Temmuz 2010 - Sayı: 153
Transkript
Temmuz 2010 - Sayı: 153
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ haber bülteni :Mt4BZt#BTN5BSJIJ5FNNV[ ƞLJBZEBCJSZBZOMBONBLUBES BAŞYAZI Başyazı 2 YAYIN KURULUNDAN Merhaba 4 ŞUBE'DEN Mayıs-Haziran 2010 Etkinliklerimiz İlçe Temsilciliklerimizin Atamaları Yapıldı 6 10 Şube Başkanımız Tahsin Vergin'in TMMOB 41. Dönem Genel Kurulu Konuşması 12 Pınarbaşı Taş Ocakları - Gelişmeler ve Düşünceler Anayasa Referandumu ile İlgili TMMOB Örgütlülüğüne 14 17 Karayolları Özelleştiriliyor; Mühendisliğin Uygulama Alanları Daraltılıyor 19 İMO'dan Haberler Yapı Denetim Kuruluşları İşyeri Temsilci Seçimleri 22 24 İNCELEMELER 27 Şubat 2010 Şili Depreminde Betonarme Perde Duvarlı Çok Katlı Yapı Hasarı 25 BETON Hazır Betonda G İşareti 29 PREFABRİK "Betonarme Prefabrikasyonda Son Deneysel ve Kuramsal Çalışmalar ile Güncel Gelişmeler 30 İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ TMMOB Tarafından Açılan Davalarda Danıştay Tarafından Yürütmeyi Durdurma Kararları Verildi 32 İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konusu Kamusal Sorumlulukla Ele Alınmalıdır İMO Tarafından Hazırlanan Değişiklik Önergeleri 32 33 VERGİ Mükellef Olma Bilinci 35 SAĞLIK Deprem Gerçeği ve Sağlık 38 HUKUK Kooperatifler Yasasında Yapılan 13 Haziran 2010 Tarihli Değişiklikler Üzerine 40 ÜYELERİMİZDEN Vahim Tablo Karşısında Acilen Yapabileceklerimiz 42 genç -İMO genç -İMO etkinliklerimiz 43 KÜLTÜR VE SANAT Kitaplar Arasında Tarihte Bugün: 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi Mizah Köşesi 45 46 47 OYUN Bulmaca 48 Başyazı Tahsin VERGİN İMO İzmir Şube Başkanı Değerli meslektaşlarım, 12 Eylül 2010 Pazar, geleceğimizle ilgili önemli kararı vereceğimiz bir gün olarak gündemimizde yer almaktadır. Bağımsızlığımızın kazanıldığı ve Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923 yılından günümüze geçen 87 yıllık sürecin son 40 yılında en zorlu, en kahırlı günleri yaşayan insanlar olarak vereceğimiz kararın önemi gerçekten büyüktür. 1950 yılında başlayan ve günümüze kadar artan bir tempoyla devam eden, Cumhuriyetin kazanımlarının teker teker terk edilmesi sürecinin son aşaması sahneye konulmuş gibidir. Özellikle ABD ve AB destekli siyasal gericilik, elde ettiği mevzileri, vardığı nokta açısından yeterli görmemekte, Cumhuriyet ve Aydınlanma Devriminin bütün değerlerini son bir hamleyle ortadan kaldırmayı ciddi olarak gündemine almaktadır. Bu açıdan, 12 Eylül 2010’da katılacağımız “Anayasa Halkoylaması”nı içerik ve ileride doğuracakları açısından son 50-60 yılımızın birikimleriyle ele alıp, eğitimimizin ve mesleğimizin bize kazandırdığı bilimsel ve gerçekçi olma gereği ile hareket ederek, önümüze konulan seçenekleri tek tek ve bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Bugün üzerinde çok tartışılan 12 Eylül Anayasası; özünde, 12 Mart’ta kısmen değiştirilen, sadece Türkiye açısından değil, demokrasisi çok daha gelişmiş birçok batı ülkesinin şimdiki anayasalarından; daha demokratik, sosyal, insan hakları ve örgütlenme açısından daha ileride olan 1961 Anayasası’nın yok edilmesi süreciyle gerçekleşmiştir. 27 Mayıs Anayasası; භ Türkiye Cumhuriyetini, “İnsan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” (madde 2) olarak tanımlamasıyla, භ “Egemenliğin yetkili organlar eliyle ve anayasanın koyduğu esaslar çerçevesinde kullanılacağını” ve “Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” (madde4) diyerek TBMM’nin sadece tek parti çoğunluğuna yönelik sınırsız egemenlik gücünü kullanmasını engellemesiyle, භ 8. maddesinde hiçbir kanunun anayasaya aykırı olamayacağını belirtmesinin yanında, 11. maddesinde “Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz” demesiyle, භ “Kişinin Hakları ve Ödevleri”nin belirtildiği 2. Bölümün, “Sosyal ve İktisadi Haklar ve Ödevler” in belirtildiği 3. Bölümün ve “Siyasi Haklar ve Ödevler”in belirtildiği 4. Bölümlerin tüm içeriği ele alındığında yaşam, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün en geniş kapsamıyla bizlere 2 Temmuz 2010 - 153 sağlandığı, 1876’dan günümüze hukuk devleti ilkesini gerçekleştirme yolunda yapılan tüm çalışmaların en başarılısı olduğu ve en önemlisi “çoğunlukçu demokrasi” anlayışından “çoğulcu demokrasi” anlayışına geçildiği bir anayasadır. Bugün 1961 Anayasasını sadece askeri darbeler sonrası yapılan vesayet anayasalarının başlangıcı olarak gören veya gösterenler, gerçekte bu anayasanın, getirdiği kurumlardan ve topluma kazandırdığı toplu sözleşme ve grev haklarından, üniversitelerin, TRT’nin vb. kurumların özerkliğinden, düşünce, ifade ve örgütlenmenin önündeki engellerin kalkmasından rahatsız olan kesimlerin talepleri, etkinlikleri ve mücadeleleri sonunda 1971’de kısmi değişikliğe uğratıldığını, 1980 askeri darbesiyle de tamamen yok edildiğini bilinçli olarak göz ardı etmektedirler. Değerli meslektaşlarım, 1961 Anayasası, “Bu elbise bize bol geliyor” diyen ve 12 Eylül darbesine ses çıkarmayan kesimlerin istemi ve “Bizim oğlanlar iyi iş başardı” diyen ABD emperyalistlerinin desteği ile yok edildi. Aynı kesimler şimdi ise “Bu elbise bize dar geliyor” diyerek, 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek adı altında, yeni bir misyon üstlenmektedirler. Görsel ve yazılı basında her gün, 12 Eylül darbesine alkış tuttuklarını unutarak, bu anayasanın değiştirilmesi gereğinden dem vurmaktadırlar. Bununla da yetinmeyip, halkoylamasında “hayır” demenin, 12 Eylül darbeci anayasasını desteklemekle eşdeğer olduğunu ileri sürmektedirler. Değerli meslektaşlarım, Öncelikle, halkoylamasında, AKP’nin hazırladığı bu anayasa değişikliklerine “Hayır” demek, 12 Eylül Anayasası’nın kalmasını, devam etmesini istemek değildir. Hepimizin bildiği gibi; 12 Eylül Anayasası 1987’den bugüne kadar TBMM’ince toplam 16 kez yapılan çeşitli değişikliklerle, 186 maddesinden 84’ü zaten değiştirilmiştir. Ve her değişiklik, TBMM’de üyesi bulunan tüm partilerin ortak kararlarıyla ve en geniş mutabakatın sağlanmasıyla gerçekleştirilmiştir. Yine özgürlüklerin genişletilmesine yönelik yapılan tüm değişiklikler, bu ülkenin bağımsızlıktan, demokrasiden yana olan her kesimce desteklenmiştir. Ancak bugün yapılan değişiklikleriyle halkoylamasına sunulacak olan bu anayasa maddeleri, gerçekte 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesine, ondan hesap sorulmasına ve ülkenin daha demokratikleşmesine yönelik nitelikte midir yoksa, ekonomik ve siyasi olarak yönetmede Başyazı zora girmiş ve bu zorluğu aşamamış siyasal gericiliğin, özellikle anayasal kurumlardaki yetki ve etkisini artırarak, ülkeyi yeni bir sivil darbe anayasasıyla idare etmesinin yollarını mı açmaya yöneliktir ? Bu ülkenin sorunlarını paylaşan insanlar olarak öncelikle cevaplamamız, bilince çıkarmamız gereken budur. Bu açıdan değerlendirdiğimizde: භ 12 Eylül Anayasası’nın oylanma sürecinde, ABD destekli 12 Eylül Generallerinin hem anayasa maddelerini, hem de Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olmasını birlikte oylatması gibi, bu hükümetin değişikliğe uğrayan 26 maddeyi tek bir değişiklik gibi oylamaya sunması açısından ne fark vardır? Oylamaya katılacak olanların iradesine ket vurmak ne kadar demokratiktir? Siyasal gericiliğin ve onu destekleyenlerin ahkam keserek referans aldıkları “Venedik Komisyonu”, halkoylamalarında birbiriyle alakası olmayan konuların bir bütün, bir paket olarak oylanmasını yanlış bulmaktadır. භ Dünya ülkelerinde uygulanan anayasalar iki ana bölümde toplanmaktadır. Bir bölümü “Yumuşak Anayasa” tanımıyla ifade edilirler. Bu anayasalar, normal kanunlarla aynı usullerde ve aynı organlarca değiştirilebilen anayasalardır. Bunlara en iyi örnek “İngiliz Anayasası” olmaktadır. Diğeri ise kanunlardan daha farklı organlarca ve daha zor usullerle değiştirilebilen ve “Katı Anayasa” olarak tanımlanan anayasalardır. Hemen hemen tüm dünya ülkeleri anayasaları bu niteliktedir. Ancak her iki tür anayasa da, o ülkelede var olan sınıfların, tabakaların ve etkin siyasal ve ekonomik güçlerin, toplumun çeşitli kesimlerdeki örgütlü birimlerin görüş ve önerileri ile ele alınıp değiştirilmektedir. AKP Hükümetinin sadece kendi kadrolarına hazırlattığı ve yine sadece mecliste grubu bulunan siyasal partilere üzerinde değerlendirme yapması için 3 gün süre tanıdığı ve sonrası meclisteki çoğunluğa dayalı oylamayla bunu geçirip, Cumhurbaşkanının onayına sunduğu dayatmacı bir anayasa halkın taleplerini kapsayacak nitelikte olabilir mi? භ 1982 Anayasasının geçici 15. Maddesinin kaldırılmasına yönelik değişikliği 28 yıl boyunca hiç gündeme getirmeyip ancak artık hukuksal niteliği kalmayan bu maddeyi kaldırmaktan bahsetmek 12 Eylül ile hesaplaşmayı hiç içerir mi?. Gerçekte bu karar, 12 Eylül’ün bu ülkede bıraktığı derin izlerin o generallerle hesaplaşarak silinmesini değil, 30 yıl sonra 12 Eylül’ün Amerikancı Generallerinin ve bu anayasanın geçici 15. maddesinin halk tarafından aklanmasını sağlamaktan başka bir şey değildir. භ Yargı organlarının yeniden düzenlenmesine yönelik iki madde dışında anayasada yapılacak değişikliklerin TBMM’inde grubu bulunan partilerce kabul edilebilir olmasına rağmen, AKP’nin maddelerin tümünün birlikte oylanmasında ısrarla uzlaşmaz bir tutum sergileyerek, Yasama Organı TBMM ile Yargı Organlarının ayrı ayrı olan ancak birbirini bütünleyen yetkilerine son vermek istemesini “Demokrasilerde seçilmişlerin üstünlüğü olmalıdır.” diyerek değerlendirmek doğru mudur? Söyle- İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr nenlerin tersine demokrasileri gelişmiş olan birçok ülkede anayasalar kuvvetler ayrımı üzerine kurulmuşlardır. Evrensel hukuk normlarında; yasama-yürütme ve yargı bir bütünün ayrılmaz parçaları ve birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Ülkemizde; Anayasa Mahkemesi, Danıştay vb. yargı kurumları bağımsız işlevlerini sürdürmeselerdi yasama organında çoğunluğu elinde tutan siyasi iktidarın çıkarttığı; “orman arazilerinin talanını hedefleyen yasalar”, “kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesini engelleyen yasalar”, “yer altı ve yerüstü kaynaklarımızın talanına yönelik çıkartılan yasalar”, “sağlık hizmetlerinin yeniden düzenlenmesi yasaları” vb. uygulamalar hangi güç tarafından engellenebilirdi. İktidarı elinde tutan gücün toplumun temel çıkarlarına ve geleceğinin yok edilmesine yönelik uygulamalarının önünde hangi yasal engeller kalırdı ? Değerli meslektaşlarım, 12 Eylül Anayasasında yapılması düşünülen değişiklikleri tek tek ele almaktansa, önümüze konulan resmi bir bütün olarak görmemiz ve değerlendirmemiz gerekmektedir. Böylesine toplumsal uzlaşıdan uzak bir anlayışla yapılmaya çalışılan şey, içinde kısmi olumlu değişiklikleri taşısa da, 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan kurtulmamızı engelleyerek, haklar, örgütlenmeler ve özgürlükler açısından gereksinimiz olan yeni bir anayasanın unutulmasını ve ertelenmesini getirecek, onun daha da pekişmesini sağlayacaktır. Ayrıca siyasi iktidar, yargıyı kendi denetimi altına alarak insanca yaşama karşı güvencesizliği, sömürü önündeki her türlü engeli kaldırmayı, halkımızın sahip olduğu değerleri rahatça uluslararası sermayeye satabilmeyi hedeflemektedir. Değerli meslektaşlarım, Geleceğimizi yakından ilgilendiren bu konuda duyarlılığımızı ve bilgilenmemizi hızla artırmamız gerekmektedir. Bugün görsel ve yazılı basında sayıları iki elin parmağını geçmeyen ve siyasal gericiliğin sözcülüğüne soyunmuş kişilerin yoğun bir propagandasıyla, insanlarımız hem kafa karışıklığına uğratılmakta hem de yanlış bilgilendirmelerle yönlendirilmektedir. Bu ülkenin duyarlı aydınları olarak, bu coğrafyayı kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek isteyen emperyalizmden güç alarak, yeniden yapılanma ve kendi derin devletini kurmak isteyen siyasal gericiliğin uzun zamandır gündeminde uygulamaya koyduğu sivil darbe girişimlerine karşı bizler de aynı kararlılıkla mücadele etmek zorundayız. Yapılması düşünülen anayasal değişikliklerle ilgili bilgimizi artırarak, doğruları inatla insanlarımıza aktarmalı, geleceğimiz açısından yaşanacak tehlikelerin boyutlarını onlara anlatmalıyız. 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan kurtulmamızın tek yolu her zamanki gibi bizim örgütlü, kararlı, sabırlı ve haklı mücadele gücümüzdür. “1982 Darbe Anayasasına da, 12 Eylül 2010 Sivil Darbe Anayasasına da HAYIR !” demek ülkemizin ve halkımızın geleceğini siyasal gericiliğe teslim etmemek demektir. Mayıs 2010 - 152 3 Yayın Kurulundan Merhaba; Hava sıcak, dünya ve ülke gündemi sıcak, gündelik yaşantımız geçim gailesinin yanı sıra şu sıralar hepimizi bir biçimde etkileyen sınav, sonuç iyi bir okula yerleşme yerleşememe gibi sorunlar nedeniyle sıcak; işte böyle bir ortamda aslında tamda siesta zamanında yine birlikteyiz Bültenin bu sayısında. Bültenin geçen sayısında Yayın Kurulundan yazımızı “ mesleğini bilen, onu halkın hizmetinde kullanan inşaat mühendislerinden, ülkesinin her işini yapabilecek nicel ve nitel gücü olan teknik elemana, kalkınmamızın ve gelişmemizin denetiminden meslek düzeyimizin geliştirilmesine, ülke, meslek ve meslektaş sorunlarının çözümüne kadar amaç, iş ve eylemleri gerçekleştirmek için ses çıkarmaya devam etmeliyiz” diye bitirmiştik. Aslında bu tespit yıllardır uygulanagelen etkinlik ve faaliyetlerin sonucunda ulaşılan gerçekliktir. Ses çıkarma adına şubemiz çalışmalarına devam etmektedir. Her konum ve statüdeki inşaat mühendislerinin sorunlarının çözümü için, onları Oda çalışmalarına katabilmek için yol ve yöntem arayışları sonucunda belirlenen faaliyetler; katılımcılık, birlikte yönetme bilinci doğrultusunda yaşama geçirilmektedir. Gerek Bülten aracılığı ile gerek Şubemiz web sayfasında, gerek e-mail adresini bildiren meslektaşlarımıza bu yolla ve gerekse afişlerle duyuruları yapılan bu etkinliklerden umarız tüm meslektaşlarımız yeterince faydalanabilir. Öte yandan hızla değişen ülke gündemi nedeniyle çok farklı konularda bilgilenmek bu bilgileri ülkenin halkın mesleğimizin ve meslektaşımızın sorunlarının giderilmesi doğrultusunda kullanmaya devam etmemiz de önemli görevlerimiz arasında olup ses çıkarma yöntemlerimizden birisi olmaya da devam edecektir. Çünkü bizlerin mesleğimiz ve gerekse mesleğimizin bize sağladığı ”aydın“ kimliğimiz bunu bizlere zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle siyasal iktidarın ard arda uygulamaya koyduğu yasa ve yönetmelikler takip edilmekte ve ülke, halk, meslek ve meslektaşlarımızın çıkarına aykırı görülenler için iptal davaları açılmaktadır. Böylece ülke, halk, meslek ve meslektaş aleyhine yapılan uygulamalar kamuoyuna yapılan duyurular yoluyla teşhir edilmekte ve bütün bunlar alternatif çözüm önerileri ile birlikte yapılarak ses çıkarmaya devam edilmektedir. Son günlerde bu tür iki uygulama4 Mayıs 2010 - 152 nın sonuçları Bülten aracılığı ile sizlere duyurulmuştu, şimdi ise bu hususlara biraz daha yakından bakalım. Bunlardan birisi, siyasi iktidarın kamudaki yandaş yapılanmasını tamamlamak üzere, kendi yandaşlarına kamuda yönetim kademelerini açabilmek için hazırladığı “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Ünvan değişikliği Esaslarına Dair Yönetmelik” 12 Mart 2010 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe koymuştu. Bu yönetmelikle siyasi iktidar yukarda açıkladığımız asıl amacını gerçekleştirebilmek için kurs bitirenler ile 4 yıllık lisans ve üstü eğitim görenleri aynı seviyeye getirme hevesindeydi. Alel acele çıkartılarak yürürlüğe konulan bu yönetmelik için TMMOB tarafından dava açılmıştır tıpkı taşeronlaşma, güvencesizleştirme ve işsizleştirme politikalarının devamı niteliğinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin korunması yerine işverenin yükümlülüklerinin azaltılması amacıyla hazırlanarak yürürlüğe konulan “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” in iptali için açılan ve Yürütülmesi durdurulan dava gibi. Bu tür eylemlerin sonuçlarının alınması siyasal iktidarları kızdırmaktadır. Aslında bu kızgınlığın sebebi, dünyada ve ülkemizde ekonomik kriz nedeniyle siyasal iktidarların iflas noktalarına gelmeleri, sermaye yanlı dönüşümlerin önünde engel olarak gördükleri her kurum kuruluş, oluşum, örgüt ve örgütlenmeleri dönüştürerek kendi amaçlarına uygun yapılanma oluşturma gayret ve eylemlerinin sonuçsuz kalması nedeniyledir. Bu nedenle siyasi iktidarın bilinçli olarak yaptığı veya oluşan olaylar nedeniyle sıkça değişen veya değiştirilen gündem ve olayların peşine takılmadan kendi belirlediğimiz örgütsel gündemimizi yaşama geçirmek bu konuda yapacağımız örgütlü mücadele olacaktır. Böylece, toplum yararına iş ve eylemler yapılırken bir yandan da ülke, halk, toplum,meslek ve meslektaş çıkarına ses çıkarmaya devam edilmiş olacaktır. Şube olarak bu konudaki gelişmeleri yakından takip ederek TMMOB bütünlüğü içinde yılmadan eylem ve faaliyetlerimizle söz söylemeye ses çıkarmaya devam edeceğiz. Dolayısıyla doğru zamanda doğru şeyleri söyleyerek geliştirilecek doğru mücadele yöntemleri ile yaşamın her alanında olduğu gibi mesleğimizin uygulamalarının da üretim ilişkileri açısından incelenerek, emek sermaye ilişkisinde ortaya çıkan taşeronlaşma, işsizleştirme ve her türlü hakların tasfiyesine yönelik Yayın Kurulundan yapılanlara karşı ses çıkarmakla mümkün olabilecektir. Üstelik böylece olaylar karşısında duruşumuz da netleşmiş olacağından toplumsal muhalefetin oluşumunda etkin ve etkili olunurken, sorunların kaynağının emek-sermaye çelişkisi olduğu bilinci de yerleşecektir. Bütün bu yoğun gündemin içinden çıkan sonuç; ülkemizde siyasal iktidarın kimi zaman Avrupa Birliği kriterlerine uyum, kimi zaman insan hakları adına, kimi zaman demokrasi ve demokratikleşme adı altında yapmaya çalıştığı; uluslararası sermeyenin daha rahat dolaşımı, emperyalist güçler için ülkemizde dikensiz gül bahçesi hazırlamaya yönelik bir tür tasfiye girişimidir. Yine Bültenin geçen sayısında yapılmak istenilen anayasa değişikliğine kısaca değinmiştik. Yeterince tartıştırmadan, halkın geniş kesiminin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin görüşlerini dikkate almadan yapılan değişikliklerin referanduma götürülmesine ve referandumda göstereceğimiz davranış biçimine ilişkin söyleyecek sözümüz, çıkaracak sesimiz var hala. Çünkü toplumu etkileyen her şey, toplumu etkileme gibi sorumluluğu olan bizleri de etkilediği için bizlerinde konusudur. Bizler, sermayenin kar hırsına teslim edilmiş, tarihi, kültürel, doğal güzelliklerimizin, ekonomik toplumsal değerlerimizin, yeraltı ve yerüstü her türlü kaynağımızın yok edilmesine aldırmaksızın yürütülen plansız, yağmacı ve talancı politikalara nasıl karşı çıkıyorsak; toplumun her bireyini, hak ve özgürlüklerini yani yaşamımızı ve geleceğimizi doğrudan etkileyecek bu anayasa değişikliklerini de görmezlikten gelemeyiz. Toplumun her kesimince benimsenmiş, demokratik ve özgürlükçü anayasa özlemi yıllardır toplumsal bir taleptir. Bu talebe siyasi partiler ya duyarsız kalmış ya da siyasi iktidarların kendi işlerine geldiği zamanda kendi işlerine geldiği gibi birçok değişiklik yapılmıştır 12 Eylül anayasasında. Ancak bu değişikliklerin hepsi de toplumsal özlemlerin karşılayan, toplumun sosyal ve siyasal yapısını özümseyen, hak ve özgürlükleri perçinleyerek artıran değişiklikler değildir. O halde öncelikli olarak, bütün ikaz ve önerilerimize rağmen referanduma götürülen bu seferki anayasa değişikliği ülkenin, halkın, mesleğimiz ve bizlerin hangi sorunlarına çözüm getirecek; değişiklikler, hem içerik, hem de hazırlanış yöntemiyle, Türkiye’nin ihtiyacı ve umudu olan demokratikleşme ve toplumsal uzlaşma için ileri bir adım mı oluşturuyor, yoksa aksine engel mi teşkil ediyor bu duruma göz atalım. lumun değişiklik taleplerinden ve toplumsal uzlaşıdan uzak, toplumun bütün kesimlerince benimsenmemiştir. Anayasa değişiklik kapsamı eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik değildir. Hak ve özgürlükler artmamakta önündeki engeller kalkmamaktadır. Devlet sosyal hukuk ve refah devleti haline gelmemektedir. Türkiye’nin yasama- yürütme- yargı ayrılığı güçlendirilerek daha nitelikli bir demokrasi oluşturulması söz konusu değildir. Halkın seçme özgürlüğünün parlamentoya yansıtılması söz konusu değildir. Demokrasi ve çağdaş demokratik toplum olmanın ön şartı olan örgütlenme önündeki kısıtlamalar kalkmamaktadır. 12 Eylül anayasasının temelini teşkil eden 12 Eylül ruhunu bertaraf etmek yerine pekiştirmektedir. Çalışanların, kamu çalışanlarının örgütlenme özgürlüklerine kısıtlama kalkmamaktadır. Görünen o ki; toplumsal özlem ve talepleri dışlayan , insan hak ve özgürlüklerinden uzak, 12 Eylül ruhuyla hesaplaşamayan bu değişiklik talebinin tek amacı iktidar partisine anayasal denetimden uzak yasama ve yürütme gücü sağlamaya yöneliktir. Bu sağlandığı andan itibaren yine dikensiz gül bahçesi yaratılmasına ihtiyaç duyuluncaya kadar anayasa değişikliğinden söz edilmeyeceği veya demokratik, eşitlikçi sosyal karakterli yeni bir anayasa taleplerinin gözardı edileceği de çok önemli bir gerçektir. Geleceğimizi belirleyeceğimiz böyle bir anayasa değişikliğinde oy kullanmak yurttaşlık görevidir. Çünkü katılımın azlığı sonucu, değişiklikler toplumsal huzurumuzu, özgürlük ve haklarımızın geleceğini belirleyecektir. Biz yurttaşlar olarak, göstermelik demokrasi söylemlerine kanmadan bir seçim yapmalı ve oy kullanmalıyız. O halde bu seferki anayasa değişikliği paketine yine bir 12 Eylülde HAYIR demek yurttaşlık görevi olmaktadır. Yazının başından beri sıraladığımız siyasi iktidar tarafından yapılan ve yapılmak istenilen değişim, dönüşüm, girişim ve oluşumlara karşı durmanın, toplumun en geniş kesimini kapsayan, emperyalizmin yok etme hedefinde yer alan güçlerin ortak siyasi, ekonomik ve toplumsal mücadelesi ile olanaklı olduğunu da unutmamak gerekmektedir. Bu nedenle; meslek ve meslektaş sorun ve çıkarlarının, toplumsal sorun ve halkın çıkarlarından ayrı olmadığı bilinciyle, bağımsız, demokratik, barış yanlısı bir ülke için, toplumsal muhalefette yer almaya, söz söylemeye kısaca ses çıkarmaya devam etmeliyiz hep birlikte. Sevgilerimizle... Şimdi yapılmak istenilen anayasa değişikliği de top- İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 5 Şubeden 1 Mayıs 2010 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nde İzmir’de bulunan sendika konfederasyonları ile birlikte Gündoğdu Meydanı’nda yapılan mitinge katıldık. Çok sayıda üyemizle birlikte Alsancak Limanı önünde TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu pankartı altında buluşarak Miting Meydanı’na kadar yapılan yürüyüşe katıldık. 8 Mayıs 2010 Ankara’da yapılan TMMOB 40. Dönem 4. Danışma Kuruluna Şube Başkanımız Tahsin VERGİN, Şube Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ayhan EMEKLİ, Yönetim Kurulu üyelerimiz Necati ATICI, Hülya ALTUN, Şefika Seyhan HAS ile Şube Sekreterimiz Eylem ULUTAŞ katıldılar. 9 Mayıs 2010 Ankara’da yapılan İMO 42. Dönem 1. Danışma Kuruluna Şube Başkanımız Tahsin VERGİN, Şube Yönetim Kurulu Sekreter Üyemiz Ayhan EMEKLİ, Yönetim Kurulu üyelerimiz Necati ATICI, Hülya ALTUN, Şefika Seyhan HAS ile Şube Sekreterimiz Eylem ULUTAŞ katıldılar. 4 Mayıs 2010 DEÜ İnş. Müh. Bölümü son sınıf örgün ve ikinci öğretim öğrencilerine Odamızı, mesleği ve çalışma alanlarını tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere Yönetim Kurulu üyemiz Sadık Can GİRGİN, İnş. Yük. Müh. Arslan KESKİN, İnş. Müh. Tanju MALLI, İnş. Müh. Sinem EKEN, İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU katıldılar. 5 Mayıs 2010 - Konak Anadolu Lisesi Kariyer Günleri kapsamında İnşaat Mühendisliği mesleğini ve çalışma alanlarını tanıtıcı etkinliğe İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU katıldı. - Turgutlu Tuğla ve Kiremit Sanayicileri Derneği tarafından Şubemiz Konferans salonunda “Günümüzde TuğlaKiremit Standartları Yönetmelikler ve Uygulamaları “ başlıklı seminer düzenlendi. 6 Mayıs 2010 Beylikdüzü TÜYAP Fuar Merkezi’nde gerçekleşen 33. Uluslararası Yapı 2010 İstanbul Fuarı’na bu yıl Şubemiz’den yaklaşık 70 kişi katıldı. 6 Temmuz 2010 - 153 11 Mayıs 2010 “Gayrimenkul Değerleme Uzmanlığı ve Konut Değerleme Uzmanlığı Lisans Sınavları Hakkında Bilgilendirme” semineri SPK İstanbul Temsilciliği Başuzmanı Demet ANGIN ve İnş. Müh. Hakan ÖZEL tarafından Şubemiz Konferans Salonunda gerçekleştirildi. 12 Mayıs 2010 Şubemizin 42. Dönem Çalışma Komisyonlarına katılan üyelerimizle Şubemiz Konferans Salonu’nda ortak bir toplantı yapıldı. Toplantıda çalışma komisyonlarının amaçları ve önümüzdeki dönemdeki hedefleri konusunda bilgilendirme yapıldı. 13 Mayıs 2010 - Son sınıfta okuyan CBÜ İnş. Müh. Bölümü öğrencilerine Odayı, mesleği ve çalışma alanlarını tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere İnş. Müh. Erhan ARSLAN, İnş. Yük. Müh. Hüseyin KUZU, İnş. Müh. Mesut SORGEÇ, İnş. Müh. Rahmi ALPER ve İnş. Müh. Sinem EKEN katıldılar. Şubeden - Yard. Doç. Dr. Engin AKTAŞ’ın sunumuyla “Yapısal Güvenilirlik” Semineri Şubemiz Konferans salonunda yapıldı. 14 Mayıs 2010 - Son sınıfta okuyan Ege Üniversitesi İnş. Müh. Bölümü öğrencilerine Odayı, mesleği ve çalışma alanlarını tanıtan bilgilendirme semineri yapıldı. Bu seminere İnş. Müh. Berk ÜNSAL, İnş. Müh. Gülay AKIN, İnş. Müh. Fırat ÜMMETOĞLU, İnş. Müh. Tanju MALLI ve İnş. Müh. Tayfun GÜCENMEZ katıldılar. - Bu yıl birincisi düzenlenen Celal Bayar Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü I. Mezunlar Toplantısı Şubemizde gerçekleştirildi. Yapılan toplantıya öğretim elemanlarının yanı sıra bu üniversiteden mezun olan üyelerimiz katıldılar. 27 Mayıs 2010 - Şubemiz Mali Danışmanı Doğan ÖZTÜRK tarafından “Mükellef Olma Bilinci” adlı seminer Şubemiz Konferans Salonunda gerçekleştirildi. - 27-30 Mayıs 2010 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilen TMMOB 41. Dönem Genel Kuruluna TMMOB delegesi Şubemiz üyeleri katıldılar. Genel Kurulda TMMOB Ana Yönetmeliği, Disiplin Yönetmeliği, Bilirkişilik Yönetmeliği ve İşyeri Temsilciliği Yönetmeliklerinin bazı maddelerinde değişiklikler yapılması kararı alındı. Kararlar Komisyonunda görüşülecek karar önerilerinin zaman yetersizliği nedeniyle görüşelememesi üzerine olağanüstü genel kurul kararı alındı. Değişen yönetmeliklere Şubemiz web sayfasından ulaşabilirsiniz. -Perşembe seminerleri kapsamında İnş. Müh. Besim ÜNER ve İnş. Müh. Tanju MALLI’nın sunumuyla “Baraj Projelendirmelerinde Kriterler-Planlama” konulu seminer Şubemiz Konferans salonunda gerçekleştirildi. 20 Mayıs 2010 Yard. Doç. Dr. Cemalettin DÖNMEZ’in sunumuyla “Çelik Yapılarda Birleşimler” Semineri Şubemiz Konferans salonunda yapıldı. 26 Mayıs 2010 Türk-İş, DİSK ve KESK’in, çalışma yaşamındaki sorunlar ve Tekel işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla Konak Meydanı’nda yaptığı kitlesel basın açıklamasına katılarak destek verdik. Basın açıklamasında, başta 4-C olmak üzere güvencesiz, kuralsız, esnek istihdam uygulamalarından vazgeçilmesi, iş güvencesinin sağlanması, kiralık işçilik düzenlemesinin gündemden çıkarılması, çalışma hayatını düzenleyen yasaların ILO ve AB normlarına uyarlanması çalışmalarının örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılması, kamu çalışanlarına grevli, toplu sözleşme ve sendika hakkının güvence altına alınması istendi. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 3 Haziran 2010 Ölümünün 47. yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılan Nazım Hikmet için Şubemiz Konferans salonunda Belgesel film gösterimi ve şiir dinletisi yapıldı. 10 Haziran 2010 Geleneksel hale gelen İzmir Körfezi Vapur Gezimiz bu yıl da Bergama Vapuru’nda yapıldı. İlginin çok yoğun olduğu geziye üyelerimiz ve yakınları olmak üzere yaklaşık 650 kişi katıldı. Temmuz 2010 - 153 7 Şubeden 11 Haziran 2010 Komisyon Yürütme Kurulları Ortak Toplantısı Şube Konferans Salonumuzda yapıldı. belirtilerek, üyelerimiz konu hakkında detaylı olarak bilgilendirildi. 14 Haziran 2010 DEÜ İnş. Müh. Bölümü 4. sınıf öğrencilerinin bitirme projesi olarak hazırladıkları poster sunumuna Şube Başkanımız Tahsin VERGİN ve Rahmi ALPER katıldılar. 16 Haziran 2010 Celal Bayar Üniversitesi Mezuniyet Törenine Şubemizden Yönetim Kurulu Sayman Üyemiz A. Fuat GÜNAK, Yönetim Kurulu Üyemiz Sadık Can GİRGİN ile Erkay KILIÇ ve Rahmi ALPER katıldılar. Dereceye giren ve mezun olan tüm öğrencilere Şubemiz adına çeşitli hediyeler verildi. Yeni mezun arkadaşlarımızı kutlar, meslek hayatlarında başarılar dileriz. 17 Haziran 2010 “İş Güvenliği - Yüksekten Düşmelere Karşı Önlemler” konulu seminerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş İzmir Grup Başkanlığı tarafından bir sunum yapıldı. Seminerde 2010/Haziran ayından itibaren “Risk Esaslı”, “İşkolu/Sektör Esaslı” ve “Alan Esaslı” Yapı İşlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Bakımından Proje Teftişinin uygulanmasına başlanılacağı belirtilerek, Proje teftişi uygulaması kapsamında, inşaat işyerlerinde yapılacak olan teftişlerde, özellikle “Yüksekten Düşme” riski değerlendirileceği, bu konuda eksikliği bulunan işyerlerinde, işin durdurulması ve işyerlerinin kapatılması yaptırımı uygulanacağı 8 Temmuz 2010 - 153 18 Haziran 2010 İzmir Valiliği’nin Radius Projesinin güncellenmesi amacıyla yürütmeyi planladığı çalışma kapsamında, İMO İzmir Şubesi’nde 18 Haziran 2010 tarihinde yapılan toplantıya İzmir Valiliği yetkilileri ile İMO İzmir Şubesi’nden Şube Başkanı Tahsin Vergin, Şube Yönetim Kurulu Sekreter üyesi Ayhan Emekli, Yönetim Kurulu üyesi Necati Atıcı ile üyemiz Abdullah İncir ve Şube Sekreteri Eylem Ulutaş katıldılar. 24 Haziran 2010 TRT tarafından Şube Başkanımız Tahsin Vergin ile Enerji Verimliliği Yönetmeliği konusunda bir röportaj yapıldı. 29 Haziran 2010 İMO İzmir Şubesi Türk Halk Müziği Korosu 29 Haziran 2010 tarihinde İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde bir konser verdi. Halk müziği sanatçısı Nilüfer Sarıtaş’ın konuk olarak katıldığı konser sonunda İMO İzmir Şubesi Halk Oyunları Topluluğu gösterisi yapıldı. Şubeden 2010 MESLEĞE HAZIRLIK KURSLARIMIZ BAŞLADI 2010 Yaz Dönemi Mesleğe Hazırlık Kurslarımız, 96 yeni mezun ve öğrenci üyelerimizin katıldığı proje ortak semineri ile başladı. Seminerde yönetmelikler, standartlar, betonarme taşıyıcı sistem düzenlenmesi ve proje kontrol esasları hakkında bilgi verildi. Seminerdeki teknik eğitimden sonra ise üyelerimize, mimari proje üzerinden kalıp planı üretilmesi ve mevcut bir betonarme projedeki hataların tespit edilmesi hakkında 12 kişilik çalışma grupları halinde uygulama yapıldı. Bir haftalık proje çalışma grubu eğitimlerinden sonra, metraj hazırlama eğitimlerimiz halen devam etmektedir. SİVAS KATLİAMININ YILDÖNÜMÜNDE TİYATRO GÖSTERİMİ 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Madımak Oteli’nde 35 aydın ve sanatçının yanarak can verdiği Sivas Katliamı’nın 17. yıldönümünde TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından bir tiyatro gösterimi yapıldı. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Madımak Oteli’nde Sivas Katliamını yaşayan Serdar DOĞAN’ın yazdığı, SİMURG “Sivas Katliamının Belgesel Oyunu” adlı tiyatro gösterimi 4 Temmuz 2010 tarihinde MMO Tepekule Kongre Merkezi’nde yaklaşık 300 kişinin katılımıyla gerçekleşti. Temmuz 2010 - 153 9 Şubeden İLÇE TEMSİLCİLİKLERİMİZİN ATAMALARI YAPILDI 2010 yılı Mart ve Nisan aylarında yaptığımız 42. Dönem İlçe Temsilciliği eğilim yoklamları sonucunda “İlçe Temsilcisi ve Temsilci Yardımcısı” görevlerini üstlenen üyelerimizi kutlar, Şubemiz çalışmalarına verecekleri katkılardan dolayı teşekkür ederiz. Urla Temsilcilik Seçimi - 31.03.2010 Çeşme Temsilcilik Seçimi - 31.03.2010 Menemen Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010 Dikili Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010 Bergama Temsilcilik Seçimi - 02.04.2010 Aliağa Temsilcilik Seçimi 02.04.2010 Torbalı Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010 Selçuk Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010 Tire Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010 10 Temmuz 2010 - 153 Şubeden Ödemiş Temsilcilik Seçimi - 26.03.2010 Kemalpaşa Temsilcilik Seçimi - 03.05.2010 42. DÖNEM İLÇE TEMSİLCİLERİ İLÇE İLÇE TEMSİLCİSİ ALİAĞA Hüseyin DAMCIDAĞ BERGAMA Ali GÜZELEL İLÇE TEMSİLCİ YARDIMCISI Yiğit BAĞDER Adem ERDEM Mahir YAZICI İlker GÜLEN Ahmet Serkan TURAN ÇEŞME Sema KARADAĞ DİKİLİ Azam Ziya GÜÇ KEMALPAŞA Ahmet ZENGİZOR MENEMEN Orhan EVREN Kemal ÖZKAN Furkan KARATAŞ Serdar DEVECİOĞLU Sezgin ÇETİN Selçuk SALDUZ Orhan Rıfat ARMAĞAN Ali TURAN Z. İlker ÖNCÜ Emin VURUŞANER ÖDEMİŞ Ufuk AYKOL Hasan GÜRGEN Mehmet URTİMUR Şevket HASIRCI Ali Rıza BÖLÜK SELÇUK Halil DÜZTAŞ Kaan AKMERANER Nesimi Eyüp CENGİZ Burak Alp ERSEN TİRE Türker PEŞTEMALCIOĞLU Esat FİLİZ Halil ELPEZE Sami BOLPAÇA Deniz Baran ÇELİK TORBALI Selda KARABULUT BEKTÖRE Havva UZYÖNÜM Kader DURMUŞ Osman Nuri ÖZEL Barış SABANCI URLA Raşit DUR Can GÜLER Uluer ÖKSÜZ İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 11 Şubeden ŞUBE BAŞKANIMIZ TAHSİN VERGİN’İN TMMOB 41. DÖNEM GENEL KURULUNDA YAPTIĞI KONUŞMA Sayın Divan, TMMOB’nin Değerli Delegeleri, Türk Mühendis Mimar Odalar Birliğinin bu kongresinde sizlerle paylaşmayı düşündüğüm birkaç konuyu dile getirmek istiyorum. Bunların bir bölümünü daha önceki kongre veya danışma kurulu toplantılarında da dile getirmiş olmamıza rağmen, tekrar gündeme getirmede fayda görmekteyim. Demokratik kitle örgütü olarak, 50 yılı aşan mücadele sürecimizde, mesleki sorunlarımızı ve ülke sorunlarımızı bütünleştirerek çözme ve mücadele etmedeki kararlı tutumuyla TMMOB ve ona bağlı Odalarımızın mücadele geleneği ve kazanımları gerçekten yüksek ve yadsınamayacak düzeydedir. Özellikle günümüzde siyasi gericiliğin giderek artan saldırısı karşısında bu ülkenin aydınları olarak yaşadığımız ve yaşayacağımız süreçte bu deneyimler, deneyimlerden çıkarttığımız sonuçlar bizler için ayrı bir önem taşıyacaktır. Ben kısa konuşmamda aşağıdaki bazı tesbitlerin önümüzdeki dönem görev alacak yönetim kurulu tarafından dikkate alınmasını dileyerek düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha önceleri de dile getirdiğimiz gibi, geçmiş süreçlerden çok farklı bir şekilde, TMMOB ve bileşenleri olarak hızla gençleşen bir yapıya sahibiz. Kısa süreçte, bu dönüşümü iyi ve eksik yanlarıyla değerlendirmemizi ciddi olarak gündemimize almalıyız. Örgütsel değerlendirmelerimizi ve gelişmemizi bu somut duruma göre yeniden gözden geçirmek zorundayız. Bu anlamda tek tek odalarımızın oluşturacağı programların yanında TMMOB olarak daha bütünleyici, kapsayıcı ve hatta tüm örgütsel birimlerimizi yönlendirecek biçimde öneriler, yaptırımlar ve programlar geliştirmeliyiz. Bu anlamda, geçmiş dönemlerde önemli bir gereklilik olan delege sistemi yeniden ele alınmalı, özellikle TMMOB delegeliği için getirilen 10 yıllık oda kayıtlı mesleki süre ya kaldırılmalı veya 3 yıl gibi daha az bir süreye indirilmelidir. Genç arkadaşlarımıza bu olanakları tanımadığımız zaman örgütlülüğümüz, isteklerimizin dışında, elit bir yapılanmaya dönüşmektedir. TMMOB’nin bugünkü gücünün oluşturulmasında temel görevleri yüklenen insanlarımızın hemen hemen tamamının, bu mücadeleye okul sonrası, mesleklerinin ta başında katılmış kadrolar olduğunu unutmamalıyız. Programlarımızın ve mücadeledeki yöntemlerimizin ağırlığı ve yönü genç meslektaşlarımızın güvenini kazanmak, onları örgütsel yapılarımız içersinde doğru 12 Temmuz 2010 - 153 ve kalıcı bir şekilde eğitmek ve eritebilmektir. Aksi durumda, bugün elde ettiğimiz her başarı görüntüden ve aldatmacadan ileri gitmeyecektir. Ayrıca siyasal iktidarın, YÖK’ün ve Üniversitelerin yetki ve uygulamalarında, genç meslektaşlarımızın ucuz iş gücü olmasına yol açabilecek yasa ve yönetmelikler çerçevesindeki tüm uygulamalarına karşı hukuksal mücadelemizi tavizsiz bir şekilde sürdürmeliyiz. Üyelerimizin önemli bir bölümü ve özellikle ilgili odalarımızın üyelerinin yaygın olarak çalıştığı yapı denetim şirketlerinde çalışan üyelerimizin ekonomik ve demokratik hakları için örgütlenmeleri için de özel çalışma programları oluşturmalıyız. Yapı denetim uygulamasının süreç içersinde tüm ülkeyi kaplaması durumunda dört odamızın bu sektörde çalışan üye sayısı önemli boyutlara ulaşacaktır. Mühendis ve mimarların işsizlik oranının %27’lere vardığı bir ortamda, inşaat sektörünün içinde bulunduğu kriz de göz önüne alınırsa yapı denetim kuruluşları ucuz emeğin istihdam edildiği en önemli alanlar olmaktadır. Özellikle bu kesimde çalışan yeni mezun meslektaşlarımızın sorunları giderek büyümektedir. Bu açıdan yapı denetimlerdeki örgütlenmelerimizi bir politika olarak ele almak zorundayız. 12 Eylül sonrası uygulanan ekonomik ve siyasal politikalarla yok edilen kamusal değerler ve kamunun yitirilen yatırım gücü bu kesimdeki örgütlenmelerimizi büyük oranda zayıflatmıştır. Önümüzdeki süreçte kamu örgütlenmelerine daha bir ağırlık vermek zorundayız. Gerek kamuda uğradığımız zaafı azaltmak, gerekse yeni bir çalışma alanı olan yapı denetimlerde çalışan, özellikle genç meslektaşların ekonomik-demokratik ve mesleki sorunlarının çözümüne katkı koymak amacıyla bu kesimlerde hızla “işyeri temsilcilik” örgütlenmelerini hayata geçirmemiz gerekmektedir. TMMOB örgütlülüğü olarak, önümüzdeki dönem her ilde üniversite açma politikalarına karşı kesin bir mücadele hattı oluşturmamız gerekmektedir. Bu anlayışın altında siyasi iktidarın yaygın bir kadrolaşma hareketinin yanında özellikle 2025’li yıllara yönelik AB’nin ihtiyacı olan, yetişkin ama ucuz iş gücü potansiyelini de doğuracak bu politikayı şimdiden kendi lehimize dönüştürecek politikalar oluşturmalıyız. Ucuz iş gücü oluşturma politikalarının bir devamı olan Yabancı mühendislerin çalışma esaslarıyla ilgili yasal düzenlemelere karşı da yasaların bize tanıdığı haklarla her türlü girişimi gerçekleştirmeliyiz. Şubeden Değerli Delegeler, TMMOB’nin örgütsel yapılanması içersinde, önemli birkaç konuyu yakın süreçte gündemimize getirmemiz gerektiğine inanmaktayım. Birincisi, TMMOB bileşenlerini oluşturan odalarımızın aralarında oluşan mesleki ayrımların giderilmesi, ortak noktaların yaratılabilmesi için disiplinler arası ciddi bir çalışmanın gündeme alınması gerekmektedir. Aksi durumda disiplinler arası ortaya çıkan ve çoğu suni veya giderilmesi basit olan ayrımlar ele alınıp gerekli düzenlemeler yapılmazsa önümüzdeki süreçte daha önemli sorunlarla karşılaşacağımız gibi çözümlemede de başarı şansımız azalacaktır. İkincisi, kentlerimizde özellikle altyapı ve ulaşım gibi temel sorunlarımız ile özellikle yapılarımızın depreme karşı dayanıklı olarak imal edilebilmesi için bu konuda ilgili tüm birimlerimizin yasa ve yönetmeliklere uygun olarak ortak çalışmalar üretmesi ve birlikte hareket etmesi kesinlikle sağlanmalıdır. Özellikle 4708 sayılı yapı denetim yasasının eksikliklerinin giderilmesi için odalarımız arasındaki farklı yaklaşımlar yok edilmelidir. Yasanın aksayan yönlerinin düzeltilmesi ve yapı denetiminin kamusal bir görev olarak yerine getirilmesinin sağlanmasında ilgili odalarımız merkezi düzeyde ortak çalışmaları gündemine almalıdır. Diğer bir konu da, odalarımızın bağımsız olarak gerçekleştirdiği çok sayıdaki sempozyum ve kongrelerin yarattığı maddi ve manevi kaynak israfının en aza indirgenmesidir. Bu açıdan, öncelikle her bir oda birimimiz son beş yıldır yaptığı tüm kongre ve sempozyumları ciddi bir biçimde değerlendirmeye almalıdır. Hatta kongre ve sempozyumlar gerektiği kadar en İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr aza indirgenerek, yerel ve ülke sorunlarının mesleklerimiz ve ilkelerimiz açısından değerlendirileceği ve yerelde İKK’ların birlikteliğinde ilgili odaların katılımıyla gerçekleştirilmelidir. Bilimsel ağırlıklı kongre ve sempozyumların ise ilgili üniversiteler, eğitim kurulları tarafından yapılması sağlanmalıdır. Değerli delegeler, 12 Eylül darbesinin üzerinden geçen 30 yıllık süreçte, darbecilerin hukuksuzluk anayasasıyla yarattıkları örgütsüz toplumda, halkımıza giydirilmeye çalışılan ancak şimdi de yeterli görülmeyen “Deli Gömleği”, AKP’nin referanduma sunduğu anayasadaki değişiklik maddeleriyle oluşturmaya çalıştığı “sivil darbe” ile daha da sıkılmak istenmektedir. 12 Eylül şartlarında, darbenin yarattığı dağınıklık ve yılgınlık ortamında “12 Eylül Anayasası”na “Hayır” diyenler, doğal olarak azınlıkta kaldılarsa da, bugün ülkemizin bağımsızlıktan ve demokrasiden yana tüm güçleri daha güçlü bir “Hayır!” demeyi gündemlerine almışlardır. Şimdi görev, birçok değişiklikler yapılmasına rağmen, toplumun siyasal ve sosyal yapısını özümsemekten uzak “12 Eylül Anayasası”nı, yine bir 12 Eylül günü “Sivil Darbe Anayasası” ile perçinlemek isteyenlere karşı “Bağımsızlık ve Demokrasi” mücadelemizin kararlılığı ile “Hayır !” demeyi her alanda örgütlemeyi başarabilmektir. TMMOB’nin “Bağımsızlık ve Demokrasi” mücadelemizdeki kararlı tutumunun devam edeceği inancımla sözlerime son verir, sizleri selamlarım. Tahsin VERGİN - 27.05.2010 Temmuz 2010 - 153 13 Şubeden PINARBAŞI TAŞ OCAKLARI GELİŞMELER ve DÜŞÜNCELER A. Fuat GÜNAK İMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Sayman Üyesi İnşaat sektörü başta olmak üzere diğer ilgili sektörlerin taş ve mıcır ihtiyacının büyük kısmı hepimizin bildiği gibi Bornova İlçesi sınırları içindeki Belkahve ve Pınarbaşı bölgelerindeki taş ocaklarından sağlanmaktadır. Aynı zamanda aynı bölge içinde önemli kapasiteye sahip olarak üretimi yapılan çimento hammaddesi olan kalker ihtiyacı da bu bölgeden elde edilmektedir. Söz konusu ocaklarda yapılan üretimin çevre, doğa ve bölgedeki insanlar üzerindeki etkisi yıllarca tartışıldı durdu ve hala tartışılmaya da devam ediyor. Bu etki devam ettiği sürece de biteceğe benzemiyor. Tartışmalar iki karşıt odakta değerlendirilmektedir. Birincisi; inşaat sektörün en önemli hammaddesi olan yöre kalkerinin iyi nitelikte olması ve nakliye avantajlarıyla birlikte yapı üretimine ve ekonomiye olan olumlu etkisi ve buna karşılık olumsuz üretim koşullarının çevre ve insan yaşamına olan olumsuz etkisi. Bizler sektörün birer elemanı olarak taş ve mıcır üretiminin yanında olmakla birlikte İnsan ve çevre etkisini ön planda tutmamız gerektiği kaçınılmazdır. Gerçek olan şudur ki, yıllardır yapılan üretimde ticari amaç ön plana çıkmış, olumsuz üretim koşullarının önüne geçilememiştir. Bu konuda yerel veya merkezi yönetimler yeterli önlemleri alamamış, alınan önlemler de yeterince uygulanamamıştır. Son zamanlarda Pınarbaşı Köyü Madenler Boğazı Mevkiinde aynı sorun önemli oranda halk sağlığı, doğa ve çevreyi tehdit edercesine yaşanmakta ve bu konuda herhangi bir şey yapılamamaktadır. Belirtilen vadideki IR 20054659 ruhsat nolu sahada özel bir Şirket işletmesindeki taş ve mıcır ocağı ile ilgili olarak; Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel etki ve değerlendirme ve Planlama Gen. Müdürlüğünce 2007 Kireç ocağı ve mıcır eleme tesisi olarak ÇED gerekli değildir raporu 11,25 Ha. Ve 200,00 ton/yıl üretim kapasitesi için verilmiş, İl Çevre ve Orman Müdürlüğünün 2009 tarih ve 7937 sayılı yazılarında 27.08.2009 tarih ve716 sayılı ÇED gerekli değildir kararı ile kırma eleme tesisi kapasitesinin 445,00 ton/yıl ‘a çıkarıldığı belirtilmiştir. IR 20054659 ruhsat nolu ve ÇED gerekli değildir kararı verilen aynı taş Ocağının 18,38 Hektar alana ek olarak 13,60 Hektar daha alanın ilave edilerek 31,98 Hektar alana çıkarılması ile mıcır üretim kapasitesinin 445.000 ton/yıl dan 2.500.000 ton/yıl’a çıkarılması, kırma ve eleme tesis kapasitesinin de çevredeki maden ocaklarından temin edilecek 1.000.000 ton/yıl daha kalker ile 3.500.000 ton/yıl’a çıkarılarak, ocak kapasitesinin 6 kat, kırma ve eleme kapasitesinin 8 kat artırılacağı da bilinmektedir. Bu kapsamda; ÇED gerekli değildir raporlu, mevcut 14 Temmuz 2010 - 153 18,38 Hektar alan ve 445.000 ton/yıl kapasiteli kalker ocağı işletmesinin ve kırma eleme tesisin mevcut durumunu öncelikle değerlendirmek gerekir. Yerleşim bölgesine 80-100 metre gibi mesafedeki söz konusu ocağın ÇED Proje dosyasında toplam 31,98 Hektar alana, 2.500.000 ton/yıl kalker işletme ve 3.500.000 ton/ yıl kırma eleme kapasitesine çıkarılmak istenmesi ve bu isteğin gerçekleşmesi durumunda tesis faaliyetlerinin Çevre/insan ve toplum sağlığına etkilerinin fiziksel, sosyal, psikolojik ve şehircilik ilkeleri açısından bilimsel ve teknik yönden değerlendirildiğinde ortaya çıkacak sonucu kestirmek ne yazık ki çok zor değildir. Yöre halkı mevcut durumdan oldukça rahatsız olup bu rahatsızlığını sesli bir şekilde de dile getirmektedir. İşletmenin yeri, ulaşımı, yerleşim yeri ile ilişkisi, coğrafi yapısı başta olmak üzere, tüm detayları dikkate aldığınızda, ayrıca genişleme ve kapasite artışı istenen bölge ile ilgili olarak haritalar değerlendirildiğinde, mevcut durum ve daha kötüsü, gelinecek olan nokta aşağıda maddeler halinde belirtildiği gibi oldukça açıktır. භ Öncelikle söz konusu kalker ocağı ulaşım yolunun, yerleşim alanı Pınarbaşı 56 sokaktan verilmemesi amacıyla, 10. Jandarma Alayı arkasından verilmiş yaklaşık 2,5 km uzunluğunda, 15 mt. genişliğinde stabilize ve üst yapısı olmayan kaplamasız yoldur. Orman yolu niteliğinde yapıldığı anlaşılan bu yol oldukça sık ve yoğun orman alanı içinden geçmektedir. Orman yolları, orman içi ulaşımı sağlamak üzere açılan yollardır. Söz konusu yol ise üretim sahasında bitmektedir. Yani yolun sadece bu ocağa hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Orman yolu olarak açılması anlaşılır değildir. 2500 mt x 15 mt = 37500 m2 orman katledilmiştir. Ayrıca 3.500.000 ton/yıl üretim, yılda 300 gün çalışıldığı düşünülürse 3.500.000 / 300= ~12.000 ton/gün demektir. Bir kamyon 20 ton yükleme yaptığını düşünürsek 12.000 ton/gün / 20 ton = 600 kamyon ve gidiş geliş olduğu da düşünülürse bu da 1200 kamyon / gün demektir. Bu yoldan günde 1200 kamyonun geçeceği düşünülürse, 1200 kamyonun yaratacağı gürültünün, çıkardığı egzoz gazlarının, ve en önemlisi kaldıracağı tozun doğal çevreye, yerleşim alanına ve zaten gittikçe azalmakta olan kent çevresindeki orman alanlarından bu bölgedeki doğal bitki örtüsüne yaptığı ve bundan sonra da yapacağı olumsuz etkiyi kestirmek bile oldukça zordur. භ Şu an 445.000 ton/ yıl olan kalker üretimi ve kırma eleme tesisinden açığa çıkan toz Resim-1 ve Resim-2 de görülmektedir. Resim-1 Pınarbaşı İlçesi, Kemalpaşa Mahallesi yerleşim alanı başlangıcından, Resim-2, Belkahve sırtından çekilmiştir. Kırma eleme kapasites- Şubeden Resim-1 Resim-2 inin 3.500.000 ton /yıl’a yani şimdiki üretimin 8 katına çıkarıldığı düşünüldüğünde ortaya çıkacak olan tozun doğal çevreye ve özellikle yerleşim alanında yaşayan insanlar üzerindeki olumsuz etkisi, tehlikeli boyutlarda olacağı kesindir. Zaten şu anki doğal bitki örtüsü üzerindeki toz tabakası yeşili kapatmış durumdadır. Daha da tehlikeli olan, bilindiği üzere konkasör tesisinden açığa çıkan taş tozu diğer tozlardan farklıdır. Mikron ölçülerdeki toz zerreleri dişli ve sivri köşeli olması dolayısıyla, özellikle solunumda sisteminde dokulara batmakta, yapışmakta ve toplum sağlığını tehdit etmektedir. zaman içinde çökmelere neden olabileceği gerekçesiyle binalarda yaşayan insanların yaşamları da tehdit altındadır. Yerleşim alanına 150–200 mt mesafede gerçekleşen söz konusu patlamaların yapılara olan olumsuz etkisi ile tehlikenin boyutu oldukça yüksektir. Aynı tehlike taş ocağına yaklaşık 100 m mesafedeki Pınarbaşı’na ait Betonarme su deposu içinde geçerlidir. භ Kalkerin ocaktan çıkarılması için gerekli olan imla maddesi delik miktarı 10 ve her delik için 60 kg patlayıcı kullanıldığını düşünürsek, bir patlatmada 600 kg patlayıcı kullanılmaktadır. 1 ton taş çıkarmak için gerekli olan patlayıcı miktarı ortalama 120 gr. dır. 2.500.000 ton agrega elde etmek için gerekli olan toplam patlayıcı miktarı ise; 2.500.000 x 0,12 = 300 ton dur. Bu da ortalama günde 1 ton patlayıcı kullanmak demektir. Patlamalar sırasında ortaya çıkan sarsıntı, yaklaşık 3 – 3,5 civarı şiddetinde deprem etkisi yaratmakta ve yerleşim alanındaki yapılar zarar görmektedir. Çatlayan yapılar zaman zaman onarılmakta fakat patlamalar devam ettiği sürece çatlamalar da devam etmekte (Resim–3.4.5.6.7.8) ve yapı taşıyıcı sisteminde, malzeme yorulmaları gittikçe artmaktadır. Bu da yorulma sonucu Resim-3 İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr භ Patlamaların yapılara olan etkisinden çok burada yaşayan halkın üzerindeki psikolojik etkisi de oldukça yüksektir. 1999 körfez depreminin özellikle depremi yaşayan insanlar başta olmak üzere ülkede yarattığı sosyal ve psikolojik yıkımın açtığı yaralar telafisi olmayan düzeyde olduğu hepimizin yaşadığı bir gerçektir. Bu nedenle yöre halkının ve özellikle çocukların, her an patlama korkusu ile yaşamasının kesinlikle önüne geçilmesi gerekir. Açıkçası göz göre göre halkın sağlığı ile oynanmakta ve buna da seyirci kalınmaktadır. භ Kalker ocağı yeri vadi niteliğinde ve dere yatağındadır. Oldukça geniş ve dik bir yağış alanına sahiptir. Yoğun yağış ve feyezan durumunda dere taşmakta, sel şeklinde Pınarbaşı 65 sokaktan geçmektedir. Bu sırada söz konusu ocakta kırılmış ve ihzar edilmiş olan agrega ve by-pass gibi malzemeleri de (tresubat) sürükleyerek yolları ve yerleşim alanlarını doldurmaktadır. Her yağmurda, belediyeler seferber olmakta, ocaktan gelen bu tresubatı temizlemek için günlerce uğraşılmakta ve Resim-4 Temmuz 2010 - 153 15 Şubeden Resim-5 Resim-6 Resim-7 Resim-8 kaynaklar boşa harcanmaktadır. භ 1996 yılında TC İzmir İli Mahalli Çevre Kurulu kararı ile taş ve mıcır ocaklarının estetik kirlilik ve hava kirliliği yarattığı, topografik yapıyı bozmaları gerekçesiyle faaliyetlerinden men edilmeleri akabinde, aynı alan içindeki birçok taş ocağı ruhsatı iptal edilmiş ve küçük çaplı kireç ocakların da çalışma ruhsatları aynı gerekçeyle yenilenmeyerek kapatılmıştır. Buna rağmen 02.08.2007 tarihinde 200.000 ton/yıl üretim için Ruhsat verilerek, daha sonra 27.08.2009 tarihinde de 716 nolu ÇED gerekli değildir kararı ile üretimin 445.000 ton/yıl’a çıkarılarak çalışmasına izin verilmesi anlaşılır gibi değildir. Ayrıca Bornova Belediye Başkanlığı Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğünün 20.01.2010 tarihli 117 sayılı yazısı ile Ada Otomotiv Tur. Maden San. Tic. Ltd. Şti’ ye ait GSM İşyeri açma ve Çalışma Ruhsatı iptal edildiği halde hala çalışıyor olması da oldukça düşündürücüdür. SONUÇ OLARAK; Yazımın başında da belirttiğim gibi taş ve mıcır mesleğimizin vazgeçilmez malzemesidir. Ayrıca maden işletmek, üretim yapmak, ticari faaliyette bulunarak para kazanmak herkesin en tabii hakkıdır. Ancak bu faaliyetleri yürütürken herkes çevre ve insanlara duyarlı olarak ve bunun gereğini de yerine getirerek üretimini yapmak 16 Temmuz 2010 - 153 zorundadır. TMMOB Maden Mühendisleri Odası Kasım Aralık 1997 Bülteninde, DEÜ Maden Müh. Bölümünden Doç. Dr. Gürcan Konak bilimsel makalesinde; taş ocaklarının yerleşim birimlerine 3 km genişliğinde koruma bantları oluşturulması gerektiğini belirtmektedir. Söz konusu taş ocağının yerleşim alanına 100- 200 metre yakınlıkta olduğu düşünülürse koruma bandı oluşturmak mümkün değildir. Çimento ve Beton üretimi için üretilen hariç olmak üzere Pınarbaşı ve Belkahve Yörelerindeki toplam agrega üretimi yaklaşık 10.000.000 ton /yıl civarındadır. Kentin inşaat sektörü ihtiyacı olan agreganın büyük kısmı bu yöreden karşılanmaktadır. Küresel krizle inşaat sektöründe de yaşanan durgunluk zaten aşırı agrega ihtiyacı doğurmamaktadır. Tabiidir ki ihtiyacın sınırı yoktur. İhtiyaç doğsa bile başka kaynaklardan karşılanmalı veya toplum sağlığını etkilemeyecek şekilde önlemler alınarak üretim yapılmalıdır. Toplum sağlığı ile oynamaya, Çevre ve doğayı katletmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir yasa, yönetmelik, kurum veya kuruluş çevre ve toplum sağlığının, toplum çıkarlarının üstünde değildir. Bu nedenle söz konusu taş ocağının faaliyetleri, bu konudaki her türlü önlem alınacak şekilde, yasa ve yönetmelikler uygulanarak yukarıda belirtilen etkileri tamamen ortadan kaldıracak şekilde izin verilmeli ve denetlenmelidir. Aksi halde ruhsat iptal edilerek ocak faaliyeti durdurulmalıdır. TMMOB’den ANAYASA REFERANDUMU İLE İLGİLİ OLARAK TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak anayasa referandumu ile ilgili olarak 26 Temmuz 2010 tarihinde TMMOB örgütlülüğüne yönelik bir mesaj yayımladı. Sevgili Arkadaşlar, 27 Mayıs‘ta başlayan TMMOB 41. Dönem Genel Kurul açılış konuşmasının konu ile ilgili olan kısmında şunları söylemiştik: Ülkemizde yıllardır bir ‘değişimden‘ söz ediliyor. ‘Normalleşiyoruz‘ derken görülüyor ki her gün yeni ‘olağanüstülük‘ ve ‘şok‘ içerisinde yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Oysa mesele değişimin kendisinden çok muhtevasında aranmalıdır. Muhtevasından bağımsız her değişimin peşinden koşmanın kişilik bozukluğuna yol açtığını gördük. AKP‘nin bugün ‘değişim‘ dediği ‘yeniden yapılanmanın‘ miladı 12 Eylül darbesidir. O zaman da ‘huzur ve mutluluk‘ adına toplumu zor yoluyla ‘değiştirmeye‘ giriştiler. Özünde 24 Ocak kararlarında ifade edilen piyasacılıkla, gerici akımların güçlendirilmesi olan bu ‘değişimin‘, gelinen noktada AKP iktidarı ile temsil edilen bir piyasacı ve gerici diktatörlüğe doğru geliştiğini görüyoruz. Yaşanan tüm hengâmenin içerisinde yaşadığımız her şey ülkemizin emperyalizmin ihtiyaçlarına uygun olarak yukarıdan aşağıya yeniden yapılandırılmasından başka bir şey değildir. Soğuk Savaş politikalarına uygun olarak düzenlenmiş ‘eski devletin‘ yerini ABD‘nin Ortadoğu politikalarına ve sermayenin küresel ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırılan ‘yeni devlet‘ alıyor. AKP iktidarında ‘milli irade‘ adı altında demokratik bütün kanallar kapatılarak tekelci bir iktidar yapılanması kuruluyor. İktidarın Anayasa değişikliği de bunun bir parçası olarak gündeme getirildi. Güya demokratikleşme adına yapılan bu değişikliklerde ne halk ne emek ve meslek örgütleri hazırlanma sürecine dahil edilmedi. “Kendi pişir kendin ye” anlayışından demokrasi ve özgürlük adına bir şeyin çıkması zaten mümkün değildir. Değişiklikler de halkın, emekçilerin yani bizim değil, AKP ihtiyaçlarının ürünüdür. Emekçilerin ve ezilenlerin yeni bir anayasa ihtiyacı vardır. Yıllardır 12 Eylül faşist darbesinin ürünü anayasaya karşı mücadele yürütüyoruz. Ama şimdi kalkıp kimse bize “12 Eylül anayasası ile hesaplaşmanın yolu olarak onun devamından başka bir şey olmayan AKP anayasasına evet” demeyi göstermesin. 12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP anayasasına da “hayır” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr sonra da bunun için mücadele edeceğiz. Ve ancak bu mücadelemizin sonucunda gerçekten demokratik ve özgürlükçü bir anayasayı emekçiler kendi elleriyle yazacaktır. İşte TEKEL işçileri güvenceli çalışma ve insanca yaşamın anayasasını sokakta yazdılar. AKP iktidarı ise buna karşı güvencesizliğin ve sömürünün önündeki engelleri kaldırmak, hastaneleri, okulları, fabrikaları rahat satabilmek için yargıyı kendi denetimi ve kontrolüne almaya çalışıyor. İhtiyacımız olan parasız eğitim ve sağlık, güvenceli çalışma ve insanca yaşam hakkının, her kültür ve kimliğin özgürce ifade edilmesinin güvence altına alındığı, “bir arada yaşamın anayasası” için mücadele edeceğiz. Referandum günü olan 12 Eylül‘ü faşist darbeyle ve onun izinde gelişen bugünkü sömürüye ve gericiliğe karşı bir hesaplaşma gününe çevirmek TMMOB için çok anlamlı olacaktır. Sevgili Arkadaşlar, 1 Haziran 2010‘da kamuoyuna duyurduğumuz ve Genel Kurul delegelerimizin oybirliği ile onayladığı Sonuç Bildirimizin konu ile ilgili kısmında da şunlar belirtilmişti: Ülkemiz, yukarıdan aşağıya bürokratik dönüşümler, aşağıdan yukarıya cemaat-tarikat ağlarıyla kuşatılmaktadır. Siyasi iktidar, her geçen gün anti demokratik öğeleri biraz daha kökleştirmektedir. Bu kapsamda son yıllarda siyasal gündemlerin önemli bir başlığı, yapılmak istenen anayasa değişiklikleri olmuştur. Süreç içerisinde anayasada birçok değişiklik yapılmıştır. Ancak bu değişiklikler de 12 Eylül hukukunun ve karanlılığının ülkemiz üzerinden kalkmasına olanak sağlamamıştır. Yapılacak değişiklikler de 12 Eylül Anayasasının gerici faşist niteliğini değiştirmeyecektir. Anayasa değişiklikleri AKP iktidarının mutlaklaştırılması ve kamu varlıkları ve ülke kaynaklarının pazarlanması ve satışının önündeki hukuki engellerin kaldırılmasını amaçlamaktadır. Öncelikli olarak biz, “12 Eylül Anayasasına hayır” derken, tuzağa düşmeksizin “Siyasal iktidarın çıkar ve hedefleri doğrultusunda hazırlanan anayasa değişikliklerine de hayır” diyoruz. Ülkemizde darbe-demokrasi ikilemi yaratılarak neoliberal değişim sürecinin üstü örtülmektedir. Sistemin yeni düzene uyum sağlayamayan eski kalıntılarının tasfiye operasyonu, derin devlete, darbecilere karşı demokrasi zaferi gibi gösterilmektedir. Oysa darbecilikle Temmuz 2010 - 153 17 TMMOB’den mücadele 12 Eylül sistemi ile mücadeledir. Gericileşme, neo-liberal politikalar, küresel kapitalizmin güç merkezlerinin güdümünde bir Türkiye, 12 Eylül düzeninin bir sonucudur. Bu düzenle hesaplaşmadan darbecilikle, darbecilerle hesaplaşılamaz. Sevgili Arkadaşlar, 12 Eylül Anayasasına da, onun bir devamı olan AKP anayasasına da “hayır” diyoruz. Eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa ancak demokratik katılımın bütün kanalları açılarak yapılabilir. Demokratik katılım olanaklarının önünü açmak üzere başta yüzde onluk seçim barajı, siyasi partiler ve seçim yasaları olmak üzere toplumun siyaset yapma olanaklarını engelleyen tüm yasaların değiştirilmesi için bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mücadele edeceğiz. 12 Eylül gününe kadar hepimize bir büyük görev düşüyor. Odalarımız “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız. Bu nedenle de AKP‘nin anayasa değişikliğine ‘Hayır‘ diyoruz” sözümüzü büyütmek ve gürleştirmek için her türlü çabayı sürdürecektir. İl/İlçe Koordinasyon Kurullarımız, konu ile ilgili basın açıklaması, kapalı salon toplantıları, emek-meslek örgütlerinin yerel bileşenleri ve demokrasi güçleri ile birlikte kitlesel basın açıklamaları, mitingler gerçekleştireceklerdir. Oda ve Şube Yönetim Kurullarımızın, Oda ve TMMOB delegelerimizin ve örgütlü üyelerimizin bu etkinlikleri büyütmek gibi bir sorumlulukları vardır. Sevgili Arkadaşlar, Sevgili Arkadaşlar, Yönetim Kurulumuz; 10 Temmuz‘da gerçekleştirdiği toplantıda referandum ile ilgili olarak 40 no‘lu kararı aldı: Şimdi “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız” deme zamanıdır. Anayasa değişikliği için 12 Eylül‘de yapılacak Referandumla ilgili olarak “12 Eylül düzeni ile gerçekten hesaplaşmayan hiçbir anayasa değişikliği ile uzlaşmayacağız” başlıklı çalışmanın yürütülmesi konusunda Yürütme Kurulu‘na görev ve yetki verilmesine karar verildi. Şimdi “AKP‘nin anayasa değişikliğine hayır” deme zamanıdır. MehmetSoğancı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı TMMOB 41. Dönem Yönetim Kurulu’na başarılar diliyoruz. 18 Temmuz 2010 - 153 Şubeden KARAYOLLARI ÖZELLEŞTİRİLİYOR; MÜHENDİSLİĞİN UYGULAMA ALANLARI DARALTILIYOR TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” hakkında İnşaat Mühendisleri Odası tarafından tüm İMO Şubelerinde bir basın açıklaması yapıldı. 7 Temmuz 2010 tarihinde Şubemizde yapılan basın toplantısında Şube Yönetim Kurulu Başkanımız Tahsin Vergin, konuyla ilgili basın açıklamasını okudu. TBMM Genel Kurulunda kabul edilen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” bir yandan karayollarımızda gerçekleştirilmesi düşünülen özelleştirmelerin önünü açarken, diğer yandan mühendislik mesleğinin uygulama alanlarını daraltmaktadır. Kanunun hedefi bellidir. Ulusal değerleri özelleştirme adı altında ulusal, uluslararası büyük sermaye gruplarına peşkeş çekmek ve mühendislik mesleğinin kamusal düzeydeki uygulama alanlarını daraltarak mühendisleri güvencesiz çalışmaya mahkûm etmek. AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, kamusal alanı yeniden tanımlamaya ve yeni tanım çerçevesinde düzenlemeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda başlayan sürece, başta yatırımcı kuruluşlar olmak üzere tüm kamu kurumları dahil edilmiştir. Kamu kurumları tasfiye ya da özelleştirme kıskacına alınmış, bazı kurumlar tasfiye edilirken bazı kurumlar özelleştirilmiş ancak genel anlamda kamusal alan daraltılmıştır. Tercihte, uluslararası tekellerin ihtiyaç ve talepleri belirleyici olmuştur. Köy Hizmetleri, İller Bankası, Bayındırlık Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, DSİ Genel Müdürlüğü ya tasfiye edilmiş ya da ilgi ve yetki alanlarında küçülme gerçekleştirilmiştir. Dünya Bankası ve IMF direktiflerinin özünü, kamunun bir bütün olarak üretim ve yatırımdan elini çekmesi, zaten sorunlu olan sosyal devlet uygulamalarının tamamen tasfiyesi, kamu personel sayısının en alt seviyeye çekilmesi, genel bütçe içinde yatırım harcamalarının en aza indirilmesi oluşturmaktadır ki, 1980’lerin ikinci yarısında başlayan ve AKP iktidarıyla ivme kazanan bu süreç Türkiye’yi neoliberal politikaların laboratuar ülkesi haline getirmiş, Türkiye özelleştirmeci ülkeler listesinin ilk sıralarında yer almıştır. Dikkat edilmeli ki, AKP iktidarı tarafından çıkarılan kanunların, gerçekleştirilen yasa değişikliklerinin tek bir hedefi bulunmaktadır: Özelleştirmeleri kolaylaştırmak, yasal engellerden kurtulmak, yasal yollara başvurularak sürecin sekteye uğramasını baştan engellemek. Söylenmeli ki, AKP iktidarı ulusal değerlere adeta “müflis tüccar” gibi yaklaşmakta, ancak ülkenin yarattığı değerleri kolayca elden çıkartmak için “kılı kırk yarmaya” çalışmaktadır. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr TBMM’den iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla geçen 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun” AKP iktidarının özelleştirmeler konusunda ne kadar hassas ve kararlı olduğunu gösteren bir belge niteliğindedir. Ülke kamuoyu ne yazık ki adı geçen kanunla ilgili farklı noktaları tartışma konusu yapmış, özellikle bölünmüş yollardaki hız sınırının artırılması gibi daha popüler değişiklikler gündeme taşınmıştır. Bölünmüş yolların neden olduğu trafik kazaları bir sorun olarak karşımızda dururken, bölünmüş yollardaki kör noktalar sorunu henüz çözülmemişken araç hızını artırmanın yol açacağı sonuçlar ayrı bir tartışma konusudur ancak kanunun temel hedefini gölgelemeyi başarmıştır. Yasanın “Gelirler ve Muafiyetler” başlığı ile düzenlenen bölümü(madde 11) Karayolları Genel Müdürlüğü’nün niteliği noktasında oldukça dikkat çekicidir. Karayolları, kamu hizmeti veren bir kuruluş mu yoksa ticari bir işletme midir? Yasa öyle düzenlenmiştir ki, kurum adeta ticari işletme gibi tanımlamaktadır. 11. Maddede kurumun gelirleri sıralanırken, kurumun genel bütçedeki payı dışında, işletici şirket tarafından ödenen paylar, ücretli geçişlerden alınan ücretler, taşınmazlar ve tesisler için kira, kullanma ve ön izin verilmesiyle elde edilecek gelirler, müteahhitlere kiralanan araç ve gereçlerden elde edilecek bedeller ve benzeri pek çok gelir kalemi belirtilmiş, Karayolları özel bütçeli bir kurum gibi değerlendirilmiştir. Yasanın 14. Maddesinde; 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a atıfta bulunularak, Temmuz 2010 - 153 19 Şubeden “İşletme hakkı verilen veya devredilen karayollarında geçiş ücretinin belirlenmesine ilişkin esas ve usuller ile ücretsiz geçiş yapmasına izin verilecek olanlar sözleşmelerde düzenlenir” denilerek, otoyolların, köprülerin vb.’lerinin özelleştirme uygulamalarında karşılaşılan engeller bertaraf edilmek istenmiştir. için milyarca liralık ulusal servet heba edilmiş, kentlilerin vergileriyle oluşturduğu kaynak alt üst geçitlere, havuzlara, lalelere harcanmıştır. Metro için alınan iç ve dış kaynaklardan sağlanan krediler nedeniyle kentliler borçlandırılmış, yerel yönetimler borç batağına çekilmiştir. Yasanın 33. Maddesinde; ‘bedeli ödenmek şartıyla, gerçek ve tüzel kişilere Orman Bakanlığınca izin verilebilir’ denilerek orman arazilerinin satışı kolaylaştırılmış, kamu arazilerinin ve orman alanı üzerinde bulunan kamu tesislerinin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Aynı şekilde Karayolları Genel Müdürlüğü’ne orman arazilerini istediği gibi kullanma yetkisi getirilmiştir ki, İstanbul’da üçüncü Boğaz Köprüsü güzergâhının belli olmasıyla başlayan talana yasal dayanak hazırlanmıştır. Kanuna, başta Ankara ve İstanbul Belediye Başkanları olmak üzere, beceriksiz yerel yöneticileri kurtarmak amacıyla, “Büyükşehir belediyelerinin bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla yapımı devam etmekte olan şehir içi raylı ulaşım sistemleri ve metro projeleri, Bakanlıkça devralınabilir” hükmü eklenmiş, adeta beceriksizlik ödüllendirilmiştir. Bilindiği gibi İstanbul, Ankara gibi metropol kentlerde metro yapımı bir kangren haline gelmiş, yerel yöneticiler metronun yaygınlaştırılmasına değil alt ve üst geçitlerin çoğaltılmasına dayanan bir ulaşım politikasını hayata geçirmiş, bırakalım yeni yatırımları, yarım kalan metro inşaatları dahi bitirilmemiştir. Adana metro çalışması da bu açıdan bakıldığında İstanbul ve Ankara’daki kilitlenmeye benzer bir süreç izlemiştir. Bir türlü bitirilemeyen metro çalışmaları 6001 sayılı “Karayolları Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri hakkında Kanun” ayrıntılı incelemeye ihtiyacı olan, kendi ana hükümleri dışında ilgili başka kurumların çalışmalarını düzenleyen kanunlarda da değişiklikler gerçekleştiren bir metin olarak, inşaat mühendisliğinin mesleki alanlarından biri olan karayolu ulaşımında yeni bir dönemin başladığının habercisidir. İnşaat Mühendisleri Odası kamusal sorumluluğu gereği adı geçen kanuna itiraz etmekte, toplumsal çıkarları savunmaya devam edeceğini kamuoyuna duyurmaktadır. KOMİSYON 3. Toplantı Temmuz 4. Toplantı Ağustos 5. Toplantı Eylül 6. Toplantı Ekim 7. Toplantı Kasım 8. Toplantı Aralık AFET VE DEPREM BİLİNCİNİ YAYGINLAŞTIRMA VE YAPI STOĞUNU İYİLEŞTİRME KOMİSYONU 12.07.2010 09.08.2010 13.09.2010 11.10.2010 08.11.2010 13.12.2010 BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER KOMİSYONU 19.07.2010 16.08.2010 20.09.2010 18.10.2010 15.11.2010 20.12.2010 İŞÇİ SAGLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ KOMİSYONU 28.07.2010 25.08.2010 22.09.2010 27.10.2010 24.11.2010 22.12.2010 KAMU ÇALIŞANLARI KOMİSYONU 05.07.2010 02.08.2010 06.09.2010 04.10.2010 08.11.2010 06.12.2010 KENT SORUNLARINI İZLEME VE YATIRIMLARI DEĞERLENDİRME KOMİSYONU 21.07.2010 18.08.2010 15.09.2010 20.10.2010 17.11.2010 15.12.2010 MÜTEAHHİT (YÜKLENİCİ) İNŞAAT MÜHENDİSLERİ KOMİSYONU 07.07.2010 04.08.2010 01.09.2010 06.10.2010 03.11.2010 01.12.2010 SERBEST İNŞAAT MÜHENDİSLERİ (SİM) (PROJECİLER) KOMİSYONU 05.07.2010 02.08.2010 06.09.2010 04.10.2010 08.11.2010 06.12.2010 SOSYAL VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLER KOMİSYONU 19.07.2010 16.08.2010 20.09.2010 18.10.2010 15.11.2010 20.12.2010 ŞANTİYECİLER KOMİSYONU 28.07.2010 25.08.2010 22.09.2010 27.10.2010 24.11.2010 22.12.2010 YAPI DENETİM KOMİSYONU 14.07.2010 11.08.2010 08.09.2010 13.10.2010 10.11.2010 08.12.2010 YASA VE YÖNETMELİKLER KOMİSYONU 26.07.2010 23.08.2010 27.09.2010 25.10.2010 22.11.2010 27.12.2010 20 Temmuz 2010 - 153 Şubeden YARDIMCI KONTROL MÜHENDİSLERİNE DUYURU Yapı Denetimi Hakkında Kanun kapsamında, Yapı Denetim sisteminde yer alan İnşaat Yönetimi (Şantiye Şefliği) uzmanlık eğitim programı ve Yardımcı Kontrol Elemanı Uzmanlık eğitimlere dair Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın bilgisi dışında düzenlenen eğitimlere katılım zorunluluğu olmadığına dair yazı içeriği aşağıdadır. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 21 İMO’dan BAŞBAKANLIK AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ BAŞKANLIĞI’NIN KARARI GERİ ALINSIN İMO Yönetim Kurulu’nun Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın koruma bandı ile ilgili kararı hakkında 7 Haziran 2010 tarihinde yaptığı açıklama. Bugün basında yer alan haberlere göre, “Marmara depreminin ardından Akyazı ilçesinin Fatih, Cumhuriyet ve Konualp Mahalleleri’nde Kuzey Anadolu Fay hattının geçtiği 2 bin 850 metrelik hattın her iki tarafında 75’er metreden olmak üzere 150 metre genişliğinde koruma bandı, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın kararıyla her iki taraf için 10’ar metreye indirilmiştir.” Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın bu kararı kelimenin tam anlamıyla “aymazlıktır”. 1999 yılı içerisinde gerçekleşen ve ülkemizde derin acılar yaşatan 17 Ağustos ve 12 Kasım Depremleri sonrasında alınan tedbirlerin, aradan 10 yıl geçtikten sonra rafa kaldırılması, bilim adına şaşkınlık verici olduğu kadar, insanlık adına da utanç vericidir. Söz konusu yapı kısıtlamasının tek amacı, can güvenliğini korumak ve olası mal kayıplarını en aza indirmektir. Hiçbir kurumun ve idari makamın insanların can güvenliğini açık biçimde tehlikeye atacak yönde bir karar alma hakkı olamaz. Yeni rant alanları yaratmak, arsalara değer kazandırmak gibi gerekçelerle “can güvenliği” hiçe sayılamaz. Can güvenliğinden daha değerli hiçbir şey yoktur. Yapı ve imar konusunda karar verme ve uygulama konusunda yetkili makamların unutmaması gereken en önemli gerçek Türkiye’nin depremselliği yüksek bir ülke olduğudur. Sözkonusu habere göre, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı tarafından Akyazı İlçesi ile ilgili hazırlanan raporda, bölgede 10 yılda bir 6 şiddetinde bir deprem gerçekleşme riski % 83.8’dir. Daha birkaç ay öncesinde Elazığ’da gerçekleşen 5,8 şiddetindeki depremde 42 yurttaşımız hayatını kaybetmişken, benzer bir deprem riski yüzde 83’ün üzerinde olan bir bölgeyi yapılaşmaya açmak anlaşılır değildir. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kendi raporuyla bile çelişmektedir. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın kuruluş amaçlarından başlıcası “afetlerin meydana gelmesinden önce hazırlık ve zarar azaltma” yolunda tedbirler almaktır. Akyazı İlçesi ile ilgili verilen bu karar, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın kuruluş amaçlarına aykırıdır ve derhal geri alınmalıdır. Kararın geri alınmaması, benzer yöndeki girişimleri arttıracak ve geri döndürülemez gelişmelere yaşanmasına neden olacaktır. Yaşanan bu olay ne yazık ki, depremin kötü anılarının hafızalardan silindiğini göstermektedir. Ama bizler depremi unutmayacağız ve unutturmayacağız. Yurttaşlarımızın can ve mal güvenliğinin korunması için gereken tüm tedbirlerin alınması, ülke çapında sağlık ve nitelikli bir yapı denetim sisteminin hayata geçirilmesi için çabalarımızı sürdüreceğiz. KENTSEL GASPLARIN YASALLAŞTIRILMASINI KINIYORUZ! Belediye Kanununda yapılacak değişikliğe ilişkin İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından 18 Haziran 2010 tarihinde yapılan basın açıklaması. Son günlerde kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan “5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifi” bilim insanlarının ve meslek odalarının itirazlarına rağmen TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Söz konusu yasa değişikliğini kamuoyunda bu denli tartışmalı kılan en önemli faktör, başından itibaren “art niyetli” bir sürecin işlemesidir. Bu art niyet yasanın hazırlanmasından, komisyon aşamalarına ve nihayetinde TBMM Görüşmelerine kadar yansımıştır. 2009 yılı Nisan ayında tek bir fıkradan ibaret olan yasa değişikliği, son haliyle 14 fıkraya çıkartılmış ve kapsamı itibariyle de adeta kendi başına bir yasa halini almıştır. Kentleşme, planlama, imar ve yapı denetimi gibi konularda yapılması gereken ve öncelik derecesi çok daha yüksek olan yasal düzenlemeler varken, 2005 yılında 22 Temmuz 2010 - 153 yürürlüğe girmiş Belediye Kanunu’nda değişikliğe gidiliyor olması, değişikliğin amacının “planlı ve güvenli kentleşme” değil “rant alanlarının paylaşımı” olduğunu göstermektedir. “Kentsel Dönüşüm” uygulamaları göstermiştir ki, bu konu, basit anlamda bir çevre düzenlemesine indirgenemeyecek kadar karmaşık bir sorundur. Sorunun ekonomik, sosyolojik, kültürel, tarihsel, siyasal ve her şeyden de öte insani boyutlarını göz ardı ederek geliştirilmeye çalışılan çözümler, sorunu çok daha trajik boyutlara taşımaktadır. Dolayısıyla Kentsel Dönüşüm Meselesini, Belediyeler Kanunu’nun bir maddesi içerisinde “halletmeye” çalışmak, hem hukuki hem de pratik olarak sorunludur. Bu “işgüzarlık”, sonu kestirilemeyen sosyal sonuçlara yol açabilir. Yasa değişikliğinin en sorunlu yanlarından bir tanesi İMO’dan de, kapsamının belirsizliği ve ölçüsüzlüğüdür. 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun değişen 73. Maddesi açık biçimde “kentin eskiyen kısımları” ile sınırlı iken, yasa değişikliği, “üzerinde yapı olan ya da olmayan, imarlı ya da imarsız” tüm alanları kentsel dönüşüm uygulamalarının hedefi haline getirmektedir. Belediye Meclislerine verilen bu ölçüsüz yetki, özellikle Büyükşehirlerde ölçüsüz bir “yağma” harekâtının başlamasına neden olacaktır. Yasa değişikliğinin tüm fıkralarına sirayet eden anlayış, kentsel dönüşüm uygulamasını tek başına belediyelerin inisiyatifine teslim etmektedir. Detaylı yasal sınırlandırmalarla hak sahipleri “Belediyelerin insafına” terk edilmektedir. Bu tek taraflılık o denli ileri gitmiştir ki, mahkemeler bile devre dışı bırakılarak, süreç belediyelerin tek taraflı işlemleriyle tamamlanabilir hale getirilmiştir. AK Partili belediyelerin, özellikle de Büyükşehir Belediyelerinin ortak özellikleri hukuk tanımaz tutumlarıdır. Mevcut yasa değişikliğiyle yapılmak istenen de yargıya intikal etmiş çok sayıda “kentsel düzenlemenin” yargıdan kaçırılmasıdır. Kanun değişikliğinin Geçici Maddesinde, yargılama süreci devam eden davalarda da “bu kanun hükümlerinin uygulanacağı” esasının yer alması hukuka doğrudan müdahale anlamına gelmektedir. Özellikle AK Partili Büyükşehir Belediyelerinin taraf olduğu çok sayıda kentsel dönüşüm davası “oldubitti”ye getirilmektedir. AK Parti, hukuk kurallarını ve mahkeme kararlarını tanımaz tutumundan biran önce vazgeçmelidir. Kentsel Dönüşüm uygulamaları, yeni kentsel rant alanları yaratmak, yeni zenginler türetmek amacıyla değil, zor koşullarda kente tutunmaya çalışan yurttaşlarımızın yaşam koşullarının düzeltilmesi amacını taşımalıdır. İNSAN HAYATIYLA REKLÂM OLMAZ DASK’ın reklam kampanyası ile ilgili olarak İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp tarafından yapılan basın açıklaması.22.06.2010 Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) tarafından hazırlanan, “Türkiye’de olabilecek en riskli depremde nüfusun büyük çoğunluğu hayatta kalacak. Ya Evleri?” başlıklı son iletişim kampanyası, deprem sorununu ele alışı ve insan hayatına yaklaşımı ile hepimizde derin bir kaygı ve üzüntü yaratmıştır. DASK tarafından hazırlanan iletişim kampanyasının odağında “depremlerde can kaybının önemsiz bir oranda kaldığı, en büyük zararın ise konut kaybı olduğu” vurgusu yer almaktadır. DASK’ın insan hayatını değersizleştiren bu yaklaşımı, bugüne kadar depremlerde hayatını kaybeden on binlerce yurttaşımızın hatıralarına saygısızlık olduğu gibi, depremlerin sonuçları açısından da oldukça yanıltıcıdır. Depremler, hiçbir maddi karşılıkla ölçülemeyecek derin kişisel ve toplumsal yaralar açmaktadır. DASK, kampanya temasının “araştırmalara” dayandığını iddia etmekte ve can kayıplarına ilişkin “olası rakamlar” kullanmaktadır. 17 Ağustos Depremi’nde yaşamını kaybeden yurttaşlarımızın sayısı bile tartışmalı iken, olası depremlerdeki can kayıplarına ilişkin istatistik vermek, bilimsel etikle bağdaşmamaktadır. İnsan hayatını istatistik verilerine indirgeyerek değerlendiren bu yaklaşım en hafif ifadeyle insanın kanını dondurmaktadır. DASK’ın kampanyası, ülkemizdeki konutların güvensizliğini açık biçimde ortaya koymakla birlikte, çözüm noktasında eksik kalmaktadır. Zorunlu Deprem Sigortası uygulaması, önlem bilincinin geliştirilmesi ve maddi kayıpların telafisi açısından önemli bir uygulamadır ve yaygınlaştırılmalıdır. Bununla birlikte konutları güvenli hale getirmenin asıl yolu, sağlıklı, nitelikli ve etkin bir yapı denetim uygulamasını tüm yurtta hayata geçirmektir. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr İnsan hayatını değersizleştirerek reklâm yapmak doğru değildir. Deprem tehdidini, bir gelir kapısı olarak gören anlayıştan kurtulmak gerekmektedir. DASK, kâr amacı güden bir sigorta şirketi gibi değil, kuruluş amacına ve toplumsal sorumluluğuna uygun biçimde davranmalıdır. Halkı yanlış yönlendiren bu iletişim kampanyası derhal geri çekilmelidir. Temmuz 2010 - 153 23 Şubeden İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak örgütlülük düzeyini artırmak, daha çok üyeye ulaşmak, üyelerimizin sıkıntılarını tespit etmek ve çözüm yolları aramak, en önemlisi de üyeleriyle daha fazla bütünleşen bir İnşaat Mühendisleri Odası için 42. dönemde yapı denetim kuruluşlarında işyeri temsilcilikleri oluşturulmaya başlanmıştır. Yapı denetim kuruluşlarında Mayıs-Haziran-Temmuz aylarında yapılan seçimlerde İşyeri Temsilcisi ve Temsilci Yardımcısı seçilen üyelerimizi kutlar, Şubemizin çalışmalarına verecekleri katkılardan dolayı teşekkür ederiz. Yapı denetim kuruluşlarında işyeri temsilci seçimleri devam etmekte olup, çalıştığı yapı denetim kuruluşlarında işyeri temsilciliği oluşturmak isteyen üyelerimizin Şubemizin örgütlenme birimi ile iletişime geçmeleri gerekmektedir. YAPI DENETİM KURULUŞLARI İŞYERİ TEMSİLCİLERİ Acar Yapı Denetim Ltd. Şti. Atayol Yapı Denetim Ltd. Şti. Hamza Şahin Yapı Denetim Ltd. Şti. İzbay Yapı Denetim Ltd. Şti. 24 Temmuz 2010 - 153 İŞ YERİ TEMSİLCİ TEMSİLCİ YARDIMCISI ACAR YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Veli ŞENGÜL Barış YAZICI ATAYOL YAPI DENETİM TİC. LTD. ŞTİ. Hilal YALIKLI Süleyman ERSOY AVRASYA YAPI DENETİM A.Ş. Devrim HAMARAT EGD YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Nurcan UĞUR Yiğit AKPINAR ELSA YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Osman SELÇUK Sercan SÖNMEZ HAMZA ŞAHİN YAPI DENETİM LTD. ŞTİ Duygu IŞIKLI İsmail KÖYMEN İLKAY YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Nil Alev ERALTAN Bager SANDALCI İZBAY YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Nail KOCABAŞ Ömür YILDIRIM KORDELYA YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Betül KESKİN Uğur ÇELİK MİLENYUM YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Güneş KARAKAYA RODOPLU YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Erkin AKGÜNLÜ TEPEKULE YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Ertuğ AK YAĞMUR YAPI DENETİM LTD. ŞTİ. Hüseyin ÖZBAYER Elsa Yapı Denetim Ltd. Şti. Milenyum Yapı Denetim Ltd. Şti. Cem YAPRAK İlkay Yapı Denetim Ltd. Şti. Tepekule Yapı Denetim Ltd. Şti. İncelemeler 27 ŞUBAT 2010 ŞİLİ DEPREMİNDE BETONARME PERDE DUVARLI ÇOK KATLI YAPI HASARI Derleyen: Nejat BAYÜLKE Güney Amerika’da Büyük Okyanus kıyısında Şili’de 8.8 büyüklüğündeki 27 Mart 2010 depreminden çok sayıda çok katlı yapı etkilendi. Ancak az sayıda çokkatlı yapı yıkıldı yada onarılmaz boyutta hasar gördü. Bu yazı, ABD’de bu depremi inceleyenlerin PEER, SEAOC ve LATBDC (*) sitelerindeki resim ve diğer bilgilerin Türk İnşaat Mühendisliğine aktarılmasının yararlı olacağı düşüncesi ile yazılmıştır. ÇOK KATLI YAPILAR Türkiye’de bir zamanlar çoğunlukla 5-6 katlı apartmanlar ve işyerleri yapılırken yaklaşık 15-20 yıldır kat adetleri 15-30 ve daha da yüksek olan yapılar çok yaygın bir biçimde yapılmakta. Bu çok katlı yapılarımız şu ana kadar ciddi (çok şiddetli) bır deprem yaşamadı. Şili’de gerek 1985 gerekse 2010 depreminde “çok katlı yapılar çok önemli iki şiddetli deprem sınavından geçti. Türkiye, Şili’deki gibi Richter ölçeğine göre 8.8 büyüklüğünde bir deprem olması beklenmesede, 7.0 - 7.5 büyüklüğünde depremlerle zorlanacak bir deprem ülkesidir. Büyük depremlerimiz bu çok katlı yapılarımızı yakın bir gelecekte deneyecek. Özellikle 7.0 7.5 büyüklüğünde deprem beklenen Marmara Denizi çevresinde yapılmış çok sayıda çok katlı yapılarımızın karşılaşacağı deprem şiddeti ve bu depremler karşısındaki davranışları ve bu depremlere dayanacak biçimde tasarlanmaları konusunda Şili depremlerinden öğrenilecekler vardır. Şekil-1 Tayvan 1999 depreminden çok katlı yapı hasarı İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Bu arada 1999 yılında Taiwan’da olan bir başka depremden etkilenmiş hasar görmüş hatta yıkılmış çok sayıda “çok katlı” yapılardan da öğrenilecekler var. Çok katlı yapıların zemin kat köşe kolonlarına çok büyük basınç kuvvetleri gelebilir: Şekil-1. Çokkatlı yapı yatay deprem yükleri altında genellikle “eğilme” davranışı gösteren yapı. 8-10 katın üzerindeki yapılar eğilme davranışı gösterir. Davranış yapının zemine bir ankastre kiriş davranışı gibidir. Üst katlara gidildikçe yatay ötelenme ve şekil değiştirme. Katlararası ötelenme oranları üst katlarda hızla artar. Eğilme tipinde olmayan yapı “kesme” tipi yapıdır. Yatay yük altında en büyük kat arası ötelenme zemin kattadır ve üst katlara doğru kat arası ötelenme miktarı giderek azalır. Eğilme tipi yapının zemin katında eğilme momenti daha önemlidir. Yapı çok yüksek olduğu için zemin katta büyük eğilme momenti yaratacak yatay yük küçüktür. Kesme tipi yapı yüksek olmadığı için yatay yük altında zemin katta büyük eğilme momentleri olması için çok daha büyük yatay yükler gerekir. Bu büyük yatay yükler ise eğilme momentinin kritik bir eşiğe gelmesinden önce kesme dayanımı aşan boyutlara ulaşır. Bu nedenle “kesme” tipi yapıda zemin katta kesme dayanımı önemlidir. Çok katlı yapıların bir başka özelliği yatay yükler etkisinde zemin katlarında büyük basınç ve çekme kuvvetleri oluşmasıdır (Şekil-2) Şekil-2 Çok katlı yapılarda deprem yatay yükleri zemin katta büyük eğilme momentleri ve çekme ve basınç kuvvetleri oluşturur Temmuz 2010 - 153 25 İncelemeler UZAK DEPREMLER Deprem yer hareketleri değişik periyot ve genlikte pek çok sinüsoidal titreşimlerden oluşur. Yer hareketinin “kısa “ periyotlu bileşenleri deprem merkezinden uzaklaşınca hızla sönerken, “uzun” periyotlu bileşenler çok uzaklara gidebilir (Şekil-3) “yüksek” yapıların uzak depremlerden daha çok etklenmesi beklenir. Yüksek yapıların öz titreşim periyotları da uzundur. Çok katlı yapıların uzak depremlerden daha çok etkilenmesinin nedeni deprem kuvvetli yer hareketinin ve yapının periyot özellikleridir.. Richter ölçeğine göre 8.8 büyüklüğündeki Depremin merkezinden 105 km uzakta olan Concepcion kentinde yer hareketinin uç ivmesi 0.6 g kadar ölçülmüştür. Oysa 7.2 büyüklüğündeki 12 Kasım 1999 depreminde hareket eden faydan 3-5 km kadar uzakta olan Düzce’de ölçülen yer hareketinin uç ivmesi 0.5 g kadardır. Şili’deki betonarme perde duvarlı yapılarda gözlenen deprem hasarında, olağanüstü büyük deprem kuvvetleri ile zorlanmış olmalarının da büyük katkısı vardır. HASAR VE ALINACAK DERSLER ŞİLİ’de 1985 depreminde gözlenen çok katlı betonarme yapı dayanım ve deprem davranışlarından Sözen (1989) tarafından aşağıdaki perde duvarı ile ilgili tasarım önerisi geliştirilmiştir. Perde duvarlı yapıların yükseklik/ en yada boy oranına bağlı olarak yatay ötelenmelerinin belli miktarda olması için gereken perde duvar alanları çıkarılmıştır Şekil-5 Şekil-3 Deprem kuvvetli yer hareketi hakim periyodunun mesafe ve deprem mağnitüdü ile değişimi Bu durum ŞİLİ depremindede gözlenmiştir. Depremin merkezinden hemen 250 km kadar uzakta olan Başkent Santiago’da çok sayıda çok katlı yapıda hasar olması deprem yer hareketinin ve çok katlı yapıların özelliklerinin bir sonucudur. 8.8 büyüklüğündeki depremin kuvvetli yer hareketi yüzlerce km uzakta da hasar yapacak genlikte olmuştur. 1985’de olan Şili depreminden farklı olmayan 2010 depreminin ivme kaydının süresi yine 1985 depreminde olduğu gibi çok uzundur (Şekil-4). Şekil-4 1985 Şili ve 1940 El Centro (ABD) Depremlerin kuvvetli yer hareketlerinin karşılaştırılması 26 Temmuz 2010 - 153 Şekil-5 Çok katlı yapılar için tasarım perde duvar miktarları (Sözen 1989) ŞİLİ de çok katlı yapı tasarımında Yönetmelikde kat ve kütle düzensizlikleri dikkate almamaktadır. Perde duvarların uçlarında çok iyi sarılmış uç elemanı ya da uç donatısı koşulları da yoktur. Buna karşılık deprem tasarım yükleri altında kat ötelenme oranı 0.002 h dir. Perde duvarlı yapı için R = 6.0 düşünülürse izin verilen limit ötelenme oranı %1.2 gibi olup Türkiye deprem yönetmeliğine göre % 2 olan değerden daha azdır. Bu yaklaşım daha çok perde alanı gerektiği anlamına gelmekte ve uç elemanı yapmamak daha çok perde alanı ile giderilmektedir. Daha çok perde alanı narin perdeler yapılmasına ve narin perdelerin de düzlem dışına burkulmasına neden olabilmektedir. Perde duvarlar düzlemleri doğrultusunda çok rijit olmalarına karşılık dik yönde çok ince ve narindir. Bu durum perdelerin düzlem dışına burkulmalarına neden olabilmektedir (Şekil-6).Perde uçlarında büyük çekme ve basınç kuvvet çifti oluşturan eğilme momentlerinin yaratacağı kalıcı hasar daha sonra duvarın kısa yönde burkulmasına neden olmaktadır. İncelemeler Şekil-9 Eğilme Momentinde dolayı Perde uç donatısı kopması ve donatı burkulması. Uç donatılarına sargı donatısı yerleştirme biçimi yeterli olmamış Şekil-6 İnce Perde duvarlarda düzlem dışına burkulma 2010 ŞİLİ DEPREMİNDEN BETONARME PERDE DUVAR HASAR ÖRNEKLERİ Şili 2010 depreminde gözlenmiş tipik perde duvar hasarı örnekleri aşağıda verilmektedir. Şekil-10 Eğilme Momentinden dolayı Perde uç donatısı Burkulması.Uçdonatıları etriye ile sarılı değil gövde yatay donatılarının perde ucunda 90 derece bükülmüş olması . Boyuna donatıları yeteri kadar sarmamış Şekil-7 Betonarme Perdede Basınç kırılması. Şekil-8 Betonarme perde Yanal Burkulma kırılması İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Şekil-11 Birbirine çok yakın iki perde arasında “bağ kirişi” gibi zorlanmış döşeme kenarlarında eğilme çatlakları Temmuz 2010 - 153 27 İncelemeler Şekil-12 Zemin katta küçültülmüş perde. Perdelerinde büyük hasara karşı yıkılmamış yapı. İleri düzeyde perde hasarı ile azalmış taşıma gücü yapı ağırlığı ve kullanım yüklerini taşımak için yeterli olduğu için tümü ile yıkılma olmamış larla konulması gerektiği görülmektedir. 7-Zemin katlarda perde duvar kalınlıklarının en az 25 hatta 30 cm genişlikte olmalıdır. 8-Perde uç elemanı ve gövde donatılarının kat geçişlerinde yeterli bindirme boyları olmalı 9-Zemin ya da bütün katlarda hiçbir şekilde perde duvar en kesitleri kısaltılmamalı. Taşıyıcı sistemin rijitliğinde büyük değişme olmadan sürekliliği sağlanmalıdır. 10-Çok sayıda betonarme perde duvarda çok ileri düzeyde basınç, eğilmeden dolayı basınç ve çekme kırılması ve perdenin kısa yönünde yanal eğilme momenti kırılması olmasına karşın yıkılan perde duvarlı yapı sayısı 4 ve ağır hasar gördüğü için yıkılacak yapı sayısının da ön belirlemelere göre 50 kadar olduğu sanılmaktadır. Az sayıda binanın göçmüş olmasının nedeni çok ileri düzeyde hasarla birlikte düşey yük taşıma gücü azalan perdelerin geriye kalan düşey yük taşıma güçleri yapının kendi ağırlığı ve kullanımdan kaynaklanan düşey yüklerden yine de daha büyük olmasıdır. SONUÇ Betonarme perde duvarlı yapıların 2010 Şili depremindeki davranışlarından öğrenilenlerin Türkiye’de tasarlanan ve inşaa edilen çok katlı yapılarda dikkate alınması hatırlatılır. Şekil-13 Çokkatlı Yapının yüzeye çok yakın radye temelinde dönme DAHA YÜKSEK DAYANIMLI PERDE DUVARLAR NASIL OLMALI? Yapılan ilk ve genellikle gözlemsel ve niteliksel değerlendirmelere göre perde duvarlardaki hasar nedenleri ve daha yüksek dayanımlı perdeler için, bir çoğu daha öncede bilinen, gerekenler şöyle sıralanabilir. 1-Çok katlı yapıların zemin katlarında genişliği 20 hatta 17.5 cm olan çok ince perde duvarlar yapılmıştır. 2-Perde duvarların uçlarında oluşan büyük çekme ve basınç kuvvetlerini taşıyacak donatılar miktar olarak azdır 3-Perde uç donatıları arasındaki beton aralığı çok azdır. 4- Bu perde uç donatıları ayrı etriyelerle sarılmamış; perde gövde yatay donatıları perde uçlarında 90o derece bükülerek etriye gibi kullanılmak istenmiştir. 5-Uçları 90o derece bükülmüş etriyeler hep açılmıştır. 6-Projelerde. perdelerin her iki yüzündeki donatıları birbirine bağlayan “çirozların” sık konulması belirtilmiş olmasına karşın uygulamada ya hiç ya da çok az “çiroz” kullanıldığı gözlenmiştir. 6-Perde uç donatılarının yaklaşık perde kalınlığı kadar aralıkla konulmuş etriyelerle sarılması yetersiz kalmıştır. Bu bölümdeki etriyelerin 10 cm’den de daha az aralık28 Temmuz 2010 - 153 (*) PEER: Pacific Eartquake Engineering Research Center; EERI: Earthquake Engineering Research Institute, LATBDC :Los Angeles Tall Buildings Design Council Sözen, M. A. (1989) “Orta Yükseklikte Betonarme Yapıların Depreme Karşı Tasarımında Şili Formülü” İnşaat Mühendisleri Odası X uncu Teknik Kongre Bildiriler Kitabı, Cilt-II, Sayfa 283–314 Beton HAZIR BETONDA G İŞARETİ İrfan KADİROĞLU İnşaat Mühendisi Hazır betonda G İşareti dönemi 1 Temmuz 2010 itibarı ile başladı. Bu tarihten itibaren G işareti olmadan hazır beton üretimi yapılamayacaktır. “G İşareti”, Ülkemizde “CE”ye tabi olmayan yapı malzemelerinin piyasaya arzında zorunlu olan bir işarettir ve malzemeye, malzemeye iliştirilen bir etikete, malzemenin ambalajına veya malzemeye ait ticari belgelere iliştirilerek kullanılır. “CE” ve “G” işaretleri birer kalite işareti değil, temel şartların sağlandığı bir güvenlik işareti olarak algılanmalıdır. G İşareti ile ilgili hükümleri düzenleyen “Yapı Malzemelerinin Tabi Olacağı Kriterler Hakkında Yönetmelik” (kısaca “G İşareti Yönetmeliği”), Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından 26.06.2009 tarih ve 27270 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Ayrıca, bu Yönetmeliğin uygulama esaslarını belirleyen “Yapı Malzemelerinin Tabi Olacağı Kriterler Hakkında Yönetmeliğe Göre Uygunluk Teyit Sistemlerinin Uygulanmasına Dair Tebliğ” (kısaca “G Uygulama Tebliği”) 06.02.2010 tarih ve 27485 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Söz konusu Yönetmelik ve Tebliğ, 4703 sayılı “Çerçeve Kanun” ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye dayanılarak hazırlanmıştır. Yönetmelik’te “G’ye tabi yapı malzemeleri”, bina ve diğer inşaat mühendisliği işlerini içeren yapı işlerinde kalıcı olarak kullanılan ve “CE’ye tabi olmayan ürünler” olarak tanımlanmaktadır. Genel olarak G belgesi ülkemizde Avrupa’ya göre daha riskli olan ürünleri kapsamaktadır. Beton ve inşaat demiri, bu tanıma giren yüzlerce malzeme içinde en önemlileri olarak ön plana çıkmaktadır. Ürünün G İşareti ile beyan edilecek performans değerleri, tabi olduğu ulusal standarda (veya standardın bulunmaması durumunda ise bir ulusal teknik onaya) göre uygunluğu değerlendirilerek teyit edilmektedir. Ulusal standarda göre yapılacak değerlendirme, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından ilgili ürün bazında görevlendirilen “Uygunluk Değerlendirme Kuruluşları”nca “G Uygunluk Belgesi” verilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir. Beton, TS EN 206-1 Standardı kapsamında “G Uygunluk Belgesi”ne tabidir. G İşareti Yönetmeliğine göre betonun uygunluk teyit sistemi “1+” olup, bu sistem tam ürün belgelendirilmesini kapsamaktadır. “1+” uygunluk Üretim kontrol sisteminin oluşturulması Üretim kontrol sisteminin denetimi Beton sınıflarında başlangıç tip deneyleri Üretim kontrol sisteminin periyodik denetimi (en az yılda 1) Habersiz ürün denetimi (en az yılda 3) Otokontrol deney sonuçlarının değerlendirilmesi İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr teyit sistemine göre hazır beton üreticisinin ve denetleme kurumunun sorumlulukları aşağıdaki tablodadır. Hazır beton üreticisinin TS EN 206-1 Standardı kapsamında kuracağı üretim kontrol sistemi, denetleme kurumu tarafından ilk sistem denetimine tabi tutulmakta ve her bir beton sınıfında başlangıç tip deneyleri yapılmaktadır. Eğer tesisin uygunsuzluğu yoksa veya tespit edilen uygunsuzluklar belirtilen sürede giderilmiş ve tip deneyi sonuçları uygun ise o hazır beton tesisi için “G Uygunluk Belgesi” düzenlenmektedir. Düzenlenen G Uygunluk Belgesi bir yıl geçerlilik süresine sahiptir ve normal olarak yılda bir sistem denetiminden geçirilerek geçerlilik süresi uzatılabilmektedir. Ayrıca G Belgelendirmesinin en önemli hususlarından biri olan habersiz ürün denetimleri, belgelendirme sonrası yıl içinde her bir üretim tesisinde en az yılda üç kez yapılmaktadır. Tesis ve ürün denetimlerinde başarılı olan tesislerin belge geçerlilik süreleri birer yıl halinde uzatılmaktadır. Yönetmeliğe göre 01.07.2010 tarihinden itibaren betonun piyasaya arzı için G İşareti zorunlu hale gelecektir. Bu tarihten önce de beton G İşareti taşıyabilir. G İşareti Yönetmeliği’ne tabi yapı malzemeleri, zorunlu yürürlük tarihi olan 01.07.2010’den sonra Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından piyasa gözetimi ve denetimine tabi tutulacaktır. Eğer bir ürün G İşareti taşımadan piyasaya arz edilmişse, üretici Bakanlık tarafından önce uyarılır, belirtilen süre içerisinde belge alınmaz ise idari para cezası ve ürünün piyasaya arzının durdurulması gibi yaptırımlar uygulanır. 01.07.2010’dan sonra betonda G İşareti olmadan piyasaya ürün arzı söz konusu değildir; dolayısıyla betonda tek zorunlu belge “G Uygunluk Belgesi” olmuştur. G Uygunluk Belgesi, zorunlu olmasının yanı sıra beton kullanıcıları tarafından beton alımında çok önemli bir tercih nedeni olmalıdır. Yapılan denetimler salt bir denetim olarak düşünülmemeli, üreticilerin daha verimli bir üretimle kalitelerini yükselttikleri bir süreç olarak kabul görmelidir. Ayrıca bu belge ile haksız rekabetin önleneceği de unutulmamalıdır. Hazır betonda G İşareti uygulaması sektörümüz için hayırlı olsun... Kaynak: “Türkiye Hazır Beton Birliği”, www.thbb.org . Hazır Beton Üreticisi Denetleme Kurumu √ - √ √ √ √ √ Temmuz 2010 - 153 29 Prefabrik ´%(721$50(35()$%5ú.$6<21'$621'(1(<6(/9(.85$06$/ d$/,û0$/$5ú/(*h1&(/*(/úû0(/(5µ Türkiye Prefabrik Birliği - İTÜ-Steelab Uluslararası Çalıştayı İstanbul Teknik Üniversitesi 14 Haziran 2010,Taşkışla, İstanbul Soner BİLGE İnşaat Yüksek Mühendisi Sadık Can GİRGİN İnşaat Yüksek Mühendisi Türkiye Prefabrik Birliği ve İTÜ Yapı ve Deprem Mühendisliği Laboratuvarı (STEELab) tarafından düzenlenen “Betonarme Prefabrikasyonda Son Deneysel ve Kuramsal Çalışmalar ile Güncel Gelişmeler” Uluslararası Çalıştayı prefabrik sektör temsilcileri, üniversitelerden araştırmacılar ile İtalya, Slovenya, Yeni Zelanda’dan araştırmacıların katılımı ile 14 Haziran 2010’da gerçekleştirildi. Türkiye Prefabrike Birliği Başkanı Buğra KÜÇÜKKAYALAR açılış konuşmasında, ülkemizdeki sanayi yapılarının % 85’inin betonarme prefabrikasyon teknolojisi ile yapıldığına değinerek sanayi yapılarının deprem dayanımının ulusal sanayi varlığımızın güvenliği açısından önemini vurgulamıştır. Bu konuda yapılmakta olan Ar-Ge çalışmalarının çalıştayda ele alınacağını anlatan KÜÇÜKKAYALAR, etkin araştırma gücünün sinerji yaratmak üzere bir araya getirilmesinin de büyük önem kazandığına işaret etmiş ve ulusal ve uluslararası ortak girişimler gerçekleştirilmesinin giderek daha çok benimsenmekte olduğunu belirtmiştir. KÜÇÜKKAYALAR bu kapsamda, Türkiye Prefabrik Birliği’nin de uzun süredir ülkemizin çeşitli araştırma kuruluşları ile birlikte önemli araştırmalara önayak olduğunu ve destek verdiğini vurguladı. yerleştirilmesi ile geliştirilen hibrit sistemler konusunda yapılmış deneysel ve analitik çalışmalarla ilgili bilgiler verildi, Prefabrik kolonlarda narinlik etkisi ve aderans göçmesi göz önüne alınarak Slovenya’da elde edilen analitik model ve modelin temel-kolon birleşimi numunesinde gerçekleştirilen deneysel çalışma ile karşılaştırılması verildi. İkinci oturumunda ülkemizde prefabrik kolonkiriş birleşimlerine yönelik gerçekleştirilen bazı deneysel çalışmalar hakkında sunumlar gerçekleştirildi; ODTÜ’de kolon-kiriş birleşimlerine yönelik yapılan deneysel çalışmalarda 7 adet ard-çekmeli birleşim bölgesi ile ilgili çalışmalar aktarıldı. Kocaeli ve Boğaziçi Üniversiteleri’nde hibrit ve yerinde dökme prefabrik betonarme kolon-kiriş birleşimlerinin sismik tasarımında etkin detayların elde edilmesi amacı ile gerçekleştirilen deneysel çalışmalar hakkında bilgi verildi. İTÜ’de gerçekleştirilen ardgermeli birleşim deneyleri ile ilgili çalışmalardan da bilgiler verildi. Yapı Merkezi deneysel çalışmalarında üç boyutlu prototip bir prefabrik yapı modeli üzerinde gerçekleştirilen deneyler aktarıldı. Yapısal modelleme ve yeni tasarım esaslarının yer aldığı üçüncü oturumda; Eğik eğilme etkisi altındaki tekil temeller ve ikinci mertebe etkilerinin göz önüne alınarak kolon narinlik hesaplarının doğrusal olmayan analizle gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar konusunda bilgiler verildi. Son oturumda gerçekleştirilen panel bölümünde prefabrik yapıların tasarımında ve uygulamalarında gelecekte göz önüne alınması gereken hususlar konusundaki bazı öneri ve görüşler ise; Dört oturumdan oluşan çalıştayın konu başlıkları şu şekilde yer aldı: Prefabrikasyonda Uluslararası Çalışmalar Türkiye’de Gerçekleştirilen Bazı Deneysel Çalışmalar Yapısal Modelleme ve Yeni Tasarım Esasları Panel/Tartışma Çalıştayın ilk oturumunda; Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi ve Türkiye Prefabrik Birliği olmak üzere 8 Avrupa Birliği üyesi ülkesinin yer aldığı AB Projesi “SAFECAST” hakkında bilgiler verildi. Proje kapsamında prefabrik kolon-kiriş, döşeme-kiriş, kolon-temel ve cephe panosu-kolon birleşimlerinin sismik tasarımı ile ilgili çalışmaların gerçekleştirildiği aktarıldı. Yeni Zelanda’da prefabrik yapılarda kolon-kiriş birleşimlerinin tasarımında ardgerme tekniği ve takılıp sökülebilen enerji sönümleyici cihazların 30 Temmuz 2010 - 153 Ar-ge çalışmalarının arttırılması, Yüksek yapılarda prefabrikasyon uygulamalarının arttırılmasına yönelik çalışmaların yapılması, Prefabrik yapı elemanlarının ve yapıların tasarımındaki yönetmeliklerin günümüz şartlarına uygun hale getirilmesi, stabilite kontrolleri ile bir- Prefabrik leşim detayları ile ilgili maddelerin yer almasının gerekliliği, Prefabrikasyon sektörü içerisinde projelendirmede ve yapımda çalışan teknik personel için sertifikalandırma yapılabileceği, şeklinde sıralanabilir. Ayrıca programa ek olarak Prof. Dr. Matej FISCHINGER (Slovenya) tarafından Şili Depremi ile ilgili bir sunum gerçekleştirildi. Kaynak : http://www.prefab.org.tr/ (Türkiye Prefabrike Birliği) İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 31 İş Sağlığı ve Güvenliği İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERİ İLE ORTAK SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMLERI HAKKINDA YÖNETMELİK UYGULAMALARINA TMMOB TARAFINDAN AÇILAN DAVALARDA DANIŞTAY TARAFINDAN YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARLARI VERİLDİ Alpaslan ERTÜRK Öğr. Gör. Maden Yük Müh. İş Güvenliği Uzmanı(A) (DEÜ Mühendislik Fak. Maden Müh. Böl.) “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik” uygulamalarina ilişkin olarak Türk Tabipleri Birliği tarafından açılan davada Danıştay Onuncu Dairesi 29.03.2010 tarihli 2010/696 Esas Nolu ara kararla bazı maddelerin yürütmesinin durdurulmasına karar vermişti. Bu kararı daha önceki yazımızda sizlerle paylaşmıtık. Bu kararın ardından aynı süreçte devam etmekte olan ve aynı Yönetmelik hakkında TMMOB Maden Mühendisleri Odası ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarafından açılan davalarda da benzer sonuçlar alındı; TMMOB Maden Mühendisleri Odası tarafından açılan davada “E:2009/13775 sayılı ara karar ile ilgili Yönetmeliğin, 4/b., 4/c., 35.,40.,41.,42.,44.,47.,48.,54. maddeleri ile 56. Maddenin 1/a-3, 1/b-2, 1/b-4, 1/c-1, ve 1/c-2 alt bentlerinin yürütülmesinin durdurulmasına, anılan Yönetmeliğin dava konusu diğer madde ve düzenlemelerine ilişkin yürütmenin durudurulması isteminin reddine, …….. 16/04/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir. TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarfından açılan davada “E:2009/13770 sayılı ara karar ile ilgili Yönetmeliğin, 4.maddesinin c bendinin, 40. maddesinin, 42. maddesinin 2. bendinde geçen “işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı eğitim kurumu yetki belgesi” ibaresinin, 47.maddesinin 1. fıkrasının b bendinde geçen; “en az üçyıl(A) sınıfı iş güvenliği uzmanlığı belgesi ile iş güvenliği alanında görev yaptığını belgeleyen” ibaresinin ve 1. fıkrasının ç bendi ve 2.fıkrasının, 54. maddesinin birinci fıkrasında geçen “Teorik eğitimin en fazla üçte ikisi uzaktan eğitimyöntemi kullanılarak da verilebilir” ibaresinin ve 56. Maddesinin 1. Fıkrasının b bendinin yürütülmesinin durdurulmasına, anılan Yönetmeliğin dava konusu diğer madde ve düzenlemelerine ilişkin yürütmenin durudurulması isteminin reddine, …….. 16/04/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir. Sonuç olarak ülkemizde iş kazaları can almaya devam ederken, mevzuatta yaşanan karmaşa da devam etmektedir. Bu süreci sonlandırmaya yönelik olarak hazırlanan Yasa ve yeni Yönetmeliklerin de benzer sonuçlarla karşılaşabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir. İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ KONUSU KAMUSAL SORUMLULUKLA ELE ALINMALIDIR! TBMM’nde “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” içeriğinde İş Sağlığı ve İş Güvenliği konusu da gündemde görüşmeye açılacak kanun teklifleri arasındadır. Bu kanun teklifi incelendiğinde, TMMOB ve bağlı Odaların kapsam dışına çıkarıldığı da görülmektedir. Konuyla ilgili İnşaat Mühendisleri Odası tarafından bir önerge hazırlanarak milletvekillerine gönderilmiştir. Yine aynı konuyla ilgili olarak İnşaat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanarak üyelerimiz tarafından TBMM Başkanlığı ile TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na fakslanan metin aşağıdadır. Türkiye son yıllarda birbiri ardına yaşanan iş kazalarıyla sarsılmaktadır. Tuzla Tersanesi ve maden ocakları başta olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan iş kazalarında her yıl yüzlerce kişi hayatını yitirirken, binlerce kişi ise sakat kalmaktadır. Kazaların yaşandığı işyerlerinin ortak noktası, iş güvenliğinin göz ardı edildiği, denetimin uygulanmadığı, sendikalaşmanın olmadığı ve taşeronluğun yaygınlaştığı işletmeler olmalarıdır. Kamu işletmeciliği anlayışının gerilemesi, özelleştirmeler ve sendikalaşma oranının 32 Temmuz 2010 - 153 düşmesi, işçi sağlığı ve işyeri güvenliği konusunun kronik bir sorun haline dönüşmesine neden olmuştur. İşyeri güvenliğinin ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması kamusal bir sorumluluktur. İşçi sağlığının ve iş güvenliğinin sağlanması için gerekli yasal ve idari düzenlemeleri yapmak ve alınan tedbirlerin uygulanmasını sağlamak hükümetin sorumluluğundadır. Ne yazık ki, AK Parti Hükümeti, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki sorumluluklarını yerine getirmediği İş Sağlığı ve Güvenliği gibi, bu konudaki yasal düzenlemeleri bile “daha geri noktaya” götürmeye çalışmaktadır. Ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Yasası’yla düzenlenmiştir. Yasa, işveren tarafından kurulan “İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu”, hekimlerden oluşan “İşyeri Sağlık Birimi” ve “İş güvenliğiyle görevli mühendis veya teknik elemanlar” eliyle sağlıklı ve güvenli bir çalışma düzeninin oluşturulmasını öngörmüştür. Yasa, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ni (TMMOB) söz konusu çalışma düzeninin etkin bir katılımcısı olarak tanımlamıştır. Ne var ki, bu konuda hazırlanan uygulama yönetmelikleri, yasada yer alan hükümleri karşılamamıştır. Yasaya karşı olan bu yönetmelikler, TMMOB tarafından açılan davalar sonucunda iptal edilmişlerdir. Hükümet, yasaya uygun yönetmelikler yapmak yerine, yasayı yönetmeliklere uydurma yoluna yönelmiştir. 4857 Sayılı İş Kanunu’nun işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin maddelerini değiştirmek için hazırlanan yasa teklifi, tüm itirazlarımıza rağmen komisyonlardan geçirilerek Genel Kurul gündemine getirilmiştir. 2/712 Esas Numaralı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı bir Torba Yasanın 10,11 ve 12. Maddelerin yer alan değişikliklerle birlikte, Sağlık Bakanlığı, TTB ve TMMOB sürecin tamamen dışında bırakılarak, işyeri sağlık ve güvenliği konusundaki tüm yetkiler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na verilmektedir. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan TTB ve TMMOB’nin kendi uzmanlık alanlarındaki birikim, sorumluluk ve yetkileri görmezden gelinmektedir. Yasada, işyeri güvenliğinin sağlanması için gerekli tedbirlerin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi için yetkili olan mühendisler yerine tüm teknik elemanları içeren “iş güvenliği uzmanlığı” tanımının yapılması, sürecin sağlıklı işleyişini sıkıntıya sokmaktadır. Söz konusu yasa değişikliğinin en can alıcı noktalarından birisi de, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ile diğer teknik ve sağlık personeline eğitiminin özel işletmelerce yapılmasına olanak sağlanmasıdır. Böylelikle iş güvenliği konusunda çalışacak hekim ve uzmanların eğitimi özel sektöre devredilerek “kar kapısı” haline dönüştürülmektedir. “Özelleştirmeler” ve “aşırı kar hırsı”, iş kazalarındaki artmasındaki en önemli nedenler arasında sayılırken, “işçi sağlığı ve iş güvenliği” konusunun bile piyasalaştırılmaya çalışılması bilimle, akılla ve vicdanla açıklanabilir bir durum değildir. Sağlıklı ve güvenli bir çalışma düzeninin kurulmasının kamusal bir sorumluluk olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu konu, karlılık mantığı üzerine kurulmuş ticari işletmelerin sorumluluğuna bırakılmamalıdır. Kamu yararını gözeten ve kamusal nitelikleri öne çıkan emek ve meslek odaları, bu sürecin etkin özneleri olmalıdır. 2/712 Esas Numaralı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin 10, 11 ve 12. maddeleri, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorununun kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu değişiklikler yasalaştığı takdirde “iş kazaları” ve “iş güvenliği” sorunu giderek büyüyecektir. Yasa değişikliği teklifi reddedilmelidir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki uygulama yönetmelikleri, TMMOB, TTB ve sendikaların da taraf olduğu komisyonlar eliyle hazırlanmalıdır. İMO TARAFINDAN HAZIRLANAN DEĞİŞİKLİK ÖNERGELERİ TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 10 uncu maddesinin (a) ve (c) bentlerinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz. “a) İşlerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapmak üzere Bakanlıkça ve/veya Bakanlıkça yetkilendirilmiş kamu kurumları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca belgelendirilmiş hekimler, işyeri hekimini; mühendisler iş güvenliği mühendisini,” “c) İş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görev yapacak işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının eğitimlerini veren kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yanı sıra Bakanlıkça yetkilendirilen kamu kurum ve kuruluşları ve Türk Akreditasyon Kurumu veya Avrupa Birliği ile çok taraflı tanıma anlaşmaları imzalamış akreditasyon kuruluşlarından akredite edilmiş Personel Belgelendirme kurum ve kuruluşları, eğitim kurumunu,” İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Gerekçe Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin 10. maddesinin (a) ve (c) fıkralarına ilişkin değişiklik önerisi, Anayasanın 138 inci maddesi, 5544 sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu, 6235 sayılı TMMOB Kanunu, 6023 sayılı TTB Kanunu ile uyumun sağlanmasının yanı sıra, kamu kurumu niteliğindeki ilgili meslek odalarının iş sağlığı ve iş güvenliği alanlarındaki bilgi ve deneyimlerinden azami oranda yararlanılmasını teminen meslek odalarına eğitim ve belgelendirme olanağı sağlanması amacıyla verilmiştir. Ayrıca iş sağlığı ve güvenliği gibi “can alıcı” nitelikteki bir konuda eğitim ve belgelendirmenin “kar” amaçlı ticari kuruluşlar tarafından yapılmasının yaratacağı ciddi sorunlara yol açacağı ve eğitimde nitelik kaybı yaşanacağı dikkate alınarak bu kuruluşlar teklif önerisinden kaldırılmıştır. Temmuz 2010 - 153 33 İş Sağlığı ve Güvenliği TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA tiğinde diğer teknik elemanı Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 11 inci maddesinin ilk fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz. görevlendirmekle, “işyeri sağlık ve güvenlik birimleri ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin nitelikleri, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınmasına ilişkin hususlar, bu birimlerde bulunması gereken araç, gereç ve teçhizat ile görevlendirilecek işyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi ve diğer sağlık personelinin nitelikleri, sayısı, işe alınmaları, görev, yetki ve sorumlulukları, çalışma şartları, görevlerini nasıl yürütecekleri, eğitimleri ve belgelendirilmeleri ile eğitim kurumları ile belgelendirme kurumlarının yetkilendirilmeleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği mühendisi eğitim programlarının ve bu programlarda görev alacak eğiticilerin niteliklerinin belirlenmesi ve belgelendirilmeleri ile eğitimlerin sonunda yapılacak sınavlar Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği ve Türk Mimar Mühendis Odaları Birliğinin görüşleri alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. Gerekçe 4857 sayılı İş Kanunu’nun yayımlandığı 2003 yılından bugüne bu kanuna bağlı olarak çıkartılan yönetmelikler konusunda uygulama birliği sağlanamamıştır. Katılımcı demokrasinin gereği olarak anılan yönetmeliklerin TTB ve TMMOB ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca müştereken çıkarılması gerekmektedir. Böylelikle kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bilgi ve deneyimlerinden en üst düzeyde yararlanılabilecek ayrıca toplumsal uzlaşma kültürüne katkıda bulunulacaktır. İş sağlığı ve güvenliği gibi kamuoyunu doğrudan ilgilendiren bir alanda eğitim ve denetim uygulamalarının yaygınlaştırılması ile niteliğin yükseltilmesi sağlanacaktır. TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA 4857 sayılı İş Kanununun 81 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesi arz ederiz. “İşverenler, işçi çalıştırdıkları işyerlerinde alınması gereken iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin belirlenmesi ve uygulanmasının izlenmesi, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçilerin ilk yardım ve acil tedavi ile koruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla, işyerindeki işçi sayısı, işyerinin niteliği ve işin tehlike sınıf ve derecesine göre; a) İşyeri sağlık ve güvenlik birimi oluşturmakla, b) Bir veya birden fazla işyeri hekimi ile gereğinde diğer sağlık personelini görevlendirmekle, c) Bir veya birden fazla iş güvenliği mühendisi ile gerek- 34 Temmuz 2010 - 153 yükümlüdürler. İşyeri hekimleri ile iş güvenliği mühendislerinin sözleşmeleri mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmış olmaları nedeni ile fesih edilemez. 30 işçiden az işçi çalıştıran işverenler, bu yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını, bünyesinde çalıştırdığı ve bu maddeye dayanılarak çıkarılacak yönetmelikte belirtilen vasıflara sahip personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak da yerine getirebilir. Bu şekilde hizmet alınması işverenin sorumluklarını ortadan kaldırmaz. 30 işçiden fazla işçi çalışan işverenler bu yükümlülüklerini, işyerinde oluşturulan işyeri sağlık ve güvenlik birimi aracılığı ile yerine getirmek zorundadırlar. İşyerinde alt işveren çalıştırılması durumunda işçi sayısı alt işverenin işçileri de dahil edilerek hesaplanır.” Gerekçe Yapılan değişiklik ile ülkemizce imzalanmış olan (Gözden Geçirilmiş) Avrupa Sosyal Şartı ile ILO sözleşmelerinin hükümlerinin yerine getirilmesi amaçlanmıştır. TBMM GENEL KURULU BAŞKANLIĞI’NA Görüşülmekte olan Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin 12. Maddesinin (m) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz. “m) İşyeri hekimi, iş güvenliği mühendisi, diğer teknik ve sağlık personel ile işçilere eğitim vermek için Türk Akreditasyon Kurumu veya Avrupa Birliği ile çok taraflı tanıma anlaşmaları imzalamış akreditasyon kuruluşlarından akredite edilmiş Personel Belgelendirme kurum ve kuruluşları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerini, belge vermek üzere kamu kurumlarını ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını yetkilendirmek, gerektiğinde yetkilerini iptal etmek, hizmetin etkin ve verimli bir şekilde verilip verilmediğinin kontrol ve denetimini sağlamak, işyeri hekimi ve iş güvenliği mühendisinin eğitimleri sonundaki sınavları yapmak ve yaptırmak, ” Gerekçe Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 12. maddesinin birinci fıkrasına (l) bendinden sonra gelmek üzere eklenen (m) bendine ilişkin değişiklik önerisi, Bazı Kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin 10. maddesinin (a) ve (c) fıkralarına ilişkin değişiklik önerisine bağlı olarak, Bakanlığın görev tanımlarının ilgili fıkralarla uyumunun sağlanması amacıyla verilmiştir. Vergi MÜKELLEF OLMA BİLİNCİ Doğan ÖZTÜRK Serbest Muhasebeci Mali Müşavir (İMO İzmir Şubesi Mali Danışmanı) MÜKELLEFİN VERGİ KANUNLARINA KARŞI HAKLARI VE SORUMLULUKLARI Mükellef, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüb eden (düşen) gerçek veya tüzel kişidir. 1. Tam mükellef; Türkiye’de ikamet eden kişiler ile yurtdışında Türk devleti adına çalışan kişi ve müesseselerdir. 2. Dar mükellef; Türkiye’de ikamet etmeyip 6 aydan fazla Türkiye’de bulunan kişiler. HAKLARI A - Defter ve Belgelerin Usulüne Uygun Olarak İstenmesini İsteme Hakkı B- Kimlik Gösterilmesini İsteme Hakkı C- Vergi İncelenmesine Alınmanın Hukuki Dayanağının İstenmesi Hakkı D- İncelemenin Kendi İşyerinde Yapılmasını İsteme Hakkı Vergi mükellefleri, VUK’un 139. maddesi uyarınca, vergi incelemesinin kendi işyerinde yapılmasını isteme hakkına sahiptir. E- Vergi İncelemesinin Konusunun Bildirilmesini İsteme Hakkı (VUK md. 140/1). Bu hem VUK’un hükmü gereğidir, hem de Bilgi Edinme Kanunu’nun doğal bir uzantısıdır İncelemenin konusunu bildirmenin kapsamına şu konular girer: (İnceleme ile ilgili görev yazısını yazan makam, yazının tarihi ve sayısı) (Olağan vergi incelemesi, ihbara dayalı vergi incelemesi, karşıt inceleme vb.), - (GV, KV, KDV, Damga Vergisi, ÖTV, Gider Vergileri vb.). - (01.01.2007 - 31.12.2009 arası dönem gibi). J- İnceleme Nedeniyle Alınan Defter ve Belgelerden Yararlanma Hakkı K- Tutanak Tutulması Sırasında Yasal Haklarının Anımsatılmasını İsteme Hakkı Nezdinde İnceleme yapılan mükellefe son tutanak alınması sırasında Tarhiyat Öncesi Uzlaşma kurumundan yararlanıp, yararlanmayacağı hususunun sorulması gerekir. Bu VUK’un uzlaşmaya yönelik maddelerinin zorunlu bir sonucudur. Bu çerçevede mükellefe Uzlaşma ve Tarhiyat Öncesi Uzlaşma kurumlarının anlatılması gerekir. Bu anlatım sırasında mükellefin olumlu ya da olumsuz etki altında kalmaması için yansızlığı özen gösterilmesi ve olabildiğince yorum ve güdülemeden kaçınılması gerekir. L- Vergi İncelemesinin Bittiğine İlişkin Resmi Bir Yazıyı İsteme Hakkı Vergi incelemesi bittiğinde, bunun yapıldığını gösteren bir resmi yazı mükellefe verilir (VUK md. 140/3). M- Vergi İnceleme Raporlarının Hukuka Uygun Yolla Tebliğini İsteme Hakkı Mükellefler, vergi incelemesi sonucu düzenlenen vergi inceleme raporlarının kendilerine VUK hükümlerine uygun şekilde tebliğ edilmesini isteme hakkına sahiptirler. N- Arama Kararının Bir Örneğini İsteme Hakkı Aramalı vergi incelemesi, Sulh Ceza Mahkemesi yargıçlığından arama kararı alınmasını zorunlu kılmaktadır. Arama kararı olmadıkça mükellefin veya mükellefle ilgili bulunan kişi, kurum ve kuruluşlarda, mükellefin evinde ve üzerinde arama yapılamaz. Aramaya başlamadan önce, arama kararının arama yapılacak adreslere ulaşıldığında mükellefe veya vekillerine bir örneğinin verilmesi gerekir. F- Resmi Çalışma Saatleri Dışında Vergi İncelemesi Yapılmamasını İsteme Hakkı VUK’un 140/2. maddesi uyarınca, O- Aramada El Konulan Defter ve Belgelerin Ayrıntılı Tespitini ve Bilgisayarın Hard Disklerinin Yedeklemesinin Kurallara Uygun Yapılmasını İsteme Hakkı G- Vergi İncelemesinin İşyeri Etkinliklerini Aksatmamasını İsteme Hakkı VUK’un 140/2. maddesi hükmü gereğidir. Arama çok özel ve hukuken çok ağır bir durumdur. Kişinin küçük dünyasına devletin el atma hareketidir. Bu yönüyle birey özgürlüklerini zedeleyici bir yanı vardır. Bu bakımdan aramada el konulan her türlü defter ve belgenin ayrıntılı olarak tutanaklara geçirilmesine dikkat etmek gerekir. Bilgisayarların veri depolarının (hard disklerinin) teknolojik ve hukuk kurallarına uygun biçimde ve mutlaka mükellefin teknik ekibinin de bulunduğu bir ortamda yedeklenmesi ve bu yedeklerin delil niteliğinin mahkeme aşamasında kabul için güvenlik altına alınması gerekir. Mükellefin tüm bu süreçlerde hukukun tüm unsurlarına uygun davranılmasını isteme hakkı vardır. İnceleme elemanlarının da, mükellefin bu hakkına saygı göstermesi beklenir. H- Vergi İnceleme Tutanaklarına Kendi Görüşlerinin Yazılmasını İsteme Hakkı VUK’un 141. maddesi uyarınca I- Tutanakların Bir Örneğini İsteme Hakkı İmzaladığı vergi inceleme tutanağının bir örneği mükellefe veya vekiline verilir. Bu VUK’un 141. maddesi gereği zorunludur. İ- Tutanakları İmzaladıktan Sonra El Konulan Defter ve Belgeleri İsteme Hakkı İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Ö- Arama Yoluyla El Konulan Defter Ve Belgelerin AyrışTemmuz 2010 - 153 35 Vergi tırmasının Kendi Gözetimi ve Katılımı Altında Yapılmasını İsteme Hakkı Arama yoluyla el konulan defter ve belgelerin konulduğu mühürlü torbaların açılması ve ayrıştırılması sırasında mutlaka mükellefin veya vekilinin hazır bulunması gerekir. Torba mühürlerinin bozulmasının (fekkinin) mükellefin veya vekilinin kontrollünden sonra yapılması önemlidir. Tüm bu işlemlerin de tutanağa kaydedilmesi gerekir. El konulan bilgisayar veya yedeklenmiş veri depolarının (hard disklerini) açılması, şifrelerinin kırılması ve hard disklerdeki verilerin kağıt ortamına aktarılması sırasında mükellef veya vekili hazır bulunur. Yazıcıdan çıkan tüm belgelerin her bir sayfası mükellef veya vekili tarafından imzalanır ve kaşelenir. Böylelikle, somutlanan bilgilere mükellefin dışında hiç kimsenin bir bilgi eklemesinde bulunmadığı hukuken saptanmış olur (VUK md. 143). El konulan defter, belge ve bilgisayar ortamlarının açılması, ayrıştırılması ve kağıt ortamına basılması sırasında mükellefin veya vekilinin ve teknik adamlarının da hazır bulundurulması; tüm yapılan işlemlerin tutanaklara yazılması ileride ortaya çıkması olası boş ve gereksiz hukuki tartışmaları en başından ortadan kaldırır. Ayrıca, mükellefin hukukunu korur. Ü- Vergisinin Doğru Hesaplanmasını İsteme Hakkı VUK’un gerek 3. maddesi uyarınca ve gerekse 134. maddesi uyarınca vergisinin vergiyi doğuran olaydan başlayarak doğru hesaplanmasını istemek hakkına sahiptir. VUK’un 134. maddesi uyarınca, vergi incelemesinden amaç; ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır. V- İnceleme Sırasında Meslek Mensubunu (YMM, SMMM, SM) Yanında Bulundurmayı İsteme Hakkı 3568 sayılı Yasa kapsamında faaliyet gösteren YMM, SMMM ve SM mensuplarının yapılan incelemenin mükellefin bulunması gereken her aşamasında mükellef istediği takdirde bulunmaları olanaklıdır. Bu mükellefin hukukunun korunması bakımından önemlidir. Y- İnceleme Sırasında Ve Sonrasında Vergi Mahremiyetini İsteme Hakkı Z- Kendisine, Kurumuna ve Kurum Çalışanlarına Özen-Li Davranılmasını İsteme Hakkı ÖDEVLERİ P- Aramada El Konulan Belgelerden Vergi İle İlgili Olmayanlarını İsteme Hakkı İncelenmek üzere arama yoluyla el konulan belgelerden vergi ile ilgili olmayan kişisel ve özel mektup ve diğer belgeler tutanak karşılığında ayrıştırma sırasında mükellefe veya vekiline iade edilir (VUK md. 144). R- Arama ile El Konulan Defter, Belge ve Bilgisayarların İyi Korunmasını İsteme Hakkı Arama sonucu el konulan defter ve belgeler ile bilgisayarların iyi saklanması gerekir. Bunların iyi saklanmamasından dolayı mükellefin uğrayacağı zararların vergi idaresi tarafından karşılanması gerekir (VUK md. 143). S- Vergi İncelemesinin Öncelikle Bitirilmesini İsteme Hakkı Aramalı yapılan vergi incelemesi, çabukça ve her işten öncelikle bitirilir. Mükellef aramalı yapılan vergi incelemesinin bir an önce bitirilmesini inceleme elemanından isteyebilir. Ş- Mükellefin El Konulan Defter, Belge Ve Kayıtlardan Yararlanım Hakkı Mükellef beyannamesini düzenlemek için gerekli bilgileri defter ve belgelerden yukarıdaki fıkra hükmü dairesinde çıkarılabilir. Mükellefin bu husustaki yazılı isteği yetkililerce derhal yerine getirilir (VUK md. 144). T- Kayıtların İşlenmesi İçin Ek Süre İsteme Hakkı U- İhbarın Doğru Çıkmaması Sonucunda Muhbirin Adını İsteme Hakkı İhbar üzerine yapılan aramada ihbar sabit olmazsa nezdinde arama yapılan kimse muhbirin adının bildirilmesini isteyebilir, bu takdirde, vergi dairesi muhbirin ismini bildirmeye mecburdur (VUK md. 142). 36 Temmuz 2010 - 153 İşe Başlama : İşe Başlamayı Bildirmek Zorunda Olanlar; 1-Ticaret ve sanat erbabı; 2-Serbest meslek erbabı; 3-Kurumlar vergisi mükellefleri; 4-Kollektif ve adi şirket ortaklarıyla, komandit şirketlerin komandite ortakları. Adres Değişikliğini Bildirme: İş Değişikliğini Bildirme: 1-Yeni bir vergiye tabi olmak 2-Mükellefiyet şeklinde değişiklik 3-Mükellefiyetten muaflığa geçmek İşi Bırakmayı Bildirme: 1-Tasfiye, iflas halleri de işi bırakma sayılır. 2-Tasfiye ve iflas kararlarının ilanıyla kapanma kabul edilir. 3-Ölüm de işi bırakma hükmündedir. Defter Tutma Defter tutmak zorunda olanlar: 1.Ticaret ve sanat erbabı; 2. Ticaret şirketleri; 3. İktisadi kamu müesseseleri; 4. Dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler; 5. Serbest meslek erbabı; 6. Çiftçiler. İktisadi kamu müesseseleriyle dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler defter tutma bakımından tüccarların tabi oldukları hükümlere tabidirler. Defter Tutmak Zorunda Olmayanlar: 1- Gelir vergisinden muaf olan esnaf ve gerçek usulde vergiye tabi olmayan çiftçiler. 2- Gelir Vergisi Kanununa göre kazançları basit usulde tespit edilenler. Vergi 3- Kurumlar vergisinden muaf olan; tƞLUƌTBEƌLBNVNàFTTFTFMFSƌ t%FSOFLWFWBLøBSBBƌUƌLUƌTBEƌƌǵMFUNFMFS Vesikalar Vergi mükellefleri, Vergi Usul Kanunu uyarınca aşağıda açıklanan belgeleri düzenlemek ve kullanmak zorundadır. Mükellefler kullanacakları belgeleri “Vergi Usul Kanunu Uyarınca Vergi Mükellefleri Tarafından Kullanılan Belgelerin Basım ve Dağıtımı Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre Defterdarlıklarla anlaşmalı olan matbaalara bastırarak veya anlaşmalı matbaalar dışındaki matbaalardan temin etmeleri halinde bunları notere onaylatarak kullanmak zorundadırlar. Fatura; Sevk İrsaliyesi; İrsaliyeli Fatura; Perakende Satış Vesikaları; Gider Pusulası; Müstahsil Makbuzu; Serbest Meslek Makbuzu; Taşıma İrsaliyesi; Yolcu Listeleri; Günlük Müşteri Listeleri;Adisyon; Reçete; Ambar Tesellüm Fişi; Döviz Alım ve Satım Belgesi; Dekontlar;Sigorta Poliçesi; Sigorta Komisyon Gider Belgesi. Mükelleflerin Muhafaza ve İbraz Ödevleri: Vergi Usul Kanununa göre defter tutmak mecburiyetinde olanlar, tuttukları defterleri ve belgeleri ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl süre ile muhafaza edeceklerdir tMükellefin Sosyal Güvenlik Kurumu Karşısındaki Hakları Ve Sorumlulukları Her mükellef işyerinin sgk bildirmek sorumluluğuna sahiptir. Mükellef 5510 sayılı yasa çıkmadan önce ssk ise açmış olduğu işyerinde sosyal güvence olarak SSK’sını yürütebilir ayrıca bağkurlu olmasına gerek yoktur. Şayet ssk değil ise otomatik olarak bağkurlu olur. Mükellef her ay hizmet bildirimi beyanını , eksik gün beyanını vermekle mükelleftir. İş kazaları ile ilgili bildirim yapmalıdır. İşini bıraktığını bildirmekle mükelleftir. Adına çıkan aylık ssk ödemelerini yapmakla sorumludur. Mükellef 5510 sayılı yazı kanunla emeklilik hakkına sahiptir.Kanunda yazılı süreler dolduğunda Emekliliği hak eder. Adına salınan ödeme emri ceza ihbarnamelerinde gösterilen sürelerde yanıt vermek mal bildiriminde Bulunmakla mükelleftir. Defter ve belgelerinin incelenmesi söz konusu olduğunda bunu yazılı olarak talep etmek ve talebi ilgili Zamanında yerine getirmekle mükelleftir. İş yerinde sağlıklı ve iş güvenliğine tabi bir ortam yaratmakla mükelleftir. Her işçiye işçi özlük dosyası hazırlanmasından sorumludur. Tehlikeli işlerde çalışan işçilerle ilgili iş kanununun yüklediği sorumluluklarda hassasiyet Göstermekle mükelleftir.Alınması gerekli sağlık raporlarını almak bonservisleri kontrol etmek vs. İş akit başlangıç ve bitişlerinde iş kanunu hükümleri dışında hareket etmemekle yükümlüdür. İşe başlama ve bitiş önelleri yani ihbar önelleri, ücretli izin, kıdem tazminatı gibi hususlarda 4857 Sayılı iş kanuİMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr nuna uymakla yükümlüdür. Mükellefin Diğer Vergi Kanunları Karşısındaki Hakları ve Sorumlulukları Maalesef vergi kanunlarımız KDV , kurumlar ve gelir vergisinden ibaret değildir. Damga Vergisi Kanunu, Özel Tüketim Vergisi Kanunu, Amme Alacakları Kanunu, Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu, Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu, Gider Vergisi Kanunu, Emlak Vergisi Kanunu, Haçlar Kanunu, Belediye Gelirleri Kanunu... diye uzayıp giden bir settir. Malumdur ki kanunlar sorumsuz, tüzel kişilikler ve gerçek kişiler ise kanunlardan sorumludur. Gerek gerçek kişi gerekse tüzel kişiliklerde sorumluluk sahibi yönetim kurulu üyelerinin asli görevleri , dünyadaki rekabetçi şartlarla mücadele , ülkeye teknolojinin getirilmesi, ticari kar, sosyal refah, ülke refahı ve istihdama katkı koymak gibi önemli sorumlulukları varken , birde bu kanunları takip etmek elbette olası ve kolay bir iş değildir. Burada meslek kuruluşları ve bu konularda hizmet veren odalar (TÜRMOB – BAROLAR BİRLİĞİ ) büyük sorumluluklar düşmektedir. Mükellef sıfatlı kimsenin yapması gereken OLMAZ İSE OLMAZ HUSUS ŞUDUR: Ticari hayata atılırken İYİ BİR HUKUK MÜŞAVİRİ ve İYİ BİR MALİ MÜŞAVİR seçmek olacaktır. Bu seçimleri yaptıktan sonra önüne gelen tüm bürokrasi işlemlerinde bu ekibi iyi kullanmak ve ekibin sunduğu bilgiyi okuyup ve yönünü ona göre dönmektir.En acı günümüzde dahi bu böyledir.Babamız vefat eder veraset ve intikal vergisi ile işlem takvimi yürümeye başlar.Yurtdışına ihracat yaparız 3065 sayılı KDV kanunu ve ihraç kayıtlı teslimler gündeme gelir , görüldüğü gibi bu kanunları bir kişinin bilmesi ve yenilenen bu kanunları gün ve gün takip etmesi kolay bir iş değildir. Meslek kuruluşlarının işlevi ise yine üyelerine müşavirlik hizmeti veren kurum ve kuruluşlar ile direk olarak , üyelerinin muhatap olacağı resmi ve özel kuruluşlarla toplantılar yaparak bu kuruluşlarla ilgili ilişkileri üst seviyede tutmak ve üyesi ile kuruluşları tanıştırmak olacaktır. Ülkemizde her birey gözlerini dünyaya bir borç ile açmaktadır.Çok çalışmak ve bu borçlardan kurtulmak için , performansımızın boşa gitmemesi ve ayrıca bir kazaya uğramamız gerekmektedir. Mükellef zaten yukarda bahsettiğim gibi ticaretin ağır şartları ile karşı karşıya iken birde kendisine bürokrasiden vergi ve sgk kanunlarından bir ceza kaza gelmemesi için asgari olarak yukarıda yazdıklarımızdan bir parça haberimiz olması yada iyi bir müşavir gurubundan destek almamız gerekmektedir. Ülkemizde BEYAN sistemi geçerlidir. Devlet mükellefinden beyanını alıp arkasından bu beyanın sıhhatli olup olmadığını araştırmaktadır.O sebepten dolayı bu işin içinde olan biri olarak siz değerli oda üyelerimize tavsiyem BEYANINIZI yapmadan lütfen bir müşavirden destek almanız yönündedir. Sözleri bir hoca nasihatı ile bitirmek istiyorum. Nasreddin Hoca Hesabı testi kırılmadan şaplağı yemek her zaman hayrımıza olacaktır. Lakin testi kırıldıktan sonraki şaplak sayısı her zaman kırılmadan öncekinden fazladır. Temmuz 2010 - 153 37 Sağlık DEPREM GERÇEĞİ VE SAĞLIK Dr. Fatih SÜRENKÖK Her 17 Ağustos bize deprem ile birlikte yaşama ve gerekli önlemleri almamız gerçeğini bir kez daha hatırlatır. Gerekli açıklamalar yapılır; devletin yetkilileri alınan ve alınmakta olan tedbirler ile görevlerini iyi yaptıklarını söylerken, nedense meslek örgütleri alınan önlemlerin ne kadar yetersiz olduğunu vurgular. ki sağlık çalışanlarının afet senaryoları ile ilgili bilgi ve organizasyonları iyi iken başta hekimler olmak üzere diğer sağlık çalışanlarının bilgi ve katılımı yetersiz. Bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nin hekimlerle ve Marmara Üniversitesinin de yönetici hemşireler ile yaptığı çalışmalar gerçeği göstermekte. Deprem gerçeğinde sağlığın iki önemli yönü vardır. 1-Bu hizmetin verileceği binaların depreme dayanıklılığı 2-Deprem anındaki sağlık hizmetinin organizasyonu Türk Tabipleri Birliği tarafından yapılan araştırmada, yataklı tedavi kurumlarında görevli hekimlerin yüzde 9.6’sının “Çalıştıkları hastanenin olağan dışı duruma hazır olduğu”, yüzde 73.3’ünün ise “hazır olmadığı” görüşünü taşıdığı bildirildi Olağan dışı durumlara karşı tüm sağlık kuruluşları ve çalışanlarının hazırlıklı ve donanımlı olmalarının önemine işaret edilen çalışmada, “Hazırlıklı olmak, fiziksel açıdan güvenli bir binada hizmet vermekten, olağan dışı durumda kullanılacak tıbbi malzemenin depolanmasına, kriz anında nasıl işlev göreceğini, görev tanımını ve ne yapacağını bilmekten, bunun tatbikatlarını yapmış olmaya dek uzanan bir yelpazeyi kapsaması gerektiği” ve “Hazır olmanın sağlık sisteminin vereceği hizmetin niteliğini yükseltip, acil duruma yanıt verme süresini kısaltacağını, sağlık çalışanlarının bu süreçteki yetersizlikler nedeniyle ek bir travma yaşamalarını da en aza indirgeyeceği” belirtildi. 1-İzmir İlindeki Hastanelerin Depreme Dayanıklılığı Doğal afet sırasında toplumun sağlık sorununun giderilmesi temel amaçlardan biridir. Bu nedenle sağlık hizmeti veren hastane binalarının gerek deprem anına, gerekse depremden sonraki olağanüstü duruma hazır olması gerekmektedir. İlimizdeki hastanelerin önemli bir kısmı “Deprem Yönetmeliği”nden önce yapıldığından depreme dayanıklılığı yetersizdir. Dünya Bankası adına Toplu Konut İdaresi Proje Uygulama Biriminin, İngiliz Laing-Owen Williams şirketine yaptırdığı “Deprem Dayanım Araştırması”nın ardından İstanbul’daki 26, İzmir’deki 30 hastaneye bağlı toplam 644 bina hakkında rapor hazırlandı. 1998 yılında başlatılan çalışmada hastanelerin zemin etütleri yeniden yapılırken, projeleri incelendi. Bu inceleme sonucunda İzmir’de incelenen 30 hastanenin (Devlet, SSK, belediye, ordu ve üniversitelere bağlı) 321 binasının yüzde 70’inin depreme dayanaklı olmadığı 225 binanın güçlendirilmesi gerektiği ortaya çıktı. Bu incelemenin sonucunda deprem güçlendirilmesi ya da binaların yıkılarak yeniden yapılması için öngörülen bütçe hiçbir zaman oluşturulmadı. Geçen 12 yıl içinde geçirdiğimiz Marmara, Elazığ deprem deneyimleri bile yeterince ders oluşturmadı ki bu konuda yeterince önlem alınmadı. Sadece yeni yapılan binalar deprem yönetmeliğine uygun olarak yapıldı Şu anda İzmir metropolündeki hastanelerde 20 bine yakın sağlık çalışanı, 8 bine yakın yatan hasta -refakatçileri ile 13 bini bulabilir-, 40 bine yakın ayaktan sağlık hizmeti için hastaneye başvuran hasta olduğu düşünülürse, bu çürük yapılarda 70 bin kişinin barındığı gerçeği ortaya çıkar. Bu binaların bir afet sırasında hizmet vermesi bir yana afetin kaynağı olduğu kesindir. 2-Deprem Anındaki Sağlık Hizmetinin Organizasyonu Bu konu binaların dayanıklılığına oranla daha iyi durumda. Ancak bu konunun özelikle çalışanlar açısından pratik uygulaması çok iyi değil. Yönetici durumunda38 Temmuz 2010 - 153 Çalışmaya katılan hekimlerin yüzde 15.1’i çalıştıkları hastanenin “Olağan dışı Durum Risk Analizi”nin yapıldığını ifade etti. Bu soruya hekimlerin yüzde 26.9 “Hayır”, yüzde 57.2’si ise “Bilmiyorum” yanıtını verdi. Çalışmaya katılan hekimlerin yüzde 36.5’i görev yaptıkları hastanenin “Hastane Afet Planı” olduğunu belirtti. Bu soruya “Hastane afet planı yok” yanıtını verenlerin oranı ise yüzde 16.7. Hekimlerin yüzde 45.7’si de çalıştığı hastanede afet planı olup olmadığını bilmiyor. Çalışmaya katılan hekimlerin yüzde 16.3’ü görev yaptıkları hastanede “Hastane Afet Planı Eğitimi” verildiğini bildirdi. Bu soruya, “Hastane afet planı eğitimi yapılmadı” yanıtını verenlerin oranı da yüzde 63 oldu. Hekimlerin yüzde 19.8’i çalıştığı hastanede afet planı eğitimi verilip verilmediğini bilmiyor. Hekimlerin yüzde 13.1’i çalıştıkları hastanede “Hastane Afet Planı Tatbikatı” yapıldığını belirtti. “Hastane afet planı tatbikatı yapılmadı” yanıtını verenler ise yüzde 64.4 oranında. Hekimlerin yüzde 20.3’ü çalıştığı hastanede afet planı tatbikatı yapılıp yapılmadığını bilmiyor. Soruları yanıtlayan hekimlerin yüzde 9.6’sı “Çalıştıkları hastanenin olağan dışı duruma hazır olduğunu”, yüzde 73.3’ü ise “hazır olmadığını” bildirdi. Hekimlerin yüzde 15.4’ü de buna “bilmiyorum” yanıtını verdi. Yönetici hemşirelerle yapılan çalışmada da genel olarak olağan dışı durumlara hazırlık için daha fazla eğitim ve teçhizata ihtiyaç duyulduğu vurgulanmış ve bu durumlarda kullanılmak üzere daha fazla insan ve ekonomik Sağlık kaynağa ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır. Görüldüğü gibi binaların depreme dayanıklılığı yetersiz olduğu gibi, içinde yaşayan,çalışan ve olağan dışı durumda topluma hizmet vereceklerin organizasyonu da yetersiz. SONUÇ Deprem ile bir arada yaşamak zorunda olan kentler öncelikle toplu yaşam alanlarında iyileştirme yapmışlar, hastaneleri de bu konuda en öne koymuşlardır. California, 1984 depreminden sonra hastanelerdeki tüm tıbbi cihazların depremden zarar görmeyecek şekilde sabitlenmesi için kural koydu. Bunun gibi çok basit kurallar bile maalesef ilimizde uygulanmıyor Acaba bu konuda gereğini yapmayan yönetici görevini kötüye kullanmış olmuyor mu? Bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmak gerekmez mi? Bir Japon atasözü ile bitirmek istiyorum; “Afet tam da unutulduğu anda kapımızı çalar!” KAYBETTİKLERİMİZ Halil KÖMÜRCÜ (1952-2010) 1977 yılında Ege Üniversitesi’nden mezun olan üyemiz 24 Haziran 2010 tarihinde vefat etmiştir. Ahmet AKINCI (1940-2010) 1967 yılında University Of Waterloo’dan mezun olan üyemiz 20 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir. Üyelerimizin ailelerine, dostlarına ve meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz. Üyemiz İbrahim YAVAŞÇA’nın eşi Hürsen YAVAŞÇA 6 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir. BULMACA ÇÖZÜMLERİ Kare Bulmaca 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 1 M U T A B A K A T 2 A R A S A A L E T 3 Y A R A U K A L A 4 A A B E Y K A R 5 L A K B A H A L 6 A N B E R E H A 7 N K A D I N S I 8 M E R S G E Z 9 A C A R K E N A R 7 5 4 8 2 1 6 3 9 9 3 2 7 6 4 5 8 1 1 6 8 5 9 3 7 2 4 3 4 9 2 5 6 8 1 7 5 2 6 1 7 8 9 4 3 8 7 1 4 3 9 2 5 6 6 1 5 3 8 7 4 9 2 4 8 7 9 1 2 3 6 5 2 9 3 6 4 5 1 7 8 Sudoku (Zor) 8 3 7 5 2 4 9 1 6 9 6 2 1 8 7 5 3 4 4 5 1 3 6 9 8 2 7 5 1 3 4 9 2 6 7 8 2 8 4 7 5 6 1 9 3 6 7 9 8 3 1 4 5 2 3 2 6 9 1 8 7 4 5 1 4 8 2 7 5 3 6 9 7 9 5 6 4 3 2 8 1 Sudoku (Çok zor) 8 3 7 5 2 4 9 1 6 9 6 2 1 8 7 5 3 4 4 5 1 3 6 9 8 2 7 Üyemiz Fikret REİS’in annesi Bedriye REİS 25 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir. 5 1 3 4 9 2 6 7 8 2 8 4 7 5 6 1 9 3 6 7 9 8 3 1 4 5 2 İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr E L A L E M R A Sudoku (Kolay) Üyelerimiz Mustafa DÜZGÜN’ün babası, Vicdan Çağlar DÜZGÜN’ün kayınbabası Ahmet DÜZGÜN 21 Temmuz 2010 tarihinde vefat etmiştir. Üyelerimizin acısını paylaşır, kendisine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. 10 3 2 6 9 1 8 7 4 5 1 4 8 2 7 5 3 6 9 7 9 5 6 4 3 2 8 1 Temmuz 2010 - 153 39 Hukuk KOOPERATİFLER YASASI’NDA YAPILAN 13 HAZİRAN 2010 TARİHLİ DEĞİŞİKLİKLER ÜZERİNE Avukat Baki OKAN Yapı Kooperatifleri, özellikle Kooperatifler Yasası’nın yürürlüğe girdiği 1969 yılından bu yana, ana kuruluş amaçları da dikkate alındığında, planlı ve bilinçli uygulamalarla bulundukları bölgenin konut ve diğer benzeri gereksinimlerinin karşılanmasına önemli katkı sağlayan kuruluşlar olmuşlardır. Bu bağlamda, başta inşaat sektörü olmak üzere ülke ekonomisi açısından da olumlu bir ivme kazandırdıkları, özellikle konut yapı kooperatiflerinin az ve orta gelirlilerin konut edinmelerinde ve ülkemiz konut açığının kapatılmasındaki ve giderek gözlemlenen küçük sanayi ve ticaret alanlarının oluşturulmasındaki rolleri yadsınamaz. Kuşkusuz bu olumlu yönleri yanı sıra kimi olumsuz ve sakıncalı durumlardan da sözetmek gerekir. Sözgelimi, imar ve şehircilik mevzuat ve ilkelerine aykırı uygulamalar bu sakıncaların başında gelmektedir. Bu duruma yapı kooperatiflerinde alınan hatalı kararların ve denetim eksikliklerinin sebep olduğu ve bu nedenle kooperatif ortaklarının zarar görmesi yanında sağlıklı yapılaşma yönünden de sakıncalar taşıdığı söylenebilir. Kooperatifler Kanunu’nun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına ilişkin 5983 sayılı Yasa, 13 Haziran 2010 günlü 27610 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. Yapılan bu son değişiklikleri incelediğimizde birkaç başlıkta toplandığını görüyoruz. Bunlardan ilki; kooperatif organları başlıklı beşinci bölümde genel kurul seçimlerine ilişkin “oy hakkı” başlığını taşıyan 48. maddeye eklenen fıkradır. Kooperatiflerin yönetim ve denetim kurulu üyelerinin seçilmesine ilişkin olan bu maddeye eklenen yeni fıkra, ortak sayısı 500’den fazla olan kooperatiflerin ve üst kuruluşlarının genel kurul toplantılarındaki yönetim ve denetim kurulu seçimlerinin, gizli oy açık tasnif ilkesine göre yapılacağını hükme bağlamaktadır. Ancak, esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri bu yükümlülükten ayrık tutulmuştur. Bu yeni düzenleme ile, ortak sayısı 500’den az olan kooperatifleri ve üst kuruluşlarını etkilememektedir. Özetle, kooperatif ortaklarının özgür iradeleri ile herhangi bir etki altında kalmadan oy kullanabilmeleri, böylece genel kurullarda ortaya çıkacak iradenin daha katılımcı ve demokratik bir şekilde gerçekleşmesinin amaçlandığı söylenebilir. Öte yandan, kooperatiflerin yönetim ve denetim kurulu seçimlerinde her ortak, en fazla bir ortağı temsilen oy kullanabilecektir. Yasanın 81 inci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere; “Amacına ulaşılarak dağılma sürecine girmiş olan kooperatiflerden çıkan veya çıkarılan ortağın konutu veya işyeri çıkma veya çıkarılma sebebiyle geri alınamaz; 40 Temmuz 2010 - 153 ancak, bu eski ortaklar daha sonra oluşabilecek tasfiye masraflarına katılırlar.” cümlesi eklenmiştir. Söz konusu değişiklik, amacına ulaşarak dağılma sürecine girmiş kooperatiflerde çıkan veya çıkarılan ortakların konutunun kooperatiflerce geri alınmasını ve bu nedenle ortakların zarar görmelerini önlemeye yöneliktir. Bu değişiklik ile anayasal bir ilke olan mülkiyet hakkına uygun bir hüküm eklendiği de söylenebilir. Kooperatifler Yasası’ndaki bu son değişikliğin en önemlileri Teftiş ve Denetleme başlığını taşıyan 90. maddenin tamamında yapılan ve Ek 1. maddenin 2. fıkrasındaki değişikliktir. 90. maddedede yapılan en esaslı değişikliği açıklamadan önce madde metninde son değişiklik ile getirilen yeni hükümde önceki madde metnindeki “Ticaret Bakanlığı” yerine “İlgili Bakanlık” sözcüğü yeralmıştır. Ek 1. maddenin 2. fıkrasındaki değişiklik ile bu konudaki İlgili bakanlığın hangi bakanlıkları ifade ettiği açıklanmıştır. Gelinen noktada, yapılan değişiklikler ile birlikte, kooperatiflerin denetimi üç Bakanlık arasında paylaştırılmıştır. “İlgili bakanlık deyiminden, bu Kanun kapsamındaki tarımsal amaçlı kooperatifler ve üst kuruluşları için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yapı kooperatifleri ve üst kuruluşları için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve diğer kooperatifler ve üst kuruluşlar için ise Sanayi ve Ticaret Bakanlığı anlaşılır.” Görüldüğü gibi, bu değişikliklerle yapı kooperatiflerinin denetimi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan alınarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na devredilmiş oldu. Kanımızca yasada yapılmak istenen ve amaçlanan da temelde bu değişikliği sağlamaktı. Yasa değişikliği ile ilgili gerekçeye bakıldığında bu değişikliğin başka anlamları da var elbette. Gerekçede bu amaç şöyle ifade edilmiş; “…Bu bağlamda yapı kooperatiflerinin bölgenin nazım ve stratejik gelişme planlarına göre belirlenen konut, sanayi ve benzeri arazi kullanım kararlarına uygun alanlarda kurulması ve yapılaşmanın sosyal donatı alanları, altyapı gibi hizmetlerle birlikte imar mevzuatına uygun olarak tamamlanması sağlandığında planlı kentleşme sürecinde de etkin rol oynayacakları açıktır. Arazi tahsisi de dahil olmak üzere plamlamadan projelendirmeye, ruhsattan kat mülkiyetine geçiş ve kooperatifin feshine kadar geçen süreçte yapı kooperatiflerinin mahalli teşkilatları da bulunan merkezi idare birimince sürekli kontrol altında tutulmasıyla, vatandaşların kooperatiflere olan güveninin yeniden kazandırılması, dar gelirlilerin konut sahibi olması ilk tesis maliyetinin yüksek olmasından dolayı ticari faa- Hukuk liyetlere katılamayan vatandaşların ticari faaliyetlere katılmasının özendirilmesinin gerçekleşeceği değerlendirilmektedir. Belirtilen sebeplerle,yapı kooperatiflerine ilişkin görevlerin yapılaşma ve şehircilikle ilgili görevleri yapmak ile görevli Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca yapılmasının uygun olacağı değerlendirilmiş ve bu görevlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığına devredilmesi maksadıyla….değişiklik yapılması öngörülmüştür.” Teftiş ve denetlemeye ilişkin 90. madde değişiklikten önce aşağıdaki gibidir; “Ticaret Bakanlığı, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin ve Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin işlem ve hesaplarını ve varlıklarını müfettişlere veya kooperatif kontrolörlerine denetlettirebilir. Kontrolörlerin seçilme ve çalışma şekli ile görev ve yetkileri tüzükle tespit olunur. Bu teşekküller denetim sonucuna göre Ticaret Bakanlığınca verilecek talimata uymak zorundadırlar. Kooperatifler ve üst kuruluşlarına kredi veren kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve ilgili bakanlıklar; verilen kredilerin açılış gayesine uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı, plan ve projesine uygunluğu, teknik özellikleri ve kalite açısından denetleyebilirler. Kooperatiflerde ve üst kuruluşlarında görevli bulunanlar bu kuruluşlara ait mal, para ve para hükmündeki kağıtları ve gizli de olsa bunlarla ilgili defter ve belgeleri istenildiğinde müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine ve kredi kuruluşlarının denetim görevlilerine göstermek, saymasına ve incelemesine yardımda bulunmak, istenilen bilgileri gerçeğe uygun ve eksiksiz olarak vermek ve doğru beyanda bulunmakla yükümlüdürler.” 90. maddede yapılan en köklü ve hukuken kayda değer değişiklik ise; “Yapılan denetimler sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık, kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir. Bu durumda ilgili Bakanlık, bir yıl içerisinde olağanüstü genel kurul toplantısının yapılması için gerekli tedbirleri alır.” hükmüdür. Bu değişiklik kanun tasarısında bulunmadığından gerekçesini bilmek mümkün olamamıştır. Ancak önerge ile eklenen madde TBMM de çok tartışılmış olup tartışmaların uygulamada devam edeceği düşünülmektedir. 90. maddeki değişikliğin uygulamada yaratabileceği çok önemli sorunları görmek için hukuk bilgisi gerekmediği açıktır. Gerçekten, yasa maddesindeki değişik- İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr liklerde belirtilen koşulların varlığı halinde Bakanlığa kooperatiflerin yönetim kurulu üyeleri ve üst düzey yöneticilerinin görevlerine son verme yetkisi verilmektedir. Bu yetkinin kullanılması sırasında ilgili bakanlıkça objektif özen gösterilmesi gereği sadece bir beklenti olmaktan çıkarılmalı ve bir hukuki zorunluluktur. Öte yandan daha önemli gördüğüm diğer bir sakınca ise, tedbir niteliğindeki bu görevden alma halinde oluşacak yönetim boşluğunun ne şekilde giderileceği ve buna ilişkin olarak değişiklik metninde hiçbir açıklık olmayışıdır. Yönetim kurulunun/üst düzey yöneticilerin görevden alınmaları halinde, Kanun ile açıkça yetki verilmemiş olduğu için ilgili bakanlığın bu boşluğu atama yoluyla doldurması hukuken mümkün görülmemektedir. O zaman kooperatifin yönetim kurulu yedek üyelerince bu boşluğun giderilmesi söz konusu olabilir mi? Ya da diğer bir olasılık olarak, kooperatife mahkemece kayyım atanması yolu mu izlenecektir. Söz konusu değişiklik metninden anlaşılamayan bu sorunların giderilmemesi uygulamada tartışmaları da getirecektir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre ( Kooperatifçilik Strateji Belgesi 2010-2014) Ülkemizde 87.869 kooperatif, 619 Birlik, 6 Merkez Birliği faaliyet göstermektedir. Bu kooperatiflerin yaklaşık 8.500.000 ortağı bulunmaktadır. Konut Yapı Kooperatifi sayısı ise 59.129, Birlik 363, Merkez Birliği ise 3 dür. Konut Yapı Kooperatifi ortak sayısı ise 2.150.860 dır. Konut yapı kooperatifleri yasanın yayımı tarihi olan 13 Haziran 2010 tarihinden itibaren, altı ay sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na devredilecektir. Kooperatifler Yasasında yapılan bu son değişikliklerin uygulamadaki sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Temmuz 2010 - 153 41 Üyelerimizden VAHİM TABLO KARŞISINDA ACİLEN YAPABİLECEKLERİMİZ İnş. Müh. Abdulah İNCİR 7-8 Aralık 2009 tarihinde İzmir Afet Riskini Azaltma Sempozyumu’nda sunulan bildiride, yapı envanteri yapılan 3 pilot bölgedeki 1490 binanın değerlendirilmesi şöyle idi. İncelenen Binaların Kalitesi İnşaat Kalitesi Bina Sayısı Yüzde Zayıf 674 bina %45 Orta 777 bina %52 39 bina % 3 İyi İncelenen yapı türü Yapı Türü Bina Sayısı Yüzde Betonarme 1219 bina %82 Yığma yapı 268 bina %18 3 % 3 Diğer Bu konuda acilen yapılması gerekenlerden bazıları aşağıdaki gibi özetlenebilir. Betonarme binalarda kullanılan beton türü Beton Türü Bina Sayısı Yüzde Hazır beton 131 %12 El ile dökülen 979 %88 Yukarıda incelemesi yapılan binaların elde edilen onaylı projeleri tetkik edilmiş, projesi olmayanların durumu gözlemle saptanmıştır. Yapılan çalışmada amaç, mevcut binaların gözlem neticesinde değerlendirilmesi ve yapım kalitesi hakkında bilgi sahibi olmaktı. Tıpkı Radius Projesinde olduğu gibi. 1999 yılında tamamlanan Radius Projesi kapsamında 217.824 bina incelenmiş ve binalar aşağıdaki şekilde sınıflandırılmıştı. Yapı Türü Bina Sayısı İyi kalitede Yüzde 40.767 %18 Orta kalitede 123.564 %57 Kötü kalitede 53.493 %25 Toplam 217.824 Radius Projesi ve tarafımızdan yapılan 3 pilot bölgedeki bina envanteri mevcut binaların deprem karşısındaki performanslarının güvenli olmadığı sonucunu vermektedir. Mevcut yapılarımızın büyük çoğunluğunun bugünkü koşullarda depreme karşı yetersiz oluşlarının nedenlerini aşağıda sıralamıştır. 1 - Kaçak inşaatlar 2 - Yetersiz uygulamalar 3 - Yetersiz yönetmelikler Bu olumsuzluklar bugüne kadar dile getirilmiş, çeşitli platformlarda tartışılmıştır. Ancak şimdiye kadar mevcut yapılarımızın iyileştirilmesi (depreme karşı performanslarının arttırılması) konusunda yeterli çalışmalar yapılmamış ve 42 Temmuz 2010 - 153 önemli bir planlama gerçekleştirilememiştir. 1 – İzmir İlinin tamamında yapı envanteri yapılmalı, binalarımız hakkında gerçek bilgi edinilmelidir. 2 – Yapılan bu yeni envanter bilgileri ışığında 1999 yılında yapılmış olan Radius Projesi yenilenmeli, güncelleştirilmelidir. 3 – Yukarıda elde edilen bilgiler çerçevesinde İzmir Afet Riskini Azaltma Eylem Planı yeniden yapılmalıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve merkezi yönetimin eşgüdümünde üniversiteler, sivil meslek kuruluşları ve ilgili kurumlar desteğinde, bu planın gerçekleşmesi sağlanmalıdır. 4 – Halkımız bilinçlendirilmeli, herkes oturduğu binanın depreme karşı performansı hakkında gerekli tedbirlerin alınması konusunda bilgilendirilmelidir. 5 – Güçlendirilmesi gereken binalar için vatandaşlara destek verilmeli, güçlendirme yapım işi özendirilmelidir. 6 – Mevcut yapı stoğumuzun büyük bir kısmını kaçak binalar teşkil etmektedir. Bu nedenle kaçak yapıların güçlendirilmesi de söz konusu olmalıdır. Kaçak yapılar için de kredi desteği verilmeli ancak, bu olayın imar affı anlamına gelmediği de açıklanmalıdır. 7 – Binası depreme karşı zayıf olan, güçlendirilmesi ekonomik olmayan yapılar en kısa zamanda boşaltılarak kentsel dönüşüm projeleri üretilmelidir. 8 – Mevcut yapı stokumuzun zayıf kalitede olmasının nedenlerinden biri de yetersiz uygulamalardır. Uygulamayı yapan mühendislere, ustalara mutlaka meslek içi eğitim kursları verilmeli, sertifikası olmayan yapı ustalarının inşaatta çalışması engellenmelidir. 9 – Bu iş ancak kentteki tüm resmi ve özel ilgili kurumların birbirine destek vermeli ve halkla bütünleşip bir seferberlik ruhu ile hareket edilmelidir. Böyle bir çalışma ile kendimizi, çocuklarımızı torunlarımızı kentimizi ve geleceğimizi kurtarabileceğimiz asla unutulmamalıdır. genç-İMO MAYIS-HAZİRAN 2010 genç-İMO İZMİR ETKİNLİKLERİ 22-23.05.2010- VII. Geleneksel Kısır-Mısır Şenliği 01.05.2010- 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlamaları 1 Mayıs İşçi Bayramını öğrenci arkadaşlarımızın katılımıyla kutladık. Diğer meslek odaları öğrenci örgütlenmelerinin de katıldığı kutlamalarda, hepimiz TMMOB bayrağı altında toplandık. Yaşasın özgürce kutlanan 1 Mayıslar. Geleneksel Kısır-Mısır günümüz yedinci yaşına şenliğe dönüşerek girdi. İki gün süren Kısır-Mısır Şenliğimizin programında film gösterimi, spagetti köprü yarışması, şiir dinletisi, öğrenci sunumları, genç mühendisler forumu ve Kısır-Mısır Gecesi vardı. 22 Mayıs Cumartesi günü şenliğimiz Die Welle (Dalga) adlı film gösterimiyle başladı. Film gösterimi ve filme dair tartışmaların ardından programda Spagetti Köprü Yarışması vardı. 3er kişilik 6 ekibin katıldığı yarışmada silikon yapıştırıcılar ve spagetti kullanılarak yapılan köprülere yüklemeler yaptık. Birinciliği Latife DOĞAN, Emre KAÇAROĞLU ve Onur UTKU AKGÖL’ün takımı kazandı. İnşa ettikleri 52 cm açıklığa sahip 280 gr ağırlığındaki köprüleri yaklaşık olarak 3 kg taşıdı. 08.05.2009- Gemi Mühendisleri Odası 4. İzmir Kayıkları Yarışı Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’nin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği İzmir Kayıkları Yarışı’na 8 genç-İMO üyesiyle katılan Doruk CİRİT kaptanlığındaki Halikarnas adlı ekibimiz 1. olmuştur. Bir sonraki yarışı sabırsızlıkla beklerken, İzmir’in değerlerinden olan İzmir Kayıklarını yaşattıkları için Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesine teşekkür ederiz. Spagetti Köprü Yarışması takımları ve sonuçları aşağıdaki gibidir; Şenliğin ilk günü 22 Mayıs Cumartesi gecesi düzenlenen Can Yücel Şiir Dinletisi ile de son bulmuştur. 23 Mayıs Pazar günü şenliğimiz ikinci gününe BÜYAP Çelik Köprü Yarışması’na katılan Dokuz Eylül ve Ege Üniversiteleri ekiplerinin sunumlarıyla başlamış arkasından İnşaat Mühendislerinin Çalışma Alanları konulu genç mühendisler forumuyla devam etmiştir. 23 Mayıs Pazar akşamı şenliğin kapanış etkinliği olarak düzenlenen Kısır-Mısır Gecesi Alpay Erdem’in Hasta Ruh adlı stand-up gösterisiyle başlamış, ardından Celal Bayar Üniversitesi öğrencilerinin kurmuş olduğu Betonarmy adlı grubun konseriyle devam etmiştir. VII. Kısır-Mısır şenliği halat çekme yarışmaları, halk oyunları gösterisi ve halaylar gibi etkinliklerle süren geceyle son bulmuştur. Her yıl çok koşup, çok yorulduktan sonra sezonu kapattığımız etkinlik olan Kısır-Mısır Şenliği’nde önümüzdeki yıl da görüşmek üzere. Takım Ecem BARAN-Belemir ÜNLÜ-Gürkan GÜR Ağırlık Açılık (cm) Taşıdığı Yük (gr) F (Yük/Köprü Ağırlığı) 360 45 1940 5,39 Gamze SÜDCÜ-Halil KÜPÇÜ-Ender KILINÇ 200 52 1500 7,5 Tuğçe Zeynep KEYİK-Kemal Erdem ÜREK-Hilmi EROĞLU 300 50 2100 7 Özgür YETİŞ-Ahmet ÖZÜN-Berk ÇETİN 220 52 310 1,4 Latife DOĞAN-Emre KAÇAROĞLU-Onur Utku AKGÖL 280 52 2940 10,5 Abdurrahman GÜLDEN-Kubilay TUNA-Alican TABEL 210 52 1680 8 İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 43 genç-İMO 44 Temmuz 2010 - 153 Kültür ve Sanat AYDINLIĞA MEKTUPLAR (1928-1937) Güney DİNÇ Yapı Kredi Yayınları Aydınlığa Mektuplar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında gazetelere gönderilen okur mektuplarından yapılmış bir seçki. Birbiri ardına devrimlerin gerçekleştiği, eski yaşam biçimlerinin kurumlarıyla birlikte geride bırakılıp yenilerinin oluşturulduğu bir dönemin eğilimlerini, sorunlarını ve hatta bizim dönemimizle benzerliklerini halkın kaleminden yansıtan mektuplar,1928-1937 yılları arasında yayımlanmış binlerce gazeteyi tarayan Güney Dinç’in titiz çalışması sonucunda bu kitapta bir araya getirildi. Altı ana başlık altında halkın, dönüşüm ve değişim dönemine, kadın erkek ilişkilerine, çalışma yaşamına, hukuki süreçlere ve kent yaşamına dair sorunlarını ve düşüncelerini yansıtan, eğlenceli, şaşırtıcı ve düşündürücü bir seçki sunuyoruz sizlere. POST-MODERN CİHAD İsmail SAYMAZ Kalkedon Yayınevi Bir tarikatı soruşturmasıyla başladı her şey, 1998’de Şırnak’ın İdil ilçesinde, dönemin dokunulmazı olan JİTEMi soruşturan Başsavcı İlhan Cihaner, 10 yıl sonra bu dönemin dokunulmazı haline gelen tarikatları mercek altına aldı. Önce İsmailağa tarikatını, sonra Gülen Cemaatini soruşturmaya koyuldu. Erzincanda, tarikat medresesinden çekilen telefon hattının ucu, İstanbulda bir iş adamının evinde ve Ankarada bakanlık katında çıkınca savaşın işaret fişeği atılmış oldu. Kentte baraj gölünde bulunan mühimmat, Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal eliyle darbe soruşturmasına evrilirken; imzasız ihbarları saf değiştiren muhbirler, şaibeli gizli (!) tanıkları suikastçı keneler izledi. Ve üç ay içerisinde Türkiyede birçok ilke tanık olundu: Önce, Cihanerin tarikat soruşturmasında görev alan jandarma istihbaratçılar tutuklandı. Ardından MİT basıldı; devlet, kendi kendisiyle silahlı çatışmanın eşiğinden döndü. Savcı Osman Şanal, 3. Ordu Komutanlığının kapısına kadar geldiğinde, şehrin diğer ucunda tanklar yürüyordu. En son, adliyeye operasyon düzenlenip Cihaner tutuklandı. Bu, sadece Cihanere karşı Şanalın, Erzincana karşı Erzurumun savaşından ibaret değildi. Jandarma ve MİTe karşı polisin, Adalet Bakanlığına karşı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun savaşı oldu. Bu savaşta, tarikatlar sivil toplum örgütü sayıldı, yolsuzluklar demokrasi paketine sokuldu, polis eliyle toplumsal barış sağlandı! Erzincan davası haberleriyle İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr 13. Metin Göktepe Jüri özel ödülünü alan Gazeteci İsmail Saymaz, bu toz duman içinde, 14 klasör ve 10 bini aşkın evrakı tarayıp gerçeği aradı. Erzincan-Erzurum hattında uç verip İstanbul ve Ankarayı sarsan savaşın kodlarını çözdü. Temmuz 2010 - 153 45 Kültür ve Sanat 15-16 Haziran 1970 İşçi Direnişi 1970 yılında AP, GP ve CHP’nin desteklediği bir yasa tasarısı ile sendikalar yasasında ciddi bir değişikliğe gidilmek istendi. Yasanın temel amacı Türkiye’de Türkİş’ten başka sendika bırakmamaktı. Bu amacı açığa vuran en net ifade, dönemin AP’li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk tarafından Türk-İş’in 8. Genel Kurul’unda dile getirilmişti: ‘ Yeni değişiklik tasarısı ile birlikte DİSK’in canına ot tıkanacaktır. DİSK varken genel grev hakkı tanımamız mümkün değildir.’ Yasa tasarısı ile birlikte işçilerin sendika seçme özgürlüğü elinden alınıyordu. DİSK’in sendikal örgütlenmesinin önü tamamen kapanıyordu. Bu süreçte CHP bazı milletvekilleri hariç, yasa tasarısının oylamasında evet oyu kullanmışlardı. Bu dönemde CHP genel sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkanı ise İsmet İnönü idi. Olayların başlaması ve çok büyük boyutlara ulaşması üzerine CHP tutum değiştirecek TİP’ten bağımsız olarak Anayasa Mahkemesine iptal başvurusu yapacaktı. Bu davranış tarzı o dönemin CHP’sinin siyasal durumunu ve sınıf hareketine bakışını anlamak açısından çok önemliydi. Yasa tasarısı verilen tepkilere rağmen meclisten geçerek 11 Haziran 1970 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından onaylanarak yasalaşmıştı. Bu gelişmeler üzerine TİP milletvekilleri yasayı Anayasa Mahkemesine götürmüştü. 15 Haziran 1970 günü işçiler işbaşı yapmayarak, İstanbul-Kocaeli hattından işçi eylemleri başladı. Kısa sürede eylemcilerin sayısı çok önemli sayılara ulaşmaya başlamıştı. Tahmini rakam olarak 200 kadar büyük fabrikadan 150 bin civarı işçi İstanbul’da yürüyüşe geçmişti. Ankara ve İzmir’de de DİSK’e bağlı işçiler genel greve geçmişti. Dört temel yürüyüş kolundan İstanbul’un merkezine yürüyen işçilerin kent merkezinde birleşmesini engellemek için her türlü yöntem deneniyordu. Bu yüzden çıkan çatışmalarda 3 işçi hayatını kaybetti. Kartal yürüyüş kolundan gelen işçiler Demirel’in kardeşlerine ait fabrikaları ve AP binasını tahrip etmişlerdi. 16 Haziran 1970 günü AP hükümeti sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim ilanı ile beraber o zamana kadar polis ile çatışan işçiler artık askerle karşı karşıya gelecekti. Çatışmaların ikinci gününde işçi ölümlerinin duyulması üzerine DİSK başkanı Kemal Türkler radyodan sonradan çok tartışılacak şu anonsunu yapacaktı: ‘Anayasal haklarınız için direndi46 Temmuz 2010 - 153 niz. Direniyorsunuz. Anayasamız, her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder. Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuzdan, hiçbir hareketimiz anayasaya aykırı olamaz. Ne var ki, bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir mensubuna kötü maksatla taş atabilir, tahrikler yapabilir. DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum” Bu anonstan sonra eylemler hızla son bulacaktı. Sendikalarının arkalarında olmadığını düşünen işçilerin eylemlerine güveni kalmamıştı. Birçok açıdan bu olayı analiz edenler DİSK ve Türkiye Devrimci Hareketinin bu süreçte sınıfın arkasında kaldığı yorumunda birleşmektedir. Bu yüzden Kemal Türkler’in bu anonsu yapmak zorunda kaldığı düşünülmektedir. Anayasa Mahkemesi TİP ve CHP’nin yaptığı itirazları 8 Şubat 1972 günü karara bağlayıp, değişiklikleri anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Türkiye devrimci hareketinde o zamana kadar süren ‘Demokratik Devrim mi? Sosyalist Devrim mi?’ tartışması pek çok kişi için sosyalist devrimciler lehine kapanmış oluyordu. 15-16 Haziran direnişlerinin sanata en bilinen yansıması ‘Zengin Mutfağı’ filmi ile olmuştu. Filmdeki olaylar 15-16 Haziran direnişi sırasında geçmektedir. Filmin önemli bir kısmı malikânenin mutfağında geçmektedir. Solcu sendikalara saldıran dövme ve yıldırma gibi eylemlerde bulunan kişiler malikânedeki köpeklere benzetilmektedir. Hakkını arayan her kişi komünist ajan ve bölücü olarak itham edilmektedir. Filmin sonunda Lütfü Usta (Şener Şen) şaşırtıcı düzeyde değişerek bilinçli bir işçi olmaktadır. Kültür ve Sanat ĞQă0K7XāUXO%$Ă7$1 )ÖNUDODU *HQHWLN3URMHOHU<DUÖüPDVÖ !" # $ # % !"# & '( ) # * + , " "" , #" % . / / +# '( ) ) # * + , ) "" )) #. 0%" 01#"2", $#&'0""3. 2" & '( , " +#4% # . ( #++ )#2"5 '(3. 2"&'/4#4,",. 7RSUDN1XPXQHVL ) ) :;< 4)4)) 0#+ =+ 4)4))#0+( " #1) 41## ( 4) & '= %#"# )" 4 . 8 = .ÖUPÖ]Ö,üÖN / # " % , + + / ',),",#"+ ". # 6" , , + + 6+ + , " + 6 # / 7 , "8 # '#"%")+ ""%. ("'0",%#(""" %9#. İMO İzmir Şubesi Bülteni - www.imoizmir.org.tr Temmuz 2010 - 153 47 Oyun İnş. Müh. Ali İhsan ARGIT KARE BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SUDOKU (Kolay) 5 1 2 3 3 7 6 5 4 10 !" #!$% # # &' * ' + # , % ! ! ' # ' ' - ! . /%!012 ! - !- 0+- 3* 4 5 ! ' ' * 2*! %0 622+* -7" * "# 89 '* ! ' : : # 2 ;- < * !* 9 -!'' # *! : * : 0 #$"*' '* '+ * " ' ! # , *! * .%#0 5 12 = *2 # 04& ' *' 0 ! 5 6 + * : : - 7< !>'!5?*! *' !! 8 * !5! @A * 48 Temmuz 2010 - 153 8 8 9 5 7 9 2 6 6 1 6 7 SUDOKU ( orta ) 6 9 5 3 8 2 2 2 3 6 1 9 4 4 6 8 4 4 7 9 5 7 9 1 3 7 9 4 9 8 1 4 1 6 7 9 6 8 6 3 8 4 6 5 1 3 4 9 4 2 6 1 8 4 SUDOKU ( zor ) 7 1 2 4 7 3 5 8 4 7 8 9 7 3 6 8 2 9 2 5 3 2 Çözümleri Sayfa 35’de