KAFDAĞI e-dergi Güz 2015 8.sayı (pdf olarak indirmek için tıklayınız)
Transkript
KAFDAĞI e-dergi Güz 2015 8.sayı (pdf olarak indirmek için tıklayınız)
EDEBİYATA ‘ YENİ’DEN YOLCULUK KAFDAĞI G Ü Z / 2 0 1 A H M E T Y I L D I R I M A H M E T Ç E T İ N M E L T E M Ö Z K A N 4 - 8 . S YENİMAHALLE KAYMAKAMLIĞI İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü A Y I K U R U A N A D O L U O L M A K DERSLERİN DİLİNDEN BEN Tarihe not düşecek kalemlerin Kafdağı'nın sayfalarından doğması, gelecekte hepimizin -öğretmenlerimizin, okullarımızın, ülkemizin- gururu olacak. KURU Ahmet Yıldırım ANADOLU OLMAK Ahmet Çetin YENİMAHALLE KAYMAKAMLIĞI İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü KAFDAĞI Edebiyata YENİ’den Yolculuk SAHİBİ İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Adına Seyit Ahmet KAYHAN EDİTÖR Fahriye OKYAY GRAFİK-TASARIM Ümit KARAKAYA İlçe Sekreterya ve Teknik Birim Gülistan DEMİRKAYA, Hüsnü TEPE, Hüseyin KARA YAYIN KURULU Hilmi TURAN, Yenimahalle İlçe MEM Şube Müdürü Fahriye OKYAY Kaya Bayazıtoğlu A.L., Md Yrd. Ümit KARAKAYA, Ahmet Hamdi Tanpınar O.O. Elif GÜRBÜZ, Abay Ortaokulu Hatice AYAN, Çiğdemtepe E.M.L. Mevlüt SAĞLAM, Şentepe A.L. Neslihan YILDIRIM OKTAY, Şükûfe Nihal O.O. Zehra KÖYMEN, Mustafa Azmi Doğan A.L. Hülya Akay TAMKAN, Mimar Sinan O. O. YAYIN İLKEMİZ Gönderilen eser ve çalışmalar, yayımlansın ya da yayımlanmasın iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarlar sorumludur. Yayın kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. Alıntılarda «Kafdağı» adı kullanılmalıdır. Bu dergide yayımlanan görüş ve düşünceler Milli Eğitim Müdürlüğünün görüş ve düşüncelerini yansıtmaz. 04 09 06 İÇERDE NE VAR? AMAÇ: DEĞERLERİ DİĞERLEŞTİRMEMEK Fahriye Okyay KİTAPLARDA YOLCULUĞUM Fatma Feyza DAĞCI 10 PASTEL Eren Alkoç 13 BALIKÇININ UMUDU Sude Kavilcioğlu 14 ÖĞRETMENİM Gülvera Yazılıtaş 16 GİZLİ DÜNYAM Beyza Ekin Nigar 18 ATATÜRK Çağatay Altun 20 TESADÜF Eda Yücel 22 TRENLER Yakup Çebi 26 İZMİR Nur CANBOLAT 28 Meltem Özkan 30 DERSLERİN DİLİNDE BEN BEYPAZARI EFSANELERİ Neslihan Yıldırım Oktay 32 KUTLU İNSAN Beyza Gizem Yıldırım 58 CUMHURİYET OLDUKÇA Alperen Arslan 36 MUTLULUK Ferda DOĞRU 61 KAYBEDENİ OLMAYAN OYUN Nilgün Sönmezer 37 FARKEDİLMEYİ BEKLEDİM İlhan Bora ÖZIŞIK 62 SANA Hülya Akay Tamkan 40 BAŞAKLAR GİBİ BÜYÜMEK Elif Kübra Özdil 64 BİRKAÇ SANİYE Fahriye Okyay 42 BİR MİLLETİN VAROLUŞU Yeter Sena Yıldız 66 İNSAN OLMAK Arife Büşra Öztürk 48 AYNADAKİ YABANCI Kayahan Kaya 68 BEN ÖĞRETMENİM Burcu ÇOBAN 50 TURKUAZ Kaan Akbulut 71 YALNIZLIK Ahmet Maruf Terzi 52 TANIMADAN SEVDİM Özge Solmaz 72 ÖZGÜRLÜK YOLUNDA Ali Can Keleş 54 MİDİLLİ İrem Yalın 74 PENCEREMDEN ATATÜRK Ferhat BABACIN 56 GÖKYÜZÜNDEN YAZIYORUM ŞİİRİMİ Cansu Tekkilioğlu 78 KAFDAĞI E D İ T Ö R AMAÇ: DEĞERLERİ DİĞERLEŞTİRMEMEK FAHRİYE OKYAY Edebiyat Öğretmeni Kaya Bayazıtoğlu A. L. 4 KAFDAĞI Güzellik kendi başına naiflik demekken güzelliğin içine sindiği hiçbir varlık, kavram, durum ve davranış nasıl kaba olabilir ki? Güzellik naifliğine istinaden kırılgandır aynı zamanda; onu korumak da çoğaltmak da bunun için çok zordur. Bunun için böylesi güzel bir amacı canlı tutmak hiç kolay değildir. Eğitim yuvaları okullarımızda güzelliklerin mücadelesini veren ve her öğretmenimize buradan sonsuz şükranlarımızı sunuyor; değerlerimizin önünü ve ufkunu açacak düşüncelerimizin ve girişimlerimizin gerçekleşmesi konusunda yeterli iradeyi daha fazlasıyla ortaya koyamadığımız için de kendilerinden özür diliyoruz. İlk sayımızla “Edebiyata Yeni Bir Yolculuk” başlığıyla çıktığımız yolda dört yılı geride bırakırken beşinciye merhaba diyoruz. Kafdağı'na yola çıkan bu kervana dilinde kelamı, elinde kalemi olan herkesi davet ettik ve ardımızda bıraktığımız yıllar boyunca kervanımıza katılan düşünen, üreten ve paylaşan tüm değerlerimizle, öğrencilerimiz ve öğretmenlerimizle, gurur duyduk ve duyuyoruz. “Değerleri” diğerlerinden ayıramazsak değerler de diğerleşir… Hakikat şu ki bize hiç yaşamamışım dedirtecek gerçek diğerleşmektir. Eğitimin sanatsız yapılamayacağını, çünkü eğitimin ruhu şekillendirmek olduğunu bunun da ancak sanatla başarılabileceğini sözcüklerle anlatabilmek için var olduk ve varız. Vicdanlarımızı, illerimize göre değil de niyetlerimize göre sorguladığımızda bir nebze olsun rahatlarken; niyetlerimizden ziyade illerimize göre sorguladığımızda aynı rahatlığı hissedemiyoruz ve niyetlerimizin baz alınması temennisiyle dokunuyoruz klavyemizin tuşlarına. Yaşam şekillerimizin, düşüncelerimizin ve hayallerimizin evlerimizdeki ekranların birer yansıması olduğu günümüzde, halen yapılan bir araştırmada yüzde kırk beşi hayatında bir kitap dahi okumamış bir toplum gerçekliği gölgesinde, okuyan ve üreten bireylerin sayısını çoğaltabilmek, onlara bir deniz feneri vazifesiyle destek olabilmek, onları yüreklendirebilmek için uğraştık ve uğraşıyoruz. İnsan buluşma ve vedalaşma aralığında bir arada olabiliyor sevdikleriyle. Her buluşma kadar her ayrılık da bir vuslat aslında ve her veda yeni bir başlangıç. Farklı ufuklara açılmak, oralarda başka başka Leylalarla buluşmak… “Aşağıdakilerden hangisi(değil) dir?” mantığıyla gözünü hep aşağılarda tutan, aşağıdaki seçeneklerin ağırlığıyla kafasını kaldırıp yukarılara bakamayan, dolayısıyla da “Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur” misali hep aynı güfteyi terennüm etmekten yeni güftelere yelken açamayan gençler yetiştirerek, ufku miyop nesillerin yetişmesinden imtina ettiğimiz bir inançla hep karşınızda olduk ve Allah'ın izniyle olacağız. Dost yürekli, yar vefalı olduktan sonra ayrılık da yok hüzün de... Bazen yorgun oluyor insan sebepsiz… Gelecek sayıya kadar şimdilik muhabbet ve sağlıkla kalın… 5 KAFDAĞI K O N U K K KURU AHMET YILDIRIM Beypazarı Efsaneleri 6 A L E M KAFDAĞI Efsanemiz, Beypazarı'nın Türkiye'nin hiçbir yerinde görülmeyen “kuru” adlı yiyeceğiyle ilgili. Kuru, dayanıklılığı ve doyuruculuğu nedeniyle, buzdolabı gibi besin saklama teknolojisinin olmadığı zamanlarda, uzun yıllar, yolcuların ve bilhassa hacıların en gözde yiyeceği olmuş. Beypazarı kurusunu, tanımayanlar için, yaş olarak da yenebildiği halde, daha çok kurutularak tüketilmesi nedeniyle, gevrek, kirik kırak türüne dâhil ederek anlatabiliriz; ama bu ve buna benzer açıklamalar hep eksik kalır. Çünkü o, gerek yapılışı, gerek lezzeti itibariyle kendine has bir yiyecektir. Sanırım ona bu farklı lezzeti veren sır, Beypazarı'nın havasında, suyunda, kullanılan malzemesinde ve yapılışında olduğu kadar aşağıda sunmaya çalışacağım sevgi dolu öyküsünde de gizli. Beypazarılı şair yazar Gülten Ertürk, şairler toplantısı için Ankara'ya gittiği bir gün, katılımcılara Beypazarı kurusu ikram eder. Toplantıyı Beypazarı'nın yetiştirdiği ünlülerden rahmetli Hüseyin Yurdabak Hoca yönetmektedir. Katılımcı şairlere, “Bu kuruyu yiyorsunuz ama hikâyesini bilmiyorsunuz!” der ve ta 1930'lu yıllarda, 80 yaşındaki Huri Nine'den dinlediği öyküyü kısaca anlatır. Beypazarı Kurusu'nun efsanesi kısaca şöyle: Vaktiyle İnözü bağlarında yaşayan iki genç, birbirine sevdalanır, fırsat buldukça gizli gizli buluşurlar. Fakat bir gün ailesi, kızlarını ansızın köye gönderir. Durumu sevdiğine haber veremeyen kız, buluşma yerine gelemez. Delikanlı pınar başındaki ağacın altında akşama kadar bekler, gelen giden olmaz. Sevdiğinin evden çıkamadığını sanır. Sonraki günler tekrar tekrar gelir ama kız yoktur. Delikanlı, sevdiği- ni görememenin derdiyle yanarken, aniden çıkan savaş nedeniyle apar topar askere alınır. Sevdiğinden kimseye söz edemeden, gözü arkada kala kala Beypazarı'ndan ayrılır. Kız köyden dönünce, ilk işi sevdiğine koşmak olur. Kendisini affettirmek için de ununu süt ve tereyağı ile yoğurup mayalandırdığı ve üstüne sevgisini katıp asma yaprakları üstünde fırında pişirdiği çörek- 7 KAFDAĞI lerden götürür. Buluşma yerinde bekler, ama delikanlı gelmez. Sevdiğinin kendisine küstüğünü sanır. Ertesi gün yine çörek dolu bohçasını alır, o ağacın altına gider, gelecek ümidiyle sabırla bekler. Bu böyle günlerce sürer ama sevdiği gelmez. Zavallı kız, yemeden içmeden kesilir, yataklara düşer. İnce hastalığa yakalanmıştır. Sevdiğini sayıklaya sayıklaya can verir. Anlatıldığına göre, sevdiği genç de cephede şehit düşmüştür. Kızın cenazesi, ağıtlarla kaldırılıp defnedilir. Taziye ziyaretleri günlerce sürer. Birkaç gün sonra, kızın çeyiz sandığını açarlar. Bir de ne görsünler; sandıktaki bir bohçada, kızın sevdiği genç için yaptığı çöreklerden vardır. Üstelik aylardır avlanmadan, bozulmadan durmuşlardır. Çörekleri bozulmadan kalışına hayret ederek, taziyeye gelenlere ikram ederler. Tadına bakanlar, ağızda dağılıveren bu hoş kokulu yiyeceği çok beğenir. Gel zaman git zaman, Beypazarı'nda güz mevsiminde hazırlanan kışlık yiyeceklere kuru da katılır. Derler ki Beypazarı kurusundaki o hoş koku, aşkın kokusudur. Kuru, o büyüleyici lezzetini, sevdalı yüreklerden almıştır. 8 KAFDAĞI Ş İ İ ANADOLU OLMAK R Dağların gölgesinde bir mızrak gibi uzanan Topraklarında nice yiğitler yatan Bir ırmak gibi hırçın ve duru Bir çınar gibi büyük ve bilge “ Ne zaman dinlesem destanını, Ne zaman koklasam toprağını, Soğuktan donar vücudum Kalbime bir kurşun yemiş gibi olurum İşte ben o zaman Şerife Bacı olurum. Ne zaman dinlesem destanını, Soğuktan donar vücudum İşte ben o zaman Şerife Bacı olurum. Ne zaman masmavi denizini görsem, Ciğerlerim patlayacak gibi olur. Ata'mın mavi gözlerinde boğulurum. Ne zaman darda kaldığını görsem, AHMET ÇETİN Mehmet Emin Yurdakul Ortaokulu, 8/E Kabuğuma sığamam, engelleri tanımam İşte ben o zaman Anadolu olurum. 9 KAFDAĞI D E N E M E KİTAPLARDA YOLCULUĞUM FATMA FEYZA DAĞCI Mehmet Emin Yurdakul Ortaokulu, 8/E Odama girdiğimde aklımdaki tek şey kitap okumaktı. Kitaplar… 15 yaşındaydım ve kitaplarla tanışıklılığım 7 yaşımda başlamıştı. Hiç unutmam ilk okuduğum kelime “elmas” ve ilk okuduğum kitap Ela ve Lale'nin el tutuşması, Ali'nin Talat' a top atması ile ilgiliydi. Birinci ve ikinci sınıfta çevrem tarafından takdirle karşılanan okuma aşkım, üçüncü sınıftan yedinci sınıfa kadar bir mola vermişti. Hatta öyle ki şimdi bu denli bağlı olduğum kitaplar için beşinci sınıfta “Iyk, kitap okumak mı? Ne sıkıcı!” diye düşünmüşlüğüm, 10 kitap okuyanlara “sıkıcı insan” gözüyle bakmışlığım vardı. Okuma isteğim bitmişken, beni kitaplara bağlayan şey yine hayatın kendisi, bizzat sorunlarım oldu. Bir şeyleri unutmak adına elime aldığım kitapla Ankara'daki evimden, hatta şu anda oturduğum odadan o denli uzaklaşacağımı KAFDAĞI tahmin edememiştim. Beni bilinmeyen bir zamana, hiç bilinmeyen bir yere götüren o kitabı yaklaşık iki saat sonra elimden bıraktığımda kavramıştım hala Yenimahalle'deki evimde oturan ben olduğumu. Ve gülümsemiştim, aynı şimdi ve her hatırladığımda olduğu gibi. Dudaklarımdan ilk dökülen kelimeler “Vay canına!” olmuştu ve sonrasında fark etmiştim sorunlarımı, hatta gerçek dünyayı unuttuğumu. Sanki uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıkmıştım kitabımı okurken ve o anda olacaklar haricinde hiçbir şey umurumda değildi. Bir kez daha gülümsemiş, ardından da yorulmadığım kanısına vararak bıraktığım kitabı tekrar elime alarak okumaya devam etmiştim. Ve sonra.. Sonra bir kaç ay içinde bitirdiğim her kitabın arkasından yeni bir kitap almış, onu okumuş, bitirmiş; Ankara dışına çıkmış, sorunlarımdan kaçmış, gezmiş, görmüş, eğlenmiş ve geri gelmiştim. Gün geçtikçe kitaplığımda artan kitap sayısı, hayatımda azalmaya başlayan sorunlarımın müjdecisiydi sanki. Öyle ki her okuduğum kitabın arkasından, her çıktığım yolculuğun dönüşünde yaşayarak öğrendiklerim, sorunlarımı kendiliğinden çözmüş, bitmiş tükenmiş ve aslında yo- Başlarda sadece sorunlarımdan kaçmak için elime aldığım o kitabın bir kaç ay içinde hayatımın merkezi halini alacağını bilemezdim. Ancak şimdi, benim ve çevremdeki insanların bildiği bir şey var ki o da her bir kitapla başka bir yolculuğa çıktığım ve her yolculuktan mutlulukla geri döndüğümdür. rulmuş beni; mutlu, huzurlu ve olgunlaşmış bir birey haline getirmişti. Başlarda sadece sorunlarımdan kaçmak için elime aldığım o kitabın bir kaç ay içinde hayatımın merkezi halini alacağını bilemezdim. Ancak şimdi, benim ve çevremdeki insanların bildiği bir şey var ki o da her bir kitapla başka bir yolculuğa çıktığım ve her yolculuktan mutlulukla geri döndüğümdür. Odama girdiğimde aklımdaki tek şey kitap okumak ve bir elimde kahvem, diğer elimde kitabımla dakikalar içinde yeni bir yolculuğa çıkıp, saatler sonra apayrı bir mutluluk ve huzur ile geri döneceğimdir. 11 KAFDAĞI Ş İ İ 12 R KAFDAĞI PASTEL Tinsel imgelerle yıkarım düş balığı sözcükleri; Pastelle boyanmış ölümler, Sentetik ömürler anlatırım size. Kaldırım arası titrek sular biriktiririm gözlerime, Kanatır saçlarım hücrelerimi. Saatim hep bir eksik gösterir; Yarından bir eksik, dünden bir fazla… Yaşar dururum bu döngüde; Yalnızlık kusar, saydam ağlarım, Bedenler yaratır, hesap sorarım Ben merkeziniz içinde. Cümlenin ektiği, sözcüğün biçtiği kadarım. Kayıplıklardan yastık yapar yatarım Pastelden bozma ölüme. EREN AĞKOÇ Kaya Bayazıtoğlu Anadolu Lisesi, 12/M 13 KAFDAĞI H İ K  BALIKÇININ UMUDU “ Y E Yoksul bir kasabada bir balıkçı yaşardı. Her gün birkaç balık tutar, karnını doyururdu. Yine günlerden bir gün büyük bir balık tutmayı umut ederek denize açıldı. Sabah erkenden rıhtıma doğru geldi. Gökyüzü pırıl pırıldı ve martılar neşe içinde denizin üstünde süzülerek uçuyorlardı. Balıkçı teknesiyle denizde epey yol aldıktan sonra durdu, oltasını denize attı ve beklemeye koyuldu. Saatler geçmesine rağmen bir türlü balık tutamamıştı. Hâlbuki biraz ilerisinde onun gibi denize açılan balıkçıların ağları balık doluydu. Onları görünce umutsuzluğa kapıldı. “Acaba yanlış yerde mi duruyorum.” diye düşündü ve diğer balıkçıların yanına gitmeye karar verdi. Üç gündür her şeyde bir terslik vardı, balık tutamıyordu ve açtı. Giderken elinde kalan son balık yemleri de denize döküldü. “Her gün rızkımı veren Allah üç gündür vermiyorsa elbet vardır bunda bir hayır.” dedi ama yine de eve eli boş gitmek onu üzdü. Sokakta karşısına beyazlara bürünmüş bir adam çıktı. Balıkçı, adamı görünce bir anda ürküp geri çekildi. Beyazlara bürünmüş adam, balıkçıya: —Sana üç dilek hakkı veriyorum, yalnız bu haklarını iyi kullanmalısın... SUDE KAVİLCİOĞLU Özel Batıkent Onur Ortaokulu, 5/B 14 KAFDAĞI Karnı da iyice acıkmıştı. Teknesini sahile cak ona yardım et. Yarın daha erken bir vaçekip evine doğru yürürken dalgınlıkla yan- kitte denize açıl ve oltanı at bekle dedi, bir lış bir sokağa girdiğini fark etmedi bile. anda yok oldu. Sokakta karşısına beyazlara bürünmüş bir adam çıktı. Balıkçı, adamı görünce bir anda ürküp geri çekildi. Beyazlara bürünmüş adam, balıkçıya: Balıkçı açlıktan hayal görmeye başladığını düşünerek yürürken karşısına gerçekten yaşlı bir kadın çıktı. Elinde ağır bir sepet vardı ve taşımakta zorlanıyordu. Kadının elinden sepeti alarak gideceği yere kadar taşıdı. Kadın da ona teşekkür etti. Taşıdığı sepetten kızarmış bir tavuk alarak Balıkçı'ya verdi. Balıkçı şaşırmıştı. İlk dileğim ne çabuk gerçekleşti dedi. Ertesi gün denize her zamankinden daha erken çıktı. Dedesinden dinlediği ve şimdiye kadar hiçbir balıkçının yakalayamadığı “Bereket Balığı”nı yakaladı. Tüccarlar çok yüksek fiyata balığı satın aldılar. Bir anda zenginleşen Balıkçı kısa sürede evlendi ve boy boy çocukları oldu. İşini yapmaya devam etti. Her yıl aynı gün aynı saatte “Bereket Balığı” ağlarına takıldı. Balıkçı artık yokluk çekmiyordu. Bütün dilekleri gerçekleşen balıkçının hayatı değişmişti. Umudunu hiçbir zaman kaybetmeyen Balıkçı, hayatta hiçbir şeyin hep aynı devam etmeyeceğini gösterdi. —Sana üç dilek hakkı veriyorum, yalnız bu haklarını iyi kullanmalısın, dedi. Balıkçı bu durum karşısında şaşırarak ama daha çok da sevinerek sırayla dileklerini söylemeye başladı: —Karnım çok aç, sabahtan beri ağzıma bir şey koymadım. Karnımı doyurmak için balık tutmaya çıktım ama hiçbir şey tutamadım. O yüzden yiyecek istiyorum. Beyazlara bürünmüş adam, balıkçıya ikinci ve üçüncü dileklerinin neler olduğunu sordu. Balıkçı: —İkincisi yıllardır bu yoksul kasabada tek başıma yaşıyorum, sıcak bir yuvam, beni seven bir karım, çocuklarım olsun. Üçüncü dileğim ise ailemle birlikte bolluk ve bereket içinde yaşamak istiyorum, dedi. Beyazlara bürünmüş adam: —Birazdan karşına yaşlı bir kadın çıka- 15 KAFDAĞI Ş İ İ R ÖĞRETMENİM GÜLVERA YAZILITAŞ Özel Batıkent İnci Ortaokulu, 6/B Cahillik denizine düştüğümde, Tam bir cankurtaransın, Bilgi ağınla beni kuşatırsın, Benim kahraman öğretmenim. 16 KAFDAĞI Geleceğime ışık tutarsın, Cahilliği yok edip atarsın, Bilgilerini paylaşırsın, Benim dünyalar güzeli öğretmenim. Ne zaman dara düşsem, Elimden tutar kaldırırsın, Karanlıkta bırakmazsın, Benim melek yüzlü öğretmenim. Bizi karşına alırsın, Hayatı anlatırsın, Yaramı merhem olup sararsın, Benim fedakâr öğretmenim. Cahillik denizine düştüğümde, Tam bir cankurtaransın, Bilgi ağınla beni kuşatırsın, Benim kahraman öğretmenim. 17 KAFDAĞI D E N E M GİZLİ DÜNYAM BEYZA EKİN NİGAR Mehmet Emin Yurdakul Ortaokulu, 8/E 18 E KAFDAĞI Evet, dostlar, kitap okumanın büyülü, gizemli dünyasına sizleri de alalım. Sığ düşüncelerden, cehaletten aydınlığa yükselmenin tek yolunun kitaplardan geçtiğini biliyoruz. Emin olun kitapların dünyasına girerseniz bir daha çıkmak istemeyeceksiniz. Daha derinlere dalıp tozlu raardaki sırları keşfetmeye doyamayacaksınız. Geçmişe dönüp baktığımda hatırlıyorum da okumayı yeni söktüğüm dönemlerde ailem bana hayranlıkla bakardı. Galiba o yıllarda okumaya olan aşkımı anlamışlardı. Kitap okumayı zorunlu bir görev olarak değil keyifli bir etkinlik olarak algıladığımı görmüşlerdi çünkü. 'Cin Ali, Ayşecik' serilerini hala saklarım. Şu an ne kadar harika kitaplarla tanışmış olursam olayım, okuduğum ilk kitap olan 'Ayşecik Okulda' benim için her zaman en değerli kitap olmuştur. Kendimi geliştirdiğim dönemlerde Ömer Seyfettin, Sait Faik, Reşat Nuri Güntekin'le kendimi zenginleştirmeye devam ettim. Ardından dünya edebiyatından yazarlarla birlikte kitapların içinde keşfedilmesi gereken mükemmel bir dünyanın olduğunu fark etmeye başladım. Büyük coğrafyaya açılıp Craig Silvey'i, Debbie Mocamber'i, Jojo Moyes'i ya da çok daha farklı olan Hint edebiyatının piri Shantorom'un mucizevî kitaplarını okudum. 19 Romanlardan sonra şiir kitaplarına, şairlere olan hayranlığım artmaya başladı. Orhan Veli'nin, Nazım Hikmet'in, Victor Hugo'nun kalbini dinlemeye başladım. Yeni kitapları tanıdıkça bu engin okyanusta küçücük bir damla olduğumu anladım ve daha çok yol kat etmem gerektiğini biliyorum artık. Şimdi kitaplığımı büyütmek kitaplarla büyümek istiyorum. Evet, dostlar, kitap okumanın büyülü, gizemli dünyasına sizleri de alalım. Sığ düşüncelerden, cehaletten aydınlığa yükselmenin tek yolunun kitaplardan geçtiğini biliyoruz. Emin olun kitapların dünyasına girerseniz bir daha çıkmak istemeyeceksiniz. Daha derinlere dalıp tozlu raflardaki sırları keşfetmeye doyamayacaksınız. Hadi bir çocuğun oyuncaklarına sarıldığı gibi sarılın kitaplara. Hayat kısa, kitaplar çok. İyi değerlendirmek yaşama anlam katmak lazım. KAFDAĞI Ş İ İ R ATATÜRK ÇAĞATAY ALTUN Özel Batıkent İnci Ortaokulu, 5/B “ Savaşları kazandık, Göğsümüzde imanla, Atatürk'tü rehberimiz, Her savaşın başında. 20 KAFDAĞI Yurdumuzda düşman, Her tarafı sarmıştı, Atatürk'ten habersiz, Yurdu aldım sanmıştı. Atamız ve askerleri, Hepsi çelik yürekli, Geçit vermedi elbet, Kahramanlık gösterdi. Atatürk'ün askerleri, Ölümden kaçar mı hiç? Şehitlik makamından, Korkup da gider mi hiç? Savaşları kazandık, Göğsümüzde imanla, Atatürk'tü rehberimiz, Her savaşın başında. 21 KAFDAĞI H İ K  TESADÜF Eda ÖZEL Mehmet Akif İnan Ortaokulu, 7/H 22 Y E KAFDAĞI “ Saat yediye alarm kurdu genç kadın.Hala annesiyle konuştuklarını düşünüyordu. Annesi, onun cennet tanesi, böyle mi düşünüyordu yani? Vasıfsız eleman olarak mı görüyordu evladını? Bu düşüncelerle kendisini uykunun kollarına bıraktı genç kadın. Hava kararmıştı. Yetkin, bir çalışırken bir de resim yaparken kaybediyordu kendisini. Resim yaparken dünya yansa umurunda olmazdı genç adamın. Artık eve gitmeliyim diye düşündü ve siyah arabasına doğru ilerledi. Hava kararmıştı. Yetkin, bir çalışırken bir de resim yaparken kaybediyordu kendisini. Resim yaparken dünya yansa umurunda olmazdı genç adamın. Artık eve gitmeliyim diye düşündü ve siyah arabasına doğru ilerledi. Arabası onun için annesi ve işinden sonra sahip olduğu en önemli olan şeydi. Annesini düşünürken aklına uzun zamandır nur yüzünü görmediği geldi. Arabasının kapısını özenle açıp içeri girdi ve bir süre hareket etmeden sadece oturdu. Günün raporunu çıkardı kafasında. İlk günü yorucu geçmişti. Anlam veremediği tek şey o büyüleyici gözlerdi. Sabah yedide alarmını hiç ertelemeden uyandı Ahu. O şirkete annesini haksız çıkarmak hem de bunca çalışmanın sonucunu alabilmek için gidecekti. Ahu hırslı bir kadındı. Hayatına sadece iki erkek sokmuş onun dışında tamamen işine odaklanmıştı. Bu erkeklerden birisi babası diğeri ise 'eski ' nişanlısıydı. 23 KAFDAĞI Diz üstü dört parmak kısalığında kırmızı elbisesini giydi. Siyah topukluları ayağına geçirdi, yakut küpesini takıp arabasına doğru gitti Ahu, karşılaşacaklarını bilmeden. Yetkin şirkete girmeden önce tereddüt etti önce, sonra yarım ağız gülümsedi “Sen Ateş Demiroğlu'nun oğlusun ilk zorlukta böyle düşünmemelisin” diye tekrar etti içinden. soy' dedi kendinden emin bir sesle. Adam dış dünyadan kopuk bir şekilde kadına bakıyordu. En sonunda ne yaptığının farkına vararak profesyonel bir sesle 'Yetkin Demiroğlu' dedi kadının tanıdık büyülü gözlerinin etkisinden çıkmaya çalışarak. Kadın güzel bir bedenin içindeki boş bir ruh değildi. Bunu bilgisinden anlamıştı. Zeki bir kadındı. Büyülenmişti Yetkin. Ahu, bu gününün son günü olacağından şüpheliydi. Özgüven kalkanlarını indirmemek için kendini zor tutuyordu. Bu adam ne kadar yakışıklıydı böyle. Danışmaya gidip CV'leri aldı ve odasına gidip incelemeye başladı genç adam: Ahu Altınsoy, Soner Kılıç, Semih Çekiç. Çok kişi başvurmamıştı bu sene. Geçen seneki görüşmelerin zorluğunu kendine hatırlattı. Yetkin aslında katılmamakta haklılar diye düşündü. Yetkin görüşme bittikten sonra köşeli çenesini kaşıdı ve 'Sanırım şirketimiz için en uygun aday sizsiniz Ahu Hanım' dedi. Nefes alıp devam etti. Kapısı tıklatıldı genç adamın ilk aday gelmişti. 'Yardımcılarımla bu gün bir değerlendirme yapıp sizi arayacağız. Lütfen telefon numaranız…' dedi ve masadaki küçük not kâğıdını alıp kadına uzattı, 'Buraya yazar mısınız' Adam isterse numarayı CV'den alabilirdi ama kadının yazmasını istemişti. Soner Kılıç… Bilgisayar üzerine uzmandı fakat çok laubaliydi ve bu şirkette böyle insanlara yer yoktu. İkinci aday Semih Çekiç… Gayet mütevazi, cana yakın fakat bilgisayar ve yabancı dil konusunda yetersizdi. Kadın telefon numarasını yazıp odadan çıktı. Adam bir süre arkasından baktı kadının sonra aklına dün çizdiği resim geldi. Böyle bir şey olabilir mi gerçekten? Hemen Kapı üçüncü kez çaldığında gelen kişi Ahu Altınsoy'du … Kadın yanına doğru ilerleyip narin ellerini uzattı adama 'Ahu Altın- 24 KAFDAĞI çekmecesinden kadının CV'sindeki resmive önceki gün çizdiği resmi çıkarmıştı. Çok benziyordu. Hatta benzemiyordu. Aynıydı. Gözlerine inanamamıştı. Böyle bir şey olabilir mi diye düşündü ensesini kaşırken. nun dediğini gibi telefonu kapatır kapatmaz Ahu'yu aradı. Kadın elinde telefon ile uzun süre oturdu saattir oturuyordu tam artık aramayacaklar derken telefonu çaldı. 'Ahu Hanım?' diyen kadına cevap vermeye çalıştı. “Bebenim.” Kadın eve doğru ilerlerken annesi aramıştı. Merhaba bile demeden iş görüşmesini sormuş sonra tebrik edip telefonu yüzüne kapatmıştı. “İşe kabul edildiğinizi haber vermek için aramıştım. Tebrik ederim.” Telefonu kapattıktan sonra evden ayrılmak istediğini söylemek için annesini aradı Ahu. Zaten ekonomik durumları gayet iyiydi. Ahu elbette annesinin yanından ayrılmak istemiyordu; fakat annesinin onu yanında istemediğini anlamıştı genç kadın. Kalbi burularak aradı annesini ve yaptığı iş başvurusunu, kabul edilişini, olan biteni, her şeyi anlattı. Annesi sonuna kadar dinledi ve hiçbir şey demeden kapattı. En çok buna üzülmüştü Ahu. Oysa bir 'Gitme' dese gitmezdi. Ahu arabasını sahile çekip bir banka oturdu. İçinde şiddetli şimşekler çakıyor güçlü fırtınalar kopuyordu. Annesini artık tanıyamıyordu. Cennet annesi kapılarını kapatmıştı. Yetkin akşam olduğunda evrak çantasından çizdiği resmi çıkardı tekrar göz gezdirdi. Çantasından bu sabah kadının yazdığı telefon numarasını eline aldı ve numarayı tuşladı. Çalıyor… Sekreteri açmıştı telefonu 'Ahu bugünkü adaylardan en uygun olanı, sana vereceğim numara kendisine ait, kabul edildiğini söyle' dedi. Kadın da patronu- Kanepesine oturdu kadın. Kendi beyazlığında kaybolmaya başlamıştı bile… 25 KAFDAĞI Ş İ İ R TRENLER YAKUP ÇEBİ Türk Dili Ve Edebiyatı Öğretmeni Mustafa Azmi Doğan A. L. Trenler gider, uzak şehirlere Motorlu trenler, Elektrikliler… Ağlar lokomotieri o trenlerin. Bir kadın saçlarını rüzgâra verir, Hasretini çeker denizlerin. Uzak şehirlere trenler gider Motorlu trenler, Elektrikliler… Öksürür kompartımanları o trenlerin; Sarhoşun biri uykuda ağlar, Vapur, çoktan rıhtımındadır. Trenler gider, uzak şehirlere Motorlu trenler, Elektrikliler… Hep içimden giderler, Sarsarak raylarını; 26 Dağıta dağıta uykulu bir şehrin rüyalarını Uzak şehirlere trenler gider. Savrulur damlar, bacalar; Savrulur telgraf direkleri, İncir, badem, ceviz ağaçları; Kırılır yumurtaları güvercinlerin. Trenler gider, uzak şehirlere Motorlu trenler, Elektrikliler… Hep yan yana giderler Kirli masasında isli kadehler, Kirlenir giderler. Uzak şehirlere trenler gider. Motorlu trenler, Elektrikliler… Hem uzanır giderler, Hem oynaşır giderler. Son yolcusu da çekildi çoktan Zaten son faslıdır şimdi gecenin. Vapurlar rıhtımlarında bağlı, Trenler istasyonlarında; Geceler bende, Gece bende. 27 KAFDAĞI G E Z İ İZMİR TADI, DOĞASI VE İNSANIYLA Şirince insanları çok samimiydi, evleri ahşaptı, kapıların önünde kalıp kalıp sabunlar. Bize biraz tereyağı biraz da kaşar tadı veren kendi yaptıkları tulum peynirinden ikram ettiler. Gerçekten çok lezzetli bir tulum peyniriydi. NUR CANBOLAT Şükufe Nihal Ortaokulu, 8/E İ zmir, tarihin yeşeren en güzel bahçelerinden biri… İzmir, ülkemizin denize bakan en güzel gözlerden biri… deniz kenarındaydı. Karşımızda güzel bir ada ve gün batımı manzarası vardı. Bol bol yüzdük, eğlendik, sahil kenarında oturduk. Bir süre sonra otel ve etrafı sıkıcı gelmeİzmir'e ilk gidişim, hatta yanım- ye başlamıştı, artık İzmir'i keşda ailem olmadan yaşadığım ilk fetme zamanıydı. şehir dışı maceramdı. Kamp için İlk önce otelimize bir iki saat ilk olarak Çeşme yakınlarına Se- uzaklıktaki Meryem Ana Kiliseferihisar'a gitmiş, Ormancı Tatil si'ne gittik. Kilise ve etrafı çok kaKöyü'nde kalmıştık. Otelimiz labalıktı. Ortam biraz ürkütü- 28 KAFDAĞI cüydü benim için. Papa ve yardımcılarına benzeyen adamlar bizim tekrar çıkış yolumuzu belirliyordu. Haç işaretleri ve yanan mumlar vardı. Şirince insanları çok samimiydi, evleri ahşaptı, kapıların önünde kalıp kalıp sabunlar. Bize biraz tereyağı biraz da kaşar tadı veren kendi yaptıkları tulum peynirinden ikram ettiler. Gerçekten çok lezzetli bir tulum peyniriydi. Bazı kaynaklara göre Meryem Ana'nın Efes'e yerleşerek burada öldüğü kabul edilmekteymiş. Ortodoks Rumları, Panaya Kapulu adı altında her yıl buraya gelerek ayin yapıyorlarmış. Evlerin çok göz alıcı bir havası vardı Şirince'de. Çeşmeli bir avlu içinde yer alan The St. Jhon Boptrist Kilisesi'ne gittik. Kilise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmiş. Kilise kapısının önünde, ortasında Meryem Ana Heykeli bulunan küçük havuza, dilek dilenerek madeni para atılıyor. Kilisenin biraz ilerisinde üç çeşme vardı: Aşk Çeşmesi, Para Çeşmesi, Şans Çeşmesi. İkinci durağımız “Efes Antik Kenti” oldu. Bir gezi rehberi sayesinde tüm Efes'i, Roma'yı, kent insanlarının yaşadıkları yerleri öğrendik, tanrı ve tanrıçaları tanıdık. Nike, Zeus, Afrodit, Ares gibi birçok tanrı ve tanrıçanın heykelleri vardı her yerde. İlçenin esnafı: Takıcılar, hediyelik eşya ve el işleri satanlar, İzmir tatlıları satanlar… Çok hoş bir ortamdı. Şirince'de son olarak bir kafeteryaya gittik. Manzara ormandan denize kadar uzanan meyve ağaçları ile bezeliydi. Şehir iki kısımdı, kapılar ile ayrılmıştı. Kapılar iki sütundan oluşuyordu. Her bir sütunda garip şekiller ve kedi heykelleri yer alıyordu. Şehrin kocaman bir kütüphanesi ve bazısı kaygan bazısı sert kayaları vardı. Eskiden tiyatro ve mizah gösterilerinin yapıldığı yer günümüzde Tarkan, Ajda Pekkan gibi ünlülerin konser verdikleri bir açık hava sahnesi imiş. Son gün merkezde bir balıkçıdaydık. Deniz börülcesini ilk orada yedim. Yine sipariş verdiğim alabalık bildiğimiz alabalıktan farklıydı. İzmir'e ait tuhaf görünümlü mezelerle servis ediliyordu, incir ve üzümle süslenmişti. İzmir'den ayrılırken şöyle düşünmüştüm ve hala düşünüyorum: İzmir, adı, tadı, doğası, tarihi ve insanı ile Türkiye için bir gurur kaynağı. Üçüncü durağımız Şirince idi. Hani Mayalılara göre dünya yok olsa da yok olmayacak(!) denilen yer. 29 KAFDAĞI Ş İ İ R DERSLERİN DİLİNDE BEN MELTEM ÖZKAN Tevk İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi, 10/E “ Kimya'da saf maddeyim ben. Geometri'de üçgenlerin özeli, Coğrafya'da dört mevsimim ben. 30 KAFDAĞI Türkçe dersinde cümlenin gizli öznesi, Matematik'te pozitif mutlak değerim ben. Tarih'te yeniçağ açıp ülkenin yükselen dönemi, Kimya'da saf maddeyim ben. Geometri'de üçgenlerin özeli, Coğrafya'da dört mevsimim ben. Arapça'da olmazsa olmaz fiilim, fiili çeken zamirim, Arapça'nın ham maddesi, dersin özüyüm ben. Fizik'te düzgün doğrusal grafiğin sütunu, Sağlık'ta korumaların birinci korumasıyım ben. Temel Dini Bilgiler'de “kâlû-belâ”dan beri Elhamdülillah Müslüman, Biyoloji'de köksalan aktif çiçekli bitkiyim ben. İngilizce'de my name is Meltem, Kur'an'da mim-elif-lam-te-elif-mim'im ben. Edebiyat'ta dönemin zihniyeti ve âhenk unsuru, Dil ve Anlatım'da Ural-Altay dil ailesinin Altay koluyum ben. Beden'de sağ gösterip sola dönen, Hayat dersinde ben, benim ben. 31 KAFDAĞI K İ T A P BEYPAZARI EFSANELERİ NESLİHAN YILDIRIM OKTAY Türkçe Öğretmeni Şükûfe Nihal O. O. 32 KAFDAĞI Beypazarı Efsaneleri'nin yazarı Ahmet Yıldırım, “ Mecnun'un bin türküsü var, hepsi de Leyla üstüne. İnsan bir kez sevmeye görsün, bizimki de o hesap; bir Beypazarı sevdasıdır, almış gönlümüzü. Yaşama sevincimiz, onunla çoğalmış ve çoğalmakta yıllar boyu… Ve bütün gerçekliğiyle birlikte bir efsanedir Beypazarı.” deyip başlar Beypazarı Efsaneleri'ni anlatmaya… Efsane deyip geçmeyin! Doğrudur; efsaneler inanılması güç, olağanüstü olaylar anlatırlar. Bu yönüyle masala benzerler, ama kiminde kişilerin, kiminde de olayın geçtiği yerin gerçekliği bakımından da hikâye gibidirler. Bir başka söyleyişle efsane, bir parça masaldan, bir parça hikâyeden alan, masalla hikâye arasında bir halk edebiyatı türüdür. Peki, giriş cümlemizdeki ilk üç sözcüğün bu paragrafta işi ne? Niçin kullandık, “Efsane deyip geçmeyin” sözlerini? İşte böyle bir işleve katkı sağladığına inandığımız bir kitapla karşınızdayız. Beypazarı Efsaneleri'nin yazarı Ahmet Yıldırım, “ Mecnun'un bin türküsü var, hepsi de Leyla üstüne. İnsan bir kez sevmeye görsün, bizimki de o hesap; bir Beypazarı sevdasıdır, almış gönlümüzü. Yaşama sevincimiz, onunla çoğalmış ve çoğalmakta yıllar boyu… Ve bütün gerçekliğiyle birlikte bir efsanedir Beypazarı.” deyip başlar Beypazarı Efsaneleri'ni anlatmaya… Kitapta tarihi evleri, saray mutfağı tarzı yemekleri ve doğal güzellikleriyle ünlü Beypazarı'ndan derlenmiş yirmi üç efsane var. Bir ilçeden bu sayıda efsanenin çıkması da ilginç değil mi? Ankara'nın ilçesi Beypazarı'nın bir kültür hazinesi olarak nitelendirilmesi de boşa değil demek ki. Evet, ısrarla yinelemek gerekiyor: Efsane deyip geçmeyin! Çünkü efsaneler, yukarıda sıraladığımız özelliklerinin dışında çok önemli bir işleve sahiptir. Üretildikleri toplumun yaşama biçimini; inancını, korkularını, sevinçlerini, hayallerini yani toplumu oluşturan kültürel değerlerini içlerinde barındırır ve kuşaktan kuşağa aktarırlar. Kitapta dört yer ismi efsanesi var. Eser Beypazarı isminin efsanesiyle başlıyor. 33 KAFDAĞI Öncelikle ilçe tarihinin, yörede yaşadığı bilinen en eski insan topluluğu Luvilerle (Işık İnsanları) başladığı; sırasıyla Hititlerin, Firiglerin, Galatların, Romalıların, Bizanlıların, Selçukluların ve Osmanlıların hüküm sürdüğü anlatılır.. Daha sonra, kent isminin Luviler zamanındaki ismi Laganya'dan (Kaya Doruğu Ülkesi) Beypazarı'na dönüşümünün efsanesi verilir. Efsaneye göre, Dinar Hezar Bey'in anısına şehre Bey Hezarı denir. Zamanla beyin kurdurduğu pazar, çevre köy, kasaba ve şehirlerden büyük ilgi görür, kent bir ticaret merkezi haline gelir. Hezar ismi unutulur pazara dönüşür ve kent bugünkü adını alır. Biliyorsunuz, efsanelerimizde kimi zaman iyiler ödüllendirilir, kimi zaman da kötüler uyarılır ya da cezalandırılır. Bu Beypazarı Efsaneleri'nde de böyledir. Örneğin, Karakaş Seli efsanesinde; düğün kalabalığından bunalan evin hanımı, ekmek isteyen bir ihtiyarı, Hızır'ı, terslediği için cezalandırılır; fakat iyi niyetli gelin ödüllendirilir. Anadolu'nun her yöresinde bir aşk efsanesi, hiç değilse bir aşk hikâyesi vardır. Eserde de Âşıklar Mezarı isimli bir efsane hemen dikkat çekiyor: Zengin bir ağanın 34 Şehir efsaneleri dilden dile aktarılırken farklı yorumlar ortaya çıkar. Yazar kitabına aldığı efsanelerde karşılaştığı farklı anlatılara da yer veriyor. Örneğin Karakoca efsanesinde, suyun yeryüzüne çıkışıyla ilgili bir de suyun güzelleştirici etkisiyle ilgili olmak üzere iki anlatıya yer veriliyor. Gömleksiz Köprü, Höşmerim, Kara Davut Hazretleri, Dutlu-Tahtalı efsanelerinde de aynı durumla karşılaşıyoruz. güzeller güzeli kızına, fakir bir delikanlı âşık olur. Kız da delikanlıya sevdalıdır. Ama ağa kızı vermek istemez. Âşıklardan gerçekleştirilmesi imkânsız bir istekte bulunarak işi yokuşa sürer. İki sevdalının büyük bir tarlayı akşama kadar çapalaması gerekmektedir. Gençler, sevinçle kabul ederler. Kızın babası nasıl yapamayacaklarından eminse, onlar da aşklarından aldıkları güçle başaracaklarına inanmaktadır. Ertesi gün, kız tarlanın bir ucundan, delikanlı diğer ucundan girer. Akşam hava kararırken tarlayı bitirirler. Tarlayı bitirirler ama kendileri de tükenirler. Tarlanın ortasında birbirlerine sarılır ve yaşama elveda derler. O günden beri, orası, kimi anlatımlarda Âşıklar Mezarı'dır, kimi anlatımlarda da Kız Oğlan Tarlası… KAFDAĞI Şehir efsaneleri dilden dile aktarılırken farklı yorumlar ortaya çıkar. Yazar kitabına aldığı efsanelerde karşılaştığı farklı anlatılara da yer veriyor. Örneğin Karakoca efsanesinde, suyun yeryüzüne çıkışıyla ilgili bir de suyun güzelleştirici etkisiyle ilgili olmak üzere iki anlatıya yer veriliyor. Gömleksiz Köprü, Höşmerim, Kara Davut Hazretleri, Dutlu-Tahtalı efsanelerinde de aynı durumla karşılaşıyoruz. Yazarın kullandığı sade akıcı dil sayesinde efsaneler bir çırpıda okunuyor. Kitabın masalsı anlatımı da okuyucuya zevkli bir okuma vadediyor. 13,5 x 21 boyutlarında, 2014 Ağustos'unda basılan kitap yüz sayfadan oluşuyor. Keyifle okunan efsanelerden bazılarının isimleri de şöyle: Karakoca, Göyneksiz Köprü, Karaşar, Semerci Baba, Gelegra, Höşmerim, Topçu Baba, Akşemseddin Hazretleri, Yaşayan Efsane Yalnız Ağaç…Kapak tasarımını Özgür Kağan Tot'un yaptığı eserde Gökalp Yıldırım'ın çektiği on iki ilginç fotoğraf da, Beypazarı insanının geçmişte yaşadığı olayların yanı sıra, yüreğindeki sevgi ve hayal gücünden hayat bulan bu güzel efsanelere eşlik ediyor. 35 KAFDAĞI Ş İ İ R CUMHURİYET OLDUKÇA ALPEREN ARSLAN Özel Hasan Tanık Ortaokulu, 8/D Söz hakkı halkta olan rejim cumhuriyet, İnanıyoruz, yaşatacak milletimizi ilelebet. Halkın seçtiğine verilir önem, Halk üstündür bu rejimde her yerde ve her dönem Ne garip vardır, ne zalim bu rejimde, Ne fakir, ne de zengin vardır. Çünkü asıl zenginlik özgürlüktür bence, Bu rejimde halka verilir önem ilk önce. Demokrasinin temelidir cumhuriyet, Cumhuriyetle gelir hürriyet. Özgürüz, rahatız cumhuriyet oldukça, Bu millet bayrağını cesurca korudukça. 36 KAFDAĞI H İ K  KAYBEDENİ OLMAYAN OYUN Y E Bu nasıl olabilirdi, galiba rüya görüyordum. Biraz önce onların albümlerdeki sararmış fotoğraflarına bakıyorken, şimdi onlar oyun oynamak için beni bekliyorlardı. Arkadaşlarımı bekletemezdim, hemen yanlarına koştum. Nilgün SÖNMEZER İlkbahar bütün güzelliğini cömertçe sergiliyordu. Kiraz ve erik Edebiyat Öğretmeni ağaçları çiçek açmış, evimizin bahçesini gelin gibi süslemişTevk İleri A. İ. H. L. lerdi. Bütün mahalleyi saran leylak kokuları arasında, pencerenin önünde oturmuş, eski albümleri karıştırıyordum. Evin içi sokakta oynayan çocukların sesleriyle doluydu. Birden dışarıdan birilerinin “Nilgün” diye seslendiğini duydum. Gözlerimi sokağa çevirdim. Bir de ne göreyim, benim canım arkadaşlarım yakan top oynamaya hazırlanıyorlar, beni de oyuna çağırıyorlardı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutuyordum. İşte hepsi oradaydı. Emine, Ümit, Mahzun, Ebru, Ali, Osman, Ayşegül. 37 KAFDAĞI Bu nasıl olabilirdi, galiba rüya görüyordum. Biraz önce onların albümlerdeki sararmış fotoğraflarına bakıyorken, şimdi onlar oyun oynamak için beni bekliyorlardı. Arkadaşlarımı bekletemezdim, hemen yanlarına koştum. Oyunlar oynadık, güldük, eğlendik. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamış, akşama kadar sokağın, oyunların tadını çıkarmıştık. Mahzun'a gelmişti. Mahzun gözlerini uçları yırtılmış ayakkabılarına çevirdi ve 'Bir çift yeni ayakkabı istiyorum, babamın bana ayakkabı alacak parası yok.” dedi. O anda ne kadar duygulandığımızı, onunla ne kadar gurur duyduğumuzu anlatamam. Arkadaşlarımın hepsi çok iyi çocuklardı. Özellikle Mahzun. Mahzun bizim yanımızdaki mahallede oturuyordu. Durumları pek iyi değildi ama öyle kocaman yürekli, yardımsever bir çocuktu ki onun gibi bir arkadaşa sahip olduğumuz için hepimiz gurur duyardık. Bir gün Ümit ve Mahzun, iki mahalle arasında “Taş Oyunu” turnuvası düzenleyelim, diye teklifte bulundu. Hepimiz çok heyecanlanmıştık. Hemen kabul ettik. Oyunu kaybeden taraf kazananlara gazoz alacaktı. Gazozlar depozitolu şişelerde satılırdı. Boş şişeleri verip paralarını geri alırdık. Turnuvaya başlamadan önce herkes parayı alınca hangi hayallerini gerçekleştireceğini heyecanla anlattı. Ümit kendine kocaman, kırmızı bir oyuncak kamyon almak istediğini söyledi. Ben sarı saçlı, mavi gözlü bir bebek alacaktım. Emine “oyuncak bebeğim için beşik alacağım.”dedi, güzel gözlerini açarak. Sıra “Nilgün, kızım sofra hazır.” Bu annemin sesiydi. Bu sesle hatıralar âleminden sıyrılmaya çalıştım. Elimde sararmış fotoğraflar… Dışarıya baktığımda hava kararmış, yağmur yağmaya başlamıştı. Arkadaşlarım, onlar nereye kaybolmuşlardı. Demek ki fotoğraflara bakarken dalıp gitmiştim. Geçmişe dair hayalimde canlanan hikâye beni öylesine kuşatmıştı ki yemeğimi yedikten sonra hemen odama çekildim. Sadece bir kesitini âdeta yeniden yaşadığım hatıraların devamını yazmak için kâğıda kaleme sarıldım. Bu hikâye gerçek bir dostluğun, kardeşliğin hikâyesiydi ve kaybedeni olmayan bir oyunun hikâyesi. Turnuva yapmaya karar verdikten bir hafta sonra taş oyununa başlamıştık. Turnuvanın sonunda Ümit ve Mahzun finale kaldı. Kim kazanırsa ödülü o alacaktı. Mahzun en son topu atıp taşları deviremeyince sıra Ümit'e geldi. Ümit oyunu kazandı, istediği o kırmızı kamyonu aldı 38 KAFDAĞI fakat hepimiz iyi biliyorduk ki Mahzun yenilmemişti, vazgeçmişti. Çok istediği o bir çift ayakkabı hayalinden, arkadaşı için vazgeçmişti. de not çıktı. ”Arkadaşım, borç batağında olduğunu öğrendim. Belki biraz faydam olur diye sana bir miktar para bıraktım.” yazıyordu notta. Ümit hemen koştu ama yetişemedi.”Mahzun” diye haykıran sesi sokaklarda yankılandı. Aradan uzun yıllar geçti. Ümit çok ünlü bir işadamı oldu. Mahzun ise sokaklardan kâğıt toplayarak geçimini sağlıyordu. En büyük hayali üç tekerlekli bir çöp toplama arabası almaktı. Bunun için yıllardır para biriktirmekteydi. Mahzun bir gün çöpleri karıştırırken bulduğu gazetede bir haber gördü.”Ünlü işadamı borç batağında” Bu arkadaşı Ümit'ti. Hemen onun işyerine gitti. Burası geniş güvenlik önlemlerinin alındığı, güneş ışıkları vurduğunda gözleri kamaştıran camlarla kaplı bir iş merkezi idi. Önce onu içeri almak istemediler. Zor da olsa içeri girdi, arkadaşının yanına çıktı fakat Ümit kendisiyle hiç ilgilenmemişti. Mahzun biliyordu ki Ümit onun borç para istemeye geldiğini düşünmüştü. Oradan ayrılırken üzgün ve kırgındı. Buna rağmen o, düşündüğünü yapmalıydı. Önceden bir gazete parçasına sarıp hazırladığı paketi arkadaşının sekreterine bıraktı ve iş merkezinden çıkıp gitti. Sekreter paketi Ümit'e verdiğinde Ümit neye uğradığını şaşırmıştı. Paket için kullanılan gazete parçası kendisiyle ilgili haberin bulunduğu gazete sayfası idi. Paketi açınca içinden bir miktar para ve bir 39 Aradan henüz birkaç gün geçmişti. Bir sabah Mahzun işe gitmek için kapıyı açtığında evin önünde bir çöp toplama arabası gördü. Arabanın önünde “Oyun Başladı” yazan bir tabela duruyordu, arkasında ise başka bir tabela vardı ve başka bir şey yazıyordu: ”Kaybedeni Olmayan Oyun” İşte benim çocukluğumdan kalma en güzel hikâye. Hem bizi anlatan, hem içimizdeki dostluğu, kardeşliği, sevgiyi anlatan en güzel hikâye. Ne mutlu bize ki hep kaybedeni olmayan oyunlar oynamışız. Oynadığımız oyunlar sayesinde sevmenin, sevilmenin, paylaşmanın farkına varmışız. Arkadaşlarımla hâlâ görüşüyorum. Onlarla bir araya geldiğimizde çocukluğumuzu, sokağımızı, oyunlarımızı konuşuyoruz. KAFDAĞI Ş İ İ R SANA HÜLYA AKAY TAMKAN Türkçe Öğretmeni Mimar Sinan O. O. “ Bir kervan gibi taşır bana Yaktığın hoyrat türküleri. Seninle iki ayrı şehiriz, Bizi birleştiren nehir... 40 KAFDAĞI Sabah uyandığımda, Güneşli gözlerin, Işıltılı gündüzleri taşıyor yüreğime... Öpücüklerin, Çiğ tutmuş yapraklar gibi Serinletiyor alnımı. Seninle iki ayrı şehiriz, Bizi birleştiren nehir... Balıklar geçer o yandan bu yana, Dalgalar, o kambur develer, Bir kervan gibi taşır bana Yaktığın hoyrat türküleri. Seninle iki ayrı şehiriz, Bizi birleştiren nehir... İçinde mesaj yazan şişeleri Bulduğumda, Balıkçı dedelerin dizlerinde, Öykü dinlerdi çocuklar. Midye kabukları şatosunda da Haykırdım ben bunları... Seninle iki ayrı şehiriz, Bizi birleştiren güzelim, neftî bir nehir... 41 KAFDAĞI H İ K  42 Y E KAFDAĞI BİRKAÇ SANİYE “ “Kızı mı okutcan yani tövbe tövbe hiç olur şey mi?” diye söyleniyordu dedem. “Hadi oğlanları okutcam dedin, bi şiycik de demedik, onlara da gerek yok ya neyse. Sen okumadın da noldu sanki? Aç mısın açık mısın? Kız kısmısının okuması da neemiş? Hem dört oğlana kim bakcak, anasına kim yardım etcek? He, de hele…” Oğlanlar okula gitti mi sorun yoktu ama söz konusu kızlar olunca aşılması gereken dağlar kadar büyük ön yargıları vardı insanların. Dedemin derdi bizim şehre taşınmamız mıydı yoksa benim ilkokuldan sonra okumaya devam etmem miydi? Bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da “Kim ne der?” sorusuna daha sık muhatap olan küçük yerlerin insanı için, kendi doğrularından daha önemli bir kıstasın varlığıydı: Başkalarının doğruları. FAHRİYE OKYAY Edebiyat Öğretmeni Kaya Bayazıtoğlu A. L. 43 KAFDAĞI önde geleninden daha fazla bir idrake, ferasete ve ileri görüşe sahip, maddi imkânları değil ufku geniş bir babam olmasaydı, bugün bu cümleleri kuracak ne bir kelimem ne de düşüncem olurdu. asanın altından görünen Müdürün ayakkabılarını fark etmeseydim, kapıda geçirdiğim ve içine on altı yıllık ömrümü sığdırdığım mütereddit birkaç saniye sonunda aklımdan geçeni yapsaydım hayatım boyunca bu sadece benim hikâyem değil aynı zamanda Müdürün de hikâyesi olacaktı. Bu birkaç saniye kara delik gibi yıllarımı içine almış ve zaman mevhumu ortadan kalkmıştı. M Hatıralar kesik kesik de olsa, bir araya geldiklerinde hepsi ana hikâyenin mütemmim cüzü niteliğinde… “Kızı mı okutcan yani tövbe tövbe hiç olur şey mi?” diye söyleniyordu dedem. “Hadi oğlanları okutcam dedin, bi şiycik de demedik, onlara da gerek yok ya neyse. Sen Yıllarca zihnimin en ücra köşelerine kök okumadın da noldu sanki? Aç mısın açık salarak gizlenmiş, şu an gülümseyerek ha- mısın? Kız kısmısının okuması da netırladığım bu hikaye, yarım yüzyıl sonra bu emiş? Hem dört oğlana kim bakcak, anasatırlarla gün yüzüne çıkıyor. Oysa o gün sına kim yardım etcek? He, de hele…” Oğbu olayı aynı soğukkanlılıkla karşılayama- lanlar okula gitti mi sorun yoktu ama söz mış birkaç saniye sonunda kendime gel- konusu kızlar olunca aşılması gereken diğimde sırtımın terden sırılsıklam oldu- dağlar kadar büyük ön yargıları vardı inğunu fark etmiştim. sanların. Dedemin derdi bizim şehre taşınmamız mıydı yoksa benim ilkokuldan Altmışlara gelindiğinde, birçok gelişmiş ülke kırklı ve ellili yılların yıkıcılığını üstle- sonra okumaya devam etmem miydi? Birinden atmış olmasına rağmen biz henüz lemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bu girdaptan kurtulamamıştık. Yokluk - “Kim ne der?” sorusuna daha sık muhayoksulluk ülkenin her yerinde olanca acı- tap olan küçük yerlerin insanı için, kendi masızlığıyla devam ediyordu. Bizleri yok- doğrularından daha önemli bir kıstasın sul kılan sadece maddi yokluklar değildi el- varlığıydı: Başkalarının doğruları. bette düşünce ve inanç dünyamız da bu “Bi gidem de hele, kızı mektebe gönderi yokluklardan nasibini almıştı. İşte tüm bu miyiz göndermez miyiz, yeniden düşünüyokluklar içinde büyüyen bir kız çocuğuy- rüz; ama Alaattin okumalı, ben okuyamadum ben. Kendisi demiryollarında işçi ol- dım o okumalı. Şeherde ortaokul var, öğmasına rağmen zihnen o günün pek çok 44 KAFDAĞI Bu konuşmaların yapıldığı yazın sonunda biz beş kardeş, amcam, annem, babam toplam sekiz nüfuslu bir aile şehre taşındık. O yılların her karesi aklımdandır. Babam şehre gelince kimsenin sözüne kulak asmamış, amcamla beraber beni de ortaokula yazdırmıştı. Ortaokuldan sonra girdiğimiz sınavı kazanarak öğretmen okuluna devam ettik. Zor şartlarda okuduk, fakirdik. Yokluk, yoksulluk sadece bizde değildi. Hemen herkes yoksuldu. Harmanlar kalkar, hasatlar yapılır paralar kazanılır ve Eylül ayında kurulan panayırdan ihtiyaçlar yıllık olarak karşılanırdı. Okullar açılmadan önce ayakkabılarımız panayırdan alınırdı. Okul ayakkabım bir çift kösele ayakkabıydı, yaz da kış da onu giyerdim. Okul dışında tabanı kösele deri ayakkabılarımızı giymezdik, günlük ayakkabılarımız “Pehlivan” marka kara lastiklerdi. Taş toprak, mahalle aralarındaki yollarda kışın çamurunda yürüyebilmek imkânsızdı. Altı taşlardan dolayı deliniveren ayakkabılarım, yağmurlu günlerde. Öğretmen okulunda yatılı kalan arkadaşlarımdan Aysel ayaklarımın ıslandığı günlerde kendi çoraplarından verirdi. Ben de ıslak çoraplarımı çıkarır, lavaboda yıkar, sınıftaki sobanın yanında kurutur, eve dönerken yeniden giyerdim. retmen okulu var. Biz gitmesek çocuğu kimin yanına gönderisin? Her gün ta mektepten bura gelemez, burdan mektebe gidemez. Hem oğlanların da okul zamanları geliyo…” demişti babam dedemin “He, de hele…” sorusuna karşılık. Alaattin en küçük amcamdı ve dedem de amcamın okumasını istiyordu ama kız çocuklarının okuması toplumda henüz iyi karşılanmıyordu. Beş altı kişilik köy okulumuzda tüm sınıflar bir arada okurduk ve biz amcam Alaattin ile aynı sınıfa gidiyorduk. Babam demir yollarında işçi olduğundan evimizde mal yapılmaz yani hayvan bakılmazdı. Kendi etimizi sütümüzü karşılayacak kadar köyde yaşayan herkesin yapabileceği bir iki inek, koyun, tavuk dışında hayvancılıkla uğraşmazdık. Şehre gidişimize bu anlamda bir engel yoktu. Bir gün öğretmenimiz eve bizi ziyarete gelmiş ve babamla epey konuşmuşlardı. Onlar konuşurken duymuştum. “Bu kızı okut Sadi Efendi” diyordu öğretmenim. “ Kız, kafalı. Seni utandırmaz. Köyde yok olup gitmesin, kurtarsın kendini.” Sırtı bana dönük olduğu ve alçak sesle konuştuğu için babamın ne söylediğini duyamamıştım. Dedemle konuşmalarından anladım ki öğretmenimin söyledikleri babamın aklına yatmıştı ya da öğretmenim vermeyi düşündüğü kararda babamı cesaretlendirmişti. Giysilerimiz de farklı değildi. Gizlencelik dediğimiz bayramdan bayrama alınan el- 45 KAFDAĞI tanıdıklarımızın çocuklarına evin bir odasını pansiyon gibi kiralardı babam. O çocukların da yükü annemin üzerindeydi. Her gün yemek, temizlik yapılır, su taşınır ve çocuklara bakılırdı. Annemin tek yardımcısı ben olduğumdan okuldan geldikten sonra ders çalışmaya hiç vakit bulamazdım. Sabahları namaza kalkan babamın tıkırtılarıyla uyanır, okula gidene kadar çalışabilirdim derslerime. biselerimiz dışında günlük bir veya iki kıyafetimiz olurdu. Anacığımın eli çamaşırdan çıkmazdı. Evlerde çeşme bile yoktu. Suyu, elimizde iki kova ya da ibrik mahalle çeşmesinden taşırdık. Şimdiki gibi kiri pisi çıkaran deterjanları, çamaşır makinelerini de bilmiyorduk. Küllü sularla arıtılırdı çamaşırlar. Elleri hep çatlak olurdu anamın. Nasıl olmasın ki? Yemekti, çamaşırdı derken, o eller hiçbir gün boş durmamıştı. On yedi yaşımı doldurmadan öğretmen olarak atamam yapılmış, bulunduğumuz ilçeye yakın başka bir ilçeye tayinim çıkmıştı. Benimle birlikte aynı gün farklı köylere atanan üç dört arkadaşla birlikte ilçede yarım gün kadar süren bir toplantıya aldılar bizi. Hepimizi gideceğimiz köyler, yapmamız gereken iş ve işlemler konusunda bilgilendirdiler. Bu toplantılar her ay bir defa yapılıyordu. Maaş gününe denk getirilen bu toplantılara her okuldan bir öğretmen katılır, okulların işleyişi, problemleri konuşulur, bizlere ulaştırılması gereken konularda bilgilendirilirdik. Biz henüz ilk toplantımızı yapmıştık. Memurdan evraklarımızı almış ve imzalatmak üzere Milli Eğitim Müdürü'nün odasına gelmiştik. En önde ben vardım, kapıyı çaldım ve kısa bir beklemeden sonra açtım. Müdür masasında oturuyordu. “Buyrun” dedi bize. Üstümüz başımız neyse evlerimizin düzeni de oydu. Akşamları yere serilip sabahları toplanıp yüklüğe dizilen döşek, yorgan ve yastıklar, saman kırlentler, tahtadan el yapımı divanlar, halı niyetine hasırlar... Halı nedir bilmezdik. Evlerimizde hasırlar seriliydi. Mısır koçanlarından yapılan hasırlar. Pek çok yerde hasırlar sazdan yapılır; fakat bizim yaşadığımız bölge dağlık olduğu için saz pek bilinmezdi. Mısırlar toplandıktan sonra, koçanlarındaki yapraklar tek tek iplik gibi eğrilir ve hasırlarımız bundan örülürdü. Biraz daha hali vakti yerinde olanlar hasırlarının üzerlerine kilim atarlardı. Kap kacak desen ona keza. Çelik henüz yoktu, en lüks mutfak eşyalarımız alüminyum tencere, tabak, kaşık ve çatallardı. Bir maaşla geçinmek mümkün olmadığından köyümüzden şehre okumaya gelen İşte ne olduysa o anda oldu. Odaya gire- 46 KAFDAĞI ceğim ama yerde tertemiz bir halı serili. Ben o güne kadar böyle bir halı görmemişim. Üzerine basacak mıyız, basmayacak mıyız? “Acaba içeri nasıl girmem gerekiyor?” diye bir an tereddüde düştüm. Ayakkabıyla girsem halı, tozlu ayakkabılarımdan daha temiz görünüyordu; ayakkabılarımı çıkarıp girsem o da pek mantıklı gelmedi. Kapıda duraksadığım birkaç saniye kara delik gibi yıllarımı içine almış ve zaman mevhumu ortadan kalkmıştı. Masanın altından görünen Müdürün ayakkabılarını fark etmeseydim, kapıda geçirdiğim ve içine on altı yıllık ömrümü sığdırdığım mütereddit birkaç saniye sonunda aklımdan geçeni yapsaydım hayatım boyunca bu sadece benim hikâyem değil aynı zamanda Müdürün de hikâyesi olacaktı. Kapısında ayakkabılarını çıkararak içeri giren bir öğretmen… Hayatı boyunca beni unutmaz, trajik bir anekdot olarak kim bilir kaç kez anlatırdı. Peki, ben niye anlattım? Çünkü bu başkasının değil benim hikâyem. Hem adı üstünde bir hikâye… Kurgu gerçeklikle, gerçeklik de yaşanmışlıkla ölçülemez değil mi? 47 KAFDAĞI D E N E 48 M E KAFDAĞI İNSAN OLMAK Ben kimim, neyim, nasılım? Sabırlı mıyım, dürüst müyüm, kırıcı mıyım, tembel miyim, düşünceli bir insan mıyım yoksa bana verilen komutların her birine itaat eden bir robot muyum? Evet, bunların hepsi bende olabilir. Çünkü emin olduğum bir şey varsa ben bir insanım! Birçok kusurum olabilir. Çünkü ben yalan söylemeden, zor durumda kalmadan dürüstlüğün ne olduğunu anlayamaDürüstüm diyeceğim, kandırmacaların, hi- yacağım tıpkı cahilliğin pençesini ensemlelerin içinde bulacaksın beni. Özgürüm di- de hissetmeden bilgeliğin, öğrenmenin yeceğim, belki tutsaklıklarımda yakalaya- önemini anlayamayacağım gibi. İradeli olcaksın beni. Sabırlıyım diyeceğim, belki öf- mayı, sahip olduklarımın tükenmesinden keme hâkim olamayıp kalbini kırdığım kişi sonra öğrendim mesela. Çünkü hata yapsen olacaksın. İrade sahibiyim diyeceğim madan doğruları bilemem. Ama insanı, belki, iradesiz kullandığım kabloların esiri diğer canlılardan ayıran önemli bir özelliği iken göreceksin beni. Gururluyum, iffetli- yani düşünme yetisini kullanarak bu hayim desem aşağılık olaylarda göreceksin taları onarabilirim. Daha da önemlisi uyabeni. Duygularım var diyeceğim, sert, taş rabilirim, kendimi de başkalarını da. kesilmiş, ifadesiz çehrelerime bakacaksın Çünkü ben insanım ve insan olmak tüm benim. Bilgeyim diyeceğim, cahillikleri- bunları gerektirir. min esiriyken yakalayacaksın beni. Kusursuzum diyeceğim, hatalarımla boğuşurken izleyeceksin belki beni. ARİFE BÜŞRA ÖZTÜRK Özel Kardelen Ortaokulu, 7/A 49 KAFDAĞI Ş İ İ R BEN ÖĞRETMENİM BURCU ÇOBAN BTR Öğretmeni M. Rüştü Uzel M. T. A. L. “ Ben öğretmenim, Her öğrencim bir umut tohumudur, Ülkemin geleceğine ektiğim. İyi bir anne, şefkatli bir baba, vefalı bir dost, Yardımsever bir vatandaştır benim her öğrencim 50 KAFDAĞI Nasıl can verirse güneş, havaya, suya, toprağa Nasıl can verirse kışın ayazında donmuş doğaya. Ben de öyle can veririm topluma. Ben öğretmenim, Sırtımdaki yük ağır... Yeni nesli, Cumhuriyet'in özverili öğretmen ve eğitimcilerini yetiştireceğim Ve yeni nesil benim eserim. Ben öğretmenim, Eğitmenim, rehberim... Heyecanlıyım ben, idealistim, meraklıyım, Sevgi doluyum, özveriliyim ve sabırlıyım, Ben öğretmenim, Her öğrencim bir umut tohumudur, Ülkemin geleceğine ektiğim. İyi bir anne, şefkatli bir baba, vefalı bir dost, Yardımsever bir vatandaştır benim her öğrencim Ben öğretmenim, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi huzurunda Saygı ile eğiliyorum. Öğretmen olmaktan gurur duyuyorum. Günümüz mutlu yarından umutlu olsun. 51 KAFDAĞI D E N E YALNIZLIK AHMET MARUF TERZİ Özel Kardelen Ortaokulu, 6/A 52 M E KAFDAĞI Yalnızlık genelde kötü bir durum gibi algılanır. Bazen insan kendini öyle yalnız hisseder ki dünyada bir tek kendisi yaşıyormuş gibidir. Aslında insanın yalnız olması değil yalnız olduğunu zannetmesi kötüdür. Çünkü Allah-u Teâlâ bize şah damarımızdan daha yakındır. İnsan kalabalığın içinde meşguliyete dalıp hayat amacını unutur. Ancak yalnız olduğunda içine dolan huzur sayesinde Allah'ı bulur. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de Hira Dağı'nda mağaraya gidip orada yalnız kalıp ibadet etmiş, peygamberlik de aynı yerde verilmiştir. Yalnızlık bazen huzur da verebilir. Mesela bir sonbahar sabahı şafak sökerken ağaçlar yapraklarını döküyor Üstelik istemediğin şeyleri yapmaktan veya sana zarar verecek kötü insanlarla beraber olmaktansa yalnız olmak daha iyidir. siz de güneşin doğuşunu izlerken yaprakların arasında yürüyorsunuz. Ne kadar da huzur verici değil mi? Yalnızlık bazen huzur da verebilir. Mesela bir sonbahar sabahı şafak sökerken ağaçlar yapraklarını döküyor siz de güneşin doğuşunu izlerken yaprakların arasında yürüyorsunuz. Ne kadar da huzur verici değil mi? İşte yalnızlığın ne olduğunu bilenler yalnızlıkla mutluluğa da erebilirler. Aslında insan yalnızlıktan kaçmamalı. Çünkü insan dünyaya yalnız gelmiştir ve yine yalnız gidecektir. 53 KAFDAĞI Ş İ İ R ÖZGÜRLÜK YOLUNDA Alİ CAN KELEŞ Özel Samanyolu Anadolu Lisesi, 10/A Cumhuriyet Bayramı Şiir Yarışması İlçe 1.si “ Kan ağlıyordu Anadolu, bir tarafta savaş, bir tarafta kıtlık. Katlediliyordu milletim, bir parça ekmeğe muhtaç kalmıştık. 54 KAFDAĞI Kan ağlıyordu Anadolu, bir tarafta savaş, bir tarafta kıtlık. Katlediliyordu milletim, bir parça ekmeğe muhtaç kalmıştık. Oysa bir zamanlar biz değil miydik cihana hükmeden, Yetimleri doyurup onlara sevgi bahşeden? Ne oluyor ey Anadolu, nedir bu halin? Ne işi var köyümde bu zalimlerin? Karşı konulmaz Türk'ün özgürlük sevdasına Zincir vuramaz kimse Türk'ün bağımsızlığına Çarpmıştım, asla el değdirtmedim bayrağıma Bu, gül yüzlü anamın vasiyetidir bana Kan ve gözyaşı son bulacak huzur doğacaktı Bu topraklar yeniden barışa doyacaktı. Mustafa Kemal yaptı beklenen hamleyi Ve milletimiz izzetle yaşamayı hak etti Demek Türk'ü hiç tanımamıştılar Sonunda kaçmak zorunda kaldılar Artık biz seçiyorduk ülkeyi yönetenleri Bitmişti zulmün ve zalimlerin devri Zira yeni bir şey duymuştuk, “Cumhuriyet” Bununla geldi ülkemize eşitlik ve adalet. 55 PENCEREMDEN ATATÜRK FERHAT BABACAN Halide Edip M. T. A. L. 10 Kasım Atatürk’ü Anma Haftası Kompozisyon 1.si Onun düşüncelerini hayatımıza ilmek ilmek işlemek, aydınlık bir gelecek demektir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır, diyor Ulu Önder. Ben on yedi yaşında bir gencim. Onu kitaplardan okudum, tanıdım, öğrendim. 56 KAFDAĞI P O R T Atütürk'ü anlat dediklerinde bana, durup düşünüyorum, nasıl anlatılır ki o yüce insan? Onun sevgisi nasıl tarif edilebilir? İstiyorum ki bana bir ayna verseler tam göğsümün üstüne yerleştirsem, görseler onu, onun bendeki rengini, sesini, kokusunu… Atatürk'ü anlamak demek kuru bir laf değil. Onun düşüncelerini hayatımıza ilmek ilmek işlemek, aydınlık bir gelecek demektir. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır, diyor Ulu Önder. Ben on yedi yaşında bir gencim. Onu kitaplardan okudum, tanıdım, öğrendim. Her şiiri, her yazıyı okuduğumda her resme baktığımda ister istemez yüzümde bir tebessüm oluşuyor. O gözlerdeki ışığı görüyorum, o inancı hissedebiliyorum. Onların dünyalarına adım atabilmek, onlar gibi düşünebilmek isterdim. Kıskanmamak elde değil… O nasıl bir inanç, nasıl bir cesaret? Vatan denildiğinde hızla çarpan kalpler, bu ülke için nice kanlar dökmüş, nice canlar yanmış; yine de akıllarda tek bir düşünce “Ya İstiklal Ya Ölüm!” Kadın, erkek, yaşlı, genç demeden birlikte çıkmışlar o karanlık sisli dünyadan. İmrenilecek bir hikâye. Türklüğün öyküsü, dillere destan bir lider! 57 R E Onunla tanıştığımda çok küçüktüm. Atatürk ülkeyi kurtarmış diye öğretirlerdi. Anlıyorum ki Atatürk yeni bir çağ başlatmış. Türklüğün dünyasında ve azimle, kararlılıkla, başı dimdik ilerlemiş o dikenli yolda, korkusuzca… İşte bu nedenle Atatürk benim için umut demek, özgürlük demek. O kadar şanslı bir milletiz ki her karamsarlığa düştüğümüzde onların arkasına sığınabiliyoruz, çünkü biliyoruz ki imkânsız diye bir şeyin olmadığı bir kez kanıtlanmış, tekrarı kimi korkutur? Atatürk ilminin, ışığın, bilginin ismi benim dünyamda. O benim öğretmenim, aydınlığım çağdaşlığım. O benim Cumhuriyetim! Atatürk “Öğretmenler bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.” demiştir ve işte tam da bunu yapmıştır hayatı boyunca. Milletimize, ülkemize, aklımıza ışık tutmuş önümüzü aydınlatmış bir kandil misali… Hani derdik ya küçükken, Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor! Her daim orada kalacak. Sana sesleniyorum Atam, gururla! Senin gençlerin, seninle doğduk senin düşüncelerini, ilkelerini soluyarak filizlendik ve seninle, senin ülkende öleceğiz! Hani derdik ya küçükken; Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor! Her daim orada kalacak. KAFDAĞI D E N E M E KUTLU İNSAN VE BANA HATIRLATTIKLARI BEYZA GİZEM YILDIRIM Tevk İleri A. İ. H. L. A-11/E Geçiş dönemi ürünlerinden Kutadgu Bilig hakkında bir makale üzerinde çalışıyordum. Saat gece yarısını geçmişti. Gözkapaklarım ağırlaşmıştı. Ama içtiğim kahveler yüzünden uyuyamıyordum. Zaten makaleyi de tamamlayamamıştım. Kutadgu Bilig’deki karakterlerin temsil ettiği adalet, mutluluk, akıl ve ölüm kavramlarının seçilmesinin bir nedeni vardı ama ben tüm çalışmalarıma, araştırmalarıma rağmen çözemiyordum. Kitaplığımdaki raftan sonuncu kitabı çekip aldım. Bestesiz güftesiz bir şarkı dönüyordu zihnimde. Kitabın kırmızı kapağının üzerinde kabartmalı gülleri vardı. Büyük puntolu harflerle Hz. Muhammed yazıyordu. Daha önce okuduğumu hatırlamadığım bu kitabı baştan sona bitiremeyeceğimi düşünerek rastgele bir yerden okumaya başladım. Bir gün Medineli Yahudilerden biri sinsi bir emel için peygamberimizin yanına gelir. Mekân kalabalıktır ve elinde bir parça ekmek vardır. Peygamberimize sorar “Bu benim rızkım mıdır ya Muhammed?” Amacı Efendimizi küçük düşürmektir. Hz. Peygamber rızkın dese ekmeği atacak, rızkın değil dese yiyecektir. Bütün topluluk bil- 58 hassa Müslümanlar gözünü kırpmadan izlemektedir. Hz. Muhammed tereddütsüz cevaplar: “Yersen rızkındır.” Bu çok zekice bir cevaptı ve aklın karşılığıydı. Sayfaları çevirdim. Kâbe hakemliği anlatılıyordu. Bu olayı biliyordum. Kâbe’nin inşası sırasında tüm kabile başkanlarının Hacer-ül Esved taşını yerine koymak istemesi aralarında tartışmalara neden olur. Mekkeliler tarafın- dan hakem tayin edilen peygamberimiz ridasını çıkarıp taşı üzerine yerleştirir ve her kabile başkanı hırkanın bir ucundan tutar. Böylece sorun çözülmüş olur. Evet, bu olay da adaleti temsil ediyordu. Zihnimde dönen şarkı ritmini arttırmıştı. Şühhesiz diğer iki kavram da efendimizin hayatında saklıydı. Peygamberimizin en mutlu olduğu an Rabbine en yakın olduğu andı ve efendimiz Allah’a en çok Miraç’ta yakındı. Öyle ki Cebrail’in bile geçerse yanacağı maneviyata çıkmış Allah’la perdesiz görüşmüştü. Fakat Miraç hadisesini yalnızca Peygamberimiz yaşadı. Çünkü O kulluğun da ötesinde kulların en hayırlısıydı. O zaman bizim de mutluluğumuz Allah’a en yakın olduğumuz secde vaktinde saklıydı. Mutluluk damla olup okyanustan geldiğini ve yine okyanusa döneceğini unutmamaktı. Tüm bunları O sevgilinin hayatından tutup çıkarıyordum amma dört kavramdan bir tanesi kalmıştı ki zaman onu nasıl yazdı bilmiyordum. Ölümü görüp bildiği halde gamsız kedersiz yaşayana şaşarım demişti. Peygamberimiz aynı zamanda firkat, yok oluş ya da yitirilen bir hayat olmadığını vefatıyla göstermnişti. Yine de O’ndan sonra okuyamamıştı ezanları Bilal. Ölüm ki ölümsüzlüğe açılan kapı, ölüm ki makalemin eksik son kavramıydı. Buğulu camın ardından izlediğim sabahın sisi, vicdanımda karşılık bulduğum düşüncelerin ta kendisiydi. Sağımda solumda değil bendeydi. Dışımda değil içimdeydi. Akıl beynimde, mutluluk kalbimde, adalet vicdanım- 59 da, ölüm damarlarımdaydı. Beni yoktan var eden Allah âlemin özünü, mahlûkatların en şereflisi insanı yaratan Allah, belki de beni böyle adapte etmişti dünyaya. Güle renk, bülbüle ahenk, kertenkeleye hızlı hareket edebilme yetisi, kuşa kanat verdiyse ve tüm bu canlıların düşmanlarına karşı gelişmiş savunma mekanizmaları varsa benim de nefsime karşı irademin tezahürü aklım, bir gün tadacağım ölümüm, hesap günü adalet terazisine güvenim ve nefsime dahi zulmetmeyeceğim kadar mutluluğum var. Allah imtihan ettiği gibi kitabı kalemi de elime vermiş. Ben ki hâlâ isyan etmede, ben ki hâlâ şükürden çok uzakta… Adını adının yanına yazdığı sevgiliyi örnek kılmış da bana, gözümdeki perdeleri sıyırmaktan aciz kalmışım. Yıllarca Allah’ın evim dediği kalbime bakamamış adaleti, mutluluğu, ölümü, aklı daşırda aramış, pınarda olduğumu fark edemeden susamışım. “Kutlu olma bilgisi” okuyanın her iki dünyada da mutlu olacağı vaat edilmiş. Bu makaleyi yazmamın sebebi de hep bu mutluluk arayışından değil miydi sanki. Mutluluk Kutadgu Bilig’de sembolize edilmiş dört unsurdaydı ve bu dört unsur Peygamberimizde tecelli bulmuştu. Zaten onu anlamaya çalışmamızın nedeni örnek almak sonra da dönüp kendimize, içimizdeki cevheri O’nun hayatı ışığında görmekti. O cevher insanda en büyük düşmanı nefsine karşı kalkanı olan akıl, mutluluk, ölüm ve adaletti. Makalemi bitirmiş hayatıma da yeni bir bakış açısı getirmiştim. KAFDAĞI D E N E 60 M E KAFDAĞI MUTLULUK Hani bir deniz vardır bazen dalgaların adeta masmavi bir elbise giyerek coşkuyla, sevinçle dans ettiği bir deniz. Tatlı bir telâşe içindedir ya martılar, kıyıdan bir çocuğun hayaller kurarak attığı susamlı simit parçasını ilk önce kapma derdinde. Ya da yüreğiniz kıpır kıpırsa mesela, serbest bıraktığınızda renkleriyle gökyüzünü de kendi havasına bürüyen uçan balonlar. Vardır seyretmeye doyamayacağınız bu güzel anlar, manzaralar sizin düşlerinizde. Vardır çünkü onların görevi size hissettirmektir. Vardır çünkü sizin; sabahın tazeliğinde yağan yağmurdan kalma su birikintisinden su içen bir serçeyi gördüğünüzde, uyandığınızda her sabah kahvaltıda bir kuru ekmek bir zeytin bile olsa hissettirmektir size mutluluğu... Güzeldir mutlu olmak, her aynaya baktığınızda yüzünüzdeki gülümsemenin içinizde, bazen yıllarca beklemenize rağmen sizde hala tükenmeyen bir umut olduğunu hatırlamanızı, bazen aslında fazlasıyla zayıf olduğunuzda bile içinizdeki gücü sanki hiç bitmeyecekmiş gibi hissetmenizi, bazen uçmak istediğinizde sadece bu amaç için yaşamanızı sağlar. Sağlar çünkü mutlusunuzdur. Sağlar çünkü güzel şeydir mutlu olmak. FERDA DOĞRU Mustafa Azmi Doğan Anadolu Lisesi, 9/C 61 KAFDAĞI Ş İ İ R FARKEDİLMEYİ BEKLEDİM İLHAN BORAN ÖZIŞIK Mimar Sinan Ortaokulu, 6/L 62 Fethiye'ye gittin Hani sen yüzmeyi seversin ya Denize girdin Ölü Deniz'de büyük bir dalga oldum sen beni görmedin… Kızkalesi'ne gittin Plajı geçip denize girecektin Bu da demek oluyor ki kumlarda yürüyecektin. Kum oldum senin için Üzerimden geçerken ayağın yandı acı hissettin Canını yakmak istememiştim Özür dilerim… Şehre indin gece Yanan tek sokak lambası bendim Işığımı farketmedin… 63 KAFDAĞI D E N E M E BAŞAKLAR GİBİ BÜYÜMEK ELİF KÜBRA ÖZDİL Mehmet Akif Ersoy M. T. A. L.-12/A 64 KAFDAĞI Hepimiz kalın birer halat gibiyiz ve amacımız öğrendiklerimizle incelmek, bir iğne deliğinden geçebilecek kadar incelmek. Bunun için çaba sarf ediyoruz. Zamanla incelmeye çalışıyoruz. Ne zaman ki geçeceğiz o iğne deliğinden, işte o vakit olgun bir insan olacağız. Zaman göz açıp kapayıncaya dek geçiyor ve bizler değişiyoruz. Kimimiz ideallerin, kimimiz hayallerin, hep bir şeylerin peşinde koşuyoruz. Her zaman daha fazlasını istiyoruz. Gitgide bencil ve hırslı bir insana dönüşüyoruz. Gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır eden kibir yapışıyor üzerimize. Artık nasıl davrandığımızın ve düşündüğümüzün farkına varamıyoruz. Bizi olgunlaştıransa başarıya ulaşıp yeni şeyler öğrenmek. Öğrendikçe yavaş yavaş pişmeye başlıyoruz. Olgunlaşırken başaklar gibi büyümek gerekiyor... Nasıl ki başak doldukça başını öne eğiyorsa bizler de doldukça tevazua ermeliyiz. Bazılarımız hayatın getirdiği acımasızlıkla yoğrulmuştur. Karakterinin ismi bile kibir olmuştur. Bazılarımız da kalbindeki iyiliği yitirmemiştir. Özünü korumayı başarabilmiştir. Bu öz iyiliktir. Herkesin hatta kalplerinde var olan iyilik duygusunu unutmuş taş kalpli insanların özü bile budur. Peki ya bu benlik neden kalpte saklanmayı tercih etmiştir? Saklanmasına neden olan ha- 65 yatın ona gösterdiği acımasızlıklar ve acılardır. İyiliğini unutarak üzülmeyi de mi unutmaya çalışır? Fakat hiçbir insan bu şekilde mutlu olmayı başaramaz. Acılar, yanlışlar bizi biz yapar. Doğruyu bulmamızda yardımcıdırlar. Yanlışlarımızı doğruya çevirebilmek elimizde. Ama bu ne kadar yanlış yaparsak o kadar doğru bulacağız anlamına gelmez. Hataları doğru okumak gerekir, ders çıkarmak gerekir. Kimse kusursuz değildir elbet. Olduğunu söyleyen hata eder. Önemli olan kusurlarımızı bile değerlendirebilmektir. Hayatta ölene dek öğreneceğimiz çok şey var. Yapmamız gereken sabredip sonuna kadar çabalayıp tevekkül etmektir; bir de asla bu iyi niyetimizi her zaman koruyabilmek. Hepimiz kalın birer halat gibiyiz ve amacımız öğrendiklerimizle incelmek, bir iğne deliğinden geçebilecek kadar incelmek. Bunun için çaba sarf ediyoruz. Zamanla incelmeye çalışıyoruz. Ne zaman ki geçeceğiz o iğne deliğinden, işte o vakit olgun bir insan olacağız. KAFDAĞI D E N E M E BİR MİLLETİN VAROLUŞU YETER SENA YILDIZ Yahya Kemal Beyatlı Anadolu Lisesi, 10/F Cumhuriyet Bayramı Kompozisyon 1.si. Takvim yaprakları 9 Ocak 1916 tarihini gösteriyordu. Türk ordusu üç yüz yirmi gün süren savunma savaşında iki yüz elli üç bin şehit vermişti. O şehitlerin kanlarıyla aklımızda kalıplaşmış olan kavramın doğuşuna bir adım daha yaklaşılmıştı. Oturduğumuz okul sıralarında öğrettikleri gibi kazınmıştı beleğimize. Ama eksikti. Aslında ne kadar farklıydı cumhuriyet. İstiklâl Marşı'ydı cumhuriyet. Özgürlüğümü hür benliğimde haykırdığım, ruhumun ıslanmış kefenindeki yaşam tarzıydı. Anamdı, babamdı, sevdiğimdi, çocukluğumdu, geçmişim ve geleceğimdi… Var oluşunun yegâne gayesiydi cumhuriyet… Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu işgal edilmişti. Cennet vatanım Anadolu taşıyla, toprağıyla kan ağlıyordu. Anadolu insanında bir sessizlik, bir durgunluk vardı. Herkes kurtuluşa giden yolu kendi kafasıyla bulmaya çalışıyordu. Ellerinde hiçbir şey yoktu. Ne top, ne 66 tüfek, ne de düzenli bir ordu… Yaralar derin, şartlar ağırdı. Yapılacak hiçbir şey yok gibiydi. Anadolu insanı çaresizlik içindeydi. Ancak umudunu yitirmemişti. Yiğit bir önder bekliyordu. Beklediği de oldu. 19 Mayıs 1919'da, Çanakkale'de ün salmış olan Mustafa Kemal belirdi. KAFDAĞI Dedelerimin ve ninelerimin gönlünde tekrar umut filizleri yeşermişti. Silahları kazma ve kürekti. Ama asıl silahları vatan için çarpan yürekleriydi. Bu yürek öyle ki düşman eri Anadolu insanının gözlerine bakınca korkudan titriyordu. Ulusumuzun bu dayanışması, bu inanmışlığı, bu kararlılığı ve şahlanışı karşısında düşmanın kaçmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Nitekim de öyle oldu. Gül yapraklarıyla bezenmiş bir yolda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde kuruldu cumhuriyet. yetini, hiç durma. Oturduğun sıradan başla işe. Kullandığın tebeşirden, yürüdüğün yoldan, baktığın, gördüğün, duyduğun her şeyden… Bilmediklerini araştır ve duyur, duyurabildiğin herkese. Vicdanını ve aklını aynı terazide iyi kullanmayı bil bu yolda. Çekebildiğin kadar yükseklere çek al bayrağı, tutabildiğin kadar yüksek tut İstiklâl Marşı'nı okurken sesini. Beyaz kefeni giyinceye kadar canını bu uğurda verebilecek cesareti göster, dik dur, sağlam adımlar at. İşte cumhuriyeti böyle koruyabilirsin, boş boş cumhuriyetçiyim diye bağırarak değil. Şimdi şöyle bir dur ve düşün. Ne acılar ve ne çileler çekilmiş bu uğurda. Biraz da özgür olabilmek için, düşündüklerimizi kısık sesle söylememek için ne savaşlar verilmiş Anadolu'nun dört bir yanında. Dedeni askere yollarken tek bir gözyaşı dahi dökmeyen kahraman annesini düşün. 1315 yaşlarında bıyığı daha yeni terleyen, lakin cennet vatanı için canını ortaya koyan o akranlarını düşün. Ve onu düşünerek bak önüne, sağlam bak, tam önüne. Kimsenin ne dediği seni ilgilendirmesin. Kulaklarını kapat bağnaz düşüncelere ve senin yolunda gördüğünün tut elinden. Ama sakın unutma yaşanmışları. Geçmişini, tarihini… Bu yola oradan geldiğini. Hep duyduğumuz ama idrak edemediğimiz bir söz güzel tamamlar bunu: “Bize bu cumhuriyet dedelerimizden miras kalmadı. Biz onu torunlarımızdan ödünç aldık. “gerçekten de böyle olmalı düşüncelerimiz. Öyle bir korumalıyız ki sanki en yakın arkadaşımızın emaneti gibi dedelerimizin yıllar önce bu vatanı koruduğu gibi. Atatürk “Cumhuriyet, ahlak üstünlüğüne dayanan bir ülküdür; Cumhuriyet erdemdir” demiştir. Yapabildiğinin en iyisini yap şimdi. Unutma erdemlilerin rejimi senin avuçlarının içinde. Bu rejimi bulan hayat ömrü boyunca hür yaşar, özgür olur. Kolay kazanılmayan bir cumhuriyetin çocuklarıyız. Korumak istiyorsan cumhuri- 67 KAFDAĞI H İ K  68 Y E KAFDAĞI AYNADAKİ YABANCI "Şafaktan önce her yer karanlıktır." Katherine Manseld Ufuktaki güneşin akşamüstü tablosundaki son fırça darbeleri, sonbahar esintileriyle savrulan meşe ağaçlarının ağır makam ezgileri, güvercinlerinin şaklabanlıklarını izleyen sakallı adam, ezan yakarışlarını bekleyen teyzeler, otobüs durağında sigara yakan genç kız. Edepsizce küfürleşen serseri gençlerin yankıları, tozlu kaldırım taşlarını örten kuru yapraklar, topal sokak köpeğinin titizlikle kokladığı ıslak bira şişesi ve Paris'teki caz festivallerini aratmayan, "Ankara'da Bir Kasım Akşamı" senfonisi. Kurt ini kadar rutubetli odamın, boyası kavlamış ahşap penceresinde, çöp tene- KAYAHAN KAYA Mustafa Azmi DOĞAN Anadolu Lisesi, 11/C 69 kesinin üzerindeki cılız kediyi taklit edermişçesine otururken, bu mağrur ve mahzun akşam senfonisi ruhuma hazin bir boşluk duygusu kırbaçlar. Romantizm dolu bu saatlerde inimde bir mahkûm gibi volta atarken, parmak izleriyle dolu çatlak aynada her seferinde karşımda beliren yıkık dökük hikâyeler ve yaşanmışlıklar içerisinde kaybolmuş benliğim, ah ulan gözlerim! Titrek yıldızlar eşliğinde her uykusuz gecede andığım vefasız sılanın şahidi. Her bakışında dalgasına kapıldığım uçsuz deryanın batan gemisi, her aklıma geldiğinde içtiğim rakının kemancısı. Ona her ulaşamadığım gecenin sonunda elimde şah damarımdan yakalamış kıraç yılanı gibi beliren illetin dumanı. Annemin eskilerde bahar dediği derbeder gözlerim. Şimdi azap çekermişçesine kıpkırmızı... Derme çatma gecekondumuzun çürük çatısı kadar çökmüş şakaklarım. Hasan Sabbah’ın fedaileri gibi bilincimi yitirdiğim her dakikada, saldırdığım kavgalarda yediğim yumrukların kalkanı. Şimdi her yanı diş izleriyle dolu sokak köpekleri kadar hırpanisin. Saygısızlık yaptığım her hocadan tokat yiyen yanaklarım, her kayıp gecede, gecekonduların kustuğu isi soluyan burnum, her zehir dolu dakikada ezan çığlıklarını acıyla yutan kulaklarım, on sekize varmadan ağarmaya yüz tutmuş saçlarım, okuldan atıldığım gün jiletle çentik attığım kaşlarım, sigara dumanıyla bezenmiş dişlerim, teker teker dökülen kirpiklerim, ey adaleti olmayan bu semtin zifiri karanlığında kaybolup giden gençliğim! Şimdi şu masum yüzün hatırına, gözü yaşlı ananın hatırına, derya gözlü sılanın Ulan dudaklarım! Babamın evden kovdu- hatırına, ağuşunu açmış babanın hatırığu her hazin gecede cesedime sarılırmış- na, her gece yalvaran ezanın hatırına kırçasına ağulu otu öpen dudaklarım. Özür di- dığım cigara, pişmanlıklarla dolu kalbimleyeceği her yerde, küfürler haykıran du- deki aykırılıklarla birlikte yok olduğunda, daklarım. Şimdi sen de zehir dolu her ne- bu kırık aynaya cephanesi umut olan bir fesimde acımadan kestiğim kollarım gibi asker bakıyor olacak. çatlaklarla dolusun. 70 KAFDAĞI D E N E M TURKUAZ Uzak bir yol gibisin Kahve fallarının üç vakte kadar çıkacağı Yaralarımın üzerini de en sevdiğim çiçekle Örtüyorum Maviliğine ulaşırken. Ve sen okyanusum oluyorsun gecelerimde Bir turkuaz gibi Sevdam gibi. Umut teknem ufkunda, Güneşin doğusunu bekliyor Sahra çölü gibi… KAAN AKBULUT Mimar Sinan A.T.M.L. 9/F 71 E KAFDAĞI Ş İ İ R TANIMADAN SEVDİM ÖZGE SOLMAZ Ahi Evran A.T.M.L.-12/G 10 Kasım Atatürk Haftası, Kompozisyon İlçe 1.si “ Ses verdin bir bahar günü Samsun'dan; Sesin düşmanın yüzünde patladı Anadolu'dan. Ben “İlk hedefiniz Akdeniz'dir” diyen Sesini sevdim Ata'm. 72 KAFDAĞI Mavi gözlerindeki düşle, Yüzündeki beyaz gülüşle; Ve sarı saçlarındaki fırtınayla Sevdim seni Ata'm Ses verdin bir bahar günü Samsun'dan; Sesin düşmanın yüzünde patladı Anadolu'dan. Ben “İlk hedefiniz Akdeniz'dir” diyen Sesini sevdim Ata'm. Umutları ötelenmiş nasırlı ellere, Yüzüne kelepçe vurulmuş yüzlere; Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir, diyerek Bir güneş gibi ülkemin üzerine doğuşunu sevdim, Ata'm. Çağdaşlaşma yolunda vermedin hiç taviz, Şimdi o ilke ve inkılâplarınla güvendeyiz. Ritmini kaybetmiş ülkeme, kara tahta başında Bir ışık oluşunu sevdim Ata'm. Şimdi sonbahar ve günlerden 10 Kasım Mevsim kederli, insanlar yasta, acıyor sol yanım. Gözleri sağır eden bir acı her yüzde Dokunsan çığlık çığlık boşalacak yaşlar gözde. Bugün yine birleştirdin tek vücut yaptın bizi, Çocuklar okulda, insanlar yolda dizi dizi… Biz seni sımsıkı yumruk misali sevdik Ata'm. Ben seni hiç tanımadan sevdim Ata'm. 73 KAFDAĞI G E Z İ MİDİLLİ İREM YALIN Özel Aktif Anadolu Lisesi, 9/A Üç yaz önce ailemle farklı bir yer görmek isteğiyle annemin Yunanistan'da yaşayan arkadaşı Selma Teyzelere gitmeyi düşündük; zaten bizi sürekli davet ediyorlardı. Hazırlıkları yaptık ve yola çıktık. Önce araba ile İzmir'e daha sonra da uçakla Atina'ya gittik. Günde beş kere Atina'ya, iki kere de Selanik'e uçak var. Atina uçağının saat aralığı bize daha uygun olduğu için biz Atina'ya gittik. Atina'dan yine bir uçakla adadaki tek havaalanı olan Midilli Havaalanı'na indik. Selma Teyze'nin eşi Metin Amca bizi alıp evlerine götürdü. Yol boyu limon, portakal, zeytin ağaçları ile bezeliydi. Midilli'nin havası, İzmir'in havasına benziyor ama coğra özellikleri bakımından çok farklı bir yer ve havası fazla nemli değildi. Ertesi gün kahvaltıdan sonra odama çıktım ve gezilecek yerleri biraz araştırıp listeledim. Midilli, Ege Denizi'nin üçüncü büyük adası. Gezmeye adanın en yüksek noktası, Olympos Dağı'ndan başladık 74 Mantamados köyü süt ürünleri ve seramikleri ile ünlü. Bu köyün yakınlarında Molivos Kalesi var. Büyüleyici bir yer. Tepesine doğru çıkıldığında yeşilin arasında büyümüş bir şehrin ayaklarımın altında olduğunu görüyorum. Karşımda masmavi bir deniz ve halka halinde büyüyen bir ada… ama dağa tırmanmadık. Çok yüksek ve üzerine efsaneler yazılmış bir dağ. Oradan 24 dakika uzaklıktaki seramik yapıları ile ünlü bir köy olan Panayia Ayastisa köyüne gittik. Burada seramik diğer yerlerden farklı olarak sadece büyük yapılarda değil minik süs eşyalarında da kullanılıyor. Bu güzel sokakları gezdikten sonra merkeze döndük. Eski Liman denilen sahilde Panellinion Cafe adında bir kafede dinlendik. Daha önce hiç yemediğim çeşit çeşit kekler, pastalar, çikolatalar vardı. Dünyaca ünlü özel bir kahveleri var ama benim damak tadıma pek uymadı. '' Gamade ''adındaki bu kahve gül suyu ve badem ile yapılıyor. Daha sonraki günlerde gezimize devam ettik. Her ne kadar içine girmemiş olsam 75 KAFDAĞI da en beğendiğim yerlerden biri olan fosilleşmiş jeoloji parkının tarihi etkileyici gerçekten. Skala Skamnia Sahili hayatımda gördüğüm en temiz deniz. plastik kullanımının yasak olduğunu duymuştum. Ahşap eşyalar doğanın parçası halinde tüm mekânlara büyülü bir hava katıyor. Mantamados köyü süt ürünleri ve seramikleri ile ünlü. Bu köyün yakınlarında Molivos Kalesi var. Büyüleyici bir yer. Tepesine doğru çıkıldığında yeşilin arasında büyümüş bir şehrin ayaklarımın altında olduğunu görüyorum. Karşımda masmavi bir deniz ve halka halinde büyüyen bir ada… Midilli Adası'nın en turistik yeri Molivos. Burada ahşap kullanımının zorunlu, Bütün bu güzelliklere karşın en güzel tarihi mekân: Petra… Köyün merkezinde 114 basamaklı 'Panagias tis Glikolousas'kayasını göreceksiniz. 40 metrelik bu kayanın üzerine küçük bir kilise konumlandırılmış. Burası tarihi özelliklerini yitirmemiş bir yer. 76 Gezimizin son günlerinde Plamira Kasabası'na gittik. Orada genelde ahtapot par- KAFDAĞI ve Selim, geçen yaz Antalya'da tanışmıştık. Ailesi Türk ama Venedik'te yaşıyorlar. Tatillerde de Türkiye'ye geliyorlar. çaları balıkçı dükkânlarının vitrinlerinde kurutulup, restoranlara satılıyor. Kızartma, sote, haşlama ızgara şeklinde servis ediliyor. Bir sahil balıkçısında ahtapot yedik ama size tavsiye etmem. Pek lezzetli bir et değil ve tadında biraz ekşilik var. Genel olarak baharatlarla tatlandırılarak servis yapılıyor. İki hafta sonra eşyalarımızı topladık. Son bir kere Panelinion'a ve 2. körfez olarak adlandırılan Kalloni Körfezi'ne gittik. Ada'nın kuzeyinde bulunuyor. Biraz kirli ama güzel bir yer. Gemiyle sabah 08.00'de Ayvalık'a geçtik ve orada bir hafta kaldıktan sonra Elazığ'a döndük. Bu tatilde sadece yeni yerler görmedim yeni insanlarla da tanıştım. Mesela Tauna Midilli Adası'na giden herkese bahsettiğim yerlere uğramalarını tavsiye ederim. 77 KAFDAĞI Ş İ İ R GÖKYÜZÜNDEN YAZIYORUM ŞİİRİMİ Gökyüzünden bakıyorum annem sana Gökyüzünden yazıyorum şiirimi O güzel başını kaldırıp baktığın zaman Bulutların arasından Geceden kalma ayın sönük ışığından İşte tam şuradan bakıyorum sana Dalıp gidiyorum bakışlarına Maviyle yazıyorum annem sana Hayatın rengiyle yazıyorum yani Adı ölüm olana takılıp kalmadan Sonsuzluk denen sırla yazıyorum 78 KAFDAĞI Söylediğin türkü diyorum annem Veya içindeki sessizlik Boğazındaki hıçkırık Ben gözlerinde ıslaklık değil Yüreğinde mutluluk olmak istiyorum. Ne başında dikildiğin kara topraktan Ne ayrılık kokan ağıtlardan İşte tam oradaki uzak yıldızlardan Canın kadar yakından yazıyorum Gökyüzünden yazıyorum şiirimi annem Gökyüzünden yazıyorum CANSU TEKKELİOĞLU Atatürk Anadolu Lisesi, 11/G 79 YENİMAHALLE KAYMAKAMLIĞI İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü