itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi
Transkript
itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi
arıYORUM itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü yirmi altıncı sayı, mayıs iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785 itü gazetesi ARIYORUM 2 ARIYORUM MAYIS 2014 Zehirli Ağaç Bir ağaç düşünün ki topraktan emdiği su olmasın, havadan aldığı karbonmonoksit olmasın, havaya verdiği de oksijen olmasın. Öyle bir ağaçtır ki o görünüşüyle bütün canlıları kendine çeker, özellikle iki ayaklı olanları , öyle leziz görünen meyveleri vardır ki tadını alan bir daha kopamaz , tekrar tekrar ister . Alt dallarda meyve bittiğinde, birbirlerinin omuzlarına ezercesine basarak yetişir üst dallara doyumsuzlar. Öyle bir meyvedir ki hiçbir ağaç vermemiştir daha önce, öyle verimli bir topraktır ki böylesine bir ağaca yataklık eder. Köklerini öylesine içine almıştır ki ruhla beden gibi olmuşlardır.Güneş bile acele eder ona ışığını göndermek için , muazzam gölgesi öyle tatlı bir serinliği barındırır ki onun gölgesine bir adım attın mı çıkmak istemezsin artık. bedenlerindeki kanla beslenir. Havadan almaz karbonmonoksiti o zalim ağaç, oksijenle beslenir, yeraltındaki o şerefli emekçilerin nefeslerine verir o karbonmonoksiti. O tatlı meyveleri veren ağaç kana kana içer büzüşmüş damarlardaki son damla kanı bile. O meyveler paradır. Değilmiydi doymamışların uğruna birbirini ezdiği , değerlerini ayakları altına aldıkları o zehirli meyve, para. Nereden geldiğini bilmeden tiryakisi olduğumuz o meyvenin, aslında bir emekçinin alnındaki terle yetişip olgunlaştığını öğrendiğimizde kusmak isteriz , isteriz ama artık çok geçtir. Malesef dünya o ağaçların çoğalıp orman oluşturduğu bir yer haline dönüştü. Birbirlerini zalimce ezen o insanları tanımlama ihtiyacı duymuyorum, zaten hiçkimse kabul etmeyecektir bu tanımı, herkes kendini aynada güzel görmeyebilir ama ruhuna aşıktır herkes , acımasızlar bile. O ağacın kuruması dileğiyle... Gel görelim ki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı şu esrarengiz küre de bu ağacın da öyküsü böyle tatlı değildir. Topraktan emdiği su değildir, çünkü o zalim toprak yüzlerce emekçinin üstüne çökmüştür ve o ağaç, evet o zalim ağaç, emekçilerin Toprak altında, alın terlerini döktükleri yerde canlarını da teslim eden kardeşlerime ve abilerime Allahtan rahmet , saygı değer ailelerine de sabırlar diliyorum. Facia’nın yaşandığı madende staj yapmış bir İTÜ Maden Mühendisliği öğrencisinin kaleminden Ne desem nereden başlasam bilemiyorum. Yatacaktım bilgisayar başına geçtim uzun uzun yazmak için, nasıl olsa doğru düzgün uyuyamıyorum. B a ş a r ı l ı bir maden müh. öğrencisi değilim, bölümümü sevmiyorum ve yıllardır okuyorum ama burada yorum yapabilecek kadar da altyapıya sahip olduğumu düşünüyorum. 2009 yılında olayın yaşandığı firmanın başka bir ocağında yeraltı stajımı yaptım yaklaşık 16 gün bilfiil yeraltına indim ve Soma’da yaklaşık bir ay geçirdim. Belki de yeraltında beraber kazma vurduğum, en kötü işçi kahvesinde beraber çay içtiğim madenci abilerimi kaybettim, bilmiyorum. Çünkü haber alamıyorum. Taraflıyım evet ama yazdıklarıma anti tez sunabilecek herkesle tartışmaya da varım. Uzun uzun yazacağım, şimdiden sabır gösterip okuyanlara teşekkürler. Öncelikle muktedirin söylediği “ölüm bu işin fıtratında var” sözü büyük yalandır. İş kazalarının yaklaşık %9-10’luk kısmı engellenemez o da sel, deprem gibi büyüklüğü tahmin edilemeyen doğal afetlerdir. Yani sen önlemini alırsan kimsenin burnu bile kanamaz. Sanırım özgür düşünceye sahip, aklı olan her insan, bilimin ışığında bu gerçeği kabul eder. Soma’da bir kaç büyük firma var, İmbat ve Soma Kömür A.Ş. en büyükleri ve bunların tarihleri çok eski değil. Soma’da Türkiye Kömür İşletmeleri’nin açık İktidara yakın oynamak terimi bazılarını rahatsız edebilir ama rahatsızlanan işçiye 3 MAYIS 2014 SOMA Süleyman Yılmaz yilmazsule@itu.edu.tr işletme yöntemi ile (yani açık ocak) linyit ürettiği arazide rödovans (devlet adına maden üretim yapmak için üretilecek miktar başına para alarak yapılan kira sözleşmesi) ile saha alarak üretime başlayan ve hızlı büyüyen bazı firmalar, yani uygulayacaksın ve işçileri eğiteceksin. Yalnız ülkemizde konulan kuralların denetlenmesi ve uygulanması kısmında büyük bir sorun var. Özelleştirme. Devletin ürettiği rakamın 6’da birine üretim yapıyor ve hızlı kar ediyor. Nasıl mı? İşçinin haklarını çalarak. Yani güvenlik önlemlerini yeteri kadar almayarak, işçiye az maaş vererek, iktidara yakın oynayarak. İşçinin hakkını çalmaktan kastım dünyanın en riskli işini yapan işçiye çok az maaş vermesi (10001200 gibi bir rakam), günde 8 saat çalışması gereken işçiyi haftada 6 gün gayri resmi olarak 9-10 saat çalıştırması, üretim miktarı baskısı ile işçilere baskı yapılması, itiraz eden ya da hakkını arayan işçiyi hemen kapıya koyması gibi yaptırımlar mevcut. Zaten yanılmıyorsam 2006 ya da 2007 yılında bir göçükten sonra arkadaşlarımız çıkmadan yeraltına inmiyoruz diyen büyük bir işçi grubunu işten çıkararak kendine yakın ustabaşlarına(madencilik dilinde Çavuş diye geçer) ve bazı mühendislere ait taşeron firmalar kurarak yeraltını taşeronlara bölen bir firmadan bahsediyoruz. ücretsiz izin vermeyen gerekirse işine son veren firmanın Manisa’daki miting alanlarına madenci kıyafetleriyle yevmiyesi tam verilerek otobüslerle işçi taşınması ya da zamanında çok dikkat çeken para ile satılmayan yardım kömürlerinin bu firmada üretilmesi gibi durumları nasıl karşılıyorsunuz bilemiyorum. Zaten devletin resmi kiracısı olan firmanın hükümet ile nasıl ilişkiler içinde olduğu yorumu size ait. Şimdi gelelim iş güvenliği meselesine. Aslında sistem çok basit, gerekli güvenlik kuralları koyacaksın ve bunları sıkı denetleyeceksin Maden ve iş güvenliği mevzuatı çok güncel değil ama doğru uygulansa bu kadar kaza olması mümkün değil. 2012’de güncellenen mevzuat firmada “İş Güvenliği Teftiş Ekibi” olmasını zorunlu tutuyor bir de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetimleri var. Yani firmayı denetleyeceklerin parasını firma veriyor, zaten kiracısı olan firmaya denetime gelen devlet müfettişleri de gerçek anlamda denetlemeyi yapmıyorlar. Herkes de biliyor ki denetmenler gelmeden herşey hazır hale getiriliyor. Herhangi bir adil ve ani teftişte, üretimin yapıldığı kısımlara inilirse Türkiye’deki madenlerin çoğu kapatılır zaten. Kişisel olarak Trafo’dan çıkan yangına inanmıyorum. 2009’daki stajdan hatırladığım kadarı ile elektrik sisteminin alev sızdırmaz olduğu idi. Madendeki trafo ve elektrik aksamı zaten alev sızdırmaz ve gazlı ortama korumalı olmalı, ki büyük ihtimalle öyle. Benim kişisel görüşüm sıkıntı havalandırma şebekesinde olduğu yönünde. Yani şebeke doğru planlanmamış, güncel değil. Benim Soma’dan aldığım bilgi üretimin yapıldığı ayak adı verilen dar kısımlarda metan birikimi olduğu şeklinde. İçerideki gaz oranları sürekli gözlenir ve ne olduğu bilinir. Mevzuata uyulsa, üretimi durdurup, işçileri dışarı çıkarılmalı. Ölçümler ne kadar sık ve doğru bilinmemekle birlikte az çok anlarsın içerideki hava kalitesini. Kar hırsı ve üretme baskısı ile üretimi durdurmak yerine, havalandırma sistemini düzeltmek yerine üretim yapılan ayaklarda metan birikimini engellemek yerine fazla hava veriliyor. Havanın miktarı ve hızı çok önemli ve belli standartları var. Sen sistemi düzeltmeyip, ocağa fazla hava basarsan oksijenin fazla olduğu yerdeki açık kömür önce içten yanmaya başlar (Oksidasyon), sonra da açık alev halini alır. Hala elimizde kesin veri olmadan konuşuyoruz ama anladığım kadarı ile önce yangın çıkıyor sonra havanın yönü değiştiriliyor. Kaçabilenler, saklananların bir kısmı kurtarılabiliyor ama geri kalan herkes hayatını kaybediyor. Bir de acil durum eylem planına değineceğim. Normalde madende olabilecek her kaza için acil durum eylem planı vardır, herkesin görevi bellidir, tatbikat yaparsın. Tabii ki böyle birşey yok, varsa bile kağıt üzerinde. Ocakta yangın mı çıktı? Yangın olan yeri tahliye edersin, hava kapılarını kapatır yangını söndürür, işçileri dışarı çıkarırsın. Ama söylenen ocaktaki hava kapılarının otomatik ve merkezden kontrol edilebilir olmadığı. Nasıl olduğunu gittiğim için biliyorum, ahşap kapı ve hava geçmemesi için plastik malzeme kaplı. Burada kurtulan işçilerin de söylediklerinden anlaşıldığı kadarı ile yukarıda havanın yönünü değiştiren ekip ile aşağıdaki mühendislerin iletişim ve koordinasyon sorunu oluyor ve işçilerin duman zehirlenmesinden hayatını kaybediyor. Her işçinin yanında yarım saatlik CO maskesi var ama o acil müdahale ve kurtarma için kısa süreli. Yangın havanın basıldığı yere yakın ,yani girişe, o nedenle işçiler yangın bölgesinden tahliye edilemiyor. Belki de doğru acil durum yönetimi ile kayıp sayısı bu kadar fazla olmayabilirdi. Acil durumlar için tahlisiye adı verilen acil durum ekipleri olaya müdahale eder. Hepsinin hava tüpü ve koruma tecizhatı vardır ve genelde tecrübeli ve fiziken sağlam kişiler seçilir. Belli süreler halinde çalışırlar. Ekibin tüpündeki hava tüpünün yeterliliği kadar içeride müdahalede bulunur ve kurtarırlar. Ama buradaki örnekte yapacak birşey yok çünkü işçilerin çoğu zehirlenerek ölmüş durumda. Devletin verdiği rakamlara inanmıyorum, çünkü Soma’dan bilgi alabilecek herhangi biri sayının çok fazla olduğunu söylüyor, sadece tepkiyi azaltmak için yavaş yavaş rakamları açıklıyor. Basit bir matematik hesapla bile ne olduğunu anlamak mümkün. Yeraltına inmeden ışık odasından kart verip ışık alırsınız, çıkınca teslim edip kartı alırsınız. Sadece ışık panosundan bile sayıyı bilebilirsiniz. İşçiye yevmiye ödemesini yapmak için kart sistemi olan maden işletmesi kaç kişinin olduğunu bilmiyor mu sizce? Maden için kayıt dışı ve çocuk işçi olduğu söyleniyor. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bunu düşünmek bile istemiyorum. Özellikle olayı öğrenip istifa etmesi gerekirken pişkince “Ölüm bu işi fıtratında var” gibi insanlık dışı açıklamalar Hidayet Usta ile işçi kahvesinde yeraltından sonra... yapan, 100 sene öncesinin rakamlarını örnek diye vermeye kalkan, utanmadan Türkiye tarihinin en iyi müdahelesi diye yeraltından öldürdükleri işçileri nasıl çıkarttıklarını, nasıl teşhis ettiklerini, nasıl defin işlemi hazırladıklarıyla övünen, dua, sela, hatim diye din ile halkı uyutan, işçileri ölüme götüren hatalara önlem almak, denetlemek yerine kendi karı ve rantı için göz yuman iktidar sahipleri ve onlara destek verenlere inandığınız şeylerin laneti üzerinize olsun diyorum. Ekonomik büyüme dediğiniz rakamlar hep o öldürülen işçilerin kanı ile yazılıyor. Ülkedeki son yıllardaki iş cinayetleri sayısına bakarak bile herşeyi anlamak mümkün. O sahte inşaat hamleleri ve beton aşkıyla yananlar, çekemiyorlar bizi ondan hep diyenler azıcık bilimin gerçeklerini anlayabilselerdi eminim farklı düşünürlerdi. Vel hasılı kelam benim aslan gibi işçi abilerim, arkadaşlarım, gelecekteki meslektaşlarım para hırsı ve rant uğruna öldüler. Buna izin veren hepimizin suçu var, ama en çok da sorumluluğu olanların var. Bu fotoğraf 2009 Ağustos ayından madenci dostum Hidayet abimle. Kendisi Bergamalı b i r yörük, çok ısrar etmişti bizi Bergama’da ağırlamak için çok pişmanım kabul etmediğime. Sağ mı değil mi bilemiyorum, çünkü telefon numarasını bikaç yıl önce değiştirdiğinden beri kendisine ulaşamıyorum. Haftasonu birlikte staj yaptığımız birkaç arkadaşım gidecek, daha net bilgiler alacağız diye umuyorum. Psikolojim harap halde, yine de sakin şekilde yazmaya çalıştım. Umarım merak edenlerin kafasında birşeyler oluşmasına yardımcı olmuşumdur... ARIYORUM 4 ARIYORUM MAYIS 2014 Festival Zamanında Okulda Neler Oldu? Korsan Adası Her sene amaçlanan “bu sene festivalde öğrenci kulüpleri de yer alsın” düşüncesi ilk defa bu sene Korsan Adası ile bir nebze hayat buldu. KSB Etkinlik Koordinatörü Burçin Gacal, öğrenci kulüplerine ne kadar değer verdiğini göstermek için harcadığı emek ve zaman doğrultusunda böyle bir proje öne sürdü. Çoğu kulüp tarafından sevildi ve kabul edildi. Birçok kulüp festival öncesinde hazırlıklarını tamamladı ve Korsan Adası olarak ayrılan alanda etkinliklerini gerçekleştirmek için beklediler. Ancak hava koşulları buna engel oldu. İlk gün yoğun yağış olması beklendiği için etkinliğin KSB Binasında yapılması uygun görüldü. Etkinlikler kapalı alanda olmasına rağmen, insanların keyifli vakit geçirdiği gözden kaçmadı. Sek sek oynandı, ip atlandı, 90’ların şarkıları ile danslar edildi, zekâ oyunları oynandı. Ertesi gün havanın düzelmesiyle etkinliği Taşkışla Şenlik’20 Taşkışla Şenlik genel olarak gündüz atölye çalışmaları akşamüstlerinden itibarense konserlerle dolu geçti. Şenlik Kapsamında Pregnant Head, Kaan Mete Trio, Od, Gurup Efem, Medical Phallanx of Space, Ayyuka, Sarp Maden, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Alpman and The Midnight Walkers, Ah! Kosmos, Yasemin Mori, Paradisco, Savai & Gökalp, Kiraz Deniz & Dalt Disney, Balina, Siya Siyabend, Sine Noise, Kaan Düzarat, Seretan ve Yang sahne aldı. Newspeak Presents: Natives Are Restless Takeover Kapsamında Kaan Dede, Other Man ve Le Bébé Royal sahne aldı. Radio Zula Dj setlerindeyse Vasıfsız Eleman, Byt, Cinar Le Grand, Janpol Bey, Yaşayan Kütüphane Güzel Sanatlar Kulübü Festival’de alana taşıma kararı alındı ve birçok kulüp masalarını alıp Korsan Adasına yerleşti. Ancak havanın Ancak havanın rüzgarlı olması, adanın beklenen ilgiyi görememesine sebep oldu. 3. güne gelindiğinde havanın düzelmesi adaya olan ilgiyi arttırdı. Fakat son gün bastıran yağmur Korsan Adası etkinliklerinin durmasına yol açtı. Korsan Adası’nın planlandığı şekilde gerçekleştirilememesinin nedenleri arasında hava koşulları dışında bir de maddi etkenler vardı. Komite Korsan Adası için yeterli bütçeyi ayıramadı, bu da kulüplerin etkinliklerinde birçok kısıtlamaya gitmesine neden oldu. Birçok kulüp etkinliğini yapmaktan vazgeçti veya hevesleri kırıldı. Tüm bunlara rağmen Burçin Hoca elinden geleni yaptı. Bu nedenle bütün kulüpler adına çabaları ve yardımları için Burçin Hoca’ya teşekkür ederiz. Onur Şafak, İpek Odabaşı, Zeleia ve Mr. Zula vardı. Sarp Maden konserinde birden sahneye çıkan Şevval Sam, izleyicileri şaşırttı. Konusunda uzman kişilerin yaptığı söyleşi ve sunumlarla akademik açıdan da dolgun geçen şenlikte atölye çalışmaları arasında en yoğun ilgiyi ise 3 boyutlu yazıcı atölyesi gördü. Atölye kapsamında 3B FAB’in getirdiği 2 adet 3 boyutlu yazıcı, atölyeye katılanların kendi tasarımlarına hayat vermelerini sağladı. Kapanış günü havanın yağmurlu olması sebebiyle bütün şenlik kampüs içine taşındı ve kapanış konserleri de fakültenin geniş koridorlarında yapıldı. Bu sene bahar şenliklerinde İTÜ Güzel Sanatlar Kulübü standına ve etkinliklerine bir göz atalım dedik... Standa gittiğimizde İTÜ’nün çok değerli gizli hazinesinden bahsediliyordu. Hazineyle ilgili tek bilgi Ayazağa yerleşkesinde olması ve bu noktayı şifreli bir şekilde veren bir harita olduğuydu. Etkinlik alanında kurulan ve tuallerden oluşan platformlarda “aklındaki korsan figürünü çiz!” yazısı duruyor ve gelenlerin gözlerini yavaş yavaş kendine çekiyordu. Etkinlik gününe döner ve olayı an be an anlatırsak; ortada büyük bir tual platform ve çevresinde onu heyecanla boyayan insanlar... Bu resim ilgisinin kaynağını merak ettik. Herkes aceleyle bir şeyler karalıyor; denizler, korsanlar ve ve alakasız bir sürü şey daha. Sorup soruşturduk. Meğer bu etkinliğin sonunda katılımcılara hazine haritaları veriliyormuş. İlk haritanın şifresini çözüp hazine yerine ulaşan ve orada yeni bir harita bulan birileri duruyor ve heyecanla ikinci yeri arıyorlar. Ortalık sprey, aklirik, yağlı boyalarla dolu ve birbirinden ilginç 5 MAYIS 2014 çalışmalar ve resimler tuallerin dört bir Festivalin en çok ilgi gören sosyal sorumluluk projesi olan Yaşayan Kütüphane İTÜ bu sene de festivalin ilgi odağı oldu. İnsana insanca yaklaşan, hem “kitap”ların hem de “okuyucu” ların hayatlarına dokunan proje her yıl olduğu gibi bu yıl da 2 gün sürdü. 2 günde toplam …… kitap ve ….. gönüllü ile …….. okuyucuya ulaşıldı. Kütüphanenin işleyişi yanını doldurmuş. Kimileri de var ki hazineyi bırakmış kendini resim yaparken kaybetmiş, hayal dünyasına dalmış.... Günün sonuna doğru ilginç bir olay oldu, birileri ellerinde ikinci haritayla gelip hazinenin son aşamasındaki olası yerle ilgili sesli sesli konuşuyorlardı. Hazinenin son aşaması İTÜ Rektörlüğü’nün karşısında Atatürk heykelinin ayaklarının altında gizliydi aslında. Haritada şifreyi çözüp Atatürk heykeli olduğunu bilmelerine rağmen bu heykelin rektörlüğün karşısında olduğunu bir türlü çıkaramıyorlardı. Neyse kısa tutalım, tam bu tartışma yaşanırken 2 kişilik başka bir grup son derece heyecanlı bir şekilde güzel sanatlar standına yürüyorlardı, ellerinde de hazine sandığı... Diğer grup biraz üzülse de artık yapacak bir şey yoktu. Hava ne kadar değişken olsa da güzel sanatlarda hazinenin heyecanlı havası taze kaldı, ta ki hazine bulununcaya kadar. Umarız bir sonraki yıl şenliklerde tekrar gizli bir hazine keşfedilirse, kazanan grup bu sene son aşamaya kadar gelip de orada takılan grup olur. Bu senenin acısını iyi bir şekilde çıkarmış olurlar. Kütüphane, kocaman bir çadırın içinde uzun uzun sayfaları olan kitaplar ve arı gibi çalışan gönüllülerden oluşuyor. Kütüphanenin kurulumu ortalama 3 aylık bir süreçten geçiyor; bu süreçte gönüllüler kendi aralarında ekiplere ayrılarak düzenli bir şekilde iş bölümü yaparak hem kitap arayışına başlıyorlar hem de kütüphanenin ekipmanlarını karşılamak için bir çok yolu deniyorlar. En çok merak edilen konu şu: “kitap” arayışı nasıl gerçekleşiyor? Öncelikle kitap başlıkları belirleniyor, ardından arayışlara başlanıyor. İlk olarak tanıdıklar aracılığıyla ulaşılabilen ”kitap”larla iletişime geçiliyor, geçen senelerdeki “kitaplar” ve diğer yaşayan kütüphanelerde “kitap” olmuş insanlarla da iletişime geçiliyor ve görüşmeler yapılıyor. Ardından derneklere başvuruluyor ve görüşmeler ayarlanıyor. Görüşmeler şu şekilde gerçekleşiyor; projenin kitap ekibinin içindeki gönüllüler 3’erli gruplarla görüşme ayarlanmış kitaplarla kütüphanede oluşabilecek şekilde okumalar yaparak, sorulara nasıl cevap alacaklarını inceleyerek kitapların proje için yeterli olup olmadığını test ediyorlar. Tabii kitaplar da projenin kendileri için ne kadar uygun olduğuna bakıyor ve karşılıklı bir eleme süreci gerçekleşiyor. Her sene 30’dan fazla kitap oluyor ve her kitap için görüşmelere gidiliyor yani senede ortalama 50 kitap görüşmesine gidiliyor. Tüm görüşmelerin ardından kitaplar belirlenerek katalog oluşturuluyor ve kütüphanenin en temel unsuru olan kitaplar tamamlanıyor. Bunların ardından tanıtım başlıyor; projenin duyurulması için en önemli ekip tanıtım ve tasarım ekibi oluyor. Gönüllüler birlikte afişler, el ilanları, etiketler, kitap ayraçları tasarlayarak; videolar, fotoğraflar çekerek; kampüslerde röportajlar yaparak projenin herkese ulaşmasını hedefliyorlar. Son adım ise çadırın kurulumu ve çadırda geçirilen 2 gün oluyor. Çadırın içindeki her şeyi gönüllüler kendi elleriyle hazırlıyor. Hem “kitaplar” hem de “okuyucu”lar için en uygun ortamı sağlamak için her gönüllü elinden geleni yapıyor. Kütüphane açılışı verildiğinde ise 2 gün için belirlenen ekipler işlerinin başına geçiyor ve 2 gün boyunca çadırın işleyişinin en iyi şekilde ilerlemesini sağlıyorlar. Sonunda okulun göğsünü kabartan, önünden, içinden bir şekilde geçen herkesin gururunu yücelten bu proje ortaya çıkıyor. Farklılıklara karşı farkındalık yaratmayı amaçlayan ekip sadece 2 gün değil 365 gün Yaşayan Kütüphane’yi yaşatalım diyerek sene içinde insan hakları temelinde kampüs röportajları, çeşitli kitap başlıkları hakkında yazılı röportajlar ve anketlerle farkındalık çalışmalarına devam etmektedirler. Ekibin içinde yer almak isteyen herkese kapısını ardına kadar açık tutan proje, her sene yeni gönüllülerini bekliyor. Umut Okulu Ardından 3 gün boyunca Korsan Adası’ndaki kulüplerin etkinliklerine katıldılar. Gastronomi Kulübü’nün Festival’de “Down Kafe” Festival ekibi bu sene sosyal sorumluluk temasına da değinmek istedi Bu nedenle bir komite oluşturuldu. Komite’nin tek üyesi Başak Orhan, festivaldeki sorumluluk projelerinin oluşturulması için büyük çaba gösterdi. Bu projelerden bir tanesi de Down Kafe idi. 4 gün boyunca MED’in önüne kurulan mini kafede, Mecidiyeköy’de bulunan Down Kafe’deki çocuklar yer aldı. Hem festivale hem de kafeyi ziyarete gelen herkese renk katan çocuklar, birçok aktivitede de yer aldı. İlk gün KSB ile ortak düzenlenen “Hayallerim Sınırsız” etkinliğine katılarak şarkılar söylediler, oyunlar oynadılar. elma yeme yarışmasına katıldılar, Ritim Grubu’nun Müzik Aletlerini denediler, Alternatif Sahne’de zumba yaptılar. Umut okulu; İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün yürüttüğü, Türkiye’nin her bölgesindeki birleştirilmiş köy okullarına yardım götüren, küçük çocuklara umut olmaya çalışan ve çocukların hayata bakış açısını değiştirmeyi amaçlayan bir projedir. Proje her sene yaptığı 2 yolculuğu bu sene 3’e çıkartarak bir otobüs dolusu gönüllüsü ve bir o kadar da topladığı yardımla belirlenen köy okullarına yardım götürmektedir. Giden gönüllüler orada çocuklarla çeşitli oyunlar oynuyor, eğitici deneyler yapıyor, hazırladıkları mini tiyatrolar ve sihirbazlık gösterileriyle eğlenceli ve sıcak bir ortam oluşturuyorlar. Köye vardıkları andan itibaren çeşitli masal kahramanlarının kostümleri ve makyajlarıyla ortaya çıkan gönüllüler ilk olarak oyunlar oynayarak çocuklarla tanışıyor. Daha sonra hazırladıkları deneylerle çocukların öğrenmesine katkıda bulunuyor ve ardından gösterilerle birlikte çocuklarla vakit geçiriyorlar. Aynı zamanda yıl içinde okulun belirli noktalarında bulunan kitap toplama kutularıyla, sanal ortamdan ve okul dışından duyurularla gerçekleştirilen Kitap Toplama Kampanyası sayesinde onlarca okula kitap yardımı göndererek çocukların hayatlarına yeni mutluluklar katıyorlar ve katmaya da devam edecekler. 2013-2014 döneminde ilk olarak NevşehirGülşehir Gökçetoprak İlköğretim Okulu’na yardım götüren proje ikinci olarak EdirneKeşan Siğilli İlköğretim Okulu’na yolculuk gerçekleştirdi ve son olarak, toplamda 9. bu senenin 3. Umut Okulu yolculuğu GiresunPiraziz Akçay İlkokulu’na gerçekleştirilecek. Bu yolculuk için gerekli olan yardımları bulmaya çalışan proje gönüllüleri sizlerin de yardımlarını bekliyor. ARIYORUM 6 ARIYORUM MAYIS 2014 Dokunuş Festival Mevsimi! Okuluna gitmek üzere bindiği metroda otururken yeni üyesi olduğu kulüpte birkaç da kısıtlı imkanlara sahip olan ailesini zorlamamak adına söylemiyordur çalıştığı gün içinde yazması gereken hikayeyi düşünürken reklam panosundaki ilan dikkatini gerçeğini. Sigara içmeye çıkar öğle yemeğinden sonra ve yanda yurtdışına tekstil çeker öğrencinin. Şu anlama gelen bir yazı vardır, belki de yazı tam olarak budur, “ ürünleri gönderen firmanın genç çalışanıyla konuşur. Mehmet 28 yaşında ve özellikle Kendinizde yapacağınız en ufak bir değişiklik hayatınızda kelebek etkisi yaratır”. Arap ülkelerine mal gönderen bu şirkette 3 yıldır çalışmaktadır. Büşra sorar “Araplara Bir psikiyatri kliniğinin reklamıdır bu, adresine bakılırsa reklam vermek için bu dekolteli ürünleri nasıl satıyorsunuz”? Büşrayı etkilemeye çalışan Mehmet “meslek pek iyi bir seçim değil şehir metrosu, çünkü seans ücreti muhtemelen bir sırrı “ diyerek sırıtır. Meslek sırrı olan şey aslında bastırılmış Arap kadınlarının fırsat öğrencinin aldığı burstan fazladır. Bu ücreti ödemektense yarı sağlıklı bulduklarında ne denli açılabileceğini bilen Arap şirketlerinin ucuza mal almak aklımla hayatımı sürdürmeyi yeğlerim daha iyi diye düşünür öğrencimiz. için gelip paralarını döktükleri garip sektörün doğasıdır. Gerekli bilgiyi alan Büşra Durağa geldiğindeyse inmek için ayağa kalkar ve yanlışlıkla öğrenci kasasının başına dönmek için Mehmetle el sıkışır ve mağazaya girer. Mehmet öğleden olduğunu düşündüğü bir gencin elini sıkıştırır tutmak istediği demire sonra toplu mal aldıkları toptancıların bulunduğu bölgeye gitmek için çıkar şirketten. ulaşmak isterken, pardon der ve iner, eli sıkışan gencimiz uzun boylu, Kısa bir otobüs yolculuğundan sonra şehrin trafiğine rahat bir nefes aldırmak için yakışıklı 30 yaşlarında, yaşını göstermeyen sportif bir vücuda sahip, yapılan metrobüse biner ve bir kez daha söver. Asıl trafik metrobüstedir çünkü. Her bir televizyon kanalında spikerdir ve işe gitmektedir. Spikerimiz gün ayrı bir tartışmanın geçtiği ve klimaların kontrolünün sürekli akrabalarıyla telefon metrodan çıkar ve ışıklardan karşıya geçmeyi beklerken yanına görüşmesi yapan şoförlerin elinde olduğunu düşünürsek kendince haklıdır Mehmet. 25 yaklaşan bebek arabalı çekici bir kadın dikkatini çeker ve genlerini dakika sürecek bu yolculukta bir an önce zengin olup bu hayattan kurtulmalıyım diye annesinden aldığını düşündüğü bebeği sevmek için eğilir .”Sen düşünür Mehmet ama kurtuluşun parada olduğunu düşünerek başka bir bataklığa ne güzel bir şeysin böyle” diyerek yanağından bir makas alır. adım attığının farkında değildir. Sonra ineceği durağa geldiğinde kapının açılması Annesi henüz bir yaşında der böbürlenerek. Böbürlenir çünkü için düğmeye basacakken elinin üzerinde, bileği kalın ve parmaklarının bittiği yerden ona göre başarmış olduğu şey doğurganlığının ispatı, bir üstünlük kılların başladığı, göbekli, 47 yaşındaki Hüseyin’in eli vardır ve adam kalın sesiyle nedenidir. Hiçbir şeye sahip olamayan kadınların avuntusudur “Kusura bakma” der. Mehmet önemli değil diyerek düğmeye basar ve iner. Hüseyin bir bir şey doğurmuş olmak, söylemese de biz o bebek arabasının temizlik şirketinde çalışan, iki çocuk babası, karısıyla sürekli tartışan hatta ara sıra onu üzerinde yazılmış olan mürekkepsiz yazıyı okuruz.” Bakın ben akıllandırdığını düşündüğü tokatları atmaktan çekinmeyen, kaba saba bir adamdır. doğurdum ve güzel oldu yani ben güzelim, onu çok seviyorum Şirketinin yönlendirdiği yerlere giderek gereken süre boyunca kongre salonlarında, çünkü benden çıktı çünkü kendime de aşığım”. Anne ve bebek hotellerde, şirketlerde arkasında temizlik şirketinin adının yazılı olduğu mavi iş karşıya geçerken uzaklaşırlar spikerden. Anne kahvaltılık gömleğini giyerek içlenerek çalışır. İçlenir çünkü aşağılandığını biliyordur. Temizlik birşeyler almak için çıkmıştır sabahın erken saatinde için gittiği yerlerde kendisine kibarca söylenen “pardon şurayı da temizler misiniz” ve organik olduğuna inandığı kahvaltılıkları almak cümlesinin sahibi ellerinde akıllı telefonlarıyla - zaten o bedenlerde akıl sahibi olan için az ilerdeki pahalı markete gider. Gerekli tek şey muhtemelen o telefonlardır - etraflarına rica cümlesiyle emir yağdıran kendini şeyleri aldığında kasaya gelir ve parayı bırakır beğenmişlere içinden küfrederek ve hiç kimsenin bilmediği bir yolla intikamını aldığını market sahibinin eline. Market sahibi elli düşünerek, aşağılanmayı aşağılayarak dengelemeye çalışır. Bu öyle bir intikamdır yaşlarında hafif göbekli ve ucuza getirdiği ki kendisini rahatlatmak için yaptığı bu şey birileri tarafından bilinirse bir daha asla malları pahalıya satabiliyor olmanın verdiği temizleyemeyeceği bir leke olarak kalır üzerinde. İntikam şudur; çalışmak için gittiği sevinçle iyi günler efendim tekrar bekleriz yerlerde eğer aşağılandığını hissederse, aşağılayanın cinsiyetine göre temizlemek diyerek uğurlar müşterisini. Sıradaki müşteri üzere girdiği tuvaletin kapısını kitler ve insanların ellerini yıkamak için kullandığı yakınlarda oturan ve herkesin rahatsız edici bakışları sıvı sabunların bulunduğu kapları sıraya dizer ve büyük bir zevkle boşalır kaplara. arasında yaşayan, toplumun acımasız tokatlarından birini Bu sayede onları aşağıladığını düşünür. Hüseyin metrobüsten iner ve eve döner. yemiş olan Hande’dir. Hande, gerçek adı Murat olan Karısının komşu bir kadınla gülerek konuştuğunu görür ve sinirlenerek eve girmesini 26 yaşlarında uzun boylu, iri göğüslü, platin sarısı ister. Kadın eve gelir ve tartışmaya başlarlar. Bir an birikmiş olan o aşağılanmanın ve saçlarıyla geceleri çalışan bir travestidir, kahvaltılıkların kendisine bile itiraf edemediği o gerçekle bir daha yüzleşmiş olmanın verdiği sinirle yanında birde slim sigara ister. Ona bir parça şehvet ve karısını altına alır ve başını yere vurarak öldürür karısını. O gerçeği kendisine bugün diğer müşterilerin alışverişlerini sürdürmeleri için asık bir birkez daha hatırlatan şey metrobüsteki o dokunuştur. Mehmetin eline dokunduğunda suratla istediğini verir ahlak bekçisi market sahibi. Hande hiçbir temizlik malzemesinin temizleyemeyeceği o duygu kirletir aklını. Erkeklerden de her zaman ki gibi ilginç bakışlar arasında ara sokakların hoşlandığını düşünmek maalesef ona öyle bir şekilde öğretilmiştir ki toplum tarafından, birine girerek eve gider. Gece işe çıkacağı arkadaşlarıyla öyle bir konu konuşulmamıştır bile yetiştirildiği yerlerde. Bu sessiz öğreti Hüseyin’in önce alışverişe çıkarlar ve umursamaz kahkahalarla bir iç hayatındaki gerilimin kaynağıdır, ve o gerilimin kurbanı malesef iki çocuktan sonra çamaşırı mağazasına girerler “kızlar”. Orada çalışan kasiyere bir daha cinsel anlamda hiçbir şey yaşamadığı karısıdır. Öldürdüğü karısı mıydı ödemeyi yaparlar ve aynı kahkahalarla çıkarlar mağazadan. yoksa kendisine bile itiraf edemediği bu gerçek mi? Akşam haberlerinde bu haberi Kasiyer kız yirmi dört yaşında ve ailesinden uzakta eğitimini “Bir Vahşet Daha” başlığıyla verecek olan da elbette otuz yaşındaki spikerimizdir. devam ettirmek için bu işte parttime olarak çalışmaktadır Öğrencimiz yazacağı yazıyı düşüne dursun, yazıya dökülmeyen milyonlarca yaşam bir dört aydır. Mart ayı gelince kızgınlığa girmiş erkek kediler gibi peşinde koşan ve sürekli sözlerle taciz eden erkeklerden uzak olmak için bu işe girmiştir Büşra. Ailesi bilmiyordur çalıştığını ve o 7 MAYIS 2014 gün yazılmak umuduyla hafıza kütüphanesine kaldırılsın. Süleyman Yılmaz yilmazsule@itu.edu.tr Soğuk günler geride kaldı. Tiril tiril giyinip, çimlerde yatma zamanı geldi. Bu sene ülkemizde çok başarılı festivaller düzenlenecek. Yurtdışındaki festivallerle yarışmamız zor; ancak bizim de küçümsenecek bi yanımız yok. O yüzden hadi atın kendinizi festival alanlarına. İşte mevsimlerin en güzeli: Festival Mevsimi! BABYLON SOUNDGARDEN ISTANBUL 2014 CHILL OUT FESTIVAL 24 MAYIS PARK ORMAN Her sene dört gözle beklediğimiz Soundgarden bu sene 4. Kez düzenlenecek. İlk kez 4 farklı şehre uğrayacak olan festivalin İstanbul ayağı, 24 Mayıs’ta Park Orman’da gerçekleşecek. İstanbul sahnesinde bu sene Pet Shop Boys, Sky Ferreira, Seun Kuti & Egypt ’80, FM Belfast, John Talabot, Mount Kimbie, Joystick Jay, Kabus Kerim, Dalt Wisney ve Ali Gultekin gibi isimleri ağırlayacak. Bu sene ana sahnenin dışında iki alternatfi sahneyi de bizlere sunan soundgarden bu sene çok eğlenceli geçecek kesin! Bir de hatırlatma yapalım uzun zamandır gözlerden uzak olan Ciguli bu sene Kolektif İstanbul ile ana sahnede olacak. 24 MAYIS LIFE PARK %100 FEST 6-7 HAZİRAN KÜÇÜKÇİFTLİK PARK Her sene dört gözle beklediğimiz Soundgarden bu sene 4. Kez düzenlenecek. İlk kez 4 farklı şehre uğrayacak olan festivalin İstanbul ayağı, 24 Mayıs’ta Park Orman’da gerçekleşecek. İstanbul sahnesinde bu sene Pet Shop Boys, Sky Ferreira, Seun Kuti & Egypt ’80, FM Belfast, John Talabot, Mount Kimbie, Joystick Jay, Kabus Kerim, Dalt Wisney ve Ali Gultekin gibi isimleri ağırlayacak. Bu sene ana sahnenin dışında iki alternatfi sahneyi de bizlere sunan soundgarden bu sene çok eğlenceli geçecek kesin! Bir de hatırlatma yapalım uzun zamandır gözlerden uzak olan Ciguli bu sene Kolektif İstanbul ile ana sahnede olacak. ONE LOVE FESTIVAL Chill Out Festival bu sene bize bir iyilik yapıyor ve Kemerburgaz yerine Sarıyer Life Park’ta düzenleniyor. Baharın son hafta sonunda temiz hava bol güneş eşliğinde Chill-Out Festival İstanbul, birbirinden farklı 4 sahnede 20’den fazla müzisyen ve grubu dinleyecek olan festival katılımcılarına, 12 saat boyunca çok çeşitli sanatsal ve kültürel aktiviteler sunacak. Bu yıl Goldfrapp, Mulatu Astatke , Brandt Brauer Frick , Da Lata, Jaqee, Boogie Belgique, Baba Zula’nın headliner olduğu Chill Out Festival Alternatif sevenlere ilaç gibi gelecek. MIDTOWN FEST 14-15 HAZİRAN PARKORMAN Bu yıl on üçüncüsü düzenlecek olan One Love Festival bu sene de harika grupları bize dinleme fırsatı getiriyor. Geçen sene iptal olmasıyla(malum sebeplerden) bizi yasa boğan ve blur’u dinleme fırsatımızı elimizden alan One Love bu sene geçen seneki kadrosuyla bizi affettirecek gibi. İşte o isimler: Basement Jaxx, Mogwai, Oh Land, Modeselektor, Moderat, Bonobo ve Mø. 20 AĞUSTOS KÜÇÜKÇİFTLİK PARK İlk defa düzenlecek olan Midtown Fest çok şükela bir başlangıç yapıyor. Portishead’i izleme fırsatını bize verecek olan Midtown Fest’in diğer konukları şu şekilde: Savages, Thought Forms, The Ringo Jets, The Away Days, Telepotik. Heyecanla bekliyoruz. Yarkın Genç ky_genc@hotmail.com ARIYORUM 8 ARIYORUM MAYIS 2014 MAYIS 2014 İTÜ Radyosu Elektrik Elektronik Fakültesi 3. Kat 3308 nolu odaya küçük bir yolculuk yapıyoruz. İTÜ Radyosu. Stüdyo dahil üç küçük odadan dünyaya açılan kapımız... Bir yanda muazzam bir koleksiyonu saklayan plak dolabı, eski mikrofonlar, ilk stereo radyo ekipmanları diğer yanda bilgisayarlar, dijital ses ekipmanları ve radyoculuğun değişmez klasiği kırmızı ışıklı “yayın” lambası. Sadece kulağınıza hitap etmesine rağmen sizi bambaşka yerlere götürebilen, kulağınızın içine konuşan sesin sahibini deli gibi merak ettiğiniz radyo hayatına İTÜ Radyo olarak nasıl dahil olduğumuzu ve Türkiye’de öncü olduğumuz bu alanda İTÜ olarak nasıl yol aldığımızı İTÜ Radyo sorumlusu Süha Çalkıvik hocamıza sorduk ve geçmişe doğru yaptığımız bu küçük yolculuğu sayfalarımıza taşıdık. Sizin hikayeniz ile başlayalım; NTV ile olan bağınızdan bahsedebilir misiniz? Ben zaten 7 yaşımdan beri radyoculuk yapıyorum; o zaman TRT çocuk saati vardı. TRT kökenliyim yani ben, uzun yıllar radyo çocuk saatinde çalıştım. Okurken bir yandan da okul radyosunda seslendirme yaptım. İlkokulda Ankara Radyosu tarafından 23 Nisan›da şiir okuyacak çocuk seçmesi yapılıyordu. Benim de o yaşa göre çok bas bir sesim vardı. Seçmelere katıldım. TRT prodüktörü “Yarın annenle gel radyoya.” dedi. Ondan sonra da hayatım boyunca harçlık almadım çünkü zaten TRT’den maaş alıyordum. Televizyon dublajına ise 90 yılında TRT İstanbul Televizyonu’nda başladım. Çizgi filmler, belgeseller diziler... Yalan Rüzgarı’nda 112 bölüm konuştum. Ondan sonra Riziko gibi pek çok yarışma programında çalıştım. Uzun yıllar voiceover olarak çalıştım. 96’ya kadar TRT’nin de tanıtım sesiydim. 96’da NTV’ye transfer oldum. Şimdi ntv, ntvspor, ntvradyo, Rady Eksen’in tanıtım sesiyim. Tanıtım filmleri seslendiriyorum. Şu an TRT Türk’de de Türkçem diye bir programı seslendiriyorum. Haftaiçi hergün yayınlanıyor. 4.5 dakikalık, çok faydalı bir program. Hala TRT ile bağlantım var yani. Şirket ve belediye tanıtımları okuyorum, üniversite tanıtımları okuyorum. Diksiyon eğitimi veriyorum şu an radyoda. Çalışan memurlara, aday memurlara, fakülte sekreterlerine yoğun diksiyon dersleri veriyoruz. Kurum içi eğitimler de veriyoruz. Şu an İTÜ›de derslere giriyor musunuz peki ? Radyodan vakit bulamıyorum ancak kardeş okulumuz Fevziye Mektepleri Şile Kampüsü’nde 2 yıl öncesine kadar sinema dersleri veriyordum Dersinize giren bir öğrenci, ilk duyduğunda aaa o ses diyor mudur? Diyor tabi. “Raaakım değil rakım mesela.” Bir takıntınız var mı insanları uyarma gibi; diksiyon konusunda? Yakın zamana kadar dinlediğim, seyrettiğim her şeyi çok fazla kritize eden bir yapım vardı. Ancak artık sadece yakın çevreme uyarılar yapma kararı aldım. Eşime radyoda çalışan arkadaşlara ya da bana soru soranlara söylüyorum.”Raaakım” değil rakım mesela. Sorana yardımcı oluyorum sadece. Eskiden kendimi çok sevimsiz görüyordum bu konuda. Sadece sorumlu olduğum insanların konuşmaları üzerinde düzeltmeler yapıyorum. Eminönü’ye denmez Eminöne’ne, Kırklareli’ye denmez Kırklareli’ne diyorum mesela. Bir de dilimiz çok sonsuz, ben de her gün yeni bir şey öğreniyorum. “Halkımız maalesef günde 150 kelimeyle konuşuyor!” Duymaktan haz etmediğiniz bir kelime var mı? “Aynen öyle!” Bunun dilimize yerleşmesi çok kötü bir şey. Copy paste alışkanlığının dilimize nasıl bir Ajda Pekkan şarkısı ile yerleşip maalesef toplumun bütün katmanları tarafından bu kadar kullanılıp bu kadar özgün fikri olmayan insanların “katılıyorum sana, evet ben de öyle düşünüyorum ya da hemfikirim” diyeceğine aynen öyle demesi, ve hiçbir fikri olmayan insanlar, 150 kelimeyle konuşan halkımızın da bu işine geliyor. Çok sığ maalesef. Radyonun hikayesinden, köklerinden bahsedebilir misiniz biraz da? Çünkü biliyoruz İTÜ Radyosu çok köklü bir oluşum. Aslında radyo Elektronik Haberleşme Bölümü öğrencilerinin bitirme yapması için 1945 yılında yüksek frekans kürsüsü olarak kuruluyor. Öğrencilere laboratuvar niteliği taşısın ve bitirme projesi yapabilsinler diye ortaya çıkarılmış bir olgu. Önce günde iki saat yayın yapmaya başlamış. Daha sonra yayın akşamlarca sürdürülmeye başlanmış. Asistanlar, profesörler denetiminde, bugün olduğu gibi, hep öğrenci radyosu olmuş. Askeri darbe dönemlerinde yayını kesintiye uğrasa da hep amatör ruhla çalışan bir öğrenci radyosu olarak kalmış. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk üniversite radyosu. İlk stereo yayın yapan radyo. TRT›den bile önce. İTÜ radyo ve televizyonu hep TRT›ye öncülük etmiştir. İlk elektronik haberleşme ve uydu haberleşme mühendisleri buradan yetişmiştir. Peki sizin radyoya gelmeniz nasıl oldu? Ben zaten üniversite bünyesinde yarı zamanlı hocaydım. Sinema ve radyo televizyon derslerini veriyordum. 95 yılındaki rektörün radyoyu tekrardan hayata geçirme gibi bir projesi oldu. 95’te bir kadro ilanı yayınlandı. Ben de başvurdum ve 4 aday arasından seçildim. 3 öğrenciyle başladık ve şu an her geleni kabul edemeyecek düzeye geldik. Zaten çok farklı bir ortam. Radyoya ayrılan bu stüdyoda çalışmak ve zaman geçirmek oldukça ayrıcalıklı bir durum. Çok rengarenk bir ortam. Çalışan öğrenciler kendi müziklerini yaratarak sıcak bir ortam da yaratıyorlar aynı zamanda burada. Siz şu an hem radyonun hem de İTÜ-TV’nin sorumlususunuz değil mi? Kağıt üzerinde öyle ama zaten tv şu an yayın yapmıyor. Uzaktan Eğitim Merkezi bünyesinde İTÜ-TV yine var ama IP TV dışında ve arada bir törenleri yayınlamak dışında yayın yapmıyor çünkü lisans alamıyor. “İTÜ Radyosu dinleyende alışkanlık yapıyor!” Peki bu konuda bir proje yok mu ? Lisans almamıza yasalar engel. Çünkü devlet üniversitesiyiz. Lisans alabilmek için anonim şirket olmak gerekiyor. Anonim şirket olmak demek para kazanma amacı demek ancak bizim böyle bir amacımız yok ki... Örneğin ODTÜ Radyo anonim şirket ancak ticari şirketler orayı öylesine kullanıyor ki ODTÜ radyo öğrenciden uzaklaşmış bir radyo. Biz o kulvarda yüzmek istemiyoruz. Biz öğrenciden uzaklaşmadığımız için yalnıza webden yayın yapmamıza rağmen her zaman en çok dinlenen üniversite radyoları sıralamasında ilk üçteyiz. Neden? Çünkü reklam kesintisi yok. Alışkanlık yapıyor. Ve bizi dinlemek de çok basit. Artık internete erişim bile çok kolay olduğu için, bugün bu teknolojide “Ben radyoya ulaşamıyorum.” demek imkansız. İTÜ-TV›nin önüne yasalar tarafından engel konuluyor dediniz. Türkiye’ye televizyonu ilk getiren İTÜ-TV ama bu kimse tarafından bilinmiyor. Bugün onure etmek amaçlı dahi olsa bunun üzerine gidilip bir şeyler yapılamaz mı ? Üzerine gidilse bile bunun bir sürü sıkıntısı var. Öncelikle ekipman bulmanız lazım. İkincisi ve belki de en önemlisi ne yayınlayacağınız sorun. Yayın politikası ayarlanabilir belki. Mesela hep belgesel yayınlayalım diyelim. Sürekli belgesel seyreder misiniz ? Hayır. İlginç bir format olmalı. Diyelim ki okulumuzun bölümlerini tanıtacağız. İTÜ’de çalışan hocalar ve öğrenciler bile ikinci günden sonra seyretmez. Yani ne sunacağınız çok önemli. Sonra bunun maliyeti de var. NASA Channel formatında yayın yapmaya kalksanız, bu ucuz bir şey değil. Televizyonu öğrenciler yönetsin desek ve ellerine kamera versek onlar da ne çekeceğini bilemez ve zaten bu kadar ders yükünün arasında zaman bulamaz; ertesi gün kamerayı bırakır. Radyomuz bile en çok İTÜ dışından dinleniyor ki TV’yi kim izleyecek. Bu yüzden İTÜ-TV’nin adını sürdürmenin de bir anlamı yok maalesef. Tabi ilk zamanlarında tek olduğu için her şey daha kolaydır. Elbette. O zaman televizyon diye birşey yoktu ve çok ilgi çekiciydi. İnsanlar gösterim yapılan Gümüşsuyu Yerleşkesi’nde amfileri dolduruyordu. Dönemin bütün ünlü sanatçıları yayına geliyorlardı. Çok parlaktı herşey. Sizin İTÜ-TV’yi emekçilerinden dinleme fırsatınız olmuştur elbette ? Halit Kıvanç’la ben NTV’de haftanın iki günü program yaptığım için sık sık dinleme fırsatı buluyorum. “Televizyon Sevenler Derneği” Peki çevrenizden duymuş muydunuz? Büyüklerinizden izleyen olmuş mudur ? Ben çevremde çok aradım ama seyircisi olmuş birini bulamadım. Ben 69 doğumluyum, yetişemedim ve zaten çocukluğumun 7 yaşında kadar olan kısmında İstanbul’da değildim. 7 yaşında geldiğimde de İTÜ-TV kapanmıştı. Ancak seyreden çok dostum var. Hatta bizim radyonun okur mektuplarından bildiğim kadarıyla zamanında Televizyon Sevenler Derneği bile kurulmuş. Çok ilginç. Programlar hakkında eleştiriler, fikirler göndermişler. Onlar en önemli tanıklar ve onlardan bir sürü fikir edinebiliyoruz. 9 “Cendereye sokulmuş öğrenciler... “ “İsteyen için, her şey para değildir.” “Hayatı boyunca Shakespeare okumamış adam, ancak bankada veznedar olur!” O günlerde radyo ve İTÜ-TV gibi oluşumlarda hep öğrenciler ön plandaymış. Şimdiki neslin aktüel yanını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu aktüalitede paranın da bir etkisi var mıdır mesela? Hayat çok zor algısını, öğrencilerin sanat ve sporla ilgilenmemesi ya da kendini kapatmasını, “Herkesin yaptığı işi ben de yapayım, paramı kazanayım.” mantığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Para kazanamaz ki öyle bir adam. “Ben mühendislikte çok başarılı olacağım; onun için hiç bir sosyal faaliyetle ilgilenmeyeyim.” Türkiye’de maalesef bize enjekte edilen yaygın öğrenci profilinde bu var. Asosyal öğrenci tipolojisi. “Aman hiçbir sosyal faaliyetle ilgilenmeyeyim ki dersler zaten yoğun; labaratuvarlar var, ödevler var. Zaten zamanım yok.” Panik atak yaşıyor bütün öğrenciler... Nedeni de sürekli duyulan “okul dört yılda bitmeli” gibi korkular. Cendereye sokulmuş öğrenciler... Zaten aldığınız ders yükü çok fazla. Tam tipik alman diplomasisinin halen görülen etkileri bunlar. Krediler çok fazla. 27-32 kredi alan öğrencilerim var. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Amerika’da bir sömestr da 12 kredilik ders alınıyor. Mesela bizim jazz programlarımızı yapan Onur arkadaşımız şu an New York’ta. 12 kredi dersi olduğunu ve de yanına renk olsun diye jazz tarihi dersi alacağını söylüyor. Burada arkadaşları çok kıskanıyor. Üniversite; evrensel bilimi metotlarıyla bilen kişi yetiştirmek demektir . Burada maalesef metot değil ezber öğretiliyor. Kampüste yaşam yok. Belli bir saatten sonra insan kalmıyor, yalnızca köpekler kalıyor. Yurduna korkuyla koşarak giden insanlar oluyor. Ama soruna geleyim. “Bir an önce mühendis olayım, hiç bir şeyle uğraşmayayım.” diyen adam, kusura bakmasın ama ancak bankada veznedar olur. Fabrikada memur mühendis olur. Proje ve orijinal fikirler üreten yaratıcı bir adam olması beklenemez. Özgün fikir taşıması mümkün olmaz. Neden çünkü adam hayatı boyunca Shakespeare okumamıştır, Beethoven dinlememiştir. Western film bile seyretmemiştir. Malesef bizim genel öğrenci profilimiz böyle. Buradaki 13 radyo çalışanı İTÜ öğrenci profilini yansıtmıyor. Ben 93 yılında burada yeniden radyoyı canlandırma amaçlı proje ile göreve başladım. Sadece bir iki yere “Klasik müziğe meraklı öğrenciler aranıyor.” diye afiş astım. Üç kişi başvurdu. Biri bilgisayar mühendisliğinde okuyan çocukluğundan beri ailesi tarafından piyano eğitimi aldırılmış bir öğrenci, biri elektronik mühendisliğinden yan flüt çalan bir öğrenci ve diğeri yine elektronik mühendisliğinden keman çalan bir öğrenci geldi. Ama bu çocuklar 5 yaşından beri klasik müzik eğitimi almış kişilerdi. O zaman ben çok şanslıydım. Öğrenciler arasından elekten geçmiş ve süzülmüşün süzülmüşü olan 3 kişi gelmişti. Biz şimdi okulda afiş bile asmıyoruz. Çünkü namımız sosyal medyada zaten yürüyor. Haber ajansları bizim programlarımızı haber yapıyorlar. Düşünsenize son 8 yıldır boyundan aşağısı tutmayan ve konuşamayan bir adam Turgut Uyar ile birlikte Kış Bahçesi diye program yapıyor. Yatalak adam bütün playlist i yapıyor. Neden? Reklam ve sponsor almıyoruz.Ticaret girmediği için özgür müzik yayınlayabiliyoruz. Yoksa biz bir tane reklam alsak reklam veren şirketler hemen çalma listelerimize müdahale ederler. Benim çalıştığım bütün ticari radyo kanalları reklam verenin boyunduruğu altında yayın yapıyor. Biz öyle bir kölelik de yaşamıyoruz. Para konusuna gelince. Ben paraya o kadar ihtiyaç olacağını hiç zannetmiyorum. Buradan aldıkları yarı zamanlı ücret onların pekala seçkin sanat ürünleri ile karşılaşmalarına fırsat sunabilir. Sinemaya, tiyatroya, festival filmlerine gidebilirler. İsteyen için her şeyde paraya gerek yoktur. Meraklısı için... ARIYORUM ARIYORUM MAYIS 2014 Festival Nasıldı Ferit Çağlar Gündüz gunduzfe@itu.edu.tr ? Bilet fiyatlar nasld? Çok ucuzdu Bir Festivali daha geride bıraktık. Peki yıllar sonra yine bir öğrenci komitesi kurularak organize edilen İTÜFest’14 nasıldı? Neler Eksikti? Neler Güzeldi? komitenin fotoğrafı vardı? Tabi ki özenle dağıtılan Hürriyet Kampüste. Öncelikle şunu söylemeliyim ki festivalin Sanatçı Seçimi düzenlenmesinde emeği olan herkesin ellerine sağlık, unutulmamalıdır ki İTÜFest’14 ile ilgili yaptığımız anket Öğrenciler mi Organize Etti? yanlışlar, eksiklikler söylenmezse; pay sonuçlarını değerlendirirken bir yoruma çıkarılmazsa daha iyi sonuçlar elde rastladım; Akla takılan en genel sorulardan birisi ise edilemez. festivalin gerçekten öğrenciler tarafından Mühendis kafası poptan mı organize edildiği yoksa komitenin bir Bu sene festivalin öğrenciler tarafından haz almıyor. sadece kendim ‘kukla’ vazifesi mi gördüğüdür. Cevaplar düzenleceğini öğrendiğimde çok festivalin en temelinde gizli aslında; adına konuşmuyorum aksine heyecanlanmıştım. Çünkü öğrencilere çevremdeki çoğu insandan bu ilk olarak bilet fiyatları. Şu bir gerçek yönelik bir festivali; bir şirketin yönde şeyler duyuyorum ki 85TL bir öğrenci için düşünülmesi yapmasından çok bir öğrenci komitesinin Organizatörlerin bilgisine :) gereken bir miktar, yeri geldiğinde gözden organize etmesi beklentilerin çok iyi çıkarılamayacak; gerekirse tüm senenin bilinmesinden ötürü festivalin asıl stresinin atılmasından bile daha önemli sahiplerine, İTÜ öğrencilerine hitap Tabi ki toplu yerlerde özellikle üniversite bir miktardır. etmesi için çok önemli bir husustu. Ki bu gibi binlerce farklı karaktere sahip insanı beklenti İTÜ’lülerin en temel hakkıdır aynı anda mutlu edebilmek çok zor bir Organizasyon kalitesi çünkü bu etkinlik İTÜFest. Gel gelelim şeydir. Sorulması gereken soru: bu sene işin pratiğe dökülmüş hali ne yazık ki sahne alan sanatçılara kim, nasıl, neye Bu yıl İTÜ’deki 4. Yılım ve gördüğüm böyle gözükmüyor; hem şahsi görüşlerim göre karar verdi? 3. Festival. Açıkçası bu seneki festival hem de gazetemizin 700 kişi ile yapmış diğerlerinden kalite olarak çok daha olduğu anket sonuçları genel bir “hüsran” Öğrenci Kulüpleri iyiydi. Tanıtım çalışmaları çok iyi olduğunu ortaya çıkarıyor. yapılmıştı hatta bir ders kapsamında İstanbul Üniversitesi-Avcılar Kampüsü’ne Festivalin öğrenci komitesi tarafından Geçen seneden başlayarak arazi çalışmasına gittiğimizde reklam düzenlenmesi demek, öğrencilerin bugünlere kadar gelelim; panosunda İTÜFest’in reklamını görünce festivalde aktif rol alacağı anlamına gelir. içimden ‘Vay be’ demiştim. Bunun Nitekim Kültür Sanat Birliği İdari İşler Geçen sene bir organizasyon şirketi yanında gündüz etkinlikleri, alternatif Koordinatörü Burçin hocamızın gayretli üstlenmişti yine festivali ve maalesef sahnedeki performanslar ve ana sahne ve özverili çalışmaları sonucu ilk defa bir festival tamamen maddi temellere kalitesi gerçekten iyiydi. festivalde öğrenci kulüpleri bu kadar çok dayandırılarak yapılmış, öğrenci etkinlik yaptı. kulüpleri ile göstermelik toplantılar ‘Megastar’ Hususu düzenlenerek, çoğunun festivalde yapmak Festival Özel Gazetesi Şu bir gerçek ki Tarkan festival istediği etkinliğe “bütçe yok” denilerek kapsamında İTÜ’de değildi. Bunun en açık yapılmasına olanak sağlanmamıştı. Geçen göstergelerinden biri ise konser biletlerinin Arıyorum İTÜ Gazetesi yayın hayatında sene Arıyorum’un sunduğu ‘Canlı Gazete’ festival dışında anlaşılan bir aracı firma ile ilk defa ‘Festival Özel’ sayısı hazırladı. projesi de aynı şekilde reddedilmişti. Ve bilet satışının yapılmış olması. Gazetemiz Ve bu sayının giderleri İTÜFest bütçesi bu organizasyon şirketinin öğrencilerin ve Kulübümüzün kurucusu Fatih Avcı tarafından karşılandı. Arıyorum Festival eğlenebilmesi, konserlere girebilmesi için ile yeni sayı hakkında konuşurken 2009 Özel sayısı’nın tasarımının bitmesine az bir biçtiği fiyat yani kombine bilet fiyatı 70TL yılında yine öğrenci komitesinin organize süre kala Hürriyet Kampüs’ün İTÜFest’ e idi. Esasında temelinde bir çok sorun ettiği festivalde Tarkan’ın geldiği ve bilet sponsor olduğunu öğrendik. Ve onlar da barındıran şirket yönetimindeki geçmiş festival özel gazetesi hazırlayacaklardı. fiyatının 20TL olduğunu öğrendiğimde festivallerden duyulan rahatsızlıklar bazı şeyler yerine oturmaya başladı. Bu Arıyorum Festival Sayısı 30 Nisan gecesi bu senenin başında öğrenci komitesi festivali öğrenciler mi yoksa şirket gölgesi kampüse matbaa tarafından ulaştırıldı. kurulması vasıtasıyla festivalin öğrenciler altındaki öğrenciler mi düzenledi? Hürriyet kampüs ise 3 Mayıs günü tam tarafından düzenlenmesine karar verildi. gazetelerimizin karşısına konulmuştu. Fakat festival komitesindeki arkadaşlar Ücretli Festival? festivale sponsor olan bir araç firmasının Festival Etkinlikleri Festivale Katlm Nasld? verdiği 2 adet araba ile Hürriyet Kampüs Bir öğrenci festivalinin ücretsiz olması, “ ” konser ağırlıklı değil kültür ve sanat ağırlıklı olması, öğrenci kulüplerinin aktif şekilde rol alarak ortak bir festival olması sanırım çoğu İTÜ’lünün beklentisidir. Bu beklentiler doğrultusunda da sene başında yapılan toplantılarda İTÜFest’14 için de böyle konuşuluyordu. Uygundu Çok pahalyd Pahalyd Stadyum Düzeni Nasld? Çok kötüydü İyiydi Fena değildi Yiyecek‐İçecek Alanlar Yeterli miydi? hiç yeterli değildi yeterliydi fena değildi Yiyecek‐İçecek Fiyatlar Nasld? çok uygundu uygundu Çok pahalyd Uygun değildi Festival Geçen Seneye Göre Nasld? katlmadm iyiydi Çok kötüydü fena değildi kötüydü Öğrenci Komitesi Tarafndan Yaplmasnn Etkisi Nasld? çok olumlu olumsuz iyiydi kötüydü olumlu İdare ederdi fena değildi A. M. Celal Şengör çok yeterliydi Çok kötüydü Hiç yeterli değildi Peki, Orhan Bursalı bu yazıyı niçin sansürlemiş olabilir? Aşağıdaki şıklardan hangisi sizce doğru olan olabilir ve bu nedenlerle bir yazının sansürlenmesi hakkında sizler ne düşünürsünüz? Belki cevaplarınızı Arıyorum'a yazarak sansür konusundaki tartışmayı sürdürebiliriz. (Ben parantez içinde şunu da sorayım: Sansür her zaman fena mıdır? Hangi hallerde sansür belki gerekli olabilir?) Kötüydü Çok yeterliydi Yeterliydi BİR YAZI, BİR SANSÜR VE NEDENLERİ? Baya iyiydi Yeterli miydi? gazetesini dağıtırken Arıyorum’a dokunmamışlardı bile. Oysa ki bir tanesini gönüllü öğrenciler hazırlamıştı diğerini ise piyasa değeri milyonlarca Türk Lirası olan bir holding. Ve bir tanesinde Festival Komitesinin fotoğrafı varken diğerinde yoktu. Bilin bakalım hangisinde 11 MAYIS 2014 SANSÜRSÜZ KALEMLER 10 nötr Aşağıdaki yazıyı Cumhuriyet Bilim Teknoloji’deki köşemde yayımlanması niyetiyle yazmıştım. Yazıyı yazmamın sebebi, sevgili dostum Orhan Bursalı’nın Stalin’in ölümüne sebep olduğu insan sayısını abartılı bulmasıydı. Çalışmayı dünyada bir bilim adamı olarak iyi bir şöhreti olan İTÜ’nün jeoloji profesörlerinden Rus kökenli Boris A. Natal’in benim ricam üzerine yapmıştı. Fakat Orhan Bursalı bu yazıyı basmayı reddetti! Yalın veriden oluşan bir yazının basılmaması üzerine ben de 16 yıldır köşe yazarlığı yapmakta olduğum Cumhuriyet Bilim Teknoloji’den ayrılarak köşemi Arıyorum’a taşımaya karar verdim. Üniversitemizin öğrencileri olan yöneticilerinin sadece doğruyu dile getirmek amacıyla yazılmış yazılara sansür koymayacağına inancım tamdır. Yani ben Arıyorum’a bir sansür mağduru olarak geldim. 1. Orhan Bursalı bu yazının gerçeği ifade etmediğini sanmaktadır. 2. Orhan Bursalı Türkiye'de hazır aşırı sağ çökerken sola zarar vereceğini sandığı bir yazıyı içeriği gerçeği dile getiriyor olsa bile yayımlamak istememiştir. 3. Orhan Bursalı bu yazının Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji'ye konu açısından uymadığını düşünmektedir (halbuki benzer pek çok yazı daha önce Cumhuriyet Bilim Teknoloji'de yayımlanmıştır). 4. Orhan Bursalı gündemin bu olmaması gerektiğini düşünmektedir (bu kendi ifadesidir). Sizce bunlardan hangisi doğru olabilir ve bu sansürü haklı çıkarır mı? Molotof, Stalin ve Kaganoviç'ten sonra dördüncüdür) kapsamadığını onların sayısını tahmin etmenin çok zor olduğunu söyledi. Rus tarihçi Vadim Erlikman (Erlikman, Vadim (2004). Poteri narodonaseleniia v XX veke: spravochnik. Moscow 2004: Russkaia panorama:? Türkçesi: 20. yüzyılda nüfus kaybı: el kitabı, Moskova, 2004: Rus manzarası) Stalin'in öldürttüğü insan sayısını 9 milyon olarak vermekte ve dökümü şöyle sunmaktadır: ölüm infazları: 1,5 milyon; gulag: 5 milyon; sürgün (sadece sürgünde ölenler): 1,7 milyon; kollektivizasyon esnasında ölenler ve öldürülen esirler: 1 milyon. Ancak bu rakama 1932-1933 baskı hareketleri esnasında ölen 10 milyon dâhil değildir. Bunun 6 milyonu açlıktan, 4 milyonu diğer nedenlerden ölmüştür. Nereden bakılırsa bakılsın, eldeki en güvenilir bilgilere göre Stalin kendi vatandaşlarını katletme konusunda Hitler'in rekorunu kırmış gözükmektedir. Bu rakamların sadece yarısını doğru kabul etsek, Stalin Hitler'le aynı düzeye ulaşıyor. STALİN'İN KATLİAMI Sevgili okuyucularım, Orhan Bursalı ile yaptığımız muhtelif konuşmalarda ve bazı yazılarımda, Stalin'in kendi vatandaşlarından öldürdüğü insan sayısını ben 20 milyon olarak veriyordum. Orhan, bunun abartılmış bir rakam gibi gözüktüğünü, benim muhtelif Rus dostlarımla yaptığım konuşmalar esnasında sözlü olarak edindiğim bu bilgiyi belgelerle kontrol etmemi rica etti. Ben de muhterem meslektaşım Prof. Dr. Boris A. Natal'in'den durumu inceleyerek bana bilgi vermesini rica ettim. Boris'in bana yazdığı not ve verdiği rakamlar aşağıdadır: "Ekim Devrimi Merkez Devlet Arşivi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği devlet iktidarı ve hükûmeti üst kurulları" Gulag'a (yani toplama kamplarına) gönderilenlerin belgelerinin bir koleksiyonunu tutmaktadır. Zemskov bu arşivde çalışmaktadır ve buradaki belgelerin bir özetini Rus Wikipedia'sında yayımlamıştır (V. N. Zemskov, Zaklüçenniye, speçposelençi ssilnoposelençi, ssilniye i vislannie (Statistiko-geografiçeski aspekt): İstoriya SSSR, 1991, b5. S. 151-165 Tercümesi: mahpuslar, özel yerleştirilenler, kovulanlar, sürgünler ve sürülenler (istatistiki-coğrafi cephe): SSCB Tarihi, cilt 5, ss. 151-1675)): Sadece Gulag'a sürülenler arasında ölenlerin toplamı böylece 1.606.748'e varmaktadır." Prof. Natal'in, bunun Avrupa Rusya'sındaki hapishanelerde öldürülenleri, orduda öldürülenleri (meselâ sadece Mareşal Voroşilof 185 tane ölüm listesi imzalamıştır ki, kendisi en çok ölüm listesi imzalayanlar sırasında Yıl: 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 1939 1940 1941 1942 1943 1944 1945 1946 1947 1948 1949 1950 1951 1952 1953 1954 1955 1956 Ölen sayısı: 7 980 7 283 13 197 67 297 25 187 31 636 24 993 31 056 108 654 44 750 41 275 115 484 352 560 267 826 114 481 81 917 30 715 66 830 50 659 29 350 24 511 22 466 20 643 9 628 8 358 4 842 3 164 Hükümlülerdeki yüzdesi: 4,2 2,9 4,8 15,3 4,28 2,75 2,11 2,42 5,35 3,1 2,72 6,1 24,9 22,4 9,2 5,95 2,2 3,59 2,28 1,21 0,95 0,92 0,84 0,67 0,69 0,53 0,4 12 ARIYORUM ARIYORUM MAYIS 2014 Soma Faciası Bu sayıya son zamanların popüler tartışma konusu olan “ince ayar problemiyle” ilgili olarak bir şeyler yazmak istiyordum ki 13 Mayısta acı haber geldi. Tam sayı resmi olarak açıklanmamakla beraber 500’ün üzerinde madencimiz Soma’da can verdi. Hükümet yetkilileri ağızbirliği etmişlercesine “kader”, “bu işin fıtratı”, “olağan şeylerdir bunlar” gibisinden açıklamalar yaptılar. Öte yandan bakıyoruz ki bu kader denilen şey hep bizim ülkemizde oluyor nedense. Ben de konuyu pozitif bilim açısından ele almaya karar verdim. Yazının konusu “kader nedir?” olacak. Kader kavramı çok eski çağlardan beri var. Esas amacımız kaderin kültürel incelemesi olmadığı için kavramın tarihini kısa keselim, ama şunu unutmayalım ki tek tanrılı dinlerden önce de vardı kader inanışı. Antik Yunanda Moira’lar insanların kaderini örerlerdi. Tanrılar bile kimi zaman kaderden kaçmakta zorlanırlardı. O kadar güçlü bir inanç kader. Tek tanrılı dinlerde kader bir paradoks yaratır. Hem bütün dinlerde vardır kader; ne olacağımız önceden belirlenmiştir tanrı tarafından, hem de insanlarda “özgür irade” vardır. Çünkü aksi takdirde cennet-cehennem kavramı anlamsızlaşırdı. Öyle ya, eğer önceden cennete mi cehenneme mi gideceğimizi biliyorsak ne diye günah işlememeye çalışalım? Ama konumuz din analizi olmadığı için bu paradoksu bir kenara bırakalım ve modern bilimler açısından kader kavramını incelemeye çalışalım. Peki modern bilim ne diyor kader hakkında? Kaderin (biraz daha laik) tanımı “her şeyin önceden belli olması”dır. Buna göre, bizlerin, çevremizdeki dünyanın hatta içinde yaşadığımız evrenin geleceği çok önceden belirlenmiştir. Diğer bir deyişle evren deterministtir. Modern fizikle hiç şekilde uyuşmayan bir düşünce tarzıdır bu. Ancak bu noktada bir parantez açmamız gerekiyor. Bu yazıda kader “bilimsel” olarak ele alınmaktadır. Bir tartışma ya bilimsel olur ya da olmaz. Her şeyi mutlaka bilimsel olarak ele almamız gerekli demiyorum ama eğer bir konuyu bilimsel olarak ele alacaksak bugünkü bilimin bize öğrettiklerine, ispatladıklarına göre konuşmamız gerekir. Çünkü tam bu noktada kimileri “bilim her şeyi bilmez, aslında her şey önceden belirlenmiştir ama bilimsel bilgimiz bunu kavramaya yetmez” der. Bunu diyenler aksini ispat etmekle yükümlüdürler. Şüphesiz hiç bir zaman ispat edemezler ama “kader vardır” iddialarını da temelsiz olarak sürdürmeye devam ederler. Parantezimizi kapatıp, modern fiziğin determinizm hakkında ne dediğine bakalım. Aslında Klasik Fizik de zannedildiği anlamda determinist değildir. Newton zamanından beri üç ve daha fazla sayıda cismin (örneğin güneş ay ve dünyanın) birbirinin çekmesi Newton denklemleriyle analitik olarak çözülemeyeceği biliniyordu. Dolayısıyla dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin milyonlarca yıl sonra hâlâ kararlı olup olmayacağı (yani dünyanın güneş sisteminden kopup u z a y a savr ulup savrulmayacağı) bilinemiyordu. 1800’lerin sonunda Poincaré problemi iterasyon yoluyla çözerek kaos kuramını ortaya attı. Buna göre 13 MAYIS 2014 güneş sistemi gibi kaotik sistemler başlangıç koşullarına o kadar bağlıdır ki, en küçük bir belirsizlik bile çok büyük değişikliklere yol açarak örneğin dünyanın yörüngesinden tamamen uzaklaşmasına neden olabilir. 1900’lerin sonunda ortaya çıkan termodinamik fiziğiyse N-cisim problemini istatistiksel yolla çözmüştür. Bir odanın içindeki milyarlarca m o l e k ü l d e n meydana gelen gazın davranışları ancak ve ancak istatiksel yolla incelenebilir, determinist olarak değil. Bu sadece bizim “ bi l g i s i z l i ğ i m i z d e n” kaynaklanmamaktadır. Doğanın kendisinde kaos hakimdir. Üç cisim problemi. Küçük bir “uydu” kendisinden daha büyük iki “gezegen”in y ö r ü n g e s i n d e dönüyorsa uydunun güzergâhının başlangıç koşullarındaki ufak bir değişiklik, kısa zamanda yörüngesinde büyük bir değişikliğe yol açar. Başlangıç koşullarını asla bilemeyecek olmamız da yörüngenin tahmin edilemez olduğu anlamına gelir. Bu görüntü, buna benzer iki güzergâhı dönmekte olan koordinat sistemi içinde gösterir; böylece iki gezegen hareketsiz gözükür. [Gribbin] Öte yandan bir de hiç bir zaman çözülemeyecek bir problem daha vardır: Birbirine değen iki bilardo topunun t a m ortasına ikisine aynı anda değecek şekilde üçüncü bir bilardo topu attığımızda, topların nereye gideceği hiç bir şekilde bilinemez. Bütün bunlar makro dünyadaki problemler. Atom a l t ı dünyaya indiğimizde her şey tamamen belirlenemezci olur. Bir atom çekirdeğindeki nötronun ne “Kader”imiz mi? zaman bozunup bir protona dönüşeceğini ve bir elektronla karşı-nötrino çıkaracağını hiç bir fizik yasası söyleyemez bize. Ama bir çok nötronun davranışının istatistiksel bir kuramını ortaya koyabiliriz. Ayrıca Heisenberg belirsizlik ilkesi bize bir atom altı parçacığın hem konumunu hem de momentumunu mutlak kesinlikle bilemeyeceğimizi söyler. Bu ilke kuantum fiziğinin belkemiğidir. Elektronların niye çekirdeğe düşmediğinden günlük hayatta karşılaştığımız bir çok olguya kadar doğanın ileyiş ilkesini sunar bize. Determinist bir evren anlayışa tamamen kapalıdır modern fizik. Evrenimizin başlangıcında bu belirsizlik ilkesi daha da başat bir rol oynar. Başlangıçta evrenimiz o kadar küçüktü ki, Heisenberg belirsizlik ilkesi evrenin tamamen belirlenemezci bir noktadan başladığını göstermektedir. Şekil: Kuantum Fiziğinin temel kavramları: Bir parçacık tamamen rastgele davranır. Ne zaman bozunacağı ve/veya bir foton (ışık) salacağı hiç bir zaman önceden bilinemez. Heisenberg iş kazalarına sahip olan ülke olmak “kader”imiz değilse nedir? Bundan iki yıl önce Arıyorum’a yazdığım yazıda evrim dersinin liselerde (ve hatta üniversitelerde) okutulmamasının sakıncalarını belirtmiştim. Evrim kuramı bize Peki atom nasıl çevre koşullarının rastgele mutasyonları altı dünyadan “seçerek” birikimli bir şekilde çok uzun yıllar bize ne, kader içinde yavaş yavaş canlı yaşamı şekillendirdiğini makro dünyayla açıklamaktadır. Bu bilimsel bilince sahip ilgili bir şey diyebilir miyiz? Hayır! Çünkü olmayan insanlar kaderciliğe saplanarak, evrimin motoru olan mutasyondan tutun da, başlarına gelen şeylerin zamanında önlem beynimizin çalışma sisteminin elemanları olan alınmaması yüzünden değil de, “kaderlerinde” nöronların işleyişine kadar hayatımızı etkileyen öyle yazdığı için olduğuna inanırlar. Şüphesiz her şey mikro-dünyada gerçekleşmektedir. Mikro dünyada olanlar hayatımıza yön verir. buna inananları yönetmek, haklarını ellerinden almak, güvencesiz ortamlarda çalıştırmak çok Her saniye vücudumuzdan milyarlarca atom altı parçacık geçmekte ve bunlardan bazıları daha kolaydır. Patronlar bu nedenle kader hücrelerimizdeki DNA’ların dizilimini inancını körüklerler. Böylelikle pahalıya bozarak mutasyonlara neden olmaktadır. gelen güvenlik önlemlerinden kurtulabilirler. Kanser bunlardan biridir. Bir diğeriyse üreme Böylece ayda 1300 liraya insanları rahat rahat hücrelerindeki mutasyonlardır. Mirkoölüme gönderebilirler. Bu nedenle evrim dünyadaki rastgele olaylar olmasaydı evrim kuramı bilgisiyle iş kazaları arasında ters bir de olmazdı. Heisenberg belirsizlik ilkesi ve atomların rasgele ısıl hareketleri canlıların orantı vardır. Bu nedenle eğitimli ve bilinçli üremesinde belli sayıda hatalar olacağını toplumlarda –1800’de değil ama– günümüzde öngörür. Bu hataların çoğu organizmanın iş kazaları görülmemektedir. Kadere ne kadar hayatta kalması veya üreme kapasitesi açısından çok inanırsan iş kazası riski o kadar artar. ölümcüldür. Ancak az sayıda hata, saf Özetlersek, Soma faciası kaderimiz değildir. şans ürünü olarak, Kader modern bilimle çelişen bir kavramdır. yararlı olur. Bu hataları taşıyan Soma’da olan şey, “en temel işçi sağlığı, iş güvenliği ve madencilik ilkeleri bir kez daha organizmaların hayatta kalması hiçe sayılarak çeşitli çıkarlar doğrultusunda ve üremeleri davranılması sonucu gerçekleşen büyük bir daha olası olur. katliam”dır [ITUDER] [Hawking] belirsizlik ilkesine göre bir atom altı parçacığın konumundaki belirsizlikle momentumundaki belirsizliğin çarpımı Planck sabitininden büyük olmalıdır. Peki o zaman modern bilim kader diye bir şeyi kabul etmiyorsa, ü l k e m i z d e meydana gelen olaylar neden hep “kaderimiz böyle” diye açıklanmaktadır? Avrupa’nın en çok, dünyanın üçüncü Kaynakça J. Gribbin, “Basit Derinlik” (Alfa Bilim Dizisi, 2013) S. Hawking, “Ceviz Kabuğunda Evren” (Alfa Bilim Dizisi, 2012) İTÜ-DER web sitesi: http://www.ituder. org/?p=317 Kerem Cankoçak (İTÜ – Fizik) ARIYORUM 14 ARIYORUM MAYIS 2014 AMERİKA’DA EĞİTİM T aylan Temiz. İTÜ İnşaat Fakültesi’nden birincilikle mezun, aynı zamanda işletme mühendisliği diplomasına da sahip başarılı bir mühendis. Çoğu öğrencinin hayali olan Amerika’da eğitimi kafaya koyarak birçok okuldan da kabul aldı. Biz de özellikle yurtdışında eğitim görmek isteyenler merak edilenleri kendisinden öğrendik. 15 MAYIS 2014 cinsiyet dağılımına kadar herşey detaylı bir şekilde yer alıyor. Tabi ücretsiz olarak sadece ilk 10 okul görülebiliyor. Daha da ayrıntılı bilgi istenirse okulların websitelerinden yararlanılabilir. -Amerika’ya master başvurusu yapılırken dikkat edilecek temel parametreler nelerdir? Ferit Çağlar Gündüz gunduzfe@itu.edu.tr -Kısaca kendini tanıtır mısın? 1989 kayseri doğumluyum, İTÜ İnşaat Mühendisliği 2007 girişliyim 1 sene hazırlığın ardından lisansa başladım. 2009 Eylül ayında İşletme Mühendisliği ile çift anadal programına başladım. 2012 Haziran ayında İnşaat’tan birincilik derecesiyle mezun oldum. Geçtiğimiz haziran ayında da İşletme’den mezun oldum. -Birincilik için neler yaptın? İlk dakikadan itibaren düzenli çalıştım. -Biraz daha açar mısın? Dersin niteliğine bakmadan bütün derslere devam edip, sistematik ve planlı bir şekilde sosyal hayatımdan ödün vermeden çalışmaya devam ettim. -Amerika’da eğitim fikri nereden çıktı? 1-Hocalarımın tavsiyesi 2-Amerika’daki eğitimin kalitesi 3-ABD’nin sunduğu imkanlar 4-Amerika’da İnşaat Mühendisliği programlarına daha çok önem verilmesi-Avrupanın bazı ülkelerinde İnşaat Mühendisliği programlarının kapanmaya başlaması!5-Sunulan eğitimin öğrenciyi daha çok araştırmaya yöneltmesi. -Bu hedefin için neler yaptın? Yüksek bir not ortalaması için çalıştım, İngilizceye ağırlık verdim. -Amerika’da eğitim için yaptığın araştırmalarda hangi kaynakları kullandın? Bana göre bu konudaki en iyi kaynak U.S. GradNews adlı websitesi. Bu sitede okulların belli kriterlere göre sıralaması görülebilir. Hatta site o kadar detaylı ki okul ücretlerinden Bir mühendislik öğrencisi için ABD’de şart olan GRE (Graduate Record Examination), Uluslararası öğrenci statüsünde olduğumuz için TOEFL (Test of English as a Foreign Language) veya IELTS ve not ortalaması. Bunlar sayısal gereklilikler. Bunun yanında bütün okulların istediği referans ve niyet mektubu. -Bize asgari şartlardan bahseder misin? Kabaca söylemek gerekirse, çünkü her okula göre farklılık gösterebiliyor. Ortalama en az 3.00, TOEFL en az 80, GRE sayısal bölümde (Quantitative section) ne kadar yüksek o kadar iyi. GRE’nin sözel ve analitik yazma kısımları okul Ivy League (Sarmaşık Birliği) dahilinde olmadığı sürece (çok düşük olmaması şartıyla) kabul alma şansı var. -Peki senin ortalaman ve GRE, TOEFL sonuçların hangi düzeyde? Ortalamam 4 üzerinden 3,95. GRE’de de 170 üzerinden sözelde 142, sayısalda 168 aldım. TOEFL notum da 91. -Başvuru ve kabul süreci nasıl işliyor? Öncelikle Amerika için başvuru tarihleri Aralık ayı başı ile Ocak ayının sonu arasında okuldan okula değişiklik gösteriyor. İlk olarak bir online başvuru formu dolduruluyor, bu forma referans mektubu, niyet mektubu, transkript gibi gerekli belgeler yükleniyor (Bazı okullar başvuruda bile resmi transkriptlerin posta yoluyla ellerine geçmesini isteyebilir). TOEFL, GRE sınav sonuçları sınavı düzenleyen kurum tarafından talimat verilmek suretiyle istenen okullara gönderiliyor. Ek bilgi olarak söyleyeyim, başvurular “graduate school” denilen birime gidiyor, orada kontrol edildikten sonra ilgili bölüme iletiliyor. Kabul veya red kararını ilgili bölüm verdikten sonra tekrar “graduate school”a gönderiliyor. Ve oranın dekanı resmi kabul mektubunu adaya elektronik posta yoluyla gönderiliyor. Başvuru sonuçları genellikle mart ayında belli oluyor. -Peki referans mektubu ve önemi nedir? Referans mektubu en önemli parametrelerden bir tanesi. Açıkçası Amerika’ya açılan kapı Referans mektubudur; seni tanıyan, senin akademik performansından haberi olan kişilerden alınan, başvurduğun okula öneren kişinin yazdığı öneri yazısıdır. Ve okuluna göre en az biri akademik en az biri ders aldığın hoca olmak üzere toplamda 3 tane referans mektubu isteniyor. -Peki niyet mektubu nedir ve etkili olarak nasıl yazılır? En dar anlamıyla niyet mektubu senin o okula neden başvurmak istediğini anlatan, genelde 1.5-2 sayfa arasında olması istenen niyet yazısıdır. İçeriğinden bahsetmem gerekirse ilk başta kendinizi tanıtırsınız, akademik başarılardan, aldığınız derslerden, gitmek istediğiniz bölüme neden gitmek istediğinizden bahsedersiniz ayrıca aldığınız dersleri, geçmişte edindiğiniz tecrübeleri başvurduğunuz bölüm ile bağdaştırarak karşı tarafı bu bölüm için uygun aday olduğunuz konusunda ikna etmeye çalışırsınız. Ek olarak gideceğiniz bölümde alacağınız dersleri araştırıp bunların size nasıl katkı sağlayacağını niyet mektubuna eklerseniz sizin için iyi olur. -Tüm bu başvuru sürecinin maliyeti hakkında bilgi verir misin? TOEFL 185 Dolar. Son haftaya bırakırsanız ekstradan bir 25 Dolar daha ödemeniz gerekir. GRE sınavı da 185 Dolar. Okul başvuruları, tabi ki bunlar geri ödemesiz olarak, 50 ile 125 Dolar arasında değişiyor. Amerika’da- ki okullar genel olarak Amerika Posta Servisi (USPS) ile gönderileri kabul etmiyor. O yüzden özel kuruluşlar ile belgeleri göndermek gerekiyor. Bunun da maliyeti yaklaşık 60 ile 120 Dolar arasında değişiyor. TOEFL ve GRE ek sınav sonuçları göndermek istemenizin de bir maliyeti var. Bu maliyetler açık bir şekilde ETS’nin resmi web sitesinde yer yazıyor. -Bu sınavlara hazırlanırken hangi kaynakları kullandın ve nerelerden temin ettin? Bu konularda uzman yayınlar var. TOEFL için, ETS’in yayınladığı kitap sınava en yakın ve uygun olanı. GRE ve kitap temini için ise yasal düzenlemelerden dolayı gazetede ismini veremiyorum. Ancak merak eden olursa bana elektronik posta adresimden ulaşırsa her türlü bilgiyi verebilirim. -GRE ve TOEFL sınavları hakkında bilgi verebilir misin? GRE üç kısımdan oluşuyor. Bunlar; sözel, sayısal ve analitik yazma kısımları. Herhangi bir kitapta bu bölümler hakkında çok geniş açıklamalar zaten mevcut. Benim söyleyeceklerim ise Türkiye Cumhuriyeti’nden herhangi bir üniversiteden mezun mühendislik öğrencisi bu sınavda biraz çabayla başarılı olabilir. TOEFL zaten ülkemizde de çok yaygın. Bunun için çalışmak lazım tabi. -Burs imkanları hakkında bilgin var mı? 2008-2009 mortgage krizinden sonra ABD ilk gelenlere (Fresh- man olarak geçiyor) burs vermeyi kesti. Bir dönemi finanse edecek kadar nakit ayrıldıktan sonra orada asistan olmak ve kampüs içi çalışma imkanı çok fazla. Bunların haricinde burs olarak FullBright geri ödemesiz olarak burs veriyor. TEV(Türk Eğitim Vakfı) geri ödemeli olarak, devlet ise zorunlu hizmet karşılığında burs verebiliyor. Önemli bir nokta, FullBright burs başvurusu gideceğiniz dönemden yaklaşık 1.5 sene önce yapılması gerekiyor. -Genel olarak Amerika’da yaşam maliyeti ne düzeyde bilgin var mı? Ortalama bir okulun yıllık eğitim ücreti 25.000$, yurt ücreti(yıllık) 10.000-13.000$, ilk gidişte düzen kurulana kadar 3.000$ gibi bir miktar yeterli olur. Yani toplam 2 yıllık eğitimin yaklaşık maliyeti 130.000$ ile 150.000$ arasında değişir(Yüksek standartta yaşam için). -Bütün okulların istediği temel belgeler nelerdir? Ortalamanı gösteren transkript, niyet mektubu, referans mektupları ve sınav sonuçları. -Başvuru yapacaklara öneride bulunmak ister misin? Tabi ki, en basitinden okulların web sitelerini ziyaret ettiklerinde bahsedeceğim anahtar kelimelere yoğunlaşırlarsa bütün süreci kavrayabilirler. İlk olarak, okulların web siteleri biraz karmaşık olduğundan zorluk çekmiştim. Ancak bahsedeceğim kelimelere odaklanınca süreç Taylan Temiz kolaylaştı. International student, Graduate admission, Prospective student, Graduate catalog bu linkler ziyaret edildiği takdirde her türlü soruya yanıt bulunabilir. Okula karar vermeden önce okulun bulunduğu eyalet ve şehir dikkatle incelenmeli. Çünkü ABD, filmlerdeki ABD olmayabilir. Mesela benim araştırmalarıma göre 200 mil mesafede yaşam maliyeti yüzde 50 artabiliyor. İnternette o eyalet ve şehirdeki ev kiralarından otobüs bilet fiyatlarına kadar bilgiler mevcut. Not: Amerika’da eğitim ile ilgili röportajda yanıtını bulamadığınız ya da cevabını yayınlayamadığımız konular hakkında Taylan Temiz’le iletişime geçebilirsiniz: temiztaylan@gmail.com ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU Genel Yayın Yönetmeni Deniz Sayın Yazı İşleri Dila Sivlin Görsel Yönetmen Yayın Danşmanı Reklam Ferit Çağlar Gündüz Fatih Avcı Ferit Çağlar Gündüz Dağıtım Görsel Danışman Baş Muhabir Ahmet Korkmaz Serdar Erbay Büşra Bayat Haber Kurulu Engin Celal, Göktuğ Akay, Ayşenur Boylu, Süleyman Yılmaz, Toprak Çağlar Ol, Ersan Göktaş İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ ARIYORUM İTÜ GAZETESİ gazete@itu.edu.tr www.gazete.itu.edu.tr, 05372391535 Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın