eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın
Transkript
eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın
Haziran 2016 < Kimi öğrencilerin “Bizi mezun etmeden mi gidiyorsunuz?” sözleri beni oldukça üzüyor. Bu kararı paylaşma faslı da benim için hiç kolay olmadı. Ansızın, bunu bir daha yapamayabilirim, bunu son kez yapıyorum gibi düşüncelerle gözlerim doluyor. > < Her insan şaşırtılmayı sever, Robert Kolej öğrencileri insanı sıklıkla şaşırtıyor. Güzel bir duygu bu. Bir de öğretmenlerini tembelliğe itmeyen bir kurum, insan size yeterli olabilmek için hep daha fazla çalışmak, okumak, öğrenmek istiyor. > < Benim unutmadığımdan ziyade insanların unutamadığı, Ekşi Sözlük’e dahi konu olmuş bir anı. Burada da anlatmak lazım herhalde. Yıl, 2006… > < En büyük hayallerimden biri öğretmenliğe başladığım dönemlerin hikayelerini, tecrübelerimi yazmak. Bir diğeri yağlı boya resim… > < Yıllar önce, bir gün derste bir öğrencinin elma yediğini fark ettim. “Sen elma mı yiyorsun?” diye sorunca “Yok hocam, yemiyorum” deyip elmayı G418’deki pencereden dışarıya atmıştı. > < İlkeleri olan gençler olarak yetişmek zorunda olduğunuzu düşünüyorum. Bazı durumlarda bunlar sizin elinizden alınmaya çalışılabilir ancak bunlara sıkı sıkı sarılmalısınız. > < İşimin öğretmenlik olduğunu öğrendiklerinde “Ay ne kadar güzel, tam bir “bayana” göre! ” gibi tepkiler verirlerken branşımı sorduklarında “Felsefe.” derim ve bir gerilim hissedilir. Felsefe bilinmez ve belirsiz bir alan olarak algılanır. > < Bu konuda da Epikurosçuyum. Elimizde olduğu kadarıyla yiyelim, içelim ve dünyadan keyif alalım. Ne kadar alabilirsek tabii.. > < Ben Batmanciyim, Superman insan değil bir kere. Batman insanın karanlık yönüne gayet iyi uyuyor. > E D A YURDAKUL 4. sayfa FER D A Ğ S E Z E R 7. sayfa AY G Ü L TANAYDIN 9. sayfa İstanbul: Öğretmenlerimizin Gözünden Ecem Öztürk İdil Kara İstanbul’da uzun süredir yaşayanlar olarak bazen yaşadığımızın şehrin güzelliklerinin ve renkliliğinin farkına varamıyoruz veya onları unutuyoruz. Durum her ne olursa İstanbul’un ne kadar özel olduğunun aslında hepimiz farkındayız. Biz de uzun süredir İstanbul’da yaşayan yabancı öğretmenlere İstanbul’un hangi yönlerinin onları etkilediğini ve nasıl burada kalma kararlarını etkilediğini sorduk. Öğretmenlerimizinİstanbul’u seçmesini ve sevmesini etkileyen özellikleri okuyunca İstanbul’un ne kadar eşi benzeri olmayan bir şehir olduğunu bir kere daha anlayacaksınız. Janelle Bondor: Türkiye’ye bundan yıllar önce tatile geldiğimde aşık olmuştum. O yüzden buraya geri dönme fırsatım olduğunda ve özellikle Robert Kolej gibi bir okula, bu teklife hayır diyemedim. Bence İstanbul’un en cazip özellikleri zıtlıkları: modern hayatla birlikte zengin tarihi, kampüsümüzün sakinliğinin yanında hareketli ve telaşlı durumu, her mahallenin birbirinden farklı karakterleri, Boğaz ve tabi ki de bal kaymak! Rick Hummel: Genel olarak İstanbul hakkında sevdiğim iki şey var: 1) Zengin kültür, tarih ve şehrin içinde dolaşan enerji; bitmeyen insan akını ve şans eseri ortaya çıkan güzel manzaralar. 2) Doğal topografi, tepelerin Boğaz’a dökülene kadar yükselip alçalması. İstanbul’un bana sunduğu değişik bakış açılarını ve seçeneklerinin seviyorum, Arnavutköy, Kadıköy’de kıyı kenarında yürümek ya da Ulus, Galata’da Boğaz’a yüksekten bakan bir restoranda manzaranın tadını çıkarmak. Jake Becker: Başlangıçta İstanbul’da kalmamın nedeni suya ve tepelere yakın olmayı sevmemdi, bu şekilde her zaman bir yere kaçabilecek gibi hissediyorum. Diğer bir nedeni ise İstanbul’un gelecekteki gelişmeleri hakkındaki merakım. Bu şehir arabalar için kurulmuş, bu yüzden bana göre İstanbul’un her yerinde olmalarına rağmen bisikletçiler ve yayalar her zaman üçüncü sınıf vatandaş durumundalar. Ses ve hava kirliliği daha kötü bir hal alıyor ve üçüncü köprünün şehrin üzerinde yıkıcı etkileri daha da belirginleşiyor. Fakat yine de İstanbul’da takılmaya devam ediyorum çünkü gelecek konusunda umutluyum: Gelecekte bisiklet yolları her yerde olacak, Beşiktaş’tan Sarıyer’e metro olacak, İstanbul daha fazla parka ve daha temiz bir Boğaz’a sahip olacak. Şehrin benim üzerinde yaratacağı etkileri de merak ediyorum: ruhsal ve fiziksel sağlık ve mutluluk. Son on iki yılda değişmesini istediğim özelliklerin gelişme sürecini izlemek hoşuma gidiyor: modern sanat müzeleri, değişik tipte simitler, filtrelenmiş kahve, falafel ve humus gibi. James Butterworth: -2- Başlangıçta İngiltere’den yurtdışındaki bazı okullara başvuruyordum ve İstanbul’daki başka bir okuldan gelen teklifi kabul ettim. Buraya geldiğimde şehre çabuk ısındım: gençler için mükemmel bir gece hayatı ve sosyalleşmeleri için bir sürü fırsat, yapmak ve görmek için bir sürü aktivitenin olması özellikle tarihsel ve kültürel yapı. Ayrıca buradayken dünyayı dolaşmış bir sürü insanla da tanıştım ve hepsi İstanbul’un onların en sevdiği şehir olduğunu söyledi. Onların etkisinde ben de biraz daha burada kalmaya karar verdim. İstanbul ayrıca başka yerlere seyahat etmek için de iyi bir lokasyon, ki eskiden çok fazla gezerdim. Bildiğiniz üzere, çok vakit geçmeden evlendim, Robert’te bir işe ve çocuklara sahip oldum. Bu yüzden aile faktörü beni İstanbul’da o zamandan beri tutmaktadır. Şehir 20 sene içerisinde çok değişti. Şu an çok daha kalabalık, pahalı ve gelişmiş. Buraya geldiğim için çok şanslıyım. Jameson Vierling: Istanbul’da neredeyse 14 senedir yaşıyorum ve bu şehri bana cazip kılan bir sürü neden var. Müzikle ilgileniyorum ve burada bir sürü müzisyen arkadaş edindim. Bir çoğu da Türk ve beni bir yabancıyı ne kadar alabiliyorlarsa o kadar hayatlarının ve kültürlerinin içine aldılar. Yerel müzikten çok keyif alıyorum, bunun dışında sanattan da keyif alıyorum. Mesela İstanbul Modern ve Pera müzelerini gezmeyi seviyorum. Film ve Lit öğretmeni olduğumdan dolayı da Uluslararası Film Festivali tüm yılın en sevdiğim etkinliğidir. Bu etkinlikte dünya çapında yeni filmleri ve eski- yeni Türk yönetmenleri keşfediyorum. Ayrıca Türk mutfağının da büyük bir hayranıyım, özellikle de mezeler, meyve, sebzeler, et yemekleri. Patlıcan sos en sevdiğim olmakla birlikte haziran ayındaki kirazlar yılın en büyük lezzeti benim için. Son olarak Türkiye’de seyahat etmeyi çok seviyorum. İnsanlar inanılmaz arkadaş canlısı ve yardımsever. Eşim Odille birlikte nereye gidersek gidelim gittiğimiz yerlerin çeşitliliği inanılmaz. Kapadokya’dan Ege’ye, Akdeniz ve Karadeniz’den Hatay’a, Gaziantep, Mardin, Namlı Dağ, Efes, Şirince, Assos, Bozcaada ve İstanbul’da Prens Adaları, Galata Kulesi, Sultanahmet, Rumeli Kalesi, Dolmabahçe Sarayı ve tabiki de Boğaz. İstanbul’u çok seviyorum ve her zaman da seveceğim. Burası benim benimsediğim şehir, çünkü manzarayı, insanları ve onların enerjilerini seviyorum. Dünya’da burası KÖPRÜ Mart 2016 gibi bir yer yok ve İstanbul’la tanıştırdığım her insan şehir hakkında bu şekilde hissediyor. Merril Hope-Brown: 1997’den beri İstanbul’da ve 2004’ten beri de kampüste yaşıyorum, yani bir bakıma şu an İstanbul’da yaşamıyorum. Buraya neden ilk başta geldiğimi düşündüğümde üç ana neden yirmi senedir geçerliliğini koruyor. 1) Türkiye’yi seviyorum. Türkiye’ye ilk olarak 1992’de tatil amaçlı Ege’ye ve Kalkan bölgesine geldim. Geldiğim anda güzel masmavi gökyüzüne ve suya aşık oldum. Tatil amacıyla bu bölgeye gelmeye devam ettim, ancak bir gün burada yaşamak istediğime karar verdim. Şehir dışı hayatı sevsem de aslında tam olarak bir şehir kızıyım. Benim için Türkiye’de mutlu olmak İstanbul’da yaşamak anlamına gelmektedir. Türk insanlarını seviyorum. Türkiye’ye ilk geldiğim andan beri insanları kibarlığın ve yardımseverliğin en mükemmel örnekleri olarak buluyorum. Bunu kim istemez? Türkiye’de yaşayan insanlar, İstanbul gibi büyük, modern bir şehirde bile birbirlerini gözetiyorlar. Bunu seviyorum. 2) İstanbul’u seviyorum çünkü içinde çok çeşit barındıran bir şehir: artistik, mimari, kültürel olarak. Osmanlı, ultra modern bir İstanbul’la yan yana; klasik müzik burada, jazz burada, kültürel müzik burada; sanat galerileri ve küçük pide restoranları; burada bulamayacağınız bir şey yok. Tam olarak kozmopolit bir şehir. Bu kadar kozmopolit oluşu sizi çıldırtabiliyor, sonra bir de masmavi Boğaz var, her zaman yanında yürüyüp meditasyon yapabilirsiniz. 3) Bu kadar seneden sonra burada kalmamım en büyük sebebi de Robert Kolej. Burada kaldığım seneler boyunca buradaki öğretmen arkadaşlarımla ve öğrencilerle çalışmaktan çok zevk aldım. Bu ortamı başka yerde bulmak çok zor. Maura Kelly: Türkiye’de öğretmenlik yapmayı ilk önce Ms. Sertel’den duydum. Biz yirmi sene önce New York Üniversitesinde aynı film kursuna gitmiştik. Profesör kendimizi tanıtmamızı ve neden filmle ilgilendiğimizi, nereden geldiğimizi söylememizi istemişti. Şimdi de olduğu gibi o zaman da seyahat etmeyi çok seviyordum, bu yüzden Ms. Sertel’in İstanbul’da yaşadığını öğrenince direkt onunla konuşmak istedim. Ms. Sertel de Robert’te öğretmenlik yapmayı istiyordu ve bu fikirler sonunda benim için de geçerli oldu. Asıl amacım burada sadece iki sene kalmaktı, fakat şu an Robert’te 17. senemdeyim. İlk iki senemin başında Karadeniz bölgesinden olan kocamla tanıştım. Bu her şeyi değiştirdi. Kızım Sibel, 2007’de burada doğdu. Türkiye’yi sevmek için bir sürü neden var: insanlar, tarih, kültür, yemek! Robert’teki öğrenciler bile tek başına İstanbul’da kalmak için iyi bir neden. Tabi ki birçok zor zamanlarım da oldu. Türkiye’ye İzmit depreminden iki gün Mart 2016 sonra ulaştım. Bu yüzden gelirken uçak ailelerini merak eden insanlarla doluydu. Hala o senenin ilk gününü ve depremin yarattığı şoku hatırlıyorum. Öğrencilerim bir anda sıraların altına girmişlerdi ve ben yeni öğretmenim diye bana şaka yapıyorlar sanmıştım. Carolyn Callaghan: Kuwait’te öğrertmenlik yapıyordum ve keşke orası kadar sıcak bir yerde iş kabul etmeseydim, diyordum. Bir arkadaşımla beraber ilkbahar tatilinde İstanbul’a gitmeye karar verdim ve yanımıza Washington’da yaşayan kızlarımı da çağırdım. İstanbul’a laleler açarken geldik ve anında aşık olduk. Yerel insanların arkadaş canlılığı bizi büyüledi. (Daha gözlemeyi keşfetmemiştim.) St. Peterspurg’da Nepalli öğrencilere refakat ederken iki RC öğretmeniyle arkadaş olmuştum, ben de hazır tatildeyken bana bir görüşme ayarlamalarını istedim. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Colin Edmonds: Bu soruyla çok karşılaşıyorum: Türkiye mi, Amerika mı? Benim standart cevabım “Damarlarımda Boğazın suları akar.”dır çünkü ben burada doğdum. Bir sürü yere seyahat ettim. Hatta annemle babamın Bainbridge Adası’ndaki Puget Sound’a bakan evi bizim buradaki manzaramıza benzese de, aynısı değil. Çocukluğumdan beri, birazcık gayretle, İstanbul’un su üstünde bir İsviçre şehri olabileceğini düşünüyorum. Sadece daha temiz olmalı ve trafiğe bir çözüm bulunmalı. Kabul etmeyi sevmesem de belediye şehri güzelleştirmek için çok şey yaptı. Burayı 60’lı yıllardaki haliyle hatırlıyorum, etkileyici fakat kirliydi. Cyrus Carter: İstanbul tarihi ve inanılmaz değişimi aynı anda barındırıyor. Burada geçirdiğim bunca zamandan sonra, hala keşfetmeye devam ediyorum. Trafiğin şu an çekilmez olması yüzünden de metrobüs ve deniz motorlarıyla geziyorum. Burada kimsenin sıkılmasına olanak yok, bazen sinir olabilirsiniz ama hiçbir zaman sıkılmazsınız. Özel olarak İstanbul’da sabahın erken saatlerini çok seviyorum: o saatte hava çok taze oluyor , güneş tam tepede olmuyor ve kuşların cıvıltıları ezan sesiyle karışıyor. KÖPRÜ -3- Eda Yurdakul: Veda Melisa Oğuz Rengin Tarhan Naif görüntüsü, yüzünden hiç eksik olmayan sıcak tebessümü, merakla her daim parlayan gözleri, ağzından hiç eksik olmayan “Yavrum!”ları ile tanıdık biz Eda Hocamızı. Kalbimizde şiire ve tiyatroya olan tutkusu ile yer eden Eda Hocamız ne yazık ki Robert Kolej’de geçirdiği 10 yılın ardından seneye okulumuzdan ayrılıyor. Biz de Köprü ailesi olarak onunla kısa bir söyleşi yapıp, ona güzel anılarla veda etmek istedik. Köprü: Robert Kolej’den önceki hayatınızdan kısaca bahseder misiniz? Eda Yurdakul: Öncesi hep öğrencilik ve Ankara. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde lisans, Bilkent Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde yüksek lisans ve hemen ardından Robert Kolej yılları başladı. Robert’teki ilk yıllarımda da –ki bu 2006 yılı oluyor- öğrenci gibiydim desem yeridir. Çok kıymetli hocalarımızla beraber çalışma fırsatı yakaladım, bir önceki kuşağın çok kıymetli edebiyat öğretmenleri Ayşe Güven, Ersin Aybars, Oya Kamacıoğlu, Yıldız Düzköylü, Adil İzci... Benim için okul gibi başladı Robert yılları. Ankara’da edebiyatla sanatla, sanatın pek çok dalıyla, sporla dolu dolu geçen öğrencilik yılları, İstanbul’da da benzer şekilde devam etti, ediyor. K.: Çocukken en büyük hayaliniz neydi? Öğretmen olmak hep istediğiniz bir şey miydi? E.Y.: Doğrusu yüksek lisans yapana dek öğretmen olma fikri hiç yoktu aklımda. Uzun zaman gazetelerde ya da kültür sanat dergilerinde editör olacağım hayalini kurdum. Kısa bir staj tecrübesinin ardından aradığımı/beklediğimi bulamamanın verdiği hayal kırıklığıyla yeni arayışlara yöneldim. Yazıya dair bir şeyler yapma fikri hep vardı; bir ara çocuk kitabı – özellikle çocuk oyunu- yazma fikrim vardı. Hâlâ belirli aralıklarla bunu hayal ettiğim olur. Bir kitapçıya girdiğimde mutlaka çocuk kitaplarını da gözden geçiririm. Çok fazla öykü kitabı görürsünüz; ama tiyatro metni yok denecek kadar azdır. Belki ileride Eda Yurdakul imzalı çocuk oyunlarına tesadüf edersiniz, kim bilir. Bir yanım da akademik hayata sıcak bakıyor. Yine edebiyat ve sosyoloji alanlarında çalışmayı isteyebilirim. K.: Neden Robert Kolej? E.Y.: Aslında nedenlerim, öğrencilerin seçim nedenlerinden çok farklı değildir diye düşünüyorum. Önce, uzaktaki bir hayal olarak başladı ilişkimiz, vapurla Boğaz’dan geçerken ağaçların arasında gizlendiğini bildiğim ihtişamlı, ulaşılması güç bina idi. İçine girince hakikaten sizi saran, aidiyet duygusu -4- yaşatan, hiç de genel kanıya uymayan bambaşka bir dünya... Öğretmenlerine her daim öğrenci olma fırsatı tanıyan, profesyonel gelişimi hep destekleyen, öğrencileri gibi öğretmenlerinin de çok yönlü olmasını arzu eden, sizi Türkiye’nin en güzide öğrenci grubuyla bir araya getiren bir kurum olmasının etkisi vardır herhâlde. Bir de –öğrencilerim muhtemelen derslerde fark eder- manzarasına, konumuna duyduğum hayranlıktan olsa gerek. Her mevsim size apayrı güzellikler sunan bir kampüs, İstanbul gibi bir şehirde paha biçilmez. Masalsı bir yanı var… Mor salkımları, papağanları, sütunlu Gould binası, Plato’nun eşsiz manzarası... İnsan alışınca bu ayrıntıları belki olağanlaştırıyordur; ama ben neredeyse her gün kampüse, ofise bu hayranlıkla ve bu farkındalıkla giriyorum diyebilirim. K: Genel olarak Robert Kolej öğrencileri hakkında ne düşünüyorsunuz? E.Y.: Hayranım, öncelikle azminize. İstekleri, ödevleri, projeleri, sınavları, sunumları, yarışmaları, gezileri bitmek bilmeyen bir kurum; herkesin kolaylıkla üstesinden gelemeyeceği bir mücadele veriyorsunuz çoğunuz. Çok yönlüsünüz. Bizim sınıfta görmediğimiz, bilmediğimiz nice yetenekleriniz var. Bir yerlerde, bir şekilde bu çok farklı kimliklerinizle karşılaştığımda hep gurur duyuyorum. Her insan şaşırtılmayı sever, Robert Kolej öğrencileri insanı sıklıkla şaşırtıyor. Güzel bir duygu bu. Bir de öğretmenlerini tembelliğe itmeyen bir kurum, insan size yeterli olabilmek için hep daha fazla çalışmak, okumak, öğrenmek istiyor. Kaç kurumda öğretmenler, öğrencilerin birikimleriyle de zenginleşme fırsatı bulabilir? Merakınız, ilginiz, bilginiz, tüm bu yönleriniz çok kıymetli; birbirinizi daha iyi olmaya teşvik ettiğiniz gibi bizi de buna teşvik ediyorsunuz. Biraz da olumsuzluklardan bahsedelim tabii. Bazen başarı kaygısı kimi önemli duyguların önüne geçebiliyor. İnsan, parçası olduğu kurum kadar, mensubu olduğu ülkenin, beraber yaşadığı diğer insanların gerçekliğinin de farkına varmalı. Robert Kolej bünyesindeki bu farklılıkları bile bazen göremediğimiz ya da kabul edemediğimiz olabiliyor. KÖPRÜ Mart 2016 K: Robert Kolej’de okusaydınız nasıl bir öğrenci olurdunuz? E.Y.: Muhtemelen sanat etkinliklerinden dersleri biraz ihmal eden; hem tiyatro kulübünde olan hem süreli dergilerde yazan-çizen, editör olmak için mücadele eden, orkestra provalarına yetişemeyen, 300 saate yakın THP yapan, oldukça çalışkan gözüküp gerektiği kadarını yapan, lise sona doğru da ortalama kaygısı yaşayan bir öğrenci olabilirdim diye düşünüyorum. Sanat öğretmenlerinin göz bebeği olabilirdim. Lise hayatım da bundan çok farklıydı diyemem. Tiyatro kulübü üyesi, okul orkestrası solisti, dans eden, bir yıl öğrenci birliği başkanlığı yapmış, oldukça iyi okuyan, müthiş bir ortalamaya sahip olmayan Eda Yurdakul. K: Öğretmenler ile aranızda öğrenciler hakkında konuşur musunuz? E.Y.: İyi soru. Gerektiğinde, gerektiği kadar diyebilirim. Evet’in dolaylı ifadesi. K: Robert Kolej’de unutamadığınız anılarınızı anlatır mısınız? E.Y.: Aslında benim unutmadığımdan ziyade insanların unutamadığı, Ekşi Sözlük’e dahi konu olmuş bir anı. Burada da anlatmak lazım herhalde. Yıl, 2006. Robert Kolej’deki ilk senem. Gould 4. katta asansör bekliyorum. Kapıyı açtım, bir grup son sınıf öğrencisi asansörden indi, ben de onlardan izin kâğıtlarını göstermelerini rica ettim, elimle de birini omzundan tutmuşum. Tam o anda, biri de benim omzumdan tuttu, Mr. Verbowski. Ve o talihsiz diyalog yaşandı aramızda: “İzin kâğıdınızı görebilir miyim?”, “Ben öğretmenim, yeni edebiyat öğretmeni, tanımadınız mı?”, “...”. İnanmaz gözlerle bana bakarken öğrencilerin “Hocam, ben olsam detention verirdim, ben olsam hakaret sayardım.” gibi cümleleri eşliğinde bu anı sonsuza dek unutmak istedim; ama dediğim gibi her yıl, her yeni dönemle beraber beni yeniden ve yeniden karşılayan o soru, “Hocam, Mr. Verbowski’nin size detention verdiği doğru mu?” Bir diğer an var ki, on yıldır her sene sonunda o yoğun duyguyu yaşatıyor bana. Mezuniyet günü, tüm akademik kadronun o tüyler ürpeten, o müthiş müzikle velilerin arasından geçerek tüm bir dönemle karşı karşıya kaldığı o an benim için hakikaten paha biçilmez, sanki tüm bir yaşanmışlığın ete kemiğe bürünmüş hali, olgunlaştığı an, artık yuvadan uçan öğrencilere veda etme anı. Tabii Türkçe Tiyatro Kulübü’nün de gönlümde ayrı bir yeri var. Uzun yıllar Gül Soydan Koç hocanızla –ve kulübümüze katılmış tüm değerli öğrencilerimizleomuz omuza bu geleneği sürdürmüş olmak apayrı, sınıfta olmaya hiç benzemeyen bir tecrübe. Zaman zaman provalarda kendimizi kaybedip büründüğümüz haller, içimizde kalan gizli tiyatro sevdasını da ortaya çıkartmadı diyemem. Üç Kuruşluk Opera, Kanlı Nigâr, Otogargara, Bahar Noktası, Keşanlı Ali Destanı ve niceleri... “İyi ki” dediğim pek çok anıyı yaşattı bana. 10 koca yıl, nice anılar, hangi biri anlatılır. Onları da mı bir gün yazsam... K: Eğer bir gün tekrar Türkiye’de yaşayacak olursanız, Robert Kolej’de yeniden çalışmak ister misiniz? E.Y.: Neden olmasın. Bu kadar güzel duygularla, birbirinden güzel anılarla ayrıldığım bir kuruma dönmeyi tabii ki isterim. Zamanın beraberinde neler Mart 2016 KÖPRÜ -5- getireceği hiç belli olmaz. K: Okuldan ayrılıyor olmanın en üzücü yanı ne sizin için? E.Y.: Tekrara düşmek istemem ama, öğretmenlik insanın karakterini çokça şekillendiren bir meslek. Bu işi severek yapıyorum, 10 yıldır yaptığınız, yapmaktan zevk aldığınız bir şeyi bırakmak başlı başına zor. Öğretmenlik beraberinde pek çok duygusal bağı da getiriyor. Öğrencilerimle, zümre arkadaşlarımla / dostlarımla, okul çalışanlarıyla, doğasıyla, binalarıyla tüm bir kurumla kurduğum bağ kolay kolay geride bırakılamayacak cinsten. Kimi öğrencilerin “Bizi mezun etmeden mi gidiyorsunuz?” sözleri beni oldukça üzüyor. Bu kararı paylaşma faslı da benim için hiç kolay olmadı, edebiyatla haşır neşir olmanın verdiği bir hassasiyet de var herhalde. Ansızın, bunu bir daha yapamayabilirim, bunu son kez yapıyorum gibi düşüncelerle gözlerim doluyor. Bu duygularla bir kurumdan ayrılıyor olmak şans diyebilirim. K: Okulda edebiyat öğretmeni olan Eda Yurdakul, evde nasıl biri? E.Y.: Arada bir öğretmen rolünü oynamaya devam ediyor olabilirim, mesleki deformasyon. Genel olarak, huzurlu, sessizliği ve evde vakit geçirmeyi seven, yaşadığı yeri güzelleştirmeye çalışan, çiçeksiz yaşayamayan, iyi bir müzik arşivi olan, güzel müzikler dinleyen, sevdiği kitapları okuyan, kimi dönemler sınav okumaktan başını kaldıramayan, tenis turnuvalarını dört gözle bekleyen ve turnuva dönemi koşa koşa eve giden, deşarj olmak için ya da hakikaten bir şey düşünmeme haline geçmek için evde yoga yapmaya çalışan, başaramazsa yemek yaparak aynı ruh halini yakalamaya çalışan, yönetmen filmlerini seyretmeyi seven, bazen yabancı dizilere kendini kaptırıp sezon bitirmeden rahat edemeyen (bu ara House of Cards), sevdiği insanların zevklerine de mümkün mertebe iştirak etmeye çalışan, ailesiyle vakit geçirmeyi çok ama çok seven bir Eda Yurdakul. K: Hiç örnek aldığınız / sizi etkileyen birileri var mı? E.Y.: Yaşam boyu beni en derinden etkilemiş, kendimi tanımamı sağlamış, örnek aldığım, onun gibi olmak istediğim kişi kaybettiğim annem. Hayatım boyunca onun kadar çalışkan, onun kadar merak eden, onun kadar araştıran ve üreten, onun kadar güzel ilişkiler kuran, onun kadar çevresindeki insanları mutlu eden bir kişi hiç tanımadım. Birazcık bile olsa ona benzeyebilirsem, şu hayatta kendi adıma çok şey başarmış olurum. K: Geçmişinize dair hiç keşkeniz var mı? E.Y.: Geçmişe bu duygu ve düşüncelerle, keşke’lerle dönmeyi sevmiyorum. Yaşadığımız her an bir şekilde kimliğimizi, kişiliğimizi şekillendiriyor. Umarım gelecekte “Keşke Robert Kolej’den ayrılmasaydım.” -6- demem. Bu karar da beraberinde umarım güzellikleri, mutluluk verecek başlangıçları getirir. K: Peki, en sevdiğiniz şiiri sorsak? E.Y.: “En” ifadesi beni hep ürkütür -sınavlarda da meşhur kırmızı kalemimle üstünü çizerim bu gibi ifadelerin bilirsinizhangi birini “en” sıfatına sığdırabilirim ki; ama ilk aklıma gelenleri sorarsanız Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” ile Nâzım Hikmet’in “Salkımsöğüt” şiirini sayabilirim. Memleketimden İnsan Manzaraları da başlı başına bir başyapıt, saymazsam olmaz. Hadi bir de Edip Cansever’den “Yerçekimli Karanfil”i ekleyeyim listeye. K: Öğrencilere tavsiye etmek istediğiniz şeyler var mı? E.Y.: Bu temposu çok yoğun okulda, hayatta, güzellikleri es geçmemenizi dilerim. Madem şiir sordunuz, buna da şiirle, Behçet Necatigil’in dizeleriyle yanıt vereyim: “Bitmeyen işler yüzünden / (Siz böyle olsun istemezdiniz) / Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi / Kalbinizi dolduran duygular / Kalbinizde kaldı / Siz geniş zamanlar umuyordunuz / Çirkindi dar vakitlerde bu sevgiyi söylemek. / Yılların telâşlarla bu kadar çabuk / Geçeceği aklınıza gelmezdi.” Sizi mutlu eden, size heyecan veren, size huzur veren ve tabii ki size başarı getirecek şeyler için mücadele edin. Hayatta bu dengeyi yakalayabilmek kolay değil. K: Bize sizinle bu keyifli söyleşiyi yapma şansı tanıdığınız için çok teşekkür ederiz. Eda Yurdakul: Bu güzel söyleşi için size ve tüm Köprü ailesine teşekkür ediyorum. KÖPRÜ Mart 2016 Ferdağ Hocamıza Buruk Bir Veda İrem Deyneli Okulumuzda 13 yıldır öğretmenlik yapan Ferdağ Hocamız maalesef bu sene okulumuzdan ayrılıyor. Genellikle 10. sınıfta tanıma fırsatı bulduğumuz Ferdağ Hocamızla Köprü gazetesi olarak bir röportaj hazırladık. Eğer siz de Ferdağ Sezer’i daha yakından tanımak ve okuldan ayrıldıktan sonra neler yapmak istediğini öğrenmek istiyorsanız okumaya devam edin... Öncelikle, coğrafya öğretmeni olmaya nasıl karar verdiniz? Aslında benim için öğretmen olmak birinci planda bir önem taşıyordu çünkü çocukluğumdan beri öğretmenlerin çok önemli kişiler olduğunu düşünmüşümdür. İlkokul zamanlarımda öğretmen olmayı düşünüyordum, sonra bu düşüncelerime doktorluk katıldı. Sonra yine tekrar öğretmenliği düşündüm. Çocukları çok seviyordum. Aslında insanları çok seviyordum. Ya doktor olarak hizmet verecektim ya da öğretmen olarak. Böylece de insanlarla birebir iletişim halinde olacaktım. Sonrasında da üniversite seçimleri sırasında da edebiyat, coğrafya, tarih gibi seçenekler arasından coğrafyayı seçtim. Ancak ilk mesleğe başladığımda edebiyat öğretmeni olarak başladım. Fakat yine de doğaya karşı bir ilgim vardı. Hep çevremi incelerdim. Taşların, dağların nasıl oluştuğunu daha ilkokuldayken bile merak ederdim. Bir de lise hayatımda coğrafya dersini neredeyse görmedik, öğretmenimiz idarecilik yapıyordu. Bu nedenle de derslere çok gelemiyordu ve dersleri de çoğunlukla ben anlatıyordum. O da herhalde etkili olmuş olacak ki, bunun gibi birkaç sebeple branş olarak coğrafya öğretmenliğini seçtim. Robert Kolej’den ayrıldıktan sonra neler yapmayı planlıyorsunuz? Ayrılma kararım biraz ani oldu. Önümüzdeki yıl için planlamıştım çünkü bence böyle bir düşünce uzun vadeye yayılarak karar verilmeli. Birden bire ‘Robert Kolej’den ayrılacağım’ deyip de ayrılmak kolay kabullenilebilecek bir şey değil. Ancak yavaş yavaş şekillendirdiğim bir düşünceydi. İlk defa geçen sene şekillendi, bu sene olgunlaştırıp gelecek sene de uygulayacaktım. Fakat babamın sağlık durumunun ciddi şekilde bozuluyor olması beni çok endişelendirdi. Okulun yoğunluğu ve temposu onunla yeterince ilgilenememe sebep oluyordu. Babama ben baktığım için beni biraz duygusal anlamda yıprattı ve önümüzdeki yılın biraz daha zorlu geçecek olması biraz da korkuttu. Ben ki görevimi ayığıyla yapmaya çalışan bir yapıya sahibim, bunu yapamadığım anda çok huzursuzluklar yaşayacaktım. Dolayısıyla bir seçim yapmam gerekiyordu ve ben de tercihimi babam yönünden kulandım çünkü artık emeklilik zamanım da geldi. Mart 2016 Beni tek üzecek olan şey öğrencilerimden ayrılmak. Okulu gerçekten çok seviyorum. Öğretmenlik hayatımın 24 yılının 13 yılını burada geçirdim ve burası benim ikinci evim, ikinci ailem durumuna geldi. Bırakmak gerçekten çok zor. Her gün gelip gittiğiniz bir yerde olmama duygusu uzun süreli çalışan insanlar için çok zor bir şey. O anlamda da benim hızlı karar vermiş olmam beni biraz yordu. Gelecekle ilgili bu nedenle çok fazla bir şey düşünebilmiş değilim. Ancak benim en büyük hayallerimden biri öğretmenliğe başladığım dönemlerin hikayelerini, öğretmenlik tecrübelerimi yazmak. Bir diğeri yağlı boya resim yapmak ve muhakkak kursuna gitmeyi planlıyorum. Son dönemlerde de fotoğrafçılık ilgimi çekmeye başladı. Bunun dışında da sosyal yardımlaşma kurumlarıyla ve özellikle down sendromlu çocuklarla ilgilenmek gibi bir olgu geçirdi son zamanlarda. Oradan bir kapı açmayı da planlıyorum. Ve onun dışında da bir üniversitede öğretmen eğitimiyle ilgili bir kürsü açmak ve bu okulda edindiğim deneyimlerimi öğretmen adaylarıyla KÖPRÜ -7- paylaşmak istiyorum. Ancak önce bol bol dinleneceğim. Okulumuzda permakültür ile ilgili bir proje yürütüyordunuz. Bize bununla ilgili biraz bilgi verebilir misiniz? Aslında biz, okul olarak, permakültürde bir çığır açtık diyebilirim. Okullarda perma kültür bahçeleriyle ilgili katıldığımız bir programda karşımıza çıktı. Daha sonra bu projeyi öğrencilerimle okulda gerçekleştirmek istedik. Bolu’nun Seven ilçesinin Alpagut köyünde yürütülmekte olan bir proje vardı ve bu bölgede perma kültür projesini başlattık. Amacımız permakültürü bir araç olarak kullanıldığı köyün terk edilmişliğinin önüne geçmek ve kentli insanı o sıkıcı binalar arasındaki yaşantısından oralara çekebilmekti. Yani doğayla insanı birleştirmek ve aynı zamanda köydeki insanlara da ekonomik kapı oluşturabilmeyi amaçladık. Bu amaçla da iki yıl boyunca projemizi yapmaya devam ettik. Bunun üzerinde permakültürle ilgili okulumuzda farklı okulların da katılımıyla bir konferans düzenledik. Katılan okulların hepsi de kendi okullarında permakültür bahçeleri oluşturmaya başladılar. Bu yılki ziyaretimizde belediye başkanı ve kaymakamlık da bize destek vererek çalışmaların devam ettirileceğini söyledi. Bu yüzden ben bu projeyi de bırakmak istemiyorum ve ona devam etmeyi planlıyorum. Öğrencilerinizle ilgili unutmadığınız bir anınızı anlatabilir misiniz? Yıllar önce, hiç unutamıyorum, daha okula ilk geldiğim sene, bir gün derste bir öğrencinin elma yediğini fark ettim. “Sen elma mı yiyorsun?” diye sorunca “Yok hocam, yemiyorum” deyip elmayı G418’deki pencereden dışarıya atmıştı. Ben böyle gözlerim açık bir şekilde “ya birisinin kafasına gelseydi” diyerek bir tepki vermiştim. Sonra aslında orasının kütüphanenin balkon kısmı olduğunu öğrendim. O zamanlar balkon da açık değildi. Çok komik bir dersti. Ancak bunun dışında öğrencilerimizle çok güzel daha birçok anımız oldu. burada okuyabilseydim demişimdir. Fakat öğrenci olamasam da burada bir öğretmen olabilmek benim için ayrı bir şeref, bu konuda ben de çok şanslıyım. Okulumuzda en çok özleyeceğiniz şey nedir? Ağaçlar, ve tabi ki öğrenciler. Buranın dokusu, atmosferi, her şeyi bambaşka. Biz artık hep içinde olduğumuz için bazı şeyleri çok fark etmiyoruz, olağan görüyoruz. Ama başka bir yere gittiğimde hemen burayı özlediğimi hissediyorum, her şeyiyle. O yoğun temponun içinde bile ben aslında çok sade, çok yumuşak, insana huzur veren bir ortamda çalıştığımı görüyorum. Dolayısıyla o huzuru, doğal güzelliğini, kendi içindeki o cıvıltısını arayacağım. Tabi ki arkadaşlarımı, dostlarımı da arayacağım. Ama öğrencilerimin yeri bambaşka çünkü biz sizler için buradayız. Çok çok değerli, anılarının yeri önemli olan öğrencilerim oldu. Onları hayatımdan çıkarmayı da planlamıyorum. Öğrencilerinize tavsiye etmek istediğiniz bir şeyler var mı? İlkeleri olan gençler olarak yetişmek zorunda olduğunuzu düşünüyorum. Bazı durumlarda bunlar sizin elinizden alınmaya çalışılabilir ancak bunlara sıkı sıkı sarılmalısınız. Çalışkanlık, dürüstlük, doğru olmak, insana değer vermek, saygı duymak, gerçekten sevmek gibi ilkeler bunlar. Bazen bunları unutabiliyoruz ancak bunları kaybetmemek adına çalışmaya devam etmelisiniz. Kendisine huzurlu, mutlu, neşeli bir emeklilik diliyor ve bizi sık sık ziyarete gelmesini diliyoruz. Sizi hiç unutmayacağız... Peki, Robert Kolej’de okusaydınız nasıl bir öğrenci olurdunuz? Çok başarılı bir öğrenci olurdum. Lise hayatımda da başarılı bir öğrenciydim, yani şartlar çerçevesinde. Bizim zamanımızda sınıfta kalma çok daha farklı bir şekilde yaşanıyordu. Günümüzde eğitim giderek kolaylaşıyor ama öte yandan çok daha zorlaşan tarafları da var. Örneğin sınav sistemleri en başta. Dolayısıyla ben hep sizleri çok yetenekli, zeki, akıllı, özel becerileri olan gençler olarak gördüm. Ama bu eğitim sistemi (oklumuzdaki eğitim sistemi değil de genel eğitim sisteminden bahsediyorum) sizin bu becerilerinizi yeterince geliştirmenizi engelliyor. Yani aslında size sınırlar çiziyor. Fakat burası size çok şey katıyor ve ben de burada öğretmenlik yapmaktan, sizlere bir şey katabilmekten hep gurur duydum. Keşke ben de -8- KÖPRÜ Ferda hocamızın en büyük hayallerinden biri: Mitchell’ın yeşilliklerinde çekilmiş bir veda fotoğrafı... ( fotoğraf: Talha Aktaş ) Mart 2016 Aygül Tanaydın: Bir Söyleşi İdil Kara Ali Yağız Ayla Bu sayıdaki öğretmen röportajlarından birini felsefe öğretmenlerimizden Aygül Tanaydın’la gerçekleştirdik. Biz çok keyif aldık ve hocamızla ilgili bir sürü bilgi edindik. Umarız siz de bu röportajı okumaktan aynı keyfi alırsınız. Köprü: Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Aygül Tanaydın: Çok hareketli, eğlenceli, bol oyunlu, arkadaşlı bir çocukluk geçirdim. İstanbul’da Kartal’da büyüdüm. Sokak oyunlarıyla dolu, farklı bir sürü arkadaş edindiğim bir ortamdı. Çok eğlenceli geçtiğini hatırlıyorum, ağaçların üstünde, bahçelerin arasında, kısacası sokakta. Ortaokul ve lise de çok eğlenceliydi, okuldan kaçmalarla dolu... K: En büyük hayaliniz neydi? AT: Yoktu, büyüdüğümde şunu olurum, dünyayı kurtarırım diye hayallerim olmadı. Çocuk olmak çocuk olmayı gerektirirdi, yaşımı gerektirdiği şekilde yaşadım. Lisede insan, içinde yaşadığı toplumsal gerçekle daha fazla yüzleşiyor; o dönemde ‘bir şeyler yapılması gerek’ dediğimi hatırlıyorum. Yolunda gitmeyen şeyler adına bir şeyler yapma hissi doğmuştu içimde. Bu nedenle liseden beri sosyal bilimlerle ilgilendim, çünkü insanı ve içinde yaşadığı toplumu anlamaya yönelik değişik bir merakım vardı. Bana bir insanı anlamak veya sosyal bir olayı çözmek bir dedektiflik hikayesi gibi gelirdi veya bir davayı çözmek, onun arkasındaki ilişkileri görmek... Bunlar bana çok heyecanlı gelmişti. Lisede şanslıydım, iyi öğretmenlerim oldu. Özellikle edebiyat öğretmenlerim çok iyiydi, beni bu konuda yüreklendirip iyi kaynaklara yönlendirdiler. Bu durum da insanın gözünü açıyor yavaş yavaş. Mesela lisedeyken ileride bankacı, işletmeci, avukat olmayacağımı biliyordum. Üniversite tercihi yaparken de sosyoloji, psikoloji, felsefe dışındaki bölümleri yazmadım. Bu alanlardan birine gideceğim az çok belliydi. K: Psikoloji ve felsefeye olan ilginiz nasıl ve ne zaman oluştu? AT: Çok enteresandır ki lisedeki felsefe dersini pek sevmedim. Şu anki sistemden farklıydı, çünkü felsefe dersini son sınıfta aldık. Üniversite telaşı varken hiç ilgilenmediğimiz ve hocanın da hiç üstüne düşmediği bir dersti. Hocamız bile “Sizin için boş dersse, benim için de boş ders.” diyordu. Bu yüzden önceden beni bu alana iten edebiyat öğretmenlerimdi dedim. Bu alanlar biliyorsunuz birbiriyle çok bağlantılı. Ama benim için felsefe, psikoloji tarzı bir bölüm okuyacağım çok belliydi, başka bir bölüm de yazmadım zaten, felsefe hocamızın neleri anlatmadığını merak etmiştim esasen. K: Üniversite hayatınız nasıldı? AT: İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünde okudum. Üniversitedeyken şunu keşfettim: Sosyoloji okumanız aynı zamanda psikoloji ve felsefede okumanız demekti. Hangi bölümü kazanırsanız kazanın, bu üçünü beraber okuyorsunuz. Bunlar birbirinden ayrılabilir alanlar değil. Felsefe bu işin olmazsa olmazı bir temel sağlıyor. Sosyoloji ve psikoloji onun üzerine daha da derinleşmenizi sağlayan bölümler. Daha önce de dediğim gibi bu alanlara girmek polisiye bir davayı çözmek gibi. Toplumsal olayları ve insan ilişkilerini anlamak her zaman doğru soruları sorabilmeyi gerektiriyor. Bu da felsefeyi beraberinde getiriyor. Bu durumun arkasında neler var, ne tetiklemiş? Bu sorular da sizi çeşitli Mart 2016 okumalara yönlendiriyor. Bu şekilde bir yolculuk başlıyor. Psikolojiyi, felsefeyi, tarihi, siyasal bilimleri birbirinden ayırmanız mümkün değil. Biz bugün üniversitelerde ve liselerde farklı farklı dersler olarak veriyoruz; ama iyi bir sosyolog tarihten veya bir felsefeci psikolojiden anlamıyorsa eksik kalır. K: Liselerdeki sosyal bilimler eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? AT: Sizin sosyal bilimler alanında alabileceğiniz çok çeşitli dersler var, pek çok okulda bu böyle değil. Maalesef devlet okullarında şu an sosyal bilimler dersleri, özellikle felsefe grubu dersleri çok azaltılmış durumda. Tek zorunlu ders felsefe, onun dışında psikoloji ve sosyoloji seçmeli dersler, ama çoğu okulda bu dersler “seçilmiyor.” Böyle zorlayıcı bir tarafı vardır. Bu anlamda Robert Koleji’nin size sunduğu sosyal bilim dersleri çok güzel. Seneye iki tane psikoloji, bir tane sosyoloji sınıfı var. Bunlar sizin seçimlerinizle zenginleşebilecek dersler, ama genel olarak yaşadığımız toplumda felsefeye, psikolojiye çok da sıcak bakılmadığı aşikar. İşimin öğretmenlik olduğunu öğrendiklerinde “Ay ne kadar güzel, tam bir “bayana” göre! ” gibi tepkiler verirlerken branşımı sorduklarında “Felsefe.” derim ve bir gerilim hissedilir. Felsefe bilinmez ve belirsiz bir alan olarak algılanır. Size ilk derslerde bahsederim, “Bana felsefe yapma!” deyiminin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu deyim zaten bizim felsefeye toplumsal bakışımızı gösteriyor. Bu zorluklar içinde felsefe yapıyoruz :) K: Robert’e gelmeden önce nerelerde çalıştınız, nasıl geldiniz? AT: Okuldan mezun olduktan sonra ne yapacağım çok da belli değildi. Üniversitede okurken iki arkadaşım “Öğretmenlik formasyonu diye bir uygulama var, daha fazla ders alırsak öğretmen olma şansımız doğuyor.” dedi. Ben de olabilir, neden olmasın diye düşündüm. O an için ne olacağımı bilmiyordum, okurken eğleniyordum açıkçası. Çok geleceği planlamamıştım, elbet bir şey olurum diye düşünüyordum. Arkadaşlarım sayesinde öğretmen oldum aslında. Okulu bitirince çok işime yaradı. Pedagojik formasyon yapınca da öğretmen oldum. Bu işe de Kavram Dershanesi’nde başladım. Beş sene Kavram’da çalıştıktan sonra dört sene de TED Koleji’nde çalıştım. üç senedir de buradayım. İlk KÖPRÜ -9- öğretmenliğe başladığım günlerde Robert Kolej’e gelmenin pek olası olduğunu düşünmüyordum. Tabii ki en iyisini yapmaya her zaman çalışırsınız, ama böyle bir hedefim olmadı. İşimi iyi yapmaya çalıştım sadece. Gazetede ilanını gören bir arkadaşım bana haber verdi. Ben de ‘daha neler!’ dememe rağmen başvurdum. K: Robert’te bulunduğunuz süre boyunca hangi aktivitelere katkıda bulundunuz? AT: Üç senedir felsefe kulübüyle çalışıyoruz. Her sene kasımın 3. haftasında okulda Dünya Felsefe Günü’nü etkinliklerle kutluyoruz. Her sene mutlaka Türkiye Felsefe Olimpiyatları’na katılıyoruz. Arada yıllık ödev alan öğrencilerle çocuklara felsefe öğretme etkinliği düzenledik. 6., 7. ve 8. sınıftaki öğrencilerle Matrix gibi filmler üzerinden felsefi tartışmalar yapıyoruz. Çocuklara kavramları basitleştirip anlattığınızda anlıyorlar. Aslında herkesin üzerine düşündüğü şeyler, bir şeyin iyi mi kötü mü olduğu sorunu yaşınız değişse de değişmeyen bir problem. Küçükken iyi ve kötü diye ayırdığınız şeyler farklı, yaşınız ilerleyince iyiye ve kötüye bakış açınız farklı. 7. sınıftaki bir öğrenciden 12. sınıftaki öğrenciye kadar iy- kötü sorunsalı herkes için olan bir sorun. Bu ikilem asla tartışmanın bitmediği konular. K: En sevdiğiniz filozof kim? AT: O an hangi filozofu sınıfta tartışıyorsak en sevdiğim filozof o oluyor. Tartışma ruhuna bürününce filozofların haklı noktalarını daha iyi anlıyorum. Diğer bir filozofa geçince onun daha haklı olduğunu düşünüyorum. (Aynı sizin gibi…) Birisini seçmek zorunda kalsam Platon’u seçerim. K: Biz sizden dersteki ilginizden dolayı Kant cevabını bekliyorduk aslında. AT: Kant’ı çok severim, ama derste de dediğim gibi teorikte şahane, pratik olarak uygulanmasının imkanı yok. Platon’u neden çok seviyorum? Platon’un üzerine tartıştığı, ama diğerlerinin tartışmadığı hiçbir konu yoktur. Platon bütün soruları ortaya atan ilk kişidir. Bugün demokrasiyle, varlığın yapısıyla ilgili tartışma yapıyorsak Platon’un etkisindendir. Bugün bilimin, felsefenin hala cevap aradığı soruları ilk soran Platon’dur. Bunların hepsini bize Devlet kitabında anlatıyor. Demin birisini seçmek zorunda kalsam Platon’u seçerdim dedim; ama bu son bir yıldır böyle. Ben de çeşitli deneyimler yaşıyorum, farklı insanlarla konuşup farklı kitaplar okuyorum. Benim de deneyimlerim doğal olarak değişiyor, okumalarım farklılaşıyor. Önceden Platon’a sınıflı toplum yapısını önerdiği için neredeyse faşist bir filozof gözüyle bakarken zaman içinde biraz daha okudukça başka bir adam olduğunu, başka bir şeyler söylediğini keşfediyorum. Muhtemelen beş on sene içinde tekrar değişir. K: Robert’te bir öğrenci olsaydınız nasıl bir öğrenci olurdunuz? Hangi dersleri alırdınız? AT: Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi, ASL 1-2, sosyoloji, psikoloji, film ve edebiyat ve modern roman kesinlikle alırdım. Ya modern fizik ya da matematik gibi sayısal derslerden de bir tane alırdım, diye düşünüyorum. K: Robert’te unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız? AT: Bunu düşündüm, bu sene oldu bu olay. İlk dönemin ortalarında. Bir sınıfta din felsefesi ve Saint Augustine’den Tanrı’nın varlığına ilişkin getirilmiş görüşlerin eleştrilerindenbahsederken otomasyon kutusundan fena halde çarpıldım. Güldükten sonra üzerinde epey bir düşündük. O gün bugündür din felsefesi hakkında konuşurken otomasyon kutusundan uzak duruyorum. -10- K: Geleceğe yönelik planlarınız nelerdir? AT: Bu konuda da Epikurosçuyum. Elimizde olduğu kadarıyla yiyelim, içelim ve dünyadan keyif alalım. Ne kadar alabilirsek tabii... Hani John Lenon’ın bir sözü vardır ya “Hayat siz onu planlarken yaşadıklarınızdır.” diye. Bu bağlamda, kafanıza hedef koyup planlar yapıyorsunuz ama hiçbir zaman hedef koyup kendimi ona doğru hareket etmek için zorlamadım. Hayatta belli bir seçim anı geliyor ve siz neyi seçiyorsanız, o oluyorsunuz. Bu seçimler sizi siz yapan şeyler oluyor. K: Öğrencilerinize liseden mezun olmadan hangi kitabı okumasını ve hangi filmi izlemesini önerirsiniz? AT: Tek bir tane söylemesi o kadar zor ki sınıflarda da her daim söylerim, distopya ve ütopyalardan okumalısınız. Bunlara klasik örnekler: 1984, Fahrenheit 451, Thomas More’un Ütopya’sı sayılabilir. Çalışma saatlerinin dört saate indirilmesiyle ilgili görüşlerinden dolayı kalbimi çalmış bir adamdır. İngilizce derslerinde okuyorsunuz zaten bazılarını. Ayrıca mutlaka bakılması gereken bir ütopya-distopya kitabı da Ursula K. Le Guin’in “Mülksüzler”idir. Bence mutlaka okumanız gereken kitaplardan biri diğeri de Platon’un Devlet’i ve yine Platon’un Sokrates’in Savunması’dır. Saint Augustinus İtiraflar’a bakılabilir. Bizim parça parça derslerde okuduğumuz Hükümet Üzerine İki Deneme (John Locke), Toplum Sözleşmesi (J.J. Rousseau) ve Thomas Hobbes’un Leviathan’ına bakılabilir. Bunlar çok temel metinler, ne işle uğraşırsanız uğraşın karşınıza çıkacak metinler. Günümüze geldikçe mutlaka okunması gerekenlerden bir tanesi de Kötülüğün Sıradanlığı’dır (Hannah Arendt). 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında toplumsal hayatın çöküşü ve kötülük problemi üzerine çok etkileyici bir fikir verir. Bunlar dediğim gibi hep karşınıza çıkacak eserler.. Bunların dışında Uygarlığın Huzursuzluğu (Sigmund Freud), Cadı Kazanı (Arthur Miller), Modern Dünyanın Sorunları Karşısında Antropoloji (Claude Levi-Strauss) ve Epepe (Ferenc Karinthy) gibi kitapları da sayabilirim. Film olarak da son izlediğim filmlerden birini söyleyeyim. Kült olanları zaten izliyorsunuzdur. The Experimenter, Milgram testinin nasıl geliştiğini anlatan bir film. Film otorite ve itaat arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Felsefe kulübüyle izlediğimiz Saul’un Oğlu’ndan da çok etkilendim. Üzerine konuşulması gereken çok fazla konu var. Bir mağdur ve onu mağdur eden kimliğini ters bir bakış açısıyla veriyor. Başkaca sayabileceklerim ise The Mist, Blindness, City of God ve Brazil. Batman v. Superman tabii ki (gülüyor). Ben Batmanciyim, Superman insan değil bir kere. Batman insanın karanlık yönüne gayet iyi uyuyor. K: Robert’teki öğrencilere genel tavsiyeniz nedir? AT: Çok güzel bir okuldayız, tadını çıkarın. Çimenlere uzanıp baharın tadını çıkarın. Bol bol anı edinin, çünkü çok iyi geliyor ileride lise yıllarını hatırlamak. Sosyal meselelere duyarlılık edinin, edindiğinizde onu kaybetmeyin; kendi kariyerinizin ya da sistemin öne sürdüğü hedeflerin peşinde koşarken ezip geçmeyin insanları. Sağınızdaki solunuzdaki insanları görmeye çalışın. Şu an çok dolu, yoğun olduğunuz zamanlar ama yine de kim olduğunuzu anlamaya çalışın. İçgörü sahibi olmak da çok önemli. Birilerinin size kim olduğunuzu söyleyebileceği yaştasınız; ama aynı zamanda kendinizin kim olduğunuzu keşfetmek için de çok fazla deneyim yaşayacak yaştasınız. Yaşamanız gereken deneyimlerin önünü açın, tabi size zarar vermeyecek ve bu ikisini ayırt edebilmenizi sağlayacak olanları… İnsan kim olduğunu arkadaşları ve aileleriyle keşfediyor. Deneyim yaşamadan insanın kim olduğunu keşfetmesi çok zor, bu anlamda Lockeçuyuz. KÖPRÜ Mart 2016 RC Sanatseverler Topluluğu Yağmur Dülger Kaan Tarhan RC Sanatseverler Topluluğu hepinizi bekliyor! Biz bu yıl dört beş kişi birlikte gezilere gitmeye başlayan ufak bir sanatçı grubuyuz. İstanbul Modern, Sabancı ve Robert’e yakın çeşitli sanat galerilerine ve yeni gelen sergilere gidiyoruz. İstanbul’a gelen sanat sergilerini takip ettiğimiz için, birimizin haberi oldukça diğerlerine haber veriyoruz ve mümkün olduğu kadar birlikte gidip birlikte gelmeye çalışıyoruz. Genelde Öğrenci Birliğinin geç saatlerde başlayan etkinliklerinden önce okuldan çıkıp, etkinlik başlamadan okula dönüyoruz. Bir taşla üç kuş vurmak gibi, hem sergi ve etkinliklerden yararlanıyoruz hem de geç servisleri kullanabiliyoruz. Sonra düşündük taşındık, dedik ki biz bunu daha çok kişiyle paylaşmalıyız.. Bizim arkadaş çevremiz gezilerden haberdar ve kendileri uygun oldukça gezilere gidiyorlar ama Robert Kolej’in geri kalanı bunlardan bihaber. Joe Welch ile konuştuk ve bu gezileri resmi hale getirmeye karar verdik. Edebiyat öğretmenimiz Melek Giray İnce bize sponsor oldu ve seneye resmi olarak gezilerimizi düzenleyebileceğiz. Hemen her ay bir gezi yapmaya çalışacağız ve Joe Bey’in desteğiyle ulaşımımızı Gürsel servisleriyle yapabileceğiz. Böylece daha rahat imkanlarla ve daha büyük gruplarla gezi düzenleyebileceğiz. hem sergiler fazla kalabalık olmuyor hem de giriş ücretsiz. İstanbul Modern’e kısa ziyaretimizde oradaki geçici sergilerden iki tanesini gezme fırsatı bulduk. 31 Aralığa kadar sürecek olan Sanatçı ve Zamanı sergisi sanatçıların çalışmalarını zaman kavramı çevresinde nasıl şekillendirdiklerine odaklanıyor. İçinde zaman temasını barındıran ve sanatçı zaman ilişkisini yansıtan eserlere bol bol yer verilmiş. Işık yansımaları ve renk oyunları sayesinde farklı açılardan bakıldığında farklı görünen dev panolardan tutun, kuş tüylerinden yapılmış çok katmanlı bir perde sayesinde aydınlıktan karanlık uzay boşluğuna geçebildiğiniz küçük bir odacığa kadar birçok etkileyici eser mevcut. 5 Haziran tarihine kadar devam edecek olan Yok Olmadan sergisi ise insan tarafından doğanın gün geçtikçe nasıl tükedildiğine dair modern sanat eserlerini barındırıyor. Müzenin karanlık odacıklarında gösterilen videolar serginin gözünüzü alamayacağınız parçalarından. Dikkat edin, gezerken üç farklı duvardaki çamaşır makinelerinin içinde dans eden insan figürlerine veya yemyeşil vadilerin tepesinden çekilmiş drone görüntülerine rastlayabilirsiniz. Modern sanata önyargıyla yaklaşılan günümüzde böyle sergiler gezmiş olmak hepimiz için bir kazanç oldu. Uzun lafın kısası, RC Sanatseverler Topluluğu olarak daha bunun gibi birçok gezi düzenlemenin niyetindeyiz. Bu gezilerin ilginizi çekebileceğini düşünüyorsanız gelecek duyurularımıza karşı gözlerinizi açık tutun. Hepinizi aramızda görmek dileğiyle! İstanbul Modern Gezisi Grup olarak ilk önce İstanbul Modern’e okul sonrası küçük çaplı bir gezi düzenledik. O zamanlar bir RC Sanatseverler Topluluğu kurma fikri daha aklımızda olmasa bile sergilerin temaları oldukça ilgimizi çekmişti. Şimdi ise okulumuzdaki sergi gezmeye ilgi duyan diğer arkadaşlarımız ve RC Sanatseverler Topluluğu’nun müstakbel üyeleri için, düzenlediğimiz bu ilk İstanbul Modern gezisinin detaylarını sizlerle paylaşmak istiyoruz. Öncelikle bu müzeye gitmek için en ideal günün perşembe okul sonrası olduğunu belirtmek isteriz. Haftanın o günü Mart 2016 KÖPRÜ -11- Şehirde İz Bırakan Festival: 35. İstanbul Film Festivali Derya Değerli Film şeridi gibi bir on gün geçi İstanbul’un gözlerinden. 7-17 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen İKSV’nin düzenlediği 35. İstanbul Film Festivali, şehrin dört bir yanındaki sinema tutkunları önceden berlirlenen 10 farklı sinema salonunda buluşturdu. “Şehirde İz Bırakan Festival” sloganıyla başlayan festivalin posterlerinde filmlerin insanlar üzerinde bıraktığı etkinin fiziksel bir yansıması olan dövmeler vardı. Tam bu yüzden etkinlik, “Bir film izledim, hayatım değişti.” diyenler için ideal, hayatını değiştirecek bir film bulmak isteyenler için ise kaçırılmaz bir fırsattı. 187 uzun metrajlı, 10 kısa ve 24 deneysel filmin yer aldığı festival, 62 ülkeden 223 yönetmenin toplam 221 filmini biraraya getirdi. Eleyici bir seçimden çıktıkları belli olan filmler arasında dünya sinemasının en yeni örneklerinden kült yapıtlara, Türkiye sinemasının en yenilerinden klasiklere, yeni keşiflerden başyapıtlara, gizli hazinelerden iz bırakan filmlere birçok çeşit film bulmak mümkündü, böylece seyircinin de kendini bulması kolaylaştı. Gidenlerin aradıkları filmi bulduklarını umalım ve gitmeyenler için festivalin en çok konuşulmuşlarını özet geçelim. Alt Kat / Un Etaj Mai Jos / One Floor Below Yönetmen: Radu Muntean Oyuncular: Teodor Corban, Iulian Postelnicu, Oxana Moravec Romanya, Fransa, Almanya, İsveç / 2015 Patrascu hayatın alışılmışlığından keyif alan bir adamdır ve tek bir isteği var: İstikrarlı bir şekilde hayatına devam etmek. Ancak bir gün oturduğu apartmandaki alt kattan yükselen gürültülü kavgaya tanık oluyor. Bu kavga, karakterin hayatındaki o göz açtırmaz istikrarını kaybetmesine yol açan bir cinayetle sonuçlanıyor. Bir yandan katil, diğer yandan ise vicdanı Patrascu’ı bir ikilem içine düşürüyor. Patrascu, gerçeklerle önüne bir duvar örmek istiyor ama gerçekleri duvarın diğer tarafında bırakmak düşündüğünden daha zor. Bununla ilişkili olarak yönetmenin kullandığı gerçekçi perspektif gözlerden kaçmıyor. Ana karakterin içinde yaşadığı vicdanıyla olan hesaplaşması oyuncu tarafından kameraya iyi yansıtılıyor ve bu sahnelerde Suç ve Ceza romanına bazı göndermeler yapılıyor. Bu film suç kavramını sorgulamayı sevenler ve hayatın sıkıcılığına aşık olanlar için iz bırakacak bir film. Toz Bezi / Dust Cloth Yönetmen: Ahu Öztürk Oyuncular: Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy, Mehmet Özgür, Serra Yılmaz, Didem İnselel, Gökçe Yanardağ Türkiye, Almanya / 2015 İki gündelikçi kadın, temizliğe gittikleri evlerdeki insanlarla kurdukları ilişkiler, gündelik çatışmalar, kendi -12- arkadaşlıkları-kardeşlikleri ve bu yakın arkadaşlığın hiyerarşisi, hayata tutunma çabası, kadınlık, annelik, temizlik ve yoksulluk… Nesrin ve Hatun şehrin yoksulluğu ve zenginliği arasındaki bir vagonda gelip giderken, hayatı anlamaya ve kendilerine gidecek yollar bulmaya çalışırlar. Hatun temizliğe gittiği mahallede bir ev almak için para biriktirmeye çalışırken, Nesrin önce onu terk eden kocasının yokluğuyla, kendi yalnızlığıyla yüzleşir, ardından da beş yaşındaki kızıyla hayata tutunmanın yollarını arar. Yolları birbirine benzemez ama yoldaşlık bakidir. İki kadın birbirine benzemez hayallerle tutunmaya çalışır. Kadınların toplum içinde kendi yollarıyla kendilerine biçilmiş rollerden kaçışlarını anlatan bu filmi görmek için bu film izlenmeli Kadınların Gölgesinde / L'ombre Des Femmes / In the Shadow of Women Yönetmen: Philippe Garrel Oyuncular: Stanislas Merhar, Clotilde Courau, Lena Paugam, Vimala Pons, Mounir Margoum, Jean Pommier, Thérèse Quentin, Antoinette Moya Fransa, İsviçre / 2015 Dürüstlük nedir? Bir ilişkide partnerinize ne zaman yalan söylemiş olursunuz? Ya da sinema söz konusu olduğunda, kamera önünde yaşananların ve perdeye yansıyanların ne kadarı gerçektir? Usta yönetmen Philippe Garrel, Kıskançlık´ın ardından parlak bir romantik komediyle beyazperdeye dönüyor. Geçtiğimiz yıl Cannes´da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünü açan film, 67 yaşındaki ustanın hâlâ ne kadar dinç olduğunu gösteriyor. Genç bir çiftin ilişkisinin sınavdan geçtiği süreci anlatan bu siyah-beyaz film, Yeni Dalga´nın en parlak zamanlarını anımsatıyor. Bize Rüyalarımızda Huzur Ver / Peace To Us In Our Dreams Yönetmen: Sharunas Bartas Oyuncular: Sharunas Bartas, Lora Kmieliauskaite, Ina Marija Bartaite, Edvinas Goldsteinas Litvanya, Fransa, Rusya / 2015 Bir yaz günü bir adam - müzik, aşk ve kariyer arasında kaybolan, yaşama sevincini yitiren şu anki kemancı- eşi ve annesinin ölümünün ardından giderek yalnızlığa gömülen ve yabancılaşmış hisseden 16 yaşındaki kızı ile birlikte hafta sonu için bir kır evine gidiyorlar. Uzaktan bakıldığında mutlu bir aile tablosu ama yaklaştığında tüm kusurları ortaya çıkıyor: karsına sürekli hakaret eden ayyaş bir adam; aptal, korkak, tembel bir kadın ve tüm bu kavgaların ortasında kalmış yalnız bir kız çocuğu.... Birbirini seven karı koca için sevgi yeterli gelmiyor ve karakterleri bambaşka yerlere çeken kader konuşmaya başlıyor. Filmin akışını ise avcıların KÖPRÜ Mart 2016 dikkatsizlikleri yüzünden kaybettikleri silahın hikayedeki kızı buluşu değiştiriyor. Film, festivalin en çok konuşulanlarından, içinde sorgulanacak çok şey var ve filmde kızını umursamıyomuş gibi görünmeye çalışan baba karakterinin de kızına söylediği gibi: “İnsanlar sorgular, sürekli anlamaya çalışırlar, bu böyledir.” Ara / Interruption Yönetmen: Yorgos Zois Oyuncular: Alexandros Vardaxoglou, Maria Kallimani, Alexia Kaltsiki Yunanistan / 2015 “Ara” tiyatro sahnesinde geçen bir film. Tiyatro kelimesi aslında “Gördüğümüz yer” anlamına gelen “Theatron” kelimesinden gelir ve “Ara” filmi de “görme eylemi” ile ilgili. Film bir rehin alış durumunu anlatıyor ama bu rehin olayı bilinenden biraz farklı: Olaya polis dahil olmuyor, rehinelerin kurtulma çabası yok, olayı dışarıdan izleyenler düşüncelerini belirtemiyor, hatta rehinelerin rehin alındıklarından haberleri de yok. Senaryo, 2002’de Moskova, Dubrovka Tiyatrosu’ndaki 850 kişinin rehin alınışından esinlenerek yazılmış. 2002’de yaşanan olayda uzun süre seyirci alkışlarla sahneyi izlemiş, hepsi olanların oyunun bir parçası olduğunu düşünmüş. “Ara”, film izlemekten çok, okumayı sevenlerin izlemeye doyamayacağı ve her izleyişinde yeni sonuçlarla geleceği bir film. Yönetmen, postmodernize bir şekilde gerçek hayatta bizlerin gördüklerimiz karşısında habersizce rehineler oluşumuzu anlatıyor. Kendilerine “halk” anlamına gelen “Koro” diyen insanlar, bir tiyatro sahnesine ellerinde silahlarla gelir ve oyunu ele alırlar. Oyunun sonrasında, gerçek ve kurgu, hakikat ile yalan, mantık ve absürtlük biribirine karışır. Seyirciye filmin devamında düşen rol ise bunları biribirinden ayırmaktır. Belki de ayıramamak..? Bahar Müzik Listesi Ayliz Onur Bahar ruhunu yakalamak için dinlenilmesi gereken 20 şarkı... 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. Love In An Elevator- Aerosmith Whole Lotta Love- Led Zeppelin Overtime- Brika Maniac- Michael Sambello Ms Jackson- Outkast Black Magic Woman- Santana Kumralım- Yaşar Ebony Eyes-Stevie Wonder Bu Kız- Son Feci Bisiklet Polythene Pam-Beatles Djobi, Djoba-Gypsy Kings Deli- Duman Yaz- Sezen Aksu Kaçın Kurası-Sezen Aksu Rahatsız Vals- Son Feci Bisiklet Liberte- Gypsy Kings Teddy Picker- Arctic Monkeys Sous Le Ciel De Paris- Yves Montand Oh Darling!- The Beatles Gönder Gelsin- Gece Büyük Ev Ablukada’nın Yeni Şekli: Fırtınayt Uran Onuk Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Büyük Ev Ablukada, Cumartesi günkü Fırtınayt konseriyle bir kez daha seyircisinin karşısına çıktı. Konser duyurusunu grubun tarihini anlatan bir videoyla yaptıktan sonra Hayaletler, Arayan Bulur ve Güneş Yerinde adında üç şarkıyı dinleyicisinin beğenisine sunan grubun Fırtınayt konseri, Büyük Ev Ablukada’nın yeni tarzının da bir habercisi adeta. Grup bu üç şarkıyla elektronik müziğe bir geçişin sinyalini verse de cumartesi günkü konser oldukça sürprizliydi. Sahneye ilk çıkan Afordisman Salihins, bu sefer gitar yerine bir bilgisayar ve setin önüne geçmişti. Onu, ardından gelen Galvaniz Gelbiraz, Bas Bariton, Bentek Sizhepiniz, Gelicem Nerdesiniz ve leoparlı ceketiyle Canavar Banavar takip etti. Yeni şarkılarını seslendiren Büyük Ev Ablukada’nın Tayyar elektronik cover’ı da, yeni rap şarkısı da görülmeye değerdi. Yaklaşık bir buçuk saat boyunca aralık vermeden süren konserde “gaza gelen” dansçıların çılgın figürlerinin yanı sıra bir cambaz da seyircilerin üstünden geçti. Uzun zamandır beklenen Fırtınayt’ı yeni bir albümün ve grubun tür değişiminin habercisi olarak görüyor, bir sonraki konseri beklemeye şimdiden başlıyoruz. Hayrını görün. Mart 2016 KÖPRÜ -13- 29 Nisan’da Siz Ne Yaptınız? Öykü Çolak Okulun müzik odalarına giderken sağa baktığımda sadece bir oda, sadece bir stüdyo yerine, on yedi genç insanın kendini keşfettiği, yaratıcılıklarını kısıtlamadıkları, özgür hissettikleri bir yuva görüyorum. Dört senedir bulunduğum bu aileyi bir araya getiren ve her geçen gün birbirine daha da bağlayan modern dans Robert Kolej’deki biricik ama dünya üzerindeki 4956 dans türünden biri. Ekip olarak gösterimizi sahnelediğimiz 29 Nisan Dünya Dans Günü, ilk olarak 1982’de Uluslararası Dans Birliği ve UNESCO tarafından kutlanmış. Kutlanma amacı insanların sanata ve dansa olan tutkusunu arttırmak olan Dünya Dans Günü, her yıl düzenlenen çeşitli etkinlikleriyle insanları dansla tanıştırmaya devam ediyor. Eğer siz de kendinizi keşfetmenin farklı bir yolunu arıyorsanız, bedeninizin kendi ritmini bulmasını, her bir adım attığınızda müzikle bütünleşmek istiyorsanız aşağıdaki workshoplara ve görsele serilmiş türlü yaratıcılıklara göz atmaya ne dersiniz? Dünya Dans Günü Etkinliği Yer: Akbank Sanat, İstanbul Saat: 20.00 2013 yılından beri çalışmalarını devam ettiren çağdaş sanat dansçılarının hazırladığı kareografilerden oluşan gösteri, Dünya Dans Günü’ne adanmış olup bağımsız dans sanatçılarının performanslarını da içermektedir. Danslarının konusu genelde dansa olan bağlılık ve sevgiyi oluşmaktayken, etkinlik izleyicilerine her bir dansçı ve kareograf görüşlerinin ve hislerinin yansıtıldığı prolog ithaf eder: “Dans, hayat gibidir… Fazla düşünmeye gelmez; duymak, dokunmak, hissetmek gerekir… Yaşamak, tıpkı dans etmek gibidir… Bilmekle ilgili değildir… Tecrübeye açık olmak gerekir… Bazen sizi alıp götürmesine izin vermek… Bir adım atmak ve kendinizi akışa bırakmak... Bazen kontrolü ele alıp zaman zaman da izin vermektir… Dans içtendir… İçtekidir... Henüz keşfetmediğimiz renklerdir… Hayatta karşılaşılan -14- her şeye rağmen, özdekini kaybetmemek ve hep yeni renkleri aramak gerekir... Tıpkı dans gibi… Yaşam gibi... Nefes…” (biletix.com) Dansın Ritmi Yer:Hodjapasha Gösteri ve Etkinlik Merkezi Saat: 21.00 Dans Ritmi adlı gösterinin en ilginç özelliği kültürel mirasımız olan halk oyunlarının modern yorumu ve oryantal dansın olağanüstü uyumunun sahnelenmesi. Geçmiş ve günümüz arasında dengeyi size birkaç saat tatmak ve iki zaman arasında benzersiz bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız Dansın Ritmi sizin için eşsiz bir deneyim olabilir. Aynı zamanda gösteride 360 derece Video Mapping ile kendinizi sahne atmosferinin içinde rahatça bulabilirsiniz. L a t i n M ü z i k A k a d e m i s i Fe s t i v a l i Vo l I I Yer:Hayal Perdesi Saat: 22.00 Ünlü tumba ustası Luis Ernesto Gomez tarafından kurulan Latin Müzik Akademisi Türk ve dünya müziklerini latin yorumlar, besteleri ve çarpıcı ritimleriyle müzikseverlere eşsiz bir gece yaşamaları olanağını sunuyor. Eğer eşsiz kareografilerin ve olağanüstü adımların nerden ve nasıl beslendiğini öğrenmek istiyorsanız, müziğin evrenselleştiği bu gece tam size göre. Pera Dünya Dans Günü Yer: :Kozyatağı Kültür Merkezi Saat: 20.00 Dünya Dans Günü’nü coşkuyla kutlamak için düzenlenen etkinliğin amacı 1982’de ilk kutlanan günle aynı amaca sahip: insanların dansa olan dikkat ve ilgisini arttırmak, insanları dansla tanıştırmak. Sergilenen bu görsel şölen, dansın evrensel olduğunu izleyicilerine güçlük çekmeden yansıtabilicek etkiliyiciliğe sahip. “Flamenko’dan Bale’ye, Tango’dan Sirtaki’ye, Latin Amerikan Dansları’ndan Oryantal’a, Roman’dan Zeybek’e” kadar, dünya toplum danslarından oluşan ve koreografiler” bu gösteride izleyicilerle buluşmayı bekliyor. KÖPRÜ Mart 2016 Şafaktan Önce, Akşamdan Sonra: Ayışığında Şamata Alp Altunyurt “Bu dünyada namuslu insaniyetli oldun mu alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu saygı, itibar görüyorsun.” Ali (Keşanlı Ali Destanı) Yukarıdaki alıntı geçmiş yıllarda okutulan ve halen dokuzuncu sınıfta okutulduğunu umduğum, yine Haldun Taner’e ait olan Keşanlı Ali Destanı adlı tiyatro eserinden. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla başlayan edebiyatın yüzünü savaşı kazanan halka dönme sürecinin etkisiyle millileşen ve elitizmden kurtulan Türk edebiyatının ve Türk tiyatrosunun gözde bir eseri olan Keşanlı Ali Destanı, okuyanların hatırlayacağı gibi her ne kadar bir aşk hikayesini işlese de sosyo-ekonomik düzensizliği, ekonomik sınıflar arası farkları, dönemin diktatöryel demokrasi anlayışı ile 1950-1960 arası yapılan sanayi ve kalkınma atılımları ile gelen hızlı kentleşme ve yoksul kesimin yıllardır yaşadığı topraklara yabancılaşması gibi görünürde yan fakat önemli konuları işlemektedir. Yıllarca öğrencilere sınıflar arası çatışmayı öğretmek için onlara dayatılan ağa-işçi çatışmasının 1960’lara gelindiğinde aldığı sınıflar arası kriz hali ve buna binaen modernleşen Türkiye’nin özetidir Keşanlı Ali Destanı. Peki bu yazıda size niye bunları anlatıyorum? Bunları anlatıyorum çünkü Keşanlı Ali Destanı gibi bir eleştiri destanını kaleme almış, İstanbul’un burnunun ucundaki Keşan’ı sanki “balık baştan kokar” dercesine seçerek kokuşmuş balığın başını yani İstanbul’u işaret etmiş; sınıf farklarının yıllarca kendilerini ülkenin amiral gemisi sanan kesime ev sahipliği yapmış şehrin dibinde olduğunu yine bu farkı yaratanların tiyatrolarında oynatmış bir edibin aynı sınıfı bir kez daha ama bu kez doğrudan onlarla dalga geçerek taşlamasıyla yazılmıştır Ayışığında Şamata. “Anlattıkların iyi hoş da ben oyuna gelemedim, bu anlattıklarını nereden bileyim?” diyecek okurlar için anlatmak gerekirse okulumuzun Türkçe Tiyatro Kulübü Mart 2016 tarafından oynanan bu eser iki perdelik. Hızlı bir özet geçmek gerekirse birinci perdede günümüz toplumunda da görebileceğimiz yandaşlık ve rüşvetle servet yaratan, aynı zamanda saymakta olacağım karakterlerin de yaşadığı Çalışkur Apartmanı’nın sahibi bir patronun ve onun dünyayı toz pembe gören, sözü yer yer “Size gıpte ediyorum.” nidalarıyla kesilen eşinin, kürtajla zengin olan bir jinekoloğun, disiplinden ve diktadan dem vuran bir emekli paşa olan apartman yöneticisinin, dostları sayesinde bir yerlere gelmiş saf bir banka müdürünün ve durmadan kahkaha atan eşinin, yazıldığı dönemin yükselen sağ kesimine hitap eden bir muhafazakar gencin--ki adı Müntekim’dir ve “günahkârlara adaletiyle müstahak oldukları cezayı veren” anlamı taşır. Oyunda da sıkı bir batılılaşma karşıtıdır fakat bunu İslam’ın katı tutucu (bir nevi bağnazlık) derecesine götürmektedir--katıldığı kiminle görüldüğü herkesçe bahis konusu olan bir genç kızın doğumgünü partisinde geçen olayları anlatmaktadır. Partide bu kesimlerin bir nevi “gıpte” ile dinlediği Amerika’da üst düzey bir şirkette CEO’luk yapmış yabancılaşmış bir Türk ve onun İngilizce kelimelerini Türkçe’ye çeviren eşi de bulunmaktadır. Perde boyu Batı’nın ve Amerika’nın Türkiye’ye göre fersah fersah ileri oluşunu anlatan ve böyle bir yerde çalışmaktan bir kıvanç ve üstünlük duyan bir geleceğin Robertlisidir aslında. Bu iddialı cümlenin gerekçelerine gelecek paragraflarda nail olacaksınız. Birinci perde bu uzun boylu, cüsseli ve Teksas şapkalı yarı “Texan” yarı Türk patronun Amerika güzellemeleri sonrasında cereyan eden işçi grevi ve sonrasında iki ağırbaşlı sevgilinin toz pembe hayallere dalarken namus bekçiliği görevini üstlenmiş bir mahalle bekçisi tarafından KÖPRÜ -15- taciz edilişini ve apartman ahalisinin olay üzerine iki sevgiliyi terbiyesiz ve namussuz ilan etmeleri ile devam eder. Birinci perde sonlandıktan sonra araya giren seyirciler, ki önceden planlanmıştır, oyunu Türk toplumunun görenek ve an’aneleri üzerinden eleştirir, karakterlerin kendilerine göre düzeltilmesini isterler. Karakterler de şu şekilde değişir; yandaş ve rüşvetkar Çalışkur Bey bir anda işçinin dostu ve memleketin her köşesine elektrik getirmeye canla başla çalışan bir patron haline gelirken eşi ise “Size acıyorum.” diye ortalıkta gezen ve bir nevi ortalığı bayan bir kadına dönüşür. Disiplin abidesi emekli paşa artık her sorunun diyalogla halledilmesini düşünen bir güleryüzlü yaşlı komşu haline gelmiştir. Saf banka müdürü bir anda akıllanmış fakat karısı aklını kaybetmiş, kürtajdan zengin olan doktor şimdi kadınların ve bebeklerin sağlığını düşünen Dr. Cankurtaran’a evrilmiştir. Kiminle birlikte olduğu belli olmayan doğumgünü çocuğu Sevim bir anda namuslu, edepli bir hemşire olmuş ve gönüllü olarak doğuya tayin istemiştir, fakat seyircinin tutuculuğundan dem vurduğu Müntekim’ın yeni ve ilerici hali olan Müştak’ın ciddi eleştirilerine maruz kalmıştır. Diğer birçok değişimle eser ikinci perdede seyirciye aynı oyunu onların inandığı yalanlarla ve yalancı karakterlerle oynamış fakat oyun bu suni karakterlerle fena sırıtmıştır. Sonuç olarak ikinci perde tam anlamıyla gecenin en fazla kahkaha toplayan, gerçek şamatanın döndüğü perde olmuştur. “Özet için teşekkürler, sadete gelsek artık” diyorsanız artık oyunu da az biraz anladığınızı düşündüğümden eleştiri ve yargı bölümüne geçiyorum. Öncelikle o güzel akşamı ve diğerlerini sahnelemiş Türkçe Tiyatro Kulübü’ndeki arkadaşlarımıza ve görev almış herkese teşekkür ediyorum. Oyunda ilgimi çeken üç karakter vardı; bunlar muhafazakar Müntekim, “Texan” CEO ve anlatıcı--oyunu bir meddah gibi anlatan ve seyirci ile karakterlerin perde arası eleştirilerine maruz kalan yönetmen. Bunlardan en ilginci olan Texan patron ile konuşma şansını yakalayamadım ama Müntekim karakterini oynayan Ali Utkan Şahin (RC’17) ve anlatıcı Zeynep Deniz Atacan (RC’17) dönem ve sınıf -16- arkadaşlarım olduğu için kolayca görüşme olanağı buldum. Öncelikle Utkan’a söz vermek, onun hakkında konuşmak istiyorum. Utkan ile kulüp ve sahne hakkında konuştuğumda bana kulübün her çarşamba toplandığını fakat asıl çalışmanın son bir ayda yapıldığını söyledi. Bunu okulumuzdaki sıkla bozulan programa ve öğrencilerin yoğun çalışma şekline bağlarsak ve özellikle--benim diğer kaynaklardan da doğruladığım--şaşırtıcı ve takdir edilecek doğaçlamaları göz önüne alacak olursak gerçekten güzel bir çalışma oldu. Beklentilerden fazla seyirci sayısı da bunu kanıtlar nitelikte. Utkan’dan ve Zeynep’ten öğrendiğime göre oyun bir dil restorasyonu ve üslup revizyonu geçirmiş. Bunlardan bazıları günümüze atıfta bulunmak için. Bunlardan en çok güldüreni ikinci perdede seyircinin eleştiri ve tenkitleriyle tutucu halinden eser kalmamış ilerici ve bir anti-muhafazakar karaktere dönüşmüş Müştak’ın yine eleştiriler üzerine namuslu genç Türk kızlarını temsil eden Sevim hakkında konuşurken onun sivilcelerini kısıtlanmış cinsel hayatına bağlaması ve sonrasında ona oyunda inek olarak geçen kelime yerine “kezban” olarak hakaret edilmesi gerçekten kahkaha tufanı yarattı. Utkan ile konuşurken ona oyunun temasını sorduğumda bana: “Aslında bu bir toplum eleştirisi, hızla batılılaşan toplumun düştüğü komik durumlar.” demişti. Gerçekten de bu ikinci perdede daha net anlaşıldı çünkü ilk perdedeki bikiniyi günah kabul eden Müntekim de ikinci perdedeki toplumsal orgazmdan bahseden Müştak da aslında hem toplumdan bir bakıma zıt hem de o derece topluma mensup insanlar. Batılılaşma ile iki karakteri de aramızda bulabiliriz. Daha da ilginci genç kadınların cinsel kimliğini duruşlarına göre sırasıyla kezban veya anaç, daha kötü anlamda ise fahişeye doğru artan bir skalayla hakaret ederek tanımlayan insanları olduğu bir topluma doğru gidiyoruz ve Müntekim ile Müştak arasındaki fark hızla açılıyor. Muhafaza edenler neyi muhafaza ettiğini bilmiyor, ediyorsa da bunu göreneklere göre değil doğrudan din üzerinden yapmanın kolay ve daha vurucu olduğunun bilincinde. Zaman zaman Türk politikasında da rastladığımız gülünç bir yanlış var ve bu iki perde arasında çok güzel işlenmiş. KÖPRÜ Mart 2016 “Alp biz hala Robertlilere üçüncü paragrafın sonunda yaptığın ayıbı düşünüyoruz, sana yakıştıramadık.” demek istediğinizi biliyorum. Yukarıda yarı Texan patronu Robert Kolej öğrencilerine benzetmiştim. Aslında yalnız değilmişim. Zira oyunun anlatıcısı Zeynep Deniz Atacan ile konuştuğumda bana oyunda işlenenin gerçek hayata yabancılaşma ve batıya duyulan aşırı özentilik olduğunu söylemişti. Bununla da kalmayıp Erol’un (Texaslı patronun) bir çeşit yarı Türkçe yarı İngilizce bir dil olan Robertçeyi konuştuğunu, bunun bir diğer örneğini ise ilk perdede Sevim’in verdiği İngilizce tepkiler olduğunu dile getirmişti. Muhtemelen şimdi taşlar kafanızda yerine oturmaya başlamıştır. Hala olmadıysa bir ara kantine uğramanızı özellikle hazırlık ve dokuzuncu sınıfların kantin muhabbetlerine kulak vermenizi dilerim. Kendi kulaklarımla bir öğrenciden şaşırdığı veya heyecanlandığı bir anda “Holy Jesus” tepkisini duymuş biri olarak bu Robertçenin artık tümden bir Robert öğrenci kalıbına döndüğü kanaatindeyim. O vakte kadar ne bir İngilizce şaşırma tümcesi duymuş ne de Türkiye’deki gayrimüslim arkadaşlarımdan ve komşularımdan bile İsa’ya veya Musa’ya atıfta bulunan bir deyim işitmemiş ben o anda gerçekten o çocuk için utanç duymuştum. Sadece birkaç eski kelime ve deyimi kullanmayı seven ben bu okulda otuz yaş üstü bir ağabey sayılarak saygı görüyorsam bu öğrencinin ve diğerlerinin ileride halkla nasıl bir ilişki kuracağını kestirmek çok da zor değil. Muhtemelen ona da bir çevirmen eş veya yardımcı gerekecek. Doksanların “herald yani” (herhalde yani anlamında) deyiminin artık fersahlarca ötesindeyiz ve bu sadece bizim okulumuzda değil birçok okulda baş gösteren bir olgu. Umarım gelecekte daha beter ve şamatavari coolluklarla(!) karşılaşmayız. “Oyuna gelemedim ama çok da farklı bir şey değilmiş.” diyecek okurlar için kara mizahı tanımlamak gerekirse bu mizah türü sizin, yaşadığınız toplumun veya altında ezildiğiniz saçma, bozulmuş gelenek ve değerlerin sizin yüzünüze vurulmasıdır. Eğer bir gün Nazım Hikmet gibi büyük bir yazar ve fikir adamı olursanız tüm demir perde Mart 2016 diktatörlerini kendi ülkelerinde İvan İvanoviç, Hasan Hüseyinov, Philip Philipek gibi çeşitli adlarla onları sahneye çıkartmak ve bütün ülke entelektüelleri karşısında onları ve yarattıkları bürokrasiyi, kanunları ve fakirliği topa tutmaktır kara mizah. Nazım Hikmet’in deyimiyle evdeki yılanı dosta göstermek, kötülüğü ortaya çıkarmaktır. Oyuna gelmeniz veya gelmemeniz inanın size ne bir şey kazandırdı ne de kaybettirdi. Nice eserler, konserler sergilenmiş sahnede o üç akşam bir grup arkadaşımız aslında bizi, yaşadığımız çevreyi bize sergilediler. Bunu da akşamın karanlığında ayın ışığında yaptılar ki şafak söktüğünde yine aynı hayatlarımıza aynı bozulmuş değerlerin birer savunucu neferleri olarak devam edebilelim diye. Yine Türkçeyi bozmaya, kadını çağdaşlık altında veya din adına aşağılamaya ve yaftalamaya, yaşadığımız kötü günlerin, haksızlıkların ve kavgaların gözümüzü yumarak geçeceğini farz etmeye, yozlaşmış insan ilişkilerine devam edebilelim diye akşam vakti sergilediler bu oyunu. Oysa gün ışığı yüzümüze vurduğunda genç Robertlilerin Türkçe dersinde ağa-işçi çatışması, göç sorunu ve eşkiyalık gibi temaları işlemeye devam etmesi gerekir. Çünkü bilinir ki her genç Robert neferi aslında geleceğin bir Türk aydını, azılı bir ağalık düşmanı olacaktır. Yazımı burada bitirirken siz değerli okurlarıma bir üst paragrafta açıkladığım şekilde bol güneşli günler diler, her ne kadar derslerinde İngilizce kelimeler kullandığını duymuş olduğum Türkçe bölümünün değerli öğretmenlerinin müfredata koymayacağını öngörsem de Haldun Taner’in bu nadide eserinin öğrencilere daha faydalı olacağı için önümüzdeki yıllarda müfredata girmesini temenni eder, sözlerimi ve bu gazetedeki varlığıma aşağıdaki devlet adamlığı ve yönetim süresince takındığı adaletli tutumu birçok kıssayla bugün de hatırlanan (hatırlanması gereken) Hz. Ömer’in sözüyle bitiriyorum. Hepinize esenlikler dilerim. “İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendimizi düzeltmemiz gerekir.” KÖPRÜ -17- İstanbul Flüt Topluluğu Robert Kolej Konseri Özge Gül Erbay İstanbul Flüt Topluluğu, okulumuz Robert Kolej’i 31 Mart Perşembe günü konser vermek üzere ziyaret etti. Bir saat süren bu konserde Vivaldi, Liszt, Verdi gibi ünlü bestecilerin eserlerini seslendirdi. İstanbul Flüt Topluluğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyan lisansüstü öğrenciler ve öğretim elemanları tarafından 2015 yılı Aralık aynıda kurulmuştur. Toplam 21 kişiden oluşan bu orkestrada 14 flüt, 3 alto flüt, 3 bas flüt, 2 pikolo ve 1 kontrbas flüt bulunmaktadır. Türkiye’de ilk defa kontrbas flüt kullanan bu orkestra özgün tarzları birçok ünlü eseri dinleyicilere sundu. Çalınan eserler sırası ile şöyledir: F. LİSZT: Variations on a Theme of Paganini G. BİZET: Symhony in C, Adagio, Scherzo A. VİVALDİ: Spring Allegro Largo e pianissimo sempre, Danza pastorale G. PUCCİNİ: Hummihg Chorus from "Madame Butterfly" B. GODARD: Berceuse from "Jocelyn" G. VERDİ: Caro Nome from Rigoletto F. J. GOSSEC: Tambourin M. RAVEL: Bolero Topluluk, Robert Kolej’de verdiği bu güzel ve etkileyici konser ardından Notre Dame Du Rosaire kilisesinde de konser vermiştir. Konserin her dakikasından keyif alan bir müziksever olarak tüm RC ailesine tavsiyem, bu başarılı ve özgün flüt topluluğunun bir sonraki konserine gitmeleridir. Yeri geldiğinde yarattığı atmosfer ile tüylerinizi diken diken eden, yeri geldiğinde ise sizi alıp hayallere sürükleyen bir uyuma sahip olan İstanbul Flüt Topluluğu, mutlaka izlenmesi gereken bir orkestradır. Okulumuz gerek öğrencilerin hazırladığı, gerek dışarıdan ağırladığı birçok sanat etkinliği ile Robert Kolej ailesine aslında büyük bir fırsat sunmaktadır. Çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan Suna Kıraç Tiyatrosu’nda neredeyse her ay birden fazla etkinlik yer almaktadır. Fazıl Say’dan RC Orkestra konserine, Türkçe Tiyatro’dan Genco Erkal’a; birbirinden güzel ve zengin oyunlar, konserler okulumuzda sergilenmektedir. Fakat bir öğrenci olarak dikkatimi çeken ilk şey, bu etkinliklere katılımın ne kadar az olduğudur. Okulun yoğun temposu arasında zaman bulmak zor olsa da, ayağımıza kadar gelen bu fırsatların farkına varıp onları değerlendirmeliyiz. Sizleri de Suna Kıraç’taki etkinliklerde salonu doldurmaya davet ediyorum. Üç Kuruşluk Opera Beliz Aluç Dünyaca ünlü oyunlarından biri olan, Berliner Ensemble’nin sergilediği ve yönetmenliğini Robert Wilson’un yaptığı “Üç Kuruşluk Opera” 13-14 Mayıs tarihlerinde Zorlu PSM’de olacak. Bilmeyenlere Üç Kuruşluk Opera Alman tiyatro yazarı Bertolt Brecht’in yazdığı ve besteci Kurt Weill’in bestelediği müzikal tiyatro oyunudur. Oyun 18.yüzyıl İngiliz Balad operası Dilenciler Operası’nın bir uyarlamasıdır. Oyunun genel vizyonu kapitalist dünyaya Marksist bir bakış açısını sunmaktır. Oyunun bir diğer önemli özelliği ise evrensel olup bir tek yazıldığı 20. yüzyılı değil günümüzü de yansıtıyor olmasıdır. Gösteri savaş gibi konuları ele alırken aynı zamanda izleyiciye ahlak gibi kavramları sorgulatır. Tiyatro üç perdeden oluşmakla birlikte başında bir prolog bulundurur. Bu prologda Mack-The-Knife adlı şarkıyı söyleyen ve şarkı sözlerini satan şarkıcı kalabalığın odağıdır. İlk perde dilencilerin arkadaşı olarak bilinen Jonathan Jeremiah Peachum ve dilencilere verilen sadakalardan kendine büyük paylar alan adamın çalışma yerinde başlar. Bu muhteşem oyun aynı kendisi gibi bir hayli ünlü olan Berliner Ensemble Tiyatro Okulu -18- Topluluğu tarafından canlandırılacak. Berliner Ensemble Tiyatro Okulu aynı zamanda bu oyunun da yazarı olan Bertolt Brecht tarafından kurulmuştur. Oyuna bir diğer muhteşem özelliğini ise dünyaca ünlü yönetmen Robert Wilson tarafından yönetilmesi veriyor. Amerikalı yönetmen Robert Wilson dünya çapında birçok ünlü isimle çalışmış ve İstanbul Film Festivali de olmak üzere pek çok festivalde de boy göstermiştir. Olivia Ödülü de dahil olmak üzere onlarca ödül sahibi olan başarılı yönetmen 1998 yılında İstanbul Film Festivalinde onur ödülüne lâyık görülmüştür. Gelmeden adını duyurmuş olan bu oyuna eğer bilet bulursanız bu fırsatı kaçırmayın, derim özellikle gülerken düşünmek ve dünyaca ünlü profesyonel bir tiyatro topluluğundan bir şölen izlemek istiyorsanız. Biletler biraz pahalı olsa da en düşük kategorilerden alırsanız uyguna geleceğini düşünüyorum. Özellikle “üç kuruşluk opera” denilen bir oyunun bu kadar pahalı olması da oyunun sunduğu bazı ironilerden biri sanırım fakat bu kadar güzel bir kadro seyretmeye değeceğine inanıyorum. Kısacası takvimlerinizde yer açıp oyun için bilet bakmaya başlayın derim. KÖPRÜ Mart 2016 11. Kültür ve Edebiyat Sempozyumu: Edebiyat ve Müzik Yağmur Erhan Zarif Hiciv ve Acımasız Şarkı 16 Nisan 2016 tarihinde, okulumuz Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün ev sahipliği yaptığı “Edebiyat ve Müzik” konulu 11. Kültür ve Edebiyat Sempozyumu, alanlarındaki çalışmaları ile içinde bulundukları camiada çokça sayılan konuşmacıları ile tüm katılımcılarına eşsiz bir deneyim sundu. Edebiyat ve müzik arasındaki sıkı ilişkinin birçok disiplin üzerinden incelendiği sempozyumda, katılımcılar için en keyifli anlardan biri de Robert Kolej Orkestrası tarafından verilen “nostaljik” konser idi. Robert Kolej, daha doğrusu o zamanki adıyla Amerikan Kız Koleji’nden 1966 yılında mezun olan ve günümüzün en önemli kadın müzik eleştirmen ve müzik bilimcilerinden olan Elvin İlyasoğlu’nun açılış konuşmasını yaptığı sempozyum, ardından Timur Selçuk, Gönül Paçacı, Prof.Dr.Hakan Yılmaz, Prof.Dr. Handan İnci ve Bayram Bilge Toker gibi uzman isimlerin konuşmaları ile devam etti. Şiirsel musikiden Batı Edebiyatı etkisinde gelişen Türk romanındaki müzik aletleri üzerinden sembolize edilen Batılılaşma mesajına kadar çok geniş yelpazede “müzik-edebiyat ilişkisinin” ele alındığı sempozyum, günümüzde herkes tarafından kabul edilen ancak somut örnekler üzerinden temellendirilmeyen bu “aşkvari” ilişkinin, katılımcıların kafasında metotlaştırılmasına da imkan sağladı. Sanatın çatısı altında kendi özgün kimliklerini kazanan edebiyat ve müzik, küçüklüğümüzden beri bizlere öğretildiği üzere çoğu zaman birbirlerinden bağımsız olarak var olduğu düşünülen iki iletişim aracı, duygu ile düşüncenin okuyucuya aktarılma yöntemleridir. Bu aktarılmanın olabildiğince estetik ve okuyucusuna sanatsal bir tatmin olmuşluk hissi vermesi beklenmektedir. “Edebiyat ve Müzik” başlıklı sempozyumuna katılmadan önce böyle düşünenler kervanının bir üyesi olan benim için bu düşünceler, sorgulanamayacak kadar nesnel ifadelerdi. Benim için müzik ve edebiyat, sadece şiirsel ahenk üzerinden birbirlerine bağlıydılar. Ancak, konuşmacılar arasından anlattıklarına en çok ilgi duyduğum Handan İnci’nin, özellikle de Tanzimat romanındaki müzik aletlerinin motif olarak kullanımına dair tespitleri beni, bu düşüncemi tekrardan gözden geçirmeye itti. Müzik, temel öğesi ses olan ve bu seslerin belli bir uyum metodu üzerinden sıralanarak dinleyiciye belirli Mart 2016 hislerin ve duyguların sezdirilmeye çalışıldığı bir araç olduğu kadar, başlı başına bir semboldü de. Osmanlı Devleti’nin kötü gidişatını her anlamda batılılaşarak durdurmaya çalıştığı ancak bu uğraşının belli zümrelerce adeta “meşrulaştırılmış bir Batı taklitçiliği çağrısı” olarak görüldüğü dönem olan Tanzimat Dönemi, romanlarda bu yanlış batılılaşmanın çokça semboller üzerinden hicvedildiği bir nitelik taşımaktaydı. Konuşmasında, bu sembolden “her Boğaziçi’ne bakan salonun bir köşesinde duran”, kullanılmamaktan adeta bir aksesuara dönüşen piyano olarak bahseden İnci için romanlardaki zengin çocuklarının yabancı öğretmenlerinden piyano dersi alması da Tanzimat romanının sivri oklarının birincil hedefi olan “nedim-vari” alafranga özentisi nesle bir gönderme niteliğindedir. Piyano dersleri almasına karşın düzgün bir Fransızca’dan yahut pozitif bilim eğitiminden yoksun olan bu “gönül eğlendiren neslin” mensupları, zamanla piyano derslerinden de vazgeçer ve kendilerini çok daha yüzeysel anlamda bir değişim gerektiren Avrupa tarza giyim ve kuşam gibi hususlara yöneltirler. Bu tür romanlarda müzik, birincil kullanımından farklı olarak edebiyat ile beraber hareket etmekten ziyade adeta onun vermek istediği mesajı pekiştirmek için ona hizmet etmiştir. Bu sayede, romanlarda hicvedilen en “çirkin” konu yahut figür bile müzik sembolünün zerafeti ile dile getirilmiştir. Yani edebiyat bir şarkı kadar bohem ve zarif, müzik ise bir hiciv kadar çıplak ve acımasızlaşmıştır. KÖPRÜ -19- Shakespeare ve Eserleri Ebru Ermiş Şiirlerden tarihi hikayelere, komediden trajediye onlarca eserin yaratıcısı olan Shakespeare’in adını duymayan yoktur. Kullandığı sözcüklerin her birine ayrı anlamlar yükleyerek, akla gelebilecek her türlü söz sanatını kullanarak yazdığı oyunları ve şiirleri günümüzde hala zevkle okunmaktadır. Tabi ki edebiyatla iç içe yaşadığımız okulumuzda da Shakespeare’in eserleri okunmakta ve incelenmektedir. Bu da bizlerin bu büyük yazarın farkına varmasına ve eserlerini hem tanıyıp hem de ilham almasına olanak sağlamaktadır. İlk olarak beş yüz yılı aşabilen bu eserlerin sahibi Shakespeare’i biraz tanıyalım. Doğum tarihi tam bilinmeyen Shakespeare 1560’lı yıllarda İngiltere’de doğmuştur. On sekiz yaşındayken Anne Hathaway'le evlenen ve üç çocuk sahibi olan Shakespeare’in özel yaşamıyla ilgili bilinenler oldukça sınırlıdır. Yaklaşık olarak elli yıl yaşamış ve 1616’da hayatını kaybetmiş de olsa, yaşadığı sürede onlarca oyun ve yüzlerce şiir yazabilmiştir. Bunun yanında “İngilizcenin en büyük yazarı” lakabına sahip olması dilini ne kadar etkili kullandığını da gösterir. En bilindik eserlerinden Romeo ve Juliet’in birçok defa filmi yapılmıştır ve oyun okulumuzdaki dokuzuncu sınıfların İngilizce derslerinde işlenmektedir. Bu nedenle de neredeyse bütün öğrenciler hem hikayeye hem de Shakespeare’in dili kullanma şekline aşinadır. Sıradan bir aşk hikayesini anlatıyor olsa da yazarın bunu ele alış biçimi kitabı hem bugünlere getirmiş hem de okuyanların hikayeden zevk almasını sağlamıştır. İronilerden diyaloglardaki dize dağılımına kadar her şeyin planlanmış olması da oyuna ayrı bir renk katmıştır. Karakterlerle empati kurabilmek ve oyunu daha da içselleştirmek için yapılan en önemli projelerden birisi de dokuzuncu sınıfların kitaptaki olayları modernleştirerek yarattıkları tiyatro oyunlarıdır. Bu süreç İngilizceyi geliştirmenin yanı sıra hem yaratıcılığın sınırlarını zorlar hem büyük bir eğlence kaynağıdır hem de böyle bir eserin en azından bir kısmının okuldakiler tarafından derinlemesine anlaşılmasını sağlar. Bu sene ek olarak Mayıs ayında tiyatro kulübü de Shakespeare’in eserlerini içeren bir oyun sergileyecektir. Açık havada gerçekleşecek olan bu oyun daha önce karşılaşmadığımız bir tarzda olacağı için de çoğu kişi tarafından heyecanla beklenmektedir. Bir Yaz Gecesi Rüyası, Macbeth, Hamlet gibi birçok oyundan kısa kısa sahneler içerecek olan oyun kampüsün çeşitli yerlerinde sergilenecektir, hatta izleyiciler sahne geçişleri için kampüs içinde dolaştırılacaklardır. Daha fazla bilgi vermeyelim sürprizi bozulmasın ancak alışılmışın dışında olan bu oyun hem eğlenmemizi hem de Shakespeare’in ünlü eserlerini tanımamızı sağlayacaktır. Yaşamıyla, oyunlarıyla, şiirleriyle geriye yüklü bir miras bırakan yazar Shakespeare hakkında söylenecekler bitmez tabi ki. Zaten sadece söylemekle, dilinin güzelliğini anlatmakla da olmaz çünkü herkeste ayrı tatlar bırakan şiirler okunmalı, hala sergilenmeye devam eden ve severek izlenen oyunlar da görülmelidir herkes tarafından. Tabi ki okulun bunu sağlamak, bir bilinç oluşturmak için yaptıklarını da azımsayamayız. Music On Mondays Ceren Kuran Hepimizin bildiği üzere, yıl boyunca pazartesi öğle tenefüsleri Faculty Parlour ’da 20 dakikalık performanslar sergileniyor. Mrs. Hope-Brown aracılığıyla hazırlanan bu RC etkinliğinde yıl boyunca çeşitli dönemlerden birçok arkadaşımız performans sergileme şansı buldular. İlgilenenen kişilerin önceden Mrs Hope-Brown ile konuşmaları gerekiyor. Böylece her pazartesi için bir-iki kişi seçiliyor ve bu şekilde program ortaya çıkıyor. Pazartesi günleri de o günün performansının kime ait olacağı bayrak töreninde duyuruluyor. Eğer programda bir aksilik olmazsa, o haftadan önceki cuma da performans verecek kişilerin bilgisi veriliyor. Böylece insanlar önceden programlarını ayarlayabilmiş oluyorlar. Bu performanslar LP, L9 ve L10’lar için 11.50-12.10 arasında, L11 ve L12’ler için 13:25-13:45 arasında oluyor. Music on Mondays ‘in bir izleyicisi olan Emre Kabasakal ile konuştum ve ona birkaç soru yönelttim. -20- Köprü: Daha çok ne tarz müzikler çalınıyor? Emre: Music on Mondays ’de daha çok sakin müzikler çalıyor. Genellikle akustik gitar ve solist ikilisi ya da bir piyanist sahne alıyor, performansını ortaya koyuyor. Köprü: Okulumuzda bu etkinliğe ne kadar ilgi gösteriliyor? Emre: Duruma göre değişiyor. Ne kadar çok duyurulmaya çalışırlarsa ve o günkü performans ne kadar yayılırsa izleyici sayısı o kadar fazla oluyor. Gördüğünüz üzere, okulumuzda artık Music on Mondays bir pazartesi geleneği haline gelmiş durumda. Pazartesi öğlenleri sakin bir şekilde müzik dinleyip performans izlemek ve arkadaşlarımızı izlemek için kurulmuş bir etkinlik. Umuyoruz ki bu geleneğimiz giderek katılımcı sayısını arttırarak büyümeye devam eder. KÖPRÜ Mart 2016 Roman Karakterleri ve Realite Ayliz Onur Peki madem formül bu kadar basit, neden benim önümdeki amca uzaklara dalıp dalıp gidiyor, neden sokaktaki herkesin yüz ifadesi aynı ve neden gülümseyen insanların akıl sağlığından somurtan insanlara kıyasla daha çok şüphe duyuyoruz? Bana göre bir romanın kalitesini karakterler belirler. Nasıl ki hayatımızın kalitesini olaylara duruşumuz belirliyorsa. Güçlü bir karakter yaratmak için iki unsura ihtiyacı vardır romancının: amaca ve bu amaca hizmet edecek kararlı bir kişiliğe. Hikaye denemelerimde kaybolmaya başladıkça fark ettim ki bu iki unsur sadece roman karakterleri için değil kaliteli bir yaşam döngüsü için de esas. Peki madem formül bu kadar basit, neden benim önümdeki amca uzaklara dalıp dalıp gidiyor, neden sokaktaki herkesin yüz ifadesi aynı ve neden gülümseyen insanların akıl sağlığından somurtan insanlara kıyasla daha çok şüphe duyuyoruz? Muhtemelen bunların sebebi çoğu kişinin “amaç” olarak benimsediği içgüdüsel kısa vadeli hedeflerin, tatmin eşiklerine ulaşamaması. Dolayısıyla da bizden roman karakteri olmayı bırakın, öykü karakteri dahi çıkmıyor. Ülke olarak kitap okumaya gereksiz ve işsizlik eylemi gibi bakmaya devam ettiğimiz sürece de korkarım bu böyle olacak. Okuduklarımızın basit öyküler olmadığını aslında hayatı renklendirici bir takım etkileri olduğunu anlamıyoruz ısrarla. Kitap okumayınca da tabii ki gerçekliklerimizi kendimiz yaratamıyoruz. Kendimiz hakkında ne düşündüğümüz bile çevremizdekilerin asla bilemeyeceği iç dünyamızı kendisine göre somutlaştırmasından ibaret oluyor. Bize söyleneni benimsemeye mecbur bırakılıyoruz kısacası. Oysa siz hiç Sherlock Holmes’un umarsızca her bilgiye kafa salladığını, Alice’in merakını cebine sıkıştırıp tavşanı görmezden geldiğini gördünüz mü? Kendi romanının ana karakteri olan her bireyin, ister gerçek hayatta ister sahiden de romanda, bir amacı vardır; ancak bu amaca doğru ilerlerken özümsedikleri tek gerçeklik kendi algılarıdır. Demek istediğim onların boş sözlerle ve durağan yapıya sahip eylemlerle işi olmaz. Osho'nun da Sır'da anlattığı gibi içlerini çöplerle doldurmazlar. O ruh da çöple dolmadığı için içine evreni sığdıracak hacme sahip olur. Galiba, yazımın başında bahsettiğim iki önemli unsuru üçe çıkarmam gerekiyor. Çünkü evreni kucaklamaya hazır bir ruh da güçlü kurgulanmış roman karakterlerinin üçüncü önemli özelliği. Kendi potansiyelinin doruğuna ulaşmak isteyip duran ama bunun için durağan halden harekete geçmeye üşenen bir nesil olarak herkes şu içine sıkışıp kaldığını iddia ettiği değerli zamanlarından biraz verse; iyi bir müzik, sıkı bir kitap ve sıcak bir kahvenin çözemeyeceği dert olmadığını anlasalar bakın nasıl da güzel olacak her şey. Belki asla bir roman karakteri olamayacağız ama en azından kendi öykümüzün figüranı olmaktan kurtuluruz, ne dersiniz? Şiir Haftası Etkinlikleri Ebru Ermiş Şiirle, ilkokulun ilk gününde okuduğumuz “Yaşasın Okulumuz”la başlayan ilişkimiz, RC’de de tam gaz devam ediyor tabi ki. Gerek derslerimiz için, gerek eğlenmek, gerek duygularımızı ifade etmek için olsun, sürekli şiirle iç içe yaşıyoruz. Bunu sadece okulla da sınırlı tutmuyor, günlük hayatımıza da yansıtıyoruz bu sanat dalını tabi ki. Tüm öğrencilerin kalbinde bir yer tutan “şiir” türünü hem kutlamak hem de önemini vurgulamak için okulumuzda düzenlenmiş olan, bol etkinlik içeren, öğrenciden öğretmene birçok kişinin katılımıyla gerçekleşen bir “Şiir Haftası”nı daha geride bıraktık. Şimdi de bu hafta içerisinde gerçekleşen etkinliklere bir göz atalım: Açık Mikrofon: Belki de en çok katılım olan etkinliklerden biriydi “açık mikrofon”. Öğle teneffüsü ve dersler boyunca Forum’da bir mikrofon açık bırakıldı. İsteyen tüm öğrenciler mikrofonun başına geçip beğendikleri şiirleri RC ailesiyle paylaştılar. Etkinliğin en güzel kısmıysa hiçbir kısıtlama olmaması. İstediğiniz zaman, ne zaman kendinizi rahat hissederseniz, sevdiğiniz bir şiiri alıp okuyabiliyordunuz mikrofondan. İlgi duyanlar da bu şiirleri dinliyordu. Şiir Okuma Yarışması (Poetry Slam): Herkes bu konuyla ilgili bir mail almıştır Mr. Welch’den. Kendi yazdığınız şiiri okuduğunuz ve izleyiciler Mart 2016 arasından seçilmiş jüriler tarafından değerlendirildiğiniz bu yarışma, çarşamba günü kulüp saatinde Forum’da gerçekleşti. Katılanlar hem kendi şiirlerini yazdıkları hem de bunu geniş bir izleyici kitlesinin karşısında okudukları için oldukça eğlenceli bir etkinlik olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda değerlendirmeler izleyiciler tarafından yapılıp işin içine rekabet de girince yarışma çok daha eğlenceli ve heyecanlı bir hal almıştır. Hem katılmanın hem de izlemenin keyifli olduğu bu yarışmanın birincisi on ikinci sınıflardan Tayfun Gür olmuştur. Diğer Etkinlikler: Gould’dan geçerken çeşitli şiirlerin asılı olduğu panoyu hepiniz fark etmişsinizdir. Sevdiğiniz şiirleri yazılı olarak paylaşmak isteyenler de orada bulunan kağıtlara şiirleri yazmış ve asmışlardır. Aynı zamanda dolaplarda da çeşitli şiirlerden alıntılarla karşılaşmış olanlarımız da vardır. Bunlar gibi küçük büyük birçok etkinliğin yer aldığı bu haftaya herkesin bir şekilde, izleyici olarak, şiir yazarak ya da okuyarak katıldığınızı düşünüyoruz. Şiir gibi bir türün önemini vurgulamak ve insanlara farkındalık kazandırmak için düzenlenen bu etkinliklerin seneye de devam etmesini umuyoruz. Hepinize bol şiirli günler! KÖPRÜ -21- Murat Karamancı Öğrenci Merkezi Bilge Deniz Koçak “Bubble” ve “Cafeteria” sözcüklerini birleştirerek kendi aramızda “Bubbleteria” olarak isimlendirdiğimiz yeni yemekhanemiz açıldı! Aslında, adı “Murat Karamancı Öğrenci Merkezi”. Bunun nedeni ise, yemekhanenin sadece bir yemek yeme alanı değil, ders çalışmak, arkadaşlarımızla zaman geçirmek, toplu aktiviteleri gerçekleştirmek için uygun bir yer olması. Örneğin, 14 Nisan’da Mr. Leither ile “Tea & Talk” etkinliğini Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde yaptık. Ayrıca aynı günde, yatılı öğrencilerin bir aktivitesi olan “Community Advising”in “Quiz Night” etkinliği de Mitchell 400 yerine yeni yemekhanemizde gerçekleşti. Eski yemekhanemize göre, Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nin ihtiyaçlarımızı daha çok karşıladığını düşünüyorum. Eski ve yeni yemekhanemiz arasındaki bazı farkları içeren tabloya göz atabilirsiniz: Mr. McDonnell: Murat Karamancı Öğrenci Merkezi, gerçekten çok güzel görünüyor. İçeride ve dışarıda yemek yiyebilme imkanının güzel bir farklılık yarattığını düşünüyorum. Daha önceden, eski yemekhanenin önünde uzun sıralar oluşuyordu. Yeni yemekhanenin bu sorunu çözdüğüne inanıyorum. Mr. Leither: Yeni yemekhane binasına girdiğimde, okulun ders işlenen binalarından uzaklaşıyormuşum gibi hissediyorum. Apayrı bir dünya gibi ve çok sıcak bir ortam var. Eren Yürek (RC ’18): Yeni yemekhanenin dekorasyonunu çok beğendim. Değişik renklerin kullanılmasının da ortama pozitif bir hava kattığını ve iletişimi artırdığını düşünüyorum. Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nin öğretmen ve öğrencilerin beraber vakit geçirmesini de kolaylaştırdığını düşünüyorum. Ece Erenler (RC’19): Yeni yemekhanenin doğayla iç içe olduğundan çok güzel olduğunu ve açılmasının yararlı olduğunu -22- düşünüyorum. Ancak, okulun binalarından, özellikle Sage’ den biraz uzakta. Ayça Ülgen (RC’20): Yeni yemekhanemizde en çok beğendiğim şey, açık havada oturma yerlerinin olması. Arkadaşlarımızla vakit geçirmek için çok güzel bir ortam. Anonim 1: Güzel ama yemekhane için ne kadar uygun bir yer, emin değilim. Çok fazla cam kullanılmasının pek mantıklı olduğunu düşünmüyorum, silinmesi zor olabilir. Ayrıca sıraya girdiğimizde çantaları bıraktığımız yerler pek kullanışlı değil. Daha fazla raf olması gerektiğini düşünüyorum. Anonim 2: Ferah ve insanların beraber oturabildiği, farklı dönemlerle zaman geçirebilmemizin kolaylaştığı güzel bir yer olmuş. Ben çok beğendim. Sadece yemekhane olarak kullanmayacağımızı, tam anlamıyla bir öğrenci merkezi olacağını düşünüyorum. Tüm bunların yanında, kışın ne yapılacağı da büyük bir merak konusu. Öğrenciler, Sage gibi binalardan kışın yemekhaneye gidilmesinin zor olacağını düşünüyorlar. Ayrıca, yeni yemekhanenin nasıl ısıtılacağı, dışarıdaki oturma yerlerinin kışın da kullanılıp kullanılamayacağı öğrencilerin kafasında soru işaretleri oluşturuyor. Umarız Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde geçirebileceğimiz zamanlar sadece okul saatleri ya da okuldan sonra kısa bir zaman ile sınırlı kalmaz. Kışın bile bu yeri kullanmamızı sınırlandıramayacağını görmeyi çok istiyoruz. Tüm Robertlilerin Murat Karamancı Öğrenci Merkezi’nde keyifli anlar, eğlenceli dakikalar geçirmesi dileği ile… KÖPRÜ Mart 2016 Cem Seymen Söyleşisi Ceren Kuran 10 Mayıs’ta okulumuza gelen Cem Seymen hakkında Coğrafya öğretmenlerimiz Ferdağ Sezer, Çağdaş Yüksel, Necla Sönmezay ile konuştuk ve söyleşi hakkında daha fazlasını öğrendik. Köprü: Böyle bir söyleşi için nasıl Cem Seymen’i çağırmayı düşündünüz? Coğrafya Bölümü: Biz aslında Cem Seymen’i geçen yıldan beri okulumuzda ağırlamak istiyorduk. CNN Türk’te yaptığı programlar, çektiği belgeseller ve çeşitli makaleleri ders programımızın içine almıştık zaten. “Para Dedektifi” adlı bir programı var CNN’de. Bu programda çiftçinin hayatına ve kırsal hayata odaklanıyor, kırsal hayat ile ekonominin bağını kuruyor. Bizim dikkat çekmeye çalıştığımız konulardan biri kırsal hayat. Şu an köylerde 50 yaşın altı genç sayısı çok az. Hepsi göç etme peşinde. Köyde kalmak isteyen genç bile iş bulamayacağını düşünüyor, kendini şehire göç etmek zorunda hissediyor. Bu durumu engellemek için çiftliklerimiz ve kırsal hayattaki yaşamın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak gerekiyor. Cem Seymen de programlarıyla bunu gösteriyor. Köprü: Bu söyleşiyi gerçekleştirirken öğrencilere kazandırmak istediğiniz değerler nelerdi? CB: Öğrencilerin ders programımızla ilgili olan bu konuları dinlemek isteyebileceklerini düşünerek ve bu kırsal hayat durumuna ilgi çekmek istedik. Ayrıca, biz yedi yıldır, coğrafya bölümü olarak bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bu projede öğretmenler ve öğrenciler kırsal alanlarda belli bölgelerin değerini göstermeye, oradaki değerlere renovasyon yapmak gibi amaçlar barındıran bir proje bu. Bununla ilgili farkındalığı ve çevreyi genişletmek istiyorduk. Cem Seymen de bu projeye çok ilgi gösterdi. Şimdi, çeşitli üniversitelere de gidiyor, bu ilgiyi oralarda da gösterip öğrencilerin farkındalığın arttırıyor. Köprü: Sizce bu amacına ulaşıp öğrenciler tarafından ilgi gördü mü? CB: Bir konu hakkında bilgi edinmeden o konuya ilgi Mart 2016 duyamazsınız. Bu söyleşi, dahası bu konu hakkında da bu geçerli. Biz, öğretmenler olarak derste işlediğimiz konularla öğrencilerimizi bilgilendirmeye ve ilgilerini çekmeye çalışıyoruz. Bu yüzden öğrenciler tarafından fazlasıyla ilgi duyuldu. Ancak, söyleşi okul çıkışı olduğundan öğrencileri bu söyleşiye çekmek daha zor oldu. Okul zamanı içerisinde böyle bir proje gerçekleştirirsek katılan öğrenci sayısını arttırabiliriz. Coğrafya Bölümüne bu söyleşiyi gerçekleştirmek için harcadıkları emeğe teşekkür ederiz. Umarız böyle proje ve söyleşilerin devamı gelir, biz öğrenciler de ilgimizi arttırırız böyle projelere karşı. KÖPRÜ -23- Öğrenciler İçin Yoga Ecem Öztürk Sınavlarla ve ödevlerle dolu hızlı öğrencilik hayatımızda ne zaman durup kendimize zaman ayırıyoruz? Kendimize yeterince zaman ayırmıyoruz.Hızlı hayatın içinde adeta akıyoruz, bir saniye bile durmadan. Peki haftada belli bir zamanı sadece durmaya ayırsaydık, böyle hisseder miydik? Yoga belki size o çok istediğiniz doksan beşlik ortalamayı veremez fakat hayatın durmayan akışı içerisinde tutunabileceğiniz ve rahatlayabileceğiniz bir dal olur. İşte değerli zamanınızın kısacık da olsa bir kısmını yogaya vermeniz için beş neden: 1. Beyninizi boşaltmanız için bir fırsat verir: Yoga yaparken etrafınızda sadece eğitmenin sesini duyabileceğiniz bir ortama girersiniz. Hareketleri doğru takip etmek için de devamlı onun verdiği komutlara dikkat edersiniz. Bu durum sizi o dersin içinde tutar ve başka şeyler düşünmenizi engeller. Ayrıca eğitmenler derslerde genellikle sizi vücudunuzu gözlemlemeye davet ederler. Bu yolla hem kendi vücudunuzu tanırsınız hem de “anda” olmayı deneyimlersiniz. Bu da sizin geçmişi ya da geleceği düşünmeden sadece o ana odaklanmanız anlamına gelir. 2. Stresi azaltır: Yoga yaparken doğru nefes teknikleri kullanılır. Gün içinde zaman zaman stresten alamadığımız düzenli nefesi yogada hareketleri nefes içinde yaparak alırız. Ayrıca kasların kasılıp gevşemesiyle normalde sıkı tuttuğumuz bölgelerin (alın, göbek ve omuzlar gibi) rahatladığını hissederiz. Bugünün stresini vücuttan uzaklaştırır. Ayrıca yoga bünyemizde spor etkisi yapar ve mutluluk hormonu salgılarız, bu da daha pozitif hissetmemizi sağlar. Bunun yanında yoga iç organlarımıza da masaj yapar. Böylece iç organlarımızı da rahatlatmış oluruz. 3. Esnekliği artırır ve duruşunuzu düzeltir: Yoga hareketlerinin ve asanalarının (hareketlerin bir akışın içinde birleşimi) bazıları özellikle vücudun dengesinin gelişimi içindir. Yoga derslerinde eğitmenler bu hareketlerden en az birini derse dahil ederler. Böylece dersten derse vücudumuz dengesini bulur. Bu sporlarda daha başarılı olmamızı ve daha az sakatlık geçirmemizi sağlar. Omurga duruşuna gelirsek de yoga zaten duruşlarında hep omurgayı merkez alır. Duruşlar hep omurgayı rahatlatma amaçlıdır. Gün içinde, ders çalışırken, bilgisayara bakarken ve sırt çantamızı taşırken fark etmeden hep kambur dururuz. Bu duruş omurgamızın eğrelmesine neden olur. Yogayla bu eğrelmeyi düzeltebilir ve daha dik bir duruşa sahip olabilirsiniz. Ayrıca bu sorun yüzünden çektiğiniz ağrılara da bir çözüm bulmuş olursunuz. Omurgayı rahatlatmak strese de bir çözümdür çünkü vücudun daha çok açılmasına neden olur. Bu da vücuda adeta masaj etkisi yapar. 4. Vücut kaslarınızı sıkılaştırır: Yoga duruşlarında dengenin yanı sıra kas gücü de önemlidir. Yoga hızlı yapılan bir uygulama değildir. Duruşları nefes alış ve veriş hızınızla yapmanız gerekir. Duruşlarda bu süreler boyunca kalmak kaslarınızın sahip olabileceği hamlığı da alır, sıkılaştırır. Pozların bir akış içinde yapılıyor olması da kasların devamlı esneyip gevşemesine neden olur. 5. Konsantrasyonu geliştirir: Yoga, beden içindeki farkındalığımızı geliştirir. Bu farkındalık yoga yaptığımız süre boyunca sadece yogayı düşünmemizle oluşur. Buna bağlı olarak konsantrasyonumuz da hareketlere odaklı olur. Düzenli olarak yogaya devam eden biri gün içinde uğraştığı başka işlerde de bu konsantrasyonu yakalamaya başlar. Öğrenme becerisi gelişir. Ayrıca daha önce de değindiğim gibi “anda” olmak, şu anda yaşamak, konsantrasyona ve hafızaya büyük katkı sağlar. Yaptığımız iş her ne ise ona odaklanmamıza yardımcı olur. Böylece bir işi yaparken sadece o işi düşünmeye ve daha verimli çalışmaya başlarız. FAF ‘16 (fotoğraflar: Ekin Gülen) -24- KÖPRÜ Mart 2016 Öğrenciler İçin Uygulamalar Selin Çelikel RC öğrencileri olarak günümüzün önemli bir kısmını bilgisayar başında geçiriyoruz. Okul işleri, ödevler, araştırmalar, hepsinin ucu bir şekilde bilgisayar veya telefon ekranımıza bağlanıyor. Durum böyleyken biz öğrencilerin işine yarayabilecek, kullandığımız elektronik cihazların sağlıksız etkisini azaltacak uygulamalar da önem kazanıyor. Siz de böyle bir arayıştaysanız işte işinize yarayabilecek üç ücretsiz uygulama. F.lux: Telefon ve bilgisayarlarımızın başında geçirdiğimiz saatler bize uykusuzluk olarak geri dönüyor. Yapılan araştırmalara göreyse bu sorunumuzun nedenlerinden biri elektronik cihazlardan aldığımız mavi ışık. Bu ışık gün içinde dikkati artırmaya yardımcı olsa da geceleri beynimize uyanık kalma sinyali gitmesine neden olarak uyku hormonu olan melatoninin salgılamasını engelliyor. Yani bu yapay ışığa maruz kalmak evde yapay bir güneşe bakma hissi yaratarak hem gözümüzü hem de uyku düzenimizi bozmuş oluyor. F.lux uygulamasıysa burada devreye giriyor ve uyku saatlerinizi düzenlemek için bilgisayarınızın ışığıyla oynuyor. Lokasyonunuzu, saati ve uyanmak istediğiniz vakti yazdığınızda uygulama ekranınızın ışığını kontrol etmeye başlıyor. Bu sayede güneş battıktan sonra ışığı bulunduğunuz mekana göre değiştirerek sizi minimum mavi ışığa maruz bırakarak gözlerinizin yorulmaması ve vücut ritminizin dengede tutulmasına yardımcı oluyor. Uygulama özellikle gece çalışmaya alışkın öğrenciler için ideal. StumbleUpon: İnternette gerçek anlamda sörf yapmanıza StumbleUpon olanak sağlıyor. Siteye giriş yaptığınızda onlarca kategoriye ayrılmış menüden ilgi alanlarınızı işaretliyorsunuz, uygulama da seçimlerinize göre bulduğu web sitelerini, yazıları, blogları, fotoğrafları ve makaleleri filtrelemiş bir şekilde önünüze koyuyor. "Stumble" butonuna bastıkça yenisi gelen linkleri beğenerek sonra okumak üzere kaydedebilir veya “Beğenmedim.” diyerek programın sizin için daha fazla filtreleme yapmasını sağlayabilirsiniz. Site size seçimlerinize göre önerilerde bulunsa da spesifik bir konu seçilerek arama yapmak da mümkün. Ayrıca siteye başka kullanıcıların da görmesi için link ekleyebiliyor, liste oluşturup başka insanları ve beğendikleri siteleri görebiliyorsunuz. Uygulama telefonlar için ücretsiz, bilgisayardaysa araç çubuğuna eklenti olarak geliyor. Öğrencilerin işine yarayacak kullanışlı ve rahat bir program. Stop, Breathe & Think: Telefon veya bilgisayarınız üzerinden erişebileceğiniz sesli günlük meditasyon uygulaması. Öncelikle farkındalık ve meditasyon kavramlarını açıklayan uygulama, size bunların yararlarını ve günlük hayata etkilerini, çeşitlerini ve nasıl yapılacağını anlatıyor. Daha sonra yaşınız, fiziksel ve zihinsel durumunuzla ilgili sorulara cevaplarınıza göre size günlük modunuza uygun bir meditasyon planı çıkarıyor. 3–20 dakika arasında değişen meditasyon kayıtlarından istediğinizi seçip dinleyebiliyorsunuz. Meditasyona vakit ayıramayan fakat gün içinde gayet kısa bir sürede sadece dinleyerek rahatlamak ve odaklanmak, stresini azaltmak isteyenlerin işine yarayabilecek bir uygulama. Orkestra ‘16 (fotoğraflar: Tulya Bekişoğlu) Mart 2016 KÖPRÜ -25- Keep Calm & RCIMUN Eda Özüner Hepimizin bildiği gibi nisan tatilinde hepimiz tatil yapmıyoruz. Bütün tatil haftası boyunca bir kısmımız RCIMUN için okulda kalmayı tercih ediyor veya organizasyon kısmında ya da münazara kısmında yer alıyoruz. Hazırlıktan beri her nisan tatilimi düşünmeden verdiğim bu konferansın bütün katılımcıları için anlamı büyük ve bunu malesef herkes anlayamıyor. Bu nedenle katılamayan veya yapılanlar hakkında pek bir şey bilmeyenler için RCIMUN’un bilinmeyen yönlerinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle bu yılki temamız global mülteci krizine çok yönlü çözümler aramaktı ve yedi farklı dala ayrılan komitelerimizin her birinde sorunun belli yönlerinin çözümlenmesi için öneriler geliştirildi. Birleşmiş Milletler’in üye ülkelerinin temsilcilerinden oluşan komitelerimizin görevi tartışarak sunulan önerileri detaylandırıp, güçlendirmek. Sonunda komite başkanları oylamada geçen çözüm önerileri paketlerinden birini diğer komitelerin de üzerinde tartışması için Genel Kurul’a gönderir. Fakat bu sanıldığı kadar kolay değildir çünkü her ülkenin temsilcisi kendi ülkesinin politikaları üzerinden tartışır. Bu nedenle bütün ülkelerin çoğunluğunun uygulamayı kabul edeceği sonuçlar bulmak zordur. Ortak bir karara varmanın yanı sıra yaklaşık 650 kişilik bir konferansın her detayını ayarlamak da kolay bir mesele değildir. Her günün öğle yemekleri ve atıştırmalıklarının yanı sıra, okulların servislerini, gazetemizi, satılan ürünlerimizi, geleneksel tekne turumuzu, ses, ışık ve projeksiyonların çalışmasını öğrenciler ayarlar. Bu konularda ISS’in, güvenliklerimizin, plant ofisin, IT ofisinin, Business ofisin, matbaamızın, ve Gürsel ofisin de yardımı çok büyüktür. Bu sayede Muzaffer Abi, Murat Abi, Kudusi Abi, Şakir Abi, Kenan Abi, Zeynep Abla, Reyhan Hanım, Cengiz Abi ve Emre Abi gibi müthiş insanlarla tanışma fırsatımız oldu ve onlar olmasa konferans asla bu kadar başarılı olmazdı. Bu sene de her sene olduğu gibi komitelerimize uzmanlaşmış oldukları konularda konuşmak üzere -26- profesörler ve diplomatlar davet ettik. Öncelikle açılış töreninde Ankara’daki Amerikan Büyük Elçiliği’nden diplomat Holly Holzer Bass bizi ziyaret etti. Konuşmasında Afrika’nın en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkesi Etiyopya’da geçirdiği ve zorlayıcı kararlar almak durumunda kaldığı yıllardan bahsetmenin yanı sıra bir diplomatın dikkat etmesi gereken unsurlara da değindi. Daha sonra çevre komitemizde Prof. Tanay Sıdkı Uyar sürdürülebilir enerji üzerine bir konuşma verdi. Bu sırada politik komitemizde Koç Üniversitesi’nden Doğuş Şimşek bir konuşma yapıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nden ise siyasal iktisat uzmanı Prof. Ayşe Buğra katılımcılarımıza işçi sendikaları hakkında bir sunum verdi. Koç Üniversitesi Hastanesi’nden Doç. Dr. Süda Tekin ise mülteci kamplarında kolaylıkla yayılabilen bulaşıcı hastalıklardan bahsetti. Anadolu Kültür isimli, kar amacı gütmeyen, Türkiye’de kültürün korunması üzerine çalışmalar yapan organizasyonun koordinatörü Zümray Kutlu da konuşmacılarımızın arasındaydı. Kendisi sivil toplumda mültecilerin etkinlik kazanması üzerine yoğunlaştı. Son olarak da silahsızlandırma komitemizde Prof. Dr. Serhat Güvenç insansız uçaklar hakkında bir konuşma yaptı. Okulumuza özel olan iki farklı komitemiz daha var. Bunlar Uluslarası Ceza Mahkemesinin bir stimülasyonu olan MICC ve tarihsel olayları okulumda tekrardan yaşatan RCSA komiteleridir. MICC de bu yıl uluslararası ceza hukukunda uzmanlaşmış üç isim öğrencilere eğitim verdi; Ruta Mrazauskaite, Jens Henning Fischer ve Mais Konjhodzic. RCSA ise Truva Savaşını Yunan ve Truva taraflarından inceleyerek tekrar yaşadı. Herkesin takım elbiselerle dolaştığı bir konferansta RCSA’dakiler kılıç savaşları yapıyor ve Truva atı kılığına giriyordu. Bütün komiteler olarak bu sene çok verimli bir konferans geçirdik ve yardımı dokunan herkese teşekkürler. Seneye RCIMUN 2017’de görüşmek üzere! KÖPRÜ Mart 2016 Işık Öğütçü ile Keyifli Bir Söyleşi Şevval Akkaya 27 Nisan 2016 tarihinde okulumuzu ziyaret eden Orhan Kemal’in en küçük oğlu ve Orhan Kemal Müzesi’nin kurucusu Sayın Işık Öğütçü birçoğumuzun Orhan Kemal’in hayatından da esintiler taşıyan, küçüklükten beri okuduğumuz, ders verici hikayeleri hakkındaki sorularını cevapladı. Öğütçü’nün öğrencilere olan sıcak tavrı öğrencilerin sorularına cevap bulmaları için çok samimi bir ortam yarattı. Söyleşide Orhan Kemal’in hayatı ve Işık Öğütçü’nün edebiyatımızdaki en büyük yazarlardan birinin oğlu olmasının nasıl bir duygu olduğu en çok üzerinde durulan konulardan oldu. Işık Öğütçü öğrencilerden gelen her soruya en açıklayıcı şekilde cevap verdi, böylece çoğu kişi Orhan Kemal ve romanları hakkındaki sorularının cevabını almış ve Işık Öğütçü ile keyifli bir sohbetin tadını çıkarmış oldu. Orhan Kemal’in hayatının önemli periyodlarının birkaçını öğrencilerden gelen sorularla ve Işık Öğütçü’nün başarılı üslubuyla öğreniyoruz: Köprü: Üstad’ın ismini Orhan Kemal olarak değiştirmesinin özel bir sebebi var mıdır? Işık Öğütçü: O isim değişikliğinde babamın herhangi bir etkisi olmamış. Zamanı biraz geri sarmak gerekiyor. Yıl 1938, babam askerde ve o dönem çok kitap okuduğu için pek çok kavramı zaman zaman çeşitli olarak anlattığı ve bunları askerde yaptığından o dönemde bir takım kişiler babamın bu tür konuşmalarını sürekli not alıp sonunda babamı askeri mahkemeye vermişler. Babam da kendini hakim karşısında görünce bu yaptığı konuşmalar onun önüne çıkmış. İşte bunlardan bir tanesi Nazım Hikmet’i okuduğu, taktir ettiği; Balkan ülkelerinden neden geriyiz, dediği ve bunun gibi nedenlerdir. Mahkeme bu nedenlerden dolayı babama tam beş yıl ağır hapis cezası vermiş. Cezasını Niğde, Kayseri, Adana cezaevlerinde çekmeye başlamış. 1940 Nisan ayında dedem babamı Adana Cezaevi’nden Bursa Cezaevi’ne naklettirmiş. Çok enteresan bir kesişme tarihidir Aralık 1940, çünkü o ayda Nazım Hikmet de Çankırı’dan Bursa Cezaevi’ne nakledilmiş. Bu iki insan orada karşılaşmışlar. Babamın şiir yazdığını o dönemde mahkumlar hemen Nazım Hikmet’e yetiştirmişler. Nazım Hikmet de çok sevinmiş. Hapishanede aynı kendisi gibi ceza yasasının 94. maddesinden ceza almış bir mahkumla olmak, babamın şiirle Mart 2016 uğraşması, aklı başında bir insan olması Nazım Hikmet’i heyecanlandırmış. Nazım Hikmet de bir gün babama şiirlerini okumasını istediğinde babam çok iddialı olduğu bir şiirini okumuş. Nazım Hikmet’in ifadesi çok beğenmediği şeklindeymiş. İkinciyi okumuş yine kötü, üç dört beş de... Yani her seferinde hiçbirini beğenmemiş, hep kötü derecelendirmelerle ona şiirinin beş para etmeyeceğini söylemiş. Ama bir gün Nazım Hikmet koğuştaki masada bir kağıt görmüş ve o kağıt yazılanlar da babamın yarım sayfalık bir yazısıymış. Okumuş, çok hoşuna gitmiş. Babamın yanına gidip “Bunu sen mi yazdın?” diye sorunca babam tabi çok fırça yediği için tekrar fırça yeme olasılığı olduğundan “Ya işte bir şeyler çiziktirdim.” deyip geçiştirmeye çalışmış. Nazım Hikmet orada kükremiş: “Sen şiiri falan bırak, şiir yerine düz yazı yaz.” demiş babama. Babam da: “Ben hayatımda böyle bir şey denemedim, nasıl yazılacağını da bilmiyorum.” deyince Nazım Hikmet:“O daha iyi, sen çalışmaya var mısın yok musun onu söyle.” demiş. Babam da ciddi bir şekilde yazmaya başlamış. Bu şekilde birçok düzyazı ortaya çıkarmış ve tabi Nazım Hikmet de bu sıralarda babamı hep denetlemiş. Nazım Hikmet babama açıkça her şeyi ona sorabileceğini tembihlemiş. Babam da sorduğu her sorunun cevabını en dolu şekilde almış. Yazdığı yazılar da İstanbul’da çeşitli dergilerde yayınlanmaya başlamış. 1942 tarihi çok önemli, 5 Aralık 1942 Yürüyüş isimli bir dergide babamın bir öyküsü yayınlanıyor. O tarihe kadar babam Orhan Raşit imzasıyla, zaman zaman Raşit Kemali imzasıyla bu öykülerine imza atıyor. Dergi hapishaneye geldiğinde babam açmış, o ilgili sayfasına bakmış. Öykünün ismi kendisininmiş fakat imza “Orhan Kemal” olmuş. Şaşırmış sonra sormuş soruşturmuş. Aldığı cevap da derginin üstünde bir soruşturma olduğundan ve orada yazanların çoğunun da hapishaneden yazdığından, yani ceza almasınlar diye editörlerin tüm yazarların ismini değiştirdikleri olmuş. Tüm yazarların ismini değiştirirken babamın da Raşit’ini kaldırıp Kemal’i koymuşlar. Babam ismi önce yadırgadığını sonra da kıyak bir isim olduğunda kabul ettiğini söylüyor. “Eşin dostun haberi olsun artık hep bu ad ile yazacağım.” diyor ve Aralık 1942’den sonra hep Orhan Kemal olarak imzasını atmaya başlıyor. KÖPRÜ -27- Türk Sanatçılarından Rus Klasikleri Leyla Altay İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası düzenli olarak Fulya Sanat Merkezi’nde farklı şef ve temalarla sahne almaktadırlar. 8 Nisan 2016’da, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası sahnelerini şef Mikail İskrov, Kazak keman virtüözü Aimann Mussakhajayeva, solist Shakhimardan Abilov (Bariton) ve Seda Ortaç’la (Soprano) paylaşmıştır. Bu klasik müzk konserini tercih etmemin nedenlerinden biri kemancı virtüöz Aimann Mussakhajayeva’yı görme isteğimdi ama şansımıza onun performansını konsere geç giderek kaçırdım. Aimann Mussakhajayeva (bilmeyenler için) hem ulusal hem uluslararası üne sahiptir. Birçok uluslararası saygın yarışmalarda ödül almış ve “Academy of Soloists” Devlet Oda Orkestrası’nın kurucusu ve başkanıdır. Diğer sanatçıları, konserin biletini bir gün önceden aldığım için ilk kez sahnede izleyebildim ama birbirleriyle uyumları ve sahneye içten girişleri ve büyüleyici performanslarıyla kaçırdığım kemancının yokluğunu aratmadılar. Ne yazık ki İstanbul trafiği nedeniyle konserin ilk yarısını kaçırsam da nadir olan Kazak-Türk sanatçılarının beraber çalışmaları ve ortaya klasik Rus bestelerinin bir senetezini sunmalarını görme ve dinleme fırsatı bulmak benim için güzel bir sürprizdi. Borodin’in “Prens Igor” operasının “Polovets Dansı” ikinci yarının ilk parçasıydı. Bu ihtişamlı giriş ve onu takip eden aryaları bir opera içerisinde değil, bir konserde dinlemek oldukça etkileyiciydi. -28- Shakhimardan Abilov’un güçlü ve dolgun sesiyle bütün salonu etkisi altına alması ve Seda Ortaç’ın aryaları orjinal dilinde (Rusça) söylemesinin ilginç ve şaşırtıcı olmasının dışında orkestraya olan uyumu izleyicileri mest etti. Bu olağanüstü performans ve programda yer alan parçalar tüm izleyenlerin coşkulu alkışları eşliğinde son buldu. Vesilesi ne olursa olsun klasik müzik konserleri tüm ziyaretçilerini etkiler ve içlerini güzel ve şiirsel duygularla doldurur. Ben de aynısını yaşadım ve bunun gibi etkinlikleri kendime daha sık armağan etmeye karar verdim. KÖPRÜ Mart 2016 İZEV Dolunay Kocabağ Mart ayının ikinci haftası okulumuzda Fark Yarat’an Kitap Günleri adlı etkinlik kapsamında İstanbul Zihinsel Engelliler İçin Eğitim ve Dayanışma Vakfı öğrencilerini ağırlamıştık. Marble Hall’dan geçtiyseniz bilirsiniz. Üç gün boyunca İZEV öğrencileri okulda kitap ve yiyecek satışı yaptılar. Ritim gösterileriyle yemekhaneyi şenlendirdiler. Peki kimdir bu çocuklar? Onları tanımlayabileceğimiz tek özellikleri down sendromlu ya da otizimli oluşları mı? Eğer hafta boyunca onlarla tanışma şansınız olmadıysa Tan Aytıs’ın tiyatrodaki yeteneğinden, Çağdaş’ın gördüğü rüyaların hepsini hatırladığından, Nilay’ın pasta-börek ve “güzel şeyler” hakkındaki engin bilgisinden haberdar değilsinizdir. Peki bütün bunları öğrenmek ne kadar zor olabilir? Ana karakteri tanımak için kaç sayfa kitap okumak gerekir? Bir insanı tanımak için kaç yıl, kaç buluşma, kaç cümle… Bu soruya hala cevap bulamamış biri olarak iki yazarı birer ders süresinde tanımaya çalıştım. Aynı hafta içinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün ve kütüphanenin yardımlarıyla İZEV yararına iki yazarı okulumuzda ağırladık. Ahmet Ümit ve Mario Levi yaptıkları söyleşilerde sadece kitaplarından ve edebi kişiliklerinden değil, onlara ilham veren ve hepimizin hayatında bir şekilde yer edinen durumları ve duyguları içtenlikle dile getirdiler. İki yazar da kitaplarında anlattıklarının gerçeklikten beslendiğine değindi. Ahmet Ümit’in söyleşisini izlerken kafamı bir süredir kurcalayan soruları düşündüm, mesela "Bir insan hayatta anlatmaya değer bulacağı şeyi nasıl keşfeder?” Buna benzer soruların cevabını tartışma fırsatım olmuştu ancak almaya korktuğum cevaplarla karşılaşıyordum. Birikim gerektiğini fark ettim. Sadece insanın kendi hayat deneyimleri de değil biriktirmeleri gereken; başkalarının deneyimlerini, geçmişte ve günümüzde farklı koşullarda yaşayan insanların deneyimlerini de aktarabilmek Mart 2016 gerekiyor. Aksi taktirde bütün yazarlar yalnızca kendi hikayelerini anlatırlardı. Benzer sözleri pek çok kitap yazmış başarılı bir romancıdan duymak beni oldukça etkiledi. Biriktirmek gerektiğini kabullenmemde önemli bir etken oldu. Yalnızca hayal gücü yeterli olmasa da mükemmel kurgular için hayalperestlik kesinlikle bir yazarın işini kolaylaştırıyor. Zira Ahmet Ümit'in sıradan olayları eşzamanlı olarak kafasında hikayeye çevirmek gibi bir alışkanlığı var. Yaşanan olaylara yeni karakterler, pek çoğu tarihten alınma yan öyküler ekliyor. Bütün bunları yaparken birçok mekanda birçok karakter oluyor. Hayatı bir kişi olarak yaşamaktan kendini kurtarıyor. Çok Satan olmaktansa pek şikayetçi değil. “Ben okunmak istiyorum!” diyor, Gould binasının ikinci katından manzaraya karşı. Fark Yarat’an Kitap Günleri'nden İZEV’liler de oldukça memnun kaldı. Bahar tatilinde gittiğimizde okulumuzu tekrar ziyaret etmek istediklerini söylediler. M. Uysal hocamızla bu haftayı bir geleneğe dönüştürme planımız var. Bu planı uygulamaya koyma sürecinde okula gelecek yazarların en azından bir kitabını okumuş olmayı da kendim için temenni ediyorum. KÖPRÜ -29- RC Yıldız Basketbol Takımı Ömer Ekin Her eğitim-öğretim yılının ilk çarşamba öğleden sonrasında gerçekleşen “Kulüp Seçme Panayırı”nda, basketbol takımı standı büyük ilgi görür. Okulda daha yolunu bulmakta zorlanan basketbolsever hazırlık öğrencileri, Forum’un üstündeki stantta 2 metre boyunda, basketbol şortu giyen birini görünce heyecanlanır. (Ben de RC Yıldız Erkek Basketbol takımı Koçu Murat Özyiğit ile geçen sene orada tanışmıştım.) Listeye isimler yazdırılır ve ertesi salı günündeki takım seçmesi antrenmanı için planlar yapılır. Takım seçme antrenmanı her sene kalabalık olur. Basketbol geçmişi olan öğrenciler belki de o salı günü uzun bir aradan sonra ilk kez basketbol ayakkabılarını giyerler. Kimileri TEOG sınavının yoğun temposu yüzünden ara verdikleri basketbola kavuşmanın mutluluğu, kimileri de seçilir miyim seçilmez miyim endişesi ile sahaya çıkar. Zorlu geçen seçme sürecinde her öğrenci basketbol hünerlerini sergilemeye çalışır ancak ortalıkta bir takım yoktur. Seçme haftalarından öğrenilen en önemli bilgi de Murat Koç’un sahada olan her pozisyonu görmesidir. Zaten çok kişi var, belli olmam diyerek ciddiyetini kaybedenler ve elimden gelenin en iyisini yapayım diyenler o kalabalık içinde kolayca tespit edilir. İlk iki seçme antrenmanının sonunda Murat Koç katılanları etrafına toplar ve herkese teker teker geri bildirimde bulunur. Murat Koç yorumlarını seçmelere katılanlarla paylaştıktan sonra nazikçe bazı isimlerin üstünü çizip takımı şekillendirmeye başlar. Eğer bu yazıyı okuduktan sonra RC Yıldız Basketbol Takımında oynamak istersiniz diye kriterleri de ekleyeyim: ● Hazırlık veya 9. Sınıf öğrencisi olmak ● Başka bir kulüpte lisansın bulunmaması ● Her hafta eksiksiz Salı ve Perşembe günleri yapılan antrenmanlara katılıp azimle çalışmak Geçen sene, ben hazılık öğrencisiyken, yedi 9. Sınıf, üç de hazırlık öğrencisinden oluşan Yıldız takım bu sene 9. Sınıf öğrencilerinin Mr. Pinto’nun yönettiği Genç Takıma geçmesi ile sayıca azaldı. Ama takıma bu sene katılan yedi hazırlık iki de 9. Sınıf öğrencisi takıma kolaylıkla ayak uydurmayı başardı. Takıma bu sene katılan ve bir sene içinde kendine takımda önemli bir yer bulan Hazırlık öğrencisi Berk yani takımdakilerin deyimiyle “Beko” takıma uyum sağlama sürecini şöyle anlatıyor: “İlk antrenmanlarda çok heyecanlıydım, hatta ilk maçta oynayabilecek miyim diye endişelenmiştim. Yıldız takım daha önce oynadığım takımlardan farklı bir düzene sahip olduğu için takıma alışmakta güçlük çektim ancak takım arkadaşlarımın isteği ve enerjisi beni -30- de motive etti ve kendimi geliştirmemi sağladı.” Yıldız takımda çok kuvvetli arkadaşlık bağları vardır ve bütün takım gerek saha içinde gerekse saha dışında, maçlara giderken, soyunma odasında birbirini kollar. Bir aylık sürecin sonunda, takım Salı ve Perşembe günleri okuldan sonra gerçekleşen antrenmanlarına başlar. Bir süre teknik ve hıza yönelik çalışmanın ardından takım ruhu gelişir ve artık setler öğrenilmeye başlar. Klasik hücum setlerinin yanı sıra takımın o seneki durumuna göre yeni setler çizilir. Mesela bu sene takımda iyi şut atabilen oyuncular olduğu için boş şut bulmamızı sağlayan bir set öğrendik. Adını da “Deli” koyduk. Ne kadar yeni set öğrensek de Murat Koç’un her zaman dediği gibi “Bütün setlerin temelinde pick and roll ve screen koyma vardır.” Yani demek istenilen, ne kadar karmaşık setler çizilse de biz takım arkadaşlarımız ile iyi iletişim içinde olmayıp birbirimize hücumda, ikili oyunlarda destek vermezsek başarılı maç oynayamayız. Okuldaki diğer bazı spor kulüplerinin aksine Yıldız Takım antrenmanlarına katılım çok yüksektir. Antrenmanlarımız çoğunlukla tam kadro yapılır ve dolu dolu geçer. Her hafta yeni taktikler öğrenir ve becerilerimizi pekiştiririz. Antrenmanlarda kendi içimizde yaptığımız maçlarda tatlı bir rekabet havası vardır. Birbirimize karşı iyi savunma yapmamız, bizi maçlara daha iyi hazırlayıp takımca akıllı oynamayı zorunlu kılmaktadır. Bu sene Yıldız takımımız birçok maçta ve turnuvada okulumuzu başarıyla temsil etti ve temsil etmeye devam ediyor. ● Halen Yıldız Erkekler Alt Yap C Ligi Avrupa G grubunda maçlarımız devam etmektedir ve grupta oynadığımız 6 maçta 4 galibiyet 2 mağlubiyet aldık. Bu sene C liginde güçlü bir takım olduğumuz için kolay maçlar oynasak bile Murat Koç’un kazanmaktan çok iyi basketbol oynamamıza önem verdiğini görmek okul sonraları ve hafta sonları Bayrampaşa, Bağcılar, Halkalı gibi ıssız sahalarda seyircisiz oynadığımız her maçın dersler çıkarılabilecek deneyimlere dönüşmesini sağladı. ● 15 Şubat’da IICS okullarında düzenlenen ISL (International Schools League) Kupasında 8 takım arasından 3.’lük başarısı elde ettik ● Uluslararası Okullar Turnuvası kapsamında yine birçok maça gittik ve okulumuzda da bir turnuvaya ev sahipliği yaptık. ● Mayıs ayında Ayazağa Işık Okullarında düzenlenecek turnuvaya katılacağız. İki senedir üyesi olduğum ve bu sene yardımcı kaptanlığını yaptığım Yıldız Erkek Basketbol takımı, benim ve (eminim ki üyelerinin) Robert Kolej yaşamımda çok önemli bir yere sahip. Yıldız Takım, yorucu geçen okul temposunda fiziksel olarak zinde kalmama yardım etmenin yanı sıra bana bir amaç uğruna azimle çalışıp doğru ve yanlışlarından ders çıkaran bir takımın parçası olmayı öğretti. KÖPRÜ Mart 2016 Emirgan Lale Korusu’na Bir Gezi Ece Şemdinoğlu Divan Edebiyatı’nda da önemi esirgenemeyen lale figürlerinin yansıması da yer yer karşımıza çıkıyor. Divan Edebiyatı’nda sevgilinin yanağını ve aşığın gözyaşlarını yansıtan lale, Klasik Türk Edebiyatı’nda da Mevlana ile varlığını ortaya koymuş ve zaman içinde özellikle Lale Devri’nden sonra ise şiirlerin vazgeçilmez bir figürü haline gelmiştir. Türk kültüründe de adeta bir baş tacı olan lale günümüzde zerafetin ve masumiyetin bir simgesidir. Her ne kadar ana vatanı kesin olarak bilinmese de lalenin Orta Asya’ya Türkler tarafından getirildiği söylenir. Geçmişten günümüze uzun yıllardır önemini kaybetmeden kimi zaman şarkılara, kimi zaman yazılara, kimi zamansa şiirlere ilham kaynağı olmaya devam eder. Günümüzde de laleye verilen önem devam ettiği gibi yılın belli dönemlerinde lale festivalleri düzenlenmeye başlanmıştır. Bu festivallerin güzel bir örneği ise Emirgan Korusu’nda yer alıyor. Adını Emirgun Han’dan alan Avrupa yakasında, Emirgan semtinin kuzey batısında bulunan Emirgan Korusu son 10 yıldır düzenlenen İstanbul Lale Festivali’ne ev sahipliği yapıyor. Lale sergisi, resim sergisi, tenis turnuvası, futbol turnuvası ve fotoğraf yarışmaları gibi birçok etkinliğin de düzenlendiği Emirgan Korusu, bahar mevsimi bitmeden kesinlikle görülmesi gereken yerler arasında. 11 Nisan Cumartesi günü birbirinden güzel laleler ile herkese kapılarını açan Emirgan Korusu her yıl olduğu gibi bu yıl da Robert Kolej 10. Sınıf öğrencilerinin durağı oldu. Biz, 10. Sınıf öğrencileri olarak birçok farklı türde ve renkte laleleri görmek, edebiyatta lalenin önemini pekiştirmek için uğradık lale bahçelerine. Emirgan Lale Bahçesi’ne girişte, birbirinden farklı boyutlarda ve renklerde laleler karşıladı bizi. Etrafta ise neşe ile koşuşturan çocuklar ve piknik yapan aileler görmek mümkündü. Parkta hakim olan bahar havası sınıfça güzel vakit geçirmemizi sağlarken, lalelerin etkisi ile olsa gerek, içimizi de pozitif enerji kapladı. Emirgan’a yolunuz düşerse birbirinden farklı güzellikteki laleleri görmeden geçmeyin. fotoğraf: Aydnsevikyildiz. "Emirgan Korusu / Lale Festivali 2015." YouTube. YouTube, 06 Apr. 2015. Web. 04 May 2016. Karikatür: Şevval Akkaya Mart 2016 KÖPRÜ -31- “Van, Van, Van… O da bir İlimiz!” Kaan Tarhan “Van Gölü üzerinde gün batımı” Bildiğiniz gibi Van, ülkemizin doğusunda yer alan, etrafına göre alçakta olmasına rağmen rakımı son derece yüksek olan, Van Göl’ünün bulunduğu, hayvancılığın yapıldığı, Van kahvaltısıyla ünlü çok nezih bir ilimiz. Ama bilmediklerinizin sayısı çok daha fazla; mesela yirmiden fazla çeşit peynir üretildiğini, 67 çeşit elmanın yetiştiğini, hem et hem un mahmullerinin ustalıkla yapıldığını, bir elinizle çiçek toplarken diğeriyle kar topu yapabileceğinizi, camileri olduğu kadar kiliselerinin olduğunu, hiç terlemeden güneşlenebileceğinizi, komşular ile ne kadar çabuk kaynaşabileceğinizi veya Van Göl’ünün son beş yıldır deniz kabul edildiğini bilmiyordunuz. “Roza, Leyla ve ben Sarı Kanola tarlasında” En yakın arkadaşlarımdan Roza, beni ve arkadaşımız Leyla’yı davet edene kadar biz de bilmiyorduk. Bavullarımızı toplayıp ailelerimizi de yanımıza alarak Van’a gittik ve Roza’nın ailesi tarafından çok sıcak karşılandık. Babası Aydın Bey hem bir mimar hem de bir sanat tarihçisi olarak bizi gezdirme görevini üstlendi ve ilk gün sabahtan Van Gölü’nün içindeki Ahtamar Adası’na yollandık. Adada Ermenilerden kalma Surp Haç Kilisesi’ni gezdikten sonra gün boyunca içimizi ısıtan güneş ve hiç kesilmeyen ferah rüzgarla birlikte doğa yürüyüşü yaptık. Ağaçlardan topladığımız çağlaları, bademleri yedik, semaverimizden çay içtik ve göl manzarasının keyfine vardık. İkinci gün Van Kalesi’ne doğru yola çıktık ama yolculuğun kendisi de hedef kadar kıymetliydi. Ganisipi, yani beyaz akan şelaleden su içtik, uçsuz bucaksız sarı Kanola tarlaları arasında yürüdük ve yerlilerin beleki dediği hala erimemiş kar kütlelerine dokunduk. Van Kalesi’ne tırmanırken gördüğümüz kıpkırmızı gelincikler ve eski şehir kalıntıları, kalenin doruğundaki Van manzarasını özetler -32- nitelikteydi. Doğayla iç içe olan şehrin bir yanında dağlar, bir yanında göl, koruma altına alınmış kuş cennetleri olan deltalar, sayısız koyun sürüleri ve gökyüzünde onlarca martı ve kırlangıç... Şehre indiğimizde sadece Van’da yapılan özel gümüş takılardan aldık ve Van Kedisi Evi’nde bir gözü mavi bir gözü yeşil kedicikleri sevdik. Doğubeyazıt’a doğru erkenden yola çıktık üçüncü gün. Yolda Muratpaşa Şelalesi’nin üstünde sallanan bir köprüden geçip, herkese nasip olmayan harika bir Van Dağı manzarasıyla karşılaştık. Doğa iyi güzel de tarihi bir yer “Van Kalesi’nin aşağıdan görüntüsü” görmediniz mi diyeceksiniz? O başarısız restorasyonuyla çok ünlü İshak Paşa Sarayı’nı da gezdik. Aydın Bey sağolsun, aslında bir çeşmeden süt, bir çeşmeden su aktığı iddia edilen musluğun gerçek olmadığını öğrendik. Dönüş yolunda tabii ki dayanamadık, bu sefer çiçek tarlalarında çiçek topladık. Mavisi, moru, sarısı kırmızısı, Şeytan Köprüsü’nün etrafı resmen gökkuşağı gibiydi. Bu endemik çiçeklerin çoğuna ırklara göre isim veren Fransızlar sağolsun, elimizde buket buket Astragalus kurdikus ve Anthemis Armeniaca ile eve döndük. Her gün inanılmaz et yemekleri yedik ve semaverde odun ateşinde demlediğimiz çaylarla içimiz ısındı. Sanırım yüze yakın gün batımı fotoğrafı çektik, çünkü gölün üstünden batan güneş hergün başka bir renk gözüküyordu. Çok kısa bir süre ziyaret etmemize rağmen aşık olduğum bu bölgeyi herkesin görmesi gerektiğini düşünüyorum. Fransa’nın güneyi, İspanya’nın kuzeyi falan bunlar yalan. Van’ı görmeden Türkiye’de yaşadım denemez. Sonuçta Van… O da bir ilimiz. Fotoğraflar için Leyla’nın annesi İlham Dilmen’e ve bizi ağırlayan Aydın Mızrak ve Meram Mızrak’a özellikle teşekkürler. ”Van’ın florası, Kaan Tarhan tarafından çizildi.” KÖPRÜ Mart 2016 Acarlar Longozu THP Ceren Kuran İlkbahar tatilinde gerçekleşen topluma hizmet projelerinden biri olan Acarlar Longozu THP’si 3-8 Nisan tarihleri arasında, 10 kişilik kadromuzla gerçekleşmiştir. Çevre eğitim binasının bakımına odaklandığımız bu THP Çağdaş Yüksel’in ve İzzet Şengel’in öncülüğünde gerçekleşmiştir. Öncelikle longozun tanımı ile başlayalım. Longoz, denize akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Türkiye’de Kızılırmak Ovası’nda (Samsun) ve Sarıkum’da (Sinop) longozların küçük bir alanı kalmış olsa da, Türkiye’de en önemli iki longoz İğneada’da ve Acarlar’da bulunmakta. İğneada’daki longoz parçalar halinde, bu yüzden Acarlar’daki longoz dünya çapında daha önemli sayılmaktadır. Acarlar’daki longoz 235 kuş türü barındırmaktadır. Acarlar’daki longoz hakkında farkındalığı arttırmak ve insanları bilinçlendirmek için Sakarya’da Karasu ilçesinde 2000 yılında çevre eğitimi binası kuruldu. Her ne kadar TÜRÇEK (Türkiye Çevre Koruma Vakfı) bu binanın inşa edilmesi için tam destek vermiş olsa da, binanın çevresindeki halk buranın bakımına destek vermediği için bina on yıla yakın süredir kullanılmamaktaydı. Bina ilk inşa edildiğinde, yanına binaya bakacak aile için bir barınak yapılmış. Aile burada iki üç yıl kaldıktan sonra oradaki halk onlara köyde bir ev yapınca barınaktan taşınmışlar. O zamandan beri o barınakta zaman zaman çiftçiler kalmakta ve binanın da bakımı sağlanmamaktaydı. Biz de, köy muhtarlığına bağlı olan bu binayı yenilemek için Sakarya’ya gittik. Binanın içinde eğitimlerin gerçekleşmesi için bir sınıf, bir toplantı odası ve bir ofis bulunmakta. Sınıftaki sıralar geri dönüştürülmüş karton ambalajlardan üretilmişti. “Yekpan” (Yeniden Kazanılmış Panel) adı verilen bu proje bir çevre eğitim binasının sahip olabileceği en etkili eşyalardan biriydi. İnsanlara eğitim vermenin dışında, yapmayı planladıkları eğitimin uygulanmış halini sunmaktaydılar. Biz de böyle bir binanın bakımını yaparken olabildiğince planlı davrandık. Bakım sırasında üç kişi içerideki temizlik ile ilgilenirken geri kalan yedi kişi dış boya işini üstlendi. Projemizin iki günü TOG (Toplum Gönüllüleri Vakfı)’dan gönüllüler geldi. Bizi çevre ile ilgili bilgilendirdiler ve çevre eğitim binası sonunda inşa edilme sebebiyle nefes almış oldu. Projemizin son günü Denizköy Ortaokulu’na TEMA’dan görevliler geldi ve onlara nasıl tohum ekileceğini öğrettiler. Böylece Karasu halkının gençlerine de seslenmiş olduk. Hepsi çok heyecanlıydı. Hem TEMA’nın onlara tohumlar hakkında verilen bilgileri dinlediler hem de kendileri tohumları ekmiş oldular. Kendi ürünlerini gördükçe daha da mutlu oldular. Nisan ayında ektikleri tohumların 19 Mayıs’ta filizlenmiş olduklarını görünce daha da mutlu olmuşlardır. TEMA’dan sonra biz de çocuklarla voleybol oynadık, onlarla sohbet ettik. Onları ek olarak dersleri hakkında motive ettik. Onlarla iki gün beraber olsak da ayrılma zamanı yine çok zordu. Projenin bir sonraki aşaması için, 19-20-21-22 Mayıs tarihlerinde İstanbul Enka Okulları ve Adapazarı Enka Okullarının da binayı ziyaret etmesi planlandı. Uzun vadeli düşünülünce Robert Kolej ve Enka Okullarının iş birliği ile başlayan projeye katılan okul sayısı gittikçe artar ve böylece, her beş yılda bir herhangi bir okul tekrar dış boyayı yapmaya gideceğine, bina gerçek işlevine ulaşır. Çevre eğitimi için bizlere kapısını açtığı gibi başka gençlere ve oradaki halka da kapısını açabilir. Bu projenin başlangıcı için öncelikle yaklaşık on yıldır bu projeyi kendine adamış Çağdaş Hocamıza, İzzet Şengel’e, bizimle Sakarya’ya gelip destek veren Şenay Hanım’a ve ekibimize teşekkürler. Umarım longoz için planlanmış projeler bizimki gibi güzel, devamlı ve yararlı olur. Mart 2016 KÖPRÜ -33- Astrolog Köprü Ebru Ermiş Okulun son aylarına girdiğimiz bu dönemde herkesin aklında yaz tatili ve bu tatilde yapacakları. Biz de Köprü olarak bu yılın son sayısında size okulun geri kalanı ve yazla ilgili tahminlerimizi sunuyoruz. KOÇ Genel: 4 Sevgili koçlar, eğer tekdüzelikten, her şeyin hep belli bir çizgide ilerlemesinden sıkıldıysanız bu tam size göre bir yaz olacak demektir. Yeni yerlere mi, yeni aktivitelere mi yelken açarsanız bilemiyoruz ama hayatınıza bir eğlence katacağınız kesin. Ancak bu güzel günlere ulaşana kadar tamamlamanız gereken sınav dolu bir ay var tabi ki. Bu ayı atlatmak için biraz fazla çaba sarfetmeniz gerekebilir. Havanın iyice ısındığı şu günlerde bunu yapmak her ne kadar zor olsa da biraz dişinizi sıkmanızı tavsiye ediyoruz. Hazır tatilden bahsederken bir de yaz alışverişine değinelim. Çıkacağınız tatilli, arkadaşlarınızla buluşmalarınızı düşündükçe aldıkça alasınız geliyor olabilir ancak harcamalarınız dikkat etmenizi de tavsiye ederiz. Sağlık: 4,5 Sağlık konusunda çok endişe edilecek bir durum yok gibi görünüyor şimdilik. tabi havalar ısındı gripler, soğuk algınlıkları da geride kaldı, yani umarız geride kalmıştır. Ancak yazın gelmesiyle hem formunuz için ama daha önemlisi de sağlığınız için yapacağınız çeşitli sporlar var. Yüzme, yürüyüş, tenis… Bunları elden bırakmayın deriz. Aşk: 2,5 Üzülerek söylüyoruz ki, şu an hayatınızda olan, sizi üzen kırgınlıklar varsa bunlar yaz boyunca da aynı şekilde kalacak gibi gözüküyor. Geçmişte yaşayıp kendinizi boşu boşuna üzmeyin. Yaz geldi, güneş açtı, siz de yeni yaz aşklarına yelken açın, diyoruz. BOĞA: Genel: 4 Yaz geldi, tatil de geldi gelecek evet ancak yine de önünüzde bitirmeniz gereken bir okul ayı ve tabi ki herkesi(hazırlıklar dışında) etkileyecek finaller var o yüzden kendinizi tamamen bırakmamanızı öneririz. Birazcık daha sıkın dişinizi, sonra istediğiniz kadar rahatlayın. Yaz tatiline gelirsek oldukça sosyal bir üç ay geçireceksiniz gibi. Şaşırdık mı? Hayır. Eğlenmeye ve dinlenmeye bakın ancak kendinizi çok da kaptırmayın. Yaz demişken bir de bunun kıyafetleri, deniz aksesuarları, arkadaşlarla buluşma planlamaları var tabi. Bunları yapın tabi ki ama bütçenize de azıcık dikkat edin, ne siz zorlanın ne de aileniz zor durumda kalsın. Sağlık: 3 Her ne kadar siz dikkat etseniz de görünmez kazalar her yerde. Bisikletten düşme, denizde yüzerken ayağını kayaya çarpma gibi küçük ama etkili kazalar yaşayabilirsiniz, sakinliğinizi koruyun. Aşk:5 Bunu herkese söylemeyiz ama bu yaz aşk açısından en şanslı burç “boğa” burcu. Aşk kapınızı çalacak, orası kesin. Okul zamanı boyunca bir durgunluk yaşamış olabilirsiniz, tatilin başlamasıyla hepsi sona erecek inanın bize. Bol bol gülümseyin, sosyalleşmek için her fırsatı değerlendirin, sonrası kendiliğinden gelecektir zaten. İKİZLER Genel: 4 Ee tabi ki bu aylar sizin aylarınız. Deli dolu enerjinizle hem kendi hayatınıza hem de sevdiklerinizin hayatlarına yaz boyu enerji katacaksınız. Aynı zamanda yepyeni projeler, girişimcilikler de kapıda gibi görünüyor. Önünüze çıkan fırsatları iyi değerlendirmenizi, bol bol uyumanın dinlenmenin yanında sorumluluklarınızı da ihmal etmemenizi şiddettle tavsiye ederiz. tabi bu güzel günlere gelene kadar bir de sınav periyodu var önünüzde. Strese kapılabilirsiniz ancak unutmayın, çalışmayla halledilemeyecek hiçbir şey yok. Sağlık: 3 Sağlıkla ilgili önemli bir problemle umarız ki hiç karşılaşmassınız. Bizim size -34- önerimiz yaz aylarında kendinize dikkat etmeniz. Bronz tenin harika olduğunun biz de farkındayız ancak güneş yanıklarının acısı, güneşin yarattığı mide bulantısı da tatilinizi size zehir etmesin. Aşk: 5 Maşallah, Maşallah! Yaz size uğurlarıyla mı geldi yoksa siz mi bir güzelleştiniz/yakışıklılaştınız bilemiyoruz ama önümüzdeki üç ay hem aşk hayatınız için hem de sosyal ilişkileriniz için parlak geçecek onu biliyoruz. Mevcut ilişkilerinizi bir sonraki aşamaya taşıyabilir, yeni aşklara kapılarınızı açabilirsiniz. Kendinizi çok sıkmayın, eğlenmeye bakın. YENGEÇ: Genel: 3 Yaşadıklarınızdan ya da çevrenizdekilerin başına gelenlerden çeşitli dersler çıkaracakmışsınız gibi görünüyor. Zor bir durumdan geçerseniz umutsuzluğa kapılmayın, aksine bir şeyler öğrenmeye çalışın. Hata yapmayan kimse zaten yoktur şu hayatta. Evinizle ilgili bir değişikliğe gidebilirsiniz bu yaz aylarında. Taşınma gibi kapsamlı bir olay da olabilir, odanızın duvar rengini değiştirmek gibi küçük bir karar da. Sonunda mutlu olacağınız kesin. Yaz ayları aile ilişkileri için de parlak geçeceğe benziyor. Annenize, babanıza, kardeşinize gidip bir daha sarılın, deriz. Sağlık: 2 Bu aylar kendinize dikkat etmeniz gereken aylar. Soğuk günleri atlatmış da olsak aşırı güneş de size zor şeyler yaşatabilir. Mide bozulmaları, halsizlik gibi durumlarla karşılaşabilirsiniz. Aman siz siz olun, şapkanızı, güneş gözlüğünüzü almayı unutmayın. Aşk: 3.5 Sonucunu tam öngöremiyoruz ama yeni mevsimde hiç beklenmeyen bir ilişkiye adım atabilirsiniz. Bu hem sizi hem de çevrenizdekileri şaşırtacaktır. Eğer benim zaten ilişkim var, diyorsanız daha da güzel çünkü emin olamadığınız, sizi şüpheye düşüren her şey yerine oturacaktır. Belki çok heyecanlı olmayan ama kesinlikle güven inşa eden bir “üç ay” geçireceksiniz. ASLAN Genel: 3 Hmm… Haziran ayının başlamasıyla sevdiğiniz, değer verdiğiniz kişiler sizi üzebilir ya da incitebillir. Herkesin hassas olduğu bu final döneminde böyle şeyleri çok da kendinize dert edinmeyin çünkü inanın bize her şey yoluna girecek. Hele yaz tatilinin başlamasıyla hem siz hem de çevrenizdekiler rahatlayacak; tabi ki bu rahatlama ilişkilerinizde de yansıyacak. Okul ortamından uzaklaşacağınız bu yaz aylarında yeni çevrenize çok kolay alışacak ve eğleneceğiniz bir yaz tatili geçireceksiniz. Yepyeni arkadaşlıklar da kapıda. Bu süreçte size tek tavsiyemiz kime güvenip kime güvenmeyeceğinizi iyi seçmeniz olacaktır. Sağlık: 3 Yaz aylarında havuza girmek, serinlemek, bol bol yüzmek hepimizin hayali tabi ki ama bu havuzlar mikrop yuvası da olabiliyor. Yaz tatilinde böyle bir sorunla karşı karşıya kalabilirsiniz ancak çok da önemli olacağını düşünmüyoruz. Siz yine eğlenmenize bakın. Aşk: 5 Çevreniz genişleyecek, yepyeni insanlarla tanışacaksınız dedik ya, bu kişilerin içinden ilginizi çekecek birkaç kişi mutlaka çıkacak. Hem eğleneceğinie hem de güvenebileceğiniz bir ilişki peşindeyseniz bu aylar sizin aylarınız. BAŞAK: Genel: 5 “Şans kapıyı çalıyor” sözünün tam anlamını bu aylarda öğreneceksiniz. Zor anlarda hissedeceğiniz koruma duygusu mu desek, yardımınıza koşacak arkadaşlar mı desek, dolu bir sosyal yaşam mı desek bilemedik ama yazın sizin için güzel geçeceği aşikar. Bütün bunların yanında uzun süre etkisini sürdürecek yeniliklere, başlangıçlara da adım atacaksınız gibi duruyor. Sağlık: 3,5 KÖPRÜ Mart 2016 Güneş güzel, deniz güzel ama siz siz olun sağlığınızı ihmal etmeyin, biraz kendinize dikkat edin. Çok büyük bir sorun var gibi gözükmüyor, umarız ki yoktur, ancak siz yine de tedbiri elden bırakmayın. Bol bol su iiçin, güneş kreminizi de üzerinize boca edin. Aşk: 2 Aşk kapınızı umarız ki çalar ancak bunun için elinizden geldiğince sosyalleşmeniz gerekiyor. Aşkı aramayın, eğlenmeye bakın deriz. İlişkisi olan başaklarımızsa belli güven problemleri yaşayabilirler. Durumları ele alış şekliniz sonuçları da belirleyecektir o nedenle dikkatli ve sakin olmanızı tavsiye ederiz. TERAZİ: Genel: 3 Bu yaz kendi özelliklerinizin farkına varacağınız bir “olgunlaşma yazı” olacak sanırız. Değişime de açık olun çünkü yapacaklarınız, yaşayacaklarınız yaşamınızda belli değişikliklere yol açacak. Bazı olaylar karşısında kararsız kalabilirsiniz ya da seçim yapmakta zorlanabilirsiniz, böyle bir durumda büyüklerinizin ya da o olayı yaşamış tanıdıklarınızın tavsiyelerine kulak verin. Sağlık: 4,5 Sağlık açısından olumlu bir yıl geçirmekte olduğunuzu tahmin ediyoruz, bu durum yazın da devam edecek. Çok “aşırı” bir olayla karşı karşıya kalmadığınız sürece, umarız ki kalmazsınız, büyük bir sağlık sorunu da yaşamayacaksınız. Aşk: 3 Özellikle ağustos ayına dikkat. Aşk ile ilgili ani gelişmeler olacak gibi duruyor. İyi yönde mi kötü yönde mi, kesin bir yorum yapamıyoruz ama bu gelişme sizin de yoğun duygularla dolmanıza sebep olacak. Çok sevinebilir, çok üzülebilir ya da çok kızabilirsiniz, aman kendinizi harap etmeyin. AKREP Genel:3 Bu zamanlar biraz daha dikkatli olmanızı öneririz. Kendi gelişmelerinizin ya da gerilemelerinizin tam olarak farkına varamayabilirsiniz, o nedenle büyük etkisi olacak kararlar almayın, deriz. Bunun en büyük nedenlerinden biri de yoğun temponuz. Stres altında olabilirsiniz, bu da sakin bir şekilde durum değerlendirmesi yapmanızı engelliyor olabilir. Aman kendinize dikkat edin. İyi haberse sosyal bir yaz sizi bekliyor. Arkadaşlarınızla bol bol eğleneceksiniz, ondan bahsetmiyoruz bile ancak aynı zamanda ihtiyacı olanlara yardım edeceksiniz, hem sizi hem de onları mutlu edecek birkaç etkinliğe de dahil olacaksınız. Topluma hizmet projesi midir yoksa kendi projeniz midir bilemiyoruz ancak sizi yardımseverliğinizden ötürü tebrik ediyoruz. Sağlık: 2 Ah, dikkatsiz akrepler ah! Güneşin altında fazla mı kalacaksınız yoksa düşmek, çarpmak gibi küçük bir kaza mı geçireceksiniz bilmiyoruz ama yazın belli bir kısmında zor anlar yaşayacaksınız. Umarız ciddi bir şey yoktur. Siz siz olun, kendinize dikkat edin. Aşk: 2 Bu konuda ne desek bilemedik. Sosyalleşeceksiniz demiştik, yani yeni insanlarla tanışacağınız malum. Aynı zamanda bu insanlara ani güven ve sevgi hissedebilirsiniz, hatta karşınızdakinin sizin için tam uygun kişi olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Kesin konuşmak istemeyiz tabi ki ama bu kadar çabuk karar vermeyin, deriz. Sonradan sıkıntı yaşayabilirsiniz ya da yanlış karar verdiğinizin farkına varabilirsiniz. Kendinizi aşkın cazibesine kaptırmayın, sakince dikkatli düşünün, sonra karar verin. YAY: Genel: 2,5 Sevgili yaylarımız. Okulun sonu geldi ama azalması gereken yükümüz yaklaşan finallerle artıyor. Sorumluluklarınızı bir gözden geçirmenizi öneririz ki her şey son dakikaya kalmasın.Artarda gelen sınavlar, sorunlar, olaylar derken enerjiniz yaz öncesi bir hayli düşecek. Ancak sakın moralinizi bozmayın, umutsuzluğa da kapılmayın. Dinlenerek geçireceğiniz yaz tatiline odaklanın. Yaz tatiliyse kendinizle ilgili önemli kararlar alacağınız bir dönem olacak. Okulu bitiren sizle bir sonraki sene geri gelen siz aynı kişi olmayacaksınız. Değişimden korkmayın. Sağlık: 5 Sağlıkla ilgili büyük bir olay göremiyoruz. Umarız huzurlu ve sorunsuz bir tatil geçirirsiniz. Aşk: 5 Kendinizle ilgili alacağınız önemli kararlara “aşk” konusu da dahil tabi ki. Mart 2016 Hayatınızın aşkını bulacak mısınız bilemiyoruz ama sizin için çok çnemli hale gelecek biriyle kısa zaman içinde tanışacaksınız. Aranızdaki özel bağıysa kısa sürede ikiniz de fark edeceksiniz. İç güdülerinize güvenin. OĞLAK: Genel: 5 Size bir yol görünüyor :) Biz de bunu seyahate, farklı kültürlerle tanışmaya yoruyoruz. Yurt dışına da çıksanız, ülkemizde de gezseniz mutlaka bilmediğiniz, daha önce görmediğiniz şeyler keşfedeceksiniz bu da araştırmacı ruhlu oğlakları çok mutlu edecek. Öte yandan stresli ve mükemmelliyetçi kişiliğiniz size haziran ayını dar edecek olsa da (sınavlar sağ olsun) yaz tatili hem rahat geçecek hem de inanın bize yıl boyu yaşadığınız stresin acısını çıkartacaksınız. Sağlık: 4 Stres demişken tabi ki kötü etkilerden de bahsetmek lazım. Aman midenize dikkat edin. Beyaz tenli oğlaklara da güneşin altında korunmasız bulunmamaları gerektiğini duyuruyoruz burdan. Onun dışında farklı bir şey görünmüyor sağlık konusunda. Aşk: 2 Ah, ahh! Ne çektiniz siz şu aşktan. Maalesef bu yaz da güzel şeyler söyleyemiyoruz size. Tabi ki kader karşınıza birilerini çıkaracak yine, hatta bu kişiler sizi oldukça da etkileyecek. Ancak onlara hemen kendinizi açıp ilk tanıştığınızla yakın olmayın. Biraz mesafeli yaklaşın karşınızdakine. Niyetini zaten anlayacaksınız ona göre de sonraki adımlarınızı planlarsınız. Aynı zamanda biraz da etrafınıza bakınmanızı tavsiye ederiz. O kadar yakın olmadığınız, ara sıra konuştuğunuz birisinden bir sürpriz gelebilir size. Korkup geri kaçmayın sakın. KOVA: Genel: 4 Bu dönemde arkadaş kaybı yaşayabilirsiniz. Böyle okuyunca her ne kadar kötü de gözükse aslında sizin için daha iyi olacak bu durum çünkü hayatınızdan çıkaracağınız insanlar sizinle çıkar ilişkisi içinde olan ve adeta sizi kullanmaya çalışan kişiler. Bu nedenle de üzülmeyin çünkü siz değil onlar kaybetti. Bunun dışında bir bolluk içerisinde olaaksınız bu üç ay boyunca. Maddi bollluk olabileceği gibi manevi bolluk da olabilir bu tabi ki. Onu zaman gösterecek. Sağlık: 3 Sizin değil belki ama aile fertleriniz zor durumlardan geçebilirler. Mide bozulması ya da görme bozukluğu gibi küçük ancak etkili rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Aman dikkatli olun, küçük de olsa hiçbir şeyi ihmal etmeyin; doktora gidin. Aşk: 3 Hayatında biri olan kovalar bu kişiyle sıkıntılı bir döneme girebilirler. Yanlış anlaşılmalar ilişkinizi zedeleyebilir. İlişkisi olmayan kovalaraysa müjdemiz var; özellikle temmuz ayında kader karşılarına birini çıkaracak gibi duruyor. Gittiğiniz bir tatilde, deniz kenarında etrafınıza bakıverin birazcık. BALIK: Genel: 3 Yeni yeni insanlar, yeni yeni çevreler içinde olacaksınız bu yaz boyunca. Bir arkadaşınız vasıtasıyla tanıştığınız insanlar sizi çok farklı ufuklara götürecek, bu da sizin için fazlasıyla eğlenceli olacak tabi ki. Bunun yanı sıra aynı zamanda duygusal balıklarımızı üzebilecek otoriter kişilerle de muhattap olacağınız bir yaz olacak bu. Ciddi, sinirli insanlar sizi her ne kadar gerse de hayatın bir cilvesi deyip onlara katlanmaya çalışın. Ancak bunu yaparken sakın kendinizi harap etmeyin. Açın telefonunuzu arayın yakın bir arkadaşınızı. O sizi rahatlatacaktır. Sağlık: 2 Hem dostumuz hem düşmanımız güneş size çok çektireceğe benziyor bu dönemde. Korunmasız çıkar bir de uzun uzun kalırsanız hem mide bozulmaları hem de ten yanıkları kapınızda haberiniz olsun. Aşk: 4 İlişkisi olan balıklarımızın yüzü bu yaz gülecek. Bir süredir içinde bulunduğunuz kavga ya da küslük dönemi varsa sıcak havalrın etkisiyle sona erecek ve ilişkiniz yepyeni bir boyuta girecek. İlişkisi olmayan balıklarımızsa arkadaş çevreleri sayesinde tanışacakları birinden fazlasıyla etkilenebilirler. Daha fazlasını söyleyemiyoruz, onun takdiri size kalmış. Umarız ki bu yılın son yorumları hoşunuza gitmiştir. Ne olursa olsun, ne yazarsa yazsın hepinize mutlu, bol eğlenceli, bol dinlenmeli bir tatil diliyoruz. KÖPRÜ -35- Orman Çocukları Zeynep Dal Satın alma, sahiplen! Pazar günlerinizi öğlene kadar uyuyarak geçirmek yerine, bir seferlik Kurtköy'de bir ormandaki, belki bir sevgililer günü hediyesi olarak alınıp atılmış, belki de büyüyüp eski "şirinliği" kalmayınca ormana bırakılmış köpeklerle geçirmeye ne dersiniz? Bu köpekler, şehirden ve insanlardan uzakta, ormanda yalnızca gönüllülerin yardımıyla yaşama tutunurlar. Bir hayvan alıp yaşamı boyunca ona bakmakla yükümlü olmak hayli zor ve sorumluluk gerektiren bir iştir. Bu karar, iyice düşünülüp taşınılıp öyle verilmesi gereken önemli bir karardır. Aksi takdirde sonuçlarını Kurtköy ormanına ziyaretlerimde bizzat kendi gözlerimle gördüm. Orman Çocukları, Instagram (@ormancocukları) ve Facebook sayfalarından da bilgi alabileceğiniz, her pazar saat 12'de ve her çarşamba da gece beslemesine giden gönüllülerden ibarettir. Ben, birkaç kere arkadaşımla pazar beslemelerine katıldım. ucuzmama ve patifood gibi sitelerden onlara mama gönderip, yanımıza da 30 kilo civarı mama ve bir miktar su ve yoğurt alarak saat 12'de Kurtköy Viaport B kapısında toplandık ve yola koyulduk. 35 kilometrelik ormanda arabayla her durduğumuz noktada, birbirinden güzel en az 20-30 köpek vardı. Kimisine daha ilk bakışınızda anlıyordunuz. İnsanlara o kadar alışık ve cana yakınlardı ki, bu hayvanların terk edilmiş oldukları her hallerinden belliydi. Elbette çok açlar ve yemeğe çok ihtiyaçları var. Ama onların en çok ihtiyaç duydukları şey sevgi. Orman şartları çok zorlayıcı, özellikle yavrular için. Soğuk havalarda ve kar yağışında artmakla beraber, ormanın ana yolun tam yanında olması bu köpeklerin birçoğunun ezilerek ya da donarak ölmesine neden oluyor. Bu gönüllü grubun en çok takdir ettiğim yanı ise, biz karda elimizde sıcak çayımızla dışarıyı izlerken, onların bu canlara bakmak için yola koyulmaları. Aynı zamanda, bu gönüllü grup, hayvanlara ellerinden geldiğince klinik destek sağlamaya çalışmakta. Daha güzeli ise, ufak bir mülakatla dilediğiniz köpeği sahiplenme şansınız da var! Acı insanlara özgü değil elbette. Arka planında vagonlar ve kamyonlar dolusu hayvan taşımacılığı olan petshoplara yüklü miktarda para verip hayvan ticaretine ortak olmak yerine, bu güzeller güzeli hayvanlardan birisinin yeni ailesi olabilirsiniz. Sizin için ufak olan bu seçim, onun hayatını kökünden değiştirebilir. Bekir Coşkun der ki; "Sevgi vitrine sığmaz.". Sevgi gerçekten de köpek başına 0.8 ve kedi başına 0.2 metrekareyi fazlasıyla aşıyor. Bir seferlik Orman Çocukları'nı ziyaret ettiğinizde, zaten karşılıksız ve çıkarsız sevgiyi fazlasıyla deneyimleyeceksiniz. Onları bir daha bırakmak da kolay kolay mümkün olmayacak. Fakat eğer gidemiyorsanız, birçok gönüllü kuruluşa ucuzmama sitesinin barınaklara özel bölümünden ya da patifood.com'un mama kumbarasından mama desteğinde bulunabilirsiniz. Etrafınıza bakın. Sokaklarda da aynen ormandakiler gibi tek beklentileri bir gün bir belediye görevlisi tarafından öldürülmemek olan, sizin bir gülümsemenizi, ağzınızdan çıkacak bir güzel sözü bekleyen şefkat delisi yüzlercesi var. Editörler İdil Kara Melisa Oğuz Özsu Rişvanoğlu Tasarım Editörü Özsu Rişvanoğlu Yazarlar Ali Yağız Ayla Alp Altunyurt Ayliz Onur Beliz Aluç Bilge Deniz Koçak Ceren Kuran Derya Değerli Dolunay Kocabağ Ebru Ermiş Ece Şemdinoğlu Ecem Öztürk Eda Özüner Elif Hamutçu İdil Kara İrem Deyneli Kaan Tarhan Leyla Altay Melisa Oğuz Ömer Ekin Öykü Çolak Özge Erbay Özsu Rişvanoğlu Rengin Tarhan Selin Çelikel Şevval Akkaya Uran Onuk Yağmur Dülger Yağmur Erhan Zeynep Dal Zeynep Özkan Sorumlu Öğretmenler Melek Giray İnce Serya Kayapınar İmtiyaz Sahibi Özel Amerikan Robert Lisesi-Nilhan Çetinyamaç Sorumlu Müdür Nilhan Çetinyamaç Yayının Konusu: Okul Gazetesi Yayının Dili: Türkçe Yayının Türü: Yerel, Süreli Yayının Süresi Aylık Yönetim Özel Amerikan Robert Lisesi Kuruçeşme Caddesi No. 87 Arnavutköy/İstanbul Tel: 02123592222