dahil edilmiş ve bulgular, finansal kalkınmanın gelir eşitsizliklerini hızlandırdığını ortaya koymuştur. Sonuç olarak, Türkiye’de zengin ve yoksul sınıf arasında ıraksama sürecinin geçerli olduğu görülmüştür. JEL Sınıflaması: C33, D63, I32 Anahtar Kelimeler: Finansal Kalkınma, Gelir Eşitsizliği, Panel Veri Analizi ABSTRACT How Effective is Financial System to Reduce Income Inequality? A Regional Panel Data Analysis for Turkish Economy Although neoliberal theory asserts that income inequality would be offset from higher to lower income groups, the experiences of the real world have shown that most of the population in countries have failed to reach benefits from economic and financial growth. Therefore, the purpose of this study is to investigate the relationship between financial development and income inequality by using panel data analysis for 12 sub-regions in the preiod of 2006-2012 in Turkish economy. The estimation results point out that the financial development process raises the incomes of the rich, but not for that of the poor. Besides, some control variables are included in the regression models to verify the estimation results and the findings show that financial development accelerates the income inequality. Consequently, it can clearly be said that the divergence process between the rich and the poor is valid in Turkey. JEL Classification: C33, D63, I32 Keywords: Financial Development, Income Inequality, Panel Data Analysis Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 287 Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Dr. Merter Akıncı* Yrd. Doç. Dr. Gönül Yüce Akıncı** Prof. Dr. Ömer Yılmaz*** G İRİŞ Kalkınma literatüründe üzerinde sıklıkla durulan ana konu, bir ekonomideki finansal sistemin gelişmişlik düzeyi ile iktisadi büyüme süreci arasındaki karşılıklı etkileşimlerin incelenmesi olmuştur. Schumpeter (1911)’in öncü çalışması ile temellerinin atıldığı finansal kalkınmaekonomik büyüme yazını, günümüzde de en çok tartışılan ilgi alanlarının başında gelmektedir.1 Bununla birlikte, gerek talep takibi (demand-following) ve gerek arz önderliği (supply-leading) teorileri bağlamında ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin her defasında sorgulandığı finansal kalkınma sürecinin gelir eşitsizliğini azaltmadaki * Ordu Üniversitesi Ünye İİBF İktisat Bölümü makinci86@gmail.com ** Ordu Üniversitesi Ünye İİBF İşletme Bölümü gyuce81@gmail.com *** Atatürk Üniversitesi İİBF Ekonometri Bölümü omeryilmaz@atauni.edu.tr Gönderim Tarihi: 02.04.2015 Kabul Tarihi: 25.08.2015 rolü ise neredeyse hiç dikkate alınmamıştır. Özellikle, küresel ölçekte gelir eşitsizliğinin azaltılmasında ekonomik büyümenin en temel unsur olduğu dikkate alındığında, finansal kalkınma süreci ile büyüme ve gelir eşitsizliği arasında nedensel bağlantıların ortaya çıkabileceği anlaşılabilmektedir. Finansal kalkınma süreci ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkilerin temel niteliği; asimetrik bilgi, ters seçim ve ahlaki tehlike odaklı piyasa başarısızlığı ve piyasa başarısızlığı karakteristiğine bürünen sermaye piyasalarından kaynaklanmaktadır. Finansal sistemde eşitsiz bir yapıya neden olan ve özellikle kredi piyasalarına erişimi sınırlandıran piyasa başarısızlıkları, yeterli mali bi1 Bu konu hakkındaki öncü çalışmalar için bkz. Robinson (1952), Kuznets (1955), Lewis (1955), Patrick (1966), Goldsmith (1969), McKinnon (1973), Shaw (1973), Fry (1978, 1995), Mathieson (1980), Lucas (1988), Chandavarkar (1992), Roubini ve Sala-i-Martin (1992) ve Levine (1997). 288 rikime sahip olmayan ya da eksik bilgilerin varlığı nedeniyle ortaya çıkabilecek yüksek maliyetli finansal aracılık hizmetlerinden yararlanamayan belirli bir sınıfın verimli yatırım yapabilme olanaklarını sınırlandırmaktadır. Bu bağlamda kredi piyasası başarısızlıkları, sadece belirli bir eşik değerin üzerindeki finansal, fiziksel ve beşeri sermaye kaynaklarına sahip zengin sınıfa hizmet etmekte ve finansal gelişme süreci dolayısıyla ortaya çıkan nimetleri bu gruba yönlendirmektedir. Dolayısıyla finansal piyasalar, belirli bir sermaye gücünü elinde bulunduran kesim lehine hareket etmekte ve bu açıdan bakıldığında gelir eşitliğini bozan bir yapı sergilemektedir. Zengin sınıfın lehine işleyen böylesi bir yapılanma bir taraftan içselleştirilen kaynak verimliliğini ve sermaye birikimini artırmakta (Jalilian ve Kirkpatrick, 2005, s. 641), diğer taraftan da eşitsiz bir gelir dağılımına yol açarak özellikle sermaye piyasalarındaki sabit maliyetler, yüksek faizler ve kredi sınırlandırmaları gibi unsurlar dolayısıyla formel finansal sisteme erişemeyen sınıf ile ifade edilen maliyetleri üstlenebilen ve böylece finansal sisteme erişebilen sınıf arasındaki gelir açığını genişletmektedir (Banerjee, 2001, s. 27). Böylece finansal piyasa başarısızlıklarının, düşük kredi güvenilirlikleri ve mali yetersizlikleri nedeniyle yoksul sınıf üzerine ilave bir maliyet yükleyeceği konusunda hemfikir olan pek çok yazar, finansal kalkınma sürecinin ortaya çıkaracağı gelir dağılımı etkilerinden yoksul sınıfın yararlanamayacağını belirtmiştir (Jeanneney ve Kpodar, 2011, s. 145). Finansal kalkınma süreci ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri inceleyen temel yaklaşım, Greenwood ve Jovanovic (1990) tarafından ortaya konmuştur. Finansal kalkınma T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II ve gelir eşitsizliği arasındaki bağlantıları lineer olmayan ekonometrik ilişkiler yardımıyla araştıran yazarlar, finansal kalkınma sürecinin farklı aşamalarında gelir eşitsizliği boyutunun değişeceğini ifade etmişlerdir. Finansal gelişimin ilk aşamalarında genellikle zengin sınıfın sermaye piyasalarına rahatça erişebileceklerinin ve sistemdeki kârlardan daha fazla yararlanabileceklerinin belirtildiği teoride, gelir eşitsizliğinin artacağı vurgulanmıştır. Bununla birlikte, kalkınma sürecinin ilerleyen aşamalarında piyasa başarısızlıklarına sebep olan etkenlerin göreceli olarak ortadan kalkacağını, büyümenin hızlanacağını ve dolayısıyla da iktisadi ajanların gittikçe artan oranlarda finansal piyasalara entegre olacağını belirten yazarlar, bu sürece bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin azalacağını ve ivme kazanan finansal kalkınmanın toplumun daha büyük bir kısmına pozitif yönlü olarak doğrudan katkı sağlayacağını ortaya koymuşlardır. Ters-U hipotezi olarak adlandırılan bu hipotez, finansal kalkınma sürecinin ilk aşamalarında gelir eşitsizliklerinin artacağını, kalkınmanın ilerleyen safhalarında ise eşitsizliklerin azalacağını vurgulamaktadır. Teorik temelli çalışmalar, finansal kalkınma sürecinin ilk aşamalarında gelir eşitsizliğinin şiddetleneceği, ancak kalkınmanın ilerleyen safhalarında ise eşitsizliklerin gittikçe azalacağı üzerinde durmaktadır. Bu bağlamda, belirli bir finansal kalkınma düzeyine sahip gelişmiş ülkelerde gelir eşitsizliklerinin daha dar bir bantta, buna karşın finans piyasalarını liberalize edemeyen çeşitli sınırlandırmalarla kalkınma potansiyelinin önüne geçen gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde ise gelir eşitsizliklerinin daha geniş bir bantta dalgalanması beklenmektedir. Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi İlgili değişkenler arasındaki etkileşimin Türkiye ekonomisindeki seyrini inceleyebilmek için bu çalışmada, İBBS-12 düzeyi dikkate alınarak 12 bölge için 2006-2012 dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla incelenecektir. Bu kapsam dahilinde çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Literatür özetlerinin sunulduğu birinci bölümü takiben, çalışmanın ikinci bölümünde analizlere konu olan veri seti ve model tanıtılacaktır. Uygulama bulgularının açıklandığı üçüncü bölümün ardından çalışma, genel bir değerlendirmenin yapıldığı sonuç bölümüyle sona erdirilecektir. 1. Literatür Özeti Kalkınma literatürünün baskın yapı taşlarından biri olan gelir eşitsizliği ve yoksulluk olgusu, araştırmacıların ve politika yapımcılarının üzerinde ilgiyle durdukları inceleme alanı olmuştur. Bu alan içerisinde odaklanılan temel araştırmalar başta ekonomik büyüme olmak üzere çeşitli makroekonomik değişkenlerin gelir eşitsizliği ve yoksulluk üzerindeki etkisi olmuş, buna karşın finansal piyasaların yarattığı etkiler ise çoğunlukla ihmal edilmiştir. Finansal kalkınma-gelir eşitsizliği ekseninde ilk sistematik araştırmaların 1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkması, ilgili konunun çok yeni ve ilginç bir yapı sergilediğini de yansıtmaktadır. Finansal kalkınma-gelir eşitsizliği ekseninde kötümser bakış açısını bir ölçüde yıkmayı başaran Greenwood ve Jovanovic (1990)’in teorik temelli öncü çalışmalarını takiben, finansal yapının kurumsallaşması ve gelişmesi paralelinde gelir eşitsizliklerinin azalacağını gösteren çalışmalar da ortaya çıkmıştır. Bilgi ve işlem maliyetlerinden kaynaklanan 289 sermaye piyasası başarısızlıklarının, belli bir birikim ve güvenilirlik düzeyine erişememiş olan yoksul sınıfı olumsuz yönde etkileyeceğini vurgulayan Galor ve Zeira (1993), Banerjee ve Newman (1993), Aghion ve Bolton (1997) ve Galor ve Moav (2004), özellikle kredi piyasalarındaki sınırlandırmaların sermayenin dağılım etkinliğini azaltacağını ve mali fonların yoksul kesime yönlendirilemeyeceğini belirterek, iki sınıf arasındaki gelir eşitsizliklerinin şiddetleneceğini ifade etmişlerdir. Bununla birlikte yazarlar, üzerindeki her türlü engelin kaldırıldığı liberal bir finansal yapılanma ve hızlanan finansal kalkınma süreci yardımıyla kredi sınırlandırmalarının en azından esneklik kazanacağını ve büyüme dinamizmine ivme katan sermaye dağılımında etkinliğin sağlanacağını öne sürerek, yoksulluğun azalacağını vurgulamışlardır. Bu kapsamda yapılan nispeten az sayıdaki uygulamalı çalışmalar çoğunlukla finansal kalkınma sürecinin gelir eşitsizliğini ve yoksulluğu azaltıcı yönünün baskın olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Jalilian ve Kirkpatrick (2001), finansal kalkınma ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 26’sı gelişmek2 Bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılmasına yönelik olarak bölgelerin sosyo-ekonomik analizlerinin yapılması ve Avrupa Birliği (AB) ile karşılaştırılabilir veriler üretilmesi amacıyla AB bölgesel sınıflandırması olan NUTS kriterlerine göre tanımlanmıştır. NUTS sınıflaması AB’ye üye ülkelerde kullanılmaktadır. Aday ülklerde ise geliştirilen sınıflama ismi kullanılmakta ve Türkiye’de İstatistik Bölge Birimleri Sınıflandırması (İBBS) olarak adlandırılmaktadır. Üç düzeyden oluşmaktadır. İlk aşamada idari yapıya uygun olarak 81 il, 3. düzeyde bölge birimleri olarak tanımlanmıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel ve coğrafi yönlerden benzer illerin belirli bir nüfus büyüklüğü de dikkate alınarak gruplanması ile oluşturulan 26 grup, 2. düzeyde bölge birimleri tanımlanmıştır. Yine aynı kritere göre 2. düzey bölge birimlerinin gruplanması sonucu 12 birim 1. düzeyde bölge birimleri tanımlanmıştır. 290 te olan ve 16’sı ise gelişmiş olmak üzere toplam 42 ülkeyi dikkate alarak yatay kesit analizleri yardımıyla inceledikleri çalışmalarında, finansal kalkınma sürecinin yoksulluğun azaltılmasında önemli bir faktör olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Aynı ülke grubunu dikkate aldıkları bir başka çalışmada Jalilian ve Kirkpatrick (2005); finansal kalkınma, ekonomik büyüme, gelir eşitsizliği ve yoksulluk arasındaki ilişkileri panel veri analizleri yardımıyla incelemişlerdir. Finansal kalkınma sürecinden ekonomik büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisinin elde edildiği çalışmalarında, ekonomik büyümeye ivme kazandıran önemli bir etkenin finans piyasalarındaki gelişme olduğu vurgulanmış, ancak böylesi bir yapının düşük gelir düzeylerinde daha baskın olarak kendini göstereceği ve dolayısıyla azgelişmiş yoksul ülkelerin büyüme ve finansal kalkınma sürecinden daha fazla yararlanacağı ifade edilmiştir. Finansal kalkınma-ekonomik büyüme ilişkisinden hareketle yoksulluk üzerindeki bağlantıları da araştırılmış ve ilgili değişkenler arasında pozitif yönlü etkileşimler tespit edilmiştir. Finansal kalkınmanın bir sonucu olarak yoksul sınıfın elde ettiği gelirin ortalama gelirdeki değişim kadar artacağını öne süren yazarlar, finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasında ise kuadratik bir yapının hâkim olduğunu ifade etmişlerdir. Düşük gelir düzeylerinde finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasında pozitif yönlü ilişkilerin geçerli olduğunun belirtildiği çalışma bulguları, kalkınma sürecinde belli bir eşik değere ulaşıldıktan sonra ilgili değişkenler arasında negatif yönlü bağlantıların ortaya çıkacağını yansıtmıştır. Kurumsal yapılanma düzeyleri zayıf olan ülkelerde finansal sistem aracılığıyla ak- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II tarılan kredilerin genellikle belirli bir gelir düzeyine, kredi itibarına ve geri ödeyebilme yeteneğine haiz olan sınıfa yönlendirilerek, yoksul kesimin dışlanacağını vurgulayan Rajan ve Zingales (2003), finansal sektördeki gelişme düzeyine bağlı olarak zengin kesime aktarılan kredi hacminin genişleyeceğini, ancak yoksul kesimin ise gelişen finansal sistemin nimetlerinden yararlanamayacağını ifade etmişlerdir. Bu durumu finansal sistemin kendi içindeki asimetriye bağlayan yazarlar, beşeri ve fiziki sermaye yatırımlarına yönelemeyen düşük gelir düzeyindeki sınıf ile finansal gelişme sürecinden gittikçe daha fazla yararlanan yüksek gelir grubu arasındaki gelir eşitsizliğinin artacağını belirtmişlerdir. Beck, Demirgüç-Kunt ve Levine (2004, 2007), 72 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 1960-2005 dönemi itibariyle panel Genelleştirilmiş Momentler Metodu (GMM) analizini kullanarak incelemişlerdir. Hızlanan finansal kalkınma sürecinin yoksul sınıfın gelirini uyararak, kişi başına düşen ortalama gelir büyümesine kıyasla daha fazla artıracağını vurgulayan analiz bulguları, gelir eşitsizliklerinin azalacağını ortaya koymuşlardır. Ekonomik büyüme süreci ile karşılaştırıldığında finansal kalkınmanın yoksul kesimin gelir düzeyi üzerinde daha fazla etkide bulunduğunu belirten yazarlar, büyümeyi tetikleyen finansal gelişimin yoksul sınıfın gelirini %60 oranında artırdığını, gelir eşitsizliğini ise %40 oranında azalttığını vurgulamışlardır. Ayrıca yazarlar, finansal kalkınma süreci yardımıyla günde 1 dolardan daha az kazanan nüfus oranının azalacağını da öne sürmüşlerdir. Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Liang (2006), 29 Çin eyaletini dikkate aldığı çalışmasında 1986-2000 dönemi itibariyle finansal kalkınma-gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri panel GMM analizi yardımıyla araştırmıştır. Finansal kalkınma düzeyinin anlamlı bir şekilde gelir eşitsizliğini azaltan bir faktör olduğunun ortaya konduğu çalışma bulguları, gelir eşitsizliği üzerindeki olumlu etkilerin artan işsizlik dolayısıyla kaybolduğunu da yansıtmıştır. 1960-1995 dönemi için finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 83 ülke itibariyle panel veri analizlerini kullanarak inceleyen Clarke, Xu ve Zou (2006), finansal kalkınma sürecinin uzun dönemli safhalarında gelir eşitsizliklerinin azalacağını ifade etmişlerdir. Bu sonuca paralel olarak, finansal kalkınmanın ilk dönemlerinde eşitsizliklerin artabileceğini vurgulayan yazarlar, ters-U hipotezini destekleyen bulgular ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla, finansal kalkınmanın nimetlerinden sadece zengin sınıfın yararlanacağını öne süren görüşü reddeden bu çalışma, finansal kalkınma ile birlikte eşitsizliklerin belli bir eşik değerinden sonra azalacağını ifade etmiştir. Gelir eşitsizliğini azaltmada finansal piyasaların yarattığı etkileri Malezya ekonomisi için 1980:Q1-2000:Q4 dönemi itibariyle Gecikmesi Dağıtılmış Otoregresif Model (ARDL) analizini kullanarak inceleyen Law ve Tan (2009), finansal piyasalardaki pozitif yönlü gelişmelerin gelir eşitsizliği üzerinde oldukça zayıf ve istatistiki bakımdan anlamsız etkiler yarattığı sonucuna ulaşmışlardır. Enowbi-Batuo, Guidi ve Mlambo (2010), panel GMM tekniğini kullanarak 1990-2004 dönemi için 22 Afrika ülkesinde finansal kalkınma sürecinin gelir dağılımı üzerin- 291 deki etkilerini inceledikleri çalışmalarında, finansal sektörün gelişme sürecine bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin azalacağı sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca yazarlar, ters-U hipotezinin geçerli olmadığı bulgusunu da çalışmalarında belirtmişlerdir. Mookerjee ve Kalipioni (2010), finansal sistemin sağladığı hizmetlere erişebilme ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 20002005 döneminde 70 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke itibariyle panel veri analizlerini kullanarak inceledikleri çalışmalarında, finansal hizmetlere artan oranlı ulaşabilme imkanına bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin azalacağını, buna karşın finansal sistemin gelişimi önündeki her türlü engelin ise gelir adaletini bozacağını belirtmişlerdir. Brezilya ekonomisinde altı temel bölge itibariyle 1985-1994 dönemi için finansal kalkınma-gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri zaman serisi ve panel veri analizleri yardımıyla araştıran Bittencourt (2010), gelir eşitsizliğini azaltmada finansal kalkınmanın başat bir rol oynadığı sonucuna ulaşmıştır. Kappel (2010); finansal kalkınma, gelir eşitsizliği ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 78 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için 1960-2006 dönemi dahilinde panel veri analizlerini kullanarak incelediği çalışmasında, sadece kredi piyasalarının değil, aynı zamanda hisse piyasalarının da gelişmesine paralel olarak gelir eşitsizliği ve yoksulluğun azalacağını ortaya koymuştur. Finansal kalkınmanın yanı sıra gelir eşitsizliği ve yoksulluğun önemli belirleyicilerinden biri olarak etnik çeşitlilik ve toprak dağılımının etkinliğinden bahseden yazar, özellikle yüksek gelirli ülkelerde kamusal harcamaların gelir eşitsizliğini azaltıcı etkilerini vurgula- 292 mış, ancak benzer bir sürecin düşük gelirli ülkelerde söz konusu olmadığını da ifade etmiştir. Finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 138 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için dengesiz panel veri analizlerini kullanarak 1960-2008 dönemi itibariyle araştıran Jauch ve Watzka (2011), finansal kalkınmanın gelir eşitsizliği üzerinde pozitif yönlü etkiler yarattığı sonucuna ulaşmışlardır. Panel Yapısal Vektör Otoregresif (PSVAR) modelini kullanarak 49 ülke için 1994-2002 dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir dağılımı arasındaki ilişkileri inceleyen Gimet ve Lagoarde-Segot (2011), finansal kalkınma sürecinden gelir dağılımına doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin geçerli olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ayrıca yazarlar, özellikle bankacılık sektöründeki gelişmelerin gelir dağılımını düzeltici yönde güçlü etkiler yarattığını vurgulamış ve finansal sektörün büyüklüğüne kıyasla karakteristik özelliklerinin daha önemli olduğunu öne sürmüşlerdir. Perez-Moreno (2011), 35 gelişmekte olan ülkeyi dikkate alan çalışmasında panel veri analizlerini kullanarak finansal kalkınma ve yoksulluk arasındaki ilişkileri 19701998 dönemi için incelemiştir. İlgili dönemi iki zaman periyoduna ayıran yazar, ilk alt dönem itibariyle finansal kalkınmanın yoksulluğu azalttığı bulgusuna ulaşmış, ancak ikinci alt dönem itibariyle benzer sonuçlara erişememiştir. Ayrıca analiz bulguları, yoksulluktan finansal kalkınmaya doğru bir Granger nedenselliğinin olmadığını da göstermiştir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Finansal kalkınmanın gelir dağılımı üzerinde olumlu etkilerini ortaya çıkarabilmesi için kalkınmada sürecinde belirli bir eşik değere ulaşılması gerektiğini 1960-2005 dönemi için 65 ülke itibariyle inceleyen Kim ve Lin (2011), eşik değerin altında kalınması durumunda finansal kalkınmanın gelir adaletini sağlayamayacağını öne sürmüşlerdir. Pakistan ekonomisinde finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri 1971-2005 dönemi için ARDL yardımıyla inceleyen Shahbaz ve Islam (2011), finansal istikrarsızlık sürecinin aksine finansal kalkınmanın gelir eşitsizliğini azalttığını ortaya koymuşlardır. Ekonomik büyüme ve ticari açıklığın gelir dağılımını bozduğunu yansıtan analiz bulguları, ters-U hipotezinin geçerli olmadığını da yansıtmıştır. Jaumotte, Lall ve Papageorgiou (2013); teknoloji, dış ticaret ve finansal küreselleşme hareketlerinin gelir eşitsizliği üzerindeki etkilerini panel veri analizlerini kullanarak 51 ülke için 1981-2003 dönemi itibariyle inceledikleri çalışmalarında, ticari küreselleşme ve teknoloji akımlarının gelir eşitsizliğini azalttığını, buna karşın finansal küreselleşme ve özellikle doğrudan yabancı yatırımlarının ise eşitsizlikleri artırdığını ortaya koymuşlardır. Finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkileri Türkiye ekonomisi bağlamında dikkate alan tek çalışma, Kanberoğlu ve Arvas (2014) tarafından yapılmıştır. 1980-2012 dönemi için ARDL analizi yardımıyla ilgili değişkenler arasındaki ilişkileri inceleyen yazarlar; kişi başına düşen gelir, enflasyon ve özel sektör kredilerinin gelir eşitsizliğini azaltıcı, buna karşın ticaret hacmindeki bir artışın ise gelir eşitsizliğini Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi artırdığı sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca yazarlar, özel kredi hacminde meydana gelen %1’lik bir artışın gelir eşitsizliğini %0.041 oranında azalttığını vurgulamışlardır. 2. Veri Seti, Model ve Ekonometrik Altyapı Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde İBBS-1 düzeyi dikkate alınarak 12 bölge için 2006-2012 dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla araştırılmıştır. İlgili dönemin dikkate alınmasının temel nedeni bölgesel bazda modelde kullanılacak değişkenlere ait verilere ulaşabilme imkânından kaynaklanmış ve veriler Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Heritage Foundation, Türkiye Bankalar Birliği ile Dünya Bankası (World Bank)’nın resmi internet sitelerinden elde edilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, finansal kalkınma-gelir eşitsizliği bağlamında yapılan uygulamalı çalışmaların tamamı, gelir eşitsizliğinin ve yoksulluğun ölçülmesinde gini katsayısını temel almıştır. Söz konusu yaklaşım doğru olmakla birlikte, bu çalışmayı diğerlerinden farklı kılan temel özellik, finansal kalkınma sürecinin yoksul ve zengin sınıfın gelir düzeyleri üzerinde yarattığı etkileri ayrı ayrı tahmin etmek ve buradan hareketle de ilgili sonuçları teyit etmek bağlamında gini katsayısı üzerindeki hareketlerini incelemektir. İlaveten, zengin ve yoksul kesim arasındaki yakınsama sürecinin analizler kapsamında değerlendirilecek olması da gelir dağılımının adaleti hakkında bilgi verecek ve çalışmaya farklı bir özellik kazandıracaktır. Ayrıca, finansal kalkınma-gelir eşitsizliği sürecinde bu çalışmanın bir diğer ayırıcı özelliği, ulusal litera- 293 türde hiç olmayan ve uluslararası literatürde ise neredeyse yok denecek kadar az olan bölgesel uygulamalar bağlamında kendisini göstermesidir. Dolayısıyla çalışmada, finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler ulusal perspektiften ziyade bölgesel bağlamda incelenecektir. Bu açıklamalar ışığında, finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkinin tahmininde kullanılan temel regresyon kalıpları, olarak belirlenmiştir. Bu eşitliklerde yer alan Zenginit , Yoksulit ve Giniit , gelir eşitsizliğini yansıtabilmek amacıyla sırasıyla zengin ve yoksul sınıfın kişi başına düşen gelir düzeyleri ile gelir adaletinin ölçülmesinde kullanılan gini katsayısını; Finansit, finansal kalkınma düzeyinin bir göstergesi olarak dağıtılan kredi miktarını ve eit ise beyaz gürültü hata terimini göstermektedir. Regresyon modellerinde yer alan Kontrolit değişkeni, finansal kalkınma ve gelir eşitsizlikleri arasındaki ilişkiler bağlamında analiz sonuçlarının sağlamlılığını (robustness) sınayabilmek için kullanılan çeşitli kontrol değişkenlerini yansıtmaktadır. Finansal kalkınma sürecinin refah seviyesini artırması ve gelir eşitsizliğini azaltabilmesi için finansal gelişmeye bağlı olarak zengin ve yoksul kesimin gelir düzeylerinin artması arzulanmakta, ancak zengin kesime kıyasla yoksul kesimin gelir düzeyindeki artış oranının daha fazla olması beklenmektedir. Böylesi bir sürece bağlı olarak her iki sınıf arasında gelir eşitsizliklerinin kapana- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 294 bileceği belirtilebilir. Gelir eşitsizliklerinin azalabilmesi bağlamında bir uç durum olarak finansal kalkınma paralelinde zengin sınıfın gelirinin azalması, buna karşın yoksul kesimin ise gelirinin artması şeklindeki bir sürecin işlemesi de göz önünde bulundurulması gereken bir mekanizmayı yansıtmaktadır. Gelir eşitsizliklerinin azalması kapsamında ikinci bir uç durum, finansal kalkınma sürecinin refah düzeyini azaltması şeklinde ortaya çıkmasıdır. Böyle bir gelişmeye bağlı olarak, finansal kalkınma ile birlikte zengin ve yoksul kesimin gelir düzeyleri azalmakta, ancak zengin kesimin gelir düzeyindeki kayba kıyasla yoksul kesimin gelir düzeyindeki kaybın daha az olması arzulanmaktadır. Bununla birlikte, gini katsayısının kendi yapısından hareketle finansal gelişmeye bağlı olarak gini değerinin azalması beklenmektedir. Özetlemek gerekirse, b1 ve a1 katsayılarının her ikisinin de pozitif, ancak a1 katsayısının daha yüksek bir değer alması, gelir eşitsizliklerinin azalması yönünde gerekli sinyalleri sağlayacaktır. b1 katsayısı negatif iken a1 katsayısının pozitif değer alması, gelir eşitsizliklerinin azalacağını gösterecektir. b1 ve a1 katsayılarının her ikisinin de negatif, ancak a1 katsayısının daha düşük bir değer alması, gelir eşitsizliklerinin yine kapanacağını yansıtacaktır. Gelir eşitsizliklerinin azalmasında son bir durum ise, finansal kalkınma süreci doğrultusunda gini katsayının düşmesi, yani g1 katsayısının negatif bir değer almasıdır. Gelir eşitsizliğine ilişkin özet bilgiler Tablo 1’de gösterilmektedir. Tablo 1: Regresyon Modelleri Bağlamında Gelir Eşitsizliğine İlişkin Özet Bilgiler Süreç 1 Süreç 2 Sonuç b1, a1 > 0 b1 > a1 Gelir Eşitsizliği Artar b1, a1 > 0 b1 < a1 Gelir Eşitsizliği Azalır b1 > 0, a1 ≤ 0 – Gelir Eşitsizliği Artar b1 ≤ 0, a1 > 0 – Gelir Eşitsizliği Azalır b1 ≥ 0, a1 < 0 – Gelir Eşitsizliği Artar b1, a1 < 0 b1 > a1 Gelir Eşitsizliği Artar b1, a1 < 0 b1 < a1 Gelir Eşitsizliği Azalır g1 < 0 – Gelir Eşitsizliği Artar g1 > 0 – Gelir Eşitsizliği Azalır Tablo 2: Değişkenlere İlişkin Temel Bilgiler Tablo 2, modelde kullanılan değişkenler ile ilgili temel bilgileri sunmaktadır. Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 295 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 296 Panel veri analizlerinde değişkenler arasındaki uzun dönemli ya da eşbütünleşik ilişkiler tespit edilebilmekte ve bu analizler için genellikle Pedroni ve Kao eşbütünleşme testlerinden yararlanılmaktadır. Pedroni (1999) tarafından geliştirilen eşbütünleşme testi, (4) numaralı panel regresyonundan hareketle ifade edilmektedir: yit = ait + ditt + Xit bi + eit(4) (4) numaralı eşitlikte yer alan yit ve Xit sırasıyla (N*T)x1 ve (N*T)xm boyutundaki gözlemlenebilen değişkenleri vurgulamaktadır. Bu test, panel serilerinde eşbütünleşik bir ilişkinin olmadığını sınayan sıfır hipotezinin asimptotik ve sonlu gözlem özellikleri üzerine inşa edilmiştir. Hem uzun dönem eşbütünleşik vektörlerinde ve hem de dinamik modellerde panel seriyi oluşturan bireysel kesitler arasındaki heterojenliği ölçmeye olanak tanıyan bu eşbütünleşme analizi, iki test grubundan oluşmaktadır. İlk grubu oluşturan testler, boyutlar-içi yaklaşım üzerine temellendirilmiş olup; panel r-istatistiği, panel r -istatistiği, panel PP-istatistiği ve panel ADF-istatistiği olmak üzere dört testten oluşmaktadır. Bu istatistikler, tahmin edilen kalıntı serileri üzerindeki birim kök testleri için farklı yatay kesit birimleri arasında otoregresif katsayıları birleştirmektedir. İkinci grubu oluşturan testler ise boyutlar-arası yaklaşım üzerine inşa edilmiştir ki, toplamda üç testten meydana gelmektedirler. Bunlar; grup r -istatistiği, grup PP-istatistiği ve grup ADF-istatistiğidir.3 Bu istatistikler de her bir yatay kesit birimi için bireysel olarak tahmin edilen ortalama katsayı tahmincilerine dayanmaktadırlar (Lee, 2005, s. 419). Pedroni (1999) testinin aksine, kesikli ve homojen katsayılar özelinde bir sınamanın söz konusu olduğu Kao (1999) eşbütünleşme testi ise, (5) numaralı panel regresyon modeline dayanmaktadır: (Lau, Chye ve Choong, 2011, s. 148) yit = x´itb + z´it gi + eit(5) (5) numaralı eşitlikte yit ve xit’nin I(1) seviyesinde durağan oldukları ve eşbütünleşik bir ilişkinin gerçekleşmediği varsayılmaktadır. zit = {mi} gibi bir eşitliği savunan Kao (1999), eit serisi için yapılacak DF ve ADF birim kök testlerinden hareketle seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisini araştırmıştır. DF serisinin, eit = rei,t-1 + nit ve ADF serip sinin ise eit = rei,t-1 + ∑ jj∆ei,t-j + nitp eşitj=i likleri yardımıyla hesaplandığı kalıplarda, eit=y–it – x–it b– ve y– = yit – y–i olmaktadır.4 Eşbütünleşme analizlerini takiben, değişkenler arasındaki sebep-sonuç ilişkileri literatüre ilk kez Granger (1964, 1969) tarafından kazandırılan ve daha sonra ise Hamilton (1994) tarafından geliştirilen nedensellik analizleri yardımıyla incelenmiştir. Granger nedenselliğinde X ve Y gibi iki değişken arasındaki ilişkinin yönü araştırılır. Eğer mevcut Y değeri, X değişkenin şimdiki değerinden çok, geçmiş dönem değerleri ile daha iyi tahmin edilebiliyorsa, X değişkeninden Y değişkenine doğru bir Granger nedenselliğinden söz edilebilir (Charemza ve Deadman, 1993, s. 190). İki değişken arasında “sebep olma ilişkisi” araştırılırken (6) ve (7) numaralı regresyon kalıpları uygulanır: (Kutlar, 2007, s. 267) (6) n n i=1 i=1 Yit= ∑ ait Yi,t-k+ ∑ bit Xi,t-k+ECit–1+u1it n n i=1 i=1 Xit= ∑ ait Xi,t-k+ ∑ bit Yi,t-k+ECit–1+u2it(7) 3 Bu test istatistikleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Pedroni (1999). 4 Bu eşbütünleşme testi hakkında daha fazla bilgi için bkz. Kao (1999). Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 297 Şekil 1: Zengin ve Yoksul Sınıfın Gelir Düzeyleri Burada, u1it ve u2it hata terimlerinin ilişkisiz oldukları varsayılmaktadır. Böylece, (6) ve (7) numaralı denklemler değişkenlerin geçmiş değerlerine bağlı olduğu kadar, kendi geçmiş değerlerinin de bir fonksiyonudur. Granger nedenselliğinde; Yit ile Xit arasında tek ve çift yönlü bir nedensellik ilişkisi olabileceği gibi, değişkenler arasında herhangi bir nedensellik ilişkisinin söz konusu olmadığı durum da ortaya çıkabilir. 3. Uygulama Bulguları Uygulama bulguları sunulmadan önce modellerde kullanılacak olan değişkenlere ilişkin tanımsal istatistikler Tablo 3’de ve zengin-yoksul sınıfın ilgili dönemde elde ettiği gelirler eğilimlerinin bölgesel bazdaki durumunu yansıtan grafik ise Şekil 1’de gösterilmiştir. Tablo 3’de göze çarpan ilk unsur, değişkenlerin pozitif yüksek ortalama ve Gini ile İGE değişkenleri hariç olmak üzere yüksek varyans etrafında dalgalanma gösterdikleridir. Diğer taraftan, çeşitli kriterler bazında zengin ve yoksul sınıf arasındaki gelir farkının yaklaşık 6.5 kat ve hatta en yüksek gelir düzeyini elde eden zengin sınıf ile en düşük gelire sahip yoksul sınıf arasındaki gelir açıklığının yaklaşık 30 kat olması, bölgeler itibariyle gelir adaletsizliğinin ne derece şiddetli olduğunun bir göstergesi niteliğindedir. İlaveten, en düşük gelire sahip zengin sınıf ile en yüksek geliri elde eden yoksul sınıf arasındaki gelir farkının yaklaşık 1.5 kat olması, en iyimser bakış açısından bile gelir eşitsizliğinin boyutunu ortaya koymaktadır. Bu durum, 0.436 değerine kadar ulaşan ve nispeten yüksek sayılabilen gini katsayıları ile de teyit edilebilmektedir. Diğer taraftan yoksul sınıfın elde ettiği gelir düzeyinin, başlangıç dönemi gelir düzeylerinin bile altında kalması, Türkiye ekonomisinde gelir adaletinin düzeltilmesi hususunun öncelikli konular arasında yer alması gerektiğinin bir işareti olarak algılanmalıdır. Tablo 3’de dikkat çeken bir başka unsur; yüksek nüfus, yetersiz istihdam, enflasyonist eğilimler ve vergi oranlarının yüksekliği gibi çeşitli mak- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 298 Tablo 3: Tanımsal İstatistikler Değişken Zengin Yoksul Finans Gini İGE Gelir Tasarruf Ortalama 42.881 6.666 33230664 0.376 0.841 11136.67 4313.767 Medyan 41.777 6.251 15369280 0.377 0.844 10729.51 3339.889 Kriter Maksimum 79.523 12.817 3.01E+08 0.436 0.885 18590.30 9862.689 Minimum 18.660 2.688 1491733 0.309 0.787 5864.370 1246.991 Std. Sapma 11.210 2.032 50817870 0.028 0.027 3749.629 2342.246 Jarque-Bera 7.366 8.489 678.779 2.149 3.554 3.735 7.926 Olasılık Değeri 0.025 0.014 0.000 0.341 0.169 0.154 0.019 Gözlem Sayısı 84 84 84 84 84 84 84 Nüfus İstihdam Enflasyon Özgürlük Beklenti Vergi Doğu-Batı 6063400 1847.131 8.613 51.428 74.819 19.415 0.666 Medyan 5467970 1577.000 8.815 50.000 75.635 19.340 1.000 Maksimum 13854740 4493.000 11.990 60.000 82.390 20.486 1.000 Minimum 2198061 597.000 5.250 50.000 65.017 18.520 0.000 Std. Sapma 3237274 1022.603 1.530 3.520 6.518 0.851 0.474 Jarque-Bera 7.213 9.949 0.863 74.763 8.788 11.175 14.875 Olasılık Değeri 0.027 0.006 0.649 0.000 0.012 0.003 0.000 Gözlem Sayısı 84 84 84 84 84 84 84 Değişken Kriter Ortalama roekonomik etkenler dolayısıyla kaynağını bulan yetersiz tasarruf miktarıdır. Yatırım kapasitesi, sermaye birikimi, üretim hacmi ve gelir düzeyini doğrudan etkileyen tasarruf hacminin düşüklüğü, Türkiye ekonomisinde gelir adaletinin sağlanamamasının bir göstergesi olarak nitelendirilebilir. Bu duruma paralel olarak, finans sektöründe yaşanan pozitif yönlü gelişmelere karşın finansal özgürlük düzeyinin düşüklüğü ve ekonomik yapıya ilişkin beklentilerin kırılgan bir niteliğe sahip olması, zengin ve yoksul sınıf arasında uçurum yaratan faktörler olarak değerlendirilebilir. Söz konusu bu değerlendirmeler, zengin ve yoksul sınıf arasındaki gelir adaletinin oldukça bozuk bir yapı ser- gilediğini yansıtmakla birlikte, çalışmanın özünü oluşturan başta finans değişkeni olmak üzere diğer kontrol değişkenlerinin de problemin çözümü için tatminkâr bir fayda sağlayamayabileceğini ve ilgili iki sınıf arasında gelir eşitsizliğinin artabileceği kanısını ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, Jarque-Bera normallik test sonuçları; Gini, İGE, Gelir ve Enflasyon değişkenlerinin normal dağılım özelliği sergilediğini, buna karşın diğer değişkenlerde ise böyle bir eğilimin söz konusu olmadığını yansıtmaktadır. Değişkenlerin sergilediği yüksek varyans ve normal olmayan dağılım özelliğinden dolayı, doğrusal bir eğilim sergilemelerini sağ- Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi layabilmek ve durağanlık derecelerini belli bir trende yönlendirebilmek amacıyla ilgili serilerin logaritmik değerleri kullanılacaktır. Ayrıca, analizlerde dikkate alınan gözlem sayısı parametre sayısından küçük olduğu (n<k) için analizlere panel birim kök testleri ile başlanacaktır. Birim kökün varlığını test etmek için panel veri seti kullanıldığında yatay kesit bağımlılığının sınanması da önemli bir unsuru oluşturmaktadır. Panel veri setinde yatay kesit bağımlılığı reddedilirse 1. nesil birim kök testlerinin kullanılması daha uygun olmakta, aksine yatay kesit bağımlılığının geçerli olduğu saptanırsa 2. nesil birim kök test- 299 lerinin kullanımı daha tutarlı sonuçların elde edilmesine olanak tanımaktadır (Çınar, 2010, s. 594). Tablo 4, yatay kesit bağımlılığını ölçen çeşitli test sonuçlarını yansıtmaktadır. Tablo 4’de sunulan yatay kesit bağımlılığı test sonuçları, modelde kullanılan değişkenlerin yatay kesit birimleri arasında korelasyon ilişkilerinin olmadığını yansıtmaktadır. Bu doğrultuda, yatay kesit bağımlılığının olmadığını ve birim kökün varlığını tespit etmek için 1. nesil birim kök testlerinin kullanılmasının daha uygun olacağını söylemek mümkündür. Dolayısıyla Tablo 5, çeşitli 1. nesil panel birim kök test sonuçlarını göstermektedir. Tablo 4: Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları Test BPLM PLM PCD FLM FQ Test BPLM PLM PCD FLM FQ Test BPLM PLM PCD FLM FQ Test BPLM L(Zengin) Test İstatistik BPLM 75.830 PLM -0.188 PCD *** 3.676 FLM ** 16.285 FQ 0.236 L(İGE) Test İstatistik BPLM 12.447 PLM 0.713 PCD 0.625 FLM *** 55.607 FQ *** 5.215 L(İstihdam) Test İstatistik BPLM 76.833 PLM -0.101 PCD *** 2.810 FLM ** 15.928 FQ 0.169 L(Vergi) L(Zengin) L(Yoksul) L(Yoksul) L(Finans) Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik 0.000 13.935 0.563 75.830 0.191*** 170.062 0.191 170.062 0.000 *** 13.935 0.563 *** 0.000 -0.188 0.850 0.013 0.981*** 18.407 0.850 0.013 0.981 18.407 0.000 *** 0.000 1.226 0.485*** 16.931 0.000 3.676 0.000*** 1.226 0.485 16.931 0.000 ** 0.012 4.785 0.511 1.884 0.377 16.285 0.012 4.785 0.511 1.884 0.377 *** 0.000 0.156 0.233 0.236 0.378 2.923*** 0.378 2.923 0.000 0.156 0.233 L(İGE) L(Gelir) L(Tasarruf) L(Gelir) L(Tasarruf) Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik 0.000 12.447 0.493 10.567 0.629*** 385.206 0.493 10.567 0.629 385.206 0.000*** *** 0.000 0.713 0.626 0.916 0.602*** 26.738 0.626 0.916 0.602 26.738 0.000 0.625 0.701 0.659 0.672 0.934 0.499 0.701 0.659 0.672 0.934 0.499 0.000 13.236 0.481 1.751 0.901 55.607 0.000 *** 13.236 0.481 1.751 0.901 ** 0.000 0.566** 0.023 0.085 0.773 5.215 0.000*** 0.566 0.023 0.085 0.773 L(İstihdam) L(Enflasyon) L(Enflasyon) L(Özgürlük) L(Özgürlük) Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik İstatistik 0.073 76.833 0.170 25.405 0.501 * 103.157 0.170 25.405 0.501 103.157 0.073 * -0.101 0.919 0.817 0.585 0.388 0.834 0.919 0.817 0.585 0.388 0.834 0.005 0.951 0.426 0.576 0.798 2.810 0.005*** 0.951 0.426 0.576 0.798 0.014*** 58.642 0.000 1.490 0.462 15.928 0.014 ** 58.642 0.000 *** 1.490 0.462 *** 0.000 0.097 0.751 0.169 0.197 5.872*** 0.197 5.872 0.000 0.097 0.751 L(Vergi) Asimptotik Kritik Değerler Asimptotik Kritik Değerler Test İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık BPLM*** 396.000 396.000 0.000 *** 0.000 PLM PLM 0.678 0.678 0.741 0.741 PCD PCD *** 19.899 19.899 0.000 *** 0.000 FLM FLM 1.336 1.336 0.781 0.781 FQ FQ 0.100 0.100 0.474 0.474 L(Gini) L(Gini) Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik 74.752 0.215 74.752 0.215 -0.282 0.777 -0.282 0.777 3.266*** 0.001 3.266*** 0.001 *** 19.500*** 0.003 19.500 0.003 0.781 0.027 0.7810.027 L(Nüfus) L(Nüfus) Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik 0.803 8.642 0.8038.642 -0.824 0.988 -0.824 0.988 0.001 3.929*** 3.929*** 0.001 18.428*** 0.005 18.428*** 0.005 0.198 0.166 0.1980.166 L(Beklenti) L(Beklenti) Olasılık Olasılık İstatistik İstatistik 11.136 0.573 11.136 0.573 -0.193 0.876 -0.193 0.876 19.899*** 0.000 19.899*** 0.000 72.000*** 0.000 72.000*** 0.000 0.317 0.273 0.3170.273 %1: 0.767 %1: 0.767 %5: 0.492 %5: 0.492 %10: 0.358 %10: 0.358 ***, ** Not: Asimptotik kritik değerler yalnızca FQ İstatistiği için geçerlidir. ve * işaretleri, ilgili istatistik değerinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. L terimi, değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır. 12 12 12 12 -34.710*** -6.524*** -17.396*** -9.829*** -20.416*** -8.990*** -14.299*** -15.299*** -20.181 -12.910* -5.429*** -5.462*** -29.997*** -5.817*** -17.412*** -10.286*** -0.212 -4.038*** -11.426*** -5.382*** -11.757*** 3.062 -4.161*** -5.083*** L(Yoksul) L(Finans) L(Gini) L(İGE) L(Gelir) L(Tasarruf) L(Nüfus) L(İstihdam) L(Enflasyon) L(Özgürlük) L(Beklenti) L(Vergi) 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 41.679* 43.908*** 41.252* 103.037*** 32.980* 35.969* 38.504* 56.363*** 44.254** 28.022* 36.111* 15.371 39.888** 32.005 54.725 7.273 38.893** 17.031 51.018*** 15.906 6.801 12.955 L(Finans) L(Gini) L(İGE) L(Gelir) L(Tasarruf) L(Nüfus) L(İstihdam) L(Enflasyon) L(Özgürlük) L(Beklenti) L(Vergi) 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 Gözlem Sayısı 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 Gözlem Sayısı 16.703 6.366 31.493 96.066*** 31.054 71.182*** 3.782 39.849 76.243*** 60.519*** 22.413 162.556*** 113.376*** Seviye -3.422*** -1.464* 5.328 -4.312*** -0.051 -0.860 -2.720*** 3.424 -0.619 -1.638* -3.064*** -0.052 0.665 Seviye 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 41.337* 34.009* 59.136*** 108.591*** 49.390*** 65.614*** 47.438*** 91.242*** 51.481*** 82.728*** 49.207* 145.374*** 91.042*** Birinci Fark 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 Kesit Sayısı PP-Fisher X2 İstatistiği -3.439*** -2.373*** -4.106* -7.044*** -1.985** -2.687*** -6.097*** -7.776*** -5.700*** -1.547* -2.332*** -1.836** -1.433* Kesit Sayısı Breitung t İstatistiği Birinci Fark 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 Gözlem Sayısı 48 48 48 48 48 48 48 48 48 48 48 48 48 Gözlem Sayısı 35.924 22.709 13.241 7.959 8.622 10.622 31.153 19.115 34.710 22.677 25.368 21.904 20.160 Seviye 0.575 1.024 0.737 -1.405* 0.539 -0.722 0.974 1.518 -0.392 -0.998 0.517 -5.285*** -1.695** Seviye 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 -1.982* -7.151** -8.818** -5.105*** -3.041*** -5.215** -7.622*** -8.818*** -1.766* -2.733* -3.147** -0.140*** -0.130** Birinci Fark 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 12 Kesit Sayısı Hadri Z İstatistiği 0.842 -1.591* -9.898* -1.857** -1.749* -1.887* -1.848* -6.055*** -1.874* -1.352* -1.994* -4.137*** -2.057** Kesit Sayısı IPS W İstatistiği Birinci Fark 72 72 72 72 72 72 72 72 72 72 72 72 72 Gözlem Sayısı 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 60 Gözlem Sayısı Not: Fisher testleri için belirtilen istatistikler asimptotik X2 dağılımı ve diğer test istatistikleri ise asimptotik normallik varsayımı dikkate alınarak hesaplanmıştır. ***, ** ve * işaretleri ilgili değişkenin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde durağan olduğunu yansıtmaktadır. İstatistikler hesaplanırken optimum gecikme uzunluğunun belirlenmesinde SIC kriterinden yararlanılmıştır. Ayrıca; LLC, PP-Fisher ve Hadri istatistik değerleri hesaplanırken hem Barlett Kerneli ve hem de Newey-West bant genişlik kriterlerinden yararlanılmıştır. L terimi, ilgili değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır. 12 84.221*** 12 52.405*** 55.525*** 104.192*** L(Yoksul) Kesit Sayısı L(Zengin) Değişken Birinci Fark Seviye ADF-Fisher X2 İstatistiği 12 12 12 12 12 12 12 12 12 -15.691*** -10.347*** L(Zengin) Değişken Kesit Sayısı Birinci Fark Seviye LLC t İstatistiği Tablo 5: Birim Kök Testi Sonuçları 300 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Tablo 5’de gösterilen birim kök testi sonuçları, altı farklı durağanlık testi için dikkate alınan değişkenlerin tamamının birinci fark değerinde durağan olduğunu ortaya koymuştur. Bu doğrultuda analizler, değişkenlerin tamamının birinci fark düzeylerinde durağan olmalarından dolayı bütünleşme düzeylerinin I(1) olduğu dikkate alınarak devam edilmiştir. Modelde dikkate alınan değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkilerin tespit edilebilmesi için Pedroni ve Kao eşbütünleşme testlerinden yararlanılmıştır. Bu amaç doğrultusunda hazırlanan Tablo 6, çoklu ilişki- 301 leri dikkate alan eşbütünleşme test sonuçlarını yansıtmaktadır. Tablo 6’da gösterilen Pedroni ve Kao eşbütünleşme test sonuçları, ilgili değişkenler arasında eşbütünleşik yani uzun dönemli ilişkilerin geçerli olduğu sonucunu ortaya koymuştur. Uzun dönemli ilişkilerin elde edilmesi, değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin geçerli olmasının beklendiğini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Tablo 7, değişkenler arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini yansıtan VECM modeline dayalı Granger nedensellik analiz bulgularını göstermektedir. Tablo 6: Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni ve Kao Eşbütünleşme Test Sonuçları 1. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni Eşbütünleşme Testi Boyutlar-İçi Testler Boyutlar-Arası Testler Test Panel v İstatistiği İstatistik Olasılık -0.971 0.834 İstatistik Olasılık Grup rho İstatistiği Test 3.410 0.999 -1.599* 0.054 0.335 0.631 Panel rho İstatistiği 1.580 0.943 Grup PP İstatistiği Panel PP İstatistiği -2.418*** 0.007 Grup ADF İstatistiği -1.064 0.143 Panel ADF İstatistiği 1. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Kao Eşbütünleşme Testi Test İstatistik Olasılık Kao – ADF -7.200*** 0.000 2. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Pedroni Eşbütünleşme Testi Boyutlar-İçi Testler Test Panel v İstatistiği Boyutlar-Arası Testler İstatistik Olasılık -0.020 0.508 Test İstatistik Olasılık Grup rho İstatistiği 1.042 0.851 0.000 0.000 Panel rho İstatistiği -1.014 0.155 Grup PP İstatistiği -7.230*** Panel PP İstatistiği -5.997*** 0.000 Grup ADF İstatistiği -5.205*** Panel ADF İstatistiği -4.737*** 0.000 2. Çoklu İlişkileri Dikkate Alan Kao Eşbütünleşme Testi Test İstatistik Olasılık Kao – ADF -5.424*** 0.000 *** * Not: Tabloda yer alan ve işaretleri, ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1 ve %10 önem düzeylerinde istatistiki bakımdan anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. İstatistik değerleri hesaplanırken uygun gecikme uzunluğu seçiminde SIC kriterinden yararlanılmıştır. Ayrıca, istatistik değerlerinin elde edilişi sırasında Barlett Kerneli göz önünde bulundurularak Newey-West Bandwith seçimi dikkate alınmıştır. 1. Pedroni ve Kao eşbütünleşme testleri, gini değişkeni hariç olmak üzere modele ilave edilen bütün değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkileri ifade etmekte iken; 2. Pedroni ve Kao eşbütünleşme testleri ise zengin ve yoksul değişkenleri hariç olmak üzere diğer değişkenlerin dahil olduğu uzun dönemli ilişkileri yansıtmaktadır. → → ΔL(Nüfus)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(İstihdam) ΔL(İstihdam)-ΔL(Gini) 0.077 -0.144* -0.522** -0.681*** 0.762(0.565) 2.425*(0.095) 2.852*(0.060) 3.517**(0.032) -0.393 -0.455* 0.180(0.835) 2.818*(0.070) -0.047 -0.221* 0.230(0.832) 2.985*(0.063) 0.446 -0.401* 1.711(0.520) 2.770*(0.085) -0.255 -0.359* 1.032(0.422) 2.428*(0.093) -0.227 -0.411** 0.647(0.528) 3.380**(0.043) 0.129 -0.357* 0.207(0.650) 5.021**(0.029) 0.098 -0.352** 0.644(0.529) 3.745***(0.000) -0.057 -0.260* 1.024(0.372) 2.991*(0.078) -0.421 -0.901*** 0.745(0.533) 10.785***(0.000) -0.254** 2.753*(0.074) -0.560*** 3.384**(0.036) 0.172 -0.844*** 5.668***(0.005) 0.847(0.435) -0.113 -0.267* 2.133(0.116) 2.277*(0.087) -0.483** 3.931**(0.022) -0.497** -0.682*** 3.984**(0.034) 4.487***(0.004) 0.136 -0.711*** 4.266**(0.016) 0.664(0.626) 0.247 0.202(0.933) -0.153 -0.674*** 1.101(0.391) ECt-1 3.623**(0.029) F İstatistiği (ProbF) 4 4 4 4 2 2 3 3 5 5 4 4 2 2 1 1 2 2 3 3 3 3 2 2 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 Gecikme Uzunluğu DoğuBatı-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-DoğuBatı ΔL(Vergi)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(Enflasyon) DoğuBatı-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-DoğuBatı ΔL(Vergi)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(Enflasyon) DoğuBatı-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-DoğuBatı ΔL(Vergi)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(Enflasyon) Değişken Çifti → - → - → - → - → - → - → - - - - - → - → - → - → → → - → - Nedenselliğin Yönü 2.396* (0.098) 1.102 (0.366) 2.420*(0.092) 1.892(0.163) 2.558* (0.081) 0.439 (0.620) 2.408* (0.097) 1.308 (0.261) 3.131**(0.045) 1.144(0.581) 3.446** (0.047) 1.002 (0.198) 4.098***(0.000) 0.796(0.457) 0.659(0.522) 0.616(0.544) 1.751(0.157) 0.294(0.810) 5.078***(0.000) 1.506(0.233) 3.867**(0.033) 0.749(0.411) 2.843*(0.079) 0.025(0.873) 5.803***(0.005) 7.561***(0.001) 2.787*(0.091) 0.782(0.534) 4.661**(0.012) 1.444(0.268) F İstatistiği (ProbF) -0.662* -0.119 -0.487* -0.336 -0.364* 0.350 -0.357* -0.223 -0.536** -0.440 -0.484* -0.282 -0.543** -0.288 0.311 0.270 -0.216 0.221 -0.505*** -0.293 -0.333* -0.154 -0.254* 0.196 -0.751*** -0.793*** -0.140* 0.068 -0.875*** -0.116 ECt-1 3 3 3 3 4 4 4 4 3 3 3 3 2 2 2 2 3 3 2 2 1 1 1 1 4 4 3 3 4 4 Gecikme Uzunluğu Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Parantez içindeki değerler, maksimum beş gecikme uzunluğu üzerinden AIC ve SIC kriterleri kullanılarak hesaplanan optimum gecikme uzunluklarını yansıtmaktadır. ***, ** ve * işaretleri ilgili istatistiklerin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L terimi, ilgili değişkenin logaritmasını yansıtmaktadır. → ΔL(Gini)-ΔL(Nüfus) → ΔL(Tasarruf)-ΔL(Gini) ΔL(Gelir)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(Tasarruf) → ΔL(Gini)-ΔL(Gelir) → ΔL(İGE)-ΔL(Gini) ΔL(Finans)-ΔL(Gini) ΔL(Gini)-ΔL(İGE) → ΔL(Gini)-ΔL(Finans) → ΔL(İstihdam)-ΔL(Yoksul) ΔL(Nüfus)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(İstihdam) → ΔL(Yoksul)-ΔL(Nüfus) → ΔL(Tasarruf)-ΔL(Yoksul) ΔL(Gelir)-ΔL(Yoksul) ΔL(Yoksul)-ΔL(Tasarruf) → ΔL(Yoksul)-ΔL(Gelir) → → ΔL(Finans)-ΔL(Yoksul) ΔL(İGE)-ΔL(Yoksul) - ΔL(Yoksul)-ΔL(Finans) ΔL(Yoksul)-ΔL(İGE) → ΔL(Tasarruf)-ΔL(Zengin) ΔL(İstihdam)-ΔL(Zengin) → ΔL(Zengin)-ΔL(Tasarruf) → - ΔL(Gelir)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(İstihdam) → ΔL(Zengin)-ΔL(Gelir) - → ΔL(İGE)-ΔL(Zengin) → → ΔL(Zengin)-ΔL(İGE) ΔL(Nüfus)-ΔL(Zengin) - ΔL(Finans)-ΔL(Zengin) ΔL(Zengin)-ΔL(Nüfus) → ΔL(Zengin)-ΔL(Finans) Nedenselliğin Yönü Değişken Çifti Tablo 7: VECM Modeline Dayalı Granger Nedensellik Analiz Sonuçları 302 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Modelde dikkate alınan değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişki olduğundan dolayı eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata terimi nedensellik analizlerine dahil edilmiş ve EC olarak adlandırılmıştır. Granger nedensellik analiz sonuçları beklentileri karşılar nitelikte finans değişkeni ile zengin, yoksul ve gini değişkenleri arasında en azından tek yönlü olarak sebep-sonuç ilişkilerinin geçerli olduğunu göstermiştir. Finansal gelişme ve gelir dağılımı arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisine ışık tutan analiz bulguları, finansal gelişme düzeyine bağlı olarak gelir dağılımının değişebileceği kanaatini göstermesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Aynı zamanda, bağımlı değişkenler ile kontrol değişkenleri arasında da en azından tek yönlü nedensellik ilişkilerinin elde edilmesi, beklentiler ile uyumlu olan sonuçların ortaya konulabildiğinin bir kanıtı niteliğindedir. Bunun tek istisnası, yoksul sınıf ile özgürlük ve beklentiler arasındaki ilişkilerde kendini göstermiş ve ilgili değişkenler arasında herhangi bir sebep-sonuç bağı yakalanamamıştır. Bu durum, yoksul sınıfın ekonomik değişkenlere ilişkin gelecek dönem beklentilerine çok fazla önem atfetmediği ve özgürlük gibi manevi kaygılardan ziyade maddi olanaklara yöneldiği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca, aralarında nedensellik ilişkisi olan değişkenlerin hata düzeltme mekanizmalarına ait olan katsayıların negatif ve istatistiki bakımdan anlamlı olması, ilgili değişkenlerin kendi denge değerlerine yakınsayabileceklerini 303 ve kısa dönemde ortaya çıkabilecek olan dengesizliklerin uzun önemde giderilebileceğini ortaya koymuştur. Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesini takiben çalışmanın bu aşamasında, sabit ve tesadüfi etkili model sonuçları tahmin edilmeye çalışılmıştır. Bu amaç doğrultusunda uygun panel veri modeline karar verilebilmesi için F ve LM testler yapılmıştır. Nedensellik analizinde aralarında herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi elde edilemeyen değişkenler de bu aşamadan sonra yapılacak olan analizlere dahil edilmiştir. Bu durumun temel sebebi, nedensellik bağı yaratamayan değişkenlerin finansal kalkınmagelir dağılımı mekanizmasını uyarıp uyaramadığını görmek ve nedensellik bulgularını bir anlamda teyit edebilmek isteğinden ileri gelmiştir. Bu doğrultuda F ve LM test sonuçları Tablo 8-Tablo 10’da sunulmuştur. Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesini takiben çalışmanın bu aşamasında, sabit ve tesadüfi etkili model sonuçları tahmin edilmeye çalışılmıştır. Nedensellik analizinde aralarında herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi elde edilemeyen değişkenler de bu aşamadan sonra yapılacak olan analizlere dahil edilmiştir. Bu durumun temel sebebi, nedensellik bağı yaratamayan değişkenlerin finansal kalkınma-gelir dağılımı mekanizmasını uyarıp uyaramadığını görmek ve nedensellik bulgularını bir anlamda teyit edebilmek isteğinden ileri gelmiştir. Üç bağımlı değişkene ilişkin model tahmin sonuçları, Tablo 11-Tablo 13’de gösterilmiştir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 304 Tablo 8: Zengin Sınıfa İlişkin F ve LM Test Sonuçları Regresyon Modelleri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 F Test Test Bağımlı Değişken: ΔZengin LM Test Test İstatistik İstatistik FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman 1.045 2.024** 1.232 1.118 2.217*** 1.316 1.059 1.761** 1.183 LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman 0.001 0.307 3.274*** 3.424** 0.531 2.190* 0.002 2.743*** 2.172** FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman 0.625 2.147*** 1.962* 1.052 2.172*** 1.241* 1.052 2.132*** 1.274 1.106 2.402*** 1.022 1.002 1.698* 1.178 1.122 1.230 1.337 1.063 2.099*** 1.263* 1.003 1.967** 1.803** LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman 0.352 0.013 2.712*** 0.870 0.274 1.985* 0.621 2.823* 0.787 0.383 0.275 2.340** 0.125 1.116 0.502 3.123** 0.375 2.198* 0.083 1.466 0.456 0.332 1.811* 0.409 Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *, anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. ** ve *** Hausman Testi (Prob) Optimum Model 1.671* (0.075) FZaman 2.422** (0.036) FZaman 2.174** (0.034) FZaman 1.787* (0.089) FBirim-Zaman 0.041* (0.077) FBirim-Zaman 1.952* (0.061) FZaman 1.893* (0.067) FZaman 1.756 (0.485) LM 2.318** (0.023) F 0.750 (0.563) LM 0.068* (0.053) FBirim-Zaman işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 305 Tablo 9: Yoksul Sınıfa İlişkin F ve LM Test Sonuçları Regresyon Modelleri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 F Test Test FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman Bağımlı Değişken: ΔYoksul LM Test Test İstatistik İstatistik LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman 1.269 1.479* 1.302 1.024 1.577* 1.131 1.014 1.413 1.098 0.652 1.946** 0.735 1.083 1.384 1.158 1.013 1.577* 1.144 0.979 1.253 0.414 0.832 1.551* 1.010 1.072 1.323 1.281 0.892 0.934 1.070 1.267* 1.479 1.304* Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *, anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. ** ve *** 1.622* 0.203 0.285 0.002 0.065 1.260* 0.272 1.382 0.453 2.082* 0.481 1.201 1.772* 0.497 1.958*** 0.490 2.002* 1.676 0.043 3.385* 3.065* 1.160 1.492 1.353 1.633 1.090 1.724 0.511 2.771* 1.982 1.747* 2.700*** 1.987*** Hausman Testi (Prob) Optimum Model 0.075** (0.044) FZaman 0.053* (0.057) FZaman 0.775 (0.422) LM 0.327** (0.029) FZaman 0.577 (0.549) LMBirim-Zaman 0.397** (0.018) FZaman 0.845*** (0.002) F 0.847 (0.307) LM 0.369* (0.079) F 0.668** (0.012) F 1.125 (0.658) LMBirim-Zaman işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 306 Tablo 10: Gini Değişkenine İlişkin F ve LM Test Sonuçları Regresyon Modelleri 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 F Test Test Bağımlı Değişken: ΔGini LM Test Test İstatistik İstatistik FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman 1.245 0.424 1.136 1.125 2.264*** 1.200 1.159 1.961** 1.286 LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman 0.021 0.357 1.654 1.339 0.591 1.196 0.022 2.798*** 2.660** FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman FBirim FZaman FBirim-Zaman 0.512 2.223*** 1.412 1.352 2.486*** 1.379 1.152 2.155*** 1.289 1.132 0.477 1.232 0.652 1.946** 0.735 0.832 1.551* 1.010 1.122 1.230 1.337 1.242 2.277** 1.894** LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman LMBirim LMZaman LMBirim-Zaman 0.432 0.113 2.740*** 1.870* 2.544** 2.175* 0.644 2.867* 0.790 0.304 0.297 0.553 2.082* 0.481 1.201 1.160 1.492 1.353 3.123** 0.375 2.198* 1.332 1.411 0.511 Not: Δ, fark operatörünü ifade etmektedir. *, anlamlı olduğunu yansıtmaktadır. ** ve *** Hausman Testi (Prob) Optimum Model 1.311 (0.475) LM 1.422 (0.236) LM 2.198** (0.023) FZaman 1.715* (0.092) FZaman 0.741 (0.177) LMBirim-Zaman 2.252** (0.027) FZaman 0.843 (0.658) LM 0.327** (0.029) FZaman 0.847 (0.307) LM 2.548*** (0.000) F 0.048* (0.083) FBirim-Zaman işaretleri ilgili istatistiğin sırasıyla %10, %5 ve %1 önem düzeyinde 2.101 72 DW N 72 2.203 0.008 72 2.144 0.002 2.689*** 0.477 Evet Evet FE -0.337* (-1.995) 2.118* (1.849) (1.735) 0.454* (3.415) 0.231*** 4 Evet Hayır FE -0.453** (-2.249) 0.363* (1.767) (2.379) 0.272** (2.641) 0.146*** 6 Regresyon Modelleri 72 2.134 0.006 2.424*** 0.451 72 2.219 0.000 6.639*** 0.420 Modele İlişkin İstatistikler Evet Evet FE -0.247* (-2.003) 1.812* (1.877) (1.770) 0.492* (2.926) 0.194*** 5 Bağımlı Değişken: ΔL(Zengin) 72 2.242 0.000 6.821*** 0.497 Evet Hayır FE -0.283* (-1.911) 0.166* (1.685) (1.810) 0.182* (2.353) 0.137** 7 72 2.209 0.008 2.760*** 0.585 Hayır Hayır RE -0.345** (-2.273) 0.174* (1.744) (2.398) 0.220** (4.429) 0.150*** 8 72 2.140 0.076 1.887* 0.347 Hayır Hayır FE -0.119* (-1.800) 0.068* (1.681) (1.724) 0.210* (4.365) 0.143*** 9 72 2.264 0.000 5.319*** 0.733 Hayır Hayır RE -0.671*** (-3.127) -0.959*** (-2.773) (-2.124) -0.237** (4.347) 0.169*** 10 72 1.981 0.002 3.007*** 0.491 Evet Evet FE -0.553*** (-3.215) 0.667** (2.218) (2.357) 0.311** (2.881) 0.126*** 11 Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır. 72 2.180 0.004 0.004 Prob (F) 2.349*** 0.574 0.563 2.543*** 0.543 Evet Hayır FE -0.368* (-2.116) 5.26E+13* (2.011) (2.846) Evet 2.533*** Zaman Etkisi FE Hayır R2 Evet Birim Etkisi -0.443** (-2.365) (2.440) F İstatistiği FE Hayır Uygun Model -0.681*** (-3.011) (2.531) 5.804** (2.879) 0.429*** (2.920) (3.127) 0.416** (2.950) 0.427*** 0.196*** 0.207*** 0.195*** 3 2 1 EC(-1) DoğuBatı ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon) ΔL(İstihdam) ΔL(Nüfus) ΔL(Tasarruf) ΔL(Gelir) ΔL(İGE) ΔL(Finans) Sabit (C) Değişkenler Bağımsız Tablo 11: Zengin Sınıfa İlişkin Model Tahmin Sonuçları Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 307 2.276 72 DW N 72 1.983 0.005 72 2.275 0.481 1.132 0.394 Evet Hayır FE (-1.719) -0.057* (-1.812) -0.068* (1.250) 0.183 (1.738) 0.065* 4 Evet Hayır FE (-1.664) -0.107* (1.811) 0.134* (1.285) 0.187 (1.861) 0.068* 6 Regresyon Modelleri 72 1.986 0.000 4.269*** 0.510 72 2.158 0.002 3.774*** 0.596 Modele İlişkin İstatistikler Evet Evet RE (-2.529) -0.487** (-2.520) -3.104** (1.642) 0.207 (2.487) 0.088** 5 Bağımlı Değişken: ΔL(Yoksul) 7 72 1.913 0.087 1.891* 0.487 Hayır Hayır FE (-1.812) -0.037* (-1.736) -0.040* (1.656) 0.233 (1.402) 0.052 8 72 2.016 0.299 1.226 0.243 Hayır Hayır RE (-0.981) -0.110 (-0.617) -0.131 (1.213) 0.163 (1.940) 0.073* 9 72 1.819 0.197 1.658 0.345 Hayır Hayır FE (-1.510) -0.225 (1.104) 0.149 (1.043) 0.141 (2.120) 0.077** 10 72 2.141 0.042 2.729** 0.673 Hayır Hayır FE (-2.447) -0.641** (-1.816) -1.274* (1.170) 0.150 (2.351) 0.088** 11 72 1.892 0.008 3.009*** 0.553 Evet Evet RE (-2.257) -0.358** (-1.937) -0.241* (1.220) 0.147 (1.885) 0.044* Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır. 72 2.267 0.006 0.000 Prob (F) 3.484*** 0.591 0.594 3.335*** 0.594 4.847*** Hayır Hayır RE (-2.357) -0.336** (2.183) 1.16E+13** (1.565) 0.197 (1.721) 0.058* 3 Evet R2 Evet Zaman Etkisi Hayır F İstatistiği Hayır Birim Etkisi FE (-2.004) (-1.669) FE -0.088* -0.114* (1.681) 0.320* (1.189) (1.267) (1.779) (1.785) 0.179 0.065* 0.064* 0.184 2 1 Uygun Model EC(-1) DoğuBatı ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon) ΔL(İstihdam) ΔL(Nüfus) ΔL(Tasarruf) ΔL(Gelir) ΔL(İGE) ΔL(Finans) Sabit (C) Değişkenler Bağımsız Tablo 12: Yoksul Sınıfa İlişkin Model Tahmin Sonuçları 308 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 0.108* (1.890) (2.906) 2.143 72 DW N 72 2.134 0.002 72 2.170 0.001 3.858*** 0.396 Evet Hayır FE (-1.751) -0.303* (1.728) 0.834* (1.838) 0.175* (1.333) 0.045 4 Evet Hayır FE (-2.588) -0.450** (2.473) 0.205** (1.799) 0.170* (0.798) 0.026 6 Regresyon Modelleri 72 2.250 0.000 4.284*** 0.769 72 1.934 0.001 3.770*** 0.691 Modele İlişkin İstatistikler Evet Evet RE (-2.511) -0.447** (1.749) 0.610* (2.465) 0.176** (1.406) 0.028 5 Bağımlı Değişken: ΔL(Gini) 7 72 2.139 0.035 2.859** 0.611 Hayır Hayır RE (-2.022) -0.343* (2.312) 0.003** (1.900) 0.173* (1.318) 0.033 8 72 1.850 0.075 2.216* 0.354 Evet Hayır FE (-1.893) -0.279* (-1.119) -0.401 (1.726) 0.052* (1.243) 0.042 9 72 1.975 0.014 4.485** 0.615 Hayır Hayır RE (-2.263) -0.441** (-0.759) -0.047 (2.529) 0.159** (1.714) 0.029* 10 72 2.192 0.000 5.273*** 0.710 Hayır Hayır FE (-3.472) -0.725*** (2.443) 0.110** (2.923) 0.177*** (2.093) 0.036** 11 72 1.796 0.042 2.248** 0.574 Evet Evet FE (1.737) 0.512* (2.547) 0.258** (2.367) 0.152** (1.755) 0.041* Not: Δ terimi, ilgili değişkene ait fark operatörünü belirtmektedir. Tabloda yer alan ***, ** ve * işaretleri ilgili test istatistiğinin sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyinde anlamlı olduğunu göstermektedir. Parantez içindeki değerler ilgili katsayıya ait t istatistiklerini yansıtmaktadır. EC terimi, eşbütünleşme denklemlerinden elde edilen hata düzeltme mekanizmasını ifade etmektedir. L, değişkenin logaritmasını; N, gözlem sayısını; FE, sabit etkili modeli ve RE ise tesadüfi etkili modeli yansıtmaktadır. 72 2.178 0.021 0.004 Prob (F) 3.533*** 0.478 0.505 4.068** 0.707 8.446*** Evet Hayır FE (-1.779) -0.213* (1.822) 2.04E+14* (2.345) Hayır R2 Hayır Zaman Etkisi Hayır F İstatistiği Hayır Birim Etkisi RE (-1.875) (-3.201) RE -0.426* -0.655*** (-1.729) -2.319* (1.062) (1.080) (2.086) 0.173*** 0.179** 0.035 0.023 0.033** 3 2 1 Uygun Model EC(-1) DoğuBatı ΔL(Vergi) ΔL(Beklenti) ΔL(Özgürlük) ΔL(Enflasyon) ΔL(İstihdam) ΔL(Nüfus) ΔL(Tasarruf) ΔL(Gelir) ΔL(İGE) ΔL(Finans) Sabit (C) Değişkenler Bağımsız Tablo 13: Gini Değişkenine İlişkin Model Tahmin Sonuçları Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 309 310 Tablo 11’de gösterilen model tahmin sonuçları, finansal kalkınma sürecine bağlı olarak zengin sınıfın gelir düzeyinin arttığını göstermektedir. Finansal kalkınma dinamizminde meydana gelen %1’lik değişim sonucunda zengin sınıfın gelir seviyesinin aynı yönlü olarak %0.427 oranında değişeceğini yansıtan analiz bulguları, vergi değişkeni hariç olmak üzere, modellere dahil edilen her kontrol değişkeninin gerek finansal kalkınma sürecini anlamlı olarak etkilediğini ve gerekse ilgili değişkenin yine anlamlı bir şekilde zengin sınıfın gelirini değiştirdiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, finansal kalkınma düzeyinin yanı sıra insani gelişme potansiyelinde yakalanan bir ivmenin gelir düzeyini yükselttiği sonucuna ulaşılmış, kişi başına düşen gelir düzeyindeki artışların da benzer etkiler yarattığı bulgusuna erişilmiştir. Tasarruf seviyesinin, finansal aktarım kanalları vasıtasıyla zengin sınıfın gelir düzeyini pozitif yönlü etkilediğini gösteren tahmin sonuçları, maliyet avantajı sağlayabilen nüfus artışının da zenginlik olgusuna ilave bir kaynak yarattığını yansıtmıştır. Düşük sayılabilen maliyetler nedeniyle çıktı artışına olanak sağlayan istihdam potansiyelindeki artışlar ile zenginlik düzeyi arasında pozitif yönlü ilişkiler elde edilmiş, yüksek kâr fırsatları doğuran enflasyonist eğilimlerin de bu sürece katkı sağladığı görülmüştür. Bu sonuç, “enflasyon, girişimci sınıfın gelir düzeyini artırabilen bir olgudur” şeklinde ifade edilebilen hipotezin doğruluğunu da teyit eder niteliktedir. Finansal piyasalardaki serbestleşme eğilimleri ile ekonomik yapıya ilişkin genel beklentilerin pozitif bir konjonktürde seyretmesine bağlı olarak zengin sınıfın gelir düzeyinin arttığını ortaya koyan tahminler, doğu ve batı bölgeleri arasındaki artan eşit- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II sizlik nedeniyle zengin sınıfın gelir seviyesinin yükseldiğini göstermiştir. Tek istisnai sonucun vergi düzeyi itibariyle ortaya çıkması, artan vergi oranları dolayısıyla zenginliğin azaldığını ve finansal sisteme olan yönelime ivme kaybettirerek gelir düzeyi üzerinde negatif yönlü etkilere yol açtığını yansıtmıştır. Bu durum, artan vergi oranlarına bağlı olarak zengin sınıf için ikame etkisinin baskın olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Analiz bulgularına ilişkin önemli bir sonuç ise, kişi başına düşen gelir düzeyinin başlangıç değeri ile zengin sınıfın geliri arasındaki ilişkide kendini göstermiş ve ilgili değişkenler arasında pozitif ve istatistiki bakımdan anlamlı bulgular elde edilmiştir. Bu sonuç, zengin sınıfın gittikçe zenginleştiği ve zengin kesim ile diğer kesimler arasında ıraksama sürecinin geçerli olduğu şeklinde ifade edilebilir. Genel olarak belirtmek gerekirse, Granger nedensellik analizi ile model tahmin sonuçlarının birbirini teyit ettiği söylenebilir. Tablo 12’de gösterilen yoksul sınıfa ilişkin model tahmin sonuçları, finansal kalkınma düzeyi ile yoksul sınıfın gelir seviyesi arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını yansıtmış, modele dahil edilen kontrol değişkenlerinin de bu bulguyu değiştirmediği gözlenmiştir. Finansal piyasalara kanalize olamadığı ve bu piyasadan herhangi bir gelir etkisi yakalayamadığı söylenebilen yoksul sınıfın, sadece reel kesime yönelik talep bağlantıları içinde olduğu vurgulanabilir. Diğer taraftan, Granger nedenselliğini teyit eder nitelikteki analiz sonuçları, özgürlük ve beklenti değişkenleri hariç olmak üzere, modellere dahil edilen kontrol değişkenlerinin yoksul sınıfın gelir düzeyini etkilediğini göstermiştir. İnsani gelişme düzeyine bağlı olarak yoksul kesimin gelir seviyesinin yükse- Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi leceğini yansıtan analiz bulguları, artan kişi başına gelir dolayısıyla yoksul sınıfın gelir payının artacağını ortaya koymuştur. Diğer taraftan, tasarruf paradoksu şeklindeki bir sonuca işaret eden tahminler, nüfus artışına bağlı olarak yoksul sınıfın gelir düzeyinde azalma olacağını göstermiştir. Bu durumun, istihdam oranlarındaki artış paralelinde bir ölçüde telafi edilebileceği görülmüş, ancak yüksek enflasyon dolayısıyla ortaya çıkacak net etkinin istenen sonuca ulaşmayı engelleyeceği gözlenmiştir. İlgili sonuç, “enflasyon, sabit gelirlilerin aleyhine işleyen bir olgudur” şeklinde ifade edilebilen hipotezi teyit eder niteliktedir. Finansal sistemdeki özgürlükçü eğilimleri ve ekonomik yapıya ilişkin genel beklentileri önemsemediği söylenebilen yoksul sınıfın, vergi oranlarındaki artıştan olumsuz yönde etkileneceği de belirtilebilir. Bu durum, artan vergi oranlarına bağlı olarak yoksul sınıf için de ikame etkisinin baskın olabileceği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca analiz sonuçları, doğu ve batı bölgeleri arasındaki artan eşitsizlikler dolayısıyla yoksul sınıfın gelir düzeyinin azalacağını da göstermiştir. İlaveten analiz bulgularına ilişkin önemli bir sonuç ise, kişi başına düşen gelir düzeyinin başlangıç değeri ile yoksul sınıfın geliri arasındaki ilişkide kendini göstermiş ve ilgili değişkenler arasında pozitif ve istatistiki bakımdan anlamlı bulgular elde edilmiştir. Bu sonuç, yoksul sınıfın gittikçe yoksullaştığı ve yoksul kesim ile diğer kesimler arasında ıraksama sürecinin geçerli olduğu şeklinde ifade edilebilir. Bu sonuçlar paralelinde, zengin sınıfa ilişkin değişken katsayılarının yoksul sınıfa ilişkin değişken katsayılarına kıyasla daha baskın olması, iki sınıf arasında gelir eşitsizliği boyutunun gittikçe arttığını göstermektedir. 311 Tablo 11 ve Tablo 12’de ulaşılan sonuçları teyit edebilmek amacıyla gini değişkeninin bağımlı değişken olarak ele alındığı Tablo 13, yapılan analizlerin geçerliliğini ve sağlamlığını kanıtlar nitelikte bulgular ortaya koymuş, finansal kalkınma süreci ve bu sürece etki edebilecek olan kontrol değişkenleri yardımıyla gelir eşitsizliklerinin arttığı sonucunu yansıtmıştır. Analiz sonuçlarına göre, finansal kalkınma düzeyine bağlı olarak gelir adaletinin bozulduğu anlaşılmış, insani gelişme sürecindeki iyileşmeler paralelinde bu eşitsizliklerin azaldığı görülmüştür. Ancak, zengin sınıfa ilişkin insani gelişme düzeyinin yoksul sınıfa ilişkin insani gelişme düzeyine kıyasla daha baskın olması, gelir eşitsizliklerinin artacağı yönünde kuvvetle muhtemel olasılıkları gündeme getirmiştir. Gelir değişkenine ilişkin katsayının pozitif ve istatistiki bakımdan anlamlı olması, ifade edilen sonucu destekler niteliktedir. Özgürlük ve beklenti değişkenleri hariç olmak üzere, diğer kontrol değişkenlerinin pozitif ve istatistiki bakımdan anlamlılığı, zengin ve yoksul sınıf arasında kapanması mümkün görünmeyen gelir eşitsizliklerinin artacağı yönünde güçlü sinyallerin algılanmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan, ilgili değişkenler arasında eşbütünleşik ilişkilerin elde edilmesi dolayısıyla modellere hata düzeltme parametresi, EC, eklenmiş ve bu parametrenin beklentileri karşılar nitelikte negatif ve istatistikî bakımdan anlamlı değerler aldığı saptanmıştır. Bu durum, kısa dönemde gelir dağılımı bağlamında ortaya çıkabilecek olan makroekonomik dengesizliklerin uzun dönemde giderilebilme ihtimalini ortaya çıkarmakla birlikte, katsayıların oldukça düşük değerler alması dolayısıyla sürecin çok uzayabilece- 312 ğini yansıtmaktadır. Diğer taraftan, modellerdeki belirlilik katsayılarının orta seviyede bir açıklama gücünü yansıtması, modellerin bir bütün olarak istatistikî bakımdan anlamlı olmaları ve otokorelasyon problemlerinin ortaya çıkmaması tutarlı sonuçlara ulaşıldığının bir kanıtı niteliğindedir. 4. Sonuç Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde İBBS-1 düzeyi dikkate alınarak 12 bölge için 2006-2012 dönemi itibariyle finansal kalkınma ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiler panel veri analizleri yardımıyla araştırılmıştır. Uzun dönemli ilişkileri tespit edebilmek amacıyla uygulanan eşbütünleşme analiz sonuçları, birinci model itibariyle üç ve ikinci model itibariyle beş eşbütünleşme vektörü elde edilmesinden dolayı eşbütünleşik ilişkilerin geçerli olduğunu ortaya koymuştur. Granger nedensellik analizi sonuçları, modelde dikkate alınan bazı değişkenler arasında en azından tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin geçerli olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca, finansal sektörün zengin ve yoksul sınıfların gelir düzeyini ve buradan hareketle de gelir dağılımını etkilediğini gösteren nedensellik bulguları, özgürlük ve geleceğe ilişkin beklenti gibi değişkenlerin yoksul sınıf için önemli olmadığını da yansıtmıştır. Model tahmin sonuçları, finansal kalkınma sürecine bağlı olarak zengin sınıfın gelir düzeyinin arttığını ve kontrol değişkenlerinin de bu sürece pozitif bir ivme kazandırdığını göstermiştir. Yoksul sınıfa ilişkin model tahmin sonuçları ise, finansal kalkınma düzeyi ile yoksul sınıfın gelir seviyesi arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını yansıtmış, modele dahil edilen kontrol değişkenlerinin de T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II bu bulguyu değiştirmediğini ortaya koymuştur. Zengin sınıfa ilişkin değişken katsayılarının yoksul sınıfa ilişkin değişken katsayılarına kıyasla daha baskın olması, iki sınıf arasında gelir eşitsizliği boyutunun gittikçe arttığını göstermiş, ifade edilen bulgular gini değişkeni itibariyle de teyit edilmiştir. Dolayısıyla, zengin ve yoksul sınıf arasında güçlü bir ıraksama eğiliminden ve artan gelir adaletsizliğinden bahsetmek olasıdır. Sonuçlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye ekonomisinde yaşanan büyüme dinamizminin yoksulluğu azaltamadığı ve zengin ile yoksul sınıf arasındaki gelir adaletsizliğinin arttığı söylenebilir. Dolayısıyla, büyümenin nimetlerinin toplumda eşit şekilde dağıtılmaması, acımasız büyüme sürecinin yaşandığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilmektedir. Kişi başına düşen gelir, eğitim, sağlık ve çeşitli kalkınma göstergelerinde yaşanan iyileşmeler dolayısıyla insani gelişme düzeyinin artmasına paralel olarak sınıflar arasındaki gelir eşitliği her ne kadar hızlanma eğilimi sergilese de, bu aktarımın daha baskın olarak zengin sınıf lehinde işlediği görülmektedir. Kalkınma sürecini sekteye uğratan bu yapı, genişleyen dalgalar halinde bıçak sırtı dengeden uzaklaşılmasına yol açmaktadır. Özellikle yetersiz tasarruf birikimi bu süreçte başat rol oynayan faktörlerden biri olarak değerlendirilebilir. Artan nüfus baskısı ve optimum olmayan vergi uygulamalarının da eşlik ettiği bu yapı, yoksul ve zengin sınıf arasındaki gelir uçurumunu şiddetlendirmektedir. Öyle ki, istihdam artışları bile bu negatif konjonktürü tersine çevirememekte ve adeta işsiz büyüme olgusuna yol açar bir süreçle yoksulluğu şiddetlendirmektedir. Enflasyonist dönemlerde gelir düzeylerini artırabilen Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi zengin sınıfın, sabit gelirliler aleyhine büyüyebilmesi, toplumsal ıraksamaya neden olan sonuçları da beraberinde getirebilmektedir. Bununla birlikte, kalkınma süreci bakımından doğu-batı ayrımının çok defa vurgulandığı ülkemizde, bu ayrıma bağlı olarak yoksulluğun şiddetlendiği analiz sonuçları itibariyle belirtilebilir. Modelde dikkate alınan değişkenler ve bu değişkenlerin sergilediği belirli kısıtlar ve ilgili zaman dönemi çerçevesinde genel olarak, kalkınmada öncelikli yörelerin daha etkin bir politika uygulamaları doğrultusunda tespit edilerek her bölgeye uygun bir 313 ekonomi politikasını uygulayan, gelir dağılımında adaleti sağlayan, beşeri gelişmeyi ön planda tutarak insan sermayesine ağırlık veren, tasarruf hacmini artırmayı amaçlayan ve dolayısıyla finansal sektörünü genişleten, finansal sektördeki gelişme nimetlerini toplumun her kesimine aktaran, ekonomik büyüme ile birlikte istihdam yaratan, vergiyi tabana yayarak gelir düzeyine göre uygun vergi oranları belirleyen ve enflasyonist eğilimlerden nemalanmayan ekonomik yapılanmaların, yoksulluk sorunun çözümü için etkin sonuçlar verebileceği söylenebilir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 314 KAYNAKÇA Aghion, P. ve Bolton, P. (1997). A Theory of Trickle-Down Growth and Development. The Review of Economic Studies. 64(2), 151-172. Çınar, S. (2010). OECD Ülkelerinde Kişi Başına GSYİH Durağan Mı? Panel Veri Analizi. Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi. 29(2), 591-601. Banerjee, A. V. (2001). Contracting Constrains, Credit Markets and Economic Development. MIT Department of Economics Working Paper. No: 02-17. Enowbi-Batuo, M., Guidi, F. ve Mlambo, K. (2010). Financial Development and Income Inequality: Evidence from African Countries. MPRA Working Paper. No: 25658. Banerjee, A. V. ve Newman, A. F. (1993). Occupational Choice and the Process of Development. Journal of Political Economy. 101(2), 274-298. Fry, M. J. (1978). Money and Capital or Financial Deepening in Economic Development?. Journal of Money, Credit and Banking. 10, 464-475. Beck, T., Demirgüç-Kunt, A. ve Levine, R. (2004). Finance, Inequality and Poverty: Cross-Country Evidence. NBER Working Paper. No: 10979. Fry, M. J. (1995). Money, Interest and Banking in Economic Development. Second Edition. London: John Hopkins University Press. Beck, T., Demirgüç-Kunt, A. ve Levine, R. (2007). Finance, Inequality and the Poor. Journal of Economic Growth. 12(1), 27-49. Galor, O. ve Zeira, J. (1993). Income Distribution and Macroeconomics. The Review of Economic Studies. 60(1), 35-52. Bittencourt, M. (2010). Financial Development and Inequality: Brazil 1985-1994. Economic Change and Restructuring. 43(2), 113-130. Galor, O. ve Moav, O. (2004). From Physical to Human Capital: Inequality and the Process of Development. The Review of Economic Studies. 71(4), 1001-1026. Chandavarkar, A. (1992). Of Finance and Development: Neglected and Unsettled Questions. World Development. 20, 133-142. Gimet, C. ve Lagoarde-Segot, T. (2011). A Closer Look at Financial Development and Income Distribution. Journal of Banking & Finance. 35(7), 1698-1713. Charemza, W. W. ve Deadman, D. F. (1993). New Directions in Econometric Practice. UK: Edward Elgar Publishing. Clarke, C. R. G., Xu, L. C. ve Zou, H. (2006). Finance and Income Inequality: What Do the Data Tell Us?. Southern Economic Journal. 72(3), 578-596. Goldsmith, R. (1969). Financial Structure and Development. New Haven: Yale University Press. Granger, C. W. J. (1964). Spectral Analysis of Economic Time Series. New Jersey: Princeton University Press. Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 315 Granger, C. W. J. (1969). Investigating Causal Relations by Econometric Models and Cross-Spectral Methods. Econometrica. 37(3), 424-438. Kao, C. (1999). Spurious Regression and Residual-Based Tests for Cointegration in Panel Data. Journal of Econometrics. 90(1), 1-44. Greenwood, J. ve Jovanovic, B. (1990). Financial Development, Growth and Distribution of Income. Journal of Political Economy. 98(5), 1076-1107. Kappel, V. (2010). The Effects of Financial Development on Income Inequality and Poverty. CER-ETH Working Paper. No: 10/127. Hamilton, J. D. (1994). Time Series Analysis. New Jersey: Princeton University Press. Jalilian, H. ve Kirkpatrick, C. (2001). Financial Development and Poverty Reduction in Developing Countries. Finance and Development Research Programme Working Paper. No: 30. Jalilian, H. ve Kirkpatrick, C. (2005). Does Financial Development Contribute to Poverty Reduction?. The Journal of Development Studies. 41(4), 636-656. Jauch, S. ve Watzka, S. (2011). Financial Development and Income Inequality. CESifo Working Paper. No: 3687. Jaumotte, F., Lall, S. ve Papageorgiou, C. (2013). Rising Income Inequality: Technology or Trade and Financial Globalization?. IMF Economic Review. 61(2), 271309. Jeanneney, S. G. ve Kpodar, K. (2011). Financial Development and Poverty Reduction: Can There Be a Benefit without a Cost?. The Journal of Development Studies. 47(1), 143-163. Kanberoğlu, Z. ve Arvas, M. A. (2014). Finansal Kalkınma ve Gelir Eşitsizliği: Türkiye Örneği, 1980-2012. Sosyoekonomi. 21(1), 105-122. Kim, D. H. ve Lin, S. C. (2011). Nonlinearity in the Financial Development-Income Inequality Nexus. Journal of Comparative Economics. 39(3), 310-325. Kutlar, A. (2007). Ekonometriye Giriş. 1. Baskı. Ankara: Nobel Yayınları. Kuznets, S. (1955). Economic Growth and Income Inequality. American Economic Review. 45, 1-28. Lau, E., Chye, X. H. ve Choong, C. K. (2011). Energy-Growth Causality: Asian Countries Revisited. International Journal of Energy Economics and Policy. 1(4), 140-149. Law, S. H. ve Tan, H. B. (2009). The Role of Financial Development on Income Inequality in Malaysia. Journal of Economic Development. 34(2), 153-168. Lee, C. C. (2005). Energy Consumption and GDP in Developing Countries: A Cointegrated Panel Analysis. Energy Economics. 27(3), 415-427. Levine, R. (1997). Financial Development and Economic Growth: Views and Agenda. Journal of Economic Literature. 35, 688-726. 316 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Lewis, A.(1955). The Theory of Economic Growth. London: Allen and Unwin. with Multiple Regressors. Oxford Bulletin of Economics and Statistics. 61(S1), 653-670. Liang, Z. (2006). Financial Development and Income Distribution: A System GMM Panel Analysis with Application to Urban China. Journal of Economic Development. 31(2), 1-21. Perez-Moreno, S. (2011). Financial Development and Poverty in Developing Countries: A Causal Analysis. Empirical Economics. 41(1), 57-80. Lucas, R. E. (1988). On the Mechanics of Economic Development. Journal of Monetary Economics. 22, 3-42. Mathieson, D. J. (1980). Financial Reform and Stabilization Policy in a Developing Economy. Journal of Development Economics. 7, 359-395. Mckinnon, R. I. (1973). Money and Capital in Economic Development. Washington: Brookings Institution. Mookerjee, R. ve Kalipioni, P. (2010). Availability of Financial Services and Income Inequality: The Evidence from Many Countries. Emerging Markets Review. 11(4), 404-408. Patrick, H. T. (1966). Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped Countries. Economic Development and Cultural Change. 14, 174-189. Pedroni, P. (1999). Critical Values for Cointegration Tests in Heterogeneous Panels Rajan, R. G. ve Zingales, L. (2003). Saving Capitalism from the Capitalists. New York: Crown Business. Robinson, J. (1952). The Rate of Interest and Other Essays. London: Macmillian. Roubini, N. ve X. Sala-i-Martin (1992). Financial Repression and Economic Growth. Journal of Development Economics. 39, 5-30. Schumpeter, J. A. (1911). The Theory of Economic Development. Cambridge: Harvard University Press. Shahbaz, M. ve Islam, F. (2011). Financial Development and Income Inequality in Pakistan: An Application of ARDL Approach. MPRA Working Paper. No: 28222. Shaw, E. S. (1973). Financial Deepening in Economic Development. London: Oxford University Press. Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi 317 ÖZ Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Elektrik enerji girdisinin sürdürülebilir ekonomik büyüme ve endüstriyel kalkınma için önemi sıklıkla vurgulanmaktadır. Endüstriyel kalkınma ve yüksek yaşam standartları isteği elektrik talebini artırmaktadır. Literatürde, elektrik tüketimi-ekonomik büyüme ilişkisi sıklıkla incelenmiş olsa da ilişkinin yönü konusunda farklı görüşler öne sürülmüştür. Bu çalışmada, 1980-2011 dönemi için OECD üyesi G-11 ülkeleri örneğinde, elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki Cobb-Douglass üretim fonksiyonu yardımıyla, sermaye birikimi ve işgücü değişkenleri de kullanılarak panel eşbütünleşme yardımıyla test edilmiştir. Nedenselliğin yönünü tespit etmek için Panel Granger nedensellik testi uygulanmıştır. Ampirik bulgulara göre; elektrik tüketimi, sermaye birikimi ve işgücü değişkenlerinin ekonomik büyümeyi teorik beklentilerimizle uyumlu olarak pozitif yönde etkilediği görülmüştür. Nedensellik testi sonuçlarına göre ise, uzun dönemde elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasında çift yönlü nedenselliğin olduğu bulgusu elde edilmiştir. JEL Sınıflaması: C33, O1, Q4 Anahtar Kelimeler: Elektrik Tüketimi, Ekonomik Büyüme, G-11 Ülkeleri, Panel Eşbütünleşme, Bootstrap Panel Nedensellik ABSTRACT The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth: Co-integration and Causality Application in the Case of G-11 Countries The importance of electrical energy input for sustainable economic growth and industrial development is often highlighted. The desire for industrial development and high living standards has increased the demand for electricity. Although the relationship between electricity consumption and economic growth has been often examined, different views have been argued about the direction of this relationship. In this study, in the case of G11 countries of OECD during the period 1980-2011, the relationship between electricity consumption and economic growth through Cobb-Douglass production function and the relationship between capital accumulation and labor force variables through panel co-integration were tested. Panel Granger causality test was applied to determining the direction of the causality. According to empirical findings, the positive impact of electricity consumption, capital accumulation and labor force on economic growth were observed in accordance with our theoretical expectations. Morever, the results of causality test in the long-run reveal that there is a bidirectional causality relationship between electricity consumption and economic growth. JEL Classification: C33, O1, Q4 Keywords: Electricity Consumption, Economic Growth, G-11 Countries, Panel Co-integration, Bootstrap Panel Causality Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 319 Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Doç. Dr. Halil Altıntaş* Doç. Dr. Mehmet Mercan** G İRİŞ Ekonomik büyüme süreci, enerjiye bağımlılık göstermesinden dolayı büyüme sürecinde elektrik enerjisi önemini gittikçe artırmakta ve elektrik enerjisi tüketim ve üretim sürecinde vazgeçilmez faktörlerden biri sayılmaktadır (Abbas ve Choudhury, 2013, s.539). Ekonomistler arasında ekonomik gelişmenin enerji tüketiminden* önce geldiği veya tek başına enerjinin ekonomik gelişmenin uyarıcısı olup olmadığı merak uyandırmış ve bu bağlamda enerji tüketimi ile gelir istihdam ve enerji fiyatları gibi ekonomik değişkenler arasındaki ilişkiler analiz edilmeye başlanmıştır (Acaravcı ve Öztürk, 2010, s.604). Günümüzde * Erciyes Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü haltintas@erciyes.edu.tr ** Hakkari Üniversitesi İİBF Ekonomi ve Finans Bölümü mercan48@gmail.com Gönderim Tarihi: 28.10.2014 Kabul Tarihi: 16.03.2015 hızlı büyüme ve teknolojik yenilikler sürdükçe elektrikle birlikte enerji kaynaklarının kullanımının artması ve enerji kaynaklarına yönelik talebin sürmesi kaçınılmaz olacaktır (Zaman ve diğerleri, 2012, s.624). Enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalarda nedenselliğin yönü konusunda bir uzlaşının mevcut olmadığını ifade edilmektedir (Payne, 2010). Ülke koşullarının heterojen olması, enerji tüketim modellerinin ve her bir ülkenin ekonomik kalkınma düzeylerinin farklılık göstermesi, kullanılan ekonometrik * Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA, 2014) göre enerji tüketimi, birincil enerji kullanımının diğer yakıt kullanımına dönüşmeden önceki kullanımını ifade etmektedir. Bir ülkenin enerji tüketimi yerli enerji üretimi, enerji ithalat ve stok değişimi toplamından uluslararası taşımacılıkla uğraşan uçak ve gemilere arz edilen yakıtlar ile enerji ihracatının çıkarılması şeklinde hesaplanmaktadır. Ampirik çalışmalarda elektrik tüketimi incelenirken enerji tüketimi de dikkate alınarak analizler yapılmaktadır. 320 yöntem, modele dahil edilmeyen değişkenlerin varlığı ve farklı dönemlerin kullanılması gibi özellikler farklı sonuçların elde edilmesinde etkili olduğunu ifade etmiştir. Enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi tek ülke düzeyinde inceleyen çalışmalarda temel problemin, dönemin kısa olması durumunda geleneksel birim kök testleri ile Johansen (1988) eşbütünleşme testinin uygulanması halinde, sonuçların sapmalı ve hatalı olacağı ifade edilmektedir (Campbell ve Perron, 1991; Perron, 1991; Narayan ve Smyth, 2009). Ayrıca iki değişkenli modellerin modele alınmayan değişkenlerden dolayı hatalı sonuçlar verebileceği vurgulanmaktadır (Chang ve diğerleri, 2001; Stern, 2000). Bu nedenle son yıllarda yapılan ampirik çalışmalarda enerji kullanımı ve ekonomik büyümeye yanında işsizlik (Chang ve diğerleri, 2001; Narayan ve Smyth, 2005), sermaye birikimi ve işgücü (Stern, 1993), enerji fiyatları (Masih ve Masih, 1997; Asafu-Adjaye, 2000) ihracat (Sami, 2011; Narayan ve Smyth, 2005) gibi açıklayıcı değişkenler modele eklenerek tahmin gücü artırılmaya çalışılmaktadır. Literatürde eleştiri konusu olan metodolojik eksiklikler dikkate alınarak elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin incelendiği bu çalışmamada, sabit sermeye birikimi ve işgücü değişkenleri kontrol değişkenler olarak modele eklenmiş ve panel veri yöntemiyle tahminler yapılmıştır. Ayrıca çalışmada, yatay kesit bağımlılığı (bir ülkede meydana gelen bir makroekonomik şokun diğer ülkeleri etkilediği varsayımı) ve yapısal kırılmaları dikkate alan panel eşbütünleşme analizi yöntemleri kullanılmıştır. Diğer taraftan son yıllarda elek- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II trik tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisini panel veri analizi ile araştıran çalışmaların [(Narayan ve diğerleri, (2010), Bildirici ve Kayıkcı (2012) Ciarreta ve Zarraga (2010) Apergis ve Payne (2011) Chen ve diğerleri, (2007) ve Acaravcı ve Öztürk (2010)] sayıca az olması bu çalışmanın yapılması konusundaki motivasyonu artırmıştır. Bu çalışmaların bazılarında [(Chen ve diğerleri (2007); Acaravcı ve Öztürk (2010) Bildirici ve Kayıkcı (2012)] iki değişkenli (elektrik tüketimi-ekonomik büyüme) modeller tahmin edilirken, bazı çalışmalarda (Narayan ve Smyth (2009); Ciarreta ve Zarraga (2010); Apergis ve Payne (2011)] üç değişkenli modeller tahmin edilmiş ve enerji fiyatları, ihracat, işgücü ve sermaye gibi değişkenler kullanılmıştır. Bu çalışma, elektrik tüketimi -ekonomik büyüme- ilişkisi üç farklı değişken (elektrik tüketimi, sabit sermaye ve işgücü) kullanarak panel yöntem metodolojisiyle araştıracak ve literatüre bu yöndeki katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmanın amacı, 1980-2011 dönemi için OECD üyesi olan G-11 ülkelerinde (Belçika, İsveç, İsviçre, Japonya, İtalya, Almanya, Fransa, Kanada, Hollanda, İngiltere ve ABD) üretim faktörleri işgücü ve sabit sermaye birikimi değişkenlerine elektrik tüketimi değişkeni ekleyerek ekonomik büyüme üzerindeki etkisi, yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme ve farklı nedensellik testleriyle araştırmaktır. Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Girişi takip eden ikinci bölümde G-11 ülkelerine ait elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme verileri analiz edilmiştir. Üçüncü bölümde ise teorik çerçeve ve ülke ve ülke gruplarına ait literatür taramasına yer veril- Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması miştir. Dördüncü bölümde çalışmada kullanılan değişkenler ve analizde kullanılacak model tanıtılmış ve analizlerin bulguları sunulmuştur. Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme ve politika önerilerine yer verilmiştir. 1. G-11 ÜLKELERİ ELEKTRİK TÜKETİMİ VE EKONOMİK BÜYÜME ABD Uluslararası Enerji İdaresi (EIA) tarafından verilen bilgilere göre OECD (34 ülke) ülkelerinin 2000-2011 döneminde elektrik üretimi yüzde 10.5 artarken aynı 321 dönemde elektrik tüketiminde yüzde 12.1 oranında artış gerçekleşmiştir. (IEA, 2014). 2000-2011 yılları arasında 2005 yılı sabit fiyatlarıyla OECD ülkelerinde ortalama yüzde 17.8 oranında ekonomik büyüme gerçekleşmiştir. Araştırmamıza konu olan G-11 ülkelerinin 2011 yılı itibariyle ortalama olarak kişi başı geliri (sabit fiyatlarla) 39287.35 ABD doları ve kişi başı elektrik tüketimi 9072.1 kilowatt saattir (Worldbank, 2014; OECD, 2014). G-11 ülkelerinin 2000-2011 dönemi arasında son 12 yıllık ortalama kişi başı elektrik tüketimi ve ortalama kişi başı gelir artış oranı Tablo 1’de gösterilmektedir. Tablo 1: G-11 Ülkeleri Ortalama Kişi Başı Gelir ve Kişi Başı Elektrik Tüketimi Artışı G-11 Ülkeleri Belçika İsveç İsviçre Japonya İtalya Almanya Fransa Kanada Hollanda İngiltere ABD Kişi Başı Gelir Artışı (%) Kişi Başı Elektrik Tüketimi Artışı (%) 0.988 1.637 1.056 0.726 0.119 1.377 0.762 1.181 1.096 1.361 0.858 0.137 -0.761 0.322 0.097 0.535 0.742 0.002 -0.051 0.811 -0.681 0.013 Not: Kişi Başı Gelir 2005 yılı sabit fiyatlarla temel alınan satınalma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. Kişi başı elektrik tüketimi kWh olarak ölçülmektedir. Değerler, Yazarlar tarafından hesaplanmıştır. Kaynak: Worldbank (2014) World Development Indicators 2014. http://databank.worldbank.org/data/views/variableSelection/selectvariables. aspx?source=world-development-indicators# (Erişim Tarihi 11.02.2014). OECD (2014) Annual National Account, Gross Domestic Product, http://stats.oecd.org/ Erişim Tarihi 11.02.2014) Tablo 1 incelendiğinde son 12 yıl boyunca 6 ülke ortalama olarak kişi başı gelirde %1’in üzerinde artış sağlamıştır. Gelir artışında en yüksek artış sağlayan 3 ülke sırasıyla, İsveç, Almanya, İngiltere, olurken, en düşük gelir artışı sağla- yan 3 ülke ise sırasıyla İtalya, Japonya ve Fransa’dır. 3 ülkenin kişi başı elektrik tüketiminde ise [(İsveç (%-0.761), Kanada (%-0.051) ve İngiltere (%-0.681)] azalış gözlenmektedir. Elektrik tüketiminde son 12 yılda en yüksek ortalama artış Hollan- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 322 da’da (%0.811), Almanya’da (% 0.742) ve İtalya’da (% 0.535) gerçekleşmiştir. Tablo 2’de 2012 yılına ilişkin G-11 ülkelerinin elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme düzeylerini etkileyebilecek çeşitli göstergeler yer almaktadır. Tablo 2: G-11 Ülkeleri: Gelir, Elektrik Tüketimi, Sermaye Birikimi ve İşgücü G-11 Ülkeleri Kişi Başı Gelira (ABD dolar) OECD GSYIH/ GSYİHb (%) Sabit Sermaye Birikimi/ GSYIH (%) Toplam İşgücü (bin) Kişi Başı Elektrik Tüketimic Enerjiye Bağımlılıkd (%) Şehirleşme Oranıe (%) Belçika 36514.73 1.08 20.36 4.902 8021.3 71.27 97.51 İsveç 43854.41 1.10 18.96 5.824 14030.1 28.53 85.35 İsviçre 54993.90 1.16 20.10 4.640 7928.3 50.43 73.78 Japonya 36938.00 12.52 21.17 65.281 7847.8 93.97 91.72 İtalya 28356.29 4.59 17.91 25.658 5392.7 79.39 68.58 Almanya 37536.53 8.16 17.64 42.522 7080.9 59.88 74.07 Fransa 34239.89 5.97 19.77 30.126 7289.0 47.11 86.25 Kanada 35992.13 3.33 22.30 19.341 16405.7 -66.16 80.76 Hollanda 40608.78 1.80 17.01 11.577 7035.6 17.25 83.51 İngiltere 37790.25 6.34 14.34 32.377 5516.3 39.30 79.76 45335.897 37.81 18.64 158.686 13246.0 15.04 82.6 ABD Not: Değerler 2012 yılına aittir. aKişi Başı Gelir 2005 yılı sabit fiyatlarla temel alınan satınalma gücü paritesine göre hesaplanmıştır. b2005 yılı sabit fiyatlarla. c2011 yılına ait kişi başına düşen kilowat saat (kWh) elektrik tüketimini göstermektedir. dToplam kullanılan enerji içinde ithal edilen kısmı göstermektedir.Pozitif değer ülkenin net enerji ithalatçısı, negatif değer ise net enerji ihracatçısı olduğunu göstermektedir eToplam nüfusun şehirlerde ikamet eden kısmını göstermektedir. Kaynak: Worldbank (2014) World Development Indicators 2014 11.02.2014 tarihinde http://databank.worldbank.org/data/views/ variableSelection/selectvariables.aspx?source=world-development-indicators# adresinden erişildi. 2012 yılı itibariyle G-11 ülkelerinin 34 OECD ülkesi içinde 2005 yılı fiyatlarıyla toplam GSYİH içindeki payı yüzde 75.6, sabit sermaye birikimindeki payı yüzde 81.1, elektrik tüketiminde payı (2011 yılı için) yüzde 80.5, toplam işgücündeki payı yüzde 75.5 ve toplam enerji tüketimindeki payı yüzde 77.4’tür (OECD, 2014; Worldbank, 2014). Tablo 2 incelendiğinde 2011 yılı için en yüksek kişi başı elektrik tüketimi Kanada’da (16405 kWh) en düşük İtalya’da (5392 kWh) gerçekleşmiştir. Kişi başı en yüksek gelire sahip ülke ise 54993 dolar ile İsviçre, en düşük ülke ise 28356 dolar ile İtalya’dır. Sabit sermaye birikiminin GSYİH’ya oranı en yüksek ülkeler Kanada, Japonya, Belçika ve İsviçre olarak sıralanmakta ve bu ülkelerin oranı yüzde 20’lerin üzerindedir. Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması ABD’nin işgücü sayısı (158 milyon) beş ülkenin (İtalya, Almanya, Kanada, Hollanda ve İngiltere) sahip olduğu toplam işgücüne neredeyse eşittir. Şehirleşme oranı en yüksek ülkeler (yüzde 90’ların üzerinde) Belçika ve Japonya olurken, en düşük ülkeler (yüzde 70’lerin üzerinde) İsviçre ve Almanya’dır. Kanada dışında tüm ülkelerin enerjiye bağımlı oldukları, en yüksek enerjiye bağımlılığın Japonya’da (yüzde 93.3) en düşük enerjiye bağımlılığın yüzde 15 ile ABD olduğu görülmektedir. Şehirleşme oranı ve sabit sermaye birikimindeki artışın elektrik tüketimini artıracağı kesin olarak söylense de, elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ne yönde gelişeceği ampirik uygulamalarla belirlenmektedir. 2. TEORİK VE AMPİRİK LİTERATÜR Mevcut literatüre göre elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki dört kategoride analiz edilmektedir: Bunlar; büyüme hipotezi, koruma hipotezi, geri besleme hipotezi ve yansızlık hipotezidir. Büyüme hipotezi elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru nedensel ilişkinin varlığında geçerlidir. Bu hipotez, elektrik tüketiminin ekonomik büyümeyi canlandırdığı ve ekonomik büyümenin enerjiye bağımlı olduğu şeklinde değerlendirilmektedir. Ayrıca elektrik tüketiminin işgücü ve sermaye kullanımıyla büyümenin tamamlayıcı unsurlarından biri olduğu, elektrik tüketimini azaltmaya yönelik politikalar ile elektrik arzında yaşanan daralmaların ekonomik büyümeyi engelleyeceği vurgulanmaktadır. Koruma hipotezi ekonomik büyümeden elektrik tüketimine doğru nedensel ilişkinin varlığında geçerlidir. Bu hipotezde elektrik tüketimini 323 azaltmaya yönelik korumacı politikaların ekonomik büyüme üzerinde ters bir etkiye neden olamayacağı ifade edilmektedir. Bu ilişkide, ekonomik büyümenin elektrik tüketimine düşük düzeyde bağımlı olduğu ve elektrik dağıtımının ekonomi üzerine etkisinin sınırlı olacağı anlamına gelmektedir. Geri besleme hipotezi (feedback hypotesis) elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasındaki iki yönlü ilişkinin olabileceği durumu yansıtmaktadır. Hipotez, elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasında karşılıklı bağımlılık ilişkisinin bulunduğunu ve birbirlerinin tamamlayıcıları olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı elektrik tüketimindeki bir azalma, büyüme hipotezinde olduğu gibi ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyecektir. Elektrik tüketiminin büyüme üzerinde nispi olarak ihmal edilebilir düzeyde bir faktör olduğunu ileri süren sonuncu hipotez, yansızlık hipotezidir (neutrality hypothesis). Elektrik tüketimiyle ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisinin yokluğu, yansızlık hipotezine işaret etmekte ve enerji tüketiminin büyüme üzerinde çok küçük bir etkiye veya hiç etkiye sahip olmadığını göstermektedir (Apergis ve Payne, 2009; Esso, 2010; Payne, 2010; Behmiri ve Manso, 2012). Ampirik çalışmalarda elde edilen sonuçlar, ülkelerde uygulanan enerji politikalarına, incelenen döneme, ekonometrik yöntemlere ve kullanılan değişkenlere bağlı olarak farklı sonuçlar vermiş ve nedenselliğin yönü farklılık arz etmiştir. Kraft ve Kraft (1978), 1947-1974 dönemi için ABD’de ekonomik büyümeden enerji tüketimine doğru tek yönlü nedensellik ilişkisini destekleyen çalışmasıyla enerji tüketimi ve büyüme konusundaki çalışmalara öncülük etmiştir. Bu T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 324 çalışmadan sonra enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini inceleyen çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda toplam enerji, elektrik, ham petrol, doğal gaz, kömür, nükleer enerji ve yenilenebilir enerji gibi farklı enerji kaynakları kullanılmıştır. Elektrik üretimi ve ekonomik büyümeyle ilgili yapılan ampirik çalışmaları üç kategoride toplamak mümkündür: Birincisi, tek ülkeyi dikkate alan çalışmalar, ikincisi, çok sayıda ülkeyi tek tek inceleyen çalışmalar, üçüncüsü panel metodolojisi altında çok sayıda ülkeyi birlikte inceleyen çalışmalar. Payne (2010) elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme ara- sındaki nedensel ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmalardaki toplam 74 ülke için yapılan sonuçları kapsamlı bir şekilde incelemiş ve sınıflandırmıştır. Yazar, ampirik çalışmaların yüzde 31.15’inin yansızlık hipotezini, yüzde 27.87’sinin korumacı hipotezini, yüzde 22.95’inin büyüme hipotezini ve yüzde 18.03’ünün geri besleme hipotezini desteklediği sonucuna ulaşmıştır. Tablo 3’de elektrik tüketimi ve büyüme arasındaki nedensel ilişkiyi inceleyen çalışmalar dönem, ülke, metodoloji ve temel bulgular dikkate alınarak topluca gösterilmektedir. Tablo 3: Elektrik Tüketimi-Ekonomik Büyüme: Literatür Özeti Yazar(lar) Dönem Ülke(ler) Metodoloji Temel Bulgular Tek Ülkeli Çalışmalar Ghosh (2002) 19501997 Hindistan VAR, HDM (hata düzeltme modeline dayalı) Granger nedensellik testi GDP→EC Shiu ve Lam (2004) 19712000 Çin VAR, HDM nedensellik testi EC→GDP Altınay ve Karagöl (2005) 19502000 Türkiye VAR, Dolado–Lutkepohl Granger nedensellik testi EC→GDP Yoo (2005) 19702002 Kore VAR ve HDM nedensellik testi Granger EC→GDP Mozumder ve Marathe (2007) 19711999 Bangladeş VAR and HDM nedensellik testi Granger GDP → EC Yuan ve diğerleri, (2007) 19782004 Çin VAR, HDM nedensellik testi Granger EC→GDP Ho ve Siu (2007) 19962002 Hong Kong VAR, Granger nedensellik testi EC→GDP Granger Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 325 Tang (2008) 19722003 Malezya ARDL-testi, Granger Nedensellik ve MWALD testi EC→GDP Tatlıdil ve diğerleri, (2009) 19782003 Türkiye ARDL-sınr Nedensellik Granger EC→GDP Odhiambo (2009) 19712006 Güney Afrika VAR, HDM nedensellik testi Granger EC→GDP Akinlo (2009) 19802006 Nijerya VAR, HDM nedensellik testi Granger EC→GDP Chandran ve diğerleri (2010) 19712003 Malezya ARDL-sınır testi, nedensellik testi Granger EC→GDP Ouédraogo (2010) 19682003 Burkina Faso ARDL-sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Lean ve Smith (2010) 19712006 Malezya VAR, ARDL sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Ahamad ve Islam (2011) 19712008 Bangladeş VAR, HDM nedensellik testi Granger EC→GDP Sami (2011) 19602007 Japonya ARDL-sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Kouakou (2011) 19712008 Fildişi Sahili ARDL- sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Sanayi üretimi →EC Shahbaz ve Lean (2012) 19722009 Pakistan ARDL-sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Tang ve Tan (2013) 19702009 Malezya ARDL-sınır testi, nedensellik testi Granger EC→GDP Belaid ve Abderrahmani (2013) 19712010 Cezayir Çok-değişkenli eşbütünleşme ve HDM Granger nedensellik testi EC→GDP Altıntaş ve Koçbulut (2014) 19602011 Türkiye ARDL- sınır testi, HDM Granger nedensellik testi EC→GDP 17 Afrika Ülkesi ARDL-sınır testi, Granger ve MWALD nedensellik testi GDP→EC(6 ülke) EC→GDP(3 ülke) EC→GDP(3 ülke) EC ≠ GDP (Cezayir,Güney Afrika, Sudan) testi, Çok Ülkeli Çalışmalar Wolde-Rufael (2006) 19702001 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 326 Squalli (2007) 19802003 OPEC Ülkeleri ARDL- sınır testi, HDM Granger nedensellik testi Narayan ve Smyth (2008) 19702002 19602002 G7 Ülkeleri SVAR eşbütünleşme testi EC→GDP (ABD hariç) Narayan ve Prasad (2008) 19602002 30 OECD ülkesi Bootstrapped nedensellik EC→GDP (8 ülke) GDP→EC (6 ülke) EC ≠ GDP (16 Ülke) Yoo and Kwak (2010) 19752006 7 Güney Amerika Ülkesi VAR, Hisao ve HDM Granger nedensellik testi Abbas ve Choundhury (2013) 19722008 Hindistan Pakistan VAR, HDM nedensellik testi Granger GDP→EC (4 ülke) EC→GDP (4 ülke) EC→GDP (3 ülke) EC→GDP (5 ülke) EC→GDP (Venezuela) EC ≠ GDP (Peru) EC→GDP (Tarım sektörü-Hindistan) GDP→EC (tarım sektörü-Pakistan) GDP→EC (Genel ekonomi-Hindistan) EC→GDP (genel ekonomiPakistan) Çok Ülkeli Panel Çalışmaları Chen (2007) GDP→EC (kısa dönem-panel) EC→GDP (uzun dönem-panel) vd. 19712001 10 Asya Ülkesi panel eşbütünleşme ve panel nedensellik, VARHDM Granger nedensellik testi Narayan ve Smyth (2009) 19742002 6 Orta Doğu Ülk. Panel eşbütünleşme ve Panel nedensellik testi Narayan (2010) vd. 19802006 93 ülke Panel eşbütünleşme ve Panel nedensellik testi EC→GDP (Orta (Doğu Ülkeleri hariç) Ciarreta ve Zarraga (2010) 19702007 12 Avrupa Birliği Ülkesi Panel eşbütünleşme ve Panel nedensellik EC→GDP Acaravcı ve Öztürk (2010) 19902006 15 Geçiş Ekonomisi Panel eşbütünleşme ve panel nedensellik testi EC ≠ GDP (Uzun dönem) Apergis ve Payne (2011) 19902006 88 Dünya Bankası üyesi ülke Panel eşbütünleşme ve Panel nedensellik testi EC→GDP (kısa ve uzun dönem-yüksek ve orta gelir düzeyi ülkeleri) EC→GDP (kısa dönem- düşük gelir düzeyi ülkeleri) EC→GDP Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Bildirici ve Kayıkcı (2012) 19902009 Eski SSCB Ülkeleri Panel ARDL ve nedensellik testi Granger 327 EC→GDP Not: Tablodaki çalışmalar elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisi konusunda yapılan araştırmaları kapsamaktadır. EC elektrik tüketimini ve GDP ekonomik büyümeyi göstermektedir. çift yönlü nedensel ilişkiyi göstermektedir. → tek yönlü nedensel ilişkiyi, ≠ nedensel ilişki olmadığını ve HDM hata düzeltme modeli. Tablo 3’de elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensel ilişkiyi inceleyen çalışmalar üç faklı grupta toplanarak incelenmiştir. Tek ülkeli çalışmalar incelendiğinde aynı ülke için yapılan çalışmalarda bile farklı sonuçlar elde edilmiştir. Örneğin Malezya için yapılan çalışmalarda Chandran ve diğerleri (2010), elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedenselliğe ve dolayısıyla büyüme hipotezinin geçerliliğine, Tang (2008), Lean ve Smit (2010), Tang ve Tan (2013) tarafından yapılan çalışmalarda değişkenler arasında çift yönlü nedenselliğe ve böylece geri besleme hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Çin ve Bangladeş için yapılan iki farklı çalışmada üç farklı hipotezin geçerli olduğu görülmektedir. Ahamad ve Islam (2011) Bangladeş’te ve Shiu ve Lam (2004) Çin’de elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru nedensel ilişkiyi göstermişlerdir. Buna karşılık Mozumder ve Marathe (2007) Bangladeş’te ekonomik büyümeden elektrik tüketimine doğru (korumacı hipotez), Yuan ve diğerleri (2007) ise Çin’de elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasında çift yönlü nedenselliğe ulaşarak geri besleme hipotezinin geçerli olduğunu göstermişlerdir. Elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensel ilişkinin varlığını ortaya koyan ve büyüme hipotezinin geçerli olduğunu sonucuna ulaşan çalışmalar ve incelenen ülkeler şunlardır: Akinlo (2009) Ni- jerya, Ho ve Siu (2007) Hong Kong, Altınay ve Karagöl (2005) Türkiye. Elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasında çift yönlü ilişkiyi ve geri besleme hipotezinin geçerliliğini gösteren çalışmalarla incelenen ülkeler şunlardır: Belaid ve Abderrahmani (2013) Cezayir, Shahbaz ve Lean (2012) Pakistan, Sami (2011) Japonya, Kouakou (2011) Fildişi Sahili, Ouédraogo (2010) Burkino Faso, Odhiambo (2009) Güney Afrika, Yoo (2005) Kore. Ekonomik Büyümeden elektrik tüketimine doğru nedenselliği ve böylece korumacı hipotezin geçerliliğini gösteren çalışma ise Ghosh (2002) tarafından Hindistan’ı konu alan çalışmadır. Çok ülkeli yapılan çalışmalarda Afrika ve Asya ülkeleri, G7 ülkeleri, OECD ülkeleri ve OPEC ülkeleri incelenmiştir. Çalışmalarda dört hipotezi destekleyecek sonuçlar elde edilmiştir. Çok ülkeli panel metodolojisiyle yapılan çalışmalarda da farklı sonuçlar ortaya konmuştur. Bu çalışmalarda elde edilen sonuçlar incelenen döneme, modelde kullanılan değişkenlere, uygulanan yönteme, ülkenin sahip olduğu ekonomik ve sosyal koşullara bağlı olarak farklılık göstermektedir. 3. EKONOMETRİK ANALİZ 3.1. Model ve Veri Seti Çalışma, Shahbaz ve diğerleri., (2012) ve Apergis ve Payne (2011)’nin çalışmasındaki modele uygun olarak G-11 ülkele- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 328 rinin elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki, Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonuna elektrik tüketimi değişkeni eklenerek aşağıdaki modelle araştırılacaktır. a a a Y = A.EL 1K 2L 3eu(1) Model 1’deki Y reel yurtiçi üretimi, EL, K ve L sırasıyla, elektrik tüketimi, reel sermaye birikimi ve işgücünü göstermektedir. A teknolojik gelişmeleri ve u modelin hata terimini göstermektedir. a1, a2 ve a3 sırasıyla, elektrik tüketimi, sermaye ve işgücüne ilişkin ölçeğe göre getiriyi göstermektedir. Doğrusal olmayan Cobb-Douglas üretim fonksiyonu doğrusal modele dönüştürmek için tüm değişkenlerin logaritmaları alınmıştır. Cameron (1994) ve Layson (1983) logaritmik-doğrusal modellerin uygun ve etkin ampirik sonuçlar elde edilmesinde daha iyi olduğunu vurgulamaktadır. Cobb-Douglas üretim fonksiyonu doğal logaritmik-doğrusal forma (“e” tabanına göre) dönüştürüldüğünde aşağıdaki model elde edilir. lnYt=lnAt+a1lnELt+a2lnKt+a3lnLt+ut (2) Elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi incelen ampirik modelde teknoloji sabit kabul edilmektedir. Böylece G-11 ülkeleri için elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi araştıran olalogaritmik-doğrusal model rak alınırsa aşağıdaki gibi modellenebilir: lnYt=a0+a1lnELt+a2lnKt+a3lnLt+ut (3) Burada lnYt, lnELt, lnKt ve lnLt sırasıyla, kişi başı gelirin, kişi başı elektrik tüketiminin, kişi başı sabit sermaye birikiminin ve işgücünün logaritmalarını göstermektedir. Analizde; seçilmiş G-11 ülkelerine ait, 1980-2011 dönemi yıllık verileri kullanılmıştır. Çalışmada; 2005 yılı sabit fiyatlarla satınalma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başı gelir (Y), kilowatt saat (kWh) olarak kişi başı elektrik tüketimi (EL), 2005 yılı sabit fiyatlarla satınalma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başı sabit sermaye birikimi (K) ve toplam işgücü (L) değişkenleri kullanılmıştır. Kişi başı gelir ve elektrik tüketimi verileri Dünya Bankası’ndan (Worldbank, 2014), işgücü verileri OECD istatistiklerinden (OECD, 2014), kişi başı sermaye birikimi Heston ve diğerleri (2014)’den alınmıştır. Tüm değişkenlerin ampirik analizler uygulanmadan önce doğal logaritmaları alınmıştır. Analiz için Gauss 9.0 ve Stata-11 paket programı kullanılmıştır. 3.2. Yöntem Çalışmada, paneli oluşturan ülkeler arasındaki yatay kesit bağımlılığın (YKB) varlığı; ilk kez Breusch ve Pagan (1980) tarafından ortaya atılan (Lagrange Multiplier-LM testi) ve Pesaran ve diğerleri (2008) tarafından sapması düzeltilen LMadj (Adjusted Crossectionally Dependence Lagrange Multiplier) yöntemiyle test edilmiştir. Serilerin durağanlığı, YKB’yi ve serilerdeki yapısal kırılmaları dikkate alan ikinci kuşak birim kök testlerinden, Pesaran (2007) tarafından geliştirilen CADF (Cross-Sectionally Augmented Dickey Fuller) ile test edilmiştir. Eş-bütünleşme katsayılarının homojenliği, Pesaran ve Yamagata (2008) tarafından geliştirilen eğim katsayılarının homojenliği testi’yle (Slope Homogeneity Test) incelenmiştir. Seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkisinin varlığı; Basher ve Westerlund (2009) tarafından geliştirilen, YKB’yi ve eşbütün- Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması leşme denklemindeki yapısal kırılmaları göz önünde bulunduran çoklu yapısal kırılmalı eşbütünleşme testiyle (multiple structural break cointegration test) analiz edilmiştir. Uzun döneme ait bireysel ve panelin geneline ait eşbütünleşme katsayıları; Eberhardt ve Bond (2009) tarafından geliştirilen ve YKB’yi göz önünde bulunduran AMG (Augmented Mean Group Estimator- Güçlendirilmiş Ortalama Grup Etkisi) tahmincisiyle hesaplanmıştır. 3.3. Yatay Kesit Bağımlılığının Test Edilmesi Seriler arasında yatay kesit bağımlılığı (YKB) varken, bu durum dikkate alınmadan analiz yapılması elde edilecek sonuçları önemli ölçüde etkilemektedir (Breusch ve Pagan, 1980; Pesaran, 2004). Bu nedenle analize başlamadan önce, serilerde ve eş-bütünleşme denkleminde YKB’nın varlığının test edilmesi gerekmektedir. YKB’nın yapılacak birim kök ve eş-bütünleşme testleri seçilirken göz önünde bulundurulmaması; yapılan analizin sonuçlarını sapmalı ve tutarsız hale getirecektir. Seriler arasında YKB’nin varlığı; zaman boyutu yatay kesit boyutundan büyük olduğunda (T>N); Berusch-Pagan (1980) CDLM1 testiyle, zaman boyutu yatay kesit boyutuna eşit olduğunda (T=N); Pesaran (2004) CDLM2 testiyle, zaman boyutu yatay kesit boyutundan küçük olduğunda ise (T<N); Pesaran (2004) CDLM testiye kontrol edilmektedir. Bu çalışmada 11 ülke (N=11) ve 32 dönem (T=32) olduğu için, Berusch-Pagan (1980) LM testi kullanılmıştır. Bu test, grup ortalaması sıfır fakat bireysel ortalama sıfırdan farklı olduğunda sapmalı olmaktadır. Pesaran ve diğerleri. (2008), bu 329 sapmayı, test istatistiğine varyansı ve ortalamayı da ekleyerek düzeltmiştir. Bu nedenle ismi düzeltilmiş LM testi (LMadj) olarak ifade edilmektedir. LM istatistiği artıklar arasındaki basit korelasyon katsayılarının karelerinin toplamına dayanır. Bu istatistik X2 asimtotik dağılımına sahiptir ve parametresi de N(N-1)/2’dir. Denklem 4’deki ~ ise; test istatistiğinin X2 dağılımına sahip olduğunu belirtmektedir. ∑Tt=1 eit ejt rij = rji = ––––––––––––––––– (∑ Tt=1 eit2) 1/2 (∑Tt=1 eit2) 1/2 kalıntılar arasındaki yatay kesitlerin korelasyonunun tahmini olmak üzere; LM test istatistiği ilk haliyle aşağıdaki gibidir. N–1 N 2 2 N(N–1) CDLM1=T ∑ ∑ rji ~X––––––– i=1 j=i+1 2 (4) Daha sonra yapılan düzeltmeyle şu hale gelmiştir. N–1 N 1/2 2 LMadj =(–––––––) ∑ ∑ i=1 j=i+1 N(N–1) 2 (T–K–1)r –m ij Tij rij ––––––––––––– ~N(0,1) uTij (5) Burada; m Tij ortalamayı, uTij varyansı ve K açıklayıcı değişken sayısını temsil etmektedir. Buradan elde edilecek olan test istatistiği, asimtotik olarak standart normal dağılım göstermektedir (Pesaran ve diğerleri, 2008). Testin hipotezleri: H0: Yatay kesit bağımlılığı yoktur. H1: Yatay kesit bağımlılığı vardır. Test sonucunda elde edilecek olasılık değeri 0.05’ten küçük olduğunda, %5 anlamlılık düzeyinde, H0 hipotezi reddedilmekte ve paneli oluşturan birimler arasında YKB T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 330 olduğuna karar verilmektedir (Pesaran ve diğerleri, 2008). Bu çalışmada, değişkenlerde ve eş-bütünleşme denkleminde YKB’nin varlığı, Gauss kodları yardımıyla ayrı ayrı LMadj testi ile kontrol edilmiş ve Tablo 4’deki sonuçlar elde edilmiştir. Tablo 4: Yatay Kesit Bağımlılığı (LMadj) Testleri Sonuçları Değişkenler Y EL K L Eş-Bütünleşme Denklemi Test İst. ve Prob CDLM1 (Breusch,Pagan 1980) 657.71 (0.00) 484.60 (0.00) 322.37 (0.00) 88.29 (0.00) 707.52 (0.00) LMadj (Pesaran vd. 2008) 94.53 (0.00) 98.82 (0.00) 99.11 (0.00) 28.91 (0.00) Tablo 4’den izlenebileceği gibi; Y, EL, K ve L değişkenlerine ve eşbütünleşme denklemine ait olasılık değerleri 0.05’ten küçük olduğu için (son satırda LMadj testi), H0 hipotezleri, güçlü biçimde reddedilmiş, serilerde ve eşbütünleşme denkleminde YKB’nin olduğuna karar verilmiştir. Böylece ülkelerden birinde meydana gelen kişi başı elektrik tüketimi, yatırım ve işgücü şokunun diğer ülkeleri de etkileyebileceği kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu ülkelerdeki karar vericiler, ekonomi politikalarını belirlerken, diğer ülkelerin uyguladıkları politikaları ve bu ülkelerin kişi başı elektrik tüketimi, yatırım ve işgücü’nü etkileyen şokları da göz önünde bulundurmalıdırlar. Ayrıca, çalışmada kullanılan Y, EL, K ve L serileri için, analizin bundan sonraki aşamalarında, birim kök analizi yapılırken, YKB’yi dikkate alan birim kök testleri kullanılmalıdır. Seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığı ve eşbütünleşme denklemi tahmin edilirken de YKB’yi dikkate alan test yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir. Bu yüzden çalışmanın sonraki aşamalarında, 96.72 (0.00) YKB’yi dikkate alan ikinci nesil panel birim kök testi ve panel eş-bütünleşme yöntemleri kullanılmıştır. 3.4. Panel Birim Kök Testi Verinin hem zaman hem de yatay kesit boyutuna ilişkin bilgiyi dikkate alan panel birim kök sınamalarının, sadece zaman boyutuyla ilgili bilgiyi göz önüne alan zaman serisi birim kök sınamalarından, istatistiksel anlamda daha güçlü olduğu kabul edilmektedir (Im, Pesaran ve Shin, 2003; Maddala ve Wu, 1999; Taylor ve Sarno, 1998; Levin, Lin ve Chu, 2002; Hadri, 2000; Pesaran, 2007; Beyaert ve Camacho, 2008). Çünkü yatay kesit boyutunun analize eklenmesiyle, verideki değişkenlik artmaktadır. Panel birim kök sınamasında karşılaşılan ilk sorun, paneli oluşturan yatay kesitlerin birbirinden bağımsız olup olmadıklarıdır. Panel birim kök testleri bu noktada; birinci ve ikinci kuşak testler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birinci kuşak testler de homojen ve heterojen modeller olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Levin ve diğerleri (2002), Breitung (2005) Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması ve Hadri (2000) homojen model varsayımına dayanırken; Im, Pesaran ve Shin (2003), Maddala ve Wu (1999), Choi (2001) heterojen model varsayımına dayanmaktadır. Birinci kuşak birim kök testleri, paneli oluşturan yatay kesit birimlerinin bağımsız olduğu ve paneli oluşturan ülkelerden birine gelen şoktan, tüm yatay kesit birimlerinin aynı düzeyde etkilendikleri varsayımına dayanır. Hâlbuki günümüzde ekonomilerinin birbiriyle ilişkili olduğu düşünülürse, paneli oluşturan ülkelerden birine gelen bir şoktan, ülkelerin farklı düzeyde etkilenmesi daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu eksikliği gidermek için, yatay kesit birimleri arasındaki yatay kesit bağımlılığını göz önünde bulundurarak birim kök analizi yapan ikinci nesil birim kök testleri geliştirilmiştir. Başlıca ikinci nesil birim kök testleri ise MADF (Taylor ve Sarno, 1998), SURADF (Breuer, Mcknown ve Wallace, 2002), Bai ve Ng (2004), CADF (Pesaran, 2007) ve PANKPSS (Carrion-I Silvestre ve diğerleri, 2005) ’dir. Bu çalışmada kullanılan Y, EL, K ve L değişkenleri için paneli oluşturan ülkeler arasında YKB tespit edildiği için serilerin durağanlığı, YKB olduğu durumda kullanılabilen, ikinci kuşak birim kök testlerinden CADF testi (Pesaran, 2007) ile incelenmiştir. CADF ile paneli oluşturan serilerdeki her bir yatay kesit biriminde (her bir ülke için) birim kök testi yapılabilmektedir. Böylece serilerin durağanlığı, panelin geneli için ve her bir yatay kesit için ayrı ayrı da hesaplanabilmektedir. Her ülkenin zaman etkilerinden farklı etkilendiğini varsayan ve mekansal otokorelasyonu dikkate alan CADF testi, T>N ve N>T durumunda kullanılmaktadır. Bu test istatistiği değerlerini, Pesaran (2007)’ın CADF kritik tablo değerleriyle karşılaştırarak, her ülke için durağanlık test edilmektedir. CADF kritik tablo değeri, 331 CADF istatistiği değerinden büyükse boş hipotez reddedilir ve sadece o ülkenin serisinin durağan olduğu sonucuna ulaşılır (Pesaran, 2007, 274, Güloğlu ve İvrendi, 2010, 384-385, Katırcıoglu ve diğerleri, 2015, 263). CADF test istatistiği aşağıdaki şekilde tahmin edilmektedir: Yi,t=(1–fi)mi+fiyi,t–1+ui,t i=1,2, …..N ve t=1,2,….T(6) u it = g i f t + e it (7) Burada, f t her ülkenin gözlenemeyen ortak etkilerini (common effect), e it bireyselspesifik hatayı gösterir. Denklem (6), (7) ve birim kök hipotezleri şu şekilde yazılabilir: ∆yit = ai + biyi,t–1 + g i f t + e it i = 1,2,………N ve t = 1,2,……T H0 : bi = 0 Tüm i’ler için (8) (Seri durağan değildir.) H1 : bi < 0 i = 1,2,……N1 bi = 0 i = N1 + 1, N1 + 2,……, N. (Seri durağandır.) Ayrıca herbir yatay kesite (ülkelere) ait birim kök test istatistiklerinin ortalaması alınarak panelin geneli için birim kök tests istatistiği olan CIPS (Cross-Sectionally Augmented IPS) elde edilebilir (Pesaran, 2007). CIPS istatistiği şu şekilde ifade edilebilir: N CIPS = N–1 ∑ CADFi i=1 (9) Paneli oluşturan her ülke için birim kök istatistiği (CADF) ve panelin geneli için test istatistiği (CIPS) ve Pesaran (2007) tarafından hesaplanan kritik değerler Tablo 5’de verilmiştir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 332 Tablo 5: CADF Birim Kök Testi Sonuçları Test İstatistiği Ülkeler Y Belçika ΔY EL ΔEL K ΔK L ΔL -2.84 -2.83 -1.61 -2.38 -2.43 -3.11 -1.32 -3.14*** İsveç -1.69 -3.17 -3.46 -2.11 -1.23 -3.37 -0.68 -2.44 İsviçre -0.20 -3.18 -1.95 -2.60 -2.16 -3.25 -1.96 -3.25 -2.86 -2.48 Japonya -2.40 -2.17 -2.33 -3.12 -2.14 -3.91** İtalya -0.33 -3.77*** -1.54 -2.22 -2.35 -3.84*** -2.65 -2.34 -1.75 -1.11 Almanya -2.25 -1.53 -2.48 -2.87 -3.12 -4.48** Fransa -2.92 -3.92** -3.76*** -4.54** -2.17 -2.91 -1.70 -2.34 -3.30 -3.48** -1.78 Kanada -2.09 -2.55 -1.59 -1.24 -3.78*** Hollanda -2.16 -2.71 -2.36 -2.72 -2.43 -3.69*** -1.46 -3.92** İngiltere -2.19 -2.60 -1.56 -5.46* -3.61*** -4.72* -1.27 -1.48 ABD -0.74 -4.21** -2.64 -2.32 -1.37 -4.05** 1.90 -2.20 -1.80 -2.96** -2.29 -2.87** -2.43 -3.69* -1.56 -2.40** Panel (CIPS) Not: *, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyinde serilerin durağan olduğunu göstermektedir. Δ, fark operatörü olup değişkenin farkının alındığını göstermektedir. Test modeli olarak, L değişkeni hariç tüm değişkenler için sabit ve trendli model seçilmiştir. Trendlere serilerin grafiklerine bakılarak karar verilmiştir. Panelin geneli için Y, EL, K değişkenlerine ait kritik değerler sırasıyla %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyleri için; -3.10, -2.86 ve -2.73 iken, L değişkeni için ise -2.57, -2.33 ve -2.21’dir. Kritik değerler Pesaran (2007), s. 280-281, Tablo II(b) ve II(c)’den alınmıştır. Tablo 5’deki sonuçlar incelendiğinde, panelin geneli için, serilerin düzeyde durağan olmayıp, birinci farkları alındığında durağan hale geldiği yani, I(1) oldukları görülmüştür. Serilerin tamamı I(1) olduğu için eş-bütünleşme analizine geçilebilir. Çünkü eş-bütünleşme analizinin yapılabilmesi için serilerin I(1) olması ön koşuldur. 3.5. Eş-bütünleşme Katsayılarının Homojenliğinin Test Edilmesi Eş-bütünleşme denkleminde eğim katsayısının homojen olup olmadığını belirlemeye yarayan bir testtir. Bu konudaki ilk çalışmalar, Swamy (1970) ile başlamıştır. Pesaran ve Yamagata (2008), Swamy testini geliştirmiştir. Bu testte; Yit = a + biXit + eit(10) Şeklindeki genel bir eş-bütünleşme denkleminde, bi eğim katsayılarının, yatay kesitler arasında farklı olup olmadığını test edilmektedir. Testin hipotezleri: H0:bi=b Eğim katsayıları homojendir. H1:bi ≠b Eğim katsayıları homojen değildir. (10) nolu regresyon modelini önce panel OLS (Ordinary Least Squares), ardından Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Ağırlıklandırılmış Sabit Etkiler (Weighted Fixed Effect ) modeli ile tahmin edilerek, gerekli test istatistiği oluşturulmaktadır. Pesaran and Yamagata (2008), hipotezleri test edebilmek için iki farklı test istatistiği geliştirmiştir: ∆ = vN – ( Küçük Örneklemler İçin: ∆adj = vN ) – ( N–1 S – k ~N(0,1) –––––––– v(T.k) (12) Burada N; yatay kesit sayısını, S; Swamy test istatistiğini, k; açıklayıcı değişken sayı- Büyük Örneklemler İçin: ) ~X N–1 S – k –––––––– 2k 333 2 k sını ve v(T, k) standart hatayı ifade etmekte(11) dir. Homojenlik testi sonuçları, Tablo 6’da verilmiştir. Tablo 6: Eğim Katsayılarının Homojenliği Testi Sonuçları Test İstatistiği Olasılık Değeri ∆ Testi 24.876 0.000 ∆adj Testi 27.006 0.000 Tablo 6’da hesaplanan testlerin olasılık değerleri 0.05’ten küçük olduğu için, H0 hipotezi reddedilmiştir. Eş bütünleşme denkleminde, sabit terim ve eğim katsayılarının homojen olmadığına karar verilmiştir. Bu durumda, paneli oluşturan ülkeler için yapılacak eş-bütünleşme yorumları geçerlidir ve güvenilebilir (Pesaran and Yamagata, 2008). 3.6. Çoklu Yapısal Kırılmalı Panel EşBütünleşme Testi Yapısal kırılma olduğu halde yapısal kırılmalara yer vermeyen testler sapmalı sonuçlar vermektedir (Charemza ve Deadman, 1997). Basher ve Westerlund (2009) tarafından geliştirilen bu test, YKB’nin olduğu durumda yapısal kırılmaları dikkate alarak, düzeyde durağan olmayan fakat birinci farkı alındığı zaman durağan olan seriler arasın- da eş-bütünleşme ilişkisinin varlığını test etmektedir. Bu test sabit terimde ve trendde kırılmalara izin vermektedir. Geliştirilen test istatistiği: 2 T M N Sit 1 ∑ ∑ i+1 ∑ ij ––––––––––––– Z(M) =––– N i=1 j=1 t=Tij–1 (Tij – Tij–1)2 si2 (13) t Burada Sit= ∑ Wst dir. Wst ise tam t=Tij–1+1 değiştirilmiş EKK türü etkin bir tahminciden elde edilmiş kalıntılar vektörüdür. si2 de Wst’ye dayalı uzun dönem varyans tahmincisidir. Z(M) yatay kesit ortalamaları alınarak sadeleştirildiğinde aşağıdaki şekle gelir. T 2 ij Sit Z(M) = ∑ ––––––––––––––– ~N(0,1) (14) 2 2 t=Tij–1+1 [(T]ij – Tij–1) si T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 334 Elde edilen bu test istatistiği, standart normal dağılım göstermektedir. Testin hipotezleri: H0: Seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisi vardır. H1: Bazı yatay kesitler için, seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisi yoktur. Eş-bütünleşme ilişkisi incelenirken, paneli oluşturan ülkeler arasında YKB olma- dığında, test istatistikleri 1.645 kritik değeri ile ya da asimtotik olasılık değeri 0.05 ile karşılaştırılırken, YKB olduğunda ise bootstrap olasılık değerleri, 0.05 ile karşılaştırılmaktadır (%5 anlamlılık düzeyi için). Hesaplanan testin olasılık değeri, 0.05’ten büyük olduğunda, H0 kabul reddedilememekte ve seriler arasında eş-bütünleşme ilişkisinin varlığına karar verilmektedir. Eş-bütünleşme test sonuçları Tablo 7’de görülmektedir. Tablo 7: Çoklu Yapısal Kırılmalı Panel Eş-Bütünleşme Test Sonuçları LM Test İst. Asimtotik prob. Karar Sabitte 9.850 0.000 Eşbütünleşme yoktur. Sabitte ve Trendde 3.682 0.000 Eşbütünleşme yoktur. LM Test İst. Bootsrap prob. Karar Sabitte 9.850 0.840 Eşbütünleşme vardır. Sabitte ve Trendde 3.682 0.773 Eşbütünleşme vardır. Not: Olasılık değerleri, Bootsrap kullanılarak 1000 döngü (replication) ile elde edilmiştir. Tablodaki sonuçlar incelendiğinde, YKB’nin ve yapısal kırılmaların dikkate alınıp alınmaması, eş-bütünleşme ilişkisinin varlığı konusundaki kararı önemli ölçüde etkilemektedir. Örneğin, YKB’nin olmadığı durumda seriler arasında eşbütünleşme ilişkisi yokken (prob=0.000), YKB’nin olduğu durumda ise eşbütünleşme ilişkisinin olduğu görülmektedir (prob=0.773). Ülkeler arasındaki YKB ve eşbütünleşme denklemlerindeki yapısal kırılmalar göz önünde bulundurulduğunda, seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin var olduğuna karar verilmiştir. Tablo 8’de test yöntemi 1985, 1987, 1988, 1990, 1999 ve 2005 yıllarında yapısal kırılmaları başarıyla tespit etmiştir. OECD ülkelerinde 1980’li yılların ortalarından itibaren ekonomilerde ortaya çıkan iyileşme 1987 ve 1988’de zirve değerlerine ulaşmış ve yüzde 4’ün üzerinde yıllık büyüme gerçekleşmiştir. Özellikle 1986’da petrol fiyatlarındaki azalmayla dış ticaret hadlerinde iyileşme sağlamış; tüketici güveninin ve özel yatırımların hızla artmasıyla işsizlik oranlarında gerileme görülürken enflasyon oranları uzun dönem ortalamalar civarında kalmıştır. Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 335 Tablo 8: Eşbütünleşme Denkleminde Seçilmiş 11 Ülkenin Yapısal Kırılma Sayıları ve Tarihleri Ülkeler Kırılma sayısı Kırılma Tarihleri Belçika 1 1988 - - İsveç 1 1988 - - İsviçre 2 1987 2005 - Japonya 2 1988 2005 - İtalya 1 1985 - - Almanya 0 - - - Fransa 1 1988 - - Kanada 2 1990 2005 - Hollanda 1 1987 - - İngiltere 1 1987 - - ABD 3 1987 1999 2005 Not: Olasılık değerleri, Bootstrap kullanılarak 1000 döngü (replication) ile elde edilmiştir. Maksimum kırılma sayısı 3 alınmıştır. Model olarak, sabitte ve trendde kırılmaya izin veren model seçilmiştir. 1987, 1988 ve 1990’da yapısal kırılmanın ortaya çıkmasında Irak-İran savaşının Ağustos 1988’de sonra ermesi ve ardından genişlemeci politikaların ülkelerde benzer etkiler ortaya çıkarması olduğu söylenebilir. Diğer taraftan enerji fiyatlarındaki artışın enflasyonu uyarmasıyla ülkelerin sıkı para politikasını uygulamaları ve ABD’nin yüksek cari açık vermesine bağlı olarak ortaya çıkan endişeler bazı ülkelerde (İsviçre, Japonya ve Kanada) 2005 yılında ekonomik kırılmaya neden olmuştur (OECD, 1988; OECD, 2005). 3.7. Uzun Dönem Eşbütünleşme Katsayılarının Tahmin Edilmesi Çalışmanın bu kısmında, seriler arasında eşbütünleşme ilişkisi tespit edildikten sonra uzun dönem bireysel eş-bütünleşme katsayıları; Eberhardt ve Bond (2009) tarafından geliştirilen ve yatay kesit bağımlılığını göz önünde bulunduran AMG yöntemi ile tahmin edilecektir. AMG serilerin I(1) olması durumunda kullanılabilen paneli oluşturan ülkelere ve panelin geneline ait eşbütünleşme katsayılarını hesaplayabilen bir tahmincidir. AMG tahmincisi, grup ortalamalarını ağırlıklandırarak hesaplar. Bu yönüyle Pesaran (2006) tarafından geliştirilen CCE (Common Corelated Effects: Ortak Grup Etkisi) tahmincisinden daha güvenli sonuçlar vermektedir (Eberhardt ve Bond, 2009). AMG, panelin geneli için geçerli olacak olan uzun dönem eşbütünleşme katsayısını, yatay kesitlere (ülkelere) ait uzun dönem eş-bütünleşme katsayılarının aritmetik ortalamasını alarak tahmin etmektedir. Paneli oluşturan ülkelere ve panelin geneline ait eş-bütünleşme katsayıları AMG ile tahmin edilmiş ve sonuçlar, Tablo 9’da verilmiştir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 336 Tablo 9: Uzun Dönem Eş- Bütünleşme Katsayıları Y=f( EL, K, L ) Ülkeler EL t-ist. K t-ist. L t-ist. 1 Belçika 0.225 6.08* 0.045 2.45* 0.421 4.65* 2 İsveç -0.039 -0.58 0.066 1.01 0.900 3.69* 3 İsviçre 0.105 0.84 0.001 0.14 0.091 0.83 4 Japonya 0.196 0.70 0.179 2.22* 1.106 2.02** 5 Italya 0.926 14.15* -0.015 -0.27 0.239 2.10* 6 Almanya 0.179 1.80** 0.115 2.59* 0.284 6.51* 7 Fransa 0.227 5.16* 0.107 2.97* 0.639 3.69* 8 Kanada -0.070 -0.98 0.200 3.83* -0.028 -0.15 9 Hollanda 0.679 4.88* -0.079 -1.67** -0246 -1.89** 10 İngiltere -0.103 -0.89 0.129 1.87** -0.204 -0.82 11 ABD 0.037 0.85 0.154 7.54* 0.673 4.40* Panel 0.214 2.23* 0.082 3.11* 0.352 2.64* Not: t istatistiğinin hesaplanmasında; Newey-West değişen varyans standart hatası kullanılmıştır. *, **, *** ifadeleri sırasıyla %1, %5 ve %10 anlamlılık düzeyini göstermektedir. Tablo 9’da incelenen 11 ülke için beklentilerimizle uyumlu olarak, kişi başı yatırım ve işgücü sabit varsayıldığı zaman, kişi başı elektrik tüketimi, kişi başı büyümeyi artırıcı yönde etkilediği görülmüştür. Kişi başı elektrik tüketiminin, yüzde 100 artması, büyümeyi yüzde 21.4 oranında artmasına yol açacaktır. Bu sonuç istatistikî olarak anlamlıdır ve yorumlanabilir düzeydedir. Analiz sonuçlarına göre; incelenen ülkeler için kişi başı yatırım ve işgücünde meydana gelen artışların da teorik beklentilerimize paralel olarak büyümeyi artırdığı bulgusuna ulaşılmıştır. Ülkelerin kişi başı yatırım düzeyinde meydana gelen, yüzde 100’lük artış, büyümeyi yüzde 8.2 oranında artmasına yol açacaktır. Benzer şekilde ülkelerin işgücü büyüklüklerinde meydana gelen, yüzde 100’lük artış, büyümeyi yüzde yüzde 35.2 oranında artıracaktır. Bu sonuçlar da istatistikî olarak yorumlanabilir düzeydedir. Ülkeler özelinde incelendiği zaman, elektrik tüketiminin büyüme üzerindeki etkisi incelenen ülkelerden beşinde istatistiki olarak anlamlıdır. İncelenen ülkelerde (İsveç, Kanada ve İngiltere hariç) elektrik tüketiminin büyüme üzerinde artırıcı etkiye sahip olduğu görülmektedir. Elektrik tüketiminin büyüme üzerindeki etkisinin en yüksek olduğu ülkeler; İtalya, Hollanda, Fransa, Belçika ve Almanya’dır. İtalya, Hollanda, Fransa, Belçika ve Almanya ekonomileri için elektrik tüketimindeki yüzde 100’lük artış büyümeyi sırasıyla yüzde 92.6, yüzde 67.9, yüzde 22.7, yüzde 22.5 ve yüzde 17.9 oranında artıracaktır. Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 3.8. Panel Nedensellik Analizi Eşbütünleşme, iki değişken arasında nedensellik ilişkisinin mevcut olabileceği belirtse de nedensellik ilişkisinin yönü hakkında bilgi vermemektedir. Aşağıda dört değişkenli modelde elektrik tüketimi, ekonomik büyüme, sabit sermaye birikimi ve işgücü değişkenleri arasındaki kısa ve uzun dönem Granger nedensellik ilişkisi test edilmektedir. Granger nedensellik iki aşamalı prose- 337 dürden oluşmaktadır: Birinci aşama uzun dönem ilişkisinden elde edilen hata teriminin tahminiyle ilgilidir. İkinci aşamada ise elde edilen hata terimi eşitliğin sağ tarafına eklenerek hata düzeltme modeli tahmine geçilmektedir. Hata düzeltme terimi ECTit olarak tanımlandığında, her bir değişkenin bağımlı değişken olduğu dinamik hata düzeltme modelleri aşağıdaki gibi belirlenmektedir: (15) (16) (17) (18) Burada D fark operatörünü, ECT uzun dönem eşbütünleşme ilişkisinden elde edilen gecikmeli hata düzeltme terimini, b1,it, a1,it, d1,it ve m1,it uyarlama katsayılarını, e1i,t, ei2,t, e3i,t ve e4it hata terimlerini göstermektedir. Gecikme uzunlukları Akaike ve Schwarz gibi bilgi kriterlerine göre belirlenmektedir. Nedenselliğin kaynağı 15, 16, 17 ve 18 nolu denklemlerdeki gecikmeli değişkenlerin katsayılarının anlamlılığı test edilerek belirlenmektedir. Örneğin denklem 15’de her bir i için H0: b3,it = 0 veya denklem 16’da H0: a3,it = 0 test edildiğinde sırasıyla “elektrik tüketimi ekonomik büyüme nede- ni değildir”, ve “ekonomik büyüme elektrik tüketiminin nedeni değildir” sıfır hipotezleri test edilerek kısa dönem Granger zayıf nedensellik değerlendirilmektedir. Masih ve Masih (1996) ve Asafu-Adjaye (2000) zayıf Granger nedenselliği kısa dönem nedensellik olarak yorumlamaktadır. Modeldeki bağımsız değişkenlerin katsayılarının bir bütün olarak standart F-istatistiğinin anlamlı olması kısa dönem nedenselliğin varlığını göstermektedir. Diğer olası nedensellik kaynağı 15-18 nolu denklemlerdeki bir dönem gecikmeli ECT ile belirlenmektedir. Hata düzeltme modelindeki ECT’lerin katsayı- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 338 ları, uzun dönem dengesindeki sapmaların her bir değişkendeki izleyen değişmelerle ne kadar bir hızla ortadan kalkacağını göstermektedir. Örneğin denklem 15’de b1,it = 0 olduğunda Y, önceki dönemde uzun dönem dengesindeki bir sapmaya tepki verememektedir. Yukarıdaki modellerdeki tüm i için b1,it = 0 a1,it = 0 d1,it = 0 ve m1,it = 0 hipotezleriyle uzun dönem nedensel ilişkinin yoklu- ğu test edilmektedir. Uzun dönem nedensel ilişki olması için, hata düzeltme terimlerinin katsayılarının negatif ve istatistikî olarak anlamlı olması beklenir. Hata düzeltme terimi katsayısının t-istatistiği uzun dönemli nedensellik ilişkisiyi göstermektedir. Hata düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik testi sonuçları Tablo 10’da verilmiştir. Tablo 10: Hata Düzeltme Modeline Dayalı Kısa ve Uzun Dönem Granger Nedensellik Testi Sonuçları Model Kısa Dönem Nedensellik Uzun Dönem Nedensellik F- istatistiği (Olasılık) t- istatistiği ∆Y ∆EL ∆K ∆L ECt Model 15 ∆Y - 10.22 (0.06)*** 6.35 (0.27) 3.02 (0.69) -0.006 [-1.30]*** Model 16 ∆EL 10.95 (0.05)** - 11.95 (0.03)** 8.26 (0.14) -0.022 [-4.07]* Model 17 ∆K 26.57 (0.00)* 3.82 (0.57) - 0.75 (0.97) -0.202 [-5.61]* Model 18 ∆L 35.55 (0.00)* 8.66 (0.12) 1.48 (0.91) - -0.007 [-1.75]** Not: Granger nedensellik analizinde, VAR modeli yardımıyla en uygun gecikme uzunluğu; FPE (Final Prediction Error), AIC (Akaike Information Criterion) ve LR (Likelihood Ratio) kullanılarak 5 alınmıştır. 5. gecikme uzunluğunda otokorelasyon ve değişen varyans sorununun olmadığı görülmüştür (Serial Correlation LM otokorelasyon testi: 21.10 (0.17), White Heteroskedasticity değişen varyans testi: 2795.98 (0.26). *, ** ve *** sırasıyla yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir. ( ) içerisindeki değerler prob. değerini, [ ] içerisindeki değerler ise t istatistiğini vermektedir. Tablo 10’dan izlenebileceği gibi Model 15’de “elektrik tüketimi ekonomik büyümenin nedeni değildir” şeklindeki boş hipotezi yüzde 10 anlamlılık düzeyinde reddedilmektedir. Bu durum, elektrik tüketiminden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü Granger nedenselliğin varlığını göstermektedir. Diğer taraftan Model 16’da ekonomik büyüme değişkeninin F-istatistiğinin yüzde 5 düzeyde anlamlı olması, ekonomik büyümeden elektrik tüketimine doğru tek yönlü nedenselliğe işaret etmektedir. Model 15 ve Model 16’daki elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki kısa dö- Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması nem nedensel ilişkiler dikkate alındığında elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasında çift yönlü kısa dönem Granger nedensellik geçerlidir. Böylece incelenen G11 ülke grupları için elektrik tüketimine ilişkin geri besleme (feedback) hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuç Narayan vd. (2010), Chen vd. (2007) ve Apergis ve Payne (2011) tarafından panel yöntemle yapılan çalışmalarda elde edilen bulgularla tutarlılık göstermektedir. Bu sonuçtan hareketle incelenen ülkelerde elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasında karşılıklı bağımlılığın bulunduğu ve değişkenlerin birbirlerinin tamamlayıcıları olduğunu söylenebilir. Ayrıca ülkeler kısa dönemde enerji sektörünün gücünü korumaları için mevcut eskiyen ve etkin olmayan enerji altyapılarının yerini yeni sermaye yatırımlarıyla desteklemelidirler. Bu da ancak ekonomik büyümeyle gerçekleşecektir. Ayrıca geri besleme hipotezi dikkate alındığında ülkelerde uygulanan enerji üretimi ve tüketiminde etkinliği sağlamaya odaklı enerji politikalarının reel GSYİH üzerinde negatif bir etkiye yol açmayacağı söylenebilir. Tablo 10’daki değişkenler arasındaki kısa dönem Granger nedensellik incelendiğinde, ekonomik büyümeden yatırıma, ekonomik büyümeden işgücüne, yatırımdan elektrik tüketimine doğru tek yönlü Granger nedenselliğin var olduğu görülmektedir. Uzun dönem Granger nedensellik değerlendirildiğinde modellerdeki bir dönem gecikmeli ECT katsayıların t-istatistiğinin istatistiki olarak anlamlı olması, uzun dönem Granger nedenselliğin tüm modellerde var olduğunu göstermektedir. 339 Örneğin Model 15’de ECT kaysayısının negatif ve anlamlı olması, elektrik tüketimi, sabit sermaye birikimi ve işgücünden ekonomik büyümeye doğru uzun dönem Granger nedenselliğin geçerli olduğunu göstermektedir. 3.9. Bootstrap Panel Nedensellik Testi Granger (1969)’e göre bir değişkenin (X) geçmiş değerlerinin bilgisinin diğer değişkenin öngörülerini iyileştirmede yardımcı olmaktadır. Eğer ülkeler arasında heterojenite ve yatay kesit bağımlılığı varsa, kullanılan yöntem bu özellikleri açıklamalıdır. Konya (2006) tarafından önerilen bootstrap panel nedensellik yaklaşımı heterojenite ve yatay kesit bağımlılığını açıklamaktadır. Bootstrap panel nedensellik testinde nedensel ilişkilerin belirlenmesi, görünürde ilişkisiz regresyon (SUR) tahmini analizine dayanmakta ve ülkelerin bootstrap kritik değerlerine Wald testi uygulanmaktadır. Nedenselliğin yönünün test edilmesi belirli ülkelerin bootstrap kritik değerlerine yapılan Wald testine dayalı olmasından dolayı, Konya yaklaşımında panel üyesi tüm ülkeler için bütünleşik bir hipotez uygulanmamaktadır. Bu nedenle Granger nedenselliğin mevcut olduğu belirli ülkeler belirlenmektedir. Diğer taraftan test prosedürü, panel birim kök testi ve eşbütünleşme gibi öncül testleri de gerektirmemektedir. Bootstrap panel nedensellik yaklaşımında iki değişkenli tahmin edilen sistem aşağıdaki denklemlerle gösterilmektedir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 340 (19) (20) Denklemde y, kişi başı geliri, x kişi başı elektrik tüketimini göstermektedir. l gecikme uzunluğunu, ly1 ve lx1 birinci denklem kümesindeki X ve Y için maksimum gecikmeleri, ve ly2 ve lx2 ikinci denklem setindeki X ve Y için maksimum gecikmeleri göstermektedir. Sistemdeki her bir denklemin hata terimleri birbiriyle ilişkili olduğundan (kısaca yatay kesit bağımlılığı gösterdiğinden) bu denklemler kümesi SUR sistemidir. Sistemdeki Granger nedenselliği test etmek için nedensel ilişkiler bir ülke için şöyle belirlenebilir: (i) Tüm d1,i’ler sıfıra eşit değil ancak tüm b2,i’ler sıfıra eşitse X’den Y’ye tek yönlü Granger nedensellik mevcut olacaktır. (ii) tüm d1,i’ler sıfır fakat tüm b2,i’ler sıfıra eşit değilse Y’den X’e doğru tek yönlü Granger nedensellik ilişkisi mevcuttur. (iii) Ne tüm d1,i ne de tüm b2,i’ler sıfır değilse X ve Y arasında iki yönlü Granger nedensellik vardır. (iv) ne tüm d1,i ne de tüm b2,i ’ler sıfıra eşitse X ve Y arasında Granger nedensellik ilişkisi yoktur. Tablo11’de sadece elektrik tüketimi ve kişi başı gelirin bağımlı değişken olarak kullanıldığı model sonuçları gösterilmektedir. Tablo 11: Elektrik Tüketimi- Ekonomik Büyüme Bootstrap Panel Nedensellik Sonuçları Ülkeler Belçika İsveç İsviçre Japonya İtalya Almanya Fransa Kanada Hollanda İngiltere ABD Elektrik tüketimi (EL) kişi başı gelirin (Y) nedeni değildir Wald Bootstrap Kritik İstatistiği Değer (%5) 3.284 10.490 -0.030 6.020* 24.646* 0.005 0.375 1.191 5.404* 8.621 3.564 5.103 19.519 0.981 4.639 7.353 6.895 8.3194 14.596 5.065 9.224 7.623 Kişi başı gelir (Y) elektrik tüketiminin (EL) nedeni değildir Wald Bootstrap Kritik İstatistiği Değer (% 5) 23.380* 3.683 4.223 0.601 19.572* 3.125 14.775* 0.086 40.875* 4.244 14.475 Not: * %5 anlamlılık düzeyinde nedenselliğin varlığını ifade etmektedir. 13.036 8.228 8.721 11.108 1.861 8.081 6.211 2.824 12.481 1.226 1.513 Sonuç Y→EL EL ≠ Y EL ≠ Y EL→Y EL→Y EL ≠ Y Y→EL EL ≠ Y EL→Y EL ≠ Y EL ≠ Y Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Tabloda da görüldüğü gibi elektrik tüketimi ile kişi başı gelir arasında ikili nedensel ilişki ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Wald testi uygulanarak elde edilen kikare (chi-square) kiritik değerinin yüzde 5 anlamlılık düzeyinde boostrap kritik değerinden daha büyük olduğu ülkelerde nedensel ilişkinin varlığı mevcutken, tersi durumda ise nedensellik ilişkisi bulunmamaktadır. Yüzde 5 anlamlılık düzeyinde “elektrik tüketimi ekonomik büyümenin nedeni değildir” şeklinde kurulan sıfır hipotezin Granger nedensellik test sonuçları birinci sütunda gösterilmektedir. Sonuçlara göre sadece üç ülkede (Japonya, İtalya ve Hollanda) elektrik tüketimi ekonomik büyümenin Granger nedeni olduğu, dolayısıyla büyüme hipotezinin bu ülkelerde geçerli olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. İkinci sütunda ise kişi başı gelirin elektrik tüketiminin nedeni olmadığı şeklindeki sıfır hipotezin 5 ülkede (Belçika, İtalya, Fransa ve Hollanda) reddedilmesi, bu ülkelerde koruma hipotezinin geçerli olduğunu göstermektedir. Elektrik tüketimi ve ekonomik büyümeye ilişkin her ülke için yapılan ikili model sitemindeki Granger nedensellik sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, Belçika ve Fransa’da koruma hipotezinin, Japonya’da büyüme hipotezinin, İtalya ve Hollanda’da geri besleme hipotezinin, İsveç, İsviçre, Almanya, Kanada, İngiltere ve ABD’de yansızlık hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. SONUÇ Günümüzde elektrik tüketimi ekonomik büyümenin temelini ve ekonomik kalkınmanın en önemli altyapı girdilerinden birini teşkil etmektedir. Tüm dünyada enerji talebinin artması ve ekonomik faaliyetlerin gelişmesi, enerjiye yönelik ilginin sürekli artmasını sağlamaktadır. Şirketlerin, hane halklarının 341 ve kısaca ekonomideki tüm kesimlerin elektrik talebi, sanayileşme, şehirleşme, hızlı nüfus artışı ve hayat standardının artmasıyla birlikte yükselme eğilimi kazanmaktadır. Ampirik çalışmalarda elde edilen sonuçlar, ülkelerde uygulanan enerji politikalarına, incelenen döneme, ekonometrik yöntemlere ve kullanılan değişkenlere bağlı olarak farklı sonuçlar vermiştir. Bu çalışmada 1980-2011 dönemi için G-11 ülkelerinde elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki, sabit sermaye ve işgücü kontrol değişkenleri kullanılarak yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme ve nedensellik testleriyle araştırılmıştır. Ayrıca her ülke için elektrik tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensel ilişkiler, bu iki değişkenin kullanıldığı modeller yardımıyla Bootstrap panel nedensellik testleriyle de araştırılmıştır. Paneli oluşturan ülkeler arasında YKB varlığı, Berusch-Pagan (1980) tarafından geliştirilen ve Pesaran, Ullah ve Yamagata (2008) tarafından sapması düzeltilen LMadj testi ile incelenmiş, bu ülkelerin ekonomik büyüme, elektrik tüketimi, sabit sermaye birikimi ve işgücü serileri ve eşbütünleşme denkleminde YKB olduğuna karar verilmiştir. Ardından, serilerde birim kökün varlığı, Pesaran (2007) tarafından geliştirilen ve serilerdeki YKB’yi dikkate alan CADF testiyle analiz edilmiş ve serilerin düzeyde durağan olmayıp, birinci farkları alındığında durağan hale geldikleri görülmüştür. Bu durumda seriler arasındaki eş-bütünleşme ilişkisinin incelenebilmesinde Basher ve Westerlund (2009) tarafından geliştirilen çoklu yapısal kırılmalı panel eşbütünleşme testi kullanılmış ve yapısal kırılmalar göz önünde bulundurulduğunda, seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin var olduğuna karar verilmiştir. Uzun dönem eş-bütünleşme kat- 342 sayıları, Eberhardt ve Bond (2009) tarafından geliştirilen YKB’yi dikkate alan AMG yöntemiyle tahmin edilmiştir. Analiz sonucunda; kişi başı elektrik tüketiminin yüzde 100 artmasının ekonomik büyümeyi yüzde 21.4 oranında, kişi başı sabit sermaye düzeyindeki yüzde 100’lük artışın ekonomik büyümeyi yüzde 8.2 oranında ve ülkelerin işgücü büyüğündeki yüzde 100’lük artışın ekonomik büyümeyi yüzde 35.2 oranında artırdığı bulgusuna ulaşılmıştır. Elde edilen bu sonuçlar istatistikî olarak anlamlı düzeydedir. Tüm ülkelerin birlikte incelendiği hata düzeltme modeline dayalı panel nedensellik testi sonuçlarına göre, elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasında çift yönlü kısa dönem Granger nedensellik ilişkisine rastlanmış ve incelenen ülke grubu için geri besleme (feedback) hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Böylece incelenen ülkelerde elektrik tüketimi ile ekonomik büyüme arasında karşılıklı bağımlılığın bulunduğu ve birbirlerinin tamamlayıcıları oldukları söylenebilir. Ayrıca kısa dönem Granger nedensellik sonuçlarında ekonomik büyümeden yatırıma, ekonomik büyümeden işgücüne ve yatırımdan elektrik tüketimine doğru tek yönlü Granger nedenselliğin var olduğu tespit edilmiştir. Uzun dönem Granger nedensellik değerlendirildiğinde uzun dönem Granger nedenselliğin tüm modellerde var olduğunu görülmüştür. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Ülkeler arasında heterojenite ve yatay kesit bağımlılığını dikkate alan ve Ko´nya (2006) tarafından önerilen bootstrap panel nedensellik yaklaşımı sonuçlarına göre Belçika ve Fransa’da koruma hipotezinin, Japonya’da büyüme hipotezinin, İtalya ve Hollanda’da geri besleme hipotezinin, İsveç, İsviçre, Almanya, Kanada, İngiltere ve ABD’de yansızlık hipotezinin geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. İncelenen ülke gruplarının enerjiye bağımlı oldukları dikkate alındığında, uzun dönemde sürdürülebilir ekonomik büyüme için uluslar arası piyasalarda petrol ve doğal gaz fiyatlarına duyarlı olan fosil enerji kaynaklarının tüketiminden ülke ekonomilerinin ekonomik yapılarını bağımlı olmaktan kurtaracak stratejiler ve projeler geliştirilmelidir. Ayrıca politika yapıcıları uzun dönemde fosil yakıt üretim ve tüketimden kaynaklanan negatif çevresel sonuçları azaltacak enerji etkinliğiyle ilgili projeleri desteklemelidir. Bu amaçla fosil yakıtlar yerine güneş enerjisi, hidro elektrik enerji ve rüzgar enerjisi gibi çevreyle dost ve yenilenebilir alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve araştırılmasına önem verilmelidir. Uzun dönemde enerji tasarrufunu sağlayıcı teknolojilerin gelişmesi için araştırma ve geliştirmeye daha fazla yatırım yapılmalıdır. Böylece ülkelerde ekonomik büyüme ve kalkınma etkilenmeden elektrik tüketiminin azaltılması sağlanacaktır. Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 343 KAYNAKÇA Abbas, F. ve Choudhury, N. (2013). Electricity Consumption-Economic Growth Nexus: An Aggregated and Disaggregated Causality Analysis in India and Pakistan, Journal of Policy Modeling, 35, 538–553 Acaravci, A ve Özturk, İ. (2010) Electricity Consumption-Growth Nexus: Evidence From Panel Data for Transition Countries, Energy Economics, 32, 604–608. Ahamad, M.G. ve Islam, A. K. (2011). Electricity Consumption And Economic Growth Nexus in Bangladesh: Revisited Evidences, Energy Policy, 39, 6145-6150. Akinlo, A.E. (2009). Electricity Consumption And Economic Growth in Nigeria: Evidence from Cointegration and Co-Feature Analysis, Journal of Policy Modeling, 31, 681–693. Altınay,, G. ve Karagöl, E. (2005). Electricity Consumption And Economic Growth: Evidence from Turkey, Energy Economics, 27, 849–856. Altıntaş, H. ve Koçbulut, Ö. (2014). Türkiye’de Elektrik Tüketiminin Dinamikleri Ve Ekonomik Büyüme: Sınır Testi Ve Nedensellik Analizi, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 43, 3765. Apergis, N. ve Payne J.E.(2011). A Dynamic Panel Study Of Economic Development and The Electricity Consumption-Growth Nexus, Energy Economics, 33, 770-781. Apergis, N., Payne, J.E., (2009). Energy Consumption and Economic Growth: Evidence from The Commonwealth of Indepen- dent States, Energy Economics, 31, 641-647. Asafu-Adjaye, J.(2000). The Relationship Between Energy Consumption, Energy Prices And Economic Growth: Time Series Evidence from Asian Developing Countries”, Energy Economics, 22( 6), 615–625. Bai, J. ve Ng, S. (2004). A Panic Attack on Unit Roots and Cointegration, Econometrica, 72(4), 1127-1178. Basher, S. A. ve Westerlund, J. (2009). Panel Cointegration and the Monetary Exchange Rate Model, Economic Modelling, 26, 506513. Behmiri, N. B. ve Manso J. R. P. (2012). Crude Oil Conservation Policy Hypothesis an OECD (Organisation For Economic Cooperation and Development) Countries: A Multivariate Panel Granger Causality Test, Energy, 43, 253-260. Belaid, F. ve Abderrahmani, F. (2013). Electricity Consumption and Economic Growth in Algeria: A Multivariate Causality Analysis in The Presence of Structural Change, Energy Policy, 55, 286-295. Beyaert, A.ve Camacho, M. (2008), TAR Panel Unit Root Tests and Real Convergence, Review of Development Economics, Wiley Blackwell, 12(3), 668-681. Bildirici, Melike E. ve Kayıkçı, F. (2012). Economic Growth and Electricity Consumption in Former Soviet Republics, Energy Economics, 34, 747-753. Breitung, J. (2005). A Parametric Approach to the Estimation of Cointegrating Vectors 344 in Panel Data, Econometric Reviews, 24(2), 151-173. Breuer, B., Mcnown, R. ve Wallace, M. (2002). Series-Specific Unit Root Test with Panel Data, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 64(5), 527-546. Breusch, T. S. ve Pagan, A. R. (1980) The Lagrange Multiplier Test and Its Applications to Model Specification Tests in Econometrics, Review of Economic Studies, 47(1), 239-53. Cameron, S. (1994). A Review of The Econometric Evidence on the Effects of Capital Punishment, Journal of Socio-Economics 23, 197-214. Campbell, J.Y. ve Perron, P.,(1991). Pitfalls and Opportunities: What Macroeconomics Should Know about Unit Roots. In: Blanchard, O.J., Fisher,S. (Eds.), NBER Macroeconomics Annual, Cambridge: MIT Press. Carrion-I-Silvestre, J. L., Barrio-Castro, T. D. ve Lopez-Bazo, E. (2005). Breaking the Panels: An Application to the GDP Per Capita, Econometrics Journal, 8,159-175. Chandran, V.G.R., Sharma, S. ve Madhavan K. (2010). Electricity Consumption-Growth Nexus: The Case of Malaysia, Energy Policy, 38, 606–612. Chang, T., Fang, W. ve Wen, L.F., (2001). Energy Consumption, Employment, Output And Temporal Causality: Evidence From Taiwan Based on Cointegration and ErrorCorrection Modelling Techniques, Applied Economics 33, 1045-1056. Charemza, Wojciech W. ve Deadman, Derek F. (1997). New Directions in Econometric Practice: General to Specific Modelling, T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Cointegration and Vector Autoregression, Second Edition, Edward Elgar Publishing, Chelthenham, UK. Chen, S.T., Kuo, Hsiao-I. ve Chen, ChiChung (2007). The Relationship Between GDP and Electricity Consumption in 10 Asian Countries, Energy Policy, 35, 26112621. Choi, I, (2001). Unit Roots Tests for Panel Data, Journal of International Money and Finance, 20, 229-272. Ciarreta A. ve Zarraga, A. (2010). Economic Growth-Electricity Consumption Causality in 12 European Countries: A Dynamic Panel Data, Approach Energy Policy, 38, 37903796. Eberhardt, M. ve Bond, S, (2009), Crosssection Dependence in Nonstationary Panel Models: A Novel Estimator, MPRA (Munich Personal RePEc Archive), Paper No: 17692. 01.08.2014 tarihinde http://mpra.ub.uni-muenchen.de/17692/ adresinden erişildi Esso, L. J. (2010). Threshold Cointegration And Causality Relationship Between Energy Use and Growth in Seven African Countries, Energy Economics, 32, 1383 - 1391. Ghosh, S. (2002). Electricity Consumption and Economic Growth in India, Energy Policy, 30(2), 125-129. Gregorio J. D., Landerretche, O. ve Neilson, C. (2007). Another Pass-Through Bites the Dust? Oil Prices and Inflation, Working Paper, Central Bank of Chile. Güloğlu, B. and İvrendi, M. (2010). Output Fluctuations: Transitory or Permanent? The Case of Latin America, Applied Economics Letters, 17:4, 381-386, Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 345 Hadri, K. (2000). Testing For Stationarity in Heterogenous Panels, Econometrics Journal, 3, 148-161. Kraft, J. ve Kraft, A. (1978). On the Relationship between Energy and GDP, Journal of Energy Development, 3, 401- 403. Heston, A., Summers R. ve Bettına A. (2014), Penn World Table Version 8.0, Center for International Comparisions at the University of Pennsylvania (CICUP). Layson, S. (1983). Homicide and deterrence: Another View of the Canadian Time Series Evidence, Canadian Journal of Economics, 16, 52-73 Ho C.Y. ve Siu K. W. A. (2007). Dynamic Equilibrium Of Electricity Consumption and GDP in Hong Kong: An Empirical Investigation, Energy Policy, 35, 2507-2513. Lean H. H., ve Smyth R. (2010). On the Dynamics of Aggregate Output, Electricity Consumption and Exports In Malaysia: Evidence From Multivariate Granger Causality Tests, Applied Energy, 87, 1963 - 1971. IEA, (2014). US Energy Information Administration. 11.02.2014 tarihinde http://www. eia.gov/cfapps/ipdbproject/iedindex3.cfm?t id=50&pid=76&aid=3&cid=CG5,&syid=1 994&eyid=2011&freq=M&unit=TBPD internet adresinden alındı. Im, K., Pesaran, H. ve Shin, Y. (2003). Testing for Unit Roots in Heterogenous Panels, Journal of Econometrics, 115(1), 53-74. Johansen, S. (1988). Statistical Analysis of Cointegration Vectors, Journal of Economic Dynamics and Control, 12(2 - 3), 231 - 254. Katircioglu, S.T., Sertoglu, K., Candemir, M. and Mercan, M. (2015). Oil price movements and macroeconomic performance: Evidence from twenty-six OECD countries, Renewable and Sustainable Energy Reviews, 44, 257–270. Levin, A., Lin, C. F. ve Chu, C. S. J. (2002). Unit Root Tests in Panel Data: Asymptotic and Finite Sample Properties, Journal of Econometrics, 108, 1-24. Maddala, G. S. ve Wu, S. (1999). A Comparative Study of Unit Root Tests with Panel Data and a New Simple Test, Oxford Bulletin of Economics and Statistics 61, 631-652. Masih, A.M.M. ve Masih, R. (1997). On The Temporal Causal Relationship between Energy Consumption, Real Income and Price: Some New Evidence from Asian NICs Based on A Multivariate Cointegration Vector Error-Correction Approach, Journal of Policy Modeling, 19, 417-440. Kónya, L. (2006). Exports and growth: Granger Causality Analysis On OECD Countries With A Panel Data Approach, Economic Modelling, 23, 978 - 992. Masih, A.M.M. ve Masih, R. (1996). Energy Cosumption, Real Income and Temporal Causality, Results from a Multi-Country Study Based on Cointegration and Error Correctiom Modeling Techniques, Energy Economics, 18,165-183. Kouakou, A. K. (2011). Economic Growth And Electricity Consumption In Cote D’ivoire: Evidence From Time Series Analysis, Energy Policy, 39, 3638 - 3644. Mozumder, P. ve Marathe, A., (2007). Causality Relationship Between Electricity Consumption and GDP in Bangladesh, Energy Policy, 35, 395-402 346 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Narayan, P. K. ve Prasad, A. (2008). Electricity Consumption–Real GDP Causality Nexus: Evidence From A Bootstrapped Causality Test for 30 OECD Countries”, Energy Policy, 36, 910-918 kina Faso: A Cointegration Analysis, Energy Economics, 32, 524-531. Narayan, P. K. ve Smyth, R. (2009). Multivariate Granger Causality between Electricity Consumption, Exports and GDP: Evidence From A Panel of Middle Eastern Countries, Energy Policy, 37, 229–236. Perron, P. (1991). Test Consistency with Varying Sampling Frequency, Econometric Theory, 7, 341-368. Narayan, P. K., Narayan, S. ve Popp, S. (2010). Does Electricity Consumption Panel Granger Cause GDP? A New Global Evidence, Applied Energy, 87, 3294-3298. Narayan, P.K., Smyth, R., (2005). Electricity Consumption, Employment and Real Income in Australia: Evidence From Multivariate Granger Causality Tests, Energy Policy, 33, 1109–1116. Narayan, P.K. ve Smyth, R., (2008). Energy Consumption And Real GDP in G7 Countries: New Evidence from Panel Cointegration with Structural Breaks, Energy Economics, 30, 2331-2341. Odhiambo, Nicholas M. E. (2009). Electricity Consumption and Economic Growth in South Africa: A Trivariate Causality Test, Energy Economics, 31, 635-640. OECD (1988). OECD Economic Outlook, 44, December. OECD (2005). OECD Economic Outlook, 2(78), December. OECD (2014). Annual National Account 2014, Gross Domestic Product. 11.02.2014 tarihinde http://stats.oecd.org/ adresinden erişildi. Ouédraogo, Idrissa M. (2010). Electricity Consumption and Economic Growth in Bur- Payne J. E. (2010) A Survey of The Electricity Consumption-Growth Literature, Applied Energy; 87, 723 - 31. Pesaran, M. Hashem ve Yamagata, T. (2008). Testing Slope Homogeneity in Large Panels, Journal of Econometrics, 142(1), 50-93. Pesaran, M. Hashem, (2004). General Diagnostic Tests for Cross Section Dependence in Panels, Cambridge Working Papers in Economics, 435. Pesaran, M. Hashem, Ullah, A. ve Yamagata, T. (2008). A Bias-Adjusted LM Test of Error Cross-Section Independence, Econometrics Journal, 11(1), 105-127. Peseran, M. Hashem, (2007). A Simple Panel Unit Root Test in The Presence of CrossSection Dependence, Journal of Applied Econometrics, 22, 265-312. Peseran, M. Hashem, (2006). Estimation and Inference in Large Heterogeneous Panels with a Multifactor Error Structure, Econometrica, 74(4), 967-1012. Sami, J. (2011). Multivariate Cointegration and Causality between Exports, Electricity Consumption and Real Income per Capita: Recent Evidence from Japan, International Journal of Energy Economics and Policy, 1(3), 59-68. Shahbaz M., Zeshan, M. ve Afza, T. (2012). Is Energy Consumption Effective to Spur Economic Growth in Pakistan? New Evidence from Bounds Test to Level Relationships and Granger Causality Tests, Economic Modelling ,29, 2310-2319. Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması 347 Shahbaz, M. ve Lean, H. H. (2012). The Dynamics of Electricity Consumption and Economic Growth: A Revisit Study of Their Causality in Pakistan, Energy, 39, 146-153. Taylor, John B. (2000). Low Inflation, PassThrough, and The Pricing Power of Firms, European Economic Review, 44 (7), 1389– 1408. Shiu, A. ve Lam, P., (2004). Electricity Consumption and Economic Growth in China. Energy Policy, 32, 47-54. Taylor, M. ve Sarno, L. (1998). The Behaviour of Real Exchange Rates during the PostBretton Woods Period, Journal of International Economics, 46, 281-312. Squalli, J., (2007). Electricity Consumption And Economic Growth: Bounds and Causality Analyses for OPEC Members, Energy Economics, 29, 1192-1205. Stern, D.I. (1993). Energy Growth in the USA: A Multivariate Approach, Energy Economics, 15, 137–150. Wolde-Rufael, Y.(2006). Electricity Consumption and Economic Growth: A Time Series Experience For 17 African Countries, Energy Policy, 34,1106–1114. Stern, D. I. (2000). A Multivariate Cointegration Analysis of The Role of Energy in The US Macroeconomy”, Energy Economics, 22, 267–283. Worldbank, (2014). World Development Indicators 2014. 11.02.2014 tarihinde http:// databank.worldbank.org/data/views/ variableSelection /selectvariables.aspx?source =world-development-indicators# adresinden erişildi. Swamy, P.A.V.B. (1970). Efficient Interfence in a Random Coefficient Regrassion Model, Econometrica, 38(2), 311-323. Yoo, S., (2005). Electricity Consumption And Economic Growth: Evidence From Korea, Energy Policy 33, 1627-1632. Tang, C. F. ve Tan, E. C. (2013). Exploring the Nexus of Electricity Consumption, Economic Growth, Energy Prices And Technology Innovation in Malaysia. Applied Energy, 104, 297-305. Yoo, S.-H. ve Kwak S.-Y. (2010). Electricity Consumption and Economic Growth in Seven South American Countries, Energy Policy, 38, 181-188. Tang, C. F. (2008). A Re-Examination of The Relationship between Electricity Consumption and Economic Growth in Malaysia, Energy Policy 36, 3077-3085. Tatlıgil, H., Çemrek, F. ve Şen, H. (2009), Cointegration Relationship among Energy Consumption GDP and Electricity Price Variables in Turkey, Selçuk Ün. İİBF Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11(17), 439-451. Yuan, J., Zhao, C., Yu, S. ve Hu, Z., (2007). Electricity Consumption and Economic Growth in China: Cointegration and Co-feature Analysis, Energy Economics, 29, 11791191. Zaman, K., Khan, M. M., Ahmad M., ve Rustam, R. (2012), Determinants of Electricity Consumption Function in Pakistan: Old Wine in a New Bottle, Energy Policy, 50, 623-634. ÖZ Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir düzenlenme bulunmaktadır. Buna göre hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, kısmi sigortalılık esası öngörülmüş ve bu kişiler hakkında iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası uygulanacağı ve bunların, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacakları belirtilmiştir. Buna karşılık hükümlülerin, bazı koşullarla kurum dışında kamu veya özel kuruluşlar nezdinde de çalıştırılmaları söz konusu olmaktadır. Belirttiğimiz hüküm bu çalışanları kapsamamaktadır. Bu durumun yanı sıra 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda belirli bir sürenin altındaki hapis cezalarına alternatif bir yaptırım olarak hükümlü kişilerin kamu kurumlarında veya kamu yararına hizmet veren özel kuruluşlar nezdinde belirli bir süre kamu yararına ücretsiz olarak çalışması öngörülmüştür. Çalışmamızda bu kişilerin çalışmalarının hukuki niteliğinin ne olduğu ve sosyal güvenlik haklarının bulunup bulunmadığı sorununun irdelenmesi amaçlanmaktadır. JEL Sınıflaması: K00, K31, K14 Anahtar Kelimeler: Kamu Yararına Ücretsiz Çalışma Cezası, Hükümlülerin Çalışması, Çalışan Hükümlülerin Sosyal Güvenlik Hakkı ABSTRACT Social Security of Convicts Who Are Put To Work Out of The Sentence Execution Institutions In Social İnsurance and Universal Health Insurance Law No.5510, there is a rule for convicts and arrested persons for only the ones who are working in facilities, workshops and similar units established in the sentence execution institutions and detention houses. According to this rule, work accident and occupational disease and maternity insurances shall be applicable to convicts and arrested individuals who are employed, but not working on service contract, in facilities, workshops and similar units established in the sentence execution institutions and detention houses, and these shall be deemed to be insurance holders under item (a) of the first paragraph of Article 4. However there are convicts who are put to work out of the sentence execution institutions. This indicated rule doesn’t cover these convicts. In addition to this, a court ordered unpaid community service as an alternative sanction in public institutions or private establishments who serve as for public interests instead of the imprisonment under certain durations takes place in in Turkish Penal Code No.5237, In our study we aim to study legal property of their employment and if they have social security rights JEL Classification: K00, K31, K14 Keywords: Court Ordered Unpaid Community Service, Working of Convicts, Social Security of Working Convicts Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği 349 Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği Dr. Hande Bahar Aykaç * G İRİŞ 1982 Anayasasının 18. maddesi angarya yasağını hükme bağlamıştır. Buna göre “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır”. Buna karşılık aynı maddenin devamında bu hükmün istisnası öngörülmüştür. Buna göre ikinci fıkra uyarınca “Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz” denilerek hükümlü ve tutukluluk süreleri içerindeki çalışmaların angarya yasağı kapsamında olmadığı * Gazi Üniversitesi İİBF Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Araştırma Görevlisi hande-bahar@yahoo.com Gönderim Tarihi: 09.06.2015 Kabul Tarihi: 07.08.2015 düzenlenmiştir1. Söz konusu istisnai hüküm doğrultusunda mevzuatımızda hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumlarındaki atölyelerde ve kurum dışında çalıştırılmalarına ilişkin kurallar öngörülmüştür. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir düzenlenme bulunmaktadır. Buna göre hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, kısmi sigortalılık esası öngörülmüş ve bu kişiler hakkında iş kazası ve meslek hastalığı ile analık 1 Aynı yaklaşım uluslararası belgelerde tutuklu ve hükümlü çalışmasına ilişkin de söz konusudur (Ayrıntılı bilgi için bkz. Uşan, 2001: 1438-1443) T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 350 sigortası uygulanacağı ve bunların, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılacakları belirtilmiştir (m.5). Buna karşılık hükümlülerin sadece ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılmaları değil, bazı koşullarla kurum dışında kamu veya özel kuruluşlar nezdinde çalıştırılmaları da söz konusu olmaktadır. 5510 sayılı Kanunda söz konusu kişilerin sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Bu durumun yanı sıra 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda belirli bir sınırın altındaki hapis cezalarına alternatif bir yaptırım olarak hükümlü kişilerin kamu kurumlarında veya kamu yararına hizmet veren özel kuruluşlar nezdinde belirli bir süre kamu yararına ücretsiz olarak çalışması öngörülmüş ve bu çalışma ilgili Yönetmelikte kamu hizmeti cezası olarak tanımlanmıştır. Ayrıca denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar; denetimli serbestlik müdürlüğünce kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması mümkün olabilmektedir. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde öngörülen “denetimli serbestlik” döneminde uygulanabilen diğer bir çalışma yükümlülüğü türü “gözetim altında çalıştırma” dır. Buna göre gözetim altında çalışma yükümlülüğü; “bir meslek veya sanat sahibi sanığın, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasıdır”. Belirtilen çalışma şekillerinde söz konusu çalışmaların hukuki niteliğinin ne olduğu ve bu kişilerin sosyal güvenlik haklarının bulunup bulunmadığı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. I. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Bünyesinde Çalıştırılan Hükümlü ve Tutuklular Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin zamanlarının daha iyi değerlendirilmesi, onlara meslek öğretmek ve ayrıca onların ıslah edilerek topluma sağlıklı bireyler olarak katılmasını sağlamak için cezaevlerinde iş atölyeleri oluşturulmuştur (Arıcı, 2015, s.230). 2004 yılında kabul edilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca2 “Kurum hekimi tarafından ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı olduğu belirlenen meslek sahibi olmayan hükümlüler ile meslek sahibi olan istekliler, kurum imkânları ölçüsünde belirlenen ücret karşılığında atölye veya işyurtlarında çalıştırılabilirler. (2) Çalıştırmanın amacı, hükümlülerin salıverilmelerinden sonra yaşamlarını sürdürecek meslek ve sanatları öğrenmelerini sağlamak, çalışma ve üretme isteklerini geliştirmek veya güçlendirmektir. Çalıştırmada hükümlünün yeteneği, becerisi, eğilimi, zihinsel ve bedensel durumları göz önünde bulundurulur. (3) Çocuk hükümlülerin çalıştırılması yalnızca meslek eğitimine yönelik olur. Öğretim kurumlarına veya örgün eğitime devam eden çocuk ile genç hükümlüler, öğretim yılı içinde atölye ve işyerlerinde çalıştırılmazlar. (4) Bunların çalıştırılmalarında 5.6.1986 tarihli ve 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır”. Esasen bu yasadan önce yürürlükte olan 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda söz konusu kişilerin çalışması konusunda, 2 Bu Kanun 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanununu yürürlükten kaldırmıştır (m.122). Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği madde metninde (m.17) açık bir şekilde “zorunluluktan” söz edilirken3; 5275 sayılı Kanunda “istekliler”den söz edilerek bu konudaki zorunluluk esası yumuşatılmıştır. Nitekim 2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde4 “Tutuklulardan çalışmaları istenebilir; ancak buna mecbur tutulamazlar” (m.20/2) ifadesiyle bu esas açıkça ortaya konmuştur. Buna karşılık yine de bu konuda tarafların serbest iradeleriyle çalışma koşullarını belirledikleri bir iş sözleşmesinden söz edilemez. Örneğin, yukarıda anılan yönetmelik uyarınca, hükümlülerin veya tutukluların işyurduna ait atölye, tesis ve benzeri ünitelerde çalıştırılması hâlinde, bunlara Yüksek Kurulca belirlenen gündelik ödenir (m.23/1). Yine aynı yönetmeliğin 40. maddesinde belirli durumlarda “işyurdu yönetim kurulu kararıyla” söz konusu hükümlülere fazla çalışma yaptırılabileceği, hükümlü ve tutuklularla ödenecek fazla çalışma ücretinin Yüksek Kurulca belirleneceği düzenlenmiştir (m.43). Görüldüğü gibi hükümlünün çalışmak konusunda iradesinden söz edilse de çalışma koşulları bakımından aynı esastan söz edilemez. Kanımıza göre bu sebeple bu atölyelerde çalıştırılan hükümlüler işçi niteliği taşımazlar (Arıcı, 2015, s.230; Uşan, 2001, s.1444). 506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanununun ilk halinde sigortalı sayılmayanlar arasında “yalnız ceza ve ıslahevleri içindeki atölyelerde çalıştırılan mahkumlar” sayılmaktaydı5. 506 sayılı Kanunda 2003 yılında yapılan bir değişiklikle6 bu kişilerin 1.1.2004 tarihinden itibaren yalnız iş kazası ile meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kolları açısından zorunlu sigortalı olacakları, uzun dönemli sigorta kolları açısın- 351 dan da istekleri halinde de şartları taşımaları kaydıyla isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri düzenlenmişti (506 s.k. m.2/3). 5510 sayılı Kanunda ise 506 Sayılı Kanunda olduğu gibi söz konusu kişiler iş sözleşmesi ile çalışmamalarına rağmen belirli sigorta kolları bakımından sigortalı (kısmi sigortalı) kabul edilmişlerdir. 5510 Sayılı Kanun m.5/a uyarınca “Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası uygulanır ve bunlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar”. Doktrinde iş sözleşmesi ile çalışmamalarına rağmen belirtilen kişilerin yasa hükmü uyarınca belirli sigorta kolları bakımından da olsa sigortalı sayılmalarının sosyal güvenlik haklarının korunması ve sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması ilkesi anlamında isabetli olduğu ifade edilmiştir (Güzel, Okur ve Caniklioğlu, 2014, s.156-157). 506 sayılı Yasadan farklı olarak 5510 sayılı Yasada ceza infaz kurumlarındaki atölyelerde çalışan hükümlü ve tutuklular için uygulanacak sigorta kolları arasından hastalık sigortası çıkarılmıştır. Oysa hastalık sigortası çerçevesinde ceza infaz kurumlarındaki atölyelerde çalışan hükümlü ve tutukluların yanı sıra bu kişilerin bakmak3 Ayrıntılı bilgi için bkz. Uşan, 2001, s.1143 vd. 4 R.G. 27.12.2005, 26036 5 Bu durum doktrinde bazı yazarlarca eleştirilmekte (Uşan, 2001, s.1459), bazı yazarlarca ceza hukukundan doğan bir ilişki söz konusu olması nedeniyle olağan kabul etmekteydi (Güzel ve Okur, 1999, s.101). 6 4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 352 la yükümlü oldukları aile bireylerinin de sağlık yardımlarından yararlanması mümkün olmaktaydı. 5510 sayılı yasa ile sağlık yardımları bakımından yürürlüğe konulan “genel sağlık sigortası” uygulaması çerçevesinde ise hükümlü ve tutukluların genel sağlık sigortalısı da olmadıkları düzenlenmiştir. Buna göre 5510 sayılı Kanun m.60 uyarınca “Ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde bulunan hükümlü ve tutuklular…. genel sağlık sigortalısı ve genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi sayılmazlar” (m.60/III). Hükümlü ve tutuklu kişilerin sağlık giderlerinin kimin tarafından karşılanacağı Sağlık Bakanlığının 2013/2 sayılı Genelgesinde7 açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre “ceza infaz kurumları ve tutukevlerince üniversite hastanelerine (vakıf üniversiteleri hariç) sevk edilen tutuklu ve hükümlülerin; a-yatarak tedavisi esnasında gerekli görülen her türlü ilaç, muayene, tetkik, tahlil ve tıbbi malzemeleri sağlık hizmet sunucusu tarafından karşılanacaktır. B-Ayakta tedavide tıbbi muayene, kontrol, tetkik, diş protezi ve tedavilerine ait giderler sağlık hizmeti sunucusu tarafından karşılanacak olup, hastane tarafından temini mümkün bulunmayan tıbbi malzemeler (ortez, protez, gözlük, işitme cihazı, şeker ölçüm çubuğu, hasta alt bezi vb.) ile ilaç bedelleri Adalet Bakanlığı tarafından karşılanacaktır”. Görüldüğü gibi genel olarak tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerinin sağlık hizmeti sunucusu ve Adalet Bakanlığı tarafından karşılanması öngörülmüştür. Buna karşılık söz konusu yardım sadece hükümlü ve tutuklular için geçerli olacak, bakmakla yükümlü oldukları bireyleri kapsamayacaktır. Ayrıca bu kişilerin –önceki düzenlemede olduğu gibi- hastalık sigortasından yararlanmaları öngörülmediğinden koşulları oluştuğunda geçici işgöremezlik ödeneğinden de yararlanmaları mümkün olmayacaktır. Doktrinde, söz konusu kişilerin analık sigortasından yararlandırılmaları söz konusu iken, hastalık sigortası hükümlerinden yararlandırılmamasının bir çelişki olduğu isabetli olarak belirtilmiştir (Güzel, Okur ve Caniklioğlu, 2010, s.129-130). Bu konudaki diğer bir çelişki şu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu kişilerin çalıştırılmalarında 2004 yılında kabul edilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca “3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri”nin uygulanacağı belirtilmiştir. Söz konusu yasada ise, çırakların iş kazaları ve meslek hastalıkları ile hastalık sigortaları yönünden sigortalı sayılacakları öngörülmüştür (m.25/4). Aynı esas, 5510 sayılı Kanun m.5/1,b’de de tekrarlanmıştır. Belirtilen husus bakımdan da bu kişilerin hastalık sigortası hükümlerinden yararlanmamaları bir çelişki niteliğindedir. Diğer yandan 506 sayılı Yasadan farklı olarak 5510 sayılı Yasada hükümlü ve tutukluların uzun vadeli sigorta kolları bakımından isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri açıkça düzenlenmemiştir. Buna karşılık doktrinde hükümlü ve tutukluların koşullarını taşımaları halinde isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri belirtilmektedir (Tuncay ve Ekmekçi, 2013, s.288; Arıcı, 2015, s.230). 7 http://www.saglik.gov.tr/TR/dosya/1-94967/h/tutuklu-genelge-2013-2.pdf Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği Öte yandan 5510 sayılı Yasada, beraat eden tutuklular ve gözaltına alınan kişiler için borçlanma imkanı sağlanmıştır. Buna göre sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat edenlerin tutuklulukta veya gözaltında geçen süreleri borçlanabilmektedirler (m.41) (Alper, 2014, s. 291). Hükmün açık ifadesi gereği bu borçlanma imkanından sadece kendilerine isnat edilen suçtan dolayı “beraat eden” kişiler yararlanabileceklerdir. Ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların işvereni, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu, işveren vekilleri ise Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumunun sorumlu müdür ve amirleridir (5510 s.k. m.12/5). II. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlüler 1.Ceza İnfaz Kurumları Dışında (Topluca) Yapılan Çalışmalar a) Ceza İnfaz Kurumu Dışında Yapılan Çalışmaların Hukuki Niteliği ve Çalışma Koşulları 647 sayılı (mülga) Cezaların İnfazı Hakkında Kanun uyarınca bazı hükümlülerin kamu ve özel sektöre ait işyerlerinde yani ceza infaz kurumları dışında cezaevi idaresi aracılığıyla topluca çalıştırılabilmelerini öngörmekteydi (m.17). 647 sayılı Kanunun yerini alan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda8 da bazı hükümlülerin ekip halinde kurum dışında çalıştırılmaları imkanı 353 getirilmiştir. Buna göre “Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ile kapalı ceza infaz kurumlarında bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanmış hükümlüler, kurum dışındaki iş alanlarında çalıştırılabilirler. Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ceza infaz kurumu görevlileri gözetiminde, kapalı ceza infaz kurumunda bulunanlar ise iç ve dış güvenlik görevlilerince alınacak tedbirler altında çalıştırılırlar” (m.30). Anılan Kanunun 32/1 hükmüne göre “Çalışan hükümlülere ürettiklerinden elde edilen gelirden, çalışmaları karşılığı ücret ödenir ve bu hükümlüler sosyal haklardan yararlandırılırlar”. Cezaevi dışında yapılacak çalışmalara ilişkin diğer esaslar Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün9 98. maddesinde belirlenmiştir. Söz konusu hüküm doğrultusunda Kurum dışında çalıştırılma, işveren veya temsilcisi ile iş yurdu bulunan kurumlarda iş yurdu müdürü, iş yurdu bulunmayan kurumlarda ise mahalli Cumhuriyet başsavcısının imzaları ile düzenlenen protokol çerçevesinde gerçekleştirilir. Protokolde ücret, çalışma saatleri, ulaşım, iaşe, güvenlik, protokolün süresi ve diğer hususlar düzenlenir. Hükümlülere verilecek ücret, onaltı yaştan büyükler için uygulanan asgari ücretten aşağı olamaz. Protokol, onay için İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına gönderilir. Hükümlüler en az iki kişiden oluşan ekipler halinde çalıştırılır. Kurum dışında çalışan 8 RG. 29. 12. 2004, 25685 9 RG. 6.4.2006, 26131 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 354 hükümlülerin çalışma güvenliği işverence sağlanır. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının yasal yükümlülüğünden işveren sorumludur10. 2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde de aynı esaslar tekrarlanmıştır. Bu hükme göre “Hükümlülerin, ceza infaz kurumu dışında işyurduna ait olmayan işyerinde çalışmaları hâlinde ; a) 4857 sayılı İş Kanunu gereğince çalışma güvenliği, işveren tarafından sağlanır. b) Her türlü iş kazasının yasal yükümlülüklerinden işveren sorumludur. c) Hükümlülerden birinin firar etmesi veya başkaca kanunî takibatı gerektirir bir olaya sebebiyet vermesi hâlinde, işverene sorumluluk yükletilmez (m.22/son)”. Belirtilen şekilde cezaevi dışında çalıştırılan kişilerin yaptıkları çalışmaların iş sözleşmesi olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği doktrinde tartışmalıdır. Nitekim burada hükümlü kişinin tam anlamıyla serbest iradesinden bahsedilemese de çalışma, işveren ile kurum arasındaki protokole dayanmaktadır (Uşan, 2001, s.1444). Doktrinde söz konusu ilişkiyi kamu hukukundan kaynaklı bir yükümlülük olarak niteleyenler olduğu gibi (Tunçomağ, 1988, s.54. Saymen, 1954, s.451-452.), bir iş sözleşmesi şeklinde yorumlayanlar da (Günay, 1998, s.66) bulunmaktadır. Bu konudaki üçüncü bir görüş olarak nitelendirilebilecek görüşe göre, kurum dışındaki çalışmaların hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmemesi yönündeki yaklaşımın haklılığı kabul edilmekle birlikte bu sonuç, çalıştırılan kişiler açısından adil ve eşit sonuçlar doğurmaması bakımından tercih edilme- melidir (Uşan, 2001, s.1448). Bu görüşe göre çalışan hükümlüler mevcut statüleri gerektirdiği ölçüde işçilik haklarından yararlandırılmalıdır. Ayrıca yapılacak bir düzenlemeyle kurum dışında çalışmak zorunda olan hükümlülerin –statüleri ve mevzuattaki özellikler saklı kalmak kaydıyla- işçilik haklarından yararlanmalarına ilişkin açık bir hüküm getirilmelidir. Eski tarihli bir Yargıtay kararında ise konuyla ilgili şu değerlendirmede bulunulmuştur: “…Ceza ve infaz kurumlarının müsaadesi ve gözetimi altında hükümlülerin kendi istekleriyle dışarıda çeşitli işyerlerinde ücret karşılığında yaptıkları çalışmalar, modern infaz hukukunun, hükümlülerin ıslah ve iyileştirmelerinde oldukça etkili bir araç saydığı, ıslah kurumlarına ait atölye ve işyerlerindeki zorunlu çalışmalardan farklıdır. Dışarıdaki işyerlerinde yapılan çalışmalar hükümlü ve işveren arasında yapılmış bir akde dayanmasa da aralarındaki ilişki bir hizmet ilişkisidir. Bu gibi durumlarda cezaevi idaresinin taraflar arasındaki hizmet ilişkisinin kurulmasına aracılık ettiğinin kabulü gerekir. Davacı, hükümlü sözü edilen tarihler arasında davalı idareye ait işyerinde ücret karşılığı çalışmıştır. Ücretin cezaevi idaresine ödenmesi ve çalışma- 10 Kurum dışında çalıştırılan hükümlülerin, çalıştıkları işyerlerinde gece barındırılmalarına izin verilmez. Çalışılan yer kurumlarına yakınsa, geceleri kurumlarına dönmeleri zorunludur. Kurumların bulunduğu yerin dışında bir işyerinde çalıştırılan hükümlülerin gece barındırılmaları, çalıştıkları yere en yakın açık kurumda, bulunmadığı takdirde kapalı kurumun hükümlü ve tutuklularla irtibatı olmayan bir bölümünde sağlanır (m.98/6). Yine söz konusu hüküm doğrultusunda hükümlüler kurum dışında kendi işyerlerinde veya üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarına ait işyerlerinde çalıştırılamazlar. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği nın idareler arası yapılmış bir protokole dayanması söz konusu ilişkinin niteliğini etkilemez…”11. Görüldüğü gibi Yüksek Mahkeme cezaevinin hukuki konumunu “aracılık” olarak nitelendirip hükümlünün çalışmasını da hizmet ilişkisi olarak tanımlamıştır. Kanımıza göre çalışmanın tarafların serbest iradeleriyle kabul ettikleri sözleşmeye değil de idareler arası yapılan bir protokole dayanması çalışmanın iş sözleşmesi olarak değerlendirilmesini engeller. Ancak bu konuda ilgili mevzuatta açık bir düzenleme yapılarak bu kişilerin –hükümlülük gereklerine aykırı düşmeyen- iş yasasına ilişkin kurallardan yararlanacakları düzenlenmelidir. Nitekim 5275 sayılı Kanunun 32/1 hükmünde yer alan “Çalışan hükümlülere ürettiklerinden elde edilen gelirden, çalışmaları karşılığı ücret ödenir ve bu hükümlüler sosyal haklardan yararlandırılırlar” hükmünün İş Yasasına ilişkin sosyal haklar anlamında anlaşılması mümkündür. Yine yukarıda da belirtildiği gibi ilgili tüzükte bu kişilere asgari ücretten az olmamak üzere ücret ödenmesi, iş kazaları ve meslek hastalıklarından çalıştıkları kurumun sorumlu olması gibi sosyal açıdan isabetli esaslar belirlenmiştir (m.43). b) Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılanların Sosyal Güvenliği Öncelikle belirtmek gerekir ki, hükümlülük durumu halihazırda kazanılmış sosyal sigorta hakları bakımından olumsuz etkide bulunmaz. Buna göre hükümlü kişi emekli ise emeklilik hakkı ortadan kalkmaz, cezaevindeyken de malullük veya yaşlılık aylığı almaya devam eder (Güzel ve Okur, 1999, s.101-102; Uşan, 2001, s.1472). 355 2003 yılında yapılan değişiklikten önce12 506 sayılı Yasanın 3/I, 1 hükmünde “yalnız ceza ve ıslah evleri içindeki atölyelerde çalıştırılan mahkumların” bu Kanun anlamında sigortalı sayılmayacakları belirtilmişti. Bu dönemde doktrinde bu hükmün karşıt anlamından kurum dışında herhangi bir kamu veya özel sektör işvereni yanında 11 Söz konusu karara göre “davacı, adam öldürmek suçundan dolayı hükümlü bulunduğu cezasının Foça cezaevinde infazı sırasında davalıya ait Çamaltı Tuzlasında işçi olarak çalıştırıldığını ve cezasının infazından sonra da aynı işyerinde çalışmasını sürdürdüğünde, yıllık ücretli izin hakkının hesabında, işverence nazara alınmayan önceki çalışma süresinin hesaba katılması gerektiğinin tespitine ve eksik kullandırılan izinden dolayı 1000 lira alacağın tahsiline karar verilmesini istemiş, istek mahkemece red ve hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacının Foça Cezaevinde hükümlü bulunduğu sırada Adalet Bakanlığı ile davalı idare arasında yapılmış bir protokole göre, Çamaltı tuzlası işyerinde 1.5.1969 tarihinden 24.8.1973 tarihine kadar asgari ücret üzerinden çalıştırıldığı ve sigortalı sayılarak 506 sayılı yasa hükümleri gereğince Sosyal Sigortalar Kurumuna primlerinin ödendiği hususları taraflar arasında çekişmesizdir. Uyuşmazlık sadece, çalışmasını hala o işyerinde sürdürmekte olan davacının cezasının infazı dönemine rastlayan önceki çalışma süresinin yıllık ücretli izin hesabında dikkate alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. Ceza ve infaz kurumlarının müsaadesi ve gözetimi altında hükümlülerin kendi istekleriyle dışarıda çeşitli işyerlerinde ücret karşılığında yaptıkları çalışmalar, modern infaz hukukunun, hükümlülerin ıslah ve iyileştirmelerinde oldukça etkili bir araç saydığı, ıslah kurumlarına ait atölye ve işyerlerindeki zorunlu çalışmalardan farklıdır. Dışardaki işyerlerinde yapılan çalışmalar hükümlü ve işveren arasında yapılmış bir akde dayanmasa da aralarındaki ilişki bir hizmet ilişkisidir. Bu gibi durumlarda cezaevi idaresinin taraflar arasındaki hizmet ilişkisinin kurulmasına aracılık ettiğinin kabulü gerekir. Davacı, hükümlü sözü edilen tarihler arasında davalı idareye ait işyerinde ücret karşılığı çalışmıştır. Ücretin cezaevi idaresine ödenmesi ve çalışmanın idareler arası yapılmış bir protokole dayanması söz konusu ilişkinin niteliğini etkilemez. Mahkemenin verdiği değişik bir değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın reddine karar vermesi yasaya aykırıdır” (Y9HD 27.11.1980, 12525/14266, Günay, 1998, s. 66-67). 12 4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 356 çalışan hükümlülerin sigortalı sayılacakları anlamı çıkarılmaktaydı13 (Güzel ve Okur, 1999, s.101. Uşan, 2001, s.1470; Aslanköylü, 2003, s.105). Ayrıca bu husus ilgili Yönetmeliklerde de açıkça öngörülmekteydi (Uşan, 2001, s.1471). Yargıtay da bu yönde karar vermekteydi14. 506 sayılı Kanunda 2003 yılında yapılan bir değişiklikle15 ise bu kişilerin 1.1.2004 tarihinden itibaren yalnız iş kazası ile meslek hastalıkları, analık ve hastalık sigorta kolları açısından zorunlu sigortalı olacakları, uzun dönemli sigorta kolları açısından da istekleri halinde de şartları taşımaları kaydıyla isteğe bağlı sigortalı olabilecekleri düzenlenmişti (506 s.k. m.2/3). 5510 sayılı Kanunda da 506 Sayılı Kanunda olduğu gibi söz konusu kişiler iş sözleşmesi ile çalışmamalarına rağmen belirli sigorta kolları bakımından sigortalı (kısmi sigortalı) kabul edilmişlerdir. 5510 Sayılı Kanun m.5/a uyarınca “Hizmet akdi ile çalışmamakla birlikte, ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında, iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası uygulanır ve bunlar, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılırlar”. 506 sayılı Yasanın 4958 sayılı Yasa ile değiştirilmiş yeni hali ve 5510 sayılı Yasanın karşıt anlamından ceza infaz kurumları dışında çalışan sigortalılara ilişkin bir anlam çıkarılamamaktadır. 5275 sayılı Kanunun 32/2 hükmüne göre “Sosyal güvenlik kurumlarına tâbi olanlar ile bunların hak sahiplerine yapılan her türlü yardım ve giderler, kendi mevzuatları çerçevesinde ilgili sosyal güvenlik kurumunca karşılanır”. Aynı esas Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük m.100/’de de tekrarlanmıştır. Kanımıza göre söz konusu hüküm –çok açık olmamakla birlikte- kurum dışında çalıştırılacak hükümlülerin hükümlülük durumunun halihazırda kazanılmış sosyal sigorta hakları bakımından olumsuz etkide bulunmayacağına ve sosyal güvenlik kurumlarına tabi olanların haklarının sosyal güvenlik kurumunca sağlanmaya devam edeceğine vurgu yapmışa benzemektedir. Buna karşılık söz konusu hüküm hükümlülerce dışarıda yapılan çalışmaların sigortalılık ilişkisi kurup kurmayacağı konusunda bir açıklık getirmemiştir. Belirtmek gerekir ki uygulamada ceza infaz kurumları dışındaki işyerlerinde çalıştırılan hükümlüler sigortalılık bakımından ayrıma tabi tutulmamakta, bu kişilerin de aynı ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılanlar gibi “iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası” bakımından sigortalı yapılmaları söz konusu olmaktadır. Bu uygulamanın hukuki gerekçesinin ve dayanağının ne olabileceği konusunda iki ihtimal göze çarpmaktadır. Bunlardan biri 2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde yer alan bir hükümdür. “Ceza infaz kurumu bünyesinde yer alan işyurtları dışındaki işyerlerinde çalıştırılan hükümlülere yapılacak ücret tahakkuku üzerinden sigorta primi kesintisi yapılır” (m.23/2, b, 1). Bize göre bu düzenleme sigortalılık ilişkisi kurucu bir nitelik taşımaktan ziyade sigortalılık ilişkisinden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilmesinden söz etmektedir. Bu konuda sosyal sigorta 13 Yargıtay bu dönemde tekel idaresinde çalışan bir mahkumu sigortalı kabul etmiş ve ücretinin tekel idaresi tarafından değil cezaevi idaresince ödenmesinin sigortalılığını engellemeyeceği sonucuna varmıştır (Y9HD, 27.11.1980, 12525/14266, Arslanköylü, 2003, s.105). 14 YHGK, 3.2.1971, 9-930/61, Çakmak, 2001, s. 64. Y9HD, 27.11.1980, 12525/14266, Güzel ve Okur, 1999, s.101. 15 4958 sayılı Kanun, RG 6.8.2003, 25191. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği ilişkisini kuran temel kanun olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunundan hareket etmek gerekir. Bu çerçevede hukuki dayanak noktasında ikinci ihtimal ortaya çıkmaktadır. Bu ihtimal, 5510 sayılı Kanunda yer alan ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında kısmi sosyal sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği 5/a hükmünün “kıyasen” dışarıda çalışan hükümlüler için de uygulanmasıdır. Ancak 5510 sayılı Kanunda sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği temel hüküm 4. madde olup, 5. maddede istisnai olarak bu kapsama alınanlar sıralanmaktadır. İstisna hükümlerinin dar yorumlanması kuralının bir gereği ve sonucu olarak istisna hükümlerinin kıyasen uygulanamayacağı kabul edilmektedir16. Bu sebeple kanımıza göre söz konusu istisna hükmünün kıyas yoluyla genişletilmesi hukuken mümkün değildir. Sonuç itibariyle ceza infaz kurumları bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri üniteler dışında çalıştırılan hükümlülerin uygulamada sigortalı yapılmaları “sonucu itibariyle” isabetli ve hakkaniyete uygun olmakla birlikte, hukuki dayanağı noktasında sıkıntı bulunmaktadır. Bu sebeple olması gereken hukuk bakımından 5510 sayılı Kanunda bu kişilerin de ceza infaz kurumu bünyesinde çalıştırılanlar gibi özellikle kısa vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık hakları açıkça güvence altına alınmalıdır. 2. Kamu Hizmeti Cezası ve Kamuya Yararlı Bir İşte Çalışma a)Kamu Hizmeti Cezası ve Çalışma Koşulları Suçların kamu düzenini bozma niteliğinin bir sonucu olarak toplumun mağduriyetinin ve zararının giderilmesinin bir yolu 357 olarak hükümlünün toplum hizmetinde çalışması karşılaştırmalı hukukta ve Türk hukukunda bir yöntem olarak benimsenmiştir (Çolak ve Altun, 2007, s.84)17. Bu doğrultuda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, bir yıl veya daha az süreli (kısa süreli) hapis cezalarına alternatif olarak uygulanabileceği öngörülen farklı tedbirler arasında hükümlünün kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasını da kabul etmiştir. Anılan Kanunun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar” başlıklı 50. maddesi uyarınca “Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; …mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya çevrilebilir”18. Yine anılan yasa uyarınca, “Hükmedilen bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, kısa süreli hapis cezasıdır” (m.49/2). O halde “kısa süreli” olarak adlandırılan bir yıl veya daha az 16 Ayrıntılı bilgi için bkz. Yongalık, 2011, s.10 vd. 17 Gerçekten de çalışma cezasının temelinde “topluma verilen zararın topluma yararlı bir işte çalışılması suretiyle telafisi düşüncesi yatmaktadır” (Alıcı, 2011, s.132). 18 Anılan maddede kısa süreli hapis cezasına alternatif olarak öngörülen diğer yaptırımlar; a) Adlî para cezası, b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesi, c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etme, d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanma, e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanma olarak sıralanmıştır. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 358 süreli hapis cezası -mahkemenin takdirine bağlı olarak19- farklı tedbirlere çevrilebilmekte; bu tedbirlerden biri de gönüllü olarak kamuya yararlı bir işte çalışma olabilmektedir. Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan kısa süreli hapis cezasına alternatif yaptırım seçeneklerinden olan “kamuya yararlı bir işte çalışma”nın ne anlama geldiği 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun (CGTİK) 105. maddesinde açıklanmıştır. Bu madde uyarınca “… Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan kısa süreli hapis cezasının yaptırım seçeneklerinden kamuya yararlı bir işte çalıştırma; kamuya yararlı bir işte çalıştırma; hükümlünün, ücretsiz olarak bir kamu kurumunun veya kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde çalıştırılmasıdır”. CGTİK uyarınca denetimli serbestlik ve yardım merkezleri, bölgelerinde bulunan bu tür kurumlardan hükümlüleri ne suretle çalıştırabileceklerine dair bilgi alırlar ve hizmetler listesini oluştururlar. Bu listeler mahkemelere verilir. Mahkeme, bu listelerden uygun gördüğü hizmeti ve süresini hükümlüye önerir ve bunu reddetme hakkına sahip olduğunu hatırlatır20 (CGTİK 105/2) (Öztürk ve Erdem, 2011, s.373; Demirbaş, 2009, s.565). Sanığın mesleğine uygun iş bulunması zorunlu değildir21 (Erdoğan, 2008, s.649). Türk Ceza Kanunu 50/f hükmünde yer alan “kamuya yararlı işte çalışma” kavramı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4/1, m hükmünde “kamu hizmeti cezası” olarak adlandırılmıştır. Bu hükme göre kamu hizmeti cezası; “5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde öngörülen, bir kamu kurumunun veya kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde ücretsiz olarak çalıştırılmayı” ifade eder. Kamu hizmeti cezasına ilişkin esaslar yine anılan Yönetmeliğin 66. maddesinde açıklanmıştır. Bu hükme göre kamu hizmeti cezası; toplumsal katılım ile hükümlünün iyileştirilmesini ve topluma kazandırılmasını amaçlayan, hükümlünün topluma verdiği zararı kamu hizmetinde ücretsiz çalışarak geri ödemesini ve bu şekilde kamu düzeninin sağlanmasını esas alan bir seçenek yaptırımdır. Kamu hizmeti cezası, kamu kurumu veya kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşta yerine getirilir. Çalıştırılacak iş belirlenirken; hükümlünün iyileştirilmesi, kamuya verilen zararın ödetilmesi, hükümlünün becerileri, mağdurun ve toplumun güvenliği ve çalışmanın ceza niteliğinde olduğu dikkate alınır. Kamu hizmeti cezasında hükümlünün çalıştırılacağı gün ve saatler, hükümlünün 19 Mahkeme bu tedbirlerden birine çevirmeye zorunlu değildir (Toroslu, 2012, s.420. Çolak ve Altun, 2007, s.87. Erdoğan, 2008, s.653). 20 Öztürk ve Erdem, 2011, s. 373. Demirbaş, 2009, s.565. Diğer bir hapis cezasına hükmedildiğinde kamu yararına çalıştırma kararı verilemez. (CGTİK 105/3). İki yıl veya daha az süre ile hapis cezasına mahkûm olanlardan, hükümlülük süresinin yarısını iyi hâlle geçirenlerin, istekleri bulunmak koşuluyla kendilerinin veya yasal temsilcilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmiyet sürelerinin geriye kalan yarısını kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına mahkemece karar verilebilir.(CGTİK 105/4). Mahkeme kararında belirtilen çalışma esasları ile rejimlere uymama hâlinde, geri kalan ceza aynen çektirilir (CGTİK (105/5). 21 Sanığın çalışacağı işkolu mahkeme tarafından belirlenmeli, işyerinin belirlenmesi denetimli serbestlik şube müdürlüklerine bırakılmalıdır (Erdoğan, 2008, s.649). Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği işi, aile yaşamı veya eğitimi dikkate alınarak belirlenir. (m.66/3) Kamu hizmeti cezasının infazında dört saat çalışma bir gün sayılır. Hükümlü günde en az iki, en çok sekiz; haftada en az on dört, en çok kırk saat çalıştırılır22. Kamu hizmeti cezasının infazı, toplam ceza süresinin iki katını geçemez23. Kamu hizmeti cezasının uygulamasında hükümlülerin denetimli serbestlik müdürü ile yükümlü çalıştıracak olan kamu kurum ve kuruluşları veya kamu yararına hizmet üreten özel kuruluşlar arasında imzalanan ve “işbirliği protokolü” adı verilen bir protokol çerçevesinde çalıştırılması söz konusu olmaktadır. Konunun düzenlendiği Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde 50 uyarınca “Kamu hizmeti cezası veya gözetim altında ya da 5275 sayılı Kanunun 105/A maddesinin beşinci fıkrasında düzenlenen kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalışma yükümlülüğü kapsamında yükümlü çalıştıracak olan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına hizmet üreten özel kuruluşlarla, yükümlünün çalıştırılması, çalışılacak işin nitelikleri, çalışma süresinin belirlenmesi ve diğer hususlarla ilgili protokol imzalanır. İş birliği protokolünü müdür ile kurum yetkilisi imzalar”. İşbirliği protokolünde; kurumun adı, hizmetlerin türü, çalışma saatlerinin müdürlük ve kurumun ortak kararı ile belirleneceği, takip çizelgesinin iş yerindeki yükümlünün çalışmasından sorumlu kişi tarafından doldurulacağı, protokolün yürürlük süresi, protokolün sona ereceği haller, cinsiyet ve çocuk/yetişkin ayrımı da dikkate alınarak çalıştırılabilecek yükümlü sayısı, iş yerinin yükümlüye veya çocuğa iş güvenliği ve sağlığı ile işin yapılması için gerekli olan araç ve gereçleri sağlayacağı, işveren ve diğer çalışanlar tarafın- 359 dan yükümlünün insan haklarına ve kişilik haklarına saygı gösterileceği gibi bilgilerin yer alması öngörülmüştür (m.50/2). Öte yandan anılan Yönetmelik madde 52 uyarınca işbirliği protokolünün yanı sıra hükümlünün çalışmaya başlamasından önce denetimli serbestlik personeli, sanık veya hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma protokolü” imzalanması gerekmektedir. Bu çalışma protokolünde; sanık veya hükümlünün çalıştırılacağı işin türü, mahiyeti ve süresi, uyması gereken güvenlik tedbirleri, yükümlülüklerine aykırı davranması durumunda yapılacak işlemler, işyerinde kime karşı sorumlu olduğu, iş güvenliği ve sağlığı için gerekli önlemlerin işveren tarafından alınacağı gibi bilgilerin yer alması öngörülmüştür (m.52/2). Kamu hizmeti cezası çerçevesinde yerine getirilen çalışmanın hukuki niteliğinin tespiti gerekir. Acaba bu çalışmanın “iş ilişkisi” kapsamında değerlendirilmesi mümkün müdür? Söz konusu cezadan beklenen faydanın 22 Suça sürüklenen çocuklar hakkında kamu hizmeti cezası kararı verilmişse, kamu hizmeti cezasının infazında hükümlünün çalışmaya başlayacağı tarihteki yaşı dikkate alınır. Hükümlünün on sekiz yaşından küçük olması halinde çalıştırılacak iş; çocuğun bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişimi ile eğitimine engel olmayacak ve destekleyecek şekilde belirlenir. On sekiz yaşını tamamlayıncaya kadar çalışılan her iki saat bir gün sayılır. Bu şartların sağlanamaması halinde çocuk hakkında verilen bu yaptırımın değiştirilmesi mahkemesinden istenebilir (m.66/5). 23 Kamu hizmeti cezasının yerine getirilmesinde; hükümlünün durumu, çalıştırılacağı kurum ya da kuruluş haricinde kimseyle paylaşılamaz. Kurum ya da kuruluş yetkilileri, hükümlünün ifşa olmaması ve dışlanmaması için hükümlünün durumunu diğer çalışan ve kişiler ile paylaşamaz. Bu konuda kurum ya da kuruluş yetkilileri bilgilendirilir (m.66/4). T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 360 sağlanabilmesi açısından bu cezanın uygulanmasında gönüllülük esastır (Çetin, 2011, s.218-219; Maden, 2012, s.213). Gerçekten de Türk Ceza Kanunu uyarınca “kamu hizmeti cezası” tedbiri hükümlü açısından zorunlu kabul edilmemiş, hükümlünün reddetme hakkı saklı tutulmuştur. Buna göre ya sanık tarafından böyle bir talep gelmeli, ya da mahkemenin getireceği öneriyi sanık açık bir biçimde kabul etmelidir24 (Çolak ve Altun, 2007, s.87; Erdoğan, 2008, s.648; Öztürk ve Erdem, 2011, s.373, Çetin, 2011, s.221). Buna karşılık söz konusu çalışmanın “ücretsiz” olması öngörülmüştür25. İş sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan “ücret” ödenmesi söz konusu ilişkide öngörülmediğinden bu ilişkinin iş ilişkisi olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla; a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren, b)Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan, koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir”26. Yine anılan hüküm uyarınca “denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar; a) Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılması, b) Bir konut b) Kamuya Yararlı Bir İşte Çalışma Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde, birbirine çok yakın olan iki uygulama “kamu hizmeti cezası” ve “kamuya yararlı işte çalışma” şeklinde iki ayrı kavram çerçevesinde düzenlenmiştir. Buna göre bir önceki başlıkta değindiğimiz Türk Ceza Kanunu 50/f hükmünde yer alan “kamuya yararlı işte çalışma” kavramı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 4/1, m hükmünde “kamu hizmeti cezası” olarak adlandırılmıştır. Buna karşılık anılan yönetmelikte 5275 sayılı Kanunun 105/A hükmünde öngörülen yaptırım “kamuya yararlı işte çalışma” olarak tanımlanmıştır (D.S.H.Y. m.50/1). 5275 sayılı Kanuna 2012 yılında 6291 sayılı Kanunla eklenen “denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı” başlıklı 105/A hükmüne göre “Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini 24 Söz konusu yaptırımın sanığın rızası alınmadan verilemeyeceğine ilişkin karar için bkz.Y2CD, 5.10.2006, 1616/16026, www.kazanci.com.tr. Y8CD 5.7.2012, 11816/23653, http:// emsal.yargitay.gov.tr). 25 Yargıtay sanığın rızası da alınmadan “ücret karşılığında” kamuya yararlı işte çalıştırılmasına karar verilmesini bozma sebebi saymıştır (Y2CD, 5.10.2006, 1616/16026, http://emsal.yargitay.gov.tr). Doktrinde bu seçenek yaptırımın ücretsiz olmasının isabetli olduğu görüşü bulunduğu gibi, bu yaptırımın ücretli olması gerektiği de belirtilmektedir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Çetin, 2011, s.220, dn.661). 26 Maddede ayrıca söz konusu infaz usulünden; a) Sıfır-altı yaş grubunda çocuğu bulunan ve koşullu salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan kadın hükümlülerin, b) Maruz kaldıkları ağır bir hastalık, sakatlık veya kocama nedeniyle hayatlarını yalnız idame ettiremeyen ve koşullu salıverilmesine üç yıl veya daha az süre kalan hükümlülerin, diğer şartları da taşımaları hâlinde yararlanabilecekleri de düzenlenmiştir. Ayrıca maddeye göre “Açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına karşın, iradesi dışındaki bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi hâlli hükümlüler, açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az altı aylık sürenin geçmiş olması durumunda, diğer şartları da taşımaları hâlinde, birinci fıkrada düzenlenen infaz usulünden yararlanabilirler”. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği veya bölgede denetim ve gözetim altında bulundurulması, c) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemesi, d) Belirlenen programlara katılması, yükümlülüklerinden bir veya birden fazlasına tabi tutulmasına, denetimli serbestlik müdürlüğünce karar verilir”. Görüldüğü gibi 105/A hükmünde denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle27 cezasının infazına karar verilen hükümlünün, koşullu salıverilme tarihine kadar; denetimli serbestlik müdürlüğünce kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılmasına hükmedebilmesi düzenlenmiştir. Kamu hizmeti cezasında da “kamuya yararlı bir işte çalışma” yaptırımında da ücretsiz olarak kamu yararına çalışma yapılması söz konusudur. Buna karşılık aralarında öncelikle amaç farkı olduğu anlaşılmaktadır. Kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılma; Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 84. maddesinde “hükümlünün kurallara uyma becerisi ve çalışma disiplini kazanmasını, başkalarının haklarına saygı göstermesini, zamanı planlamasını, bir meslek edinerek kendi işini kurmasını veya bir iş edinmesini amaçlayan, iyileştirme ve topluma kazandırmayı esas alan bir yükümlülük” olarak tanımlanmıştır. Oysa kamu hizmeti cezası; toplumsal katılım ile hükümlünün iyileştirilmesini ve topluma kazandırılmasını amaçlayan, hükümlünün topluma verdiği zararı kamu hizmetinde ücretsiz çalışarak geri ödemesini ve bu şekilde kamu düzeninin sağlanmasını esas alan bir seçenek yaptırımdır (Yön. m.66). O halde kamuya yararlı bir işte ücretsiz olarak çalıştırılmada hükümlünün iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması amacı ön plana çıkarken; kamu hizmeti cezasında hükümlünün topluma verdiği zararı kamu hizmetinde ücretsiz 361 çalışarak geri ödemesi ve bu şekilde kamu düzeninin sağlanması amacı güdülmektedir. Kamu hizmeti cezasının 5275 sayılı Kanun 105/A hükmünde öngörülen “kamuya yararlı işte çalışma” yaptırımından diğer bir farkı, kamu hizmeti cezası kısa süreli hapis cezasına bir alternatif olarak doğrudan mahkeme tarafından verilirken; kamuya yararlı işte çalışma yaptırımının denetimli serbestlik tedbiri uygulanan hükümlü için denetimli serbestlik müdürlüğünce verilmesidir. Ancak her ikisinin uygulamasında da hükümlünün çalıştıracak olan kamu kurum ve kuruluşları veya kamu yararına hizmet üreten özel kuruluşlarla imzalanan ve yukarıda detayları ifade edilen “işbirliği protokolü” adı verilen bir protokol çerçevesinde çalıştırılması söz konusu olmaktadır. Ayrıca yine Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde 52 uyarınca işbirliği protokolünün yanı sıra hükümlünün çalışmaya başlamasından önce denetimli serbestlik personeli, sanık veya hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma protokolü” imzalanması gerekmektedir. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin 84. maddesi uyarınca hükümlü, denetimli serbestlik altında geçireceği Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği’nin27 4/1,f hükmüne göre denetimli serbestlik “Şüpheli, sanık veya hükümlünün toplum içinde denetim ve takibinin yapıldığı, iyileştirilmesi ve topluma kazandırılması için ihtiyaç duyulan her türlü hizmet, program ve kaynakların sağlandığı alternatif bir ceza ve infaz sistemini” ifade etmektedir. Diğer bir tanıma göre denetimli serbestlik, “doğrudan doğruya hapis cezası dışında alternatif yaptırıma mahkum edilen kişilerle, koşullu salıverilen, cezası tamamen veya kısmen ertelenen ya da şartlı cezaya mahkum edilen kişilerin, düzenli olarak belirli bir merkezdeki kişilerin denetimi, gözetimi veya tedavisine tabi olarak belirlenen yaptırımlara tabi tutulmasıdır (Demirbaş, 2013, s.553). 27 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 362 toplam sürenin üçte birini kamuya yararlı bir işte çalışmak suretiyle tamamlar. Çalışma süreleri günde dört, haftada yirmi saat olarak belirlenir. Hükümlü hafta sonları da çalıştırılabilir (84/2). Yükümlülüğün infazı, hükümlünün müdürlüğe başvurmasından itibaren on gün içinde başlatılır, belirlenen sürenin sona ermesiyle ve her halde koşullu salıverme süresinin tamamlanmasıyla sona erer (84/3). Kamuya yararlı bir işte çalıştırma yükümlülüğünün Yönetmelikte düzenlenen özel nedenler hariç kesintisiz olarak uygulanması öngörülmüştür (84/3). Hükümlüler, bir kamu kurumunun veya kamu yararına hizmet veren bir özel kuruluşun belirli hizmetlerinde, bireysel olarak veya bir görevlinin nezaretinde grup halinde çalıştırılabilirler. Hükümlülerin grup halinde çalıştırılması durumunda, çalışma yapılan yerde veya grupların başında denetim bürosunda görevli yeteri kadar denetimli serbestlik memuru bulundurulur (84/4). Denetim planında, hükümlünün hangi gün ve saatlerde çalışacağı, yükümlülüğün başlayış ve bitiş tarihleri belirtilir. Yükümlülüğün başlama tarihi, hükümlünün fiilen çalışmaya başladığı tarihtir (84/5). Çalıştırılacak iş belirlenirken; hükümlünün iyileştirilmesi, mesleği, becerileri, mağdurun ve toplumun güvenliği dikkate alınır. Çalıştırılacak gün ve saatler, hükümlünün işi, aile yaşamı veya eğitimi dikkate alınarak belirlenir. Hükümlünün çalıştığı iş, kurum veya yer denetimli serbestlik müdürlüğünce değiştirilebilir (84/6). Öte yandan Yönetmelikte hükümlünün bazı durumlarda kamuya yararlı işte çalışma yükümlülüğünün kaldırılmasını talep edebileceği düzenlenmiştir. Bu haller a) ça- lışmasına engel bir sağlık problemi olma, b) örgün eğitime devam etme, c) bir iş sözleşmesine dayanarak çalışma, ç) kendi işini kurduğunu ve işletme, olarak sıralanmıştır (m.84/7). Hükümlünün bu durumlardan birini belgelendirmesi ve bu nedenle kamuya yararlı işte çalışma yükümlülüğünün kaldırılmasını talep etmesi durumunda, ileri sürülen mazeretlerin doğruluğu ve haklılığı araştırılmaktadır. Gerekirse komisyon tarafından yükümlülüğün infazına ara verilir. Bu durumda, hükümlünün sağlık problemi, eğitime devam etme durumu, belirttiği işte bir iş sözleşmesine dayanarak çalışıp çalışmadığı ya da kurduğu ve işlettiği işi devam ettirip ettirmediği, koşullu salıverme süresinin sonuna kadar denetlenir. Hükümlünün, yanlış beyanda bulunduğunun anlaşılması veya mazeretin ortadan kalkması halinde yükümlülüğün kalan kısmının infazına devam edilir28. c)Kamu Hizmeti Cezası Verilen ve Kamuya Yararlı İşte Çalışan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu’nun29 14/2 hükmü uyarınca 28 Öte yandan Yönetmelik uyarınca “Bu yükümlülük, müdürlüğe müracaat tarihi itibariyle on sekiz yaşından küçük suça sürüklenen çocuklar ile sıfır-altı yaş arasında çocuğu bulunan kadınların bu durumları devam ettiği sürece uygulanmaz. Bu durumun ortadan kalktığı tarihten itibaren, koşullu salıverilme tarihine kadar olan sürenin üçte biri kamuya yararlı bir işte çalıştırılma yükümlülüğü olarak uygulanır”. Ayrıca “bu yükümlülük; a) Altmış yaş ve üstü, b) Hayatlarını yalnız başına idame ettiremeyen, c) Doğumuna on hafta kalan hamile kadın, hükümlüler hakkında uygulanmaz” (m.84/8, 9). 29 RG 20.07.2005, 25881. 5/4/2012 tarihli ve 6291 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi ile bu Kanunun adı “Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu” iken metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği “Kamu yararına çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri uygulanmaz”. Bu hüküm, 2006 yılında 5560 sayılı yasa ile söz konusu maddeye eklenmiştir. Söz konusu maddenin gerekçesi “Bu düzenleme ile, Türk Ceza Kanunu ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümleri gereğince kamuya yararlı bir işte çalıştırılan hükümlülerin bu çalışmaları hizmet akdine dayanmaması, 506 sayılı Kanunun ikinci maddesinde bu hükümlüler ile ilgili düzenleme bulunmaması, çalış ma karşılığında hükümlülere ücret ödenmemesi ve bu çalışmanın bir cezanın denetimli serbestlik kapsamında infaz şekli olması nedeniyle, kamu yararına çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerinin uygulanmayacağı öngörülmektedir” şeklinde açıklanmıştır30. Maddenin genel olarak düzenleniş şeklinden söz konusu düzenlemenin hem Türk Ceza Kanununun 50/f hükmünde öngörülen kamu yararına çalışma (kamu hizmeti cezası) hem de 5275 sayılı Kanun 105/A hükmünde öngörülen kamuya yararlı işte çalışma yaptırımı için öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 14. maddenin 4. fıkrasında her iki yaptırım türü de “kamu yararına çalışma” olarak tanımlanmıştır. 31.5.2006 tarihinde kabul edilen 5510 sayılı Yasa ile 506 sayılı Yasa yürürlükten kaldırıldığından daha önce 506 sayılı Yasaya yapılan atıfların artık 5510 sayılı Yasa olarak anlaşılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda kamu hizmeti cezası veya kamu yararına çalışma yaptırımı uygulanan kişiler hiçbir sigorta dalı bakımından sigortalı sayılmayacaklardır. Öncelikle söz konusu hükmün “hükümlülük durumunun haliha- 363 zırda kazanılmış sosyal sigorta hakları bakımından olumsuz etkide bulunmayacağı” ilkesinin uygulanmayacağı şeklinde anlaşılmaması gerekir. Buna göre hakkında kamuya yararlı işte çalışma yaptırımı uygulanan hükümlü kişi emekli ise emeklilik hakkı ortadan kalkmamalı, söz konusu çalışmayı sürdürürken de malullük veya yaşlılık aylığı almaya devam etmelidir (Güzel ve Okur, 1999, s.101-102; Uşan, 2001, s.1472). Buna karşılık anılan düzenleme doğrultusunda “kamuya yararına çalışılan iş” dolayısıyla hükümlü veya bakmakla yükümlü olduğu kişiler herhangi bir sigortalılık hakkından yararlanamayacaktır. Karşılaştırmalı hukuka bakıldığında Amerika’da konunun eyaletten eyalete farklılık arz ettiği görülmektedir. Örneğin Washington eyaleti yasalarına göre kamu yararına çalışma yaptırımı (community service order/court ordered community service) uygulanan kişiler bu kişileri çalıştıran kamu kurumunun, şehrin, veya kar gütmeyen organizasyonun tercihine bağlı olarak işçi sayılabilmektedirler. Bu durumda sigorta primlerinin ödenmesi yükümlülüğü de yine bu kişileri çalıştıran kurumlara ait olmaktadır (Revised Code of Washington 51.12.045)31. Yine Nevada eyaletinde iş kazası sigortası kamu yararına çalışma yaptırımı uygulanan kişileri de kapsamaktadır (Keulen, 1988, s.13). Fransa’da kamu yararına ücretsiz çalışma yaptırımı uygulanan (le travail d’interet general/TIG) kişiler yürüttükleri bu iş dolayısıyla geçirdikleri iş kazaları yönün30 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/ d22/c137/tbmm22137025ss1255.pdf 31 http://apps.leg.wa.gov/rcw/default.aspx?cite=51.12.045 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 364 den sigortalı kabul edilmektedirler (Art. L 412-8 5/Article L412-73). Anılan hükümler uyarınca sosyal güvenliğe ilişkin yükümlülükler bakımından hapishane idaresi işveren olarak kabul edilmektedir. Diğer yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 1992 tarihinde kabul edilen Kamusal Cezalar ve Tedbirler Hakkındaki R(92) 16 Sayılı Tavsiye Kararında32 aralarında kamu hizmeti cezasının da bulunduğu kamusal cezalara ilişkin temel esaslar ele alınmıştır. Söz konusu tavsiye kararının 28. maddesi uyarınca “Bir kamusal cezanın veya tedbirin yüklenmesi veya infaz edilmesiyle mevcut herhangi bir sosyal güvenlik sisteminden yararlanma hakkı sınırlandırılmamalıdır”. Söz konusu kural, kamusal cezanın sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldırmayacağı prensibini ortaya koymaktadır. Kanımıza göre kamuya yararlı işte çalıştırılanların iş kazaları ve meslek hastalıkları yönünden sigortalı sayılmamaları bir “çifte cezalandırma” anlamına gelecektir (Harland, 1980, s.476). Gerçekten de söz konusu ceza, kişinin “ücretsiz” olarak çalıştırılması olup “sigortasız” olarak çalıştırılması değildir. Öte yandan Anayasanın 18. maddesi angarya yasağının bir istisnası olarak hükümlü çalıştırılmasını öngörmüştür. Buna karşılık yine Anayasanın 60. maddesi bir istisna öngörmeksizin “herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu” düzenlemiştir. Bu sebeplerle yapılacak bir düzenlemeyle karşılaştırmalı hukukta da örnekleri olduğu gibi bu kişilerin en azından “iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası” yönünden sigortalı sayılacakları düzenlenmelidir. 3.Gözetim Altında Çalıştırma ve Sosyal Güvenlik Hakkı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinde öngörülen “denetimli serbestlik” döneminde uygulanabilen diğer bir çalışma yükümlülüğü türü “gözetim altında çalıştırma” dır. Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği m. 59 uyarınca gözetim altında çalışma yükümlülüğü; “bir meslek veya sanat sahibi sanığın, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasıdır”. Buna göre örneğin bir avukat başka bir avukatın gözetiminde ücret karşılığı çalışmak suretiyle mesleğine devam edebilecek, bir ressam da bu mesleğini devam ettirebilecektir (İnce, 2011, s.255). Görüldüğü gibi burada artık kamu yararına yapılan bir iş değil, kişinin kendi meslek veya sanatını sürdürmesi söz konusudur. Söz konusu yaptırım, cezası ertelenen kişiler ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı kişiler için söz konusu olabilmektedir. Buna göre Türk Ceza Kanununun 51. maddesi işlediği suçtan dolayı belirli bir sınırın altında hapis cezasına mahkum edilen kişilerin cezalarının ertelenmesi imkanı getirmiştir. Söz konusu hükme göre, “İşlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir. Bu sürenin üst sınırı, fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş olan kişiler bakımından üç yıldır”. Cezası ertelenen hüküm32 Tavsiye kararının İngilizce metni için bkz. https://wcd. coe.int/ViewDoc.jsp?id=615689 Türkçe metin için bkz. http://www.cte.adalet.gov.tr/menudekiler/uluslararasi/dsm_ tavsiyekararlari/8.pdf Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği lü hakkında, bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenmektedir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz. Türk Ceza Kanununun “Hapis cezasının ertelenmesi” başlıklı 51. maddesi uyarınca “…Cezası ertelenen hükümlü hakkında, bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz. …Denetim süresi içinde; …b) Bir meslek veya sanat sahibi hükümlünün, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,…mahkemece karar verilebilir”. Görüldüğü gibi hükümde “karar verilebileceği”nden söz edilerek mahkemenin gerektiğinde bir yükümlülük belirlemeden de bu sürenin geçirilmesine hükmedebileceği düzenlenmiştir (Öztürk ve Erdem, 2011, s.388; İnce, 2011, s.255). Nitekim TCK m.51/6 uyarınca “Mahkeme, hükümlünün kişiliğini ve sosyal durumunu göz önünde bulundurarak, denetim süresinin herhangi bir yükümlülük belirlemeden veya uzman kişi görevlendirmeden geçirilmesine de karar verebilir”. Gözetim altında çalışma yaptırımının uygulanabildiği diğer bir durum, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararından sonra gerçekleşebilmektedir. Buna göre 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.231/8 uyarınca “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; …b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı 365 meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir”. Gözetim altında çalıştırma yaptırımının da kamu hizmeti cezası ve kamu yararına çalışmada olduğu gibi kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına hizmet üreten özel kuruluşlarla imzalanan ve yukarıda detayları ifade edilen “işbirliği protokolü” adı verilen bir protokol çerçevesinde uygulanması söz konusu olmaktadır. Ayrıca yine Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliği madde 52 uyarınca işbirliği protokolünün yanısıra hükümlünün çalışmaya başlamasından önce denetimli serbestlik personeli, sanık veya hükümlü ile işyeri temsilcisi arasında müdürlüğün, işyerinin ve hükümlünün görev ve sorumluluklarının yer aldığı bir “çalışma protokolü” imzalanması gerekmektedir. Anılan Yönetmelik uyarınca gözetim altında çalışma yükümlülüğünde günlük çalışma süresi, sanığın çalıştığı kurumun bu konuda tabi olduğu mevzuata göre belirlenir. Sanığın mevcut işi, eğitime devam durumu gibi hususlar dikkate alınarak kişinin çalıştırılacağı kurumla iş birliği içerisinde farklı çalışma rejimleri de uygulanabilir. Her halükarda sanık günde en az iki, en fazla sekiz saat çalıştırılır (Yön. m.59/2). Gözetim altında çalışma yükümlülüğünün infazı, sanığın çalışmaya başladığı tarihte başlar ve mahkemece belirlenen sürenin bitiminde sona erer (m.59/3). Kamu yararına çalışma ve kamu hizmeti cezasından farklı olarak gözetim altında ça- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 366 lışmada, ücret karşılığında çalışma söz konusudur. Buna karşılık kanımıza göre yine tarafların serbest iradeleriyle imzaladıkları bir sözleşmeden söz edilemediği ve aradaki ilişki kurumlar arasındaki bir protokole dayandığından iş sözleşmesi olarak nitelendirilemez. Buna karşılık Denetimli Serbestlik Hizmetleri Yönetmeliğinin “gözetim altında çalışma” yaptırımını “iş ilişkisi” olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim anılan yönetmelikte “Gözetim altında çalışma protokolünde …ek olarak iş, vergi ve sosyal güvenlik mevzuatına ilişkin yükümlülüklerin işverenler tarafından yerine getirileceği, sanık veya hükümlülere ücret ödeneceği bilgisine yer verilir. Çalışma protokolü, sanık veya hükümlünün dosyasında saklanır” (m.52/3,4) hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu hüküm doğrultusunda gözetim altında çalıştırılanların “iş ve sosyal güvenlik mevzuatına” tabi olacakları ve bu mevzuata ilişkin yükümlülüklerin bu kişileri çalıştıran kamu kurumunca veya (özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden) kişi tarafından yerine getirileceği anlaşılmaktadır. O halde gözetim altında çalışma tedbiri uygulanan kişiler tüm sigorta kolları bakımında 5510 s.k. 4/a kapsamında sigortalı sayılacaklardır. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda sadece ceza infaz kurumları ve tutukevleri bünyesinde çalıştırılan hükümlü ve tutukluların iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortası ile analık sigortası yönünden sigortalı sayılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Doktrinde de belirtildiği gibi, anılan kişilerin analık sigortasından yararlandırılmaları söz konusu iken, hastalık sigortası hükümlerinden yararlandı- rılmaması bir çelişkidir. Bu konudaki diğer bir çelişki şu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu kişilerin çalıştırılmalarında 2004 yılında kabul edilen Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca “3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri”nin uygulanacağı belirtilmiştir. Söz konusu yasada ise çırakların iş kazaları ve meslek hastalıkları ile hastalık sigortaları yönünden sigortalı sayılacakları öngörülmüştür (m.25/4). Aynı esas, 5510 sayılı Kanun m.5/1,b’de de tekrarlanmıştır. Belirtilen husus bakımdan da bu kişilerin hastalık sigortası hükümlerinden yararlanmamaları bir çelişki niteliğindedir. Diğer yandan, sosyal güvenlik hakkının özellikle emeklilik bakımından sigortalılık süresi ve prim gün sayısına bağlı olması nedeniyle, hükümlüler uzun süreli mahkumiyet cezaları bittikten sonra çalışmaya devam etseler bile fiilen emeklilik hakkından mahrum kalabileceklerdir. 5510 sayılı Yasada, sigortalı iken herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlardan bu suçtan dolayı beraat edenler, tutuklulukta veya gözaltında geçen süreleri borçlanabilmektedirler (m.41). Hükümdeki açık ifade nedeniyle borçlanma imkanının genişletici bir yorumla “beraat etmeyen” hükümlüler için de uygulanması güç görünmektedir. Ancak olması gereken hukuk bakımından borçlanma imkanının “beraat etme koşuluna bağlı olmaksızın” tüm hükümlüler için getirilmesi sosyal güvenlik hakkının yaygınlaştırılması ilkesi çerçevesinde yerinde olacaktır. Diğer yandan, 5510 sayılı Yasada ceza infaz kurumları dışında çalıştırılan hükümlülerin sosyal güvenlik haklarına ilişkin bir düzenlenme bulunmamaktadır. Ancak uygulamada ceza infaz kurumları dışındaki iş- Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği yerlerinde çalıştırılan hükümlülerin de aynı ceza infaz kurumları bünyesinde çalıştırılanlar gibi “iş kazası ve meslek hastalığı ile analık sigortası” bakımından sigortalı yapılmaları söz konusu olmaktadır. Bu uygulamanın hukuki gerekçesinin ve dayanağının ne olabileceği konusunda iki ihtimal göze çarpmaktadır. Bunlardan biri 2005 tarihli Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu ve İşyurtlarının İdare ve İhale Yönetmeliği’nde yer alan bir hükümdür. “Ceza infaz kurumu bünyesinde yer alan işyurtları dışındaki işyerlerinde çalıştırılan hükümlülere yapılacak ücret tahakkuku üzerinden sigorta primi kesintisi yapılır” (m.23/2, b, 1). Bize göre bu düzenleme sigortalılık ilişkisi kurucu bir nitelik taşımaktan ziyade, sigortalılık ilişkisinden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilmesinden söz etmektedir. Bu konuda sosyal sigorta ilişkisini kuran temel kanun olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunundan hareket etmek gerekir. Nitekim bu noktada hukuki dayanak noktasında ikinci ihtimal ortaya çıkmaktadır. Bu ihtimal, 5510 sayılı Kanunda yer alan ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri ünitelerde çalıştırılan hükümlü ve tutuklular hakkında kısmi sosyal sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği 5/a hükmünün “kıyasen” dışarıda çalışan hükümlüler için de uygulanmasıdır. Ancak 5510 sayılı Kanunda sigortalılık ilişkisinin düzenlendiği temel hüküm 4. madde olup, 5. maddede istisnai olarak bu kapsama alınanlar sıralanmaktadır. Oysa “İstisna hükümlerinin dar yorumlanması” kuralının bir gereği ve sonucu olarak istisna hükümlerinin kıyasen uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Bu sebeple kanımıza göre söz konusu istisna 367 hükmünün kıyas yoluyla genişletilmesi hukuken mümkün değildir. Sonuç itibariyle ceza infaz kurumları bünyesinde oluşturulan tesis, atölye ve benzeri üniteler dışında çalıştırılan hükümlülerin uygulamada sigortalı yapılmaları “sonucu itibariyle” isabetli ve hakkaniyete uygun olmakla birlikte hukuki dayanağı noktasında sıkıntı bulunmaktadır. Bu sebeple olması gereken hukuk bakımından 5510 sayılı Kanunda bu kişilerin de ceza infaz kurumu bünyesinde çalıştırılanlar gibi özellikle kısa vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık hakları açıkça güvence altına alınmalıdır. Kısa süreli hapis cezalarına alternatif cezalardan olan kamu yararına (ücretsiz) çalışma yaptırımı pek çok ülkede yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. Bu uygulamanın dünyadaki en çarpıcı örneklerinden biri, 2014 yılında eski İtalya başbakanı Silvio Berlusconi’nin vergi kaçakçılığı suçundan mahkum olduğu bir yıllık hapis cezasının bir hastanede engellilere yardım hizmetine dönüştürülmesidir. İtalya’nın yanı sıra dünyada Amerika, İngiltere, Belçika, Danimarka, İspanya ve Fransa gibi pek çok ülkede yaygın bir şekilde uygulanan bu yaptırımda kişilerin sosyal güvenlik hakkının bulunup bulunmadığı, özellikle çalıştıkları iş sebebiyle bir kazaya uğradıklarında bu kişilerin sigorta haklarından yararlanıp yararlanamayacağı bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Türk Hukuku bakımından 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanunu’nun 14/2 hükmünde yer alan “Kamu yararına çalışma yaptırımının infazında 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümleri uygulanmaz” hükmü gereği, hakkında ücretsiz olarak kamu yararına çalışma yaptırımı uygulanan kişiler çalıştıkları 368 iş sebebiyle hiçbir sigorta hakkından yararlanamayacaktır. Kanımıza göre bu sonuç, bu kişiler açısından bir çifte cezalandırma anlamına gelecektir. Gerçekten de söz konusu ceza kişinin “ücretsiz” olarak çalıştırılması olup “sigortasız” olarak çalıştırılması değildir. Öte yandan Anayasanın 18. maddesi angarya yasağının bir istisnası olarak hükümlü çalıştırılmasını öngörmüştür. Buna karşılık yine Anayasanın 60. maddesi bir istisna öngörmeksizin “herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğunu” düzenlemiştir. Gerçekten de söz konusu hüküm, “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” ifadesiyle sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması ilkesini işaret etmektedir. Sosyal güvenliğin çağdaş ilke ve eğilimlerinden biri olan sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması ilkesi, kişinin toplumun bir üyesi olması sıfatıyla sosyal güvenlikten yararlanma hakkını öngörmektedir. Bu sebeple olması gereken hukuk bakımından yapılacak bir düzenlemeyle karşılaştırmalı hukukta olduğu gibi bu kişilerin en azından “iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası” yönünden sigortalı sayılacakları düzenlenmelidir. Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği 369 KAYNAKÇA Alper, Y. (2014). Türk Sosyal Güvenlik Sistemi Sosyal Sigortalar Hukuku, Güncellenmiş 6. Baskı, Dora Yayınevi, Eylül. Alıcı, B. (2011). “Belçika Ceza Hukukunda Çalışma Cezası” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XV, S.3. Arıcı, K. (2015). Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara: Gazi Kitabevi. Arslanköylü, R. (2003). Sosyal Sigortalar Kanunu Yorumu, Ankara. Çakmak, İ. (2001). Şerhli Sosyal Sigortalar Kanunu, Ankara: Adalet Yayınevi. Çetin, S. H. (2011). Türk Ceza Kanununda Seçenek Yaptırımlar, Ankara: Adalet Yayınevi. Çolak, H.; Alyun, U. (2007). Türk Ceza Hukukunda Ceza ve Güvenlik Tedbirleri, Bilge Yayınevi, Temmuz 2007. Demirbaş, T. (2009). Ceza Hukuku Genel Hükümler, Güncellenmiş 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Kasım. Demirbaş, T. (2013). İnfaz Hukuku, 3. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi. Erdoğan, O. (2008). İnfaz Hukuku, İstanbul: Acar Basım. Günay, C. İ. (1998). Şerhli İş Kanunu, C.1, Ankara: Yetkin Hukuk Yayınları. Güzel, A.; Okur, A. R. (1999). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 17. Bası, İstanbul: Beta Yayınları. Güzel, A.; Okur, A. R. ve Nurşen Caniklioğlu (2010). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 13. Bası, İstanbul: Beta Yayınları. Güzel, A.; Okur, A. R. ve Nurşen Caniklioğlu (2014). Sosyal Güvenlik Hukuku, Yenilenmiş 15. Bası, İstanbul: Beta Yayınları. Harland, A.T. (1980). “Court Ordered Community Service in Criminal Law: The Continuing Tyranny of Benevolence?”, Buffalo Law Review, Vol. 29, s.425-486. İnce, H. (2007). Türk Ceza Hukukunda Kısa Süreli Hürriyeti Bağlayıcı Cezalara Seçenek Yaptırımlar, Ankara: Seçkin Yayınları. Keulen, C. (Exective Director) (1988). What if Something Happens? A Guide to Risk Management and Insurance Options for Community Service Programs, U.S. Department of Justice National Institute of Corrections 6 Mayıs 2015 tarihinde https://s3.amazonaws. com/static.nicic.gov/Library/006754.pdf adresinden erişildi. Maden, M. (2012). Hapis Cezasına Seçenek Yaptırımlar, Ankara: Adalet Yayınevi. Öztürk, B.; Erdem, M. R. (2011). Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 11. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi. Saymen, F. H. (1954). Türk İş Hukuku, İstanbul. Toroslu, N. (2012). Ceza Hukuku Genel Kısım, Ankara. Tuncay C.; Ekmekçi, Ö. (2013). Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 16. Bası, İstanbul: Beta Yayınları. Tunçomağ, K. (1988). İş Hukukunun Esasları, İstanbul: Beta Yayınları. Uşan, M. F. (2001). “İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunda Tutuklu ve Hükümlü Çalışması”, Prof. Dr. Nuri Çelik’e Armağan, C.II, İstanbul, s.1436-1472. Yongalık, A. (2011). “İstisnalar Dar Yorumlanır Kuralı ve Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 60, S.1, s.1-15. ÖZ Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 2012 ve 2103 yıllarında, sadece nüfus kriteri dikkate alınarak 14 şehir büyükşehre dönüştürülmüştür. Bu makalede, Türkiye’deki mevcut 30 büyükşehrin kaç farklı gelişme düzeyi sergilediği ve sadece nüfus kriteri ele alınarak büyükşehre dönüşen son 14 ilin daha öncekilerle karşılaştırmalı kalkınma düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. 25 kalkınma göstergesi kullanarak yaptığımız kümeleme analizi, Türkiye’deki 30 büyükşehrin beş ayrı kalkınma seviyesi sergilediklerini göstermiştir. Büyükşehir statüsü kazanan son 14 şehir; birinci, üçüncü ve dördüncü kümede yer alan büyükşehirler ile benzer gelişme düzeyi paylaşmıştır.2012 ve 2013’de büyükşehir statüsü kazanan iller, göreli olarak daha fazla gelişmiş olan ikinci ve beşinci kümede yer alan illerle aynı gelişme düzeyi sergileyememişlerdir. JEL Sınıflaması: O1, R1 Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Kalkınma Göstergeleri, Bölgesel Kalkınma, Kümeleme Analizi, Büyükşehir Belediyesi ABSTRACT The Relative Development Level of Big Cities Founded with Laws No. 6360 and 6447 in Turkey 14 cities were transformed into big cities in 2013 and 2014 only by considering their population. In this article, the number of the development level of the 30 big cities and the relative development level of 14 big cities, which transformed according to their population, in comparison with the earlier big cities were determined. Cluster analysis done by using 25 development indicators indicated that 30 big cities divided into five clusters(development levels). The latest 14 cities which were transformed into big cities shared the same development level with the big cities in the first, third and fourth clusters. Cities gained big city status in 2012 and 2013 have not been in the same development level with the developed big cities in the second and fifth clusters. JEL Classification: O1, R1 Keywords: Development, Development Indicators, Regional Development, Cluster Analysis, Big City Municipality Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 371 Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Prof. Dr. Hayriye Atik * G İRİŞ Ülkemizdeki yerel yönetim kuruluşlarından birisi belediyelerdir. Belediyeler il, ilçe, belde ve benzeri yerleşim merkezlerinde temizlik, su, imar ve toplu taşıma faaliyetleri gibi kamu hizmetlerini yerine getiren kamu tüzel kişilikleridir. Son yıllarda, sosyal refah devleti anlayışının yaygınlaşmasına paralel olarak toplumun beklentilerinin artması ve ihtiyaçların çeşitlenmesi sonucunda, belediyeler sportif ve kültürel faaliyetler, eğitim ve öğretim faaliyetleri ile yaşlıların bakımı gibi alanlarda da hizmet vermeye başlamışlardır. Bir taraftan artan hizmet talebi diğer taraftan köyden kente göç olgusu nedeniyle artan nüfusa hizmet götürme çabası, belediyelerin kaynak ihtiyacını artırmıştır. Nü* Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Başkanı atik@erciyes.edu.tr Gönderim Tarihi: 25.11.2014 Kabul Tarihi: 04.06.2015 fusun belirli kentlerde yoğunlaşması ve il belediyelerinin bu hizmetleri karşılamakta yetersiz kalması sonucunda büyük şehir belediyeleri kurulmuştur. Belediyelerin büyük şehre dönüşme taleplerinin altında yatan en önemli neden, büyük şehir belediyelerinin genel bütçe vergi gelirlerinden aldıkları paya ilaveten, büyük şehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri tahsilatı toplamından %5 pay almalarıdır. Söz konusu ilave gelir payı, büyükşehre dönüşmeyi cazip kılmaktadır. 12.11 2012 tarihinde kabul edilen ve 6.12.2012 tarihli 28489 sayılı resmi gazetede yayınlanan 6360 sayılı kanun ile 13 ilde daha büyükşehir belediyesi kurulması kabul edilmiştir1. Büyükşehir belediyesine dönüşmesi kabul edilen iller: Aydın, Balıke1 İlgili Kanun: “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Resmi Gazete, 6 Aralık 2012, Sayı:28489. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 372 sir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van’dır.14.03.2013 tarihli ve 6447 sayılı Kanun’un birinci maddesiyle, 6360 sayılı Kanun’un başlığında yer alan “on üç” ibaresi, “on dört” olarak değiştirilmiş ve “Muğla” ilinden sonra gelmek üzere “Ordu” ili eklenmiştir2. Böylece, 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulmasına karar verilmiştir. 6360 ve 6447 sayılı Kanunlarla illerin büyükşehre dönüşmesinde dikkate alınan tek kriter, nüfustur. Buna göre, nüfusu 750 000’e ulaşan iller büyükşehre dönüşmüştür. Köyden kente göç olgusu karşısında, büyükşehirlerin “mega köy” olarak adlandırılan yerleşim alanlarına dönüşmemesi, buralarda bölgesel kalkınma olgusunun teşvik edilmesini zorunlu kılmaktadır. İl düzeyinde uygulanacak teşviklerde, geçmişte yapıldığı gibi sadece kişi başına gelir kriterinin alınması yerine, illerin çeşitli kalkınma göstergeleri bakımından oluşturdukları kalkınma gruplarının belirlenmesi daha faydalı olacaktır. Gelişmiş ülkelerde uygulanan bu yaklaşıma göre, çok sayıda kalkınma göstergesi bakımından benzer kalkınma düzeyinde (grubunda) olan illere benzer teşvikler uygulanmaktadır. 6360 ve 6447 sayılı Kanunlarla büyükşehir statüsü kazanan illerin göreli kalkınma düzeylerinin belirlenmesi, bu makalenin konusunu oluşturmaktadır. Makalenin ilk amacı, son 14 büyükşehrin daha öncekilerle karşılaştırıldığında, nasıl bir gelişme düzeyi sergilediklerini ortaya koymaktır. Makalenin ikinci amacı, Türkiye’deki 30 büyükşehrin kaç farklı gelişme grubu oluşturduklarının belirlenmesidir. Böylece, aynı gelişme grubunda yer alan tüm iller için aynı kalkınma teşviklerinin uygulanması sağlanabilecektir. Çalışma, Türkiye’deki büyük şehir statüsündeki illeri, kalkınma düzeyleri bakımından gruplayan ilk çalışma olması bakımından Türkçe literatürdeki diğer çalışmalardan ayrılmaktadır. Araştırmanın diğerlerinden başka bir farkı, illerin gelişmişlik sıralaması yerine bulundukları gelişme gruplarını belirlemesidir. Büyükşehirlerin gelişme düzeylerinin belirlenmesinde; nüfus ve demografi, milli gelir, dış ticaret, eğitim, işgücü, enerji, sağlık, konut ve ulaşım grupları altında yer alan 25 değişken kullanılmıştır. Analizlere büyükşehir statüsündeki 30 kent dahil edilmiştir. Analiz yöntemi olarak çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinden kümeleme (cluster) ve ayırma (discriminant) analizleri seçilmiştir. Bu yöntemlerin seçilmesinin nedeni, literatürde kalkınma gruplarının belirlenmesinde bu yöntemlerden fazlaca yararlanılmış olmasıdır. Analizlerimizde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yararlanılmıştır. Kullandığımız kalkınma göstergeleri ile ilgili istatistiklerin genellikle 2011 ve 2012 yılına ait olması, analizlerimizin sadece bu yıllarla sınırlı olmasına neden olmuştur. Makale beş bölümden oluşmaktadır. Literatür başlığı altında yer alan ikinci bölümde ekonomik kalkınma seviyesinin ölçülmesinde kullanılan değişkenler, bu konuda yapılan çalışmalar ele alınarak açıklanacaktır. Üçüncü bölümde, büyükşehirlerin göreli gelişme düzeylerini belirlemek amacıyla kullanılacak istatistiksel analiz yöntemi ve analizlerimizde kullanacağımız değişkenler tanıtılacaktır. 2 Adı Geçen Kanun: “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Dördüncü bölümün amacı, analiz sonuçlarından yararlanılarak büyükşehirlerin göreli kalkınma düzeylerinin belirlenmesidir. Beşinci bölüm, sonuç kısmına ayrılmıştır. 2. Literatür Ekonomik kalkınma, bir bölgede ya da bir ülkede yaşam standartlarının yükselmesini ifade etmektedir. Yaşam standartlarının iyileşmesi, çeşitli alanlarda (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik…) gerçekleştirilen yapısal değişiklikler ile mümkündür. Yapısal değişikliklerin yapılabilmesi, gelir artışı anlamına gelen ekonomik büyümeyi de zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, ekonomik kalkınma; bir büyüme meselesi olduğu kadar, bir başkalaşma, transformasyon meselesidir (Tezel, 1989, S.16). Ülkelerin, bölgelerin ve kentlerin göreli gelişme düzeyi literatürde üç farklı yaklaşımla belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımlardan ilki, ekonomik ve sosyal gelişme göstergesi olarak kullanılan değişkenlere ait verilerin karşılaştırılmasıdır. İkinci yaklaşım, geliştirilen endeksler yardımıyla kalkınma düzeyinin belirlenmesidir. Üçüncü yaklaşım ise çeşitli değişkenler kullanılarak yapılan çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin kullanılmasını içermektedir. 2.1. Kalkınma Düzeyinin Değişkenlerle Ölçülmesi Ekonomik kalkınma düzeyi, konu ile ilgili ilk çalışmalarda sadece birkaç değişkenle ölçülmüştür. Bu çalışmalardan başlıcaları; Adelman ve Morris (1967), Ahluwalia (1976) ile Hicks ve Streeten (1979) tarafından yapılmıştır. İlk analizlerde, günümüzde yapılan analizlerle karşılaştırıldığında, az sayıda kalkınma göstergesi kullanılmıştır. Genellikle, “ekonomik” ve “sosyal” olmak üzere iki grupta toplanan kalkınma göstergelerinden bazıları; enerji tüketimi, çeşitli eğitim düzey- 373 lerindeki okullaşma oranları, nüfus artış hızı, kişi başına kalori tüketimi ve doğurganlık oranıdır. 2.2. Kalkınma Düzeyinin Endekslerle Ölçülmesi İkinci grupta yer alan çalışmalar, kalkınma göstergelerinden yararlanılarak geliştirilen endeksleri kapsamaktadır. İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index), Bilgi endeksi (Knowledge Index) ve Bilgi Ekonomisi Endeksi (Knowledge Economy Index) bunlardan başlıcalarıdır. Kalkınma düzeyinin belirlenmesi amacıyla, Türkiye’de de çeşitli endeksler geliştirilmiştir. Bu endekslerde, ekonomik kalkınma düzeyi iller, ilçeler ve kimi zaman da bölgeler için hesaplanmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, 1996 yılında 58 gösterge kullanarak Türkiye’deki 76 il için ekonomik gelişmişlik endeksi hesaplamıştır (DPT, 1996). DPT tarafından yapılan çalışma, Kalkınma Bakanlığı tarafından sonraki yıllar için tekrarlanmıştır. Bu konuda, 2011 yılı verileri kullanılarak en son hesaplanan endekste, 81 il gelişme düzeyleri açısından sıralanmıştır (Kalkınma Bakanlığı, 2013, s.50). 2.3.Kalkınma Düzeyinin Çok Değişkenli Analiz Yöntemleri ile Belirlenmesi Üçüncü grupta yer alan çalışmalar, çeşitli kalkınma göstergeleri ile çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin kullanılması esasına dayalıdır. Bu makalede kullanacağımız yöntem, bu çalışmalarda kullanılan yöntemlerle benzerlik taşımaktadır. Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinin amacı, ele alınan kalkınma göstergeleri bakımından benzer özelliklere sahip ülkeleri, bölgeleri ve kentleri aynı grupta toplamaktır. 374 Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini kullanarak göreli kalkınma düzeyinin ölçülmesini hedef alan çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Jacquemin ve Sapir (1995) AB ülkelerinin gelişme düzeyleri bakımından kaç farklı grupta toplanabileceklerini ortaya koymak amacıyla yaptıkları çalışmaları sonucunda AB ülkeleri ile ilgili geniş bir literatürün oluşmasında sürükleyici oldular. Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinden kümeleme analizini kullandıkları çalışmalarında, AB ülkelerinin “merkez” (core) ve “çevre” (periphery) olmak üzere iki farklı grupta toplanabileceğini gösterdiler (Jacquemin ve diğerleri 1995, s.10). Avrupa dışında Asya ve Latin Amerika ülkeleri için Felipe ve Resende, (1996) tarafından çok değişkenli analiz yöntemleri kullanılarak, 39 kalkınma göstergesi ve 35 ülkenin dahil edildiği çalışmada, ülkelerin 10 farklı gelişme düzeyi sergiledikleri sonucuna ulaşılmıştır (Felipe ve Resende, 1996, s.203). Çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini kullanan benzer çalışmalar, Türkçe literatürde de yer almaktadır. Bu konuda en kapsamlı ilk çalışmalardan biri, 1992 yılında Saraçoğlu tarafından yapılmıştır. 30 değişken ve 111 ülkenin kullanıldığı analizlerde, ülkelerin Dünya Bankası tarafından yapılan gelir sınıflamasına paralel bir şekilde, farklı gelişme gösterip göstermedikleri çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemleri ile belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonucunda, dünyadaki ülkelerin %29’unun geri kalmış ülkeler, %32’sinin gelişmekte olan ülkeler, %18’inin kalkınma sürecinin ileri aşamasındaki ülkeler ve %21’inin gelişmiş ülkeler olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Saraçoğlu, 1992, s. 49). Ülkelerin kalkınma seviyelerini belirlemek ve özellikle Türkiye’nin farklı gelişme seviyesine sahip ülkeler arasındaki yerini T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II ortaya koymak amacıyla başka bir çalışma, Atik’e (1998) aittir. Bu çalışmada Türkiye’nin seçilen 32 ülke karşısındaki göreli gelişme seviyesi; ekonomik veriler, eğitim göstergeleri, alt yapı göstergeleri, enerji istatistikleri, sağlık göstergeleri, teknoloji göstergeleri ve askeri göstergeler şeklinde sınıflandırılan 51 değişken kullanılarak incelenmiştir. Analiz sonucunda, ele alına ülkelerin sekiz farklı gelişme düzeyi sergiledikleri gözlenmiştir (Atik, 1998, s.61). Ülkeler için yapılan bu çalışmalardan farklı olarak, Türkiye’deki iller ve bölgeler için de kalkınma düzeyi belirlenmeye çalışılmıştır. Çakmak ve diğerleri (2005), 10 değişken kullanarak kümeleme analizi yöntemleri ile Türkiye’deki 73 ili kültürel yapılarına göre sınıflamışlardır. Yazarlar, İstanbul ilinin kültürel göstergeler bakımından diğer illerden ayrıştığını, illerin sosyo-ekonomik gelişme düzeyleri ile kültürel gelişme düzeyleri arasında paralellik olduğu sonucuna ulaşmışlardır (Çakmak ve diğerleri, 2005, 34). Ersungur ve diğerleri (2007), Türkiye’deki istatistiki bölge birimlerinin Düzey 1’e göre sosyo-ekonomik gelişmişlik seviyelerini ortaya koymak amacıyla dokuz değişken kullanarak çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerini uygulamışlardır. Analizler sonucunda, Türkiye’de uygulanan kalkınma planlarının pek başarılı olmadığına, Türkiye’de mekânsal kutuplaşmaların devam ettiği sonucuna ulaşılmıştır (Ersungur ve diğerleri, 2007, s.64). Uzgören ve diğerleri (2013), Türkiye’deki 80 ili beşeri sermaye unsuru olan 30 değişken kullanarak sınıflamışlardır. Sınıflama sonucunda beşeri sermaye unsurları bakımından Türkiye’deki, illerin altı farklı gelişme kümesinde toplandıkları ortaya çıkmıştır (Uzgören ve diğerleri, 2013, s.131). Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 3.Yöntem ve Veri 3.1. Yöntem Bu çalışmada çok değişkenli analiz tekniklerinden kümeleme analizi ve ayırma analizi yöntemleri kullanılmıştır. Kümeleme analizi, X veri matrisinde yer alan ve doğal grupları tam olarak bilinmeyen grupları birbirine benzeyen alt gruplara ayırmada kullanılan yöntemler topluluğudur (Özdamar, 2004, s.279). Hiyerarşik kümeleme analizi ile hiyerarşik olmayan kümeleme analizi olmak üzere iki yöntem kullanılabilmektedir. Hiyerarşik olmayan kümeleme analizi k-ortalamalar kümesi (K-means clustring) yöntemidir (Nakip, 2006, s. 438). Bu çalışmada hiyerarşik kümeleme yöntemlerinden Ward yöntemi kullanılmıştır. Genellikle hiyerarşik ve hiyerarşik olmayan iki yöntem de ardışık olarak kullanılabilmektedir. 375 Makalede, analizimize dahil ettiğimiz 30 büyükşehir, kalkınma göstergelerinden yararlanılarak, benzer özellikleri itibariyle gruplandırılacaktır. Ayırma analizi önceden sınıflandırılmış iki ya da daha fazla kümeyi birbirinden ayıran faktörleri tespit etmeye yöneliktir. Bu çalışmada, kümeleme analizi sonuçlarının doğruluğunu test etmek amacıyla kullanılmıştır. 3.2. Analize Dahil Edilen İller Analizlerimizde büyükşehir belediyesi statüsüne sahip 30 il ele alınmıştır. Tablo 1, Türkiye’deki büyük şehir statüsüne sahip illeri vermektedir. 1984 yılında ilk olarak çıkarılan bir yasa ile İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir olarak kabul edilmiştir. 1986 yılında Ada- Tablo 1. Büyükşehir Belediyeleri ve Kuruluş Yılları Belediye İstanbul, Ankara, İzmir Adana Bursa Gaziantep Konya Kayseri Antalya, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Mersin, Kocaeli, Samsun Adapazarı (Sakarya) Şanlıurfa, Hatay, Manisa, Balıkesir, Kahramanmaraş, Van, Aydın, Denizli, Tekirdağ, Mardin, Muğla, Malatya, Trabzon Ordu Kuruluş Yılı Dayanak 1984 3030 sayılı Kanun 1986 3306 Sayılı Kanun 19873391 19873398 19873399 19883508 1993 2000 504 sayılı KHK 593 sayılı KHK 2012 2013 6360 sayılı Kanun 6447 sayılı Kanun Kaynak: Ferit İzci ve Menaf Turan (2013), Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler:Van Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:8, Sayı 1: s. 124 ve Resmi Gazete, 6 Aralık 2012, sayı: 28489. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 376 na; 1987 yılında Bursa, Gaziantep ve Konya büyükşehir statüsü kazanmıştır. 1988 yılında kabul edilen bir yasa ile Kayseri büyük şehir olurken, 1993 yılında sekiz il daha büyük şehir statüsü kazanmıştır. Kasım 2012 ve 2013’de çıkartılan 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla nüfusu 750 000’i aşan 14 il daha büyük şehir statüsü kazanmıştır. 2012 yılında kabul edilen 6360 Sayılı Yasa, büyükşehir belediyeleri ile ilgili daha önceki düzenlemelerle karşılaştırıldığında, çok sayıda yasada önemli değişikliklere yol açmıştır3. 3.3.Kullanılan Değişkenler Analizlerimizde kullandığımız ekonomik gelişme göstergelerinin seçilmesinde, Saraçoğlu (1992, s.20), Felipe ve Resende (1996, s.194), Uzgören ve diğerleri (2013, s.125) ile Ersungur ve diğerleri (2007, s.60)’nin çalışmalarından yararlanılmıştır. İstatistiksel analizlerde kullandığımız kalkınma göstergeleri, Tablo 2’de yer almaktadır. İstatistiksel analizde 25 değişken kullanılmıştır. Tablo 2’den izleneceği gibi bu değişkenlerin bir kısmı 2011 yılına, bir kısmı 2012 yılına aittir. Tablo 2’in son sütunu kullandığımız verilerin ölçü birimlerini göstermek amacıyla düzenlenmiştir. Değişkenlerimizin farklı birimlerle ölçülmesi, istatistiksel analizden önce standartlaştırma yapmamızı gerekli kılmıştır. 3.3.1. Nüfus ve Demografi Göstergeleri İlk değişkenimiz nüfus yoğunluğudur. Km2’ye düşen nüfusu göstermektedir. Kalkınma göstergesi olarak kullanılmasının nedeni, genellikle gelişmiş bölgelerde bu oranın göreli olarak daha yüksek olmasıdır (Saraçoğlu, 1992, s.21). İkinci değişken, nüfus artış hızıdır. Bu değişken, daha az gelişmiş bölgelerde yüksek iken, daha fazla gelişmiş bölgelerde düşüktür. Üçüncü değişken, net göç hızıdır. Net göç, belirli bir ilin aldığı göç ile verdiği göç arasındaki farktır. İlin aldığı göç, verdiği göçten fazla ise net göç pozitif; verdiği göç aldığı göçten fazla ise negatiftir. Tablo 3’te nüfus ve demografi göstergeleri bakımından 6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirlerin, 81 il ve diğer büyükşehirler ortalamaları karşısındaki durumu yer almaktadır. Tablo 3’teki verilere göre, 6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler; nüfus yoğunluğu, il ve ilçe nüfusunun toplam içindeki payı, kaba boşanma hızı göstergeleri bakımından daha önce kurulan büyükşehirlere göre daha düşük ortalamalara sahiptirler. Buna karşılık, nüfus artış hızı ve net göç hızı bakımından ise daha yüksek ortalama değerlere ulaşmışlardır. Nüfus yoğunluğu, nüfus artış hızı ile il ve ilçe merkez nüfusunun toplam içindeki payı göstergeleri bakımından iki grup arasındaki farklar 3 Değişikliğe uğrayan kanunlar şunlardır:2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu,5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu, 5779 sayılı İl Özel İdareleri ve Belediyelere Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu, 2972 sayılı Mahalli İdareler ve Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, 5682 sayılı Pasaport Kanunu, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu (İzci ve Turan, 2013;119). Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 377 Tablo 2: İstatistiksel Analizde Kullanılan Değişkenler Göstergeler Nüfus ve Demografi 1.Nüfus Yoğunluğu Yıl 2012 Ölçü Birimi Kişi/km2 2.Nüfus Artış Hızı 2011-2012 ‰ 3.Net Göç Hızı 2011-2012 ‰ 4. İl ve İlçe Merkez Nüfusunun Toplam İçindeki Payı 2012 % 5. Kaba Evlenme Hızı 2012 ‰ 7.Kişi Başına Gelir 8.Kişi Başına Mevduatlar 2011 TL 9. İhracat 10. İthalat 11. İşsizlik Oranı 12. Tarım Sektörü İstihdam Oranı 13. Sanayi Sektörü İstihdam Oranı 14. Hizmetler Sektörü İstihdam Oranı 15. İşgücüne Katılma Oranı 16. Yaş Bağımlılık Oranı Eğitim 17. Okuma Yazma Bilen Oranı (6 yaş ve üzeri nüfus) 2012 2012 2011 2011 2011 2011 2011 2012 Bin $ Bin $ % % % % % % 18. İlkokulda Öğretmen Başına Öğrenci 2012 (2012/2013 öğretim yılı) % Sayı 19. Lisede Okullaşma Oranı (2012/2013 öğretim yılı) % 2011 Kwh 2011 Sayı 2011 2011 % % 2012 Sayı 6. Boşanma Hızı Ekonomi Enerji 20. Kişi Başına Elektrik Tüketimi Sağlık 21. Yüzbin Kişi Başına Hastane Yatağı 22. Yüzbin Kişiye Düşen Hekim Konut Göstergeleri 23. İçinde Borulu Su Sistemi Olan Konutların Oranı 24. İçinde Lavabo Olan Konutların Oranı Ulaşım 25. Bin Kişi Başına Otomobil T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 378 çok fazladır. Nüfus yoğunluğu, nüfus artış hızı ile il ve ilçe nüfusunun toplam içindeki payı göstergeleri bakımından, her iki grupta yer alan büyükşehirler ortalamaları ile 81 il ortalamaları arasındaki farklar dikkat çekicidir (Bkz. Tablo 3). Dolayısıyla, bu göstergeler iki grupta yer alan büyükşehirleri hem birbirinden hem de tüm iller ortalamasından ayrıştırmaktadır. 3.3.2. Ekonomik Göstergeler 6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler; kişi başına gelir, kişi başına mevduatlar, ihracat ve ithalat değerleri bakımından hem Türkiye’deki 81 il ortalamasının hem de daha önce kurulan büyükşehirler ortalamasının altında değerlere sahiptiler (Bkz. Tablo 4). 6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler, istihdam yapısı bakımından diğer büyükşehirlerden önemli ölçüde farklı verilere sahiptirler. Sektörel istihdam verileri, 6360 sayılı Kanunla kurulan büyükşehirlerin sanayileşmeyi tam olarak sağlayamadıklarını ortaya koymaktadır. Sanayileşmede ileri giden bölgelerde, tarım nüfusu azalmakta, sanayi sektörü önemli bir istihdam alanı olmaktadır. Ayrıca, sanayileşmenin ilerlemesi, aktif nüfusun hizmet sektöründeki istihdam oranını %50’nin üzerine çıkarmaktadır. Hizmetlerdeki istihdam oranını %50’nin üzerine çıkaran toplumlar, hizmet ekonomisi olarak adlandırılmaktadırlar (Dura ve Atik, 2002, s.64). Tablo 3: Nüfus ve Demografi Verileri Işığında Tüm İller ve Büyük Şehirler Ortalaması (2011-2012) Değişkenler Nüfus yoğunluğu (kişi/km2) Nüfus artış hızı (‰) Net göç hızı (‰) İl ve ilçe merkez nüfusunun toplam içindeki payı (%) Kaba Evlenme hızı (‰) Boşanma hızı (‰) 6360 Sayılı Kanundan Önceki Büyükşehirler Ortalaması 324,1 6360 Sayılı Kanundan Sonraki Büyükşehirler Ortalaması 108,0 81 İl Ortalaması 98,0 0,4 0,4 83,3 13,7 1,1 60,0 12,0 .. 77,3 8,1 1,7 8,0 1,3 8,0 1,6 Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012, Yayın No: 4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir. Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 379 Tablo 4. Ekonomik Göstergeler Işığında Tüm İller ve Büyük Şehirler Ortalaması (2011-2012) Değişkenler Kişi başına gelir (TL) Kişi başına mevduatlar İhracat (Bin $) (Toplam) İthalat (Bin $) (Toplam) İşsizlik oranı (%) Tarım sektörü istihdam oranı (%) Sanayi sektörü İstihdam oranı(%) Hizmetler sektörü İstihdam oranı İşgücüne katılma oranı (%) Yaş bağımlılık oranı (%) 6360 Sayılı Kanundan 6360 Sayılı Kanundan Önceki Büyükşehirler Sonraki Büyükşehirler Ortalaması Ortalaması 81 İl Ortalaması 17,106 12,944 17,366 6977 3887 8 774 8,262,387 1,031,254 1,882,276 11,790,887 973,233 2,920,309 8,2 7,9 7,9 20,0 33,7 22,7 28,7 24,3 27,2 50,9 41,9 50,1 45,8 48,7 47,5 47,9 53,5 48,0 Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir. İstihdam verileri ile ilgili başka bir değişken, toplam yaş bağımlılık oranıdır. “15-64” yaş grubundaki her 100 kişi için “0-14” ve “65 ve daha yukarı” yaş gruplarındaki kişi sayısıdır. Toplam yaş bağımlılık oranı, aktif nüfus başına düşen çalışmayan nüfus sayısını göstermektedir. Yaşlı nüfusun arttığı toplumlar ile çocuk nüfusun yoğun olduğu toplumlarda, 15-64 yaş aralığındaki her 100 kişi için bu sayı artmaktadır.6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler, işgücüne katılma oranı (% 48,7) bakımından diğer büyükşehirler (% 45,8) ve Türkiye (%47, 5) ortalamasına göre daha iyi bir durum sergilerken; Yaş bağımlılık oranı bakımından (% 53,5), diğer büyükşehirler (%47,9) ve Türkiye’deki tüm iller (%48,0) ortalaması bakımından daha kötü bir orana sahiptiler (Bkz. Tablo 4). T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 380 daki nüfusa oranıdır. 3.3.3. Eğitim Göstergeleri Analizlerimizde üç eğitim göstergesi kullanılmıştır. Bunlardan ilki, okuma yazma oranı; ikincisi, ilkokulda öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ve sonuncusu, lisede okullaşma oranıdır. Okuma yazma bilenlerin oranı, okuma yazma bilenlerin sayısının altı yaş ve üzerindeki nüfusa oranlanmasıyla bulunmaktadır. Lise okullaşma oranı, liseye devam eden öğrencilerin, 15-18 yaş grubun- Tablo 5’te 6360 sayılı Kanun ile kurulan büyükşehirler, eğitim göstergeleri bakımından daha önce kurulan büyükşehirler ve 81 il ile karşılaştırılmaktadır. 6360 sayılı Kanunla kurulan büyükşehirler, okuma yazma bilen nüfusun oranı ile lisedeki okullaşma oranı bakımından daha düşük ortalamalar sergilemektedirler. Tablo 5: Eğitim Göstergeleri Işığında 81 İl ve Büyük Şehirler Ortalaması (2011-2012) Değişkenler 6360 Sayılı Kanundan Önceki Büyükşehirler Ortalaması 6360 Sayılı Kanundan Sonraki Büyükşehirler Ortalaması 81 İl Ortalaması 96,2 94,6 95,8 19,7 18,7 20,0 74,0 68,3 70,1 Okuma yazma bilen oranı (6 yaş ve üzeri nüfus)% İlkokulda öğretmen başına öğrenci Lisede okullaşma oranı,% Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir. 3.3.4. Diğer Göstergeler Enerji, sağlık, konut ve ulaşım göstergeleri diğer göstergeler başlığı altında toplanmıştır. Ekonomik gelişme düzeyi, kişi başına elektrik tüketimini artırmaktadır. Gelişmiş bölgelerde yüz bin kişi başına hekim sayısı ve hastane yatağı sayısı yükselmektedir. İçinde borulu su sitemi olan konutların oranı ile içinde lavabo olan konutların oranı, diğer gelişme göstergeleridir. Bin kişi başına otomobil sayısı, kalkınmış bölgelerde yüksektir. 6360 sayılı Yasa ile kurulan büyükşehirler, Tablo 6’da ele aldığımız tüm göstergeler bakımından düşük ortalamalara sahip bulunmaktadırlar. Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 381 Tablo 6: Diğer Göstergeler Işığında Büyükşehirler ve 81 İl Ortalaması (2011-2012) Değişkenler Kişi başına elektrik tüketimi (KWh) Yüzbin kişi başına hastane yatağı Yüzbin kişiye düşen hekim sayısı İçinde borulu su sistemi olan konutların oranı İçinde lavabo olan konutların oranı Binkişi başına otomobil sayısı 6360 Sayılı Kanundan Önceki Büyükşehirler Ortalaması 6360 Sayılı Kanundan Sonraki 81 İl Büyükşehirler Ortalaması Ortalaması 4381,3 2353,3 2490,0 277,9 225,9 252,0 176,9 98,0 140,2 592,9 93,7 97,4 93,7 84,8 92,5 116,1 91,5 114,0 Kaynak: TÜİK, (2013), Türkiye İstatistik Yıllığı 2012, Yayın No:3933 ve TÜİK, (2013), Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012, Yayın No:4069, adlı yayınlardan alınan verilerle düzenlenmiştir. 4. İstatistiksel Analiz Bu çalışmada Ward yöntemi ile kümeleme analizi yapılmıştır. Kümeleme analizi küme sayısı belirtilmeden yapılmıştır. Kümeleme analizden önce veriler standartlaştırılmıştır. Bunun nedeni, analizde kullandığımız değişkenlerin farklı birimlerde ölçülmüş olmasıdır (Bkz. Tablo 2). Kümeleme analizi sonunda elde ettiğimiz dendogram (ağaç grafiği), Şekil 1’de yer almaktadır. Ağaç grafiği yukarıdan aşağıya doğru okunacak olursa, en az iki, en fazla beş grup oluştuğu gözlenmektedir. Ağaç grafiğinden elde edilen il kümeleri, Tablo 7’de yer almaktadır. Analiz sonucunda ulaştığımız ağaç grafiği, Türkiye’deki büyükşehirlerin beş farklı gelişme düzeyi (küme) sergilediklerini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, Tablo 7’de kümelere verdiğimiz numaralar, kümelerin göreli gelişme düzeylerini göstermemektedir. Örneğin, 1. Küme, Türkiye’deki en gelişmiş büyükşehirlerden oluşmamaktadır. Küme numaraları, sadece, kümeleri birbirinden ayırmak için kullanılmıştır. Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri, Bursa, Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum, Malatya, Trabzon ve Samsun ile birlikte birinci kümede yer almaktadır. Dolayısıyla, aynı kümde yer alan bu iller benzer kalkınma düzeyine sahiptir. İkinci kümede Kocaeli, İzmir, Ankara ve Eskişehir bulunmaktadır. Üçüncü kümede Antalya, Tekirdağ, Ordu, Muğla, Manisa, Denizli, Balıkesir, Aydın illeri yer almaktadır. Van, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır; diğer illerden ayrı olarak bir küme oluşturmaktadır. İstanbul, tek başına ayrı bir kümede ortaya çıkmaktadır (Bkz. Tablo 7). T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 382 Tablo 7: Küme Sayısı Belirtilmeden Yapılan Analizde Küme Üyeleri 1. Küme 2. Küme 3. Küme 4. Küme 5. Küme Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri, Bursa, Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum, Malatya, Trabzon, Samsun Kocaeli, Ankara, İzmir, Eskişehir Antalya, Tekirdağ, Ordu, Muğla, Manisa, Denizli, Balıkesir, Aydın Van, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır İstanbul Kaynak: Şekil 1’den yararlanılarak düzenlenmiştir. Şekil 1: Ward Yöntemi Kullanılarak Oluşturulan Ağaç Grafiği Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Hiyerarşik kümeleme analizi sonunda elde ettiğimiz bulgular, Tablo 7 ışığında şu sonuçları ortaya çıkarmıştır: i) 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla kurulan büyükşehirlerin hepsi aynı kümede yer almamakta, dolayısıyla aynı zamanda kurulan bu şehirler benzer gelişme seviyesi sergilememektedirler. Sadece nüfus kriteri esas alınarak büyükşehre dönüştükleri için aynı kümede yer almamaları, dolayısıyla benzer bir gelişme sergilemeleri beklenen bir sonuçtur. ii) 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla kurulan büyükşehirlerin 2. ve 5. Kümelerde hiç yer almadıkları gözlenmektedir. 2. ve 5.kümedeki büyükşehirler, sanayileşme ve kalkınma düzeyi bakımından Türkiye’de diğerlerinden ayrılan illerdir. Bu bağlamda, 2012 ve 2013 yıllarında büyükşehre dönüşen illerin hiç biri, göreli olarak en fazla kalkınmış olan illerle benzer bir gelişme düzeyi sergilemektedir. iii) 6360 ve 6447sayılı Yasalarla kurulan illerin yedisi üçüncü kümede, dördü birinci kümede, üçü dördüncü kümede bulunmaktadır. Üçüncü kümenin özelliği, Ordu dışında, Türkiye’nin batısında yer alan büyükşehirlerden oluşmasıdır. Birinci kümenin özelliği, Bursa, Konya, Kayseri, Adana gibi göreli olarak sanayileşmiş illeri kapsamasıdır. Bu bakımdan, son düzenlemelerle kurulan ve birinci kümede yer alan büyükşehirlerin (Hatay, Kahramanmaraş, Malatya, Trabzon), üçüncü kümede yer alanlara göre 383 daha iyi bir gelişme sergiledikleri söylenebilir. 6360 sayılı Yasa ile kurulan ve dördüncü kümede bulunan (Van, Şanlıurfa ve Mardin), daha önce büyükşehre dönüşen Diyarbakır ile aynı kümede yer almıştır. Şekil 1’de sunulan hiyerarşik kümeleme analizi sonucu, en az iki en fazla beş küme olabileceğini göstermektedir. Hiyerarşik kümeleme analizi sonuçlarını test etmek amacıyla, kümeleme analizi, küme sayısı belirtilerek de tekrarlanmıştır. Küme sayısını en az iki ve en fazla beş olabilir şeklinde belirterek yaptığımız kümeleme analizi sonuçları Tablo 8’de yer almaktadır. Beş küme olması halinde yaptığımız analiz sonuçları (Tablo 8), küme sayısını belirtmeden yaptığımız hiyerarşik kümeleme sonuçları (Tablo 7) ile aynıdır. Dolayısıyla, küme sayısını belirterek yaptığımız analiz, belirtmeden yaptığımız analiz ile tutarlı sonuç vermektedir. Tablo 9’da ekonomik kalkınma ile ilgili 25 değişken ve 30 büyük şehre ait ayırma analizi sonuçları görülmektedir. 25 değişken ile küme numaraları arasında yaptığımız ayırma analizine göre sınıflama %100 doğru sonuç vermiştir. Bir başka deyişle, kümeleme analizi sonucuna göre, büyükşehrin yer aldığı küme, orijinal küme olarak alınmıştır. Ayırma analizi ile yapılan tahmini küme üyelikleri, orijinal küme üyelikleri ile aynıdır. Kümeleme analizi ile yaptığımız sınıflamanın %100 doğru sonuç verdiği görülmektedir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 384 Tablo 8: Küme Sayısı Belirtilerek Yapılan Analizde Küme Üyelikleri Adana Ankara Antalya Aydın Balıkesir Bursa Denizli Diyarbakır Erzurum Eskişehir Gaziantep Hatay İstanbul İzmir Kahramanmaraş Kayseri Kocaeli Konya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Ordu Sakarya Samsun Şanlıurfa Tekirdağ Trabzon Van Küme Sayısı 5 olursa 1 2 3 3 3 1 3 4 1 2 1 1 5 2 1 1 2 1 1 3 4 1 3 3 1 1 4 3 1 4 Küme Sayısı 4 Olursa 1 2 1 1 1 1 1 3 1 2 1 1 4 2 1 1 2 1 1 1 3 1 1 1 1 1 3 1 1 3 Küme Sayısı 3 olursa 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 3 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 2 1 1 2 Küme Sayısı 2 Olursa 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 2 1 1 1 1 1 2 1 1 2 Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 385 Tablo 9: Ayırma Analizine Göre Sınıflandırma Sonuçlarıa Küme Numarası Tahmini Grup Üyeliği 1 2 3 4 1 13 0 0 0 2 0 4 0 0 3 0 0 8 0 4 0 0 0 4 5 0 0 0 0 % 1 100,0 ,0 ,0 ,0 2 ,0 100,0 ,0 ,0 3 ,0 ,0 100,0 ,0 4 ,0 ,0 ,0 100,0 5 ,0 ,0 ,0 ,0 a. Orijinal kümelere göre %100 doğru sonuç vermiştir. Total 5 0 0 0 0 1 ,0 ,0 ,0 ,0 100,0 13 4 8 4 1 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 büyükşehir statüsü elde eden illerin birbirine yakın gelişme düzeyi sergiledikleri söylenebilir. 6360 sayılı Yasa ile kurulan illerin bir bölümü, bu kümelere göreli olarak daha uzakta yer alan (daha farklı bir gelişme seviyesi sergileyen) dördüncü kümededir. Şekil 2’de beş kümenin birbirine uzaklıkları görülmektedir. Buna göre, birinci ve üçüncü kümeler en yakın kümelerdir. Hatırlanacağı gibi 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla kurulan iller, çoğunlukla bu iki kümede yer almıştı. Bu anlamda, son düzenlemelerle Şekil 2: Ayırma Fonksiyonuna Göre Küme Merkezleri ve Küme Elemanlarının Dağılımı Kanonik Diskriminant Fonksiyonu Ward Yöntemi 200 1 2 3 4 5 Fonksiyon 2 100 Grup Merkezi 3 2 0 4 5 1 -100 -200 -200 -100 0 Fonksiyon 1 100 200 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 386 Tablo 10’da, 25 değişken itibariyle küme ortalamalarının farklı olup olmadığı görülmektedir. Ayırma analizinde yer alan katsayıların ve bulunan diskriminant fonksiyonlarının anlamlılığının test edilmesinde Wilks’ Lambda değeri kullanılmaktadır. Wilks’ Lambda 0,0 ile 1,0 arasında değer alır. Tablo 10’daki Wilks’ Lambda değerlerinin tamamı bu aralıkta yer almaktadır. Küçük lambda değerleri, analizde kullanılan değişkenlerin kümeler arası farklılıkları açıklamada etkili olduklarını, başka bir ifade ile küme merkezlerinin birbirlerinden ayrılmış olduklarını gösterir. Tablo 10’daki Wilks’ Lambda değerleri; nüfus yoğunluğu (0,027), okumayazma bilenlerin oranı (0,287), öğretmen başına öğrenci sayısı (0,449), bin kişi balına otomobil sayısı (0,360), ithalat (0,019),il ve ilçe merkezlerindeki nüfusun oranı (0,449), ihracat (0,034) gibi değişkenlerde göreli olarak daha düşüktür. Dolayısıyla, bu değişkenlerin kümeler arası farklılıkları açıklamada daha etkili oldukları gözlenmektedir. Buna karşılık; nüfus artış hızı, kişi başına elektrik tüketimi, sanayi istihdamı ve kişi başına gelir değişkenleri göreli olarak daha büyük Wilks’ Lambda değerlerine sahiptir. Bu nedenle, lambda değerleri göreli olarak daha yüksek olan bu değişkenlerin, kümeler arası farklılıkları açıklamada daha az etkili oldukları söylenebilir. Tablo 10: Küme Ortalamalarının Eşitliği Testi (kişikm) (nüfartışhız) (okuryazaroranı) (kişielektriktük) (hastaneyatak) (öğretmenbaşına) (işsizlikoranı) (otomobilsayısı) (tarımistihdam) (sanayiistihdam) (hizmetisithdamı) (ilmerknüfusuoranı) (susistemi) (lavobalıkon) (ihracat) (kişigelir) (netgöçhızı) (yaşbağımlılık) (işgücünekatılma) (ithalat) (liseokullasma) (yüzbinkişihekim) (evlenmehızı) (boşanmahızı) (kişibaşımevduat) Wilks’ Lambda ,027 ,786 ,287 ,868 ,738 ,449 ,504 ,360 ,491 ,864 ,571 ,449 ,101 ,372 ,034 ,717 ,571 ,185 ,280 ,019 ,200 ,590 ,531 ,329 ,263 F 226,173 1,703 15,508 ,952 2,214 7,681 6,149 11,117 6,471 ,988 4,692 7,658 55,539 10,568 176,442 2,465 4,699 27,556 16,096 315,111 25,074 4,352 5,512 12,765 17,516 df1 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 4 df2 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 Sig. ,000 ,181 ,000 ,451 ,096 ,000 ,001 ,000 ,001 ,432 ,006 ,000 ,000 ,000 ,000 ,071 ,006 ,000 ,000 ,000 ,000 ,008 ,003 ,000 ,000 Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri 5. Sonuç Bu makalede, 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla büyükşehir statüsü kazanan 14 büyükşehrin (Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa, Van ve Ordu), diğer büyük şehirler karşısındaki göreli kalkınma düzeyleri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı, sadece nüfus kriterine göre büyükşehir statüsü kazanan 14 şehrin, büyükşehirlerden beklenen hizmetleri yerine getirebilmeleri için yeterli gelişme düzeyine sahip olup olmadıklarını, daha önce büyükşehir statüsü kazanan illerle karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır. Türkiye’deki 30 büyükşehre ait 25 kalkınma göstergesi kullanılarak, 2012 yılı için çok değişkenli istatistiksel analiz yöntemlerinden kümeleme analizi ve ayırma analizi yapılmıştır. Kümeleme analizi, küme sayısı belirtilmeden ve küme sayısı belirtilerek iki kez tekrarlanmıştır. Bazı göstergeler bakımından 2012 yılı verilerinin bulunmaması durumunda, 2011 yılı verileri kullanılarak analiz tamamlanmıştır. Küme sayısını önceden belirlemeden yaptığımız hiyerarşik kümeleme analizi, Türkiye’deki 30 büyükşehrin, beş farklı kalkınma düzeyi sergilediğini göstermiştir. Başka bir ifade ile Türkiye’deki 30 büyükşehir ele aldığımız 25 kalkınma göstergesi bakımından beş grup (küme) oluşturmaktadır. İlk kümede 13 büyükşehir, ikinci kümede dört büyükşehir, üçüncü kümede sekiz büyükşehir, dördüncü kümede dört büyükşehir ve beşinci kümede bir büyükşehir yer almıştır. 387 Birinci kümede yer alan iller: Gaziantep, Kahramanmaraş, Hatay, Konya, Kayseri, Bursa, Adana, Sakarya, Mersin, Erzurum, Malatya, Trabzon, Samsun’dur. İkinci kümeyi oluşturan iller: Kocaeli, Ankara, İzmir, Eskişehir’dir. Antalya, Tekirdağ, Ordu, Muğla, Manisa, Denizli, Balıkesir, Aydın üçüncü kümeyi oluştururken; Van, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır dördüncü kümede yer almıştır. Beşinci kümede sadece İstanbul yer almıştır. 6360 ve 6447 sayılı Yasalarla büyükşehre dönüşen kentler, analizlerimiz sonunda ortaya çıkan ve göreli olarak sanayileşmiş kentlerden oluşan ikinci ve beşinci kümelerde yer almamıştır. 14 büyükşehrin yedisi, üçüncü kümede; dördü, birinci kümede; üçü, dördüncü kümede yer almıştır. Yaptığımız analizlere göre, birinci ve üçüncü kümeler, birbirlerine en yakın kümelerdir. Son kurulan büyükşehirlerin çoğunlukla bu iki kümede yer alması, bu illerin birbirlerine yakın bir gelişme düzeyi sergilediklerini göstermektedir. Son kurulan büyükşehirler, birbirlerine yakın bir gelişme düzeyi sergileseler de, sadece nüfus kriteri ele alınarak büyükşehre dönüştükleri için göreli olarak daha fazla gelişmiş olan ikinci ve beşinci kümeleri oluşturan illerle aynı kümede yer almamışlardır. Bulgularımız, sadece son 14 büyükşehrin göreli kalkınma düzeyini ortaya koymamakta; aynı zamanda, Türkiye’deki diğer büyük şehirlerin kaç farklı gelişme düzeyi sergilediklerini de göstermektedir. Bu nedenle, analiz sonuçlarımız, büyük şehirler bağlamında uygulanacak herhangi bir teşvik ya da kalkınma programında, hangi illere benzer uygulamalar yapılacağına ışık tutması bakımından önem taşıyabilir. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 388 KAYNAKÇA Adelman, I., and Cynthia T. M. (1967). Society, Politics and Development. A Quantitative Approach. Baltimore: The Johns Hopkins Press. Felipe, J., and Resende, M. (1994). A Multivariate Approach to the Measurement of Development: Asia and Latin America. CREDIT Research Paper No.94/4. Ahluwalia, M. (1976). Inequality, Powerty and Development. Journal of Development Economics. 3, 307-342. Hicks, N. and Streeten P. (1979). Indicators of Development: The Search for A Basic Needs Yardstic. World Development. 7, 567-580. Atik, H. (1998). A Multivariate Analysis to the Measurement of Development for Turkey: A Comparison with Europe and Asia, Globalisation at Crossroads: The Next Millenium Conference –Conference Proceedings, May 28-31,İstanbul, 52-65. Çakmak, Z.,Uzgören N. ve Keçek G. (2005). Kümeleme Analizi Teknikleri ile İllerin Kültürel Yapılarına Göre Sınıflandırılması ve Değişimlerin İncelenmesi. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2, 15-36. Devlet Planlama Teşkilatı (1996). İllerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması. Ankara: DPT. Dura, C. ve Atik, H. (2002). Bilgi Toplumu, Bilgi Ekonomisi ve Türkiye. İstanbul: Literatür Yayınevi. Ersungur, M. Ş., Kızıltan A. ve Polat, Ö. (2007). Türkiye’de Bölgelerin Sosyo-ekonomik Gelişmişlik Sıralaması: Temel Bileşenler Analizi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 2, 55-66. İzci, F. veTuran, M. (2013). Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler: Van Örneği. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 1, 117152. Jacquemin, A. and André, S. (1995). Is A European Hard Core Credible? A Statistical Analysis. CEPR Discussion Paper. No.1242. Kalkınma Bakanlığı (2013). İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması:2011. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayını. Nakip, M. (2006). Pazarlama Araştırmaları: Teknikler ve SPSS Destekli Uygulamalar. Ankara: Seçkin Yayınevi. Özdamar, K. (1999). Paket Programlar ile İstatistiksel Veri Analizi-2 (Çok Değişkenli Analiz) SPSS-MINITAB. 2. Baskı, Eskişehir. Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Resmi Gazete. 6 Aralık 2012, Sayı: 28489. Saraçoğlu, B. (1992). Ülkelerin Ekonomik Kalkınmışlık Düzeyleri Açısından İncelenmesi. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 10, 16-54. Tezel, Y. S.(1989). İktisadi Büyüme. Ankara. TÜİK (2013). Türkiye İstatistik Yıllığı 2012. Yayın No:3933. Ankara: TÜİK. 389 TÜİK (2013). Seçilmiş Göstergelerle Kayseri 2012. Yayın No:4069. Ankara: TÜİK. Uzgören, N., Keçek G.ve Uzgören, E. (2013). Türkiye’de İllerin Beşeri Sermayenin Unsuru Olan Temel Eğitim Göstergeleri Bakımından Sınıflandırılması-Temel Bileşenler ve Kümeleme Analizi Uygulaması. TİSK Akademi Dergisi. 16, 118-133. ÖZ Türk Bankacılık Sektörünün Küresel Kriz Öncesi ve Sonrasında Mülkiyet Ayrımında İncelenmesi Bu çalışmada, banka bazında veri ve rassal etkiler modeli kullanılarak, Türk bankacılık sektörünün küresel kriz öncesi ve sonrasındaki yapısı mülkiyet ayrımında incelenmektedir. Bağımlı değişken olarak sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, kârlılık ve gelir-gider yapısına ilişkin finansal oranlar kullanılırken; bağımsız değişkenler olarak kredi kalitesi, personel giderleri, kredi kompozisyonu, mali baskınlık, açık pozisyon ve banka büyüklüğüne ilişkin finansal oranlar ve borsada listelenişe yönelik kukla değişken yer almaktadır. Yasal düzenlemeler, maliye politikası, makroekonomik koşullar ve para politikasının banka yapısı üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla Basel II’ye geçişe ilişkin kukla değişkenin yanı sıra borç stoku, büyüme, enflasyon, döviz kuru, zorunlu karşılıklar ve politika faizi diğer belirleyiciler olarak çalışmaya dâhil edilmiştir. Tahmin sonuçları, kriz öncesi ve sonrası dönemde farklılaştığı gözlenen banka yapısında mülkiyetin önemli rol oynadığına işaret etmektedir. Bu durum, bankaya özgü belirleyiciler ile makroekonomik koşullar ve politikaya ilişkin faktörlerin, mülkiyete bağlı olarak, bankacılık sektörü üzerinde değişen etkilere sahip olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda, ileriki dönemde yapılacak çalışmalarda mülkiyete dayalı farklılıkların bankacılık sektörüne ilişkin analizlerde göz önünde bulundurulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Bu sayede, bankacılık sektörü dinamiklerinin daha kolay anlaşılacağı ve gerek para politikası gerekse finansal istikrarı hedefleyen makro ihtiyatı politikaların etkinliğinin artacağı düşünülmektedir. JEL Sınıflaması: C23, E44, E52, G10, G21 Anahtar Kelimeler: Küresel Kriz, Türk Bankacılık Sektörü, Rassal Etkiler, Mülkiyet, Para Politikası, Finansal İstikrar ABSTRACT Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership This paper analyzes the Turkish banking sector before and after the global crisis by ownership, using bank-level data and random effects model. The selected dependent variables are financial ratios on capital adequacy, asset quality, profitability and income-expenditure structure; while main determinants are financial ratios on loan quality, overhead costs, loan composition, fiscal dominance, FX open position, bank size and a dummy variable for bank listing. Other determinants include a dummy variable for the adoption of Basel II, debt stock, growth, inflation, exchange rate, required reserves and policy rate, which capture the effects of regulations, fiscal policy, macroeconomic conditions and monetary policy on bank structure. Estimation results suggest that ownership has a major role on the bank structure, which is observed to be different before and after the global crisis. This indicates that bank-specific determinants as well as macroeconomic conditions and policy-related factors have varying effects on the banking sector depending on ownership. Accordingly, this finding highlights the fact that further research should take into account the ownership-based differences in banking sector analyses. This is considered to facilitate the understanding of the banking sector dynamics and enhance the effectiveness of not only the monetary policy, but also the macroprudential policies aimed at maintaining financial stability. JEL Classification: C23, E44, E52, G10, G21 Keywords: Global Crisis, Turkish Banking Sector, Random Effects, Ownership, Monetary Policy, Financial Stability Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership 391 Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership Vuslat Us *, ** 1. INTRODUCTION The global crisis challenged the banking sector in Turkey despite the implementation of an extensive restructuring program.1 In fact, Yörükoğlu and Atasoy (2010), Erdem (2010), Aras (2010) and Uygur (2010) show that the Turkish banking sector was affected by the global crisis. Furthermore, Ganioğlu and Us (2014) and Us (2015b) have recently demonstrated that the crisis has changed the structure of the Turkish banks and Us (2015a) has shown that this change depends significantly on ownership.2 * Central Bank of the Republic of Turkey General Directorate of Research and Planning Policy ** The author would like to thank the anonymous referee for providing exceptionally useful suggestions and invaluable feedback. Usual caveats apply regarding errorsand omissions. vuslat.us@tcmb.gov.tr Gönderim Tarihi: 31.03.2015 Kabul Tarihi: 07.09.2015 This study takes the above discussion as its starting point and embarks upon an indepth analysis of the Turkish banking sector in the pre-crisis and the post-crisis periods by an ownership breakdown. In view of the fact that the global crisis prompted the Central Bank of the Republic of Tur1 Ganioğlu and Us (2014) provide a detailed analysis of the banking sector restructuring program. 2 Several studies are present that report differences across banks with respect to ownership. To give an example, Micco et al. (2007) and Iannota et al. (2007) find lower profitability for state banks; whereas Gürsoy and Aydoğan (2002), Najid and Rahman (2011) and Bonin et al. (2005a) show higher profitability. Claessens et al. (2001), Hasan and Marton (2003), Jemric and Vujcic (2002) and Weill (2003) find that foreign banks are more profitable than state banks. Moreover, Grigorian and Manole (2006), Yıldırım and Philippatos (2007), Dages et al. (2000), Lensink and Naaborg (2007), Mian (2003) and Bonin et al. (2005a, 2005b) demonstrate that foreign banks are more cost-efficient than domestic banks. However, Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999), Rivard and Thomas (1997), Pettway and Sinkey (1980) and Nikiel and Opiela (2002) report that foreign banks are less profitable than private banks. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 392 key (CBRT) to observe financial stability3 besides the fact that the financial system in Turkey is mostly comprised of the banking sector, this paper tries to examine the effects of policy-related variables on the Turkish banking sector. Inspired by Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999), De Haas and van Lelyveld (2006), Ganioğlu and Us (2014) and Us (2015a, 2015b), the effects of bank-specific and macroeconomic variables as well as regulatory changes are also taken into account. In line with Us (2015a), the analysis is performed by an ownership breakdown and by sub-periods. In doing so, however, this paper takes a snapshot of the Turkish banking sector without concentrating on the underlying structural forces driving the interaction of the explanatory variables with the banking sector structure. But rather, the paper attempts to extract the necessary information exposed through the analysis by solely focusing on how this interaction may differ with respect to ownership and also before and after the crisis. The paper is organized as follows: The next section presents the empirical model, describes the data and discusses some stylized facts about the Turkish banking sector. The following section reports the estimation results. Finally, the last section concludes. All tables and figures are given in the Appendix. 2. The EmpIrIcal Model, Data DescrIptIon and StylIzed Facts This section describes the empirical model, which is used to analyze the Turkish banking sector before and after the global crisis by ownership. This is followed by the description of the data and some stylized facts pertaining to the evolution of selected bank-specific variables. 2.1. Empirical Model In order to analyze the Turkish banking sector before and after the global crisis by ownership, a panel data estimation analysis is conducted. Accordingly, the use of generalized method of moments (GMM) approach is considered as an initial step.4 However, as discussed in Wooldridge (2001), the GMM approach may result in a finite sample bias when applied to a small sample. Furthermore, Ahn et al. (2001) argue that the usual exogeneity assumptions lead to many more moment conditions than standard estimators use and result in some or all of the moment conditions to be redundant in the GMM estimation. Alternatively, fixed effects model is considered in order to estimate bank-specific effects. However, Johnston and DiNardo (1997) discuss that a fixed effects model cannot include time-invariant explanatory variables, such as those in our model, even though the fixed effects estimator is robust to the omission of any relevant time-invariant regressors. Accordingly, a fixed effects model removes any effect associated with 3 The CBRT altered its conventional inflation targeting scheme after the global crisis by designing a new monetary policy mix to fulfill the supplementary objective of maintaining financial stability. Başçı and Kara (2011) provide a brief overview about the adoption of financial stability in Turkey as a supplementary objective, without prejudice to the price stability objective. 4 The panel data estimation could have been conducted using pooled ordinary least squares, assuming that a common error structure applies to all banks. Yet, as discussed in De Haas and van Lelyveld (2006), treating banks as homogeneous entities is a too strong restriction. Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership these time-invariant variables and the dependent variable, as also stated by Unite and Sullivan (2003). On the other hand, the random effects model takes into account the association between these time-invariant variables and the dependent variable. In fact, a comparison of these models through Hausman test5 and further implementing the Breusch-Pagan Lagrangian multiplier (LM) test6 indicates that the hypothesis that the individual effects do not correlate with other regressors in the random effects model cannot be rejected and random effects are necessary. Hence, given that the fixed effects estimates are not efficient relative to the random effects estimates, the less restrictive random effects model is accepted. Therefore, all (unobservable) factors that influence individual bank behavior, but which are not captured by regressors, are assumed to be summarized by a random error term. Accordingly, using generalized least squares (GLS)7, a random effects model is applied to the following specification, which can be summarized as: Yit = a+b1 Bankit+b2 Macroit+Ui + eit Where Yit is the dependent variable of bank i at time t; Bankit is the matrix of bank-specific variables for bank i at time t; Macroit is the matrix of macroeconomic indicators for bank i at time t; a is the intercept term; and b1 and b2 are the corresponding coefficient vectors. Ui is the unobserved bank-specific random effect and eit is the idiosyncratic error term, both following i.i.d. processes with mean 0 and variances su and ss, respectively. 393 2.2. Data Description Table A1 displays the description and the source of data. The bank-specific data are based on the quarterly balance sheet items of the deposit banks for the period between 2002Q4-2013Q3.8 The analysis covers 21 banks, of which, 3 of them are state; 10 of them are private; and 8 of them are foreign.9 The dependent variables are selected financial ratios on capital adequacy (also known as capital requirement or regulatory capital), asset quality, profitability and income-expenditure structure; which can be 5 Hausman (1978) proposed a chi-squared statistic based on the Wald criterion W = X2 [K] = [b – b-1] [b–b] where b is the vector of slope estimates in the fixed effects model; b is the vector of slope estimates in the random effects model; and ∑ is the difference of the estimated covariance matrices of the slope estimates with the individual dummy variables of the fixed effects model and the estimated covariance matrix in the random effects model excluding the constant term. 6 The LM test for random effects of Breusch and Pagan (1980) can be interpreted as a Wald test of the distance from zero of the first derivative vector of the log likelihood function (the score vector) of the unrestricted model evaluated at the restricted maximum likelihood estimates. 7 As discussed in Baltagi (2013), random effects model is estimated by GLS when the variance structure is known. However, the random effects model is estimated by the feasible generalized least squares (FGLS), when there is a heteroscedastic error structure or a certain degree of correlation between the observations. 8 The analysis covers only deposit banks, and hence, excludes participation banks as well as development and investment banks. The analysis also excludes deposit banks, which were taken over by Savings Deposit Insurance Fund or founded during the period of analysis. Moreover, the analysis leaves out banks with a status change from development and investment bank to deposit bank. 9 The ownership decision is based on the Banks Association of Turkey’s categorization for ownership as of the end of the analyzed period. Accordingly, a bank is classified as state bank if more than 50 percent of its shares are owned by state. Similarly, a bank is classified as private or foreign if more than 50 percent of its shares are in private or foreign hands, respectively. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 394 represented by EQUITY/ASSETS, LOANS/ ASSETS, PROFITS/ASSETS and NII/ASSETS, respectively.10 Meanwhile, independent variables include bank-specific financial ratios and indicators on macroeconomic conditions, policy actions and regulatory changes, which are assumed to capture the banking sector dynamics.11 Accordingly, the ratio of overdue loans to total loans and receivables, which is denoted by ODL/LOANS, captures the impact of loan quality.12 The ratio of other operating expenses to total assets, which is signified by OTHEREXP/ASSETS, represents overhead costs and gauges the effect of operating efficiency.13 The ratio of consumer loans to total loans and receivables that is represented by CONSUMER/LOANS measures the impact of loan composition.14 The ratio of government domestic debt securities to total assets, which is shown by SECURITIES/ASSETS, seizes the effect of fiscal dominance at the bank level.15 The ratio of FX assets to FX liabilities that is denoted by FXASSETS/FXLIABILITIES, proxies FX open position16 and signifies the effect of currency mismatch17, while total assets to GDP that is denoted by ASSETS/ GDP quantifies bank size.18 Bank listing19 is captured by DBIST, while DBASEL is used to mark the adoption of Basel II.20 Furthermore, debt stock21 that is evaluated by DEBT/GDP gauges fiscal policy; whereas growth, inflation22 and exchange rate23, which are represented by GDP, INFLATION 17 10 Ratios comply with the CAMELS system, which evaluates banks according to capital adequacy, asset quality, management quality, earnings, liquidity and sensitivity. 11 All ratios denote on-balance sheet activities of banks, while off-balance sheet items are disregarded. 12 King and Plosser (1984), Bernanke and Gertler (1989), Kiyotaki and Moore (1997) and Bernanke et al. (1998) analyze the link between loan quality and financial activity. 13 Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) show a negative relation between overhead costs and performance. 14 Louzis et al. (2012) discuss that macroeconomic and bankspecific variables may affect each loan type differently. Kuo et al. (2010) also argue that a distinction should be made between different loan types in order to assess their individual impact on bank performance. 15 Fiscal imbalances experienced throughout 1990s caused state banks to become an outlet for financing off-budget expenditures called “duty losses”. Meanwhile, other banks resorted to arbitrage activities to generate revenues from the spread between deposit rates and high interest rates on government securities. Hence, prior to the implementation of the banking sector reform, Turkish banks had large holdings of government securities, which restrained them from engaging in core activities like financing private sector (Akçay, 2003; Tükel et al. 2006). 16 Kaplan (2002) provides an excellent survey on risks associated with FX open position of Turkish banks by providing various definitions for FX open positions, which are individually monitored by regulatory authorities. Ranciere et al. (2010) discuss that currency mismatch exposes an emerging economy to systemic risk through balance sheet vulnerabilities. More specifically, in case FX borrowers cannot hedge against exchange rate risk, an abrupt devaluation results in a large share of FX loans to be non-paid and the number of overdue loans to increase substantially. This can have a dramatic effect on capital adequacy and raise systemic risk issues for the economy. 18 Smirlock (1985) finds strong evidence that bank size is positively related to profitability, while Lin and Zhang (2009), Stiroh and Rumble (2006) and Pasiouras and Kosmidou (2007) show that extremely large banks might display a negative relationship between their size and profitability. 19 Listed banks face greater pressure from shareholders, financial analysts and market participants for higher profitability. Yet, Dietrich and Wanzenried (2011) discuss that listed banks are also subject to higher costs due to reporting requirements, which reduce profitability. 20 Ganioğlu and Us (2014) discuss that the adoption of Basel II in Turkey was finalized in July 2012. 21 Since 2001 crisis, the Turkish government has implemented a prudent fiscal policy, which significantly lowered the debt-to-GDP ratio. Yet, this ratio may still be used to assess the impact of sovereign risk on lending as in Aydın and İgan (2012). 22 Hanson and Rocha (1986) and Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) observe that higher inflation is associated with higher interest margins and profitability. 23 Demirgüç-Kunt and Detragiache (1998), Choi et al. (1992) and Chamberlain et al. (1997) find strong negative correlation between profitability and exchange rate. Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership and EXCHANGE, are used to evaluate the impact of macroeconomic conditions. Finally, TLRESERVES/ASSETS and FXRESERVES/ASSETS, which show TL and FX required reserves24,25, correspondingly, and POLICY that stands for policy rate26,27 reflect the effect of macroprudential policy28 and the monetary policy, respectively. The independent variables are assumed to affect all the dependent variables29, while loan composition is estimated to have an effect on only profitability. Similarly, fiscal dominance and debt stock are expected to influence asset quality, while the adoption of Basel II is assessed to have an impact on capital adequacy. 2.3. Stylized Facts Figure A1 illustrates the evolution of selected bank-specific ratios for each ownership category over time and also displays the 24 Demirgüç-Kunt and Huizinga (1999) state that reserve requirements are an implicit tax on banks if official reserves are remunerated at less than market rates. Rose and Rose (1979) and Gilbert and Rasche (1980) also find that reserve requirements reduce bank profitability. 25 Due to absence of bank-level data, required reserves are approximated by data on cash and balances with the CBRT, which shows the combined effect of required reserves held at the CBRT plus desired reserves held due to unexpected events. It is assumed that cash and balances are not persistently in excess of required reserves, which was historically witnessed during wartime and in Soviet states and transitional countries as discussed in Gray (2006) and Ganley (2002). 26 Kashyap and Stein (1995), Bernanke and Blinder (1988) and Mishkin (1996) assert that policy rate influences banking sector via bank lending channel. 27 The CBRT policy rate between 2002 and 2010 was overnight repo rate at the Repo and Reverse Repo Market at Borsa Istanbul. As of May 2010, the CBRT implemented technical adjustment for withdrawal of anti-crisis measures. This was followed by the adoption of the new monetary 395 banking sector’s average. Accordingly, state banks are observed to differ notably from other banks, while private banks reveal the characteristics of the overall banking sector. On the other hand, foreign banks have some unique features, which distinguish them from other banks. Moreover, the global crisis has strong effects on the banking sector structure that obviously vary by ownership. More specifically, capital adequacy, which is denoted by EQUITY/ASSETS, differs significantly by ownership such that the capital requirement of private banks is near and that of foreign banks is slightly above the banking sector’s average. Conversely, the capital adequacy of state banks is remarkably below the average. Moreover, private and foreign banks are prudent relative to state banks by maintaining a regulatory capital significantly above policy mix at end-2010 that included additional policy tools for pursuing multiple objectives. Accordingly, an interest rate corridor was set for overnight rates and one-week repo rate was announced as the policy rate. Furthermore, the CBRT started to follow an active liquidity management policy, which adjusted market rates without changing the policy rate. Consequently, between end-2011 and January 2014, the CBRT implemented additional monetary tightening without changing the policy rates but changing the average funding rate (CBRT, 2012, 2014; Akçelik et al., 2012). Hence, the policy rate in the analysis is substituted by the one-week repo rate during 2010Q2-2011Q4 and by the average funding rate from 2012Q1 and onwards. 28 Required reserves were used actively as a macroprudential tool during the post-crisis period. Kara (2013) and Alper et al. (2013) provide a detailed outline of the operational framework of the new monetary policy mix. 29 Us (2015a) finds that GDP is statistically insignificant for profitability, while exchange rate and FX required reserves have no significance and GDP has low significance on the income-expenditure structure. Therefore these variables are excluded from the estimation of the respective dependent variables. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 396 the Basel II requirement at 8 percent.30 After the global crisis, state banks register a slight decline, while private and foreign banks continue to hold a great percentage of their assets in shareholders’ equity. Asset quality that is represented by LOANS/ASSETS also varies remarkably by ownership. In particular, private and foreign banks have a higher fraction of their assets in loans and receivables than state banks. Meanwhile, state banks are increasingly more active in lending after the completion of the restructuring program. In fact, before the global crisis, state banks are well behind other banks in terms of asset quality. However, after the global crisis, state banks raise their asset quality and converge with other banks. In the meantime, other banks also allocate higher percentage of their assets to loans. Yet, the asset quality of private banks remains slightly above the average. In particular, asset quality grows mildly for private and foreign banks, even though the latter registers a slight decline. Profitability, which is measured by PROFITS/ASSETS, changes dramatically by ownership as well. Particularly, before the global crisis, the profitability of private banks is substantially below the banking sector’s average, while that of state and foreign banks is visibly above. However, after the crisis, private and foreign banks are comparable as both banks see reduced profitability. Meanwhile, state banks also observe a sharp fall after the global crisis. This may be owed to the effect of Basel III, which is conjectured to narrow profit margins.31 Overhead costs that are captured by OTHEREXP/ASSETS also vary greatly across banks. More specifically, the ratio of other operating expenses to total assets is substantively lower; but significantly higher for state and foreign banks, respectively. The ratio falls gradually for all banks throughout the analysis. Yet, foreign banks are persistently above the sector’s average; whereas state banks remain below and private banks stay near the average. The global crisis leaves overhead costs almost unchanged for foreign banks, while state and private banks display a marginal decline, which slightly pulls down the average. Loan composition, which is signified by CONSUMER/LOANS, also varies remarkably by ownership. In fact, neither of the ownership categories seems to closely follow the banking sector’s average. In particular, except for the plunge seen at the onset, foreign banks are relatively flat in terms of loan composition. Similarly, loan composition remains fairly stable for private banks, staying above the sector’s average. On the other hand, the ratio of consumer loans to total loans and receivables grows mildly for state banks. After the global crisis, the loan composition of state banks changes in favor 30 Basel II regulations require capital adequacy to be no lower than 8 percent. However, the Banking Regulation and Supervision Agency (BRSA) set the target capital adequacy ratio to be minimum 12 percent (BRSA, 2010). 31 BIS (2011) envisions lower profitability due to adoption of more stringent regulations on capital adequacy, which will be brought by Basel III accords. Obviously, its effects may manifest even during the transition period. More specifically, in 2010, the BRSA launched the preliminary studies for the adoption of Basel III in Turkey and the accord is planned to be incorporated into the national legislation in concordance with the timetable set by the Basel Committee (Ganioğlu and Us, 2014). Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership of consumer loans, though this is reversed modestly afterwards. Conversely, private banks observe a decline, while the ratio is steady for foreign banks. Fiscal dominance, which is gauged by SECURITIES/ASSETS, is also experienced unequally across banks. Accordingly, state banks have a clearly higher portion of their assets in government domestic debt securities, while security holdings of private and foreign banks as a percentage of their assets are relatively comparable. All ownership categories post a decline in their security portfolios relative to their assets. Besides, the surge in 2007 is short-lived as the ratio of government domestic debt securities to total assets continues to fall sharply for all banks. In fact, after the global crisis, the ratio drops significantly for state banks; while other banks also register a decline, albeit modestly. FX open position that is quantified by FXASSETS/FXLIABILITIES is also dissimilar across banks. In particular, the FX assets to FX liabilities is notably higher for state banks relative to banking sector’s average. Meanwhile, private and foreign banks are quite similar and their FX assets decrease slowly compared to their FX liabilities. Yet, FX open position of foreign banks is more representative of the sector’s average. After the global crisis, foreign banks experience an instant rise, which is followed by a steady course afterwards. On the other hand, FX open position of state and private banks remains unchanged. Bank size that can be assessed by ASSETS/GDP also varies across banks. Particularly, private banks closely mimic the banking sector’s average; whereas state banks are considerably larger, but foreign banks 397 are notably smaller than the average. The global crisis affects the banking sector positively by raising the total assets to GDP ratio mildly for all ownership categories, while the increase in bank size is more obvious for state banks. On the other hand, the income-expenditure structure, which is measured by NII/ ASSETS, is relatively similar across banks. In particular, all banks experience an initial drop in their net interest income to their total assets. This is followed by a partial recovery afterwards. All ownership categories experience another decline induced by the global crisis. Overall, foreign banks are slightly above state and private banks, which are fairly comparable and close to the sector’s average. Loan quality that is evaluated by ODL/ LOANS also varies slightly by ownership. More specifically, during 2002-2006, state banks experience a radical improvement in their loan quality due to the implementation of the restructuring program. This is manifested as a strong fall in the ratio of overdue loans to total loans and receivables. However, as loan quality gets normalized for state banks, the ratio also becomes comparable and stable across banks. Despite a minor deterioration registered by all ownership categories before the global crisis, loan quality recovers modestly afterwards.32 In the meantime, state banks have a higher loan quality than the banking sector’s average, while loan quality of foreign banks is below and that of private banks is near the average. 32 It should be noted that loan quality is analyzed in relative terms. However, in absolute terms, the magnitude of overdue loans increased notably, which evidently poses risk to financial stability. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 398 Required reserves, which are denoted by TLRESERVES/ASSETS and FXRESERVES/ASSETS, are also similar across banks. Accordingly, state banks have a slightly larger and a fairly smaller share of their assets in TL and FX reserves, respectively; while private and foreign banks are very much alike. The global crisis causes TL and FX required reserves to decline for all banks. However, subsequently, the ratio of TL reserves to total assets stabilizes for all banks; whereas FX reserves to total assets ratio increases for state and foreign banks, but remains unchanged for private banks. 3. EstImatIon Results In view of the strong evidence provided by the above stylized facts pointing that the Turkish banking sector differs significantly with respect to ownership, the empirical model is estimated individually for state, private and foreign banks. Furthermore, these stylized facts also indicate that the Turkish banking sector has changed after the crisis. Hence, the empirical model is estimated separately by splitting up the sample as the pre-crisis and the post-crisis periods. This enables to view how the structure of the Turkish banking sector has changed after the global crisis.33 Accordingly, the pre-crisis and the post-crisis periods cover 2002Q42008Q3 and 2008Q4-2013Q3, respectively. All the equations contain a constant term.34 Table A2 presents the estimation results.35 In each column, the determinants of capital adequacy, asset quality, profitability and income-expenditure structure are reported for each ownership category for the pre-crisis and the post-crisis periods. Key findings are summarized as follows: 3.1. Capital Adequacy Before the crisis, the capital adequacy (EQUITY/ASSETS) of all banks is affected positively by loan quality (ODL/LOANS). This implies that higher overdue loans (relative to total loans and receivables), which implies lower loan quality leads to higher capital requirement. However, after the crisis, loan quality is positively significant for only state and private banks. This may be attributed to the fact that state and private banks have relatively higher loan quality than foreign banks in this period. In the meantime, before the crisis, the capital adequacy of private and foreign banks is influenced favorably by overhead costs (OTHEREXP/ ASSETS), while overhead costs are insignificant afterwards. FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) affects all banks after the crisis and the effect is negative for only private banks. Conversely, FX open position has a positive impact on private banks before the crisis. 33 In fact, the effect of the global crisis was initially captured by the inclusion of a crisis dummy variable in the overall sample, which yielded a statistically significant coefficient. Hence, this provided the sufficient evidence that the sample would be split. 34 The analysis could have also included some interaction terms. However, the extra information provided by the addition of these interaction terms failed to surpass the increased complexity of the regression equations, which, for simplicity, caused the analysis to be based on the parsimonious regression model. 35 It should be noted that, in general, the explanatory power of the selected models is found to be higher for state banks. Also, the dynamics of asset quality in the pre-crisis period are better captured than those for other dependent variables regardless of the ownership category; while the same conclusion can be drawn for the income-expenditure structure in the post-crisis period. Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership Bank size (ASSETS/GDP) has a favorable effect on private banks and a negative impact on foreign banks before the crisis. In addition, bank listing (DBIST) has a positive effect on state banks before the crisis, though it has an adverse impact on private and foreign banks in both periods. Meanwhile, the adoption of Basel II standards that is indicated by DBASEL is significant for only state banks, where the effect is positive. As for macroeconomic and policy-related determinants, GDP has a negative impact on the capital adequacy of private and foreign banks before the crisis; however it has a favorable effect on state and private banks after the crisis. Inflation has an adverse influence on private banks before the crisis. Furthermore, exchange rate unfavorably affects all banks after the crisis, while it is negatively significant for state banks prior to the crisis. In both periods, capital adequacy of foreign banks is influenced negatively by their TL required reserves (TLRESERVES/ ASSETS), while that of state banks is also affected unfavorably after the global crisis. Meanwhile, FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) have a positive effect on state banks prior to the global crisis. As for the policy rate, it has a negative impact on state banks before the global crisis; whereas the effect is positive on private banks during the same period. Furthermore, policy rate favorably affects the capital adequacy of foreign banks after the global crisis. 3.2. Asset Quality Prior to the crisis, the asset quality (LOANS/ASSETS) of all banks is affected negatively by loan quality (ODL/LOANS), but 399 loan quality has an adverse effect on only state and private banks after the global crisis. In addition, the asset quality of state banks deteriorates by overhead costs (OTHEREXP/ ASSETS) in both periods. Conversely, overhead costs are positively significant for private banks before the crisis, while they have a favorable impact on foreign banks after the crisis. Meanwhile, fiscal dominance (SECURITIES/ASSETS) reduces the asset quality of all banks in both periods. FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) has a positive impact on state banks and it has an adverse effect on private banks before the crisis. In addition, FX open position has a negatively significant impact on foreign banks in both periods. On the other hand, bank size (ASSETS/GDP) improves the asset quality of foreign banks prior to the crisis. Yet, it has an adverse effect on state and private banks in both periods. As for bank listing (DBIST), it has an impact on all banks in the pre-crisis period, which is negative for foreign banks and positive for other banks; whereas after the global crisis, bank listing has an effect on only private banks with a positive sign. Meanwhile, macroeconomic and policyrelated variables also have varying effects on banks by ownership. In particular, debt stock (DEBT/GDP) has a negative impact on all banks before the crisis, while GDP positively affects private banks in both periods. Moreover, GDP has an adverse effect on foreign banks prior to the crisis. Additionally, inflation is significant for private and foreign banks in both periods, but the impact is negative for foreign banks before the crisis. In the meantime, exchange rate has a negative effect on private banks after the crisis. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 400 TL required reserves (TLRESERVES/ ASSETS) have a favorable impact on private banks in both periods. On the other hand, TL required reserves have an adverse effect on state banks after the crisis. Conversely, FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) increase the asset quality of state and private banks before the crisis. In addition, FX required reserves have a positive impact on foreign banks in the post-crisis period. On the other hand, policy rate has an unfavorable effect on private banks before the crisis. 3.3. Profitability After the global crisis, profitability (PROFITS/ASSETS) of state and foreign banks is affected negatively by loan quality (ODL/LOANS). In both periods, overhead costs (OTHEREXP/ASSETS) have an effect on all banks, which is negative for private banks before the crisis. Loan composition (CONSUMER/LOANS) has a negative impact on private banks and a positive effect on foreign banks prior to the crisis. However, loan composition affects all banks favorably after the global crisis. This implies that higher consumer loans relative to total loans induce profitability. FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) has a positive impact on foreign banks after the global crisis. On the other hand, FX open position has an adverse effect on state banks before the global crisis. Meanwhile, banks size (ASSETS/GDP) worsens the profitability of private banks in the aftermath of the crisis. In the same period, the profitability of foreign banks improves by bank listing (DBIST). As for macroeconomic and policy-rela- ted variables, inflation is negatively significant for state banks before the crisis, while it has an adverse effect on foreign banks in the post-crisis period. Exchange rate lowers the profitability of all banks after the crisis. Moreover, TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) have a favorable effect on state banks after the global crisis. Conversely, TL required reserves have a negative impact on the profitability of foreign banks in the same period. Besides, in both periods, foreign banks are also adversely influenced by their FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS). Meanwhile, policy rate raises the profitability of state and private banks before the crisis, and that of foreign banks after the crisis. 3.4. Income-Expenditure Structure In both periods, loan quality (ODL/ LOANS) affects the income-expenditure structure (NII/ASSETS) of state and foreign banks, where the effect on state banks is negative before the crisis. Overhead costs (OTHEREXP/ASSETS) are positively significant for all banks and FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) has a favorable effect on private banks in both periods. However, FX open position has an adverse impact on state and foreign banks after the crisis. Bank size (ASSETS/GDP) affects state banks in both periods, with a negative sign in the aftermath of the crisis. Furthermore, before the crisis, state banks are influenced positively by bank listing (DBIST). As for macroeconomic and policy-related variables, inflation has a negative effect on state banks, while it has a favorable impact on foreign banks prior to the crisis. TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) deteriorate the income-expenditure Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership structure of foreign banks before the crisis, but foreign banks are positively affected by their TL required reserves after the crisis. Moreover, the income-expenditure structure of state banks is favorably affected by their TL required reserves in the same period. Meanwhile, policy rate has a positive effect on foreign banks after the crisis. 4. ConclusIon This paper analyzes the Turkish banking sector before and after the global. The panel data estimation results show that the crisis is observed to have some major impacts on the sector, by leading to significant changes in the determinants. Furthermore, the analysis is performed by an ownership breakdown, which reveals that this change is uneven across banks. Overall, loan quality (ODL/LOANS), overhead costs (OTHEREXP/ASSETS), fiscal dominance (SECURITIES/ASSETS) and FX open position (FXASSETS/FXLIABILITIES) are bank-level explanatory variables, which are perceived to be significant for all banks in both periods. Yet, their significance changes after the global crisis depending on the ownership category. More specifically, loan quality seems to be relatively more important to state and foreign banks after the global crisis; whereas the responsiveness of private banks to loan quality is slightly lower during the same period. Similarly, the sensitivity of state and private banks to fiscal dominance increases after the crisis, while that of foreign banks decreases. Moreover, FX open position seems to be relatively less influential on private banks after the crisis; whereas it has higher significance on foreign banks during the 401 same period. On the other hand, the question of whether the effect of FX open position on state banks has changed after the global crisis is open to dispute. In other words, state banks gain sensitivity to FX open position after the crisis with respect to their capital adequacy and income-expenditure structure, while they lose responsiveness regarding their asset quality and profitability. Meanwhile, the significance of overhead costs is markedly higher for private banks in the post-crisis period; while for state and foreign banks, there is mixed evidence as the overhead costs are relatively more effective on the determination of the income-expenditure structure of state banks, but less influential on the dynamics of their asset quality and profitability after the global crisis. Likewise, asset quality (LOANS/ASSETS) and income-expenditure structure (NII/ASSETS) of foreign banks have higher sensitivity to overhead costs in the post-crisis period. On the other hand, foreign banks are more responsive to overhead costs in terms of their profitability (PROFITS/ASSETS) and capital adequacy (EQUITY/ASSETS) prior to the crisis. The evidence is also mixed about whether the significance of FX open position has increased after the crisis. More specifically, private banks are relatively less sensitive to FX open position; whereas foreign banks are highly responsive to FX open position in the aftermath of the crisis. On the other hand, the capital adequacy and profitability of state banks are no longer affected by FX open position in the post-crisis period; whereas their asset quality and income-expenditure structure gain responsiveness to FX open position in the same period. 402 In the meantime, loan composition (CONSUMER/LOANS) is an important bank-specific variable, which affects the profitability of private and foreign banks in the pre-crisis period. Furthermore, state banks get sensitive to loan composition after the crisis; while the significance of loan composition increases slightly for private banks. However, the influence of loan composition on foreign banks declines in the same period. Unlike the above variables, bank listing (DBIST) and bank size (ASSETS/GDP) are bank-specific determinants, which are relatively less effective in both periods. Moreover, the significance of bank size on all ownership categories declines further after the global crisis. Similarly, bank listing seems to have lower influence on all banks in the post-crisis period. Meanwhile, the dummy variable (DBASEL) for the adoption of Basel II, which captures the effect of regulatory changes, is only significant for state banks. As for the macroeconomic determinants, except for exchange rate, all variables are viewed to have less significance after the global crisis. Accordingly, debt stock (DEBT/GDP) is insignificant after the crisis, although it is observed to be highly significant for all banks before the crisis. Moreover, GDP is insignificant for foreign banks, while it has an evidently reduced effect on private banks after the global crisis. Yet, GDP has an increased impact on state banks in the same period. Also, despite having significance on all banks before the crisis, inflation has no impact on state banks and a clearly lower impact on private and foreign banks in the T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II aftermath of the crisis. On the other hand, exchange rate is influential on all ownership categories after the crisis, while it has influence on only state banks prior to the crisis. On the policy-related variables front, TL required reserves (TLRESERVES/ASSETS) have increased significance after the crisis, especially on state banks; whereas, before the crisis, only foreign banks are affected by their TL required reserves. Conversely, FX required reserves (FXRESERVES/ASSETS) affect all banks before the crisis; yet only foreign banks are influenced by their FX required reserves afterwards. Policy rate has reduced effectiveness as it affects only foreign banks after the crisis, while it has effect on state and private banks prior to the crisis. To sum up, this paper analyzes the Turkish banking sector during the 2002-2013 period. In doing so, the paper finds out that ownership has a major role on the structure of Turkish banks, which is observed to be different before and after the global crisis. This indicates that not only the effects of bank-specific, macroeconomic and policyrelated variables on the banking sector structure change before due to the global crisis, but also the extent of how these effects change depend on ownership. More specifically, banks seem to differ more before the crisis than after the crisis. This indicates that the restructuring program implemented at the onset of the analyzed period provided convergence across different ownership categories. Besides, the adoption of Basel II standards also brought evenness among banks. Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership In the meantime, higher importance attached to financial stability after the global crisis caused frequent resort to macroprudential tools. This affected the significance of reserve requirements after the crisis, but unequally across banks. In addition, in the post-crisis period, the effectiveness of policy rate changed as well; yet unequally among different ownership categories. Hence, this paper highlights the fact that further research should take into account these ownership-based differences in 403 conducting banking sector analyses. This may facilitate the understanding of the banking sector dynamics and enhance the effectiveness of monetary policy as well as macroprudential policies aimed at maintaining financial stability. Future research may examine the varying responsiveness of ownership categories to the determinants of the banking sector structure. This clearly requires a thorough understanding of the underlying structural forces driving these ownership-based differences, which, however, is beyond the scope of this paper. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 404 References Ahn, S.C., Y.H. Lee and P. Schmidt, 2001, GMM Estimation of Linear Panel Data Models with time-varying Individual Effects, Journal of Econometrics, 101(2): 219–255. Akçay, O.C., 2003, The Turkish Banking Sector Two Years after the Crisis: A Snapshot of the Sector and Current Risks, Turkish Studies, 4(2): 169-187. Akçelik, Y., E. Ermişoğlu, A. Oduncu and T. Taşkın, 2012, Ek Parasal Sıkılaştırmanın Döviz Kurları Üzerindeki Etkisi (in Turkish), CBT Research Notes in Economics No. 12/30. Alper, K., H. Kara and M. Yörükoğlu, 2013, Reserve Options Mechanism, Central Bank Review, 13(1): 1-14. Aras, O.N., 2010, Effects of the Global Economic Crisis on Turkish Banking Sector, International Journal of Economics and Finance Studies, 2(1): 113-120. Aydın, B. and D. İgan, 2012, Asset quality in Turkey: Effects of Monetary and Fiscal Policies, Emerging Markets Finance and Trade, 48(5): 78-104. Baltagi, B., 2013, Econometric Analysis of Panel Data, 5th edition, John Wiley & Sons Ltd., Chicester, West Sussex, UK. Başçı, E. and H. Kara, 2011, Finansal İstikrar ve Para Politikası (in Turkish), İktisat İşletme ve Finans, 26(302): 9-25. Bernanke, B.S. and A.S. Blinder, 1988, Credit, Money, and Aggregate Demand, NBER Working Paper No. 2534. Bernanke, B.S. and M. Gertler, 1989, Agen- cy Costs, Net Worth, and Business Fluctuations, American Economic Review, 79(1): 14-31. Bernanke, B.S., M. Gertler and S. Gilchrist, 1998, The Financial Accelerator in a Quantitative Business Cycle Framework, NBER Working Paper No. 6455. BIS, 2011, Basel III: A Global Regulatory Framework for More Resilient Banks and Banking Systems, Basel Committee on Banking Supervision Publication No.189. Bonin, J.P., I. Hasan and P. Wachtel, 2005a, Bank Performance, Efficiency and Ownership in Transition Countries, Journal of Banking & Finance, 29(1): 31-53. ––, 2005b, Privatization matters: Bank Efficiency in Transition Countries, Journal of Banking & Finance, 29(8-9): 2155-2178. Breusch, T.S. and A.R. Pagan, 1980, The Lagrange Multiplier Test and Its Applications to Model Specification in Econometrics, Review of Economic Studies, 47(1): 239253. BRSA, 2010, Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi (in Turkish), BRSA Working Paper, 3rd edition. CBRT, 2012, Press release No. 2012–01 available at http://www.tcmb.gov. tr/wps/ wcm/connect/dde66804-ba4e-4c25-b457 -e5e78138c76a/01.pdf?MOD=AJPERES & CACHEID = dde66804-ba4e-4c25-b457e5e78138c76a. ––, 2014, Press release No. 2014-07 available at http://www.tcmb.gov.tr/ wps/ wcm/connect/f6625c51-c76f-4d5f-aaeb- Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership 76d50a6f1b3b/ ANO2014-07. pdf? MOD = AJPERES& CACHEID =f6625c51-c76f4d5f-aaeb-76d50a6f1b3b. Chamberlain, S., J.S. Howe and H. Popper, 1997, The Exchange Rate Exposure of U.S. and Japanese Banking Institutions, Journal of Banking & Finance, 21(6): 871–892. Choi, J.J., E. Elyasiani and K. Kopecky, 1992, The Sensitivity of Bank Stock Returns to Market, Interest Rate and Exchange Rate Risks, Journal of Banking & Finance, 16(5): 983-1004. Claessens, S., A. Demirgüç-Kunt and H. Huizinga, 2001, How Does Foreign Entry Affect Domestic Banking Markets?, Journal of Banking & Finance, 25(5): 891-911. Dages, B.G., G. Linda and D. Kinney, 2000, Foreign and Domestic Bank Participation in Emerging Markets: Lessons from Mexico and Argentina, Federal Reserve Bank of New York Economic Policy Review, September:17-36. De Haas, R. and I. van Lelyveld, 2006, Foreign Banks and Credit Stability in Central and Eastern Europe. A panel Data Analysis, Journal of Banking & Finance, 30(7): 19271952. Demirgüç-Kunt, A. and E. Detragiache, 1998, Financial Liberalization and Financial Fragility, IMF Working Paper No. 98/83. Demirgüç-Kunt, A. and H. Huizinga, 1999, Determinants of Commercial Bank Interest Margins and Profitability: Some International Evidence, World Bank Economic Review, 13(2): 379-408. Dietrich, A. and G. Wanzenried, 2011, Determinants of Bank Profitability Before and During the Crisis: Evidence from Switzerland, 405 Journal of International Financial Markets, Institutions & Money, 21(3): 307-327. Erdem, Ş., 2010, Turkish Banking System in the face of the Global Crisis, International Journal of Islamic and Middle Eastern Finance and Management, 3(4): 351-362. Ganioğlu, A. and V. Us, 2014, The Structure of the Turkish Banking Sector Before and After the Global Crisis, CBRT Working Paper No. 14/29. Ganley, J., 2002, Surplus Liquidity: Implications for Central Banks, Bank of England, Centre for Central Banking Studies Lecture Series No. 3. Gilbert, R.A. and R.H. Rasche, 1980, Federal Reserve Bank Membership: Effects on Bank Profits, Journal of Money, Credit and Banking, 12(3): 448-461. Gray, S., 2006, Central bank management of surplus liquidity, Bank of England, Centre for Central Banking Studies Lecture Series No. 6. Grigorian, D.A. and V. Manole, 2006, Determinants of Commercial Bank Performance in Transition: An Application of Data Envelopment Analysis, Comparative Economic Studies, 48(3): 497-522. Gürsoy, G. and K. Aydoğan, 2002, Equity Ownership Structure, Risk Taking, and Performance, Emerging Markets Finance and Trade, 6(38): 6-25. lHanson, J. and R. Rocha, 1986. High Interest Rates, Spreads and the Cost of Intermediation: Two Studies, The World Bank Industry and Finance Series No. 18. Hasan, I. and K. Marton, 2003, Development and Efficiency of the Banking Sector 406 in a Transitional Economy: Hungarian Experience, Journal of Banking & Finance, 27(12): 2249-2271. Hausman, J.A., 1978, Specification Tests in Econometrics, Econometrica, 46(6): 1251-71. http://evds.tcmb.gov.tr/. http://www.bddk.org.tr. http://www.hazine.gov.tr. http://www.tbb.org.tr. Iannotta, G., G. Nocera and A. Sironi, 2007, Ownership Structure, Risk and Performance in the European Banking Industry, Journal of Banking & Finance, 31(7): 2127–2149. Jemric, I. and B. Vujcic, 2002, Efficiency of Banks in Croatia: A Dea Approach, Comparative Economic Studies, 44(2-3): 169-193. Johnston, J. and J. DiNardo, 1997, Econometric Methods, The McGraw-Hill Companies, New York, NY, USA. Kaplan, C., 2002, Bankacılık Sektörünün Yabancı Para Pozisyon Açığı: Türkiye Örneği (in Turkish), CBRT Working Paper No. 02/01. Kara, H., 2013, Monetary Policy after the Global Crisis, Atlantic Economic Journal, 41(1): 51-73. Kashyap, A.K. and J.C. Stein, 1995, The Impact of Monetary Policy on Bank Balance sheets, Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 42(1): 151-195. King, R.G. and C.I. Plosser, 1984, Money, Credit, and Prices in a Real Business Cycle, American Economic Review, 74(3): 363380. Kiyotaki, N. and J. Moore, 1997, Credit Cycles, Journal of Political Economy, 105(2): 211-248. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Kuo, H.C., L.H. Wang, Y.H. Lai, S. Yu and C. Wu, 2010, Loan Policy and Bank Performance: Evidence from Taiwan, Banks and Bank Systems, 5(2): 108-120. Lensink, R. and I. Naaborg, 2007, Does Foreign Ownership Foster Bank Performance? Applied Financial Economics, 17(11): 881885. Lin, X. and Y. Zhang, 2009, Bank Ownership Reform and Bank Performance in China, Journal of Banking & Finance, 33(1): 20-29. Louzis, D.P., A.T. Vouildis and V.L. Metaxas, 2012, Macroeconomic and Bank-Specific Determinants of Non-performing Loans in Greece: A comparative Study of Mortgage, Business and Consumer Loan Portfolios, Journal of Banking & Finance, 36(4): 10121027. Mian, A., 2003, Foreign, Private Domestic and Government Banks: New Evidence from Emerging Markets, Mimeo, University of Chicago. Micco, A., U. Panizza and M. Yanez, 2007, Bank Ownership and Performance: Does Politics Matter?, Journal of Banking & Finance, 31(1): 219–241. Mishkin, F.S., 1996, The Channels of Monetary Transmission: Lessons for Monetary Policy, NBER Working Paper No. 5464. Najid, A.F. and R.A. Rahman, 2011, Government Ownership and Performance of Malaysian Government-linked Companies, International Research Journal of Finance and Economics, 61: 42-56. Nikiel, E.M. and T.P. Opiela, 2002, Customer Type and Bank Efficiency in Poland: Implications for Emerging Market Banking, Contemporary Economic Policy, 20(3): 255271. Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership Pasiouras, F. and K. Kosmidou, 2007, Factors Influencing the Profitability of Domestic and Foreign Commercial Banks in the European Union, Research in International Business and Finance, 21(2): 222–237. Pettway, R.H. and J.F. Sinkey, 1980, Establishing on-site Bank Examination Priorities: An early Warning System Using Accounting and Market Information, The Journal of Finance, 35(1): 137-150. Ranciere, R., A. Tornell and A. Vamvakidis, 2010, Currency Mismatch, Systemic Risk and Growth in Emerging Europe, Economic Policy, 25(64): 597–658. Rivard, R. and C. Thomas, 1997, The Effect of Interstate Banking on Large Bank Holding Company Profitability and Risk, Journal of Economics and Business, 49(1): 61-76. Rose, J.T. and P.S. Rose, 1979, The Burden of Federal Reserve System Membership: A Review of the Evidence, Journal of Banking & Finance, 3(4): 331-345. 407 liztekin (eds.), The Turkish Economy: The Real Economy, Corporate Governance and Reform, Routledge, London, UK. Unite, A.A. and M.J. Sullivan, 2003, The Effect of Foreign Entry and Ownership Structure on the Philippine Domestic Banking Market, Journal of Banking & Finance, 27(12): 2323–2345. Us, V., 2015a, The Turkish Banking Sector Before and After the Global Crisis: An Ownership Breakdown, CBT Research Notes in Economics No. 15/02. ––, 2015b, Banking Sector Performance in Turkey before and after the Global Crisis, İktisat İşletme ve Finans, 30(353): 45-74. Uygur, E., 2010, The Global Crisis and the Turkish Economy, Third World Network Global Economy Series No. 21. Weill, L., 2003, Banking Efficiency in Transition Economies, The Economics of Transition, 11(3): 569-592. Smirlock, M., 1985, Evidence on the (non) Relationship Between Concentration and Profitability in Banking, Journal of Money, Credit, and Banking, 17(1): 69–83. Wooldridge, J.M., 2001, Applications of Generalized Method of Moments Estimation, Journal of Economic Perspectives, 15(4): 87–100. Stiroh, K. and A. Rumble, 2006, The Dark Side of Diversification: the Case of US Financial Holding Companies, Journal of Banking & Finance, 30(8): 2131–2161. Yıldırım, H.S. and G.C. Philippatos, 2007, Bank Efficiency: Evidence from the Transition Economies of Europe, European Journal of Finance, 13(2): 123-143. Tükel, A., M. Üçer and C. Van Rijckeghem, 2006, The Turkish Banking Sector: A Rocky Journey to Maturation, in S. Altuğ and A. Fi- Yörükoğlu, M. and H. Atasoy, 2010, The Effects of the Global Financial Crisis on the Turkish Financial Sector, BIS Papers No. 54. ÖZ Günlük Hayatta ve “Second Life” Adlı İnternet Platformunda Kendilik Sunumunun Kısa Bir İncelemesi Günümüzde internet teknolojilerinin çok hızlı bir şekilde gelişmesi sayesinde milyonlarca insan bilgisayarlar vasıtasıyla yaratılan sanal ortamlarda önemli ölçüde zaman geçirmektedir. Bu araştırma kapsamında sanal ortamlarda zaman geçirmenin gerçek hayatta kişisel ilişkiler üstündeki etkilerinin olup olmadığı araştırılmış ve incelenmiştir. Bu araştırma kapsamında, Goffman’ın kendiliğin sunumu teorisinden hareketle dünyanın en popüler sanal ortamı olan secondlife.com’daki üyeler arasındaki kişisel ilişkiler incelenmiştir. Bu çalışmanın yazarı, şahsen secondlife.com sitesine üye olmuş ve bu ortamda çok fazla zaman geçiren kişilerle hem secondlife.com üzerinden hem de ulaşabildiği avatarların gerçek hayattaki kimlikleri ile yüz yüze olmak üzere iletişime geçmiş ve görüşmeler yapmıştır. JEL Sınıflaması: A14, L86, Z13 Anahtar Kelimeler: İnternet, Kendilik, Sanal Yaşam, Second Life ABSTRACT A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life As a result of the rapid advancement of internet today, millions of people are spending a considerable amount of time in virtual environments created via computer technologies. This research has tried to explore, if any, the effects of spending time in virtual environments on the personal relations of the persons in real life. Interactions of the people in the virtual environment, which is Second Life, was studied based on Goffman’s Presentation of Self Theory. Within the scope of this research, the author registered in secondlife.com and contacted people who spend considerable time in this medium and conducted personal interviews with the Second Life users in real life as well as in virtual life. JEL Classification: A14, L86, Z13 Keywords: Internet, Self, Virtual Life, Second Life A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life 409 A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life Nil Mit * Yrd. Doç. Dr. Çağatay Topal ** I ntroductIon Based on the dramaturgy of Goffman, this paper focuses on the “second lives” established by real people in a virtual environment via avatars, and their reasons behind these lives. In this essay, the “second lives” established online by real people will be considered as the front stage and their “real lives” (off-line) will be taken as the back stage. These two stages will be compared in terms of physical features, economic aspects, and social roles of the respondents. The fundamental concepts that must be defined in order to start the discussion are the concepts of hyper-reality, cyberspace, and the avatar. * METU Sociology MS nilmemich@gmail.com ** METU Faculty of Arts and Sciences catopal@metu.edu.tr Gönderim Tarihi: 09.06.2015 Kabul Tarihi: 18.08.2015 Hyper-reality is an expression employed in semiotic studies and postmodern perspectives to define a failure of being aware of the difference between reality and simulation (Baudrillard, 1994). Hyper-reality is considered to be a state of being in which the boundary between the fact and the imaginary are blurred (Eco, 1986). In this study, hyper-reality is taken as the environment in the Second Life. Cyberspace is a term that was first used in the 1980s, in science fiction literature. Subsequently, it has been rapidly accepted by computer specialists (Pollack, 1989). Within the perspective of this paper, cyberspace is considered to be the entirety of www.secondlife.com, which is a platform that millions of inhabitants run a second life and interact with one another (Gibson, 1984). In Hinduism, avatar represents the “descent” of a divine being in an earthly appearance. In India, divine beings (deities) 410 are widely considered as free of form and thus able to demonstrate themselves in whichever appearance they choose (Vivekjivanda, 2010). It was Chip Morningstar who first used the term “avatar” for the illustration of the user on the screen in 1985, when he created “Habitat,” the digital role-playing game published by Lucas Film. In the same year, Ultima IV: Quest of the Avatar was also introduced, yet the expression was used in a different meaning, with a more readily apparent religious connotation. In this game, the player’s ultimate objective was to turn into an “Avatar” (Hawley, 2006). In Second Life, real users may shape their avatars as they wish and, in some cases, they can even choose an object to represent themselves in this virtual environment. Following the work of Park – who preceded him - Goffman (1959, p. 30) makes use of the expression “persona” to develop a foundation for a higher figure of speech to define all communication as a performance (front stage and back stage). Goffman (1959) accepts the boundaries of this figure of speech; however, he argues that individuals deliberately plan to release specific articulations during communication, called as impression management. They do this for the purpose of establishing special impersonations in the people they are in contact with (Goffman, 1959). Afterwards, the social platform turns into a stage where several performances are placed in contact with each other and other individuals act as spectators of these characters, named as personae. There are particular rules and principles governing these performances. In their first meeting with others, individuals expect ot- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II hers to value and behave in accordance with the proper standards that are already organized by the community (Goffman, 1959, p. 24). This generates a description of the given state of being that is applicable for all. “Definitional disruptions,” which are the faults in the performances, are to be concealed by individuals who have conducted them. In this instance, they are referred to as “protective practices” or “tact” (Goffman, 1959, p. 25). The definitional disruptions are what “losing face” refers to (Goffman, 1959, p. 9) and preventing these disruptions is called “maintaining face” (Goffman, 1959, p. 5). Recovering from them is “saving face” (Goffman, 1959, p. 39). “Creating a scene” is the description of the situation in which individuals who should be in dramatic collaboration escape from their designated performances (Goffman, 1959, p. 205). According to Goffman (1959, p. 28), despite the fact that the roles are wrongly accepted and individuals may not have faith in them at the first place, they can adopt and integrate these roles with their personalities. As long as the illustrations in the virtual world are the reflection of the impression that people design for themselves, they are what users aspire to become and the illustration represents the personalities of individuals more accurately than their real world characters. As a result, the perception of the role by individuals turns into a second character and an essential component of their identity (Goffman, 1959, p. 30). This assumption put forward by Goffman completely overlaps with the assumption that the virtual lives of real people may sometimes be an integral part of them. A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life The notion of a persona as an intentional disguise an individual creates and wears for a particular role which is separate from character or individuality, can be a rather beneficial explanation for the separation between the way said individuals mentally visualize themselves and the thing they devise. The allegory of social communications as performance on a stage is considered beneficial. It is something people occasionally perform in order to meet the conditions of the role they undertake. The role of the facade in creating personality and acting as the personae is also significant. Masks can be frequently read and interpreted by other individuals. Therefore, avatars can be customized as means to illustrate a certain personality to others while some of them can be deliberately shaped as “body projects” in order to manage this channel of symbolizing personality to the world. Very similar to the assumptions of Goffman, virtual internet environments provide their users with limitless opportunities to create new identities and images. Certain challenges existing in real life regarding creating images in real life (sex, racial features etc), do not exist at all in computer generated environments. Users can create avatars of any sex, nationality and origin and shape they wish. In general the outlooks of avatars are different than the real features of users. Literature Review This section will present a summary of the important existing literature that deal with the study of such virtual platforms as Second Life. Additionally, the central concepts and conclusions that hold importance with regard to this paper – will be highlighted for further references. A vast amount of 411 existing literature on virtual platforms in general, and Second Life in particular, focus on the possible uses of these platforms as an educational tool. In his analysis, Prude (2013) examines the role of online platforms where such virtual platforms are used for college and university online education. Cook (2011) shows that simulations developed for virtual worlds may have the ability to provide a safe environment for students to practice clinical decision making for paediatric patients. The study of Chien, Davis, Slattery, Keeney-Kennicutt and Hammer (2013) aims to develop a virtual curriculum demonstration, with the overall purpose to understand graduate students’ perceptions, self-reflections, self-understanding and educational growth with regard to teaching and learning in a virtual interdisciplinary curriculum. Second Life has also been studied as an interactive training and learning tool (De’tienne et al., 2012; Veronin et al., 2012; Wang et al., 2012; Wang F. and Shao E., 2012). Ethical problems born from the use of virtual worlds as platforms for learning and teaching have also been an issue that has been covered. The effects of avatars as visual presentations of the self and senses of embodiment within the online world are cases in point (Childs et al., 2012). Numerous studies on Second Life focus on the social interactions among users and the way the self is expressed on the platform. A study by Tawa, Gongvatana, Anello, Shanmugham, Lee-Chuvala and Suyemoto (2012) describes a method for collecting and interpreting interpersonal behavioural data in Second Life. Said study concentrates on the social distances between White, Asian and Black participants in the Virtual World 412 (Tawa et al., 2012). In Lee’s (2013) research, sixty students from two fifth-grade elementary school classes were interviewed to find whether there were any differences among the self-expressions of the Second Life participants who showed different levels of shyness. The results suggest that, especially for the students with high degrees of shyness, Second Life may be a beneficial environment to improve their self-expressions (Lee, 2013). The relationship between real world and virtual world is another problematic question (Bayraktar and Amca, 2012; Buckingham and Rodríguez, 2013; Hardey, 2008). A virtual reality support centre was established in 2009 in Second Life for people with chronic fatigue syndrome. The purpose was to determine whether a virtual reality setting could help diminish their social isolation (Best and Butler, 2013). The study shows that the relationships between the organic human body, psychoanalytic projections of the idealized or socially constructed body, and technology should be revised by taking into account the physiological effects experienced by participants while navigating on Second Life (Best and Butler, 2013). The work by Morgan (2013) demonstrates how the author utilizes Second Life in a university history class. The Second Life becomes a meeting space for students and a platform for the research of public history (Morgan, 2013). Lomanowsk and Guitton (2012) studies the effects of sexual appeal, interpersonal touch, climatic, environmental, physical, and cultural constraints on the tendency to reveal or cover naked skin. It is revealed that participants of virtual environments, specifically Second Life, are engaged in impression management. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II The ideas of Goffman (1956, 1973), who describes how people negotiate and validate identities in face-to-face encounters and how “frames” within which to evaluate the meaning of encounters are established, have been influential in defining the perception of sociologists and psychologists with regard to person-to-person encounters. Electronic communication (EC) has formed a new range of interaction with a developing etiquette. Despite being limited and less rich compared to interactions with physical encounters, the concept also introduces new problems and new opportunities in the presentation of self. Gonzalez, Solartes and Vargas (2013) deal with the concept of virtual worlds from a Lacanian perspective. Lacan proposes a divided subject, in contrast to introducing a unified one. The interaction between virtual presentation and the self is understood with the language of signified and signifiers. These two terms belong in different worlds, signified in the virtual worlds and signifiers in the real world, where signifiers are said to allow the signified to materialize the self in the avatar. As Second Life is a multiplayer online role-playing game (MMORG) with immense traffic, it is accepted to be a meta verse where 3D virtual worlds are constructed so as to enable the participants the chance create their avatars by granting traits at their own discretion; thus providing the virtual character a separate identity (Gonzalez et al., 2013). Parka (2013) identifies the effects of collaborative activities on group identity in a virtual world such as Second Life, through the events that promote the interaction A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life of participants with the tools integrated in Second Life (Parka, 2013). Among the various aspects of identity formation studied in Second Life are mechanisms that affect aggravation and relaxation of virtual aggression (GunLee et al., 2013), the influence of the virtual self on offline health and appearance (Behm-Morawitz, 2013), and the evolution of avatars (Shimizu, 2012). The research by Jeter (2012) focuses on a small sample of groups formed in Second Life in order to develop a series of typologies. A list of key terms collated by anti-terrorist agencies is used to determine the search terms employed to select the groups. Each group’s choice of words is reviewed manually, using their self-definitions to derive a series of five general categories (Jeter, 2012). The study by Pickard, Brody and Burns (2013) tests the persuasive power of avatars which take similar physical and facial features with the users and that are visually imbued with authority. The study puts forth that remedying aversion to authority in high self-esteem and high self-monitoring individuals may be possible by morphing facial features of the individuals into avatars (Pickard et al., 2013). Research on social identity shows that the ability to trigger identity-associated threats against individuals whose social identity is marginalized may be caused by situational cues. Numerical presentation of social identities in a given social environment can be provided as an example to this situation (Lee and Park, 2011). It is concluded that ethnoracial minorities may perceive the virtual world as identity-threatening when exposed to avatar-based cues that indicate White dominance, thus feeling psychologically dis- 413 connected and detached from the concepts introduced by the virtual environment itself (Lee and Park, 2011). The conclusion of another study is that role players tend to both negotiate identity and utilize their time spent online as a moratorium for their real, offline lives (Williams et. al, 2011). The virtual world has another function as a coping mechanism for individuals suffering from an inability to gain acceptance, social connectivity or social support in their real, offline lives, mainly on the grounds of their personal situation, psychological profile or their minority status in their “respectful” societies (Williams et. al, 2011). Papacharissi (2002) concentrates on how people use personal home pages to present themselves online from the point of Goffman’s “Presentation of Self” theory, where analysis is conducted with reference to personal home pages. Analysis reveals popular tools for self-presentation, desires of virtual homesteaders to associate with virtual homestead communities, and remarkable relationships among characteristics of home pages (Papacharissi, 2002). The conceptualisation of the self has undergone remarkable change with the evolution of digital communication technologies and virtual spaces. “Embodiment” and “presence” are two important concepts in understanding virtual interactions. Avatars provide embodiment in these environments and make it possible to interact with others outside the physical world. Characteristics of communications and relationships may limit the interaction between the self and the other in virtual platforms. One inhibition arises from the lack of social indica- T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 414 tions; however, the introduction of new technologies that facilitate social interaction overcomes this obstacle to some extent. As opposed to the interactive dynamic behind the emergence of the self in nature, virtual environments are particular sites in terms of the central role of social interactions (Evans, 2012). become significant profit sources in virtual worlds due to the large quantity and growth of virtual product transactions. The results of the study shows the significance of the experience of flow. It is found that, involvement in particular has remarkable influence on flow, among interactivity and vividness (Cheon, 2013). Bullingham and Vasconselos (2013) discuss Erving Goffman’s work and its applicability to the contexts of blogging and Second Life. They argue that, contrary to engaging with the process of whole persona adoption, users are willing and enthusiastic to re-create their offline self in the online world, (Bullingham and Vasconcelos, 2013). However users are mostly inclined to edit facets of self through this process. That is, in the “front stage,” people deliberately choose to portray and develop a given identity. The study also concludes that for comprehending identity through interaction and the presentation of self in the virtual environment, Goffman’s original context is of great use. The virtual worlds can present opportunities to contribute to the further development of the Goffman framework, where enhanced potential for editing the self is increasingly being offered (Bullingham and Vasconcelos, 2013). Eun-Lee and Domina (2013), first analyse the tendency and intention of users to shop in Second Life based on user experiences with their avatar, and secondly identify the specific motivations of users that influence the same intention. The results show that the intention to shop is largely affected by the users’ satisfaction with the look of their avatar in Second Life, yet no importance is attached to whether the avatar looks similar to the actual look of the user (Eun-Lee and Domina, 2013). The study by Kim (2012) draws a theoretical framework investigating key antecedents to repurchase and recommend digital items intentions of users. The analysis suggests that user satisfaction and a perceived value act is a significant element in establishing users’ post-adoption intentions about digital items (Kim, 2012). Cheon (2013) examines the three factors influencing purchasing behaviour in the virtual world: namely, the platform context, explained as technical characteristics such as interactivity and vividness and social characteristics such as involvement; product context, explained as product value, and virtual experience, explained as flow and satisfaction gained from the virtual world. Virtual marketplaces for products and services have Case Study Second Life™ was introduced in 2003 by the Linden Lab and has become one of the most liked virtual worlds used mainly for social network development, a use that stands in contrast to online game sites such as EVE Online and the World of Warcraft. It is a virtual territory that is made up with a few continents along with several small islands (McKenna et al, 2001). The acquisition of land can be made through purchasing of land on continents or by the purchase of A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life an island by a person or an institution for further confidentiality and reputation. There is a currency that is valid in the virtual world, the Linden Dollars, which can be exchanged with US Dollars. The exchange rate is approximately 300 Linden Dollars for one US Dollar. The residents of Second Life can build and craft their own things in the virtual environment by adding several basic geometric shapes together. These are known as prims, short of primitives. There is a dynamic economy being conducted within the virtual space which is run by the trading in and out these ornamented things that take the form of several modes, such as vehicles, garments, furniture or hair (Hawley, 2012). Second Life has been home to approximately 36 million users during the last decade. Users spent approximately US$3.6 billion within the virtual world on assets, while the aggregate time spent on the website has reached 217,266 years. Currently, the virtual world is being visited by over 1 million people every month. In the destination guide, the largest part of the virtual world is constituted by games, events and adventure/fantasy (Hawley, 2012). Around 400 thousand new account creations are realized per month, while 1.2 million deals are performed for assets in the virtual world. In Second Life, there are 2.1 million virtual assets for sale, while the most traded items are women’s hairstyles. The land area of the virtual world is approximately 700 square miles, which corresponds to an area slightly larger than 1810 square kilometres (Boellstraff, 2013). The history and function of Second Life has been provided in detail by Boellstorff (2008). The number of transactions conducted on a daily basis in 2013 was 2.1 million, while the 415 number of active accounts at any time varies from 40.000 to 80.000 conditional on the time in the day, in the week or in the year. Starting from the year 2006, virtual world activity has demonstrated a swift rise all throughout the developed countries. Such a rise in activity has been for the purposes of fulfilling varying goals, including entertainment, relaxation and work. Every day, millions of people access their virtual environment, select and demonstrate actions by means of their avatars (Lawrence, 2012). Depending on their own personal choices, the true selves of the people behind the avatars are generally kept private by the users, while the avatar remains utterly flexible. This suppleness of illustrating oneself through an avatar and the users’ being able to select how to demonstrate themselves result in the virtual environments’ transformation into social workshops for identity revisions (Peachey, 2010, p. 37). For the purpose of this paper, secondlife. com has been chosen as the preferred virtual environment. The first reason is the high number of users on the platform. As mentioned above, Second Life has achieved a remarkable growth in the number of users, and is one of the most highly populated virtual platforms. Another important reason is the diversity on the platform. On the one hand, Second Life benefits from the lack of a common theme, due to the fact that it is created to be a realistic virtual environment that provides users with a “second life” (as the name suggests). Consequently, the development of the environment has been very diverse. It is possible to explore many different themes ranging from historical to urban to fantastic, 416 merely by choosing to visit different destinations. This is particularly attractive for the purpose of social sciences as this means that the user body of the platform is also diverse in its preferences. Another important reason is the global outreach of the environment. Second Life has become widely popular in the Middle East and Turkey as well, and this has proved to be an important advantage in the collection of data. Lastly, the user interface and the design of the platform makes it rather easy to acquire a considerable amount of experience and relationships in a reasonable timeframe, once again making it a good choice for the purpose of this study. Apart from some practical concerns and concerns relating to the research sample, this platform has also been preferred because of the amount of existing literature in the field. Various authors have studied Second Life in terms of identity formation, educational use and the representation of the self. Building on this existing framework, it is easier to identify key approaches and to determine the avenue for contribution to the field. It is also important to note that on Second Life, it is possible to travel to different destinations and take part in different activities regardless of game performance. This makes it an ideal starting place for many amateur enthusiasts of virtual worlds. This lack of a requirement of a gaming background makes it an important avenue where social interactions and identity formation can be observed with a very diverse sample of very different people. Other virtual environments that require more experience with gaming and the associated online platforms usually have smaller communities that are comparably more homogeneous. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II The users on the platform are called “residents” and the platform itself is termed as “grid” by the community. Any newcomer to the platform is referred to as a “newbie.” There are some specific destinations that are “newbie-friendly”, meaning that newcomers are encouraged to prefer these destinations so as to be able to adapt to the environment. There are also some volunteer experienced residents, who set up all kinds of different mechanisms to aid newbies during their initial phase. For the purpose of this paper, diverse destinations on Second Life were visited and many conversations were initiated with other avatars using the in-built chat function. In order to obtain a diverse range of interviewees for the case study, destinations with specific themes such as “historical” or “fantastic,” as well as some popular destinations, were specifically visited. One important disadvantage was that the experience level of the user was visible for others. This meant that the character that was used to conduct the interviews was easily identified as a “newbie,” which in many cases dissuaded some more experienced users from participating in the conversations. There were, however, still some experienced users within the study sample. It can be suggested that there is segregation between the lives and identities in the real world and Second Life for many users. Although it is allowed to expose the identities of the real world in Second Life, the majority of users prefer to keep this confidential and reveal this information to those they really have faith in. Inversely, users carry on their Second Life experiences and A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life virtual identities and keep this confidential from those they know in the real world. The confidential information includes occurrences, associations, appeals and occupation out of the virtual world. The research outlined here focuses particularly on the relationship and differences between the Second Life (front stage) and the physical world (back stage), with respect to the experience of the self. Design of the Research As the study was conducted on a virtual environment, it created a number of new difficulties which were not usually encountered within the real world. Therefore, particular attention had to be paid to the stage in which the research was designed. These aforementioned difficulties, which were existent in every element of the research course, formed the research design, methodology and the processes. Some aspects were effective in relation to the design of the research. Second Life is an environment that has routines, customs and surroundings and the lives are lived within the confidentiality of the homes of the habitants. They are possibly kept secret from people in the real world. Additionally, habitants are positioned all around the world with the inclination to maintain their real life identities confidential from other Second Life residents. When considering that the virtual identities are probably private, the highest level of secrecy and understanding would be required when encountering other residents. As a result, the main purpose of the study was not to become a standard or customary identity in the virtual world; rather, it was to discover the variety of experiences taking place between 417 the residents of Second Life and their perspectives from within the virtual world. In order to tackle these difficulties and find an answer to the research question, a series of personal interviews were constructed. The format, as well as, the questions was inspired from the experiences of the researcher in the Second Life. The interviews were designed to generate the data required to answer the research questions. On the other hand, attention was paid so as to not have the results of the research be affected by the researcher’s own experience. In this sense, a semi-structured interview was created in order to enable flexibility during the discussion depending on the own experiences of the participants. The entire set of the interviews have been performed in the virtual world. This had a number of particular special advantages. It enabled the participants of the research to be free of cultural history or location, which may not be valid in interviews conducted in the physical world. Moreover, this possibly defeated probable apprehensions that the participants could have in terms of segregating the real life from the Second Life. Collection of Data As the central questions of this study revolved around the analysis of the significant amount of data to be collected as a result of the aforementioned interview questions, clear choices regarding the collection method of this data had to be implemented before conducting said interviews. In addition to the actual volume of data itself, the qualities and sensitivities of Second Life and the users were taken into account. 418 Despite the fact that Second Life offers an audio service, the entire set of the interviews were performed in writing and in Turkish language. The aim was to make the participants feel more comfortable through writing rather than talking. In addition to this, a number of habitants particularly selected interaction only in writing for a number of reasons. For instance, there may be residents who introduce themselves as another gender to their actual gender. In such a case, their gender would be revealed through their voices. Likewise, the person may have hearing difficulties in the real world and this is a privacy issue that they would wish to keep confidential. The data generated in a particular interview in writing may generate less information than to data generated in a verbal interview conducted in the equivalent conditions. The reason is that typing a sentence usually lasts longer than articulating it. The written interaction in Second Life has a shortened structure; therefore, written answers could be curtailed when compared to verbal articulation. Thus, the interview design was made to last for two hours per interview in order to collect as much data as possible. Ethics was a concern that created specific difficulties due to the fact that the interviews were performed between avatars in a virtual environment. One of these difficulties was related to the informed consent, which is traditionally demonstrated in the real world through the signatures of the participants to show that they were informed about the interview and approved to be a part of it. A further difficulty was the case of privacy and secrecy of the users. Although all avatars are T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II illustrated with assumed names which cannot be traced to the real world, the writings on the virtual environment are recorded in the Linden Lab register. It was observed during the research that participants preferred to maintain their confidentiality. Therefore, it was guaranteed that the identities of the participants would be anonymous in the research report and their real world identities would not be asked for. Additionally, the names of the avatars would be kept only on the personal computer of the researcher. Another difficulty was the lack of awareness of the status of the participants in the real world. This in turn would have an effect on the usual processes of validation. Lastly, while beginning the interviews, participants were requested to confirm by articulation that they were regarded as adults in the context of their real life countries. Participants of the interviews were selected on a random basis from the virtual world. A total of fifteen interviews were executed. These interviews were performed at occasions that were convenient to the interviewee and the interviewer, based on the location of the participant. The interviewees were advised that they were free to reject questions or to cease the interview. Thematic Analysis This paper aims to comprehend the variety of experiences of combining with a virtual identity in Second Life and to thereby evaluate the results of the interviews in relation with the Presentation of Self Theory of Goffman. In this sense, a thematic evaluation system is employed. The three organising themes are: physical features, economic aspects, and roles both in the real life and the A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life Second Life. These correspond well to the concepts taken from Goffman’s theory, as they are related to different components of character formation on the front stage. The global theme that emerges from the analysis of data is the representation of the self. Under the theme of physical features, interviewees were asked questions on their skin colours, heights and weights both with regard to their real lives and virtual lives. Once the interviewees were asked about their skin colour, height and weight in their real lives, they were asked further questions on the physical features of their avatars. Finally, they were asked to present reasons for their choices. The second group of the questions were on the real and virtual economic aspects of the secondlife.com residents. The interviewees were first asked questions on their monthly incomes, the cities where they live, the types of the houses they live in and the brands of the cars they drive in their real lives. Accordingly, once the interviewees were asked the questions on their economic aspects in their real lives, they then were asked their monthly incomes, the cities they live in, the type of the house they have and their cars within Second Life. Afterwards, they were asked for the reasons of these choices. The analysis of these choices was later checked against the assumptions of Goffman’s theory. The last group of the comparative questions were on the both the real life and virtual life roles of the interviewees. The first round of the questions consisted of the real sexes, ages, jobs and marital status of the users in their real lives. Thus, the answers of the 419 comparative questions were analysed and the reasons of the differences between real and virtual lives have been explored. Sampling Due to the diverse nature of the Second Life community, key parameters with regard to sampling had to be established in order to obtain a sufficiently diverse study sample. In light of the limitations that are presented in detail below, particular important had to be placed on a grounded approach in this regard when establishing the boundaries and specifications of the sample. In this study, the front stage is taken as secondlife.com. This is the environment where people create new images and new lives, which they cannot have in their real lives. In secondlife. com, people become the new people who they have always wanted to be and try to create the images they desire, which they cannot create in their real lives. The backstage is the opposite, where the performers are allowed to stop acting and where no audience is allowed (Goffman, 1959, p. 63). In this research, real life is taken as the back stage. This is where the users of secondlife. com stop acting. However, real life, i.e. the back stage, is vital as the reasons for acting in the front stage (secondlife.com) lie here. Goffman elaborates his framework by introducing different roles from teams, the performers and the audiences. While conveying their selves to others, people hide some information which would be incompatible with their presented selves from their audiences, which he terms as “the secrets” (Goffman, 1959, p. 74). The whole acting process in fact turns into a game of keeping secrets from the audience and the maintaining of T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 420 these secrets within the team. These secrets are not necessarily “the dark secrets,” they may be of other kinds, as strategic secrets to manipulate the audience to reach a goal, inside secrets such as the ones belonging to one team, or social group which the group members want to preserve their in-group identity (Goffman, 1959, p. 76-79). This study also explores the secrets of secondlife.com users while trying to find out the reasons why they have established a second virtual life. To this end, secondlife.com residents were interviewed and asked comparative questions. To illustrate this approach, they were first asked questions about their physical features in real life. Then, they were asked whether there were any differences between their real physical features and physical features of their avatars. If there were any differences, they were asked to indicate the reasons. The reasons were generally expected to be their secrets, which did not necessarily have to be dark secrets. “Impression management” is one of the fundamental concepts in Goffman’s theory and this concept is also important for this study since it is closely related to the interview questions. Goffman credits the possibility that the performers might experience difficulty in staying in the role, so that they make use of “defensive” and “protective” attributes and practices that would minimize the risk of unmeant gestures, inopportune intrusions and faux pas [gaffes, boners] (Goffman, 1959, p. 103). Defensive ones are dramaturgical loyalty, i.e. members being loyal to a group and keeping its secrets and maintaining the performance; dramaturgical discipline is his discipline in this role-pla- ying and his being unlikely to commit a faux pas, dramaturgical circumspection is being prepared for the performance in order to minimize the risks of failure, in Goffman’s words, “...preparing in advance for likely contingencies and exploiting the opportunities that remain” (Goffman, 1959, p. 108). Protective practices are related to the audience’s help for team members maintaining their performance, basically by being polite. Tactfully not seeing the mistakes is one of the key points that people maintain their social interaction despite being aware of this sociological framework that Goffman suggests. Despite knowing that there are front stage and back stage and they are being represented to a performance, the audience tactfully choose to enable the performers to continue (Goffman, 1959, p. 114-120). In this paper, the concept of impression management developed by Goffman refers to all three categories of questionnaire. The basic assumption is that the users of this platform generally try to create a new person, different from the real being in terms of physical features, economic aspects and roles. The reason for the difference is to create a new impression in the eyes of the other avatars and the users of those avatars, which is in fact to manage a new impression. Limitations As already stated in the sections above, the scope and application of the study was restricted due to the major limitation of being unable to verify the truthfulness of the information provided by the interviewee. As all of the interviews were conducted on Second Life, the accuracy of the information regarding the back stage (the real lives of A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life the subjects), was based solely on the words of the interview subject. Additionally, due to the nature of the Second Life community and the related issues of ethics and privacy, the real names of the interviewed Second Life users were not recorded. This further limited any opportunity of external verification of the information provided during the interviews. The issue of time spent engaging on Second Life was the second limitation. Second Life remains quite a discernible community, with some regular users having been active for years. Thus, the regular users have created their own community rules, with some unique linguistic capabilities, unique features and community solutions to different ingame bugs and problems. Naturally, as with any introduction to a new social environment, any newcomer to such a community does initially stand out before they can integrate by grasping the rules of the community. Not being able to spend enough time on Second Life meant that a high level of integration was not achieved. This, in turn, resulted in the fact that the users who were interviewed did not represent the larger Second Life community. Especially a lot of older users who were more active in the community were wary of participating in the study. While they were very helpful in welcoming a new member of the community and explaining the different concepts and interface issues, many of them seemed unwilling to share information about their real lives. This lack of information on behalf of the interviewer was apparent to them due to not having fully grasped the Second Life lingo, and due to the option 421 that the age of avatars can be viewed during the chat option. Due to this particular limitation in the scope of the Second Life users engaging in the study, the cross-section of answers became slightly more restricted. Analysis However, despite the aforementioned limitations, a sufficient amount of data was achieved from the results of the successfully conducted interviews. This section of the paper will provide an analysis of this data in light of the aforementioned concepts that have been established by the existent literature. As this paper is based around the dramaturgy of Goffman, the initial analysis will be present with reference to Goffman’s theories. The analysis will be made with reference to the three thematic sets of questions that were directed to the interviewees. The first group of questions focus on the physical features of the avatar and the physical features of the owner in real life. The users have also been asked to explain why they have made such choices and why they have preferred an avatar that was similar to/ different from their real life characteristics. Giving a quantitative overview of the interviews, none of the interviewees indicated that they changed their skin colour. The majority of the interviewees had changed their height compared to their real life value. Lastly, the majority of the users made a change in their weight. This was especially the case for users who indicated that they had average or above average weight in real life. The answers to this group of questions tie in with Goffman’s assumption that people would like to show a special version of themselves to others, creating an image of 422 their self. (Goffman, 1959 p.41) According to Goffman’s theory, social interactions are characterized by the creation of a ‘desired impression’ by people, and this role is a superior version of the self. In that sense, the slimmer and taller avatars of the interviewees are a prime example of this front stage character in possession of more desirable characteristics. The second group of questions in the survey related to the economic aspects. The interviewees were given questions on their average income, the city where they live, their cars and their houses. According to Goffman’s theory, people have a tendency to exaggerate their real incomes when given an opportunity to create a new image. The general tendency is to build an impression that has superior traits when compared to the real self of the person (Goffman, 1959, p. 41). Even though the economic aspects are not as directly related to the personal front as physical features, they still have an important effect on it. The economic status of the person shapes the outfit and accessories of the person, which are an important part of the outer appearance. Other factors, such as one’s car and house, also affect the personal front, as they are an important part of the impression created on others. Thus, these factors are also important steps in the creation of the front stage character. As highlighted before, the creation of the personal front on the front stage is a key concept in Goffman’s theory. This is especially important in Second Life, where the appearance of the avatar is the only indicator for others. Most of the daily interaction on the platform is shaped by the appearance of avatars. It should also be noted that body parts, outfits and accessories T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II are the most traded goods on the platform; where the user is frequently encouraged to spend currency on customizing the avatar. In terms of the opportunities for customization, the areas relating to these questions are more flexible than the previous ones in real life, as it is easier to alter indicators of one’s wealth, compared to one’s height/ weight. The situation on the Second Life is quite particular in that sense, as there is a currency that is used on the platform. Therefore, creating a different economic outlook in the Second Life is not as easy as changing one’s appearance. Unlike other platforms that enable the creation of avatars, such as the Sims, Second Life requires spending money for full ownership of certain items. That is why the users’ answers to the questions on their avatars might just be aspirations and not their real situation on the platform. For the first question (income), the majority of users answered that they had chosen a higher income for their avatar. The only exceptions were a few users whose answers to real life questions indicated that they did not have any economic difficulties. This was parallel to the user’s choices of occupation, which will be explained in the third section. As the players in the game often do not have set homes, a lot of users refrained from giving a concrete answer for the second question. The ones who answered, however, all replied that they had chosen a different place for their avatar. As for the third and fourth questions, which were often answered jointly, the general tendency was towards choosing cars or houses that would be associated with higher income. One of the interviewees, 3, indica- A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life ted that he was a student with an average income of around 500 TL of pocket money, living in a dormitory and not owning a car. About his avatar he said: I chose a nice house and car and I made my situation look cooler. This is a prime example of the general tendency to create avatars that have cooler and more desirable lives. Another user, 8, similarly said that he had chosen a higher income lifestyle because It looked more prestigious, it looked better. The minority, whose answers on real life indicated an average or above-average income, did not really concentrate on changing the economic aspects of their avatar. For example, 6, who is a graphic designer living in Utrecht, said that he did not really bother to customize these characteristics. I often say that I am a designer, just like in real life. He said that he preferred his avatar to have economic characteristics similar to his own. One stark contrast was from 10, who had an income of about 800 TL a month and took up temporary house cleaning jobs to survive. When asked if her avatar was similar to her she said: NOOO:D I am rich here. I live in a house, own a company and my car is a Mercedes. This can be explained with a dramaturgical approach, where, according to Goffman, the formation of the front stage character is closely tied with one’s points of weakness and dissatisfaction. Similarly, the interviewees who preferred to make the biggest 423 change to their economic persona on Second Life were the ones who were most affected by low income. The first group of people, who actually formed the majority of the users interviewed, confirmed Goffman’s prediction that people have a tendency to create a wealthier image (Goffman, 1959, p. 52). According to Goffman, people often shape their front stage character according to their experiences of the back stage. In other words, the back stage is the source of motivation behind the certain characteristics of the front stage character (Goffman, 1959, p. 63). The second group of questions were directed towards revealing this relationship between the front and back stages. All of the users, who were not satisfied with their level of income and lifestyle in reality, chose to create avatars that had a higher income. This highlights the importance of the experiences in the backstage, demonstrating how the back stage should be inspected closely to analyse the traits of the front stage character. The front stage character, the avatar in this case, mirrored the desired impression that the interviewees would like to create in the eyes of the Second Life community. Consequently, the interviewees stated that their motivation was that it would look “cooler,” thus confirming Goffman’s theory that people create front stage characters to be more attractive, or create a better first impression. (Goffman, 1959, p. 41). The third aspect, job, has some characteristics that was similar to the previous group that was explored. As in real life, people tended to group their job, income and lifestyle together. That is why the previous assump- 424 tion, that people have a tendency to create a wealthier or more prestigious character when provided with the opportunity, applies. Based on Goffman’s theory, the expectation was that all of these different aspects would be manipulated to appear more attractive in societal terms. The users were expected to emphasise certain characteristics, or to conceal others in order to reach a constructed impression that they felt they would feel better in. For the third question, the results were similar to the second group answers, with the majority of users saying that they had chosen a “more interesting” or “more prestigious” job for their avatar. These results confirm Goffman’s assumption that people prefer to create images that appear wealthier. As explained above, income and profession have an important indirect effect on the personal front. That is why it is a key step in the modification of the front stage character to look more desirable. The third group of questions were about the sex, age, job and marital status of the interviewees and their avatars. The interviews revealed that all of the participants preferred to create avatars that were single (only one indicating that the avatar used to be married), despite some of them being married or divorced in real life. Out of the 10 participants, 7 preferred to create an avatar that was younger, with the age difference becoming more significant for the interviewees who were closer to middle age. The majority of the users who were interviewed indicated that they had chosen their real life sex. Many male users had humorous replies to the questions, often stating that “their avatars were T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II male, of course”. The results for this groups of question also clearly demonstrate that Goffman is right in assuming that people have a tendency to create a different front stage character with more attractive qualities, in order to impress others. (Goffman, 1959 p. 41) Goffman’s theory is based on the dichotomy between the front stage and the back stage. While the front stage is characterized by the presence of the audience, back stage is where members of audience do not have access to enter. The “role,” in other words the constructed impression, is assumed on the front stage. This is where the necessary setting to the front stage role is provided. Even though the two spheres are seemingly distant, there is actually an important tie between the personas in these different settings. Goffman puts forward the idea that certain conditions on the back stage affect the features of the front stage character. These conditions are termed as “secrets” and they are pieces of information that would be seen as incompatible with the version they present to others (Goffman, 1959, p. 74). Secrets are at the core of the customization of the front stage character. They create the motivation behind the altering of certain characteristics for the creation of the front stage character. When explaining the motivations behind their avatar creation, many interviewees gave away certain information that would qualify as “secret” in this sense. For example, 9, who was a middle-aged and married man with a low income in real life, created an avatar who was a young, single, businessman. He explained that he hoped this would help him meet many dif- A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life ferent people. He also stated that he thought he would tell them about his real life after they talked for enough time. This was clearly information he had to keep away in order to act coherently when he was in the game. Moving from this, it should be noted that the back stage, where no members of the audience is allowed, is an important starting point when analysing the formation of the front stage character. Conclusions Derived from the Analysis The first group of questions focused on physical aspects, which were by nature considerably easier to change virtually. The interviews revealed that the general trend was to customize an avatar to look slimmer and taller than the real life self. This trend towards a body image that fits the current beauty criteria in the society reveals once again that the customization of the front stage character is done in line with the values of the audience The second group of questions were related to the economic aspects of identity, with questions on income, house/car and city of residence. The majority of the interviewees indicated that they had preferred to create an avatar that had a higher income then themselves, usually accompanying this higher income with a better house and car then what they had in real life. The difference in income was especially evident for interviewees who indicated that they had economic problems in real life. This firstly demonstrated that the formation of the front stage characters, which was highly affected by societal values, aimed to create a more superior role. In that sense, the obvious trend towards a richer avatar, and the interviewees’ ways 425 of justifying this choice (“it is cooler,” “it is more attractive,” etc.) were good examples of this tendency. Another important concept from Goffman that was applicable to this group of questions was “secrets.” The gap between the income of the avatar and the user was especially high for those with the lowest income, who openly expressed their displeasure with this situation. This was a good example of the concept of “secrets.” People had a tendency to hide certain pieces of information that they deemed incompatible with the identity that they had built. For the ones with economic problems, the low income was one of the primary factors they chose to alter when creating a desired impression. At the same time, it was the one thing that they chose to hide from their audience. The majority of the users chose a job which they believed was more desirable, and there were some examples where the “dream job” they couldn’t have in life was the preferred choice for the avatar. Proceeding from these results, it can be presented that the overall trend confirmed the assumption that users generally tried to create a new person, who differs from their characteristics in real life. The strongest motivations behind this were the desire to attract other avatars and the desire to look more interesting, which showed that “impression management” was a key concept in this sort of behaviour. The relationship between the back and front stages was also confirmed, with “secrets” being revealed by users when trying to explain the reasons behind their choice of creating a character different from their real life existence (Goffman, 1959, p. 426 74). It can also be observed that users made use of certain tools and safety mechanisms to decrease their risk of breaking from their chosen role (Goffman, 1959, p. 103). They made sure that the modifications to their real life self remained at a level where they could still control and feel associated to it. The analysis of the interviews revealed that the users preferred to re-create their offline selves with minor adaptations of certain characteristics. This once again showed that the relationship between the avatar and the user could be likened to the relationship between the front and back stage characters. While the latter was not a completely different identity from the former, they were two different reflections of a shared core. The experiences from the back stage constituted the source for the customization of the front stage. The front stage was the embodiment of an impression that the person felt would fit him/her better. According to Goffman, the front stage character is a “more special” self, and it is still part of the self. (Goffman, 1959, p.41) CONCLUSION The development of technologies in the last decade and the wider use of online platforms have made these platforms a new interest for social research. These virtual spaces, which mimic real life social interactions, provide an opportunity to analyse identity formation from different theoretical perspectives (Peachey, 2010, p. 37). This study has set out to explore the creation of avatars in the online platform, Second Life, in light of Erving Goffman’s theory “The Presentation of Self in Everyday Life.” As previously existing literature based on the platform is T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II still in the phase of development, and there are few applications of Goffman’s theory, which actually has a great potential of applicability to online platforms, this study has sought to focus on this topic. The literature review conducted on virtual worlds shows that the number of the research focusing on the Second Life from the point of Goffman’s “Presentation of Self Theory” is limited. The main two questions that were discussed were the theoretical analysis of the user experience in real life and the comparison of results reached in Second Life. Erving Goffman’s main argument is that during their social interactions, people behave according to a self-image they create. This image aims to present a special version of the self in order to impress others or maintain interactions (Goffman, 1959, p. 37). Literature indicates that there are some similarities between online role-playing and improvisational theatre. According to Newman, both of these activities are characterized by the creation of a real-time story through the collaboration of participants (2007, p. 27). In addition to this argument, the users in the virtual world are aware that they are in contact with a “role” that is created by the user. In turn, they suppress their disbelief in the role, and accept the existence of the platform. The same mechanism exists for theatre as well. As such, Goffman’s reuse of concepts from performance arts can be applied to virtual platforms, as there are some mechanical similarities between the two fields. For the purpose of this study, Second Life was also accepted as a hyper-reality and cyberspace. Second Life clearly fits the defini- A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life tion of “hyper-reality” as discussed by Eco, who argues that the factual and the illusive are blended together without any clear borders defining these states (Eco, 2013). All of the interviews also contributed to this understanding, as the interviewees’ style of answering the questions was clearly personal. Even the questions on the avatar alone were answered in the first person singular, showing the clear amalgamation of the two identities in the minds of users. The experiences in-world also confirmed the definition of Second Life as a cyberspace. The community in the Second Life, with its own rituals, habits and events, clearly formed a social background where interaction and presentation was experienced in a pattern that was very similar to everyday life. This confirms Slater’s understanding of cyberspace, as this computer-generated platform serves as a social background for social interactions which are actually representative (Slater, 2002). The study is based on the premise that Second Life can be taken as a “front stage” in accordance with Goffman’s terms. Goffman distinguishes the front stage as the platform where the acting begins. Personal front and manners, clothes and other characteristics differentiate the front stage (Goffman, 1959 p. 55). Second Life is an ideal platform to be compared to a front stage, as the entry into the platform requires the formation of a character “Avatar.” The first step in the process is to choose the sex and appearance of the avatar, and from this moment on, the existence of the individual is differentiated from the self in real life. The manners are also different in the Second Life, as the 427 game has certain borders to human interaction and behaviour. In other words, the user has to adapt to the modes of communication and behaviour offered by the platform, and cannot directly transfer his/her manners from real life. On the platform, the customization of the physical look of the avatar was seen as very important. Most of the shopping on Second Life focused on the choice of skins, body parts and outfits. Similarly, the one obvious point that usually distinguished a “newbie” from a well-established, older avatar was the look of the avatar. In that sense, starting from the initiation of the game with a customization of the avatar, the pressure to have a customized personal front was felt throughout the time in the game. From Goffman’s perspective this emphasis on the personal front can be seen as an indicator of the formation of the front stage character. The creation of the avatar, from the very beginning, is the creation of a front stage character in Goffman’s terms. The customization of the avatar marks an importance step in getting into a different ‘role’ on the front stage. The interviews also revealed the same pattern. Most of the interviewees had strong feelings regarding the physical appearance of their avatar. In fact, this was the area where most of them had made the most conscious decisions, and the explanation behind their choices often came easily. Most of the users also said that the creation of their avatar in their first moment on the platform made them more curious about the virtual environment, and helped them adapt to the new setting. Having clarified that Second Life shows the characteristics of a “front stage” in Gof- 428 fman’s terms, the relationship between the avatar and the user was also explored. Taylor argues that avatars represent “the way people feel about themselves from within” (Taylor, 2002, p. 51). In other words, avatars should not be thought of as completely separate beings. These digital bodies are used as a means to express oneself, and they constitute a public sign of how the users internally experience their own identity. As previously explained, we prefer to define this relationship as a “symbiosis.” This implies that during the in-world experience, the avatar and the user form a unified image. This is particularly enhanced by the setup and interface of the game, where the viewpoint is from the back of the avatar’s head. In that sense, the avatar becomes an object that is owned by the user, and this fact serves the formation of an image. Even though the avatar was still perceived as a tool to experience new things, the questions about avatars were still answered in a way that indicated direct involvement. None of the users referred to their avatar in third person, and they maintained their role as the avatar during the whole conversation. In all of the interviews, the word “I” curiously referred to both the avatar and the real life self of the user. This demonstrated how the two identities were intertwined. Some of the more experienced avatars explained how they had become increasingly used to their virtual life on Second Life, emphasising the existence of routines, social groups and “friends” on the platform that further connected them to their avatars and Second Life. The majority of interviewees preferred to create a richer avatar, who had a better car T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II and house compared to their lifestyle in the non-virtual world. The general picture was the creation of a projection that had superior qualities to that of the real life self. Goffman argues that the front stage character is a superior version the self, and it reflects a more “special” self than the person would like to present to others (the audience) (Goffman, 1959, p.41). The alterations that were made clearly reflected what would be regarded as “superior” by society. It should also be noted how important the existence of the audience is for the formation of the front stage character. The characterization of the front stage character is often done so that the end product is meaningful according to the values of the audience. In this sense, it is important to highlight that “the more special version” which was represented by the avatar, represented widely accepted values of our society today. The most frequently named motivations for the choices were “wanting to look more attractive,” “wanting to look more interesting,” “befriending more users,” and “attracting the opposite sex.” All of these points were direct applications of Goffman’s theory, where the front stage character was formed with the aim of improving the first impression or social interactions (Goffman, 1959, p. 37). Goffman’s theory primarily explains the dynamic between social interactions, and this is why it is important to understand the effects that the alterations have on the social interactions that take place. Referring to the interviews, the users frequently openly admitted that they cared about how they appeared to the other avatars. Most of them believed that their choices for their avatar would be more representative of their A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life self and improve the quality of social interactions they would have on the platform. This strong social nature of the front stage character formation was also evident in the personal experience phase. The front stage is only meaningful in relation to the back stage. Backstage is defined as the platform where the performers stop acting and there is no audience presence (Goffman, 1959, p. 63). For the purpose of this study, real life, as opposed to Second Life, was taken as a backstage. This is where the user can act freely without any need to coordinate his/her actions with the avatar. Other users on the platform do not have access to this reality. There was an evident culture of not making any references to the real life self during interactions within Second Life. This was an expected reaction from the users, as it was one that served to protect their back stage as a personal and intimate area. The importance of the back stage lies in “the secrets” as Goffman refers to them. According to Goffman, the formation of the front stage character is shaped by certain pieces of information from the backstage that are trying to be concealed (Goffman, 1959, p. 74). From the general trend of selecting a richer or more attractive avatar, the cases that stood out were the ones where the interviewee revealed information that can be classified as a “secret.” In conclusion, the conducted interviews revealed that the assumption that the secrets were the connecting points between the front stage character and the back stage character held true for Second Life. The last important concept from Goffman’s theory that was discussed in the study was “impression management.” According 429 to Goffman, people make use of certain defensive and protective mechanisms to minimize the risk of getting out of the role (Goffman, 1959, p. 103). This is further enhanced with the audience considerately enabling the performers to continue their role. In other words, certain bits of knowledge or behaviour may purposefully be ignored by the audience to allow the performance to continue (Goffman, 1959, p. 114-120). From the interviews, it was gathered that the users made use of “impression management” while shaping their in-world existence. When building an avatar, which is to a certain extent representative of the self, altering these characteristics is often seen as too “radical.” This would, from a certain perspective, cut the tie between the self and the avatar, and from another perspective make it more difficult to remain in the role and make the role convincing. It is also important to note that even though avatars typically differ from the real life self, some connection is still maintained. Goffman argues that the front stage character is representative of the conception of the self. In other words, this mask represents the self that one would like to be. The end result of this process is that the role becomes second nature to the person, forming an integral part of personality (Goffman, 1959, p. 30). In light of the direct applicability of core concepts from Goffman’s theory to Second Life, it can be argued that such a relation is formed between the avatar and the user. In other words, the avatar is a reflection of the self that the user strives to be and in turn, experiences in-world affect the character of the user in the real world. This is represented by the symbiotic relationship between the ava- 430 tar and the user. The conclusion to be drawn from this is that the mechanism of shaping a front stage character, which is a special reflection of the self, is applicable to the behavioural patterns of Second Life users. This paper is intended to be a humble contribution to the existing literature on the presentation of self in virtual environments. Even though studies that are concerned with studying Second Life through the scope of the work of Erving Goffman have been conducted, this study is rare in being solely focused on the framework presented by Goffman. The specific focus on avatar creation and the method of the case study is also significantly different from some other studies in the field. T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II This paper has also attempted to address an apparent lack of primary sources and comprehensive literature on this specific area. Not many of other primary literature or secondary sources based on the work of Erving Goffman, exist that would help further our understanding of the presentation of self in virtual environments. The paper has tried to undertake the analysis of this presentation of self in virtual environments by applying the framework presented by Goffman, and, in doing so, extend the coverage of literature in this area. However, an apparent need for such sources should be noted and further areas of research and study might be considered in order to broaden the scope of current literature. A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life 431 References Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. Ann Arbor: University of Michigan Press. Bayraktar, F., Amca, H. (2012). Interrelations between Virtual-World and Real-World Activities: Comparison of Genders, Age Groups, and Pathological and Nonpathological Internet Users. Cyberpsychology, Behaviour, and Social Networking. 15, 5, 263269. Behm-Morawitz, E. (2013). Mirrored Selves: The Influence of Self-presence in a Virtual World on Health, Appearance, and Well-being. Computers in Human Behaviour. 29, 1, 119–128. Best, K., Butler, S. (2013). Second Life Avatars as Extensions of Social and Physical Bodies in People with Myalgic Encephalomyelitis/Chronic Fatigue Syndrome. Continuum: Journal of Media & Cultural Studies. 27, 6, 837-849. Boellstorff, T. (2008). Coming of Age in Second Life: An Anthropologist Explores the Virtually Human. Princeton: Princeton University Press. Bullingham, L., Vasconcelos, A. C. (2013). Journal of Information Science. 39, 1, 101112. Cheon, E. (2013). Springer Science + Business Media, New York. Chien, C.-F., Davis, T. J., Slattery, P., Keeney-Kennicutt, W., Hammer, J. (2013). Development of a Virtual Second Life Curriculum Using Currere Model. Educational Technology & Society. 16, 3, 204-219. Childs, M., Schneiders, H. L., Williams, G., (2012). “This above All: To Thine own Self be True”: Ethical Considerations and Risks in Conducting Higher Education Learning Activities in the Virtual World Second Life. Interactive Learning Environments. 20, 3, 253-269. Cook, M. J. (2011) American Academy of Nurse Practitioners, College of Nursing, Michigan State University. De’tienne, F., Cahour, B., Legout, M.C., Gourvennec, B., Relieu, M., Coppin, G., (2012). Springer - Verlag, London. Evans, S., (2012). Springer Science + Business Media,Integr Psych Behav 46:512-528 DOI 10.1007/s12124-012-9215-x. Gibson, William (1984). Neuromancer. New York: Ace Books. p. 69. Goffman, E.: Interaction Ritual; Essays in Face-to-Face Behavior. Transaction Publishers, New Brunswick (1967). Goffman, E. (1959). The Presentation of Self in Everyday Life. Penguin, London. Gonzalez, C.H., Solarte, M.G., Vargas, G.M., (2013) Psicología Desde el Caribe Vol. 30, n. 2. Hardey, M. (2008). The Sociological Review, Volume 50, Issue 4. Hawley, John Stratton; Vasudha Narayanan (2006). The life of Hinduism. University of California Press. p. 174. Hyungsung Park, H., Seo S. (2013). Effects of Collaborative Activities on Group Identity in Virtual World. Interactive Learning 432 T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II Environments. 21, 6, 516-527. Goldsmiths’ College, University of London. Jeter, S., Jr. D. T., (2012). The International Journal of Interdisciplinary Social Sciences Volume 6, Issue 10. Morgan, E. J. (2013). Virtual Worlds: Integrating Second Life into the History Classroom. History Teacher. 46, 4, 547-559. Kim, B., (2012). Understanding Key Factors of Users’ Intentions to Repurcahse and Recommend Digital Items in Social Virtual Worlds. Cyberpsychology, Behavior, and Social Networking. 15, 10, 543-550. Ochoa, T. T. (2012). Who Owns an Avatar? Copyright, Creativity, and Virtual Worlds. Vanderbilt Journal of Entertainment & Technology Law. 14, 4, 959-991. Lawrence Erlbaom Associates, Mahwah (2002) Peachey, A.: Living in Immaterial Worlds: Who are We When We Searn and Teach in Virtual Worlds? Lee, J. E., Park, S. G. (2011). “Whose Second Life is this? How Avatar-based Racial Cues Shape Ethno-racial Minorities’ Perception of Virtual Worlds. Cyberpsychology, Behaviour, and Social Networking. 14, 11, 637-642. Lee, S. (2013). Can Speaking Activities of Residents in a Virtual World Make Difference to Their Self-Expression? Educational Technology & Society, 16, 1, 254–262. Lee, S., Kang, Kang, M., Kang, H. (2013). Mechanisms Underlying Aggravation and Relaxation of Virtual Aggression: A Second Life Survey Study. Behaviour & Information Technology. 32, 7, 735-746. Lisewski, A. M. (2006). The Concept of Strong and Weak Virtual Reality. Minds and Machines. 16, 2, 201-219. McKenna, K.Y. A., Green, A. S., Smith, P. K. (2001). Demarginalizing the Sexual Self. Journal of Sex Research. 38, 4, 302-311. Miller, H., (1995) Paper presented at Embodied Knowledge and Virtual Space Conference. Papacharissi, Z. (2002). The Presentation of Self in Virtual Life: Characteristics of Personal Home Pages. Journalism & Mass Communication Quarterly. 79, 3, 643-660. Peachey, Anna (2010) The Third Place in Second Life: Real Life Community in a Virtual World. Researching Learning in Virtual Worlds 2010: 91-110. Pickard, M., D., Brody, R.G., Burns,M.B., (2013) Insights to a Changing World Journal . Vol. 2013 Issue 1, p53-69. 17p. 1 Chart. Pollack, Andrew, New York Times, “For Artificial Reality, Wear A Computer,” April 10, 1989. Prude, M. A. (2013). A Classroom of Bunnies, Blimps and Werewolves: Teaching Asian Religions Online in Second Life. Asia Network Exchange. 20, 2, 11-22. Tawa, J., Gongvatana, A., Anello, M., Shanmugham, U., Lee-Chuvala, T., Suyemoto, K. L. (2012) Cyberpsychology: Journal of Psychosocial Research on Cyberspace, 6(3), article 2. doi: 10.5817/CP2012-3-2. Taylor, T.L.: Living digitally: embodiment in virtual worlds. In: Schroeder, R. (ed.) The Social Life of Avatars: Presence and Interaction in Shared Virtual Environments. Springer, London (2002). A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life Umberto Eco, Travels In Hyperreality, New York, Harcourt Brace Jovanovich, 1986, p. 43. Veronin, M. A., Daniels, L., Demps, E. (2012). Pharmacy Cases in Second Life: An Elective Course. Advances in Medical Education and Practice. 3, 105-112. Wang, C. X., Calandra, B., Hibbard, S. T., McDowell Lefaiver, M. L. (2012). Learning Effects of an Experimental Program in Se- 433 cond Life. Educational Technology Research and Development. 60, 5, 943–961. Wang, F., Shao, E. (2012). Using Second Life to Assist EFL Teaching: We do not have to Sign in to the Program. TechTrends. 56, 4, 15-18. Williams, D., Kennedy, T. L. M., ve Moore, R. J. (2011). Behind the Avatar: The Patterns, Practices, and Functions of Role Playing in MMOS. Games and Culture. 6, 2, 171-200. “TİSK AKADEMİ” YAYIN İLKELERİ 1. Dergiye gönderilen yazılar Türkçe veya İngilizce olmalıdır ve yayınlanması istenen makaleler dört basılı kopya ve bir CD ile birlikte posta yoluyla, TİSK Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sokak No: 108 06540 ÇankayaANKARA adresine gönderilmelidir. 2. Dergiye gönderilen makaleler başka bir yerde yayınlanmamış veya yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 3. Dergiye gönderilen yazılar üç hakem tarafından değerlendirilecek olup, tüm raporların olumlu olması halinde Yayın Kurulu’nun kararına göre yayınlanacaktır. Hakemlerin ve yazarların isimleri gizli tutulacaktır. 4.Microsoft Word dosyası olarak hazırlanan her makale, belirlenmiş olan yazım formatları (Times New Roman-12 punto) çerçevesinde en fazla 40 sayfa olmalıdır. Ayrıca, en fazla 150’şer kelimeden oluşacak İngilizce ve Türkçe özet, en az üç Türkçe ve üç İngilizce anahtar sözcük ile birlikte, makalenin başlığı, yazar ismi, kurumu ve yazarların adresleri ile telefon numaralarının bulunduğu üst kapak sayfası gönderilmelidir. Makale başlığı ayrıca makalenin ilk sayfasında da yer almalıdır. Makalelerin uluslararası endeks kodları 5. belirtilmelidir. (örneğin ekonomi ile ilgili yazılar için “JEL Kodu” gibi) 6. Tablolar ve şekiller metin içinde yer almalıdır. Bütün tablolar ve şemalara başlık ve sıra numarası verilmelidir. Denklemlere de ayrıca sıra numarası verilmeli ve sıra numarası parantez içinde sayfanın sağ tarafında yer almalıdır. Yöntemi ile yazılmalıdır. -Metin içindeki atıflar, yazarın adı cümle içinde geçiyorsa; Keynes (1930, s.125) Yazarın adı cümle içinde geçmiyorsa; (Keynes, 1930, s.125) şeklinde yazılmalıdır. -Metin içinde ikiden fazla yazarlı kitaplara atıfta bulunurken ilk seferinde bütün isimler kullanılmalı; aynı yayına daha sonra yapılan atıflarda sadece birinci isim yazılmalı, diğer yazarlar için “ve diğerleri” ibaresi kullanılmalıdır. Houston ve diğerleri (1979) Kaynakça listesinde bütün yazarların isimleri yer almalıdır. -Kitaplar kaynakça listesinde aşağıdaki şekilde yer almalıdır: Yazar, BAŞ HARFLERİ. (Yıl). Başlık. Baskı. Basıldığı Yer: Basımevinin İsmi Layard, R., Nickel, S. ve Jackman, R. (1991). Unemployment, Macroeconomic Performance and the Labour Market. 2nd ed. Oxford: Oxford University Press -Makaleler kaynakça listesinde aşağıdaki şekilde yer almalıdır: Yazar, BAŞ HARFLERİ. (Yıl). Makalenin Başlığı. Derginin İsmi. Cilt Numarası, İlk ve Son Sayfa Numaraları Tarling, R. ve Wilkinson, F. (1985). Mark-Up Pricing, Inflation and Distributional Shares. Cambridge Journal of Economics. 9, 85-179 Tablolar ve şekiller, ayrıca ‘excel’ formatında gönderilmelidir. -İnternetten alınan dokümanlar kaynakça listesinde aşağıdaki şekilde yer almalıdır: 7. Kaynaklar makalenin sonunda ayrı bir sayfada “Kaynakça” başlığı altında yazar soyadlarına göre alfabetik sıraya dizilmelidir. Eichengreen, B., Jeanne, O. (1998). Currency Crisis and Unemployment: Sterling in 1931. National Bureau of Economic Research Paper No.6563. 50, 750-765 21 Aralık 2009 tarihinde http.//www.nber. org/papers/html adresinden erişildi. Yararlanılan ve gönderme yapılan kaynaklar, aşağıda örnekleri sunulan APA Referanslama 435 NOTLAR: 436 NOTLAR: T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 437 NOTLAR: 438 NOTLAR: T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II 439 NOTLAR: 440 NOTLAR: T‹SK AKADEM‹ • 2015 / II C‹LT: 10 SAYI: 20 Ev Hizmetlerinde Çalışanların Sosyal Güvenliği Nurhan Süral İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamalarının Örgütsel Vatandaşlık Davranışı Üzerindeki Etkileri Mustafa Fedai Çavuş Alptekin Develi Hiyerarşik Düzenden Heterarşik Düzene: Yönetişim Kavramı ve Yönetişim Teorileri Ebru Canikalp İlter Ünlükaplan Motivation Theories and Encouraging Public Employees Based on Individual Performance Evaluation Ahmet Tozlu Rıdvan Kurtipek Gelir Eşitsizliğini Azaltmada Finansal Sistem Ne Kadar Etkin? Türkiye Ekonomisi İçin Bölgesel Panel Veri Analizi Merter Akıncı Gönül Yüce Akıncı Ömer Yılmaz Elektrik Tüketimi ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: G-11 Ülkeleri Örneğinde Panel Eşbütünleşme ve Nedensellik Uygulaması Halil Altıntaş Mehmet Mercan Ceza İnfaz Kurumları Dışında Çalıştırılan Hükümlülerin Sosyal Güvenliği Hande Bahar Aykaç Türkiye’de 6360 ve 6447 Sayılı Kanunlarla Kurulan Büyük Şehirlerin Göreli Kalkınma Düzeyleri Hayriye Atik 2015 / II Analyzing the Banking Sector in Turkey before and after the Global Crisis by Ownership Vuslat Us A Brief Analysis of Presentation of Self in Everyday Life and Second Life Nil Mit Çağatay Topal 2015 / II